You are on page 1of 38

Yıl: 1 Sayı: 7 Mayıs 2010

Kurucu : Müberra ALTIN

Hazırlayan, Editör : Emre ALTIN

Yazarlar

Müberra Altın, Orhan Aydilek, Hülya Vardarlı, Alican Tonbul, Turan Günara

Kaynaklar : Fizikist.Com

Fizikist Dergisi, Fizikist.Com sitesinin yayın organıdır. Hiçbir yazı


ve çalışma Fizikist.Com sitesi yazarlarından izin alınmaksızın
kullanılamaz.

Fizikist Bilim ve Teknoloji Dergisi

Tüm Hakları Saklıdır.

© 2010
içimdekiler
Bu ay sizler için neler hazırladığımıza bir göz atın!

Işığın Gelişimi 4.Bölüm 4 18 Uçan otomobil için start verildi

Kafamızı Toparlamak İçin Biraz Mola 6 19 Uzaylılardan sakının!

Radyasyon ve Sağlık 7 20 Alt edebileceğiniz 9 hafıza hırsızı

Evren evren içinde mi? 11 23 X Işınlarının bulunuşu ve yapısı

Oksijensiz yaşayan hayvan keşfedildi 13 27 Wilhelm Conrad Röntgen

Çamurdan enerji üretecekler 14 30 Akrostiş Tekniği

Yönünü şaşırmış gezegenler 15 33 Zekanı Test Et!

Ay’da daha çok su 16 35 Eğlence

Uzay istasyonları robotlara emanet 17 36 Kişisel gelişim

3
Işığın Gelişimi 4.Bölüm
Işığın gerçek kimliğini açıklıyoruz!

Işık dalgadır,
sonra taneciktir dedik.
En son dalga – tanecik
dualitesini kabul etmek
zorunda kaldık.

Bilim o kadar geniş bir yelpaze ki bilim


adamları her konuda araştırma yapmaya de-
vam ediyorlardı. Bulunan bilgiler paylaşılıyordu.
Önemli olan bilginin bulunması değil
yorumlanmasıydı. Bu konuda Einstein’in
başarısı su götürmez bir gerçektir. Dönemin
genç bilim adamlarının tüm deney sonuçlarını
başarılı bir şekilde yorumlamıştır. Çağımızda bu
görev Stephen Hawking tarafından yürütülme-
ktedir. Her dönemde böyle bir insana ihtiyaç
var. Amper elektrikle uğraşıyordu. Bir telden
elektrik akımı geçirildiğinde yanındaki pusulada
sapma gözlemledi ve telin etrafında manyetik
alan oluştuğunu keşfetti.

Amper bu manyetik alanın durgun yük etrafında değil akan yük yani ivmeli hareket eden yük
etrafında oluştuğunu bulmuştu. Faraday ise magnetik alanla uğraşıyordu. Düzgün bir manyetik alan
içerisine tel bir halka konulduğunda üstelik halka hiçbir üretece bağlı değilken yalnızca manyetik
alanın değiştirilmesiyle ampermetrede sapma gözlemlemişti. Bu da değişen manyetik alanın elek-
trik akımı oluşturduğunu gösteriyordu. Her yük etrafında elektrik alan var oğluna göre olayı şöyle
de tanımlayabiliriz.

Değişen manyetik alanlar elektrik alanları doğurur. Bilim adamları için elektrik, many-
etizma ve optik birbirinden bağımsız bilim dalları iken bir sihirli dokunuşla bu üç alanı birbirbirine
bağlayan ve böylece fizikteki en büyük birleştirmeyi gerçekleştiren James Clerk Maxwell sah-
neye çıktı. Maxwell elektrik akımının hızını hesapladı ve ışık hızına eşit olduğunu gördü. Üstelik
ışığın dalga ve tanecik modelleriyle açıklanabilen her türlü davranışı ışığın elektromanyetik dalga
oluşuyla da açıklanabiliyordu. Aslında dalga-tanecik dualitesine göre çok daha doyurucu ve ikna
edici bir şekilde açıklıyordu. Maxwell ışığın elektromanyetik dalga olduğunu matematiksel olarak
ispatladı. Ona göre elektrik alan ile manyetik alan birbirlerine dik olacak şekilde V hızıyla hareket
eden bir elektromanyetik dalgadır. Bu sayede çok uzaklara rahatlıkla seyahat edebilir. Üstelik emd
ın yayılması için ortama ihtiyaç yoktur yani uzayı doldurduğu varsayılan esir maddesine de böylece
ihtiyaç kalmamış olur. Üstelik elektrik ve manyetik alanlar aynı fazlıdır. Yük taşımazlar. Birbirlerinden
etkilenmezler. Ama enerji taşırlar. Yani sözün özü ışık için geçerli olan bütün optik olaylar, elektro-
manyetik dalgalar için de geçerlidir. IŞIK ELEKTROMAGNETİK DALGADIR…

4
Işığın karakterini çözdük rahatladık ancak şimdi yeni sorular bizleri bekliyor. Bilimi seviyorum.
Boşuna mı demişler merak varsa bilim de var diye.. Nedir bu elektromanyetik dalga ? Daha önce
gördük mü? Günlük hayatımızda var mı? Bunlarla hiç karşılaştık mı ya da maruz kaldık mı?
Şimdi bu sorulara cevap arayalım.

Aslında bunlar ışık nedir? Sorusu kadar zor


ve karmaşık değil.Sadece elektromanyetik
spektrumu görmek bile bunu anlamak için
yeterli aslında.Spektrum Hertz in laboratu-
arda yaptığı deneyler sonucunda bulduğu
ve bu yolla Maxwell in teorik çalışmalarını
deneysel olarak ispat etmeyi başardığı
Radyo dalgalarıyla başlıyor.İşte herkes
tarafından biline radyo dalgaları elektro-
manyetik dalga ailesinin bir üyesidir.

Hertz bu dalgaların çok uzaklara gönderilebileceğini keşfetmiş hatta 1901 2 de Atlas


okyanusunu aşan sinyallerle İngiltere’den New foundland’ a Mors alfabesinin ‘’ s ‘’ harfini gönder-
meyi başarmıştır.Yani şimdilerde her saniye bir frekans değiştirip dinlediğimiz radyo istasyonlarının
ortaya çıkışı Hertz sayesindedir. Radyo dj’lerinin sesleri ve tabiî ki müzik yayınları Dj’in bulunduğu
yerden yayınlana radyo dalgalarına yüklenerek bulunduğumuz yerde frekansını ayarladığımız radyo
alıcısı tarafından yakalanarak kulağımıza ulaşıyor. Sonra mikro dalgalar geliyor Hani şu kısa sürede
yemeği pişiren veya ısıtan fırınlarda kullanılan elektromanyetik dalgalar. Daha birçok kullanım alanı
var tabiî ki bunları da incelemeyi ileriki sayılara bırakacağız.

Sonrasında Kızıl ötesi ışınlar ençok uzaktan kumandalar ve cep telefonlarından hatırlarız.
Görünüz bölge zaten adı üzerinde Bizim gözümüzdeki hücreler tarafından algılanabilen ve spek-
trumda çooook küçük bir yer kaplayan kırmızıdan mor renge kadar olan kısım. Mordan sonra ne
geleceğini tahmin etmek zor değil.Mor ötesi ışını.. Aslında güneşten her saniye üzerimize yağan
ozon tabakasının tuttuğunu bildiğimiz ultraviyole ışınlarıda diyebiliriz. Kanser uyarılarını hatırlayalım
tabi. Hemen ardından X ışınları gelir ki diğer adı Keşfeden kişinin adıyla da anılan Röntgen ışınları..
Röntgeni hastaneye hayatından en az bir kez giden herkes bilir. Yada çevresindeki bir kişinin
röntgen filmini görmüştür.Spektrumun son ışınımı gama ışınımıdır ki bu adı genellikle Atom
bombasının geçtiği cümlelerde duyarız. Elektromanyetik dalgalar görüldüğü gibi hayatımızın her
yerinde bizimle. Elektromanyetik dalgaların kullanım alanları nelerdir ve özellikle bize zararı var
mıdır? Sorularına da bir dahaki sayımızda yanıt aramaya çalışacağız.

Müberra ALTIN

Yüksek Fizik Öğretmeni

5
Kafamızı Toparlamak İçin Biraz Mola!

Hülya Vardarlı
İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümü

Bilim, temelinde kendine özgü düşünsel bir girişim, gerçek dünyayı


ve evreni tanımaya, anlamaya yönelik bir arayış ve uğraştır. Bilim
bir bilgi yığını olmaktan çok tartışmaya açık bir ‘deneme-yanılma-
yanılgıyı ayıklama’ yöntemidir.

Bilim kişiden kişiye ya da toplumdan topluma değişmez. Herhangi bir ülkede bilim alanında
yaşanan gelişme,yalnızca o ülkeye değil tüm insanlığa aittir.

Bilim bir toplumun itici gücüdür; toplumun üretim tarzını ve gelişmesini ve devletler arası
askeri, siyasi ve ekonomik gücünü belirler. Bilimden faydalanabileceğimiz manevi bir değerimiz var
mı? Aslında müslüman bir toplum olarak, bundan faydalanabileceğimiz büyük bir nimete sahibiz.
Kur’an’ı Kerim’e! Kur’an’ın yalnızca bir dua kitabı olmadığını belirten değerli ilahiyat uzmanı Prof.
Dr.Hüseyin Atay, Kur’an’ın türkçe çevirisinin önsözünde şöyle diyor: “Kur’an’da Allah konuşuyor.
Size ne dediğini ve ne demek istediğini öğrenmek hakkınız. İnsan bu hakkını kullanmaktan
sorumludur.”

600 yıldır sayısız şeyh, mürşit, veli ve evliya geldi geçti. Ancak bir müslüman çıkmadı ki,bilim
tarihinde bir çığırın açılmasına,din,bilim,uygarlık kavramlarına batı kalıplardan uzak yeni anlamlar
kazandırılmasına sebep olsun.Bunu yapacak müslümanın çok şeye ihtiyacı yoktu.Bir teleskop ve bi-
raz merak ve en önemlisi de bunun Kur’an’ın emri olduğunu bilmesi yeterliydi.Zariyat suresinin 47.
Ayetinde yüce Allah evrenin genişlediğini bildirir.Bu ayet okuması olan her insanın anlayabileceği
açık bir ifadeyle “Göğü kudretimizle Biz kurduk ve Biz onu genişletmekteyiz.” der.Bu kadar açık
ifadeye rağmen,bizler evrenin genişlediğini Amerikalı bir bilim adamı sayesinde öğrendik.Evrenin
genişlediği,1929 yılında Amerikalı bilim adamı Edwin Hubble tarafından gözlemlenmiştir.O zamana
kadar evren sabit,sonsuz ve değişmez olarak kabul ediliyordu.
Maalesef Kur’an evimizin başköşesine astığımız bir dua kitabı oldu. Bu yüzden içeriğinden
tamamen habersiz hale geldik.

Kur’an’ın emirlerinin bir kısmını bilmiyor veya yerine getirmiyorsak, bilim ve dini iki farklı
alan gibi düşünmeye başlayıp, tek olan bütünü ikiye ayırmışsak, sosyal hayatımızda din adına
yaşadıklarımızın kesin bir şekilde İslam olduğuna nasıl emin olabiliyoruz?
Herşey açık ve ortada iken bizler, sorgulamadan İslam diye inandığımız veya inandırıldığımız
şeyler yüzünden; kimliğimizi, dilimizi, tarihimizi, vatanımızı, devletimizi kısaca varoluş değerlerimizi,
geleceğimizi ve sonrasını da kaybetme noktasına geldik.

6
Radyasyon ve Sağlık
Çevre, sağlığımıza tesir eden çok sayıda faydalı unsurun yanında, zarar verebilecek faktörler
de barındırır. Bunların bir kısmının farkında olduğumuz halde, bazılarının hiç farkında olmayabiliriz.
Gözle göremediğimiz, ancak sağlığımıza etki eden faktörlerden biri radyasyondur. Radyasyon ener-
jinin parçacıklar halinde yayılmasıdır. Atomdaki nötronların proton sayısından fazla olması neticesi
ortaya çıkan kararsızlık hali, atom yapısını radyoaktif duruma getirir ve çevresinde alfa, beta, gam-
ma ışınları yayılır. İşte, bu ışınlar radyasyondur.

Günlük hayatta güneş ve kaplıca gibi kaynaklardan gelen x, kızılötesi ışınlar, normal ışınlar,
mikrodalgalar ve radyo dalgaları gibi doğal radyasyonların yanında, teknolojik gelişmelerin so-
nucunda oluşan yapay, yani bilgisayar, cep telefonları, röntgen ışınları gibi radyasyonlarda bizlere
etki eder. Normal hayatımızın bir parçası olan radyasyon, tahammül edilebilir dozda kalmak şartı
ile zararsız ve belki de gereklidir, hatta bazı durumlarda şifa vesilesidir. Kaplıca sularının radyoaktif
etkilerinden belli bir ölçü içerisinde tedavi ve rehabilitasyon için faydalanırız. Bu hususiyetleri ile
kaplıcadaki radyasyonun romatizmal bazı hastalıklara ve strese olumlu tesirde bulunduğu bildi-
rilmektedir. Ayrıca, nükleer tıpta bilhassa tümör kitlelerini küçültmek, böylece hem tedavi hem de
tümörün yaptığı basıyı, verdiği ağrıyı azaltmak şeklinde faydası vardır. Bazı tümörlerde ise radyoak-
tif maddelerin kendisi, tedavi edici etkiye sahip kılınmıştır.

Ancak radyasyon yüksek nispetlerde olduğu zaman çevre kirliliğinin bir parçası durumuna
dönüşür ve zarar vermeye başlar. Gıdalarla ve suyla alındığında veya kaynaktan yayılan ışınlara
doğrudan maruz kalındığında insan vücudundaki radyasyon istenmeyen seviyelere çıkabilir.

7
Yüksek radyasyonun etkileri akut ve kronik olarak gruplandırılabilir. Atom bombaları veya
nükleeer patlamalarda ortaya çıkan yüksek dozdaki radyasyona maruz kalma durumlarında; akut
radyasyon sendromu, radyasyon yanıkları ve ölümler oluşabilir. Geçmişte Japonya’nın Hiroşima
ve Nagazaki şehirlerine atılan (1945) bombaların etkisi ile yüz binlerce kişinin ölmesi, ayrıca yakın
geçmişte Rusya’daki Çernobil Nükleer Santrali’nin patlamasıyla (1986) yaşanan ölüm ve sakatlıklar
bu hususa iyi birer örnektir. Çernobil Nükleer Santrali’nin patlaması neticesinde yayılan radyasyo-
nun atom bombasınınkinden çok daha yüksek olduğu bildirilmektedir.

Radyasyonun kronik etkileri ise, daha düşük


doza uzun süre maruz kalmayla ortaya çıkar.
Bu durumda dokulardaki kimyevi molekül-
ler ve hücrelerdeki genetik yapı zarar görür.
Zararın sebebi ya doğrudan hücre içi molekül-
leri parçalaması veya serbest oksijen radikal-
leri ortaya çıkararak DNA zincirinde kırılmalar
meydana getirmesidir. Bu etkiler bilhassa hızlı
bölünen yumurtalık, testis, kan yapıcı sistemler
ve midebağırsak dokularında daha fazla görül-
ür. Vücut radyasyona çok geniş bir seviyede
maruz kalırsa zatürre, radyasyon hastalığı, ciltte
kızarıklık, akciğer dokusunun bozulması, keratoz
veya kısırlık meydana gelir.

Sadece bazı bölgelerin radyasyona maruz kalmasıyla ise lösemi (kan kanseri) ve diğer
kanserler ortaya çıkabilir. Genetik yapıya etki eden radyasyonun yaptığı tahribat diğer nesillere
aktarılabilir.

Güneş ışınlarının vücutta D vitamini sentezlemesine ve kemiklerin güçlenmesine vesile


olduğu bilinmektedir. Ancak güneşte çok fazla kalma, bazı cilt hastalıklarına hatta cilt kanserlerine
ve cilt dışı başka hastalıklara sebep olabilir.

Hastalıkların teşhisi için her türlü radyoaktif madde kullanılarak çekilen filmlerde insanlar
yoğun bir radyasyona maruz kalır. Bu konuya özellikle hamileler dikkat etmelidir. Kazara röntgen
çekilen anne adaylarını hemen telaşa sokmak da gereksizdir. Yapılması gereken şey alınan dozun
hesap edilmesi ve tehlikeli sınırda olup olmadığının belirlenmesidir. Hamileliğin 8-15. haftalarında
risk en yüksektir ve 10.000 mrad. radyasyon alanlarda doğacak çocukta zeka geriliği veya küçük
kafatası durumu %4 nispetindedir. Radyasyon miktarı 150.000 mrad. ise söz konusu riskler %60 gibi
yüksek bir seviyeye çıkar. Bu dozlar, günlük röntgen incelemelerindeki dozların üstündedir. Mesela,
ilaçlı böbrek filminde 686-1400 mrad. radyasyon alınır. Bu sebepten tek bir defa yapıldığında anne
karnındaki bebeği tehlikeye sokacak radyolojik incelemelerin tehlikesi çok azdır.

Daha fazla radyasyon veren sintigrafi, bilgisayarlı tomografi (BT) gibi incelemelerde de tetkik
çok gerekli ise mutlaka radyoloji uzmanının görüşü alınmalıdır. Ancak yine de en iyisi hamilelerin
hiç radyasyona maruz kalmamalarıdır.

8
Günlük hayatta çok kullanılan ve radyasyon yayan cihazların etkilerine dikkat çekmekte fayda
vardır. Bunlar arasında yer alan bilgisayarların bir arada olduğu yerlerde uzun süre kalınmamalı, bu
cihazlar daha çok eğitim ve ilim içim belli sürede kullanılmalıdır.

Günlük hayatımızda alacağımız bazı tedbirlerle vücutta biriken fazla müktardaki radyasyonun
zararlı tesirlerini azaltmak mümkün olabilir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

1. Fosfor barındıran gıdaların (süt, yoğurt vs.) her gün belli miktarlarda tüketilmesi ve bu yolla
serbest radyoaktif parçacıkların zararsız bileşiklere dönüştürülmesi,

2. B grubu vitaminler ve potasyum barındıran gıdaların alınması (yeşil sebze, meyve, kavun, karpuz),

3. Temiz çevresi olan sakin yerlerde oturmak ve bol oksijenli, açık havada sportif faaliyetler yapmak,

4. Sık duş almak,

5. Radyasyon yayan cihazları kullanırken koruyucu tedbirler almak ve sürelerini azaltmak.

Radyasyona uzun süre ve fazla miktarda maruz kalmaktan kaçınılmalı, üretilen her cihazın ra-
dyasyon yayma kapasitesi incelenmeli ve insan sağlığını bozmayacak şekilde kullanma prensipleri
belirlenmelidir. Radyasyon yayan tesisler mümkün oldukça yerleşim yerlerinden uzakta ve gerekli
tedbirler alınarak kurulmalıdır. Sağlığımız bize verilmiş bir emanettir ve bu emanetin en iyi şekilde
korunması konusunda da hem fert, hem de toplum olarak üzerimize düşenleri yapmalıyız.

Düzenleme: Doç. Dr. Alaeddin HEKİM

Kaynaklar:

T.C Çevre ve Orman Bakanlığı Dökümanı http://www.cevreveorman.gov.tr

Ultraviyole Radyasyon Teknik Rapor (Eylül 2001) DMİ Genel Müd. ANKARA

Turan Karayılanoğlu, Radyasyon ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri

Röntgen Işınlarının Gebelik Üzerine Etkileri http://www.gebelik.org

9
Evren evren içinde mi?
Evrenimizin nasıl ortaya çıktığını biliyoruz. Pek çok kanıt, evrenin bir protondan çok küçük
akıl almaz yoğunluk ve sıcaklıktaki bir enerji topunun “Büyük Patlama” denen bir süreçle
genişlemeye başladığını ve ilk saniyenin çok küçük bir kesimi içinde gerçekleşen bir şişmeyle
ışık hızının ötesinde genişlediğini gösteriyor.

Ortaya çıktığı zamanı da biliyoruz: Büyük Patlama’dan 380 bin yıl sonra yayılan ilk ışığın
kalıntıları üzerinde yapılan duyarlı gözlemler, evrnin yaşını 13,7 milyar yıl olarak belirliyor. Aynı
gözlemler, evrenin biçimini de gösteriyor. Evren düz; daha doğrusu sonsuz hacme kadar şişirilmiş
bir balonun yüzeyi gibi. İçeriğiyse, yüzde 4,6 tanıdığımız madde, yüzde 23 özellikleri bilinmeyen
“karanlık” madde, yüzde 72 de kütleçekiminin tersi itici bir etki yapan gizemli “karanlık” enerji.
Geleceği? Bu itici enerjinin etkisiyle evren hızlanarak genişliyor ve trilyonlarca yıl sonra son yıldızlar,
son gökadalar, son karadelikler ömürlerini tamamlayıp yokolduktan sonra bile boş ve sonsuz bir
karanlık olarak genişlemeye devam edecek.

Bu, evrenin Büyük Patlama’nın hemen ardından gelişimiyle ilgili olarak geliştirilen standart
Modeli. ” Büyük Patlama Kozmolojisi” olarak da adlandırılan bu standart model, Büyük Patlama’nın
öncesi hakkında pek bir şey söylemiyor. Bu modelin ötesindeyse, en azından şimdilik öngörüleri
deneysel olarak doğrulanmamış çok sayıda farklı model var.

Bunlardan kimisi, bizim evrenimizin de kuantum dalgalanmalar sonucu bir köpüğün baloncukları
gibi ortaya çıkan, hepsinde farklı fizik kurallarının işlediği,sonsuz sayıda evrenden (multiverse) bir
tanesi olduğunu söylüyor. Kimisi, olası evren sayısını 1’in arkasına 500 sıfır takarak yazıyor. Kimisine
göre duyularımızla ve ölçü araçlarımızla farkına varamadığımız bir paralel evrenle yan yana hatta iç
içe yaşıyoruz.

Bazı kuramlar bizim evremizi genişleten şişme sürecinin sonsuza kadar sürdüğünü, yeni ve
farklı evrenlerin bir patatesin üzerindeki sürgünler gibi ortaya çıktığını söylüyor. Bazılarıysa Büyük
patlama’nın sanki bir yayla bağlıymış gibi döngüsel olarak birbirlerine sürekli olarak yaklaşan ve
uzaklaşan “zar evrenler” arasında meydana gelen ve her seferinde evreni yeniden başlatan bir
çarpışmadan başka bir şey olmadığını öne sürüyor.
11
Şimdiyse, Indiana Üniversitesi’nden (ABD) kuramsal fizikçi Nikodem Poplawski, evrenimizin konumu
konusunda ortaya daha da sıradışı bir model sürüyor.

Evrenin, (Einstein-Rosen köprüsü diye de adlandırılan) bir “kurt deliği” içinde doğduğunu öne süren
bilimci, bir karadeliğin kütleçekim alanını tanımlamak ve büyük kütleli bir parçacığın olay ufkunun
içinde karadeliğe doğru yol alışını modellemek için karmaşık bir koordinat sisteminden (izotropik)
yararlanmış.

Bir karadeliğin olay ufku denen eşik sınırını geçen bir parçacık kütlesiz bir ışık parçacığı (foton)
olsa bile, merkezdeki karadeliğin muazzam kütleçekimi nedeniyle bir daha dışarıya kaçamaz
ve karadeliğin içine düşer. Poplawski bu nedenle ufkun içine geçen bir parçacığın karadeliğe
doğru hareketinin ancak deney ya da gözlemle belirlenebileceğini söylüyor. Ancak, gözlemciler
karadeliğin yalnızca dışını görebildiklerinden, iç tarafından olup bitenler ancak gözlemci içeriye
girebilirse ya da orada yaşıyorsa görülebilir.

Fizikçinin geliştirdiği
modelin püf noktası
da burada: Poplawski,
“Evrenimizin daha
büyük bir evrendeki
bir karadeliğin içi
olması halinde bu ger-
eklilik (olay ufkunun
içini görme koşulları)
yerine getirilmiş
olacaktır” diyor.

Model, Einstein’ın görelilik kuramında zaman için tercihli bir yön bulunmaması üzerine kurulu.
Dolayısıyla, Poplawski’ye göre “Eğer bir karadelik gelecekteki bir olay ufkunun içinde maddenin
kütleçekimsel çöküşüyle oluşabiliyorsa, tersi süreç de pekala mümkündür.” Bu ters süreç de “ pat-
layan bir beyaz deliği tanımlar: maddenin geçmişteki bir olay ufkundan çıkışını; tıpkı genişleyen bir
evren gibi.”

Bilimkurgunun vazgeçilmez malzemesi olan “kurt delikleri”, ya da kuramsal fizikteki teknik adlarıyla
Einstein-Rosen köprüleri, evrenin çok uzak bölgelerini kestirmeden birleştiren tüneller. Yine kuram-
sal fizikte “beyaz delikler”, bir karadeliğe kurt deliğiyle bağlı olan ve bir anlamda karadeliğin zaman
tersinmesi olan varsayımsal yapılar.

Poplawski’nin makalesine göre evrendeki her türden karadelik Einsten-Rosen köprülerine sahip
olabilir ve bu köprülerin her birinin içinde karadelikle aynı anda doğmuş yeni bir evren bulunabilir.
Bunun anlamı da kendi evrenimizin de başka bir evrendeki bir karadeliğin içinde ortaya çıkmış
olabileceği.

Polonya asıllı fizikçi, bu modelin Büyük Patlama Kozmolojisi’nde bazı bilimcilerce varlığı öne sürülen
bir takım sorunları gidereceğini savunuyor. Bunlar arasında karadeliğin olay ufkundan geçen mad-
deyle ilgili her türlü bilginin kaybolacağı yolunda kuantum mekaniği yasalarına aykırı öngörüyle
ilgili sorun da ortadan kalkmış oluyor. Fizikçi ayrıca modelinin Büyük Patlama’nın ilk anındaki koz-
mik şişmeyi de açıkladığı görüşünde.

12
Oksijensiz yaşayan hayvan keşfedildi

Ancona Üniversitesi Marche


Politeknik'ten araştırmacılar, Akdeniz'in
tabanında "Loricifera" (zırhlı solu-
canlar) ailesine mensup üç yeni türe
rastladı.

Ekibin başındaki Roberto Danovaro, ok-


sijensiz yaşayan hayvanın yaklaşık bir
milimetre boyunda olduğunu ve koru-
yucu kabuğunun içinde bir denizanası
gibi göründüğünü belirtti.

Üç yeni türden birine Danovaro'nun eşinin isminden esinlenilerek "Spinoloricus Cinzia" adı veril-
irken, diğerlerine henüz resmi bir isim verilmedi.

Akdeniz'in Atalante havzasındaki canlı fauna araştırmaları için son 10 yılda yapılan üç ayrı bilimsel
araştırma sırasında keşfedilen deniz hayvanlarının oksijensiz ortamda nasıl yaşayabildikleri ise ger-
çek bir sır.

Girit adasının 200 kilometre batısında ve 3,5 kilometre derinliğindeki L'Atalante havzasında oksijen
neredeyse tamamen tükenmiş durumda.

Canlı tespit edilen bu üç yeni türden ikisinde yumurtalarının da bulunduğunu belirten


araştırmacılar, canlı bir hayvan bulmayı ummadıkları bir yerde karşılaştıkları bu hayvanları oksijensiz
yaşayabildiklerini göstermek için canlı dışarı çıkarmanın olanaksız olduğunu kaydettiler.

Araştırma ekibi, buna karşın yumurtaları gemide tamamen oksijensiz bir ortama aktarmayı başardı.

Şimdiye dek sadece bakterilerin oksijensiz ortamda yaşayabildikleri düşünülürken, keşfedilen bu


hayvanların üzerinde yapılacak araştırmaların yeni ufuklar açması bekleniyor.

13
Çamurdan enerji üretecekler
Keleş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyada bütün gelişmiş ülkelerde çamurdan en-
erji üretildiğini bildirerek, Türkiye'de ise birkaç ilin bu proje üzerinde çalıştığını kaydetti.

Şu anda bütün büyük en-


erji kullanıcılarının, özel-
likle su idarelerinin enerji
temini için çok büyük par-
alar harcadığını ifade eden
Keleş, ‘’Enerji ihtiyaçlarını
karşılayacak yatırımlar
yapmak zorundayız. Çünkü
Türkiye’de TEİAŞ’ın verile-
rine göre, enerji ihtiyacı
gittikçe artıyor. Kapasite
daralması var, bir taraf-
tan enerji fiyatlarına zam
geliyor. Enerji bizim giderl-
erimizin önemli bir kısmını
oluşturuyor. Bizim yatırım
kapasitemizi artırabilmemiz
için kendi ihtiyaçlarımızı
böyle karşılamamız gereki-
yor’’ diye konuştu.

Su arıtma tesislerinden günde 90 ton civarında çamur elde edildiğini dile getiren Keleş, şu
ana kadar arıtma tesislerindeki çamurların vahşi depolama yoluyla depolandığını bildirdi.
''Vahşi depolama yapıyoruz ancak, kanunlar ürettiğimiz çamuru hem kuruluk bakımından, yani
içindeki su miktarı bakımından yüzde 90 oranında kuruluğa ulaşmasını, çamurların çevreye za-
rar vermeyecek şekilde depolanmasını istiyor. Bu konuda uzun zamandır araştırmalar yapıyorduk.
Tesisten çıkar çamurun, kuruluk oranını yükselterek, tarımsal kullanım kapasitesini geliştirmek için
enerji üretimi konusunda çalışmalarımız devam ediyor. Almanya'da da incelemelerde bulunduk.
Bu konudaki çalışmalarımızı TÜBİTAK'la görüşerek, geliştirdik. Şu anda projemiz son aşamasına
geldi. Proje çürümeye bırakılan çamurdan çıkan metan gazının yakılarak enerji elde edilmesine
dayanıyor.''

5-6 MİLYON TL'LİK BİR YATIRIM


Tesisten çıkan çamurun şu anda maddi bir değeri olmadığını belirten Keleş, ''Çamurun kuruluk
oranını arttırdığımız zaman, tarımsal alanlarda kullanabileceğiz ve çamur değer kazanacak'' dedi.

Projeyle su arıtma tesislerinden, elde edilen çamurların işleneceğini kaydeden Keleş, sözlerine şöyle
devam etti:

''Daha sonra çamur yakılarak enerji elde edilecek. Bu projeyle 3 tane fayda elde etmiş olacağız. Bu
projeden enerji elde edeceğiz, çamurun kuruluk oranını artıracağız ve çamuru tarımda kullanma
imkanı ortaya çıkacak. Dolayısıyla çamur, çevreye zarar vermemiş olacak. Bu 5-6 milyon TL'lik bir
yatırım. Kredi için, çeşitli görüşmeler yapıyoruz. TÜBİTAK'ın da desteği olacak. Sakarya'mız yeni
bir tesise kavuşmuş olacak. Çamurun çevreye vermiş olduğu olumsuz etkileri ortadan kaldırmış
olacağız. Yılda 2,5 milyon kilovat saat elektrik üretmiş olacağız. Bizim ADASU olarak aylık elektrik
giderimiz 1 milyon TL.''
14
Yönünü şaşırmış gezegenler
İngiliz Kraliyet Astronomi Derneği’nce bugün yapılan açıklamada dokuz yeni Güneş-dışı
gezegenin duyurulmasıyla, şimdiye kadar bulunanların sayısı 452’ye yükselmiş oldu. ncak,
yaklaşık 15 sene öncesine kadar ender olduğu varsayılan gezegenlerin görece yakın çevre-
mizde bile gözlenen bu bolluğu, gökbilimde yarattığı yeni paradigmanın ötesinde gezegen-
lerin oluşum ve dinamikleri konusundaki modelleri zorluyor.

Gökbilimciler, yeni keşfedilen geze-


genleri, eskileri de içeren daha geniş
bir grupla birlikte incelediklerinde,
27 gezegenden altısının yıldızlarının
dönüş yönünün tersi yönde
dolandıklarını belirlemişler.

Normalde gezegenler, merkezinde yıldızın ortaya çıktığı gaz ve toz diski içinde yıldızla aynı zaman-
da ortaya çıktıklarından, yörünge turlarını da yıldızın dönüş yönünde yaparlar ve yörünge düzlem-
leri, yıldızın ekvator düzlemiyle aşağı yukarı örtüşür. Güneş Sistemimizdeki manzara bu.

Keşfedilen gezegenlerin çoğunluğunu oluşturan gaz devi gezegenlerin çoğu Jüpiter kadar ya da
daha büyük kütleye sahipler. Gaz devi gezegenlerin katı merkezleri, yıldızın oluşum aşamasında
diskin soğuk dış kısımlarında kaya ve buzlardan oluşuyor ve bunlar belirli bir kütleye ulaştıktan
sonra çevredeki gazı üzerlerine toplayarak büyüyorlar. Ancak yine keşfedilen gaz devlerinin
çoğunun yıldızlarının yanıbaşında dolanıyor olmaları, modelle çelişen bir paradoks. Bu gezegen-
ler, yıldızlarına, Merkür’ün Güneş’e olan mesafesinden daha yakın dolandıkları için yüzeyleri ve
atmosferleri çok yüksek derecelerde bulunuyor. “Sıcak Jüpiter” diye adlandırılmalarının nedeni bu.
Yıldızlarına neden bu kadar yakın olduklarına gelince, Oluşma aşamasında, içinde doğdukları gaz ve
toz diskiyle kütleçekim etkileşmeleri nedeniyle içeriye doğru birkaç milyon yıl süren bir “göç” süreci
yaşıyorlar ve yıldızın çok yakınlarına kadar sokuluyorlar.

Yıldızlarının dönüş yönüne ters yönde yörünge hareketine sahip olanlar içinse farklı bir senaryo
geliştirilmiş bulunuyor: Buna göre “sıradışı” sıcak Jüpiterlerin yıldızlarına yaklaşmasının nedeni,
ötekiler gibi gaz ve toz diskiyle değil, daha uzaktaki gezegenler ya da yıldızlarla giriştikleri çok
daha uzun süreli kütleçekim etkileşimleri. Birkaç milyon değil, yüzmilyonlarca yıllık bu süreç so-
nunda gezegenler uzamış ve disk düzlemine eğik eliptik yörüngeler kazanıyorlar ve yıldızlarına her
yaklaştıklarında ortaya çıkan gelgit etkileri nedeniyle yörünge hızları biraz azalıyor. Sonuçta, yıldızın
hemen yakınında, daireye yakın ama yıldızın ekvator düzlemine rastgele eğimlerde yörüngelere
oturuyorlar.

Araştırmalar, daha şimdiden ters yönlü gezegenlerin ikisinin, daha uzak yörüngelerde dolanan
kardeş gezegenlere sahip olduğunu ortaya koymuş.

15
Ay'da daha çok su!
Ay’da su olduğuna lişkin kanıtlara yenileri eklendi. Son iki araştırma raporunun sonucuna
göre uydumuzdaki bazı kraterlerin içindeki kalınlığı 2 metreyi bulan buz katmanları var.
Bazı buz bloklarınun uzunluğu 150 metreyi buluyor.

Bulunan buz rezervlerinin bazılarının yakın bir geçmişte eriyip yeninden donduğunu tespit eden
bilimciler, bunun Ay yüzeyindeki iklim koşullarıyla ilgili önemli bilgiler vereceği inancında.

Hindistan’a ait Chandrayaan uzay laboratıarının Dünya’ya gönderdiği verileri analiz eden Houston
Ay ve Gezegen Enstitüsü araştırma ekibi, kraterlerdeki buzun Ay’a çarpan ve buz taşıyan meteor ve
kuyruklu yıldızlardan kalmış olabileceğini açıkladı.

Yeni bulgular, Ay’a yeniden insan gönderilmesini isteyen bilim çevrelerinin Obama hükümetine
baskıyı artırmasına yol açabilir.

NASA tarafından hazırlanan Constellation programı, 2020’ye kadar Ay’a astronot ve araştırma
laboratuarları gönderilmesini öngörüyordu. Ancak ekonomik krizin etkisiyle NASA bütçesinde
kesintiye gidilmiş, şimdiden hedeflerinin gerisinde kalan Constellation programının da askıya
alınabileceği duyurulmuştu.

16
Uzay istasyonları robotlara emanet
İnsanoğlu aya ilk ayak bastığı zaman 2000'li yıllarda uzayda yaşanılabileceğini
düşünüyordu. Bu inanca göre günümüzde, ayda koloniler kurulacak ve hatta Mars bile em-
rimize girecekti. Ancak, hem ekonomik koşullar hem de dünyanın kaynakları, insanlığın
topluca uzaya taşınması için uygun olmadı.

Günümüzde, NASA gibi özel


uzay araştırma kurumları
dışarısında ancak çok zengin
kişiler dünya dışına seya-
hat yapabiliyor. Eğer zengin
değilseniz, diğer bir projede
aydaki kolonileşme çalışmaları
için özel eğitimli işçilerin uzay
istasyonlarına yollanmasaydı.

Uzayı keşfetmek Kaptan Kirk'e değil bu robotlara kalacak


Ancak General Motors'un NASA'yla birlikte geliştirdiği bir proje bu ufak şansı da bertaraf
etti. Robonaut 2 adlı bu robotlar, uzay ortamında bir insanın gerçekleştireceği herşeyi yapmak için
tasarlandı. Şu sıralar, yerçekimsiz ortamda test edilen robotlar insansı bir görünüme sahip.

Üstelik kısa adıyla R2 olan bu robotlar aynı zamanda, gerçek insanlara kıyasla çok daha
ucuza mâl olacak. Teknoloji sitesi ShiftDelete.Net’in haberine göre, Amerikan Başkanı Obama’nın
da desteğini alan projenin ilk uzay tecrübesi ise önümüzdeki eylül ayında gerçekleşecek. NASA
eğer bu testlerden olumlu sonuç alırsa, R2’ları güneş sistemimizdeki diğer gezegenleri kullanmak
için kullanacak.

17
Uçan otomobil için start verildi
ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı teknoloji geliştirme ajansı Darpa, 2015yılında ilk uçuş tes-
tinin yapılmasını istediği uçan otomobil projesi için prototip çağrısı yaptı.

Kurumun yayınladığı teknik şartnameye göre bir SUV


arazi aracı becerilerine sahip olacak araç, tam teçhizatlı
dört komandoyu, bir destek elemanını ve bir askeri dok-
toru taşıyacak kapasitede olacak. Yer ve hava modları
arasında hızlı transformasyon geçirmesi beklenen araç,
ayrıca tam otomasyonla pilotsuz uçmasını ve yerde git-
mesini sağlayacak akıllı bilgisayar sistemleriyle donatılmış
olacak.

Darpa’nın talepleri arasında ayrıca aracın dikey kalkış ve iniş yapabilmesi, hava seyri sırasında
10,000 feet (3,000 metre) irtifaya ulaşabilmesi, tek depoyla yerde en az 400 km yol yapabilmesi de
bulunuyor. Ajans, şartlar arasında yer almasa da, hibrit elektrikli mekanizma, gelişmiş batarya, çok
seçenekli kanat modülasyonu, hafif metal teknolojileri gibi özellikleri de ‘olumlu’ karşılayacak.

Resmileşmese de Transformer adıyla anılan araç projesinin geliştirilmesi ve prototiplerinin testi için
55 milyon dolar bütçe ayrıldı. Darpa, resmen 2008 yılından beri bir “uçan otomobil” geliştirmek
istediğini duyurmuştu. Sonuçlardan memnun kalınırsa, bu araçlardan öncelikle bir askeri ambulans
filosu kurulması planlanıyor.

18
Uzaylılardan sakının!
Dahi astrofizik profesörü Stephen Hawking, Dünya dışında canlıların olduğundan kesinlikle
emin olduğunu, ancak bunlarla temastan kaçınılması gerektiğini söyledi.

Belgesel kanalı Discovery Channel için


hazırlanan bir programda konuşan Hawking,
evrende 100 milyar galaksi, bu galaksilerin her
birinde de 100 milyonlarca yıldız olduğunu
belirterek sadece dünyada yaşam olduğunu
düşünmenin imkânsız olduğunu savundu.

“Benim matematiksel beynime göre, bu rakamlar bile uzaylıların varlığını gayet rasyonel kılıyor"
diye konuşan Hawking, uzaylıların Dünya'yı ziyaretininse tehlikeli olabileceği uyarısında bulundu.
Hawking, "Uzaylı uygarlıkların Dünya'yı keşfi, Kristof Kolomb'un Amerika kıtasını keşfinden farklı ol-
maz. Kaynaklar yağmalanır, bizim durumumuz da şimdi yerli Amerikalıların durumuna benzer" dedi.
Ünlü bilim adamı şöyle devam etti:

"Evrimleşmiş uzaylılar, ulaşabildikleri gezegenleri ele geçirip oralarda koloniler kurmayı tasarlıyor
olabilir. Dolayısıyla uzaylıların var olduğu kabul edilecekse, onların neye benzeyebileceğini iyi
düşünmeliyiz."

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), muhtemel uzaylılara barış mesajı vermek amacıyla 2
sene önce uzaya yayın yaparak Beatles grubunun "Across The Univers" şarkısını dinletmişti. Şarkı
2439 yılında Polaris bölgesine ulaşacak.

19
Alt Edebileceğiniz


9 Hafıza
Hırsızı
Zihninizi açık mı tutmak istiyor sunuz? Öyleyse aşağıdaki 9 soruna bir göz atın.
Zihninizin pas tutmasının birçok şaşırtıcı sebebi olabilir. Neyse ki birçoğu düzeltilebilir. İlk
adım sorunları teşhis etmektir. Aşağıdaki 9 sorun en yaygın hafıza hırsızlarıdır.

1. Yüksek Kan Şekeri 4. Kendinizi Manik ya da Uyuşuk Hissediyor


Olmanız
Hafıza yanılmalarının kaynağı kanınız
hatta özellikle kan şekeriniz olabilir. Tiroit probleminiz olabilir Tiroit hormonları
Kendinizi koruyun: Eğer ailenizde yük- metabolizmayı kontrol eder, fakat fazlası ya da
sek kan şekeri ya da diyabet geçmişi olan varsa, noksanlığı beyin hücreleri arasındaki normal bağı
kan şekerinizi düzenli olarak ölçtürün. Sağlıklı bozabilir. Fazla çalışan bir tiroit mesajı beyine sta-
beslenin, aktif yaşayın. tik bir hızda iletirken, tembel bir tiroitte bu hız
oldukça düşer.
2. Çok Yorulmanız Kendinizi koruyun: benzer belirtiler için
doktorunuza başvurun. Az çalışan tiroit kendinizi
Beynimizin hafızayı yenilemesi uykuya yorgun hissetmenize sebeb olur. Fazla çalıştığında
bağlıdır. Bir çalışmaya göre iki hafta boyunca ise kalp atışlarınız artar ve kendinizi aşırı heyecanlı
geceleri altı saat uyuyan gönüllüler kendilerini ya da tedirgin hissedebilirsiniz.
uykusuz hissetmezler fakat kısa süreli hafıza
performansları kötüleşir. 5. 65 Yaş üzeri iseniz
Kendinizi koruyun: Öncelikle, yeteri kadar
dinlenmelisiniz. Vaktiniz mi yok? Yapılan çalışmaya Yaşlandıkça B12 vitamini yiyeceklerden
göre altı dakikalık kısa şekerlemeler gönüllülerin temin etmeniz zorlaşır ve Alzheimer gibi birçok
kısa süreli performanslarını arttırmıştır. Yani, kısa ciddi hastalıklar kendini gösterebilir. 65 yaş ve üz-
uyuklamalar beynimizin önemli hafıza sürecini eri insanların yüzde 20 sinde B12 vitamini oldukça
tetiklemeye yeterli olabilir. düşüktür.
Kendinizi koruyun: İleri yaştaysanız ve
3. Horluyor Olmanız kendinizi donuk hissediyorsanız, doktorunuzdan
B12 vitamin seviyenizi kontrol etmesini isteyin;
Uyku apnesi olabilirsiniz. Uyku esnasında takviyeihtiyacınız olabilir. Ayrıca, sıkı bir vejetary-
solunum yolu bloke olur, bir süre oksijen akışı enseniz B12 vitamini bakımından en zengin kay-
kesilir ve beyin hüreleri can çekişir. Erkeklerde naklardan kaçındığınızdan mutlaka kontrolden
kadınlara oranla daha çok görülür. Ekstra risk geçiniz.
faktörleri, fazla kilo ve kırk yaşın üzerinde ol-
mak. 6. Depresyon
Kendinizi koruyun: Kendinizi devamlı
yorgun hisseden, gürültülü bir horlayıcıysanız Şiddetli depresyon yaşayan insanlar beyin
doktorunuza uyku apnesi testi yapmasını öner- hicrelerini kaybederler. Ve depresyon ne kadar
in. Tehlikeli oksijen kesintilerini önlemek için, uzun sürerse, kritik alanlardaki hücre kaybı o ka-
uyurken, küçük hortumu sayesinde burun de- dar artar.
liklerine düzenli düzenli hava gönderen aleti
takmanız gerekebilir.
20
4. Aşırı İlaç Kullanımı

Eğer günde 5 ya da daha fazla ilaç


kullanıyorsanız, problemli etkileşim yaşama riski-
niz oldukça yüksek.
Kendinizi koruyun: Kullandığınız bütün
ilaçlardan doktorunuzun haberdar olduğundan
emin olun.

Çeviren: Esma Varınca / Genç Gelişim

Kaynak: www.readersdigest.ca

Kendinizi koruyun: Erken teşhis ilk adım


olabilir. 2008 yılının bir çalışmasına göre, uzun
dönem depresyon yaşayan insanların düzeldik-
ten sonra bile fazla gelişimi göstermeleri old-
ukça düşük bir ihtimaldir.

7. Alerji ve Uyku Tedavisi

Uykusuzluk, alerji, bel gevşekliği, gastro-


intestinal kramplar için öngörülen birçok ilaç
aynı zamanda beyin kimyasına da hayati zararlar
verebilir. İleri yaştaysanız, antikolinerjik adı ver-
ilen bu ilaçlar zihinsel bulanıklık ve unutkanlığa
neden olabilir.
Kendinizi koruyun: 65 yaş üzerindey-
seniz, alerji ilaçları ve uyku tedavisinde sıklıkla
kullanılan bir difenhidramin olan antikolinerjik
yan etkilere karşı daha duyarlısınız. Bu tür ilaç
kullanımına başladıktan sonra herhangi bir zi-
hinsel bulanıklık durumunda doktorunuza ya da
bir eczaneye başvurun.

8.Yürüken Ayaklarınızı Sürüyor musunuz?



Ayaklar zeminden aydılmadığından dok-
torlar bunu manyetik ayak diye adlandırır. Bu du-
rum, beyinde normal basınçta bir su toplamasının
sinyallerini veriyor olabilir.
kendinizi koruyun: Ayak sürüme, bel
gevşekliği ve hafıza problemleri klasik belirtil-
erdir, fakat üçü birden görülmeyebilir. Hızlı te-
davi, hafıza düzelmesi için en iyi fırsattır.

21
Ayın Deneyi

X Işınlarının Bulunuşu ve Yapısı


X ışınları 19. yüzyılın sonunda Röntgen tarafından bu-
lundu . Bu ışınlar havası boşaltılmış lambaların (Crookes
lambası , akkor katotlu lambalar vb .) dışında da
yayılırlar .

Ampul yüzeyinin katot ışınlarıyla bombardıman edilen


kısımlarında meydana gelirler . Röntgen bulduğu bu
ışınların yapısını bilmediğinden bunlara X adını verdi .

X Işınlarının Yapısı
X ışınları ışık ışınlarıyla aynı özelliktedir,fakat frekansları daha büyük olan elektromagnetik
ışımalardır . Dalga boyları mor ötesi ışınlarından daha küçüktür ve 0.03 ile 20 angström arasında
değişir . X ışınlarının yapısını 1912’de alman fizikçisi Von Laue tespit etti; bu amaçla billur bir lam
yardımıyla X ışınlarının kırınımını gerçekleştirdi; bu deney aynı zamanda, billurlar için ağ biçiminde
kafesli bir yapıyı öngören Bravais teorisinin de doğrulanmasına yaradı . Bunu izleyen yıllarda, X
ışınlarının tayflarından yararlanarak baba ve oğul Bragg’lar ve fransız Maurice de Broglie pek çok
ölçme yaptılar.

X Işınlarının Üretilmesi
Normal ışık gibi X ışıması da ,atomun bir elektronunun bir halden daha düşük enerjili bir
başka hale hale kuvantal bir geçiş yaptığı bir atom sürecinden kaynaklanır . Tek fark ilgili elek-
tronun enerji düzeyleri sıralamasındaki konumundan ileri gelir; görünür ışık yayımından sorumlu
elektronların , atom çekirdeğine zayıf bir şekilde bağlı dış elektronlar olmasına karşın, X ışıması
yayımında, atom çekirdeğine çok kuvvetli bir şekilde bağlı iç elektronlar söz konusu olur.

X ışınlı bir lamba,bir elektron kaynağı (katot),bu elektronları hızlandırıcı bir düzenek ve
elektronları frenliyerek X ışınları yayım kaynağı vazifesi gören madeni bir engel veya bir antika-
totu bulunan basıncı düşürülmüş bir kaptan meydana gelir. Eskiden Crookes lambası veya soğuk
anotlu lamba kullanılırdı;bugün Coolidge lambasından veya sıcak anotlu lambadan yararlanılır. Bu
lamba,iç basıncı sıfır olan bir cam ampuldür. Elektronlar, uçlarına ısıtma devresi bağlanmış bir tung-
sten filamandan yayılır. Elektron demetinin yoğunluğu filamanın sıcaklığıyla orantılı olarak artar .
Serbest elektronlara yeterli hızı verebilmek için filamanın çevresine mutlak değeri büyük, negatif
gerilim taşıyan bir silindir geçirilir. Ve bütün donatım bir elektron tabancası meydana getirir. An-
tikatot, tungstenden yapılmış içi oyuk bir kütledir ve su ile soğutulur; filamanın bir sm yakınına
yerleştirilmiş ve bir yüksek gerilim kaynağının pozitif kısmına bağlanmıştır. Katotun yaydığı elek-
tronlar hızlandırma potansiyeli katot ile anota doğru hızlanarak hedef metale çarparlar. Hedef metal
(anot) yumuşak yapıda bir metalden oluşturulduğu için çarpan bu elektronlar metale gömülürler
yani yavaşlar. Gerçekleşen bu olaylar sonucunda elektronlara büyük bir negatif ivme verilmiş olur.
Elektronlar bu negatif ivme sonucunda durur ve dururken kaybettiği kinetik enerji ivmelenme
bölgesinden X ışını olarak yayılır. Bir başka şekilde elektriksel bir uyarılmayla atom çekirdeğine çok
kuvvetli bir şekilde bağlı olan iç elektronlardan biri ilk halin dışına fırlatılır. Atom elektronlarının
elektron durumlarında oluşan bu “boşluk” yine içte bulunan ama çekirdeğe daha zayıf bağlı bir
başka elektronun bu “boş” duruma geçişiyle doldurulur. Bu iki düzey arasındaki enerji farkı bir foton
biçiminde ortaya çıkar.

23
İşe karışan enerjinin büyüklüğü dikkate alındığında fotonun, görünür fotonlardan 10.000 kez
daha fazla enerjiye sahip olduğu anlaşılır. V frekansını fotonun E enerjisine bağlayan (Planck sabiti
h aracılığıyla) temel bağıntı E=h.v=h.c/ X fotonlarının angström düzeyinde dalga boylarına denk
düştüğünü gösterir. Üretilen X ışınları, 10 mikron kalınlığında alüminyum yaprakla örtülü bir açıklıktan
çıkar. Debi, filamanın ısıtma akımını değiştirmekle ayarlanır. Her elektron anota çarpıp duruncaya ka-
dar bir X ışını dalgası yayılacağından X ışınlarının periyodu elektronların durma süresine eşittir.

Gazlardaki Işıma, Doz Tayini


X ışınları içinden geçtikleri gazları iyonlaştırma özelliği taşır . X ışınlarının deteksiyonu ve
şiddetinin ölçülebilmesi için bu ışınlar biri altın yapraklı bir elektroskoba bağlanmış iki tablası bu-
lunan gaz dolu bir kaptan,yani iyonlaşma odasından geçirilir . Elektroskop yapraklarının düşüş hızı
iyonlaşma derecesini ve dolayısıyla bununla orantılı olan ışıma şiddetini ölçer . Bu şiddet röntgen
cinsinden değerlendirilir .

X Işınlarının Nüfuz Etme Özelliği


Bir X ışınları demeti saydam olmayan bir cisimden geçerken , yavaş yavaş enerjisini bırakır .
Soğurulan enerji geçilen kalınlıkla artar; enerji kaybı , ışınları dalga uzunluğunun (dalga boyu kısa
ışınlar daha çok nüfuz edebilir ) ve geçilen elemanın atom numarasının küpü ile ( ağır elementler
daha çok enerji yutar ) doğru orantılıdır. Eğer söz konusu elementin soğurma tayfı incelenirse , dal-
ga boyunun bazı değerleri için ani değişimlere uğradığı görülür . Bu özel değerler, atom çekirdeğini
çevreleyen farklı elektronların enerji seviyeleri ile ilgilidir. Bu sebeple , X ışınlarının tayfları incele-
nerek atomların yapısı kesinlikle tespit edilebilir .

X Işınlarının Temel Özellikleri


Yayılma hızı ışık hızıdır .
Elektronların yavaşlama süresi çok küçüktür .Bu yüzden X ışınlarının frekansı çok büyüktür.
Dalga boyları çok büyüktür.(Yaklaşık 1 angström )
X ışın fotonlarının enerjileri çok yüksektir.
Gazları yoğunlaştırırlar .
Saydam olmayan maddelerden geçebilirler . Kurşun levhalarca tutulabilirler.

24
X ışınlarının Kullanıldığı Bazı Alanlar

Radyoskopi: Fluoresan bir ekran


yardımıyla bir organ veya cismin X
ışınlarıyla muayenesidir. Radyoskopi,
baryum platinosiyanür veya tungstenle
fluoresan hale getirilmiş bir ekran
üstünde X ışınlarının meydana getirdiği
gölgelerin incelenmesidir. Radyoskopi,
bütün vücudun süratle muayenesini, her
duruş şeklinde ve her açıdan organların
incelenmesini sağlar .

Radyografi: Yalnız X ışınlarını geçiren bir kutudaki hassas bir film üzerinde X ışınlarının iz
bırakması ve bu özellikten faydalanarak resim çekilmesidir . (Bu iş için kullanılan kutu alüminyum
gibi hafif bir madenden yapılır ). Radyografi,için kullanılan röntgen filmi genellikle X ışınlarının
etkisiyle fluorışıl hale gelen iki levha arasına yerleştirilir. Bu levhalar X ışınlarının etkisini fazlasıyla
arttırır ve poz süresinin kısaltılmasını sağlar. Radyografi akciğer hava peteklerinde bulunan havanın
sağladığı kontrast sayesinde özel bir hazırlığa ihtiyaç duymadan göğsün ve kalbin görüntülerini
verir. Kalsiyumla yüklü olan iskelet Radyografide çok iyi belirir, içinde fazlaca kalsiyum tuzu bulunan
anormal oluşumlar da (böbrek ve safra taşı, kireçlenmiş lenf düğümü vb.) çok iyi görülür.

Radyometalografi: Madeni parçaların bileşimini veya yapısını bozmadan incelemeye


yarayan radyografidir. Tıbbi radyografi ile aynı fizik ilkeler üzerine kurulmuştur. Gerek kimyasal
bileşim değişikliklerini, gerek madenin iç yapısındaki kusurları meydana çıkarmak için madeni
bir parçanın çeşitli kısımlarının X ışınlarını farklı şekilde soğurması özelliğinden yararlanılır . Özel-
likle X ışınımlarını daha az soğurarak film üzerinde normal bölgelerden daha koyu lekeler halinde
görülen boşlukların ve az yoğun kısımların belirlenmesini sağlar. Aynı şekilde parçaya karışmış
olan ve soğurma kat sayısı parçanın yapıldığı madenden farklı olan yabancı maddeler de film üz-
erinde daha açık veya daha koyu lekeler halinde görülür. Ayrıca radyometalografi sayesinde bakır
alaşımlarındaki bazı bileşenlerin veya madenlerin(soğurma gücü yüksek olan kurşun gibi) yapısal ve
kimyasal bakımdan homojen olup olmadıklarını denetlemek kolaylaşır.

Tomografi: Bir organ ve organizma kesitinin röntgenle filmini çekmeye yarayan usuldür.
Gerçekte 1-2 cm kalınlığında ince bir dilimin filmi söz konusudur. Böylece belli bir organ,mesela
akciğer art arda dilimler halinde yatay veya enine ve boyuna dikey düzlemler üzerinde incelenebilir.
Tomografi yapmak için X ışınları üreten tüpe ve hassas filme çeşitli yer değiştirme hareketleri
yaptırılır, öyle ki sadece bu yer değiştirme hareketinin eksenine rastlayan belli bir düzlem üzerinde
bulunan şekiller filmde gözükür; belli düzlemin önünde, arkasında, üstünde, altın da vb. Bulunan
şekiller açıkça gözükmez. Yani hassas filmi hemen hiç etkilemez ancak çok silik çizgiler halinde be-
lirir.

Radyoterapi: X ışınlarının biyolojik etkisine dayanan tedavi usulüdür .

25
Bilim Adamı

Wilhelm Conrad Röntgen


Doğum: 27 Mart 1845, Lennep Prusya

Ölüm: 10 Şubat 1923, Münih Almanya

Öğretmenleri: August Kundt

Önemli öğrencileri: Herman March Emil Silbernagel

Önemli başarıları: Röntgen ışınları

Aldığı ödüller: 1901 Nobel Fizik Ödülü

Almanya doğumlu Wilhelm Röntgen, öyle birşey buldu ki milletin içini dışına çıkardı.

Röntgen Almanya Remscheid sehrinin Lennep ilçesinde doğdu. Çocukluğu ve ilköğretim


yılları Hollanda’da ve İsviçre’de geçti.1865 yılında girdiği Zürih Politeknik’te üniversite eğitimi
gördü ve 1868 yılında makine mühendisi olarak mezun oldu. 1869 yılında Zürich Üniversitesi’nden
doktorasını aldı. Mezuniyetinin ardından 1876’da Strazbur’da, 1879’da Giessen ve 1888’de Würz-
burg Julius-Maximilians-Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak öğretim görevi yaptı. 1900’de Münih
Üniversitesi Fizik kürsüsüne ve yeni Fizik Enstitüsünün yöneticiliğine getirildi.

Öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırmalar da yapmaktaydı. 1885 yılında kutuplanmış
bir geçirgen hareketinin, bir akımla aynı manyetik etkileri gösterdiğini açıkladı. 1890’lı yılların
ortalarında çoğu araştırmacı gibi o da katot ışın tüplerinde oluşan lüminesans olayını incelemektey-
di. “Crookes tüpü” adı verilen içi boş bir cam tüpün içine yerleştirilen iki elektrottan (anot ve katot)
oluşan bir deney düzeneği ile çalışıyordu. Katottan kopan elektronlar anoda ulaşamadan cama çar-
parak, floresan adı verilen ışık parlamaları meydana getirmekteydi. 8 Kasım 1895 günü deneyi biraz
değiştirip tüpü siyah bir karton ile kapladı ve ışık geçirgenliğini anlayabilmek için odayı karartıp
deneyi tekrarladı. Deney tüpünden 2 metre uzaklıkta baryum platinocyanite sarılı olan kağıtta bir
parlama fark etti. Deneyi tekrarladı ve her defasında aynı olayı gözlemledi. Bunu mat yüzeyden
geçebilen yeni bir ışın olarak tanımladı ve cebirde bilinmeyeni simgeleyen X harfini kullanarak “X
ışını” ismini verdi. Daha sonraları bu ışınlar, “Röntgen ışınları” olarak anılmaya başlanmıştır.

Bu buluşundan sonra Röntgen farklı kalınlıktaki malzemelerin ışını farklı şiddette geçirdiğini gö-
zlemledi. Bunu anlamak için fotoğrafsal bir malzeme kullanıyordu. Tarihteki ilk tıbbi X ışını radyo-
grafisini de (Röntgen filmi) yine bu deneyleri sırasında gerçekleştirdi ve 28 Aralık 1895 yılında bu
önemli keşfini resmi olarak duyurdu.

Olayın fiziksel açıklaması 1912 yılına kadar net olarak yapılamasa da, buluş fizik ve tıp alanında
büyük heyecan ile karşılandı. Çoğu bilim adamı bu buluşu modern fizik|modern fiziğin başlangıcı
saydı. Amerikalı mucit Pasteur 1898 yılında tıpta fizik tedavide kullanılmak üzere X ışınları üreten
bir aygıt geliştirdi.Ama çok miktarda X ışınına maruz kalındığında meydana gelebilecek sağlık
sorunlarını kimse fark etmedi.

27
Wilhelm Conrad Röntgen 27 mart 1845’te Rhine’in küçük bir taşrası Lennep’te bir tüccarın tek
çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesi o 3 yaşındayken, daha sonra burada Martinus Herman van
Doorn Enstütüsü’ne de gideceği Apeldoorn’a taşındı. Özel bir yeteneği yoktu ama doğa ve orman
hayranıydı. Mekanik alet yapımına yatkındı. Bu bütün yaşamı boyunca karakteristik bir özelliği oldu.

1862’de aslında başkasının karikatürünü yapmış olmasına rağmen, öğretmenlerinden birinin kar-
ikatürünü yaptığı haksız olarak iddia edilip, atılacağı Utrecht teknik okuluna başladı. Daha sonra
fizik okumak üzere 1865’te Utrecht Üniversitesi’ne girdi. Burada yeterli başarıyı gösteremeyerek,
Zürih’teki Polyteknik okulunun sınavlarına girip kazanınca, makine mühendisliği üzerine okumaya
başladı. Clausius’un derslerine ve Kundt’la laboratuar çalışmalarına katıldı. Hem Kundt, hem de
Clausius onun gelişiminden çok etkilendiler.

1869’da Zurich Universite ‘sinden doktora diploması aldı. Ve Kundt’un asistanı olarak atandı. Daha
sonra Kundt’la aynı yıl Würzburg’a, üç yıl sonrada Strasbourg’a gitti.

1874 yılında Strasbourg Üniversite’sine okutman, bir yıl sonra Wurtemberg ‘de Hohenheim Tarım
Yüksek okulu’na profesör olarak atandı.1876’ da Strasbourg ‘a fizik profesörü olarak geri döndü.
Fakat 3 yıl sonra Giessen Üniversite’si fizik bölümünden gelen teklifi kabul etti. Aynı konumda 1886’
da Jena Üniversite’ si ve 1882’ de Utrecht Üniversite’sinden gelen teklifleri reddettikten sonra Würz-
burg Üniversite’ sinden gelen çağrıyı kabul etti.

Daha sonra 1900’da Bavarian hükümetinin özel bir teklifini kabul edip, Munih Üniversite’sine gitti
ve hayatının sonuna kadar burada kaldı. Röntgen ilk olarak kristallerin ısı iletkenliği üzerine yazılan
bir yazıdan birkaç yıl sonra, gazların özgül ısıları hakkında 1870’ de ilk yazısını yayımladı. Diğer
araştırmaları Quartzların elektriksel ve diğer özellikleri, farklı sıvıların kırılma indislerinin basınç
altında etkilenimleri, elektromanyetik etki altındaki polarize edilmiş ışığın değişimi, su ve diğer
sıvıların sıcaklık ve sıkıştırılabilirlik fonksiyonları, yağ damlacıklarının su üzerinde yayılışıdır.

28
Röntgen adı X-ray ışınlarının keşfiyle anılır. 1895’te düşük basınçlı gazların içinden geçen elektrik
akımı üzerine çalışıyordu. Bu alanda daha önce J. Plucker (1801-1868), J. W. Hittorf (1824-1914), C.
F. Varley (1828-1883), E. Goldstein (1850-1931), Sir William Crookes (1832-1919), H. Hertz (1857-
1894) and Ph. von Lenard (1862-1947) ‘in çalışmaları olmuştu.

Bu bilim adamlarının Cathode ışınları ile ilgili yaptığı araştırmalar sonucu bu konu oldukça iyi
biliniyordu. Fakat Röntgen’in Cathode ışınları üzerine yaptığı araştırma yeni bir çeşit ışınımın keşfine
yol açtı. İçi boşaltılmış bir tüp, karanlık bir odada bütün ışınlardan korunmak için siyah bir kartonla
kaplanırsa, ve bir tarafı barium platinocyanide’ la kaplı kağıt çıkan ışınların yolu üzerinde iki metre
uzağa bile konsa, geçirgen oluyordu.

Devam eden bir çok deneyden sonra ışınların yolu üzerine konan değişik kalınlıktaki cisimler farklı
geçirgenlik özelliklerine sahip oluyordu. Karısı elini ışınların üzerinde bir müddet hareketsiz tu-
tup, ışınlar fotoğraf paleti üzerine düştüğünde, görüntüyü biraz iyileştirince elindeki kemiklerin ve
parmağındaki yüzüğün gölgesinin palete düştüğünü fark etti.

Bu o zamana kadar alınan ilk röntgenogram’dı. Bu ışınların yapısını bilmediğinden X-rays adını
verdi. Daha sonra Max Von Laue ve öğrencileri bu ışınların, ışıkla aynı elektromanyetik yapıya sahip,
fakat yüksek frekanslardaki salınımlarda farklı özellikler gösterdiğini buldular Röntgen Anna Bertha
Ludwig ile Zürich’te evlendi. Hiç çocukları olmadı.

Bulduğu x ışınlarıyla fizik dalında Nobel’i almayı başaran ve 10 Şubat 1923 tarihinde
Almanya’daki yüksek enflasyon nedeniyle yoksulluktan ölen Röntgen, isminin, argoda kişilerin
haberi ve isteği olmadan özel hayatlarını dikizlemek manasında “röntgenci“ şeklinde kullanıldığını
iyi ki görmedi.

Düşünmedim, deney yaptım.


Wilhelm Conrad Röntgen

29
Akrostiş Tekniği

Akrostiş tekniği nedir?


Bu yazımızda akrostiş tekniğinin ne olduğu ve
faydaları hakkında bilgi edineceksiniz.

Akrostiş tekniğinin sağladığı kolaylıkları


öğrenmeye başlayalım..

Akrostiş tekniği belli bir bilgiyi somut hale getirerek öğrenmek ve belleğimize kodlay-
abilmek için yapılan çağrışım sistemidir. Okulda veya diğer alanlarda bilinçsiz de olsa mutlaka
bir defa uyguladığımız çok önemli bir tekniktir. Hayal gücü kullanılarak ilginç, komik ve uçrak
ilişkilendirmeler yaparak bilgiler kodlanabilir.

Eskiden aşıklar akrostiş (gizli bir mesaj) içeren şöyle bir şiir yazardı:

Seviyorum ama kimi,

En tatlı birisini,

Nasıl anlatsam sana,

İlk harflere baksana.

Akrostiş Tekniğinin Faydaları Nelerdir?

Eğitim - öğretim döneminde o kadar yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz ki yer yer derslerden ve
okuldan sıkıldığınız oluyor değil mi? Belki öğretmenleriniz veya anne babanız sizleri anlamıyor
olabilir. Ama sizin de hakkınız var. Nihayetinde bir insansınız. Önemli olan bu sıkıntıları nasıl
aşacağınızı bilerek derslerinizi kalıcı olarak hafızanıza alma yollarını keşfetmek ve öğrenmektir.

Akostiş tekniği ile zor görülen formülleri ve terimleri kolayca zihninize kaydedebileceksiniz.
Soyut kavramları somut hatırlatıcı akrostişlerle kolayca hafızanıza alabileceksiniz. Yolculuğumuz
başlıyor.

Bazı kurum ve kuruluşlar bu tekniği kullanarak hafızada kalıcı izler bırakırlar. Mesela;

V.K.V - Vehbi Koç Vakfı

S.B.S - Seviye Belirleme Sınavı

M.E.B - Milli Eğitim Bakanlığı

İ.E.T.T - İstanbul Ekonomik Toplu Taşımacılığı

Örnek 1: Microsoft’ta üst düzey yöneticilikten sonra Türkcell Genel Müdürü olan Süreyya Ciliv,
“Beni heyecanlandıran 3T var.“ Diyor.

30
Türkiye

Teknoloji “ 3T “
Türkcell

Örnek 2: Askerde kısa ve öz çağrıştırıcılar her zaman kullanılır. Araçların ön kapağında nasıl bakım
yapılacağını anımsatmak için “GESTAY“ akrostişi kullanılır.

Araç bakım kuralları

Gözetle

Elle

Sıkıştır
“ GESTAY “
Temizle

Ayarla

Yağla

Örnek 3: Yine askerin ödevini gösteren diğer bir akrostiş ise “VDAK“ tır.

Vazife

Düşman
“ VDAK “
Arazi

Kamuflaj

31
Örnek 4: Hayvansal doku çeşitleri nelerdir? Sınavlarda hemen çağrışım yapacak “4KBEŞ“ akrostişini
uygulayalım.

Kan Dokusu

Kas Dokusu

Kemik Dokusu

Kıkırdak Doku “ 4KBEŞ “

Bağ Dokusu

Epitel Doku

Sinir Doku

Örnek 5: Bir elektrik devresinde kullanılan ampul, pil, direnç, ampermetre, voltmetre gibi araçlara
devre elemanları denir. “PADÜVA“ akrostişiyle bu devre elemanlarını anımsayabilirsiniz.

Pil

Ampul

Direnç

Üreteç “ PADÜVA “

Voltmetre

Ampermetre

Sizde kendi amaçlarınıza göre bu şekilde akrostişler oluşturabilirsiniz. Bu akrostişler sayesinde


sınavlarda, yada hatırlamakta zorlandığınız olaylarda bu kısayolları kullanabilirsiniz.

32
Zekanı Test Et!
Bu sayfa kafanızı kurcalamak için hazırlanmıştır.

Bu sayfadakiler pratik zekalılar için çok kolay,


pratik olmayanlar için anormal zordur.

Gizli Renkler
Az ışıklı ortamda veya gece görüşlü kameraların görüntülerinde dikkat
edilirse “renkler” belli olmaz. Bunun sebebi nedir?

Bardaktaki Taş
Tam dolu bir bardak suyu hassas terazide tartıyoruz. Sonra bardağa bir
taş parçası atıp tekrar tartıyoruz. bardak, ilk durumda mı, ikinci durumda
mı daha ağırdır?

Kıyafet
Üç gömlek, iki kravat ve üç takım elbise, kaç farklı biçimde giyilebilir?

Ağır Bilye
“25“ tane bilyemiz var. İçlerinden sadece biri, diğerlerinden 1gr daha ağır.
İki kefeli terazi ile ve başka bir ağırlık kullanmadan en fazla “üç“ tartı ya-
parak ağır olan bilyeyi bulun.

33
Garip Bir Deney
Bir adet portakal alınır. Benzer niteliklerde iki denek bulunur. Birine
portakalın içi, diğerine ise kabuğu yedirilir. Kabuğu yedirilen denek
Antalya’ya, içi yedirilen ise Sibirya’ya konuşlandırılır. 4 ay 23 gün beklenir.

Sonuç
Kabuğu yiyen deneğin yaşadığı, diğerinin ise öldüğü tespit edilmiştir.

Çıkarım
Meyvelerin vitamini kabuğundadır.

Çınar Ağacı

Öğrenci:
-Hocam, “İnsan maymunun gelişmiş şeklidir” diyorlar. Ne dersiniz?

-O mantığa bakarsan, çınar ağacı da maydonozun gelişmiş şeklidir.

Bilgi böyle bi’şey işte...


Zengin bir adam vefat eder. Vasiyeti açılır. Mallarının yarısını büyük
oğluna, dörtte birini ortanca oğluna ve beşte birini küçük oğluna
bırakmıştır. Bütün mallar paylaşılır ancak geriye on dokuz at kalmıştır.
19’u ne ikiye, ne dörde ne de beşe bölmek mümkündür. Bu durumu bir
bilgine danışırlar. Bilgin der ki:

“Benimde bir atım var. Alın bunu size veriyorum. Oldu mu yirmi at?
Yarısını sen al bakalım, on tane. Dörtte birini de ortanca kardeşin alsın,
beş tane. Beşte birini de yani dört tanesini de en küçüğünüze verelim.
On, beş daha on beş. Dört daha on dokuz. Şimdi verin bakalım benim
düldülü geriye.“

“Biz bilimde sorunlarla uğraşırız, kişilerle değil.”

Madam Curie

35
Kişisel Gelişim

Hedefinize ulaşmak için


gereken yollar, gökteki
yıldızların sayısı kadardır.

Bu yazıdan alınacak ders, “Sonuç almak için, ne kadar sürerse sürsün aynı yolu ısrarla deneyin,”
değildir. Bir kapıyı kırk kez çaldığınızda açılmadıysa, diğer kırk kapıyı birer kez çalın.
Kararlılık çok şeydir, ama herşey değildir. Esneklik gösterin. Aynı yöndeki yeni yolları arayın.

İster sevgili ararken, ister teflon tava pazarlarken denemelerinizde hedefinize ulaşamıyosanız
önünüzde dört yol vardır.

1. Aynı kişiye aynı şekilde yaklaşarak bir daha denersiniz.

2. Aynı kişiye farklı şekillerde yaklaşarak bir daha denersiniz.

3. Farklı kişilere aynı şekilde yaklaşabilirsiniz.

4. Farklı kişilere farklı şekillerde yaklaşabilirsiniz.

Birinci yol, ısrar yani kararlılık yoludur. Bazen işe yarar bazen yaramaz. İkinci yol, yenilikçi olmaktır.
Hedef aynı, yaklaşım farklıdır. Üçüncü yolda, yaklaşım aynı hedef farklıdır. Dördüncüde hedef de
yaklaşım da farklıdır. En yüksek esneklik bu yoldadır.

Esneklik, sonuç almak için diğer seçenekleri yoklamaktır. Esnek olabilmek yaratıcı düşünmeye
bağlıdır. Her zaman aklınıza gelmeyen ama sizi amacınıza götürebilecek bir yol vardır. Yaratıcılık, bu
yolu bulmaktır.

İşe yaramayan her deneme sizin bir noktadaki eksikliğinizi gösterir. Yaşadığınız her
başarısızlık, eğer onu doğru okursanız, size kendinizi hangi noktada geliştirmeniz gerektiğini gös-
terir. Sadece kararlı olmakla her şeyi halletmeye çalışmak yerine, sonuca etki eden her unsurla tek
tek ilgilenin. ürün bilgisi zayıf, kişisel imajı kötü, sattığı mal bozuk bir satıcı istediği kadar ısrar etsin,
kararlı olsun, başarısız denemelerden yılmasın sonuç fazla değişmeyecektir.

Bir kere denediniz ama sonuç olumsuz, kişisel imajınızı değiştirip tekrar deneyin. Tekrar
denediniz, gene olmadı, bu defa ürün sunuş şeklinizi değiştirip tekrar deneyin. Gene mi olmadı?
Sattığınız ürünü ve şirketi değiştirip tekrar deneyin. Kendinizi, ürününüzü, şirketinizi, satış tarzınızı
değiştirdiniz gene mi olmadı? Sizin ruhunuz satıcılığa uygun değil, karakteriniz ile kariyeriniz
uyuşmuyor, başka bir iş bakın! İlla ki, satış alanında kariyer yapacağım diyorsanız, en iyisi gidip üni-
versitede pazarlama profesörü olun!

37
2010 | Tüm Hakları Saklıdır.

You might also like