You are on page 1of 62

 Kan, kalp ve damarlar

içinde dolaşan,
hücrelerarası maddesi
plazma olarak adlandırılan,
şekilli elemanları eritrosit,
lökosit ve trombositlerden
oluşan bir destek doku
türüdür.
 Toplam vücut ağırlığının %
7 sini kapsar.
 Hacmi ortalama 5 litredir.
 Kan kalp ve damarlar içinde dolaşırken
oksijeni akciğerlerden, besin maddelerini
ise sindirim sisteminden diğer organlara
iletir.
 Karbondioksiti atmak için akciğerlere,
azotlu atık maddeleri de atılmak üzere
böbreklere taşır.
 Kan hormonların uzak hedef organlara
ulaşmasını sağlar.
 Asit baz dengesinin sağlanmasında rol
oynar.
 Kan dolaşım sistemi dışına çıkarsa
pıhtılaşır.
 Kan örnekleri pıhtılaşmayı önleyici
(antikoagülan) maddeler içeren tüplere
alınarak santrifüj edildiğinde tabakalara
ayrılır.
 En üstteki sarımsı, şeffaf sıvı tabaka
plazmadır.
 Plazmanın altında kalan kanın şekilli
elemanları belirgin iki tabaka halinde ayırt
edilir.
 En alttaki katman kanın yaklaşık %42-45
ini oluşturan alyuvarlar (eritrositler) dan
oluşur. Kırmızı renklidir.
 Hemen üstündeki beyaz ya da grimsi
tabaka yaklaşık %1’ini oluşturan ve
akyuvarlar (lökositlerden) oluşan kısımdır.
 Akyuvarların üzerinde kalan kısım
trombositlerden oluşur ancak çıplak gözle
belirgin olarak seçilemez.
 Kan örneği
antikoagülan kaplı bir
tüpe alınmazsa kan
hücreleri ve fibrinojen
tüp içerisinde pıhtı
oluşturur. Üstte ayrışan
sıvı ise serum olarak
adlandırılır.
 Bir birim kan içinde kümelenmiş kan
hücrelerinin hacim değerine Hematokrit
denir.
 Normal hematokrit değeri
 Kadınlarda %35-45
 Erkeklerde %40-50
 PLAZMA

 Yaklaşık %90’ nı su, %9’u albumin, globulinler,


pıhtılaşma proteinleri (protrombin ve fibrinojen),
kompleman proteinleri ve lipoproteinlerden
oluşur.
 Ayrıca geriye kalan kısım aminoasitler,
vitaminler ve hormonlardan oluşur.
 Kan yaymaları rutin olarak kırmızı
(asidik), mavi (bazik) boyaların
karışımıyla boyanır.
 Bu karışım boyalar azurlarıda
içermektedir.
 Giemsa, Wright örnek karışım kan
boyalarıdır.
 ERİTROSİTLER
 Kemik iliğinde gelişmesini tamamlayıp,
dolaşıma geçmeden önce nukleusunu,
mitokondri ve diğer membranöz
organellerini kaybeder.
 Çapları yaklaşık 7μm dir.
 Sitoplazmasında sadece oksijen taşıyıcı
protein olan hemoglobin bulunur.
 Oksijen bağlı hemoglobine oksihemoglobin
 Karbondioksit bağlı olana
karbaminohemoglobin denir.
 Bu bağlanmalar geri dönüşümlü olup,
hemoglobinin kan gazlarını taşıma
yeteneğinin temelini oluşturur.
 Karbonmonoksit bağlanması ise geri
dönüşümsüzdür.
 Eritrositler bikonkav iç bükey diskler
biçimindedirler.
 Kadınlarda 4.8milyon/mm3
 Erkeklerde 5.4milyon/mm3

 Eritrositler esnek yapıdadır, kapiller
içerisinden geçerken çap ve şekilleri
değişikliğe uğrayabilir.
 Hemoglobin polipeptid zincirlerinden
oluşan bir proteindir. Eritrositlerin asidofilik
özelliğinden sorumludur.
 Dört polipeptit zinciri tanımlanmıştır.
 α (alfa)
 Β (beta)
 γ (gama)
 δ (delta)
 Demir içeren hem grupları zincirin
tetramer halkasına bağlanmıştır.
 Erişkin insan da
 Hemoglobulin (Hb A) olarak isimlendirilen
yapı 2α,2β zincirlerinden oluşur ve toplam
Hb’nin %96’sını meydana getirir.
 HbA2, 2α,2δ zincirlerinden oluşur ve
toplamın % 2’si oranın da bulunur.
 HbF, 2α,2γ zincirlerinden oluşur. Fetal
dönemde baskındır, doğum zamanı azalır.
 Talasemi-Akdeniz Anemisi
 Hemoglobinin alfa ya da beta
zincirlerinden birinin hatalı senteziyle
oluşan kalıtsal anemidir.
 α-talasemi
 Β-talasemi
 Kanda oksijen taşıma kapasitesi düşükse
bu duruma anemi adı verilir.
 Eritrosit sayısı azlığına veya hemoglobulin
miktarının azlığına bağlı olabilir.
 Kemik iliğinde yapıldıktan kısa bir süre sonra kana verilen
genç eritrositlere retikülosit adı verilir.
 Retikülositler, normal olarak dolaşımdaki toplam
eritrositlerin yaklaşık %1'ini oluşturur.
 Retikülositlerin sayısındaki artış, oksijen kapasitesinin
artışına gereksinim duyulduğunu gösterir. Bu durum,
kanama ya da kısa bir süre önce deniz düzeyinden
yükseğe çıkılması gibi nedenlere bağlı olabilir.
 Retikülositler olgunlaşırken mitokondrilerini, ribozomlarını
ve pek çok sitoplazma enzimini kaybederler.
 Eritrositler için gerekli olan enerjinin kaynağı anaerobik
yolla laktatlara dönüştürülen glukozdur. Eritrositler
nukleus ya da protein sentezi için gerekli organelleri
içermediği için hemoglobin sentezleyemezler.
 İnsan da eritrositlerin ömrü yaklaşık olarak
120 gündür. Yaşlanan eritrositler, başlıca
kemik iliği ve dalakta makrofajlar
tarafından ortadan kaldırılırlar.
 AKYUVARLAR (LÖKOSİTLER)
 Sitoplazmalarında ki granüllerin tipine ve
nukleuslarının şekline göre lökositler iki gruba
ayrılır:
 Granülositler (çok nukleuslu lökositler)
 Nötrofiller
 Bazofiller
 Asidofiller
 Agranülositler (tek nukleuslu lökositler)
 Lenfositler
 Monositler
 Lökositler vücudun yabancı maddelere karşı
hücresel ve hümoral savunmasından sorumludur.
Dolaşımdaki kanda küre biçiminde ve hareketsiz
hücrelerdir, ancak yabancı bir nesne ile
karşılaştıklarında şekil değiştirerek yassılaşabilir
ve hareketlenebilirler. Lökositler endotel
hücrelerinin bağlanma yerlerinden geçerek
venülleri ve kılcal damarları terk ederler ve
diapedez yoluyla bağ dokusuna geçerler.
 Bu süreç, granülositlerin ve monositlerin kandan
dokulara tek yönlü akışını içerir. Lenfositler
tekrar dolaşıma dönebilir.
 Granülositler
 İki tür granül içerirler.
 Kullanılan boyanın nötral ya da asidik
bileşenlerini bağlayan ve özel işlevleri olan
granüllere özgül (spesifik-sekonder)
granüller adı verilir.
 Bazik boyalar ile mor renkte boyanan
granüllere ise azurofilik (primer)
granüller adı verilir. Azürofilik granüller
aslında lizozomlardır.
 Granülositler iki ya da daha fazla loblu bir
nukleus içerirler.
 Tüm granülositler yaşam süresi birkaç gün
olan ve bölünmeyen terminal hücrelerdir;
bağ dokusunda apoptozis (programlanmış
hücre ölümü) ile ölürler.
 Agranülositlerde özgül (spesifik-
sekonder) granüller yoktur, sadece
azurofilik granülleri (lizozomlar) içerirler.
Çekirdekleri yuvarlak ya da çentikli ve tek
lobludur.
GRANÜLOSİTLER
 Nötrofiller (Polimorf çekirdekli
lökositler) (Polimorf Nüveli lökositler)
 Nötrofiller dolaşımdaki kanda bulunan
lökositlerin %60-70'ini oluştururlar. Çapları
12-15 um olup, ince kromatin iplikleriyle
bağlanan 2-5 loblu (genellikle 3 loblu) bir
çekirdek içerirler.
. Her nötrofil lob sayıları değişik olmakla birlikte yalnızca bir
nukleus içermektedir.
 Dişilerde, Barr
cisimciği olarak
adlandırılan inaktif X
kromozomu
çekirdeğin loblarından
birine bağlı olarak
davul tokmağı
biçiminde görülür.
 Nötrofillerin sitoplazmasında iki tür granül
bulunur.
 Daha çok sayıda özgül granüller bulunur.
 Diğer granül türü ise lizozomların oluşturduğu
azurofilik granüllerdir.
 Nötrofillerin sitoplazmasında glikojen de bulunur.
 Glikojen glukoza parçalanır ve glukozun glikoliz
yoluyla oksidasyonuyla enerji sağlanır.
Nötrofillerin anaerobik ortamlarda yaşamlarını
sürdürebilmeleri, bu hücrelere büyük avantaj
sağlar. Çünkü inflamasyonlu (iltihaplı) ve
nekrotik dokularda olduğu gibi oksijenin yetersiz
olduğu bölgelerde bakterileri öldürebilir ve
artıkların ortadan kaldırılmasını sağlayabilirler.
 Nötrofillerin kan
dolaşımındaki yarı
ömürleri 6-7 saattir, bağ
dokusunda ise
1-4 gün süreyle
yaşamlarını sürdürürler.
 Nötrofiller bakterileri ve
küçük partikülleri
fagosite ederler.
 Nötrofiller bakterileri bulduklarında
psödopodlarıyla sarar ve bakterileri, nötrofil
zarının oluşturduğu, fagozom olarak
adlandırılan bir vakuolle hücre içine alırlar. Daha
sonra özgül (spesifik) granüller fagozom ile
kaynaşır ve içerdikleri enzimler fagozoma boşalır.
Fagozom zarındaki proton pompası aracılığıyla
vakuol içindeki pH yaklaşık 5.0'e düşürülür; bu
değer lizozomal enzimlerin aktivitesi için uygun
pH dır. Daha sonra, azurofilik granüller
enzimlerini asit ortama boşaltırlar ve
mikroorganizmalar öldürülerek sindirilir.
 Ölmüş nötrofiller, bakteriler ve yarı
sindirilmiş yapılar ve doku sıvısı kıvamlı,
çoğunlukla sarı renkli bir sıvının
oluşmasına neden olur. Biriken bu sıvı
cerahat ya da irin (püy) olarak
adlandırılır.
Eozinofiller
 Eozinofillerin sayısı normal kandaki
lökositlerin sadece %2-4'ünü oluşturur.
Tipik iki loblu bir çekirdek içerirler.

 Eozin ile boyanan ve çok sayıda büyük ve


uzun granüller içerirler.
 Eozinofilik granüllerin ortasında, granülün uzun
eksenine paralel olarak yerleşmiş kristalimsi
özdek (internum) bulunur. Majör bazik
protein ve eozinofil katyonik protein gibi
bileşenlerden oluşur.
 Majör bazik protein eozinofilik granüllerin
internumunu oluşturan asıl bileşendir. Majör
bazik proteinin Schistosomlar gibi parazitik
solucanların öldürülmesinde işlev gördüğü
düşünülmektedir.
 İnternumu çevreleyen daha az yoğun kısım ise
eksternum veya matriks olarak adlandırılır.
 Kanda eozinofillerin artması
(eozinofili) alerjik
reaksiyonlar ve helmintik
(parazitik) enfeksiyonlar ile
ilişkilidir.
 Eozinofiller dokularda
bronşlar, sindirim sistemi,
uterus ve vajina gibi
organların epitelleri altındaki
bağ dokusunda bulunurlar
ve parazitik solucanların
çevresini kuşatırlar.
 Bunun yanı sıra eozinofiller,
diğer hücreler tarafından
salgılanan lökotrienler ve
histamini etkisiz bırakarak
inflamasyonu kontrol eden
maddeler salgılarlar.
 Bazofiller
 Kandaki lökositlerin %1'inden daha azını
oluştururlar ve bu nedenle normal kan
yaymalarında bulunmaları oldukça zordur.
 Çekirdekleri düzensiz loblara bölünmüştür
ve bazofilik boyanan granüllerle örtülmüş
olduğu için zor görülür.
 Bazofilik özgül granüller kan yaymalarını
boyamakta kullanılan olağan boyaların
içerdiği bazik boyalar ile metakromatik
boyanma gösterirler.
 Bu özellik, granüllerin içerdiği heparinden
kaynaklanır.
 Bazofilik granüller histamin ve heparin
içerir. Bazofiller aşırı duyarlılık
reaksiyonlarında bağ dokusuna göç ederek
(özel koşullarda) mast hücrelerinin
işlevlerine katkıda bulunabilir.
AGRANÜLOSİTLER
 Lenfositler
 Lenfositler belirleyici yüzey moleküllerine göre birkaç gruba
ayrılırlar. Bu yüzey molekülleri (belirteçler) immünositokimyasal
yöntemler ile ayırt edilebilirler.
 Lenfositler, istilacı mikroorganizmalara, yabancı makromoleküllere
ve kanser hücrelerine karsı savunmada gerekli olan bağışıklık
reaksiyonları ile ilişki çeşitli işlevlere sahiptirler.
 Çaplan 6-8 um arasında olan lenfositler küçük lenfositler olarak
adlandırılır. Kan dolaşımında az sayıda orta boy lenfosit ile
çapları 18 um'ye ulaşabilen büyük lenfositler de bulunmaktadır.
 Lenfositlerin boyutlarındaki bu farklılığın işlevsel bir önemi
bulunmaktadır ve büyük lenfositlerin özgül antijenler ile uyarıldığı
düşünülmektedir. Kan dolaşımında baskın olarak bulunan küçük
lenfositlerin çekirdekleri yuvarlaktır ve bazen çentikli olabilir.
 Çekirdek kaba yığınlar olarak görünen yoğun kromatin içerir ve bu
nedenle olağan yaymalarda oldukça koyu boyanır.
 Küçük lenfositlerin sitoplazması çok azdır ve
yayma preparatlarda çekirdeği çevreleyen ince
bir kenar halinde görülür. Hafif bazofiliktir ve
boyanmış yaymalarda açık mavi renk alır. Birkaç
azurofilik granül içerebilir.
 Küçük lenfositlerin sitoplazmasında az sayıda
mitokondri ve küçük bir Golgi kompleksi bulunur,
çok sayıda serbest ribozom içerir.
 Lenfositlerin yaşam süreleri farklılık
gösterir. Bazı lenfositler sadece birkaç gün,
bazıları da kan dolaşımında birkaç yıl
yaşar.
 Lenfositler diapedez sonrasında
dokulardan kan dolaşımına dönen tek
lökosit türüdür.
 Lenfositler iki alt kategoriye ayrılırlar:
 B lenfositler: Kemik iliğinden kaynaklanır
ve orada olgunlaşır. Humoral immüniteden
sorumludur.
 T lenfositler: Kemik iliği kök hücrelerinden
kaynaklanır ancak farklılaşma ve
olgunlaşması Timusta gerçekleşir. Hücresel
immüniteden sorumludur.
 Monositler
 Monositler çapları 12 um'den 20 um'ye
kadar değişen, kemik iliği kökenli
agranülositlerdir. Monositlerin çekirdekleri
oval, at nalı ya da böbrek biçimindedir ve
genellikle bir kenara yakındır.
 Çekirdeğin kromatin içeriği diğer
lökositlere göre daha az yoğunluktadır. Bu
kromatin yapısı nedeniyle monositlerin
çekirdekleri büyük lenfositlerin
çekirdeklerine göre daha soluk boyanır.
 Monositlerin sitoplazması bazofiliktir ve
çoğunlukla çok küçük azurofilik granüller
(lizozomlar) içerir.
 Sitoplazmada az miktarda granüllü
endoplazma retikulumu, poliribozomlar ve
çok sayıda mitokondri bulunur. Lizozomal
granül sentezinden sorumlu Golgi
kompleksi de sitoplazmada izlenir. Hücre
yüzeyinde çok sayıda pinositotik vezikül
bulunur.
 Trombositler- Kan pulcukları
 Trombositler 2-4 µm çapında, çekirdek
içermeyen, disk biçiminde hücre parçacıklarıdır.
Trombositler kemik iliğindeki polipoid dev
hücreler olan megakaryositlerden köken
alırlar.
 Kanın pıhtılaşmasını sağlar ve kan damarlarındaki
çatlakların onarılmasına yardımcı olarak kan
kaybına engel olurlar.
 Normal trombosit sayısı 200 000-400 000/ml
arasındadır. Kan pulcuklarının yaşam süresi
yaklaşık 10 gündür.
 Trombositler periferde soluk mavi renkte
boyanan ve hiyalomer adı verilen şeffaf
bir bölge ile granülomer adı verilen mor
renkli granülleri içeren bir merkez
bölgeden oluşur.
 Trombositler plazma zarının invajinasyonlarıyla
(sitoplazma içine doğru uzanan parmak
biçiminde girintiler) bağlantılı açık kanaliküler
sistem olarak adlandırılan bir kanal sistemi
içerir.
 Bu sistemin, trombositlerde depolanan aktif
moleküllerin salıverilmesinde işlev gördüğü
düşünülmektedir.
 Kan pulcuklarının periferik kısmında
mikrotübüllerin kenar demeti bulunur; bu
demet kan pulcuklarının ovoid biçimlerini
korumalarını sağlar.
 Hyalomer bölgesindeki aktin ve miyozin
molekülleri, trombosit hareketi ve
yapışmasında (Trombosit agregasyonu)
işlev gören kontraktil bir sistem
oluşturmak üzere bir araya gelebilir.
 Trombosit plazma zarının dış yüzünde
glikozaminoglikan ve glikoproteinlerden
zengin bir hücre örtüsü bulunur ve
trombositlerin adezyonundan sorumludur.
 Merkezi granülomer bölgesinde zara bağlı
çeşitli granüller bulunur.
 Yoğun cisimler (delta granülleri) kalsiyum
iyonları, pirofosfat, ADP ve ATP içerir. Bu
granüller ayrıca, plazmadan serotonini (5-
hidroksitriptamin) alarak depolarlar.
 Alfa granülleri, fibrinojen, trombosit kökenli
büyüme faktörü ve trombositlere özgü diğer
proteinleri içerirler.
 Lambda granülleri, küçük veziküller olup
yalnızca lizozomal enzimleri içerdiği
gösterilmiştir.
 Işık mikroskopu ile granülomerde gözlenen
azürofilik granüllerin çoğu alfa granüllerdir.
 Trombositlerin işlevleri

 Trombositlerin kanamayı durdurmada oynadıkları rol aşağıdaki gibi


özetlenebilir.
 Birincil kümelenme— Kan damarlarındaki hasar sonucu endotel
hücrelerinin devamlılığının bozulmasının ardından açığa çıkan kolajen
üzerinde, trombosit zarında bulunan bağlayıcı protein aracılığıyla
trombositler kümelenir. Böylelikle, ilk adırn olarak bir trombotik tıkaç oluşur.
 İkincil kümelenme— Oluşan trombotik tıkaç içindeki trombositler
glikoprotein ve ADP salarlar. Her iki madde de kümelenme için bir uyarandır
ve tıkacın büyümesini sağlar.
 Kan pıhtılaşması- Kümelenme sırasında kan plazmasından, hasarlı damar
duvarından ve trombositlerden kaynaklanan etmenler, yaklaşık 13 plazma
proteininin ardışık olarak birbirini aktifleştirmesini sağlar. Bu zincirleme
tepkiler sonucu, içine eritrositlerin, lökositlerin ve trombositlerin hapsolduğu
fibrin oluşur. Oluşan bu yapıya kan pıhtısı ya da trombüs adı verilir.
 Pıhtının çekilmesi— Başlangıçta damar lümeni içine doğru çıkıntı yapan
pıhtı, trombositlerde bulunan aktın, miyozin ve ATP nin etkileşmesiyle
büzüşür.
 Pıhtının atılması— Pıhtı ile korunan damar duvarı yeni doku oluşmasıyla
onarılır. Pıhtı daha sonra, başlıca, proteolitik bir enzim olan plazmin
aracılığıyla ortadan kaldırılır. Plazmin, plazmada bulunan proenzim
plazminojenin endotel tarafından üretilen plazminojen aktivatörlerinln
eyleme geçirilmesi ile oluşur. Trombositlerin lambda granüllerinden açığa
çıkan enzimler de pıhtının eritilmesine katkıda bulunur.
 Hemofili A ve B klinik olarak aynı olmakla
birlikte, iki hastalıkta eksik olan etmen
farklıdır. Her iki durum da cinsiyet
kromozomuyla aktarılan resesif kalıtsal
bozukluklar sonucu görülür. Hemofili
bulunan hastalarda kan pıhtılaşması
normal değildir; pıhtılaşma zamanı
uzamıştır.
 Bu hastalığı taşıyan kişilerde deride oluşan kesikler gibi
hafif yaralanmalardan sonra bile şiddetli kanamalar görülür
ve daha ciddi yaralanmalarda oluşan kanamalar ölüme yol
açabilir.
 Hemofili A bulunan hastalarda, plazmada bulunan ve fibrin
oluşumunda rol oynayan plazma proteinlerinden biri olan
pıhtılaşma faktörü VII eksiktir ya da yapımında bozukluk
vardır.
 Hemofili B'de ise faktör IX'da bozukluk vardır. Şiddetli
vakalarda kan hiç pıhtılaşmaz. Büyük eklemler ve üriner
sistem gibi vücut boşluklarına spontan kanamalar olur.

You might also like