Professional Documents
Culture Documents
Mütercimi
Yunanistan ilan-ı harp etmeksizin arazi-i Osmaniye'yi, Girit'i istilâ ile devlet
her mersideyi cane-kâr eder bir surette sarakaya alınca -ki bu hukuk-u
umumiye nokta-i nazarından cây-i tefekkürdür- hükümet tekalîfine bütün
halkın suret-i icabatı biraz intibâh-ı milliye delâlet eder. Son senelerde
yerlerinden yurtlarından çok def'a cuda edilip işlerinden mahrûm bırakılan
bu müdâfiin, bilâ cebir ve tazyîk yeniden halifenin emrine itâat ettiler.
Ahalinin her tabakası ordunun techîzine, neferâtın it'âmina, yaralıların
müdâvâtına13 yardım ettiği gibi Bâb-ı Seraskerî de masârifât-ı seferberîyi
kısmen hususi sandıklarından tesviye edebildi. Bu hususi sandıkları padişah
zaptettirince hiç bir taraftan ses çıkarılmamıştı. Zabitan ve neferat maaşsız,
ailelerine medâr-ı istinâd olacak bir şey bırakmadan harbe gittiler. Lakin
devletin bulunduğu hal karşısında herkes bunu tabii bularak kimse
sızlanmadı. Ahiren bir silâh tecrübesi yapmak iktizâ edince ahalinin her
tabakası fedâ edilebilecek ne varsa etti. Bu bâbda şâyân-ı zikir bir
mukavemet ve muhalefet kimsenin mesmûu olmadı.
Bu husus ile tâ'kip eden hidemât-ı cengâverâne ile ihtimâl ki bir zaman-ı
muvakkat için "hasta adam" ta'birini hükümden iskât ile Avrupa
gazetecilerinin vâhimesi kanatlarını kırpar. Bunlar ahîren Memleket-i
Osmaniye'nin taksimi planlarıyla uğraşıp Afrika'ya heyet-i seferiye-i
askeriyenin gönderilmesi gibi mümkünâttan imişcesine bilhassa
Almanya'ya bol keseden Anadolu'nun bir kısmını işgal etmeyi tavsîye
ediyorlardı.
Şimdi padişahın büyük ve pâk bir habb-ı vatan ile meşhun18 olup
muvaffakiyete yeniden o derece yardım eden harekete nasıl mukabele
ettiğini gözönüne getirelim. Gazeteler birçok tevkifattan, hususi muhakemin
teşkilinden, maznunların nefyinden yâhûd gaib oluşundan bahsediyorlar.
Bunda biraz mübalağa bulunsa bile hususi mektuplar sıhhatini kafi derecede
tasdik ediyor. Bütün bunlar haricen azıcık bir sebeb keşf edilemeden vuku
buluyor. Daha hiçbir suikast, hiçbir isyan görülmedi. Şevketmeab'a ve
irâdâtına kimse karşı koymadı ve yâhûd hiddetini mûcib olacak bir şey
yapmadı. Esas mesele sözüm ona "Genç-Türk Entrikaları"ndan ibâret ki
hadsiz hesapsız hafiyeler ve jurnalciliği san'at ittihaz edenler için bir
me'kül19 oldu. Meydanda olan faaliyet değil, belki temenniyat, âmâl, hayâl
daha fenası hükümet alehinde cesaret-i muhterizâne ile serdedilen
mu'âhezâttır. Harbin telaşlı günlerinde mübâhasâtın20 daha serbest yol alması
tabiidir. Bu yüzden o zamanki casusuluk ve raporculuk semerâtı artık
şebânı21 ta'zîb22 edenler tarafından iktitâf23 ediliyor.
Bilhassa payitaht ahalisine edilen nezaret, vesayet, dikkat bir "fuşe"ye şan
verecek bir asar-ı üstâdânedir.Daha bu bir çok yıl evvel o kadar şiddetli idi
ki Türk umerasından birinin: "Aleme tekmil bir millet-i usera temaşa-i
acaibini gösteriyoruz." yolundaki ifadatına medar-ı tasdik oluyordu.
Vukuat pek sathî olmayan bir müşâhidin enzârına yine hükümet-i hâzıranın
ahkâm ve desâtîr-i mer'iyesi ile Türk alem-i arifânı beynindeki uçurumu arz
ve ifşâ ediyordu. Vukuat-ı mezkûre hal-i hazır-ı resmîye nazaran milletin
kıymet-i bâtıniyyesi ile tenvîre kâbiliyeti yâhût adem-i kâbilîyeti hakkında
verilecek hükmün çürük olacağını ispat ediyor. Evvelâ memleketteki batn-ı
hâzırın amâl-i necîbesi ve ulviyesini unutturarak irtidâda24 ve bittekerrür
manevî uyuşukluk ile hükümete bilâ mukavemet inkiyâda sevk edilip
edilemeyeceği takarrür edinceye kadar işin sonu beklenilmek ve hüküm tehîr
edilmek lâzımdır.
-1-
Tesadüften ne kasdolunğunu izah için bir misal irad edelim: Boğaziçi hala
Karadeniz'e karşı açık bulunur2, hâlbuki Çanakkale Boğazı tedabir-i
müessire sayesinde müdafaa edilebilir bir hale vaz' olunmuştur. Bunu
İstanbul'da herkes biliyor. Boğazlar'ın bîtaraflığı diplomasi hayallerinden
biridir. O halde Türk Donanması sene-be-sene takviye edilen Rus
donanmasının - vakıa-i ahire ile bütün cihana ma'lûm olduğu üzere-
2
Mevcut olan birkaç sahil bataryası bir mukâbele-i ciddiyeye karşı herhalde pek
zayıftır.
geçemeyeceğinden Çar'ın bir emri üzerine Rus Donanması İstanbul'un
önünde lenger-endâz olabilir.
Devlet-i Osmaniye'yi tesis eden toplu bir kavim, hatta büyük bir kabile bile
değildi, belki kaybedecek birşeyleri bulunmayıp çok şeyler kazanacak olan
küçük, cengâver, üteşebbis aşiretin başına geçmiş bir fâtih, Asya-i vüsta'lı
bir Ferdinand Kortez idi3.
Dört yüz çadır halkı Süleyman Şah'ın küçük oğullarından Ertuğrul Bey'in
idaresinde tekrar garba teveccüh etti. Bahtı yaver çıktı. Bîhude öteye beriye
dolaştıktan sonra Selçuklular'dan Alaeddin'e rast geldiler. Alaeddin müstakil
bir takım derebeyleri ile harbe tutuşmuş ve fakat düşmanın kesreti sebebiyle
3
Meşhur İspanyol kaptanlarından olup, Meksika'nın fâtihidir. (1470-1548)
fena bir mevkiide kalmış idi. Bunu görmesi üzerine Ertuğrul zayıf tarafa
geçerek dilâver bir bir cengâver olduğundan muharebeyi Aleaddin'in
muzafferiyetiyle hitâma erdirdi. Buna mükâfâten kendisine Aleaddin zapt
olunan beyliklerden Olimp Silsilesi'nin şarkında Domaniç, (......) ve Söğüt
dahil olduğu halde Karacadağ havâli-i mürtefiasını39 bahş etti. İşte (......-dâr)
olan bu mülk Al-i Osman'ın menşei ve Ertuğrul da bânisi olmuştur. Alelade
bir çadıra beş kişi hesap edilir. İki katı farz olunduğu takdirde bile dört bin
kişi çıkar ki bunlar şevket-i Osmaniye'nin tohumudurlar. Ertuğrul ve ve
hususiyle oğlu Osman sürâtle tarîk-i fütühatta hatve40-zen oldular. Selçuk ile
Bizans devletleri hududunda hüküm süren keşâkeş esnasında Ertuğrul ile
Osman'ın fiilen müdahaleleri ve rasîn bir hükümet-i cedîdenin te'sisi halk
tarafından bir nimet olarak hissedilmiş gibi görünüyor. Müşâr’il-leyhuma
gerek hristiyanlar ve gerek müslümanlar miyânında kendilerine müttefik
buldular. Bu ilk muharebâtta dinin tefrikaya bâis olacak bir sûrette hiç bir
gûnâ dahli yoktu. Vaktâ ki 1300 de Devlet-i Selçukiye yeni bir Moğol
istilâsına uğrayıp Sultan Aleaddin serkeş ümerası tarafından terk edilerek
Mihail Paleogolos'un sarayına kaçtı. Osman evvel gözden nihân olan
derebeylerin başına geçip şevket ve satvetleri enkazını zîr-i41 asâsında tevhîd
etmek zamanının hulûl ettiğini derk42 etti. Ama saltanat-ı kadimeyi yeniden
tesis etmeyerek Padişah-ı Al-i Osman namını aldı ve bu sûretle meydana
yeni bir fikir çıkardı. İşte o andan itibaren teşekkül üzere olan devlet için
İslamiyeti bir râbıta-i ittihâd ittihâz ile civâr Rum Beyleri'ni kabul-u İslam
etmek, cizye-güzâr olmak yâhûd mağlubiyete katlanmak beyninde
muhayyer43 bıraktı. Kendi muhibi ve kadîm silah arkadaşı Köse Mihal bütün
tevâbi' ile44 birlikte Hristiyanlık'ı terk etmek misalini gösterdi. Evrenos gibi
sair ekâbir de kendisine imtisâl ettiler yâhût cizye-güzâr oldular. Bu sûretle
sülâle-i cedîde hayli kudret ve satvet ihrâz etti. Daha Osman berhayat iken
1326 da oğlu Orhan Anadolunun en kuvvetli mahallerinden olan müstahkem
Bursa'yı zaptedip pâyitaht ittihâz etti. Moğollar çekildikten sonra Şelçuk
bakâyâsı olarak birtakım derebeylikler türemişti. Ez-ân cümle45 Konya şehr-i
atîki de müzâfâtından46 olup devlet-i kadîmenin devamı mesabesinde
bulunan Karaman, Germiyan, Karasi, Saruhan, Aydın, Sinop ile birlikte
Kastamonu, Sivas ve Sivas, Hamid, Menteşe, Likye ve Teke. Osmanlı
padişahları bütün bu derebeyliklerini bir miras ve meşrû bir şikâr diye
telakkî ettiler. Binaenaleyh müşâr’il-leyhum ancak istilâ ile kendilerini
bunlara karşı emniyet almağa ve birinin arkasından öbürünü harben itaate
getirmeye mecbûr idiler. Görüldüğü veçhile Devlet-i Osmaniye şarka doğru,
Şelçukîler'in mirasına konarak tevsî etmemiştir. Devlet-i müşâr’il-leyha
kendi kendine küçükten büyüyen bir mahsûl-u cedîd idi ki istinâd edebilecek
mütecanis bir kavme bile rast gelmedi. Bilakis birçok istilâdan sonra
Anadolu'da kalmış bir takım akvâm-ı sagîre kâr-âzmâ47 padişahların dest-i
himmetiyle bir hamur edilip bunlardan mütecânis bir hey'et husûle getirmek
lâzım idi.
İşte şimâl vilâyetleriin ziyâı ahvâl-i tabiiye sâikasıyla vücûda gelmiş bir
alâmet olup tekâmül-i tarihî tecellîyâtındandır.İyi tetkîk edilince bu zayî'
mucîb-i mey’ûsiyet bir hâl olmadığı gibi inkırâz-ı devletin zarûriyât-ı
kat'îyeden bulunduğuna dair bir delîl de teşkîl etmez.
İngiltere bir vakit Louvre (?) a kadar istilâ ettiği kıt'âyı muhafaza edemediği,
Fransa 1816 senesinden evvel Birinci Napoleon'un bıraktığı hudûddan
vazgeçtiği, İsveç Şimâl Denizi vilâyâtını terke mecbûr olduğu ve Almanya
şovalyelerin fütûhâtından ferâgat ettiği için ızâa-ı60 istiklâl etmedikleri gibi
bir kere zaptedilmiş olan Tuna Memâliki'ni tekrâr kayıp etmesi Devlet-i
Osmaniye'nin bekâ ve devama kâbilîyeti olmadığı da iddia edilemez. Her
kavim edvâr-ı müteâhire-i tekâmülünde daha dar bir dairede kendine
metanet vermek ve daha küçük fakat kavi muhassemenin tahâccümüne karşı
daha mûttemin bir hâkimiyet tesis etmek üzere zaman zaman şiddetli
hamlelerle ileri atılıp kuvve-i hakîkiyesi hududunu tecâvüz etmiştir,
Türkiye'nin istikbâli dâhilen kendini toplayıp kesb-i kuvvet edebilmesine
mütevakkıftır. Bu vâsi' devlet-i kişver-güşâdan daha küçük, ma'mâfîh hatt-ı
zâtında daha kuvvetli bir medenî devlet zuhûra gelmelidir. Şarkta rû-numâ
olan yâhûd öyle olması lâzım gelen işte bu istihâledir.
Daha ziyâde dikkatle mütâlaa edilirse görülür ki bugün Bâb-ı Alî'nin vesâit-i
hâzıra-i kudret ve şevketine nispeten mutasarrıf olduğu memâlik kuvve-i
dâhiliye için pek çok vâsi'dir. Arabistan ve Traslusgarp istisnâ edilince,
evvelce beyân olunduğu vechile arâzi-i mücâverede sâkin olan nüfusun
adedi 21, 22 milyona iblâğ edilebilir. Ama tamâmî-i devletin müdâfaası
husûnda bu ahâliden kemâliyetle istifâde edilmiyor, orduya, donanmaya hâlâ
yalnız müslümanlardan asker alınıyor.Hem de sarfiyat-ı kuvvete bunlar da
tamamiyle muâvenet etmiyor. Pâyitah ile cihân-ı muhtelife hizmet-i
askeriyeden muâf tutulduğu gibi sair mahaller de elyevm hâl-i isyandadır,
harp ve sulh zamanında orduya bilfiil ihtiyât hizmeti ifâ edecek ahalinin
miktarı 16 milyornu pek tecâvüz etmez5 . Balkan şebh-i cezîresi ile
Anadolu'dan başka vâsi' Arabistân, Hicâz, Mısır (?), Yemen vilâyetlerinin ve
ayrıca Trablusgarp ve Bingazi'nin temellük ve müdâfaasına lâzım olan
kuvvetin menbaı işte odur. Girit de bu ana kadar bunlar adedinde idi. Bu
memâlik orduya hiçbir nefer vermedikten başka hâkimiyet-i Osmaniye’nin
idâmesi için muhafız sıfatıyla birçok asker gönderilmesini istilzâm ediyor.
Makâmât-ı mukaddese ile birlikte Hicâz hazîne-i devlete bâr61 olup sair
Arabistan ve Afrika eyaletlerinin de varidatı yok ve yâhût hiç
mesâbesindedir. Oralarda istihdâm edilen neferât meyanında vefiyât ziyâde
olduğundan dâima acemî neferât irsâline mecbûriyet hâsıl olduğu ve iklim
nazar-ı itibâre alınarak hizmet-i askeriyenin iki seneye tenzîl edildiği
husûsâtı da buna bir zamîme teşkîl ediyor. Hizmet-i askeriye sair ordularda
nizâmen üç ve mevâkide dört senedir. İşte el-hâletü hâzihide62 Arabistan ve
Afrika'da bulunan 67 tabur, 12 suvari bölüğü ve 17 batarya iki misli kıt'aat-ı
askeriyenin istilzâm ettiği kadar acemi neferât irsâlini taht-ı vucûbede
bırakıyor. Hatta bunları memâlik-i mezkûrede iâşe etmek tamamen mümkün
olamıyor. Trablusgarp'ta asâkir-i Osmaniye'nin yediği pirinç İtalya'dan iştirâ
olunup İstanbul'a ve badema Afrika sahiline gidiyor. Kuvve-i müdâfaanın bu
kısmına müstemire63 ordusu nazarıyle bakmak zarûrî olup memleketin bu
yüzden tahammül ettiği yükün ne kadar ağır olduğu kolayca anlaşılır.
Hâl-i hazırda asâkirin adedi pek zîyade olup takrîben 250 bine bâliğdir ki
devletin mâliyesi için pek çok ve s’ab67-ül-mürûr dağlarla muhât68 olan
arazide temin-i emn ve asâyis için de pek azdır. Bir yerde isyan zuhûr
edince, yâhût kabâil beyninde arbede çıkınca daima redîf asâkiri toplanılır ve
bunlar ekseriye aylarca yıllarca vatanlarından, ailelerinden, kâr ve
kesblerinden uzak olarak silah altında kalırlar. Son zamanlarda efrâd-ı
mezkûre hemen rahat yüzü görmemişlerdir. Halbuki bunlar bilâ-istisnâ aile
babalarıdır.
Bu bir kan vergisidir ki bâr-ı sakîl-i harpten ikide birde o kadar şikâyet
ettiğimiz Almanya'da bizce külliyen meçhûldür. Bu vergiyi şevket-i
Osmaniye'nin çekirdeğini teşkîl eden Anadolu Türkleri tekrâr âl'el-tekrâr
vermeye mecbûrdurlar. Biz zaman hristiyan etfâlinin yeniçeri ordusuna
kabûlu ile ihdâs edilip kolayca anlaşılacağı vechile muhâfaza-i nefs için
mâhirâne bir tedbir olan takvîye-i saniye iki asırdan beri mevcût değildir.
Binaenaleyh icâb-ı tabiat ile al'el-tedrîc ahâli-i İslâmiye azalip bir gûnâ ser-
zede-i zuhûr olmadığı takdirde devlet-i Osmaniy'nin menba-i kuvveti zevâl-
pezîr olacaktır. Bunun asârı Anadolu'nun bazı cihetlerinde artık göze
çarpıyor. Köyler gözlerden nihân oluyor. Bir çok kıt'ât tenhâlaşıyor, yâhût
akın akın gayr-i müslim sekene ile doluyor.
-2-
Şimdi göründüğü gibi Girit evvelâ istiklâle nâiliyetle bilahare zuhûr edecek
bir büyük buhrân esnasında tamâmen elden çıkarsa Türkiye zâhir hâlde
mülkün küçülmesi ile yeni bir zaafa uğrar. Gerek ve sâir tekâlîfib ziyâı ile
fîlhakîka mâddî bir noksan hâsıl olursa da evvelce mütemâdiyen zuhûr eden
isyanların istilzam ettiği mesârifi o vâridatın kapadığı pek meşkûkdur.
-4-
Burada sûr-u istikbâl tarzında kabataslak tasvîr edilen husûsat dâire-I imkân
dahilindedir. Fazla söylemeye hâcet de yoktur.
Fakat bunun yerine nazar-ı im'âne alınacak şey seyr-i milliyi dâhile tevcîh
etmek, fî-yevminâ-hazâ99 zerre kadar terk etmek istenilmeyen Avrupa
devlet-i muazzaması rolunü hâtırlardan çıkarmak, Anadolu vilâyâtının
maddî ve manevî tekemmülüne sarf-ı zihin ile Bursa, Konya, Kayseri, Şam,
Musul ve Bağdat'ı ilh... civâr ahâlisinin hayat-ı maneviye ve gayret-i
ilmiyesinin merâkizi yapmak, Arabistan eyâlâtını kuvva-i mahalliye ile
idare ve müdâfaa eylemek6 , sekenesini İdâre-i Osmaniye ile kâmilen te'lîf
ederek göçebe halinde yaşayanları tevettün ve bunları her türlü memuriyet,
vezâif ve hukuktan müstefîd etmek husûslarıdır.
Şimdi sıra başka bir mes'eleye, yani pâyitahtı iyi intihâb mes'elesine geliyor
ki bunun halli diğerlerinden sonraya kalacak. Bu fevk-âl-had hâiz-i
ehemmiyettir. İstanbul, cazibesine kapılanların cümlesini giriftâr-ı belâ eden
şark denizkızına benzer. İatanbul'a mâlikiyet her devlete bâis-i şeâmet
olagelmiştir. Genç İmparator Jan'ın sarayına Mihail Paleolog tarafından
İstanbul'un Latinler'in elinden istirdâd108 edilip tekrâr pâyitaht ittihâz edildiği
haberi vâsıl olduğu zaman a'kal109 bir mabeynci "öyle ise artık iş bitti!" diye
mey’usâne bağırmıştı. Fî'l-vaki Nise'deki hâkimiyetin o zorlu günleri
ebediyen zevâl-pezîr olmuştu. Şehrin mevki-i dil-nişîni, cıvârın letâfeti, mâi,
berrâk semâ, ılık, hevâ-i insanı büsbütün meshûr ederek al'el-tedrîc
faâliyetten bırakır. Küberanın emrâr-ı hayât ettikleri ve nazar-rübâ110
köşklerin dağınık bulunup yolların uzamasıyla pek çok vakit zâyi olur.
Bunlardan sarf-ı nazar olunsa bile bir takım câlib-i nazar-ı dikkat mehâzir
vardır. Türk donanması cıvâr denizlere hâkim olamayalıdan beri şehrin bir
hücûma ne kadar ma'rûz bulunduğu evvelce zikredilmemişti. Hükümet orada
oldukça daima bu tehlikenin taht-ı tazyîkinde kalacaktır. Bir de boğazların
muvâsala-i alem olması hasebiyle İstanbul tekmîl memâlik-i ecnebiye ile
münasebetdâr bulunması yüzünden beynelmilel bir şekil alıyor. İstanbul'da
ne olup ne bittiği bilinmiyor da Londra, Paris, Viyana, Berlin ve Petersburg
ahvâline kesb-i vukûf ediliyor. İstanbul'dan idâre edilen dâhil-i memlekete
diyâr-ı ecnebiyeden daha az ehemmiyet veriliyor. İşte mücerret pâyitahtın
karabeti hasebiyle bazı mesail menâfi-i devlet itibarıyla kat'â mühim
olmadığı halde bir ehemmiyet kesbediyor. Yeni Pazar, Yanya ve Teselya
gibi bir sancak parçası Asya'da binlerce mil-i murabba' mesahasında olan
arâziden daha ziyâde zihinleri işgal ediyor. Daha geçende Tesalya'da bir kaç
yüz kilometre murabba vüs'atinde bir yer için bir cidâl-i müthîş hüküm-
fermâ olup adeta yeniden bir muhârebe zuhûr etmek tehlikesi baş
göstermişti. Nizâmât-ı şedîde ve bir idâre-i müstakimane sâyesinde cenûbda
ve şarkta kazanılabilen kıtaata karşı bu gibi yerlere temellükden ne çıkar.
İstanbul nazarları memleketten çevirip Avrupa'ya atfettiriyor. Hükümet-i
Osmaniye'nin ef'âl ve harekâtını takîp eden al-el-ekser hükümet-i müşar-el-
leyhânın mesaîl-i hayâtiye-i Osmaniyeden ma'dûd111 olmayan bir takım
yabancı şeylerle iştigâl ettiğini derhal görür. Bunların başlıcası şimdi
ehemmiyeti azalmış olan boğazlar mes'elesidir.Türkiye için bu artık bir siper
değil bir bâr-ı sakîldir. Konya yâhûd Şam'ı makarr-ı hükümet ittihâz ile
İstanbul'un yalnız büyük, her iki kıt'a-i Osmaniye'yi rabt eder bir mevki-i
müstahkem haline girdiği anda kapitülasyonların ehemmiyeti, süferânın
bitmez tükenmez, akîm, mucîb-i teşevvüşat112 olan müdâhalâtı pek cüz'î
dereceye kadar tenzil edebilir. Ecnebi prenslerin yâhûd ekâbirin sık sık
mürûrları esnâsında tahaddüs edip Zat-ı Şahane'yi o derece işgâl eyleyen
teşrîfat mesaîli hemen tamamiyle ortadan kalkar. Bunlar hiç bir vechile
ehemmiyetsiz değildir. Çünkü devlet makinası bu yüzden alelâde işinden
kalıyor. Bu gibi vezâif-i içtimaiye padişahı işgâl ettiği sırada günlerce
saraydan karar istihsal etmek kâbil olmuyor.
İstanbul tabîr-i diğer ile Der-Saadet hem payitaht hem de ikâmet için bir
şehr-i müstesnâ olması hasebiyle bilcümle merâkiz-i vilâyâta o derece
tefavvuk ediyor ki tesirine kapılmamak elden gelemiyor. En hoş hâyat orada
geçiyor. En ziyade suhûletle113 mevkii, nüfûz, servet orada kazanılıyor;
bundan dolayı her asker, her memur kâffe-i vesaite mürâcaatla İstanbul'a
gelmeye gayret ediyor.Orada bulunanlardan kimse taşraya gitmek istemiyor
ve gitmemek için son derecede uğraşıyor. Ekâbir-i memurin bile vilâyâtta
istihdâma kendilerince muvakkat ve payitaht cennetinin ilk kademesi
nazarıyla bakıyorlar. Bu hâl vilâyâtı pîşvân-ı fikretten mahrûm ediyor; bu
nokta-i nazardan da merkezden tefrîk usûlü pek münâsip olur.
İstanbul şarka medeniyet-i garbiye miyâncısı olmak gibi büyük bir hizmet
ettiği gibi daha hayli zaman bu hizmetinde devam edecektir. Lakin bu
cihetce de bir istihâle-i külliye sûret-pezîr oluyor. Süveyş kanalı ticaret
alem-i tarîkini tebdîl ettiğinden dolayı İstanbul'un ehemmiyeti azalmıştır.
İzmir'den teşâ'ub114 eden şebeke-i cedîde dâhil ile karîb-i kesb-i irtibât edince
payitahtın ehemmiyetinin bir kısmı şehr-i mezkûra isabet edecektir.
Demiryolu şebekkesinin tevsii İstanbul'un medeniyet-i garbiye meyâncısı
olmasına hâcet bırakmayacaktır.Şimendifer muvâsalâtı müktesebât-ı hâzırâ-i
medeniyeyi akibet her tarafa isâl eder. Memleketin tahlîs ve taklîbini bir
ciddiyet-i ihlâs-perverâne ile arzu eden bir hükümdar payitahtı Türk ve garp
hududuna, meselâ Konya'ya yâhûd Kayseri'ye yâhûd daha ileriye, cenûba
nakletmelidir. Orada sâhib-i saltanat sekene-i memleketin her iki esaslı
kısmını gözüyle görür ve bunlarım ihtiyâcâtını mecz ve te'lîf eder. Aynı
zamanda Avrupa-i Osmaniye ta'alluk eden ve şahsı için umûr-u esâsiyeden
ma'dûd bulunan mesail ve teşevvüşat-i tâliye-i adiyeden(?) kurtulmuş olur.
-5-
Cenevre'de emrâr-ı evkât eden hamiyet-perver-i ma'rûf Murat Bey
geçenlerde "Devlet-i Aliye'nin Zaaf ve Kudreti" ünvânı altında bazı cihetce
şâyân-ı dikkat bir risâle neşretti. İslam ve islamın tabîat-ı esâsiye ve
kâbiliyet-i ıslâhiyesi ile Türk kavminin istidât-ı bâtıniyesi hakkındaki efkârı
Vambery'nin mesrûdâtı ile tevâfuk ediyor. O da Türk kavmini genç, kavî,
kanâatkâr ve mu’tekid115 olarak tasvîr ve şöyle devam ediyor: "Millete doğru
yol gösteren yoktur. Her ne kadar bazı edâdîye116 körü körüne münkâd
olması ta'yîb117 edilebilirse de ahvâl-i muhtelifenin bu itâatı mukaddes bir
dereceye getirmesi hasebiyle bundan dolayı pek de dûçar-ı itâb edilemez.
Avrupa'lı kâriyinin ahvâl-i hüküm-fermâ hakkındaki şikâyet-i edideye karşı:
her kavim müstehak olduğu idâreye naîl olur diye tevcîh edeceği itâb
herhalde bu sûretle red ve cerh edilir. Fi'l-vâki Türk kavmi dediğimiz hâl-i
hâzır için ihtilâle sâlih118 değildir. Yalnız büyük ve adîl hükümdarlardan
yardım bekleyebilir. Müşâr’il-leyhüm milletin itâat-ı kat'îye müthedânesine
istinâden şâyân-ı hayret measir119 vücûda getirilebilir. Ekseriyâ mû'âhaze
edilen hataiyât-ı milliye ciddiyet ve sabır ile mukâbele edildiği takdîrde
ortadan kalkar. Hükümetin namus ve gayreti iltizâm ettipi bir kerre tahakkuk
edince şarka mahsûs olan melâ..miyet hârikalar izhâr eder.7 "
İki asırdan beri vukua gelen câlib-i nazar- dikkat zâiyât-ı mülkiye fesâd-ı
tabiata ve zaaf-ı kat'îye bürhân olamaz. Şerre alamet olabilecek birşey varsa
husûsât-ı mezkûrenin sathîce tetkîkinden tahassül ve zaten her türlü ümitten
tecrit eden bedbinliktir. Hâl-i teşekkülde bulunan bir millet-i fâtiha sıfatıyla
Türkler 17 inci asrın nihayetine kadar yatağından taşarak cıvar çayırları
basan ve fakat al-el-devam bir derin bir göle tahvîl edemeyen bir nehir gibi
kuvve-i hakikiyeleri hududunu tecâvüz ettiler. Böylelikle kuvva-i
tabiiyelerini uyandırdıkları komşularını tefavvuku ortaya çıktı, bundan
tahaddüs eden tedenni keyfiyeti şâzz125 değil ve izâhı kâbildir. Nitekim
tarihte de emsâli vardır.
Bu zaaf kâbil-i izâledir. Acaba iş oraya varacak mı; Fuad Paşa'nın haber
verdiği sahib-i himmet zuhûr edecek mi; bütün bunlar bir istikbâl-i
meşkûkun hafâyâsindedir. Niyetim gaibden haber verebilmeğe kalkışmak
değildir. Arzu ettiğim şey tahlîs ve ihyâ imkânını isbât ve kadîm ahibba ve
şakirdânı pek sathî bir bedbinlikten tehzîrdir128. Artık hükümet-i
9
40 bine karşı takriben 55 bin
Osmaniye'nin hâricen şan ve itibârı muzafferiyetten sonra eskisinden ziyâde
arttığından bu tehzîr kendilerine bu def'â daha ziyâde te'sîr edecek ve
vatanlarının istikbâl-i müteyemmini129 hakkındaki ümitler daha kolaylıkla
yerleşecektir
1
sâib : sevâb’dan
1-yanlışsız, doğru, hata yapmayan;
2-maksada, hedefe uygun,
3-hedefe doğru ulaşan
2
müstehîl:
1-mümkün ve kâbil olmayan;
2-manasız ve saçma
3
mergûb:
1-rağbet ve arzu olunan, istenilen, sevilen
2-Umumi rağbete mazhar, herkes tarafından rağbet olunacak sûrette güzel, makbul
4
hâne-gî:
Hanede, evde bulununanlardan, evde
5
der-pîş:
En önde, gözönünde bulunan
Der-pîş etmek: gözönünde bulundurmak
6
imtisâl: misl’den
1-icap edeni yapmak, bir örneğe gore hareket etmek
2-alınan emre boyun eğme
7
nefh:
1-üfürme
2-boru vs üfleme
8
pîşvâyân: pîşvân’ın çoğulu
Reisler, başkanlar
9
ribka:
Kemend bağı, boyna atılan halka, ilmik
10
vâye-dâr:
Nasibi olan, kısmetli
11
hatar: tehlike, muhatara, emniyetsizlik
12
mukârib: bitişik, erişmiş, yaklaşmış, bir yere gelmiş
13
müdâvât : deva arama, hastaya ilaç verme
14
edille : delil
15
tebâyün:
1-iki şey arasındaki tezat, birbirini cerh etme
2-müşterek bir rakamla taksimi kâbil olmayan iki rakam arasındaki münâsebet
16
bihakk: hakkıyla, layık
17
ıdlâl=ızlâl :delalete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma
18
meşhûn : doldurulmuş, dolu
19
me’kul :
1-yenecek şey, zahire, rızık
2-medar-ı istifade, irad
20
mübâhasât: mübâhase’nin çoğulu
1-bir iş hakkında iki ya dad aha çok kisi arasında edilen sözler, konuşmalar;
2-iddialı konuşmalar, bahse girmeler
21
şebân: şeb’in çogulu
geceler
22
ta’zîb : azap’tan
Eziyet etme, boşuna yorma
23
iktitâf :mevye toplam, devşirme, toplanma, devşirilme
24
irticâd: redd’den
Din-I İslâm’ı terk ile diğer bir dine intikâl
25
istinbât : bir söz veya işten gizli mana çıkarmak, zımnen ankamak
26
istidlâl : Bir delil ya da bürhâne istinâd ederek bir şeyden bir netice çıkarma, delil ile anlama
27
mümârese : tekrâr ve kesret-i iştigâl kuvvetiyle kesbolunan maharet, alışkanlık, el alışkanlığı
28
nâgihânî: Ansızın, ansızın vaki olan
29
mesrûd : serd’den
Serd ve beyân olunmuş, mezkûr, mestûr
30
tedennî : denaet’den
Aşağı inme, düşüş, gerileme
31
yektâ :
1-tek, yalnız, münferid
2-misal ve naziri olmayan
32
nûmîdî: ümitsizlik, mey’usiyet
33
bilâd : belde’nin çoğulu
34
baîd : uzak, ırak, dûr
35
ma’azelik: Bununla beraber
36
vahn: zaaf, gevşeklik, kuvvetsizlik
37
me’vâ: yurt, mesken, mahal, makam
38
tevettün : vatan’dan
Yerleşme, bir yeri vatan ittihâz etme
39
mürtefia: ref’den
Irtifâ eden, yükselen, yükselmiş, yüksek, yüce
40
hatve: adım, ölçü addedilen itibari adım
41
:zîr :altında, altına
42
derk: anlama, tefhîm
43
muhayyer : hayr’dan
Seçmeli, beğenmeye bağlı, beğenmece
44
tevâbi’ :
1-Bir adama tâbi olup, arkası sıra gidenler,
2-Bir adamın fakir ve dehasına tabi olanlar
3-hüdema, avane, yardaklar,
4-mülhakât, bir merkeze merbut ve tâbi olan yerler
45
ez-ân cümle: O cümleden olarak
46
müzâfât : birşeyin ilaveleri, ekleri; bir merkezin şubeleri, kolları (ilâvât, mülhakat)
47
kâr-âzmâ: tecrübeli, görgülü; iş bilen (kâr-âzmûde)
48
mâ-bih-il-temyîz::temyize sebeb olan
49
nevamâ: bir türlü, bir sûretle, bir vechi ile, bir bakmaya göre, bir dereceye kadar.
50
mehd: beşik
51
müfârekat::ayrılma, uzaklaşma
52
pey-rev: arkası sıra giden, izinden giden, uyan
53
mefkûd:kayıp, yok, olmayan, bilinmeyen
54
velî: Bir biri ardından gelme
55
zamîme: zam ve ilave olunmuş şey, sonradan arttırılıp ilhak olunmuş kısım,
56
müntefî:sönmüş, sönük, bastırılmış
57
ber-akis: tersine
58
ber-güzîde: seçme, seçkin
59
60
ızâa: mahrumiyet, kaybetme
61
bâr : yük
62
el-hâletu hazihi: henüz, şimdi, bugün, bugünkü günde, hâlâ, şimdik zamanda, şimdiye kadar
63
müstemire:muhacirin sevk ve iskanı ile mamur ve abad hale konmuş memleket
64
evân: vakit, zaman, hengâm
65
hatarnâk: korkulu, muhataralı, tehlikeli, emniyetsiz
66
arâmsâz: mukim, sakin
67
s’ab: (su'ûbet)ten
1-çetin, zor, müşkül;
2-kuvvetli, zorlu
68
muhât: çevrilmiş, kuşatılmış
69
ittisâ’: genişleme, boylanma, iktisab-ı vüs'at
70
istihlâf: Birinin yerine geçme
71
belliye: felâket, keder, kasâvet, tasa
72
isti'mâr:
1-imar etme
2-bir yerin imarını isteme
3-istimlak etme
73
müyesser: kolayı bulunup icra olunan, kolay gelen, asân
74
im'ân:
1-mübalağa etme; bir işte çok ileri varma
nazar-ı im'ânla bakma: dikkatle bakma;
2-cehd, dikkat, itina
75
münkâd: inkiyâd eden, mutî, tabi, râm
76
terettüb:
1-sıralanma, sırasında olma, sırası gelme
2-taalluk etme, ait olma, icâp ve iktizâ etme
77
izdiyâd: ziyâde'den
ziyadeleşme, artma, çoğalma
78
igtinâm:
1- ganimet suretiyle alma, yağma ve talan etme
2- zahmetsiz bir kazanç gözüyle bakma
79
müntehâ: nihayet'den
1-nihayet buluş, birşeyin varabileyeceği en uzak yer, son derece, son kerte
2-son uç
80
mümtedd: uzayan, imtidâd eden, zaman veya mekanda çok süren, sürekli, devamlı, mütemadi
81
tayy:
1-sarma, bükme, dürüp bükme
2-sarıp toplar gibi kat' etme, kesme
tayy-ı zaman, tayy-ı mekan etmek: zaman ve mekanı atlamak, bir kuvve-i hareke ile geçmek
3-çıkarma, hezf ve lağvetme, kaldırma
82
ifrâğ: ferağ'dan
1-bir kalıba dökme,
2-şekillendirme, bir şekle sokma
83
mübtezîl:
1-hor kullanılan, itibarsız, hakir, kepaze,
2-pek bol ve ucuz
84
taklîb: kalb'den
1-döndürme, çevirme, alt-üst etme
2-bir şeyin şekil ve kalıbını değiştirme
85
dâiyye: sebep, müsebbib, baîs
86
şinâs:
1-bilen, anlayan, tanıyan, haber ve malumatı olan
2-riayet eden, bakan
87
ihtimâr: hamr'dan mayalanma, kendiliğinden köpürüp kabarma, ekşiyip mayalanma
88
girân:
1-ağır, sakil
2-fena, kokmuş
3-bıktırıcı, usandırıcı
4-ser, katı
89
tabsıra: basr'den
insanın ferasetini artırıp mahiyet-i eşyayı anlamaya alet olan kuvvet
90
best:
yayma, serme, açma
uzun uzadıya anlatma
91
temhîd: medh'den
1-yayma döşetme
2 düzeltme, düzenleme
92
rûz-merre: her günkü
93
mübrem: kaçınılmaz, vazgeçilmez, önlenemez
94
temşiye:
1-yürütme, yürütülme
2-meydana gelmesini kolaylaştırma
95
sûret-numâ: şekil ve suretini gösteren, meydana gelen
96
havâhiş: isteyiş, arzu
97
taayyüş: ayş'den
yaşama, geçinme, maişet
98
musırr: ısrar'dan
ısrar eden, ayak basıp vazgeçmeyen, bir söz veya bir talepte mu'annutane sebat eden
99
fî-yevminâ hazâ: bugünkü günde, günümüzde, zamanımızda
100
muş'aşaa:
1-parlayan, parıldayan
2-şa'şaalı, debdebeli, tantanalı, sunturlu
101
farz-ı ayn: Allah'ın teker teker her müslümanın yerine getirmek zorunda olduğu emri
102
cezm: kesin karar, niyet (azm)
103
temdîn: medenileştirme
104
zülâl: saf, hafif, soğuk, tatlı su
105
leb-rîz : taşmak üzere olan, ağızına kadar dolmuş
106
müştâk: şevk'den
özleyen, arzu eden, göreceği gelmiş olan, can atan
107
müstahsen: güzel sayılmış, beğenilmiş, istahsân edilmiş
108
istirdâd:
1-geri alma, alınma
2-verlmiş veya gönderilmiş birşeyin geri gönderilmesini veya verilmesini isteme, geri isteme
109
a'kal: (daha, en, pk, çok) akıllı
110
rübâ: kapan, kapıcı dil-rübâ misal
111
ma'dûd: sayılı, sayılmış
112
Teşevvüş(ât) :karışma, karmakarışık olma, karışıklık.
"ye" muhtemelen baskı hatası
113
: suhûlet:
1-kolaylık, asanlık
2-kolaylığı mucib olan vesait
3-yavaşlık, usul, mülayimet, nazikane tavir ve muamele
114
teşâ'ub:şubelere ayrılma, dal budak peyda etme, dallanma, çatallaşma
115
mu'tekid: akd'den
inanan, dini bütün, itikad etmiş
116
edadî: adüvv'ün çoğulu
düşmanlar
117
ta'yîb: ayb'dan
ayıplama
118
sâlih:
1-yarar, elverişli, uygun, yakışır.
2-yetkisi ve hakkı olan
3-dinin emrettiği şeylere uygun harekette bulunan
119
meâsir: eslâfdan ahlâfa yâdigâr kalan büyük ve şanlı iş, bâis-i iftihâr fiil ve hareket
120
şekîme: sebat, kolay ram olmayan, mukavemet
kuvve'el şekîme: mukavemete muktedir, dayanır, sebatlı
121
ilhâh: üzerine düşme, zorlama
122
mehîb: (heybet'ten)
1-heybetli, azametli, korkunç
2-aslan
123
tahşîd: yığma, biriktirme, toplama
124
taayyüd: kuvvetlenme, sağlamlaşma
125
şâzz: kaide-i umumiyeye uymayan, haric-ez kaide
126
mürevvec: revac'dan
revaclandırılmış, itabar edilmiş, propagandası yapılmış
127
mübâyin:
1-başka türlü olan, diğerlerinden ayrı ve gayrı olan, muhalif
2-diğerinin zıddı ve aksi olan,
128
tehzîr: sakındırmak
129
müteyemmin: mübârek, kutlu, bereketli kademli