You are on page 1of 64

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi www.fizikist.

com Temmuz 2010 |   1


Temmuz 2010

Yıl: 1 Sayı: 9

Kurucu Müberra ALTIN

Hazırlayan, Editör Emre ALTIN

Yazarlar Müberra Altın



Orhan Aydilek

Hülya Vardarlı

Alican Tonbul

Turan Günara

Hüseyin Tanrıverdi

Kaynaklar Fizikist.Com

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi, Fizikist.Com sitesinin yayın organıdır. Hiçbir yazı ve çalışma Fizikist.Com
sitesi yazarlarından izin alınmaksızın kullanılamaz.

2  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


TEMMUZ 2010

04 10 50
IŞINLANMA VE KUANTUM PHILADELPIA DENEYİ TÜRK MÜHENDİSLERİN
BAŞARI ANALİZLERİ
Işınlanma, hayallerimizi Philadelphia Deneyi, 28
süsleyen yolculuk.. Ekim 1943’te Pensilvanya Türk mühendisler gurur
Sanırım bu düşünceme eyaletine bağlı Philadelphia veren projelere imza atıyor.
İstanbul da yaşayan ve trafiği şehri limanında yapıldığı 10 mühendisin 4 yıldır
bilen herkes katılır. iddia edilen deneydir. çalıştığı proje sonuçlandı

İnsanoğlunun Doğru Bildiği Yanlışlar


25
07 Kuantum Düşünce Tekniği 52 Mars Manzarası

18 Erwin Schrodinger 54 Özgüven nasıl kazanılır?

42 Balıklar Neden Karaya Çıktı 60 Kör Kuyu

50 Kim demiş ne demiş? 63 Zeka Soruları

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   3


IŞINLANMA VE KUANTUM

Işınlanma, hayalimizi
süsleyen yolculuk..
Sanırım bu düşünceme
İstanbul da yaşayan
ve trafiği bilen herkes
katılır. Bilim–kurgu
filmlerinde olduğu gibi
bir makineye girsek
ve saniyeler geçmeden
dünyanın bir
ucunda olabilsek…

Işınlanma Makinesi

Bu dünyada ışınlanma mümkün mü acaba? Yani biz tamamen ener-


jiye dönüşüp sonrada yeniden maddesel halimize üstelik hiçbir değişikliğe
uğramadan dönüşebilir miyiz ve bu esnada dilediğimiz konforlu yolculuğu ya-
pabilir miyiz? Bu sorunun cevabı henüz yok maalesef. Ama sanırım bizi cevaba
yaklaştıracak olan en önemli konu kuantum fiziği.

Kuantum fiziği değilse de kuantum felsefesi ya da kuantum düşünce


yöntemi son dönemde oldukça moda. Secret adlı kitabın çok satmasıyla alakası
var mı bunu bilemiyoruz tabi biz işin fiziğindeyiz.. Kuantum fiziği adı nereden
geliyor? Quanta kelimesinden yani parçacık. Max Planck’ın elektromanyetik
ışımanın quanta denen düzenli enerji paketçikleri halinde yayıldığını söylemesi-
yle Kuantum çağı başlamış oldu...

Bu oldukça basitmiş gibi görünen ilk temel düşünceye dayanarak


bilim adamları ilim tarihinin şu ana kadar ki en başarılı teorilerinden birisini
oluşturdular. Newton’un Genel Çekim Kanunu tabiattaki temel kuvvetler ile
ilgili tüm sorulara cevap verebiliyordu. Einstein 1905 de fotoelektrik hadisesi-
nin (metalin üzerine düşen ışığın elektrik akımı oluşturması), ancak Planck’ın
elektromanyetik tanecikleri (fotonlar) ile açıklanabileceğini söyleyerek Kuantum
fiziğinin kurucuları arasında yerini aldı.Atom ,atom altı parçacıklar, bir yıldızın
ışık vermesi, kara cisim ışıması... gibi konular artık Newton mekaniğinin dışında
kuantum mekaniğiyla açıklanabilir konuladır.

4  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


IŞINLANMA VE KUANTUM

Neden mi? Çünkü belirsizlik çağı başlar. Bir cismin üzerine etki eden tüm kuvvetleri
bilirsek yerini tespit edebiliriz. Ancak bir elektron için atomun tam şu noktasındadır
demek gibi bir lüksümüz yok. Bizler elektron bulunma ihtimalinin en yüksek olduğu
yerden söz ededbiliyoruz artık. Evren hakkında da bir çok konuyu yine kuantum
fiziğiyle açıkladı bilim adamları. Belirsizlik ,ihtimaller ve olasılıklar. Klasik mekanik ve
klasik matematikle çalışmaya alışmış beyinlerimiz. Konu evren ,evrenin genişlemesi,
bir fotonun çift yarıktan aynı anda geçebilme olasılığı ,Atom altı parçacıkların nasıl
davrandığı ve nerede olduğu konusuna gelince olmaz öyle şey diyebiliyor.

Einstein’in ünlü “Tanrı zar atmaz” sözü de bunun üzerine söylenmiştir.


Einstein tanrının evreni belirli kurallara göre yarattığını ve ihtimallerle
uğraşmayacağını anlatmak istemiştir bu sözüyle. Fakat sonraları kendisi de
kuantum mekaniğinin güçlü savunucuları arasında yer almıştır. Bohr atom mod-
eline kadar her şey anlamlıydı.Bohr tek elektronlu atomlar için oldukça güzel bir
model kurmuş ve deneysel ispatını da yapabilmişti. Çok elektronlu atomlar için ise
çekirdeğin yörüngesindeki elektronların açısal momentumunun yalnızca h/2π’nin
tam katları değerler alabileceğini ortaya koydu.Deneyle ispatlayamadı. Daha son-
rada Dirac daha kullanışlı olan ħ=h/2π tanımını verdi.

Buna göre açısal momentumlar elektronlar için sadece 0,ħ,2ħ,3ħ,4ħ şeklinde


değerler alabiliyordu. Bu yeni sistemle atomun çevresindeki elektronların kararlı
enerji düzeyleri ortaya kondu. Yine De Broglie 1923’de parçacık-dalga karmaşasına
bir aşama daha katarak parçacıkların bazen dalgalar gibi davrandıklarını öne sürdü.
Hatırlayalım dalga – tanecik dualitesi.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   5


IŞINLANMA VE KUANTUM

Yani her taneciğe eşlik eden bir dalga var maddenin enerjisine göre dalga yada
tanecik gibi davranması mümkün(bu bilgiyi aklımızda tutalım ileriki sayılarda
ışınlamayı anlamamızı sağlayacak.)

Böylece Einstein’ın ünlü E=mc2’si ile Planck’ın hπ’si ilişkisi iyice


belirginleşti: E=mc2=hπ. Burada frekansında salınan yalnız kesikli hπ/c2 kütle
birimlerinden oluşmalıydı. Bunlarla doğa, parçacıklar ve alan salınımlarından
oluşan tutarlı birdünya oluşturuyordu. 1925’de Werner Heisenberg “matriks”
mekaniğini ve 1926’da Erwin Schrödinger “dalga mekaniğini” ortaya
koyarak kuantum kuramı anlamına kavuştu. Daha sonra,bu iki kuram Paul
Dirac tarafından tek bir kuram haline getirildi.

John Gribbin’in “Olayların tesadüf yanları, kuantum mekaniği ve istatis-


tiksel olasılık. Hepsi ayrılmaz bir şekilde birbiriyle iç içe geçmiştir...”sözü
sanırım kuantum mekaniği ile ilgili söylenmiş en anlamlı sözdür…

Müberra ALTIN

Yüksek Fizik Öğretmeni

6  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


KUANTUM DÜŞÜNCE TEKNİĞİ

Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce


biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve
oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçi-
minde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili
olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir.

Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve im-
gesel oluşumları içerir. Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna
geçer. Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar.
Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir “kişi”
olmanın sınırlı olanaklarını aşar, “bütün” ün gücüne ulaşırsınız.
O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.

Bu Teknik Pratik Olarak Hayatımıza Ne Gibi Yararlar Sağlar?

Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar: uygun iş, eş, yaşam alanı,ev,
bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır.
Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların ye-
rine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız
doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun
imkan,en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp
onu almaktır.
Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci
yaşamanıza imkan tanımış olursunuz.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   7


KUANTUM DÜŞÜNCE TEKNİĞİ

Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar.
Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki yapar. Bedenimiz
aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku,kaygı,öfke, suçluluk
duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalar yol açar.

Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel


sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de
düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark
etmek ve ona adım adım ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel
kodlamanızdaki yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız
hızlanır.

Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak
İnsanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden
dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt
muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz.

Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar.


Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza
akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle ruhsal
varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok paraya sahip olmak
tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu parayla ne yaptığınızdır.
Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi,
daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman zenginsiniz deme-
ktir.
Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu
yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar sunar.

Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir?

Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir al-
ana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji
parçacıklarından başka bir şey değildir.

Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu


alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler
olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış,
burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar.

Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce paketçikleri


varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir noktasına yaptığımız etki büt-
ünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir.
Kuantum Fiziği, fizikle fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır.

8  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


KUANTUM DÜŞÜNCE TEKNİĞİ

Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden


Örnekler Verebilir Misiniz?

Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz: Düşünceler hayatımızı oluşturur.

En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti.
Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir
yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu.
İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da
istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu.

Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil. Kendilerine yüzde
yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları ikna etmekle ilgili. Belki de
bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz. Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle
ilgili. Üniversiteye hazırlık yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri
vardı. Onunla bir çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu.
O kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış
hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının bir çok
önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay olmadığını tespit
ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken gerçekleştirildi. Bu genç
üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii
ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair telefon aldım.

Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili. Arkadaşlarının ve
rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar desteklemediğinden şikayet
etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf biriydi. Bir konuda görüş almak
için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden
geliyordu. Sonra bu gençle bir seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir
hafta geçmeden yüzünde güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sine-
maya gitmişlerdi oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden
huy değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim kurmuşlardı.
Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar kulübüyle ilgili bir isteği
daha o söylemeden rektör tarafından karşılanmıştı.

Bu süreç nasıl işliyor? Yani nasıl oluyor da sizin yaptığınız bu çalışmadan


Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor?

Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik
Alanında bir etki yapar. Bu düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu
alanda her şey Şimdi ve Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi
sonuçlar doğurur. Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir damlasındaki
değişim diğer tüm damlaları uyarır.

Hüseyin Tanrıverdi

Fizik Öğretmeni

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   9


“YOK OLDU” ve 640 Km UZAKTA ORTAYA ÇIKTI.

28 Mart 1943 ; ABD'li bilim adamı Dr. Morris Jessup'ın, Einstein'ın birleşik alanlar
kuramına dayanarak bir "ışınlama" deneyi yaptığı iddia edildi. 'Philadelphia deneyi"
adıyla bilinen ve askeri gizlilik içersinde gerçekleştirilen olayda, 104 mürettebatlı
"USS Eldridge" adlı askeri gemi, tanıkların iddialarına göre Philadelphia deniz
üssünde, yeşil bir sise bürünerek yavaş yavaş "kayboldu" ve kısa bir süre sonra 640
km. ötedeki Norfolk deniz üssünde ortaya çıktı.

10  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


PHILADELPIA DENEYİ

Deney ile ilgili medyatik ciddi araştırmalar, 1980'de PHİLADELPHİA DENEYİ'ni


perdeye getiren filme izin verildikten sonra başladı. Daha öncelerde, kamuoyuna
göre olay sadece saçma bir söylentiydi. Charles Berlitz ve William Moore'un ortak
yazdıkları kitap bir fantazi olarak kabul görmüştü. Ama deney ile ilgili kuşkular hala
sürmektedir, nedeni anlamsız bir söylenti dahi olsa aşağıda okuyacağınız olaylar
dizisi, şaşırtıcı, düşündürücü ve gerçekçidir.

Philadelphia Deneyi günümüz şartları gözönüne alındığında daha etkin ve


düşündürücü bir iddiadır, olayda adı geçen bir avuç insandan geriye hemen hemen
kimse kalmadığından kesin doğrulanma için ABD gizli arşivlerinin açıklanması gerek-
mektedir. Fakat, film için devlet tarafından zor izin verilmesi kuşku uyandırmakta ve
dikkatleri yoğunlaştırmaktadır. Yaşamını Philadelphia Deneyi'ni araştırmaya adayan
ve bir de "A-Z'ye Philadelphia Deneyi" adlı kitabı yazan Alfred Bielek bize tüm
olanları anlatırken, "neredeyse delirme noktasına geldiğini söylüyordu; Philadelphia
Deneyi tasarlanırken amaç çok güçlü bir elektromanyetik alanın sağlanarak gemile-
rin görünmez olmaları ve bu sayede top mermilerinden ve denizaltıların atacakları
torpitolardan korunmasıydı. Hatta daha sonra,görünmezlik alanını bir benzerinin
denizde değil, havada oluşturarak önemli üslerin görünmesinin engellenmesi de
düşünülmüştü.

"EVRENSEL ZAMAN SAATİ"

Deneyin resmi ve bilimsel adı "PROJECT RAİNBOW" (Gökkuşağı Projesi)idi.


Gökkuşağı Projesi, iddialara göre II.Dünya Savaşı sırasında küçük destroyer tipi bir
savaş gemisinin başından geçti.Olayın yeri Philadelphia Deniz Üssü'ydü amaç ise
gemiyi düşmanın fark etmemesi için görünmez yapmaktı.Projeye göre, fikir orjinaldi
ve düşman radarları hiç fark etmeden gemi istenilen yerde birden ortaya çıkacaktı.
Bilimsel tanımın adı;OPTİKAL GÖRÜNMEZLİKTİ; özel bir sistemle veya jener-
atörle oluşturulan çok güçlü manyetik bir alan gemiyi saracak, ışınları veya radar
dalgalarını büker yada kırarken gemi görünmez olacaktı. Düşüncesi dahi bir muci-
zeye benziyordu ve iddialara göre de Gökkuşağı Projesi başarılı olmuştu. Yani gemi
fiziksel olarak kaybolmuş ve tekrar geri dönmüştü. Tanıklara göre geminin üzerini
bir pelerin gibi saran manyatik alan görevini yapmıştı. Fakat ana hedef geminin
kaybolduğu yerde değil, bir başka yerde ortaya çıkmasını sağlayabilmekti yani daha
yaygın bir deyimle "ışınlama" yapılmalıydı.

Philadelphia Deneyi’nin temelinde düşünce olarak Albert Einstein’ın ‘’Çe-


kim ve Elektriklenmede Birleşik Alan Kuramı’’ vardır. Bu teori bu konuyla
ilgili kişilerce “Elektronik kamuflaj” olarak tasarlandı.Einstein, bu teorisi 1925-27
arasında Almanya’da bir bilim dergisinde yayınlandı.Fakat Einstein,bu teoriyi daha
denememiş ve daha tam anlamıyla geliştirmemişti.O zamanlardaki amaç, çok güçlü
elektromanyetik alanın yapılarak gemilerin görünmez olmaları ve düşman kuv-
vetlerine karşı korunmasıydı.Hatta bu olayı havada oluşturarak üslerin görünmesinin
engellenmesi de düşünülmüştü.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   11


PHILADELPIA DENEYİ

Bu deneyin çalışmaları 1930 yıllarda "Project Rainbow"ismiyle başlatıldı.


Başlatıldığı yer ise Chicago Üniversitesidir. 1 yıl sonra çalışma Princeton Üniversites-
inde devam ettirildi. Bazı bilim adamları bu projede zaman zaman yer aldılar.Bunlar
Einstein, Dr. Johnvon Neumann ve Dr. Nikola Tesla'dır. Dr. Alfred Bielek her 10 yılda
bir Ağustosun 12'sinde manyetik enerji alanının tekrar oluştuğunu öne sürüyordu.
1943'ten sonra 1963 ve 1983'te aynı olay olmuştu. Sebebi ise "Senkronizasyondu"
Enerji alanları tekrar toplanıyor, dalgalanarak ortaya çıkıyordu, fakat bu alanlar
karmaşıktı. Neumann, 1986'da ölen Bielek'in anılarından yazdığına göre bu olayları
doğrulamıştı. İfadesi teyp bantlarında vardı. Oluşturulan büyük enerji, doğru açıda
sekronize edilirken birden kontrol dışına çıkmış ve "Yönsüz dalgalar'a" dönüşmüştü.

Bunun sonucunda ortaya alışılmadık etkiler çıkmaya başlamıştı. Senkronize dal-


galar zamanı büküyor ve etkiliyordu. Bir diğer ilginç yaklaşım, Wisconsin Ünivers-
itesi Matematik Profesörü olan Henry Levenson'dan gelmişti. Bu fikre göre zamanın
merkezi bir alanın çevresinde yoğunlaştığını ve bir "Zaman Saati" oluşturarak, tüm
varoluşun gerçekleştiği ve gerçekleşeceği şifrelerle çalıştığını söylüyordu; Dediğine
göre "Şifrelerin içinde yaşayan herşey vardır, dünyadaki bütün maddesel varoluş
dünya saat ve zamanına göredir; dünya, Güneş saatine göre, Güneşde galaktik
saate göre ayarlıdır. Eğer zaman kilidi yüksek ve güçlü bir enerji alanı ile bozulursa,
ortaya çeşitli zaman ve mekan dengesizlikleri çıkar. Taki zaman yeniden kendini
tamir edip yeniden dengesini bulanadek"

12  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


PHILADELPIA DENEYİ

Bilim Adamı Dr. Morris K. Jessup’un


Esrarengiz Ölümü

Olaylar 1943 yılı haziran ayında başladı.


Geminin adı USS Eldridge’di, DE 173 bir ko-
ruma destroyeri olarak sınıflandırılmıştı. Bir
görgü şahidine göre,75 KVA gücündeki iki dev
jeneratör geminin ön top taretlerinin altına
monte edildi, buradan geminin güvertesine 4
manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi ( Her-
biri iki megavat CW gücündeydi ve onlarda
güverteye monte edilmişti.),3000 adet 6L6
güç artırıcı tüp,iki jeneratörün oluşturduğu
gücü yayacaklardı, özel senkronizasyon ve
modülasyon devreleriyle diğer ekipman,oluşan
kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa
indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları
gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman
gözlemcileri için görünmez olacaktı.

USS Eldridge adlı destroyer, Philadel-


phia Deniz üssü’nün önünde biraz açıkta du-
ruyordu, gözlem gemisi olarak da SS Andrew
Furuseth isimli bir şilep seçilmişti. İşte iddialara
göre Philadelphia Deneyinin ortaya çıkmasını
sağlayan insan bu geminin personelinden bir
gemicidir. Bu kişi Carl M. Allen imzasıyla, 1950
yılında Dr. Morris K. Jessup’a garip mektuplar
gönderdi ama zarfın üzerindeki isim Carlos
Miguel Allende’ydi.

Mektupta yazılanlara göre Allende veya Allen, olayları baştan sona seyretmiş gibiydi,
Jessup adres olarak verilen posta kutusuna mektup yazarak ayrıntı istedi ve bir me-
ktup daha geldi; bu Allen, anlattıklarını kanıtlamak için hipnoz, sodyum pentatol (
bilinci uyuşturarak iradeyi kran doğruyu söyleten bir ilaç )ve teyp kaydı istiyor,olayın
etkin bir biçimde açıklanması halinde insanların böyle bir nakil sistemiyle yıldızlara
dahi gidebileceğini yazıyordu.

Jessup ise bu kişinin tanıklık iddialarından en azından bir tanesinin doğru


olabileceğini söylüyordu.Aslında Jessup, matematikçi ve gök bilimciydi.Astro-fizik
alanındaki
çalışmaları nedeniyle Felsefe Doktoru ünvanını almıştı.İnkalar ve Mayalar’la ilgili
çalışmalar yaptı. Bermuda üçkeni ve UFO konularında tezler yayınladı.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   13


PHILADELPIA DENEYİ

İkinci mektuptan sonra Jessup, Deniz Kuvvetleri'nden bir davet aldı. Deniz
Kuvvetleri Araştırma Bürosu'na gittiğinde eline bir kitap verildi ve kitap kendi yazdığı
kitaptı, bir yıl önce Büro'ya postayla yollamıştı."THE CASE FOR THE UFO" adlı
kitap taslağını Deniz Kuvvetleri'nden Amiral N. Furt'a yollamıştı ama Amiral haberi-
nin olmadığını söylüyordu. Kitabın sayfaları üç değişik yazıyla yazılmış ve notlar
alınmıştı, Dr. Jessup yazılardan birisinin Alle'nin yazısının aynı olduğunu fark etti.
Notlar sanki dünya dışı birisinin gözlemi olarak yazılmış gibiydi, binlerce yıl önceki
uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu, sonunda
ise Güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup, nasıl ortaya çıkarılabileceği ve
1943'te philadelphia'da yapılan deneyden söz ediliyordu.

Normalde, saçma olarak tanımlanması gereken bu kitap, nedense ABD


Hükümeti tarafından Pentagon'da üst düzey belli yetkililere özel olarak dağıtıldı.Car-
los Miguel Allende veya Carl Meredith Allen yani Dr. Jessup'a mektup yazıp,deneyi
anlatan kişi kimdi? Neden mektubu yazdıktan sonra kayboldu ve öyküsünü neden
basına yollamadı? ABD Hükümeti, Jessup'un üzerinde notlar bulunan kitabıyla neden
bu kadar ilgilendi?1959 Nisan'ında Jessup, arkadaşı doktor Mason Valentine'i ara-
yarak Deney ile ilgili kesin sonuçlara ulaştığını anlatarak ertesi gün buluşmalarını
istedi, 20 Nisan akşamı yemekte buluşacaklardı ama bu yemek gerçekleşemedi.
Buluşacakları gece, Miami'de Hammock Parkı'nda Dr.Morris K. Jessup, arabasında
ölü bulundu, polis raporlarına göre arabasında ekzoz gazıyla intihar etmişti ve söz
konusu notlar ortada yoktu. Arkadaşları Jessup'un asla intihar edecek biri olmadığını
söylediler, Valentine ise Jessup'un hastaneye götürüldüğünde hala sağ olduğunu
öğrendiğini iddia etti fakat bunlardan bir sonuç çıkmadı ve olay kapandı.

Acaba öyle miydi? Jessup'un Philadelphia Deneyi ile ilgili çalışmalarına ne olmuştu?
Bu çalışmalar kimleri,neden rahatsız etmişti? Bu gizem hala çözülmüş değil. Yoksa
böyle bir oyunla Jessup kendisine mektup yazan kişi Allen tarafından veya başka
güçlerle intihar süsü verilerek notlarıyla birlikte bir yeremi götürülmüştü?

DENEY BAŞLIYOR...

Tanığa göre, deney 22 Haziran 1943’te sabah saat 09.00’ da jeneratörlere güç
verilerek başlatıldı. Manyetik alan oluşuyordu; sonra yeşilimsi bir sis gemiyi örtm-
eye başladı ve USS Eldridge kayboluyordu; Olayın tanığı şöyle devam ediyor; ”Bir
an sadece geminin çıpasını görebildim, sonra oda kayboldu, ortada artık ne sis ne
USS Eldridge vardı; bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli
subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyacan içinde nefeslerini tutarak bu
inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı. Gemi ve mürettebatı hem radarda hemde
gözlerimizin önünde yok olmuştu. Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra
emir verildi ve jeneratörlerin şalteri kapatıldı. Önce hiç bir şey olmadı, arkasından
yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya
başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu?

14  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


PHILADELPIA DENEYİ

Sis azalırken, birşeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk.Hemen gemiye


yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını
gördük,diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı,sanki hiç biri-
nin bilinci yerinde değildi.Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre
içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerine hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki
gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi.Gemi istenilen radar görünmezliğine
ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943'te deney yine aynı gemide
tekrarlandı. Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen he-
men görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise
bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir
çizgi kaldı.Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgide yok oldu. Şimdi gemi
tamamen yokolmuştu. Bir kaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı.
Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia'da
tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı.

Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmediler.Bu olayın en korkunç bölümü ise beş
tane denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde
kalmalarıydı.Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski
haline dönemedi.Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu.Bazılarının
psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insan-
lar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin
yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hale geliyorlardı, yani dokunmanın giysi-
nin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. “Donma” adı verilen bu olay saatlerce,
günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donmuştu ve altı ay sonra
kurtarılabilindi.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   15


PHILADELPIA DENEYİ

Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle


kaybolup,çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden
olan neydi? diyor olayın tanığı. Philadelphia deneyi hakkında ''gemi'' nasıl Norfolk'a
gitti? Neden yine Philadelphia'da bir yere gitmedi? Levenson'un "Zaman Kilitleri"mi
neden olmuştu?

Biz bir zaman dizisi içerisinde yaşıyoruz her hareketimizde bir an geçiyor ve
zamanı olmadan süregelen uzayla çevriliyiz. Uzay-Zaman içinde bir yerde, bir an
için var olduğumuzda, oluşan zaman karesi yani o anın resmi, lokal uzay / mekan
koşulları gereğince yakalanır ve dünyadan çıkarak güneş sistemine yayılır ama uza-
ya gitmez ve Güneş sisteminin çevresinde yörüngeye girer. Bu "Işınlanma" gibidir.
Yani her hareketimizin bir resmi çekilip, uzaydaki albümde yerini almıştır.Bu son-
suz zaman resimleri veya dilimleri Yaradılıştan beri vardır.Yani dünya zamanı içinde
değilde,uzay zamanı içinde geri dönüp tüm resimleri görebiliriz.

Bu oluşumun diğer koşulu bugünün emilme özelliğidir,içinde bulunduğumuz


an bir balon gibi şişerek holografik bir görüntü oluşturur; bu tekbir anlık resimlerin
biriktiği bir alandır ve özel bir uzay alanındadır. Yani o alanda bu an geçmişdeki
tüm anlar vardır; işte USS Eldridge'nin Norfolk'ta ortaya çıkmasının nedeni
geçmişinde orada bulunmasıdır; çarpılan uzay-zaman alanında geminin geçmişte
orada bulunduğu anı resmi ortaya çıkmış ve gemi görünmüştür. Yani o anda hem
Philadelphia'da hemde Norfolk'tadır. Eğer zaman alanını yeterince bozabilirsek,bir
yerde görünebilir, dünya-zamanda değil, uzay-zamanda yer değiştirmiştir. Sebebi
daha önce oradaydı.Eğer olay sırasında ve transfer tamamlanmadan önce birisi
enerjiyi durdursaydı, madde parçacıkları ışınlanarak emilecek kaynağına doğru
yani geriye vakumlanarak bu andaki orjinal yerine dönecekti. İki tane balon
düşünün;birisinin içinde Philadelphia'da USS Eldridge bulunsun; Diğer balon ise
Norfolk'ta ama içi boş; Bu boş balonda madde olmayan holodrafik görüntü beliri-
yor ve bu görüntü geçmişte bir yerde olan uzaysal bir imaj. Geçmişteki her za-
man resmi bir holografik bir imaj balonu olarak vardır, Bunu bir çizgi filmin kareleri
olarakta düşünebilirsiniz. Bu resim dizisi her varolan her şey için oluşmaktadır. Eğer
biz Philadelphiya'da bulunan USS Eldridge'nin kendisinin bulunduğu dolu balonu
sıkıştırırsak, Norfolk'daki boş balona giden maddi bir bağlantı koridoru yada madde
tüpü oluştururuz.
Yani imaj gemiye doğru...

Philadelphia Deneyi bu bilimsel anlatımlardan sonra bugün 1943’te olduğundan


daha güncel. Yeni kaynaklardan yeni ayrıntılar öğrenilmekte, başka bir iddiaya göre
projede görev alanların beyni yıkanarak, gördüklerini unutmaları sağlanmıştı. Fakat
yıllar sonra anılar geri gelmeye başladığı için yaşayan tanıklar konuşmaya başladılar.

The Time Machine Project

Çetin BAL

16  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


Afrika’da Malavi’de bir çocuk.
Bitmek üzere olan bir vücudun üzerine hastalıklar
çullanmış. Hem zatürre hem de verem. Çünkü açlıktan
vücudu zayıf düşmüş. Yan gözle objektife değil de bizce
uygar dünyaya bakıyor. Kalan son takatini sanki bakmak
için kullanıyor.

Fotoğrafçı Obed Zilwa sanki bakışların en güçlü olduğu


anı yakalıyor. ‘O’ anda öylesine güçlü ki çocuğun bakışları,
kendisinin mi yoksa berideki dünyanın mı güçsüz olduğu
sorgulanır hale geliyor.

(Associated Press / Obed Zilwa)

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   17


ERWIN SCHRODINGER
Schrodinger’in hayatı ve hayatı boyunca yaptıkları

18  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ERWIN SCHRODINGER

Erwin Rudolf Josef Alexander Schrödinger (12 Ağustos 1887 - 4 Ocak 1961),
Avusturyalı fizikçi. Kuvantum mekaniğine olan katkılarıyla, özellikle de 1933'te
kendisine Nobel Ödülü kazandıran Schrödinger Denklemi'yle tanınır. Schrödinger'in
Kedisi diye bilinen düşünce deneyini önermiştir.

Çocukluğu ve Gençliği

Schrödinger, Viyana'nın Erdberg ilçesinde, Rudolf ve Georgine Emilia Brenda


Schrödinger'in tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası bir mumlu bez imalatçısı ve
botanikçiydi.

1898 yılında girdiği Kraliyet Akademik Lisesi'nden (Akademisches Gymnasium)


1906'da yüksek başarıyla mezun oldu ve aynı yıl Viyana Üniversitesi'nin fizik
bölümüne kabul edildi. Burada, öğretmenleri Franz Serafin Exner ve Friedrich
Hasenöhrl'ün fikirlerinden etkilendi, Friedrich Kohlrausch'un gözetiminde deneysel
çalışmalar yaptı. 1910'da mezun olan Schrödinger, bir yıllık askerlik hizmetinden
sonra üniversiteye geri döndü ve 1911'de Exner'in yanında asistan olarak çalışmaya
başladı. 1914'te I. Dünya Savaşı başlayınca tekrar askere çağrıldı ve İtalya ce-
phesine yollandı.

Orta Yaşları

Savaşın bitişinden sonra Viyana’ya dönen Schrödinger, radyoaktif bozunum ve


kristal yapıların dinamikleri üzerinde çalışmaya başladı. Mart 1920’de Annemarie
Bertel ile evlendi, ve aynı yıl içinde Stuttgart’ta doçentliğini aldı. 1921’de Breslau
Üniversitesi’ne geçti ve burada profesör oldu, fakat Breslau’da birinci yılını doldur-
madan bu sefer Zürih Üniversitesi’ne geçti. Zürih’te geçirdiği altı yıl boyunca renkli
görüşün fizyolojisinden termodinamik problemlerine pek çok değişik konu üzerinde
çalıştıysa da, atomaltı parçacıkların mekaniği üzerine yazdığı ve 1926’da arka arka-
ya yayımladığı altı makalesiyle uluslararası üne kavuştu. Bugün kendi adıyla anılan
ve kuvantum mekaniğinin en önemli sonuçlarından biri olan Schrödinger Denklemi’ni
de ilk kez bu makalelerde ortaya koydu.

1927’de kısa bir süre ABD’deki Wisconsin Üniversitesi’nde ders verdikten sonra,
Berlin Üniversitesi’ne gelerek fizik bölümü başkanlığını Max Planck’tan devraldı. Ya-
hudi olmadığı halde, Almanya’da yükselen ırkçı Nazi iktidarından rahatsız olduğu için
1933’te İngiltere’ye taşındı ve Oxford Üniversitesi’nde profesör oldu. Aynı yıl, Paul
Dirac ile beraber Nobel Fizik Ödülü’nü aldığını öğrendi.

Schrödinger, Oxford’da iki kadınla beraber yaşıyor (karısı Annemarie ve bir başka
fizikçiyle evli olan metresi Hilde), bu durum da üniversitede tepkiyle karşılanıyordu.
Baskıdan sıkılan Schrödinger, 1934 baharında Princeton Üniversitesi’nde ders verm-
eye başladı, fakat buradan gelen iş teklifini, muhtemelen benzer sosyal baskılardan
çekindiği için reddetti. 1935’te, bugün Schrödinger’in Kedisi adıyla bilinen meşhur
düşünce deneyini de içeren üç kısımlı bir deneme yazısı yayımladı.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   19


ERWIN SCHRODINGER

1936'da memleketi Avusturya'ya dönüp Graz Üniversitesi'nde işe giren Schrödinger,


1938 yılında Naziler'in Avusturya'yı işgal etmesiyle zor bir duruma düştü. Graz
Üniversitesi'nin adı Adolf Hitler Üniversitesi olarak değiştirildi ve üniversitenin başına
Nazi sempatizanı bir rektör getirildi. Schrödinger, yeni rektörün tavsiyesi üzerine
üniversite senatosuna bir mektup yazarak 1933'teki muhalefetini geri çektiğini
açıkladıysa da (sonradan bu mektuptan dolayı büyük utanç duyacak ve Einstein'dan
bizzat özür dileyecekti), işini kaybetmekten ve muhalif olarak mimlenmekten
kurtulamadı. 1938 sonunda karısıyla beraber apar topar Roma'ya kaçan Schröding-
er, oradan önce Belçika'daki Gent Üniversitesi'ne, sonra da yeni kurulan Dublin İleri
Araştırmalar Enstitüsü'ne geçti.

Yaşlılığı ve Ölümü

Viyana Üniversitesi avlusundaki Schrödinger büstü Dublin'e 1939 sonbaharında


gelen Schrödinger, burada 17 sene kalacak ve İrlanda vatandaşlığına geçecekti.
1944'te yazdığı Hayat Nedir? başlıklı kitabında organizmaların genetik şifresini ihtiva
eden karmaşık bir molekül fikrinden bahsetti. 1950'lerde DNA molekülünün yapısını
çözen (ve bu çalışmalarıyla 1962'de Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülü'ne layık görül-
en) Francis Crick ve James Watson ayrı ayrı yazdıkları anılarında, Schrödinger'in
kitabından etkilendiklerini açıkça belirtmişlerdir.

Schrödinger'in aşk hayatındaki skandallar İrlanda'da da devam etti. Öğrencileriyle


ilişkiler yaşadı, ve iki ayrı İrlandalı kadından iki tane gayrımeşru çocuğu oldu.

1956'da Viyana'ya dönen Schrödinger, birleşik alan teorisi ve genel görelilik


kuramı üzerinde çalışmaya devam etti. 1961 yılında yayımlanan son kitabı Dünya
Görüşüm'de hinduizm felsefesine oldukça yakın olan kendi dünya görüşünü anlattı.

4 Ocak 1961'de (73 yaşında) tüberküloz nedeniyle hayata gözlerini yumdu, ve vasi-
yeti üzerine Avusturya'nın batısında bulunan Alpbach kasabasında toprağa verildi.

20  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   21
SCHRODINGER’İN KEDİSİ

Kuantum mekaniğinin temel dalga


denklemini yazan Erwin Schrödinger
(1887 - 1961) de sonraki yorumları
kabullenmeyenler arasındadır...

Schrödinger, sonuçta kuramdan


(gelişmesine katkıda bulunduğuna
pişman olduğunu söyleyecek kadar!)
soğudu. Bundan sonra o da Einstein
gibi kuramın mantıksızlığını çarpıcı
biçimde ortaya koyacak örnekler ara-
maya koyuldu. 1935'te ortaya koyduğu
Schrödinger'in Kedisi adı ile anılan
düşünce deneyi bunların en ünlüsüdür.

Aynı yıl Einstein,Podolski ve Rosen,


" EPR Deneyi" adıyla bir düşünsel
deneyle kuantum kuramının aldığı
biçimi eleştirmeye çalıştılar. Ama zaman
Schrödinger'i ve Einstein'i değil, kuan-
tum kuramını haklı çıkardı.

Şimdi Schrödinger'in düşünce deneyini


görelim.

Sağlıklı bir kediyi hava alabilen bir kutu


içine koyalım. Kutuda zehirli bir gaz
şişesi bulunsun ve bu gazın şişeden
salınmasını sağlayacak mekanizma,
bozunma yarı ömrü 1 saat olan bir
radyoaktif parçacık ile kontrol edilsin.
Bu mikroskobik parçacığın davranışını
ancak kuantum mekaniği ile ifade
edebiliriz, fakat şimdi makroskobik
bir sistem olan kedinin kaderi de artık
parçacığın davranışına bağlanmış
oluyor. Schrödinger’in iddiasına göre 1
saat sonunda kedinin canlı ve ölü olma
olasılıkları eşit.

Dalga fonksiyonunun anlamı ya bozun-


ma oldu ve kedi öldü ya da olmadı ve
kedi hayatta gibi uç iki olasılığı anlat-
maktan ibaret değil.
Schrödinger’in analizi doğru ise kuantum kuramı, (birisi bakıp durumu bu iki
seçenekten birine indirgeyene kadar) kedinin iki durumunun yan yana bulunduğunu
söylüyor.

22  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


SCHRODINGER’İN KEDİSİ

Yarı ölü-yarı diri. Schrödinger, bu kadar mantığa zıt bir kuramın düzeltilmeye
muhtaç olduğu sonucuna varıyor. Buna karşılık birçok fizikçi (Hawking, Gell-Mann ve
başkaları) bu problemin yapay olduğu görüşündeler.

Schrödinger’in Kedisi Deneyi Nasıl Yorumlanmalı?

Bir kere atomik ve moleküler dünyanın olasılık düşüncesi makrodünyaya taşınmış


bulunuyor.Çünkü gözlem yapmadığımız sürece kenidinin ölü ya da diri olduğunu
bilemeyiz.Buradaki yanıt da “Kedi yüzde elli ölü,yüzde elli diri” yorumundan çok, ölü
ve diri olma olasılığı eşit anlamına gelmektedir.

Stephan Hawking
(1942-...) şöyle diyor:
Kanımca, modelden
bağımsız bir gerçekliğe
karşı dile getirilmeyen
inanç, bilim felsefecile-
rinin kuantum mekaniği
ve belirsizlik ilkesi ko-
nusunda karışlaştıkları
güçlüklerin altındaki
nedendir. Schrödinger'in
kedisi denen ünlü bir
düşünce deneyi vardır.
Bir kedi kapalı bir kutu-
nun içine yerleştirilir. Ona
yönelik bir silah vardır.

Belirli bir yönde bir radyoaktif çekirdek bozunursa silah ateş alacaktır, bunun
gerçekleşmesinin olasılığı yüzde 50'dir. (Bugün, yalnızca bir düşünce deneyi olarak
bile, hiç kimse böyle bir şey önermeye cesaret edemez, fakat Schrödinger'in
zamanında hayvanların özgürlüğü kavramı henüz duyulmamıştı).

Evren’i yorumlamaya çalışırken karşılaşılan problemleri göstermek için görelilik


ve kuantum mekaniğinden örnekler kullandım. Göreliliği ve kuantum mekaniğini
anlamanız veya hatta bu kuramların yanlış olmaları önemli değildir. Göstermiş
olmayı umduğum şey,bir kuramın bir model olarak değerlendirildiği bir tür poz-
itif yaklaşımın, en azından bir kuramsal fizikçi için, Evren’i anlamanın tek yolu
olduğudur. Evren’deki her şeyi tanımlayan tutarlı bir model bulacağımız konusunda
umutluyum. Bunu yaparsak bu insan soyu için gerçek bir zafer olacaktır.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   23


Fizikist Bilim ve Teknoloji Kanalı

Temmuz 2010 Bilim ve Teknoloji Haberleri

24  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


İNSANOĞLUNUN DOĞRU BİLDİĞİ YANLIŞLAR

Dünyanın etrafını dolaşan ilk insan kimdir?

NTV Yayınlarından çıkan cahillikler Kitabı doğru bildiğimiz yanlışları ortaya koyuyor.
İşte bir kaç örnek, daha fazlası Cahillikler Kitabında... Zenci Henry... Ferdinand Ma-
cellan dünyanın etrafındaki turunu asla tamamlayamadı. 1521de Filipinler'e henüz
turun yarısındayken öldürüldü. Macellan 1511'e Portekizden çıkıp Hint Okyanusunu
geçerek önce Uzakdoğuğu ziyaret etti. Zenci Henrydi 1511de Malezyadaki bir köle
pazarında buldu ve onu geldiği yoldan Lizbona götürdü. 1519da çıkılan dünya turu
girişimi de dahil olmak üzere bundan sonraki tüm yolculuklarında Zenci Henry,
Macellanın yanında gitti. Bu yolculuk diğer yönden, yani Atlas Okyanusunu ve Büyük
Okyanusu geçerek gerçekleşti, bu yüzden 1521de Uzakdoğuda vardıklarında Zenci
Henry dünyanın etrafını tam olarak dolaşmış olan ilk insan oldu.

Ay nasıl kokar?

Anlaşıldığı kadarıyla Ay barut gibi kokar. Ayda yalnızca on iki kişi yürüdü ve bun-
lardan hiç biri özel uzay giysileri nedeniyle Ay’ı koklayamadı. Ancak Ay yüzeyinden
kabine döndüklerinde yanlarında bu tozlardan bol miktarda sürüklüyorlardı. As-
tronotlar Aydaki toprağın kara benzediğini, barut gibi koktuğunu ve tadının çok kötü
olmadığını söylediler. Bu toprak büyük ölçüde, Ay’ın yüzeyine çarpan göktaşlarının
yol açtığı silikon dioksitten meydana gelmektedir; bunun yanısıra demir, kalsiyum ve
magnezyum gibi mineraller de içerir.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   25


İNSANOĞLUNUN DOĞRU BİLDİĞİ YANLIŞLAR

İnsanoğlunun inşa ettiği hangi yapı Ay'dan görülebilir?

Çin Seddinin insanoğlunun inşa ettiği ve aydan görülebilen tek yapıt olduğu
düşüncesi çok yaygındır ama bu doğru değildir. İnsan eliyle yapılmış hiçbir şey ay-
dan çıplak gözle görülemez.

Uzaydaki ilk hayvan hangisidir?

Meyve sineği. Küçücük astronotlar bir miktar tahıl tohumuyla birlikte Amerikan
V2 roketine bindirildi ve 1946 Temmuzunda uzaya fırlatıldılar. Yüksek irtifada
patlamanın radyasyon üzerine etkisini test etmeye alışkındılar.

Dünya'nın ne kadarı sudur?

Dünya yüzeyinin yüzde 70i suyla kaplı olabilir ama su, gezegenin kütlesinin 5 binde
birinden daha azına tekabül ediyor,yaklaşık olarak yüzde 0.1.

Çıplak gözle kaç galaksi görülebilir?

Beş bin? İki milyon? On milyar? Hayır, dört tane görebiliriz. Aslında oturduğumuz
yerden yalnızca iki tane görebiliriz, bunlardan bir tanesi de içinde bulunduğumuz
Samanyolu'dur.

Şu ana kadar yaşamış en tehlikeli hayvan hangisi?

Bu sorunun cevabı açık ara sivrisinek...Şu ana kadar ölmüş olan insanların yarısını
(muhtemelen 45 milyar kadar) dişi sivrisinekler tarafından öldürdü. Günümüzde bile
her 12 saniyede bir kişi sivrisineklerden kaynaklanan sebeplerle hayatını kaybediyor.

Kobaylar ne için kullanılır?

Kobaylar ya da hintdomuzları artık neredeyse hiç deney hayvanı olarak kullanılmıyor


ama Perulular bunlardan her yıl yaklaşık 65 milyon adet tüketiyor. .Ayrıca Kolom-
biya, Bolivya ve Ekvadorda da yeniyor.

Üç saniyelik hafızaya sahip olan şey nedir?

Bu konuda henüz kesin bir sonuca ulaşılmış değil. Ancak yaygın kanının aksine, bir
Japon balığının hafızası birkaç saniyelik değil. Yapılan araştırmalar, Japon balığının
en az üç aylık bir hafızaya sahip olduğunu ve değişik şekilleri, renkleri ve sesleri
ayırt edebildiğini gösterdi.

26  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ÖĞRENEN ROBOT BEBEKLER

Japon bilimciler, anlayan ve öğrenen robot teknololojisinde önemli bir adım atarak
bu özelliklere sahip iki 'bebek' robot üretti.

Japon bilimcileri, insanlarla birlikte yaşamaları için tasarlanmış, öğrenme ve hareket


kapasiteleri son derece gelişmiş biri çocuk diğeri bebek iki yeni robot tanıttılar.

Tokyo ve Osaka üniversiteleri ile birçok özel ve kamu kuruluşunun ortaklaşa


geliştirdiği robotlardan, büyük hareket, ifade ve anlama yeteneğine sahip 5
yaşındaki çocuk androidi M3-Kindy, çocuklar ve yetişkinler arasındaki iletişimi
izlemeye yönelik üretildi.

Çeşitli deneyler için bir araştırma platformu olarak kullanılacak 27 kilo ağırlığındaki
bu robot, eklemlerinde 42 derecelik hareket serbestisi ve vücudunda 109 sensör ile
gözlerinde iki kamera ve başka özelliklere sahip bulunuyor.

7,9 kg ağırlığında, 71 cm uzunluğundaki 9 aylık bebek robot Noby de 600 alıcı ile
gerçek bir bebeğinkine benzeyen fiziksel ve duyumsal yeteneğe sahip bulunuyor.

Araştırmacılar, Noby'nin bir insan yavrusununkine yakın anlama ve öğrenme


gelişimiyle ilgili toplanan verileri kıyaslayarak, yeni buluşlar yapabileceklerini belirti-
yorlar.

İnsanların ve robotların uyum içinde birlikte yaşayabilmeleri için robotların anlama


ve öğrenme yeteneklerini geliştirmenin önemine dikkat çeken Japon bilim adamları,
daha sonra insana benzer robotlar üretebilmek için insan yeteneklerinin gelişim
mekanizmalarını anlamanın gerekli olduğunu kaydediyorlar.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   27


KUYRUKLU YILDIZLAR ÇALINTIYMIŞ

Gece gökyüzünde
ışıldayan görkemli
bir kuyruk
gördüğünüzde bilin
ki, daha bebekliğinde
evinden kopmuş bir
gurbetçinin geçişini
izliyorsunuz.

Yeni bir araştırma, yıldızımızı bir küre gibi çevreleyen Oort Bulutu’ndaki yüzmilyar-
larca kuyrukluyıldızın çok büyük çoğunluğunun, Güneş tarafından doğduğu küme
içindeki yüzlerce kardeşinden çalınmış olduğunu gösteriyor.

Gökbilimdeki yaygın kabul gören modellere göre yıldızlar, dev


moleküler gaz bulutlarının kütleçekimsel dengesizlikler nedeni-
yle çöken bölümlerinde yüzlerce bireylik kapalı kümeler hal-
inde doğuyorlar. Kümedeki yıldızların büyük çoğunluğu, gaz
ve toz disklerinin içinde oluşuyor. Diskin oluşma aşamasındaki
yıldıza yakın iç kesimlerinde gezegenler ortaya çıkarken, soğuk
dış kesimlerdeyse toz ve buzdan oluşmuş, birkaç kilometre
çaplı “kirli kartopları” oluşuyor.

Bunlardan bazıları yerlerinden kopup Güneş çevresinde kısa


ya da uzun periyotlu yörüngelere yerleşiyorlar. Güneş’e
yaklaştıklarında ısınarak püskürttükleri gaz ve toz zerrecikleri
Güneş rüzgarı tarafından geriye savrulup ışıdığı için Türkçe’ye
has güzel bir benzetmeyle bunlara “kuyrukluyıldız” diyoruz.

28  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


KUYRUKLU YILDIZLAR ÇALINTIYMIŞ

BD’deki Southwest Research Institute’dan Harold Levison yönetimindeki


araştırmacılar, “yabancı kökenli” kuyrukluyıldızlarla ilgili şaşırtıcı iddialarını, kümel-
erde yıldız oluşumu ve hareketleriyle ilgili olarak yaptıkları 26 ayrı bilgisayar simu-
lasyonuna dayandırıyorlar. Simulasyon sonuçlarına göre küme içindeki yüzlerce
yıldızın oluşum aşamasında her birini çevreleyen gaz ve toz disklerinde, gözlem-
lere dayanılarak yapılan hesaplara kıyasla çok daha az sayıda kuyrukluyıldız ortaya
çıkıyor. Bunlar, başlangıçta hepsi Oort Bulutu’nun içine girebilecek kadar birbirine
yakın yıldızlar arasındaki kaotik kütleçekim etkileşimleri nedeniyle disklerinden ko-
parak küme içine dağılıyor.

Kütlesi daha büyük olan yıldızlar, bu “avare” gezginleri kendilerine bağlarken, bazen
hırsızlık daha doğrudan oluyor. Çok sık görülmese de bazen yıldızlar birbirlerine çok
yaklaşıyorlar ve bu sırada büyük yıldız küçüğün çevresindekileri ele geçiriyor.

Dev yıldızların yaydığı şiddetli ışınım ve rüzgar (uzaya savurdukları elektrik yüklü
parçacıklar), kümedeki gazı dağıtınca yıldızlar birbirlerinden uzaklaşıyor ve küme
dağılıyor.

Anlaşılıyor ki Güneşimiz, bu alışverişte çok karlı çıkanlardan. Çünkü, Güneş’ten


2000 Astronomik Birim (Astronomic Unit – AU; Güneş-Dünya mesafesi = 150 mi-
lyon km) uzaklıktan başlayıp 50.000 AU’ya kadar (kimilerine göre 100.000 hatta
200.000 AU) uzanan Oort Bulutu’nda en az 400 milyar kuyrukluyıldız olduğu
hesaplanıyor. Bazı araştırmacılara göreyse Oort Bulutu’nda çapı 1 km çaplı cisimlerin
sayısı trilyonları buluyor. Bu sayılar, yıldız oluşumuyla ilgili kuramların öngördüğüyle
karşılaştırılamayacak kadar büyük. Hatta Levison ve ekibine göre Güneş, sahip
olduğu kuyrukluyıldız stokunun %90’ını kardeşlerinden devşirmiş olabilir.

Oort Bulutu’ndan koparak Güneş çevresinde uzun eliptik yörüngelere yerleşen ve


belli aralıklarla Güneş’e yaklaşanlara “Uzun Periyotlu Kuyrukluyıldızlar” deniyor.
(Birkaç yıl gibi kısa periyotluların kaynağıysa, Neptün gezegeninin dışındaki Kuiper
Kuşağı adlı disk). Halley, Hale-Bopp gibi ünlüler, Oort Bulutu’ndan gelen ziyaretçiler
olduklarından, yeni araştırmanın ışığında bunlara “Güneş’in kayıp kardeşlerinden
çaldığı ganimetler” olarak bakabiliriz.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   29


HAFIZA SORUNLARI SOLUCANLARLA ÇÖZÜLEBİLİR

Yer solucanının bazı becerileri memelilerde yaşlılığa ve


hafızaya bağlı sorunları daha iyi anlamayı sağlayabilir. İşte
ayrıntılar:

Sadece bir milimetre uzunluğunda ve toplam bin hücreye sahip


"Caenorhabditis elegans" türü solucanın, kaloriyi kısıtlama ve en-
sülin alıcısına ket vurma gibi bazı değişiklikler yaparak, hafızasını
güçlendirebildiği ortaya çıktı.

30  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


HAFIZA SORUNLARI SOLUCANLARLA ÇÖZÜLEBİLİR

"Plos Biology" dergisinde bu ay yayımlanan bir Solucan, sağlıklı


araştırmada, bilim adamları, kısa zaman önce yaşam süresinin
bu yöntemi kullanarak yaşam süresini 2 katına nasıl uzatılacağını
çıkarabilen hayvanın, hafızasını da aynı şekilde araştıran bilim
güçlendirebildiğini belirttiler. adamlarına ışık
tutuyor.
Bilim adamları, solucanı beslerken metil etil keton Araştırmalar, fare ve
koklattı. Kokuyu en az 24 saat hatırlayan solucanın, maymunlar üzerinde
yiyeceğe giden yolu bulabildiği görüldü. de devam ediyor.

Sadece yaşamının son döneminde, kalori kısıtlaması


yaparak bu hayvanın hatırlama süresini 24 saatin
üzerine çıkarabildiğini belirleyen bilim adamları, en-
sülin alıcılarına ket vuran yaşlı solucanın öğrenme
becerisini de artırdığını vurguladılar.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   31


TORUNLARINIZ ÇİPLİ OLABİLİR

Mikroçip yerleştirilmiş insanlar, gelecekte karşımıza çıkacak...


İşte geleceğimizden bir örnek...

Birçok gelecek temalı filmde izlediğiniz deri altına yerleştirilen çipleri torunlarınız
kullanabilir. 2010 Uluslararası Teknoloji ve Topluluk Sempozyumu'nda konuşan Ka-
trina Michael, iki üç jenerasyon sonra insanların çip kullanabileceğini söyledi.
Michael, şu an için bilimadamlarının ve politikacıların, çiplerin insan vücuduna bir za-
rar verip vermediğini bilmedikleri için, bu gibi cihazların daha çok bir tehdit unsuru
olarak görüldüğünü söyledi.

Şu anki çip implantlarının, deriyle kaynaştığı ve çıkarırken insan vücuduna zarar


verdiğini belirten Michael, psikolojik olarak da insanların bunlara hazır edilmesi
gerektiğini söyledi; “Psikolojik sorunları olan hastalar için mikroçipler sorun olabilir.
Hastanın bu implantı alabilmesini, toplumun güvenliğini ve hastanın sağlığını den-
gelemeniz gerekiyor.”

Bunun dışında mikroçiplerin iyi yanlarından bahseden Michael, mikroçipler sayesinde


kullanıcılar herhangi bir hastalık yaşadıklarında bunun hemen hastaneye iletilebi-
leceklerini söylüyor. Şimdiden Birleşmiş Milletler’deki 900 hastane mikroçip tabanlı
hasta tanıma sistemi için, isimlerini yazdırmış durumda.

32  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


DÜNYA’NIN EN BÜYÜK DİNOZOR MEZARLIĞI

Dünyanın en büyük dinozor mezarlığının Kanada'nın Alberta eyaletinde bulunduğu


açıklandı. Bulunan mezarlıkta 2,3 kilometrekarelik alanda binlerce dinozor fosili
bulduğu belirtiliyor...

Alberta'nın Saskatchewan eyaleti sınırına yakın bölgede araştırmalar yapan ekipten


David Eberth, Hilda kentinin sınıra yakın bölgesinde 2,3 kilometrekarelik bir alanda
binlerce dinozor fosili bulduklarını açıkladı.
Bölgede daha önce çok sayıda bulunan dinozor fosillerinin sırrının böylece
çözüldüğünü söyleyen Eberth, ‘’bölge zaten araştırmalarımız nedeniyle koruma
altındaydı. Yeni bulunan mezarlıktaki kemiklerin bir kısmı Güney Saskatchewan neh-
rinin taşkınları nedeniyle zaten kendiliğinden ortaya çıkmış durumdaydı’’ dedi.

İlk belirlemelere göre, 76 milyon yıllık olduğu sanılan fosillerin bilimsel incelemeleri-
nin yapılmasıyla tarihin bazı karanlık sayfalarının daha aydınlanacağını anlatan
David Eberth, ‘’daha önce başlattığımız çalışmaların da yardımıyla, 76 milyon yıl
önce Alberta’nın tropikal bir iklime sahip olduğunu düşünüyoruz. Bu mezarlıktaki
hayvanların da son derece korkunç tropikal kasırgalar nedeniyle topluca öldüklerini
sanıyoruz’’ diye konuştu.

Eberth, öküzden daha irice ve boynuzlu olan dinozorlara ‘’sentrozor’’ adını ver-
diklerini belirterek, ‘’Alberta’da daha keşfedilmeyi bekleyen birçok antik bölge ve sır
olduğunu düşünüyoruz’’ dedi.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   33


GÜNEŞ’İN KENDİ SESİ VARMIŞ

Sheffield Üniversitesi'nden astronomlar, Güneş'in dış yüzeyindeki


manyetik dalgaların müziğe benzeyen ahenkli sesler çıkardığını
keşfetti.

Dalgaların uydu görüntülerini inceleyen bilim adamları, görünür


titreşimleri sese dönüştürerek ve frekansı arttırarak, Güneş'in
çıkardığı sesleri insanların algılayabileceği şekilde yeniden
oluşturmayı başardı.
Solar Fizik araştırma grubunun başında bulunan profesör Rober-
tus von Fay-Siebenbürgen “bu kadar güçlü bir kaynaktan bu tarz
sesleri duymak çok güzel ve heyecan verici” şeklinde konuştu.

İngiliz Gazetesi Daily Telegraph’ın haberine göre, araştırmacılar


Güneş’ten gelen bu sesleri, Güneş’te son zamanlarda artan
solar aktiviteye bağladı. NASA’dan geçtiğimiz günlerde yapılan
açıklamada, 2013 yılında büyük bir Güneş fırtınası olacağı ve
Dünya’yı etkileyeceği belirtilmişti.

34  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


34 MİLYON YILDIR AYNI

Bilimadamlarının son yaptığı araştırmada, yaban arılarının 34


milyon yıldır hiç evrim geçirmediği ortaya çıktı.

Türlerinin en eskisi olan 3 ayrı fosil örneği, 1920'li yıllarda


bulunmuş ancak karınca fosili olduğu düşünülmüştü. Son
yapılan araştırma ise bu fosillerin gerçek kökenini ortaya
çıkardı.

ngiltere’deki Leeds Üniversitesi’nden Steve Compton


araştırmayla ilgili olarak: “Bu fosillerle ilgili en heyecan verici
şey, modern türlere olan benzerliği. Yaban arıları ile onların
ataları arasında hiçbir fark yok; bu da, türün 34 milyon yıl
boyunca hiç değişmeden kaldığını gösteriyor.” dedi.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   35


DÜNYA’DAKİ YILAN SAYISI AZALIYOR

Yapılan yeni bir araştırma, dünya genelinde yılanların sayısının azalmakta


olabileceğini ortaya koydu. Avrupa, Afrika ve Avustralya'da sekiz yılan türü üzerinde
yapılan bir araştırmada, pek çok yerde son 15 yıl içinde yılan sayısının hızla azaldığı
anlaşıldı.
Dünyadaki yılan sayısındaki azalışın 1998 yılında belirgin bir hal aldığı anlaşılıyor.
Avrupa engerekleri ve Batı Afrika zehirli yılanları bu yıldan itibaren azalmaya
başladı.
Bazı bölgelerde sayıdaki azalış oranı yüzde 90’ı buldu.

Nedenler
Popülasyondaki azalışın bir kısmı insan yerleşimlerindeki artışa bağlanıyor.
Ancak milli parklar ve koruma altındaki alanlarda da benzer bir eğilim gözleniyor.
İngiltere’de yayımlanan Biyoloji Mektupları (Biology Letters) adlı dergide çıkan
araştırmayı yapan uzmanlar, bu eğilime yol açan etken hakkında fikir sahibi
olmadıklarını söylüyor.
1998 alışık olunmayan ölçüde sıcak bir yıl olduğundan, iklim değişikliği, olasılıklar
arasında kurbağalarda da görülmüştü

Bundan birkaç yıl önce kurbağalarda görülen benzer bir azalış eğiliminin, daha son-
ra, o zamana dek bilinmeyen bir hastalığın yayılmasından kaynaklandığı anlaşılmıştı.
Ancak şu anda yılanlar için de benzer bir durumun sözkonusu olabileceğine dair bir
kanıt bulunmuyor.

Bilim adamları, dünyanın diğer yerlerindeki araştırmacılara da kendi edindikleri ve


bu durumun anlaşılmasına yardımcı olabilecek bilgileri yayımlamaları çağrısında
bulundu.

36  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


Haftalık Sanal Yemek Dergisi

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   37


AĞZINA BİBER SÜRERİM TEKNOLOJİSİ

ABD’de yaşayan tasarımcı Özge Kırımlıoğlu, bilgisayar başında ‘kötü


sözler’ kullananları çıkaracağı kötü kokuyla uyaracak bir USB cihazı
tasarladı.

Genç tasarımcı, ‘Pepper Mouth’un esin kaynağı olarak, anneannesinin


küçükken ‘ağzını bozduğu’ zamanlarda ağzına biber sürmekle tehdit
etmesini gösteriyor.

Diyelim ki bilgisayarda kötü sözler içeren cümleler kurdunuz; bunu fark


eden program hemen uyarı veriyor ve cihazı harekete geçiriyor.

Önce cihazın ışığı yanıyor, ardından biber kokusu geliyor ve bilgisayar


kullanıcısı bu koku yüzünden hapşırıyor.

Bu aşamalı uyarılardan sonra kullanıcı kötü dil kullanımının sonuçlarını


düşünmeye başlıyor ve o şekilde davranmaktan vazgeçiyor.

38  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ŞEMPANZELER’DE SAVAŞARAK TOPRAK KAZANIYOR

Uganda’nın Kabale ulusal parkının balta girmemiş orman-


lardaki şempanzeleri on yıl boyunca gözlemleyen araştırmacılar,
şempanze gruplarının birbirleriyle savaştığını ve topraklarını
diğerine karşı genişletmeye çalıştığını açıkladı.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   39


ROBOT FUTBOL TURNUVASINDA TEK TÜRK

Boğaziçi Brocks, geçen şubatta küçük boy robot liginde


elemeleri geçerek katılmaya hak kazanan tek Türk takımı
olmuştu. Robocup robot futbol turnuvası 2050 yılında in-
sanlarla futbol maçında baş başa mücadele edecek robot
teknolojisine ulaşmak amacıyla düzenleniyor.

Turnuvanın en hızlı ligi olan küçük boy robot liginde el-


emelerini geçerek finale kalmaya hak kazanan Boğaziçi
Üniversitesi BRocks Takımı, 19-25 Haziran tarihlerinde
gerçekleştirilen finalde 5 robottan oluşan takımıyla, 6x4
m2’lik bir halı sahada maç yapacak. Türk futbol takımlarının
ana sponsorlarından biri olmaya alışmış Avea, Boğaziçi
Brocks robot futbol takımının da sponsorluğunu üstleniyor.

40  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLERDE YENİ SOLUK

Dünyanın önde gelen otomobil üreticilerinden Mercedes-Benz, SLS


E-Cell modelinin prototipini hazırladı. İşte sektörü etileyecek bu yeni
araçla ilgili detaylar...

Gün geçtikçe yeni elektrikli otomobiller gün yüzüne çıkıyor. Mer-


cedes-Benz, meşhur SLS AMG modelinden yola çıkarak geliştridiği
yeni elektrikli otomobilini görücüye çıkardı. 526 beygir güç üreten
480kW'lık motoruyla 100 kilometreye 4 saniyede ulaşan SLS E-Cell,
performans tutkunlarına hitap ediyor.

Teknoloji sitesi ShiftDelete.Net’in haberine göre, henüz bir depo


elektrik enerjisi ile ne kadar yol alabildiği açıklanmayan SLS
E-Cell’ın, 2013’ten sonra yollara çıkabileceği ön görülüyor. Ancak
aracın fiyatıyla ilgili de henüz bir bilgi bulunmuyor.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   41


BALIKLAR NEDEN KARAYA ÇIKTI?

Yüzgeçlerin ayağa dönüşmesi sürecine ilişkin genetik şifreler çözüldü.

Son yıllarda bulunan geçiş formlarına ait fosiller, balıkların evrimleşerek karaya
geçişlerinin 380 milyon yıl önce gerçekleştiğini gösteriyor. Tiktaalik adlı bir
fosil üzerinde yapılan incelemeler, ilk dört ayaklı (tetrapod) kara hayvanlarının,
balıkların yüzgeçlerinin giderek ayağa dönüşmesiyle ortaya çıktığını gösteriyor.
Şimdiyse Ottawa Üniversitesi (Kanada) araştırmacıları, balık embriyolarında
yüzgeç gelişiminden iki genin sorumlu olduğunu, bu genlerin kara
hayvanlarında bulunmadığını belirlediler. Yani yüzgeçlerin ayağa dönüşerek
karasal yaşama kapı açması, bu iki genin kaybolmasıyla gerçekleşmiş.

Marie-Andree Akimenko adlı araştırmacının yönetimindeki Ottawa ekibi Nature


dergisinde yayımladıkları çalışmalarında zebra balığı embriyolarının gelişimini
gözlemişler ve yüzgeçlerin yapısında önem taşıyan proteinleri kodlayan iki gen
belirlemişler.

42  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


BALIKLAR NEDEN KARAYA ÇIKTI?

Bu proteinler, “actinotrichia” adlı ipliksi liflerin yapısında yer alıyor. Balık larvalarında
bulunan bu lifler giderek yetişkin balık yüzgeçlerindeki yelpaze biçimli kemiksi
çubuklara dönüşüyor.

Bacaklardaysa bu yapıları oluşturan proteinleri kodlayan genlerin olmadığını


saptayan bilimciler, varsayımlarını sınamak için en eski balıklardan olan “fil
köpekbalıklarını” incelediklerinde aynı gen ailesinin varlığını belirlemişler.

Sonuç; Bu eski gen ailesi kemikli balıklarda varlığını korurken, dört ayaklı hayvan-
lara evrimleştiklerinde kaybolmuşlar.

Araştırmacılar bu değişime daha güçlü bir kanıt elde etmek için, gelişmekte olan bir
zebra balığı embriyosunda bu genleri işlevsizleştirmişler. Deney sonunda embriyo-
nun, kemiksi yelpazesi olmayan “güdük” yüzgeçler geliştirdiği görülmüş. Akimenko
ve ekip arkadaşlarına göre bu kemiksi yelpazenin yitirilmesi, yüzgeçlerin ayağa
dönüşmesinde çok önemli bir adım.

Ekip, son olarak normal zebra balığı embriyolarının gelişimiyle fare embriyolarını
karşılaştırmış.

Prof. Akimenko, yüzgeç gelişimiyle ayak gelişimi karşılaştırıldığında ilk evrelerin çok
benzer olduğunu naklediyor. “Ancak, bir noktada yollar ayrılıyor ve bu nokta da söz-
konusu iki genin işlev görmeye başlamasıyla örtüşüyor.”

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   43


KÖRLÜK TARİHE Mİ KARIŞIYOR?

Uzun süredir görme engelliler hakkında yapılan araştırmalar nihayet bin-


lerce insana umut olacak sonuçlar vermeye başladı. İşte belirli koşullarda
kör olanları ışığa kavuşturacak buluş.

İtalya'nın Modena Üniversitesi'nde yapılan çalışmalar dünya üzerindeki görme engel-


lilere umut verecek gelişmeler yaşanmasını sağladı. Gönüllüler üzerinde yürütülen
deneyler iki bölüme ayrılmıştı. İlk bölümde körlüğün beyin üzerindeki etkileri ince-
lenmeye başlandı.

Bu araştırmanın hedefi ise bazı görme engellilerin içgüdüsel olarak etraftaki eşyaları
nasıl hissettiğini bulmaktı. Uzmanlar bu yeteneğin beyinde bulunan bir bölgeyle ilgili
olduğunu keşfettiler.

Araştırma yeni bir umuda dönüştü

Keşfi yapan uzmanlar bu bölgenin dışarıdan müdahaleyle aktif olabileceğini,


böylece tüm görme engellilerin aynı hisse kavuşabileceklerini düşünüyor.

Kör insanların hayatını değiştirecek diğer buluş ise belirli şartlar altında onların
görmesini sağlayacak. Teknoloji sitesi ShiftDelete.Net'in haberine göre, kök
hücre tedavisi sayesinde kimyasal tozlar ya da ısıdan dolayı kör olan insanlar
görme yeteneklerine tekrar kavuştu.

New Scientist dergisinin projenin başındaki uzmanlarla yaptığı röportaja göre,


şimdiye kadar araştırmaya gönüllü olan 107 hastadan 82'si tekrar görmeye
başladı.

Araştırmanın sonuçları tıp dünyasının ünlü yayınlarından The New England Jour-
nal of Medicine'da yayınlandı. Uzmanlar, kök hücre tedavisinin tüm görme engel-
lilere umut olabileceğini düşünüyorlar.

44  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


AVI KENDİNDEN 13 BİN KAT AĞIR

Guyana'da bir karınca türü, 'cırt cırt'a benzer bir teknikle yapraklara tutunup kendin-
den çok daha ağır avları imece usulü yakalayabiliyor.

Guyana'da bir karınca türünün ağaç yapraklarına tutunmak için "cırt cırt" mantığını
kullandığı ve bu sayede çok büyük avları yakalayabildiği ortaya çıktı. Guyana
ormanları ekoloji laboratuvarından Alain Dejean ve ekibinin yaptığı araştırmada,
“Azteca” cinsi karıncaların “Cecropia” ağaçlarının yapraklarına bu şekilde tutunduğu
belirtildi.

Bilim adamları, böylece karıncaların 18,61 gram ağırlığındaki bir çekirgeyi bile
yakalayabildiğini belirledi. Bu da bir işçi karıncanın ağırlığının 13 bin 350 katındaki
avını yakalaması anlamına geliyor.

“Plos One” adlı dergide yayımlanan araştırma, işçi karıncaların ağacın yapraklarının
altında, yaprak kenarında yan yana dizildiğini ve avlarını beklediğini, yaprağın
altındaki uzun tüylerin karıncaların asılı halde durmasını sağladığını gösterdi.

“Azteca” karıncaları ile Cecropia ağaçları arasında ilginç bir ortak yaşam olduğu
biliniyor. Daha önce yapılan araştırmalar, bu karıncaların Cecropia ağacının yaprak
saplarından beslendiğini ve “karşılığında” ağaç dalları üzerinde filizlenen diğer bit-
kileri yiyerek bitkilerin kök salmasını, böylece ağırlığa dayanıksız olan ağaçların
gövde ve dallarının kırılmasını önlediğini ortaya çıkmıştı.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   45


KARARLARI DOKUNARAK VERİYORUZ

Sert sandalyeye oturanlar pazarlıkta da sert; pürüzlü yüzeyler olumsuz kararlara yol
açıyor; Ağır cisimler ciddiyet izlenimi yaratıyor.

Bilimciler ellerimizi evrim tarihimizdeki en yararlı uyum araçlarından biri olarak


nitelendiriyorlar. Doğumdan itibaren insanlar ellerini başlıca iki amaç için kullanıyor:
Bilgi edinmek ve çevrelerine müdahale etmek. Eller sayesinde kazanılan bu
algılama ve etkileme becerileri, öğrenmeyi, iletişimi, sosyal ilişkiler kurulmasını
ve insan yaşamını etkileyen pek çok başka süreci kolaylaştırıyor. Beş duyumuzdan
dokunma, doğduğumuzda ilk faaliyete geçeni. Gerek “aktif dokunma” (elleri kul-
lanarak cisimlerin incelenmesi) gerekse de “pasif” olanı (cisimlerin vücudumuza
teması) dış dünyayı algılamamızda çok önemli rol oynuyor. Dokunma duyusu zihni-
miz, algılarımız ve davranışlarımız üzerinde de etkili. Ancak dokunma duyumuzun
davranışlarımız üzerindeki uzun süreli etkileri, şimdiye kadar en az incelenen konu-
lar arasında.

Özellikle eller kullanılarak yapılan aktif dokunma, algılama, bilgi işleme ve motor
(kasların harekete geçmesi) sistemlerini bütünleştiriyor ve birbirlerini etkilemelerini
sağlıyor. Dokunsal algı belli kasların harekete geçmesini tetiklerken, ellerle yapılan
fiziki işler de algılama hassasiyetini yükseltiyor, bilgi edinmeyi kolaylaştırıyor ve bu
bilgiden kaynaklanan kavramsal ve zihinsel saptamaları güçlendiriyor.

Klasik örnek: Müşteriler, fiziksel temasa geçtikleri (dokundukları ya da ellerine


aldıkları) ürünlere daha çok güven duyuyorlar. Ayrıca, mantıklı görünmese de bu
durum, dokunmanın hedef ürünün kalitesi konusunda ipucu vermediği hallerde de
geçerli. Yine klasik bir örnek: Müşteriler sert plastik şişedeki suyun, naylon poşet
içindeki aynı sudan daha kaliteli olduğunu düşünürler. Bu ve benzeri birçok örnek,
dokunmayla sağlanan bilginin, bizim farkında bile olmadığımız yollarla zihinsel faali-
yetlerimiz üzerinde oldukça geniş kapsamda etkileri olduğunu gösteriyor.

46  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ZÜRAFALAR YÜZEBİLİR Mİ

Henüz suya girip yüzen bir zürafa görülmese de bilgisayar


simülasyonları uzun boyunlu, uzun bacaklı bu doğa harikasının
‘yüzebildiğini’ göstermiş.

Filler dahil memeli hayvanların çoğunun yüzebilmesine karşın,


doğa ya da doğa belgesellerinde zürafaları yüzerken görmeyen bir
paleontolog, bir bilgisayar uzmanının yardımıyla sorunun cevabını
aramış. Sonuç; Bilgisayar simülasyonları, artistik puanları düşük de
olsa zürafaların yüzebileceğini gösteriyor.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   47


CERN’DE TANRI’NIN SESİNİ DUYDULAR

İsviçre’nin Cenevre kentindeki, dünyanın en büyük bilim kuruluşu CERN’den


yeni haberler var.

İsviçre’nin Cenevre kentindeki, dünyanın en büyük bilim kuruluşu CERN’de yapılan


Atlas Deneyi’nde Büyük Hadron Çarpıştırıcısı aracılığıyla ‘Tanrı parçacığı’nın sesi
duyuldu. Bilim insanları atomun içinde olduğuna inanılan ve maddenin özünü
oluşturan bu parçacığı keşfetmek amacıyla 27 kilometrelik tünelde protonları
çarpıştırıyor, bu çarpışmalardan gelen ses verilerini müzisyenlerle birlikte yorumluyor.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı Ses Projesi kapsamında ölçülen seslerin tonu ve sevi-
yesi, çarpışmanın karmaşıklığını ve ortaya çıkan enerjinin büyüklüğünü göstermekte
uzmanlara çok büyük fayda sağlıyor. Bu yaz sonuna kadar Ses Projesi’nden çok fazla
verinin toplanıp diğer veriler ışığında değerlendirilmesi planlanıyor.

Ses projesiyle birlikte fizik dışındaki bilim dallarında da sesleri gözlemlemenin önemi-
nin artacağı düşünülüyor.

48  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


KİM DEMİŞ NE DEMİŞ?

"Çok zeki olduğumdan değil, sadece sorunların üstünde daha çok


duruyorum."
Albert Einstein

"Bilim önemlidir, fakat hayal daha da önemlidir."


Albert Einstein

"İki şey vardır ki ucu bucağı yoktur. Biri evren diğeri insanın ahmaklığı.
Ama evren hakkındaki düşüncelerimden emin değilim"
Albert Einstein

"Neden beni hiç kimse anlamıyor, ama herkes beni seviyor?"


Albert Einstein

Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbirşeyin mucize olmadığını


düşünmek, diğeri herşeyin mucize olduğunu düşünmek.
Albert Einstein

Baskalarina imrenme, cok kimseler var ki senin hayatina imreniyorlar.


Mevlana

Zekasız kuvvet yıkabilir ama yapamaz.


Cenap Şehabettin

İzafiyet teorisi başarıyla ispatlanırsa Almanya benim bir Alman olduğumu


iddia edecek, Fransa dünya vatandaşı olduğumu açıklayacaktır. Teorim
gerçek dışı çıktıysa Fransa bir alman olduğumu söyleyecek, Almanya Ya-
hudî olduğumu açıklayacaktır.
Albert Einstein

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   49


TÜRK MÜHENDİSLERİN BAŞARI ANALİZLERİ

Türk mühendisler, dur durak demeden çalışıyor. Önce insansız


hava aracını devreye geçirip, hemen sonra da insansız deniz
aracını kullanıma hazır hale getirdiler.

USAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TAI) Genel Müdürü


Muharrem Dörtkaşlı, 1992 yılından beri insansız hava uçakları
teknolojileriyle uğraştıklarını belirtti.

50  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


İLK TÜRK İNSANSIZ HAVA ARACI

Son dönemlerde insansız hava araçlarının kullanım konseptlerinin yaygınlaşması


ve yararlılığının artması nedeniyle bunlara olan ilginin oldukça arttığına işaret eden
Dörtkaşlı, şöyle konuştu:

''TAI'de birkaç değişik sınıfta insansız hava aracı geliştirilmiş ve uçurulmuş durumda.
Tamamen özgün, milli olanaklarla, Türk mühendisliğinin tasarımı, Türk teknisyenin
üretimiyle ortaya çıkarılan, 'MALE' diye adlandırdığımız, orta irtifa, yüksek uçuş
süresi diye adlandırabileceğimiz sınıftaki insansız hava aracımızın tasarımı, detay
üretimi ve montajı tamamlandı. Önümüzdeki günlerde montajın yapıldığı hangar-
dan uçuş yapılacak alana çıkaracağız. Uçuş testlerine de yılın üçüncü ve dördüncü
çeyreğinde devam edeceğiz.''

Dörtkaşlı, bu aracın 1,5-2 ton ağırlığında olduğuna dikkati çekerek, ''Havada 24 saat
kalma, 30 bin fit irtifaya kadar tırmanabilme özelliklerine sahip. Ama bu noktaya
tedricen gelecek. İlk olarak 23 bin fite çıkıp 18 saat havada kalacak. Daha sonra 30
bine çıkıp 24 saat kalacak. 17 metre kanat açıklığı, 9 metre boyu, 1,70 yüksekliği
olan 24 saat görev yapacak bir uçaktan bahsediyoruz. Bununla ilgili çalışmalarımız
devam ediyor. Bunu başardığımız zaman dünyada sayılı ülkenin elinde bulunan bir
hava aracına sahip olacağız'' dedi.

Gelecek yıldan itibaren bu aracı önce Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hizmetine


sunacaklarını ifade eden Dörtkaşlı, ''Daha sonra da dünyada pek çok dost ve müt-
tefik ülkeye bu aracı kullanım amacıyla satabileceğiz. Projemiz bu'' diye konuştu.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   51


TÜRKİYE’NİN İLK İNSANSIZ DENİZ ARACI

Türk mühendisler gurur veren projelere imza atıyor. 10 mühendisin 4 yıldır çalıştığı
proje başarıyla sonuçlandı

Türk mühendisler, insansız hava araçlarının (İHA) ardından, bu kez de tasarımı,


dizaynı ve yazılımı tamamen özgün ve yerli olan Türkiye'nin ilk insansız deniz aracını
(İDA) üretti.

DÜNYANIN HER TARAFINDAN İDARE EDİLEBİLİR

İnsansız araçların geliştirilmesi konusunda faaliyet gösteren Global Teknik A.Ş.


mühendisleri, TÜBİTAK’ın da desteğiyle 4 yıl önce başlattıkları projeyi tamamladı.
Yaklaşık 3 milyon dolara mal olan projenin sonunda 30 knot hız yapabilen, uydu
vasıtasıyla dünyanın her tarafından sevk ve idare edilebilecek, üzerine radar, sonar,
su altı kamerası, robot kolları, hafif makineli tüfek sistemleri gibi cihazların monte
edilebileceği İDA ortaya çıktı.

HER TÜRLÜ DATA GÖRÜNTÜ

Karalar, geliştirdikleri insansız su üstü aracı sayesinde çok ucuz maliyetlerle in-
san hayatını riske atmadan her türlü data, görüntü ve analiz sonuçlarının elde
edilebileceğini kaydetti

52  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


TÜRKİYE’NİN İLK İNSANSIZ DENİZ ARACI

TÜBİTAK DESTEK VERDİ

Şirket olarak 7 yıl önce insansız araçlar konsepti üzerine çalışmalara başladıklarını
anlatan Karalar, bu kapsamda mini ve midi olarak nitelendirilen insansız hava
araçlarının üretimini gerçekleştirdiklerini anlattı. Globida İnsansız Su üstü Aracı
Projesine ise 4 yıl önce başladıklarını ifade eden Karalar, söz konusu projeye
TÜBİTAK'ın da destek verdiğini kaydetti.

10 MÜHENDİS 4 YIL ÇALIŞTI

Şirket bünyesinde çalışan 10 mühendisin, üzerinde 4 yıl çalıştığı proje için 3 milyon
dolar yatırım yaptıklarını belirten Karalar, ''Dünyada bu konuda yapılan çalışmaların
hepsinde mevcut yüzen tekneler, botlar ve jetskiler kullanılıyor. Biz ise Milli Savunma
Bakanlığı ve NATO Tesis Güvenlik Belgelerine sahip Sincan Organize Sanayi Bölges-
indeki fabrikamızda, tamamen insansız deniz aracı konsepti kapsamında sıfırdan bu
amaca yönelik bir platformun tasarımını gerçekleştirdik. Bunu yaparken üniversitel-
erden destek aldık'' diye konuştu.

HANGİ AMAÇLARLA KULLANILACAK

Dünyada bu alanda ABD ve İsrail'in öne çıktığına işaret eden Karalar, şöyle konuştu:

''Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde bu konuda çalışmaların yetersiz olduğunu


gördük. Sahillerimizde ve boğazlarda yoğun bir trafik yaşanmaktadır. İDA sayes-
inde su üzerindeki her türlü araç izlenebilir. Elde edilen veriler merkezde kurulu yer
istasyonlarına iletilebilir. İDA, asimetrik tehdit, kıyı koruması, kaçakçılık, gümrük,
can kurtarma, su üstü eğitim atışı için hedef platformu, uyuşturucu ile mücadele,
sabotaja karşı koyma, deniz trafik kontrolü, deniz tehlikelerine karşı önlem, savaşta
silah olarak kullanım, istihbarat, keşif ve gözetleme alanlarında kullanılabilecek.''

Karalar, İDA'nın her türlü hava koşullarında deniz ve iç sularda kullanılabileceğini,


özel tasarlanan dizaynı sayesinde devrilmeden yoluna devam edebileceğini söyledi.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   53


KİŞİSEL GELİŞİM
Özgüven nasıl kazanılır?

Özgüven önemli bir kişisel özelliktir; yaşamla baş etmemizi ve


sorunlarla gerçekçi bir şekilde mücadele etmemizi sağlar ve zor-
luklara dayanmamızı kolaylaştırır.
Özgüven kazanma süreci, yaşamın önemli zorlukları ile başa
çıkma gücüne sahip ve mutlu olmaya layık bir kişi olma deney-
imidir. Özgüven insana güç verir, enerjisini artırır ve daha fa-
zla çaba göstermeye özendirir. Başarı için ilham kaynağıdır.
Başarılarımızla gurur duymamızı ve onlardan keyif almamızı
sağlar.Bizim yaklaşımımıza bağlı olarak başka insanlar ve
dışımızdaki olaylar özgüvenimizi yükseltebilir ya da bitirebilirler.

54  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ÖZGÜVEN NASIL KAZANILIR?

Yaşama özgüvenli bir şekilde yaklaşmak ve bunu sürdürmek önemlidir.


Ancak, aşırı bir güven duygusu ile hareket ederek kendimizi ve diğer insanları te-
dirgin etme riskini de almamak gerekir. Özgüvenimiz olmadığında işleri yapabilme
yeteneğimizden emin olamayız. Gerekli beceriye ve deneyime sahip olduğumuzu
bildiğimiz halde daha önce hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda endişeleniriz.
Birçok durumda, özellikle karar vermemiz, inisiyatif kullanmamız veya yeni insanları
işin içine katmamız gereken durumlarda rahatsız ve huzursuz oluruz. Buna karşın,
aşırı bir güven duygusu içinde davrandığımızda; sınırlarımız olduğunu kabul etmek
istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız.

Üzerimize aşırı iş yükü alırız, böylece her zaman iyi iş yapamayız. En iyiyi bi-
zim bildiğimizi düşünürüz, önerileri göz ardı ederiz, bize yardım etmek isteyenleri de
genellikle reddederiz. Olması gereken düzeyde bir özgüvene sahip bulunduğumuzda
ise; en iyi için çaba göstereceğimizi ve kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyacağımızı
bilerek işleri ele alırız. Bir işi yapamadığımızda mazeret üretmek yerine yeniden
denemeye başlarız. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlamadığımız ya da
yapamadığımız bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini biliriz. Hatalarımızı
dert etmek yerine onlardan ders almasını becerebiliriz. Bir çok durumla ve sorunla
daha iyi baş edebiliriz.Özgüven hedeflerimizin peşinden giderken bize güç verir.
Başarılarımızla doyum ve rahatlık hissetmemize izin verir. Özgüvenimizin güçlü
olması durumunda başarı bize doğal ve doğru gelir.

Birçoğumuz, belirli zamanlarda, belirli insanlarla ve belirli durumlarda kendi-


mizi güvenli hissederken bazı durumlarda, zamanlarda ve bazı insanların karşısında
özgüvenimizi yitiririz. Kendimize olan güven duygumuzu nelerin etkilediğini doğru
anlamamız gerekir. Bunun için şu soruları kendimize sormalıyız ve dürüst cevaplar
vermeliyiz.Kendimize en çok güvendiğimiz zamanlar hangileridir? Yeteneklerimizden
emin olduğumuz ve kendimizi en rahat hissettiğimiz durumlar nelerdir?Karşısında
özgüvenimizin en yüksek olduğunu düşündüğümüz insanlar kimlerdir? Niçin? Onlar,
bize özgüvenimizi artıracak ne söylüyorlar veya ne yapıyorlar? Ne zaman kendi-
mize olan güvenimizin en düşük olduğunu hissediyoruz? Özgüvenimizi azaltanlar
nelerdir? Hangi insanlar ve hangi durumlar bizim kendimizi güvensiz hissetmemize
neden oluyor? Söylenen ya da yapılanlar nelerdir? Bu sorulara cevap verirken hazır
olmadığınız yeni durumlardan ya da kıyafetinizin ve dış görünümünüzün iyi olduğu
zamanlardan söz edebilirsiniz. Özgüven, çoğunlukla, kendimizi nasıl hazırladığımız
ve kendimizi nasıl gördüğümüz ile ilgilidir.

Özgüvenimizin zayıfladığı durumlarda yapabileceğimiz ilk iş, hiç kimsenin


mükemmel olmadığını kabul etmektir. Belki, başka insanların sizin sahip olmadığınız
becerileri vardır. Ancak, siz de büyük olasılıkla onların yapamadığı bazı şeyleri yapa-
biliyorsunuz.Özellikle, onlarla rekabet edebileceğiniz alanlarda kendi yeteneklerinizi
geliştirmeye odaklanın. Tüm yapabileceklerinizi aklınıza getirin, yapamayacaklarınız
için fazlaca endişelenmeyin, onlara takılıp kalmayın.Özgüveni artırmanın iyi bir
yolu, yaşamdaki başarılarımızı hatırlamaktır. Sahip olduğumuz tüm yeteneklerim-
izi, iyi kullandığımız becerilerimizi aklımıza getirelim ve güvenli davranarak kazançlı
çıktığımız zamanları hatırlayalım. Elde ettiğiniz her başarıyla özgüveninizin arttığını
göreceksiniz.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   55


56  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi
HAFIZAYI GÜÇLENDİRMENİN EN KOLAY 7 YOLU

Gençlerin de yaşlıların da en büyük sorunu zaman zaman hafıza kaybı yaşamak.


Unutkanlık, artık günümüz insanının birinci sorunu haline geldi. Endişelenmeye
gerek yok. Çok basit 7 yöntemle unutkanlığa “Dur” diyebilirsiniz.

Hayatın içinde var olan çok basit 7 yöntemi hayatınıza dahil ederek geleceğinize
yatırım yapabilirsiniz.

1- Google’da arama yapmak

Anahtar kelimeleri düşünürken, beynimiz daha hızlı ve daha detaylı çalışmaya


başlıyor. Haftanın birkaç günü internete en az 20 dakikanızı arayın ve Google’da belli
konular üzerinde arama yapın.

2- Egzersizi ihmal etmeyin

Haftada 3 kere en az 50’şer dakika yürürseniz, beyninizi zinde tutabilirsiniz. Yine


yapılan araştırmalarda düzenli yürüyüş yapanların hafızalarının, spor yapmayanlara
göre yüzde 20 oranında daha iyi olduğu gözlenmiş.

3- Film izleyin

Önce filmi seyredin. Sonra sahnelerdeki detayları hatırlamaya çalışın ve bunlardan


en az 10 objeyi listeleyin. Liste yaptıktan sonra 20 dakika boyunca başka şeylerle
ilgilenin ve listeye bakmadan bu 10 objeyi hatırlamaya çalışın.

4- Alkolden uzak durun

Günde bir bardaktan fazla alkol almak sağlımızı olumsuz etkiliyor. Bu bilinen bir ger-
çek. Su içmek, alkolün zararlı etkilerini azaltıyor.

5- Liste hazırlayın

Bütün duyularımızı kullandığımız zaman hafızamız gelişir. Örneğin; bir objenin rengi
aklımızda kaldıysa, daha sonra o objenin ne olduğunu yüzde 50 oranında hatırlarız.
Bu yüzden yapacağınız şeylerle alakalı liste yapmayı adet haline getirin.

6- Sudoku oynayın

3000 yetişkin erkek ve kadın arasında yapılan araştırmalarda, günde 60-75


dakika sudoku oynayan kişilerin beyin performanslarının 10 yaş daha iyi olduğu
kanıtlanmış.

7- Meditasyon yapın

Meditasyon yapmayı alışkanlık haline getirin. Günde 40 dakika boyunca meditasyon


yapın. İşteyken sandalyenizin arkasına yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bir noktaya
odaklanın. Uzaktaki kuşların kanat çırpışını, kendi nefesinizi duymaya çalışın.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   57


MARS MANZARASI

Robot kâşifler,
uzaklardaki
bir merak
konusunu
tanıdık bir
dünyaya
dönüştürüyor.

Mars, uzun yıllar boyunca insanların hayal gücünü kendine çekti. Eskiler,
gökyüzündeki düzensiz hareketinden dolayı bu kırmızı yıldızı uğursuz ya da zorba
olarak görürdü: Yunanlılar onu savaş tanrısı Ares’le özdeşleştirmiş, Babilliler ona
yeraltı tanrısı Nergal’in adını vermişti. Eski Çinliler için o, Ying–huo, yani ateş
gezegeniydi. Kopernik’in 1543’te görünen evrenin merkezinin Dünya değil Güneş
olduğunu öne sürmesinden sonra dahi Mars’ın gökyüzündeki hareketlerinin tuhaflığı,
1609 yılında Johannes Kepler’in bütün gezegenlerin, odaklarından birinde Güneş bu-
lunan bir elips yörüngede dolandıklarını bulmasına kadar bilinmeyen olarak kalmayı
sürdürdü.

Aynı yıl Galileo bir teleskopla ilk kez Mars’ı gözlemledi. On yedinci yüzyılın ortalarına
doğru teleskoplar, Mars yüzeyinde mevsimsel olarak büyüyen ve küçülen kutup buz
takkelerini ve Syrtis Major –sığ bir deniz olduğu düşünülen karanlık bir alan– gibi
özellikleri gösterebilecek kadar gelişmişti. İtalyan gökbilimci Giovanni Cassini, bazı
özellikleri gezegenin ekseni etrafındaki dönüşünü hesaplamaya yetecek kadar iyi
gözlemleyebilmişti. Bir Mars gününün, bizim 24 saatlik günümüzden 40 dakika daha
uzun olduğu sonucuna varmış ve sadece üç dakikalık bir hata yapmıştı. Daha yakın
ve daha büyük komşu gezegen Venüs’ün nüfuz edilemez bulut tabakasına karşın,
Mars’ın yüzeyi, üzerinde canlıların yaşayıp yaşamadığına dair spekülasyonlara yol
açacak kadar Dünya’ya benziyordu.

Kendi gezegenimizin kalın ve dinamik atmosferinin yarattığı görüş kalitesini bozma


etkisinin zorlamasıyla giderek gelişen teleskoplar, Mars’a dair daha da ayrıntılı
haritaların çıkarılmasını, denizlerin ve hatta genişleyip daralan buz takkeleriyle
varsayılan bitki örtüsünün mevsimsel değişimler geçirdiği bataklıkların belirlenmesini
olası kıldı.

58  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


MARS MANZARASI

Gezegenimizin gözü en keskin


haritacılarından Giovanni Schiaparelli,
varsayılan su kütlelerinin arasındaki
doğrusal bağlantılar için İtalyanca
bir kelime olan canali sözcüğünü
kullanmıştı. Bu sözcük “suyolu” olarak
da çevrilebilirdi, ama “kanal” sözcüğü
hem halkı, hem de özellikle 1893’te,
kanalların bir Mars uygarlığından
kaldığını savunan zengin Bostonlu Per-
cival Lowell’ı daha bir cezbetti. Lowell
gökbilimine meraklı bir amatördü, ama
şarlatan değildi. Arizona, Flagstaff
yakınlarında bir masadağda, 2 bin
metreyi aşkın bir yükseklikte ve kendi
ifadesiyle “insan dumanından çok uzak-
ta” bir gözlemevi kurdu; bu Bostonlu-
nun teorilerinden hoşlanmayan gök-
bilimciler dahi yaptığı Mars çizimlerini
Schiaparelli’nin çizimlerinden daha iyi
bulmuştu. Lowell, Mars’ın ölmekte olan
bir gezegen olduğunu ve oldukça zeki
Mars sakinlerinin gezegenlerinin gider-
ek kuraklaşmasına karşı kutup buz tak-
kelerinde depolanmış suyu koruyan ve
dağıtan bir sulama kanalları sistemiyle
savaş verdiğini öne sürmüştü.

H. G. Wells bu bakış açısını, bir bilim


kurgu klasiği olan Dünyalar Savaşı’yla
(1898) romanlaştırdı. Yazar, tarafsız
davranarak, Dünya’yı işgal eden çir-
kin mi çirkin, acımasız mı acımasız
Marslılara bir nebze insansı duygu
bahşetmişti. İleri teknoloji cihazlar kul-
lanan, zekâları “ihtiyaçtan doğan acil
baskıyla” bilenmiş.

Marslılar, uzaydan “yemyeşil bitki


örtüsü, gri suları, bereketin göstergesi
bulutlu atmosferi ve süzülen bulutların
arasından görülen engin, kalabalık
toprakları ve gemilerle dolu denizleri
olan daha ılık gezegenimize” gıpta
ederek bakıyordu...

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   59


KÖR KUYU

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın


birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.

Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu.


Düşmüş işte.

Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla


kapatılmıştı belki, üzerine de
toprak dökülmüştü.

Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta


biten otları yemek isteyen
eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı


kendi dilinde.
Ayıptır söylemesi, anırdı yani.

Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.

Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun


bakınıyor. Üstelik yaralanmış.

Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri


yardıma çağırdı. Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda
karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez. Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan,
üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı
toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi. Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış
oldu. Köylüler ağzı açık bakakaldı.

Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Ne bazeni, çoğu zaman.

Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.

Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp


silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.

60  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   61
ZEKA SORULARI
Bu sayfa kafanızı kurcalamak için hazırlanmıştır.

Bu sayfadakiler pratik zekalılar için çok kolay,


pratik olmayanlar için anormal zordur.

62  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi


ZEKA SORULARI

Soru işaretindeki sayıyı bulalım.

Bunaltmış-Küçük=57

Kelliler+Güç=53

Sibirya+Ondalık=11

Kırklareli-Kabir=?

Verilen şekilde birbirinden farklı Sağ alttaki kutuyu bulun.


toplam kaç adet kare vardır?

Not: Aralıklar eşittir.

9×12 birim karelik bir halının tam


ortasında 1×8 birim karelik bir alan
yanmıştır.
Not :
Einstein
bu soruyu
45 günde
çözmüştür.

Bir adam bankaya yatırdığı paralarını


almaya gitmiş ancak banka bulunduğu
caddede yokmuş.Gerisini siz
Bu halıyı öyle bir 2 parçaya ayırın bulacaksınız.
ki parçaları birleştirdiğinizde
10×10 birimlik bir halı oluşsun.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi Temmuz 2010 |   63


Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi

Bu dergi Fizikist.Com’un üyelerine sağladığı bir E-Dergi servisidir.

www.fizikist.com
64  | Temmuz 2010 Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi
© 2010

You might also like