You are on page 1of 149

SANAT TARİHİ

İLK SÖZ

 İlkeltoplumların bizden farklı


olan tarafları zanaatsal düzeyleri
değil, düşünce tarzlarıdır.
 çünkü sanatın tüm tarihi, gittikçe
gelişen teknik yetkinleşmenin
tarihi değil, değişen düşünce
tarzının ve kurallarının tarihidir.
PALEOTİK DÖNEM
(ESKİ ÇAĞ-YONTMA TAŞ DÖNEMİ- BUZUL ÇAĞI)
 Tarihöncesi dönemde uygarlığının gelişme sürecinde,
belirlenmiş en eski ve en uzun kültürel evre.
 insanlığın ilk ortaya çıkışından, MÖ yaklaşık 10.000 yıl
öncesine kadar süren arkeolojik çağ.

 İnsanlar mağaralarda ve kaya sığınağı gibi yerlerde "büyük


gruplar"/"kalabalık aileler" biçiminde yaşamaktadırlar.

 Çaytaşı, çakmaktaşı, hayvan kemikleri ve ağaç gibi doğal


maddelerden yapılan ilk aletler kullanılmaya başlanmıştır.

 Beslenme ihtiyacı, avcılık ve toplayıcılık ile doğadan hazır


olarak karşılanmaktadır. Henüz üretime geçilmemiştir. Ancak
ateşin bulunmasından sonra, ısınma, yırtıcı hayvanlardan
korunma ve çiğ yenemeyen besinlerin pişirilmesi gibi bir
gelişme süreci başlamıştır.
Dönemin Toplumsal – Kültürel
Yaşam Biçimi ve İnanç Sistemi
 Avcılık ve toplayıcılık ile geçindikleri için, yerleşik değiller.
Besin ve av bulabildiklere yerlere göç ederek yaşıyorlar.

 Tanrı inancı ve dinler henüz ortaya çıkmadığı için, ölümden


sonra hayat ve hatta ölüm kavramı bile, onların dünyasında
felsefi bir anlam taşımıyor.

 Ama bir gerçeklik olarak ölüm ve tabii ki ölüm korkusu var.

 Karşılarındaki en büyük tehdit, doğanın kendisi (kötü hava


koşulları, vahşi hayvanlar, afetler, besin bulamama riski ve açlık
vb).

 Bu tehlikelerden kurtulmak için Tanrı ve ölüm kavramlarının


yerini, büyü inancı ile doldurmaya çalışıyorlar.
DÖNEMİN GEÇERLİ SANAT
ANLAYIŞI
 Mağara ve kaya sığınaklarının
duvarlarına çizilen resimler:
 Mağara resimleri ilk kez, on
dokuzuncu yüzyılda İspanya’da ve
Güney Fransa’daki mağara
duvarlarında ve kayalarda
görülmüştür.
 Lascaux mağarası dışındaki
resimlerin çoğu, net olarak
görülemezler; genellikle birbirlerinin
üstüne düzensiz bir şekilde kazınmış
ya da boyanmışlardır.
 Genellikleçok karanlık ve zor
ulaşılabilen yerlerde bulunmuşlardır.
Bu nedenle, süsleme amacı ile
çizilmiş olma ihtimalleri çok
düşüktür. (Bkz. Resim 6)
MAĞARA RESİMLERİNİN TEMEL
ÖZELLİKLERİ
 Resimler o kadar gerçekçidir ki, bunların buzul
çağı insanları tarafından yapılmış olduğuna
inanmak çok güçtür.
 Hatta Fransa ve İspanya mağaralarındaki
hayvan figürlerin ulaştığı naturalizmin
yetkinliğini, daha sonraki hiçbir uygarlık
aşamamıştır.
 Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar, bu
bizon, mamut ve ren geyiği resimlerini, onları
avlayan, bu yüzden de onarlı çok iyi tanıyan
kimselerin resmettiğini veya kazıdığını ortaya
koymuştur.
İLKEL İNSAN, NEDEN MAĞARA
RESMİ ÇİZMİŞTİR?
 Zamanın egemen anlayışı doğrultusunda bu resimler büyüsel bir
metod olarak kullanılmıştır. Çünkü
– İlkel insan için görüntü(resim), sadece bir taklit değildir.
– Görüntü(resim), taklit ettiği şeyin bütün canlı yeteneklerine
sahiptir.
– Bu yüzden resim, insanoğlunun doğa üzerindeki gücünü ortaya
koyduğu bir büyü çalışmasıdır. Bu durumda,

 İlkel sanatçının yaptığı resim, büyü gücüne sahiptir ve ilkel sanatçı da


bir büyücüdür!

 Resimlerde insan figürünün çok az yer alması ve kabaca çizilmiş


olması da, bu düşünceyi doğrulamaktadır; insan figürü, ilkel büyü
sisteminin bir ögesi değildir.
 Bu çizim sırasında büyücü –sanatçının, bir din
töreni çoşkusuna kapılması, bu coşkuyla şiddetli
bir zihinsel yoğunlaşma yaşayarak ruhunu
boşaltması; sonra da kendisini bizon, mamut ya
da karaca ile özdeşleştirecek doğa üstü güçleri
çağırması gerekiyordu.

 Bu çaba, hayvan ruhunun sanatçıyı ele


geçirmesine ve onun da, bu hayvanın
görüntüsünü mağaranın duvarlarına
restmetmesine kadar sürüyordu.
 Resmi yapan kişi;
– Resmini yaptığı şeye ve onun bütün
gücüne sahip olacağına,
– Böylece sadece taş ve sopalarla
savaşabildikleri hayvanların, resimlerdeki
gibi kendilerine boyun eğeceğine inanırdı.
– Hayvanın bu boyun eğişi, beslenme
ihtiyacını avlanarak gideren ilkel insan
için, hayati bir önem taşımaktadır.
Resimlerin Naturalist Özelliği
 Resimlerinaslına benzerliği çok
önemlidir. Çünkü inanışa göre;
– Resim aslına ne kadar çok benzerse; büyü
o kadar güçlü olacaktır.
– Bu anlamda resimlerdeki inanılmaz
naturalizm, ilkel insanın doğa ile
özdeşleşme isteğinin bir yansımasıdır.
– Bu naturalizm, günlük av sahnelerinde
öğrenilen ve hayvanların yaşamına ilişkin
derinlemesine bir bilginin sonucudur.
Büyüsel inancın günümüze
yansımaları
İLKEL KABİLELERDEKİ DAVRANIŞ
BENZERLİKLERİ
 Günümüzde hala sadece taş araçlar kullanan ve
büyüsel amaçlarla mağara duvarlarına resimler
çizen kabileler vardır.
 Dinsel şenliklerde hayvan kılığına girerek,
hayvanlar gibi hareket eden ve kutsal danslar
yapan bazı kabileler de bulunmaktadır. Böylece av
hayvanına karşı güç sağlayacaklarına inanırlar.
 Bazı kabileler ise, kendilerinin bazı av hayvanları ile
akraba olduklarına, tüm kabilenin bir kurt, karga ve
ya kurbağa kabilesi oluğuna inanırlar.
NEOLİTİK DÖNEM
(CİLALI TAŞ – YENİ TAŞ DEVRİ)
M.Ö.8000 - 5500
 Son buzul çağının bitişiyle iklimde ılıman etkiler
görülmeye başlamıştır.

 Bu değişime bağlı olarak bitki ve hayvan türleri


çoğalmış ve günümüzdekine benzer bir doğal ortam
oluşmuştur.

 Bu değişim, insanların üretime geçebilmesi


anlamına gelmektedir ki, bunun sonucunda insanlık
tarihinin ilk büyük devrimi olarak kabul edilen
neolitik devrim yaşanmıştır.

 Doğal yaşamdaki bu fiziksel değişim, üretim biçimini


de etkilemiştir.
NEOLİTİK DÖNEMİN
ÖZELLİKLERİ
 Avcılıktan yerleşik hayata geçilmiştir:
– Artık beslenmek için av hayvanlarının peşinden göç etmeye veya
tükenen bitkilerin yerine yenilerini aramaya gerek kalmamış, aksine
ekilen tohumların yetişmesi, yavrulayan hayvanların büyümesi için
uzun süre bir yerde yerleşme ihtiyacı doğmuştur.
– Böylece ilk köy toplumları ortaya çıkmıştır.
– Güneşte kuruyan kilin pişirilmesiyle çanak çömlek yapımı gelişmiştir.
– Hayvancılık ve tarıma dayalı bir işbölümü ortaya çıkmış, ortak
çıkarlar ve görevler belirlenmiştir.
– İhtiyaçların organize bir şekilde karşılanabileceği bir üretim biçimi
ortaya çıkmıştır.
– Üretim biçimindeki bu değişim, toplumun kültürel yapısını da
etkilemiştir.
İNANÇ SİSTEMİ : ANİMİZM
 Doğayla özdeşleşme dönemi sona ermiş, doğayı kontrol
etme dönemi başlamıştır: hayvanlar evcilleştirilir, toprak
sürülür vb. Bu etkinlikler hava koşullarının uygunluğuna
bağlıdır.
 Hava koşullarının iyi ve kötü olarak değişmesi, doğaya bağlı
olan bu insanda, doğadaki her şeyin iyi ve kötü güçlere
sahip olduğu inancına yol açmıştır.
 Böylece dünya ve insan ikiye bölünür ve büyünün yerini,
insanın kendisini kötüden uzaklaştırıp iyiye yakınlaştırmaya
çalıştığı dini ayinler, ibadetler almaya başlar.
 Bu süreçte din fikrine bağlı olarak, aynı zamanda ölümden
sonraki yaşam fikri ortaya çıkar ve sanat eserleri çoğunlukla
dinsel amaçlarla üretilmeye başlanır.
İNANÇ SİSTEMİ 2

 Bu düşünce ile birlikte paleotik dönemin


monistik (tekcil: doğayla özdeşleşilen ve
büyüye dayalı) inanç sisteminden, dualist
(ikicil: iyi – kötü çatışmasına dayalı)
animist ( bütün varlıkların ve evrenin bir
ruh taşıdığına inanan doktrin) dünya
görüşü ve ona bağlı olarak dinler ortaya
çıkar.
SANAT ANLAYIŞI
 Düşünce ve inanç sistemindeki bu
değişim, sanata da yansır.
 Sanat ikiye ayrılır; bazı sanatsal
üretimler süslemeye yönelik bir hal
alırken, idol, tılsım ve gömüler gibi bazı
üretimler de dini amaçlarla yapılır.
 İlk guruptaki sanatsal üretim kadınların
elinde olduğu için, bu alanda kadınsı bir
stil hakim olmuştur.
NEOLİTİK DÖNEM SONRASI
 Neolitik dönemin sona ermesi, toplumsal, siyasal, ekonomik
ve kültürel hayatta yeni değişikliklere yol açmıştır. Ancak bu
değişim birden bire olmamıştır.

 Neolitik dönemin hemen ardından, ilk oryantal (merkezi)


şehirsel kültürler kurulmaya başlanmıştır.

 Yeni kent hayatının kurum ve geleneklerinde, hükümetlerin


otokratik biçimlerinde, günlük yaşam pratikleri içine sızan
dini törenlerde ve sanattaki sert biçimsel eğilimlerde,
Neolitik dönemin etkileri uzun süre devam etmiştir.

 Bu etkilere rağmen, neolitik dönem sonrası kentsel


kültürleri belirleyen temel unsurlar da vardır:
İLK KENTSEL KÜLTÜRLERİ
BELİRLEYEN TEMEL UNSURLAR
– İlkel insanın ilkel bireysellikten, birlikteliğe, kolektif bir hayata geçişi.
– Tüketimden üretime geçiş (tarım ve hayvancılığın yaygınlaşması)
– Nüfusun bir araya gelmesi ve bir tür işbölümünün yani ayrışmanın oluşması:
 Ekilebilir alanların artışı ile birlikte, artı değerin (ihtiyaç fazlası ürün) elde edilmesi ve
bu fazla ürünlerin birilerinin elinde toplanması.
 Artı değerin elde edilmesi ile birlikte işbölümünün (tarım, ticaretin gelişmesi)
 Buna bağlı olarak şehir ve marketlerin gelişmesi
– Ancak kentsel kültürleri tanımlayıcı en önemli özellik, toprağa bağımlı üretimin
artık başı çeken en önemli iş olmaktan çıkması ve onun yerini ticaret ve el
sanatlarının almasıdır.Bu da yeni bir işbölümü getirmiştir:
 Ticaretle uğraşanlar gibi, sanatla uğraşanlar da zamanla uzmanlaştılar. (Tanrı resmi
çizenler, mücevher ve takı yapanlar)
 Ticaretin gelişip şehirlerarası bir nitelik kazanması ve dolayısıyla karşılıklı etkileşimle
birlikte, sanatta gelenekselci olmayan bir ruh ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu ruh, Yeni
Taş devri sanatının geleneksel form ve geometrik etkisinden uzak, daha bireysel ve
dinamik bir anlayışın ortaya çıkmsına neden olmuştur.
SANATSAL ÜRETİMİN
ORGANİZASYONU
 Bu dönemin ilk sanatçıları tapınaklarda, ya da
saraylarda gönüllü veya zorunlu olarak çalışan
işçiler olmuştur.
 Saray ve tapınaklar o dönemde sanat üretimi için
kullanılan atölyelerin en önemlileridir. Her şeyden
önce burada genç sanatçılar yetişmektedir.
Standartlaşmış bir üretimin yapıldığı bu atölyelerde
çizim ve modellerde tek tip örnekler gelişmiş,
birbirine benzer ürünler ortaya konulmuştur.
 Bu tekdüzeliğin sebebi, o dönemin sanatçıları için
işveren rolünde olan rahipler ya da prenslerdir.
Sanatın ve Sanatçının Niteliği
 Tapınaklar, prenslerin mülkiyetindedir ve rahipler tarafından da
yönetilmektedir.
 Bu nedenle de, o dönemde resimler ya Tanrı için ya da prensi heybetli
göstererek ününü devam ettirmek için yaptırılmıştır. Yani;
 Siyasal sistem kurulmuş, bu sistem içerisinde rahip ve prensler
ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur.
– Rahip, kralın tanrı gibi algılanmasına izin verir; çünkü konumunun ve
gücünün devamı, kralın kendisine yönelik sempatisine bağlıdır.
– Kral ise, tanrı ve rahip için tapınak kurulmasına izin verir; çünkü bu yolla güç
sahibi olan rahip, kral için çalışarak, gücünü onun lehine kullanır; böylece
kralın da gücü ve meşruiyeti artar.
– Sonuçta sanat üretimi de bu süreçten etkilenir; ve gücü elinde
bulunduranların bu güçlerini devam ettirmek için yaptırılır.
– Dolayısıyla o dönemin sanatsal üretimi, tutucu amaçlara hizmet etmiştir;
sanatın ya da sanatçının özgürlüğüne izin verilmemiştir. Çünkü yenilik,
kurulu düzenin değişimine yol açabilir; bu yüzden de tehlikelidir.
– Bu durumda, o dönemin sanat eserlerinin estetik güzelliğe ulaşmak adına
değil işlevlerinden ötürü önemli olduğunu söylemek mümkündür. Sanat
eserlerinin ya bir mabedin içinde ya da gömülü olarak bulunması bu
düşünceyi doğrulamaktadı
İLK KENTSEL UYGARLIKLAR:
MISIR-MEZOPOTAMYA-GİRİT
 MISIR UYGARLIĞI:
– Neolitik dönemde gelişen ölümden sonra yaşam
fikri, Mısır uygarlığında sanatsal üretimi ortaya
çıkaran temel düşünce olmuştur.

– Sanatsal üretim üç temel alanda gelişmiştir:


 Mimari: Piramitler
 Heykel: Kral başları
 Resim: Mezar duvarlarındaki kabartma ve resimler
MİMARİ: MISIR PİRAMİTLERİ
 Mısır taştan dağların ve piramitlerin ülkesidir.
 Mısır Piramitleri, eski inanışlara ve Mısır kültürüne ilişkin
bugünkü bilgilerimize ulaşmamızı sağlayan önemli
eserlerdir. Piramitler;
 Bu dev kütlelerin dikilmesini mümkün kılacak
yetkinlikte örgütlenmiş bir ülkenin varlığını ve
 Binlerce işçi ve tutsağı, madenlerden taş çıkararak
ve piramitler tamamlanıncaya kadar yıllarca
çalıştırarak, bugün bile anlaşılması zor bu mimariyi
ortaya çıkaracak güç ve zenginlikteki kralların
varlığını kanıtlamaktadır.
PİRAMİTLERİN YAPILMA
NEDENLERİ
 Piramitler hem krallar hem de tebaa için kutsaldır. Çünkü,
– 1- Kral, halkı üstünde egemenlik süren kutsal bir varlık
sayılmaktadır ve bu dünyadan ayrılığı zaman da, yanlarında
geldiği tanrıların arasına yükselecektir. Piramitlerin, kral
öldüğünde onun gökyüzüne yükselişini kolaylaştıracağına
inanılmaktadır.

– 2- Piramitler, kralın kutsal bedeninin korunmasını


sağlayacaklardır:
Mısırlılar, ruhun öte dünyada yaşamını sürdürebilmesi için,
bedenin korunması gerektiğine inandıklarından, ölen kişinin
bedenini mumyalayarak, cesedin bozulmasını önlüyorlardı.
Piramit, kralın mumyası için dikiliyor, ceset ise, büyük taş
dağının tam ortasına, yine taştan bir mezar içine
yerleştiriliyordu. Ölü odasının duvarlarına ve tüm çevreye ,
dünya ötesi yolculuğunda krala yardımcı olacağına inanılan
büyüsel işaretler çiziliyordu.
HEYKEL
 Mısır heykelleri de, piramitler gibi, o döneme ilişkin inanışlar
konusunda önemli bilgiler sağlamaktadır.
 Heykel sanatını ortaya çıkaran temel etmen de, yine, ölümden sonra
hayat inanışı ve kralın sonsuza kadar yaşaması amacıdır.
 Sonsuza kadar yaşamın kesinlik kazanması için kralın dış
görüntüsünün de korunması gerekmektedir.
 Bu yüzden heykelciler aşınmaz sert granitlere kralların portresini
oyarlar. Bu oyma piramit, kralın ruhu o imge sayesinde sonsuza
kadar yaşamını sürdürsün diye, piramit içindeki mezara, kimsenin
göremeyeceği bir yere konulurdu.
 Bu işi yapan sanatçılara ‘yaşamı koruyan kişi’ anlamına gelen
‘heykelci’ denilmiştir.
 Heykeller başlangıçta sadece krallar için yapılmıştır. Ama zamanla
saraydaki soyular da, kral piramidinin çevresine düzenli sıralarla
dizilmiş daha küçük mezarlar yaptırmışlar, daha sonraları ise biraz
önemli olan herkes ölümden sonraki yaşamı garantileyeceği oyma
imgeler (heykeller) ve pahalı mezarlar sipariş etmişlerdir.
HEYKEL SANATININ
ÖZELLİKLERİ
 Heykeller, yapım amacına uygun
olarak son derece görkemlidir.
 Heykelin formu önemlidir: (bknz:
Resim 7)
Resim 7
– Çok da estetik görünmeyen bu heykelde
ve genel olarak Mısır heyekellerinde
heykeltraşın amacı, insan başının temel
unsurları üzerinde yoğunlaşmaktır.
– İkincil derecedeki tüm ayrıntılar göz ardı
edilmiştir.
– Böylece geometrik denilebilecek
katılıklarına rağmen, gerçeğe benzerlik
endişesi de duyulmadan, sadece bütünün
tutarlılığını sağlamak amaçlanmıştır.
RESİM SANATI
 Mısır resimlerinin tanımlayıcı özellikleri, mezarların duvarlarını
süsleyen kabartma ve resimlerde görülmektedir.

 Resim sanatı da, diğerleri gibi, yaşamı korumak göreviyle


yapılmışlardır. Zaten, ölünün ruhundan başka kimsenin
görmemesi gereken bir sanatın ‘süsleme’ amacı ile yapıldığını
düşünmek çok doğru olmaz.

 Mısırlılar ölümden sonra hayat fikrine o kadar inanmışlardır ki;


güçlü biri öldüğünde, öte dünyada kendine yakışır hizmetçi
topluluğuna sahip olsun diye tüm uşakları ve tutsakları da
öldürülür ve onunla birlikte gömülürdü. Bu tür gelenekler, ya
acımasızca ya da masraflı olduğu için zamanla terkedilmiş ve
imdada sanat yetişmiştir: Yeryüzü büyüklerinin mezarlarında
bulunan resim ve araçlara pek çok erken kültürlerde de
rastlanmıştır ve bu gelenek, ölenin ruhuna öte dünyada
yardımcı olabilecek dostlar sağlama amacıyla ilişkilidir.
RESİM SANATININ ÖZELLİKLERİ
1
 Mısır’da binlerce yıl önceki yaşama dair bir
imge sunan ve kabartmalar, bizim gerçeklik
algılamamıza göre oldukça farklı bir formda
yapılmışlardır.
 Onlar için önemli olan güzellik değil,
resimlerinin eksiksiz olmasıdır. Sanatçının
görevi her şeyi en açık ve kalıcı bir biçimde
korumaktır. Bu nedenle sanatçı, doğayı
rastgele seçilmiş herhangi bir görüş
açısından değil, belleğinden çizmiş ve
sanatını, resimdeki her şeyin kusursuz bir
belirginlikle görünmesini isteyen katı
kurallara uyarak yapmıştır. (Bknz Resim 8)
Resim 8
 Ağaçların biçimi ve özellikleri en doğru
biçimde yandan görülür.
 Gölcüğün biçimi en iyi şekilde üstten
görülür.
 Üstten bakıldığında ne olduğu
anlaşılamayacağı için, göldeki kuşlar ve
balıklar ise profilden çizilmişlerdir.
 Özetle resimdeki her şey, objenin en
karakteristik açısından gösterilmelidir.
 Resim 9, bu düşüncenin insan figüründeki
uygulamasını göstermektedir.
Resim 9
 Baş, yandan daha iyi göründüğü için ressamlar başı
yandan çiziyordu.
 Ama insan gözünü, önden düşünürüz, çünkü profilden
bakınca bir kısmı görünmez. Bu yüzden yandan çizilmiş
insan başına, karşıdan çizilmiş bir göz ekleniyordu.
 Vücudun üst bölümü, omuzlar ve göğüs en iyi karşı
açıdan görünür; böylece kolların bedene nasıl bağlandığı
gösterilebiliyordu.
 Hareket halindeki kol ve bacaklar ise, en iyi yandan
görünüyordu.
 Ayakları karşıdan göstermekte zorlandıkları için,
başparmaklarından başlayarak ayakları yandan ve
yukarıya doğru çiziyorlar, bu yüzden de resimdeki kişinin
iki sol ayağı varmış gibi görünüyordu.
RESİM SANATININ ÖZELLİKLERİ
2
 Mısır sanatı, sanatçının belirli bir anda görebilecği
şeye değil, belirli bir kişiye veya yere ait olduğnu
bildiği şeye dayanıyordu.
 İlkel sanatçı gördüğünü çizerken, Mısırlı sanatçı,
bildiğini çiziyordu.
 Mısır sanatının en önemli üstünlüklerinden birisi, her
heykelin, resmin veya mimari biçimin mekanda, sanki
tek bir yasaya uygun olarak yer alması
zorunluluğudur ve tüm Mısır sanatını yöneten bu
üslup (kurallar bütünü) her yapıta denge ve ağırbaşlı
bir uyum kazandırmaktadır.
 Mısır resimlerinin her ayrıntısı birbirine bağlayan
düzen o kadar güçlüdür ki, en ufak bir değişiklik tüm
birliği altüst eder.
RESİM SANATININ ÖZELLİKLERİ
3
 Mısırlı sanatçı sadece biçim bilgisini
kullanmıyor, aynı zamanda bu biçimin neyi
temsil ettiğini de dikkate alıyordu.
 Toplumda önemli yeri olan bir kişi
uşaklarından veya karısından daha büyük
çizilmek zorundaydı. Böylece toplumdaki
hiyarerşik yapı da ortaya çıkmış oluyordu.
RESİM SANATININ ÖZELLİKLERİ
4
 Mısır sanatı, sanatçının gençlik çağından
başlayarak öğrenmesi gereken çok katı bir
yasalar topluluğundan oluşmaktadır:
– Oturan heykellerin elleri dizlerinin üzerine
konulurdu.
– Erkeklerin tenleri, kadınlarınkinden daha koyu bir
renkle boyanırdı.
– Her Mısır tanrısının görünümü, önceden sıkı sıkıya
saptanmıştı: Gök tanrısı Horus’u ya bir doğan ya da
bir doğan başlı olarak; Ölüm tanrısı Anubis’i de ya
bir çakal ya da çakal başlı olarak gösterme
zorunluluğu vardı. (bknz: Resim 10)

RESİM SANATININ ÖZELLİKLERİ
5
 Her sanatçı, güzel yazı yazma sanatını öğrenmek,
imgeleri ve hiyeroglif simgelerini, belirgin olarak
taşa oymak zorundaydı. Ancak bütün bu kuralları
bitirdikten sonra, çıraklık dönemini bitirmiş sayılırdı.
 Ondan özgün bir eser yapması beklenmediği gibi,
tersine geçmişin hayran kalınan yapıtlarına en çok
yaklaşan sanatçı en iyi sanatçıydı.
 Bu yüzden Mısır sanatı 3000 yıldan fazla bir süre
boyunca çok az değişmiş, piramitler döneminde iyi
ve güzel sayılan her şey, bin yıl sonra da aynı
derecede iyi sayılmaya devam edilmiştir.
 Bu uzun dönem içerisinde yeni modalar ortaya
çıkmış ya da sanatçıdan yeni konular istenmiştir ama
insan ve doğanın tasviri özde aynı kalmıştır.
MISIR SANATINDA AYRIKSI
DÖNEM: YENİ KRALLIK (1)
 Mısır sanatındaki değişimlere açık tek dönem, Mısır’ın
istilasından sonra kurulan ve ‘yeni krallık’ olarak bilinen
18. sülalenin kralı IV.Amenofis döneminde gerçekleşmiştir.
 Resmi dini benimseyen Amenofis, eski geleneğin kutsadığı
pek çok alışkanlığı kaldırmış; o güne kadar yapıldığı gibi, çok
sayıda ve tuhaf şekilde betimlenen tanrılara saygı
göstermek istememiştir.
 Onun için tek yüce tanrı, Aton’dur; dolayısıyla ona tapmış ve
Aton adından esinlenerek kendisine, Ekhanton adını
vermiştir.
 Aton, sanat eserlerinde, ödül veren elleriyle ışınlarını
gönderen güneş biçiminde imgeleştirilmiştir.
MISIR SANATINDA AYRIKSI
DÖNEM: YENİ KRALLIK (2)
 Ekhanton’un ısmarladığı resimler,
yenilikleri nedeni ile, diğer sanat
eserlerinden oldukça farklıdır:
– Bu resimlerde önceki firavunların görkemli
ve katı özsaygınlıkarından eser kalmamıştır.
– Onun yerine Ekhanton, karısı Nefertiti ile
birlikte, çocuklarını severken resmedilmiştir.
(Bknz: Resim 11)
Ekhnaton Resmi
 Ekhanton’un kimi portrelerde çirkin
olduğu görülmektedir.
 Belki, sanatçıların kendisini tüm
insansal zaaflarıyla resmetmelerini
istemiştir, beli de bir peygamber gibi
olağanüstü öneme sahip olduğuna
inandığı için, onun imgelerinin
resmedilmesinde olabildiğince
gerçeğe bağlı kalınmasını tercih
etmiştir. (Bknz: Resim 12)
MISIR SANATINDAKİ YABANCI
ETKİLER
 18. sülale zamanındaki bu sanatı yenileştirme akımında,
Mısır sanatından daha az katı kurallarla yapılan kimi
yabancı yapıtların etkisi olmuştur.
 O dönemde denizaşırı bir adada, Girit’de yaşayan bir
toplulukta, sanatçılar hızlı hareketi betimlemekten
hoşlanıyordu.
 XIX. Yüzyılın sonuna doğru, Knossos’ta bulunan kral
sarayının kalıntıları gün ışığına çıkartıldığında,
böylesine özgür bir formun M.Ö. İkinci binde ortaya
çıkmış olması inanılmaz bir şey olarak değerlendirildi.
Aslanlarla mücdale eden savaşcıların canlandırıldığı
resimde, hem aslanların hem de savaşçıların hareket
halindeki temsilleri hayranlık vericidir. (bkz. Resim 13)
 Aynı üsluptaki başka yapıtlar, Yunanistan yarımadasında
da bulundu.
Resim 13
TUTANKHAMON DÖNEMİ
 Ekhnaton’un yerini Tutankhamon
almıştır.
 Kralın mezarı, içindeki tüm gömüyle
birlikte 1922 yılında bulunmuştur.
 Mezardan çıkan yapıtlardan bazıları
hala Aton dininin başlattığı yeni
üslubun izlerini taşımaktadır. (bkz:
Resim:14 )
Resim 14
 Resimde özellikle kral tahtının arkalığı, kral
ve kraliçeyi bir karı – koca içtenliği içinde
gösteriyor.
 Kral, katı Mısır tutuculuğunu şaşkına
uğratacak şekilde, Mısır standartlarına göre
tembelce bir duruşla tahtında oturuyor.
 Karısı ondan daha küçük değil artık.
 Altın bir küre biçiminde betimlenen güneş
tanrısı yukarıdan uzattığı elleriyle onları
kutsarken, kadın elini kocasının omzuna
koyuyor.
MISIR SANATINDA GERİYE
DÖNÜŞ
 Mısır sanatının bu açılımı uzun sürmedi.
Tutankhamon zamanında eski inanışlar yeniden
geçerlik kazanmaya başladı ve dış dünyaya açılan
pencere de yeniden kapandı.
 Mısır üslubu, o çağdan önce bin yıldan uzun bir
süre varlığını nasıl sürdürmüşse, ondan sona da
bin yıldan fazla sürdü ve herhalde Mısırlılar bu
üslubun sonsuza kadar süreceğine inanmışlardı.
 Müzelerde bulunan Mısır yapıtlarının tapınak ve
saray gibi yapılarının çoğu bu geç döneme aittir.
Geç dönemde yeni konular işlendi, yeni yapılar
dikildi ama, sanatın gelişmesi için temelde
herhangi bir şey yapılamadı.
MEZOPOTAMYA VE SÜMER
UYGARLIKLARI
 MEZOPOTAMYA:
– Orta Asya’da kurulmuş en az Mısır kadar
güçlü bir başka uygarlık da
Mezopotamya’da gelişmiştir. Ancak,
Mezopotamya Sanatı, Mısır sanatından
daha az bilinir. Bu durum, bu iki kültürün
inanç sistemlerinden ve coğrafi
koşullardan kaynaklanan farklılıklar ile
açkılanabilir:
KÜLTÜREL VE COĞRAFİ
FARKLILIKLAR
 1- Mezopotamya’nın kurulu olduğu vadilerde taş yatağı
yoktu. Tuğla, hava koşulları ve zaman karşısında dayanıksız
bir malzeme olduğu için, zamanla yok olup gitmiştir. Bu
dönemde Mezopotamya’da taş heykel yapımı oldukça azdı
 2- Olasılıkla, Mezopotamya’da, Mısır’daki gibi, ölümden
sonra hayat fikri yoktu. Bu düşünce olmayınca, ruhun
varlığını sürdürebilmesi için, insan bedeninin ve dış
görünümünün korunmasına da gerek kalmamıştır. (ki bu
düşünce Mısır sanatının temelini oluşturur)
 Sümerler’in Ur başkentine egemen oldukları dönemlerde
Mısırlılara benzer bir inanışın sonucu olarak, öte dünyada
hizmetten yoksun kalmasınlar diye, krallar tüm uşaklarıyla,
köleleri ve tüm varlıklarıyla birlikte gömülmüşlerdir. Bu
döneme ait mezar buluntuları ve kralların bazı eşyaları
British Museum’da izlenebilmektedir. (Bknz: Resim 15)
Resim 15
RESİM 15

 Harp parçası üzerindeki hayvanlar sadece


genel görünüşleri ile değil, Sümerlilerin
simetri ve özen duygusuna uygun olarak
sıralanışlarıyla da dikkat çekmektedir.
 Bu masalsı hayvanların ne anlama geldiği
bilinemiyor, ancak büyük olasılıkla o
dönemin mitolojisi ile yakından ilgilidir.
MEZOPOTAMYA’DA
SANAT
 Mezopotamya’da sanatçılar, yaşamı
kourumakla görevli değillerdi ama başka
yöntemlerle, ürettikleri imgelerin, güçlerini
korumasına yardım etmeye çalışmışlardır:
– Mezopotamya kralları, en eski zamanlardan
beri, savaş zaferlerini yendikleri kabileleri ve
aldıkları ganimetleri anlatmak için anıtlar
yaptırma geleneği gütmüşlerdir. (Bkz: Resim
16)
RESİM 16
 Savaşı kazanan ve yendiği düşmanları ayağının altına
almış bir kralı ve kendisinden merhamet dileyen
düşmanları betimleyen bir kabartma (rölyef).
 Anıtın yapılmasının temel nedeni, belki de sadece
zaferin anısını canlı tutmak değil, ilkel dönemde
olduğu gibi resmi yapılan imgenin egemenlik altına
alındığına olan inançtı: Yani;
– Kralın ayağı, yenilen düşmanın boynu üzerinde
durdukça boyunduruk altına alınan kabilenin bir
daha baş kaldıramayacağına inanılıyordu.

 Zamanla bu anıtlar, kralın savaş seferlerinin tam bir


resimsel öyküsüne dönüştü. (Bkz: Resim 17)
Resim 17
 M.Ö.IX.yüzyılda yaşamış olan Asurlu Kral II. Asurnazirpal çağına ait bir
anıt.
 Bir savaş seferinin tüm aşamalarını kapsar:
– Savaşta kullanılan makineler çalışıyor;
– Kaleyi koruyanlar aşağı düşüyor,
– Bir kulenin tepesinde bir kadın feryat ediyor.
 Sahnelerin resmediliş biçimi, Mısır yöntemini andırmaktadır ama Mısır
sanatına göre, biraz daha az düzenli ve daha az katı bir üslupta
görünmektedir. Ancak en az Mısır sanatı kadar gerçekçidirler.
 Önemli bir ayrıntı daha var:
Resme göre, savaşta ölenlerin hiçbiri Asurlu değil. Belki onlar da ilkel
dönemde geçerli olan inancın etkisi altındaydılar. Bu yüzden yaralı bir
Asurlu resmetmek yerine, düşmanın yenilgiye uğradığı sahneleri
ölümsüzleştirmek istiyordu.
 Böylece yıllarca sürecek olan öykülü anlatım geleneği başlamış oluyordu.
BÜYÜK UYANIŞ: YUNANİSTAN
(M.Ö.VII. VE V. YÜZYILLAR
ARASI)
 GİRİT
– YUNANİSTAN VE ANADOLU
UYGARLIKLARI
– M.Ö VII. ve V. Yüzyıllar arasında liman
kentleri olmaları nedeniyle ticaretin
gelişmiş olduğu Girit ve Yunanistan’da
yağma ve ticaret yoluyla zengin olan
korsan kralların egemen olduğu
toplumlar hüküm sürmektedir.
GİRİT SANATI
 Girit Adası, başlangıçta bu bölgenin en önemli merkeziydi.

 Girit Sanatı, Yunan topraklarında, özellikle Miken bölgesinde taklit


edilmişse de, Girit bölgesinde hangi halkın yaşadığı bilinmiyor.

 Son yapılan araştırmalar bu bölgede Yunanca’nın çok eski bir türünün


konuşulduğunu doğrulamaktadır.

 M.Ö. 1000 yıllarında Avrupa’dan gelen savaşçı kabileler, Yunan


yarımadasına ve Küçükasya kıyılarına inmiş, yapılan savaşlarda bölge
halkı egemenlik altına alınmış ve bölgenin sanatı da yok edilmiştir.
Yeni gelenler arasında ise birtakım Yunan boyları da bulunmaktadır.

 Yok edilen bu sanatın güzelliğine dair elimizde kalan bilgiler sadece,


çarpışmaları anlatan Homeros Destanları ile sınırlıdır.
İŞGALCİ KABİLELERİN SANATI
RESİM
 Yunanistan’daki egemenliklerinin ilk yıllarında
bu kabilelerin sanatı oldukça kaba ve ilkeldi.
 Bu sanatta Girit üslubuna özgü dinamizmden
söz etmek mümkün değildi.
 Bu kabilelerin, daha çok Mısır sanatının katı
üslubunu daha ileri götürdükleri söylenebilir.
 Kap – kacak eşyaları basit geometrik motiflerle
süslenmişti ve tasvir edilecek her sahne, bu katı
düzenlemenin bir parçasını oluşturuyordu. (Bkz:
Resim 18)
Resim 18
Resim 18
 İçine yağ ve şarap konulmak için kullanılan
vazo, bir cenaze alayını göstermektedir:
 Ölü cenazenin taşındığı teskerede yatıyor.
 İnsan figürlerinin tümü geometrik formda
yapılmış.
 Sağda ve soldaki yas tutan kadınlar ise, ilkel
toplumların çoğunda olduğu gibi, törensel bir
davranışla iki ellerini başlarına götürmüşler.
 Bu yalın düzenlemeden bazı izler, Yunanlıların
o eski zamanlardan getirdikleri mimari üsluba
sızmıştır. (Bkz: Resim 19)
Resim 19
 Tapınak adını Spartalılar soyundan gelen Dor kabilesinden
almıştır.
 Temel özelliği, yalınlık ve bütünün uyumudur.
 Sütunlar ortada hafifçe genişleyip, yukarı doğru giderek
inceliyor ve böylece esnek bir görünüm kazanıyorlar.
 Bazıları geniş ve görkemli olduğu halde, Mısır yapıları gibi
dev boyutlu değildirler; bunların insanlar tarafından ve
insanlar için yapılmış olduğu hissedilir. Çünkü;
 Yunanlılar arasında tüm ulusu zorla kendisi için köle gibi
çalıştıracak kutsal bir hükümdar yoktur. Yunan kabileleri
sayısız kent ve limanlara yerleşmişlerdir. Küçük topluluklar
arasında büyük düşmanlıklar, anlaşmazlıklar olmuştur
ama hiçbir kabile, diğer tüm kabileleri egemenlikleri altına
alacak kadar güç kazanmamıştır.
Resim 19 (2)

 Muhtemelen bu tür tapınakların


ilkyapılanları ağaçtandı ve tanrının
imgesini saklamak amacıyla içlerinde
duvarla çevrili bir bölmeleri
bulunuyordu.
 Yunanlılar, M.Ö.600 yıllarına doğru bu
basit yapıları taştan yapmaya
başladılar.
B- ATİNA KENTİ
(HEYKEL)
 Yunanistan’ın bu kent devletleri içerisinde Atika bölgesindeki
Atina, tüm sanat tarihinin en büyük devriminin gerçekleştiği
yer olması açısından önemlidir.

 Zamanı ve yeri net olarak bilinemeyen bu devrimin yaklaşık


olarak M.Ö VI. Yy’da Yunanistan’da ilk taştan tapınakların
yapılmaya başlanmasıyla birlikte başladığı düşünülmektedir.

 Daha önceki dönemlerde Yunanlı sanatçılar, kendilerince bir


mükemmeliyete ulaşmak için çaba göstermiş ve atalarının
sanatını mümkün olduğunca taklit etmeye çalışmışlardır.

 İlk taştan heykelleri oymaya başladıklarında, Yunanlı


sanatçılar, işe Mısırlı ve Asurlu sanatçıların bıraktıkları
noktadan başlamışlardı. (Bkz: Resim 20)
Resim 20
 Bu ve benzeri heykeller, birçok yönden Mısır sanatının etkisindedir.
 Ayaktaki bir adam figürünün kuruluşu, vücudun farklı bölümlerinin ve bu
bölmeleri birleştiren kasların şekillendirilmesi Mısırlılardan öğrenilmiştir.
 Ancak farklı olan, sanatçının verili kurallarla yetinmeyip, yeni deneylere
girişmiş olmasıdır.
 Heykellerin dizkapaklarındaki farklılık, bu denemenin göstergesidir.
Sanatçı, dizkapaklarının gerçekte nasıl gördüğünü bulmak istemiştir. Bu,
sanatçının eski katı kuralları bırakıp, kendi gözleri ile bakmayı denemesi
anlamına gelmektedir.
 Bu aşamadan sonra, insan vücudunu görselleştirmek, önceden hazırlanmış
bir formülü öğrenmeye çalışmaktan daha fazla bir anlama bürünmüştür.
Her Yunan heykelcisi, belirli bir vücudu nasıl imgeleştireceğini kendisi
bulmak istemiş; bunun için de yeni teknikler bulma arayışına girmişlerdir.
Böylece bulunan her yenilik, başka sanatçılar tarafından uygulanmış ve
yeni bulgularla gelişmiştir. Bir sanatçı bedeni oymayı denerken, bir diğeri
heykele canlılık vermek için, iki ayağın birden yere sağlamca basmaması
gerektiğini bulmuş, bir başkası ağız köşelerini hafifçe yukarı bükerek, antik
gülüş ifadesi ile heykele canlılık kazandırmıştır.
 Bu anlamda Mısırlılar sanatlarını bilgiye dayandırmışlardı, ama Yunanlılar
gözlerini kullanmaya başladılar.
(RESİM)
 Ressamlar da aynı yöntemi izlemişlerdir.
 Yunan resim sanatıyla ilgili bilgi edinmenin
tek yolu çanak çömlek resimleridir.
 Çanak çömlek yapımı, Atina’da önemli bir
sanayi haline gelmiş; ressamlar da tıpkı
heykelciler gibi, yaptıkları resimleri en yeni
bulgularla zenginleştirmeye çalışmışlardır.
Dolayısıyla bunlar da temelde Mısır etkileri
taşımaktadır.
 Özellikle M.Ö. VI. Yy’da resimlenmiş en
eski vazolarda Mısır üslubunun izleri fark
edilmektedir. (Bkz: Resim21- Resim 22)
Resim 21
 Vazo üzerindeki her iki figür de, Mısır etkisinde kalarak,
hala tam profilden gösterilirken; gözleri de hala karşı
açıdan resmedilmiştir.
 Ancak vücutlar artık Mısır yöntemiyle verilmemiştir.
 Kollar ve eller de çok açık ve katı bir Mısır üslubu ile
resmedilmemiştir.
 Sanatçı, kendisinin orada olduğunu bildiği her şeyi
göstermek zorunda hissetmemiş, gördüğü kadarını
çizmiştir.Örneğin, Akhilleus’un, omuzu kapattığı için sol
elinin yalnızca bir parçasının görünmesi, sanatçı
açısından sorun oluşturmamıştır.
Resim 22
 Resimde, savaş zırhını giymiş genç bir savaşçı ve yanında ona
yardım eden anne ve babası görülmektedir.
 Gencin başı ve anne ile baba, hala katı bir profil ile betimlenmiştir.
 Gencin vücudu da yine karşı açıdan görüntülenmiştir.
 Sağ ayak, yine bilinen yöntemle çizilmiştir.
 Ancak sol ayak, ‘kısaltımlı’ yapılmış ve beş parmak da, sıra sıra
dizilmiş kücücük çemberlere dönüşmüş.
 Bu ufak ayrıntı, artık eski sanatın öldüğü anlamına gelmektedir.
Çünkü bu ayrıntı, artık sanatçının resimdeki her şeyi en iyi
farkındalık ile vermeyi amaçladığı ve dolayısıyla, objeyi gördüğü
açıdaki biçimin önem kazandığı anlamına gelmektedir.
 Delikanlının yanındaki kalkan ise, yandan bir duvara dayanmış
olarak gösteriliyor.
Resim 21 ve 22
 Farkılılara rağmen, bu iki resimde de, Mısır sanatının
hemen bir tarafa bırakılmadığı görülmektedir:
– Yunanlı sanatçıların hala figürlerinin dış hatlarının mümkün
olduğu kadar görünür çizmeye çalıştıklarını,
– Görünümleri bozmadan, resme girebilecek kadar insan vücudu
ile ilgili tüm bildiklerini resme sokmaya çalıştıklarını,
– Hala sert dış hatları ve dengeli düzenlemeyi sevdiklerini
görüyoruz.
– Yunanlı sanatçılar, doğada gözlerine çarpan şeyleri, gördükleri
gibi kopyalamaktan çok uzaktılar. Eski kural, yüzyıllar boyunca
geliştirilmiş insan imgesi, onlar için hala başlangıç noktası
oluşturmaktaydı. Ancak bunların tüm detaylarıyla kutsal
olduklarını düşünmüyorlardı artık.
ATİNA’DA KÜLTÜREL YAPI

 Yunan sanatının büyük devrimi olan ,doğal biçimlerin ve


perspektif kısaltımın bulgulanması, insanlık tarihinin
ilginç bir döneminde gerçekleştirilmiştir:
 Bu dönem, bugünkü anlamda bilimin, felsefenin ve
Dionysos onuruna yapılan bayramlardan tiyatronun
doğduğu çağdır.
 Toplumsal ve kültürel ortamın etkisiyle, Yunan
kentlerinde yaşayan insanlar, tanrılarlar ilgili eski
gelenek ve efsaneleri sorgulamaya ve cisimlerin doğası
üzerine düşünmeye başlamışlardır.
 Bununla birlikte sanatçının konumu ve sanatçıya verilen
önem aynı doğrultuda ilerlememiştir:
YUNAN SANATÇILARININ
KONUMU
 Yunanistan’daki büyük değişimlere rağmen, tıpkı Mısırlı
sanatçılar gibi, Yunan sanatçıları da kentin aydın insanları
arasında yer almamışlardır.
 Karınlarını doyurmak için çalışmak zorunda olan ve elleri ile
çalışan bu sanatçılar, dökümanelerde ter ve kir içinde oturup,
sıradan emekçiler gibi çalışmaktadırlar.
 Kentlerinin işlerini yürüten, vakitlerini meydanlarda sonu
gelmez tartışmalarla geçiren zengin Yunanlılar, hatta belki de
şairler ve filozoflar bile, heykelciler ve ressamları alt tabakadan
kimseler olarak görmektedirler.
 Ama yine de Yunanlı sanatçıların konumu ve kent yaşamında
yüklendikleri görev, Mısırlı ya da Asurlu bir zanaatçınınkine göre
çok daha üstündü. Çünkü Yunan kentlerinin çoğu, özellikle de
Atina, zengin kesimin bu sıradan işçileri aşağıladığı ancak yine
de belirli sınırlar içinde yönetime katılmalarına izin verdikleri
bir demokrasi ile yönetiliyordu.
ATİNA’DA PERİKLES DÖNEMİ 1
 Yunan sanatı, Atina demokrasinin en yüksek
döneminde gelişiminin doruğuna ulaşmıştır.
 Bu gelişmede, Persliler’in Atina’ya yaptıkları
saldırının etkisi olmuştur.
 İstila, Atina Kralı Perikles tarafından geri
püskürtülmüştür.
 Ardından Atina’da Perslilerin yakıp yıktığı her
şey yeniden inşa edilmeye başlanmıştır.
 M.Ö.480 yılında Persliler tarafından yıkılan
Akropolis’teki tapınaklar, bu yeniden inşa
sürecinin en önemli örneklerinden birini
oluşturmaktadır. (Bkz: Resim 23 )
ATİNA’DA PERİKLES DÖNEMİ
2
 Perikles, o dönemde var olan durumun
aksine, sanatçılara önem veren bir
yöneticidir.
 Tapınakların tasarımında mimar
İktinos’u, tanrıların heykellerinin yapımı
ve tapınakların süslenmesi konularında
da heykelci Fidias’ı görevlendirmiştir.
 Bu iki isim, dönemin önde gelen
sanatçıları olmuştur.
ATİNA’DA PERİKLES DÖNEMİ 3
 Perikles dönemi sanat, felsefe ve bilimin geliştiği ve toplumsal
yaşamı etkisi altına almaya başladığı bir dönem olduğu için,
Yunan halkı bir yandan yaptıkları heykellere tapar ve onlara
kurbanlar adarken, öte yandan da, bu heykellerin kendilerine ya
da başkalarına zarar ya da yarar sağlayabilecek güçte olup
olmadıklarını, bunların gerçekten de tanrı olma niteliğine sahip
olup olmadıklarını sorgulamaya başladılar.
 Nitekim antik dünyanın hemen tüm ünlü heykellerinin yok
olmasının başlıca nedeni, Hıristiyanlığın zaferinden sonra, kafir
tanrıların heykellerinin parçalanmasının kutsal bir görev
sayılmasıdır. Müzelerde yer alan heykellerin pek çoğu da,
gezginler ve koleksiyoncular için, bahçelere ya da halk
hamamlarına süs olsun diye Roma çağında yapılmış ikinci el
kopyalardır. Bunlar Yunan sanatının ünlü başyapıtları hakkında az
da olsa fikir verdikleri için önemlidirler.
 Ancak, bu taklitler aynı zamanda Yunan sanatının cansız ve sönük
olduğu şeklindeki yaygın bir düşünceye neden olmuştur. (Bkz:
Resim 24 )
Resim 24
 Bu heykelin görünümünde, onu tapınma ile ilgili eski boş
inanç nesnelerine bağlayan ilkel ve yabanıl bir şeyler olduğu
hissine kapılmamız doğaldır.
 Ancak heykelin orjinalinin yapıldığı dönemde, Yunanlılar
artık, Tanrıların, heykellerde yaşayan ruhlar olduğu
şeklindeki ilkel inançlara inanmıyorlardı.
 Heykelin Fidias tarafından yapılmış olan orjinali, 11 m
uzunluğunda, tümüyle değerli malzemelerle kaplanmış,
zırhı ve giysileri altından, teni fildişinden yapılmış bir
heykeldir.
 Bu haliyle heykel, Yunan halkı için, basit bir puttan çok
daha fazlasını ifade etmiş, insanlara tanrıların niteliği ve
anlamı hakkında, o güne kadar var olanın dışında yeni bir
bakış açısı sunmuş; farklı bir tanrısal anlayış getirmiştir:
 Fidias’ın Athenası (tanrıça heykeli) yüceleştirilmiş bir insansal
varlıktır:
 Gücünü, büyülerden değil, güzelliğinden alır.
FİDİAS’IN YAPITLARI
1- Athena Heykeli,
2- Olympia’daki Zeus Heykeli,
 Bu heykeller yok olup gitmiştir ama bu
heykellerin içinde oldukları tapınaklarla
birlikte, Fidias çağının bazı süslemeleri
bugün hala varlığını sürdürmektedir.
 Söz konusu tapınaklar içinde en eskisi
Olympia Tapınağıdır. M.Ö.470 - M.Ö.457
yılları arasında yapılmış olan tapınaktaki
kare yüzeylerden birinde Herakles’in
kahramanlıkları anlatılmaktadır. (Bkz:
Resim 25 )
Resim 25
 Batı kızları Hesperid’lerin meyvelerini almaya gönderilen
Herakles’in öyküsü resmedilmiştir:

 Herakles, Batı kızlarının bahçesinde dünyayı omuzlarında taşıyan


Atlas ile karşılaşır ve ondan, kendisi için elmaları almasını ister.
Atlas bunu bir şartla kabul eder: Herakles de bu süre içinde, onun
omzundaki yükü taşımalıdır.
 Bu kabartma Atlas’ın altın elmalarla, omzundaki korkunç yükü
taşıyan Herakles’in yanına gelişini gösteriyor. Herakles’in tüm
kahramanlıklarındaki yardımcısı Athena da, büyük çabasında işini
kolaylaştırmak için onun omzuna yastık koyuyor.
 Özde son derece yalın bir şekilde resmedilen öykü, aynı zamanda
Mısır sanatında egemen olan kuralların etkisini de hala
taşımaktadır. Ancak Yunan heykellerini bu kadar güçlü ve
görkemli kılan özelliklerden biri de, onların eski kurallara
gösterdikleri saygıdan kaynaklanmaktadır. Çünkü bu kurallar artık
sanatçının özgürlüğüne bir engel oluşturmazlar:
Resim 25

 Resimde, Athena’nın başı profilden resmedilmiş ama


vücudu, karşı açıdan gösterilmiştir.
 Vücudun yapısını göstermenin önemli olduğu
yolundaki eski anlayış, sanatçıyı, kemiklerin ve
kasların anatomisini incelemeye ve giysi kıvrımlarının
altında bile inandırıcı bir insan figürü kurmaya itmiştir.
 Mısır üslubunun katılığı göze çarpsa da, formların
kazandığı rahatlık ve estetik yumuşaklık da yavaş
yavaş belirginleşmeye başlamıştır.
SANAT ESERLERİNDE
HAREKETİN GÖSTERİLMESİ
 İlk dönemlerde hareketin olmadığı ve
ayrıca yüzlerde donuk ifadelerin ya da ilkel
bir antik gülüşün yer aldığı heykeller ve
resimler çizen Yunan sanatçıları, zamanla
bir ayağın önde olduğu hareketli figürlerin
ve yüz ifadelerine ağırlık verilen eserlerin
yapımına geçmişlerdir.
 Bu eserlerin en önemlileri de, Olympia
tapınaklarındadır.
Olympia Tapınağı
 Yunanlıların büyük spor yarışmaları, halkın inançları ve dinsel törenleri ile
ilgiliydi.
 Yarışmalara katılanlar amatör ya da profesyonel sporcular değil,
Yunanistan’ın önde gelen ailelerinin bireyleriydi.
 Yarışmayı kazanan, tanrıların yenilmezlik bağışladığı bir adam olarak
algılanır ve kedisine korkuyla karışık bir saygı duyulurdu.
 Oyunların amacı, bu yenilmezliğin kime bağışlandığın tespit etmekti.
 Kazananlar da, bu tanrı bağışının belirtisini kutlamak ve belki de sürekli
kılmak için, zamanın en ünlü sanatçılarına heykellerini yonttururlardı.
 Bu yüzden Olympia Tapınağı başarılı atletlerin tanrılara adanmış heykelleri
ile çevriliydi.
 Bu geleneksel spor karşılaşmalarının en büyüğü Olpmya Oyunları’dır.
 Olypmia’da yapılan kazılarda, bu tür heykellere ait pek çok kaide
çıkartılmıştır, fakat heykellerin kendileri yok olmuştur. Genelde bronzdan
yapılan bu heykeller, olasılıkla Ortaçağlarda maden kıtlığı baş gösterince
eritilmişlerdir. Günümüze kalan ise sadece Delphoi’de bulunan ve bir araba
sürücüsünü betimleyen heykeldir. (resim 26- resim 27)
Resim 27
 Bu heykelin başı, o zamanlar yapıldığı gibi,
renkli taşlarla belirlenmiştir.
 Saçlara, gözlere ve dudaklara hafifçe altın
yaldız sürülmüş , böylece tüm yüze
canlılık ve sıcaklık ifadesi katılmıştır.
 Eser, yalınlığı ve güzelliği nedeniyle
olağanüstü inandırıcı bir insan imgesi
olması nedeniyle önemli bir eserdir.
 Bu noktada heykelin, gerçeğe benzerlikten
çok estetik niteliği ve inandırıcılığı ön
plana çıkmaktadır.
“DİSK ATICISI” HEYKELİ
 Klasik Yunan yazarları tarafından sözü bile
edilmeyen bu tür çalışmalar arasında en
ünlüsü, ‘Disk Atıcısı’ heykelidir.
 Fidias ile aynı dönemde yaşamış olduğu
düşünülen Atinalı heykelci Miron
tarafından yapılmıştır.
 Bu heykelin de aslı, diğer Yunan heykelleri
gibi, bu güne kadar ulaşamamıştır.
 Ancak heykelin nasıl bir şey olduğu
konusunda bilgi verecek nitelikte ve yine
Romalılar döneminde yapılmış çok sayıda
kopyası bulunmuştur. (resim 28 )
Resim 28
 Heykelde atlet diski atmak üzereyken, öne
eğilmiş durumda gösterilmiştir.
 Atışına güç kazandırmak için kollarını geriye
doğru savurmuş durumdadır.
 Sonraki harekette, tüm vücudu ile birlikte dönüp
diski fırlatacağı hissedilmektedir.
 Heykelin bu hareketi, atletin amacına o kadar
uygun ve inandırıcı bir şekilde yapılmış ki, bugün
bile atletler Yunan üslubu disk atmayı, onu örnek
alarak öğrenmeye çalışmışlardır.
 Ancak heykel, dikkatle incelendiğinde, Miron’un
bu olağanüstü devinim etkisini, çok eski sanatsal
yöntemlerin yeni bir uyarlamasını yaparak elde
ettiği görülmektedir:
Resim 28
 Heykelin dış çizgileri bu benzerliğin en önemli
unsurunu oluşturmaktadır.
 Miron da, Mısırlı sanatçılar gibi, gövdeyi karşıdan,
kol ve bacakları yandan yontmuş ve yine onların
yaptığı gibi, insan vücudunun bölümlerini en iyi
göründüğü açıdan ortaya koymuştur.
 Ama gerçekte eski ve yıpranmış olan bu kural,
Miron’un elinde bambaşka bir şeye dönüşmüştür.
Çünkü Miron, önce canlı bir modele aynı duruşu
aldırmış ve sonra vücudun hareketini heykele
inandırıcı bir şekilde uyarlaşmıştır.
 Disk atan bir sporcuya en uygun hareketin bu olup
olmadığı o kadar da önemli değildir; önemli olan
çağının ressamlarının mekana egemen olmaları gibi,
Miron’un da devinime egemen olmayı başarmış
olmasıdır.
PARTHENON TAPINAĞI
BULUNTULARI -1
 Günümüze ulaşan tüm özgün Yunan yapıtları içerisinde, hareket
ifadesini en iyi biçimde yansıtanlar, Parthenon tapınağındaki (resim
23) heykellerdir.

 Olympia Tapınağı’ndan yirmi yıl kadar sonra tamamlanmış olan


Parthenon tapınağını süsleyen heykelcilerin isimleri bilinmiyor. Ancak
kutsal bölmedeki ‘Athena’ hekyeli, Fidias’ın olduğuna göre, öteki
heykellerin de onun atölyesinden çıkmış olabileceği düşünülebilir.

 Tapınağın iç duvarlarının üstünde uzanan friz üzerindeki süslemeler,


tanrıça onuruna yılda bir kez yapılan dini törenleri göstermektedir.

 Bu süslemelerden birisi, tehlikeli bir ustalık gösterisi olan dörtnala


koşan atın çektiği arabayı, inip binerek süren sürücülerin resmidir.
(Bkz: Resim 27).
Resim 29
 Kabartma çok zarar görmüş olduğu için, ilk bakışta bu parçanın konusunu
fark etmek güç olabilir. Nitekim, kabartmanın bir bölümü koptuğu gibi,
aynı zamanda figürleri koyu renk arka plandan ayıran ve parlak bir şekilde
ortaya çıkaran tüm renkler de yok olmuştur. Oysa Yunanlılar, tapınaklarını
bile kırmızı ve mavi gibi çok kontrast renklerle boyamışlardı.

 Elde kalan bu ilk parçada, göze çarpan öncelikli şey, yan yana duran iki
tane attır.
 Bunların başları ve bacakları, kemiklerin ve kasların yapısını
vurgulamadaki ustalığı göstermek açısından önemlidir.
 Kalkanı tutan kol, miğferin uçuşan tepeliği ve rüzgarda savrulan pelerin
olağanüstü bir rahatlık içinde ve estetik biçimde resmedilmiştir.
 Bununla birlikte, sanatçı yine, geçmişten tümüyle kopmuş değildir. Mekanı
ve hareketi göstermek ne kadar önemli olsa da, binanın duvarları boyunca
dolaşan törensel alay kompozisyonuna yine de tam bir uyum göstermiştir.
Sanatçı Yunan sanatının Mısırlılardan aldığı kompozisyon bilgisinden ve
‘Büyük Uyanış’ öncesinin geometrik düzenlemelerinden bir şeyleri
korumaya devam etmektedir.
SANAT ESERLERİNDE
PSİKOLOJİK AKTARIM
 Bu çağın Yunanlıları için çok önemli bir
başka özellik de, insan gövdesini
betimlerken, betimlenen figürlerin
psikolojisinin de yansıtılmasıdır.
 Kendisi de heykel eğitimi alan ünlü
düşünür Sokrates de heykelcilerden
‘ruhsal yapı’ yı aktarmalarını istemiştir.
 Vazo resimleyen zanaatçılar da, yapıtları
yok olup gitmiş bu ustaların buluşlarına
ayak uydurmuşlardır. (Resim 30)
Resim 30
 Kahraman Odysseus on dokuz yıllık bir
aradan sonra kılık değiştirip, değneği,
torbası ve çanağıyla dilenci kılığında eve
döner ve yaşlı dadısı ayağını yıkarken,
bacağındaki yara izinden onu tanır.
 Dadı ile kahraman arasındaki bakışma, iki
kahraman arasındaki duygu aktarımını
başarılı bir şekilde iletmektedir.
 Aynı yeteneği ortaya koyan ve bu yetenek
nedeniyle de büyük bir sanat yapıtı niteliği
kazanan bir başka eser de, bir mezar
taşıdır. (Resim 21)
Resim 31
 Kabartmada Hegesos, önündeki bir genç kızla resmediliyor. Genç kız
ona, içinden bir ziynet eşyası seçmesi için bir mücevher kutusu
uzatıyor.
 Bu resim, karısıyla tahtında oturan Mısır Kralı Tutankhamon’un
betimlemesiyle benzer derecede sakin bir sahnedir. (bknz: Resim 14)
 Tutankhamon’un resimnde de, dış çizgiler mükemmel bir şekilde
belirgindir ama Mısır sanatının yenilikçi bir dönemine ait olmasına
karşın, bu eser yine de oldukça katı bir formda yapılmıştır.
 Oysa Yunan kabartması, kompozisyonun duruluğunu ve güzelliğini
korumakla birlikte, acemice sınırlamaları da aşmıştır artık. Bundan
sonra pozisyon, geometrik ve köşeli değil, özgür ve rahattır.
 Yunan heykelindeki üst bölümün, kadının kollarının bükümüyle
çevrelenişi , bu çizgilerin iskemlenin eğim çizgileriyle oluşturduğu
karşıtlık, Hegesos’un elini odak noktası haline getiren yöntem ve
kumaşın vücudunun kıvrımlarından akışı son derece uyumlu bir
sakinlikte gösterilmiştir.
GÜZELLİĞİN SANATI
YUNANİSTAN VE YUNAN DÜNYASI
( M.Ö IV. VE M.S I. YY ARASI)- 1
 Yunan sanatı yaklaşık olarak M.Ö 520 – 420 yılları
arasında, yüzyıllık büyük bir uyanış yaşamıştır.
 Bu dönemde hala zengin kesim tarafından küçük
görülen ve zanaatçı sayılan sanatçılar, güçlerinin ve
becerilerinin bilincine varmışlardır.
 Sayıları gittikçe artan bir sürü insan, sanatçıların
çalışmalarıyla, sadece bunların dinsel veya siyasi
amaçları için değil, bu çalışmaların değeri için de
ilgilenmeye başlamışlardır.
 Farklı kentlerde ünlü ustalar çıkaran çeşitli sanat
okulları ortaya çıkmaya başlamış, bunların
yöntemleri, üsluplarını ve gelenekleri kıyaslanmaya
başlanmıştır.
 Böylece hem halkın hem sanatçıların giderek
bilinçlendikleri bir süreç başlamıştır.
GÜZELLİĞİN SANATI
YUNANİSTAN VE YUNAN DÜNYASI
( M.Ö IV. VE M.S I. YY ARASI)- 1
 Önceki dönemin ünlü heykelcisi
Fidias’ın heykellerini tüm
Yunanistan’da ünlü yapan şey,
tanrıların yeni bir anlayışla
betimlenmeleriydi.
 Ancak bu yeni dönem tapınaklarının
büyük heykelleri, ünlerini kendi
sanatsal güzelliklerine borçludurlar.
MİMARİ – iyon üslubu
 Mimaride farklı üsluplar yan yana
kullanılmaya başlanmıştır.
 Parthenon Dor üslubuyla kurulmuş,
ama Akropolis’teki daha sonraki
yapılarda İyon denilen üslubun
biçimleri kullanılmıştır. Bu tapınakların
dayandığı temel ilke , Dor üslubundaki
tapınaklarla aynıdır ama görünüşleri
ve özellikleri farklıdır. (Bkz: Resim 32)
Resim 32
 İyon tapınağının sütunları daha az
güçlüdür; ince dikenleri andırırlar.
 Sütün başlığı da süssüz değildir artık.
 Dor üslubunda olduğu gibi, çatıyı taşıyan
kirişin dayanağı olma işlevini sürdüren bu
yapı ögesi, yan kıvrımlarla çok süslü bir
görünüm kazanmıştır.
 Aynı zerafet ve rahatlık özellikleri,
Fidias’tan sonra gelen kuşakla başlayan bu
dönemin resim ve heykellerini de belirler.
(Bkz: Resim 33)
Resim 33
 Zarafet ve rahatlık olarak ifade
edilebilecek olan İyon üslubu sadece
mimaride değil, heykelde de geçerlidir.
 Resim 33’de zafer tanrıçalarından biri,
yürürken çözülüveren sandalını bağlarken
gösterilmektedir.
 Kumaşın dökümleri ve tanrıçanın
vücuduna düşüşündeki estetik görünüm,
artık Yunan sanatçılarının her istediklerini
yapabildikleri bir aşamaya ulaştıklarını
göstermektedir.
HEYKELCİ PRAKSİTELES
 Bu yüzyılın büyük heykelcisi Praksiteles’tir.
 Hem eserlerinin zarafeti hem de yapıtlarındaki
içtenlik ve etkileyicilik ile ün kazanmıştır.
 En ünlü yapıtı aşk tanrıçası Afhrodite’nin
yıkanmak için banyoya girişini betimleyen
heykelidir. Ancak bu ünlü yapıt yok olmuştur.
 Bunun dışında XIX. yy’da Olympia’da bulunan
bir yapıt, kesin bir bilgiye sahip olunamasa
da, birçok kişi tarafından Paraksiteles’in
yaptığı özgün bir çalışma olarak kabul
edilmektedir. (Bkz: Resim 34)
Resim 34
 Heykelde, kucağında çocuk Dionysos’u tutan ve
onunla oynayan tanrı Hermes betimlenmektedir.
 Heykelde artık hiçbir katılık izi kalmamıştır.
 Ancak eski sanattan öğrenilen bilgiler hala
kullanılmaktadır.
 Praksiteles de vücudun eklemlerini bize gösterme,
onun işleyişini olabildiğinece açık bir biçimde
anlatma endişesindedir.
 Ama bu amacına, heykeli katılaştırmadan,
canlılığını yitirtmeden ulaşmıştır.
 Heykelde, derinin yumuşaklığı altında, kasların ve
kemiklerin nasıl hareket ettikleri başarıyla
gösterilirken, tüm zarafet ve güzelliğiyle canlı bir
vücudun resmedildiği izlenimi oluşturulmuştur.
 Praksiteles ve diğer Yunanlı sanatçılar,eserlerindeki güzelliğe bilgi
aracılığı ile ulaşmışlardır.
 Yunan heykelleri kadar simetrik ve düzgün yapılı hiçbir vücut yoktur.
Ancak bu estetik, heykellere yönelik eleştirilere neden olmuştur:
 Çoğu Yunanlı sanatçının eserlerini ortaya çıkartırken, çok sayıda model
inceledikleri ve modellerde beğenmedikleri ögeleri eserin dışında
bırakarak, heykellerini ideal güzellliğe ulaştırdıkları ve böylece doğayı
idealleştirdikleri ileri sürülmüştür.
 Ancak eğer öyle olsaydı, atılan ve silinen pek çok özellik nedeniyle
heykelin sadece soluk bir insan sülüeti haline gelmesi gerekirdi. Oysa
Yunan heykellerine can veren sanatçılar, ileri sürülenin tersine,
yüzyıllar boyunca, eski kalıplara daha bir can katmaya çalışmışlardır.
 Bu çabalar en olgun meyvesini Praksiteles’in yapıtlarıda vermiştir. Eski
tiplemeler, Praksiteles’in ellerinde hareket edip,soluk almaya
başlamışlardır.
 Daha sonraki çağlarda hayran olunan ve Klasik Sanatın en ünlü
örnekleri, genellikle bu dönemde (M.Ö.IV. yüzyılın ortalarında) yaratılan
heykellerin kopyaları ya da değiştirilmiş biçimleridir. (Bkz: Resim 35)
Resim 35
 “Belvedere Apollon’u” erkek vücudunun
ideal bir örneğidir.
 Heykel, kendinden emin bir tavır ve
gerilmiş koluyla yayını tutarken, okun
gidişini sanki gözleriyle izliyormuş gibi
başını bir yana çevirmiştir.
 Bu heykelde de vücudun her parçasını, en
karakteristik bakış açısından vermeyi
öngören eski kuralın ufak tefek
yansımaları görülmektedir.
Resim 36
 Resim 36’da Melos Aphrodite’si olarak bilinen heykel görülmektedir.
 Melos adasından bulunan heykel, Aphrodite’nin klasik heykelleri
arasında belki de en ünlüsüdür.

 Heykel, büyük olasılıkla Praksiteles’in üslubandan ve yöntemlerinden


yararlanmış bir Aphrodite-Eros (Cupido) topluluğundan bir parçaydı.

 Bu heykelde de profilden görünüm kuralı hala geçerlidir. Ancak,


Sanatçının vücudu hiçbir sertliğe ve belirsizliğe düşmeden, yalın bir
şekilde aktarılmıştır.

 Mermerin yüzeyi canlı ve nefes alıyormuş gibi görünecek kadar gerçeğe


benzeyen bu heykellerdeki tek eksiklik, insanları gerçek bireysellikleri ile
betimleme noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu eksiklik portrenin gelişimi
ile birlikte ortadan kalkacaktır.
Portrenin Gelişimi - 1

 Bizim anladığımız biçimdeki portre düşüncesi Yunanlıların


aklına ancak IV. Yüzyılın oldukça geç bir dönemde gelmiştir.
 Daha erken zamanda yapılmış portreler olduğu bilinmektedir
(bkz: Resim 27) ama bunlar olasılıkla gerçeğe çok
benzemezler. Çünkü bu dönemde yapılan bir general
portresi, bir askerinkinden çok az farklıydı. Sanatçı, burnun
biçimini, alnın kırışıklıklarını veya modelin gerçek ifadesini
aynen vermiyordu.
 Aslında bu bilinçli olarak yapılan bir özellikti:
 Yunanlı sanatçılar, yüz hatlarında yapılacak oyunların, başın
güzelliğini bozacağına inandıkları için, yüze özel bir ifade
vermekten özellikle kaçınmışlardır.
 Sokrates’in ‘ruhsal yapı’ olarak tanımladığı duygu dünyası
ise, M.S. IV. Yy’a kadar geçen dönemde, heykellere,
mimiklerden çok vücut harekeleri ile verilmeye çalışılmıştı.
Portrenin Gelişimi 2
 Praksiteles’i izleyen kuşak, IV.yy’ın sonlarına doğru, bu
çekingenliği ortadan kaldırdı ve sanatçılar yüz çizgilerine,
onların güzelliğini yok etmeden hareket verme yolunu
buldular.
 Daha da ileri giderek, kişinin ruhsal yapısını ve yüz
çizgilerinden çıkan anlamı (fizyonomi), yani bugünkü
anlamda portrenin nasıl yapılacağını öğrendiler.
 Büyük İskender’in iktidarına rastlayan bu dönemde, ünlü
hükümdar da, sarayın heykelcisi Lisippos’a heykelini
yaptırmıştır. (Bkz: Resim 37) Ancak muhtemelen bu
heykel de Roma döneminde yapılan bir kopyadır.
 Çağdaşlarını, doğaya sadakatiyle şaşırtan Lisippos, çağın
en ünlü sanatçısıdır.
Resim 37
 Resim 37’de, Lisippos’dan sadece bir kuşak önce
yaşamış Praksiteles zamanına göre, sanatın ne
kadar geliştiği görülebilmektedir.
 Ancak portrelerin aslına benzerlikleri konusunda
gerçek bir bilgiye sahip olmayışımız, onları
yargılama konusunda da sorunlar ortaya
çıkarmaktadır. Belki Büyük İskender’in bu heykeli,
aslı ile hiç ilgisi olmayan bir çalışmadır. Hatta
büyük olasılıkla, Lissippss’un yaptığı bu heykel,
Asya’nın fatihinden çok tanrıya benzetilmiştir.
Ancak haykelin kalkık kaşlarının, başarılarıyla
biraz da şımarmış bir hükümdar olan İskender’in
yüz ifadesine uygun olduğu düşünülebilir.
HELENİSTİK SANAT
 Büyük İskender’in imparatorluk kurması, Yunan sanatı
bakımından son derece önemli bir olaydır. Böylece Yunan sanatı,
birkaç küçük kentin ilgi merkezi olmaktan çıkarak dünyanın
neredeyse yarısının ortak dili haline gelmiştir.
 Bu gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan kültürlerarası
etkileşime bağlı olarak, Yunan sanatının niteliklerinde de önemli
değişklikler ortaya çıkmıştır.
 Bu yüzden, bundan sonraki dönemin sanatından genellikle
Yunan sanatı olarak değil Helenistik Sanat olarak söz edilecektir.
Çünkü Büyük İskender’in doğudaki yandaşlarının kurdukları
imparatorluklara genellikle bu isim verilmektedir.
 Bu imparatorlukların örneğin Msır’da, İskenderiye’de, Suriye’de,
Antakya ve Küçükasya’da, Bergama gibi zengin başkentlerin
sanatçılardan istekleri, Yunanistan’da alışmış olan sanat
anlayışından oldukça farklıdır.
 Bundan böyle, Yunan sanatının üslupları ve buluşları , Doğu
imparatorluklarının ölçüsüne ve geleneklerine uyarlanmaktadır.
HELENİSTİK DÖNEMDE MİMARİ-
KORİNT ÜSLUBU -1
 Artık mimaride bile Dor üslubunun güçlü ve
yalın biçimleri ile İyon üslubunun rahat
zarafeti yeterli gelmez olmuştur.
 Bunların yerine, adını zengin bir ticaret
kendi olan Korinthos’dan alan ve IV. yy
başlarında yaratılan yeni bir sütün biçimi
olan Korint Üslubu tercih edilmeye
başlanmıştır. (Bkz: Resim 38)
MİMARİ VE KORİNT ÜSLUBU - 2
 Sütün başlığının süslenmesi için, İyon
kıvrımlarına yapraklar eklenmiştir ve
genellikle, tüm yapıda da açık ve daha
zengin süslemeler vardır.
 Bu şatafat, yeni kurulan Doğu
kentlerindeki büyük çaplı görkemli yapılara
çok uygun düşmektedir.
 Bunlardan pek azı günümüze kalmıştır
ama en geç döneme ait olanlardan
günümüze dek gelenler, büyük bir ihtişam
örneğidirler
HELENİSTİK SANATTA HEYKEL
-1
 Helenistik sanat, çarpıcı ve yırtıcı
yapıtlardan hoşlanırdı. Amacı
etkilemekti ve bunu da başarıyordu.
 Yunan Sanatının Helenistik dönemde
uğradığı değişiklik, çağın en ünlü
heykellerini bazılarında
görülebilmektedir. Bunlardan birisi,
M.Ö. 10 yılı dolayında Bergama
kentinde dikilen bir sunaktır. (bkz:
Resim 39)
Resim 39
 Resim 39’da, Tanrılarla devler arasındaki savaş
betimlenmektedir.
 Çok güzel bir eser olmasına rağmen, önceki
dönemin Yunan heykel sanatında var olan uyum ve
incelik, ortadan kalkmış gibidir.
 Onun yerine sanatçı, konuya uygun olarak, yapıtında
güçlü dramatik etkiler elde etmek istemiştir.
 Taraflar arasındaki mücadele başarıyla verilmiştir;
öyle ki figürler neredeyse yerlerinden fırlayıp
mücadelelerini sunağın merdivenlerinde
sürdürecek gibi görünmektedirler.
HELENİSTİK SANATTA HEYKEL
-2
 Helenistik Sanat Döneminden daha sonraki
dönemlerde üne kavuşmuş heykellerin
bazıları, yine Helenistik dönemde
yapılmışlardır.
 Helenistik Sanatı temsil eden önemli
eserlerden birisi de, Lakoon Heykel
topluluğudur. (Bkz: Resim 40)
 Bu yapıtlar, 1506 yılında gün ışığına
çıkartıldığında, tüm sanatçı ve
sanatseverleri büyülemiştir.
Resim 40
 Heykelde Troyalı rahip Laokoon, içinde Yunan askerleri
bulunan dev büyüklükteki tahta atı kente almamaları için
hemşerilerini uyarmıştır. Bunun üzerine, Troya’yı yerle bir
etme tasarılarının engellendiğini gören tanrılar, denizden iki
koca yılan gönderirler. Yılanlar hem rahibi, hem de iki
oğlunu boğumları arasına alıp sıkıştırarak boğup, öldürürler.
 Bu heykel, bir sanat eseri olarak oldukça etkileyici bir
eserdir: Sanatçı,
– Yapıtının gövde ve kol kasları ile, içinde bulunduğu mücadeleyi
ve aynı zamanda bu mücadelenin umutsuzluğunu başarıyla
aktarmıştır. Ayrıca,
– Rahibin yüzündeki işkence ifadesi,
– İki çocuğun umutsuz kıvrılışları,
– Baba ve oğulların, birbirlerine yardım etmekteki çaresizlikleri,
– Bütün bu kargaşa ve devinimin sonsuza kadar dondurulma
şekli, bugün için bile son derece etkileyicidir.
HELENİSTİK SANATTA RESİM
 Antik yunandan günümüze ulaşan resim sanatı hakkında,
klasik kitaplarda okunanlardan daha fazlası
bilinmemektedir.
 Ressamlar da, diğer alanlardaki sanatçıları gibi, sanatın
dinsel amacından çok, teknik sorunlarıyla ilgilenmişlerdir.
 Bu dönemin ressamlarının, günlük yaşamdan konuları
aktardıkları, örneğin bir berber dükkanından bir kesiti ya
tiyatrodan bir sahneyi resmettikleri bilinmektedir; ancak
bu yapıtlardan hiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır.
 Antik resim sanatı üzerine fikir edinmenin tek yolu Pompei
ve diğer yerlerde gün ışığına çıkan dekoratif duvar
resimlerini ve mozyikleri incelemektir.
HELENİSTİK SANATTA RESİM 2
-POMPEİ-
 Pompei, M.S 79 yılında Vezüv’ün lavları altında
kalan, zengin bir taşra merkeziydi.
 Kentin her evinde ve her konağındaki
duvarlara, sütun resimleri ve manzara
görünümleri, çerçeveliymiş gibi görünen
resimler ve öyküler canlandıran betimlemeler
yapılmıştır.
 Pompei’deki ve komşu kentlerdeki iç
mimarların, Helenistik sanatçıların
buluşlarından yararlandıkları açıkça
görülmektedir. (Bkz: Resim 41 ve Resim 42)
HELENİSTİK SANATTA RESİM -3
 Duvar resimlerinde, bir resme girebilecek her şey
bulunabilir. Örneğin bir bardak ve yanında iki adet limon
gibi güzel bir ölüdoğa ve hayvan resimleri yer alabildiği
gibi, manzara resimleri de bulunmaktadır.
 Manzara resimleri belki Helenistik dönemin en büyük
yeniliğidir. Çünkü Eski Doğu sanatı, günlük yaşam veya
savaşla ilgili sahneler dışında manzarayla ilgilenmemiştir.
 Yunan Sanatında da, Fidias ve Praksiteles döneminde ilgi
merkezini merkezini insan oluşturuyordu. Yunanistan’da
doğa resimleri, ancak, Theokritos gibi sanatçıların,
çobanların basit yaşamını keşfetmesinden sonra ilgi
görmeye başlamış; sanatçılar kır yaşamının güzelliklerini
kent seçkinleri için bunları betimlemeye başlamışlardır.
 Bu resimler daha çok, kır yaşamanı canlandıran çobanlar
ve sürüleri, sade ve süssüz tapınaklar ve kent dışı evleri gibi
pastoral sahnelerdi . (Resim 43)
Resim 43
 Bu resimlerde her şey hoş bir şekilde bir araya getirilmişti
ve her şey en iyi şekliyle görünüyordu.
 Bununla birlikte, bu yapıtlar bile, ilk anda düşünülenden çok
daha az gerçekçidirler.
 Bunun nedeni, Helenistik dönemin sanatçılarının henüz
perspektif yasasını bilmiyor olmalarıdır. Bu dönemde
sanatçılar uzak nesneleri küçük, yakın veya önemli
nesneleri büyük çiziyorlardı; ama nesnelerin, kendilerinden
uzaklaştıkça düzenli olarak küçüldükleri şeklindeki bilgiye
sahip değillerdi. Bu yasanın uygulanması için bin yıldan çok
zaman geçmesi gerekiyordu. İşte bu yüzdendir ki, antik
sanatın en son en özür ve güvenilir yapıtları bile Mısır
resimlerini anlatırken dile getirilen ilklerin en azından bir
yansımasını taşır.
 Burada da her bir obje için belirleyici dış hatlar bilgisi, gözle
görülen gerçek izlenimler kadar önem taşır.

You might also like