You are on page 1of 32

OYUN DERGİSİ’NE

Ayşenil istifa et

ŞEHİR TİYATROLARI’NDAN

FİZİKİ SALDIRI!!!
İSTİFA EDİN!

Ayşenil İSTİFA!

1
2
OYUN/MAYIS
İÇİNDEKİLER

1 Mayıs Bildirileri Sayfa 4/5

Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk: Bir yazarın çöküşü ve tiyatral bir facia!
Oğuzcan Önver Sayfa 6/7

Ödül düzleminde şiir erkini yıkmanın anatomisi - Kırık Çırak - Ben ve


Şiir’in intikamı - Ailem(!)ve diyalektik - Şair çalar, şair oynar
Serkan Engin Sayfa 8/9/10/11/12

Afişinden alkışına, a’dan z’ye oyun olma niteliğinden yoksun “şey”leri


bize kakalayan, koyu bir inançsızlıkla sahneleri işgâl eden DT’nin suçu
artıyor!
Hilmi Bulunmaz Sayfa 13/14

“Keloğlan İş Başında” yada “Nâzım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan


Manzaraları’ndan ONBİR TABLO”
Oğuzcan Önver Sayfa 16/17

Paslanmış melodilere tutsak zamanın boynu bükük zavallı gitarı


Mesut Alptekin Sayfa 18

OYUN DERGİSİNE SALDIRI Sayfa 20/30

TİYATROYUN - MAYIS 2011 SAYI:15

Bulunmaz Kuyumculuk Yayıncılık Gösteri Sanatları Ltd.Şti adına sahibi: Hüseyin Hilmi Bulunmaz

Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Cemal Bulunmaz

Genel Yayın Yönetmeni: Oğuzcan Önver

Kocaeli Temsilcisi: Serkan Engin, 0507 284 76 02

Yönetim ve Yazışma Adresi: Alibaba Türbe Sokak, Onur Han, No: 13/8, Çemberlitaş/İstanbul
Tel: 0212 513 47 32

Baskı: Kayhan Matbaası, 0212 576 01 36

Dizgi: Oğuzcan Önver

Kapak: Mesut Alptekin

Yayın Türü: Yerel Süreli

E-Posta/İnternet Sitesi: tiyatroyun@gmail.com - tiyatroyun.blogspot.com

3
1 Mayıs İşçi Bayramı ve Dünya Devrimci Tiyatrolar Günü Bildirisi / 2011
:Devlet, sanata geçit vermiyor!

“Günlerin bugün getirdiği, baskı, zulüm ve kandır!”* 

Devletin, ezen-ezilen sınıflararası savaşta, ezenlerden yana


taraf takınmak zorunda olduğunu, hattâ, devletin, bu sınıfla-
rarası savaşta, buyruğunda bulunduğu ezenlerin kazanması
için, kasıtlı olarak ezenlerden yana davrandığını gayet iyi
biliyoruz.

Devletin, kendisine biçilen bu “ulvi” görevi, bu varoluş amacı


dışında, somut olarak baktığımızda, günümüz Türkiye’sinde,
sanata yapıtı oluşturma sürecini de, ezenlerin lehine olmak
üzere, ezilenlerin aleyhine olarak, her geçen gün hızla balta-
ladığına tanık oluyoruz.

Bu ülkede, egemenlerin sunduğu çanakların içindeki kı-


rıntıları yalamadan, birkaç yürekli kuruluş dışında, saltık
anlamda sanat yapmak, neredeyse olanaksız hâle gelmiş
durumda. Basılmamış kitapların bile sansürlenmesi, henüz
yeni dikilmiş heykellerin âdeta kurban ediliyormuşçasına
hırçınca yıkılarak “ucube” hâle getirilmesi, namuslu ve onur-
lu sanatçılara yönelik olarak LİNÇ KAMPANYASI düzenlen-
mesi, bağımsızlık yanlısı sanatçıların üzerinde otorite kurma
çılgınlığı çabası, düşünen insanların yüreğine bir zıpkın gibi
saplanıyor.

Devlet, sanatsal / toplumsal / vicdanî bir suç işlemektedir!

Derhal, sanat düşmanlarını, yıktıkları heykellerin altında bırakacak, yaktıkları kitapların ateşinde ya-
kacak sanatçılar yetişmelidir. Günümüz kapitalist üretim ilişkilerine teslim olmuş toplumunda, bunun
gerçekleşmesi çok zor görünse de, tarihten aldığımız toplumsal güçle söylüyoruz ki, halkın somut haklı-
lığı ve sanatın gerçek gücü, sanat düşmanlarının terbiye olmasını sağlayacaktır.

Sanatın tüm alanlarını olduğu gibi, tiyatro dünyasının bağırsaklarını temizlemeden, hayatın yüreği top-
lumsal duyarlılıkla atmaya başlayamayacaktır.

Sanatın tüm alanlarını yeniden icat etmek için, toplumun tüm katmanları üzerlerine düşen yaşamsal
görevin bilincine varmalı ve bu bilinçle hareket ederek, 400 yıldır dünya tiyatro sahnelerini kirleten
William Shakespeare’in ruhunu, sonsuza dek yalnızlık mezarına gömmelidir.

“Gün gelir, gün gelir, zorbalar kalmaz gider.”* 

*1 Mayıs Marşı - Sarper Özsan

4
2011 Uluslararası Dünya Tiyatro Bayramı Bildirisi: Çiçek açan
tiyatro ağacı, emekçilere meyve verecek!

Hilmi Bulunmaz

Günümüzün toplumlarında her insana, aklı başına geldiği 


           andan itibaren Shakespeare’in en büyük şair, en büyük oyun 
           yazarı olduğu ve onun yapıtlarının da mükemmelliğin 
           doruğunu oluşturduğu fikri aşılanır. 

                                                                             Lev Tolstoy

Dünya, gökten düşen üç elmanın çürümüş yarısıyla, çürümemiş yarısının mücadelesine sahne


olmayı hâlâ sürdürüyor.

Dünya, çürümüş tiyatroyla, çürümemiş tiyatronun karşıtlığına, her geçen gün yeniden ve daha
yakından tanık oluyor.

Dünya, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için savaşım veren ceset hâline gelmiş
tiyatrocularla, emekçilerin iktidara yürümesi için ömrünü yatıran tiyatro sanatçılarının amansız
kavgasıyla derinden sarsılıyor.

Dünya, bir yandan, William Shakespeare’in sahte diline dört yüz yıldır sarılan sahte tiyatroculara
yaşam olanağı tanırken, bir yandan da, bu duygu sahteciliğine karşı müthiş bir direnç gösteren dev-
rimci tiyatroculara yardım ve yataklık ediyor.

Dünya, Shakespeare’i bir tabu olarak gören dangalakların soluklarına aldırmanın yanı sıra, Lev
Tolstoy tarafından kaleme alınmış “Shakespeare ve Dram Sanatı Üzerine” adlı yapıtın yardımıyla
hayata ve sanata müdahale edenlerin halkçı sevinçlerine de olanak sağlıyor.

Dünya, tiyatroyu, emperyalist düşüncelerle ‘‘27 Mart Dünya Tiyatro Günü’’ kıskacına tutsak etmek
isteyen kapitalist tiyatrocularla, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı, 1 Mayıs Tiyatro Bayramı ile taçlandı-
rıp, “1 Mayıs İşçi ve Tiyatro Bayramı” adıyla dayatan sosyalist sanatçıların çekişmesini izlemenin
haklı gururunu yaşıyor.

Dünya, 1 Mayıs’ta İşçi Bayramı’nı kutlarken, biz sosyalist tiyatrocular, bu bayramın köklü
geçmişini içselleştirmekle birlikte, bu şanlı günü Tiyatro Bayramı olarak da kutlamanın sevincini
yaşıyoruz.

5
‘‘Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk’’
Bir yazarın çöküşü ve tiyatral bir facia!
Oğuzcan Önver oguzcanonver@gmail.com
andıran “bir şey” yazmış; ‘‘Kendi Kendine Konuş-
maktır Aşk’’... Bu “bir şey”, tiyatral bir metin olmaya
çalışılmış; ama kesinlikle başarılamamış, düzeysiz,
popüler kültür için kaybolmaya mahkûm, şehvet
duygusuna hizmet eden, seyirciyle iletişimi zayıf
“bir şey” yada daha iyimser bir söylemle bir yazı de-
nemesi. Oyunda; sevgilisini bekleyen adamın küçük
burjuva buhranlarını, geçmişindeki kadınlarla he-
saplaşmasını izliyoruz. “14 Şubat Sevgililer Günü”
düzlemine oturtulmuş, piyasada bolca bulunan “Issız
Adam”, “Kaybedenler Kulubü’’ benzeri filmlere
özenen, zâten ondan önce defalarca anlatılmış bir
öyküyü tekrar tekrar, temcit pilavı gibi bayat ve kok-
muş bir konuyu önümüze süren Cezmi Ersöz, yazın-
sal hayatında kendini yinelemekten kurtulamamış
bir yazar. Sürekli olarak aynı türde aşk şiirleri, aşk
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun (İDT) Küçük
yazıları yazarak mutsuz geçirilen bir hayatın izini
Sahne’sinde, Cezmi Ersöz’ün yazdığı(!), Serap
sürüyor Cezmi Ersöz. ‘‘Dervişin fikri neyse zikri de
Eyüboğlu’nun yönettiği(!), Kürşat Alnıaçık’ın oy-
odur.” derler. Cezmi Ersöz de, hayatını, yazdıkların-
nadığı(!) ‘‘Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk” adlı
daki gibi geçiren, dünya edebiyatını bırakın bir yana,
oyunumsu şaklabanlığı, Bulunmaz Tiyatro Kurucusu
Türkiye edebiyatına bile elle tutulur bir kuramsal
ve Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Bulunmaz,
katkı yapamamış bir ‘‘piyasa’’ yazarı. Yazdığı oyunu
Bulunmaz Tiyatro sanatçılarından Ahmet Özkara
Devlet Tiyatroları’na satmış bir vazgeçen/yenilen/
ve Mesut Alptekin›le izledim. Atlas Pasajı içindeki
kaybetmiş. Onun, gençliğinde solcu olduğuna dair
Küçük Sahne’nin adına kanıp da, buranın bir «sah-
bilgilerimiz var ve bu soldan kopuş onu sonu gel-
ne» olduğunu sakın düşünmeyin. Burası, bir sahne
mez bir çaresizliğe sürüklemiş anlaşılan. Yazarın,
olabilme düzeyine erişememiş, küçük değil, küçü-
oyundaki kahramana söylettiği; ‘‘Bizi örgüt ayırdı’’,
cük bir konserve kutusunu andıran ‘‘ucube’’ bir yer.
‘‘Devrim sürecindeyiz, bu tip şeylerin sırası değil.
Küçük Sahne; sıkış tıkış oturma zorunda kaldığımız,
Gençliğim gitti devrim diye diye.’’ cümleleri ve diğer
koltukların Konya Ovası gibi dümdüz uzandığı ve
birkaç sola dokundurma/solu eleştirme çabaları, oyu-
bu yüzden, birazcık uzun boylu bir izleyicinin, arka
nu karşı-devrimci bir oyun haline getiriyor. Cezmi
sıralardan, sahneyi/oyuncuları/dekoru görmekte zor-
Ersöz, keşke solla hesaplaşmasını daha dürüst, daha
lanabileceği bir yapıya sahip.
cesurca, daha tutarlı yapsaydı. Daha ciddi bir oyunla,
bir makaleyle bunu yapabilirdi. Kolayına kaçıp ‘‘Bizi
Küçük Sahne›nin, tamamıyla tiyatral yaşayış bi-
örgüt ayırdı.’’ deyip tüm solu karalamaya çalışması,
çimine aykırı bir yer olduğunu duyumsamak bile
zavallı bir çaba.
işlerin, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
övündüğü gibi ‘‘55 yılda açılan tiyatro sayısından
Oyuncu Kürşat Alnıaçık, bazı bölümlerde gayretli
fazla tiyatro açıldı benim dönemimde, bu ülkede’’
de olsa, bu oyuna uygun bir oyuncu değildi. Hem
olmadığını anlama konusunda bize yeter. Önemli
fiziksel açıdan, hem de rolü içselleştirme açısından,
olan, sahne sayısını artırmak değil, sahneleri, tiyatral
oyuna yabancıydı. Biz de, doğal olarak, bu yabancı-
anlamda verimli hâle getirmektir. Oyunları sağlıklı
laşmadan nasibimizi aldık ve oyunda bize herhangi
izleyemeyeceğimiz yüzlerce sahne olmaktansa, oyu-
bir duygu parçacıcığı dahi geçmedi. Oyunun dans
nu yaşayabileceğimiz onlarca sahne olsun, daha iyi.
bölümünde yaptığı; deli danalar gibi tepinmeler,
Oyun görünümlü oyuna gelirsek; Cezmi Ersöz, orasını burasını açmalar, saçma sapan hareketler iz-
Samuel Beckett’in ‘‘Godot’u Beklerken’’ oyununu leyiciler arasında gülüşmelere neden oldu. Bu dansın
6
dramatik bir nitelikte olması gerekirken, izleyicilerin Yöneten: Serap Eyüboğlu
dansla alay etmesi, oyuncunun mu, yönetmenin mi
başarısızlığı karar veremedim. Oyunun ilk yarım sa- Dekor Tasarım: Serpil Tezcan
ati bittiğinde, izleyicilerden biri, 40-50 yaşlarında bir
Giysi Tasarım: Serpil Tezcan
adam, hışımla ayağa kalktı; ‘‘Amına koyayım böyle
işin’’ dedi ve salonu sertçe terk etti! Bu olay, tam da Işık Tasarım: Ayhan Güldağları
bu dans sırasında gerçekleşti. Dansın ne kadar berbat
olduğunu sanırım, biraz olsun anlatmıştır bu durum. Müzik: Vedat Sakman

Yönetmenin oyuna hiçbir katkısı yok gibiydi, bir- Hareket Düzeni: Kürşat Alnıaçık
kaç basit ve işlevsiz dekor, çok sönük bir kurgu ile
varlığıyla yokluğu birdi. İDT için böyle bir oyunu Sahne Amiri: İlker Temür
oynamak keyifsiz olmalı. Dünyada ve ülkemizde
Kondüvit: Emre Akgül
onca oyun sahne bulmayı beklerken, böyle zayıf bir
oyunla izleyici karşısına çıkmak, iyi oyun yazarları- Işık Kumanda: Kaan Eman
na haksızlıktır, toplumsal bir suçtur. Ben, duyarlı iz-
leyicilerin vicdanlarına, bu konu hakkındaki tiyatral Rol Dağılımı:
suç duyurusunu yapıyorum.
Kürşat Alnıaçık, İsmail Kavrakoğlu
Bakın, “Tolstoy Baba” ne diyor;
Konu:
“Cinsî ihtiraslar, uygarlık maskesiyle örtülmeye ça-
Cezmi Ersöz’den türünü son derece iyi yansıtan bir
lışılan müthiş bir hastalıktır.”
oyun:
Oyun boyunca “karakter”in yaşadığı tüm cinsel Sevgililer gününde kız arkadaşını bekleyen bir adam,
ihtiraslar, onun mutsuz olmasına ve acı çekmesine gelmeyen sevgili ve gelmiş geçmiş tüm kadınlarla
neden olmuyor mu? Doğal olmayan cinsel istekler, hesaplaşmaya varan bir süreç… Pişmanlık duymak,
şehvet duygusunun sınırı aşması, insana acı verir. gerçekten değişmekten kolay mıdır?”
Tüm oyunu, tüm yazın hayatını, tüm yaşam amacını
bu tür bir zemine oturtan yazar da, tüm hayatı bo- Kaynak: Devlet Tiyatroları
yunca acıdan ve bunalımdan asla kurtulamaz.

Cezmi Ersöz’ün hatâsı; henüz kendi sorunlarını çö-


zemeden, sol adına büyük lâflar edip, sonra da, hiç
de öyle bir gücü ve hakkı olmamasına karşın, solu
eleştirme çabasıdır.

“Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk” Mayıs ayı içinde


de, İDT Küçük Sahne’de oynanmaya devam edecek.
Bakalım İDT, ne zaman kendine çeki düzen vermeye
başlayacak?

“Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk’’

1perde / 1 Saat 10 Dakika

(Uyarı: 14 yaşın altındaki seyircilerimizin izlemesi


tavsiye edilmez)

Yazan: Cezmi Ersöz

7
Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi
Serkan Engin sekoengo@gmail.com

Ö düllendirmek, üst konumundaki biri ya da biri-


lerinin, ast konumundaki biri ya da birilerine övgü ler. Tıpkı istediği eylemi yapan köpeğe kuru mama
lütuf etmesidir. Yani her şeyden önce iki birey ara- “sunan” ve ödül talep eden köpeğe karşı “üst” konu-
sında hiyerarşi kurar ki hiyerarşi insani değildir, do- munda bulunan “sahip” insanın durumundaki gibi.
layısıyla ödüllendirmek ve ödül beklemek de insani Dolayısıyla bir şiir ödülü almayı talep edenler, ödül
bir eylem değildir. verenlere, bu talepleriyle bir erk alanı sağlar ve bu
alana tabi olurlar. Politik bağlamda da erki yaratan,
Sahibinden daha doğrusu kendisini sahibi olarak gene kendi başlarında bir politik erk bulunmasını
gören insandan ona uygun eylem sergilediği için bir talep edenlerdir zaten. Ancak toplumdaki bireyler
köpeğin “ödül” beklemesi, kendi yapısı açısından erkperestliği aşmaya başladıkça, sınıfsız bir dünya
anlaşılabilir bir durumdur, oysa insani eylemin temel kurulması yönünde adımlar atılabilir. 
ölçütü, herkese göz hizasında bakıp kalp hizasında
sevebilmek, yani kimseyi üst ya da ast saymamak, Ödül talep edenlerin varlığıyla, ödül verenlerin şiir
herkesi kendiyle eşit düzlemde görüp buna göre erki oluşur, oysa şiir muhalif duran/durması gereken
hareket etmektir. Oysa ödül beklediğiniz zaman, oto- ve şiir erki başta olmak üzere her türlü erke muhalif
matikman ödül veren özneleri üst, kendinizi ast ko- tavır sergilemesi gereken bir olgudur. Ancak bu şe-
numuna getirirsiniz, kendinizi eşitlik çizgisinin altı- kilde sanatın eleştirme, sorgulama ve toplumsal de-
na, ödül veren özneleri de çizginin üstüne çekersiniz, vingenliğe katkı işlevi gerçekleştirilebilir. Şiir erkine
yani fırlatılan topu sahibine getirdiği için ödül olarak tabi olmak, pekâlâ politik erke tabi olmayı da getirir
kuru mama bekleyen köpekten farkınız kalmaz.  ki şair özne, politik erki elinde bulunduranlar, kendi
ideolojik algısında olsa dahi toplumun muhalif sesi
Bu açıdan ele alındığında, tek tek şiirlere ya da şiir olmak adına, sanatın ve dolayısıyla şiirin eleştirme/
dosyaları veya şiir kitaplarına verilen ödüllerin hem sorgulama/toplumsal devingenliğe katkı işlevi açı-
ödül talep eden hem de ödül verenler açısından, in- sından politik erkten uzak durmalıdır. Dolayısıyla
sanın insana üstünlüğünün olamayacağı, aralarında şiir ödülü sunan ya da talep eden şairler, en baştan
hiyerarşi kurulmaması gerektiği temelindeki insani sanatın ve şiirin temel yapısına, asli işlevine, birincil
öze aykırılığı ortaya çıkar.  niteliğine aykırı hareket ederler.

Yani şiir ödülü vermek ya da almak her iki taraf için


Ödül veren özneler, “sunan” taraf olduğu, ödül talep de hem insani öze hem de sanatın ve şiirin temel ni-
edenlerle aralarında kurulan hiyerarşik yapıda “üst” teliğine aykırı bir eylemdir.
konumunda oldukları için bir erk gücü elde eder-

8
Buraya kadarki şiir ödülü irdelemesi, idealize edil- değerlendirmesi ise elbette değerlendiren öznelerin
miş, yani kendi içinde tutarlı ve kendi koyduğu çiz- öznel algılarından bağımsız olamaz, çünkü hiçbir
giler dahilinde ödül veren ödül mekanizmaları baz nesnel amaçlı değerlendirme, öznel algıdan bağımsız
alınarak yapılmıştır. Yani, şiir ödülü sunan tarafın, değildir. Burada “nesnel ölçütler” derken, o sanat di-
kendi ilkelerini ortaya koyup bu ilkelere uygun ola- siplinin diyalektik gereği tarihsel değişim/dönüşüm
rak ödül talep ederek şiirlerini gönderenlerin eserle- sürecinde geçirdiği aşamalar sonucu bugün geldiği
rini, şiir sanatının günümüzdeki nesnel ölçütleri, şiir konumu ile ortaya çıkan niteliksel özelliklerine vur-
ödülü şartnamesinin içeriği ve eğer varsa adına ödül gu yapılmakla birlikte, bu ölçütler pozitif bilimler-
verilen şairin poetik algısına paralellik temelinde deki gibi sayısal veriler ve ölçümlerle somutlanabilir
değerlendirdiği varsayılmaktadır. Oysaki pratikte du- olmadığından, jüri üyelerinin öznel algılarına dayalı
rumun böyle olmadığı, şiirle az çok ilintisi bulunan yorumlarının eserin değerlendirilmesine etkisi yadsı-
herkes tarafından bilinmektedir. Geçmişten bugüne, namaz.
şiir ödüllerinin verilmesinde yaşanan pek çok olum-
suzluğun varlığı sürekli gündeme gelmiştir. Ödülle- Bir şiir ile bir başka şiiri niteliksel olarak kıyasla-
rin verilmesinde şeyh-mürit, baba-oğul, ahbap çavuş mak, temelde bir atı diğeri ile hız üzerinden kıyas-
hatta sevgili-metres ilişkilerinin belirleyici olduğu ya lamak ile aynı düzlemde, kapitalist ekonominin
da para ödülü olan kimi ödüllerin ekonomik destek rekabetçi algısına koşuttur. Kaldı ki at yarışında, hız
amaçlı olarak durumu kötü olan ve elbette “tanıdık, üzerinden iki atın kıyaslanmasının yarışı izleyen-
eş-dost” şaire verildiği ya da sosyalist bir şair adına lerin öznel algısından bağımsız nesnel bir sonucu
konmuş bir ödülün post-modernist bir şaire verilmesi vardır, yani atlardan biri ötekini geçer ve izleyici
gibi ödülün kendisini hiçleyen eylemler sıkça ve sü- öznelerden bağımsız olarak kıyaslama kendi sonu-
rekli yaşanmaktadır. Yani şiir ödülü talep edenlerin cunu doğurur. Sanat eserinin “yarıştırılmasında”
şiir ödülü verenlere sağladığı şiir erki, ödül veren ise, idealize edilmiş bir yarışmada dahi, eserleri de-
özneler tarafından kendi çıkar ve keyfiyetlerine göre ğerlendirenlerin öznel algısı kıyas mekanizmasına
kötüye kullanılmakta ve idealize edilmiş ödül meka- dâhil olacağı, hatta ağır basacağı için kıyaslamanın
nizmasından daha kötü bir tablo ortaya çıkmaktadır. kendi nesnel sonucunu doğurmasından söz edilemez.
Böylece insani özden iyice uzaklaşılan, şiirin küçük Cengiz Gündoğdu’nun “Sanatta Star Sistemi” yazı-
kirli çıkarlara alet edildiği ve şiir erkinin gücüyle, sında (Varlık Dergisi, Temmuz 1984) belirttiği gibi,
şiirin ve şairlerin yönlendirilmeye çalışıldığı bir du- kendi yapısı gereği sürekli kâr marjını arttırmayı
rum var olmaktadır. Özellikle ödül veren öznelerin hedefleyen kapitalizmin, mal olarak gördüğü sanat
(jüri üyelerinin) çoğunun her sene aynı ödülün jüri eserlerini “piyasada” palazlandırmak için ödül kav-
üyesi olmaları, hatta bazı şairlerin pek çok farklı ramını da araç olarak kullandığı, bilinen bir durum-
ödülün jüri ekibinde yer almaları, edindikleri şiir er- dur ki bunun “çok satan” roman türü düzlemindeki
kiyle, kendi egolarını beslemek amacıyla mürit edi- etkileri yıllardır görülmektedir. Şiir bugün “satan”
nebilmelerini sağlamakta ve özellikle genç şairlerin, bir yazınsal tür değil, dolayısıyla kapitalizm için kâr
jürinin poetik algısına uygun şiirler yazmaları yö- unsuru olarak roman kadar iştah açıcı değil. Bugün
nünde yönlendirilmesi sonucunu da doğurmaktadır. sadece yayınevlerinin (ne acıdır ki “solcu” geçinen
Böylece jüridekiler, kendi şiir algılarına ivme kazan- kimi yayınevleri de dahil) şair üzerinden kâr elde
dırma yetisi elde etmektedirler, elbette şiir erkini var ettiği, kitabın maliyetinin üstüne yüzde yüz kâr ek-
eden ve besleyen ödül talep ediciler sayesinde. lenip şairden alınarak şiir kitaplarının basıldığı bir
“şiir kitabı piyasası” var ki bu da bir başka derinlikli
Sanat eserinin bir başka eserle “yarıştırılması” ise bir bir tartışma konusu elbette. Bugün “satmayan” hatta
başka ve çok yönlü, derinlikli bir tartışma konusu. “hiç satmayan “ yazınsal tür olan şiir, ilerde roman
Ontolojik bağlamda her sanat eserin biricikliği ve gibi “satan” bir tür haline gelirse, hiç şüphesiz kapi-
bir başka eser ile niteliksel açıdan kıyaslanmasının talizm, romanda olduğu gibi şiirde de ödül mekaniz-
sakat bir tavır olmasına vurgu yapan Cengiz Gün- masını, satışları arttırmak ve böylece yüksek kâr elde
doğdu’nun şiir yarışmaları/ödülleri ile ilgili yazıları etmek için kullanacak, “piyasada çok satması muhte-
ve İonna Kuçuradi’nin “değer” kavramı ve “bir mel” şiir kitaplarına ödül verilmesi, belirleyici unsur
sanat eserinin değerlendirilmesi” ile ilgili yazıları, olmaya başlayacak ve yazılan şiirlerin niteliği de bu
bu konuda açımlayıcı ve tartışma alanını genişletici ödüllere tabi şiir yazanlar tarafından “piyasaya” göre
olacaktır. belirlenecektir. Bugün “rekabetçi” mantaliteyle ku-
rulan ödül mekanizmasını reddetmeyen şairler de o
İdealize edilmiş bir şiir “yarışmasında”, yani kendi koşullarda, şiiri “piyasa için üretilen meta” konumu-
paradigması içinde referans aldığı politik ve poetik na getiren tavra koşut davranacaklardır.
düzlemde, jüri üyelerinin, şiirin nesnel ölçütlerine
göre yarışmaya katılan ya da aday gösterilen şiirleri Mevcut durumun değişmesinin ilk adımı olarak, tüm
9
şairlerin önce insan olarak kendi öz benliklerine ve şiire saygı gereği şiir ödülü kavramını toptan reddetmesi,
böylece kendilerinin ödül talep eden olarak “ast”, ödül verenlerin de “üst” konumuna gelmesine, böylelikle
aralarında insan onuruna aykırı olarak bir hiyerarşik yapı kurulmasına, bu sayede bir şiir erki mekanizma-
sının kurulmasına ve bunun, erki elinde bulunduranlar tarafından kişisel çıkar ve amaçlarına yönelik olarak
kullanılmasına, şiirin poetik ve politik düzlemde muhalif tavrına aykırı şekilde yönlendirilmesine, sanat ese-
rinin kapitalist ekonomi anlayışına koşut “rekabetçi” algıyla “yarıştırılmasına” itiraz etmeleri gerekmektedir.

Özcesi, ödül düzleminde şiir erkinin yıkılması, şiire ve insan onuruna saygı gereğidir.

Serkan Engin
Ocak 2011

kırık çırak
kalbimi çekiç yaptım da düzeltemedim
hayatımın eğri büğrü kaportasını
ezikliğini bana kusuyor ustam
üstüpü gibi harcıyor çocukluğumu

kaynak tutmuyor heveslerim


dünden yarına kırılmışım
‘senin failin devlettir’ diyorlar
‘üreme bonkörü ailen bir de’

- sahi devlet’e nasıl gidilir abi?

dövüyorlar düşlerimin misket mavisini


küfre ve tütüne bulandı masumiyetim
bir işbaşı bile almadılar
abimin küçüklüğüdür giydiğim

egzoz dumanı siniyor umutlarımın körpeliğine


tebeşir tozu ağartacağına aklımı
acının çelik dikenleri batıyor kalbime
avuçlarım zaten nasır tarlası

- doğru söyle abi bana yakışırdı di’mi ?


okul önlüğü mavisiyle kırmızı sırt çantası

Serkan Engin

10
ŞAİR ÇALAR, ŞAİR OYNAR

Şairlerin hali çok acıklı doğrusu. Bazen traji-komik


duruma da gelebiliyor. Çünkü, şiir okuru falan yok
bu ülkede, kayda değer sayıda. Bu yüzden de şairler
kendileri çalıp kendileri oynuyorlar ne acıdır ki.
“Ne büsbütün içinde ne tamamen dışında” olduğum
şair ortamına, artık acıyarak bakmaya başladım açık-
çası.
Ece Ayhan, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi büyük
şairlerin şiir kitapları bile, senede bin tane satılmıyor.
Bildiğim kadarıyla, istisna olarak, sadece Nâzım
Hikmet ve Yılmaz Odabaşı’nın şiir kitaplarının satı-
şı, yıl içinde birkaç bin sayısına ulaşabiliyor. Edebi-
yat dergilerinde düzenli olarak şiir yayımlatan, şiir
yıllıklarına giren şairlerin çok ünlü olanlarının dı-
şındaki şairler, yayınevlerine kendi ceplerinden para
vererek kitaplarını bastırmak zorunda kalıyorlar. O
kitaplar da ancak 500 tane basılabiliyor, satmayacağı
için. Dağıtımcıların çoğu, satılmadığı için, bu kitap-
BEN VE ŞİİR’İN İNTİKAMI ları dağıtmaya yanaşmıyor. Kitapçıların çoğu da şiir
kitapları satılmadığı için, çok ünlü ve satan şairlerin
BEN, ‘‘KÖTÜ YOL’’ A DÜŞÜRÜLMÜŞ, KÜÇÜK, kitapları dışındaki şiir kitaplarını almak istemiyor.
KİRLİ ÇIKARLARA ALET EDİLMİŞ, ÖRSELEN-
MİŞ, ZULME UĞRATILMIŞ “ŞİİR’İN İNTİKAMI- Aynı zamanda tanınmış bir edebiyat dergisinin de
YIM”! sahibi olan bir yayınevi sahibinin bizzat ağzından
dinlediğim üzere, sene içinde, sadece üç şairin kita-
BEN KİTAPSIZ ÖLDÜRDÜĞÜNÜZ ZAFER EKİN bını, seçerek yayımlıyorlar ve o kitapları da 500 tane
KARABAY İLE ÖZGE DİRİK’İN HORTLAĞI- basıyorlardı ancak. Bu 500 kitabın 50 tanesi, kitabın
YIM! sahibi şaire veriliyor, eşe dosta imzalı olarak versin,
imza günlerinde kullansın, arşiv yapsın diye. 50
BEN FAŞİZMİN KURŞUNA DİZDİĞİ NİKOL tanesini de yayınevi kendi arşivi için saklıyor. 200
VAPTSAROV’UN GÖZLERİNDEKİ SON KÜ- tane kadarı da kitabın sahibi olan şair ve yayınevi
FÜRLÜ BAKIŞIM! tarafından diğer şairlere ve kitabın tanıtımı yapma-
larını umdukları, basın-yayın organlarındaki belirli
BEN ÖDÜLLERİNİZE, YAYINEVLERİNİZE,
DERGİLERİNİZE, YILLIKLARINIZA, ANTO- kişilere yollanıyor. 50 tanesi ise, zorla kütüphanelere
LOJİLERİNİZE SÜMÜĞÜNÜ BİLE ATMAYAN kakalanmaya çalışılıyor. Toplam sayı ne etti: 350.
ADAMIM! Geriye ne kaldı 500 kitaptan: 150. İşte bu kalan 150
kitap, dağıtımcı bulunursa, dükkânına almayı kabul
BEN ŞİİR BARONLARININ, KÖÇEKLERİNİN, eden kitapçılar çıkarsa, uzun yıllar boyu tükenmek
KAPIKULLARININ ÇANINA OT TIKAMAK ÜZ- bilmiyor raflarda.
REYİM Kİ ANCAK VE ANCAK ‘‘BEN ÖLÜNCE
İL DURULUR’’! 500 tane basılan şiir kitabının yaklaşık 200 tane-
si, diğer şairlere yollandığına göre, şairler sadece
BEN TEK KİŞİYİM BELKİ BUGÜN, BELKİ birbirlerine şiir yazıyorlar ne acıdır ki. Şiir kitabı
BİRKAÇ KİŞİ, AMA TARİHİN ÖNÜNDE CEMİ çıkartıp imzalayarak birbirlerine yollamaktan öteye
CÜMLENİZİ ÇÖPE ATACAK SELLERCE ADA- geçemeyip şiir okuruna ulaşamıyorlar, kayda değer
MIN İÇİNDE BİR DAMLAYIM!
sayıda şiir okuru olmadığı için. Edebiyat dergilerin-
de de durum farklı değil. Satılabilen bir iki edebiyat
dergisini alanlar, sadece şairler, kendini şair sananlar
ve çok az sayıdaki sıkı şiir okuru. Diğer dergiler ise,
dergiyi çıkartanlar tarafından şairlere ve diğer dergi-
11
cilere yollanıyor çoğunlukla. Yani, bu dergiciler de
birbirlerine kendi dergilerini yollamaktan öteye ge-
çemeyip olmayan şiir okuruna ulaşamıyorlar. Yani,
artık şiir, şairler arasında bir kapalı devre yayına,
kendi aralarında bir oyuna dönüşmüş durumda. Ne
acıdır ki şairlerin pek çoğu da birbirlerini okumuyor, Ailem(!) ve Diyalektik
bilindiği üzere.
kendime koştukça azaldığımdır babam
Şiir dinletilerin durumu da çok acıklı, hatta üniver-
sitelerde düzenlenen dinletilerin durumu da böyle ne donanıp tepeden tırnağa güneş çiçekleriyle
yazık ki. İstanbul dâhil olmak üzere, tüm şehirlerde
düzenlenen şiir dinletilerine, konuk olarak çağrılan kıvrımsız beyninde serbest salınım yapan
şairlerin dışında, sadece diğer şairler, kendini şair sa- meşin yuvarlak ve bira
nanlar ve birkaç eş dost katılıyor. Kazara, ekstradan
bir iki şiir okurunun gelmesi halinde ise büyük olay polis’ten ve allah’tan eşdeğer korkulu
yaşanıyor doğrusu. Barlarda düzenlenen şiir dinleti-
leri bir yana, üniversitelerde düzenlenen şiir dinletisi, kendini hiçliğe büyüttüğünü bile bilmeyen
şiir paneli, şiir kongresi gibi etkinliklerde de durum
aynı. Birkaç sene önce, Kocaeli Üniversitesi’nde,
başta Refik Durbaş olmak üzere, Seyyit Nezir, Baki - ulan burası Nasıra mı yoksa İzmit
Ayhan T., Arife Kalender gibi bilinen şairlerin konuk
olup kürsüde şiir üzerine söyleşi yaptıkları dinletiye, gençliğimi çarmıha geren babam ve pragmatizm
sadece, İzmit’teki birkaç şair ve kendi şair sanan
birkaç kişi katılmıştı mesela. Hatta, etkinliği düzen-
leyen İhsan Topçu, kürsüye çıkıp katılımın bu kadar mor bir dikendir annem batan ömrüme
az olmasından dolayı, konuk şairlerden özür dilemek
durumda kalmış ve bu durumun final sınavları döne- buruşuk kalbinde yatan
minden kaynaklandığını söylemişti. Bir süre sonra
ise, öğretmenlerinin zoru ve not korkusu eşliğinde, mülkiyet oburluğu ve pusulasız öfke
toplu halde, epey sayıda öğrenci salona getirildi, du-
rumu kurtarmak için. para’ya allah’tan daha çok imanlı

Kitap fuarlarına katılan şairlerin durumu da çok kendini hiçliğe büyüttüğü bile bilmeyen
acıklı. Ruşen Hakkı, çok güzel tanımlamıştı yıllar
önce, oradaki hallerini. “Gelinlik kızlar gibi oturu-
yoruz orada, gelene geçene bakıyoruz” demişti. Bu - ulan burası Nasıra mı yoksa İzmit
ülkede şiir okuru olmadığı için, şairler stantlarda
oturup gelene geçene bakıyorlar ancak, eş dost geli- gençliğimi çarmıha geren annem ve kapitalizm
yor birkaç kare fotoğraf çektiriliyor, şairler birbirle-
rinin standını ziyaret ediyor, orada gene birkaç kare
fotoğraf. Yani “dostlar alışverişte görsün” durumu Serkan Engin
yaşanıyor sadece.
Damar Ocak 2007
“Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye?”
demişti ya bir şair. Asıl, kimse şiir okumuyorsa, şiir 2007 Şiir Yıllığı (Deliler Teknesi)
yazıp yayımlamak niye?

SERKAN ENGİN
KASIM 2010

12
Afişinden alkışına, a’dan z’ye oyun olma niteliğinden yoksun “şey”leri bize kaka-
layan, koyu bir inançsızlıkla sahneleri işgâl eden DT’nin suçu artıyor!
Hilmi Bulunmaz

“Bir ‘yönetmen tiyatrosu’ yönetmeni olarak, sayın Bu tiyatro mevsiminde birçok “şey”ini (DT,
Kazankaya’nın DT’ye öngördüğü tiyatro seyir- bu “şey”lere oyun diyor!) izlediğim Devlet
cisi; öyle sorular soran, eşeleyen, kurcalayan, zeki Tiyatroları’nın hiçbir “şey”ini beğenmedim. Hem
(yada Kazankaya’nın muhtemel nitelemesiyle: de, beğenmek için, kendimi alabildiğine zorlamama
‘gıcık’) insanlardan oluşmaz. Sayın Kazankaya karşın...
için, tiyatro ‘görselliktir’; tiyatro okunmak yerine
yalnızca ‘resimlerine bakılan’, bol resimli ve ren- Devlet Tiyatroları’nda izlediğim ve aklıma hemen
kli gazeteler gibi bir şeydir. Tiyatro seyircisi ise, geliveren birkaç “şey”in adını sıralamak istiyorum:
adı üstünde, ‘seyircidir’. Düşünmez. ‘Resimlerine Bir Delinin Hatıra Defteri (Nikolay Vasilyeviç
bakar’. Görevi bilet almak ve alkışlamaktır. Bilet Gogol, Çev. Coşkun Tunçtan), İki Çarpı İki (Behiç
almak ve alkışlamak arasındaki süre içinde yapması Ak), Kadın Sığınağı (LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu),
gereken şey ise; yönetmenin oyun broşürüne yazdığı Kendi Kendine Konuşmaktır Aşık (Cezmi Ersöz),
temelsiz, dayanaksız, içi boş ‘lâfları’ okuyup, o King Kong’un Kızları (Theresia Walser, Çev. Sibel
lâfları birer ‘hikmet’ olarak algılamaktır. O lâflara Arslan Yeşilay), Kredi Kartı - Vak’aaa! (Cüneyt
inanmaktır. O lâflara inanarak, sahnede seyrettiği Çalışkur), Ölüleri Gömün (Irwin Shaw, Çev. Coşkun
şeyden sıkılmadığını sanmaktır; seyrettiği her türlü Büktel,), Profesyonel (Duşan Kovaçeviç, Çev. Başar
dangalaklığa, kafasında bir mazeret uydurmaktır; Sabuncu, LİNÇÇİ Bilge Emin), Temiz Ev (Sarah
gördüğü her dangalaklığa hayran olmaktır, ‘seyirci’ Ruhl, Çev. Z. İrem Aydın), Nâzım Hikmet’in “Mem-
kalmaktır.” leketimden İnsan Manzaraları”ndan Onbir Tablo
(Düzenleyen; Nihat Asyalı), Üstat Harpagon’a Saygı
(Kaynak: Coşkun Büktel, “YÖNETMEN ve Destek Gecesi (Civan Canova) ...
TİYATROSU”NA KARŞI bir Shakespeare ve Nâzım
Hikmet savunması, kaknüs yayınları, eylül 2001, sf. Benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği
35) vergilerle beslenen Devlet Tiyatroları, benim,
halkımın, tüyü bitmemiş yetimin çıkarları için değil,
*** kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi
için sahneleri işgâl etmek zorunda olduğundan, ben
5 Mayıs 2011 de, bu kurumun yaptıklarını (içeriğin karşıtlığı yada
içeriğin boşaltılması nedeniyle) beğenmek durumun-
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı da değilim.
AKP’li Ertuğrul Günay’a bağlı ve bağımlı olarak
yaşayan Devlet Tiyatroları (DT), benim, halkımın, Benim, Devlet Tiyatroları’ndan herhangi bir reklâm
tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle ayakta (avanta, bahşiş, destek, diş kirası, iane, iaşe, sadaka,
durmasına karşın, yaptığı hiçbir işte, bana, halkıma, sus payı, yardım) alma, Devlet Tiyatroları’na her-
tüyü bitmemiş yetime karşı bir damla bile samimî hangi bir oyun satma işim olsaydı, Shakespeare
davranmıyor. çocuklarının egemenliğindeki bu kurumu seve seve
olmasa bile, söke söke beğenmek zorunda kalabilir-

13
dim. Zâten bilinen bir ruh durumudur; izleyiciler (hem de para ve zaman vererek bu “şey”i
bükemediğin bileği öpersin, gücün yetmediği yerde izleme gafletinde bulunanlar), müzikten, resimden,
susarsın, tekme atamadığın götü yalarsın! şiirden, tiyatrodan ve en önemlisi Nâzım Hikmet’ten
hızla, hem de şimşek hızıyla uzaklaşmaya başladılar.
Oysa ben, sosyalist kimliğime zerre kadar toz kon- Ancak, kılcal damarlarına dek sosyalist, komünist
durmamak için, bırakınız Devlet Tiyatroları’ndan düşünüşün kızıl ışığıyla yanıp tutaşan “küçük bir
herhangi bir reklâm almayı, bırakınız Devlet azınlık”, bu sahnede başlayıp salona dek yayılan kapi-
Tiyatroları’na herhangi bir oyun satmayı, hattâ talist işgâlden kendilerini koruyabildiler!!
bırakınız Devlet Tiyatroları’ndan herhangi bir daveti-
ye dilenmeyi, Devlet Tiyatroları’ndaki “gala” göster- İki saat boyunca, hep aynı noktada ve hep aynı pers-
ilerine gittiğim zaman dahi, ne bir tek leblebi yada ne pektifte duran bir koltukta oturarak, bize “Cin Ali’den
bir lokma meze yeme, ne de bir yudum şarap içme hikâyeler, Elmas Nine’den masallar” anlatmaya
gafletinde ve dalâleti ve hattâ hıyânetinde bulunuyor- meraklı gevezeler gibi “haykıran” Devlet Tiyatroları
um. Çünkü ben, biliyorum ki, benim, halkımın, tüyü Başrejisörü Rüştü Asyalı, sesinden başka “sermaye”si
bitmemiş yetimin verdiği vergilerle satın alınan bir kalmadığının bilincine varıp, sahne işgâl etme
tek leblebi, bir lokma meze ve bir yudum şarap bile, eyleminden derhal vazgeçmeli. Olmuyor, Devlet
kötü “şey”leri iyi gösterme makyajı yapmanın ötesine Tiyatroları Başrejisörü Rüştü Asyalı’nın kumaşından
geçemiyor. bir türlü “tiyatro giysisi” dikilmiyor. Zâten, sahne
işgâlinde karşımızda Devlet Tiyatroları Başrejisörü
Peki, ben, bu kurumun sahneleri işgâl etmesinden Rüştü Asyalı değil, âdeta “Keloğlan” duruyor ve
hiç hoşnut olmamama karşın, neden bu kurumun izleyicileri masal dünyasının karanlık dehlizlerinde
“şey”lerini, davetiye dilenmeden, bilet alarak gidip gezdiriyordu!!!
izleme gereksinimi duyuyorum? Bunun bir tek yanıtı
var: benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği Müzik, sözcüğün tam anlamıyla berbat ve rezaletti.
vergilerin estetik olarak nasıl çarçur edildiğini gö- Sözde, “şey”in izleyiciye daha şirin görünmesi için
zlemlemek, bu çarçurun belgelenmesini sağlamak ve yapılan besteler, izleyiciyi uyku tulumuna sokup
böylelikle, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin hislerine ninni söylemenin ötesine gidemiyordu. Devrimci
tercüman olarak, tarihe çentik atmak. marşları, birer arabesk havasıyla tıngırdatan müzisy-
en Cem İdiz, inanmadığı bir işi yapan sıradan bir
Davetiye dilenmeden, bilet alarak gidip izlediğim ve memurun iç sıkıntısına tercüman olan bir figür
alkışlamadığım her “şey”in irdelemesini, (işlerimin olarak sahneyi işgâl ediyordu.
ve tabii ki mahkemelerimin yoğunluğu nedeniyle)
ne yazik ki tam hakkıyla yapamıyorum. Ancak, elim Sahnenin işgâlini metin düzeyinde düzenleyen
vardıkça, küçük fırça darbeleriyle de olsa, DT’nin Nihat Asyalı, metni öyle bir karmaşık hâle getirmiş
estetik bilinci imha ettiğinin ipuçlarını okurlarıma ki, ortaya çıkan bu “şey”, bırakınız “oyun” olarak
yansıtmaya çalışıyorum. adlandırılmayı, bir “oyunun provası” bile olabilecek
düzeyi asla ve kesinlikle aşamamış. Devlet Tiyatroları
Örnekse, bu akşam, saat 20.00’de Cevahir Sahnesi’ni Başrejisörü Rüştü Asyalı’nın soyadını taşıyan Nihat
işgâl eden Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Asyalı, estetik bilinçten yoksun bir insan olduğu
Manzaraları”ndan Onbir Tablo adlı “şey”, afişinden için, sanatın “s”sinden, tiyatronun “t”sinden hiç, ama
alkışına, a’dan z’ye, yukarıdan aşağıya, soldan sağa, hiç anlamıyor. Bu denli estetik, sanatsal ve tiyatral
tepeden tırnağa... tam bir dezestetik faciaydı! bilinçten yoksun birinin, sahneleri işgâl edebilmesi,
aklımıza, her nedense, parlamentoyu işgâl eden faşist
İnsanı, müzikten, resimden, şiirden, tiyatrodan ve generalleri getiriyor.
en önemlisi Nâzım Hikmet’ten soğutan bu “şey”,
âdeta, Nâzım Hikmet’in dünyasını sarıp sarmalayan Dramaturg Füruzan Tercan, değil “şey”in ruhunu
sosyalist ideolojiden uzaklaşmamız için özel olarak okumayı, sanırım, Hafta Sonu gazetesini okusa, onu
“sanat laboratuarı” içerisinde sentetik bir bilinçle bile anlayamayacak bir ruh durumunda yada “salla
hazırlanmış korkunç bir toplumsal yarılmaydı. başı, al maaşı” metronomuna tutsak olmuş bir devlet
Sahnenin işgâlinde müzik, resim, şiir, tiyatro ve en memuru. Sahi, bu “şey”in içerisine nasıl bir drama-
önemlisi Nâzım Hikmet tepe tepe kullanılırken, turjik malzeme sığdırılmış? Bu soruya bir türlü yanıt
Shakespeare çocuklarının egemenliğindeki beton veremedik. Duygularımızın ayağa kalkıp düşünce
ruhlu Devlet Tiyatroları’nın Kemalist tavrı sonucu, devinimi oluşturması için, hiçbir kımıltı, hiçbir

14
kıpırtı, hiçbir kıvraklık oluşturamayan, oluşturması
da asla mümkün olmayan böyle bir dramatur-
jik çalışmanın, (tabii ki, gerçek anlamda böyle bir
çalışma yapılmışsa) hiçbir işlevi bulunmuyor.

Dekor ve giysi tasarımını yapan Hakan Dündar,


böyle bir mübalağanın, böyle bir müsamerenin, böyle
bir müsaderenin, böyle bir işgâliyetin içerisine tutsak
olmuşken, o da, ister istemez, bu işgâle katkı sunup,
sahnedeki dezestetik oluşuma “bez getirici” olarak
ivme kazandırmış.

İşgâl edilen sahnedeki görsel tablolar, insanın Benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği
yüreğindeki estetik sevincin son damlasını da iğdiş vergilerle zar zor ayakta durmaya çalışan Devlet
ediyor. Birer yağlıboya tablo gibi sahneye misinalarla Tiyatroları’nın ışıkçıları da, hiçbir toplumsal ve este-
tutturulan ve hiçbir estetik bilinç oluşturmayan bu tik halta asla yaramıyorlar. Örnekse, İstanbul Devlet
görsel garabet ve ucubelerin gerçek anlamda ne işe Tiyatrosu Müdürü Şakir Gürzumar’ın emrindeki
yaradığını bulgulayan kişileri tebrik etmeye hazırım. ışıkçılardan Enver Başar, hem de bir devlet memuru
olmasına karşın, hem de bir devlet memuru olmasına
Örnekse, sahnedeki tablolardan biri “mehmetçik hiç aldırmadan, ortada somut hiçbir durum bulun-
mehmet” dizelerinin altını çizmek için düşünülmüş madan, utanıp sıkılma alışkanlığına sahip olmadığı
gibi dursa da, asla bu işlevi yerine getiremiyor. için, tutup, kurucusu bulunduğu ve LİNÇÇİ / Shake-
Çünkü, bu tablodaki asker, askerden başka her şeye speare çocuğu Yaşam Kaya tarafından yönetilen
benziyor; sadece askere benzemiyor. Bu tablodaki www.tiyatronline.com sitesini, LİNÇ KAMPAN-
asker figürünü, mutlaka gerçek bir askere benzetme YASI ana sponsorlarından biri hâline getirerek,
gayreti içerisine girersek, asker kaçağı olduğu için, âdeta bir McCarthy çalışanı yada Hitler askeri gibi
otuz beş yaşından sonra silahlı kuvvetlere katılmış davranıp, tiyatral gericilere seve seve yada söke söke
bir insan görünümündeki bu figürü, cepheye sürmek ve göğsünü gere gere hizmet etmeyi bir onur olarak
yerine, ancak, patates soyması için mutfağa süre- görebiliyor.
biliriz. Bu asker figürünün “ırk”ına baktığımızda da,
karşımızda iki saat boyunca nöbet tutan bur asker Sahnenin işgâlini sağlayan diğer elemanları tek tek
figürü, 1949 Çin Devrimi’ni gerçekleştirdikten sonra saymama ne benim sabrım var, ne de sizin okumaya
Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı yapan Mao zamanınız... Şu kadarını söylemekte yarar var: Daha
Zedung’un bir militanına benziyor. Tabii, bu arada, “şey” başlar başlamaz, izleyicilerinden biri, hem de
askerin elinin oranları, ilköğretim düzeyindeki bir en ön sıralardan biri, sahne işgâline anlamlı anlamlı
çocuğun bile yapmayacağı yanlışlığı yüzümüze âdeta bakarak, ağır ağır salonu terk etme eyleminde bu-
haykırıyor. Fiziksel ve tinsel diyalektiği bilmey- lundu.
en, bilmek istemeyen, bilmek istese bile, içinde
bulunduğu Devlet Tiyatroları kafesinde bu bilgiyi Sahneyi işgâl eden bu “şey”deki konuya hiç
kullanabilmesi olanaksız olan biri/leri tarafından değinmesem de, şu kadarını söylemeden asla
yapılan bu asker figürü, doğal olarak, insana estetik geçemeyeceğim, LİNÇÇİ Genco Erkal’ın tiyatro
bilinç aşılamak yerine, dezestetik bilinç aşılıyor. sahnelerini işgâl ederken, bol bol kullandığı Nâzım
Hikmet’i, Devlet Tiyatroları Başrejisörü Rüştü Asyalı
Işıkları tasarlayan Ersen Tunççekiç, izleyicinin da, tıpkı LİNÇÇİ Genco Erkal gibi, sadece ve sadece
alnında ışığı hissetmesine katkıda bulunamasa da, iz- kendi çıkarı için kullanmış. Oysa, Nâzım Hikmet’i
leyicinin mışıl mışıl uyamasını hızlandırabilecek bir kitlelere sevdirmenin bir tek koşulu var: Nâzım’ın
bağlam oluşturabilmiş. Sahi, bu “şey”in ışık tasarımı dünya görüşü olan komünist dünya görüşüne sahip
var mıydı? Ha, sonra, izleyicilerin bir kısmı uyurken, olmak. Siz, bunca yoksulluk, bunca zulüm varken ve
bir kısmı da telefonlarının ışıklarıyla yüzlerindeki bu yoksulluğu, bu zulmü üreten devlet düzeneğinin
mutsuzluğu yansıtma yarışına girmişlerdi. içerisinde bulunurken, Nâzım Hikmet’i kitlelere
sevdirmeyi bir yana bırakalım, ancak ve ancak
Nâzım’ın dünya görüşünün sevilmemesi için sah-
neleri işgâl etmenin ötesine gidemezsiniz!!!...

15
“Keloğlan İş Başında” yada “Nâzım Hikmet’in ‘Memle-
ketimden İnsan Manzaraları’ndan ONBİR TABLO”
Oğuzcan Önver

“Sevdalınız komünisttir” diyen toplumcu şair Nâzım Tiyatroları Başrejisörü Rüştü Asyalı vardı.
Hikmet’i ehlileştirerek, onu bir aşk şairi olarak
kitlelere tanıtma arzusu son yıllarda iyice arttı. Rüştü Asyalı’nın Devlet Tiyatroları Başrejisörü
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan tutun da, 1994 olması, her ne kadar ironik görünse de, aslında
yılındaki MHP kurultayında Alparslan Türkeş’e
kadar, Nâzım’ın görüşlerini benimsemeyen(?!) bir- Devlet Tiyatroları’nın içinde bulunduğu zavallı du-
çok kişi, Nâzım Hikmet şiirlerini okudu. Alparslan rumu anlamak için çok öğretici. Sahnede şiir oku-
Türkeş’in okuduğu o dizeler: maya çalışan bir Rüştü Asyalı ile inanmadığı halde
“Enternasyonal Marşı”nı çalmaya çalışan Cem İdiz
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan vardı. İki kişilik (aslında tamamıyla kişiliksiz) bu
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan oyun görünümlü “şey”in hiç de ihtiyaç olmamasına
Bu memleket bizim!” rağmen, bir de “düzenleyen”i vardı: Nihat Asyalı. Bu
soyadı benzerliğinden yola çıkarak, “bir aile boyu
Bu dizeleri, bir başka “Nâzım Hikmet’i ehlileştirme saadetin varlığı”ndan söz edebilir miyiz acaba? So-
operasyonu” olan Ankara Devlet Tiyatrosu syalizmle hiçbir göbek bağı bulunmayan biri, niçin
yapımı; “Nâzım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Nâzım Hikmet şiirlerinden bir “oyun” yapmak ister?
Manzaraları’ndan ONBİR TABLO” adlı “oyun”da da
dinledik. Bu ve “oyun”daki diğer Nâzım dizelerini, Devlet Tiyatroları, “birkaç şiir ve birkaç nota”yla
ne yazık ki, nitelikli şiir tadından çok, niteliksiz bir bir “tiyatro oyunu” arasındaki farkı bilmek-
masal düzeysizliğinde dinlemek zorunda kaldık. ten aciz midir? Devlet Tiyatroları’nın afişlerini
Çünkü sahnede, tiyatro sanatından hiçbir zaman için hazırlayanlar”ONBİR”in bitişik değil de, ayrı
nasibini alamamış, aklımızda hep “Keloğlan” olarak yazılması (ON BİR) gerektiğini bilmiyorlar mı? Bir
kalmış ve kalmaya mahkûm, 1970’li yıllardaki seks oyuncu, sırf doğuştan gelen bir özelliği nedeniyle,
filmleri furyası döneminde çekilmiş “Keloğlan İş yani sesinden dolayı iyi bir oyuncu sayılabilir mi?
Başında” filminin başrol oyuncusu, şimdinin Devlet

16
Nâzım Hikmet’i yoksunlaştırmaya, onun görkemli şiirlerinin içeriğini hiçimsemeye çalışan bu adam-
lara karşı niye (bizden başka) hiç kimsenin sesi çıkmaz? Göğüslerine “sol aydın” yaftası asanlar nerede
saklanıyorsunuz? Hemen ortaya çıkın!

Şimdi gelelim şu “Keloğlan İş Başında” mevzusuna… Hepimize, küçüklüğümüzde, mutlaka “Keloğlan”


filmlerinden birkaçını izletmişlerdir. Her ay, televizyon kanalları bu filmlerden bazılarını hâlâ gösterir.
Genel anlamda bir halk kahramanı olarak bilinen “Keloğlan” saf bir tiptir. Dürüstlüğü, samimiyetiyle halkın
beğenisini kazanır. Ancak, 1975 yılında çekilen bir Keloğlan filmi vardır ki, kanıksanmış Keloğlan imgesine
ihanet eder; parasal değerler uğruna ahlakî değerleri yok sayar: “Keloğlan İş Başında”. Bu filmin başrollerini
Rüştü Asyalı ve erotik oyuncu Arzu Okay paylaşır. Bu erotik masalın senaryosunu Turgut Özakman
yazmıştır. Günümüzde Kemalist masallar anlatan “Çılgın Türk” Turgut Özakman, o dönemde bize erotik
masallar anlatır. Bu masalın başrolünde Rüştü Asyalı vardır. Rüştü Asyalı’nın öğrencileri için çok ufuk açıcı
bir filmdir; ‘Keloğlan İş Başında’*

‘‘Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.’’

Siz tiyatrocuysanız, siz sanatçıysanız; ben tiyatrocu değilim, ben sanatçı değilim. Siz o yozlaşmış, pislikle
dolmuş çöplüğünüzde güzel güzel oyunlar oynayın. Ben, ıssız sokaklarda, tek kişilik oyunlarla da idare ed-
erim.

Mösyö Rüştü Asyalı, bu oyundan kazandığın milyarlarca paradan sonra, hâlâ rahat uyuyabiliyorsan, halkın
zar zor verdiği vergilerle ayakta durabiliyorsan, seni halkların vicdan mahkemesinde yargılıyorum ve seni
mahkûm ediyorum: tiyatro ve Nâzım Hikmet sevdalıları seni asla affetmeyecek!

‘‘Artık seninle biz,


düşman bile değiliz!’’

* http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/18174/keloglan-is-basinda-erotik

17
Paslanmış melodilere tutsak zamanın boynu bükük
zavallı gitarı
Mesut Alptekin

malptekin7@gmail.com

Şu zavallı gitar, bir zamanlar, Beyoğlu’nun tam göbeğine kök salmış köhne ruhlu bir bina olan Galatasaray
Lisesi’ne nâzır Aznavur Pasajı’nın sekizinci katında yaşardı.

Şu zavallı gitar, birkaç notayı sadece kulak dolgunluğuyla çalabilen birileri tarafından zaman zaman
tıngırdatılırdı.

Şu zavallı gitar, İstiklâl Caddesi’ndeki köhne ruhlu binanın içerisine dolan kuru gürültüyü, birkaç saniyeden
fazla sürmeyen buğulanmış melodisiyle âdeta ikiye bölüp hızla eski sessizliğine bürünürdü.

Şu zavallı gitar, pas tutmuş telleriyle cayır cayır yanan bir buz akıtırdı sanki yüreğimize ve bozuk akortların
üzerinde titreşen tınılarını bizlere emanet olarak bırakırdı.

Şu zavallı gitar, belki can sıkıntısından, belki de boş vaktini bir şeylerle doldurabilme zorunluluğunun
dayattığı ruh hâliyle ele alınırdı genellikle.

Şu zavallı gitar, hiçbir müzik bilgisi olmamasına rağmen, sadece heves giderme hissiyle ele alındığı zaman-
larda, “Bak sen de gitar çalabiliyorsun” gibi sahte bir mutluluk yansıtırdı kendisini çalmaya yeltenen kişinin o
garip yüzüne.

Şu zavallı gitar, her ne olursa olsun, her akşam yine aynı saatte bırakılırdı tozlanmaya müsait en uygun
karanlık köşesine.

Şu zavallı gitar, sustu artık; çevresindeki birçok şey anlamını yitirdi onun için, mezarlıktaki kuşların
yalnızlığına sığınan selvi ağaçları gibi ağlamaya başladı şimdi.

Şu zavallı gitar, yıllar öncesinden kalma bir inatla susmamaya yeminliydi oysa...

Şu zavallı gitar, çürümeye yüz tutmuş gövdesi, sakin sakin susmaya mahkûm kalmış paslı telleriyle, eskiler-
den kalma küflü bir anıyı yaşatırken, renkli bir ses çıkarmaya zorluyor kendisini büyük bir çaresizlikle.

Şu zavallı gitar, İstiklâl Caddesi’nin o kuru gürültüsünün hâlâ aynı kuruluktaki ıslaklığını, sanki o kör
hatıraların sirkeden keskin gözyaşlarında gizliyor.

Şu zavallı gitar, diğer paslı gitarlar tarafından çıkartılmış buğulu notaların unutulmuş kuytusuna çekilmenin
dayanılmaz acısını ağır ağır yüreğinin en derin yerine işliyor.

18
Bulunmaz Kültür Merkezi sanatçısı; Oğuzcan Önver’in ilk romanı TUTKAL çıktı!

Bulunmaz Kültür Merkezi sanatçısı; Oğuzcan Önver’in ilk romanı TUTKAL çıktı!
!NUYUKO I’LAKTUT

Bulunmaz Kültür Merkezi sanatçısı; Oğuzcan Önver’in ilk romanı TUTKAL çıktı!

Mayıs ayında, raflardaki yerini alan TUTKAL romanı için, Hilmi Bulunmaz şöyle diyor;

İnsana, sonsuzluk duygusu vermenin ötesine geçip, yüreklere kalıcı ve sarsılmaz mücadele gücü aşılayan bir
roman okuyorum: TUTKAL.

Oğuzcan Önver, her cumartesi, 17.00-20.00 arası, Bulunmaz Tiyatro’da, kitabını imzalıyor, okuyucularıyla
sohbet ediyor.
Bulunmaz Tiyatro:
Binbirdirek Mh. Gedikpaşa Camii Sk. No: 57 Çemberlitaş - Eminönü
(Fırat Kültür Merkezi, T-Shop arkası. Çemberlitaş tramvay durağının solundaki sokak olan Peykhane sokağından girilir. Sağdan
ilk sokağa sapılır.)

Oğuzcan Önver’le iletişim: 0535 669 76 35

19
Ayşenil Şamlıoğlu’nun çiftliği gibi çalışan İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Sosyalist
OYUN Dergisi emekçilerine saldırı düzenledi!!!

20
“HALKIN BİRLİĞİ”nin sağlanması için “HALKIN YOLU”ndan
gidip “HALKIN SESİ” olma niteliğini kazanan “OYUN DERGİSİ” ve
“HALKIN KURTULUŞU” engellenemez!!!

21
Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter’e çok açık mektup!

Oğuzcan Önver ‘‘Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi’’ F. Engels


14 Mayıs 2011

Ben, tiyatroyla iki senedir çok yakından ilgilenen, tiyatro oyunları yazan, Bulunmaz Tiyatro’da oyun-
culuk çalışmalarına katılan genç bir yazarım. Sizin tükenmiş tiyatrolarınızdan reklâm (sus payı parası)
almadığımız için, beni ve Genel Yayın Yönetmeni olduğum OYUN Dergisi’ni ‘‘tanımamanız’’ çok doğal.
Ancak, sizin kokuşmuş tiyatrolarınıza yönelttiğimiz sert ve gerçekçi eleştirilerimiz nedeniyle, bizi asla
ve kesinlikle unutamayacaksınız. Size yönelttiğimiz bu sert ve gerçekçi eleştiriler, anlaşılan, sizi çok
sinirlendirmiş olmalı ki, sizin tiyatro anlayışınıza bağlı ve bağımlı olarak soluk almaya çalışan Fatih
Reşat Nuri Sahnesi’nin resmî görevlileri (tiyatro amiri, tiyatronun güvenlik görevlisi, kendisini GENÇ
GÜNLER etkinliğinin tek sorumlusu sanan tiyatro sorumsuzu ukala genç), sizin sinirlenmişliğinizin
rüzgârıyla, benim üzerime hunharca saldırabiliyorlar. Tolga Yeter’in yöneticisi olduğu GENÇ GÜNLER
sorumlusu genç, beni; “Senin ağzını burnunu kırarım!” diyerek tehdit etme cüretini kendinde bulabili-
yor; tiyatro amiri bana; “Terbiyesiz adam” diyerek hakaret edip, aslında kendisinin “terbiyesiz adam”
olduğunu resmen kanıtlayabiliyor. Kimliği belirsiz bu üç kişi, (şayet halkın bize desteği olmasaydı) bizi
oracıkta LİNÇ edebilirdi. Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter; kimliği belirsiz bu üç kişinin bana yaptığı
fiziki/psikolojik saldırıyı ve benim nasıl darp edildiğimi, Internet ortamında yayınladığımız videolardan
izleyebilirsiniz. Belgeler, asla yalan söylemezler. Ama, sizin amiriniz, tuttuğu tutanakta (bizim hiçbir
görüşümüzü almadığı için) yalan söyleyebilir. Gerçekleri, sadece gerçekleri görmek isteyen gözlere sahip
kişiler için, videolarda “her şey” çok net bir biçimde anlaşılıyor. (Sizin tiyatro amirinzin bize telefonda
söylediği gibi) Ben, içeri girmeye çalışmıyorum; sizin güvenlik görevliniz, amirinden aldığı emirle, beni
içeriye doğru, âdeta zorlayarak itekliyor. Salonun içinde, tiyatro amiri, elimde tuttuğum dergilere saldırıp,
onları yırtmaya teşebbüs ediyor. Ve bu tiyatro amiri, hiç mi hiç utanmadan benim onlara hakaret ettiğimi
zırvalayabiliyor. Bu saldırının nedeni, videolarda da belirttiği gibi,”Şehir Tiyatroları’na aykırı yazılar var
orada!”, yani size yaptığımız eleştirilerdir. Bu eleştiriler, o kadar güçlüdür ki; bizim sürekli olarak kaleme
aldığımız “Shakespeare yazıları”mız sonrası, “Shakespeare’le Savaş” adlı oyun etkinlik programında yer
almasına rağmen, o etkinlik programından çıkartılıp sahnelenmemiştir.

Siz kendinizi, padişah kızı, sadrazam torunu yada tiyatroda sakız çiğneme özgürlüğünü kimselere
kaptırmayan başbakan kızı falan mı sanıyorsunuz? Sizi eleştirme özgürlüğümüz yok mu? Bu ülkede, bu
ülkenin tiyatrolarında düşünce özgürlüğü yok mu? Siz hiç zahmet etmeyin, bu soruma cevabı yine sizin
GENÇ GÜNLER sorumlunuz genç veriyor: “Olamaz kardeşim olamaz! Resmi kurum burası!”
Yani resmi kurumları eleştirme hakkımız yokmuş, öyle mi?
22
Ve eğer, bu eleştiriyi yaparsak, siz, bizi darp edersiniz, öyle mi? Bizim kimseden korkumuz yok; o yüzden
istediğimiz kurumu eleştirebiliriz. Bu kurum, devlet de olabilir, Devlet Tiyatroları da, Başbakan da, Danıştay
da, Sayıştay da... Siz, bize, sanatçılara, asla karışamazsınız. Siz, tiyatro sanatçısı mısınız, yoksa tiyatro mafyası
mısınız? Şehir Tiyatroları, mafya düzeniyle mi yönetiliyor? Bu tiyatro amiri, bu GENÇ GÜNLER sorum-
lusu kendini bir bok sanan genç, görevlerine hâlâ devam etmekte midir? Bu konu hakkında bir soruşturma
başlatılmayacak mı? Bize karşı işlenmiş suçtan ötürü, yazılı bir özür dilenmeyecek mi? Sizin hiç vicdanınız
yok mu? Geceleri yastığa başınızı koyduğunuzda, kâbuslarınız ve vicdanınızın çığlıkları, toplumsal sicilinize
işlenen bu lekeyi ruhunuzdan silene kadar, umarım peşinizi bırakmaz! Siz, Ayşenil Şamlıoğlu ve siz, Tolga
Yeter, bu skandaldan sonra, o koltuklarda oturmaya devam edecek misiniz? Yoksa, istifa etmeyi, aklınızın
ucundan da olsa, geçiriyor musunuz? Şimdilik, kibarca söylüyoruz; lütfen, İSTİFA EDİNİZ!

Sayıştay eski Başkanı Servet Şamlıoğlu’nun kızı olarak, siz Ayşenil Şamlıoğlu, babanızdan hukuk ve etik
bağlamında, henüz 18 yaşına bile girmemiş, yani “rüştünü ispat etmemiş” genç bir yazara fiziki şiddette
bulunmamak gerektiğini öğrenemediniz mi? Ki, 18 yaşını bile bitirmiş olsa, bir tiyatro sanatçısının, kendisini
tiyatrocu sanan kimliği belirsiz kişiler tarafından darp edilmesi, bağışlanabilir bir tutum değildir. Bunu, bana,
bize değil, kime yaparlarsa yapsınlar, sonuna kadar karşı çıkarız.

Ben, bundan sonra herhangi bir Şehir Tiyatroları oyununa gittiğimde, kendimi nasıl güvende hissede-
bilirim? Benim, tekrardan darp edilmeyeceğimi, tiyatro görevlileriniz tarafından tekrardan hakaretlere
uğramayacağımı garanti edebiliyor musunuz? Siz, Tolga Yeter, sizin sorumluluğunuzdaki GENÇ GÜNLER’de,
bir gence, bir genç tiyatrocuya yapılan bu saldırıyı, nasıl içinize sindirebiliyorsunuz?

Önce, gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’e baskılar/gözaltılar geldi. Sonra, Grup Yorum’un türküleri sus-
turulmak istendi. Şimdi de, OYUN Dergisi’nin, hem de ücretsiz dağıtımı sırasında, bu derginin genel yayın
yönetmeni, Şehir Tiyatroları görevlileri tarafından darp edildi. Söylesenize sırada ne var?

İlk romanım TUTKAL’ın son sözünde şöyle bir söz etmiştim:


“Yürekli insanlar için umutlu olmaktan ve direnmekten başka bir yol yoktur!”

Direnmeye devam edeceğiz! Çünkü haklıyız!! Siz, Ayşenil Şamlıoğlu ve siz, Tolga Yeter, bu skandaldan sonra,
o koltuklarda oturmaya devam edecek misiniz? Şimdilik kibarca söylüyoruz; lütfen, İSTİFA EDİNİZ!

OYUN DERGİSİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ


OĞUZCAN ÖNVER

23
Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönetimindeki Şehir Tiyatroları, Bulunmaz
Tiyatro sanatçılarına saldırı düzenledi!

MESUT ALPTEKİN hayatıma geri döndüm. Yani Terörist de değilim.


5 Mart 2006 Pazar günü saat 12.35’te ilk kez olarak Bunları neden açıklama gereği duyduğuma gelince...
adım attığım Bulunmaz Tiyatro’daki oyunculuk Yazımın aşağıdaki bölümünde bu noktaya da
çalışmalarına, tam bir hafta sonra, 12 Mart 2006 değineceğim. Şimdi gelelim içerisinde aktif durumda
Pazar günü saat 13.00’te başladım. O günden bu yana, olduğumuz Bulunmaz Tiyatro’daki zaman süre-
bünyesinde yer aldığım Bulunmaz Tiyatro, gerek be- cine. Son zamanlarda, değerli arkadaaşım Oğuzcan
densel ve gerekse yazınsal birçok çalışma yaptığım bir Önver’in, Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlenmesiyle
alan varlığını korudu. büyük bir ivme kazandırdığımız OYUN dergimizi,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları
Kendimi daha yakından tanıtayım: İsmim Mesut Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Tiyatroları’nda
Alptekin. 13 Haziran 1988 İstanbul / Bayrampaşa izlemeye gittiğimiz hemen hemen her etkinlik giriş-
doğumluyum. Ancak, doğum yerim nüfus çıkışında, seyircilere ücretsiz olarak dağıtıyoruz.
kayıtlarında “Eyüp” diye geçiyor. “61831217234” ben- Geçtiğimiz günlerde Oğuzcan ile birlikte bir
im T. C. Kimlik numaramdır. Yani kimliği belirli biri- değişiklik yapalım diyerek, ‘‘27.Genç Günler’’ adı
yim. Hâlâ, İstanbul’un Bayrampaşa ilçesinde ikâmet altında başlatılan, çeşitli amatör tiyatroların tama-
etmekteyim. Ailem ile birlikte yaşıyorum. “Ailem” men ücretsiz olarak sahneledikleri etkinlikleri izle-
kelimesinde kastettiğim kişiler, annem, babam ve mek vesilesiyle, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
kardeşimdir. “Ailem” kelimesini vurgulamamın Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Sahnesi salonundaki
nedeni, “kimliği belirsiz biri” olmadığım, yani piç yerimizi aldık.
olmadığımdır. Sahnede ‘‘Sevgili İdam’’ adlı, samimiyetten
tamamıyla uzak, bir damla bile inandırıcı olmayan,
27 Ağustos 2008 Çarşamba günü; Çanakkale 116. oyunculukların çok zayıf olduğu, prodüksiyonun
Jandarma Acemi Er Eğitim Alay Komutanlığı, “yetersiz” sözünü dahi arattığı ve «lâ havle velâ kuv-
birinci tabur, birinci bölükte vatani görevim olan vete» diye aşka gelerek, güç belâ otuz iki dişimizi
askerliğimin “Acemi Birliği” diye adlandırılan ilk birden sıkıp, bu etkinliği sonuna kadar izlemeye
bölümüne başlayıp, 8 Kasım 2008 tarihinde, yedi nasıl katlanabildiğimize dair herhangi bir fikir
gün dağıtım iznine ayrılarak 15 Kasım 2008 tari- yürütemediğimiz koskoca bir “kırk dakika”, bu ‘’oyun’’
hinde, Giresun ili, Görele ilçesi, Görele İlçe Jandarma diye tanımlamaya utanmadıkları “işkenceye” maruz
Komutanlığı’nda “Usta Birlik” diye adlandırılan ikinci kaldık.
bölümüne başlayıp, 22 Kasım 2010 tarihine kadar, Etkinliğin hemen akabinde, salonu ilk terk eden
on beş aylık askerlik sürecimi başarı ile tamamlayıp, kişiler olarak Oğuzcan ve ben, Fatih Reşat Nuri Sah-
“Hizmet Belgesi” eşliğinde teskere alarak sivil nesi sınırlarından çıktıktan sonra, dergimizi her za-
man olduğu gibi, ücretsiz olarak dağıtmaya başladık.

24
Daha doğrusu; Oğuzcan dağıtıyor, ben ise bu dergi anlattığım oyun çıkışında içeriden çıkıp dergimizden
dağıtım anını kamerayla kayıt altına alıyordum. bir adet alarak tekrar içeri giren, ‘‘27.Genç Günler’’
Ancak bu sefer diğerlerinden farklı olarak, beni çok sorumlularından bir şahsiyet, siyah takım elbisesi
şaşırtan bir tabloyla karşı karşıya kaldım. İçeriden üzerine giydiği uzun paltosuyla, Michael Corleone -
çıkan her seyirci, Oğuzcan’ın uzattığı dergiyi, sanki Memati Baş karışımı bir tavır takınarak: ‘‘Arkadaşım,
zorunlularmış gibi, almadan asla geçmiyor ve büyük burada çekim yapamazsın, yasak yasak !!!’’ diye
bir bir merakla hemen oracıkta dergiyi incelem- orta dereceyi bir kırıntı aşmış ses tonuyla beni
eye koyuluyorlardı. Açıkçası bu durum beni çok uyardı. Ancak, benden çok, dergi dağıtımı yapan
şaşırtmakla beraber, bende farklı bir haz duygusunun Oğuzcan’ın üzerine odaklanmışlardı. Aynı ukalâ,
oluşmasına da sebebiyet vermişti. O gün yanımızda saygısız, hoşgörüsüz, kaba saba tavırlarıyla dik-
getirdiğimiz bütün dergileri dağıttık. katlerden kaçmayan, sersefil, kendini bir ‘‘kalın
bağırsak üretisi’’ sanan genç adam, Oğuzcan’ı gözüne
Ancak dağıtım esnasında, dikkatimizden kaçma- kestirmiş olmalı ki, beni uyardığı gibi hafif değil, tam
yan, küçük, ama daha sonradan ne kadar önemli tersi daha sert bir biçimde uyardı.
bir sinyal olduğunu anlayacağımız, bir detay
takılmıştı objektifimize. Bir ara, içeriden çıkan Binanın içinden çıkan Fatih Reşat Nuri Sahnesi
beyaz t-shirt’lü, uzun boylu, ‘‘27. Genç Günler’’ amirinin bize doğru sökün etmesiyle birlikte daha da
etkinliğinin sorumlularında biri olan, tahminen yir- kızışan tartışma, ağız dalaşı, itip kakmalar ve ‘‘Senin
mili yaşlardaki bir genç adam, bizim dergilerden bir ağzını burnunu kırarım!’’ gibi tehditlere kadar
tane alıp, tekrar içeri girdi. O gün, biz bunu çok fazla dayanıp, en sonunda amirin, dış mekanda olmamıza
önemsemedik. rağmen, dergiyi dağıtan arkadaşımız Oğuzcan
Önver’e: ‘‘Çık, Şehir Tiyatroları’nın dışında dağıt’’
Gelelim iki gün sonrasına... diyerek, kapı önündeki kaldırımı sahiplenmesiyle
‘’bok değil kaka’’ çizgisine getirdiği olay, tiyatro iz-
Yine, Oğuzcan’la birlikte, ‘‘27. Genç Günler’’ etkinliği leyicilerinin bizi ve dergimizi sahiplenmesiyle “hava”
kapsamında sahnelenecek olan ‘‘Shakespeare ile bizim lehimize dönmeye başladı.
Savaş’’ adlı oyunu izlemek için, Fatih Reşat Nuri Sah-
nesi salonundaki yerimizi aldık. Tanrım, o da ne?! Bu kendilerini, derebeyi, köy ağası, paşa babası,
Şehir Tiyatroları broşürlerinde ve Internet sitelerinde armudun sapı, üzümün çöpü, Polat Alemdar’ın
bahsedilen tarih ve saatte, ‘‘Shakespeare ile Savaş’’ çırağı, Sadrazam’ın sol baş parmağı sanan, Şehir
isimli oyun yerine ‘‘Eleman Aranıyor’’ isimli bir Tiyatroları görevlilerine inat, tiyatro izleyiciler-
başka oyun(?) püskürtüldü sahneye. ‘‘Oyun’’ demeye, inin; ‘’dağıtın, dağıtın’’ diye bize moral vermesi
‘‘tiyatro’’ demeye, ‘‘sanat’’ demeye binbir şahit gerek- sonucu, olay mahâllinden bir metre ileride, derg-
tiren bu pespaye şeyi de, türlü türlü eziyetler, karın ilerimizin dağıtımını sürdürmemiz ve aynı soytarı,
ağrıları, mide bulantıları, depresif ataklar, psikolojik kendini ‘‘Matrix’’ filmindeki kurtarıcı, büyük kah-
tramvalar ve ağır tahrip beyin tecavüzü eşliğinde raman ‘‘Neo’’ zanneden genç adamın(?) ‘‘Şehir
izleme gafletini bulunduk. Tiyatrolarına aykırı yazılar var orada!’’ demesi,
buna karşılık olarak, Oğuzcan’ın ‘‘Olabilir, düşünce
Çıkışta senaryo yine aynı. Oğuzcan; elinde dergiler- özgürlüğü denen birşey var’’ yanıtını vermesi üz-
imiz, ben de kameramızla, Fatih Reşat Nuri Sahnesi erine, ‘‘Olamaz kardeşim, olamaz! Resmi kurum
çıkışındaki kaldırımda, yerimizi aldık. Önce her burası!’’ diye, saçma sapan, yersiz ve gereksiz, içi boş
şey normal başladı. Seyirciler birer ikişer çıkıyor, ve ancak tarih öncesi çağlardan kalma, kalın kafalı
Oğuzcan ise dergileri dağıtıyordu. Tiyatro izleyiciler- bir mağara adamının mantığıyla konuşan bu salla-
in ilgisi yine yoğundu. masyon görevlinin, kuyruğunu iki bacağının arasına
kıstırarak kulübesine geri dönmesiyle son buldu.
Bu böyle devam ederken, içeriden çıkan bir güvenlik Tabii bu esnada devam ettiğim kamera kayıtlarını şu
görevlisinin, Oğuzcan’a doğru bir şeyler söyleyerek linkten inceleyebilirsiniz:
yaklaştığını gördüm. Söylenenleri daha iyi anlaya-
bilmek amacıyla, çekim yaptığım noktadan hareket http://tiyatroyun.blogspot.com/2011/05/aysenil-
ederek, onların yanına yaklaşma girişiminde bulu- samloglunun-adamlar-tarafndan.html
nuyordum ki, yine içeriden çıkan, bir önceki

25
Şimdi gelelim bu durumu irdelerken, İstanbul soruşturma başlatılmayacak mı? Bize karşı işlenmiş
Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat suçtan ötürü, yazılı bir özür dilenmeyecek mi? Sizin
Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’na bazılar sorular sor- hiç vicdanınız yok mu? Geceleri yastığa başınızı
maya... koyduğunuzda, kâbuslarınız ve vicdanınızın
çığlıkları, toplumsal sicilinize işlenen bu lekeyi ru-
1 - Normal ve çağdaş birer insan olarak, insancıl hunuzdan silene kadar, umarım peşinizi bırakmaz!
bir tavırla doğru düzgün uyarı yapmadan, ivedi Siz, Ayşenil Şamlıoğlu ve siz, Tolga Yeter, bu skan-
bir biçimde atağa geçerek ‘’Senin ağzını burnunu daldan sonra, o koltuklarda oturmaya devam ede-
kırarım!’’ gibi tehditlere kadar uzanacak bir tavır cek misiniz? Yoksa, istifa etmeyi, aklınızın ucundan
sergilemek midir bir sanat yuvasında çalışmak? da olsa, geçiriyor musunuz? Şimdilik, kibarca
söylüyoruz; lütfen, İSTİFA EDİNİZ!”
2 - Bu gibi terbiyesiz, densiz, kendini bilmez,
konuşmayı bilmez, insanlıktan uzak bireyleri kuru- Maalesef ben, sevgili arkadaşım Oğuzcan Önver ka-
munuzda çalıştırmak mıdır sanatçı kimliğine sahip dar sabırlı ve kibar davranamıyorum bu konuda. Ve
olmak? sesimin çıktığı, kalemimin yazdığı, gücümün yettiği
kadarı haykırıyorum buradan:
3 - Sizin adamlarınız, bizi tehditle, tacizle, saldırıyla,
darpla değil de, medeni bir şekilde uyarmayı niçin Sergilemiş olduğunuz bu abes tutumlarınızdan
akıllarından bile geçirmediler? ötürü sizleri esefle kınıyor ve asıl sorumlu olan
Ayşenil Şamlıoğlu’na “istifa et” diye sesleniyorum!
4 - Ayrıca, “Şehir Tiyatrolarına aykırı yazılar var Ayşenil Şamlıoğlu, istifa et!! Tolga Yeter, istifa et!!!
orada!” gerekçesiyle dergi dağıtımımıza engel ol- Kendisini “27. Genç Günler” etkinliğinin tek so-
mak isteyen bu şuur fukarası şahısların, insanların rumlusu zanneden ukalâ, derhal istifa et!!!...
düşünce özgürlüğünü kısıtlamaya çalışmanın,
sansürcülüğü temel ilke edinmesinin altında yatan Mesut Alptekin
gerçek sebep nedir acaba?

5 - Şehir Tiyatroları’nın sansürden başka hiçbir


serveti yok mu?

6 - Şehir Tiyatroları’nın kendine hiç mi güveni yok?

7 - Bizi dinleyip anlamadan, bizimle iki kelime bile


konuşmadan, bizi dergi satmakla suçlama hakını
nereden alıyorsunuz?

Biz orada dergi satmadık, dergilerimizi ücretsiz


dağıttık. Bizim dergimiz, Ayşenil Şamlıoğlu’nun
reklâm karşılığında sadaka verdiği dergilerden değil.
Bizim dergimiz satılık değil. Halkımızı sütten çıkmış
ak kaşık kisvesine bürünerek çocuk masallarıyla
uyutmaya çalışanları teşhir etmek, elbet ki görevimiz
ve bu konuda vatandaşı yakinen bilgilendirmek
boynumuzun borcudur. Bugüne kadar dağıttığımız
hiçbir dergiden bir kuruş dahi tahsil etmiş değiliz. Bu
konuya ilişkin, değerli arkadaşım Oğuzcan Önver’in
kaleme aldığı “Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter’e çok
açık mektup!” başlıklı yazısından bir bölüm aktar-
mak istiyorum:

‘‘...Bu tiyatro amiri, bu GENÇ GÜNLER


sorumlusu kendini bir bok sanan genç, görevlerine
hâlâ devam etmekte midir? Bu konu hakkında bir
26
Ayşenil’in suçu ne?

Hilmi Bulunmaz

Darülbedayi adıyla kurulduğu 1914 yılından bu yana, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi
için varlık gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın iktidar koltuğuna oturan her kişi,
kendisinden beklenen bağımlılık duygusuyla hareket ediyor. Şehir Tiyatroları’nın koltuğunu işgâl eden
yöneticilerin hemen hemen hepsi, tamamı, tümü, siyasal iktidarın istekleri doğrultusunda tiyatral hareket
oluşturmanın dışına çıkma cesareti gösteremiyor. Siyasal iktidarın buyruklarını bire bir, harfi harfine
uygulayıp, bu uygulamaları tiyatralize etmek, aslında, gerçek ve nesnel anlamda bir yöneticilik yeteneğini,
hiç mi hiç gerektirmiyor. İktidarın dümen suyundan gitmek, bir yöneticilik yeteneğini değil, bir el pençe di-
van durma düzeysizliğini zorunlu kılıyor. Siyasal iktidarın zorunlu kıldığı el pençe divan durma davranışına
karşı çıkmayan kişi, toplumsal ilerlemeye katkıda bulunamadığından, ister istemez, niyetten bağımsız
olarak, toplumsal suç işliyor demektir.

Ayşenil Şamlıoğlu da, bu toplumsal suçu işleyen yeteneksizlerden biri…

Peki, Ayşenil Şamlıoğlu’nun yeteneksiz bir yönetici olduğunu bilmemize karşın, neden bugüne dek kendi-
sine dişe dokunur bir eleştiri getirmeyi aklımızın ucundan bile geçirmedik?

Çünkü, Ayşenil Şamlıoğlu, şimdiye dek, toplumu yanıltacak bir rolle karşımıza çıkmadı. Çünkü, Ayşenil
Şamlıoğlu, selefi Kazmacıbaşı (Orhan Alkaya) gibi solcuymuş görüntüsü verme ayaklarına yatmadı.
Kazmacıbaşı, sözde emekçilerin dünyasını paylaştığını iddia eden insanlarla dirsek temasında bulunmasına
karşın, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne vurulan ilk kazma olarak tarihe geçmişti. Ayşenil Şamlıoğlu’nun, tarihe
geçecek bir eylemi olmadı. Olsaydı bile, Ayşenil Şamlıoğlu, hiçbir zaman için solcuymuş görüntüsü verme
ayaklarına yatmadı.

Kazmacıbaşı’nın, siyasal iktidarla anlaşıp, tiyatral iktidara geleceği henüz söylenti hâlindeyken bile, biz, çok
ciddi bir eleştiri yumağını içeren bir video konuşmasıyla, Orhan Alkaya’nın Kazmacıbaşı’na dönüşeceğini,
Kazmacıbaşı henüz koltuğuna oturma fırsatı bulmadan, yani daha Kazmacıbaşı olarak vaftiz edilmemişken,
şıpın işi Orhan Alkaya’nın zamanla Kazmacıbaşı kılığında toplum sahnesine çıkabileceğinin ipuçlarını ver-
erek, onun kimliksizliğini tiyatro kamuoyuna anlatma duyarlılığında bulunmuştuk.

27
Biz, sosyalizm ideolojisiyle hareket eden bir tiyatro dergisi olduğumuzdan, kendisine sosyalist süsü veren,
çakma sosyalist kişilerin iki yüzlülüğünü tiyatro kamuoyuna anlatabilmek için, her türlü propaganda aracını
kullanıyoruz. Sol gösterip sağ vuranların oluşturduğu yanılsama sonucu, büyük toplumsal sanrılar sahibi olan
düzeysiz aydınların vurdumduymazlığına da vurmak için, her türlü olanağımızı kullanıyoruz.

Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ayşenil Şamlıoğlu, sol gösterip sağ vuran biri olmadığından, yani özü
sözü bir olan bir insan olduğundan, Ayşenil’in suçu üzerinde, durum öyle gerektirdiği için, şimdiye dek
pek durmadık. Çünkü, Ayşenil Şamlıoğlu, nesnel koşulların ve tabii ki siyasal iktidarın dayatması sonucu,
kendisini tiyatral iktidarın şirin koltuğunda bulmanın dışında hiçbir toplumsal suç işlemedi. Ayşenil’in suçu,
sadece nesnel koşullardan ve tabii ki siyasal iktidarın dayatmasından kaynaklanıyor. Ayşenil’in suçu, özel
ve öznel duygularından kaynaklanmıyor. Ancak, Kazmacıbaşı, hem öznel duygularıyla ve hem de sosyal-
ist ideolojinin yanlış tanınmasına yaptığı “katkı” nedeniyle, bizim sert eleştirilerimizle karşı karşıya kalma
talihsizliğinde bulundu. Daha koltuğuna oturmaya fırsat bile bulamamışken, sert bir biçimde eleştirdiğimiz
Kazmacıbaşı, tiyatral iktidarda bulunduğu, Muhsin Ertuğrul’un koltuğunu işgâl etmeye başladığı günden on
yedi ay sonra, eşekten düşen Adana karpuzu gibi, geldiği yere postalandı. Biz, Kazmacıbaşı’nın eşekten düşen
Adana karpuzuna dönüşmesinde büyük bir payımız olduğu kanısındayız.

Ayşenil’in suçu, sadece nesnel koşulların ve siyasal iktidarın dayatması sonucu oluşan durum düzeyinde
kalsaydı, biz, Ayşenil Şamlıoğlu’nu, ayrıca eleştiri potasına dahil etmeyi asla ve kesinlikle düşünmüyorduk.

Ancak...

Ne zaman ki, Ayşenil Şamlıoğlu’nun çiftliğinde kahyalık yapanlardan biri olan Fatih Reşat Nuri Sahnesi ami-
ri, bu sahnenin güvenlik görevlisi ve “27. Genç Günler” sorumlusu sorumsuz biri tarafından Sosyalist OYUN
Dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve roman yazarı Oğuzcan Önver’le bu derginin yazarlarından ve oyuncu
Mesut Alptekin, taciz ve tedirgin edildi, artık biz, ister istemez, Ayşenil’in suçunu tanımlamaya başladık:
Adamlarını üzerimize salıp, bize saldırtmak. Artık ok yaydan fırladı, suç niyetin dışına fışkırdı. İşlenen saldırı
suçunun üzerinden uzun bir zaman geçmesine karşın, Ayşenil Şamlıoğlu, bizden özür dilemediğine göre,
suçunu kabul etmiş demektir. Ortada bir suç varsa, bir de ceza olduğunu, aklı başında olan herkes tabii ki
hemen anlayıverir.

Peki, Ayşenil’in suçunu nasıl somutlayabiliriz?

Öncelikle, bu konuda, benden önce yazı yazan, Ayşenil Şamlıoğlu’nun adamları tarafından saldırıya uğramış
Oğuzcan Önver’le Mesut Alptekin’in yazılarından küçük birer tadımlık sunalım...

İlk tadımlık, 14 Mayıs 2011 tarihinde Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuzcan Önver’in
kaleme aldığı “Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter’e çok açık mektup!” başlıklı yazıdan:

‘‘Size yönelttiğimiz bu sert ve gerçekçi eleştiriler, anlaşılan, sizi çok sinirlendirmiş olmalı ki, sizin tiyatro
anlayışınıza bağlı ve bağımlı olarak soluk almaya çalışan Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nin resmî görevlileri (tiyatro
amiri, tiyatronun güvenlik görevlisi, kendisini GENÇ GÜNLER etkinliğinin tek sorumlusu sanan tiyatro sorum-
suzu ukalâ genç), sizin sinirlenmişliğinizin rüzgârıyla, benim üzerime hunharca saldırabiliyorlar. Tolga Yeter’in
yöneticisi olduğu GENÇ GÜNLER sorumlusu genç, beni; ‘Senin ağzını burnunu kırarım!’ diyerek tehdit
etme cüretini kendinde bulabiliyor; tiyatro amiri bana; ‘Terbiyesiz adam’ diyerek hakaret edip, aslında kend-
isinin ‘terbiyesiz adam’ olduğunu resmen kanıtlayabiliyor. Kimliği belirsiz bu üç kişi, (şayet halkın bize desteği
olmasaydı) bizi oracıkta LİNÇ edebilirdi. Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter; kimliği belirsiz bu üç kişinin bana
yaptığı fiziki/psikolojik saldırıyı ve benim nasıl darp edildiğimi, Internet ortamında yayınladığımız videolardan
izleyebilirsiniz.”

Şimdi de, 15 Mayıs 2011 tarihinde Sosyalist OYUN Dergisi yazarı ve Bulunmaz Tiyatro sanatçısı Mesut
Alptekin’in kaleme aldığı “Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönetimindeki Şehir Tiyatroları, Bulunmaz Tiyatro
sanatçılarına saldırı düzenledi!” başlıklı yazıdan küçük bir tadımlık:

28
“Binanın içinden çıkan Fatih Reşat Nuri Sahnesi amirinin bize doğru sökün etmesiyle birlikte daha da
kızışan tartışma, ağız dalaşı, itip kakmalar ve ‘Senin ağzını burnunu kırarım!’ gibi tehditlere kadar dayanıp,
en sonunda amirin, dış mekanda olmamıza rağmen, dergiyi dağıtan arkadaşımız Oğuzcan Önver’e: ‘Çık, Şehir
Tiyatroları’nın dışında dağıt’ diyerek, kapı önündeki kaldırımı sahiplenmesiyle ‘bok değil kaka’ çizgisine
getirdiği olay, tiyatro izleyicilerinin bizi ve dergimizi sahiplenmesiyle ‘hava’ bizim lehimize dönmeye başladı.”

Şimdiye dek, bana, bize karşı toplumsal, tiyatral, hukuksal... olarak işlenmiş birçok suçla karşı karşıya geldik.
Hattâ, Türkiye tiyatro tarihinde bir ilk olan LİNÇ KAMPANYASI bile düzenlendi bize karşı. Bu LİNÇ
KAMPANYASI sürecinde başarısız olan kişilerden bazıları, bana noter onaylı ihtarname gönderip, beni
savcılığa şikâyet etmekle yetinmeyerek, 2 yıla kadar hapsimi (LİNÇÇİ Kemal Aydoğan, Nihat Haluk Bilginer,
LİNÇÇİ Oyun Atölyesi), 25.000.00 TL paramı (Ömer Faruk Kurhan) bile isteyerek, beni mahkeme mahkeme
“süründürmek” istediler, istiyorlar, isteyecekler. Ben, biz, bu tür saldırılara hazırlıklıydık, hazırlıklıyız.

Ancak...

Hiç ummadığımız, hiç beklemediğimiz bir cepheden yara aldık. Bizim gözümüzde, sadece görevini yapan
bir kişi olarak canlanan Ayşenil Şamlıoğlu’nun, adamları kanalıyla taciz ve tedirginlik edilmekle kalmadık,
aynı zamanda darp edilip saldırıya uğradık. Günlerdir özür dilenmesini beklememize karşın, Ayşenil
Şamlıoğlu’nun kılı bile kıpırdamıyor. Demek ki, yapılan eylem, Ayşenil Şamlıoğlu’nun bilgisi dahilinde. De-
mek ki, yapılan eylem, Ayşenil Şamlıoğlu’nun emirleri doğrultusunda gerçekleşmiş.

Yazının başlığı olarak düşündüğümüz soruyu yineliyorum: Ayşenil’in suçu ne?

Ayşenil’in suçu, Bulunmaz Tiyatro sanatçılarına karşı taciz etme, tedirgin etme, darp etme ve saldırı düzen-
leme!

Hiçbir kimse bu konuda (her zaman yaptıkları gibi) kılını bile kıpırdatmasa, biz, sonuna dek mücadelemizi
sürdüreceğiz!!!

29
21 Nisan 2011, Atlas Pasajı/DT Küçük Sahne, OYUN dergisi eylemi

21 Nisan 2011 tarihinde, Atlas Pasajı’nın içindeki DT’nin Küçük Sahne’sinde, Cezmi
Ersöz’ün yazdığı(!), Serap Eyüboğlu’nun yönettiği(!), Kürşat Alnıaçık’ın oynadığı(!) ‘‘Ken-
di Kendine Konuşmaktır Aşk’’ adlı saçma sapan ‘‘şey’’i, Bulunmaz Tiyatro olarak izledik!
‘‘Oyun’’ başlamadan önce ve ‘‘oyun’’dan sonra OYUN dergisinin nisan sayısını, ücretsiz
olarak halkımıza dağıttık...

30
Bulunmaz Kültür Merkezi’nde Yazarlık Çalışmaları
KESİNLİKLE ÜCRETSİZ!

Yazarı tanrılaştırma niyetiyle ortaya atılan “Yaratıcı Yazarlık” yada “Yazmak Yaşamak” palavrasına papuç
bırakmayan Bulunmaz Tiyatro, herkesin yazar olabileceğinden yola çıkarak “yazarlık kursu”çalışmalarını
sürdürüyor.

Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi, şair, yazar, tiyatro sanatçısı Hilmi Bulunmaz yönetiminde başlatılan ücret-
siz yazarlık kursu, hiç ara vermeden sürüyor. Herkesin katılımına açık olan kurs, yazarlığın gökten zembille
inen bir edim olmadığını duyumsatan bir mantıkla yürütülüyor. Dahilere ve kahramanlara gereksinim
duymayan bir anlayışın izdüşümüyle ilerleyen kurs, kendilerini kapitalist mecraya teslim etmek istemeyen
yazar adaylarına büyük yarar sağlıyor. Yazarlığın da toplumsal bir iş olduğu anlayışıyla harekete geçen Hilmi
Bulunmaz, bizzat kendisi tarafından yürütülen kursa katılmak için bir kalem ve bir kağıt yeterli.

Katılmak için; para, sınav, torpil, rüşvet gerekmemektedir!

Türkiyeli yazarların bireyselliği aşamayan, benmerkezci tutumlarına teslim olup para ödemeyin. Yazın
sanatının halklaşması için savaşım veren kurumumuza gelin. Amiyane tabirle kazıklanmayın!

Oyun, senaryo, roman, öykü, şiir... yazmak isteyenlere önemli bir olanak. Herşeyin paraya endekslendiği ka-
pitalist üretim ilişkilerini parçalamak için savaşım veren kuruluşlardan biri olan Bulunmaz Tiyatro, ücretsiz
yazarlık kursu başlattı. 22 Haziran 2008 günü başlayan kurs, süresiz olarak devam ediyor. Yazarlığın tıkandığı
bir süreçte, yepyeni ufuklar açacak olan kurs, halktan yana yazarların yetişmesini sağlayacak. Gözlerini devlet
olanaklarına diken tilki düşünceli yazarların egemen olduğu anlayışı kırmak için başlatılan kurs, işlevini yer-
ine getiremese bile, seçenek bir evrenin kurulabileceği varsayımını gündemde tutacak.

Kursumuz, üniversitelerin Yazarlık Anasanat Dalı bölümüne kapağı atmak veya bu konuda hobi düzeyinde
kişisel çalışma yapmanın ötesine geçip, yazarlık sanatına katkıda bulunmak isteyen kişiler için hazırlanmıştır.

Not: Başvurunun bizzat Hilmi Bulunmaz’a yapılması gerekiyor.

31
Kapitalistlerin hüküm sürdüğü dünyadaki basın
özgürlüğü; gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın
alma özgürlüğü, halkın görüşünü satın alma özgürlüğü
ve gerçekleri burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü
anlamına gelir.
Vladimir İlyiç Lenin

32

You might also like