You are on page 1of 38

HİTİTLER

Hititler ile ilgili bilgilerimiz daha bu yüzyılın başlarına


dayanır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar, Hititlerin
tarih içindeki konumu bilinmiyordu. Gerçi Mısır metinleri ve
Tevrat bir kavimden söz ediyordu ama bu kavmin Anadolu
kökenli olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.

İç Anadolu’nun İlk Çağ tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar ,


On dokuzuncu yüzyılda buraları gezen Charles Texier ,
William Hamilton gibi gezginlerin izlenimlerinden öteye
gitmemiştir.

Daha sonra “Yozgat Tabletleri” adı verilen ,


Boğazköy arşivine ait eserle bulunmuş ve
ünlü Çek bilgini Hronzy tarafından 1917
yılında çözülmüştür.

Bu tabletlerde Anadolu’nun bu bölgesinden


Hatti Ülkesi diye sözedildiği görüldüğünden bu uygarlığı yaratanlara ,
Tevrat’taki isimle de uyuşturarak Hititler denmiştir.

Hititleri tanımak Anadolu uygarlığını, hatta Anadolu’nun bugününü


tanımak demektir.

Anadolu toprakları üzerinde Hittiler’in mirasçısı olan bizler , bu kültürü


tanıdıkça, inançlarını öğrendikçe, bugünkü kültürümüzü daha iyi
anlayabiliriz.

HATTİLER

Hititler’i incelemeye başlamadan önce, Hitit


göçlerinden önce aynı yerlerde uygarlık kurmuş
olan ve Hititler’i büyük ölçüde etkilemiş olan
Hatti uygarlığını incelemek gerekmektedir.

Yaklaşık MÖ 2500-1700 yılları arasında


Anadolu’da büyük bir uygarlık oluşturmuş
Hattiler hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır.

Hattiler Anadolu’nun yerli halkı olarak kabul


edilmekle beraber, göçlerle geldiklerini – hatta
Türk kökenli olduklarını- savunanlar da vardır.

Yapılan araştırmalar Hititler’in uygarlık ve


inanç/mitoloji bakımından Hattiler’den oldukça
etkilendiklerini ortaya koymuştur.

Boran 1
Hititler kendilerini başka isimle anmalarına rağmen, ülkelerine Hatti
ülkesi demeleri ve din ile ilgili tabletlerde rahibin Hatti dilinde
konuştuğunu belirtmeleri bu etkiyi göstermektedir. Ayrıca özel isimlerin
bir çoğu da Hatti dilinden gelmektedir.

Hatti uygarlığına ait en önemli eserler Alacahöyük’te bulunmuştur.


1935’de Atatürk’ün himayesinde başlayan kazılarda bugün Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen güneş kursları, heykelcikler, altın
kupalar bir çok eser bulunmuştur.

Yapılan kazılarda ölülerin hocker pozisyonunda bulunması (ana


rahminde olduğu gibi, cenin vaziyetinde) , toprak ve yeniden dirilme
kültlerini varlığını, dolayısıyla da ana tanrıça kültünün varlığını
göstermektedir.

Bir başka buluntu yeri de Tokat Horoztepe’dir. Burada da ana tanrıçaya


ait idoller ve tören zilleri bulunmuştur. Ancak buluntuların büyük bölümü
yurt dışına kaçırılmıştır.

Hattiler’e ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu’nun bir çok yerinde


görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu ve önemini
göstermektedir.

Hatti halkı, hayvan biçimli tanrıların kültünü geliştirmiş, özellikle de boğa


en önemli simge olmuştur. Boğa ile gök/güneş kurslarının birlikteliği
boğa/gök ilişkisini düşündürtmüştür. Buna göre boğa en büyük gök
tanrıyı temsil etmektedir.

Hattiler Hititler’le kaynaşmış, Hatti uygarlığı Hitit uygarlığı içinde


yaşamaya devam etmiştir.

HİTİTLER’İN KÖKENİ

Anadolu Uygarlıkları içinde en


önemlilerinden olan Hititler’in kökeni
hala tartışmalıdır. Ancak Hititler’in
Anadolu’nun yerli halkı olmayıp
dışarıdan geldikleri kesindir. Hatta Hitit
adı da daha sonra Eski Ahit’e göre uydurulmuş bir isimdir. Hitit diye andığımız
bu halkın kendilerine Nesi dili konuşan Nesili dediklerini biliyoruz.

Batı dünyasındaki bilim adamlarının üzerinde anlaşmaya vardıkları Hititler'in


Hint-Avrupa kökenli bir kavim oldukları yolundadır. Konuştukları dil ve ataerkil
yapısı ve diğer kültür özellikleri bu görüşü destekler nitelikledir.

Ancak Hititler’in nereden göç ettikleri tam olarak açığa kavuşmamıştır.

Boran 2
Cumhuriyetin ilk yıllarında , o zamanki isimleriyle, Etiler’in Türk olduğu
söylenmiştir. Hatta Etibank da adını buradan almıştır. Öte yandan Hititler’in
olmasa da Hattiler’in Asiatik kavimlerle alakası vardır. Özellikle dilleri ve
kültürleri bu bağlantıyı güçlendirmektedir.

Öte yandan bir başka teori de Hititler’in Çerkes kökenli olduğu yolundadır. Bu
tez de Hattiler söz konusu olduğunda dil ve kültür öğeleri bakımından
desteklenmektedir ve olanaksız gözükmemektedir. Ancak daha etraflı araştırma
yapılmalıdır. Örneğin Çurey (bkz.Kaynakça) Hattiler ile Hititler’i yer yer
karıştırdığından ortaya anlaşılması güç ,hatalı teoriler çıkmış.

HİTİT TARİHİNE KISA BİR


BAKIŞ

Hititler’in kökeni sorununa göz


attıktan sonra, Hititler’i Hint
Avrupa kökenli, Kafkaslar yolu
ile Anadolu’ya girmiş bir
kavim olarak kabul edebiliriz.

Konumuz itibarı ile Hitit


tarihini ancak çok kısa olarak
gözden geçirmek
gerekmektedir. Meraklı okuyucu Kaynakça’da bu konuda çok önemli bilgiler
veren eserleri bulacaktır.

Hititler’in tarih sahnesinde görülmesi daha öncelere de dayansa Krallığın MÖ


1660-1630 yılları arasında hüküm sürmüş I. Hattuşili tarafından kurulduğu
söylenir. Bu konu belgelere bakıldığında biraz karışıktır, çünkü Hattuşili de
kendinden önce gelen Labarna ve başşehir Kussara’dan sözetmektedir. Bu
dönem ise oldukça karışıktır çünkü anadolu’da yerel krallar hüküm
sürmektedir.

Aslında Hattuşili , merkez Hattuşaş olarak krallığı kuran kişidir. Akurgal bu


durumu şöyle özetlemektedir: (bkz Kaynakça)

“ Yazılı kaynaklardan belli olduğuna göre sonuç olarak diyebiliriz ki, Labarna
adlı bir kral Kussara’da hükümdar olduktan sonra yerine yeğeni Labarna ya da
Tabarna adı ile kral oluyor. Ancak bu ikinci Labarna, bir süre sonra idare
merkezini , başkent olmaya her yönden elverişli Hattuşa’ya neklediyor ve o
yüzden de Hattuşili yani Hattuşlu anlamına gelen bir ad alıyor.”

Hattuşili yayılma siyaseti izlemiş ve sınırlarını güneye, bugünkü Suriye’ye ve


batıya Arzawa ülkesini alarak genişletmiştir.

Boran 3
Bir seferde ölen Hattuşili’nin yerine Murşili geçmiştir. Murşili de babasının
yayılma siyasetini izlemiş, Halpa’ (Halep) yı almış ve Babil’e kadar uzanarak ,
yaklaşık MÖ1550 senesinde, burayı da yakıp yıkarak Hammurabi sülalesini
sona erdirmiştir.

Murşili’den sonra bir çok kral gelmiştir. Bunlar içinde en önemlilerinden biri
Telipinu’dur(MÖ 1535-1510) Telipinu zamanından kalma yazılar hem Hitit
tarihine ışık tutmaktadır, hem de Telipinu ilk olarak krallığın kime kalacağını
belirlemiştir : «Birinci kadından doğan erkek çocuk kral olur. Eğer birinci
sıradan bir prens yoksa, ikinci sıradan olan erkek çocuk kral olur. Bir kral
çocuğu, bir oğlan mevcut değilse, bu durumda birinci sıradan olan kız
evlendirilir, onun kocası kral olur.»

MÖ 1460-1190 yılları Hitit Krallığının “Büyük Krallık” dönemi olarak adlandırılır.


Hurri-mitanni Devleti’nden sonra bu dönemde Anadolu’daki en büyük siyasi
güç Hitit Krallığı’dır.

Bu dönemin ilk kralı II.Tuthaliya’dır. Bu önemli kralın sülalesi Hitit Krallığının


sonuna kadar hüküm sürmüştür.

Bu dönemde en önemli kralardan bir Şuppiluliuma’dır. Bu kral zamanında


(MÖ1350-1345) krallık sınırları iyice genişlemiş, Mısırla ilişkiler yoğunlaşmıştır.

Bir başka önemli kral da Muvatalli’dir . (MÖ 1315-1282). Onun zamanında


karışıklıklar bastırılmış ve Mısır’a karşı yapılan Kadeş savaşı başarı ile
sonuçlanmıştır. Daha sonra III.Hattuşuli ise ünlü Kadeş Anlaşmasını yapmıştır.

MÖ 1200’lü yılların sonuna doğru Hitit Krallığı en parlak devirlerini yaşarken


kralın ölmesinden sonra çocuğu olmadığından kardeşi II. Şuppiluliuma’nın
tahta geçmesi ile sarayda karışıklıklar çıkmış, hatta halk arasında da
başkaldırmalar olmuştur. Bunu üzerine bir de “Kuzey kavimleri” saldırısı
eklenince Hitit devleri dayanamamış, istilalar altında tarihe karışmıştır.

Daha sonraları “Geç Hitit” denilen beylikler dönemi yaşanmış, Hitit kültürü
güneyde biraz daha yaşamaya devam etmişse de zamanla tarihe karışmıştır.

Boran 4
HİTİT İNANÇLARI
Bu konu alışkanlık olduğu üzere “Hitit Dini “ başlığı
altında incelenir. Zaman zaman bu terminolojiyi biz de
kullanırız, ancak bu konuyu, genel kuralları
belirlenmiş, homojen bir din olmadığı için, “Hitit
İnançları” başlığı altında incelemek daha doğrudur.

Hititler, belki de Anadolu’nun o dönemdeki


mozaiğinden olsa gerek, her topluluğun Tanrısını
benimsemiş, çok geniş bir panteon yaratmıştır. Bu
yüzden olsa gerek tabletlerde “Hatti Ülkesi’nin bin
tanrısı” deyimi geçer. Yazılıkaya’daki tanrılar geçidi de
bu konu hakkında oldukça iyi bilgi vermektedir. Ancak
tanrı isimlerinin bir çoğu bize yapılan anlaşmalarda tanrıların tanıklığı
bölümlerinden ulaşmaktadır.

Hititler, Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıları


benimserlerken, daha sonraları Hurri, hatta Mezopotamya kökenli tanrıları da
benimsemişlerdir. Hititler’de Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla
anılmakta ve büyük önem taşımaktaydı. Bununla birlikte aynı kökenden suların
tanrısı Ea ve Damnika, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya ve Ay tanrısı Sin, Hitit
panteonunda yer almışlardır. Bu tanrılar ayrıca şahiliğin gerektiği yerlerde yer
almışlardır.

Hititler’de tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar


insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta acıkmakta, susamakta ve
hastalanmaktadırlar.

Bu tanrılardan büyük bölümü yerel ve çeşitli topluluklara ait tanrılardır. Bu


dönemde Hurri, Luwi, Pala, Hatti ve Mezopotamya tanrıları çoğunluktadır.
Tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar aslında belli özellikleri ortak olan
tanrılardır. Diğer bir deyişle, farklı isimlerde aynı özellikleri taşırlar. Bu
bağlamda belli başlı tanrı özelliklerini ortaya koyabiliriz.

Hitit inançlarını konu başlıkları halinde incelemek daha doğru olacaktır :

HİTİTLER’İN TANRILARI
Gök Tanrı/Fırtına Tanrısı

Hitit panteonunda en önemli tanrı kuşkusuz


“Gök Tanrı” idi. Yerel olarak değişik isimlerle
çağrılan bu tanrı Hatti dilinde “Taru” , Hurri
dilinde “Teşup”, Hitit dilinde ise
“Tarhu,Tarhuna ya da Tarhunt” diye
adlandırılıyordu.

Aslında Hititler geldiklerinde , Hint Avrupa


kökenli bir tanrıları vardı. Şiu ismindeki bu

Boran 5
tanrı, Yunanca Zeus ve Latince Deus,dii sözcükleri ile aynı kökendendi. Bu kök
hem tanrı hem de gün ışığı , parlamak gibi anlamlara da sahiptir. Ancak zaman
içinde Şiu özel tanrı ismi olmaktan çıkmış ve genel olarak tanrı anlamına
gelmiştir. Ancak Hititlerin de bir dönem, Luwiler gibi Hint Avrupa isimli başka
tanrı isimlerini de korudukları zannedilmektedir.

Tanrı’nın isimleri ve sembolleri konusunda Akurgal’da aşağıdaki alıntıyı


almakta fayda vardır : (Hatti ve Hitit Uygarlıkları , Bkz.Kaynakça)

“ Baştanrı Hitit metinlerinde genellikle ‘Hatti Ülkesinin Gök Tanrısı’ , ‘Göğün


Tanrısı’, ‘Hattuşanın Tanrısı’, ‘Sarayın Tanrısı’ gibi adlarla anılmaktadır. Ayrıca
‘Ordunun Göktanrısı’, ‘Yağmur Göktanrısı’ gibi adlandırmalara da
rastlanmaktadır. Bir tanrının hiyeroglif işareti ikiye bölünmüş bir elipsten
oluşur. Önce söz konusu işaret sonra, gök tanrısı demek isteniyorsa, ikiye
bölünmüş elipsin altına W biçimli yıldırım işareti yazılırdı ; ikisi birden gök
tanrısı anlamına gelmektedir. “

Gök tanrı ile dağlar, daha doğrusu dağ tanrıları, arasında sembolik bağ vardır.
Aslında bunu “dağların gökkubbeyi taşıdığı” inancı ile birlikte ele almak daha
doğru olacaktır. Bu, daha sonra Yunan Mitolojisinde göreceğimiz Atlas
efsanesinin ilk şekli olmalıdır. Bir Hitit metninde, gök tanrının, dağ tanrılarının
sembolize eden iki erkek figürü üzerinde durması da bu görüşümüzü
güçlendirmektedir.

Gök tanrının en önemli sembollerinden biri de boğadır. Boğanın gök tanrıyı


sembolize ettiği düşünülmektedir. Alacahöyükte çıkan bir kabartmada kral ve
kraliçenin boğa heykeli önünde yaptığı saygı duruşu da aslında gök tanrı ile
ilintili olmalıdır. Çatalhöyük’ten, belki de daha eski çağlardan beri önemini
koruyan bu sembol daha sonra Yunan Mitolojisinde Zeus’un boğa kılığına
girmesinde de karşımıza çıkacaktır.

Gök tanrısı aynı zamanda fırtına tanrısı idi. Zaten Anadolu’nun iklimini göz
önünde bulundurursak –eskiden daha sıcak olduğu düşünülüyorsa da-
fırtınaların ne kadar önemli olduğu açıktır. Hatta bir fırtına sırasında kral
II.Murşili’nin dilinin tutulduğunu öğreniyoruz :

“ Birden hava bozdu. Gök tanrısı korkunç bir şekilde gürledi ve ben ürktüm. O
zaman ağzında söz azaldı ve söz kesiklik yaparak yukarı doğru çıktı. Yıllar
geçince bu düşlerimde de kendini duyurmaya başladı. Bu düşlerden birinde
tanrının eli bana değdi ve konuşma gücümü bütünü ile yitirdim.”

Geç dönemlerde , gök tanrısının bütün özellikleri Fırtına tanrısına geçmiş,


Hurrilerin fırtına tanrısı Teşup da Hititler’in gök tanrısına eş değer bir konuma
yerleşmiştir. Teşup için daha çok Toros ve güneyinde, Suriye’ye kadar olan
bölgede kült merkezleri vardı.

Boran 6
Tanrıça

Hititlerde tanrı kadar tanrıça da önemlidir. Zaten bunun izdüşümü olarak da


Hitit toplumuna kadın erkeğe eş değer konumdadır.

Hitit Tanrıçası , Hattilerde “Vuruşemu”, Hurrilerde “Hepat” diye adlandırılmış


tanrıçadır. Hititlerde “Arinna’nın güneş tanrıçası”, geç Hititlerde “Kupaba”
olarak da geçmiştir. (Kybele de büyük olasılıkla aynı inancın devamıdır. )

Bu tanrıça isimleri tabletlerde farklı isimlerde geçseler de aynı özelliklere


sahiplerdir. Özellikle Hurri etkisiyle, Teşup’un panteona girmesiyle beraber
Teşup’un karısı tanrıça Hepat da önemli bir yer tutmaya başlamış, Hatta
Arinna’nın güneş tanrıçası ile eş bir konuma gelmiştir. Bir belgede şöyle
denmektedir :

“Bütün ülkelerin kraliçesi efendin, Arinna’nın güneş tanrıçası ! Hatti ülkesinde


sen Arinna’nın güneş tanrıçası adını alırsın, sedir ağacı ülkelerinde ise Hepat
adını alırsın.”

İlginçtir, yüzyıllar sonra Apuleius da böyle bir ifade kullanacaktır.

Çoğu kabartmada Tanrı ve tanrıça yanyana eşit önemde tasvir edilmişlerdir.


Yazılıkaya’da da bu tanrısal çiftin betimlemeleri vardır. Bunun yanında bu çiftin
oğulları da koruyucu tanrı olarak önemlidir.

Tanrıçalar arasında en önemlisi kuşkusuz Arinna’nın güneş tanrıçasıdır. Arinna


kenti hakkında değişik varsayımlar vardır. Ancak en kuvvetlisi ve arkeolojil
delillere dayananı , Arinna’nın Alacahöyük olduğudur.

Arinna’nın güneş tanrıçası krallığın hayatında da önemlidir. II.Murşili(MÖ1345-


1315) uzun zamandan beri ihmal edilen bu kültü canlandırmış ve kazandığı
zaferleri buna bağlamıştır:

“ Ben majeste, babamın tahtına oturduğumda çevredeki bütün düşmanlar


benimle savaşa giriştiler. Ancak ben hiç bir düşman ülkesine karşı sefere
çıkmadan önce Arinna kentinin güneş tanrıçası ile ilgili bayram törenlerini
düzenledim[…] ve ona seslendim: Arinna’nın güneş tanrıçası! Benim efendim,
benim yanıma aşağıya gel ve […] senin topraklarını almak isteyen çevredeki
düşman ülkeleri yok et.! Ve Arinna’nın güneş tanrıçası sözümü duydu ve bana
geldi. O zaman babamın tahtına oturur oturmaz, çevredeki düşman ülkeleri on
yılda yendim ve onları yere vurdum.”

Zamanla Hepat gibi başka tanrıçalar da bu derece öneme sahip olmuşlar ve


“protokol”de yerlerini almışlardır.

Boran 7
Yerel Tanrılar

Hitiler’in yerel tanrılara bakış açısı Ahmet Ünal’ın Hitit


Sarayındaki Entrikalar Hakkında Bir Fal Metni (bkz
Kaynakça) isimli çalışmasında açıkladığı metinlerde
çok iyi gözükmektedir. Bu bir fal metnidir ve olan
olaylar hakkında tanrılara görüş sorulmaktadır. (Fal
konusu ileride ayrıntılı olarak işlenecektir). Bu metinde
Arušna kenti tanrısı önemli bir yer tutmaktadır. Bu
tanrıyı Ünal şöyle açıklamaktadır:

“ Tapınağı, kültü ve kült personeli Arušna’da bulunan,


Hititlere oldukça yabancı ve adı bilinmeyen bir tanrıdır.
Bu yabancılığa rağmen büyük kralın hastalığı yüzünden
Hitit sarayı onunla sıkı bir ilişki halindedir. Çok alıngan ve nazlı bir tanrı olup,
bu fal metninin yazılmasına o neden olmuştur. Çünkü kralın hastalığı
konusunda kendisine başvurulmamış, bu yüzden de gazaba gelmiştir.
Öfkelenmesinin başka bir nedeni de, kraliçeden bir rüya aracılığı ile istemiş
olduğu altından çelenklerin aksesuarlarıyla birlikte kendisine verilmeyip,
mabeyincinin evinde saklı tutulmasıdır. Bundan dolayı,tanrının öfkesini
yatıştırmak için kefaret verilmesi gerekmiş, büyük kralın tutulmuş olduğu
hastalıktan kurtulduktan sonra, bir af dileme ayinine katılmak üzere bizzat
Arušna’ya gitmesi, fal aracıyla saptanmıştır. Tüm bu çabalara rağmen tanrının
öfkesi yatıştırılamamış ve anlaşılan bu yabancı tanrının kültünü iyice bilmeyen
Hititli rahipler, tanrının bakımını, ayinlerinin yapılmasını vs. Arušna’lı rahiplere
bırakmak zorunda kalmışlardır.”

Bunun dışında başka yerel tanrılar da olaylara göre önem kazanmışlardır.

Hayvan tanrılar

Bunların dışında Hitilerde hayvan biçimli (zoomorphique) tanrılar da vardır.


Hitilerde hayvan biçimli kaplar zoomorf tanrı düşüncesini kült aletleridir.

Fırtına tanrısının boğa ile sembolize edilmesinden dolayı boğa biçimli kaplar en
önemlileridir.

Burada bir konu üzerinde daha ayrıntılı olarak durmak gerekmektedir.


Kaynakçada belirttiğimiz bir çok yayında boğanın tanrının sembolü olduğu
söylenmektedir. Ancak bir Hitit metninde (II.Muwatalli’nin duası) şöyle
geçmektedir :

“Hatti’nin Fırtına Tanrısının önünde yürüyen boğa Şeri, efendim, benim dua
olarak bu sözlerimi tanrılara bildir! Efendiler, göğün ve yerin efendileri tanrılar
bu sözlerimi ve duamı işitsinler.”

Buradan anladığımıza göre boğa fırtına tanrısına eşlik etmekte ve tanrılarla


insdanlar arasında aracılık yapmaktadır. Böylece kabartmalarda gördüğümüz
boğaya tapınma sahnesi de daha anlam kazanmaktadır. Bu Yunan
mitolijisindeki Hermes’inkine benzer bir roldür.

Boran 8
Ayrıca Ayı/insan biçimli figürler de Hitit sanatında yer almıştır.

Hitit sanatında ilginç bir figür de Sfenks’tir. Sfenks de Mısır kökenli olup Suriye
yoluyla Hitit sanatına geçmiştir.

Kubaba

Hitit tanrılarına uzun uzun isimleriyle yer vermemize rağmen , Anadolu’daki


tarih sürekliliği açısından Kubaba üzerinde durmak gerekmektedir.

Büyük Hitit İmparatorluğu zamanından beri en önemli merkezlerden bir de


Kuzey Suriye’de bulunan Kargamış olmuştur. Bu dönemde Hitit krallık
ailesinden vasal krallar tarafından yöneytilen Kargamış, Hitit İmparatorluğu
yıkıldıktan sonra bir “Geç Hitit Devleti” olarak varlığını sürdürmüştür.

Bu merkezin en önemli tanrçalarından bir de Kubaba’dır. Burada büyük saygı


gören Kubaba daha sonra Anadolu’da Kybele adıyla yaşayacaktır.

HİTİTLER’DE TANRI KÜLTLERİ

Hitit tanrı kültleri aslında devlet dinidir ve bu


kültlerin görevlileri de devlet görevlileridir.

Hitit tanrı kültlerinde kaya/açık hava tapınakları


önemli bir yer tutmaktadır. Günümüze, aşağıda
ayrıntılı olarak incelenmiş, bir çok açık hava
tapınağı ulaşmıştır. Bir çoğu da, ne yazık ki,
defineciler tarafından tahrip edilmiştir.

Bunlar içinde Yazılıkaya en önemlileridir. Buradaki


tanrılar geçidinde 60’tan fazla tanrı ve tanrıça tesbit edilmiştir.

Tanrıların başında sivri bir külah ve dizlerinin üstüne kadar inen beli kuşaklı bir
giysi varken, tanrıçaların başında silindirik bir başlık ve üzerlerinde bluz ve
pilili etek vardır.

Yazılıkaya’daki tanrıların büyük ölçüde Hurri panteonunu gösterdiği


gözükmektedir.

Hititler tanrıları insan gibi (antropomorphique) düşündükleri için “Tanrıların


Evi” olarak düşünülen tapınakların büyük önemi vardı.

Tapınaklar tam anlamı ile tanrının evi idi. İlgili tanrının ya da tanrıçanın heykeli
burada durur, ve tanrının ya da tanrıçanın burada olduğuna inanılırdı.Tanrı
heykeli tapınakta iken sadece kral, kraliçe ve seçilmiş rahipler heykelin olduğu
odaya giremeye izinliydiler. Başkasının, özellikle de bir yabancının girmesi
ölümle cezalandırılabiliyordu.

Hattuşaş’taki gibi büyük tapınaklar olduğu gibi daha küçük şehirlerde daha
küçük tapınaklar vardı.

Boran 9
Genelde, tapınağın asıl merkezinde bir avlu ve bu avluya bakan odalar vardı.
Tanrı heykelinin bulunduğu kutsdal oda tapınağın arka yüzünde olduğu için iki
taraftan da ışık alabilmekteydi.

Hattuşaş’taki tapınakta iki kutsal oda vardı. Bunlardan birinin Fırtına Tanrısının
odası olarak, diğerinin de Arianna’nın Güneş Tanrıçası adına düzenlendiği
düşünülmektedir.

Yazılıkaya ise daha farklı olarak açık hava tapınağı idi. Burada bayramlar
kutlanıyor ve özel törenler (yeni yıl gibi) düzenleniyordu.

Tapınaklar dinsel merkezler olduğu gibi aynı zamanda ekonomik merkezler de


olmuşlardır. Buralarda sadece tapınağa verilen hediye ve bağışlar saklanmamış
aynı zamanda tahıl deposu olarak da işlev görmüşlerdir. (burada genelleme
yapmak olanaksızdır, ancak yapılan kazılar ışığında böyle bir sonuç
çıkarılmıştır.)

Tanrılar heykellerle ya da idollerle gösterilebildiğine göre bir de bu objelere ait


kültler vardı. Bu heykellere etrafının süslenmesi ile törenle tapıldığı gibi, heykel
bir arabaya bindirilerek gezdirilerek tören yapılırdı. Bunun sonunda Tanrı
heykeli , açıkhavaya, koruluğa, ormana ya da yüksek yerdeki ZI.KIK taşına
götürülmekte ve burada kurban kesilmekte, yemek yenmekte ve oyunlar
oynanmaktaydı.

Hatti tanrılarına yapılan törenler diğer tanrılara yapılan törenlere nazaran daha
neşeli geçmekte olup, dans,eğlence akrobasi ve çeşitli gösteriler yer
almakdaydı.

Ayrıca şehrin koruyucusu olarak tanrıya armağanlar sunulurdu. Tanrıya değerli


madenler hediye olarak sunulduğu gibi yiyecek, içecek de sunulmaktaydı.
Libasyon1[1] da çok sık kullanılan bir sunu biçimi idi.

Alp de (Hitilerde Şarkı, Müzik ve Dans/Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap,


bkz Kaynakça) bu törenleri şöyle anlatmaktadır :

“ Kralın başrolü oynadığı, kraliçenin, prenslerin, prenseslerin ve devletin bir


çok yüksek rütbeli görevlilerinin katılımı ile gerçekleşen dinsel bayram
törenlerinde, merasim alaylarında ve çoğu kez tapınakdaki kült salonunda tanrı
heykelinin ya da altarının önünde hayvan kurban etme ve içki sunma (Hititçe
šipant-) ve ekmek kırma (hititçe parš-) ve diğer yiyecekler sunma ya da
adorasyon(tapma) sahnelerinde şarkı, müzik ve bazan dansla eşlik etmenin
büyük önemi vardı. […] Bu sahnelerde hangi tanrıya kurban sunuluyor ya da
tapılıyorsa, o tanrının mensub olduğu etnik grubun dilinde (örneğin Hattice,
Luwicw, Palaca, Nešaca ya da Hurrice) şerkı söylemek adetti. Metinlerde bu
dillere ait şarkı sözleri ele geçmiştir. Her bir etnik gruba ait ayrı şarkıcılar
vardı.”

1[1]
Toprağa dökerek tanrıya sunma

Boran 10
Yaşar Coşkun’un kap isimleriyle ilgili yaptığı çalışma ve içerdiği metinler de
(bkz Kaynakça) bize törenler hakkında da bilgi vermektedir :

“ Ertesi sabah kral tanrının iç-evine gider, yumuşak kurban ekmeğini parçalar
ve onu buğday harşiialli’sine2[2] koyar. “

“Sonra [bir tane kurbanlık ince ekmeği Tanrı x] e


[parça]lar, üzerine kes[ilmiş] karaciğer (ve) yüreği
[koyar], karaciğerin üzerine bir tane pişirilmiş döş eti
[ve] onları sonra kurban masasına koyar.
Şarabı huprushi3[3] önünde (kurban içkisi olarak) sunar
Sonra Fırtına tanrısına bir tane ince ekmeği parçalar.
Üzerine kesilmiş karaciğeri yüreği koyar,
Karaciğerin üzerinde bir tane pişirilmiş döş eti
[ve onl]arı sonra kurban masasına koyar”

Tapınak görevlileri ile ilgili bir direktif metni de tapınak içi külte ışık tutmaktadır.
(Süel bkz. Kaynakça). Bu metinde tapınak çalışanlarının temiz olmaları
istenmekte, hatta kıllarını dahi kesmeleri istenmektedir. Ayrıca temiz kabul
edilmeyen domuz ve köpeğin girmemesine dikkat etmeleri istenmektedir.

Tapınak çalışanlarının tanrıya sunulmuş olanı kendileri ya da yakınları ile


tüketmemeleri de özellikle vurgulanmaktadır. Görevliler “o tanrı olduğu için hiç
bir şey söylemez ve bize hiç bir şey yapmaz” dememeleri gerekmektedir çünkü
“ tanrının ruhu kuvvetlidir, yakalamak için acele etmez. Fakat yakaladığı zaman
artık bırakmaz. “ Bu alıntılar da tapınak görevlilerini tanrıdan fazla
korkmadıklarını ve sunuları diledikleri gibi paylaştıklarını göstermektedir.

Burada ilginç direktifler de vardır :

“ Eğer bir kimse kadının yanında yatarsa (o) tanrıların ibadetini ne şekilde
düzenlerse (ve) tanrıya yiyecek (ve) içecek (ne şekilde) verecekse kadının
yanına (da) aynı şekilde gitsin. Sonra kadının yanında yatsın. Gün ağardığı
zaman derhal yıkansın. Sabahleyin tanrıların yemek zamanında derhal
(tapınağa) varsın. Eğer o ihmal ederse onun için (bu) büyük suçtur. Eğer kim
bir kadının yanında yatarsa, onun amiri (ya da) büyüğü arkadan (bir kült görevi)
yapmaya zorlarsa o (doğruyu) söylesin. Eğer o söylemeye cesaret edemezse
arkadaşına söylesin ve yıkansın. Eğer o bilerek sonraya bırakırsa (ve) henüz
yıkanmadan tanrıların kurban ekmeğinin ve kurban içkisinin yanına kirli olarak
yaklaşırsa, bu durumu arkadaşı bilirse ve o sana kötülük eder (de) eğer
gizlerse, fakat arkadan meydana çıkarsa [onlar] için ölüm cezası (verilir).
Onların ikisi de ölsünler. “

Bayramlar

Hititlerde bir çok bayram/festival vardı. Yapılan araştırmalar sonucu 18 kadar


bayram tespit edilmiştir.

2[2]
Erzak küplerinden daha küçük bir kap
3[3]
Büyükçe tencere , kâse

Boran 11
Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Purulliyaş adı verilen bahar bayramıdır. Bu
sözcük hatti kökenlidir ve kök olarak “dünyanın” anlamına gelmektedir. Bu
bayram çeşitli ayinlerle ve mitosların canlandırılması ve anlatılması ile
kutlanırdı.

Hitit bayramlarından AN.TAH.SUM.SAR diye anılan bitki bayramı, ilkbahrda 38


gün sürmekte, sonbahardaki NUN TARRIIASHAS ise 21 gün devam etmektedir.

Hititler’de bir ilginç bayram da Hadauri bayramıdır. Bu bayramın kutlanışını


Balcıoğlu (bkz. Kaynakça) şöyle anlatmaktadır :

“ Bu bayramın ne detaylı ne de kısmi bir tasviri mevcut olmadığından, diğer


bayramlarda sık sık karşılaştığımız, içki, ekmek, türlü hayvanlar ve değişik
yemek türlerinin vs. Sunulup sunulmadığını bilmiyoruz. Hadauri bayramının
geçtiği tüm metin yerlerinde kurban hayvanı olarak koyunun sunulması, bu
bayramı diğerlerinden yıran en büyük özelliktir. […] bu bayramın bir başka
özelliği de, İlkbahar ve Sonbahar olmak üzere yılda iki kez kutlanmış
olmasıdır.“

Bu bayram Güneş tanrı, Fırtına tanrısı ve bazı Hatti kökenli tanrıların


tapınağında kutlanmaktadır. Bu bayramın ayrıca AN.TAH.SUM.SAR içinde de
kutlanmış olunduğu düşünülmektedir.

HİTİTLERDE DOĞA İLE İLGİLİ İNANÇLAR

Hititler'de doğa ile ilgili kültler olduğu da yapılan araştırmalarda görülmüştür.

Hitit panteonunda varolan pınar/kaynak tanrı/tanrıçaları, Hitiler’in su


kaynaklarını, pınarları kutsal olarak kabul ettiklerini göstermektedir.
Eflatunpınar’daki anıt da bu görüşü doğrulamaktadır.

Hititler dağları da kutsal kabul etmiş ve dağ tanrılarına inanmışlardır. Ayrıca her
dağa ait törenler vardı.

Dağ tanrıları genel olarak uzun etekli , sivri külahlı olarak tasvir edilmişlerdir.
Elbisesinin üzerinde dağ sembolleri de oladuğu görülmektedir. Ayrıca bazı
gösterimlerde boynuzu da vardır.

Anadolu’da Hitit ülkesindeki dağları düşündüğümüzde dağ tapımının olması


normal gözükmektedir. Ancak Alkım (bkz Kaynakça) Yesemek üzerine yaptığı
çalışmada dağ tanrılarının kökenini dışarıya bağlamakta ve ilginç sonuçlar
çıkarmaktadır :

“ 1. Dağ tanrısı Hitit dinine ve sanatına yabancıdır, dışarıdan gelmiştir.


2. Bugünkü bilgilerimize göre dağ tanrısının en eski tasvirlerini Suriye’de
Mari’de (MÖ XVIII yy), Suriye stili mühürlerde (MÖ XV-XIII. yy), Kuzey
Mezopotamya’da (MÖ XV.yy) ve Kassit sanatında görmekteyiz.
3. Dağ tanrısının ve motifinin Mitanni-hur bölgesinden çıkmış olduğu
anlaşılmakta ve bu fikir genellikle kabul edilmektedir.

Boran 12
4. Dağ tanrısının taş plastik sanatındaki ilk tasvirleri tamamıyla
cephedendir, sakallıdırlar, ayakları, tanrının yerden çıkıp yükseldiğini
belirtmek amacıyla, resmedilmez.[…]
5. 11. Anadolu Hitit sanatında dağ tanrısı tasvirlerine bugünkü bilgimize
göre MÖ XIII. yüzyıldan itibaren rastlıyoruz. Hitit çivi yazısı metinlerinde
de dağ tanrılarının nitelikleriyle ilgili çeşitli kayıtlara rastlanır. Gerek Eski
Hitit Devleti ile İmparatorluk Çağı arasındaki devrede ve gerek
İmparatorluk devrinde Hur etkisinin Anadolu’da sezildiği sırada diğer hur
tanrılarıyla birlikte dağ tanrılarının da Hitit panteonunda yer almış olması
mümkündür. “

HİTİTLERDE FAL VE KEHANET

Hititler, tanrıların isteklerini, öfkelenmişlerse nedenlerini öğrenmek üzere fala


başvurmuşlardır. Ancak bunların yanında çok daha basit konularda da fala
başvurulduğu gözükmektedir.

Burada fal kehanetten daha farklı olarak ele alınmalı ve tanrıların verdiği
işaretlerden farklı tutulmalıdır. Faldan anlamamız gereken, falı açan kişinin, bir
olay hakkında tanrının görüşünü sormasıdır. Bu durmda aynı zamanda tanrıya
karşı bir itiraf da söz konusu olmaktadır.

Hititlerde çeşitli fal bakma yöntemleri kullanılmıştır. Hayvanların iç organlarına


bakılması, kuşların uçuşunun takip edilmesi gibi pratikler Hititler’de de
mevcuttur. Bunların dışında su yılanlarının havuz içinde hareketlerine bakma,
bir çeşit taşlarla oynanan oyuna benzeyen talih falı gibi fal metodları da
kullanılmıştır.

En çok uygulanan, olumlu ya da olumsuz soru sorulmasıdır . Bu konuda bir fal


metninden bir bölüm bilgi verecektir : (Ünal , Hitit Sarayındaki Entrikalar
Hakkında Bir Fal Metni , bkz Kaynakça)

“ Majestenin hastalandığı konusuna gelince: [........ve] Aruşna kenti [tanr]ısı


majestenin hastalığı konusunda
hiç bir şekilde sorulma[mıştır. Ey tanrı bunun için kızdıysan, birinici et işaretleri
olumlu, sonuncuları ise olum]suz olsun. Birinci et işaretleri olumludur
[…]
Aruşna kenti tanrısının (majestenin) hastalığı yüzünden öfke içinde saptanmış
olmasına gelince: Ey tanrı, herhangi bir şekilde tapınağın içinde mi
Öfkelendin. (Eğer öyleyse) et işaretleri olumsuz olsun. Solda suti olumsuz.
Ey tanrı eğer (sadece) tapınağında öfkelendiysen , fakat majesteye [ka]rşı hiç
bir şekilde kızmadıysan, et işaretleri olumlu olsun.”

Metin böylece uzayıp gitmektedir. Buradan da gördüğümüz şekil , Hititlerde


falda sık kullanılmaktaydı.

Hititlerde fal metinleri bir çok konu hakkında da bilgi edinmemizi sağlamıştır.

Ahmet Ünal, (Boğazköy Metinleri Işığında Hititler Devri Anadolu’sunda Filolojik


ve Arkeolojik Veriler arasındaki İlişkilerden Örnekler, bkz Kaynakça) Hitit
tbletlernde neden deprem,su baskını,kuraklı ya da Boğazköy’ü yılın 5-6 ayı

Boran 13
etkisi altında bırakan kar gibi olaylara yer verilmediğini soruyor (örneğin kar
sözcüğünün Hititçe karşılığı bilinmemektedir) ve şöyle yanıtlıyor :

“ Aradan yıllar geçtikten sonra araştırmalarımın ağırlık merkezini büyü


metinlerine kaydırdığımda gödüm ki, Hititler’in doğal gözlemleriyle ilgili bir çok
noktalar bu metinlerde saklıdır. Doğaya dönük gözlemlerin pek çoğu, olumlu ya
da olumsuz vasıflar olarak analoji büyülerinde kullanılmışlardır; yani falan falan
nasıl iyi veya kötüyse , falan falan da aynı şekilde iyi veya kötü olsun. […]
Pratik düşünceli Hititler her şeyin minyatür modelini de yapmışlardır. Önemli
ayinlerin yürütülmesi gereken kutsal bir dağ düşman işgali altında
bulunduğunda, o dağın sembolik bir modeli yapılmış ve ayinler sembolik olarak
bu modelin üzerinde yapılmıştır. “

Bir yöntem de rüyalar vasıtasıyla tanrıların isteklerini öğrenmektir. Temiz olarak


iştiareye yatmak Hititlerde çok sık yerine getirilen bir pratiktir. Günümüzdeki
iştiareye yatmaya çok benzeyen bu uygulamada temizliğin çok önemi vardı.

Gelecekten haber almak için en önemli yöntemlerden biri de yıldızların


hareketlerini izlemektir. Bu pratik Hattilerden beri vardır. Bu yöntem bazı doğa
olaylarını hatta toplumsal olayları önceden tesbit etmek amacıyla kullanılmıştır.
Burada Mezopotamya etkisinden de sözedilebilir. Bu gözlemleri yapmak için
kullanılan en ilginç alet Güneş Kurslarıdır.

Alacahöyük’te bulunan güneş kursları hakkında Sezginer şöyle demektedir.


(bkz Kaynakça) :

“Güneş Kursunun yapılmasının amacı Güneş, Dünya, Venüs ve Mars’ın


birbirlerine göre durumlarını zamana bağlı saptamaktır. […] Buluşları
zorunluluklar yaratır. Alacahöyük yöresinde, gökyüzü yılın büyük bir
bölümünde yıldızların gözlenmesini olanaksız kılacak biçimde kapalıdır. […]
yıldızların birbiri ile ilşkilerini gözlemle saptamak ancak yılın beşte birinde
olasılık içinde olduğundan yılın geriye kalan beşte dördünde bu ilşkileri
saptayacak bir alete ihtiyaç vardı. İşte bu alet Güneş Kursu olarak ortaya çıktı.
[…] Güneş Kursunun icadı herhangi bir olağanüstü kozmik bilgiye değil,
zorunluluk altındaki astrologların aldıkları sonuçları ve uygulamaları
karşılaştırarak elde ettikleri tecrübelere dayanmaktadır. […] Bu ‘Evren ölçeği’
yıllar sonra astrologların yeni yöntemleri gelşitirmesi sonucu ödevini yitirince
dinsel törenlerde Evren’in simgesi olarak kullanılmaya başlandı. […] Uzun
sopların üzerine takılarak törenlerde kullanılan bu Güneş Kursları belki de Orta
Doğu uygarlıklarında hükümdarlık simgesi olan ‘alem’lerin büyükbabaları oldu.
Belki tesadüf ama ‘alem’ Arapça ‘evren’ demektir. “

Ayrıca Ay’ın şekilleri de kehanet anlamı taşımaktadır. (Çığ Bkz. Kaynakça)

“ 1. Ayın rengi sarı, sol ucu sivri, sağ ucu küt gözüküyorsa, 2 ilkbahar güzel
olacak
2. Eğer ayın sağ ucu göğe dönük ise ülkede bol ürün olacak.
3. Eğer ayın sağ ucu yere doğru ise bütün ülkenin hasadı kuruyacak.
4. Eğer ayın sol ucu göğe dönükse ülkede düzelme olacak.
5. Eğer ayın sol ucu yere dönükse ülkede ölümcül salgın hastalık olacak.

Boran 14
6. Eğer ayın uçları güneye dönük ve uzamış görünürse, Akad ve Elam kralı
ölecek.
7. Eğer ayın uçları kuzeye dönükse Akad kralı düşmanı yok edecek.
8. Eğer ayın uçları batıya doğru uzanmışsa yangın olacak “

Bunun dışında Hitilerde kehanet için farklı yollar vardı. Normal ya da sakat
doğumlara göre , meteorolojik olaylara göre kehanet yapmak, astrolojik
gözlemler yapmak da sıkça uygulanırdı.

Daha fazla bilgi için Dinçol, Hititler (bkz. Kaynakça) , Türkçe’de iyi bir kaynaktır.

HİTİTLERDE BÜYÜ

Hititler de dönemin diğer uygarlıkları gibi büyüye meraklı bir topluluktu.

Çeşitli konularda büyülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Cinsel büyüler, aile içi
büyüler hatta kara büyü Hititler tarafından yapılmıştır. Ayrıca kuraklık önlemek,
hastalıkları yok etmek, şans getirmek vs. için de büyüler yapılmıştır. Büyüye
çoğu zaman kurban töreni de eşlik etmektedir.

İyi amaca yönelik , tapınak rahibeleri tarafından yapılan büyüler de Hitit


kültüründe yer almıştır. Bu tür büyücülere “yaşlı kadın” denilirmiş .
(günümüzdeki cadı ya da yaşlı büyücü kavramına ne kadar tanıdık)

Kra büyü ise sonu ölüme kadar gidecek cezaları içermekteydi. Bir Hitit yasa
metninde şöyle denmektedir : (Imparati, bkz. Kaynakça)

“Eğer özgür bir adam bir yılan öldürürse


ve başka bir <adamın> adını
söylerse bir mina gümüş versin; ve eğer bir erkek köle
<ise>, işte tam o ölsün”

Bu metinden Hititler’de, birinin adını söyleyerek yılan öldürme şeklinde bir tür
kara büyü yapıldığını öğreniyoruz. Burada kişinini modeli yerine yılan
alınmaktadır. Dikkat çekici bir husus da özgür insanın öldürülmeyip sadece
köleye ölüm cezası verilmesidir. Başta ölüm cezasının herkes için olduğu
ancak sonradan sadece köleler için uygulandığı düşünülebilir.

Telipinu Fermanında da bu konu geçmektedir :

“ Eşyayı her zaman temiz tutun. Kim aile arasıda büyücülük bilirse, siz onu aile
içinde yakalayın! Onu saray kapısına4[1] getirin! Kim onu getirmezse, gelecek, O
insana kötü şeyler olacak.”

Büyü yapmak kadar büyüyü çözmek de yaygındı. Bir metinde şöyle demektedir
:

4[1]
Mahkeme

Boran 15
“ Büyülenmiş olan bu adamı şimdi ben büyüden çıkardım. Onu toprağa
geçirdim ve onu bağladım. Büyü ve fena rüya bağlanmıştır, onlar artık
yeryüzüne çıkamazlar, siyah toprak altı onları çekiyor.”

Cinsel güçsüzlükten hastalıkların tedavisine kadar bir çok olayda büyünün


sıkça kullanıldığı görülmektedir.

Aslında Hititlerde bir çok eylemin içinde büyü vardı.

Yeni bir yere ev yapılırken ya da tapınak inşaa edilirken temellerin altına bazı
sunular konulmaktaydı. Buna göre idolü konan tanrı orayı koruyacak ya da
konan madenin özelliklerini alacaktı. Örneğin temele bakır konarken şöyle
denmeliydi :

“ Bak! Bakır dayanıklı ve ölümsüz olduğu gibi bu tapınak da öyle dayanıklı


olsun ve orada kara toprakklar üzerinde ölümsüz olsun.”

Zaten tapınağı yapan da tanrılardır :

“Onu (tapınağı) erkek tanrılar marangoz gibi inşa ettiler. Fakat temel taşlarını
tanrı Telipinu alta koydu; orada onların üzerlerine duvarları bilgeliğin kralı Tanrı
Ea inşa etti. Fakat ağaç(lar) ve Taş(lar) bütün dağlardan getirildi ve toprağı
tanrıçalar getirdi. “

HİTİTLERDE ÖLÜLER KÜLTÜ

İnsanların fiziksel beden ve ruhtan oluştuğu


düşüncesi büyük olasılıkla Hititler’de de vardı ve
ruhun ölümden sonra da varolduğu ve yeraltına
gittiği düşünülmekteydi. Hatta burada ölüye
annesinin yol gösterdiği de düşünülmekteydi.
Muwatalli’den sonraki tabletlerde de ölüm gününün
“anne günü” diye anılması bu ilişkiyi
göstermektedir.

Ruhlar insanlara ancak rüyalar vasıtası ile


gözükmekteydi. Bunu dışında da ruhların ziyareti
olasıydı. Özellikle kendilerine kurban sunulmayan
ya da haksızlık sonucu öldüğü düşünülen kişilerin
ruhları yaşayanları sık sık rahatsız etmekteydi.

Tabletlerden ölülere kurban sunulduğu da anlaşılmaktadır. Ancak tabletler


genelde krallardan sözettiği için bunun doğal olduğu düşünülebilir, çünkü kral
öldükten sonra tanrı oluyordu ve tanrıya kurban sunmak gerekliydi. Bunun
yanında halktan kişilerin de ölüye kurban sundukları bilinmektedir. Bu ölüleri
yatıştırmak için olduğu gibi , Hitit ianaçlarına göre günahlar babadan oğula/kıza
geçtiği için (aynı inanç Yunan mitolojisinde de vardır), günahlardan kurtulma
amacıyla da olabiliyordu.

Boran 16
Ünal (Anadolu XIX bkz. Kaynakça) filolojik olarak ilginç bir sonuca da varmıştır
:

“ Burada Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre ‘düşünmek’


fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde
‘düşünmek’ insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması
şeklinde ifade edilmiştir. “

Hititlerde ölü gömme adetleri zaman içinde farklılaşmıştır. Eski İmparatorluk


çağında ölüler olduğu gibgi gömülürken daha sonraları yakılma ve küplere ya
da taş sandık mezarlara gömme adeti uygulanmıştır.

En önemli cenaze karal ya da karaliçenin ölümü dolayısıyla yapılmaktadır. Kınal


şöyle anlatmaktadır : (Eski Anadolu Tarihi, bkz Kaynakça)

“ Gerçekten de Boğazköy vesikaları arasında «Eğer Hattuşaş’ta büyük bir


hadise olursa,yani kral ve kraliçe tanrı olursa» etiketini taşıyan ölü metinleri ele
geçmiştir. Bu metinlere göre kral veya kraliçe tanrı olunca, büyükler onun için
ağlamaya başlardı. Hemen bir sığır kurban edilir ve ruhu için de şarapla içki
kurbanı takdim edilirdi. Aynı günü akşamında yine bir keçi kesilir ve mevta bir
arabaya konularak hususi surette kurulan bir çadıra götürülürdü. Burada tekrar
kanlı kurban ve içki kurbanı yapılırdı. Bundan sonra tablet kırılmıştır. Fakar
başka bir metinde ertesi günü ihtiyar kadınlar kızgın bir ateşi şarapla
söndürdüklerine göre, ölü geceleyin yakılmaktadır. İhtiyar kadınlar ateşten
kemik bakiyelerini toplayarak bunları içleri yağla doldurulmuş çömleklerin içine
koymakta ve balahere bu kapları mabedde, belki de Yazılıkaya’nın küçük
galerisindeki hücrelerde muhafaza etmekte idiler. “

Bu tür törenlere büyücü anlamındaki yaşlı kadının da eşlik ettiği olmaktaydı.

Ölüye sunulan eşyalar da çok zengin eşyalar olmayıp bazı süs eşyalarıydı.

HİTİT MİTOLOJİSİ

Hitilerde özgün bir mitolojiden söz etmek


oldukça güçtür. Hitit efsaneleri çok güçlü o bir
şekilde Hurri, Hatti ve Mezopotamya etkisinde
kalmıştır. Hitilerden günümüze gelen
efsanelerde bu etki açıkça görülmektedir.
Ancak bir başka gerçek de Hitit efsanelerinin
Yunan mitolojisine kadar sürekliliğini
koruduğudur.

Günümüze gelen belli başlı Hitit mitoslarına


göz atarsak bu etkileri daha iyi görebiliriz.

Boran 17
Kaybolan Tanrı Efsaneleri

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hititler bir çok doğa olayını tanrılara
bağlamakta, ancak onları, insan şekilli (antropomorfik) olarak
düşünmekteydiler.

Buna göre bir tanrı canı isterse çekip gidebiliyordu. Ancak tanrının gitmesiyle
ona bağlı olan doğa olayları da etkileniyordu.

Ele geçen metinlerden biri de Fırtına tanrısının oğlu Telipinu’nun kaybolması ile
ilgili olandır. Hatti kökenli bu efsanenin kahramanı Telipinu aslında bir tarım
tanrısıdır. Tohum ekmek, tarla sürmek, sulamak, ürünü yetiştirmek ve toplamak
gibi tarım işleri ile ilgilidir. Doğal olarak bu tanrının kaybolması bütün hayatı
etkilemiştir. Farklı versiyonlardan derlenen efsanenin ilginç bir konusu vardır.

Tanrı o kadar sinirlidir ki elbisesini ve ayakkabılarını ters giyecek kadar


sinirlenmiştir ve fırlar gider. Tanrının gitmesiyle beraber ülkede her şey değişir.
Sıkıntılar başlar :

“ Pencereleri sis doldurdu, evi duman doldurdu. Ocakta odunlar boğuldu,


ağılda koyunlar boğuldu. Koyun kuzusunu istemedi, inek buzağısını
istemedi.[…] Arpa ve buğday yetişmez oldu, sığırlar koyunlar ve insanlar gebe
kalmadılar, gebe kalanlar ise doğurmadılar. Dağlar kurudu, ağaçlar kurudu ve
çiçek açmaz oldu; otlaklar kurudu, kaynaklar kurudu.”

Tanrının gidişi o kadar etkili olmuştu ki diğer tanrılar da bundan etkilenmişti,


hatta bütün tanrıların katıldıkları bir ziyafette yiyip içmelerine rağmen açlık ve
susuzlukları geçmemişti. Bu pasajın açıklaması şu şekilde olabilir , burada
tanrıların yemesi ve içmesi kendilerine sunulan sunular olabilir, ancak bu
sunuların fayda etmedikleri görülmektedir.

En sonunda Fırtına tanrısının aklına oğlu Telipinu gelir ve iyi olan herşeyi alıp
götürdüğünü söyler, ve yüksek dağlarda Telipinu’yu araması için kartalı
gönderir. Ancak kartal Telipinu’yu bulamaz. O zaman bütün tanrıların annesi
tanrıça Hannahanna Fırtına tanrısı’na bizzat aramasını söyler. Ancak fırtına
tanrısı da başarılı olamaz. Hannahanna en sonunda bir arı gönderir. Arı
sonunda tanrıyı bulur ve onu sokarak uyandırır (bu bölüm değişik
versiyonlarda farklıdır). Telipinu daha da öfkelenir . En sonunda bir ayin
yaparak öfkesini dindirmeye karar verilir. Bu işi büyü tanrıçası Kamrušepa
yapar:

“ Ey tanrılar gidin! Şimdi tanrı Hapantali için Güneş Tanrısı’nın koyunlarını


güdün. Telipinu’nun Karaš-hububatlarını5[1] iyileştirebilmem için on iki koç
seçin. Bin küçük deliği olan bir sepeti kendim için aldım. Ve onun üstüne ben
karaš-hububatı ve Kamrušepa’nın koçlarını döktüm. Ve ben Telipinu’nun
üzerinde, şurasında burasında ateş yaktım. Ve onun kötülüğünü Telipinu’nun
vücudundan aldım. Onun günahını aldım. Onun kızgınlığını aldım. Onun
hiddetini aldım. Onun dargınlığını aldım. Onun küskünlüğünü aldım. […]
Telipinu hiddeti bırak. Öfkeyi bırak. Küskünlüğü bırak. Ve kanaldaki su nasıl

5[1]
yulaf ya da çavdar olabilir

Boran 18
geriye akmazsa, Telipinu’nun hiddeti, öfkesi ve küskünlüğü aynı şekilde geri
gelmesin. […] Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskülüğü gitsin. Ev onu
bıraksın. İçindeki...ondan kurtulsun. Pencere ondan kurtulsun. Menteşe[ondan
kurtul]sun. İç avlu ondan kurtulsun. Şehir kapısı ondan kurtulsun. Kapı ondan
kurtulsun. Kral yolu ondan kurtulsun. Meyve bahçesine, tarlaya ya da ormana o
girmesin. (Karanlık) toprağın Güneş tanrısının yoluna o gitsin. Kapıcı yedi
kapıyı açtı. Yedi (kapı) sürgüsünü çekti. Karanlık toprağın altında bronzdan
palhi kapları durur. Kapakları kurşundandır. Tutamakları ise demirdendir.
İçlerine giren bir şey, bir daha geri çıkamaz. İçlerinde mahvolur. Bundan dolayı
onlar Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskünlüğünü yakalsın ve onlar
(buraya) geri dönmesin.”

Sonuçta bu büyü etkili olur . (Başka versiyonda bu büyüyü bir insan yapmıştır.)
Telipinu’nun öfkesi diner ve evine döner. Böylece ortaklık yatışır ve eski haline
döner.

Bu efsanaye çok benzeyen bir de Fırtına Tanrısı’nın kaybolması efsanesi vardır.


Ancak ikisini aynı efsanenin değişik anlatımları olarak kabul edebiliriz.

Bu efsanelerin dışında Güneş Tanrısı’nın, Hannahanna’nın ve başka tanrıların


da kayboluş mitosları vardır. Ancak bunları aynı efsanelerin farklı yorumları
olarak düşünebiliriz.

Bu konuya dahil edebilceğimiz ilginç bir motif de Ay’ın düşme mitosudur. Hatti
kökenli bu mitosun bir ay tutulmasını mı anlattığı yolksa farklı bir ritüelden mi
bahsettiği bilinmemektedir :

“ Kaşku (Ay tanrısı) gökten düştü. Şimdi o Kilammar (tapınak) üstüne düştü.
Ancak onu kimse görmedi. Şimdi tanrı (Gök/Fırtına tanrısı) onun arkasından
yağmur saldı. Ve arkasından yağmur sağanakları gönderdi.Onu korku aldı.
Hapantalli aşağıya onun yanına gitti, o zaman onunla konuştu. Gidiyor musun?
Ne yapıyorsun? “

İlluyanka Efsanesi

Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile yılan arasındaki
savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya da Saint George
mitoslarında da gösterir. Belki de izleri daha da derindir . Bu konuda İsmet
Zeki Eyüboğlu şöyle yazmaktadır (bkz Kaynakça) :

“ Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin savaşını işleyen
bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Yılanlarla kartalların savaşını içeren
bütün masalların kaynağı budur. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka.
Yalnız adı değişmiş, Anadolu türkçesinde ejder olmuştur. Halk ona ejderha
diyor. […] İlluyanka başka başka ülkelerin halk anlaışlarına, dini inanışlarına
göre nitelikler kazanmış. Anadoluda büyük bir yılan olarak nitelendirilen
Şahmeran, onunla ilgili olalar, boğuşmalar bu eskiçağ anadolu masalının
değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. “

Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi motifinin baharın,


kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir. Bütün

Boran 19
kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı öldürmesi motifi olması bize bu
sembolün ezoterik bir açıklaması da olabileceğini düşündürtmektedir.

Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında da anlatılıyordu.


Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar :

“ Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella’ya göre (bu) göğün Fırtına
Tanrısı’nın […] için Purulli (festivali) metnidir (sözleridir). Onlar şöyle
konuştuklarında : “Ülkede büyüme (bolluk) ve gelişme (bereket) olsun. Ve eğer
(gerçekten ülkede) büyüme ve gelişme olursa, onlar Purulli festivalini kutlar. “

Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile Fırtına tanrısının


savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün
tanrıları toplar ve yardım ister.

Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler. Daha sonra
tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia adında bir ölümlü ile anlaşır
ve planın anlatır. Hupašiia, karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul
eder.

İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve onu festivale
çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki içkilerin çoğunu içer ve
sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez. Hupašiia yılanı bir ip ile
bağlar. Fırtına tanrısı da İlluianka’yı öldürür. Böylece Fırtına tanrısının sorunu
çözüme bağlanır.

İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa eder ve onu
oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için Hupašiia’nın
pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupašiia pencereden
bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler.
İnara da Hupašiia’ı öldürür.

Bu efsanenin ele geçen bir veriyonu daha vardır.

Bu versiyonda da efsane, İlluianka’nın Fırtana tanrısını yenmesi ile başlar.


Ancak bu kez İlluianka Fırtına tanrısının kalbini ve gözlerini de alır.

Fırtına tanrısı daha sonra fakir bir adamın kızı ile evlenir ve bir oğlu olur. Oğlan
büyüdüğünde İlluianka’nın kızını alır. Fırtına tanrısı öcünü almanın peşindedir :

“ Fırtına tanrısı ona (oğluna) sürekli olarak şöyle emreder : «Karının evine
(yaşamaya) gittiğinde (başlık parası olarak) kalbi(mi) ve gözleri(mi) onlardan
iste.» “

Oğlu Fırtına tanrısının istediğini yapar ve gözleri ile kalbini geri alır. Bunun
üzerine yeniden İlluianka ile döğüşe tutuşur. Ancak bu kez oğlu da yılandan
yanadır.

Fırtına tanrısı İlluianka’yı ve kendi öz oğlunu öldürür.

Boran 20
Bu iki versiyonda da ortak nokta Fırtına tanrısının yılanı öldürmesidir. Bu
efsane daha da önce belirttiğimiz gibi farklı kültürlerde farklı şekillerde
yaşamıştır.

Kumarbi Efsanesi

Hurri kökenli bu efsane, daha sonra Yunan mitolojisinde de izleri görülecek


ilginç bir efsanedir.

Bu destan bir kaç kompozisyon halinde işlenmiştir. Ancak tablelerin çoğunda


büyük kırıklar olduğu için parça parça günümüze gelmiştir.

Bu efsane , Hesiodos’un Theogonia’sını andıracak biçimde tanrı soyarından


bahsetmektedir.

“ İlk (eski) tanrılar, […] kuvvetli tanrılar işitsinler : […] Geçmiş yıllarda Alalu
(gökyüzünde) kral idi. Alalu tathta oturuyordu. Ve tanrıların önde geleni, güçlü
Anu, (hizmetçi olarak) onun huzurunda duruyordu. O, (Alalu’nun) ayaklarına
kapanıyor ve içki kaplarını, içmek için, onun eline veriyordu. “

Ancak bu durum çok uzun sürmez. Alalu gökte dokuz yıl krallık yapar. Anu,
Alalu’ya karşı ayaklanır ve onu yenerek aşağıya, karanlık toprağa gönderir ve
tahta geçer. Bu kez Kumarbi ona hizmet etmeye başlar.

Anu da dokuz yıl boyunca tahtta kalır. Dokuzuncu yılda bu kez Kumarbi Anu’ya
karşı ayaklanır ve Onunla savaşmaya başlar. Anu, Kumarbi’ye karşı koyamaz ,
kaçar :

“ Anu, Kumarbi’nin el ve ayaklarından kendini sıyırdı ve kaçtı. Anu, gökyüzüne


çıktı. (Fakat) Kumarbi onun arkasından koştu. Anu’nun ayaklarından yakaladı
ve Anu’yu gökyüzünden aşağıya çekti. (Kumarbi Anu’nun) dizini (bel altını) ve
bronza benzer Kumarbi’nin karnına bitişik erkeklik organını ısırdı. Kumarbi,
Anu’nun erkekliğini yutunca, o sevinde ve yüksek sesle güldü. Anu döndü ve
Kumarbi’ye (şöyle) söylenmeye başladı : « Erkekliğimi yuttuğun için kendi
içinden seviniyor musun? Kendi kendine sevinme! Ben sana yük (tohum)
yükledim. İlk olarak soylu Fırtına Tanrısı ile seni aşıladım (gebe bıraktım).
İkincisi dayanılmaz Aranzah nehriyle seni aşıladım. Üçüncüsü soylu Tašmišu
ile seni aşıladım. Üç dehşet tanrıyı ben sana bir yük olarak yerleştirdim. “

Anu böyle diyerek gökyüzüne gizlenir. Kumarbi ise hemen tükürür ve daha
sonra da Nippur şehrine gider. Kumarbi burada doğum için ayları sayar ve
tanrıları dünyaya getirir. Metinin buraları çok kırık olduğundan efsanenin bu
bölüm hakkında ayrıntılı bilgimiz yoktur. Ancak çıkan tanrılar da savaşa
tutuşurlar. En kuvvetlisi Teşup’tur. Hatta Teşup boğası Šeri’ye şöyle der :

“ [Artık kim benim] karşıma kavga etmeye gelebilir? [Şimdi beni kim] yenebilir?
Kumarbi bile [bana karşı çıkamaz(?)] “

Boran 21
Kırık parçalardan Anu’nun Kumarbi’nin öldürülmesini istemediğini
öğreniyoruz. Ayrıca yeryüzü de hamiledir ve ay saymaktadır ve tabletin
sonunda iki çocuk doğurur.

Tabletlerin kırık olması yüznden efsanenei tam bir versiyonu elimizde yoktur.
Yalnız anlaşıldığı kadar, efsane Mezopotamya kökenlidir. Hitiler’e Hurriler
yoluyla girmiştir.

Metinin Hesiodos’un Theogonia’sıyla benzerliği dikkat çekicidir. Hesiodos’un


bu efsaneleri Anadolu’dan aldığı düşünlebilinir. Güterbock (bkz. Kaynakça) ise
bunların Hesiodos’a Fenikeliler yoluyla da geçebileceğne dikkat çekmektedir.

Güterbock Kumarbi ismini ise şöyle açıklamaktadır :

“ Bu tanrının adı hakikî Hurricedir: sondaki –bi, Hurrice aidiyet eki –ve’dir.
Kumar sözcüğünün cins ismi mi yoksa yer adı mı olduğu ve Kumar adlı şehrin
nerede aranacağı bilinmiyor. “

Güterbock aynı zamanda Allau-anu ve Anu-Kumarbi, arasında baba oğul ilşkisi


olabileceğinin de altını çizmektedir.

Köken ne olursa olsun bu efsane Hihitlerde, daha doğrusu anadolu’da bir


nalam kazanmış ve belki de “Yunan Mucizesi” denilen safsatanın doğuşunda
rol oynamıştır.

Ullikummi Şarkısı

Ullikummi Şarkısı , konu olarak Kumarbi efsanesinin devamında Teşup’un


krallığında geçmektedir.

Burada bir parantez açıp, “şarkı” sözcüğü üzerinde durmak gerekmektedir.


Dinçol (bkz. Kaynakça) bunu şöyle açıklamaktadır :

“ Yabancı kökenli metinlerin bir özelliği, onların anadolu kökenliler gibi ayinler
içinde yer almaması, baş bölümlerinde belirtildiği gibi birer bağımsız şarkı
sayılmasıdır. Şarkı terimi bu tür edebiyat ürünleri için Ortaçağ’a kadar
kullanılmış bir sözcüktür. Germen efsanelerinden en ünlüsüne Neibelungen
Şarkısı denildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bakımdan, şarkı sözcüğünün
destan anlamında kullanılmış olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. “

Şarkı sözcüğünü de açıkladıktan sonra efsanenin konusuna bakabiliriz :


Anlaşıldığına göre Kumarbi yenilmiş ve tahtta Teşup oturmaktadır. Ancak
Kumarbi bunu hazmedemez :
“ Kumarbi aklını toparlar (düşünür). Uğursuz bir günde kötü bir insan yetiştirir.
O Teşup’a karşı kötülük planlar. O Teşup’ a karşı bir asi çıkarır. […] (Kumarbi)
eline bir asa aldı. [Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı rüzgarları koydu. O Urkiš
şehrine yola çıktı ve Soğuk Pınar’a vardı. Şimdi Soğuk Pınar’da bir kaya
bulunur : onun boyu üç fersah ve genişliği […] ve yarın fersahtır. Onun
vaginası ise […fersahtır. Onu görünce] aklı başından fırladı ve o kaya ile
sevişti. Erkeklik organını onun içine batırdı. O beş kez oldu. O on kez oldu. “

Boran 22
Tabletteki kırıklardan metnin devamı tam anlaşılamamktadır ancak, Deniz
tanrısının yardım ettiğini ve çocuğun doğduğunu öğrenebiliyoruz.
Kumarbi bu çocuğa Ullikummi adını verir :
“ Kumarbi kendi kendine söylenmeye başladı : Kader tanrıçaları ve ana
tanrıçaların bana verdiği çocuğa ne isim koyacağım. […] Varsın onun ismi
Ullikummi olsun. O krallığa gökyüzüne gitsin. Güzel Kummiia şehrini
sıkıştırsın. Teşup’a vursun. Onu saman gibi doğrasın. Onu bir karınca [gibi]
ayakları ile ezsin. “

Ullikummi sözcük olarak Kummiia’nın yıkıcısı anlamına gelmektedir. Kummiia


ise Fırtına Tanrısının kentidir. Metinden de anlaşılacağı gibi Kumarbi bu doğan
çocuğun Teşup’tan kendi intikamını almasını beklemektedir.

Kumarbi, bu çocuğun Teşup’un haberi olmadan yetişmesi için gizler, nacak


güneş tanrı vbu süratle büyüyen ve canavarlaşan çocuğu görür ve Teşup’a
haber verir.

Teşup erkek kardeşi Tašmišu ve kız kardeşi Šaušga ile Hazzi dağına gider ve
canavarı bulur. Ancak Ullikummi alt edilebilecek gibi değildir.

Kırık tabletlerden anlaşılabildiği kadarı ile Teşup savaş hazırlıkların başlamıştır.


Savaşa tutuşur, ancak başarılı olamaz. Taş canavar Ullikummi Teşup’u ve
yanındaki yetmiş tanrıyı yener.

Teşup’un kardeşi Tašmišu yenilginin haberibi Teşup’un karısı Hepat’a bildirir


ve yeniden Teşup’un yanına döner. Tašmišu, Teşup’a tanrı Ea’dan yardım
istemesini söyler. İki kardeş Ea’ya gederler. Tablet buralarda kırıktır. Ancak
onları Ubelluri ile konuşurken buluruz. Ubelluri Atlas gibi dünyayı sırtında
taşıyan bir devdir. Ullikummi de onun omuzunda büyümüştür. Ubelluri sağ
omzunda bir şey olduğunu söyleyince Ullikummi’nin orada büyüdüğü anlaşılır
ve Ea eski tarılara seslenir :

“ Eski sözleri bilen ilk tanrılar sözümü duyun. Eskiden, babadan,


büyükbabadan olan mühür evlerini tekrar açın. Ecdadımın mühürlerini
getirsinler. Onu orada mühürlesinler. Yeryüzü ve gökyüzünü
ayırdıkları(kestikleri) bakırdan eski kesici aleti getirsinler. Biz, Kumarbi’nin bir
asi olarak tanrılara karşı yüceltiği (büyüttüğü) bazalt Ullikummi’nin ayaklarını
keseceğiz. “

ullikummi’nin ayakları kesilince güçsüz kalır. Teşup ve tanrılar Ullikummi ile


savaşmaya başlar. Metnin sonu kırıktır, ama burada Teşup’un zaferinin
anlatıldığı düşünülmektedir.

Bu efsane de Yunan mitolojisindeki bazı motifleri anımsatmaktadır.

Hitit mitolojisinide kırık tabletlerle günümüze ulaşan başka efsaneler de vardır.


Biz burda en önemlilerini aldık. İleride bunlara da yer verebileceğimizi
ummaktayız.

Boran 23
FRİGLER
FRİGLER

Anadolu Uygarlıkları içinde en ilginç olanlarından biri ve Yunan


Uygarlığını en çok etkileyeni Frigler’dir diyebiliriz.

Frigler Anadolu’da Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar arasında


kalan bölgede yaşamışlardır. Bu bölgelerde Yunan toplulukları ile
karşılaşan Frigler Yunanlılar tarafından bu coğrafyanın yerli halkı
olarak görülmüşlerdir.

Aslında Yunan Uygarlığı Anadolu’dan aldığı her etkileşimi


Frigler’e bağlamıştır, çünkü Yunanlılara göre en eski halk
Frigler’dir. Herodotos bunu şöyle anlatır :

“ Mısırlılar, Psammetikos zamanından önce, kendilerini dünyanın ilk insanları


sayıyorlardı. Ama gün gelip de Psammetikos krallığı ele alınca ve ilk insanların
kimler olduğu merakına düşünce, işte o günden sonra diyorum, kendilerini
gene bütün öbürlerinin en eskisi saymakla birlikte, Phrygia’lıların kendilerinden
de eski oldukları kanısına geldiler. Psammetikos, soruşturmalarına rağmen,
dünyaya gelen ilk insanların kimler olduğunu öğrenemeyince şu çareye
başvurdu: Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk verdi, bunlar ağıla
konacak ve şöyle büyütülecekti; çoban, belli saatte keçileri alıp yanlarına
götürecek, süt içirip iyice doyuracak, sonra da kendi işlerine bakacaktı.
Psammetikos’un böyle yapmasının nedeni, çocukların viyaklamalar çağını
aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamaktı; gerçekten de öyle
oldu. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban, kapıyı açıp içeri girdi, önünde diz
üstü oturan iki çocuk, ellerini uzatarak, «Bekos» diye bağırdılar. Çoban bu sözü
ilk duyduğunda bir şey demedi, ama daha sonra da her gelişinde aynı sözü
işitince efendisine haber verdi ve isteği üzerine çocukları kendi görsün diye
aldı ona götürdü. Psammetikos kendi kulağı ile de duyduktan sonra, herhangi
bir şeye bekos adını vermiş olan insanların kimler olduklarını aramaya koyuldu;
araya taraya Phrygia’lıların ekmeğe bekos dediklerini öğrendi. Böylece ve bu
ipucuna tutunarak Mısırlılar Phrygia’lıların kendilerinden daha eski olduklarını
itiraf ettiler.” (II,2)

Zaten eski Yunan’a ait ezoterik öykülerde, çok eski zamanlarda geçtiğinin
belirtilmesi için kahraman efsanevi Frig kralı Midas olmaktadır. Böylece Midas
öyküleri eski masallar gibi kulaktan kulağa yayılmıştır.

Frig kültürü Yunan ve Roma uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.

Friglerin yaşadığı bölge İS beşinci yüzyıla kadar da Roma kaynakarında


Phrygia olarak anılmıştır.

Boran 24
FRIGLER’İN TARİHİ

Akurgal’a göre Frigler “MÖ 1190 sıralarında Anadolu’ya


gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasal
topluluk olarak MÖ 750’den sonra ortaya çıkmıştır. [...]
Hind-Avrupa kökenli oldukları hale kısa bir sürede
Anadolulaşmışlar, ve bir yandan Hellen öbür yandan Geç
Hitit etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün ve
Anadolulu bir kültür oluşturmuşlardır. “

Umar’ a göre ise “Frigler, bir çok kanıta göre, Hitit İmparatorluğunu yıkan Trak
sürüleriyle hısımlığı olan bir halktı.”

Frigler hakkında genel görüş bu yönde olmakla birlikte kökenleri tartışmalıdır.


Ancak bizim de kabul edeceğimiz görüş Friglerin Trak kökenli oldukları
yolundaki görüştür.

Trak kabileleri, bizim bugünkü Trakya’ya adını vermiş olan kabilelerdir. Bu


halkın kökeni de tartışmalıdır.

Erzen’e göre (bkz. Kaynakça) “tarihte Traklar olarak bilinen halkın memlekete
göç suretiyle gelmelerinden çok önce , çok daha seyrek de olsa , ülkenin yerli
bir halk tarafından iskan edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. En eski halkın ırk
durumu hakkında fazla bilgimiz yoktur. Aynı zamanda eski yerli halkın ülkeye
gelen göçmen Traklara karışması hakkında da bilgilerimiz az ve yetersizdir.
Bize kadar gelen belgelere göre Traklar geç antik devre kadar Kuzey Avrupa ırk
tipinin oldukça kuvvetli bir temsilcisidir. “

Trakların Kuzey Avrupa ile dil alanında da ilgileri vardır. Trak dili ve Frig dili
Hint-Avrupa dil ailesi içince Satem grubuna aittirler.

Daha kesin olmamakla birlikte Friglerin Keltlerle akraba oldukları ve ezoterik


mirası ortak paylaştıkları akla gelmektedir.

Hitit İmparatorluğu yıkılışa geçtiği yıllarda Anadolu kuzeydoğudan Kafkaslar,


batıdan da boğazlar üzerinden gelen birtakım göçmenlerin etkisine girmeye
başlamıştı. Doğudan gelenlere Muşki deniliyordu ve Elazığ yöresine
yerleşmişlerdi. Batıdan gelenler ise Brig adını taşıyorlardı. Yavaş yavaş Orta
Anadolu’ya geçen bu boylardan Frigler, Polatlı yöresine , daha doğrusu
başkentleri olacak Gordion’a varmışlardı. Uzun bir karanlık dönemden sonra,
MÖ sekizinci yüzyılda merkezi bir krallık durumuna gelen Friglerin bu
kavimlerin kaynaşmasından oluştuğu düşünülmektedir.

Bunlardan Muşkiler daha MÖ On ikinci yüzyıldan itibaren Asur belgelerinde yer


almışlardır. Hatta efsanevi Midas’a kaynaklık etmiş olduğu düşünülen Mita
adına da Hitit belgelerinde rastlanmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, ilk akınlarla Frig Krallığı kurulana
kadar geçen süredir. Hitit İmparatorluğu yıkılırken Anadolu’da ilk varlık

Boran 25
gösteren Muşkiler’dir. Ancak Frig devletinin ortaya çıkması daha çok zaman
almıştır.

Sedat Alp , bunu şöyle açıklamaktadır : (Hitit Çağında Anadolu, bkz Kaynakça)

“ Asurlular Muški ülkesinin kralı Mita’dan haberdardı. Bunun Frig kralı Midas
olduğu uzunca bir zamandan beri kabul edilmiştir. Bu eşitlikten ilk bakışta
Frigya ile yalnız Asur kaynaklarından tanınan Muški ülkesinin aynı ülke
oldukları akla gelse de, ilk kez Ekrem Akurgal’ın gösterdiği gibi Friglerin maddi
kalıntılarına MÖ 8. yüzyıldan önce Anadolu’da rastlanmadığı ve ve Muški
ülkesinin ise daha I. Tiglatpileser zamanında (tahminen MÖ 1112-1074) yukarı
Dicle bölgesinde varlığını gösterdiği göz önünde tutulursa, Frigler ile
Muškilerin aynı kavim olduklarını kabul etmek zordur. Olsa olsa Asurlular bunu
yakıştırmış olabilirler. Asurlularon Friglerden söz etmemesi dikkat çekicidir.
Belki de Friglerin siyasal açıdan Muškililer üzerinde etkili olmaları, onların
Muškililer ile ilgilendirilmelerine neden olmuştur. “

Bu belirsizliğin nedeni kuşkusuz anadolu’nun Hitit İmparatorluğunu da ykan


istilalardan sonra yaşadığı karanlık çağlardır. Bu devire “karanlık çağlar” adını
vermemizin başlıca nedeni ise elimizde yeterli belge olmayışıdır. Bir başka
nedeni ise siyasi birliğin kurulamamış olmasıdır.

Anadolu’da siyasi birlik ancak MÖ sekizinci yüzyılda kurulabilmiştir.

Bu dönem Asur kayıtlarında da Friglerele ilgili ifadelere rastlanmaktadır. MÖ


709 yılında II.Sargon’un bir yazıtında “benden önceki krallara boyun eğmeyen
Mita” diye bir ifade vardır.

Asurlarla yapılan barış anlaşmasından sonra Asur kayıtlarında Muşki kralı


Mita’nın adına rastlanmaz , ancak Frigya kralı Midas Yunan kaynaklarında
görülmeye başlar. Bir başka deyişle MÖ yedinci yüzyıldan itibaren Friglerin
Yunan halkları ile olan ilişkileri başlamış olur.

Daha öncede belirttiğimiz gibi Yunan kaynakları, kısıtlı tarih bilgileri


bakımından yeterli olmayabilir, ancak şu an için en önemli detaylı kaynak
oldukları için Frigler ile ilgili bilgilerimizin bir bölümünü bunlara dayandırmak
zorundayız.

Yunan kaynakları Friglerin ilk kralının Gordios olduğunu ve Friglerin başkenti


Gordion’un adını bu kraldan aldığını söyler. Bugün Polatlı yakınlarında
kalıntıları bulunan bu şehrin adının kökeni daha önceki Anadolu dillerinden
gelmesi ve bu ismin sonradan Hellenler tarafından uydurulmuş olması olasılığı
yüksektir. Zaten Gordios ile ilgili Yunan Arrianos’un anlattıklarından başka da
önemli bir kaynak yoktur.

Friglerin efsanevi kralları ise Midas’tır. Midas’ın tek bir kişinin adı mı yoksa
hükümdarlara verilen bir ad mı olduğuı belli değildir, ancak Mita adının da hem
Asur hem Hitit kaynaklarında varolması bu isimle en az bir kişinin hükümdarlık
yaptığını doğrulamaktadır.

Boran 26
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Midas adı pek çok efsaneye karışmıştır. Bu
efsaneler çok eski dönemleri anlatan Yunan efsaneleri olduğu gibi, gerçekten
Anadolu kökenli de olabilirler.

Bu dönemde Frigya’nın bölgede gerçekten büyük bir güç olduğuna kuşku


yoktur. Midas’ın efsanede her tuttuğunu altın yapması her ne kadar ezoterik bir
motif olsa da kökenini bu dönemdeki Frigler’in zenginlikleri için anlatılanlardan
almıştır. Midas’ın tahtını Delfoi’deki tapına adaması da bu tahtı gören
Yunanlıları Frigya’nın zenginliği karşısında şaşırtmıştır.

Bu dönemde Yunan halkları ve Frigya arasındaki ilşkiler de yoğunlaşmıştır.


Yunanların Frigya’yı en eski halk olarak görmesi de bu dönemde Yunan
haşlklarının Anadolu kültürü ile Frigler vasıtası ile ilk olarak karşılaşmasından
gelmektedir.

Ancak Frgilerin bu parlak günleri fazla sürmemiş ve Kimmer istilaları altında


Frig Devleti tarihe karışmıştır.

Ancak Frigler ve Frig kültürü Anadolu’da Roma dönemine kadar yaşamış, ve


Phrygia diye adlandırılan bu bölgede eski inançlar yaşamıştır.

FRIG DİLİ

Frigce Orta Anadolu’dan Kütahya’ya , kuzeyde Kastamonu’ya kadar yayılmıştı.


Frgice dil olarak daha çok Makedonların atalarının diline benzemektedir.
Yunanca ile benzerlikleri olsa da Makedonların atalarının dili ile olan benzerlik
kadar değildir. Bu dilin kökeni hakkında daha ortak bir görüş birliğine
varılabilmiş değildir. Bu dilin Hint-Avrupa kökenli olduğunu söyleyenlerin
yanında yerli vbir dil olduğunu da söyleyenler vardır. Frig dili İmparatorluğun
yıkılmasıyla tarihe gömülmemiş, Roma zamanına dek dağlık bölgelerede
kullanılmıştır. Anadolu’da bir çok yerde rastlanan Frig yazısı ise daha tam
olarak çözülebilmiş değildir.

FRİG İNANÇLARI

Frig inançları içinde en çok tanınmışı


kuşkusuz ana tanrıça kültüdür. Yunanlıların
Kybele olarak adlandırdıkları Frig ana
tanrıçası aslında Anadolu’nun en eski
tanrıçalarından biri olan Kubaba’dır.

Frigler Anadolu’ya geldiklerinde, kuşkusuz


karanlık çağlar boyunca, buranın yerli
kavimleriyle ilşkiye geçmiş ve bu kültü
almışlardır.

Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde


bulunan bir çok Kybele yontusu da bu kültün yaygınlığı hakkında fikir
vermektedir.

Boran 27
Frig ana tanrıça figürlerinde ana tanrıçanın başında kulebiçimli bir taç
gözükmektedir. Bu onun egemenliğinini simgesi olarak yorumlanmaktadır.

Friglerce Kubile diye de adlandırılan ana tanrıçanın Frigce bir başka ismi de
Agdistis’tir.

Tanrıça’nın en önemli tapınma yerlerinden biri bugün Sivrihisar’da bulunan


Pessinus idi. Burada , büyük olasılıkla, bir meteor olan , gökten inen tanrıça
idolünün bulunduğu yerdi. Çok uzun yıllar ana tanrıça tapımının merkeziolan
bu yer Roma döneminde dahi önemini kaybetmemiş, Romalılar, Kartaca’ya
karşı olan savaşı kazanabilmek için bu taşı MÖ 204 yılında Roma’ya
götürmüşler ve bunu Magna Mater (Ulu ana) diye adlandırmışlardır. Strabon
(MÖ 64- MÖ 21) burayı ve buradaki kültü şöyle anlatır:

“ Pessinos dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi olup, büyük saygı


gören Tanrılar Anasına ait tapınak buradadır. Ona Agdistis derler. Eski
devirlerde rahipler aynı zamanda hükümdardı ve rahipliğin sağladığı nimetleri
onlar biçiyorlardı. Fakat şimdi ticaret merkezi hâlâ ayakta durduğu halde
rahiplerin yetkileri çok azalmıştır. Kutsal bölge, Attaloslar tarafından kutsal bir
yere yakışacak şekilde, bir tapınak ve beyaz mermerlerden portikler ilave
edilerek yapılmıştır. Romalılar […] Kybele’nin kehaneti doğrultusunda oradaki
tanrıçanın heykelini almak üzere girişimde bulunarak tapınağı ünlü kılmışlardır.
Kybele’nin ismini Kybeon dağından aldığı gibi, Dindimenê ülkesi de ismini üst
tarafındaki Dindymon dağından almıştır. Yakınında Sangarios nehri akar; ve bu
nehrin üzerinde eski Phrygialılara, Midas’a, hatta kendi devrinden önce
yaşamış olan Gordias’a ve diğerlerine ait iskân kalıntılarına rastlanır, fakat bu
izler kentlere ait olmayıp, büyükçe köyler niteliğindedir.”

Strabon tabii ki burayı kendi çağının görüş açısına göre anlatmıştır. Ancak
daha sonra burada yapılan kazılar da Kybele tapınağını ve Roma kalıntılarını
açığa çıkartmıştır.

Pessinus ana tanrıça için yapılmakta olan törenlere sahne olmakta, kendini ana
tanrıçaya adayanların merkezi konumunda bulunmaktaydı. Erkekler burada
kendilerini ana tanrıçaya adamak için erkeklik oraganlarını da kesmekteydiler.

Burada aynı zamanda Attis kültü törenleri de yapılmaktaydı. Anadolu’nun ana


tanrıçası aynı zamanda toprak ana olduğundan bunu dölleyecek bir tanrıya
ihtiyaç vardı. İşte Attis Kybele’yi dölleyen tanrı idi. Ancak bu tanrı yaz sonunda
ölmekte ve böylece de doğa, tanrı ilkbaharda yeniden doğana dek uykuya
yatmaktaydı. Mezopotamya inançlarında da görülen bu motif, Kybele kültü ile
birlikte yaşamış ve Yunan mitolojisine de Adonis şeklinde geçmiştir. Bu kült
aynı zamanda da bazı gizem kültlerine kaynaklık etmiştir. Bu kültler Anadolu’da
Frig devletinin yıkılışından sonra da devam etmiştir.

Barnett, Attis efsanesinin çok ilginç bir yönüne dikkat çekmektedir: (Bkz
Kaynakça)

“ Bir uyarlamaya göre, Agdistis, Pessinus kralının damadı yakışıklı Attis’e aşık
olan, onu ve onun kentini yıkıma götüren, kendini hadım edip böylece dişi olan
iki cinsiyetli bir canavar idi. […] Öykünün çok kısaltılmış, daha yumuşak bir

Boran 28
uyarlaması, gençliğinin ve güzelliğinin baharında bir yaban domuzu avında
öldürülen Attis’e Agdistis’in duyduğu aşkı anlatmaktadır. Fakat her yıl
ilkbaharda, kendi kendini sakatlamayı içine alan coşkulu yas ritüelinin
uygulayan inananların vasıtasıyla, Attis her yıl yeniden diriltilir ve böylece
doğanın ölmüş kuvvetleri canlandırılırdı. Ritüel esnasında, heyecan öyle
yüksek bir noktaya varırdı ki, tanrıçanın en ateşli inananları kendilerini tanrıça
ve Attis’in şerefine hadım ederlerdi […] Tanrıçanın bu vahşi tapımı – ki onun
uğruna yakışıklı aşığı acı çekmiş ve ölmüştür- erkenden batıya doğru İonia’ya
süzülmüş, fakat daha yumuşak ve gerçekten daha romantik bir biçimde,
Anadolu ile bağlantılı çeşitli Hellen mitoslarında yansımıştır. Bu mitoslarda, bir
tanrıçanın aşık olduğu fakat bu aşkıyla ona talihsizlik getirdiği bir gencin
teması ortaya çıkmaktadır. “

Kybele ya da ana tanrıçaya ait kutsal yerlerin dağlarda ya da kayalıklarda


olduğuna inanılmaktaydı. Anadolu’da bu amaçla yapılmış bir çok sunak yerine
rastlanmıştır. Atrıca bu sunaklarda ve kayalarda Kybele heykelinin konulduğu
nişlere de rastlanmaktadır.

Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Midas Şehri


(Yazılıkaya) civarındaki sunaklardır. Buralarda
kayalara oyulmuş sunaklar ve özellikle de
basamaklarla çıkılan taht biçimindeki oymalar,
buraların kült merkezleri olduğunu
göstermektedir. Meşhur Midas anıtı da, içinde
yazan “MATEP” (anne) yazısının gösterdiği gibi
ana tanrıça kültünün önemli yerlerinden biridir.

Anadolu’nun başka yerlerinde de bu tip


sunaklara rastlanmaktadır. Bunların bazılarında
ise Frig yazısı da bulunmaktadır.

Frigler’de Ana Tanrıça tapımı dışında Güneş


tanrısı Sabazios ve Ay tanrısı Men tapımları da
vardı. Bunlardan Men’in özellikle eski
Anadolu’nun Ay tanrısı ile ilişkisi olduğu düşünülebilir. Hatta bu tanrının
omuzunda hilal ile gösterimleri de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu
tanrıların Frigler tarafından daha sonradan benimsendiği de düşünülebilir.

Frigler’de bunların dışında da eski Anadolu inançlarının izlerine


rastlamak olasıdır. Eski Anadolu inançlarında geçen hayvan
motiflerine Frigler de de rastlanmaktadır. Pazarlı kazılarında ele geçen
boğa ve arslan mücadelesini anlatan kaplama plakalar da bu konuda
çok anlamlıdırlar.

Boran 29
FRİGLER’DE ÖLÜ GÖMME ADETLERİ

Frigler’de başlıa iki farklı ölü gömme adeti


vardır. Soylular ve zenginler için uygulandığı
düşünülen bu tür ölü gömmelerin Frigya’da
uzun süre uygulandığı anlaşılmaktadır. Yoksul
halkın ise gömüldüğü ya da yakıldığı
düşünülmektedir. Ancak yoksul halka ait
mezarlar daha yeterli sayıda bulunamadığı için
bu konuda bir şey söylemek için erkendir.

Ölü gömme adetlerinin biri kaya mezarlarına gömme idi. Frig döneminden
kalma bir çok kaya mezarlarına rastlanmıştır. Midas şehri yakınlarında ve Frig
topraklarının büyük bölümünde kaya mezarlarına rastlanmıştır. Bazıları anıt-
mezar şeklinde olan bu kaya mezarları ne yazık ki defineciler (hatta Romalıları
da katarsak yüzyıllar boyu) ağır tahribata uğramışlardır.

Frigler’in en tanınmış ölü gömme adetleri ise tümülüsler yani tepe şeklinde
yığma mezarlardır. Gordion’da ve Ankara’da sık olmak üzere diğer Frig
şehirlerinde de rastlanılan tümülüs adetinin Frigler’e Trakya’dan geldiği
düşünülmektedir. Ahşap mezar odasının üzerine toprak yığarak oluşturulan
tümülüslerde çeşitli şekillerde yapılmışlardır.

Tümülüsler hakkında Sevin (bkz. Kaynakça) , şöyle yazmaktadır:

“ Frygia tümülüslerindeki mezar odalarının akşap konstrüksiyonu ileri bir


tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan akşap sedirler üzerinde uzatılmış,
MÖ 7.yüzyılın sonlarından itibaren de , büyük bir olasılıkla batıdan, Yunanistan
üzerinden gelen etkilerle yakılmaya başlanmıştır. Ahşap mezar odalasına ölü ve
ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra,
odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülürdü. Mezar odasının üzerine yığılan
tepenin yapımında bazı kurallara uyulması zorunluydu; aksi takdirde binlerce
ton ağırlığındaki toprak yığınının ahşap mezar odasının üzerine yapacağı
baskıyı önlemek olanaksızdı. […]Mezar odasının çatısı çatılıp, bunun üzerine
taş ve toprak yığıldıktan sonra bir daha açılması olanaksızdı. Ancak tek tehlike
mezar soyguncuları idi. Bu nedenle mezar odasının yer seçiminde dikkatli
olmak gerekiyordu. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük
tümülüslerde tam ortada, zirvenin tam altına gelen bölümdeydi. […] Alçak
tümülüslerde, mezar odasının yerini gizleyebilmek esastı ve bu nedenle mezar
odaları merkezden uzak yerlere yerleştirilirdi.”

En meşhur tümülüs kuşkusuz Midas Tümülüsü ya da diğer adıyla Büyük


Tümülüs’tür. Burada yapılan kazılarda bronz ölü eşyaları , ahşap eserler ve bir
çok arkeolojik eser bulunmuştur.

Boran 30
URARTULAR
URARTU UYGARLIĞI

URARTU TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

Urartular MÖ birinci binyılın başında , Van


Gölü ve çevresinde önemli bir devlet kuran ve
günümüze kadar buradaki uygarlıkları
etkilemiş bir kavimdir. Yapılan araştırmalar
Urartular ile Hurriler arasında akrabalık
olduğunu göstermektedir. Zaten urartu dili de
Sami ya da Hint Avrupalı bir dil olmayıp ,
Asiatik bir dil olan Hurri dili ile benzerlikler göstermektedir. Aynı zamanda Hurri
ve Urartu tanrıları arasında büyük benzerlikler vardır.

Urartular ile ilgili ilk bilgilere Asur kaynaklarında rastlanmaktadır. Asur Kralı
Salmanassar I , MÖ 1274 yılında Uruarti’ye karşı sefer yaptığını yazmaktadır.
Ancak o dönemde Urartu kavimleri daha bir devlet haline gelmemişti. Ayrıca
Tevrat’da Ağrı Dağı için kullanılan Ararat isminin de Urartu ile alakalı olduğu
kesindir. Urartular ise kendilerine Biaini’li demişler , Biane ya da Viane isminde
bugünkü Van şehrinin adı türemiştir.

Urartu ülkesi geçit vermez dağlarla dolu olduğundan kavimler ilk olarak
müstakil yerleşim birimlerinde yaşamışlar ancak , büyük olasılıkla , dışarıdan
gelen baskılarla birleşmek yoluna gitmişler ve tahminen MÖ dokuzuncu
yüzyılın başlarında krallıklarını kurmuşlardır.

Urartu Devleti’nin ve krallık sülalesinin kurucusu I.Sarduri Van Kalesi’nin ilk


kurucusudur. Buradaki ilk yazıların da Asur yazısı ile taş bloklara yazılması bu
döneme rastlar.

Bu dönemden sonra Urartular’ın genişleme dönemi başlar. Bu yıllar MÖ 810-


730, Urartular’ın en kuvvetli oldukları dönemdir. Güneyde Asur ülkesine , batıda
Hatti ülkesine yayılmışlar burada savaşlar yapmışlardır. Asur’un bu dönemde
zayıflaması da Urartular’ın işini kolaylaştırmıştır.

MÖ 730’larda Asur’un güçlenmesiye Urartu Devleti toprak kaybetmeye


başlamıştır. Bu dönemi Asur’la olan savaşlar takip etmiştir.

Ancak bu arada güç dengsi de değişmektedir. Büyüyen Med tehlikesi, Med-İskit


ittifakı ile sonuçlanmış ve bunun sonucunda da Ninova düşmüş, MÖ 605 yılında
da Asur İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Bu durum Urartu Devleti’ni de
etkilemiş ve Med ve İskit tehlikesi Urartu üzerine odaklanmıştır.

Urartu İmparatorluğu de bu saldırılara dayanamamış ve MÖ yedinci yüzyılın


sonunda tarih sahnesinden çekilmiştir. Eski Urartu kaleleri Çavuştepe ve

Boran 31
Toprakkale’de bulunan İskit tip ok uçları Urartu ülkesini İskitler’in ele
geçirdikleri yönündeki Babil tarihlerini desteklemektedir.

Urartular bölgede önemli bir uygarlık oluşturmuşlar, Urartu metal işlemecilik


sanatı çevre kültürler üzerinde etkili olmuştur. Bu gelenek bugün bile devam
etmektedir. Ancak Urartular edebiyat alanında büyük eserler vermemişler ya da
vermişlerse de henüz gün ışığına çıkmamıştır.

URARTU İNANÇLARI

Urartu Devleti feodal bir devletti ve şehirler merkezden gelen memurlarla


yönetilirdi. Yönetim böyle olmakla birlikte merkesi din de büyük önem
taşımakta devlete dini bir karakter vermekteydi.

Urartuların dinleri ve inançları hakkında bilgimiz oldukça sınırlıdır. Çivi yazısı


belgelerin içinden derlenebilenler ve kabartma resimlerden öğrenilenler ile
sınırlı bir resim oluşturulabilir. Örneğin Uratular’da büyü ve diğer benzer
inanaçlar hakkında bilgimiz yoktur.

Urartular’ın en önemli tanrısı Haldi’dir. Haldi savaşa çıkan kralı kutsayan savaş
tanrısı idi. Köken olarak bu tanrının, ilk Urartu Devleti oluşurken en güçlü olan
boyun tanrısı olduğu düşünülmektedir.

Kralalr savaşı kazanmak için haldi’ye yakarır, kazanırlarsa da diktikleri


yazıtlarda ilk Haldi’nin adını anarlardı. Yapılan binaların çoğu Haldi adına
yapılırdı.

Haldi’nin karısı ise Arubani idi. Ancak Arubani bir ana tanrıça kadar önemli
değildi.

Panteonda Haldi’den sonra gelen tanrı fırtına tanrısı olan Teişeba idi. Bunun
Hurri-Hitit tanrısı Teşup ile bir olduğu düşünülmektedir. Urartu sanatında boğa
üzerinde gösterilmiştir. Karısı Huba ise Hepat’ın karşılığı olarak
düşünülmektedir.

Üçüncü sırada ise Güneş Tanrısı Şivini vardır. Bu tanır da Asur Güneş tanrısı
Şamaş ve Hurri tanrısı Şimigi ile aynı tanrı olarak kabul edilir.

Buradan görüldüğü gibi Urartu panteonu en önemli tanrılar itibarı ile, başta
Hurri olmak üzere yabancı kavimlerin etkisindedir. Devlet dini yaratma
çabalarının yanında her kavme de dini özgürlük verilerek birlik korunmuştur.

Hurri tanrı listelerinde seksen civarında tanrı ve tanrıça ismi tespit edilmiştir.
Bunlar arasında yabancı tanrı/tanrıçalar olduğu gibi doğa olaylarını temsile den
tanrı/tanrıçalar da vardır. Yurt ve toprak tanrısı Ebani, deniz ve sular tanrısı
Suinina, tepeler ve dağlar tanrısı Arni gibi.

Kurban törenleri Urartular tarafından sık uygulanırdı. Hatta hangi tanrıya nasıl
ve ne kadar kurban verileceğine dair yazılar da vardır. Bunların dışında çeşitli
fırsatlarda , kuraklık, kıtlık,savaş gibi olaylarda kurbanlar sunulmuştur.

Boran 32
Urartu tanrı kültlerinde tapınaklar önem kazanmışlardır.

Tapınaklar içinde tanrı figürünün bulunduğu bir oda, avlu ve yan odalardan
oluşmaktaydı. Çoğu tapınak birbirine benzemektedir.

Çavuştepe’de , Aşağı kaledeki tapınağı Erzen şöyle anlatmaktadır : (Çavuştepe


I , bkz. Kaynakça)

“ Aşağı kalenin orta kesiminde geniş bir alana yayılmış durumdadır. Çavuştepe
tapınağı, Altıntepe ve ArinBerd’te de olduğu gibi, yalnızca bir cella’dan6[1] ibaret
olmayıp, depoalrı ve geniş kabul salonuyla T. Özgüç’ün ‘mabet-saray’ olarak
nitelendirdiği yapı kompleksini meydana getirmektedir. Öteki Urartu tapınakları
gibi cella, köşeleri rizalitli, kalın duvarlı ve kare bir plana sahip olup, dıştan
10x10 m, içten ise 4.50 x 4.50 m boyutlarındadır. […] Cella’nın cephesi kuzey-
doğuya bakmakta, önünde 21.50 x 21.50 m boyutlarında ve muhtemelen üç
tarafı galerili, zemini düzgün ve dörtgen yassı taşlarla döşeli bir avlu; avlunun
doğu sınırında üzeri beyaz badanalı kerpiç sekiler, kurban masası ve kuzeyde
de yuvarlak bir taş sunak yer almaktadır. […] Çavuştepe tapınağının kutsal
alanı içinde, aynen Altıntepe’de olduğu gibi, muhtemelen farklı seremonilerin
sahnelendiği üç adet kurban alanı mevcuttur.”

Ayrıca Urartular tapınakların duvarlarını da çeşitli levhaklarla süslüyorlardı.


Tapınakların içinde, avluda üç ayaklı kazanlar ve tanrı armağanlarının
konulduğu masalar, altarlar da bulunuyordu.

Urartular için açık hava tapınakları da önemliydi. Tuşpa (Van Kalesi) ve


Altıntepe’de bulunan açık hava tapınakları bunlara en iyi örneklerdir.

Tuşpa’daki açık hava tapınağında kayalara oyulmuş nişler içinde II.Sarduri’nin


askeri eylemlerini anlata iki çivi yazılı stel vardı. Bu tür stellere de tapınıldığı
düşünülmektedir.

Altıntepe’deki açık hava tapınağı ise ölü kültü ile alakalı bir steller sahasıdır.
(bkz. Özgüç , Kaynakça)

Tapınaklar aynı zamanda ekonomik merkezler de olmuşlar ve tanrı adına


hayvan beslenmiş, ekin ekilmiştir.

Urartular’da Doğa Kültleri

Daha önce de belirttiğimiz gibi , Urartular doğa olaylarına, doğal varlıklara


büyük önem vermişler hatta tanrılaştırmışlardır.

Bunun dışında urartuların su kaynaklarını, mağaraları, dağları, büyük ağaçları


ve kayalıkları kutsal saydıklarını biliyoruz.

6[1]
Kusal oda

Boran 33
Su kanaklarına yapılan balık figürleri, mağaralara yapılan resimler, hayat ağacı
fgürleri ve kaya resimleri bu doğal varlıkların kutsallığını göstermektedir.
Özellikle kayalara oyulan kapı figüleri de ilginçtir. Buralarda kurban listeleri
olması bu kapıların tanrılar ile aakalı olduğunu düşündürtmektedir.

Urartularda ayrıca hayvan tanrılar, yarı hayvan yarı insan canlılar da


resimlenmiştir. Özellikle boğa figürleri önemlidir.

Urartular’da Ölü Kültleri

Urartular da , diğer kültürler gibi ölümden sonra hayata inanmışlardı.


Urartular’dan ölü gömme ile ilgili belge bize ulaşmamıştır. Ancak arkeolojik
bulgulardan hem yakarak hem de yakmadan ölü gömdüklerini, anıtsal mezar
yaptıklarını ve ölü hediyesi bıraktıklarını biliyoruz.

Açık hava tapınaklarının da ölü kültü ile olan ilşkisini Altıntepe açık hava
tapınağı için Özgüç şöyle anlatmaktadır: (bkz. Kaynakça)

“ Bu açık hava mabedinin ölü kültü ile ilişkili olduğundan ve muayyen


zamanlarda burada toplanıldığından, dini merasimler yapıldığından şüphe
edilmemelidir. Açık hava mabedinin mâna ve plan bakımından paraleli
Urartuda, hatta bütün Anadolu’da mevcut değildir. Bu bakımdan buna
Uratuların ortaya koyduğu bir yenilik gözü ile bakılmalıdır. “

Boran 34
KAYNAKÇA

Genel Anadolu ve Hititler ile ilgili kaynaklar:


Biblia Sacra Vulgata , Deutsche Bibelgesellschaft , Stuttgart , 1983

Kitabı Mukaddes , Kitabı Mukaddes Şirketi , İstanbul , 1976

AKŞİT İlhan, Hititler, Sandoz Yayınları, İstanbul, 1981

AKTÜRE Sevgi, Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994

AKURGAL Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara,1998

AKURGAL Ekrem, Anadolu Uygarlıkları , Net Turistik Yayınlar , İstanbul , 1989

AKURGAL Ekrem, Hatti ve Hitit Uygarlıkları , Net Turistik Yayınlar , İstanbul , 1995

AKURGAL Ekrem , Hatti Uygarlığı, Remzi Oğuz Arık Armağanı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987

AKURGAL Ekrem, L’Art Hatti, Sedat Alp’e Armağan, Hittite and Other Anatolian and Near Eastern
Studies in Honour of Sedat Alp, Anadolu Medeniyetlerini Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları,
Ankara, 1992

AKYILDIZ Erhan, Taş Çağı’ndan Osmanlı’ya Anadolu, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1984

ALKIM Bahadır, Anatolia I,Form the Beginnigs to the end of the 2nd Millenium BC, Nagel Publishers,
Geneva, 1970

ALKIM Bahadır, Yesemek Taşocağı ve Heykel Atelyesinde Yapılan Kazı ve Araştırmalar, Türk Tarih
Kurumu Yaynları, Ankara, 1974

ALP Sedat, Hitit Çağında Anadolu, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2001

ALP Sedat, Hitilerde Şarkı, Müzik ve Dans/Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap, Kavaklıdere
Kültür Yayınları, Ankara,1999

ARIK Remzi Oğuz, Les Fouilles d’Alacahöyük 1935, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1937

ARIKAN Yasemin, Hitit Dini Üzerine Bir İnceleme, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Dergisi Cilt 38 Sayı 1-2, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1998

BALCIOĞLU Burhan, Bir Hitit Bayramı (EZEN-hadauri-) Hakkında Bazı İzlenimler, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi XXXIV Sayı 1-2, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1990

BALKAN Kemal, İnandık’ta 1966 Yılında Bulunan Eski Hitit Çağına Ait Bir Bağış Belgesi, Anadolu
Medeniyetleri Araştırma Vakfı Yayınları, Ankara, 1973

BALKAN Kemal , Mama Kralı Anum-Hirbi’nin Kaniş Kralı Warşama’ya Gönderdiği Mektup , Türk Tarih
Kurumu Yayınları , Ankara , 1957

BAŞDEMİR Kürşat, Eski Anadolu, Tarihsel ve Kültürel Süreklilik, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999

CERAM C.W., Tanrıların Vatanı Anadolu, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979

COŞKUN Yaşar, Boğazköy Metinlerinde Geçen Bazı Seçme Kap İsimleri, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1979

Boran 35
ÇIĞ Muazzez İlmiye, Hititler ve Hattuşa, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000

ÇUREY Ali, Hatti/Hititlerin Kökeni ve Çerkesler, Çiviyazıları, İstanbul, 2000

DARGA Muhibbe, Eski Anadoluda Kadın, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul,
1984

DARGA Muhibbe, Hitit Mimarlığı 1/ Yapı Sanatı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1985

DARGA Muhibbe, Hitit Sanatı, Akbank Kültür ve Sanat Kitapları, İstanbul, 1992

DARGA Muhibbe, Karahna Şehri Kült Envanteri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1973

DİNÇOL Ali M., Hititler, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Görsel Yayınlar,
İstanbul, 1982

DONBAZ Veysel, Sadberk Hanım Müzesi’nde Bulunan Çiviyazılı Belgeler, Sadberk Hanım Müzesi,
İstanbul, 1999

ERKUT Sedat, Hitit Çağının Önemli Kült Kenti Arinna’nın Yeri, Sedat Alp’e Armağan, Hittite and Other
Anatolian and Near Eastern Studies in Honour of Sedat Alp, Anadolu Medeniyetlerini Araştırma ve
Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara, 1992

ERTEM Hayri, Boğazköy Metinlerinde Geçen Coğrafya Adları Dizini, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1973

ERTEM Hayri, Hitit Devletinin İki Eyaleti: Pala - Tum(m)ana, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları, Ankara 1980

EYUBOĞLU İsmet Zeki, Anadolu Mitolojisi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998

EYUBOĞLU İsmet Zeki, Anadolu Uygarlığı , Der Yayınları, İstanbul, 1981

EYUBOĞLU İsmet Zeki, Tanrı Yaratan Toprak Anadolu, Sinan Yayınları, İstanbul, 1973

GONNET Hatice, Les Espaces Hittite de Sacrifice, leur Amémagement et leur Utilisation, Sedat Alp’e
Armağan, Hittite and Other Anatolian and Near Eastern Studies in Honour of Sedat Alp, Anadolu
Medeniyetlerini Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara, 1992

GÜTERBOCK H.G. , Kumarbi Efsanesi ( çev. Sedat Alp) , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1945

GUERNEY O.R. , The Hittites, Penguin Books , Middlesex , 1990 (Türkçesi : Hititler, çev. Pınar
Arpaçay, Dost Kitabevi, Ankara,2001)

IMPARATI Fiorella, Hitit Yasaları, İtalyan Kültür Heyeti Arkeoloji Araştırmaları Bölümü, Ankara, 1992

KARAUĞUZ Güngör, Hitit Mitolojisi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2001

KINAL Fürüzan , Eski Anadolu Tarihi , Türk Tarih Kurumu Yayınları , Ankara , 1987

KINAL Fürüzan , Géographie et l’Histoire des Pays d’Arzava, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Yayınları , Ankara , 1953

KUTLU Emre, Yanarlar, Afyon Yöresinde Bir Hitit Mezarlığı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
1978

Boran 36
KUTLU Emre, Hanözü: Maşat Çevresinde bir Hitit Yerleşmesi, Sedat Alp’e Armağan, Hittite and Other
Anatolian and Near Eastern Studies in Honour of Sedat Alp, Anadolu Medeniyetlerini Araştırma ve
Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara, 1992

LLOYD Seton, Türkiye’nin Tarihi, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, Tübitak Popüler Bilim
Kitapları, Ankara,1997

LLOYD Seton, Early Anatolia, Penguin Books , Middlesex,1956

LLOYD Seton, Early Highland Peoples of Anatolia, Thames and Hudson , London,1967

MACQUEEN J.G. , The Hittites and Their Contemporaries in Asia Minor , Thames and Hudson,
London, 1986

OHRİ İskender, Anadolu’nun Öyküsü, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1983

ÖZGÜÇ Tahsin, İnandıktepe, Eski Hitit Çağında Önemli Bir Kült Merkezi , Türk Tarih Kurumu
Yayınları , Ankara , 1988

SAVAŞ Savaş Özkan, Anadolu (Hitit-Luvi) Hiyeroglif Yazıtlarında Geçen Tanrı,Şahıs ve Coğrafya
Adları, Ege Yayınları, İstanbul, 1998

SEVİN Veli, Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul,1999

SEVİN Veli, Anadolu Arkeolojisinin ABC’si, Simavi Yayınları, İstanbul,1991

SEZGİNER Aydın, Hattilar ve Evren, Bilim ve Teknik, Aylık Popüler Dergi Sayı 139, Türkiye Bilimsel
ve Teknik Arştırma Kurumu, Ankara, 1979

SÜEL Aygül, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileri ile İlgili Bir Direktif Metni, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1985

TUNA Celâl, Mağaradan Kente, Anadolu’nun En Eski Yerleşim Yerleri, İletişim Yayınları, İstanbul,
2000

UNGER Eckhard, Yazılıkaya’daki Kabartmaların İzahı, Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi
Sayı II, Maarif Vekaleti, İstanbul, 1937

ÜNAL Ahmet, Boğazköy Metinleri Işığında Hititler Devri Anadolu’sunda Filolojik ve Arkeolojik Veriler
arasındaki İlişkilerden Örnekler, 1992 Yılı Anadolu Medeniyetleri Müzesi Konferansları, Anadolu
Medeniyetleri Müzesini Koruma ve Yaşatma Derneği Yayını, Ankara 1993

ÜNAL Ahmet, Hitit Sarayındaki Entrikalar Hakkında Bir Fal Metni, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983

ÜNAL Ahmet, Hititlerde Ölülere Sunulan Kurban Hakkında Bazı Düşünceler, Anadolu XIX 1975/1976,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Eski Önasya – Akdeniz Medeniyetleri Araştırma
Enstitüsü, Ankara, 1980

Frigler ile ilgili kaynaklar :

AKURGAL Ekrem , Anadolu Kültür Tarihi, TUBITAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1997

ALGAN Ertuğrul, ONGAR İrfan, Kral Midas’ın Ülkesi Frigya, Esbank Kültür Yayınları, Eskişehir ,

ALP Sedat, Hitit Çağında Anadolu, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2001

ALTUNAY Erhan , Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Gordion Gezisi El Broşürü, Ankara, 1994,

Boran 37
BARNETT R.D., Phrygia ve Demir Devrinde Anadolu Kavimleri (çev. Ömer Çapar), Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi XXXI Sayı 1-2, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987

BRIXHE Claude, LEJEUNE Michel, Corpus des Inscriptions Paléo-Phrygiennes, Editions Recherche
sur les Civilisations, Paris, 1984

ELIADE Mircea , Initiation, Rites, Sociétés Secrètes, Gallimard, Paris, 1959

ERHAT Azra , Mitoloji Sözlüğü , Remzi Kitabevi, İstanbul, 1978

ERZEN Afif, İlkçağ Tarihinde Trakya, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1994

HERODOTOS, Herodot Tarihi (çev. Müntekim Ökmen), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973

KOŞAY Hamit Zübeyr, Türk Tarih Kurumu Tarafından Yapılan Pazarlı Hafriyatı Raporu, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1941

SEVİN Veli, Frygler, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Görsel Yayınlar,
İstanbul, 1982

STRABON , Coğrafya / Anadolu, Kitap: XII, XIII, XIV (çev:Adnan Pekman), Arkeoloji ve Sanat
Yayınları , İstanbul, 1987

UMAR Bilge , Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi 1. Cilt , Ege Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek OkuluYayını,
İzmir, 1982

Urartular ile ilgili kaynaklar :

BELLİ Oktay, Urartular, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Görsel Yayınlar,
İstanbul, 1982

ÇİLİNGİROĞLU Altan, Urartu Tarihi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir, 1994

ERZEN Afif, Çavuştepe I, MÖ 7.-6. Yüzyıl Urartu Mimarlık Anıtları ve Ortaçağ Nekropolü, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1978

ERZEN Afif, Doğu Anadolu ve Urartular, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1986

GÜZELOĞLU Selçuk, Van ve Çevresine Tarihi ve Arkeolojik Bir Bakış, Biber Tanıtım, İstanbul, 1996

ÖZGÜÇ Tahsin, Altıntepe II, Mezarlar Depo Binası ve Fildişi Eserler, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1969

YILDIRIM Recep, Urartu İğneleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989

Boran 38

You might also like