You are on page 1of 21

Frigya’daki Kibele kültü

Anadolu’da Kibele’yi baş ilahe olarak kabul eden bir topluluğun vecde dayalı bir
organizasyon biçimini Frigyalılar döneminde kazandığı sanılmaktadır. Eski metinler
Koribantlar denilen Frigyalı Kibele rahiplerinin psişik yeteneklere sahip olduklarını, tılsımlı
taşlar kullandıklarını ve kendilerini hadım ettiklerini bildirmektedir. Enerjik etkinliğe sahip
olduklarına inanılan bu tılsımlı taşlardan en ünlüsü vaktiyle Pessinus’ta bulunan, Kibele kara-
taş’ı olarak bilinir.

frigya
, Sakarya Irmağı ile Büyük Menderes'in yukarı çığırları arasında kalan bölgenin eski çağdaki
adıydı. Bu ad, Balkanlar’dan gelip bu bölgeye yerleşen Friglerden geliyordu. Frigler önce
Bitinya bölgesine yerleştiler ve M.Ö. 12. - M.Ö 7. yüzyıllar arasında Orta Anadolu'nun
batısına egemen oldular. Ama yeni göç dalgası Frigleri daha iç bölgelere itti. Frigler önce
Sakarya Irmağı çevresine, ardından batıda Gediz ve Büyük Menderes'in yukarı vadileri ile
doğuda Kızılırmak ve Tuz Gölü yöresine yerleştiler. Friglerin bir bölümü Burdur Gölü,
Erciyes Yaylası ve Yeşilırmak vadisine kadar ilerlediler.

Batıda Gordium kentini başkent edinen asıl Friglerin ilk kralı Gordios'tu. Frigler Urartularla
birleşerek Asurlulara karşı savaştılar. En parlak dönemlerini İÖ 9.-8. yüzyıllarda yaşayan
Frigler, Hitit topraklarının neredeyse tümünü ele geçirdiler. İÖ 738'de başa geçen Gordios'un
oğlu efsanevi kral Midas, Asurlularla anlaşma yolunu seçti. Midas döneminde başkent
Gordium’un yanı sıra Midas Kenti ve Pessinus de çok gelişmişti. İÖ 700’lere doğru
Kafkasya’dan Anadolu'ya giren Kimmerler, Friglerin başkenti Gordium'a kadar ilerlediler.
Kenti ele geçirerek yaktılar. Bu yenilgi karşısında Kral Midas'ın öküz kanı içerek kendini
öldürdüğü söylenir.

Tanrıça Kibele için yaptıkları tapınakların duvarlarını, pişmiş topraktan levhalarla süslediler.

FRİG İNANÇLARI

Frig inançları içinde en çok tanınmışı kuşkusuz ana tanrıça kültüdür. Yunanlıların Kybele
olarak adlandırdıkları Frig ana tanrıçası aslında Anadolu’nun en eski tanrıçalarından biri olan
Kubaba’dır.

Frigler Anadolu’ya geldiklerinde, kuşkusuz karanlık çağlar boyunca, buranın yerli kavimleriyle
ilşkiye geçmiş ve bu kültü almışlardır.

Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan bir çok Kybele yontusu da bu kültün
yaygınlığı hakkında fikir vermektedir.

Frig ana tanrıça figürlerinde ana tanrıçanın başında kulebiçimli bir taç gözükmektedir. Bu onun
egemenliğini simgesi olarak yorumlanmaktadır.

Friglerce Kubile diye de adlandırılan ana tanrıçanın Frigce bir başka ismi de Agdistis’tir.

Tanrıça’nın en önemli tapınma yerlerinden biri bugün Sivrihisar’da bulunan Pessinus idi.
Burada , büyük olasılıkla, bir meteor olan , gökten inen tanrıça idolünün bulunduğu yerdi. Çok
uzun yıllar ana tanrıça tapımının merkezi olan bu yer Roma döneminde dahi önemini
kaybetmemiş, Romalılar, Kartaca’ya karşı olan savaşı kazanabilmek için bu taşı MÖ 204 yılında
Roma’ya götürmüşler ve bunu Magna Mater (Ulu ana)nbsp; diye adlandırmışlardır. Strabon
(MÖ 64- MÖ 21) burayı ve buradaki kültü şöyle anlatır:

“ Pessinos dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi olup, büyük saygı gören Tanrılar
Anasına ait tapınak buradadır. Ona Agdistis derler. Eski devirlerde rahipler aynı zamanda
hükümdardı ve rahipliğin sağladığı nimetleri onlar biçiyorlardı. Fakat şimdi ticaret merkezi hâlâ
ayakta durduğu halde rahiplerin yetkileri çok azalmıştır. Kutsal bölge, Attaloslar tarafından kutsal
bir yere yakışacak şekilde, bir tapınak ve beyaz mermerlerden portikler ilave edilerek yapılmıştır.
Romalılar […] Kybele’nin kehaneti doğrultusunda oradaki tanrıçanın heykelini almak üzere
girişimde bulunarak tapınağı ünlü kılmışlardır. Kybele’nin ismini Kybeon dağından aldığı gibi,
Dindimenê ülkesi de ismini üst tarafındaki Dindymon dağından almıştır. Yakınında Sangarios
nehri akar; ve bu nehrin üzerinde eski Phrygialılara, Midas’a, hatta kendi devrinden önce yaşamış
olan Gordias’a ve diğerlerine ait iskân kalıntılarına rastlanır, fakat bu izler kentlere ait olmayıp,
büyükçe köyler niteliğindedir.”

Strabon tabii ki burayı kendi çağının görüş açısına göre anlatmıştır. Ancak daha sonra burada
yapılan kazılar da Kybele tapınağını ve Roma kalıntılarını açığa çıkartmıştır.

Pessinus ana tanrıça için yapılmakta olan törenlere sahne olmakta, kendini ana tanrıçaya
adayanların merkezi konumunda bulunmaktaydı. Erkekler burada kendilerini ana tanrıçaya
adamak için erkeklik oraganlarını da kesmekteydiler.

Burada aynı zamanda Attis kültü törenleri de yapılmaktaydı. Anadolu’nun ana tanrıçası aynı
zamanda toprak ana olduğundan bunu dölleyecek bir tanrıya ihtiyaç vardı. İşte Attis Kybele’yi
dölleyen tanrı idi. Ancak bu tanrı yaz sonunda ölmekte ve böylece de doğa, tanrı ilkbaharda
yeniden doğana dek uykuya yatmaktaydı. Mezopotamya inançlarında da görülen bu motif,
Kybele kültü ile birlikte yaşamış ve Yunan mitolojisine de Adonis şeklinde geçmiştir. Bu kült
aynı zamanda da bazı gizem kültlerine kaynaklık etmiştir. Bu kültler Anadolu’da Frig devletinin
yıkılışından sonra da devam etmiştir.

Barnett, Attis efsanesinin çok ilginç bir yönüne dikkat çekmektedir: (Bkz Kaynakça)

“Bir uyarlamaya göre, Agdistis, Pessinus kralının damadı yakışıklı Attis’e aşık olan, onu ve onun
kentini yıkıma götüren, kendini hadım edip böylece dişi olan iki cinsiyetli bir canavar idi. […]
Öykünün çok kısaltılmış, daha yumuşak bir uyarlaması, gençliğinin ve güzelliğinin baharında bir
yaban domuzu avında öldürülen Attis’e Agdistis’in duyduğu aşkı anlatmaktadır. Fakat her yıl
ilkbaharda, kendi kendini sakatlamayı içine alan coşkulu yas ritüelinin uygulayan inananların
vasıtasıyla, Attis her yıl yeniden diriltilir ve böylece doğanın ölmüş kuvvetleri canlandırılırdı. Ritüel
esnasında, heyecan öyle yüksek bir noktaya varırdı ki, tanrıçanın en ateşli inananları kendilerini
tanrıça ve Attis’in şerefine hadım ederlerdi […] Tanrıçanın bu vahşi tapımı – ki onun uğruna
yakışıklı aşığı acı çekmiş ve ölmüştür- erkenden batıya doğru İonia’ya süzülmüş, fakat daha
yumuşak ve gerçekten daha romantik bir biçimde, Anadolu ile bağlantılı çeşitli Hellen mitoslarında
yansımıştır. Bu mitoslarda, bir tanrıçanın aşık olduğu fakat bu aşkıyla ona talihsizlik getirdiği bir
gencin teması ortaya çıkmaktadır.“

Kybele ya da ana tanrıçaya ait kutsal yerlerin dağlarda ya da kayalıklarda olduğuna


inanılmaktaydı. Anadolu’da bu amaçla yapılmış bir çok sunak yerine rastlanmıştır. Atrıca bu
sunaklarda ve kayalarda Kybele heykelinin konulduğu nişlere de rastlanmaktadır. Bunlardan
en önemlisi kuşkusuz Midas Şehri (Yazılıkaya) civarındaki sunaklardır. Buralarda kayalara
oyulmuş sunaklar ve özellikle de basamaklarla çıkılan taht biçimindeki oymalar, buraların kült
merkezleri olduğunu göstermektedir. Meşhur Midas anıtı da, içinde yazan “MATEP” (anne)
yazısının gösterdiği gibi ana tanrıça kültünün önemli yerlerinden biridir.
Anadolu’nun başka yerlerinde de bu tip sunaklara rastlanmaktadır. Bunların bazılarında ise
Frig yazısı da bulunmaktadır.

Frigler’de Ana Tanrıça tapımı dışında Güneş tanrısı Sabazios ve Ay tanrısı Men tapımları da
vardı. Bunlardan Men’in özellikle eski Anadolu’nun Ay tanrısı ile ilişkisi olduğu düşünülebilir.
Hatta bu tanrının omuzunda hilal ile gösterimleri de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu
tanrıların Frigler tarafından daha sonradan benimsendiği de düşünülebilir.

Frigler’de bunların dışında da eski Anadolu inançlarının izlerine rastlamak olasıdır. Eski
Anadolu inançlarında geçen hayvan motiflerine Frigler de de rastlanmaktadır. Pazarlı
kazılarında ele geçen boğa ve arslan mücadelesini anlatan kaplama plakalar da bu konuda çok
anlamlıdırlar.

ANADOLUDA KYBELE

Kibele figürünün kökeni Anadolu'da çok eski dönemlere dayanır. Örneğin Hitit ve Hurrianlar
tarafından tapınılan Kubaba, tartışmalı da olsa, çok sonraları oluşacak Kibele'ye öncülük eden
figürlerden biri sayılır. En yaygın kullanımı Frig uygarlığındadır. Frigya mitolojisinde bir ana
tanrıça olan Kibele'ye genellikle dağ zirvelerinde tapınılırdı. Doğa ile özdeşleştirilmiş,
özellikle bazı vahşi hayvanlarla ilişkilendirilmiştir.

Anadolu'da çok sayıda Kybele anıtı vardır. Afyon-Eskişehir civarında yeralan açıkhava
tapınaklarında niş içinde, iki yanında arka ayakları üzerinde duran birer aslan duran bir ana
tanrıça kabartması bulunur. Ana tanrıçaya tapınmaya gelenlerin, bereket ve doğurganlıktan
pay almak için Kybele'nin ve aslanların üreme organlarına dokunarak aşındırdıkları
görülmektedir (vikipedia)

Ataerkil aile yapısının kendisini bu kadar hissettirmediği bir dönemde ve bir yerlerde, kadınlar
doğurganlıklarından dolayı erkeklerden daha üst bir cins olarak görünürken, veya mülkiyet fikrinin
henüz tam olarak oluşmadığı dönemlerde kadınlar da erkeklerle aynı statüde iken Tanrıların da dişileri
vardı

Türkçede ANA ve hint-avrupa dillerinde MAMA olarak bilinen "Anne" kelimesi aynı anlamı
yüklenir.Ana kelimesi AMA dan türemiştir ve içinde ana tanrıçayı barındırır aynen mama
kelimesinde olduğu gibi.Anadoluyu biraz eşelerseniz neredeyse her yerinde Mö.8000 yıllık
ana tanrıça heykelleri bulursunuz.
Bulunan en eski kent anadoludadır.Kazılarda bol bol ana tanrıça heykeli elde edilmiştir.ANA
tanrıça kültü ve diğer dillere olan etkisi çok önemlidir ama neden bilinmez yadsınmış sanki
hiç yokmuş gibi önemsenmemiştir..(Oktay sianaoglu) 21.08.2003 www.sinanoglu.net

BEREKET TANRIÇASI “KİBELE”

Anadolu uygarlıkları içinde en dikkat çekici özelliklere sahip olan Kibele, Yunan uygarlığını etkileyen
Frigler'in, ana tanrıça kültürünün simgeleri arasında kabul ediliyor.

Yunanlıların “Kibele” olarak adlandırdıkları Frig ana tanrıçası, ”Kubaba”, “Kubile” ve “Agdistis”
isimleriyle de anılıyor.
Yapılan araştırmalarda, bereket tanrıçası olarak bilinen Kibele, Anadolu'daki İslam öncesi inançlara
ait bir ana tanrıça figürü özelliği ile tarihçilerin ve arkeologların ilgisini çekiyor. (HÜRRİYET 2-06-06)

Kibele veya Kybele, bir Anadolu tanrıçası. Birçok kültürde farklı isimlerle yer alır.

Ana tanrıça kültü


Tarihte, Akdeniz çevresinde, Asya'da ve kuzey ülkelerinde birçok kültür ve uygarlıkta çeşitli
isimlerle anılan bir Ana Tanrıça ile karşılaşmak mümkündür. Anadolu'da yapılan kazılar, ana
tanrıça figürünün MÖ 6500 - 7000'lere kadar dayandığını ortaya çıkartmıştır. Analığı,
üremeyi, dişiliği, hayatın sürmesini ve dolayısıyla bereketi simgeleyen tanrıça, ayakta,
oturmuş ya da uzanmış olarak betimlenir; geniş kalçalı,iri göğüslü ve genellikle çıplaktır.

Heykellerin bir bölümünde doğum yaparken görülür. Otururken ya da doğum anındaki bazı
heykellerde yanında iki leopar bulunur. Ana tanrıçanın kutsal hayvanı olan leopar, hayvanların
kraliçesi olduğunu ve doğa üzerindeki sınırsız egemenliğini simgeler. Bazen kollarında, çeşitli
efsanelere göre tanrıçanın hem çocuğu, hem de sevgilisi olan Attis'i taşır

Diğer uygarlıklarda
Kybele inancı daha sonraki uygarlıkları da büyük ölçüde etkilemiştir. Özellikle Yunan ve
Roma mitolojisinde, Frigya dönemindeki bazı tapınma ritüelleri aynı formda kültik olarak
devam etmiş, Kybele'nin özellikleri farklı tanrı ve tanrıçalarda yeniden hayat bulmuştur.
Bunun en bilinen örneği Yunan mitolojisindeki Artemis'tir; Artemis Roma mitolojisinde
Diana adını almıştır.

Kybele, edebiyatta en çok sözü edilen tanrıçalardan biridir. Özellikle Romalı yazarlar
Kybele'den çok sık bahsetmişlerdir.

Frigya’daki Kibele kültü


Anadolu’da Kibele’yi baş ilahe olarak kabul eden bir topluluğun vecde dayalı bir
organizasyon biçimini Frigyalılar döneminde kazandığı sanılmaktadır. Eski metinler
Koribantlar denilen Frigyalı Kibele rahiplerinin psişik yeteneklere sahip olduklarını, tılsımlı
taşlar kullandıklarını ve kendilerini hadım ettiklerini bildirmektedir. Enerjik etkinliğe sahip
olduklarına inanılan bu tılsımlı taşlardan en ünlüsü vaktiyle Pessinus’ta bulunan, Kibele kara-
taş’ı olarak bilinir.

GİRİT’TE MİNOS DÖNEMİ İNANÇLARI

Bütün eski topluluklarda olduğu gibi Girit’te de din toplumsal hayatta önemli bir yer
tutuyordu. Yapılan kazılar önemli dini merkezleri ortaya çıkartmış ve dönemin
inançları hakkında bilgi vermiştir. Ancak o dönemlerden kalan yazılı belge eksikliği
nedeniyle bazı dinsel törenlerin içeriği tespit edilememiş , sembollerin açıklanması tam
olarak yapılamamış ve Girit halkının dini yaşayışları tam olarak açıklığa
kavuşmamıştır.
Girit’te de Anadolu’da olduğu gibi ilk zamanlarda anaerkil bir kültün var olduğu
bulunan ana tanrıça figürlerinden anlaşılmaktadır. Araştırmalar Girit’te bir çok farklı
ana tanrıça kültünün de varlığını göstermiştir.

Girit dininin en büyük özelliği yaygın sembol kullanımıdır. Bugün tamamı çözülmemiş
olsa da bir çok sembolün tanrısal kuvvetleri simgelemek için kullanıldığı tespit
edilmiştir.

En sık rastlanılan sembollerden biri boynuz çifti idi. Boğa kültünün yaygın olduğu bir
yerde boynuz sembolizminin olması da doğaldır. Ayrıca doğuda olduğu gibi yukarı
bakan boynuz çiftinin ay kültü ile de ilişkili olduğu düşünülebilir.

Sık rastlanan bir başka dini sembol de , klasik dönem boyunca da Zeus’un simgesi
olarak önemini koruyacak olan çift başlı baltadır. Çeşitli törenlerde tören aleti olarak
gördüğümüz çift başlı balta çeşitli dini betimlemelerde de yer almaktadır.
Girit kültüründeki insan biçimli tanrıların ne zaman ve nasıl ortaya çıktıkları ise tam
olarak bilinememektedir.

Ana tanrıça figürleri , tıpkı Anadolu’da ve Mezopotamya’da olduğu gibi bitki ve hayvan
dünyasına hükmeder biçimde ortaya konmuşlardır. Yine Anadolu ve Mezopotamya’da
olduğu gibi Ana tanrıça burada da hayat ağacı ve çeşitli hayvanlarla birlikte
resmedilmektedir.

Ana tanrıça gösterimleri yere bağlı olarak da değişebilmektedir. Örneğin bir dağ
yakınında ana tanrıça bir dağ tanrıçası görünümünü almakta , ekili alanlar yakınında
ise tarımla ilgili özellikleri taşımaktadır.

Bir önemli ana tanrıça tasviri de yılanlı tanrıçadır. Bir görüşe göre kişileştirilmiş yılan
tasviri olan bu figürler başka bir görüşe göre ise yılan sembolizmi ile ana tanrıçanın yer
altı dünyasına da hükmettiğini gösteren bir figürdür. Ancak bizim görüşümüze göre bu
ana tanrıçanın yılanlardan koruma özelliğini de gösteriyor olabilir.

Bunun yanında ana tanrıça figürü ile birlikte bir erkek figürüne sık rastlanmamaktadır.
Bu durum bazı araştırmacılara Girit’te “tek tanrılı” bir din olabileceğini
düşündürtmüşse de bu konuda kesin kanıtlar bulunamamıştır. Zeus ile ilgili inançlarda
bile Girit’tin bu kadar önemli olması orada da Ana tanrıçaya eşlik eden bir tanrı
olduğunu düşündürtmektedir. Ayrıca bulunan bazı tasvirlerde erkek tanrının aslanlarla
beraber olması ve silahlı olarak resmedilmesi Girit’te erkek tanrı tapımı olduğunu
göstermektedir

Girit kültüründeki insan biçimli tanrıların ne zaman ve nasıl ortaya çıktıkları ise tam
olarak bilinememektedir.

Ana tanrıça figürleri , tıpkı Anadolu’da ve Mezopotamya’da olduğu gibi bitki ve hayvan
dünyasına hükmeder biçimde ortaya konmuşlardır. Yine Anadolu ve Mezopotamya’da
olduğu gibi Ana tanrıça burada da hayat ağacı ve çeşitli hayvanlarla birlikte
resmedilmektedir.

Ana tanrıça gösterimleri yere bağlı olarak da değişebilmektedir. Örneğin bir dağ
yakınında ana tanrıça bir dağ tanrıçası görünümünü almakta , ekili alanlar yakınında
ise tarımla ilgili özellikleri taşımaktadır.

Bir önemli ana tanrıça tasviri de yılanlı tanrıçadır. Bir görüşe göre kişileştirilmiş yılan
tasviri olan bu figürler başka bir görüşe göre ise yılan sembolizmi ile ana tanrıçanın yer
altı dünyasına da hükmettiğini gösteren bir figürdür. Ancak bizim görüşümüze göre bu
ana tanrıçanın yılanlardan koruma özelliğini de gösteriyor olabilir.

Bunun yanında ana tanrıça figürü ile birlikte bir erkek figürüne sık rastlanmamaktadır.
Bu durum bazı araştırmacılara Girit’te “tek tanrılı” bir din olabileceğini
düşündürtmüşse de bu konuda kesin kanıtlar bulunamamıştır. Zeus ile ilgili inançlarda
bile Girit’tin bu kadar önemli olması orada da Ana tanrıçaya eşlik eden bir tanrı
olduğunu düşündürtmektedir. Ayrıca bulunan bazı tasvirlerde erkek tanrının aslanlarla
beraber olması ve silahlı olarak resmedilmesi Girit’te erkek tanrı tapımı olduğunu
göstermektedir

Arkeolojinin de yardımıyla biz dejenerasyonun bu safhasında, tevhid inancının ilk kez


somut yahut toprak ile özelleştirildiğini sanıyoruz. Böylece ilk önce ana tanrıça
kültürü oluştu. Toprak kadın gibi doğurgandı, ürün verendi, tıpkı yavrusuna süt veren
ana gibiydi. Özellikle Hititlerde kadın yahut dişilik toprağı, yani yaratıcıyı sembolize
ediyordu . ”Toprak ana” olunca ikisi birlikte ”Toprak ana” yahut ”Ana tanrıça” oldu.
Fakat insanların özdeşleştirme sevdaları ile yeni bir ilahi güç ortaya çıktı. ”Ana
Tanrıça” olunca, bir ”Baba Tanrı” nın da olması gerekiyordu. Toprak Ana olduğuna
göre, gökte baba olmalıydı.

Toprak Ana ile Gök Baba’nın aşk macerası sonucunda daha küçük önemde talii
tanrılar oluşmaya başladı. Muhtemelen dejenerasyonun bundan sonraki safhasında
animizm (tabiata canlılık atfetme) görülmeye başlanacaktır. Her şeye ”Toprak Ana”
ve ”Gök Baba”nın ilahi gücünden kaynaklanan canlılık sıfatı yakıştırılacaktır. Bu
yakıştırma doğa güçlerine yapıldığında naturalizm denen doğa topraktan çıkan
taşlara, ağaca v.s tapınmaya yol açacaktır. Bundan sonrada kimi yerlerde totemizm
ortaya çıkacaktır.

Bu oluşum sürecinde, gerçekte oluşan yeni şey dinin bozulmuş hali ve yeni üretilen
binlerce tanrı ve ruh idi. Din bozulurken onun kavramlarının ve öğretisinin getirdiği
sistematik yapıda bozuldu. Ama tüm bunlara rağmen hala bozulmuş dinin içerisinde
küçükte olsa hakikatin çeşitli kalıntıları vardır.

Siz ayrıca 12 Yunan tanrısının hatta tüm Yunan inanç sisteminin de Anadolu kökenli olduğunu
iddia ediyorsunuz...
Bunun böyle olduğu özden belli. Hesiodos’un Teogonia'sının içeriğini oluşturan 'tanrıların
gökyüzü egemenliği savaşları' Hurri yani Anadolu kökenli. Çünkü orada Uranos, Kronos ve
Zeus birlikteliği, Hurri ve o etkideki Hitit'te Alu, Alalu ve Kumarbi olarak geçiyor. Değişen
sadece isimlerdir. Dionysos, Gökhan Tiryaki adlı öğrencimin de “Adalya 5, 2000” dergisinde
kanıtladığı gibi, İvriz'deki Geç Hitit kabartmasında ayağında asma ve üzüm çıkan Anadolu
bereket tanrısından uyarlanmıştır. Lidya’da Bakos (sonraları Roma’da Baküs) adı altında
kökleşir ve Yunanlıların Dionysos dediği Tanrıya dönüşür. Apollon’un Yunan adı yok. Hititçe
adı Appaluinas’tır. O da Likya’da baş tanrı olarak Anadolu da yaratılır ve Yunanistan’a
aktarılır.
Yunan baş tanrıçası Hera, başlangıçtaki betimlemelerinde aslanla beraberdir. Bu da Anadolu
ana tanrıçası Kubaba’dan uyarlandığını gösteriyor. Artemis yine bu Ana Tanrıça’dan
uyarlanarak ilk kez Efes’te Ortygia’da yaratılır. Bu nedenle oradaki adı Artemis Kybele’dir.
Sart’da da adı öyledir. Tapınakları hep batıya bakar. Efes’te Artemis Tapınağı’nın İÖ. 560’dan
önce Artemis’e adandığına yönelik hiçbir kanıt yoktur. Bu olgu, tapınağın daha önce bir Ana
Tanrıça’ya adandığını kanıtlar. Aphrodisias Aphroditesi’nin Anadolu Ana Tanrıçası’ndan
uyarlandığını Aphrodisias adlı kitabında Kenan Erim söyler ve doğru söyler; çünkü onun
oradaki heykeli de Efes ya da Perge Artemisi gibidir. Özetle bütün Yunan tanrıçaları Anadolu
Tanrıçası Kubaba’dan uyarlanmıştır. Bu nedenle Robert Fleischer bunlara 'Anadolu Bacıları'
demektedir.
Peki ya Athena?
Yunan Athena’sı Anadolu Athena’sından farklıdır. Anadolu Athena’sı barışçıldır, başında Hitit
Kubaba’sı gibi serpuş taşır, elinde ip yapmaya yarayan iğ vardır. Yunan Athena’sı ise
savaşçıdır. Tüm betimlemelerinde üzerinde savaş giysisi vardır. Foça’daki Athena Tapınağı bu
nedenle Anadolu Ana Tanrıçası’nın kaya tapınağı üzerine oturtulmuştur. Smyrna’daki (Eski
İzmir) Athena’nın simgesi terazidir, adaletin simgesidir, tapınağında ele geçmiştir.

(evrensel kültür-Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fahri Işıkla
röportaj-ahmet açan)
1. Neolitik dönem ( MÖ 6000 - 2600 )

Girit paleolitik dönem boyunca iskan edilmemiş gibi gözükmektedir. Adaya ilk
gelenlerin Anadolu’dan geldikleri sanılmakta ve adada Neolitik dönemin bu şekilde
başladığı kabul edilmektedir.

Bu dönemde konut inşaatı ve alet kullanımı gelişmiş ve ilk ana tanrıça idolleri ortaya
çıkmıştır. Ayrıca bu dönemde Girit çevresindeki adalarla ilişki içine de girmeye
başlamıştır.

ANADOLU'DA TARİHSEL VE KÜLTÜREL SÜREKLİLİK

MÖ 10 bin-8 bin yılları arasında Batı Avrupa'da buzul çağı devam ederken, Anadolu'ya nemli,
ılıman bir iklim hakim olmaya başlamıştı. Aynı durum, Mezopotamya ve Nil boylarında da
oluşmuştu. Ancak bu bölgeler o tarihlerde tamamen ormanlarla kaplıydı. Anadolu'nun bazı
yöreleri sık ormanlarla kaplı olsa da seyrek ormanlarla kaplı mera alanları da vardı. Buzul
çağından beri devam eden göçebe toplayıcılık bu bölgelerde yerini tarım kültürüne terk
etmeye başlamıştı. Anadolu'da dünya tarihinin ilk büyük devrimi başlıyordu, insanın toprakla
olan dostluğu ile. İnsanoğlu ilk kez toprağın ona neler verebileceğini keşfediyor, yerleşik
yaşamın olanaklarından faydalanıyordu. Yoğun emek isteyen, zor bir uğraştı bu. Bu zorlu
ilişki, toprağın insanla ilişkisini anlamlandırıyor ve kutsallaştırıyordu. Daha sonraki yıllarda
Ortadoğu'nun diğer bölgelerinde, Mezopotamya ve Mısır'da toprakla yaşamayı başka
topluluklar da öğrenmişlerdi. Fakat bu çok kolay bir işti onlar için. Sel sonrası toprağa tohum
serpiştirmek yeterli oluyordu. İklim koşullarına göre, hangi alan uygun ise oraya ekim
yapılıyordu. Dolayısıyla sulu tarımda toprak değil, tohumdu önemli olan. Kerameti tohumda
arayan bu topluluklar bu nedenle erkek cinsiyetli yaratıcılara tapındılar. Toprak, Anadolu'da
anlamlı ve önemliydi; Toprak, ana idi.

Tarih, Anadolu'da, bir yeryüzü tanrıçası olan Ana Tanrıça ile başladı. Belki de binlerce yıl
varlığını koruyan ve etkisini nesillerden nesillere aktaran bu inanç halkların mayasıydı. O,
göklerde değil, yerde insanların yanı başındaydı. Dokundukları, gördükleri, kokladıkları
hayranlık duydukları her şeydi Anadolu halkları için. O, sadece insanların değil; toprağın,
suyun, çiçeklerin, kuşların ve böceklerin de tanrıçasıydı. Doğanın ta kendisiydi o. Bir ilkçağ
çiftçisi evinin bir köşesine koyduğu Tanrıça heykelini izlerken onu görüyordu, tıpkı bir
ortaçağ ermişinin aynada kendine bakarken tanrıyı görmesi gibi.

Anadolu halkları inadına, Ana Tanrıça inancını binlerce yıl nesilden nesile aktardılar. Onlar
tanrıçalarını tarlalarını sürerken, vahşi hayvanları evcilleştirirken tanıdılar. Toprak, insanoğlu
tohumları savura savura dağıtırken bir ana gibi dölleniyor, bereketini armağan ediyordu. Yaz
yeniden doğumun, kış ise ölümün simgesiydi. Ürünlerden ayrılan tohumlar yeniden toprağa
döndü Tanrıça'nın bereketi için. Anaların kutsallığı işte bu tanrısal eylemi
gerçekleştirdiklerindendir. Doğurganlığı böyle algılamak ve her şeyi böylesine sevmek ne
kadar güzeldi, barışın ve dostluğun temeli o zamanlarda atılmıştı herhalde.

Çatalhöyük insanı doğa sevgisini tanrısallaştırmış ve günlük yaşamının bir parçası yapmıştı.
Yemek, içmek, oturmak ve yatmak için kullandıkları evler aynı zamanda kutsal alanlardı. Bu
yaşam biçimi binlerce yıl değişmeden böylece devam etti. Ana Tanrıça evlerinin içinde ona
ayrılmış kutsal bir alanda varlığını sürdürdü. Gömütlerin üzerine kat kat kurulan yeni kentler
gün geldi terk edildi. Anadolu'nun dört bir yanında yeni hayatlar kuran halklar tanrıçalarını da
yanlarında taşıdılar. Evlerin Ana Tanrıça ile kutsallaşması sanatın günlük yaşamla iç içe
yaşanmasını sağladı. Çırılçıplaktı Ana Tanrıça, tıpkı doğa gibi, gerçeğin simgesiydi. Toprak
heykellerinde hep doğururken görürüz onu. Bu haliyle bereketin ve çoğalmanın sembolüdür
bütün analar gibi.

Erkek "gücü"nü fark edince, anasını köleleştirdi

Doğa koşulları Anadolu'da değişik bir yapılaşmaya neden olmuştu. Mısırlılar gibi atalarının
topraklarını terk etmemişler, kentlerin üstüne yeni kentler kurmuşlardı. Otuz beş metreyi
bulan höyükler oluşmuştu üstüste. 20. yüzyıl arkeologları dünyanın hiçbir yerinde benzer
yapılara rastlamadılar. Böylesine sadık bir insan mekan ilişkisi olmadı yeryüzünde.

Ancak bir gün erkekler fiziksel güçlerinin farkına varıp da, analarını köleleştirmeye
başlayınca işler birdenbire değişiverdi. Onlar sandılar işin kehaneti kendi döllerinde, sandılar
ki tarladaki ürünün sırrı da tohumda. O vakit göklerde, farklı yerlerde aradılar işin sırrını,
bilemediler ki tohumu da zaten toprak veriyor. Artık onlar için kutsal değerler yeryüzünde
değil gökyüzünde idi. Ve tanrı mutlaka erkek olmalıydı. Ama yine de insanlar ne yerlere ve
göklere sığdırabildiler tanrıyı. Onlar tanrının kendileri gibi düşünmesini, umutlarını ve
kaygılarını anlamasını istediler. Hep onları ödüllendirmesini yapamadıklarını yapmasını,
haksızlığa uğrayanları korumasını, suçluları cezalandırmasını istediler. Sığmadılar bu
dünyaya, başka dünyalar istediler. Aslında ondan hadleri olmadan ölümsüzlüğü istediler.
Onlara göre tanrıların bilinci olmalıydı ve bu bilinç kendilerininki gibi olmalıydı.

Anadolu'da buzul çağı sonrası başlayan ısınma her geçen yıl artıyor, Kızılırmak'ın serin
vadilerinde yeni gelen halklar Anadolu'nun yerli halklarıyla kaynaşıyordu. Hitit İmparatorluğu
ile birlikte köleci devlet anlayışı da Anadolu'da yaygınlaşmaya başlamıştı. Krallar, soylular ve
rahipler diğerlerine göre daha ayrıcalıklı olan yaşamlarının bedelini kölelere ödetiyorlardı.
Birçok suçun bedelini köleler hayatları ile öderken özgür insanlar, aynı suçlardan tazminat
karşılığı kurtulabiliyorlardı. Kuzeyden gelen kavimlerin boyunduruğu altına giren Hatti
boyları yeni ataerkil düzenin koşullarına da boyun eğmişlerdi. Kölelerin dışında zanaatçılar ve
fethedilen ülkelerin insanları da imparatorluğun merkezine getirilip kralın, rahiplerin ve
toprakları elinde bulunduran aile reislerinin denetiminde çalıştırılıyorlardı. Binlerce yıldır
süregelen barış, yerini tanrısallaştırılmış kralların zulmüne bırakmıştı. Özel mülkiyetin
yaygınlaşması ile Anadolu'da insanların başka insanlar tarafından sömürüsü de başlamış oldu.

Hitit döneminde bütün ataerkil örgütlenmelere rağmen Anadolu'da yerli halkın en çok
benimsediği tanrılar; toprak, bitki verimin tanrısı Telipinu, Fırtına Tanrısı ve Güneş Tanrısı
gibi doğayı simgeleyen tanrılar olmuştu. (1) Aslında Hititlerle birlikte doğa cinsiyet
değiştirerek tanrısal özelliklerini korudu. Ama yine de beş bin yıldan beri dişi bir tanrıya bağlı
olan Anadolu insanı, Ana Tanrıçası'na çeşitli biçimlerde tapınmaya devam etti. Ana Tanrıça,
Hattiler'de Vuruşemu, Hurriler'de Hepat, Hititler'de ise Arinna'nın Güneş Tanrıçası adını
taşımıştı. Geç Hitit Dönemi'nde adı Kupaba'ydı. Dinsel metinlerde Arinna'nın Güneş Tanrıçası
ve Hurri kökenli Hepat birbirlerinden ayrı tanrılar olarak anlatılırlar. Hitit İmparatorluğu'nun
koruyucusu Güneş Tanrıçası'nın sembolleri panter ve güvercindir. Nitelikleri doğru yargı,
merhamet ve otoritedir. Hepat ise Hititler için göklerin kraliçesidir. Onu ya bir aslanın
üzerinde ya da tahtında otururken görürüz. Hepat sadece Orta Anadolu halklarının değil,
Torosların, Halep'in de tanrıçasıdır. Ancak bereketin sembolü bir erkek tanrıdır bu kez. Tanrı
Telepinus kızgın bir şekilde şehri terk eder. Şehirden uzaklaşır ve Anadolu bozkırında
kaybolur. Yorgunluktan bitkin bir şekilde yatar ve uyur. Tanrının güçsüzlüğünde, tüm ülkeyi
sis kaplar, kuraklık ve açlık olur. Ocakta kütükler söner, koyun kuzusuna, inek buzağısına
bakmaz. Tanrılar ise tapınakta suskundur. Bütün canlılar açlıktan ve susuzluktan kırılmaktadır.
Tanrılar kaygılanır ve Telepinus'u aramaya koyulurlar. Telepinus'un şehre geri getirilmesi ve
iyileştirilmesi ile, açlık ve kuraklık biter bütün ülke normale döner. (2) Kaybolan tanrının geri
dönüşü de Hititlerde bayram olarak şenliklerle kutlanmaktadır. Ayinin sonunda üzerine koyun
postu asılmış bir direk tanrı önüne dikilir. Bu direk verimliliği simgeler.

Hititler madencilikte ileri oldukları kadar, doğa ile uğraşmayı da bir yaşam biçimi olarak
benimsemişlerdi. Arpa ve buğday ekiminin yanı sıra asma bahçelerinde üzüm yetiştirmişler,
üzümden şarap yapmışlardı. Bugün Hitit İmparatorluğu sınırları içerisindeki bölgelerde
yetiştirilen elma, kayısı, kızılcık meyveleri bizlere onların mirasıdır. Kocakarı ilacı diye
küçümsediğimiz birçok bitki tohumundan yapılan karışımlar, o devirlerde ilaç olarak
kullanılıyordu. Henüz kırık ve kayıp Hitit tabletlerinden dolayı bu konularda ayrıntılı bilgilere
ulaşılamamıştır. (3) Erkeklerin yeni dünyası yeni tanrıları keşfede dursun, Anadolu halkları
yine de tanrıçalarından vazgeçememişlerdi. Tarih Anadolu'da bin tanrılı Hititler'e sahne
olurken, imparatorluğun en güçlü dönemlerinde bile yarımadanın dört bir yanında Ana
Tanrıça kültü yayılıyordu. Koca bir dünya imparatorluğu kuran, yankıları Akdeniz'in karşı
kıyılarından duyulan Hititler'in Anadolu halkları üzerindeki kültürel etkisi, her şeye rağmen
kendi halinde fazla duyulmamış olan yerli Luwi halkları kadar olamamıştır. Hitit
İmparatorluğu'nun yıkılışı sonrası kalıntıların altından daha güçlü bir imparatorluk
çıkmamıştır. İmparatorluk kalıntıları üzerinde Frigya Krallığı ve küçük Anadolu beylikleri ile
yaşam sürerken yerli Luwi halkları güneyden kuzeye, doğudan batıya, Anadolu'nun dört bir
yanına özgün Anadolu mirasını taşımışlardır. Bugün bile Akdeniz'de, Ege'de, Karadeniz'de ve
Doğu Anadolu'da birçok yörenin adı Luwi kökenlidir. Onlar Hititler gibi ulaştıkları topraklara
yeni düzenin çok tanrılı değerlerini değil, hoşgörünün ve barışın tanrıçasını taşımışlardır. Bu
yayılma Anadolu sınırlarını aşmış, Trakya'ya, Yunanistan'a İtalya'ya ve Afrika'ya kadar
uzanmıştır.

Doğu Avrupalı bir kavim olduklarına inanılan Frigler de, Hititler gibi Orta Anadolu
topraklarında hüküm sürmüşlerdi. Onlar da Hitit geleneklerini sürdürmüşler ve Anadolu'nun
özgün değerleri ile bütünleşmişlerdi. Hatta daha ileri giderek, bir yanda Akdeniz ve Assur'a
yönlenen siyasal yayılmacılığın yanı sıra çok eskilerden beri devam eden Ana Tanrıça
kültünün yayılmasını sağlamışlardı. Siyasal merkez Gordion iken, yöre halklarının dinsel
merkezi Midas'tı. Toprakların büyük bir bölümü rahiplere aitti. Bu topraklarda köylüler
tarımla uğraşırken, zanaatçılık gelişmişti. Frigya'da Ana Tanrıça'nın ismi Kybele idi.
Kybele'nin merkezi tapınma yeri ise kutsal sayılan Pessinus idi. Bu şehirde Kybele'yi
simgeleyen taşın gökten indiğine inanılırdı. Friglerden sonra Orta Anadolu'da bir çok kent
çeşitli kavimlerin saldırısına maruz kalarak yıkıldığı halde Pessinus bu dinsel gücü sayesinde
uzun yıllar yaşamıştı. Sonraları Galatlar döneminde kenti beş Frigyalı ve beş Galatlı rahip
birlikte yönetmişlerdi. Lidya, Anadolu'nun batı ile kaynaştığı, yerel değerlerinin batıdan
gelenlerle birleşerek yeni sentezlerin oluşturan bir ülke idi. Kybele, Lidya'nın da en önde
gelen tanrısıydı. Tanrıçanın başkent Sartes'te büyük bir tapınağı vardı. Kybele'nin yanı sıra
Artemis ve Dionysos'un da önemli bir yeri vardı Lidyalıların yaşamında. Bu üçlü tanrı
anlayışı Lidya dininin temel unsuruydu. Bu üç tanrı da doğa tanrılarıydı. Yerli gelenekler
korunmuştu ve bütün ataerkil etkilere rağmen, anaerkil hayat anlayışı yeni biçimlerle mevcut
düzene direniyordu.

"Doğanın ulu anası"

Neolitik dönemden beri Anadolu'daki en kutsal varlık olarak bilinen Ana Tanrıça, Ege
dünyasından aldığı yeni özellikleriyle, Anadolu'nun batı kıyılarında Artemis olarak ortaya
çıkar. Bu kez Efes yakınlarındaki bıldırcınlar yeri Ortygia'da doğurmuştur. Artemis, babası
Zeus'tan sonsuza dek bakire kalmayı dilemiş ve perileri ile birlikte hep bakire kalmıştır. Doğa
ile içiçedir Artemis; ok, yay, at ve arabası ile birlikte gözükür. Sadece insanların dünyası ile
ilgilenmez, hayvanlarla ve bitkilerle de ilgilenir. Ayın üç ayrı dönemini temsil eden Artemis'in
tacı aynı zamanda, kadının gelişimini de simgeler. Hilâl yeni doğmuş bir kızı, yarım ay genç
kızlığa geçişi, dolunay ise olgunluğu, doğurganlığı ve analığı anlatır. Bu üç yönüyle Artemis,
ataerkil düzenin ona verdiği yeni nitelikleri; bakireliği, kadınlığı ve analığı aynı vücutta taşır.
Giritli tanrıça Britomartis'in adı atlı bakire anlamına gelir. Bu tanrıça avcı kılığında dağlarda
köpeklerle dolaşır ve erkeklerden uzak yaşar. Anadolu'nun Kybelesi bu yeni dünya
değerlerinde Giritli tanrıçanın özellikleriyle benimsenmiştir. Artemis'in boynundaki
gerdanlıkla da bitkiler dünyasını, gerdanlıktaki kolye ile de Orion takım yıldızlarını sembolize
etmektedir. Tanrıça'nın göğsündeki nesnelerin, hurma meyveleri veya kraliçe arıyı
simgelediğinden dolayı erkek arı gövdeleri olduğu yolunda görüşler ortaya atılmıştır. Artemis
bereketi ve bolluğu temsil eder. Anadolu'nun batı kıyılarında birçok yeni tanrı ortaya
çıkmışken halk Artemis'i daha çok benimsemiştir. Halk ona "doğanın ulu anası" diye yakarır.
O da Kybele gibi bir yeryüzü tanrıçasıdır ve Ana Tanrıça'nın yeni görünümüdür. Troya
savaşında Troyalılarla birliktedir ve Anadolu'yu istilacılara karşı savunur. Anadolu'nun bu
güçlü tanrıçası başka ülkelere de taşınacak ve değişik isimlerle anılacaktır.

Dionysos da, Kybele ve Artemis gibi doğaya dönük bir tanrıdır. Anadolu'da; Frigya ve Lidya
bölgelerinin tanrısıdır. Doğa ile ilgili bir çok sıfatı vardır. Ormanlarda yaşar, topraktan çıkan
bitkilerin ve tarımın tanrısıdır. Coşkusunu bir şarap tanrısı olarak simgeler. İnsanların olduğu
kadar vahşi hayvanların da tanrısıdır, onlarla birlikte yaşar. Doğanın sırlarına ermek ve
tanrısallaşmak Dionysos dininin amacıdır. Bunun için ayinlerde şarap içilir ve sarhoş olunur.
Ayinlerde insanlar, vahşi hayvanlardan farksızdırlar. Tanrısal sırra erişmek onlar için doğa ile
yakınlaşmaktır. Dionysos dininin müritleri Bakkhalar aynı Pessinus rahipleri gibi çılgınca
kendilerinden geçerler. Tanrısal gerçek dağlarda, ormanlarda yabani hayvanlarla birlikte
coşmakta gizlidir onlar için. İnsan ile doğa arasındaki ilişkinin en yoğun yaşandığı aşamada
artık Bakkhalar tanrısallaşırlar. Şarap ve sarhoşlukla bilinçlerini aşıp tanrısal erdeme ulaşırlar.
Roma istilasıyla başkalaşan Anadolu

Yunan kavimleri Anadolu'ya ilk geldiklerinde yerli halkların direnci ile karşılaştılar. Bu
anaerkil direnç yıllar boyu kırılamamış, dumanların ve yıkıntıların üstünde oluşan yeni
uygarlık geçmişin izlerini silememiştir. Troya Savaşı bir yönüyle anaerkil Anadolu
topluluklarının yurtlarını Yunanlı istilacılara karşı savunmasıydı. Akha ordusu Troya
açıklarında belirdiğinde, onları sadece Troyalılar değil bütün Anadolu halkları bekliyordu.
Anadolu ilk defa batıdan gelen tehlikeye karşı birlik olmuştu. Homeros İlyada'da Troyalılar'ın
yanında savaşa katılan Anadolu halklarını tek tek anlatır. Çanakkale'den Dardanieliler, İda
Dağı'nın eteklerinden Zeleialılar, Mysia bölgesinden Apaisoslular, Troya yakınlarındaki
Praktios'ta oturanlar Troyalılar'ın yardımına gelirler. Ege kıyılarından, İzmir'in kuzeyinden
Pelasglar, Aksios (Vardar Irmağı) kıyılarından, Payhlagonialı krallar Parthenios ırmağı
kıyısındaki saraylarını bırakıp Troya'ya ulaşırlar. Mysialılar ve Frigyalılar uzak yurtlarını
bırakıp büyük bir arzuyla katılırlar Anadolu direnişine. Karialılar çok uzaklardan güzel
Miletos'tan, Likyalılar ise anaforlu Ksanthos'tan uzun yolculuklarla Troya'ya erişirler.

Yunan işgali sonrası yıllarca direnen Anadolu'nun anaerkil halkları için artık istilalar dönemi
de başlıyordu. Romalılar Pessunus'dan Anadolu'nun binlerce yıllık Kybelesi'ni Roma'ya
taşıma seferinde bu toprakları tanıdılar. Artık Anadolu iyiden iyiye ısınıyordu. Batının
yükselen yeni imparatorluğu bütün başkaldırılara rağmen iç bölgelere kadar sızmıştı. Batıdan
Roma'nın doğudan ise başka bir istilacı gücün Perslerin kıskacındaydı Anadolu. Zor yıllar
başlamıştı. Toprağın verdiği bütün zahmetlere yenileri eklenmişti: Emeğin yeni sömürücüleri.
Troyalılar'ın torunları olduklarına inanan Romalılar, önceleri Anadolu'ya pek ilgi
göstermeseler de MÖ 190 tarihinde Suriye Kralı Antiokhos'un peşi sıra gelerek bu topraklara
gemilerini yanaştırdılar. Romalıların Anadolu çıkartması Şarap Tanrısı Dionysos'un baş tanrı
olduğu Teos'la başladı. Bu savaştan galip çıkan Roma ordusu için artık Anadolu kapıları açılır.
Phokaialılar da (Foçalılar) Roma istilasına uzun süre direnirler ama Antiokhos'tan yardım
gelmeyince kentin kapılarını açmak zorunda kaldılar ve Phokaia yağmalandı. Magnesia
(Manisa) yakınlarına çekilen Antiokhos kesin bir yenilgiye uğradı. (4)

Roma İmparatorluğu'nun işgal ettiği Anadolu topraklarında oluşturulan eyaletler


imparatorluğun olduğu kadar kişiler için de başlıca zenginlik kaynağı olmuştu. Eyaletler
Roma halkının ganimeti sayılırdı. Halkın elindeki altın ve gümüş alınır ve askerler de geri
kalanı yağma ederlerdi. İmparatorluk, maden ve taş ocaklarına, tuzlalar, tersaneler, ormanlar
ve her türlü taşınmaz mala el koyarlardı. Bu şekilde elde edilen zenginlik Anadolu'dan
Roma'ya akardı. (5)

Batı Anadolu bir Roma eyaletine dönüşünce, Romalılar üç ayrı kanaldan egemenlikleri altında
tuttukları kentleri sömürmeye başlar. Eyalet valileri Roma'dan aldığı yetkileri çoğu zaman
kötüye kullanarak kendi çıkarlarını ön planda tuttu. Valilerin bu tutumu karşısında politik
kariyerlerini eyaletlerden gelen rüşvetlerle sağlayan Romalı politikacılar ortamdan
yararlandıkları için sessiz kaldılar. Vergi toplama işi ihale ile en yüksek fiyatı veren ortaklığa
verildiğinden, Anadolu halklarını günden güne fakirleşti. Dahası ağır vergi yüklerini
ödeyemeyen halka borç verip faizle para kazanma peşinde koşan Romalı banker ve tacirlerin
sayısı her geçen gün arttı.

Roma zulmü devam ederken, Aziz Paulos, Yahudi kurallarından arındırılmış yeni bir dini batı
dünyasına tanıttı. Bu amaç için Anadolu topraklarını çok arşınladı. Roma İmparatorluğu'nun
doğu kesimlerinde kölelerin ve ezilenlerin başkaldırısıydı Hıristiyanlık. İmparatorluğun
çıkarları ile çatıştığından ezilmeye çalışıldı. Köleci toplum Hıristiyanlıkla dönüşüm sürecine
girmiş, feodal toplum yapısı oluşmaya başlamıştı. Roma İmparatorluğu'nun Anadolu'yu işgali
sonrası Artemis, diğer tanrılara rağmen batı kıyılarının vazgeçilmez tanrıçasıydı. Sonraları
Hıristiyanlığın hızlı yayılmacılığına rağmen antik Artemis kültü varlığını ve gücünü uzun süre
korudu. MS 53'de Efes'e gelen Aziz Paulos üç yıl boyunca Hıristiyanlığı yaygınlaştırmak için
başarılı çalışmalar yaptıysa da güçlü bir dirençle karşılaştı.

Her şeye rağmen yozlaşan Artemis kültü, soylu ve yüksek tabakadan insanların hizmetine
girmişti. Efes'te Artemis'e sunulan giysi ve takılar kendine özgü bir ticaret sistemi
oluşturmuştu. Tapınaktaki tanrıça heykeline giydirilen bu ziynet eşyaları aynı anda
kullanılamadığından seçilen zengin ailelerin kızları bu görevi üstlenir ve giyerlerdi. Bu
giysilerin ve takıların sık sık değiştirilmesi gümüş ustaları için çok iyi bir pazardı. Bu nedenle
Aziz Paulos'un çalışmaları en çok onları rahatsız etmişti. Demetrios adlı bir gümüş ustası
mesleğinin tehlikeye gireceğini sezerek, meslektaşlarından oluşan bir heyetle tiyatroda Aziz
Paulos'un vaazinde halkı kışkırtır. Halk hep bir ağızdan "Yücedir Efeslilerin Artemis'i" diye
bağırır. Halkın yatıştırılması için kent meclisinin sözcüleri açıklama yaparak Artemis'in
yüceliğini vurgularlar. Bütün direnmelere rağmen toplumsal değişim engellenemezdi. Ancak
geçmişin değerleri bir şekilde biçim değiştirerek yeni toplum yapısına uyum göstererek
yaşamaya devam etmeliydi. Artemis çoktan Hıristiyanlaşarak Meryem Ana olmuştu.
İbranice'de genç kız anlamına gelen "almah" sözcüğü; Yunanca'ya "bakire"ye dönüştü. (6)
Meryem de Artemis gibi bakire idi. Hıristiyanlar kilisenin ilk zamanlarında Meryem'in
Artemis ile karıştırılması kaygısıyla ona tapınmaktan çekinmişler ama sonraları, ona tanrı
anası anlamına gelen Theotokos sıfatını vermişlerdir. Theotokos sıfatı 5. yüzyılda tanrı ve
insan arasındaki ayrımı bir karmaşaya dönüştürdüğü gerekçesiyle kaldırılmak istenmiştir. Bu
öneri Efes Konsili'nde reddedilmiştir. Meryem Ana Evi'nin bulunduğu Arvilia vadisinde
yapılan arkeolojik kazılarda Artemis'e ait bir çok adak kalıntısı bulunmuştur.

Leto'nun Artemis'i doğurduğu bıldırcınlar yeri Ortygia aynı zamanda Meryem Ana'nın evinin
yeridir. Evin aşağısındaki vadide eskiden Tanrıça Artemis için festivaller yapılırdı. Sonraki
yıllarda Meryem Ana sevgisi bütün Anadolu'ya yayılacak, Anadolu halkları İslamlaşırken
Hıristiyanlığı terk edecekler fakat Meryem Ana'yı yine de çok seveceklerdi. Hıristiyanlık,
Anadolu'nun eski tanrısal destanlarından etkilenmiş, öyküler değişik biçimlerde ermiş
destanlarına dönüşmüştür; Kapadokya'da yaşayan Ermiş Georgios'un burnundan alevler
çıkaran canavarı öldürmesi gibi. Hıristiyanlığın kutsal günlerinin çoğu eski çok tanrılı
çağlardaki günlerinin devamıdır. Meryem Ana'nın gökyüzüne uçuşu ve Artemis bayram
günleri çakışmaktadır. Çoktanrılı dünyanın tapınakları yeni dünyanın görkemli kiliselerine
dönüşür. Kısaca Anadolu'da Hıristiyanlığın yayılmasıyla başlayan Rumlaşma hareketi
Anadolu'nun dışındaki coğrafi alanlardan gelen göçlerle değil tamamen kültürel bir sentezle
oluşmuştur. Helen dili uzun yıllar batı bölgelerini etkilemiş ancak, Anadolu'nun yerli dilleri,
Hıristiyanlığın yaygınlaştığı dönemlere değin devam etmişti. İncil'in Helen dilinde yazılmış
olması Helen dilinin yaygınlaşmasını sağladı. Senelerce imparatorluğun kuytu köşelerinde
yaşayan Hıristiyan inancı, Roma İmparatorluğu'nun resmi dini olmasıyla Anadolu'da hızla
yayıldı. Yine de Anadolu'nun yerel kültürleri Frigya, Pontus, Kapadokya'da varlığını direnerek
sürdürdü. Roma döneminde Batı Anadolu'da kentleşmenin de artmasıyla birlikte Anadolu
nüfusunda da artış olmuştu. Kentlerde yoğunlaşan bu nüfus hareketi, Anadolu halklarına yeni
bir kimlik kazandırıyordu.

Hıristiyanlığın etkisiyle ağırlığını hissettiren Rumlaşma süreci Doğu Roma'nın bölgede etkili
güç olmasıyla, bölge halklarının kimliğini temsil eder konuma gelmiştir. Bizans artık
Anadolu'da etkin bir güçtür ve İstanbul bu gücün odağıdır. Bizans'ın ilk yıllarında ekonomik
açıdan parlak bir dönemin başlangıcıydı. Batı Roma'nın çöküşü ile Anadolu topraklarında
kurulmuş olan imparatorluğun başkenti, Balkanlar'dan gelen halk kitleleriyle artmış, daha
önce Batı Anadolu kentlerinin taşıdığı ekonomik ağırlık merkezini İstanbul'a kaydırmıştı.
İmparatorluğun İstanbul üzerindeki etkinliğinin artmasıyla birlikte ekonomik, kültürel, dinsel
çelişkiler de ön plana çıkmıştı. Hipodromda yapılan at yarışlarında bazı at sürücülerinin yeşil,
bazılarının da mavi gömlek giymesi zamanla halklar arasında bölünmeye yol açmış, mavi ve
yeşil varolan çelişkilerin simgesel renkleri olmuştu. Her iki örgütün de tabanı yoksul sınıflara
dayandığı halde, maviler aristokratların, saray bürokratlarının desteğini almış, yeşiller ise;
daha çok Anadolu'nun iç bölgelerinden gelen yerli zanaatkarlar ve ticaret erbaplarından
oluşmuştu. İmparatorluğun katı ve merkezi Ortodoks kimliğini benimseyen maviler her
zaman imparatorun da desteğini almışlardı. Yeşiller mezhep farklılıklarına daha hoşgörülü ve
eğilimli iken maviler Ortodoks kilisesine çok katı bir şekilde bağlı idiler. İmparatorluğun
Mavilerden yana olan açık tutumu çelişkileri daha da artırdı ve mavileri zorba, yeşilleri ise
kentin mağdurları durumuna düşürdü. Ancak imparatorluğun yoksul kitlelere karşı haksız
tutumu kentte büyük bir ayaklanmaya neden oldu ve kitleleri aynı saflarda birleştirdi.
İmparator ve imparatoriçeyi kentten kaçma noktasına getiren bu ayaklanma mavilerin
saraydan yana cephe değiştirmesiyle güçlükle bastırılabildi. Bu kent Bizans sonrası tarihlerde
de kargaşalara meydan olacak ve kentin hakimleri bu korkuyu hep hissedeceklerdi.

İmparator, İstanbul surları içinde Anadolu'dan kopuk, şaşaalı yaşamını sürdüredursun,


Anadolu halkları tam bir merkezi yönetim kıskacında sömürülüyorlardı. Gerçi kölecilik yerini
toprağa bağlı yarı özgür köylülüğe bırakmıştı. Bizans yönetimi bu köylülere arazi sahipleri
tarafından baskılar uyguluyordu. Zamanla orta sınıflar yok edilerek büyük arazi sahipleri
küçük arazileri ele geçiriyorlar, halkı yarı köle durumuna düşürüyorlardı. İmparatorluk askeri
gücünü oluşturan köylüleri bu yeni gelişmelerden korumak amacıyla, büyük arazi sahiplerinin
daha da güçlenmesine izin vermedi. Bu kararlar Anadolu'da daha sonraki yüzyıllarda da
devam edecek olan yarı feodal sömürü düzeninin temellerini oluşturdu. Aristokrasinin
gelişmesi bu şekilde engellenmişti. Hıristiyan olmayan halklara uygulanan vergi düzeni,
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde İslam dininden olmayanlara karşı uygulanan reaya
düzenine dönüştü.

Türklerin Anadolu'ya gelişi öncesinde, Bizans bünyesindeki Rum halkı, batıdan gelen Helen
halklarının oluşturduğu bir toplum değildi. Helen yayılmacılığı Batı Anadolu toprakları ile
sınırlı kalmış, iç bölgelere pek fazla geçiş olmamıştı. Anadolu'nun yerli halkları imparatorluk
bünyesinde Rumlaşmış ancak yine de eski kültürel ve geleneksel değerlerini devam
ettirmişlerdi. Bu dönem Anadolu için bir Helenleşme dönemi değil, Anadolu'nun yerel
değerlerinin yaşandığı Rumlaşma dönemi idi.

Birkaç yüzyılda Anadolu'da oluşturulan Büyük Selçuklu uygarlığı, sadece Türklerin


oluşturduğu bir kültürel birikim değil, ağırlıklı olarak binlerce yıldır Anadolu birikiminin
ürünüdür. Kırsal alanlarda yaşamı kabullenmiş Türkmen boylarının öylesine görkemli bir
kültür oluşturmaları bilimsel açıdan mümkün değildir. Kaldı ki, Anadolu'ya İran üzerinden
gelen Türkler beraberlerinde köklü Pers kültürünü de taşımışlardır. İsa'dan sonra binli yılların
başlangıcında Orta Asya'dan gelen Türkmen boyları uzun yıllar İran'la iç içe yaşamışlardı.
Anadolu topraklarına geçerken beraberlerindeki İranlıları da bu topraklara taşımışlardı. (7)
Görkemli İran kültüründen etkilenen Selçuklu hükümdarları saraylarında Türkçe yerine
Farsça konuşmuşlar, imparatorluğun resmi dili olarak da Farsçayı tercih etmişlerdi. Her şeye
rağmen Malazgirt sonrası kitlesel Türkmen göçleri Anadolu'yu geniş ölçüde Türkleştirmiştir.
Sonraları MS 1300'lü yıllarda özellikle batı Anadolu'ya kitlesel Türk göçleri başlamış,
Anadolu'daki Türk yoğunluğu bu göçlerle birlikte diğer halklara nazaran artmıştır.
Yunan ve Roma mitolojilerindeki tanrıçalar [değiştir]
Tanım Yunan mitolojisi Roma mitolojisi
Güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit Venüs
Av ve vahşi doğa tanrıçası Artemis Diana
Zeka, sanat ve strateji tanrıçası Athena Minerva
Tarım ve bereket tanrıçası Demeter Ceres
Umut tanrıçası Elpis Spes
Gençlik ve canlılık tanrıçası Hebe Juventas
Evlilik tanrıçası Hera Juno
Ocak ateşi tanrıçası Hestia Vesta
Zafer tanrıçası Nike Victoria
İnanç, vefa ve sadakatin tanrıçası Pistis Fides
Ay tanrıçası Selene Luna
Talih, tesadüf tanrıçası Tyche Fortuna
Anlaşma ve uyum tanrıçası ? Concordia
Hakikat tanrıçası ? Veritas

• Ate : Hata ve günah tanrıçası


• Aurora: Eos’un latince adı. Şafak tanrıçası
• Bellona: Romalılarda zafer tanrıçası
• Bona Dea: Doğurganlık tanrıçası
• Camenta : Romalılarda doğum tanrıçası
• Egeria: Romalıların doğum tanrıçası
• Eris: Nifak tanrıçası
• Fama : Halkın sesi tanrıçası
• Febris : Hararet ve sıtma tanrıçası
• Feronia: Çeşmelerin ve ormanların tanrıçası
• Flora: Yeşeren bitkilerin çiçeklerin tanrıçası
• Fors: Tesadüf tanrıçası
• Fraude : Hile tanrıçası
• Gaia: Toprak. Bütün tanrıların soylarının çıktığı en eski ve ilk tanrıça ( Tellus /
Romalılarda)
• Hygieia: Sağlık tanrıçası
• Jaso: Hastalıklar tanrıçası
• Juturne: Romalıların su kaynakları tanrıçası
• Libitina: Roma'da ölüler için yapılan merasimi koruyan tanrıça
• Lita'lar: Dua ve niyaz tanrıçaları
• Metis: Hikmet ve akıllılık tanrıçası
• Moira'lar: Kader tanrıçaları
• Momos: Alay ve hiciv tanrıçası
• Mnemosyne: Hatıra tanrıçası
• Nemesis, (Ultio): İntikam tanrıçası
• Nyks: Gece tanrıçası
• Panakeia: Asklepios gibi hekimlikle uğraşan sağlık tanrıçası
• Parkae: Romalıların talih tanrıçalarına verdikleri ad
• Peitho: İkne etme, kandırma tanrıçası
• Penia: Yoksulluk tanrıçası.
• Phobos: Korku tanrıçası
• Phthonos: Haset tanrıçalarından biri
• Pilumunus: Yeni doğan çocukları koruyan Roma tanrıçası
• Pitho : Kandırma ve inandırma tanrıçası
• Poine: (Poene) İntikam ve ceza tanrıçası
• Pomona : Romalılarda meyve tanrıçası
• Pragsidike: Adalet tanrıçası
• Reheme/Rheme: Şöhret tanrıçası
• Rheia: Dağlık bölgelerin tanrıçası idi
• Salus: Romalıların sağlık tanrıçası
• Themis: Kanunların, adaletin, örf ve adetlerin tanrıçası
• Urania: Semavi aşk tanrıçası

Antik Yakın Doğu

Mısır
:``Bu konuda daha fazla bilgi için: Mısır dini
İsis
Bastet
Sekhmet
Hathor
Nefthys
Wadjet

Mezopotamya
:``Bu konuda daha fazla bilgi için: Mezopotamya mitolojisi
Ninhursag
Tiamat
İştar
Lilith

Arabistan
:``Bu konuda daha fazla bilgi için: Arap mitolojisi``
el-Uzza
el-Lat
Menat

Dharmik Dinler
Hinduizm

Hinduizm birçok farklı tanrı tanrıçayı şekilsiz, sonsuz ve kişiliksiz tek bir kaynağın, Brahman`ın,
yansımaları veya temsilleri olarak gören Advaita geleneği ve çift Tanrı halinde Lakşmi- Vişnu,
Radha- Krişna, Devi- Şiva gibi gören Dvaita geleneğini içinde barındıran çok kompleks ve inançsal
anlamda heterojenik bir dindir. Barındırdığı farklı tanrı tanrıçalar nedeniyle yine kendi içinde farklı
inanç sistemleri oluşmuştur. Şaktalar, Tanrıça tapınanları, bu Tanrı`yı Devi, ana tanrıça, ile eş tutarlar.
Bir Tanrı`nın eril Tanrı ( Şaktiman) ve dişil enerji ( Şakti) gibi yönlerle kabul edilmesi mevcuttur.
Hint mitolojisinde her tanrının kendisini eşitleyen bir dişi eşi olması da bunun en önemli
göstergelerindendir.

Ayyavazhi

Sakthi
Lakşmi
Kali

Greko-Romen Din

:``Bu konuda daha fazla bilgi için: Antik Yunan dini ve Antik Roma`da din``
Potnia Theron
Demeter
Kybele

Kelt Dini

:``Bu konuda daha fazla bilgi için: Kelt paganizmi``


Dea Matrona
Sulis, Verbeia
Brigid
Agrona, Mórrígan

Cermen Dini
:``Bu konuda daha fazla bilgi için: Cermen paganizmi``
Freya
Frigg
Fulla
Gná
Gullveig
Hel
Hlín
Ií°unn
Nanna
Nerthus
Norns
Skaí°i
Sol

İbrahimi Dinler
Sadece bir ilahı tanıyan ve kabul eden monoteistik kültürler genellikle bu ilahı erkek olarak
tanımlarla ki buna olan vurgu dillerin gramerinde eril kurallara dahil olmasıyla belirgindir. Bununla
beraber, çeşitli monoteistik dinlerde tapılan bir ilahın herhangi bir cinsiyeti olmaması tartışması vardır
ve bu monoteistik dinlerin çoğunluğunda cinsiyetin başlı başına ``insani`` bir olgu olduğu ve ilahi
kavramlara (Tanrı dahil) uygulanamayacağı görüşü hakimdir. Ayrıca bazı monoteistik dinlerde
inanılan tek İlah`ın cinsiyeti olmadığı dinin amentüsünde yani esaslarında belirtilmiştir. Öte yandan,
neredeyse bütün monoteistik dinlerde ilahlığın dişil bir yönünü vurgulayan çeşitli mistik gruplar ve
ezoterik akımlar çıkmıştır. Örnek olarak erken dönem Hristiyanlık zamanında çıkan Collyridianlar
verilebilir, bunlar Meryem`i Tanrıça olarak görmekteydi.

Yeni Dini Akımlar

Vika ( Wicca) ve Neopaganizm

Vika ( Wicca) geleneğinde Büyük Tanrıça`ya Boynuzlu Tanrı ile birlikte büyük bir saygı
gösterilirken, Dianik Wicca bağlıları sadece Tanrıça ve tanrıçaları anar ve kutsar. Vika mitolojisi
Avrupa mitolojisinin tarihsel anlamda yanlış tanımlama ve çıkarımlarını temel alsa da, diğer neopagan
gruplar antik paganist inançları tarihsel anlamda doğru bir biçimde bugüne aktarma arayışı
içindedirler. Ayrıca bugün bazı neopaganlar Ana (Arz) Tanrıça ile ekolojik meseleler arasında ilgi
kurmuşlardır.

Üç Tanrıça

esim:Triple-Goddess-Waxing-Full-Waning-Symbol.png| Üç Tanrıça`nın lunar (aysal) sembolü|thumb|


180px]] Birkaç antik Avrupa pagan mitolojisinde tanrıça veya yarı-tanrıçalar üçlü gruplar halinde yer
almaktadır; bunlara Yunan `` Erinyes`` ve `` Moirae``, İskandinav `` Norns`` ve Keltler`deki Brighid
ile yine Brighid olarak anılan diğer iki kız kardeşi dahildir. "Bakire", "Anne" veya "Kocakarı"
üçlemesi olan üç tanrıça veya tanrıça üçlemesi özellikle Robert Graves tarafından popülerleştirilmiş
bir kavram veya inançtır. Her ne kadar fikri belirgin tarihsel bulgular ve delillere dayanmasa da şiirsel
ilhamı ve farklı bulgulara üç tanrıça temelinden yaklaşması sonucu elde ettiği çeşitli sonuçlar belirli
bir kesim tarafından kabul görmüştür. Bu üçlemenin farklı biçim ve varyasyonları aslında neredeyse
her pagan dinde bulunmaktadır fakat herhangi bir benzeşim söz konusu değildir ve bilimsel olarak bir
açıklama getirilmemiştir. Üç tanrıça tapımının sembolik açıdan da farklı bir önemi vardır.

Dini Feminizm
Tanrıça akımları, feminizm bazlı düşünsel ve inançsal bir akımdır. Özellikle Batı`da ortaya çıkmış ve
gelişmiş olan bu akımlarda genellikle tanrıçalara veya daha sıklıkla belirli Bir Tanrıça`ya yani ``Ulu
Tanrıça```ya tapım veya inanç mevcuttur. İkinci form monoteistik bir yapı gösterir. Yine de dini
feminizm olarak da anılan tanrıça akımlarının dini statüsü tartışmalıdır, zira bu akımlar çoğu zaman
belirli bir dini yapıdan veya tanımdan uzaktırlar ve daha çok birer ``öğreti`` biçimindedirler; nitekim
bu akımların bağlılarının çoğu akımları birer dinden çok mistik veya dogmatik yanlar barındıran birer
hayat görüşü veya öğreti olarak tanımlamaktadırlar.

Modern Seküler Kullanım


Modern zamanda, seküler bir şekilde "tanrıça" terimi cinsel anlamda kışkırtıcı kadın tiplemesi için
kullanılmaktadır. Çok güzel ve çekici kadınlar birer "tanrıça" olarak anılırlar. Yaygınlaşan bu
kullanımın yansımaları reklam ve yayımcılıkta görülebilmektedir. Ayrıca "tanrıça" terimi BDSM
terimi olarak da kullanılmaktadır.

Çatalhöyük, Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, ilçenin 10 km. doğusunda yer
almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki
yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Çatalhöyük 1958 yılında J. Mellaart tarafından
keşfedilmiş, 1961-1963 ve 1965 yıllarında kazısı yapılmıştır. Yüksek tepenin batı
yamacında yapılan araştırmalar neticesinde, 13 yapı katı açığa çıkarılmıştır. En erken
yerleşim katı (1) ise M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu
tarihleme, C 14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır. İlk yerleşme, ilk ev mimarisi
ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir.
Çatalhöyük'teki yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlardadır.
Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur, her evin kendi
müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev
yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz
damlar üzerinden olmaktadır. Şehri sınırlayan ve koruyan sur duvarları niteliğinde
herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç
ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu
dikmeler üzerine gelen kirişler düz tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine
sıkıştırılmış kil topraktır. Evler tek katlı olup, eve giriş damda açılan bir delikten
merdivenle olmaktadır. Her ev bir oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen
ocaklar, duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında
değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır. Duvarlar sıvalıdır, sıva üzeri
beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal
odalar diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında
ise orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş
trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile
hayvan figürleri de görünmektedir. Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en geç 11.
tabakada bulunmuştur. En güzel ve gelişmişleri ise 7. ve 5. tabakalara aittir. Bu resimler
paleolitik insanın mağara duvarlarına yaptığı resimlerin bir gelenek olarak devamıdır.
İnanç olarak avın bereketi için yapılan resimlerdir. Geç döneme doğru duvar resimlerinde
ev sahnelerinin azaldığı ve kuş motifleri ile geometrik desenlerin ortaya çıktığı görülür.
Duvarlara resmedilmiş olan akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürlerinin ölü
gömme adetleri ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Akbabalar tarafından et kısmı yenerek
temizlenen kemikler toparlanarak hasırlardan yapılmış bir örtüye sarılır ve ev içindeki
şekillerin altına gömülürdü. Şekiller altında yapılan araştırmalarda çok sayıda iskelet
ortaya çıkarılmıştır. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici
aletlerden taştan baltalar, deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuştur. Çatalhöyük
kazısında ele geçen heykelcikler bize ana tanrıça kültürünün (tapınma) başlangıcı ve
zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış
bu heykelcikler 5 ila 15 cm. arasında değişen büyüklüktedir. Şişman, iri göğüslü, büyük
kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmişlerdir. Bu özellikleri bolluk
ve bereketi temsil etmeleri nedeniyledir. Çatalhöyük'te ele geçen alet ve malzemelerin
hemen hepsi taş, pişmiş toprak, baltalar, sığ tabaklar, yüksek kabartma bereket tanrıçası
motifleri ile süs eşyası olarak kullanılan bilezik ve kolyelerdir. Pişmiş topraktan iri taneli
hamura sahip, çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar ve çanaklar bulunmuştur. Ayrıca ana
tanrıça ve mukaddes hayvan figürü de pişmiş topraktan yapılmıştır. Kemikten yapılmış
kesici ve delici aletler ile obsidyenden yapılmış mızrak ve ok uçları Çatalhöyük'te
kullanılan en önemli malzemelerdir.
Çatalhöyük'te 1996 yılına kadar kazı yapılmamış; bu yıldan itibaren İngiliz Arkeoloji
Enstitüsü tarafından Ian Hodder başkanlığında kazılara devam edilmiştir. Kazı buluntuları
Konya Arkeoloji Müzesi'ndedir. Bunların bir kısmı teşhir edilmiş, diğerleri ise depolarda
koruma altına alınmış durumdadır.
www.kultur.gov.tr/TR/yonlendir.aspx?
---------------------------------
-Paganizm, (zaman zaman Türkçe putperestlik sözcüğü de geniş bir şekilde aynı anlamda
kullanılır fakat paganizm ve putperestlik farklı anlamları içerir) akide (yani dini esas)
anlamında monoteizmden uzak olan ve çok farklı uygulama ve ibadetler içeren dinleri
kapsayan geniş bir din bilimleri terimidir. Ayrıca yoğun bir kutsal sembolizm vardır ve bu
çoğunda kendisini puta tapım yani daha belirli anlamıyla putperestlik olarak göstermiştir.
Paganizm, özellikle İbrahimi Dinler tarafından İbrahimi Dinler dışındaki dinleri tanımlamakta
kullanılır.
Bu terim fazlasıyla geniş olduğundan ve tanımları muğlak olduğundan çoğu kez bu başlık
altında incelenebilecek bir din tanımlanırken daha belirli isimler tercih edilir, politeizm,
şamanizm veya animizm gibi. Paganizm batı dillerinde Latince paganus ("kırsal")
sözcüğünden türer. Özellikle Hristiyanlıkta paganizm terimi, İbrahimi Dinlerin dışında kalan
ruhani veya dini öğreti ve doğa dinlerinin uygulama ve geleneklerini genel anlamda kapsar.
Bu açıdan, paganizme mensup kişi için kullanılabilecek pagan veya İslam terminolojisindeki
müşrik yani "Tanrı'dan başkasına tapan" terimine denktir. İslam terminolojisinde müşrik
kullanılırken, özellikle Hristiyanlıkta pagan terimi kullanılır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Paganl%C4%B1k
----------------------------
Kült, esas olarak "din" anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki
kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere
kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir. Modern anlamda özellikle
küçük ve yeni sayılabilecek dini hareketlere inanan insan toplulukları için kullanılmaktadır.
Bu ayrı durumları yeni ve değişik inanç sisteminden olabileceği gibi eksantrik uygulama ve
adetlerinden veya genelin kabul ettiği kültürü benimsememelerinden olabilir.
Günlük kullanımda "kült" sözcüğü genellikle negatif bir vurguya sahiptir. Her ne kadar kült
genellikle din anlamında ele alınsa veya belirtildiği gibi dini bir grup olarak tanımlansa da,
dini öğeler içermek zorunda değildir.
"Kült" sözcüğü Türkçe'ye Fransızca culte'den gelir. Sözcüklerin temel kökü ise Latince cultus
yani "tapınma"dır.[1]
http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BClt
PESİNUS:ESKİŞEHİR
KASTRE : KISIRLAŞTIRMA
MATRUŞKA: RUS BEBEK
Kübizm,20. yüzyıl başındaki temsile dayalı sanat anlayışından saparak devrim yapan Fransız
sanat akımıdır. Pablo Picasso ve Georges Braque, nesne yüzeylerinin ardına bakarak konuyu
aynı anda değişik açılardan sunabilecek geometrik şekilleri vurgulamışlardır.
lilith
Musevilik ve Hristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk karısıdır. Tevrat'ın ilk bölümü olan
Yaradılış bölümünün 1. Bab'ında Âdem ile beraber bir dişi yaradıldığından, 2. Bölümde ise
Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır.

Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen
dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna
inanırlar.

İnanışa göre Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldıklarından Âdemin kendisine
eşit olduğu görüşündedir (Tarihin ilk Feministi) bu sebeple de Âdem'e tabi olmayı şiddetle
reddeder Tanrı'ya asi olur ve cennetten uzaklaştırılır. Bundan sonra Tanrı Âdem'in kaburga
kemiğinden Havva'yı yaratır Havva sonuçta erkeğinin bir parçasından yaratıldığından ona tabi
olur.

Âdem ile Havva ilk günahı işleyip cennetten kovulduktan sonra çocukları olur Lilith bunu
kıskanır ve bundan sonra adem oğullarından doğacak her bebeği öldürmeye yemin eder.

İnanışa göre kötü bir ifrit haline gelen Lilith gece hava karanlıktan sonra yeni doğum yapmış
evlere girerek lohusa kadınların bebeklerini boğmaktadır. Bu sebeple günümüzde bazı
Museviler arasında bir adet olarak, Lohusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz, ve
akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith'in o evde çocuk
olduğunu anlamasından endişe edilir.(vikipedia)

Havva, İbrahimi Dinler'de ilk insan Âdem'in eşidir. Bu dinlere göre tüm insanlar Âdem ve
Havva'nın çocuklarıdır. Bazı batı dillerinde Eski Ahid'den geldiği şekliyle Eva diye
adlandırılır.

Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında Havva ilk günahı işleyen insandır, Âdem onun vasıtasıyla
yasak meyveyi yemiştir. Kur'an'da ise suç doğrudan Âdem'e izafe edilir. Hıristiyan kaynaklar
Âdem-Havva ailesinin günahından tüm insanları sorumlu tutarlar. İsa'in bu günahı kaldırmak
için geldiğine inanırlar. Kur'an her insanın günahsız olarak dünyaya geldiğini ve kimsenin
başkasının günahını yüklenmediğini söyler.

Yahudi kaynaklarına göre Âdem ile beraber ilk yaratılan kadın Havva değil Lilithdir ancak
Lilith Âdem ile aynı zamanda yaratıldığını öne sürerek Âdeme eşlik etmeyeceğini ileri
sürmüş ve Tanrı daha sonra Âdem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratmıştır.

Sufi kaynaklarına göre ise Âdem-Havva Kıssası, büyük ölçüde semboliktir. Âdem,
insanoğlunu temsil etmekte olup, yasak meyveyi yiyen ve Âdem'i de suça ortak eden Havva
insan nefsini (egoyu) sembolize etmektedir. Bununla birlikte peygamber olarak gelen bir
Âdem ve eşi Havva aynı zamanda gerçek kişiliklerdir. Bahailer de bu açıklamaya katılırlar.

Vikipedia

You might also like