• Hücreler tüm canlıların yapısal ve fonksiyonel birimleridir.
• 18. yüzyılda mikroskobun kullanıma girmesiyle
hücre konusundaki ilk çalışmalar da başlamıştır.
• Hücre terimi ilk kez Antony van Leeuwenhoek
(1632-1723) tarafından kullanılmıştır. • Alman bilim adamları M.J. Schleiden ve T. Schwann tüm bitki ve hayvanların hücrelerden meydana geldiğini söylemişlerdir.
• Elektron mikroskobunun geliştirilmesi (1931)
sonucu, hücre alt birimlerinin ayrıntılı yapıları tanımlanabilmiştir. Hücrelerin Ortak Özellikleri • Tüm canlılar hücrelerden oluşmaktadır. En küçük canlı tek hücreden meydana gelir. İnsan vücudunda ise yaklaşık 100 trilyon hücre bulunur.
• Çok hücreli canlılarda hücreler, belli
fonksiyonları yerine getirmek için özelleşerek doku ve organları meydana getirebilirler.
• Her hücre, bir membran tarafından çevrelenen
sitoplazmaya sahiptir ve genetik materyal bulundurur. • Hücrelerin ortak özelliklerinden biri de küçük olmalarıdır.
• Bir hücrenin hacmi, besin gereksinimi ve
ortaya çıkaracağı atık ürünlerin miktarı ile doğru orantılıdır.
• Yüzey alanı ise besinlerin hücre içine girişi ve
hücresel atıkların atılımı için yeterli büyüklükte olmalıdır. • Bir hücrenin yüzey/hacim oranı ne kadar büyükse; ihtiyaç duyacağı besin maddesini alması ve ortaya çıkaracağı atık ürünleri uzaklaştırabilmesi o kadar kolay olacaktır.
• Hücrelerin yarıçapları küçüldükçe,
yüzey/hacim oranları büyümektedir. İşte hücrelerin genellikle çok küçük yapılı olmasının sebebi budur. Hücre ile İlgili Bazı Tanımlar • Organel: Membran ile çevrili, yüzde hızda santrifüj ile izole edilen, subsellüler yapılardır. Bu tanıma göre sitozol, sitoskeleton ve ribozomlar organel değildir.
proteinlerin oluşturduğu hücre iskeleti. • Hücreler prokaryotik ve ökaryotik olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktadır.
• Prokaryotlarda çekirdek membranı
bulunmamaktadır.
• Ökaryotik hücreler ise, genetik materyallerini
sitoplazmadan ayıran zarla çevrili bir çekirdek yapısına sahiptir.
• Prokaryotik hücrelerde, sitoplazmik organeller
ve hücre iskeleti bulunmamaktadır. Prokaryot Ökaryot
Çekirdek Yok Var
Hücre Çapı Küçük (1 µm) Büyük (10-100 µm)
Hücre İskeleti Yok Var
Sitoplazmik Yok Var
Organeller DNA İçeriği (baz Az (1-5 milyon) Fazla (15 milyon-5 çifti) milyar) Kromozomlar Tek, dairesel DNA Pek çok DNA molekülü zinciri Hücrenin Yapısal Bileşenleri
• Hücre Membranı (Plazma membranı,
plazmalemma) • Protoplazma – Çekirdek – Sitoplazma • Organeller • Sitoskeleton Hücre Membranı • Hücreler içeriklerini dış ortamdan ayıran, plazma membranı adı verilen bir zarla çevrilidir.
• Membranın sıvı mozaik modeline göre, biyolojik
membranlar lipit ikili tabakasına gömülü proteinlerin oluşturduğu viskoz ve mozaik bir yapı olarak kabul edilmektedir. • Plazma membranı lipid, protein ve daha az oranda karbonhidrat moleküllerinden oluşmaktadır.
• Genel yapısal içerikleri aynı olmasına karşın bulunduğu
dokuya göre her hücrenin plazma membranı, protein ve lipid oranı yönünden değişkenlik göstermektedir.
• Plazma membranının protein/lipid oranı genellikle bir
civarındadır. Elektron transport sistemi ve oksidatif fosforilasyonda görevli protein kompleksinden dolayı en yüksek protein içeriğine mitokondri iç membranı (%75) sahiptir. En yüksek lipid içeriği ise miyelin membranında vardır. • Hücreye uygun şekil ve yapı kazandıran membran organik ve inorganik moleküllerin geçişi için seçici bir bariyer de oluşturmaktadır.
• Biyolojik membranların ana yapısı fosfolipidlerin sıvı
ortamda iki tabakalı bir yapı oluşturmasına bağlıdır.
• Membran lipidleri arasında veya yüzey alanında yer
alan proteinler ise membrandaki reseptor aktivitesinden, iyonların taşınmasından ve çeşitli enzimatik aktivitelerden sorumludur. Membran lipidleri • Bütün hücre mebranlarının temel yapısını fosfolipidler oluşturmaktadır.
• Fosfolipidler iki hidrofobik yağ asidi ve bir hidrofilik
fosfat içeren baş kısmı ile amfipatik bir moleküldür.
• Hidrofilik fosfat grupları membranın dış yüzeyinde
yer almakta ve hidrofobik yağ asidi kısımları ise ikili tabakanın iç kısmına doğru uzanmaktadır. • Memeli plazma membranlarındaki lipidlerin yaklaşık %50-60 kadarı fosfatidilkolin, fosfatidiletanolamin ve sfingomiyelin gibi fosfolipidlerden, geri kalan kısım ise kolesterol ve glikolipidlerden oluşmaktadır.
• Fosfolipidlerdeki yağ asitlerinin doymamış çift
bağlarının hepsi cis konumunda olduğu için yağ asidi zincirinde bükülmelere neden olur ve bu durum membrana akışkanlık kazandırır. • Memeli hücrelerinin plazma membranlarında bol miktarda olmasına rağmen kolesterol birçok prokaryotik hücrenin membranında yer almamaktadır.
• Kolesterolün hidroksil grubu fosfolipidlerin polar
fosfat gruplarının yanında ve dış yüzeyde yerleşmiştir. Steroid halkası ise yağ asidi zincirleri arasında bulunur.
• Kolesterol, yağ asitleri arasına girerek membran
akışkanlığını artırmaktadır. Bununla birlikte yüksek konsantrasyonlara ulaştığında membranın akışkanlığının azalmasına yol açar. • Lipid çift tabakasının önemli bir özelliği yapıdaki lipidlerin iki yönlü hareket edebilmesidir. Membran proteinleri • Çoğunluğu enzim yapısında olan membran proteinlerinin, bir kısmını iyon kanalı proteinleri, taşıyıcı proteinler ve reseptörler oluşturmaktadır.
• Membrandaki yerleşimlerine göre proteinler,
integral ve periferal membran proteinleri olarak iki gruba ayrılmaktadır. İntegral membran proteinleri • İntegral membran proteinlerini membrandan ayırmak için, membran yapısının deterjan özelliğindeki çözeltilerle parçalanması gerekmektedir.
• Bu proteinler lipit ikili tabakasına gömülüdür.
• Membranı bir taraftan diğer tarafa geçecek şekilde yerleşmiş olan integral membran proteinleri, transmembran proteinleri olarak adlandırılır.
• Bazı transmembran proteinleri membranı
sadece bir defa geçmekte (LDL reseptörü), bazılarında ise membranı birden daha fazla kez geçen bölgeler bulunmaktadır (G proteini ilişkili reseptörler). Priferal membran proteinleri • Genellikle integral membran proteinleri aracılığı ile membrana tutunurlar.
• Ortamın pH değeri veya iyonik yapısı
değiştirilerek periferal membran proteinleri membrandan kolayca ayrılabilirler. Karbonhidratlar • Membran ağırlığının yaklaşık %2-8 kadarını oluşturan karbonhidratlar, membranda glikolipit veya glikoprotein şeklinde bulunur.
• Hücreye antijenik özellik kazandıran
karbonhidratlar, hücreler arası etkileşimde önemli bir rol oynamaktadır. Çekirdek • Hücrenin genetik bilgisini taşıyan çekirdek hücrenin en önemli organeli olarak kabul edilir.
• Ökaryotik hücrelerdeki DNA miktarının çok az bir kısmı
mitokondri ve kloroplast organellerinde yer almaktadır.
• Protein içeriği yönünden oldukça zengin olan çekirdek
sitoplazmasına, nükleoplazma adı verilmektedir.
• Çekirdek, çekirdek membranı adı verilen çift katlı bir
membran ile çevrelenerek hücre sitoplazmasından ayrılmakatadır. • Çekirdeğin dış membran sistemi, sitoplazmaya doğru granüllü endoplazmik retikulum olarak devam eder ve dış ve iç membran arasında kalan bölge endoplazmik retikulum lümeni ile doğrudan temas halindedir.
• Dış membranın sitoplazmik yüzeyinde ribozomlar
bulunur.
• Fonksiyonel olarak dış membran endoplazmik
retikulum ile benzerlik gösterir. • Çekirdek membranları sadece küçük ve apolar moleküllere karşı geçirgendir ve nükleoplazma ile sitoplazma arasında serbest molekül geçişini önleyen bir bariyer görevi görmektedir.
• Dış ve iç membranlar arasında bulunan geçitler
(porlar) ile, çeşitli makromoleküllerin ve polar moleküllerin sitoplazma ve nükleoplazma arasında geçişi sağlanmaktadır. • Sitoplazmada sentezlenen ve DNA replikasyonu, transkripsiyonu veya tamiri için gerekli olan enzimler membrandaki geçit sistemlerinden enerji bağımlı transport ile nükleoplazmaya geçmektedir.
• Nükleoplazmada ribozom bulunmamaktadır.
Çekirdekte yapılan mRNA öncülleri çekirdek geçitlerinden sitoplazmaya geçerek, burada bulunan ribozomlara ulaşmaktadır. • Kromatin iplikleri, çekirdeğin büyük kısmını oluşturmaktadır. Hücre bölünmesinden hemen önce kromatin iplikleri kalınlaşmakta ve kromozom halini almaktadır.
• Kromozomlar ve kromatinler, DNA ve pozitif yüklü
bazik amino asitlerden (lizin, arjinin, histidin) zengin proteinler olan histonlardan oluşmuştur.
• Pozitif yüklü histonlar, negatif yüklü fosfat
gruplarından zengin olan DNA molekülü ile iyonik etkileşime girerek birleşmektedir. Oluşan DNA ve histon sistemine nükleozom adı verilmektedir. Bu yapıda DNA zinciri, histon moleküllerinin etrafına sarılmakta, böylece DNA moleküllerinin sıkı paketlenmesi sağlanmaktadır. Çekirdekçik • Elektron mikroskobunda çekirdeğin içinde yüksek RNA içeriğinden dolayı daha yoğun veya koyu renkte görülen bölge çekirdekçiktir.
• Çekirdeğin spesifik bir bölgesi olan çekirdekçik
hücrenin gereksinimi olan çok sayıdaki ribozomun sentezi için sürekli olarak rRNA kodladığından dolayı bu bölgede DNA, rRNA kodlayan genlerin pek çok kopyasını içermektedir.
• Çekirdekçikte yapılan rRNA membran geçitlerinden
sitoplazmaya geçmektedir. Ribozomlar • Prokaryotik ve ökaryotik hücrelerde protein sentezi ribozomlarda gerçekleştirilmektedir.
• Aynı proteini sentezleyen ribozomlar, polizom olarak
adlandırılmaktadır.
• Ribozomlar ultrasantrifügasyonda gösterdikleri
sedimantasyon katsayılarına (Svedberg, S) göre ayrımlanmaktadır. Bakteriyel ribozomlar 70S, ökaryotik ribozomlar 80S sedimantasyon katsayısına sahiptir. • Ribozomlar iki alt birimden oluşur.
• E. coli ribozomunun küçük alt birimi 30S, büyük alt
birimi 50S; ökaryotik hücre ribozomlarının küçük alt birimi 40S, büyük alt birimi 60S sedimantasyon katsayısına sahiptir.
• Ökaryotik hücre ribozomları, daha fazla protein
içermektedir.
• Ribozomlarda bir adet mRNA ve iki adet tRNA bağlanan
toplam üç adet bağlanma bölgesi bulunmaktadır. • tRNA bağlanma bölgelerinden birine (P bölgesi) peptidil-tRNA, diğerine (A bölgesi) ise amino-açil- tRNA bağlanmaktadır.
• mRNA tarafından taşınan bilgiye göre, ribozom
üzerinde protein sentezi gerçekleşmektedir.
• Ribozomlarda peptid bağı oluşumunu büyük alt birimin
katalizlediği gösterilmiştir (peptidil transferaz tepkimesi). • Ribozomların yapısını oluşturan rRNA ve proteinlerin, protein sentezindeki işlevleri uzun yıllar tam olarak aydınlatılamamıştır.
• Günümüzde, büyük ve küçük ribozom alt birimlerine
özgü olan proteinlerin, protein sentezi başlamadan önce “küçük alt birim rRNA-mRNA-büyük alt birim rRNA” sisteminin oluşumu sırasında, rRNA moleküllerinin uygun şekilde birleşmesini sağladıkları ve ribozoma uygun şekilde tRNA bağlanmasına yardımcı oldukları düşünülmektedir. Endoplazmik retikulum (ER) • Oldukça kıvrımlı olan ve tübül ve yassı keseciklerden oluşan membran kanallarından meydana gelen ER, sitoplazmada çekirdek ile hücre membranı arasında yer almaktadır.
• ER granüllü ve düz ER olmak üzere iki şekilde
bulunmaktadır.
• Granüllü ER’nin dış yüzeyi protein sentezinden sorumlu
olan ribozomlar ile kaplıdır.
• Düz ER ise ribozom taşımaz ve özellikle lipid
metabolizması ile bazı ilaç ve toksik bileşiklerin metabolizmasından sorumludur. • ER’nin lümeni proteinlerin ileri modifikasyonlarını sağlayan pek çok enzim ihtiva eder.
• Hücreden salgılanacak veya ER, golgi, lizozom ya da
plazma membranına yönlenecek olan proteinler, granüllü ER’de sentez edilir.
• Sitozolde kullanılacak veya çekirdek, mitokondri,
kloroplast ya da peroksizomlara yönlenecek olan proteinler ise sitozolde bulunan serbest ribozomlarda sentez edilir. • ER lümeninde bulunan enzimlerin başlıca görevleri, sentezlenen proteinlerin doğru katlanmasını ve üç boyutlu yapısını almasını, çoklu alt birime sahip proteinlerin alt birimlerinin birleştirilmesini, disülfür bağlarının oluşumunu, protein glikozilazyonunun ilk aşamalarını ve bazı plazma membran proteinlerine glikolipitlerinin eklenmesini sağlamaktır. • Düz ER lümeni ise bulunduğu hücre tipine bağlı olarak çeşitli metabolik tepkimelerden sorumludur.
• Membran lipitlerinin biyosentezi ve toksik
bileşiklerin metabolize edilmesi düz ER’nin başlıca fonksiyonlarıdır. • Düz ER, steroid hormanların sentezlendiği adrenal korteks, yumurtalık ve testis hücrelerinde daha fazla bulunmaktadır.
• Karaciğer hücrelerinde bulunan ve çeşitli ilaç
ya da toksik bileşiklerin metabolizmasından sorumlu olan düz ER lümeninde, bu bileşiklerin hidroksilasyonunu katalizleyen sitokrom P450 sistemi yer almaktadır.
• Kas hücrelerinde bulunan düz ER (sarkoplazmik
retikulum), kas kasılması sırasında Ca+2 salınımını sağlayan bir depo olarak görev yapmaktadır. Golgi sistemi • ER’den gelen proteinlerin ileri modifikasyonları ve hücre içinde gideceği organele göre ayrımlanması, Golgi sisteminde gerçekleşmektedir.
• Golgi, morfolojik olarak, yassılaşmış membranlardan ve
veziküllerden oluşur.
• Yapısal ve fonksiyonel olarak asimetriktir: Granüllü
ER’ye bakan kısmı cis bölgesi, plazma membranına bakan kısmı ise trans bölgesi olarak adlandırılmaktadır. Bu iki bölge arasında kalan kısma ise medial element denilmektedir. • Yeni sentezlenen proteinleri içeren küçük membran vezikülleri ER’den tomurcuklanarak Golgi sisteminin cis yüzünün membranı ile kaynaşmaktadır. Golgi sistemi içinde trans yüze doğru ilerleyen proteinler, enzimlerin etkisi ile bazı modifikasyonlara uğramaktadır.
ya da lipid eklenmesi gibi modifikasyonlara uğrar.
• Hücre dışına salgılanacak olan modifiye proteinler,
golgi sisteminin trans yüzünden vezikül içinde ayrılarak hücreden ekzositoz ile salınmaktadır. Mitokondri • Ökaryotik hücrelerde mitokondri ve kloroplast, enerjiyi hücrenin kullanabileceği forma dönüştürmek için özelleşmiş olan organellerdir.
• Hücresel solunumu gerçekleştiren organel olan
mitokondride, besin maddelerinin yapı taşlarında bulunan kimyasal enerji, gerçekleşen çeşitli tepkimelerle, enerji taşıyıcı molekül olan adenozin trifosfata (ATP) çevrilmektedir.
• Mitokondride oluşan ATP hücrede gerçekleşen aktif
transport, biyosentez reaksiyonları ve diğer enerji gerektiren olaylarda kullanılmaktadır. • Mitokondri bir çift membran ile çevrelenmiştir.
• Mitokondrilerin kendilerine ait DNA, RNA ve
ribozomları vardır.
• İç membrana spesifik bazı proteinler,
mitokondrial DNA; diğer mitokondrial proteinler ise, nükleer DNA tarafından kodlanmaktadır. • Mitokondri dış membranı oldukça düzgün yapıdadır, buna karşın iç membran organelin içine doğru uzantılar yapan ve krista adı verilen girintilere sahiptir.
• Kristalar iç membranın alanının artmasını
sağlar.
• Mitokondrilerin iç kısmı, matriks olarak
isimlendirilmektedir. • Besin maddelerinin çeşitli reaksiyonlar ile oksidasyonu sonucu, NADH ve FADH2 üretimi gerçekleşmektedir. Bu indirgenmiş koenzimlerin yapısında bulunan elektronlar, mitokondri iç membranına yerleşmiş bir dizi elektron taşıyıcısı ile moleküler oksijene aktarılmaktadır.
• Elektron transfer tepkimelerinden sağlanan
potansiyel enerjiden, mitokondri iç membranında, ATP sentez edilmektedir. Kloroplast • Kloroplastlar, plastid adı verilen organel grubuna dahildir. Kromoplast (kırmızı ve turuncu pigment sentezi ve depolanması), kloroplast (klorofil pigmenti ile fotosentez) ve amiloplast (nişastanın sentezi ve depolanması), plastidlere örnek olarak gösterilebilir.
• Bitki hücresinde fotosentez tepkimelerinin
gerçekleştiği kloroplastlarda, absorplanan güneş enerjisi, kimyasal enerjiye çevrilerek depolanmaktadır.
• Kloroplastlar da, mitokondriler gibi, kendi DNA’larına
ve çift membran yapısına sahiptir. Lizozom • Ökaryotik hücre organelleri arasında membran ile çevrili, küresel şekilli ve mikrocisimcikler adı verilen veziküller bulunmaktadır.
• Lizozomlar, peroksizomlar ve bitki
hücrelerinde bulunan glioksizomlar mikrocisimcikler olarak tanımlanırlar. • Lizozomlar Golgi sisteminden meydana gelen ve biyolojik polimerleri (proteinler, polisakkaritler, lipidler ve nükleik asitler) hidrolize eden enzimleri içeren, membranla çevrili veziküllerdir.
• Lizozomlar, hücre dışından alınan maddelerin
veya hücrenin atık ürünlerinin sindiriminde görev alan hücre içi bir sindirim sistemi gibi çalışmaktadır. • Sindirim süreci öncesindeki lizozomlar primer lizozom olarak adlandırılmaktadır.
• Sindirim sürecindeki lizozomlara ise sekonder lizozom
adı verilir.
• Yıpranmış hücre organellerinin bir membran ile
çevrilmesi ile oluşturulan veziküllerin, lizozom membranı ile kaynaşması ve yıpranmış hücre organellerinin bu yolla sindirilmesi, “otofaji” olarak bilinir.
• Endositozla hücreye alınan moleküller endozom,
fagositoz ile hücreye alınan yabancı hücre partikülleri ise fagozom şeklinde lizozomlarla kaynaşmaktadır. • Lizozomlar yaklaşık 50 farklı parçalayıcı enzim içerir.
• Sitoplazmadan daha asidik olan lizozomal bölgenin pH
değeri (≤5), lizozomal membran üzerinde bulunan ATP bağımlı proton pompası tarafından sağlanmaktadır.
• Tümü asit hidrolaz olan lizozomal enzimler, pH=5
civarında aktiftir. Sitoplazmanın pH değerinde (~7.3) lizozomal enzimlerin çok az aktivite göstermesi, sitozole sızmaları halinde, sitoplazmadaki makromoleküllerin zarar görmesini engellemektedir. Peroksizom • Peroksizomlarda, hidrojen peroksit (H2O2) oluşumuna yol açan çeşitli oksidatif tepkimeler gerçekleşmektedir:
RH2 + O2 R + H2O2
• Peroksizomlar, hücredeki makromoleküller için zararlı
olan hidrojen peroksidin su ve oksijene indirgenmesini sağlayan katalaz enzimini de içermektedir.
H2O2 + R’H2 R’ + 2H2O
• Ürik asit, amino asitler ve yağ asitleri gibi çeşitli substratlar, oksidatif tepkimelerle peroksizomlarda yıkılmaktadır. Bu tepkimelerden yağ asitlerinin oksidasyonu özellikle önemlidir.
• Hayvan hücrelerinde zincir uzunluklarına bağlı
olarak peroksizomlar (özellikle uzun zincirli yağ asitleri) ve mitokondride oksitlenen yağ asitleri, maya ve bitkilerde sadece peroksizomlarda yıkılmaktadır. • Oksidatif tepkimelerin yanı sıra, peroksizomlarda, ayrı bir bölümde lipid biyosentezi de yapılmaktadır.
• Hayvan hücrelerinin ER ve peroksizomlarında kolesterol
ve dolikol sentezlenmektedir.
• Karaciğerde bulunan peroksizomlar kolesterol türevi olan
safra asitlerinin sentezinden sorumludur.
• Önemli bir membran fosfolipidi olan plazmalojenin sentezi
için kalp ve beyin dokularındaki peroksizomlarda gerekli enzimler bulunmaktadır. Glioksizom • Bitki hücrelerindeki, özelleşmiş peroksizomlardır.
• Depo yağların, asetil CoA üzerinden,
karbonhidratlara dönüştürüldüğü glioksilat döngüsü burada gerçekleşir (özellikle yağlı tohumlarda, filizlenme döneminde aktiftir) . Hücre iskeleti (sitoskeleton) • Önceleri biyomoleküllerin düzensiz bir karışımı olduğu düşünülen sitoplazmanın, elektron mikroskobunun etkin olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte, oldukça düzenli bir yapıya sahip olduğu saptanmıştır.
• Bir ökaryotik hücre, elektron mikroskobu ile
incelendiğinde, hücre sitoplazmasının birbiri ile iç içe geçmiş üç boyutlu bir ağ yapısı içerdiği görülmektedir. Sitoplazmadaki ağ yapısı, hücre iskeleti olarak tanımlanır. • Hücre iskeleti, sitoplazmanın yapısal düzenlenmesine ve hücrenin şekillenmesine yardımcı olmaktadır.
• Taşıma vezikülleri, mitokondriler, kloroplastlar ve diğer
organeller, sitoplazmada bulunan filamentler aracılığı ile hücre içinde hareket etmektedir.
• Hücre iskeleti genel olarak aktin filamentleri, ara
filamentler ve mikrotübüller olmak üzere üç tip proteinden meydana gelmiştir. Aktin filamentleri • Aktin tüm ökaryotik hücrelerde bulunan bir proteindir.
• Globüler yapıdaki protein monomerlerinin (G-aktin)
zincir şeklinde birleşmesi ile uzun ve oldukça ince lifler oluşmaktadır (F-aktin). Bu zincirlerin iki tanesi, birbiri üzerine heliks şeklinde sarılmaktadır.
• Plazma membranının altında yoğun bir ağ yapısı
oluşturan aktin filamentleri hücrenin şekil ve yapısına katkıda bulunmaktadır. Spektrin ve klatrin adı verilen proteinlerin oluşturduğu bir ağ, plazma membranının iç kısmını destekler.
• Aktin filamentleri, hücrenin ve organellerinin
hareketinde de rol oynamaktadır. • Aktin filamentleri hücre organellerinin membranlarında bulunan miyozin proteinleri ile etkileşerek organellerin sitoplazma içinde hareketini sağlamaktadır.
• Miyozin proteinleri globüler bir baş ile kuyruk
kısmından oluşmaktadır ve kuyruk kısımları ile organel membranına bağlı bulunmaktadır. Baş kısmı ise aktin filamentlerine bağlanarak hareketi sağlamaktadır. Ara (intermediate) flamentler • Ara filamentlerin tipi ve hücrelerde bulunma miktarları hücrelere göre değişkenlik göstermektedir.
• Kan damarlarının endotel hücrelerinde bulunan ara
filamentlerin monomeri vimentin adında bir proteindir. Bu filamentler endotel hücresindeki çekirdek ve yağ damlacıklarının yerleşimlerini sağlayan bir çıpa görevi görmektedir.
• Nöronlarda bulunan ve üç farklı alt birimden oluşan
nörofilamentler ise, uzun akson yapılarına direnç sağlamaktadır. Mikrotübüller • Mikrotübüller tübulin adı verilen globüler proteinlerden oluşan içi boş silindirik yapılardır.
• α ve β tübulin, bir araya gelerek bir dimer
yapısı oluşturmaktadır. Bu dimerlerden 13 tanesi birleşerek halkasal bir yapı meydana getirir. • Tüm sitoplazmada yaygın olarak bulunan mikrotübüller, bazı durumlarda hücrenin belirli bölgelerinde yoğunlaşmaktadırlar.
• Hücre bölünmesinde, kromatidlerin hücrenin iki
kutbuna hareket ettiği sırada, mikrotübüllerin yoğunluğunun artmasının kromatidlerin ayrılmasına katkıda bulunduğu düşünülmektedir.
• Çoğu hücrede mikrotübül oluşumunun düzenlenmesi
çekirdeğin yakınında bulunan ve sentrozom adı verilen bir merkez tarafından kontrol edilmektedir. • Sentrozomda sentezlenen ve tüm hücreye yayılan mikrotübüller hücre şeklinin sürdürülmesini ve organellerin hareket etmesini sağlamaktadır.
• Kinezin ve dynein adlı motor proteinler mikrotübüllere
ve spesifik organellere bağlanma özelliği göstermektedir.
• Motor proteinler, ATP yıkımından açığa çıkan enerjiyi
kullanarak organellerin ya da veziküllerin mikrotübül boyunca hareket etmesini sağlamaktadır. Tarihi süreç • Hücrenin varlığı ilk kez 1665 yılında robert hooke tarafından anlaşılmıştır.
• Hooke kendi yaptığı mikroskopta şişe mantarı
hücrelerini çevre ve boşluk halinde görmüş bu boşluklara cellula (hücre) adını vermiştir.
• Daha sonra canlı bitki dokularından da kesitler alıp
incelemiş, çeperin iç kısmını sıvı ile dolu olduğunu görmüş, ancak bu sıvının canlı olduğunu ve önemini anlayamamıştır. • 1831’de robert brown (ingiliz botanisti) nükleusu keşfetmiştir.
• 1839’da purkinje (alman fizyolog) çeperin iç kısmını
dolduran maddeye protoplazma adını vermiştir.
• 1838’de schleiden (botanist) ve 1839’da schwann
(zoolog) zamanlarına kadar olan bilgileri değerlendirerek hücre teorisini kurmuşlardır. • 1852’de remak, 1880’de fleming hücre bölünmesini incelemişlerdir.
• 1862’de kölliker (alman biyolog) sitoplazma ve
nükleus terimleriyle protoplazmayı daha da ayırmış ve nükleusun etrafını çeviren protoplazma kısmına stoplazma adını vermiştir. • 1890’da langmuin zarı tek katlı lipid, 1925’te gorter ve grendel çift katlı lipid, 1935’te danielli-dawson çift katlı tabakanın her iki tarafında birer protein tabakasından oluştuğunu öne sürmüştür.
• 1960’ta robertson unit membran yapısını
tanımlamıştır.
• 1972’de ise singer ve nicolson akıcı mozaik zar
modelini bildirmişlerdir. • 1887’de boveri sentrozomu, 1897’de bendamitokondriyi, 1898’de golgi golgi kompleksini, 1899’da garnier endoplazmik retikulumu, 1905’de farmer ve moore mayoz bölünmeyi açıkladılar.
• 1944’te avery ve mccarty, bunları takiben
grigffits, streptococcus pneumonia ile çalışarak genetik etkileşimin DNA tarafından yapıldığını açıkladılar. • 1953’te watson ve crick DNA’nın çift sarmal yapısını açıklayarak moleküler biyolojinin temelini attılar.
• 1950-1956 yıllarından itibaren elektron mikroskobunun
yardımıyla hücre organellerinin üzerinde yoğun araştırmalar yapılmıştır.
• 17. yüzyılda leeuwenhoek tarafından yapılan ilk basit
mikroskobun ardından gittikçe gelişen ışık mikroskopları ve 1942’lerden itibaren elektron mikroskobu keşfedilmiş ve geliştirilmiştir. Hücrenin şekli • Hücrelerin şekli yaptığı işe ve bulunduğu yere göre değişir.
• Örneğin hareketsiz olan yumurta hücresi
genellikle küre şeklinde iken, hareketli olan sperm hücresi uzun şekilli ve flagellidir.
• Bazı doku hücreleri gerilme ve basınç altında
yassı, bu etkiler ortadan kalktığında ise kübik, prizmatik veya silindirik olabilir. Hücrenin büyüklüğü • Hücreler çok değişik boyutta olabilir.
• İnsan ovumu 200 mikron çapında olduğu halde,
balık yumurtası 5 mm, tavuk yumurtası 30 mm ve deve kuşu yumurtası 80 mm kadardır.
• İnsan beyin hücrelerinin en küçüğü 4-5 mikron,
eritrositlerin çoğu 7,5 mikrondur. Bazı nöronlar ise 15-70 mm kadardır. • Hücre büyüklüğü vücut büyüklüğü ile ilişkili değildir.
• Örneğin fil ve farenin böbrek ve karaciğer
hücreleri aynı büyüklükte olup, organizmanın iriliği hücre sayısının fazlalığına göre değişir. Hücre zarı • 1960’ta robertson unit membran yapısını tanımlamıştır.
• 1972’de ise singer ve nicolson akıcı mozaik zar
modelini bildirmişlerdir. • Unit membran modelinde