Professional Documents
Culture Documents
Doğu ya da Kuzeye dönmemiz istenir, çünkü gündoğumundan ve Kuzey kutbundaki etkiden dolayı, belli bazı
manyetik akımlar bu yönlerden ortaya çıkarlar. Seçilen yer rahatsız edici seslerden, sivrisineklerden,
örümceklerden vb.den ve kuşların cıvıltısından vb.'den arınmış olmalıdır. Ilımlı bir hava arzu edilir (bunun sebebi
kişi çok sıcak ya da çok soğuk olduğunda, beden-bilincinin yükselme şansı yüzünden kendini uygulamaya
verememesidir.) Öğrenci sinir kanallarında Prana'nın uyumlu akışıyla Asana'da oturduğunda, çoktan meditasyon
kapılarından girmiştir. Asana'nın ruhsal bir anlamı vardır. Kişi burada ölümsüz olanın sarayının kapısını çalar.
Yama ve Niyama'da kişi hazırlıktayken, Asana'da Gerçek'in kapılarına ulaşılır, ancak bu kapılar henüz açık
değildir. Ruh evrenin Hükümdar'ıyla karşılaşmaya hazırdır. Bu, fiili Yoga'nın ilk adımıdır. Yoga, kişinin Asana'da
ustalaşması için (Asana-Jaya), sabit bir duruşta günde en az üç saat uygulama yapmasını salık verir. Beden
sinirlerin aracıdır, sinirler Prana'nın kanalıdır, Prana aklın bir ifadesidir, ve akıl sonuçta meditasyon yapandır. Uzun
bir bağlantı vardır ve bu yüzden uyumlu bir duruşta durulduğu an, akıl bundan ima alır. Beden bir anda metabolik
süreçte yavaşlar ve açlık ve susuzluk azalır. Açlık ve susuzluk güçleri Prana'nın alt üst olduğunun semptomlarıdır
ve Prana uyumlu hale geldiğinde, alt üst olma durumu en aza indirgenmiş olur. Böylece, öğrencinin açlığı ve
susuzluğu en aza indirgenir. Beden hücreleri, enerji tüketmediğinden ve keyifli hislerle ilerlemediğinden, kendilerini
üretmek için daha fazla zaman bulur. Hisler bile Asana ile dizginlenebilir, çünkü burada kişi sakince nefes alıp
vermektedir ve böylece bedenin hücresel hareketi azalır, sinir-kanalları Prana'nın ritmik akışı için açılır ve her
yerde ritim sağlanır. Yoga ritimdir. Kişi kendini kozmik düzenle ilişkilendirmeye başladığından, Asana, Yoga'nın
başlangıcıdır. *)
Sirşa: Ters duruş. Bu duruşun nasıl yapıldığını sitemizde, Raja Yoga konusu altında anlatılan asanalar bölümü
şirşasana başlığı altında görebilirsiniz. http://angelfire.com/indie/yogamerkezi
8. BÖLÜM PRANAYAMA YA DA HAYAT ENERJİSİNİN
DÜZENLENMESİ Asana uygulamasıyla birlikte, Prananın düzenlenmesine
doğru bir çaba olmalıdır. O halde, Asana ve Pranayama bir arada gider. Fiziksel beden ve Prana bedeni* arasında
çok yakın bir ilişki vardır. Prana, tüm fiziksel sistemi içine alan ve beden ve akıl arasında bir araç olarak hareket
eden enerji bütünüdür. Prana bedenden daha süptildir ama akıldan daha kabadır (yani maddeseldir). Prana
hareket edebilir ama düşünemez. Prana sadece nefes değildir. Nefes süreci- nefes alma, verme ve nefesi tutma-
Prana'nın kendisini oluşturmaz, bunlar sadece Prana'nın çalıştığının göstergeleridir. Pranayı görmeyiz; Prana
fiziksel bir nesne değildir. Ama biz nefes alma sürecinde onun varlığını bilebiliriz. Alınan ve verilen hava, Prana'nın
belli bir hareketi ile olur. Bazıları bir çok farklı Prana olduğunu söylerler, bazılarıysa sadece tek bir Prana olduğunu
söylerler. Prana gerçekte tek bir enerjidir ama farklı fonksiyonların bakış açısından bakıldığında, çokmuş gibi
gözükür. Nefes verdiğimizde, Prana fonksiyonel biçimlerinden birinde faaliyette bulunmaktadır. Nefes aldığımızda
ise, Apana faaliyettedir. İçe alınan nefes, Apana'nın faaliyetinin bir etkisidir. Prana'nın merkezinde kalp vardır,
Apana'nınkinde ise anüs vardır. Bir üçüncü fonksiyon da dengeleyici güç olan
Samanadır. Samana göbek bölgesindedir. Bedende ateş yaratarak besinleri sindirir ve sistemdeki diğer
fonksiyonları dengeler. Prana'nın dördüncü fonksiyonuna Udana denir. Udana boğazdadır. Konuşmayı harekete
geçirir ve ölüm anında Prana'nın sistemini bedenden ayırır. Beşinci fonksiyona Vyana denir. Vyana tüm bedeni
kaplayan güçtür ve kanın devridaiminin sistemin her yanına sürekliliğini sağlar. Bu beş katlı fonksiyon,
Prana'nın en ana biçimleridir. Prana'nın bundan başka geğirme, göz kapaklarını açıp kapama, açlığa sebep olma,
esneme ve bedeni besleme gibi fonksiyonları da vardır. Bu beş ikincil fonksiyonlarını yaptığında, Prana'nın isimleri
sırasıyla Naga, Kurma, Krikara, Devadatta ve Dhananjaya olur. Prana'nın özü faaliyettir. Kalbin çarpmasını,
ciğerlerin işlemesini ve midenin özsu üretmesini sağlayan Prana'dır. Bu yüzden, ne nefes alma ne de ciğerlerin
hareketi ölene dek durmaz. Kalbin asla atmayı durdurmaması gibi, Prana asla uykuya dalmaz. Prana'ya bedenin
gözcüsü olarak bakılır. Prana Rajas ya da hareketliliğin bir özelliği olarak tanımlanır. Kişi çaba gösterse
bile, Prana'yı sakin tutamaz. Tamas doğasında olan beden, Prana'daki Rajastan dolayı hareket ettirilir. Prana
duyuları fiile tahrik eder. Rajasik doğasından ötürü, bedenin ya da aklın huzur içinde kalmasına izin vermez. Zihni
ya da ilgiyi başka tarafa çeken bu tip bir şey elbette arzulanmaz ve Yoga Sattvada bir sabitlik ve dengelilik ister. O
halde, Prana'yla bir şey yapılmalıdır; yoksa Prana içsel sukunet için bir engel haline gelecektir. Yoga sistemi,
Prana'nın Yoga uygulamasına yardımcı olacağı bir teknik geliştirmiştir, ve buna Pranayama denir. Asanalarda
olduğu gibi, Hatha Yoga'nın Pranayama metodlarında da çeşitlilik vardır.
Ama meditasyon Yoga'sı Pranayama'nın bu farklı biçimlerinin uygulanmasını istemez. Tek bir Dhyana-Asana
olması gibi, Nadi ya da sinir kanallarının arılaşmasını sağlayan ve Yoga'da Prana'yı düzenleyen tek bir
Pranayama metodu vardır. Prana Rajas ve Tamas biçimlerindeki tüm süprüntülerden temizlenmelidir.
Prana, bedensel sistemde bir çok kanaldan akar ve yoğun bir şekilde meşguldür. Çalkalanmış fonksiyonları aklı
rahatsız eder ve aklın hiç bir şey üzerine konsantre olamamasını sağlar. Prana'daki Rajas aynı zamanda duyuları
uyarır ve endirekt olarak arzuyu harekete geçirir. Faaliyetinin durdurulmasına yönelik her tür teşebbüs bedenin
öldürülmesi ile aynı anlamda olacaktır. Kişi Prana'nın faaliyetini azaltmada, (yani) kabarma ve sıçrayışlar yerine
daha yavaş hareket etmesini sağlamada çok dikkatli araçlar kullanmalıdır. Biz uzun mesafe koştuğumuzda,
merdiven tırmandığımızda, ya da sinirlendiğimizde, Prana uyumunu kaybeder ve uyarılmış bir durumda kalır.
(Böylece) bir gerilim durumuna girer ve kişiyi huzursuz yapar. Bu yüzden, Yoga öğrencisi kendini, yorgunluğa yol
açacak aşırı fiziksel aktivite ile meşgul etmemelidir. Oturuş duruşu sabit olmalıdır, aklın duyularından kurtulmuş
olmalıdır ve Pranayama uygulaması yavaş olmalıdır. Nefes hiç bir ses çıkarmayacak şekilde hafif olmalıdır. Kişi,
aklı mutsuz bir durumdayken, Pranayama için oturmamalıdır çünkü kederli bir akıl ritmik olmayan bir nefes yaratır.
Kişi açken ya da yorgunken ya da duygusal olarak rahatsızsa hiç bir Pranayama uygulanmamalıdır. Herşey
sakinleştiğinde, kişi Pranayama'ya başlayabilir. Dhyasana duruşunda oturun. Pranyama'nın ilk aşamalarında,
nefes tutulmamalı ve sadece derin derin nefes alınıp verilmelidir. Prana'ya önce kendisine empoze edilecek
durumlar kabul ettirilmelidir ve bu yüzden her tür nefes tutmayla ilgili uygulamadan kaçınılmalıdır. Kademesel
olarak, hergün yaptığımız gibi hızlı nefes yerine, yavaş nefes alma konmalıdır ve her zamanki yüzeysel nefes
yerine derin nefes uygulanmalıdır. Canı sıkkın akıllar simetrik olmayan bir akışla nefes alıp verirler. Yer altında
kalmış endişeler Pranayama'yı rahatsız edecektir. Bir kişi her gün ofise gitmek gibi fonksiyonları yaparken, yine de
aklen sakin kalabilir. Ama bir diğeri hiç bir şey yapmazken, yine de çok yüksek seviyede sinirli, endişeli ve
üzüntüye batmış olabilir. Kişi aklın uygulamada uysal olduğunu görmede dikkatli olmalıdır.
Sağlık için nefeste, göğsün nefes alma sırasında öne doğru çıkması gerekir. Derin bir nefes aldığımız zaman
göğsümüz tamamen gerildiğinde, bir neşe hissederiz. Taze havanın derin olarak içe çekilişi sesin sağlığının
korunması için çok önemlidir. Günde en az iki saat açık havada yaşamak zorunludur. Pranayama sadece nefesin
uyum içine sokulması değil, aynı zamanda duyuların ve aklın da uyum haline getirilmesi metodudur. İyi
havalandırılmış bir odada oturun ve derin nefes alın. Sonra, yavaşça nefes verin. Bu uygulama bir süre için,
mesela bir ay boyunca, devam ettirilmelidir. Daha sonra, nefes alıp vermede oranlı yapılan normal Pranayama
başlayabilir. Yoga'da Pranayama adı altında yapılan nefes tekniklerinin çeşitleri iki aşamada yapılır:
Yavaş ve derin bir nefes verin. Sağ baş parmağı ile sağ burun deliğini kapayın. Sol burun deliğinden yavaşça
nefes alın. Sağ yüzük parmağıyla sol burun deliğini kapayın ve sağ başparmağı sağ burun deliğinden çekerek,
sağ burun deliğinden çok yavaşça nefes verin. Sonra, süreci sağ burun deliğinden nefes almaya başlayacak
şekilde tersine çevirin. Bu, Pranayama'nın nefes tutma olmayan ve sadece alternatif nefes alıp vermeyle yapılan
orta seviye aşamasıdır. Bu uygulama ikinci ay boyunca devam ettirilebilir. Üçüncü ayda, mükemmelleşmiş
Pranayama başlayabilir: Diğeri gibi, önce sol burun
deliğinden nefes alın; nefesi kendi Ishta Mantranızı bir kez tekrar edecek kadar tutun; ve yavaşça nefes verin.
Nefes almanın, tutmanın ve vermenin oranı 1:4:2 olmalıdır. Nefes almanız 1 saniye sürüyorsa, 4 saniye nefesinizi
tutmalı ve 2 saniyede nefesinizi vermelisiniz. Genel olarak, bu oranın sayılması Matra ile yapılır; kabaca 3 saniye
boyunca ya da Om'u üç kez hızla ya da yavaş olmayacak şekilde tekrar edecek zamanda yapılır. Bir Matra içinde
nefes alırsınız, dört Matra boyunca tutarsınız ve iki Matra boyunca verirsiniz. Nefes tutma süresini arttırmada
acele edilmemelidir. Nefes tutmada rahat olduğunuz süre nefes tutma sürenizi test etme ölçünüzdür. Nefes
tutmada nefessiz kalma hissi olmamalıdır. Asana'ya uygulanan kural Pranayama için de geçerlidir. Hiç bir gerginlik
ya da acı yaratmayan, Sthira/kolay ve Sukha/rahat duruşlar, sürecin yavaş ve kademesel gelişimindeki
uygulamada hem Asana hem de Pranayama'dır.
Pranayama'nın süresinin uzunluğu bedenin bireysel kondisyonuna, kişinin yaptığı Sadhana'ya ve kişinin yaşadığı
yaşam tarzına bağlıdır. Bunların hepsi göz önünde bulundurulması gereken önemli faktörlerdir. Yoga'da
Pranayama'nın normal çeşitliliği yukarıda verilmiştir ve bu "Sukhapuraka" (uygulamanın kolaylığı) olarak
adlandırılır. Pranayama'nın Bhastika, Sitali vb. gibi diğer tipleri sadece yardımcılardır ve meditasyon Yoga'sı için
gerekli değildir. Pranayama hakkında Hatha yoga'da bir çok detay tartışılır. Örneğin bunlardan biri, Mulabandhayı,
Uddiyanabandha ve Jalandrabandhayı içeren üçlü kilitte, Bandhatrayada nefes tutmanın tercih edilmesidir. Ama
tüm bunlar, Yoga'nın amacıyla direkt olarak ilgili değildir. Pranayama Yoga'nın bir hedefi değildir, Yoga'nın sadece
bir aracıdır. Nihai olarak, dizginlenmesi gereken akıldır ve Pranayama vb. hazırlıklardır. Kişi yüce otoriteyle
karşılaşacaksa, bir çok engel aşılmalıdır ve daha aşağı seviyedeki bir çokları da kişiye duyulan itimata göre tatmin
edilmelidir. Aynı şekilde, bedensel sistemimizde de Prana'lar olan bu gardiyanlar vardır ve bunlar kolayca
atlanamaz. Hepsinin hakkı verilmelidir. Beden ve Prana'larla ilgili olarak, durum ve fonksiyonlarına uygun bir
şeyler yapmalıyız. Sosyal problemlerimiz ve kişisel problemlerimiz var. Sosyal durumlar Yamaların
uygulanmasıyla zaptedilmelidir, ve sistem Niyamalarla sakinleştirilmelidir. Prana, tamamen kişisel bir ilişkidir ve
bunun düzenlenmesi daha üst bir disiplinin önkoşuludur. Düşük seviye ihtiyaca uygun şekilde bakılmadığı sürece,
daha üst bir basamağa kalkışılmamalıdır. Karşılaştırıldığında biri diğerine göre belirgin olmasa da, basamaklarda
sıçrayış yoktur, her basamakta her zaman kademesel bir gelişim vardır. Bu anlamda, Pranayama uygulamasıyla
bedenin, aklın, sinirlerin ve duyuların ritminin temeli hazırlanır. Prana aslında, sistemdeki herşeyi uyandıran zili
çalandır. Prana harekete geçirildiğinde, tüm (insanüstü) güçler yükselir. Farklı
Yoga metinleri biraz az biraz çok ölçüde, Pranayama metodlarını detaylandırır. Hatha yoga metinlerinin en
önemlisi olan Hatha-Yoga-Pradipika Pranayama'nın üstünde, Asana uygulamasından çok daha fazla durur.
Fiziksel olarak ne olduğumuz, Prana'larımızın nasıl çalıştığına bağlıdır. Sağlıklı Prana'ların sonucunda sağlıklı bir
beden gelir. Sinir sistemimizi rahatsız edecek hiç bir şeyi bedenimize almamalıyız. Yoga uygulamada tüm uçları
yasaklar. Prana'lar yıl boyunca, tüm hava koşullarında ve akli durumlarda dengede tutulmalıdır. Metinler ayrıca,
Yoga uygulayıcılarına büyük bir uyarıyı tembihler. Pranayama hakkında kitaplar okuyan ve her şeyin çok iyi
olduğunu düşünen bir Sannyasin varmış. Büyüklerinin talimatlarının tersine, Swami aklını iki kaşının arasındaki
noktada konsantre ederek Pranayama uygulamaya devam etmiş - ki bu uygulama başlangıç aşamalarında kişinin
yanında uzman bir rehber olmadığı sürece yapılmamalıdır. Günleden bir gün, üç gün boyunca odasında
uygulamadayken, diğerleri onun yokluğunu fark etmişler. Aradıktan sonra, kapısı içeriden kapalı halde odasında
bulunmuş. İnsanların bağırışları onu uyandırmamış ve kapıyı kırmak zorunda kalmışlar. Bedenini sarsmaları bile
şuurunu geri getirmemiş; büyük ihtimalle Prana'larından biri bir merkezde kilitli kalmış ve aşağı ve yukarı hareket
edememiş. Gurusu gelmiş ve avuç içini öğrencinin alnında tutarak üç kez OM hecesini söylemiş. Uygulayıcının
şuuru yerine gelmiş. Herkes onun Samadhiye ulaştığını düşünmüş ama sürpriz bir şekilde o kişi, eski negatif
özellikleri olan yine o eski kişiymiş ve hiç de Samadhi'yi tadan kişilerin işaretlerini sergilemiyormuş. Ölümünden
sonra, bedeni o kadar çürümüş ve erimiş ki, kaldırılamamış ve süpürülmek zorunda kalmış.
Bu öğrencinin ruhsal bir aydınlanması yoktu, sadece yanlış Pranayama yoluyla bir düğüme* girdi ve sonunda
sağlığını mahvetti. Bu yüzden, tüm Yoga metinlerinde ısrarla bir uyarı verilir. Bedenin hiç bir kısmına Prana'nın
konsantre edilmesi için zorlamamalıdır. Kişi boynunun üzerindeki hiç bir nokta üzerine konsantre olmamalıdır,
özellikle de başlangıç seviyelerdeyken. Baştaki bir noktadaki konsantrasyon Prana'yı o merkeze yönlendirir, kan
tedariki bu alana doğru hızlanır ve bu yüzden insanlar başağrısı, artan ağrılar vb'den şikayet ederler. Uygun
inisiyasyon olmadan, hiç bir meditasyon tekniğine samimiyetle başvurulmamalıdır. Ayrıca, kişi başkasının
bedenine Prana aktararak onu iyileştirebileceği gibi bir izlenime sahip olmamalıdır. Başlangıç seviyesindekiler bu
metodları denememelidir. Kişi iyi dilekler dilediği bir başkasının sağlığı ya da refahı için Tanrı'ya dua edebilir ama
kişi uygulamanın başında avuç içini bir başkasının avuç içine yerleştirmemeli ya da Prana'yı bir diğerine
aktarmamalıdır; yoksa kişi kaybeden olabilir. Kişinin Sadhana yoluyla kazandığı ufacık şeyler de, bu tip girişimlerle
tükenebilir. Hevesten dolayı, kişi Tapasını bu şekilde tüketebilir. İleri aşamalarda, kişi tam güçle dolduğunda,
elbette böyle bir tehlike yoktur, çünkü kişi biraz su alarak okyanusu tüketemez; sadece su deposu yeteri kadar
küçükse, deponun boşalması korkusu olabilir. Bu nedenle, bir çok arayan, insanların ayaklarına kapanarak,
ayaklarını ellemelerine izin vermezler. Bu kural ileri seviyeli ruhlar için geçerli değildir, ama Sadhaka'lar kesinlikle
dikkatli olmalıdır. Dünyanın yerçekimsel çekimi Prana'yı aşağı çeker ve Prana bedenin uçları yoluyla geçer.
Brahmacharin'lerin ve bazen Sannyasin'lerin çoğunlukla tahta sandaletler giydikleri görülür. Bunlar elektriği
geçirmezler ve bu doğal oluşuma karşı koruma sağlarlar. Biri öğrencinin ayağına dokunursa, öğrencinin koruduğu
Prana diğerine irtibat yoluyla akabilir. Prana yanıltma ve aşırı gayret yoluyla tüketilebilir. Pranayama'nın yavaşça
devam etmesine izin verin ve kimse uygulamada acele etmesin.
Pranayama kişi yemek yedikten sonra uygulanmamalıdır. En iyisi açken, boş mideyle yapmalıdır. Nefes alış ve
verişte hiç bir ses çıkarılmamalıdır. Otururken yüzü, Doğu veya Kuzey'e vermek faydalıdır. Kişinin Pranayama'da
başarıya ulaştığını gösteren bazı işaretler vardır. Bu işaretler, şüphesiz sadece kısa bir süre için bu tekniği
uygulayanlarda görülmeyecektir. Bedende bir ışıltı, yeni enerji, yorgunlukla kolayca yok edilemeyen olağan dışı bir
güç ve bedendeki ağırlığın yokluğu Pranayama'daki ilerlemeyi gösteren bazı işaretlerdir.
*) Prana bedeni: Pranayama kosha
*) düğüm: Sanskritçesi Granthi'dir. Bedende üç düğüm vardır.
1) Rudra/ Shiva Granthi: Ajna Çakra bölgesindedir. Nedensel beden ve düşünce, fikir ve vizyon dünyasıylla
ilişkilidir. Bu düğümün çözülmesiyle sezgisel vizyon ve psişik güçler açılır.
2) Vişnu Granthi: Kalp bölgesinde bulunur. Kişisel olarak gelişimimizi engelleyen tüm duygusal bağımlılıklarımız
bu düğümdedir. Bu düğümün açılmasıyla, kişi evrenin gerçek amacını ve ilahi evrensel planı görür.
3) Brahma Branthi: Omurganın kökünde bulunur. Fiziksel beden ve maddesel dünyayla ilgilidir. Bu düğümün
açılmasının bizi maddeye olan bağımlılık zincirlerinden kurtaracağı söylenir.
9. BÖLÜM PRATYAHARA YA DA SOYUTLAMA
Biz hala Yoga'nın dış alanındayız. Asana ve Pranayama Yoga'nın dışını oluşturur. Yoga'nın içsel uzuvları ise içsel
alanını oluşturan ilerki konulardır. Pratyahara ya da duyu- güçlerinin geri çekilmesi içsel döngünün başladığı
yerdir. Asana'nın Pranayama'ya yardım etmesi gibi, Pranyama da, Pratyahara'ya yardım eder. Asana sabit fiziksel
duruştur; Pranayama nefesin uygun idaresi (manipülasyonu) ile enerjinin düzenlenmesi ya da uyumlu hale
getirilmesidir. Pratyahara, nesnelerden duyuların gücünün geri çekilmesidir. Pratyaharma "soyutlama" ya da "geri
getirme" demektir.Tıpkı bir at sürücüsünün elinde tuttuğu dizginlerle hareketleri kontrol etmesi gibi, Yogi de
Pratyahara uygulaması ile duyuları kontrol eder. Pratyahara'nın arkasındaki mantığı anlamak için, Yoga'daki ilk
derse geri dönmeliyiz. Burada soru, duyuların dizginlenmesine niçin gerek olduğudur. Yoga evrenselin
farkındalığının tekniğidir. Birey kozmikle uyum içine girmelidir, ve bu özde Yoga'nın amacıdır. Duyular bu çabada
engeller olarak hareket ederler. Birey kendini evrenselle birleştirmeye çalışırken, duyular bireyi ilginin çeşitlenmesi
yoluyla evrenselden ayırmaya çalışır. Yoga analizleri evrensel dışında gerçekte hiç bir şey olmadığını onaylarken,
duyuların asli görevi dışarıda bir dünya olduğunun kanıtının bulunmasıdır. biz evrensel olarak düşünmeye
çalıştığımızda, duyuların bizim bu şekilde düşünmemizi engellediğini, bizi türlülük ve çeşitliliğe dayanarak hissedip
hareket etmemizi sağladığını düşünebiliriz. İşte bu bir çok kişinin meditasyonda bulduğu zorluktur. Duyular,
meditasyona girişildiğinde sakin durmazlar. Aksine içsel sistemdeki güçlerin ilgisini başka tarafa çekerek, şuura
odaklanmayı geciktirirler. duyular, ana konuları görme, duyma, koklama, dokunma ve tatma fonksiyonları olan fiilin
farklı kanallarından enerjiyi serbest bırakırlar. Bizler belli olanı gördüğümüz sürece, bizler evrensele inanamayız.
Kimse evrenselliğin varlığına inanamaz, çünkü kimse onu görmemiştir. Duyular gören ve görülen arasındaki farkın
yaratılmasında araç olmuş gibidirler. Halbuki, gerçek birey ve evren arasında bir fark olmadığıdır. Görünen fark
duyular aracığıyla yaratılmıştır. Kişi duyular aracılığıyla hatalı bir kabule hipnotize edilmiştir. Kişinin herşeye gücü
yeterken, duyular bireyin aciz olduğu duygusunu hipnotize etmiş ve kişi bireyselliğin acılarını çekmiştir. Bir
milyoner bir rüyada, aşırı yoksul olduğunun acısını çekebilir. Çok zengin bir yemekten sonra, kişi bir hayal-
dünyasında acıkabilir. Biz dört duvar arasında hapsolmuşken, genişleyen uzayın hayalinin deneyimine sahibiz.
Kendi mekanımızdayken, uzak bir diyara aktığımızı hayal ederiz. Yaratılan psikolojik ortam deneyimin farkının
sebebidir. Yer, zaman ve koşullar akıl farklı bir şuur alemine girdiğinde değişebilir. Hayal safhasında duyular
"dışarıda" olmayan bir dışsal dünyanın hayalini üretirler. Bunun anlamı, olmadıkları halde bizim bir şeyleri
gördüğümüzdür. Bizim görmemiz için mutlaka dışarıda bir dünya olması gerekli değildir. Rüya bireyin bir çokmuş
gibi gözükmesini sağlar. O halde, iki gerçek burada birleşir: bir bir çok haline gelebilir; ve biz olmayan bir dünya
görebiliriz.
Bu tamamen bize uyanma safhasında bile başımıza gelendir - bu aynı kanun, algılamanın aynı kuralı, aynı
deneyimsel yapıdır. Bir dünya görmemiz, "dünyanın algılanması" gerçeğine rağmen, dünyanın gerçekten var
olduğu anlamına gelmez. Biz sadece rüyadan uyandığımız zaman, bize rüyada ne olduğunu öğreniriz, biz
rüyadayken bunun farkına varmayız. Rüya-durumunun duyularının bizi bir rüya-dünya deneyiminde dolaştırması
gibi, uyanma durumunun duyuları da bize aynı şeyi yaparlar. Rüya-duyuları geri çekildiğinde, biz rüyadan uyanırız;
uyanma duyuları geri çekildiğinde ise, biz evrensel gerçeğe gireriz. Duyuları dizginlemezsek, dünya rüyasında
olabiliriz. Duyuları tekrar kaynağına geri döndürürsek, bireysellik köpüğü Mutlak'ın okyanusuna doğru patlar. Biz
rüyada gördüğümüz şeylerin hiç biri olmadığımız gibi, dünyanın doğasının da bir parçası değilizdir. Pratyahara
kişinin dünya-algılamasıyla ilgili uzun rüyasından uyanması için gereklidir. Bunlar üzerinde meditasyon yapılması
gereken, sadece dinlendiğinde bile arılaştırıcı olan süptil gerçeklerdir. Kişi sadece bu gerçekleri duysa bile, kişinin
günahları* yok olacaktır. Bu, duyu kontrolü uygulamasının gerekliliğidir. Duyular nesnelere yapıştığı sürece, bizler
dünyadayızdır. Yoga, sadece dünyanın algılanmasından evrensel şuura doğru yükselir. Pratyahara için farklı
yöntemler vardır. Metinler bu araçların büyük sırlar olduğunu söylerler. Kimse kalbini saflaştırmadan meditasyon
yapmaya çabalamamalıdır. Kişi ön koşullar sağlanmadığı sürece, yola giremeyecektir. Kişi duygularını
arılaştırmadan, sadece aklını meditasyona zorlamamalıdır. Hayal kırıklığına uğramış arzular büyük tehlikelerdir.
Yoga'ya pusuya yatmış arzularla yaklaşmak patlayan bir dinamite dokunmak gibidir. Bırakın kalp özgür olsun
çünkü meditasyon yapması gereken sadece beyin değil, kalptir. Kalp başka bir yerde olduğunda ve duygular farklı
amaca yönlendiğinde, düşünce hiç bir şeyi arşivleyemez.
Pratyahara'nın Yoga'nın sınırını oluşturduğu söylenebilir. Kişi Pratyahara uyguladığında, kişi neredeyse Sonsuz'un
sınır bölgesindedir ve burada kişi süper-fiziksel hislere sahiptir. Guru ihtiyacı en çok hissedilen yer burasıdır. Yine
burada kişi, bedenin ürpermesini, aklın çırpınmasını, duyuların uyur halini ve aşırı hareketliliğini deneyimler. Biz
Pratyahara'ya yeltendiğimizde, duyular çok daha akut hale gelirler. Daha fazla açlık, daha fazla tutku, daha fazla
rahatsız olmaya karşı hassasiyet, aşırı alınganlık Yoga'daki bu uygulamanın ilksel sonuçlarıdır. Bu durumu
gösterebilmek için, bir örnek verebiliriz: bedenimize bir sopa ya da demir bir değnekle dokunsak bedenimizi
hissetmeyiz. Ama gözlerimiz, göz yuvalarımızın yapısının süptilliğinden dolayı, ipeksi bir kumaşın bile dokunuşuna
dayanamaz. Akıl o kadar süptil hale gelir ki, en ufak bir provakasyon, etki ya da teşhire karşı çabucak tesir altında
kalır. Pratyahara aşamasında, biz direkt olarak duyularla uğraştığımız bir durumda kalırız, bu tıpkı polisin, kendini
önce pusu kurarak saklayan ve şimdi ölümü bile göze alarak savaşan haydutlarla yüz yüze karşılamasına benzer.
Ölümüne savaşta, savaşma güçlerinin kuvveti artar ve bir atışta iki katına çıkar. Bir çatışmada ölmek üzere olan
bir yılan bir kişiyi soktuğunda, hiç bir panzehir olmadığı söylenir, çünkü zehiri öfkeyle daha yoğun hale gelmiştir.
Alev sönmeden önce daha fazla parlar. Aynı şekilde, duyular da, Pratyahara ile yakalandığında, aşırı tepki
gösterir, hassas olur ve fazlasıyla güçelinir. Burada uyanık olmayan bir Yoga öğrenisi bir düşüş yaşayabilir. Peki
kişi duyular aktif ve ateşli hale geldiğinde ne yapmalıdır? Kişi bu koşul altında duyu-nesnelerini görmeye
dayanamaz, ve burada kişi bu nesnelerin civarında olmamalıdır. Kişi normal bir sosyal yaşam sürerken, hiç bir şey
onu özellikle cezbeder gibi değildir. Ama şimdi, Pratyahara aşamasında, kişi o kadar hassas hale gelir ki, duyular
her an patlayabilirler. Bu keskin ve kesici olan, ince ama algılanması zor olan bir bıçak sırtında yürümeye benzer.
Buradaki biraz dikkatsizlik, tehlikeli sonuçlar anlamına gelebilir. Yoga yolu, gözlerinize görünmeyen ve yürünmesi
zor olan süptil bir yoldur. Daha önce uygulanan Yama ve Niyama'lar bu aşamada yardımcı olabilirler. Kişinin büyük
bir disipline sahip olduğu Yama ve Niyama'lar, kişiyi duyuların saldırısından koruyabilir. Öğrencinin dürüstlüğünden
ötürü, Tanrı onu bu durumdan kurtaracaktır. Bu kişinin nesne ve zevklere meyleden duyu güçlerine karşı
savaşması durumu Mahabharata-savaşı uygulamasıdır.
Pratyahara aynı zamanda Vichara ya da süreçteki her bir psikolojik koşulu dikkatlice inceleme ile yan yana
gitmelidir. Duyular kolayca bir şeyi bir başka şeyle karıştırabilir. Samsara ya da dünya-varlığı değerlerin yanlış
hükmedilmesinden başka bir şey değildir. Duyular Gerçek'i göremezler. Sadece bu da değil; duyular gerçek
olmayanı görürler. Patanjali, duyuların ebedi olmayanla ebedi olanı, saf olmayanla saf olanı, acıyı zevkle ve
Özben olmayanı Özbenle karıştırdıklarını söyler. Bu akıl ve duyular tarafından yapılan dört katlı gaftır. Bu dünyada
kalıcı olan hiç bir şey yoktur. Herşey geçer gider, bu gerçeği hepimiz gayet iyi biliriz. Herkes bir sonraki anın kesin
olmadığını bilir, yine de biz insanların geleceğe duydukları inancı ve önlerindeki elli yıl için bile ne gibi hazırlıklar
yaptıklarını da görürüz. Evrim sürecine yakalanmış tüm kozmosun geçiciliğinden dolayı, bu dünyada sabit hiç bir
şey olamaz Yine de insanoğlu herşeyi sanki kalıcı varlıklarmış gibi alır. Duyular tam olarak önlerinde gerçekleşeni
görmezler. Duyular sanki önlerinde olanı görmeyen kör kişiler gibidirler. Herşeyin geçici olduğu beyanatını
doktrininin merkezine koyan, ama duyulara herşey sanki kalıcıymış gibi gözüktüğünü, yani duyuların gerçeği
göremediklerini söyleyen Buddha'dır. Nehrin hiç bir noktasındaki akan su bir diğerinin aynısı değildir. Ateşin yanan
alevinin süreğen bir varoluşu yoktur. Bunlar parçaların hareketidir, zerrelerin zıplamasıdır. Bedenin her bir hücresi
değişir. Maddenin her bir atomu titreşir. Herşey başka bir şeye meyleder. Heryerde varolan sadece değişimdir.
Ama duyulara göre, değişim yoktur ve herşey katıdır (maddeseldir). Duyuların bu teorisine bağlanmış kişi, kendi
yaklaşan ölümünü bile kabullenmek için hazırlıklı değildir. Duyuların bilgeliğinin kredisi işte bu kadardır.
Duyular ayrıca arı(saf) olan yerine arı olmayanı alır. Bizler bedenimizin çok güzel ve değerli olduğunu ve bu
bedenle ilişki içindeki diğer bedenlerin de çok değerli olduklarını düşünürüz. Biz nesneleri güzel biçimler olarak
kucaklarız ve görünen güzelliğinin altlarında yatanın aslında arı olmayan olduğunu bilmeyiz.Bedenin güzellik ve
arılık olarak adlandırılanını devam ettirebilmek için her gün yıkanma, sabunlanma, kozmetik kullanma vb rutinler
uygularız ve bunlar yapılmadığında gerçekte bedenimizin ne olduğunu görürüz. Bedenin gerçek doğası, kişi bu
rutinleri bir kaç gün yapmazsa ortaya çıkar. Dünya dahil diğer her şey için de durum böyledir. Dikkat
edilmediklerinde, herşeyin gerçek doğası tezahür eder.
Beden hasta olduğunda ve aç kaldığında, bize gerçek doğasını gösterir. Yaşlandığında, gerçek doğası görünür
hale gelir. Ödünç alınmış, suni, aldatıcı -bedenin güzelliği işte bu kadardır. Niye biz ölümcül bir hastalıkla
etkilenmiş ya da ölmüş bir bedende aynı güzelliği görmüyoruz? Sevdiğimiz bedene duyduğumuz tutku o zaman
nereye gidiyor? Olmayan şeyleri görme ve hayaline göre değerler inşaa etme aklın bir karışıklığıdır. Başka bir
kaynaktan çıkartılarak güzelliği şekillendirilen ve güzel bir madde haline gelenin altında bir çirkinlik yatar, bu tıpkı
bir aynanın ödünç aldığı ışıkla parlaması gibidir - parlayan ayna değiş ışıktır, halbuki biz genellikle aynanın
parladığını söyleriz. Biz bir şeyle diğer bir şeyi karıştırırız. Güzellik bedene ait değildir. Güzellik aslında duyuların
ve aklın görselleştiremediği ya da anlamadığı başka bir şeye aittir. Yoga metinleri bu bedenin ne kadar saf-
olmayan (kirli) olduğunu açıklar. Beden nereden gelmiştir? Kaynağına gidin ve o yerin ne kadar arı olduğunu
göreceksiniz. Bakılmadığında, ciddi bir hastalığa yakalandığında ve Prana'ları talan edildiğinde bedene ne olur?
Prana'ları ayrılmış bedenin* güzelliği nerededir? Niye biz bir cesette bir güzellik görmeyiz? Yaşayan bedene bizi
çeken şey nedir? Duyuların raporlarına güvenilemez. Biz ayrıca zevki de acıyla
karıştırırız. Biz acı çektiğimzde, zevklerin keyfini çıkardığımızı düşünürüz. Psikoanalitik anlamda, bu kişinin acı
çekmekten hoşlandığı mazoşizm durumu ile karşılaştırılabilir. Kişi o kadar üzüntü içindedir ki, üzüntü verici
durumun kendisi zevk verir gibi gözükür. Kişi asla gerçek saadetin, mutluluğun, neşenin ne olduğunu bilmemiştir.
Kişi üzüntü içinde doğar, üzüntü içinde yaşar ve üzüntü içinde ölür. Bu keder durumunu doğal durumuyla karıştırır.
Patanjali, "Bir arzunun tatminin takip eden sonuç olarak, keyfi çıkarılan izlenimleri daimi kılma dileğinden doğan
endişe ortaya çıkar ve Prakriti'nin Gunalarının** daimi değişiminden dolayı herşey acı verici olur." der. Dünyanın
yapısındaki kusurları keşfeden sadece ayırt edici (ince farkları görebilen) akıldır.
Zevkin sonucu zevki tekrarlamaya duyulan isteğin tekrar ortaya çıkmasıdır. Arzu büyük bir yangın felaketidir,
beslendiğinde daha fazla, daha fazla yakıt ister. Arzu kendini genişletir. Yoga metinlerinde bu büyük gerçek
tekrarlanmıştır "Arzu hiç bir zaman doyrulduğu zaman yok olmaz." Arzunun tatminin etkisi kişi öyle düşünse bile
zevk değildir, etki daha fazla arzudur. Kişi zevk almaya ne kadar süre devam edeceğini söyleyemez, çünkü bunun
bir sonu vardır. Kişi ölmek istemez, çünkü bu dünyada ölmek zevk merkezlerini kaybetmek demektir. Akıl ölümün
yakın olduğu haberini alınca bir şok geçirir. Arzu ölüm korkusunun sebebidir. Arzunun tatmininin sonucu bu
yüzden herkese bir ders öğretmelidir. Ayrıca,
arzu nesnelerini ele geçirdiğimizde, bizler özde gerçekten mutlu olmayız. (Çünkü) bunları korumak için bir endişe
vardır. Bir çok tatmin verici nesnesi olan kişi çok iyi uyuyamaz. Zengin kişiler mutlu değildir. Akrabaları
zenginliklerini çalabilir, haydutlar onları kaçırabilir, hükümet mallara el koyabilir. Sadece arzu nesnelerine sahip
olmamız mutlu olduğumuz anlamına gelmez. Kişi nesneyi elde edemediğinde mutsuzdur ve ona sahip olduğu için
yine mutsuzdur. Tatminsizliğin bir başka sebebi daha vardır. Bir arzuun tatmini yoluyla biz farkında olmadan
bilinçaltı aklımızda süptil olan psişik izlenimler yaratırız. Birinin mikrofon önünde konuşması ya da şarkı söylemesi
gibi, alışkanlıklar da bir gramofonun plağı üstünde biçimlenir ve ses istendiği kadar çalınabilir; o halde kişi bir
nesnenin zevkini deneyimlerken, izlenimler şuuraltı seviyede biçimlenir ve kişi, bir çok doğum geçtiğinden ve artık
onları istemese ve onları unutsa bile bir çok kereler çalınabilir. Zevk fiili yoluyla yaratılan izlenimler kişinin
gelecekteki kederidir. Bir dördüncü ders
vardır: Prakriti'nin Gunalarının dönen tekerleği. Prakriti, Sattva, Rajas ve Tamas olarak adlandırılan özelliklerden
oluşan maddeler matriksine verilen addır. Sattva şeffaflık, arılık ve gücün dengesidir. Rajas zihnin ya da ilginin
başka yöne çekilmesi, bölünme ve bir şeyin bir diğer şeyle iki kola ayrılmasıdır. Tamas atalettir, ışık da değildir, fiil
de. Bunlar, Prakriti'nin üç modudur ve deneyimlerimiz bu modlarla olan birliğimiz haricinde bir şey değildir. Tamas
bizde işlediğinde, biz kalın kafalıyızdır, Rajas çalıştığında kederliyizdir, Sattva baskın geldiğindeyse mutluyuzdur.
Biz sadece Sattva yükseldiği zaman mutlu olabiliriz, başka zamanlarda değil. Ve biz sürekli mutlu olamayız, çünkü
Sattva her zaman yükselmez. Prakriti'nin Tekerleği hep döner ve asla durmaz. Sattva zaman zaman yükselir ve
sonra inişe geçer. Yukarı çıktığında biz kendimizi mutlu hissederiz ve aşağı indiğinde mutsuz oluruz. Hareket eden
bir tekerlekte, kimse sabit ya da aynı pozisyonda kalamaz. Bu yüzden bu dünyadaki mutluluk geçicidir, gelir ve
geçer. Fiziksel ve bu anlamda psikolojik olarak inşaa edilmiş bu dünyanın tümü ayırt edici aklın acı kaynağıdır.
Dünyanın geçici neşesi, biyolojik gerilimin serbest bırakılmasının sonucunda, sinirlerin gıdıklanmasında ve
haberdar edilmemiş aklın yanılgısında bulunabilir. Biz aynıca Özben-olmayanı Özbenle karıştırırız, ki bu hepimizin
her gün yaptığı çok ciddi bir hatadır. Birşeyi sevdiğimzde, Özben'i Özben-olmayana geçiririz ve Özben-olmayanı
Özben'in karakterlerini telkin ederiz. Özben bilen, gören ve deneyimleyendir. Özben içimizdeki şuurdur. Görülen
ya da deneyimlenen ve bizim bir nesne diye baktığımız şey Özben-olmayandır. Nesne Özben-olmayandır, çünkü
nesnenin şuuru yoktur. Nesne olarak alınan varlığın bir kişi olması ve kişinin şuurunun olması bu argümana ters
değildir çünkü görülen (nesne olarak alınan) kişinin şuuru değil insani biçimidir. Nesnelerdeki "nesnellik" onları
nesne yapan şeydir. Dünyayı bilen nesneler değildir, dünyayı bilen kırılmış şuurdur. Dünyayı hisseden dünya
değildir, bilen öznedir. Şuur, psikoloijk olarak oluşan gizemli bir hareketle nesnenin varlığının farkına varır.
Örneğin, kişi bir dağın varlığının nasıl farkına varır? Hergün oluşan bu basit fenomeni anlamak biraz zordur. Önde
duran dağ algılayıcının gözlerine ya da aklına girmez. Dağ uzaktadır, yine de akıl sanki onun varlığından haberdar
gibidir. Gözler nesne ile bir irtibata geçmez; nesneye fiziksel olarak dokunulamaz. O halde bir nesne nasıl bilinir?
Bazıları, nesneden yayılan ışık huzmelerinin öznenin gözündeki retinaya ulaştığını ve böylece nesnenin bilidiğini
söylerler. Ama ne nesnenin ne de ışık huzmesinin bir şuuru vardır ve hareketsiz bir aktivite şuurlu bir etki
üretemez. O halde, bir nesne nasıl bilinir? Özne ve nesne ilişkisindeki sır dışsal biçimin altına gizlenmiş gibidir.
Işık huzmesi aracılığıyla nesne hakkında bilgiye sahip olduğumuzu bize söyleyenler duyulardır. Sadece gözler
görmez, ve ışık huzmeleri sadece bir nesneyi ortaya çıkarmaz. Işık huzmeleri her zaman orada olabilir ama akıl
başka bir yerdeyse, kişi onu göremez. Araçsal faktörler bir yana, algılamada gerekli başka bir şey var gibidir. Akıl
burada önemli bir rol oynar. Şimdi, akıl bir madde, bir nesne midir? Yoksa bu zeka mıdır? Algılamada en az
beklenebilecek olan zekadır. Biz aynanın parladığını söyleyebildiğimiz gibi, aklın da zeka olduğunu varsayabiliriz.
Ayna nasıl parlamıyorsa, akıl da zeka değildir. Parlayan nasıl ayna değil ışıksa, aklı bile aydınlatan fizik ötesi
şuurdur. Bu şuurun doğasını anlamak çok kolay değildir çünkü kendisi anlayandır. Tüm bu açıklamanın
ardındakini kim açıklayabilir? Tüm anlayışın ardında yatan bilgidir. Anlayışı kim anlayabilir? Bu, içimizdeki gizemli
gerçekliktir. Bunun sayesinde biz herşeyi biliriz, ama bu kimse tarafından bilinemez. Bu zeka ya da şuur, ışığın
ayna üzerinde oynaması gibi akıl üzerinde oynar. Bir duvarın aynada yansımasıyla aydınlanması gibi, akıl kendini
bir nesnede yansıtır. Aklın ve içindeki şuurun hareketiyle bir yere gelmiş nesne nesneyi algılar. Zeka direkt olarak
hareket etmez; o daha çok aklın bir aracı yoluyla odaklanır. Bir zeka huzmesi aklın lensinden gçer ve nesneyle
karşılaşır. Zeka, nesneyi aklın aracılığıyla seyreder.
Zeka, bizim nesne diye bildiğimiz şuursuz maddeyle nasıl irtibata geçer? Aralarında bir benzerlik olmadığı halde,
şuur nasıl bri nesneyi bilebilir? Bazı materyalizim felsefelerinin söylediği gibi, bu tip bir benzerlik olması gerektiğini
kabul ederek maddesel bir ilişkinin olduğu söylenemez, çünkü maddenin anlayışı yoktur. Maddenin gözleri yoktur,
zekası yoktur. O halde, maddeyi gören kimdir? Madde maddeyi göremez, çünkü kördür. Onsuz herşeyin anlamını
yitirdiği zeka, maddeden farklıdır. Maddenin varlığını bilen zekadır. Zeka maddeyle benzer olmadığı sürece, nasıl
onunla irtibata geçebilir? Maddesellik ikisi arasındaki bağ olamaz, çünkü madde şuurla bağlanamaz. Şuur
maddede saklı olduğu sürece, şuur maddeyi bilemez. Algılamanın kabul edilebilir bir manası olmalıysa, sonunda
madde esasen şuur olmalıdır. Algılamanın mümkün olması için, Özben-olmayanda bile Özben olmalıdır, şuur
evrensel olmalıdır. Ama, duyular evrensel şuuru göremez. Duyular sadece nesnelliği, dışsallığı, yerleşik şeyleri
görebilir. Yanlış bir şekilde, duyular "dışsallık" hayaletini yansıtır ve evrensel gerçeklik dışında bir "nesne" yaratır.
Nesne suni olarak bir özneyle bağlıdır. Duyular bir madde olarak gözüken dışarıda bir nesne görselleştirdiğinde,
nesne ve özne arasında değerlerin transferi ortaya çıkar. Evrensel şuur olan içteki Özben, nesne ile benzerliğini
tasdik eder, ama bunu akıl yoluyla yaptığından, nesne için duyulan sevgi vardır. Tüm sevgi evrenselin yaratılışta
kendisiyle hissettiği tasdiktir. Evrensel sevgi duyular yoluyla nesnelere aktarıldığında çarpılır. Herşeyi eşit olarak
sevmektense, biz sadece bazı şeyleri diğerlerinden ayırarak severiz. Bu, aklın bir hatasıdır, evrensel altyapısını
bilmediğinden duyular yoluyla nakledilen tesirdeki hatadır. Ruhsal sevgi evrenselken, hissel sevgi belirlidir ve
nefreti ve öfkeyi doğurur. Bireysel arzu, zincirleri de beraberinde getirir.
Evrensel unutulduğunda, Özben Özben-olmayanla karıştırılır veya tam tersi olur ve bazı nesnelerde mevcut hale
gelir ve duyular ebedi-olmayanı ebedi olan, saf olmayanı saf olan, ve acıyı zevk olarak alma gafına düşer.
Pratyahara'ya bu analiz yoluyla yardım edilmiştir, çünkü duyular bu anlayışla nesnelere yapışmaktan geri çekilir.
Duyuların ilgili nesnelerde ve bu nesnelere olan organik bağıyla ilgili karışıklığı o kadar derin ve güçlüdür ki, şuuru
maddeden kurtarmak o kadar da kolay değildir. Kişi kendi bedeninden derisini nasıl ayıramazsa, duyuları da
nesnelerden ayırmak o denli zordur. Duyular ve nesneler arasında suni olarak yaratılmış olan organik irtibat
Vichara ya da felsefi araştırma yoluyla koparılmalıdır. Bu, gerçek olmayan için Vairagya ya da hislerine
kapılmamada bir aşamadır.
Pratyahara durumunda duyuların her zaman aktif olması gerekli değildir. Bazen duyular sakince yatışmış gibi
görünürler ve yine de öğrenciye büyük bir rahatsızlık verirler. Duyular positif olarak aktif olduklarında, öğrenci
onların şuurundadır ama duyular kaçamağe başvurduklarında, onları algılamak zordur. Duyuların faaliyetlerinin
tezahürde aşama ya da biçimleri vardır. Fitnecilik eden biri sessizliğini sürdürebilir, ama bu onun herhangi bir
faaliyette bulunmadığını göstermez, çünkü uygun zamanda kendisini göstermeyi istediğinden bir dolap çeviriyor
olabilir. Bu zamanlarda, yaptığı faaliyetler polisin çalışmasından ve bir çok yönden tacize uğramasından ötürü
düşünüp bir netice çıkarır. Aşırı çalıştığında, yorulabilir ve bu durumda, yine hiç bir şey yapmayabilir. Yine de bu,
kendi süptil niyetinden kurtulduğunu ya da faaliyetten kurtulduğunu göstermez. Bazen, faaliyetini kızının nikahı ya
da oğlunun hastalığı gibi başka sebeplerden ötürü de geçici olarak durdurabilir. Faaliyetin bu şekilde geçici olarak
durması planlarına son verdiğini göstermez. Ortam uygun olduğunda, işini tam gayretle yapacaktır.
Bu arzuların da çalışma şeklidir. Arzular, uyumuş, azalmış, kesilmiş ya da aktif olarak işler olabilir.
Uyuduğumuzda, arzular da uyur; bir sonraki gün ileriki faaliyetler için güç toplarlar. Ayrıca, yorulurlar ve bir süre
için çalışmaları azalır. Sosyal kanunların işleyişinden, arzuları doyuran araçların yokluğundan, ya da tatmini
engelleyen bir şeyin varlığından doğan bir hayal kırıklığı varsa, uyur vaziyette yatarlar Prasupta. Hayal
kırıklığında, faaliyet geçici olarak durur. Kişi arzunun ifadesini geçiren bir ortamda değilse, kişi onu iradesiyle
bastırır ve burada arzular ikna edilmiş bir uyku durumundadır. Kozmik Pralaya ya da nihai çözünmede, tüm
bireyler evrenin nedensel durumunda toplanıp sarıldığında, arzularıyla birlikte duyular belirti göstermeden
dururlar; tohum halinde dururlar. Arzular tamamen kör değildir, çünkü kendi genişlemeleri ve doyumları için ne tip
koşullar yaratmaları gerektiğini bilirler. İçgüdünün bile bir zekası vardır. Bazen zeka içgüdü tarafından bastırılır.
Zeka çoğu kez içgüdüyü haklı çıkarır ve içgüdünün işinin önemini belirtir.
Bunlar sıradan insanların arzu durumlarından biriyse de, Yoga öğrencileri için bu zayıflar ve bir ip gibi olur.
Sadhhana kolayca yok edilemeyen arzunun değerini düşürür, zayıf hale getirir. Arzu ruhsal Guru'nun önünde, bir
tapınakta ya da saygı ve sevgi bulunulan yerde biraz güç kaybeder, çünkü buraları arzunun şov yapacağı
atmosferler değildir. Bu, arzunun zayıf veya ince (Tanu) kaldığı bir diğer durumdur.
Arzunun, faaliyetlerinin sıklıkla kesilebildiği (Vichhinna) bir üçüncü durumu daha vardır. Kişi kendi oğlu için sevgi
duyabilir, ama hatalı ya da hoş olmayan bir davranışı yüzünden oğluna kızabilir. Burada, oğluna olan sevgisi yok
olup gitmemiştir, ama geçici koşulların getirdiği durumdan dolayı geçici olarak durmuştur. Bu, sıklıkla karı kocalar
arasında olur. Toplumda öyle veya böyle oluşan durumlara bağlı olarak sevgi nefret tarafından, ve nefret sevgi
tarafından bastırılmıştır. Zaman içinde, bizi çeken şeyler, bizim nefret ettiğimiz şeyler gibi gözükebilir. Maymunlar
arasında, biz anne maymunun bebeğinin yemesine izin vermediğini ve ağzına aldığı bir lokma ekmeği bile aldığını
görürüz. Bu, annenin bebeğinden nefret ettiğini göstermez, ve biz anne maymunun bebeğine duyduğu
bağımlılığın büyüklüğünü de görebiliriz. Sevgi ve nefret gizemli psikolojik durumlardır ve bizler zıt güçler
tarafından güçlü bir şekilde çekilmediğimiz sürece, belli zamanlarda nerede durduğumuzu bilemeyiz. Bazen kişi
kendini depresif hisseder ve diğer zamanlarda kişi mutluluk modundadır. Sıklıkla sıkıntı ve melankoli vardır. Küçük
mutsuz olaylar, o ana kadar mutlu olan insanları kolayca rahatsız eder. Aynı şekilde, birdenbire, onları ilgilendiren
neşeli bir haber yüzünden coşabilirler. Bunlar, farklı yönlerdeki arzu rüzgarlarının hareketine göre, aklın
havuzundan yükselen dalgalar gibidir. Akıl duyuların tınısına göre danseder.
Bazı zamanlar, arayanların uzun bir süre duyularını kontrol altına almış kişiler oldukları görülür, ve sonra
istenmeyen faaliyetlere kendilerini vermeye başlarlar. Bazen, hiç bir gelişme hisseidlmezken, kişi tüm çabaların
boşa gittiğini düşünebilir; ama sonra birdenbire kişi büyük bir neşe hisseder. Bu, Buddha'nın da başına gelmiştir.
Buddha, aydınlanmasından bir gün önce tüm umutlarını kaybetmiştir. Sonunun geldiğine karar vermiştir. Ama
köpük ertesi gün kabarmış ve ışık doğmuştur. Arayanlar yolda bir iniş bir çıkışı olan dağ yolu gibi bir ileri bir geri
gidebilirler. Yoga öğrencisi uyanık olmalı ve gün be gün aklın moduna bakarak kararlar vermemeli ve yargıları
geçiştirmemelidir. Herşey bir süre için iyi görünebilir; ama sonra, kişinin umut ve beklentilerini paramparça eden,
duyguların siklonu da vardır. Bu, kişi kontrol edip, faaliyetlerini sınırladıkça, arzu dolu duyuların öç aldığı bir gerilla
savaşıdır. Bizler sürekli olarak duyularımızı göz altında tutarsak, onlar içerlediklerini gösterir ve tepki gösterir ve
üzerimize atlamak isterler. Kimse, özgürlüğünün sınırlanmasına tahammül etmez.
Arzunun durumu ne olursa olsun -uyku, zayıflama ya da kesilme- o hala oradadır, ve gitmemiştir. Uygun bir
zamanda tekrar güç toplayacaktır. Söndürmek için biz bir ateşin üzerine su dökebiliriz, ama kıvılcım oradaysa,
büyük ateş söndüğü halde, bu kıvılcım tekrar geniş bir parlama yaratabilir. Bu çoğunlukla, kenarından tüten bir
üçücük tahta parçasın yoluyla ormanlarda olur. Bırakılan kıvılcım fırsatçı bir anda kendini tezahür ettirir. Arzu zayıf
olsa da, yok edilmemiştir ve uygun koşullar varolduğunda güçlü hale gelirler.
Tamamen uygun koşullara konduğunda, arzu tamamen aktif Udara hale gelir ve o zaman kişi vahşi orman
yangınında olduğu gibi hiç bir şey yapamaz. Öfkeli alevler bir avuç suyla söndürülemez. Öğrencinin minik ayrıt
ediciliği arzunun gücüyle yok olur gider. Buddha, "tüm dünya ateştir" demiştir. Deneyim arzunun ateşidir; gözler
yanan ateştir, kulaklar ve diğer duyular arzuyla yanarlar. Akıl ve melekeleri bu yangına yakalanırlar. Dünya,
Buddha'ya göre, canlı kömürle yanan bir çukurdur. Bahsedilen dört durum sadece arzunun çalışmasının geniş
olarak bölümlenmesidir. Ama, saklı duran ya da hareket eden başka biçimleri de vardır. Akıl, kendi içinde Yoga'nın
saldırısından korunmak için belli mekanizmalar yaratır. Gözlenebileceği bir yerde durmaktan kaçınır ve öğrenci de
onun amacını gözden kaçırabilir. Ve, zaten bahsettiğimiz dört tekniğin herhangi birini takip edebilir. Faaliyetini
tamamen başka bir kanala yönlendirebilir. Bu, aklın savunma mekanizmalarından biridir. Daha üst seviye bir akla
sahip öğrenci düşük aklın bir nesneye bağlandığını gözlemlerse, doğal olarak bunu alt etmek için uyanık olacaktır.
Ama, kurnaz bir araçla akıl nesneyi bırakıp becerikli bir şekilde başka bir şeye yapışır, böylece bağımlılığın gittiği
görünüşünü yaratır. Sevgi bir merkezden diğerine yönlenmiştir. Öğrenci, uygun dikkati uygulamazsa, kendini
aptallar cennetinde bulabilir. Öğrenci, tutkusunu yok ettiğini düşünebilir, halbuki tutkusu eskisinden daha sıkı bir
şekilde vardır, sadece başka bir merkeze odaklanmıştır. Nehir başka bir yoldan akmaktadır ve başka bir köyü sel
basmaktadır. Kaplan kızdırıldığında, kişi kime saldıracağını bilemez.
Akıl ayrıca, bu bilindik teknikten farklı olarak başka bir yöntem daha kullanabilir. Kişi nereye giderse gitsin arzunun
üzerine ışık tutmakta ısrarcı olursa, akıl dışsal bir nesneye gitmeyi durdurur ama içsel olarak arzulanan sonuç
hakkında düşüncelere dalar. Tüm diğer yollar kapalıysa, içteki nesneden zevk alınabilir. Kişi diğer tüm kanallar
bloke edildiğinde, nesneleri düşünür ve psikolojik bir tatmin elde eder. En iyi olan mevcut değilse, akıl en iyi ikinci
olanda tatmini arar ve eğer hiç bir şey verilmezse, kendi nesnesinin zevkine düşüncelerle varır. Uyanık kişi bunu
bile gözlemleyecek kadar ileri gitmişse, akıl bazı kişiler ya da nesneler üzerinde negatif karakterleri düşünerek
kendini manipule etmeye çalışır. Küçük maymun büyük olan tarafından kovalanılırsa, küçük olan cıvıldayarak ses
çıkarır ve yakındaki diğer maymunların dikkatini çeker ve desteğini alır ve sonra tüm grup üçüncü parti üzerine
birlikte bir saldırırlar, böylece orjinal hafif çekişme dikkatin yer değiştirmesiyle unutulur. Diğerlerinin hatalarını
göstererek erdemli olmaya çalışan insanlar vardır. Küçük insanlar asil ruhlar üzerine iftira atarak yüce hale gelirler.
Aklın hileleri harikadır. Arzu dolu durum, uyanık aklın tatminsizliği ve rahatsızlığı yüzünden, birinin ya da bir şeyin
üzerinde kötü bir leke bulacaktır ve böylece faaliyetini izleyebilir. Kişi burada dışsal çevrenin içeride olandan çok
daha kusurlu olduğunun daha fazla şuuruna varmaya başlar. Bu esnada, düşük akıl kendi yolunda devam eder.
Rüyalar, fantaziler, havada inşa edilen saraylar, dışarının kusurunu görme uyanık zekanın kavrayışını bertaraf
eden savunma mekanizmalarından bir kaçıdır. Kişnin aklı itaat ettirmedeki çabaları ne olursa olsun, duyuların
aceleciliği karşısında asla çok fazla olmayacaktır. Bhagavat Gita, duyuların gücünün bir girdap gibi dönebileceğini
ve kişinin anlayışını alıp götürebileceğini söylerken bir ikazda bulunur. Manusmriti, duyuların öyle bir gücü vardır
ki, bilge kişinin aklını bile doğru yoldan ayırır der. Devimahatmya Maya fazla bilgisi olanların akıllarını bile zorla
çekebilir demektedir.
Pratyahara'da, tepkiler çoğunlukla önceden bellidir ve öğrenci olan biten karşısında korkuya kapılabilir. Patanjali,
Sutra'larında, zorlukları detaylandırır. yukarıda bahsedilen pozitif tehlikelerden başka, yolumuza başka türlü
negatif türde problemler de çıkar. Hastalık Vyadhi ayrıt edilmemiş yeme, kişinin uygulamasında Prana'lara
uyguladığı baskı, aşırı dışkı vb.'den dolayı oluşabilir. Hastalık Yoga'da büyük bir engeldir. Hastalık, kişinin Doğa'ya
karşı itaatsizliğinden ya da kişinin uygulamakta olan tepkisinden doğarak, fiziksel ya da psikolojik olabilir. Bu öyle
bir şekilde olabilir ki, öğrenci yıllarca uygulama yaptığı herşeye yeter diyerek, herşeyin faydasız olduğu sonucuna
varabilir. Kişi ümitsizlik Styana moduna girer. Kendisinin yalnız olduğunu ve ona yardım edecek kimse olmadığını
düşünmeye başlar. Bu düşünce bazen o kadar yoğun olur ki, kendi önünde bir ideal düşünemez. Dışsal olarak,
başağırısına ya da uykusuzluğa yol açan bir zayıflık olabilir. Kişi günlerce hiç uyuyamayabilir. Bedende acı
oluşabilir ve yemeğe karşı bir iştahsızlık olabilir. Mide hazmetmeye karşı olan gücünü kaybedebilir. Bunlar kontrol
sürecindeki Prana'nın ve aklın geçici tepkileridir. Bunlar kişinin dehşete düşmesine gerek olmayan geçici fazlardır.
Belli bir çizgide aklın konsantre edilmesinden dolayı (ruhsal konsantrasyon değil, belli bir çabayla konsantre
edilmiş dikkat) kişi sıkça usandırıcı duygulara kapılabilir. Bunlar öğrenciyi belli bir süre rahatsız edebilen dışsal
semptomlardır. Pratyahara bir şekilde, içsel ve dışsal doğa arasındaki mücadeledir. Bu, tepkilerin ardındaki nedeni
açıklamalıdır. İçsel savaş dışsal savaş kadar komplikedir ve içselde de dışsal savaştaki gibi bir çok manevra
vardır. İçsel savaşları kazanmak dışsal savaşları kazanmaktan daha zordur, çünkü dışta bir çok kişi ve araç
kullanılabilirken, içte bu tip bir şey mevcut değildir. İçsel savaşta hiç dinlenilmez, daimidir. Ateşkes sadece uykuda,
baygınlıkta ve ölümde imzalanır. Kişinin bir Asana'da bile oturamayacak kadar bedeninin zayıf düştüğü durumlar
bile gelebilir. Öğrenci meditasyondan bile yorulur. Gelen kasvet herşeyi yavaşlatır ve kişi herşeyi uygulamanın
başlangıcında duydduğu şevk ve gayretten yoksun olarak ağırdan alır. Bu bir kaç yıllık çabadan sonra olur. Styana
bedenin ve aklın tembellik durumudur. Ayrıca, Sadhana'da hissedilir hiç bir ilerleme kaydedilmediğinden, bir çeşit
şüphe (Samyasa) aklı taciz etmeye başlar. Kişi, hedeften ne kadar uzak olduğunu bilmez. Öğrenci yorgun olarak
yürümeye devam eder ama ne kadar mesafeyi geçtiğini bilmez. Kalan mesafeyi gösterecek bir harita yoktur.
Kişinin nerede durduğunu bilmedeki yetersizlik, akılda şüphe yaratır. Şüpheler ayrıca farklı yazarlarca yazılmış,
farklı doğalardaki bir çok kitabın çalışılmasından dolayı da ortaya çıkabilirler. Tezat literatür yoluyla sunulan fikir
çeşitliliğinde iyi bir yargıç olmada zorluk vardır. Kişinin gerçek konumuyla ilgili uygun anlayışın yokluğu şüphelerin
sebebidir, buna göre kişi yaşadığı yeri değiştirir, Guru'sunu değiştirir, Mantra'sını değiştirir, meditasyon modunu
değiştirir vb. Bu değişiklikler ölçülebilen sonuçların değişimi takip etmesi umuduyla yapılır. Ama değişen durumda,
kişi nerede olduğunu bulur ve daha fazla değişiklik yapma ihtiyacı hisseder. Gerçek hatanın nerede bulunduğunun
farkına varmak kolay değildir. Bu tip bir şüphe ve kararsızlık dolu bir karakter Yoga'da bir engeldir. Aklın ve
duyuların ürettiği tepkiler farklı biçimler alabilir ve aklın sabit olmaması sonucu kişi herhangi bir şeye ya da yere bir
süre sonra kopabilir. Bir şeyden kopmamak da büyük bir dikkat konsantrasyonudur ve bu yüzden uygulanması
zordur. Akıl aynı kişileri, aynı yerleri, aynı şeyleri gördükçe sıkılır. Monotonluğu saklamak için çeşitlilik yapma
arzusu vardır. Bu, şüphenin bir şıktısıdır, yaşamın boşluğunda öğrencinin kaybolmasından dolayı çıkar. Aklın sakin
olamyan ve pervasızlıkla Pramada karışmış durumu bir başka engeldir. Şüpheler, düşünmede dikkatsizlik
olduğundan ortaya çıkarlar. Öğrenci düşmanın uykuda bir giriş yapmasına izin vermiştir ve uyandığında düşman
onu zaten ele geçirmiştir. Uyanıklık istendiğinden, bela onun başına gelmiştir. Biz uygulamanın geçerliliğiyle ve
Guru'nun yeterliliğiyle ilgili bir kez ikna olduktan sonra, bir değişime neden gerek vardır? Bu nasıl olur? Bu
olmuştur, çünkü, kişi daha önce ikna olmamıştır. Sarsılabilen inanca ikna denemez; bu sadece uygun yargılama
olmadan geçici olark kabullenmedir. Değerlere doğru olarak kıymet takdir edilmedikçe, yaşamın hiç bir alanında
başarı mümkün değildir. Bir durumu avantaj ve dezavantajlarıyla, tüm yönleriyle tartmadan, boylu boyunca devam
etmek aptalca olur. Yoga'ya bir duygu moduyla atlamak iyi bir şey değildir, çünkü Yoga aklın bir modu değildir.
Yoga kişinin tüm varlığının adandığı şaşmaz değişmez bir uygulamadır. Öğrenci görüşlerinde sabit olmalı ve kendi
kişiliğinin özünde metin olmalıdır. Kendini insanların boş mantıklarıyla değişen aptal bir kişiye indirgememelidir.
Öğrencinin anlayışı karşı koymaya ve duyuların tartışmasının üstesinden gelmeye yetecek kadar güçlü olmalıdır.
Kişi bir kez duyuların ricasını dinlerse, Yoga'nın içsel anlamına değil, dışsal koşulların gerçekliğine inanacaktır.
PSanatkumara Dhritarashtra'ya "Pramada ya da dikkatsizlik doğrusu ölümdür" der. Pervasızlık ölümdür,
uyanıklılık yaşamdır.Bu, ruhsal arayanların durumunda daha da doğrudur. Tüm sistemdeki bedensel ve zihinsel
bir atalet Alasya çeşidi, bir diğer engeldir. Kişi, boşluğun ağırlığıyla kuvvetten düşerek hiç bir meditasyon
yapamayacaktır. Bu, savaşta arzu yoluyla arayan akla karşı konan Mohana-Astra ya da yanılgı silahıdır. Atalet
aklın fiilini öyle bir ölçüde felç eder ki, akıl bu durumda düşünemez bile. Düşünme gücü gitmiştir, Tamas sürünerek
gelmiştir, ve kişi doğada uyuşuk bir hale gelmiştir. Yogavasistha "Büyük felaket, boş kalmak için değilse, kim
servet kazanmada ya da öğrenmede başarılı olmaz ki?" der. Atalet, ileri olan ilerlemeyi durdurur. Tekrardan, bu
atalet durumu bedenin ve aklın fiilsizliği ile karıştırılmamalıdır. Bu, daha çok bir süre sonra olacak zıt bir aktivitenin
hazırlanmasıdır ve fırtına ve şimşek öncesi sessiz ve kasvetli görünen bu bulutlu bir havayla karşılaştırılabilir.
İştahın olmamasının bedenin hasta düşmesi için bir işaret olması gibi, atalet de ters bir şeyin olacağının
habercisidir. Sakin durmak, hiç bir şey söylememek, hiç bir şey yapmamak bir Yoga öğrencisi için tehlikelidir. Kişi
bombanın ne zaman patlayacağını bilemez. Uyuşukluk duyuların ve zümresinin haylaz tavırlarını doğuran
temeldir. Bunlar önce kişiyi ataletle felç ederler ve sonra ona duyusal heyecan Avirati verirler. Kişiyi şuursuzken
öldürmek daha kolaydır. Öğrenci Tamas ile uyutulur ve sonra duyuların vahşi faaliyetleri gelir. Siklon rüzgar tozlu
havadan dolayı olur. Akıl farklı çeşitlerin düşkünlüğüne atlar ve bu Yoga'dan "düşmek" olarak adlandırılır. Bu
duruma düşüldüğünde, bunu Yoga'daki başarıyla karıştırmak elbette daha da kötüdür. Yanılgıdan dolayı başarıyı
karıştırma, kişinin düştüğü halde kendisinin ilerlediğini düşünmesi hayali (Bhrantidarsana) bir başka engeldir.
Duyular kişiyi kendi tınılarında dans etmesi için döndürür, ve kişi duyular yoluyla hipnotize içine çekilir. Hatta,
tesadüfen, kişi istenmeyen durumdan daha önce bulunduğu yere doğru şuurunu toparlar, daha önce kaybedilen
yerin tekrar bulunması kolay değildir. Yeri kaybetme (Alabdhabhumikatva) Yoga'daki bir başka engeldir. Haz
durumundayken duyuların tahrip eden çalışmasıyla yaratılan Samsara'dan dolayı, kişi uygulamaya aynı
kolaaylıkla başlayamaz. Konsantrasyon noktasını bulma kabiliyetindeki noksanlık (Anavasthitatva), kaybedilen yer
zorlukla bulunsa bile, yine ciddi bir engeldir.
Zaten bahsedilmiş psikolojik zorluklar haricinde, yukarıda bahsedilen dokuz durum Yoga'daki temel engellerdir. Bu
engeller, aklın sarsılmasına ve yoldan ayrılmasına yol açarlar. Burada öğrenci dikkatli olmalıdır. ama yine de diğer
daha küçük engeller vardır. Burada en temel en az beşinden bahsedeceğiz. Bunlardan biri, arayanı hükmü altına
alan acıdır (Dukha). Kişiyi rahatsız eden sürekli bir içsel keder duygudu vardır. "Ben neredeyim, ben ne
yapıyorum" kişinin sessiz kederidir. Ufuk tamamen karanlıkır ve ufukta hiç ışık gözükmez. Bu, duygusal depresyon
(Daurmanasya) getirir ve kişi melankoliye girer. Kişi hiç bir şeyde iyi bir şey ya da hayatta bir değer göremez.
Yaşam anlamını yitirir ve bir vahşi ördek avına döner. Bu, Yoga uygulamasındaki onca çabadan sonraki sonuç
halini alır. Bu Bhagavt Gita'nın ilk bölümünde de anlatılan ve arayanın zaman zaman ulaştığı noktadır. Arcuna'nın
haykırışı "Herşey tamamen ümitsiz" gibidir. Bu aynı zamanda dünyadaki tüm Arcuna'ların haykırışıdır, yaşam
tekerleğinde dönmekte olan tüm kadın ve erkeklerin haykırışıdır. Kişi cesaretini toplayarak güç kazanırken,
sinirlilik (Angamejayatva) başlar. Beden titrer ve kişi meditasyon için bile oturamaz. Öğrenci biri ona bir şey
söylediği için vs gergindir. Ayrıca, dünyada olan hiç bir şeyi tolere etme yetersizliği de vardır. Kişi hassasiyeti o
denli genişletir ki, çok küçük bir olay bile önem olarak bir dağ gibi büyük gözükür. Prana'nın sarsıntılı ve dengeli
olmayan bir akışı vardır. Düzensiz ve ritmik olmayan nefes alış ve veriş (Svasa-prasvasa) sinir sistemini ve
endirekt olarak da aklı rahatsız eder.
*) günah: Buradaki günah kavramı, Bhagavat Gita'da geçen günah ile aynı anlama sahiptir. Engel demektir.
*) Pranaları ayrılmış beden: Beden Prana'lar ayrıldığında ölür. Burada cesetten bahsedilmektedir.
**) Prakriti'nin Gunaları: Prakriti Doğa'dır. Gunalar da Sattva (arılık), Rajas (hareketlilik), Tamas (atalet) olarak üçe
ayrılan Doğanın değerleridir.
10. BÖLÜM AKLIN HUZURU VE KENDİNE HAKİMİYET
Bu zıt güçlerin ortasında olduğumuzda, ne yapıyoruz? Bununla ilgili bir çok reçete verilmiştir, ama Yoga
metinlerinde bahsedilen ilk yöntem, kişinin hastalandığında yaptığıdır. Kişi hastalandığında, bedenini analiz
etmez, doktora gider. Öğrencinin Guruya gitmesi ve onun üstün bilgeliğinden tavsiye alması daha iyidir.
Patanjali'nin ünlü reçetesi Ekatattva-Abhyasadır. Ekatattva "tek gerçek", "tek amaç", "tek hedef" demektir.
Abhyasa "uygulamak" demektir. O halde, Patanjali'nin reçetesi, tek bir kavram, tek bir gerçeğe tekrar tekrar
müracaat etmektir. Uygulamada, öğrenci bir anda tek bir parçayı almalıdır. Geniş olan Ekatattva-Abhyasa terimi
bir çok şey anlamına gelir. Tek gerçeklik nedir? Öğretmenler bir çok tanım vermişlerdir. Patanjali bunu
tanımlamayı teklif etmez. Önce tek gerçeklik gelmesin. Bunun yerine, önce Guru gelsin. Gerçeklik üzerine
konsantrasyon daha sonra gelir, çünkü bu bir ilaç almak gibidir, ve ilaç henüz reçete edilmemiştir. Kimse gerçekliği
kendisi için tanımlamasın, çünkü tanım yanlış olabilir ve kişi duygusal gayrette uç noktalara gidebilir. Basiret
cesaretten sayılır derler. En basit anlamında inisiye edilmemiş bir çömezin bakış açısından alındığında, "tek
gerçeklik uygulaması"na belli bir nesne ya da düşünce üzerine yapılan bir çeşit konsantrasyon olarak bakılabilir.
Yoga'da buna kısaca Trataka denir. Trataka, kişinin dışsal veya içsel bir dikkat noktasına bakışlarını dikmesidir.
Aklın karışıklıklarını sakinleştirmek için, bu süreçle birlikte, bir nefes egzersizinin de uygulanması gerekebilir.
Patanjali bizden nefesi çıkarmamızı Prachardana ve onu zaptetmemizi Vidharana istemektedir. Bazıları bunun
nefes alma ve tutma talimatı olduğunu düşünür. Derin nefes alma ve tutma acil bir çare olabilir, ama nihai bir çare
değildir. Bu, bir ilaç değil, tecrube olsun diye yapılan bir ilk yardım uygulamasıdır. İhtiyaç duyulan çare daha sonra
açıklanacaktır. Öğreti, nefesi çıkarmak ve tutmak ve bununla birlikte tek bir şeyi düşünmektir. Trataka içsel ya da
dışsaldır, birincisi diğerinden biraz daha zordur. Dışsal Trataka gözlerin görmesine yardımcı olurken, içsel olanda
kişi sadece aklı kullanır. Bu yüzden, ilk aşamada dışsal Trataka önerilir. Burada, öğrenci bir noktaya ya da beneğe
gözünü dikip bakabilir. Bu uygulamayı yapmak bir çok kişi için zordur, çünkü bir noktaya uzun süre bakacak
bakışları yoktur, bunu sevemezler. Ancak, Trataka'nın psikolojik kısmı aklın tek bir noktada odaklanmasıdır, ve bu
bir noktaya bakma alışkanlığıyla bile yapılabilir. Ama bu, kişinin Ishta-Devatasının (seçilen ilahının) resminin
yerleştirilmesiyle daha ilginç hale getirilebilir. Krişna, Rama, Devi, Şiva, Vişnu, Buddha, İsa ya da kişinin idealize
ettiği diğer bir idol Trataka nesnesi olabilir. Resme gözlerinizi dikin. İlahi yüze bakın ve yüce kaynaktan gelen
ilhamı çekin ve dualar
söyleyin. Bu dışa yapılan bakış ya da görselleştirme hatırı sayılır bir süre uygulanabilir. Daha sonra, bakış zihinsel
ya da içsel resimde sabitlenmelidir. Aslında kişi alışabilirse noktaya bakmak da aynı derecede verimli olmasına
rağmen, diğer yöntem bir nokta ya da beneğe bakmaktan çok daha çekicidir. Bazı kişiler bedendeki bazı
Çakralara (psişik merkezlere) konsantre olmayı tercih edebilirler, ve buna da bir çeşit içsel Trataka denir.
Bedendeki bir Çakra, Ishta-Devata'nın resmi, bir nokta, bir benek, vb Ekatattva-Abhyasa'nın düşük biçimli
nesneleridir. Daha üstün anlamda, uygun meditasyona yönlendiren daha ince nesneler de vardır.
Nefesin verilmesi ve tutulması ve dikkatin herşey dışarıda bırakılarak tek bir şeyde tutulması uygulamaları alt üst
olmuş akla geçici olarak huzur getirir. Ama, Patanjali'nin aklın huzurunun temin edilmesi için diğer psikolojik
egzersizleri de vardır. Ekatattva-Abhyasa öğrencinin toplum kaygısı olmadan, kendisinin yaptığı kişisel bir
teşebbüs olduğundan, toplumsal doğadan dolayı zorluklar baş gösterir. Bu uygulamayı içsel olarak devam
ettirmek için öğrenci ne kadar çaba sarf ederse etsin, dışarıdan sıklıkla endişeye bazen de alt üst olmaya neden
olan olaylar olur. Bu dert kaynakları ile ilgili birşeyler yapılmalı ve insanlarla başetmede yöntemler
benimsenmelidir. Başarı kişinin kendisiyle ilgili hiç bir tepkinin olmamasıdır. Tepki olduğu sürece, rahatsızlık vardır.
Patanjali, bu tepkilerin kişinin zayıflıklarından ve kendisini diğerleriyle uydurma yetersizliğinden olduğu fikrindedir.
Burada, bir filozofun zihinsel huzurun kazanılması için gerekli sosyal tavrı veren deyişini hatırladım.
"Değiştirebileceğim şeyleri değiştirme arzusu, değiştiremediklerime dayanma gücü ve bunların arasındaki farkı
anlama bilgeliğini ver." Bir şeyi değiştirebiliyorsanız, endişe etmeye gerek yoktur. Bir şeyi değiştiremiyorsanız, yine
endişe etmeye gerek yoktur, çünkü yapılamayacak bir şey için endişelenmenin anlamı yoktur. Endişe, sizin
gerçekten yapamayacağınız bir şeyi yapmayı denediğinizde ortaya çıkar. Bu, "yapılabilen" ve "yapılamayan"
arasındaki "farkı bilme bilgeliğinin" eksikliğidir. "iyi", "kötü", "mutlu" ve "mutsuz" insanlar vardır. Bu insanlarla
karşılaştığımızda, onlarla her gün baş etmeliyiz. İyi bir insan gördüğümüzde tavrımız ne olur? Kıskançlık
olmamalıdır, çünkü bu aklımıza huzur vermeyecektir. Bizler mutlu (Mudita) olmalıyız. İyi giyimli ve güzel takılar
takmış zarif birini gördüğünde "ne kadar mutluyum!" diye yüksek sesle hayret eden bir filozof hakkında kadim bir
hikaye vardır. Filozof, kendisinin mal varlığını görmekten mutlu olmasının nedenini soran takılar takmış kişiye
"Senin ya da benim olmasının önemi yok. Bunun olmasından hoşnutum." diye cevap vermiştir. Sınırlı akıl bir
şeylere sahip olmak ister. Varoluşta, "sahip olma" diye bir şey gerçekten yoktur. Nesneler vardır. "Sahip olmak"
evrensel kanunun bir parçası değildir. Biz iyi bir kişi gördüğümüzde, iyiliğin dünyada varolmasından sevinç
duymalıyız ve bunun bir başka kişide görülmesinden dolayı tahammülsüz olmamalıyız.
Ayrıca, diğerlerine zarar veren ve diğerlerinin acısından zevk alan kötü ve aşağılık kişiler de vardır. Bu kişiler için
farklı kanunlar farklı tepki reçeteleri verirken, Patanjali genel olarak Yoga öğrencisinin bu tip kişilere olan tavrıyla
ilgilenmiştir. Patanjali, istenmeyen nesnelere karşı kayıtsız kalmayı (Upeksha) tavsiye eder. Böyle bir insanın
varlığını görmezden geliriz ve böylece kötülükle uğraşmaktan kurtulmuş oluruz. Bu doğrusu bizi ilgilendirmez;
tepkimiz diğerleriyle hiç bir karşıt tepkiye girmeyecek şekilde olmalıdır, ve bunun için zihinsel tavrımızı dengede
tutmamız gerekmektedir. Yargıda bulunmamız ve insanlarda izler bırakmamız, bunlara nüans olarak baksak bile,
her zaman gerekli değildir. Ters düşmemek, yaşamımızdaki bir çok derdi önleyecektir.
Mutlu olana alev gibi parıltı (Maitri), kederli olana acıma (Karuna) göstermeliyiz. Bu dört katlı tavır dışsal
sebeplerden ya da ilişkide bulunmamız gereken bazı kişilerin ya da şeylerin varlığından dolayı oluşan zihinsel
rahatsızlığı önlemek için gereklidir. Ancak, bizim hiç bir ilişkide bulunmadığımız durumlarda, bu tip bir zorluk
yaşanmaz.
Hislere kapılmamanın (Vairagya) gelişiminin ve sürekli uygulamanın (Abhyasa) bir arada sürdürülmesi gereklidir,
çünkü ikisinin de mükemmel hale gelmesi Yoga'nın toplam sürecidir. Öğrenci duyuları heyecanlandıracak hiç bir
şey yapmamalıdır. Pratyahara'nın, bağımlı olmayan bir şuur olmadan yapılması mümkün değildir. Hislere
kapılmama, arzu ile zorla uygulanamaz, tersine anlayışla uygulanabilir. Yoga metinleri hislere kapılmamanın çeşitli
kademeleri olduğundan ve kişinin bir anda en tepeye sıçrayamayacağından bahseder. Birinci aşama Yatamana-
Samjna ya da hislere kapılmamayı başarmak için gerekli çaba şuuru olarak adlandırılır. "Artık yeter, ve ben özgür
olmak istiyorum." bu tip bir şuurdur, seçilen yönde başarı elde etmeye yeltenmektir. İkinci aşama Vyatireka-
Samjna ya da çabada gerekli olanları gerekli olmayanlardan ayırma şuurudur. Burada, öğrenci yaşamının
durumunu inceler. Burası, öğrencinin gerekli olanı gerekli olmayandan ayırt ettiği ve çabanın doğru hedefini
sabitlediği yerdir. Bağımlılığa, endişeye ve kuruntuya gerçekten sebep olanın ne olduğu net olarak bilinir ve bu
gayretle önlenir. Kişiyi rahatsız eden her zaman tüm dünya değildir; sadece bazı şeylerin dikkate ihtiyacı var
gibidir. Başlangıçta, kişi tüm dünyanın kötü olduğunu düşünebilir, ama kişi yavaş yavaş kendisine dert verenin
sadece bir kaç durum olduğunun farkına varır. Burada, kişinin dert açan noktayla yüzleşmesi ve bir çok şüpheli
durum arasından tek bir sebebin meydana çıkartılması olan üçüncü aşama gelir. Bu, Ekendriya-Samjna ya da
yoldaki zorluğun tek nedeni olan "tek duyu" şuurudur. Öğrenci tekrardan dilin, ya da gözlerin vb başına dert
açtığını düşünür. Tüm duyular şüphe altındadır ve gözlenir, bu tıpkı bir davada iyi niyetli oldukları şüpheli olanların
evvelden tutuklanmaları gibidir. Suçlu olan tahlilden sonra bulunduğunda, diğerleri serbest bırakılır. Önce, tüm
duyular toparlanır; ve sonra Fitneci olanı sadece akıl olduğu keşfedilir. Burada, üçüncü aşamada, sanık elleri kanlı
olarak yakalanır. Dördüncü aşama, Vasikara-Samjna ya da görülen ya da duyulan herşeye karşı olan özlemin
yokluğunun şuuru ya da ustalığıdır. Bu dünyada görülen hiç bir şey ve cennetin sadece olduğu duyulan hiç bir
zevki Yoga öğrencisini artık cezbedemez. Burada kişi, nesnelerin hasretini çekmekten kurtulması Trishna kadar
kendini fiziksel olarak nesnelerden ayırmaz. Kötü olan, bir enstrüman olan nesneler değil, "zevk duymayı
arzulamak tır. Kişinin bulunduğu yer önemsizdir; kişi dünyadan kaçamaz, çünkü dünya her yerdedir. yüce kontrol
(Vasikara), arzu duymamadır (Vaitrishnya). Nesnelerden uzak durma hislere kapılmama değildir, çünkü Gita
"nesneler gittiğinde, onlara duyulan özlem gitmez" der. Kişi rüyasında gördüğü nesnelerle fiziksel bir irtibat içinde
değildir, yine de kişi orada onlardan zevk alır. Haz, nesneler fiziksel olarak var olmadıklarında bile heyecanlanır.
Karşıt şekilde, sadece kişinin aklı bağımlı değilse, nesneler kişinin yakınında olsa bile zevk vermezler. Nesneleri
düşünmek arzunun birinci aşamasıdır. Düşünceyle, kişi onları kendisinin yakınına getirir. Tam olarak ustalaşma,
duyuların özlem duymadığı ve aklın nesneleri düşünmediği durumdur. Bunlar nesnelerle olan ilişkimizde
işlemiyorsa, bunun hislere kapılmamanın en yüksek noktası ve Pratyahara'nın zirvesi olduğu söylenir.
Kendine-hakimiyeti mümkün kılmak için, bizler Kathopanisadda bize verilen sembolden yardım alabiliriz. Burada,
duyular atlarla, ve beden onları çeken araçla, duyu-nesneleri araçların hareket ettiği yolla, zihin sürücüyle, akıl
atları kontrol eden dizginlerle, ve bireysel ruh da aracın içindeki yolcuyla karşılaştırılmıştır. Sürücü, atları elinde
tuttuğu deri şerit ya da ip olan dizginler yoluyla yönlendirir. Bedenimiz duyu atlarıyla sürülen bir araçtır. Bu analog,
biraz değişik şekilde Upanişad'ların varlığını hiç bir zaman bilmemiş olan Plato'da da vardır. Sembolün önemi
hayatta başarılı olmak için nasıl hareket ettiğimizdir. İnsan oğlunun tüm yaşamı, farklı derecelerde
Pratyaharalardan biri olmalıdır. Sürücü her zaman atlar arabayı bir hendeğe sürmesin diye dikkatli olmalıdır ve hiç
bir zaman dizginleri elinden bırakma lüksüne sahip değildir. Uyanıklık yaşamdır ve yaşam Yoga'dır. İyi bir yaşam;
duyuların, iştahlı benliğin tutkularının kontrol etmedeki sürekli çabadır. Uygun yönlendirilmediği takdirde, sakin
atlar cinnet geçirir ve araç hedefine varamayabilir. Atlar genellikle vahşidir ve doğru yola gelmezler. Öyle veya
böyle doğru yönden çıktıklarında, sürücü dizginleri çekerek onları tekrar geri getirmeye çalışır. Aynı şekilde, kişi
duyuları kontrol noktasına getirmelidir. Upanişad, duyuların, faaliyetlerinde dışa dönük oldukları ve asla içe
bakmadıkları uyarısını yapar. Bu yüzden, harap olmuş duyuların ortasında içindeki ışığı seyredecek zamanı bulan
kişi sayısı azdır. Duyular, Samsara ya da dünyasal varoluşun nesneler dünyasında yaşarlar ve bu yüzden
ölümlüden ölümsüz hale gelmek için Pratyahara ihtiyacı zorunludur. Upanişad duası: "Beni gerçek olmayandan
gerçek olana, karanlıktan ışığa, ölümlülükten ölümsüzlüğe yönelt"tir. Bu, Yoga'daki Pratyahara'da olan kendine
hakimiyetin amacıdır. Abhyasa sabırla, vazgeçmeden yapılan usanmaz
uygulamadaki şaşmaz değişmezliktir. Uygulama sadece düzenli olmamalı, aynı zamanda uygulama derin sevgiyle
(Satkara) yapılmalıdır. Uygulama, uzun bir süre (Dirghakala) boyunca, kesintisiz (Nairantarya) yapılmalıdır.
Uygulamanın süreğenliği adanmayla dolu olmalıdır, çünkü hoşlanmadan sadece aklın zorlamasıyla yapıldığında,
başarıya götürmeyecektir. Bir bebek bile zorla kontrol edilmek istemez; sevgi için yalvarır. Aklın, kutsanmanın
nerede olduğunu anlaması sağlanmalıdır. Anlayış olmadan, sevgi olamaz ve sevgi olmadan çaba olmaz. Kör bir
şekilde bir şeye doğru zorla kakılan kişiye bir şey sevdirilemez. Vairagya ve Abhyasanın ikisi de, Yoga'nın temeli
olan ve ayırt edici kavrayış olan büyük anlayışın (Viveka) sonuçlarıdır. Gerekli takdir kişinin sahip olduğu fikir değil,
sabit bir iknadır. Kişinin süreğen bir tavırda sabitlenmesi ve sürekli değişen çeşitli modlara girmemesi Abhyasadır.
Nesnelerle uyumun algılanması adına yapılan harekette aynilik olmalıdır. İnsanlar fikir değiştirirler, çünkü yargıları
doğru değildir. Yaşamdaki acı çekmenin bir nedeni kişinin, kişileri ve nesneleri oluşturan modların ve acele
yargıların kölesi olmasıdır. Ruhsal uygulama, şuurun sabitliği üzerine çabadır. Daha önce bahsedilen Ekatattva-
Abhyasa tek gerçeklikte bu tip bir şaşmaz değişmezlik, seçilen bir idol ya da belli bir tavır moduna kişinin
konsantrasyonudur. Ne Vairagyayı terbiye etmek, ne de Abhyasada sabit kalmak kolay değildir. Sıkı bir işçilik
gereklidir. Kişinin dünyanın gürültüsünün ortasında dengede kalması kolay bir iş değildir. Pratyahara süreci
yaşamın bir savaş, varoluş mücadelesi olduğunu ortaya çıkartacaktır. Akıl bu kendine
hakimiyet çabaları yoluyla, enerjinin korunmasıyla sabit hale gelir. Duyuların güçleri akılla uyum içine girip
kendilerinin kaynağı olan akıldan farklı bir varoluşları olmadığında, Pratyahara vardır. Müsrif oğullar artık eve
dönmüşlerdir. Uzun süren zihni dağınık yaşamdan sonra, duyular tekrar dinlence yerine dönmüşlerdir. Artık aklın
çırpınışları yoktur, sadece aydınlanmanın sabit bir alevi vardır. Akıl tamamen konsantredir ve hedefini
düşünmekten başka bir yere hareket etmez.
11. BÖLÜM DHARANA YA DA KONSANTRASYON
Şimdi, Yoga'nın en önemli özü gelmektedir, ve şimdi "Yogi'nin kaderine karar veren, başetmesi gereken son
darbe" başlamaktadır. Bu, Dharana ya da kişinin psişik varlığının (Chitta) bütününün konsantrasyonudur.
Dharananın kesintisiz akışına Dhyana ya da meditasyon denir. Dharana bir damlaysa, Dhyana nehirdir. Bir çok
konsantrasyon, meditasyon yapar. Kalitesel anlamda farklı değillerdir, ama fonksiyonel olarak aralarında bir fark
vardır. "Konsantrasyon ve Meditasyon" isimli çalışmasında Sri Swami Sivanandaji Maharaj bu konuyu detaylıca
açıklamıştır. Farklı okullar farklı konsantrasyon
metodları önerirler. Budistlerin kendi yöntemi, Jain*'lerin bir başka yöntemi vardır. Hindistan'daki ortodoks
sistemlerin tamamen kendilerine ait yöntemleri vardır. Kişinin aklını konsantre edeceği yola, bir yere kadar kişinin
nasıl bir kişi olduğuyla ve kişinin içindeki Samskaraların ya da psişik izlenimlerin neler olduğuyla karar verilir.
Kişinin seçtiği hedefin doğası da ayrıca kişinin içsel oluşumuyla ilintilidir. Öğrenci Dharana'ya girdiğinde, kendi
kişisel yapısıyla ilgili bir şeyler bilebilir. Kendisinin gözlemcisi ve çalışma nesnesi haline gelir.
Dharana uygulamasının ardındaki mantık Pratyahara konusu anlatılırken açıklanmıştı. Aklın konsantrasyonu
çabasının ardındaki neden Pratyahara ihtiyacının altında yatan nedenle aynıdır. Bu, derin felsefik alt yapıyla
psiklojik gerekliliktir. Konsantrasyonun "neden"i uygun bir şekilde açıklanmadıkça, kişi içsel olarak tatmin olamaz
ve bu yüzden uygulamayı samimi olarak alamaz. Bir çok öğrenci konsantrasyon uygulaması yapmayı
arzulamaktadır. Kendilerine "neden" diye sorulduğunda, iyi bir neden gösteremezler. Önce netlik olmalıdır, çünkü
bu iknanın endeksidir, ve bu olmadığında kişinin önünde sabit bir ideal yok demektir. Konsantrasyon Chitta'nın ya
da içteki psişik yapının varlığın evrenselliğine doğru kanalize edilmesidir. Endişe ve kederin Yoga uygulamasında
bir engel teşkil ettiği söylenmişti. Doğrusu, Patanjali özellikle bunlardan Yoga alanındaki zıt güçlerin bazıları diye
bahseder. Talihsiz bir şekilde, yaşam her zaman pişmanlıkla doludur ve biz her tür sıkıntıdan kurtulmuş birini
arıyorsak, belki de böyle birini bulamayacağız. Yine de, Yoga zihinsel stres kişi nereye giderse gitsin av köpeği
gibi kendisini kovalıyorsa, başarılı olamaz. Prayahara, Dharana ya da Dhyana'ya yeltenmeden önce, kişinin
kendini dünyanın bu işkence edici güçlerinden kurtarması gerekir. Ve bu durumun bakış açısından bakılırsa,
öğrenci aklı dengede tutmak için yolda ne kadar çaba sarf edilmesi gerektiğini anlayabilmelidir; çünkü Yoga'nın
denge olduğu söylenir. Sadece yaşamdaki bir faktörden ötürü denge olmadığında, endişe başlar. Bu yüzden,
Yoga'nın ilk aşaması Pratyahara ya da Dharana değildir, tersine psiklojik çözülmedir, ya da insanların iş hayatında
yaptıkları gibi hisse alışı ve içsel dünyanın bilançosunu oluşturmaktır. Kişi nerede durduğunu bilmelidir. Kişinin
hayati organlarını acı kemiriyorsa, kişi nasıl konsantrasyon ya da meditasyon yapabilir? Ekonomik durumdan,
sosyal koşullardan, ailevi durumlardan vb ötürü ya da kişisel sağlık ve zihinsel dengelilikten dolayı bir çok problem
ortaya çıkabilir. Bunlar, dikkate alınması gereken önemli durumlardır. Öğrenciyi derinlemesine birinin rahatsız
ettiğini düşünelim, o anda öğrenci konsantrasyon için oturabilecek midir? Hayır. Çünkü akıl başka bir şeyle
meşguldür ve konsantrasyon için hazır değildir. Halihazırda biraz çalışılmış ve üzerine tazyikle gelen negatif
durumlarla uzlaşmaya çalışmaktadır. Yoga, günün tüm modlarından farklı olarak, pozitif bir durumdur. Yoga tarzı
yaşamda, ne akılda ne de kişinin görüş perspektifinde negatif hiç bir şey yoktur. Yoga ile ilgili kuruntular anlamını
doğru dürüst anlama isteğinden kaynaklanır. Bunlarla, birey dikkate alınarak baş edilmelidir, çünkü cevap bireyden
bireye değişir. Bir doktorun hastalarıyla toplu olarak tedavi etmeyip, her birine bireysel dikkat göstermesi gibi, her
bir soru, benzer karakterde olmadıkları sürece, ayrı ayrı alınmalı ve çözülmelidir.
Bir Guru'nun gerekliliğinden bahsetmeye gerek yoktur, ve kişi duyu-kontrolünü, özellikle seks-kontrolünü
uygulayabilmelidir. Öğrenci dünyevi şeyleri ve aynı anda Yoga'nın güzelliğini arzulayamaz. Tekrarlarsak, yoga
yolunda kalmak her zaman duyu-dünyasındaki gözlerde bazı kayıpları ima eder. Öğrenci ne istediğine karar
vermelidir. Konfor, övgü, isim ve nam, vb mi istiyordur yoksa kendine hakimiyet yolunda ve aklın
konsantrasyonunun peşine düşmede dürüst olacak mıdır? Başlangıç aşamalarında, Yoga'ya teşebbüs açlık,
sıcak, soğuk ve yaşayacak doğru dürüst bir yer gibi baskılar yüzünden sarsılabilir. Arzuları en aza indirgemek
şarttır. Kişi Yoga'yı aldığında, kişi bununla dürüst olmalıdır. Öğrencinin kişiliğinin sadece bir kısmı değil, varlığının
tümü Yoga'ya gider. Bu yüzden kendini-analiz etmenin burada fevkalade bir önemi vardır, ve kişi kendi sorularına
tek başına cevap bulamaz, çünkü bunlar kendi düşüncesi olduğundan o kadar kişiseldir ki, kişi bunları kendi
başına çözemez. Sorunlarımızın çoğu dışarıdan değil, kendi düşüncemizden dolayı ortaya çıkarlar. Biz dünyada
bazı olayların olmasını bekleriz. Ama bu olaylar olmaz. O zaman ne yaparız? Dünyayı mı değiştireceğiz? Dışsal
koşulları değiştirmeye çalışacaksak, çoğunlukla hayal kırıklığının kurbanları oluruz, dünyanın tamamen dışımızda
olmadığının nedeni oluruz. Ya kendimizi dünyaya, ya da dünyayı kendimize göre ayarlamalıyız. Birçokları birinci
alternatife teşebbüs etmiştir, ama geldikleri tüm yolu geri gitmişlerdir. Herşeyden önce yaşamayı öğrenmeliyiz;
yoksa kaybedenler oluruz ve kimse bizim ağlayışlarımızı duymayacaktır. Bu, öğrencinin mevcut durumu anladığı,
kendini-analiz etmenin yoludur. Bedensel ve sosyal ilişkilerin analizi ahlaki ve ruhsal sorularla daha da ilerletilebilir,
çünkü sadece o zaman aklın konsantrasyonu ve meditasyonu olabilir. Sadece sosyal ve ekonomik seviyelerde
değil aynı zamanda akıl ve ruhta da güçlerin dengesi olmalıdır. Tanrı'nın yaratışından memnuniyet olmalıdır.
Burada, öğrenci gerçekten hoşnut olur ve bu hoşnutluğun kendisi konsantrasyon hareketidir. Aklın
konsantrasyonunun içsel tatminle ilgisi olması gibi, mutsuz olunduğunda da aklın konsantrasyonu olamaz. Mutlu
olmayan bir kişi Yoga öğrencisi olamaz. Biz Yoga'ya insanlar dünyada bizi istemedikleri için gitmeyiz, Yoga'da özlü
ve pozitif bir şey olduğu için gideriz.
Kendini-analiz etmeyle gelen psikolojik memnuniyet konsantrasyonda büyük bir yardımcıdır. Bazen, kişi zıt
düşüncelerden çok fazla etkilendiğinde, -ki bunlar Yoga'nın amacından farklı olan ya da Yoga'nın amacına ters
düşen nesneleri ve durumları ilgilendiren düşüncelerdir- Patanjali kişinin karşıt düşünme veya duyguları
uygulaması (Pratipaksha-Bhavana) gerektiğini söyler. Bu olanın zıttını onaylamaktır. Belli bir duyu organı
öğrenciye dert oluyorsa, öğrenci enerjinin onlara akması için diğer duyu organlarıyla yoğun çalışır, ve sorunlu
element güçten yoksun bırakılır. Kişi seksüel olarak alt üst olursa, kişi Hanuman ya da Bhişma'yı düşünebilir.
Bırakın akıl, Hanuman'ın güçlerini, karakterini ve zaferini nasıl elde ettiğini ya da Bhişma'nın yiğitliğini düşünsün
ve buna meditasyon yapsın. sürekli tefekkürle akılda yerleşen daha yüksek düşünceden dolayı arzu yavaşça
sönecektir. Kişi öfkelenmek üzereyse, kişi Buddha'yı düşünebilir. Ne kadar sakin, dengeli, nazik, sempatik,
kendine hakim, dışarıda olan olaylardan alt üst olmayan bir kişilik. Daha sonra, öfke geçer gider. Öfke akla hakim
olduğunda, bu tip düşünceler doğal olarak akla gelmeyecektir. Ama günlük uygulamalar akılda, zamanla bu tip
negatif düşüncelerin oluşmasını engelleyen, Samskara ya da izlenimler yaratır, ve bu düşünceler ortaya çıksa bile,
bunlar içsel huzuru bozacak kadar güçlü ya da şiddetli olmayacaklardır. Bu, psikoanlizde "yerine koyma"
yöntemidir.
Aklın kullandığı üç yöntem genellikle bastırma, yerine koyma ve bilinç altına itmedir. Bilinç altına itme,
yapılabilecek uygun bir şeydir, ama aşikar bazı sebeplerden ötürü her zaman yapılamaz. İnsanlar sosyal
tabulardan dolayı arzuları bastırırlar ama daha sonra bu bazı zorluklara neden olur. Bastırma bir çare değildir. Kişi
arzularını doyuramazsa, uzun vadede çok çeşitli hastalıklara dönüşebilen zorluklar haline gelebilirler. İnsanların
modu, bastırılmış duygu ve tavırların ara sıra patlamasından başka bir şey değildir. Yoga yoluyla bilinç altına
itmeye yönlendiren yerine koymayı önermesine rağmen, bastırma Patanjali'nin verdiği bir reçete değildir.
Konsantrasyon noktası dışsal, içsel ya da evrensel olabilir. Öğrenci dışsal olarak, içsel olarak ya da ikisi de
olmayan ama görünen bir şeyi düşünebilir. Konsantrasyon amacı için herhangi bir araç seçilebilir. Dışsal düşünme
başlangıç olarak, içsel düşünce orta aşama, ve evrensel düşünce de son aşama olarak düşünülebilir. Kişi dışla
başlar, içe gider ve evrensele ulaşır. Biz dışarıdaki dünyayı görürüz ve her zaman onu düşünürüz, çünkü biz onun
gerçek olduğunu hissederiz. Dünya düşüncesi bir yana bırakılamaz çünkü gerçeklik yok sayılamaz. Akıl dünya
realitesini algılarsa, dünya terk edilemez çünkü gerçeklik kişi için asla "diğeri" değildir. Aklımız gerçek diye birşeyle
meşgul olduğunda, aklımıza suni olarak konsantrasyonu getiririz. Burada, doğal olarak başarısız oluruz. O halde,
konsantrasyon uygulamaya başlamadan önce, öğrenci Yama ve Niyama'ları uygulayarak, dünyayla ve toplumla
uygun bir ilişki kurmalıdır. Dünya kollarımız arasında bağıra basılmışsa, kişi bunun içinde olarak Yoga
uygulayamaz. Dünya ve kişinin kendisi ile huzur içinde olmak için, Patanjali sırasıyla Yama ve Niyama'ları reçete
etmiştir. Asana ve Pranayama kaslar, sinirler ve hayati güç ile huzur ve uyumlu bir ilişki kurmak içindir. Pratyahara
akıl ile huzuru sağlar. Yoga, huzur bilimidir. Dışarıdaki dünya uygun bir şekilde Yama'lar yoluyla kişiliğimizle
koordineli hale geldikten ve elimizdekiler Niyamalar ve Vichara ya da kendini analiz etme yoluyla kendimizi nasıl
anladığımız uygun hale geldikten, Asana yoluyla kaslarımız üzerinde, sinirler ve Prana üzerinde Pranayama ile bir
çeşit kontrol sağladıktan ve Pratyahara ile içsel olarak uzlaştıktan sonra, öğrenci konsantrasyon problemiyle
yüzleşmelidir. Kişi ne üzerine konsantre olacaktır? Herşeyden önce, konsantrasyon noktası dışsal olmalıdır,
böylece kişi daha rahat konsantre olabilecektir, çünkü akıl her zaman dışarı doğru gitme eğilimi içindedir. Ama bu
ihtiyaç duygusal olmak demek değildir. Akla elbette biraz özgürlük verilebilir, ama bu sınırlı bir çemberde
kalmalıdır. Aklın faaliyetinin çevresi kademesel olarak daha küçük ve daha küçük hale gelmelidir. Kişi hareket eder
ama gittikçe daralan çemberlerde. Konsantrasyonda daha yüksek aşamalara geldikçe, aklın işleyişinin çemberi
daha küçük hale gelir. Başlangıç safhalarının çoğunda, öğrenci tek bir noktada konsantre olamaz. Bu yüzden bir
bebek ya da eğitim altına alınan vahşi bir hayvanda yapıldığı gibi, geniş bir aralık verilmelidir.
Satsanga ve Svadhyaya kişinin aklın faaliyetini daha dar çemberlerle sınırlamasını sağlayan yöntemlerden
bazılarıdır. Boş kalındığında, bir yerlere gitmektense, kişi Satsanga'lara katılır veya kutsal yerleri veya evliyaları
ziyaret eder. Ve rastgele seçilmiş her tür edebi eser okumaktansa, kişi felsefi ve yükseltici metinler okur. Tüm
bunlar, aklın konsantrasyonunda faaliyet çemberini sınırlama yoluyla sağlanan başarılardır. Her hangi bir zaman,
herhangi biriyle çene çalınacağına, kişi sohbeti sadece bir gereklilikle kısıtlar. Uzun ip kısa kesilmiştir. Çemberin
çapı kısalmıştır. Bu uygulama gerçek dini yaşamın başlangıcıdır. Dünyevi bir yaşamdansa, dini bir yaşam
yaşayarak kişi Yoga'da aklının çemberini daha fazla sınırlamaya çalışır. Ve şimdi, kutsal yerler gitmektense, kişinin
ruhsal olarak yaşamak için bir yere yerleşme aşaması gelmiştir ve kişi, aklını daha da dar bir çembere hapseder.
Belli bir yerde yerleşince, kişi günlük bir program yapar, bu programdaki aktiviteler direkt olarak Yoga uygulaması
ile ilgili olmayan hiç bir şeyi içermez. Bazen, bazı direkt olarak ilişkisi olmayan faaliyetler olabilir, ama bunlar da
kademesel bir çabayla daha sonra yavaşça kesilmelidir, ve sadece Yoga ile direkt olarak ilişkisi olanlar
sürdürülmelidir. Kendisi için yaptığı günlük programda, tamamen Yoga'nın amacına bağlıdır, bu amaç günün
programının oluşturulmasında karar verici faktördür. Tüm gün boyunca ne yapacağı, tüm hayatı boyunca yapmak
istediğine bağlıdır, çünkü yaşam günlerin bir araya gelmesinden oluşur. Günlük program bu yüzden yaşamın
programıyla çakışmalıdır. Ruhsal olmayan hiç bir şey hiç bir koşul altında öğrencinin dikkatini meşgul etmemelidir.
Bu günlük programda, metinlerin çalışılması (kişi artık çalışmasına gerek kalmayacak şekilde akılla bir olana dek
bundan vazgeçemez) gibi bazı kalemler önemlidir. Kutsal çalışma gereklidir, çünkü böyle bir çalışmada, kişi daha
yüksek düşüncelere kendini açık tutar, ve bu kişinin karakterini yükseltir. Bu uygulamayla birlikte eş zamanlı
olarak, bir Mantranın (mistik formül) Japası (tekrarı) yapılmalıdır. Japa, direkt olarak Dhyana ile ilişkilidir.
Svadhyaya, Japa ve Dhyana arasındaki ilişki, ardışık ve çok belirgindir ve birlikte Yoga'nın tam bir yolunu
oluştururlar. Japa, Svadhyaya'dan çok daha yoğun bir Sadhana'dır ve Dhyana Japa'dan çok daha yoğundur.
Diğer herşey dış aksesuarlarken, Dharana, Dhyana ve Samadhinin içsel ve gerçek Yoga olduğu düşünülür. Yama,
Niyama, Asana, Pranayama ve Pratyahara dışsal (Bahiranga) Yoga'yı oluştururken, Dharana, Dhyana ve Samadhi
içsel (Antaranga) Yoga'yı oluşturur. İçsel Yoga akıldaki duyulardan bağımsız olan zırıltıların (Antahkarana) saf
faaliyetidir. Duyuların Pratyahara'da oynayacak bir rolleri varken, Dharana'da artık daha fazla işlemezler. Artık
kişiliğin en içsel noktasına geldik sayılır ve dışsal faaliyetler ve ilişkiler artık bırakıldı. Akıl güçlü hale geldi, çünkü
artık duyusal faaliyetlerden dolayı enerji harcamıyor. Pek çok insan aklın zayıflığından, gücü olmamasından
şikayet eder, çünkü enerjinin çoğu duyu kanallarından sızmaktadır. Duyular insan sistemindeki merkezileşmiş
enerjinin israfının faktörleridir, ve enerji duyusal faaliyetlerin durdurulmasıyla kanalize edilmediği sürece, istek
doğal olarak zayıf kalacaktır ve bu yüzden duyuların kontrolü üzerine bu kadar üzerinde durulmuştur. Enerjiyi
kendisine saklayan akıl eskisine göre daha güçlü hale gelir. Artık Yoga'nın nihai basamakları olan konsantrasyon
ve meditasyonu çıkmak için hazırlanmıştır. Can sıkıcı hiç bir şey yoktur, çünkü içsel terk ile dışarıyla olan tüm
bağlar birbirinden ayrılmıştır. Şimdi konsantrasyon başlar.
Konsantrasyon öğrencinin tüm çabasına rağmen bir anda gelmez. Akıl çeşitliliğe göre düşünme alışkanlığındadır
ve aklı çokluktan tek bir noktaya getirmeyi başarmak gerçekten çok zordur. Akıl bunu kabul etmez. Başlangıçta,
hiç bir geri itiş yoktur ve sonra konsantrasyon uygulamasında zorluk ortaya çıkar. Ama uygulama uygun bir
kendini-analiz-etmeyle ve anlayışla devam ederse, akıl bunun ne için olduğunu ve neyin yapılmasının beklendiğini
takdir edecektir. Zeki olmayan hiç bir faaliyet akıl tarafından kolayca kabul edilmez, çünkü düşünce mantık
tarafından kurulmuştur. Bir program oluşturmadan önce, kişi düşüncede metodik ve mantıksal olmaya çalışmalıdır,
çünkü akıl kaotik fikirleri kabul etmeyecektir. Akıl sadece sistem, simetri, uyum, güzellik, düzen vb takdir eder. Akıl
allak bullak edilmiş hiçbir şeyi sevmez, çünkü akıl düzene uygun olarak yapılmıştır. Nedenini bilmeden, hiç bir şeyi
bir anda sevmez. Aklın işlediği şekil mantık olarak bilinir. Kişi bir şeyleri acele bir şekilde oynatıp, sonuca
sıçramamalıdır. Bir çok kişi bu hicivden dolayı acı çekmiştir, çünkü kendi yargılarına maddenin tüm yönlerini
alamazlar. Herkes bir konunun her yönünü göz önünde tutamaz, ve bu, akla bir çok yönden ıstırap verir. Kişinin
sürekli olarak değiştirmesi gereken bir program, iyi düşünülmemiş bir programdır. Kişinin karar verdiği şeyi
değiştirmesine gerek yoktur. Kararın verilmesi günler alsa da, bunun düşünülmesine ve iyi bir şekilde
ayarlanmasına izin verin. Dış dünyada güzellik olması gibi, düşünmede de güzellik olsun. Kişi mantıksal oldukça,
kişi daha mutludur. Bu yüzden, bireyin kişiliğinin durumunun mükemmelce yapılmış bir analizi ile bir zemin
hazırlamak gereklidir. Öğrencinin neyi başarmak istiyorum sorusuna verdiği ani cevabı "Tanrı'yı istiyorum"
olmamalıdır. Kişi Tanrı'nın ne anlama geldiğini bilmeden Tanrı'yı istiyorum diyemez. Bir çok kişinin zannına göre,
Tanrı'yı istemek ilahi güçleri olan büyük bir kişiyle karşılaşma hazırlığıdır. Bir çokları Tanrı'yı ararlar, çünkü böylece
diğerleri üzerinde büyük bir otoriteleri olur ve bilgilerini dünyaya yayabilirler. Tanrı Mükemmellikse, O'nun insansı
bir kişilikle özdeşleşmesi şaşırtıcıdır. Bu yüzden, mantıksal düşünce akılda
konsantrasyonu getirmede bir yardımcıdır. Düşüncenin mantıksallığının testinde kişi kendi düşüncelerini bir
yöntem içinde gördüğü an sevinir. Kişi, aklın mantık sisteminde tanıtılan tamlık yüzünden içsel olarak rahatlar.
Mantıksallık, psikolojik bir mükemmellik biçimidir, ve tüm mükemmellik neşedir.
Yaşam ve gün için uygun bir program düşününce, kişinin Sadhana'sının programı göz önüne alınmalıdır.
"Sadhana'm ne olacak" Böylece, yoga öğrencisi ciddi olarak düşünebilir. Sadece Yoga üzerine bir ders dinlemesi,
kişinin önünde net bir yol olduğu anlamına gelmez. Bu tip bir dersten sonra, bazı temel zorluklar kalabilir,
uygulama için uygun yöntemin seçilmesi, sadece doktrin olarak kalması yerine gerçekleşmesi gerekir. Kişi pratik
yanına dokunduğunda, görülmeyen sorun su yüzüne çıkar. Bu, bireysel zorluktur ve halka açık bir derste yok
edilemeyecektir. Bu yüzden, önce kişinin tabiatı ortaya çıkartılmalı ve kişinin durumunun doğasına karar
verilmelidir. Her bir aklın yapısı, meyili ve tabiatı özel olduğundan, kişinin aklına özel belli detaylar kişi tarafından
açıkça düşünülmelidir. Konsantrasyonun tüm Sadhana'ların amacı olduğu doğruyken, bu konsantrasyon için
gerekli hazırlanma tarzı farklı Yoga tiplerine göre değişir. Konsantrasyon aklın kişisel olmayan fiilidir, çünkü içsel
macerada, akıl evreni oluşturan yasaların isteğine göre, kendini aşama aşama uyumlu hale getirerek kişiliğini
kademesel olarak dağıtmaya girişir. Gerçekte kozmosun bir parçası olan birey, bir şekilde, bir zaman kozmosun
organizmasına bir bağlılık duymaya engel olamaz ve Yoga dilinde konsantrasyon işte bu demektir, yani aklın daha
geniş bir idareye -buna Tanrı'nın krallığı ya da Evrenin İmparatorluğu deyin- ait olan parçasının kabulüdür.
Patanjali, Yoga vecizelerinde*, aklın konsantrasyonu için dışsal, içsel ve evrensel farklı noktalar önermiştir.
Konsantrasyonun uzatılmış ve yoğun biçimine meditasyon denir.
*) Jain: Hindu dininin bir kolu
*) Yoga vecizeleri: Yoga Sutralar. Bu vecizelerin türkçe çevirisine, bu sitede aşağıdaki linke tıklayarak
ulaşabilirsiniz. www.angelfire.com/indie/yogamerkezi/sutra.html
12. BÖLÜM DHYANA VEYA MEDİTASYON
Yoga'nın zirvesi konsantrasyon yaptığı nesne ile aklın bir olmasıdır. Tüm teknik, nesnel bir şuur üzerine, tamlık
içinde, konsantrasyon nesnesinin yapısına doğru meyleder. Normal olarak, nesne şuurdan ayrılmıştır, böylece
bağımsız, meddesel bir şey gibi var olabilir, şuurun doğasıyla uzlaşma yeteneğinden tamamen yoksundur. Ancak,
Samkya düzeni altında, nesnenin algılanmasında şuur tamamen nesnenin gayret sarf ettiği etkiden, diğer yandan
bir nedenden dolayı, nesnenin kendisine göre, yansıtmayı istediği bağımlılık ve ilişkiden tamamen bağımsız olarak
duruyor gibi görünmez. Samkya sistemine göre, nesne şuur olan özneden, Prakritinin bir modu olan nesnel
varlıktan ve tanınma ve algılanma eyleminde bulunulduğunda bireysellik yoluyla tezahür eden Purusha şuursal
varlığından tamamen bağımsızdır. Ancak, Samkya'ya göre, Purusha doğa olarak sonsuzdur ve bu yüzden
algılayan rolünün yerel olarak, nesnenin bilgisine göre sonlu bir varlık olarak konulması hayal edilemez. Sonsuz
Purusha'nın, Prakriti'nin modlarıyla ilişkide olmasından sonuçlanan fanilikle birlikteliğiyle olan bu alakası,
Purusha'nın bağlarıdır. Purushanın özgürlüğü, -tezahürün belli bir derecesinde Prakriti olan- her tür nesnellik
biçimiyle olan ilişkisinin soyutlanma yoluyla orijinal sonsuzluk durumuna geri dönmesiyle olur. Patanjali'nin Yoga
sistemi sonunda şuurun ilişkilerinden ayrılmasının gerekliliği üzerine yazılan bir müjdedir, bu ilişkiler sosyal
ilişkilerle başlayan, bedenin fiziksel organizmasını ilgilendiren, içsel organ ya da Antahkarananın psişik yapısı,
cehaletin nedensel bedeni, ve faniliğin herhangi bir moduna giren her tür itici güçle sonuçlanan her neyse,
dışsallık ya da nesnellikle olan alakanın her türü olabilir. Şuurun kademesel olarak dış irtibattan geri çekilmesinin
ve kendi özü olan sonsuzlukta sona eren, gittikçe genişleyen boyutta yükselmesinin aşamaları Yama, Niyama,
Asana, Pranayama, Pratyahara, Dharana, Dhyana ve Samadhidir. Şuurun toplum, beden, akıl, zihin vb.yle olan
ilişkilerinden ayrılması Yoga'yı arayanlar için bir yere kadar anlaşılır olan Yama, Niyama, Asana, Pranayama,
Pratyahara, Dharana ve Dhyana ile başarılır daha üstün bir akort olan ve Patanjali'nin Sutra'larında bazı ipuçları
verilmiş olan Samadhinin ise anlaşılması daha zordur ve toplumla iç içe olan ve derinlemesine beden-bilincine
battığından başka herhangi bir değerin farkındalığını yadsıyan akıllarca insani olarak başarılması imkansız gibi
görünebilir. Konsantrasyon aklın içsel, dışsal ya da evrensel tek bir dikkat noktasına bağlanması olarak
tanımlanırken, meditasyon süreğen olan bir akış olarak, meditasyon yapan özneden meditasyon yapılan nesneye
yapılan bir hareket olarak tanımlanabilir. Dharana ya da konsantrasyonla ilgili dört faktör vardır, bunlar ismen
konsantrasyon nesnesiyle ilgili fikirlerle uzlaşmayan konu dışı fikirlerin dışlanması, konsantre ilkesi olarak kişinin
kendi öznelliği, konsantrasyon süreci ve konsantrasyonun uygulandığı nesnedir. Ama Dhyana ya da
meditasyonda sadece üç süreç vardır ve konu dışı olan düşüncelerin dışlanması burada yoktur, çünkü
meditasyonda düşünce kendini o kadar derinleştirmiştir ki, meditasyon nesnesinin konusundan başka herhangi bir
şey için bir farkındalığı olamaz.
13. BÖLÜM SAMADHİ YA DA SÜPER-ŞUUR
Meditasyonun daha üst noktaları Patanjali'nin dilinde Samapattiler ya da Samadhiler olarak bilinenlerden ayrılmaz
olsalar da, her ikisi arasında mantıksal bir ayrım yapılabilir. Dhyana ya da meditasyon bahsedilen üç katlı süreçten
oluşmuştur, ve Samadhi'de tüm süreç nesneyle birleşir, bu bir şekilde bir nehrin okyanusa akması gibidir, bu
durumda nehrin olduğu her ne ise yok olur ve nehir okyanus haline gelir. Burada Patanjali'nin bize söyleyecek
enteresan bir sözü vardır, yani idraklı kimse, nesne ve algılamanın araç ya da süreci bir diğeriyle eşit durumda ve
paralel olarak durmaktadır, tıpkı üç gölün ya da üç kova suyun bir diğeriyle birleşmesi, bir diğerine katılması,
suyun yüzeyde aynı seviyeye gelmesi gibidir. Üçü bir olmuştur, ve bir hangisinin nesne, hangisinin özne ve
hangisinin bilme süreci olduğunu bilemez.
Meditasyon hareketi Samapattiler olarak bilinen başarılara yönlendirir. Meditasyon için seçilen nesne belli
algılanan ya da kavramsal olan, herhangi bir birim ya da varlık olabilir, nihai istenen şuurun toprak, su, ateş, hava
ve esir olan büyük elementlerden ya da Mahabhutalardan oluşan kozmosun kendi yapısıyla bir olmasıdır.
Patanjali bu başarımlarda Vitarka, Vichara, Ananda ve Asmita aşamalarından bahseder. Bu aşamalar da kendi
içlerinde Savitarka, Nirvitarka, Savichara, Nirvichara, Sananda ve Sasmita olarak alt-kademelere ayrılmıştır. Bu
Samapattiler meditasyon yapan şuurun kademesel olarak Samkhya felsefesinde sayılan kozmolojik kademelerle
olan uyumlarıdır. Prakritinin en düşük tezahür biçimleri bahsedilen beş elementtir, bunlar kaba biçimleriyle
dünyanın her bir küçük biçiminin içine girerek, duyusal algılamalarda ve zihinsel anlayışta nesnelerin çeşitliliğini
oluştururlar. Patanjali'nin aklı, duyusal algılamanın nesnesi
olarak alakalı olduğu fenomenel ilişkilerden tecrit eden bu tip bir saf biçimdeki nesne üzerine tefekküre dalmasını
sağlamak için verdiği özel bir reçete vardır. Örneğin bir nesneden bahsettiğimizde, bir fikir ve onun içindeki şey ile
birlikte olan tarif edici bir karakteristiğin bir bileşiminden bahsederiz. Bu, onun fikri dışında ve algılandığı biçim
dışında bilinemez. Burada, Alman filozof Immanuel Kant'ın benzer bir tebliğini hatırlarız, Kant nesnelerin-içindeki-
şeylerin uzay, zaman ve Kant'ın tabiriyle anlayışın nicelik, nitelik ve tarz gibi kategorileri dışında bilme olasılığını
çizmektedir. Belki de, bu nedenle gerçeğin metafiziğinin olmasını bile algılayamamıştır, çünkü tüm bilgi
fenomeneldir, uzay, zaman ve kategorilerle sınırlıdır. Kant, Tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük fikirlerinin mantık yoluyla
çalışan sadece düzenleyici ilkeler olarak hareket ettiklerini, ama işlevleri fenomenle sınırlı olduklarından mantığın
nesneleri haline gelemedikleri fikrine tutunmuştur. Burada Hintli bilge (yani Patanjali), Eleştiri filozofunun
görselleştiremediği bir işarette bulunmuştur, bu da nesnenin-içindeki-şeyi bilmenin sadece bilgi süreciyle irtibatta
bulunularak değil, ama -Yoga olan- onunla birleşme yoluyla mümkün - hayır- şart olduğudur. Patanjali'nin
fenomenel kategorileri ifade etmek için kullandığı kelimeler Sabda ve Jnanadır, ve nesnenin-içindeki-şey de
Arthadır. Yoga'nın amacı şuurun nesnenin-içindeki-şeyle yani Artha ile birleşmesidir. Normal koşullar altında, uzay
ve zaman ve aklın mantıksal kategorilerinin karışımından dolayı nesne ile bu tip bir irtibat mümkün değilken, özne
ve nesnenin bir hale geldiği, Yoga ya da birliğe ulaştığı, deneyimin mükemmelliği olan, mantıksal felsefe için
bilinmeyen bir yol vardır.
Savitarka Samapattida, Sabda ya da Jnana ile bağlandığından nesne ya da Artha üzerine tefekkür yapılır. Ama
bu, nesnelerin sıradan algılanmasında elde edilene göre farklı tip bir farkındalıktır, çünkü bir Samapatti şuurun
tefekkür edilen nesne ile bir olmasıdır, ve biçim bu üç katlı bağlılık durumunda bile, artık duyusal faaliyet yoluyla
irtibat kurulan dışsal bir nesne olarak kalmaz. Nirvikalpa Samapatti olarak bilinen daha üst aşamada, Sabda ve
Jnanadan bağımsız olan nesnenin fiziksel biçimi, bir olunan nesnedir. Burada nesne, beş elementten oluşan
fiziksel evrenin tümü olarak alınabilir ya da meditasyon amacı olarak seçilen belli bir nesne olabilir. Samkhya'nın
kategorilerinin kozmolojik sıralamasına göre, beş fiziksel elementten daha üstün olan tekamüller, beş Tanmatralar
ya da bu elementlerin Sabda, Sparsa, Rupa, Rasa ve Gandha olarak bilinen ve deneyim nesneleri olarak sırasıyla
ses, dokunma, biçim, tat ve koku anlamına gelen süptil potansiyelleridir. Bu Tanmatralar uzay ve zaman açısından
görselleştirildiğinde, meditasyon nesneleri olduklarında ya da bir olma nesnesi olduklarında, buna ulaşmaya
Savivhara Samapatti denir. Bunlar bir olma nesneleri olarak, uzay ve zamandan bağımsız ve bunların ötesinde
olduklarında, bu deneyime Nirvichara Samapatti denir. Yogin bu duruma ulaşıltığında, tüm elementler ve Doğa'nın
güçleri üzerinde ustalık kazanmıştır ve bunu bir şeyle irtibattan dolayı doğmayan tersine Kozmik Ahamkara ve tüm
evrenin her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Temel olan Mahat ile birlikten dolayı ulaşılan özgürlüğün sonucu
olan çok büyük bir neşe getiren bir mükemmelik takip eder. Bu neşe, deneyimin doruğa ulaştığı ve tüm evrenin
artık algılama nesnesi olarak değil de, Bir'in Bedeni olarak bilindiği, artık evren diye bir şeyin olmadığı, sadece
Kozmik Özne'nin Kozmik Nesne'yle bir olduğu saf Kozmik Tam-Deneyimin olduğu Sananda Samapatti olarak
bilinen ulaşımdır. Burada, Mutlak-"Ben"in farkındalığı vardır. Bu, Evrensel Özben-Deneyimi Sasmita Samapatti
olarak bilinir.
Yukarıda bahsedilen Samapattinin altı aşaması Sabija Samadhi ya da Evrensel Doğa olsa bile Özben-Şuur'unun
tohumunun artıkları ile birliktir. Bu Özben-Şuuru bile aşılıp deneyimde yüce olarak sadece Mutlak mükemmelce
hüküm sürdüğünde, Nirbija Samadhi ya da Yüce Bağımsızlığın tohumsuz erişimi vardır. Böylece, Nihai Erişim
Kaivalya Moksha ya da Mutlak Gerçeklik içindeki tam Özgürlük deneyimlenir.
Swami Krishnananda, Swami Sivananda'nın öğrencisidir. Swami Sivananda'nın kurmuş olduğu yoga merkezi
olan The Divine Life Society'nin genel sekreterliği görevini 40 yıl boyunca yapmış olan Swami Krişnananda 23
Kasım 2001'de aramızdan ayrılmıştır.
Kendisine, bu çevirileri yapıp yayınlamama izin verdiği için sonsuz teşekkür, sevgi ve saygılarımı sizlerin
önünde de belirtmek isterim.
Keyifli okumalar...
Yoga hakkında bilgi sahibi olmak, ücretsiz türkçe Yoga kitaplarını okumak ve İstanbul'daki Yoga
Merkezleriyle ilgili bilgilere ulaşmak için Yoga Merkezi'ne uğrayınız.
http://angelfire.com/indie/yogamerkezi
http://www.swami-krishnananda.org
1. BÖLÜM
YOGA VE MEDİTASYON
Ben, insan yaşamının merkezi amacı olarak görebileceği şeyin ne olduğunu ve bu amacı yerine getirmede ve
gerçekleştirmede kullanılabilecek olası metodolojileri basit bir şekilde ifade etmeye çalışacağım. Yoga olarak
bilinen şey hakkında çok şey duymuş olmalısınız. Ve bir çok okuma kitabı, bir çok kurs size Yoga uygulama
sanatı olarak bilinen gizemli teknik hakkında bir çok bilgi vermiş olmalı. Basit bir anlatımla, teknik detayları
içermeden, Yoga anlatılacaksa, bu uyum sistemi olarak adlandırılabilir. İngilizcede, sizlerin uyum dediğine,
örneğin Sanskritçe'de Yoga denir. Bunda, gizemli ya da insan anlayışının ötesinde bir şey yoktur. Ama,
Yoga'nın uyum olan bu basit tanımında büyük bir şart vardır. Günlük varoluşumuzda hayatımızın her alanında
uyumu aradığımız doğruyken, aslında uyumun ne olduğunu da bilmemiz gereklidir. Ve uyum denilen basit
gerçeğin esası şuurumuzun içinde özümsendiğinde, kişiliğimiz istikrarlı hale gelir. Kişiliğin istikrarı, şuurun
dengesi, yaşam yolundaki uyum, Yoga'dır.
Şimdi, uyum kişinin kendi dışında kalan bir çevreye kendisini ayarladığını ima eder. Bir şeyin bir başka şeye
uygun bir ayarı yoksa, biz buna uyumsuzluk deriz. Uygun bir ayar olduğunda, bir ilkenin, bir gerçeğin, bir
nesnenin, bir kişinin diğeriyle pürüzsüzce işlemesine biz uyum olarak bakarız. Şimdi, başlangıçta aklımızda
oluşabilecek soru şöyledir; niye uyumun merkezi amaç olması gerektiği olmalıdır; niye uyuma, yaşamın
temeli olarak bakılmalıdır?
Sebep, evrenin yapısının kendisidir. Evren, bir uyum sistemidir. Bizler, insan bireyleri olarak, bu evrenin bir
kısmını oluşturuyoruz. Bizler bütünsel olarak ilişki içinde olacak şekilde bunun bir parçasını oluşturuyoruz.
Daha fazla ilerlemeden önce, neyin dünya ile bütünsel ilişki içinde olabileceğini bilmek faydalı olacaktır. Size
bunu yaygın bir deneyim örneği vererek anlatmaya çalışacağım. Yol kenarlarındaki taş yığınlarını görmüş
olmalısınız. Bir taş yığını, tek bir mekana konmuş küçük parçalar halindeki hareketsiz maddeler grubudur. Bu
taş yığınında, belki her bir taş diğer tüm taşlara dokunmaktadır. Bu yığındaki taş olarak adlandırılan organik
olmayan her bir madde, diğer her bir taşla olan irtibatı nedeniyle, yığınla ilişki içinde olduğu halde, belirli bir
taşın o yığındaki diğer her bir taşla bütünsel bir ilişki içinde olduğunu söyleyemeyiz. Bunlar, mekanik olarak
bağlıdırlar, ama canlı ilişki içinde değillerdir.
Mekanik olarak bağ ile canlı, organik ilişki arasında fark vardır. Bir taşın yığındaki bir diğer taşla olan ilişkisi
mekaniktir. Bu ilişkide yaşam yoktur. Bu yığından bir taş alırsanız, diğer taşlar hiç bir şekilde bundan
etkilenmeyecekler, oldukları gibi kalmaya devam edeceklerdir. Bir kaç taş yığından çıkarılırsa, kalan taşlara
herhangi bir hasarı olmayacak, yapılarında bir küçülme olmayacaktır. O halde, mekanik bir grupta parçaların
bütünle olan ilişkisi şöyledir; bazı parçalar bütünden ayrılsalar bile, kalan parçalar bundan etkilenmezler bile.
Mekanik ilişkiden kasıtımız budur. Ama organik ilişki bundan farklıdır. Bizler buna bedenimizi örnek verebiliriz.
Fiziksel bedenimizin hücreler denilen küçük organizmalar tarafından yapıldığını çok iyi biliyoruz. Bu hücreler
bir diğeriyle öyle bir ilişki içindedir ki, beden denilen tek bir bütünün görüntüsünü verirler, bunun bir şekilde,
tıpkı yol kenrındaki taş yığınları gibi olduğunu söyleyebiliriz. Ama, farkı nedir? Bir yığındaki bir kaç taşın
alınması, kalan taşları yaşamsal olarak etkilemezken, bedendeki bir kaç uzvun alınması tüm bedeni yaşamsal
olarak etkiler. Uzuvları kesildiğinde, kolları ya da bacakları kesildiğinde, bireye, bir insana ne olduğunu
bilirsiniz. Bir kişinin bedeninin bir kısmını alırsınız - ve bu büyük bir fark yaratır! Bedenin varoluşunun kendisi
ciddi olarak etkilenir. Konuya geri gelirsek, bedendeki uyum bozulur. İşte bu nedenle, bedendeki bir uzuv
kesildiğinde, yoğun bir acı, ıstırap ve buna karşı bir hoşnutsuzluk vardır. Bedenimizdeki uzuv ya da
organlarımızda oluşacak hiç bir müdahaleden hoşlanmayız, çünkü uzuvlar kişiliğimizin sistemindeki yaşayan
bütünle yaşamsal bir ilişki içindedir.
O halde, şimdi mekanik ilişki ve yaşamsal ilişki arasındaki farkı biliyorsunuz. Demek istediğim, bizler kozmos
ile mekanik değil yaşamsal olarak ilişki içindeyiz. Dışarıdaki evrenle olan ilişkimiz, yığındaki bir taşın ilişkisi
gibi olmadığından, o halde dışarıdaki dünyayı etkilemeden istediğimizi yapabiliriz. Bu mümkün değil.
Dışarıdaki dünyayla olan bağımız, ilişkimiz, bedendeki uzuvların bedenin tüm sisteminde ile olan ilişkisi ile
karşılaştırılabilir. Sisteme yapılacak hiç bir burnunu sokma mazur görülmez ya da istenmez. Evrenin ne
olduğunu anlamak için, insani bireyi anlamak gerekmektedir. Hint Vedik mitolojisinde, bizler Puruşa-Yüce
Varlık olarak bilinen kavrama sahibiz. "Pruşa", kişi, insani birey demek. Ama, Vedalar kozmostaki Puruşa'dan
bahsederken, kozmosun parçaları ile olan ilişisi, sıradan sınırlı bireyin bedensel uzuvları ile olan ilişkisine
benzediğinden, evren kavramının tek bir birey -Kozmik Birey- olduğunu kastederler. Kozmik birey olarak
kalmanın ne demek olduğunu bir an için düşünebiliyor musunuz? Düşünün ki, siz evreni hareket ettiren
şuursunuz, bu olasılığı nasıl kavrardınız? Bunun için, yine insan bedeni analoğuna geri dönelim. Sizler Bir
Zeka, ya da şuur merkezi olduğunuzu biliyor musunuz? Bana bunu nereden bildiğimi sorabilirsiniz. Bu
deneyimle bilinebilir. Sizler Bay Bilmem-Kim, Bayan Bilmem-Kim vs. olarak adlandırılan tam bir bütün
olduğunuzu biliyorsunuz. "Ben şöyle ve şöyle bir kişiyim" dediğinizde, aslında neyi kastediyorsunuz? Neden
bahsediyorsunuz? Ellerden, ayaklardan, burundan, bedenin herhangi bir parçasından mı yoksa tüm parçalar
bir araya konmuş halinden mi? "Ben" dediğinizde, ya da siz olduğunuzu söylediğiniz birey derken neyi
kastediyorsunuz? Durumu dikkatlice gözden geçirirseniz, kendinizden öyle veya böyle diye söz ederken,
bedeninizdeki organları ya da uzuvları gerçekte dikkate almıyorsunuz. Çünkü, eğer el kesilirse, bir parçam
gitti demezsiniz. Siz yine de tam bir birey olarak kalmaya devam edersiniz. İki bacak da tıbbi bir müdahale ile
gitse de, birey yine de bütün olarak kalır. Birey asla kişiliğinin bir kısmının gittiğini hissetmez. Bedeninin bir
kısmının gittiğini söyleyecektir ama kendisinin bir kısmı gitmemiştir. Kendisinin hala tam bir varlık olduğunu
düşünecektir. Yoksa, bedenin uzuvları kişiliğin yaşamsal bir parçası olsaydı, örneğin bacaklar kesildiğinde, kişi
daha az düşünebilirdi. Yarı-düşünme, dörtte bir oranında düşünme, 30% düşünme, ve benzeri olurdu. Ama bu
böyle değil. Uzuvlar kesilse bile, tam düşünme var, tam anlayış var, şuurun tümü el sürülmeden tutuluyor. Bu,
sizin bedenin uzuvları olmadığınızı gösteriyor. Siz beden olarak adlandırılan dışsal biçimi oluşturan bu
uzuvlardan bağımsız bir şeysiniz. Siz zeka ya da ruhsal varlıksınız. Siz, uzuvları kesilse bile kişiliğinizi hiç bir
şekilde etkilemeyen bedeni hareket ettiren şuur merkezisiniz.Siz, aslında şuursunuz.
Şimdi, Vedalarda ifade edildiğini söylediğim Virat-Puruşa ya da Kozmik Varlık kavramı kozmostaki bireysel
şuur kavramının sadece uzantısıdır. Bir kaç saniye gözlerinizi kapayıp, bu küçük bedeni hareket ettiren şuur
merkezi olmanız yerine, tüm evreni hareket ettiren şuur merkezi olduğunuzu hayal eder misiniz? Hayal
gücünüzü bu derece genişletebilir misiniz? Bunu nasıl yaparsınız? Bu, aklın küçük bir çabasıyla yapılabilir. Size
bunun tekniğini anlatacağım. Olduğunuz şuur, bedeninizdeki her bir parçayı --elleri, ayakları, paröakları,
burnu, gözleri, v.s. -- harektet ettiren siz olan (ve) bireysel bedeninize nüfuz etmiş şuur, bedeninizde o kadar
bir örnek olarak varolur ki, bedeninizin her bir parçasında var olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Siz
parmaklarınızda da varsınız, baş parmağınızda da varsınız, burnunuzda da varsınız, vs. Tam bir bütün olarak
siz, bedeninizin her bir parçasında varsınız. Şimdi, bu analoğu ya da kıyası tüm evrene genişletebilir misiniz?
Sadece, şuurunun sadece parmağınızda ya da başparmağınızda olmadığını, tersine önünüzde gördüğünüz bu
masada da olduğunu, sandalyede de olduğunu, dağda da olduğunu, güneş ve ayda olduğunu, galakside
olduğunu vs. hayal edin.
Hayal gücünüzü bu anlamda genişletebilirseniz, şuurunuz bedensel kişilik sınırlarını aşabilirse, ve şuurun bu
yayılmış karakterini bedensel kişiliğinizin sınırlarıın ötesine genişletebilir ve dünyadaki her bir nesne üzerine
konsantre edebilirseniz, Kozmik bir Birey haline gelirsiniz. Bu Yogik Tefekkür'dür, en yüksek anlamında
Meditasyon'dur. Bu, bir çok meditasyon aşamasından sonra ulaştığınız zirvedir.
Bu zor bir tekniktir, çünkü genellikle, şuurunuzu dünyadaki diğer nesneler üzerine genişletemezsiniz. Bizlerin
önyargıları vardır, nesnelerin dışımızda olduğuyla ilgili eski tarz düşünce alışkanlıklarımız vardır. Ama, on
parmağınızın da dışınızda olduğunu biliyor musunuz? Bunlar nesnelerdir; bunları da siz tıpkı dünyadaki diğer
nesneleri gördüğünüz gibi görürsünüz. Eğer bu on parmak (yani bu nesneler) sizin kişiliğinizin bir parçası
haline gelebiliyorlarsa, o halde neden dünyadaki diğer nesneler de kişiliğinizin bir parçası haline gelemiyor?
Gelmiyorlar, çünkü şuurunuzu eski bir önyargı ya da düşünce ile sınırlandırdınız. Önyargı mantıksızdır, sadece
kendi kendisini ileri sürer, mantık ile ikna edilemez. Neden şuurunuzu bu küçük beden ile sınırlıyorsunuz? Ne
kazanacaksınız? Niye bunu diğer kişilere genişletmiyorsunuz? Niye burada oturan tüm insanların (tıpkı
kendinizin bir insani birey olduğu gibi) daha geniş, sosyal bir bireyin parçası olduğunu hissetmiyorsunuz? Niye
şuurunuzu buradaki insanlarla sınırlıyorsunuz da, daha engin dünyaya gidip, kendinizin bir dünya-birey
olduğunuzu hayal etmiyorsunuz? Bu dünya-birey dinsel olarak Tanrı denilendir.
İnsanlar, "Tanrı var mı?" diye sorarlar. Bu anlamsız bir sorudur. Eğer dünya varsa, Tanrı da olmalıdır; çünkü
Tanrı sadece tıpkı sizin bireysel kişiliğinize nüfuz etmiş şuur gibi, tüm evrene nüfuz etmiş Şuur'a verilen
isimdir.
"Heryerde Şuur olduğunu nereden biliyorsun?" diye sorabilirsiniz. Ben size soruyorum: "Arkadaşınızın şuuru
olduğunu nereden biliyorsunuz?" Kendi şuurunuz olduğunu biliyorsunuz, ama arkadaşınızdaki şuuru
görmüyorsunuz Ama, bu zihinsel faaliyetten bir sonuç çıkararak, onun bir şuuru olduğunu söylüyorsunuz. Aynı
şekilde, kozmosun faaliyetinden, Kozmik Zekanın varlığı sonucunu çıkarabiliriz.
Şimdi, bu tüm nesnlerde içkin olan Kozmik Varlık, Tanrı denilen Yüce Varlık'tır. Buna Mutlak diyebilirsiniz,
çünkü bu Tam Şuur'dur ve bunun dışında hiçbirşey yoktur. Bunun dışında bir şey olduğunda, buna göreceli
şuur dersiniz. Dışında bir şey olmadığında ve Herşey-Herşeyin-İçinde olan, herşeyi kaplayan olduğunda, buna
Mutlak-Şuur dersiniz.
Şimdi, siz Mutlak-Şuur'un bir parçasısınız, çünkü siz evrenin bir parçasısınız. Siz evrenin organik bir
parçasısınız, (yığındaki taş gibi) mekanik bir parçası değilsiniz. Siz, tüm evren ile ilişki içindesiniz, o halde siz
kozmosun yaşamsal bir parçasısınız.
Bu analizden, biz tüm evrenin engin bireysellik ile karşılaştırılabileceğinin şok edici sonucuna geliyoruz. Bu,
Veda'larda, Parama-Puruşa ya da Yüce Varlık olarak bahsedilendir. Metinlerde bu tip terimler kullandıklarında,
kastettikleri kurtuluşun bütün olarak evrenle arkadaşça kalmakta yattığıdır.
Bedeninizdeki parmağın sağlığı tüm bedenin sağlığına bağlıdır. Tüm bedenin tifo ateşi ile yandığını varsayın,
parmak sağlıklı kalabilir mi? Hayır, parmak da aynı hastalıktan etkilenecektir, çünkü parmak tüm beden ile
yaşamsal olarak ilişki içindedir. Aynı şekilde, evren neyse, siz de osunuz. Evren, güçlerin mükemmel
dengesidir; ve o halde, siz bu güçlerin mükemmel dengesinin bütünsel bir parçası olan evren olduğunuz
derecede, yaşamda nasıl hareket etmeniz gerektiğini biliyorsunuz. Yaşamınızın hiç bir anında evrensel yasayı
çiğneme lüksüne sahip değilsiniz. Samatma ya da davranışın eşit dağılımı olan kozmosun yasasına tahammül
etmek durumundasınız. Yoga, Bhagavat Gita'da Samatva olarak tanımlanır. Uyum Yoga'dır. Doğu'nun
Süperman'i olan Bhagavan Sri Krishna, "Samatvam Yoga Uchyate" (Gita 2-48) demektedir. Bu, Yoga'nın çok
basit, birden fazla anlama gelmeyen ve mezheplere ayrılmamış tanımıdır. Uyum, denge, dengelilik Yoga'dır.
Uyum nedir? Uyum kozmos ile ayarlanmanız dışında bir şey değildir. Eğer evren ile doğru olarak uyumlu
haldeyseniz, evren ile uyum içinde olduğunuz söylenir. Ama evren ile bir uyumsuzluk varsa, siz bir birey
olarak dışarı atılırsınız. Şimdi, duyularınızla dışarıdaki nesneleri kişiliğinizin tamamen dışında bir şeyler olarak
görüyor olmanız, kozmos ile doğru ayarda olmadığınızı gösteriyor. Bedeninizdeki hücreleri dışarıda bir şey
olarak görmezsiniz, çünkü bu sizin varoluşunuzun yaşamsal bir parçasıdır. Bu anlamda, eğer biz irade
gücümüz ve konsantrasyon gücümüz sayesinde, dünyayı şuurumuz ile yaşamsal olarak ilişki halinde
görselleştirirsek, otomatik olarak meditasyon durumunda olacağız.
Dünyanın özü madde (özdek) ya da organik olmayan maddeler değildir. Çoğu kişi arasında dünyanın zeki-
olmayan ölü maddeden oluştuğuna dair yanlış bir kanı vardır. Bu böyle değildir. Şuuru gözlerinizle
göremezsiniz. Başka bir kişideki şuuru ya da zekayı göremezsiniz. Dışarıdaki dünyadaki şuuru nasıl
görürsünüz? Ama, başka bir bireyin hareketlerine bakarak ondaki şuurun varlığının sonucunu çıkaramak
mümkün olduğu kadar, algılama diye adlandırılan özel faaliyetlerle de evrendeki Şuur'un varlığının sonucu da
çıkarılabilir.
Nesneleri algılama sürecinin analizi, size dünyanın maddeden değil, Şuur'dan yapıldığının işaretlerini
verecektir. Bu, sadece sonuca sadece sonuç çıkarma ile gelebilirsiniz, direkt, görünür, duyusal algılama ile
gelmezsiniz.
Önünüzdeki bir nesneye, bir mil ötedeki dağa, bakarsınız ve "Görüyorum" dersiniz. Size soruyorum:
"Gördüğünüzü söylediğinizde, nedemek istiyorsunuz?" Şöyle cevap verirsiniz, "Gözler açık, dağa vuran gün
ışığı dağdan hareket ederek gözdeki retinayı etkiliyor ve sonra dağın varlığının resmi bana gelir." Ama size
soruyorum, "ışık zeki midir, yoksa zeki-değil midir?" Gün ışığının zeki olmadığını gayet tabi biliyorsunuz,
bunlar hareketsizdir; ve dağ hareketsizdir. Zeki-olmama kuralı zekayı yaratmaz; çünkü mantık kuralı etkinin
en azından tepki kadar zengin olması gerektiğini söyler. Dağın algılaması, şuurlu, zeki bir faaliyettir (yani
tepkidir). O halde, etki, gün ışığının hareketi de özünde Şuuru içermelidir, yoksa tepkiye göre değersiz (ikincil
derecede) olur ve şuur gün ışığı değersiz bir etkiden üretilemez.
Ayrıca, bu problemin kendisine başka yönden bakın. Sizin dışınızda olan dağ sizin gözünüze atlamaz. Dağ çok
uzaktadır. Önünüzde bir dağ olduğu bilgisine nasıl geldiniz? Gözleriniz dağa dokunmaz ve dağ gözlerinize
dokunmaz. Her ikisi de birbirinden uzaktadır. Dağ ve gözleriniz arasında bağlantıyı sağlayan bir bağ vardır. Bir
dağ olduğunu bilebilmenizin sebebi budur. Ama bağlantıyı sağlayan bağ nedir? Bunun gün ışığı olduğunu
söyleyebilirsiniz. Hayır. Gün ışığı durağandır. Durağanlık zeki bir algılamaya yol açamayacağından, atalet
halindeki gün ışığının gerçekten bağlantıyı sağlayan bağ olduğuna razı olamayız. Nesne ve gören şuur
arasındaki bağlantıyı sağlayan bağ sadece iki şeyden biri olabilir, çünkü bu dünyada sadece iki şey vardır, şuur
ve madde, başka bir şey yoktur. Şimdi, dağ ve algılayan şuur arasındaki bağlantıyı sağlayan bağ bu ikisinden
biridir, ya şuurdur ya da maddedir. Eğer dağ ve şuurunuz aasındaki bağın madde ya da maddesel bir şey
olduğunu söylerseniz, şuur ve nesne arasında bir boşluk olacaktır. Şuur madde haline ve madde şuur haline
gelemeyeceğinden, farklı olarak nitelenirler, tıpkı sütün taş haline ve taşın süt haline gelememesi gibi. O
halde, aradaki bağ maddeyse, madde ve şuur arasında bir boşluk oluşur ve her ikisi arasında bir bağ olamaz,
ve siz önünüzde bir madde olup olmadığını bilemezsiniz. O halde bu olamaz. Ve doğal olarak, diğer alternatif
bağlantıyı sağlayan bağın şuur olmasıdır. Şuur, Şuur ile karışabilir. Buradan çıkarılacak sonuca göre, biz
şuurun maddesel nesnelerin bile ardına gizlenmiş olması gerektiği sonucuna ulaşırız; yoksa algılamanın
kendisi mümkün olamaz. Dışarıdaki insanların faaliyeti ile zekanın varolduğu sonucuna ulaşmamız gibi,
dünyadaki zekanın varlığı sonucuna da algılama olarak bilinen bireyin faaliyetinin analizi ile ulaşırız.
Bu analiz ile geldiğimiz nokta, dünyanın nihai olarak doğası gereği Şuur olduğudur, dünya madde değildir. Siz
de madde değilsiniz, çünkü tüm kişiliğiniz uzuvlarınız kesildiği halde etkilenmeden kalır. Siz Şuur'sunuz. Siz
bir beden değilsiniz. Siz bu bedenden çok daha ötesiniz. Aynı şekilde, tüm kozmos içinde Şuur'un içkin bir
ilkesi vardır. Bu içkin Şuur; Mutlak, ya da Brahman, ya da Atman diye adlandırılır. Biz buna, Özben (yani
Atman) deriz, çünkü bu bireyde görülen nesne olarak değil, gören ilke olarak saklı kalır (çünkü Şuur
duyularınızla görebileceğiniz bir nesne haline gelmez). O halde, bir nesne haline çevrilme yetisine sahip
olmayan Evrensel Şuur, her zaman özne, Özben olarak kalır. Mutlak olan Yüce Şuur herkesteki Özben'dir.
Evrenin bir Şuur denizi olduğunu ve sizin de Şuur denizindeki dalgalar gibi olduğunuzu, ve dünyada madde ya
da organik olmayan madde diye bir şey olmadığına dair akıl durumunu bir kaç dakika için muhafaza
edebilirseniz, bu nesnelerin bireysel algılanmasından farklı olan evrensel algılamadır. Bu Meditasyondur.
Pratik Teknikler
Size şimdiye kadar anlattıklarım felsefi altyapıydı. Şimdi size Meditasyon durumuna ulaşmanız için aşamalı
olarak bazı pratik ipuçları vereceğim. Yoksa, akıl sadece nesneleri düşünmeye alışkın olduğundan, bir
nesneden diğerine atlayacaktır. Aklı meditasyon farkındalığı durumuna getirmek için, günlük yaşam yolunda
istikrar ya da uyum uygulanmalıdır. Uyumun farklı kademeleri vardır.
1. Dünyadaki diğer insanlarla uyum içinde olmalısınız. Arkadaş canlısı olmalısınız; kimseye karşı nefret
duymamalısınız. Kimseye zarar vermemeli, kimseyi aldatmamalısınız. Hiç bir şey çalmamalı ve size ait
olmayan hiç bir şeyi kendinize ayırmamalısınız. Hiç bir kimse ya da şeyden rahatsızlık duymamalısınız; tüm
insanlar ve şeyler için şefkat duymalısınız. Tüm bunlar toplumla ve dünyayla olan dışsal ilişkinizde uyum
oluşturur. Hizmetinizle verdiğinizden fazlasını dünyadan almamalısınız.
2. Kendi kişiliğinizle uyum içinde olmalısınız. İnsan bireyi çoğunlukla dengesini kaybetmiş durumdadır.
Bedenin asgari ihtiyaçlarının çaresine bakılmalıdır: yani temizlik, düzenli olarak yıkanma, sadece aç olduğunda
yeme --yani bir yemek gördüğünde ağzın sulanıyorsa yemek yeme. Bedeninize bir arkadaşınızmış gibi
davranın. Havalandırılmış yerlerde yaşayın; temiz hava soluyun; en az iki saatinizi açık havada geçirin. Basit
bir yaşam ve ulvi düşünmeyi benimseyin.
3. Kaslarınızla ve sinir sisteminizle uyum içinde olmalısınız. Genel olarak huzursuz bir faaliyet ve rahatsızlık
durumundayızdır. Bu yüzden bedenin istikrarı için, Asanaları ya da fiziksel duruşları uygulamamız istenir.
Bedenin sağlığı için farklı Asana'lar uygulamak gerekliyse de, meditasyon için sadece tek bir Asana'da
oturmanız gerekir. Tek bir sabit rahat duruşta kalarak, sinir sistemi ve kaslarda bir uyum meydana getirirsiniz.
Peki niye bu duruş reçete edilmiştir? Çünkü meditasyonda konsantre olmuş akılda, elektrik gücü
diyebileceğiniz bazı enerjiler meydana gelir. Şimdi, eğer bedendeki uçlar açık bırakılırsa, meditasyonda
üretilen elektrik dışarı sızacaktır. O halde, duruşun amacı parmakları ve ayak parmaklarını kitlemek ve
böylece enerjinin beden boyunca dönmesini sağlamak ve dışarı sızmasını engellemektir. Ayrıca, sızıntıyı
engellemek için, geyik derisi ya da hasır gibi elektriği iletmeyen bir şey üzerine oturmanız istenir, demir bir
koltuğa oturmanız istenmez (bu size bir şok verir). Orada el ve ayak parmaklarınızı kitleyerek, boyun ve baş
dik, tek bir çizgide oturun. Başlangıçta dik oturamazsanız, bir duvara sırtınızı dayayarak dik oturun.
4. Nefes sürecini, Pranayı uyum haline getirin. Pranayama nefes alıp vermenin normal durumudur. Genellikle,
bizle normal durumda nefes almayız. Ve uyumsuz olarak nefes alıp verdiğimizde mutlu değilizdir. Dünyadaki
nesnelere özlem duyduğunuz sürece, Pranalar rahatsızdır. Ve bir nesneyi arzulamak evren yasası ile ahenksiz
olmaktır, çünkü nesne evren yasasının dışında değildir; nesne kozmosun bütünsel, yaşamsal bir parçasıdır. O
halde, bir şeyin dışarıda olduğunu hayal ettiğinizde, şuur rahatsız edilmiştir, çalkalanmıştır, mutsuzdur. O
halde, bu uyum sadece burun aracılığıyla nefes kontrolü ile değil, arzuların azaltılması ile kazanılır. Aklınızda
bir dolu arzuyu ağırlıyorsanız, Pranayama faydasız olacaktır, ya da hatta zararlı olacaktır. Arzuları üzerinde hiç
bir kontrolü olmayan bir kişi Pranayama uygulamamalıdır. Önce, davranışlarınızın etik ve ahlaki olması gerekir.
Başlangıçta, (alternatif nefes gibi) teknik yöntemler uygulamayın; sadece normal nefes alış verişi uygulayın.
Yavaş, tam, derin bir nefes alın ve yavaşça nefes verin. Genellikle, yavaş ve derin nefesler almazsınız, hızlı ve
sığ nefesler alırsınız.
Pranayama'nın amacı nefes alma oranını azaltmaktır. Ve, Prana yavaş soluma süreci ile sakinleştiğinde, akıl da
sakinleşir. Prana akıl ile birleşir. Prana faaliyetini azalttığında, akıl da faaliyetini azaltır. Prana ve akıl arasında
duyular vardır. Duyular, Prana ve akıl arasında buluşma noktasıdır. Duyular aktif hale geldiğinde ya Prana
çalışır, ya da akıl çalışır.
5. O halde, beşinci uyum da, duyuların faaliyetinin kontrolüdür. Duyular çekici nesnelerin ortasında
yaşadığınız sürece kontrol edilemezler. O halde, Yoga uygulamasının başlangıç aşamasında en azından yılın
belli zamanlarında nesnelerin duyuları çekmediği yerlerde yaşamaya çalışmalısınız. Bu nedenle, Gerçek'i
arayanlar Aşram'larda, manastırlarda ya da tenha yerlerde yaşamaya çalışırlar. Bu tip kutsal ortamlarda,
kademesel olarak, duyulara düşkünlükten sakınmaya çalıştıkça, duyular da otomatik olarak dizginlenir.
Duyular akıl ile ilişki içinde olduğundan, duyuların kontrolü aynı zamanda, aklın da kontrolünü içerir.
Akıl tenha ve yalnız bir yaşama alışınca, ve duyular ayartıcı nesneleri istemeyince, siz konsantrasyon ve
meditasyon için hazırsınız. Bu, Yoga'nın gerçek alanıdır. Daha önceki tüm aşamalar hazırlayıcıdır.
Konsantrasyondan sonrası uygun Yoga'dır.
Akıl sadece dışsal nesneleri düşünmeye alışıktır; bu yüzden aklı dışsal nesnelerden bir anda çekmek tehlikeli
olabilir. Uygulamanızın başında, içsel merkezlere konsantre olmaya çalışmamalısınız.
İlgi duyduğunuz, sevgi duyduğunuz dışsal bir nesne seçin. Tanrı'ya inananlar genellikle dışsal bir resme ya da
Tanrı'nın bir sembolüne konsantre olmaya çalışırlar. Önünüzde Sri Krişna ya da İsa Mesih'in bir portresini
tutabilirsiniz ve gözleriniz açık resme bakabilirsiniz. Gözler neredeyse, akıl da oradadır. Sadece boyanmış bir
resme değil, yaşayan bir kişiliğin sembolüne bakmaktasınız. Bu yüzden, Krişna ya da İsa'nın resmine
baktığınızda, anında aklınızda bu kişiliklere bahşedilmiş değerleri hissedersiniz.
Resme üç-dört dakika baktıktan sonra, gözlerinizi kapatın ve zihnen resmi hayal edin. Gördüğünüz biçim
üzerine konsantre olun. Bu içsel konsantrasyonu aklınız rahatsız olana dek sürdürün. Eğer, bir kaç dakikalık
gözleriniz kapalıyken yaptığınız (bu) meditasyondan sonra, aklın dağıldığını hissederseniz, gözlerinizi tekrar
açın ve resme bakın. Sonra tekrar bir kaç dakika resme baktıktan sonra, aklı içsel meditasyona alıştırmak için
gözlerinizi kapatın.
Bu süreci, resim olmadan konsantre olabilene dek, bir kaç ay sürdürün. Sadece gözlerinizi kapatarak,
boyanmış bir resmin desteğine ihtiyaç duymadan, bir portredeki biçime konsantre olabildiğinizde,
meditasyondaki ilk başarıya ulaşmıştınız demektir.
Bu içsel resmin sadece tek bir yerde değil, heryerde olduğunu hissedin. Her yerde bir örnek varlığı hissetmeye
başladığınızda, aklın dikkatinin dağılması kesilir. Zihinsel algılamadaki bu uyumu getiren bir başka yöntem de,
engin boşluğu düşünmektir. Boşluk her yerde olduğuna göre, aynı anda tüm yönlere konsantre olmaya
çalışırsınız. Ayrıca, tüm boşluğu kaplayan güneş ışığına da konsantre olabilirsiniz. Ya da her yerde olan engin
okyanusa konsantre olabilirsiniz. Bir mumun ışığına ya da duvardaki bir noktaya bakabilirsiniz.
Bunda başarı kazandıktan sonra, konsantrasyon nesnenizi değiştirebilirsiniz; aklınıza o kadar hakim
olacaksınız ki, istediğiniz nesne üzerine konsantre olabileceksiniz. Bu konsantrasyonun amacı aklın sadece tek
bir şey düşünmesini sağlamaktır. Böylece, nihai olarak, amacına hizmet ettiği sürece, yani sadece tek bir şeyi
düşündüğünüz ve başka hiç bir şeyi düşünmediğiniz sürece, konsantrasyon için hangi nesneyi seçtiğinizin çok
az önemi vardır.
İçsel meditasyon, bedendeki belli bazı merkezlere (Çakra'lar) konsantre olmak demektir. (Yeni başlayanlar
için) En önemli ve en uygun Çakralar iki kaş arasındaki Çakra ve kalp bölgesindeki Çakradır.
Uyanma durumunda, akıl beyinden, uyku durumunda boğazdanişer, derin uykuda ise kalbe iner. Derin,
nesnesiz meditasyonda da akıl kabe iner. Böylece, içsel meditasyonun nihai amacı aklı kalbe indirmektir. Bu
üç aşamada yapılır: akıl dışsal nesneden kafaya getirilir (yani iki kaş arasındaki noktaya), sonra akıl kalbe
gelir. İki kaş arasındaki noktaya olan meditasyon iki aşamalıdır: (I) iki kaş arasına dışsal olarak bakmak
(II)gözleri kapayarak sadece o noktayı (bir ışık noktası olarak) düşünmek. Yavaşça, aklın kafadan aşağıya
boğaz üzerinden kalbe indiğini hissetmeye başlayacaksınız. Bunu yaptığınızda, eğer dikkatsizseniz, uykuya
dalarsınız. Bunu dikkatli ve tetikte kalarak yapmalısınız; yoksa uyur kalır ve bunun (uykunun) meditasyon
olduğunu sanırsınız.
İçsel meditasyonun bir başka yöntemi de direkt olarak kalp üzerine meditasyon yapmaktır. Kalbinizde
açmakta olan bir lotüs çiçeği ya da kalbinizde doğmakta olan güneşin ışığını hayal edebilirsiniz. Kalp üzerine
yapılan en iyi meditasyon, şuurun burada oturduğunu hissetmektir. Kalpteki şuur üzerine yapılan
meditasyonun içsel noktasından, yavaşça evrene doğru ilerleyebilirsiniz.
Şuur tam kalbinizdeyken, herkesin kalbindedir. Bu Şuur'un heryerde, herşeyin (içinde ve dışında) aynı olarak
varolduğu üzerine meditasyon yapmaya çalışın.Bu, meditasyonun mutlak biçimidir, yani Yüce Durumdur.
Bu Meditasyonun Evrensel Durumuna ulaşmak için, metodik olarak OM (Pranava) söyleyebilirsiniz. Üç tip OM
söyleyişi vardır: (I) Kısa -- yaklaşık bir saniyede, yani 30 saniyede 30 kez; (II) Orta -- her beş saniyede bir
kez, yani 30 saniyede 6 kez; (III) Uzun -- her onbeş saniyede bir kez, yani her 30 saniyede 2 kez. Uzatılmış
süreç en iyi söyleme biçimidir. Bu, bedendeki hücrelerin faaliyetlerini durgunlaştırır; sinir sistemi sakinleşir.
Yatıştırıcı almanıza gerek kalmaz. Eğer rahatsız olmuşsanız, onbeş dakika boyunca uzatılmış şekilde söyleyin.
Tüm sistem sakin ve sessiz bir hale gelecektir. Bu şekilde söylediğinizde, yavaşça Kozmos'a doğru da
genişlediğinizi hissedin.
OM sadece çıkardığımız bir ses olmaktan ziyade, Evrensel Titreşim'inbir sembolüdür. Bu aslında dünyanın
yaradılışının başlangıcında oluşturulmuş Titreşim'dir. Bu (yaradılıştaki) Evrensel Titreşim dünyadaki herşeyin
ardında duran kontrol edici güçtür. Bu yüzden, OM'u söylediğinizde, ve kendi sisteminizde bu Titreşim'i
yarattığınızda, Kozmos'taki Titreşim ile kendinizi akort edersiniz (aynı dalga boyuna gelirsiniz). Evrenin Güçleri
bedeninize girmeye başlar; güçlü ve enerjik hissedersiniz; açlığınız ve susuzluğunuz yatışır; hiç bir şeyiniz
olmasa bile (maddesel olarak hiç bir şeye sahip olmasanız bile), tamamen yalnız olsanız ve kimse sizi bilmese
ve görmese bile, mutlak mutluluğu hissedersiniz. Dünyadaki hiç bir şeye karşı arzu duymazsınız, çünkü
herşeyle bir hale gelmişsinizdir.
Evrensel Güçlerin arkadaşı haline geldikten sonra, dünya zor günlerinizde sizin yanınızda olacaktır, ve sizin hiç
bir yerde korkunuz olmayacaktır. O zaman, siz bir Ermiş ya da Bilge olacaksınızdır. Bu durumda, eğer bir
arzunuz varsa, bu anında doyurulacaktır, çünkü siz dünyanın tüm Güçlerinin arkadaşısınıdır. Bu Vecit ya da
Saadet durumunda, büyük Ermişler şarkı söyler ve dans ederler (çünkü dünyadaki herşeye sahip olmuşlardır.)
Burada, Tanrı'nın Çocuğu olduğunuzu hissedersiniz. Tanrı'nın Kendisi size daimi olarak bakar ve sizin tıpkı Kral
krallığında onu her zaman ve her yerde koruduğundan kralın oğlunun hiç korkusu olmaması gibi hiç korkunuz
yoktur.
Günlük Uygulamalar
Bu neredeyse Yoga uygulamasının esaslarının ana hatlarının tamamıdır. Ama, bunu gerçekten uygulamata
başladığınızda, bunun zor olduğunu fark edeceksiniz. Bu yüzden, uğraşınızda dürüst olmanız gerekmektedir.
Swami Şivananda bize Sadhana'nın Trisula gibi üç sivri çatal ucu olduğunu söylemişti:
1. Günlük Uygulama Adeti: Her gün sabit bir uygulama prosedürünüz olsun. Kişi sabit saatler tutmalı ve
kişiliğini disipline etmelidir. Günlük rutinde üç kalem çok önemlidir:
(a)JAPA -- aynı şuuru devam ettirmek için, bazı Mantraların tekrar ve tekrar söylenmesi (bu özellikle,
meditasyon zor olduğunda faydalıdır.);
(b) ÇALIŞMA -- Metinler ya da Yoga üzerine yazılar okumak, yani Upanişad'lar, Bhagavat Gita, Dağdaki Vaaz,
İsa'yı Taklit gibi;
(c)MEDITASYON -- aynı saat ve yerde hergün uygulanmalıdır. (yerinizi değiştirmemelisiniz); her gün aynı
yöne yüzünüzü verin (Doğu'ya veya Kuzey'e) ve her gün aynı Asana'da (duruşta) oturun.
2. Yıllık Kararlar: Başkalarına zarar verme ya da incitme, yalan söyleme, kendini tutamama, gibi kötü
alışkanlıklarınızdan vazgeçmeye and için; bunların üçü (yavaşça) kademesel olarak bırakılmalıdır. Ahimsa,
Satya, Brahmacharya uygulanmalıdır. Bu kararı kırarsanız, bir gün oruç tutmalısınız. Oruç tutmadan
korktuğunuz için, andınızı bozmamaya dikkat edersiniz.
3. Ruhsal Günlük: Her gece yatmaya gittiğinizde, sabahtan beri neler yaptığınızı bir gözünüzün önünden
geçirin. Bu günlük kendinize sorduğunuz soruları da içerebilir, yani "Bugün Tanrı'yı kaç kez unuttum?", "Bugün
kızdım mı?" gibi.
Bu yöntemlerle ciddi bir Sadhana ya da Yoga uygulaması yapabilirsiniz. Ve çabalarınız amacın ciddiliğini takip
ettiğinde, bu yaşamınızda başarıya ulaşacaksınız.
2. BÖLÜM
JAPA SADHANA
Deneyim dünyasının üç önemli faktörden oluştuğu söylenebilir: "düşünce", "isim" ve "biçim". Bunların üçü,
içsel olarak bir diğeriyle bağlıdır. Düşünce, isim ve biçim arasında elde edilen bu ilişki, ruhsal uygulama ya da
Sadhana'nın Japa-Yoga olarak bilinen çok önemli bir yönü ile ilgilenir. Bu, hepimizin aşina olduğumuz Japa
Yogası terimidir. Bhagavat Gita'da Rab ruhsal Sadhananın bu yönünden Tanrı'ya yaklaşmanın bilinen
yöntemleri arasındaki belki de en iyisi diyerek söz etmiştir: "Yajnanam Japayajnosmi" -- "tüm kurbanlar,
Sadhanalar, çileler ya da Tapas biçimleri arasında, Ben'i Japa temsil eder." der Bhagavan Sri Krişna. Japa'ya
ruhsal uygulamada en etkili yöntem olarak bakılır. Çünkü bu anlayışımız için anlaşılır olan yaşamın anlık
gerçekleri ile sıkı bir biçimde bağlıdır ve aynı zamanda Yoga'nın nihai amacına ipekten bir iplikle içsel olarak
bağlıdır. Burada bahsettiğimiz terimler, isimler ve biçimler, onlara yüklediğimiz anlamlardan çok daha fazlası
anlamına gelmektedir. İsim sadece bir fiziksel biçime tesadüfen yapıştırdığımız bir söz ya da apela değildir.
Bu günlerde bizler biçimle ilişkili geçici heveslerimiz ve hayallerimize göre, isim ve biçim arasında bir ilişki
gözetmeden bir isim almaya alışkınız. Kadim günlerdeyse, özellikle ülkemizde, belli bir biçimi isimlendirme iyi
saptanmış, bilimsel bir gerçek üzerine oturtulurdu. İsim bir biçimi temsil eder ve biçim de isim ile sembolize
edilir ya da gösterilir. Tantra ya da Agama olarak bilinen ünlü ruhsal disiplin sisteminde, tanınmış bir şekilde
belli bir ismin ifadesi otomatik olarak belli bir biçimi yansıtır. Bu biçim genellikle Agama Sastra'larda Yantra
olarak bilinir. Yantra sadece geometrik bir şekil ya da biçimlendirme değildir, bu bir ismin, ifadelendirilme
yoluyla tezahür ettirilen, alması gereken şekildir. Böylece, isim ve biçim birbiri ile sıkı bir ilişki içindedir.
Sadece bu da değil, isim ve biçim, isim ve biçimin ifadesinin gerisinde kalan düşünce ile de ilişki içindedir.
Genel deyişle, biz herhangi bir maddeye verilen herhangi bir ismi, mesela "ağaç"ı örnek olarak alabiliriz.
"Ağaç" bir isimdir, bizlerin ağaç olarak bilinen bir nesnenin fiziksel varoluşunu bildiğimiz bir biçime işaret
etmesi veya göstermesi beklenen bir ses sembolüdür. Ayrıca, "ağaç" isminin ifadesinin aklımızda nasıl bir fikir
çağrıştırdığını da gayet iyi biliyoruz. Fikir, isim ve biçim şuurda eş zamanlı olarak yükselir, böylece biri
diğerinden kolaylıkla ayırt edilemez. Bir nesnenin algılaması, bu ismin fikrini çağrıştırır; ve bir ismin
söylenmesi nesnenin ya da biçimin fikrini çağrıştırır. Ya da hatta bir düşünce, sadece bir fikir kendisini onu
sembolize eden bir isimle birlikte bir biçim olarak tezahür ettirebilir.
Şimdi, mevcut bağlamda ruhsal uygulama olan Sadhana'da, bu doğanın içsel gizi akılda doğar. Her bir ismin
bir biçime tekabül etmesinden ve dünyanın da biçimlerden oluşması ve biçimler dışında başka hiç bir şeyden
oluşmamasından dolayı, bizlerden aklımızda sadece bizde şu an içinde bulunduğumuzdan daha yüksek bir
Gerçek derecesi ya da Gerçeklik'in belli biçimini uyandırması gereken bu belli biçimi çağrıştırmamız istenir,
böylece bizlerin Tanrı, Ishvara olarak bilinen Gerçek'in nihai ifadesi olan en son en yükseğine erişene dek bir
Gerçek derecesinden daha yükseğine ve tezahürün daha yüksek gelişen biçimlerine yükselmemize imkan
verir. Ve metinlerimiz bize tekabül eden ismi söyleyerek, şuurdaki belli bir biçimi çağrıştırabileceğimizi,
aklımızda, şuurumuzda da Tanrı biçimine, Yüce Varlık'ın Kendisine Tanrı ya da Kadir-i Mutlak olan Varoluş ya
da Gerçeklik'in nihai biçiminin kutsal ifadesi olan İsim'in okunmasıyla yakarabileceğimizi söylerler.
Raja-Yoga olarak bilinen ünlü ruhsal uygulama sisteminin Sutraları ya da vecizelerde, bunların yazarı Patanjali
Maharshi, bize örtülü bir ifadeyle, "tajjapastadartha-bhavanam." der. O, bu Sutra'da Japayı tanımlamaktadır.
Japa Sadhana demekle neyi kast ediyoruz? Belli sembolik bir ifadeyi ima eden anlam üzerine yapılan tefekkür,
bir İsmin okunması -- bu Japa'dır. O halde, Japa, en azından Patanjali'nin tanımına göre, sadece bir İsim ya
da formülün mekanik okunuşu değil, bu Yoga biçiminin öncüsü olan bir çoklarının sadece İsmin mekanik
tekrarının bile kendi faydalı etkilerinin olduğunu söylemesinin aksine, aynı zamanda anlamı üzerine de eş
zamanlı olarak tefekküre dalmaktır. Sistem üzerinde kendi etkisi olan belli ilaçlar vardır; hangi ilacı aldığınızı
bilseniz de bilmeseniz de, ilacın içindekilerin, fiilin hızlanması için sizde gerekli fizyolojik havayı yaratmada
size yardım edeceğini bilmeniz gerçeğine bağlı olmadan yine de bunlar sistemde istenilen bir şekilde hareket
ederler. Bilerek ya da bilmeyerek, Tanrı'nın İsmi alınabilir, İsmin anlamını bilebilirsinz, İsmin ima ettiğini takdir
edebilirsiniz ya da etmezsiniz. Tanrı'nın İsmi yanan ateşe benzetilir. Bilerek ya da bilmeyerek, ateşe
dokunursanız; bu sizi yakacaktır, bunun kendi etkisi vardır. Aynı şekilde, Tanrı'nın İsmi'nin bu gücünün de tüm
sistemde gerek bedensel, gerekse psikolojik bir işleyişi vardır, bu yüzden bizi arılaştırır. Arılaşma süreci bizde
oluşan bir fiildir, Rajas ve Tamastan doğmuş olan daha temel bir metal olan ham düşünmeyi Sattvaguna
olarak bilinen ifade biçimine dönüştürür. Bu nedenle, bir Mantra'nın okunması, doğamızdaki Rajas ve Taması
dönüştürerek bizdeki Sattvanın ortaya çıkması sürecini hızlandırır. Rajas ve Tamasın yok edilmesi, Rajas ve
Tamas olarak bildiğimiz unsurların tamamen yücelik kazanması demek değildir. Atalet, huzursuzluk ve denge,
Tamas, Rajas ve Sattva olarak tanımlanır.
Aslında, Sattva, Rajas ve Tamas olarak bilinen bu üç değer ya da özellik ayağımıza girmiş bir diken gibi
sistemimize girmiş yabancı toksik maddeler değillerdir, aklımızın kendisine ait biçimlerdir. Sattva, Rajas ve
Tamas olarak bilinen Prakritinin Gunaları bir aynayı kaplayan kir ya da toz gibi aklımızın dışında değillerdir.
Aynadaki tozun aynadan farklı olmasından dolayı aynanın üstünü silebilir ve tozu yok edebilirsiniz, ama bu
Rajas ve Tamasın Sattva haline dönüşmesi durumunda geçerli değildir. Aklın kendisi kendilerini tezahür
ettiren Prakriti'nin bu Guna'larının özüdür. Akıl ve Sattva, Rajas ve Tamas olan bu üç Guna arasındaki ilişki
nedir? Bir maddenin değeri maddenin kendisinden genellikle ayırt edilir. Bir gülün kırmızılığına genellikle gülün
kendisinden ayrı olarak bakılır. Gül, kırmızılık değerinin ya da karakterinin varolduğu maddedir. Bu, aklın
Gunalarla olan ilişkisinde böyle değildir. Prakriti'nin Guna'ları olan Sattva, Rajas ve Tamas değerlerinin aklılla
olan ilişkilerinde, akılla, bir ipin üç teli ile ip arasındaki ilişki gibi bir ilişkisi vardır. Bir ipin tellerinin neler
olduğunu biliyorsunuz. Üç ince tel bir kalın ip yapar. Ve üç ince tel, kalın ipin dışında değildir. Bunların kendisi
kalın ipi yaparlar. Tellerin kendisi bir kumaşı oluşturur. Tel ya da kumaş gibi farklı sözler kullansak bile, tellerin
dışında bir kumaşımız yoktur. Bunun sadece, bir ve aynı maddeye iki farklı koşulun isminin verilmesi olduğunu
fark edersiniz. Teller kumaştır, ve satın alırken telleri değil bir kumaşı aldığımızı söylesek de kumaş da
tellerdir. Bu bir ifade yoludur, ama gerçekte, esasen tek ve aynı şeyi ifade ederler. Aynı şekilde, akıl da
Guna'lardır, ve Guna'ların kendisi aklın maddesini oluşturur. O halde, Rajas ve Tamas durumundan Sattva
durumuna dönüşümünde olan, akıldaki elementlerin, Sattva olarak bilinen içsel belirli durumlara doğru içsel
olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Bu analog tamamen buraya uygun değilse bile, sütün muhteviyatının lor
peyniri denilen başka bir maddeye dönüşmesi gibi olduğunu söyleyebilir miyim. Bu örneği size söylememin
nedeni, muhteviyatın içsel olarak tekrar şekillenmesi ve dışsal bir elementin kendini tanıtmamasıdır. Bizler bu
dönüşüm sürecinde başka bir şey haline geliriz.
Tanrı ilkesi tamamen bizim doğamız dışında değildir. Mantra Japa yoluyla yakardığımız Yüce Varlık, bizim içsel
yapımız ile tamamen ayrı ya da uydurma değildir. Biz Tanrı'yı dışarıdan bir yerden, doğamızla tamamen
iişkisiz bir dışsal element gibi getirmiyoruz. Tanrı doğamıza dışarıdan, yedinci cennetten getirilmiyor. Tanrı
elementi, Gerçeklik ilkesi içten tezahür eder. Metinlerimizin ilan ettiği gibi, Tanrı'nın İçkinliği gerçeği üzerine
tefekküre daldığımızda, bu gerçek bizim için net olur. Bizim için içkin olduğundan O böyle olmasına rağmen,
Tanrı sadece doğamızın ötesinde değildir. Bu şu anlama gelir; Tanrı'nın doğası sadece bizde bulunan daha
temel olan Rajas ve Tamas değerlerine göre üstün değil, aynı zamanda Tanrı ilkesi bizim kendi kişiliğimizde,
aklımızda, zihnimizde, kendi Atman'ımızın içinde gizli olarak nüfus etmiş olarak bulunur. Aslında, içimizdeki
Atman kozmostaki Brahman'dır. Tüm kadimlerin ilan ettikleri budur. Özben Mutlak'tır. Dahili aynı anda Herşey-
Olan-Evrensel'dir.
Bu nedenle, Mantra Japa ile Ishvara-Şakti'ye yakarış da dışarıdaki gerçekliğin daha üstün bir yüzünün
içerideki yapıya getirilme çabası değildir, içimizdeki ifadesinin daha büyük derecedeki tezahürüdür. Sadhaka
olan bizler, arayanlar Japa-Sadhana'da Tanrı, İlah ve Mantra'nın harflerinin yapısı ilkesi kadar önemli bir role
sahibiz. Aslında, Japa üç önemli element ya da Şakti ya da güç içerir, yani Mantra-Şakti, Devata-Şakti ve
Sadhana-Şakti. Sadhana-Şakti bizim kendi içimizdeki güçtür; Mantra-Şakti formülün harflerinin birbirine
yakınlığı ya da özel kombinasyonuardına gizli güçtür; ve Devata-Şakti yine Mantra'daki daha üstün içkin
güçtür.
Şimdi, biz tüm bu üç yönü Japa-Sadhana'da göz önüne alırız, böylece bu kendi başına tam bir ruhsal
uygulama olur. Japa tam bir Sadhana'dır ve dışarıdan daha tam hale gelmek için herhangi bir ek almasına
gerek yoktur. Ermiş Patanjali'nin "Tajjapastadarthabhavanam" dediğini tekrar edelim. Tanrı'nın ismi,
dünyadaki belli nesnelerle ilişkili isimlerden biraz daha farklıdır. Bu, bir ağacı ya da tarlada otlayan ineği
devreye sokmak gibi değildir. Dünyadaki fiziksel nesnelere bağladığımız geçici isimler, akılda adet gereği bu
isimle ilişkili olan belli nesneyi çağrıştırsa da, Tanrı'nın İsmi aklımızda dünyada izole olmuş belli bir nesnenin,
geçici bir durumun ya da şeyin fikrini değil, aklımızda dünyevi ilişkiler adına aklımızda kavramak istediğimiz
daha geniş gerçeklik kavramını ya da zannını uyandırır.
Tanrı'nın İsmi'nin kendisi, özellikle bize Mantra olarak bilinen biçimde verilmişse, bir güçtür. Kendi Şakti'si
vardır, ve bu nedenle Bhaktalar, bilgeler ve ermişler bize, gerçekten meditasyon yapmasak bile, ardında saklı
olan gerçek anlamına tefekkür etme durumunda olmasakda, sadece Tanrı'nın İsmi'nin tekrarının bile kendi
etkisini yaratma gücü olduğunu söylemişlerdir. Mantra-Şakti ya da Mantra'nın gücü, Mantra-Şastra olarak
bilinen bilimde güzel ve bilimsel olarak tanımlanmış olan ve kendi sıradan yaşantımızdaki kimya bilimine yakın
olan gerçek adına yükselir. Kimyasal maddeler birbirleri ile etki ve tepkimeye girerler. Örneğin asit ve alkali
arasındaki fiili biliyorsunuz. Bazen kimyasal kombinasyonların farklı tepkiler yaratmaları gerekir. Bazen
kimyasal reaksiyon öyle bir olur ki, muazzam bir tepki üretir. Mantralar da harflerin belli kombinasyonlarından
ötürü, kimyasal elementlere benzeyen tipte bir tepki yaratır. Mantra-Şastra alfabedeki her bir hatfin enerjinin
sıkıştırılmış biçimi olduğunu söyleyen gizdir. Sesler aslında tezahür etmiş enerjilerdir. Ses sadece sözlü
tezahürün boş biçimi değildir, aksine belli bir biçimi ifade eden enerjidir. Ve bu enerji paketi, alfabedeki belli
bir harf olan bu gücün paketlenmiş biçimi, başka bir harf olarak adlandırılan başka bir paket enerjiyle irtibata
geçer, bunlar birbirleriyle çarpışır, ya da diyebiliriz ki birbirlerine doğru hareket ederek birbirlerinin içinde
eriyerek kaynaşır. Bir grup harfin okunması olan Mantra için orada olan her neyse, bu harflerin permutasyon
ve kombinasyonuyla sistemimize nüfuz eden yeni bir enerji biçimi üretir, çünkü bu bizim kendi aklımızdan,
düşüncemizden ve varlığımızın içinden yükselmiştir. Biz, sanki bir elektirk teline dokunmuşuz gibi, bu güçle
şarj oluruz. Bu bilime, Tantrik deyişle Gana-Şastra denilen bir isim verilmiştir. Bunlar bize, sözler güçlerdir,
düşünceler şeylerdir derler. Bunlar söz söylediğimizde ya da bir fikre bir isim verdiğimizde ya da ifade
ettiğimzde söylediğimiz boş sesler değildir. Düşünce ve ifadelerin kendileri güçler olduğundan, ermişlerin
sözleri anında etkisini gösterir. Bir bilge ya da ermişin söylediği sözler sadece çıkardığı boş sesler değildir.
Bunlar atom bombaları gibi bırakılmış güçlerdir ve bunlar kendilerini fiziksel dünyada tezahür ettirebilirler ve
olaylar oluşturabilirler. Bu nedenle, kişiler Asirvada ya da kutsanma için Mahatma'lara giderler. Bu kişinin
sözleri güçlerdir, anında etkisini ya da duruma göre geçici etkisini göstermesi için bırakmış olduğu güçtür.
Bir Mantra'nın okunması bir enerjinin sadece bizim kişiliklerimiz içinde değil, bizim içeriğini oluşturduğumuz
dış atmosferde de bırakılmasıdır. Japa Sadhana sadece içsel kişilikte bir dönüşüm getirmez, olumlu olarak
parçası olduğunuz toplumda da aynı etkiyi üretir. Bu nedenle, Japa Sadhana bir sosyal hizmettir. Bu sadece
kendi Puja odanızda kendiniz için içsel olarak uyguladığınız kişisel Sadhana değildir, aynı zamanda insanlığa
yaptığınız büyük bir Sevadır. Dürüst ve samimi olarak Japa Sadhana yapan Sadhaka'nın çevresinde bir aura
oluşur. Sadece kendi doğanızı içsel olarak arılaştırmaz, aynı zamanda dışarıdaki atmosferi de arılaştırırsınız.
Aslında aklın konsantrasyonu ve uygulamanın etkinliğine olan gerçek inançla Japa Sadhana aldığınızda
insanlar için de bir esinlenme kaynağı haline gelirsiniz. Tanrı'nın İsmi bir harikadır. Bu kendi başına bir
mucizedir. Şair, "Duayla dünyanın hayal ettiğinden çok daha fazlası yapılmıştır." demiştir. Tanrı'ya sunduğunuz
dualar arzulanan sonucu üretme kapasitesine kesinlikle sahiptir.
Yıllar önce, bir vesile ile aile reisi olan mütevazi bir Sadhaka'yla karşılaşmıştım. Dua eden, çok dürüst bir
insandı. Bana dua etme esnasında deneyimlediği bir zorluk nedeniyle gelmişti. Aklına gelmişken, bana kendi
Sadhana'sından bahsetti. Bana, "Swamiji, Sadhanam sadece Tanrı'ya duadır. Ve bu dua Sadhana'sı ile,
dışarıdaki insanlara da biraz olsu hizmet etmeye çalışıyorum. İnsanlar benden çok uzakta olabilirler, hatta
Londra'da bile olabilirler, bu hiç fark etmez. Yardım etmek istediğim kişiyi hiç görmemiş bile olabilirim. Hatta
adını bile duymamış olabilirim." Ona şöyle sordum, "Sevgili arkadaşım, ismini bilmediğin ya da yerini
bilmediğin bir yere veya kişiye düşüncelerini nasıl yöneldiriyorsun?" Bana şöyle dedi, "Swamiji, Tanrı'nın
lütfuyla, öyle fazla inancım var ki, bu mucize düşüncelerimin duası ile değil, duamın irtibata geçtiği gibi
görünen herşeyi bilen bir araçla işlemektedir." Böyle bir sadhaka'yı görmekten çok memnun oldum, çünkü bu
kişi dua ve Japa'nın sırrını anlamıştı. İşleyen bizim şahsi gücümüz ya da bireysel düşüncemiz değil,
düşüncenizin fiile yükseltebildiği ve herşeyi bilendir.
Bunun ne anlama geldiğini açıklayacak bir örnek verebilirim. Bir yayın istasyonunu bilirsiniz. İnsanlar bu yayın
istasyonunda şarkı söylerle ya da bir mesaj iletirler. Mesaj seslerin biçimidir. İstasyonda siz bir mikrofonun
gerisinde bir şey söylersiniz. Şimdi, olan şudur; orada şarkı biçiminde, Bhajan ya da bir Kirtan, bir ders, bir
kurs olarak çıkardığınız ses, gerçekte alıcı setlere, radyolara, ya da transistörlere taşınmaz. Radyolar, içsel
mekanizmalarında, yayın istasyonundaki kişilerin çıkardığı seslerle direkt olarak bağlı değildir. Olan şudur; ses
enerjiye dönüşür. Boşluk ya da eterde seyahat eden yayın istasyonunda üretilen ses değildir, sesin çevrildiği,
biçim verildiği ya da dönüştürüldüğü şeydir. Eterde seyahat eden kişisel olmayan enerjinin alıcı setler üzerinde
bir etkisi vardır, orjinal olarak yayın istasyonlarında üretilmiş olan ses haline tekrar değişir, ya da tekrar
şekillenir, ya da tekrar dönüşür. Verici ve alıcı setleri arasındaki bu her iki enstrüman arasındaki yarıyol ses
değildir. Enerji bir alıcı set ile sese çevrilebilir ve seste verici seti ile enerjiye çevrilebilir. Bu radyonun ve aynı
zamanda televizyonun da gizidir, ve bu tüm olarak doğanın gizidir. Dualar bu anlamda çok işe yarayabilir.
Mantra Sadhana ya da Japa yoluyla yaptığınız dualarınız ya da yakarışlarınız kişisel olmayan bir güce çevrilir,
-ki bu güç Tanrı'nın gücüdür-, ve mucize Tanrı'nın Kendisi tarafından işler. Fiilin nihai faili olmanız durur.
Failliğiniz sadece tesadüfi olur. Gerçekte çalışan sizden daha üstün olan bir şeydir. Bu durumda, Japa etkisini
gösterse bile, kredi nihai olarak Tanrı'ya gitmelidir. Tanrı'nın kendisi bizim için Sadhana yapıyor gibidir. Bu
dünyada Tanrı'dan başka kim bir şey yapabilir ki? Biz O'nun iradesi olmadan parmağımızı bile kıpırdatamayız.
Dedikleri gibi, Baba istemediği sürece, rüzgar kuru bir yaprağı bile kıpırdatamaz. Tüm evren ilahidir, göz
kamaştırıcıdır, ihtişamı ve bereketi harikadır. Bizler bunun bütünsel bir parçası olduğumuzu unuttuk. Ve Japa-
Sadhana'da özellikle kendimizi akort etmeye çalışıyoruz, içsel psikolojik yapımızla Ishvara-Şakti olan Heryerde
ve Herzaman Hazır Olan yapı ya da işleyen İlahi İrade'ye uymaya çalışıyoruz. Japa Yoga'nın ne kadar önemli
olduğunu takdir edersiniz. Mahabharata'da, Şanti Parva'da bir bölümün tamamı Japa Sadhana'nın anlatımına
adanmıştır. "Japaka Upakhyana" da okunmaya değerdir: bir kişiye, bir bilgeye Japa'ya özellikle Gayatri
Japa'ya nasıl tamamen adanacağını ve Indra ve Yama gibi daha üstün Devataların izinsiz girmelerine nasıl
karşı koyacağını ve sadece Japa yoluyla nasıl Mokşa'ya ulaşacağını söylemektedir. Bhagavan'ın Bhagavat
Gita'da "Yajnanam japayajnosmi." diyerek bu Yoga sisteminin en iyi olduğunu söylemesinde hayret verici bir
şey yoktur.
Ruhsal alandaki kardeşlerim, sizlerden bu Sadhana'yı samimi olarak, tüm kalbinizle almanızı ve buna
vazgeçmeden bağlı kalmanızı isteyebilir miyim? Göreceksiniz ki, farklı bir kişi olacaksınız. Çevrenizde küçük
harikalar ve mucizeler oluşmaya başlayacak. Ne olduğunu anlamadan, herşeyin nasıl şekillendiğini görünce
şaşıracaksınız. Atmosfer yavaşça değişecek. Dualar güçlerdir, lütfen bunu hatırlayın. Ve dularla yaratılan bu
güçlerle bombalardan bile daha büyük güçler bahşedilir. İnsanlığa yapabileceğiniz en büyük hizmetin, samimi
olarak kalbinizin en derin yerinden Tanrı'ya sunacağınız dualar olduğunu söylesem abartmış olmam. Tanrı
duanızı Her-Yere-Nüfuz-Eden kulaklarıyla duyar: "Sarvatah panipadam tat sarvatokshi-
siromukham."--"Heryerde O'nun kulakları vardır, heryerde O'nun gözleri vardır." Dünyanın en tenha yerinde
bile yaptığınızı O görebilir ve nerede olursanız olun söylediğinizi duyabilir. Dualarınız duyulacaktır ve bu da
sizin kendi Atman'ınıza, ruhunuza kurtuluşu için yapacağınız hizmet olacaktır. Sadece bu da dağil, bu insanlığa
da yapılacak en büyük hizmet olacaktır. Tekrar isteğimi tekrar edebilir miyim, bu Sadhana'yı dürüst olaarak,
yoğun inançla yapın ve harikaların ve mucizelerin kendilerini tezahür ettiklerini göreceksiniz.