You are on page 1of 96

ÖNSÖZ

Kafkasya, aslında fiziki ve siyasi bir coğrafyanın adı değil, ortak bir kültür
etrafında birleşmiş pek çok halkın bir arada yaşadığı tarihi, etnik ve sosyokültürel bir
coğrafya parçasının genel adıdır. Karadeniz ile Hazar Denizi arasında uzanan 1100 km.
uzunluğundaki Kafkas sıradağlarının üzerinde yer alan bu coğrafya parçasında, binlerce
yıldan beri değişik kökenlerden gelen ve birbirlerinden tamamen farklı pek çok dilde
konuşan yirmiden fazla etnik grup, etnik ve kültürel bütünleşme neticesinde ortak bir
kültür meydana getirmişler ve “Kafkas Kültür Alanı” adı verilen bu kültür dairesi içinde
“Kafkasya Halkları” adıyla tanınmışlardır.

Biz de bu eserimizde, Kafkasya Halklarının, kültürel yapısını sunmaya çalıştık.


Sunmaya çalışmak tabiri bile realist yaklaşmak gerekirse abartılı bir kelimedir. Çünkü;
Kafkasya dünyanın en kozmopolitik yapısına sahip bölgelerden biridir. Bu konuda
uzman bilim adamlarının yaptıkları çalışmalarda bile tam bir ortak nokta sağlanamamış
ve konuya açıklık getirilememişken. Bu şekildeki bir bitirme tezinde daha öncede
dediğim gibi “bitirmeye çalışmak” sözü bile abartılı olur. Zaten mevcut kaynak ve
maddi imkanlarda bir öğrencinin bu konuda tam bir araştırma yapmasına engeldir.

Kültür kavramının içine insanların uyumasından, yemesine – içmesine,


oturmasına – kalkmasına, kısaca hayata dair yaptıkları her şey girmektedir. Sadece bir
milletin, kültürel yapısını incelemek için yüzlerce sayfalık kitaplar yetmeyebilirken tabi
ki bu kadar çok milletin yaşadığı, Kafkasya’da her milletin kültürünü tek tek eline
almak mümkün olmayacaktır. Bundan dolayıdır ki bilinen belli başlı milletleri incelemiş
bulunmaktayız. İleriki bölümlerde dil gruplarına ait tabloyu göreceğiz. Bu tabloda dil
gruplarının temsilcileri diyebileceğimiz başlıca milletleri bu tezde ele alarak
Kafkasya’yı tam olarak yansıtmasam da. Bugüne kadar haklarında fazla bir şey
bilmediğimiz Kafkasya Halklarının kültürel yaşantılarıyla ilgili genel bir yargıya
ulaşabileceğimize inanıyorum.

Kafkasya bizim için çok önemlidir. Çünkü ülkemizde Kafkasya asıllı


milyonlarca insan yaşamaktadır. Çünkü; Kafkasya bölgesi bizim hinterlandımızdır.
Rusya ile aramızda tampon bir bölge, ayrıca Orta Asya ile geçiş köprümüzdür. Bu
yüzden, bu konu üzerinde yapılan her araştırma, bu bölgeyi ve bu bölge insanlarını

i
tanımamız açısından büyük önem arz eder. Fakat yaptığım bu araştırma sırasında
farkına vardım ki. Bu derece bizim için önemi olan bu bölge hakkında ülkemizde yeteri
kadar araştırma yapılmamıştır. Bu da bugün olduğu gibi, yarında ülkemizi dış politika
da Kafkasya konusunda zor durumda bırakacaktır.

Bu eserde Çerkezlerin, Çeçenlerin, Gürcülerin ve Kafkasya Türklerini temsilen


bölgede Türk çoğunluğu oluşturan Karaçay – Balkanların (Malkanlılar) kültürel yapısını
ele aldık. Azeriler ve Ermenilerin yaşadıkları bölgenin, Kafkas ötesi dediğimiz Güney
Kafkasya’da yer almalarıdır. Bir çok bilim adamı tarafından burası Kafkasya olarak ele
alınmamaktadır. Transkafkasya denmektedir. Fakat bölgesel yakınlıktan dolayı elbette
ki aralarında kültürel benzerlikler oluşmuştur. Güney Kafkasya’da olmalarına rağmen
Gürcüleri ele almamızın nedeni ise; Gürcistan sınırları Kuzey Kafkasya’nın içine kadar
uzanmaktadır. Ayrıca Gürcüler bölgenin en eski milletidir ve hemen hemen her alanda
tüm Kafkasya’yı etkilemişlerdir. Özellikle konumuz kültür olunca Gürcüleri ele
almamamızın, konuda büyük eksikliklere yol açacağına inanmaktayım.

Bu araştırmayı yaparken, karşımıza çıkan bir diğer sorunda, hayata dair her
şeyin kültürün alanı içine girmesi olmuştur. Elimizden geldiği kadar kültüre ait
başlıkları ele almaya çalışsak da kaynaklardaki yetersizlik burada da karşımıza
çıkmıştır. Bir millete ait bulduğumuz başlığın aynısını diğer bir millet için bulamadık.
Fakat bunun çok büyük bir eksiklik olduğunu zannetmiyorum. Çünkü, Kafkasya’daki
milletler arasındaki tek farklılık dilleridir. Bunun dışında kalan milli giyim, müzik,
folklor, gelenekler, adetler ve hayat tarzı... vb. kültürel alanlarda nerdeyse aralarında
hiçbir farklılık yoktur. Bir milletin kültürüne ait verdiğimiz bilgileri diğer Kafkas
devletleri içinde söyleyebiliriz. Bu şekilde yukarıda da söylediğimiz gibi “Kafkas
Kültür Alanı”nı oluşturmuşlardır.

Bu eseri hazırlarken acemiliğimizden veya dikkatsizliğimizden kaynaklanan,


gözümüzden kaçan bir hatamız olduysa, özür dileyip, hatalarımızın bağışlanmasını
isteriz. Son olarak, bu eser hazırlanırken bana maddi ve maddi ve manevi desteğini
esirgemeyen babam Dursun Karakaş’a, temin ettikleri kaynaklar için Orhangazi Kafkas
Derneği ve Başkanı Ahmet Kahraman’a bu tezin hazırlanma safhasında bana her türlü
kolaylığı ve süreyi sağlayan tez hocam Prof. Dr. Bayram Kodoman’a, ayrıca
yardımlarından ötürü Yrd. Doç. Dr. Ahmet Halaçoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Hasan Babacan
hocalarıma teşekkürlerimi bir borç bilirim.

ii
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ...............................................................................................................................i
İÇİNDEKİLER................................................................................................................iii
I. BÖLÜM.........................................................................................................................1
GİRİŞ ................................................................................................................................1
A. Kafkasya’ya Genel Bakış.............................................................................................1
B. Kültür Nedir..................................................................................................................5
II. BÖLÜM........................................................................................................................7
KAFKASYA’NIN KÜLTÜREL YAPISI.........................................................................7
A. ÇERKEZLER...............................................................................................................7
1. Çerkezler Kimdir?.........................................................................................................7
2. Aile ve Aile Yaşantısı....................................................................................................8
Baba:..................................................................................................................................9
Anne:...............................................................................................................................10
Pur Delikanlılar...............................................................................................................10
ÇERKEZ KIZLARI.........................................................................................................12
3. Eğitim .........................................................................................................................13
Tabiat:..............................................................................................................................13
Toplum:...........................................................................................................................13
4. Toplumsal Sınıflar.......................................................................................................14
Pşi:...................................................................................................................................16
Verk.................................................................................................................................17
5. Din ve İnançlar............................................................................................................20
Şible.................................................................................................................................20
Leps.................................................................................................................................20
Seoszeres ........................................................................................................................21
Ziguthe.............................................................................................................................21
Mezithe............................................................................................................................21
Kotij.................................................................................................................................21
6. Evlenme Âdetleri ........................................................................................................23
Başlık Alma Usulü (Vase)...............................................................................................25
Gelinin Durumu...............................................................................................................26
Gelin Çıkarma Düğünü....................................................................................................27
Gelinin Baba Evine İlk Gelişi (Tissase)..........................................................................28
Düğünler..........................................................................................................................29
7. MESKENLER............................................................................................................30
Evin Yeri.........................................................................................................................30
Haçer- Misafir Odası.......................................................................................................31
Harem..............................................................................................................................31
Evlerin Şekli....................................................................................................................32
Mefruşat...........................................................................................................................34
8.Yemekler ve İçkiler......................................................................................................34
Pasta.................................................................................................................................35
Haluzz (Halujj)................................................................................................................36
Meterej.............................................................................................................................36
Mejâg...............................................................................................................................36
Bedjın..............................................................................................................................37

iii
Halug-Ekmek...................................................................................................................37
Stir-Çorba........................................................................................................................37
Lepsi................................................................................................................................38
Gumilej............................................................................................................................38
Söğüş...............................................................................................................................38
Leğejağ-Kuru Et..............................................................................................................39
Sipsi.................................................................................................................................39
Değelibj...........................................................................................................................40
Vedbesim.........................................................................................................................40
Metazz.............................................................................................................................40
Sedeş................................................................................................................................40
Suqru...............................................................................................................................40
Adıhhe Kueyej-Çerkez Peyniri........................................................................................40
Tse-Balık.........................................................................................................................41
9. Milli Oyunlar ve Müzikler ..........................................................................................41
Milli Müzik......................................................................................................................44
Müzik Aletleri.................................................................................................................44
10. Giyim ve Kuşam........................................................................................................45
Erkek Elbiseleri...............................................................................................................45
Kadın Elbiseleri:..............................................................................................................48
11. Silah ve At Takımları ...............................................................................................50
Kincals-Kama..................................................................................................................51
Kate-Kılıç........................................................................................................................51
Fxonç-Tüfek....................................................................................................................52
Çeravk-Tabanca...............................................................................................................53
Bgırip-Kayış....................................................................................................................53
Khezertl...........................................................................................................................53
At Takımı.........................................................................................................................54
Kamçı..............................................................................................................................55
B. GÜRCÜLER ..............................................................................................................56
1. Gürcüler kimdir? ........................................................................................................56
Dil ...................................................................................................................................56
2. Aile Yapısı ve Oluşumu .............................................................................................57
3. Toplumsal Sınıflar.......................................................................................................58
4. Din ve İnançları...........................................................................................................60
Hristiyanlığın Devlet Dini Olarak Kabul Edilmesi ........................................................62
5. Milli Oyunlar...............................................................................................................63
Dansların Genel Özellikleri ve Bölgesel Ayrımları........................................................63
6. Müzik ve Müzik Aletleri.............................................................................................67
7. Gürcü Dili ve Alfabesi ...............................................................................................69
8. Güzel Sanatlar ve Kültürel Yaşamın Doğuşu..............................................................71
C. ÇEÇENLER................................................................................................................73
1. Çeçenler Kimdir?.........................................................................................................73
2. Aile Yapısı...................................................................................................................74
3. Meskenler....................................................................................................................74
4. Giyim - Kuşam ...........................................................................................................74
5. Çeçenlerde Sınıflar......................................................................................................75
6. Din ve İnançları ..........................................................................................................75

iv
7. Dil ve Alfabe...............................................................................................................77
D. KARAÇAY - MALKARLILAR................................................................................78
1. Kafkasya Türkleri........................................................................................................78
2. Karaçay – Malkar Halkının Kökeni............................................................................78
3. Aile ve Aile Yapısı......................................................................................................80
Soy – Akrabalık İlişkileri................................................................................................81
Aile İçi Akrabalık İlişkileri.............................................................................................82
Evlilik Biçimleri..............................................................................................................82
4. Karaçay-Malkar’da Toplumsal Sınıflar.......................................................................83
5. Dinleri ve İnançları ....................................................................................................85
İslamiyet’in Karaçay-Malkar’a Gelişi: ...........................................................................87
6. Karaçay-Malkar’da Ev-Konut Yapımı........................................................................87
SONSÖZ ........................................................................................................................89
BİBLİOGRAFYA...........................................................................................................90

v
I. BÖLÜM

GİRİŞ

A. Kafkasya’ya Genel Bakış

Rusya’nın güneyinde bulunan dağ silsilesi, Batısında Karadeniz, kuzeyinde


Kuban Ovası, doğusunda Hazar Denizi, güneyinde ise Türkiye ve İran’la çevrilmiştir.
Karadeniz’in kuzey doğusundaki Tamam Yarımadası’ndan Hazar Denizi’nin
batısındaki Apşeron Yarımadası’na kadar uzanan dağlık bölgeye “Kafkasya” adı
verilmektedir. Kafkas Dağları, 440 bin km2’lik bir alanı kaplamaktadır. Kafkas Dağları,
Kuzey ve Güney Kafkaslar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Kuzeyde kalan sıra dağlara Büyük Kafkaslar, Güney Kafkas dağlarına ise Küçük
Kafkaslar denir. Bu iki dağ silsilesini, Karadeniz’e dökülen Rion Nehri ile Hazar
Denizi’ne dökülen Kura Nehri birbirinden ayırır.

Büyük Kafkaslar tarafından ikiye bölünen bölgenin kuzeyde kalan kısmına


Kuzey Kafkasya (veya Sirkafkasiyen – Kafkas Önü); güneyde kalan bölüme ise
Transkafkasya (Kafkas ardı) adı verilmektedir. Kuzey Kafkasya bölgesinde,
çoğunluğunda tahıl ekimi yapılan geniş düzlükler vardır.

Transkafkasya ise benzer düzlükler ve Küçük Kafkaslar ile kaplıdır. Büyük


(Kuzey) Kafkas dağları 1.300 km kadar bir uzunluğa sahip olmakla birlikte, yüksekliği
2000 m.’nin altına hiç düşmemektedir. Bu dağ silsilesi de kendi içinde Batı Kafkas,
Orta Kafkas ve Doğu Kafkas olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Batı Kafkaslarda, Kafkas
dağlarının en yüksek noktası Elbruz Dağı (5633 metre) bulunmakta olup, Karadeniz
kıyılarında Terek Nehri’nin bir kolu tarafından açılan bir vadiye kadar (Hamison
Geçidi) olan bölgedir. Orta Kafkaslar’daki hiçbir yükselti 4000 metrenin altında
değildir. Bu kısımdaki en yüksek yer 5047 metre ile Kazbek Dağı olup, Sulak
Kafkaslar, Sulak Irmağı’nın açtığı vadiye kadar devam eder. Doğu Kafkaslar, Sulak
Irmağı vadisinden Apşeron yarımadasına kadar uzanan dağlardır. Kafkasların buradaki
en yüksek noktası 4466 metre ile Bozardyuzu Dağı’dır.

1
Batı Kafkaslarda dağların genişliği 200 metreyi bulur. Büyük Kafkasların
tepelerinden geçtiği farz edilen hat, aynı zamanda Asya ve Avrupa kıtalarını birbirinden
ayıran hattır. Bu sırada büyük volkanik kütleler hakimdir. Elbruz, Sakara (5060 metre)
ve Kuzey Kazbek’in Dördüncü zamanda lav püskürttüğü öne sürülmektedir. Bu
bölgenin batı kısmında bulunan buzulların alanı 2000 km2’dir. Rion vadisi kanalıyla
Karadeniz’den esen çok şiddetli ve nemli rüzgarlara açık olan batı kesim sık ormanlarla
örtülüdür. Doğu kesim ise kuraktır. Bölgede dağların yüksek olması sebebiyle, bir çok
yerde geçit mümkün olmayıp; Terek Irmağı’nın açmış olduğu Daryol Geçidi doğal
geçişe imkan vermektedir. Geçit, askeri ve ulaştırma bakımından büyük önem taşır.
Ancak, Ruslar tarafından Vladikafkas’tan buradaki ulaşımı daha da kolaylaştırdı.

Güney Kafkas Dağları bir çok küçük parçadan meydana gelmiş olup, dağlar
üzerindeki tepelerin yükseltisi 3720 metre civarındadır. Genel olarak iki kütleden
meydana gelmiş sayılabilir. Batum ile Yukarı Kura arasında Acera – İmeretya Dağları
(2580 metre) Yukarı Kura ile Tiflis arasındaki Triyaletya Dağları (2750 metre) ve
Savsark Dağları (3300 metre). Bölgenin yüzey şekilleri çok farklıdır. Küçük ovalar,
volkanik tepeler, yamaç ve hemen yanlarında dik tıkaçlar, ürkütücü bir manzara arz
eder. Karadeniz’le açık yamaçların hemen hepsi sulak olan dağlardır. Yazları çok sıcak
olan bu iklim, bütün Azerbaycan ovasına hakimdir. Güney Dağları bölgesi ise yine
kolay geçit vermeyip, sadece Gümrü ile Kara Kilise arasındaki Akbulak Geçidi
vasıtasıyla geçit mümkündür.

Bölgede, ulaşım yakın zamana kadar ya Karadeniz, ya da Hazar Denizi


kıyılarından veya Geçitlerden yapılabilmekteydi. Demiryolları da kıyılarda
bulunmaktadır. Kafkasya coğrafi olarak sıra dağlar, platolar, vadiler, ovalar, ırmaklar ve
göllerin yer aldığı muhtelif yüzey şekillerine sahiptir. Büyük Kafkaslar’ın uzunluğu
yaklaşık 1200 km’dir. Bu dağlar üzerindeki belli başlı doruk noktalar. Elbruz (5633
metre), Dihdağ (5203 metre), Koştandağ (5144 metre), Şhara (5068 metre) ve Mazbek
(5033 metre)dir. Dağların geniş alanlarını kapsayan 2 binden fazla buzul bulunmaktadır.
Kafkaslarda büyük su kaynakları bulunmaktadır. En derin ve en büyük ırmakları Rion,
Kuban, Kura, Terek ve Aragvi’dir. En büyük göl ise Sevan Gölü’dür. Dağların
yamaçları meşe, kestane, kayın, kızıl ağaç, çam, ıhlamur gibi ağaçlardan meydana gelen

2
ormanlarla kaplıdır. Kafkas dağlarında kömür, kurşun, molibden, manganez gibi maden
yatakları ve zengin yer altı kaynakları vardır.

Kafkasya’nın değişik yerlerinde birkaç yüz kişiden meydana gelen dil


topluluklarından, sayıları milyonlara ulaşan büyük milli topluluklara kadar 50’nin
üzerinde inzan topluluğu yaşamaktadır. Kafkasya’da yerleşmiş olan milletleri 3 grupta
toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi; Çerkezler, Abhazalar, Lezgiler, Çeçenler ve
Gürcülerden oluşan Kafkas kavimleri; ikincisi Ermeniler, Osetler, Svanlar, Ruslar ve
İranlılar ile bazı Avrupalı milletlerden oluşan İndu – Avrupa kavimleri; üçüncüsü ve
bölgede ağırlıklı olan grup ise; Azeri, Avar, Kumuk, Karaçayır, Balkar, Nogay, Tatar,
Kafkasya Türkmeni, Ahıska ve Kundur Türkleridir.1 Kafkasya’da 35 kadar değişik dil
ve lehçe konuşulmaktadır. Bu diller, dilbilimciler tarafından çeşitli sınıflandırılmalara
tabi tutulmuştur. Dilbilimcilerin çoğunun kabul ettiği şekilde bir tasnifle tablo
oluşturursak, Kafkas dillerini şu gruplara ayırabiliriz.
I. Türki Boyları:
- Azerbaycanlılar
- Karaçayırlar
- Balkarlar
- Nogaylar
- Türkmenler
- Kumuklar
II. Yafet halkları:
1. Abhaz – Adige Grubu
- Abhazalar
- Çerkezler
- Kabandaylar
2. Güney (Kartvel) Grubu:
- Gürcüler
- Acarlar
- Meshler
III. Kuzeydoğu (Çeçen - Dağıstan) Grubu2:
1
Alexandre Grigoriantz, Kafkasya Halkları Tarihi ve Etnografik Bir Sentez, Çev: Doğan Yurdakal,
İstanbul, 2000, s. 8
2
Akçora Ergünöz, Geçmişten Günümüze Çeçenler, İstanbul, 1996, s. 23
3
- Çeçenler
- İnguşlar
- Avarlar
- Darginler
- Lezginler
- Avarlar
- Laklar

Bir başka tasnifler ise;


1. Kafkasya’nın Türk ve Müslüman Olmayan Unsurları:
Gürcüler, Ermeniler, Abhazalar, Osetler, Assuriler ve Udinler
2. Kafkasya’nın Türk Olmayan Müslüman Unsurları:
Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Acarlar, Abhazalar, Kabartaylar, Çerkezler
(Adigeler) Tatlar, Talışlar, Avarlar, Lezginler, Laklar, Rutullar, Ağullar, Sakular.
3. Müslüman Türk Grubları:
Kumuklar, Azeriler, Karaçaylılar, Balkarlılar, Nogaylar, Ahıska Türkleri ve
Kafkas Türkmenleri.3
Bu sema çok kaba bir döküm vermekte olup, bölgede yaşayan etnik ve dil
gruplarını belirtmek boşuna bir çabadır. Bölgenin kuzey ucundaki Don ile Volga
arasında kalan stepler, bölgeye en son gelen ve 17. yüzyıldan başlayarak İslamiyet’i
benimseyen Nogay Tatarları ile Kalmukların ülkesidir. Daha güneyde, sırtlarını Büyük
Kafkasya dağlarının kuzey yamaçlarına yaslayıp yüzlerini Karadeniz’e çevirmiş olarak
Bizans zamanında kısmen Hıristiyanlaşmış. 17. yüzyıldan başlayarak İslamiyet’i
benimsemiş Çerkezler yaşar. Daha sonra Kafkas sıra dağlarının Kuzey etekleri boyunca
doğuya doğru, Türk olan Karaçaylar ve Balkarlılar, Çerkez grubuna dahil olan
Kabardinler ve Osetler yerleşmiştir. Kafkasları kuzeyden güneye doğru kesen Daryal
boğazının çevresinde yerleşmiş olan Osetlerin bir bölümü sıradağların güney eteklerine
doğru yayılmıştır. Osetler, Alanların soyundan gelen Hint – Avrupalı kavimlerdir. Daha
sonra Kafkas halklarından olan Çeçenler (Hint – Avrupalı ve Türk soyundan olmayan

3
a.g.e. s. 24
4
bütün halklara bu isim verilir) ve İnguşlar gelir. Sonunda Hazar Denizi kıyısında yer
alan Dağıstan’a ulaşır.

Dağıstan’ın hem dağlık olması hem de geçiş yolu üzerinde bulunması, bu ülkeyi,
Kafkasya’daki karmaşık yapının bir mikrokozmu durumuna getirmektedir. Dünyadaki
en karmaşık etnik bileşime sahip bölgenin burası olduğu söylenir. Burada kısaca üç
büyük grubun bulunduğu, kuzeyde Avarların, ortada Lakların, güneyde de Lezgilerin
yaşadıklarını söylemekle yetinelim ve daha fazla ayrıntıya girmeyelim.4

Harita; Kafkasya’nın Kuzey ve güney olarak ayrılması

B. Kültür Nedir

Kültür kelimesinin çeşitli manaları vardır. Aslında Latince’de “toprağı işleme”


demek olan bu tabir, sonraları Batı Avrupa dillerinde kazandığı “yüksek umumi bilgi”
manası ile Türkçe’ye girmiştir. Kültür sözü biraz daha hususileştirilerek şu tabirlerde de

4
Stefanos Yerasimas, Milliyetler ve Sınırlar, Çev: Şirin Tekeli, İstanbul, 2000, s. 275
5
kullanılmaktadır. İptidai kültür, ileri kültür, teknik kültür, yerleşik kültür, aşiret kültürü
vb. fakat bu deyimlerde de kültürün manası gereği kadar açık değildir. Başta
sosyologlar ve psikologlar olmak üzere umumiyetle kültür tarihçilerince “kültür”
kelimesinin ilmi yönden ifade ettiği kavram aşağıdaki şekillerde belirlenmeye
çalışılmıştır.

“Bilgiyi, imamı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf – adeti ve insanın cemiyetin bir üyesi
olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün maharet ve ihtiyatları ihtiva eden mürekkep bir
bütün.” (E.B. Taylor)

“Bir topluluğun yaşama tarzı” (C. Wiesler)

“Atalardan gelen maddi – manevi değerler yekunu” (E. Sapir)

“İnsanın tabiatı ve kendini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser” (A.
Young)

“Bir toplulukta örf ve adetlerden davranış tarzlarından, teşkilat ve tesislerden


kurulu ahenkli bütün.” (R. Thurnwald)

“Umumi olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve adetler, zevkler, kısaca insan
tarafından yapılmış ve yaratılmış her şeyi.” (A.K. Kohen)

“Bir millet fertlerinin iştirak halinde bulunduğu manevi hayat.” (F.A. Wolf)

A Vierkand şöyle der: “Bir yabancı, bir kabilenin hudutlarını adet ve yaşayış
şekillerinin değişmesi ile kavrar; giyinmenin ve süslenmenin başka bir tarzı, ev
eşyalarının ayrıcalıkları, başka silahlar, yeni şarkılar, danslar vb... Diğer taraftan bütün
bunlar aynı kabilelerin kültürlerinde değişmez.

Görüldüğü üzere, bu tariflerde dikkatli çeken ortak noktalardan biri “kültür”ün


daha ziyade her topluluğun kendine mahsus yaşayış ve davranış tarzı olmasıdır.

Kültürün bu manası Z. Gökalp tarafından yapılan tarifte daha açık olarak


belirlenmektedir: “Kültür, bir milletin dini, ahlaki, hukuki, muakalevi, bedii, lisani,
iktisadi, fenni hayatlarının ahenkli mecmuasıdır.” Demek ki, belirli bir topluluğa ait
sosyal davranış ve teknik kuruluşlar “kültür”ü meydana getirmektedir.5

5
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1999, s. 16
6
II. BÖLÜM

KAFKASYA’NIN KÜLTÜREL YAPISI

A. ÇERKEZLER

1. Çerkezler Kimdir?

Çerkezlerin kökeni itibariyle çok çeşitli görüşler vardır. Kimilerine göre Arap
kökenli, kimi yazarlarca ise Kafkasya’nın yerlisi olarak nitelendirilmektedirler.

Kafkas kökenli yazarlara göre; kuzey Kafkasya yerlileri, başka yerlerden gelerek
Kafkasya’ya yerleşmiş halklar olmayıp, buzul çağının bitiminden ve coğrafyanın
yaşama elverişli hale dönmesinden sonra, var oluşlarını ve gelişimlerini orada
gerçekleştirmiş halklardı.

Adigenlerin oluş destanında dönemde, gökyüzü şöyle der:

“Yeryüzü henüz katılaşmadığı dönemde, gökyüzü henüz oluşmuşken, Oşhamaha


(Elbruz Dağı) bir karınca tümseği kadarken, Kuban nehri bir çocuğun atlayabileceği
genişlikteyken, benim sakalıma henüz kır düşmemişken, ben Kurey Ovasında at
koşturuyorum.

Çerkezlere, “Çerkez” ismi, dışardan verilmiş bir addır. Çerkezler, kendi


dillerinde kendilerine Adige derler. “Çerkez” adının Adigelere kimler tarafından
verildiği kesin olarak bilinmiyorsa da eski Yunanlılar(Grekler) tarafından verilmiş
olduğu kabul edilmektedir.

Bu ad Türkiye’de “Çerkez” ya da “Çerkes” şeklinde söylenmektedir. Bu


kullanımların ikisi de yanlış sayılamaz.

“Çerkez” adının Türkiye’deki kapsamı ile anayurt Kafkasya’daki kapsamı


farklıdır. Türkiye’de en geniş anlamı ile Kuzey Kafkasya asıllı halkların hepsine
“Çerkez” denilmektedir. (Adige, Abhaz, Abazin, Oset, Çeçen, Dağıstanlı, Karaçaylı...).
daha dar anlamda Adige ve Wubihara, en dar anlamda ise sadece Adigelere Çerkez
denmektedir.

7
Adigeler, anayurtları Kafkasya’da yaşarken de Osmanlılar ve Araplar onlara
“Çerkez” diyorlardı. Hatta bu ismi tüm Kafkasya halkları için kullanıyorlardı. 17.
yüzyılda Kırım’dan Hazar Denizi’ne kadar bütün Kuzey Kafkasya’yı bir senede
konaklayarak dolaşan Evliya Çelebi de oradaki halkların hepsine “Çerkez” demektedir.
Oysa Kuzey Kafkasya halkları sadece Adigelere “Çerkez” derler. Kendileri için kendi
adlarını kullanırlar. Örneğin; Çeçenler kendilerine “Waynah” veya “Nogçi”, İnguşlar
“Galgay” derler. Dağıstan’da isimleri ayrı olan çok sayıda halklar ve diller vardır.

Sovyet döneminde bir karmaşa yaratılmıştır. Örneğin; Adige halkı üç yerel


Cumhuriyette üç değişik adla adlandırılmıştır.

- Adigey Cumhuriyeti

- Karaçay – Çerkez Cumhuriyeti

- Kabartay – Balkar Cumhuriyeti

Böylece Adige ulusu üç ayrı bölgede üç ayrı isim kullanılmıştır. Halbuki


yukarıda açıklandığı gibi Adige ve Çerkez adları zaten eş anlamlıdır. Birincisi
kendilerinin, ikincisi başkalarının verdiği addır. Kabartay ise Adigelerin bir kabilesinin
adıdır.6

2. Aile ve Aile Yaşantısı

Çerkezlerde aile fikri eski ve gelişmiş bir tarzda olduğundan toplum hayatında
kıymeti yüksektir. Mülkiyetin sınırsız bir şekilde çoğaltıldığı imtiyazlılar sınıfını ve
aileyi yıkmak isteyen sosyalist düşünceler Çerkezler arasında yer bulamamıştır. Eskiden
beri aileye saygı ve sevgiyi devam ettirilmiştir.

Başka ailelerden evlenmek mecburiyeti Çerkez’lerin güzel düşüncelerinin en


belirgin özelliğidir. Kendi soyundan kız almayı Çerkezler men etmişlerse de hiçbir
zaman meden şahilik gibi gayri tabi bir aile usulünü kabul etmemişlerdir. Kan
kardeşliğini baba tarafından bağlamışlardır.

Fakat eski Romalılarda olduğu gibi aile reisi olan babanın hakimiyeti hiçbir
vakit sınırsız, mutlak hakimiyete, aile efradına esaret hayatı yaşatan zulüm derecesine
6
Yaşar Bağ, Türklerde ve Çerkezlerde İslam Öncesi Kültür Din Tanrı, İstanbul, 1997, s. 156 - 157
8
vardırılmamıştır. Aile birliği sağlayan babanın mevkiine pek ziyade riayet ve saygı
göstermekle beraber aynı derecede şahsi hürriyete sahiptirler ve istiklale hürmet
edildiğinden aile fertleri birbirinden ayrılma, mal ve mülk sahibi olmak gibi hususlarda
serbest bulunurdu.

Çerkez aile hayatının şekli, onun hikmet ve kıymetini incelemiş diğer milletlere
biraz garip gelir. Çünkü, sosyal hayatları diğer milletlere nazaran başka bir fark gösterir.

Çerkez aile hayatının esası “resmiyettir”. Teklifsizliği, nezaketsizliği büyük


saygısızlık sayarlar.

Fakat saygı ve nezareti fazla olan bu resmiyet ailede ne soğuk bir hayat ne de bir
esaret meydana getirir. Bu düzen sadece ailenin mutluluğunu temin etmek içindir.7

Baba:

Aile reisi olan baba aile fertlerine karşı şefkatli bir amir ve terbiyeci vaziyetini
daima muhafaza eder. Bütün aile efradı da kendisine hürmetkar ve tam bir bağlılık
gösterir. Onun her emri karşılıksız yapılır. Çerkezlerde bazı Müslümanlarda görülen çok
kadınla evlenme yoktur. Tek tük bazı hoca ve suftalarda görülen bu hareket daha çok
Araplara benzeme hevesindedir ve milli hayata aykırıdır. Çerkezlerde kadına saygı çok
fazladır. Hatta evlendikten sonra da kadın soyadını muhafaza eder. Koca eşini adıyla
çağırmaz. Kendi soyunun ismiyle çağırır. Çünkü kadına soyunun ismiyle hitap etmek
Çerkezlerde saygı belirtisidir.

Babanın huzurunda karısı ile kızından başka aile efradından kimse oturamaz.
Diğerleri saygı ile ayakta beklerler. Karısı bile çocuğu oluncaya kadar oturmaz. Ailenin
hiçbir ferdi baba ile yemek yiyemezler. Su içerken karısı kızı saygı duyarak ayağa
kalkar.

Harem dairesinde vakit geçirmek, kadının etkisinde kalmak gibi haller küçülme
belirtisi olarak kabul edildiğinden, baba gündüzleri zamanını misafir odasında geçirir.

Baba küçük çocuklarını öpüp okşamaz, kucağına almaz, sevginin sözle değil
kalple olduğunu bildiği için sevgisini yılışık bir surette açığa vurmaz. Fakat, narin

7
Jabaghi Baj, Çerkezler, Ankara, 2000, s. 17
9
yapıları ve evin misafiri konumunda olduğu için baba kız çocuklarına daha şefkatli
davranır. Erkek çocuklarına karşı muamelesi ise bir öğretmenin öğrencilerine karşı
yaptığı muameledir. Babanın eli erkek çocuğu üzerinde titremez bilakis onu istiklal ve
şahsiyet sahibi yapmak için serbest büyütür.

Aile reisi olan baba malı mülkü istediği gibi kullanır. Fakat bunu yaparken aile
fertlerinin hakkını yememeye özenle dikkat eder.8

Anne:

Çerkez ailelerinde ana çok değerli ve şerefli mevki sahibi olan ikinci aile
reisidir. Bilhassa evin iç işlerindeki hak ve istiklaline saygı ve riayet olunur. Aile reisi
olan babanın buna karışmasını bir saygısızlık ve mertliğe aykırı olarak görürler. Koca,
karısının bu haklarına ima olarak “Tıbısım” yani “ev sahibemiz, mihmandarımız” diye
hitap eder. Böylece kadını asıl ev sahibi ve kendisini onun misafiri saymakla ev
işlerinde kadının riyasetine saygı duyduğunu gösterir.

Tabiatın, babadan ziyade ana ile evlat arasında ilişki doğurduğunu takdir eden
anneler evladına karşı baba gibi sıkı bir resmi vaziyet almayarak, kucağını onlar için
sevgi ve hararet ocağı yapar. Babadan görmedikleri sevgi ve iltifatı görürler.

Çerkez kadınları çocuk düşürmek, hamile kalmamak için medenice tedbirler


almak gibi hareketleri bilmezler. Bunu cinayet olarak kabul ederler. Çocuğun,
çocukluğunu ailenin kudret ve şerefini çoğaltan bir hayat neticesi olarak bilen kadın çok
çocukla iftihar duyar. Çocuklarına hizmet ve kendini vermek, onlarla meşgul olmak pek
hoşlarına gider, zahmetten çekinmeyi ise faaliyet ve şahsiyet sahibi kadın kendisine
yakıştırmaz. Çerkezler hamile kadının sağlığına çok dikkat ederler ve yavrunun sağlam
doğması için hamile kadını dikiş gibi hafif işlerden başka şeylerle meşgul etmezler.9

Pur Delikanlılar

Asil ve zengin aileler erkek evlatlarını genellikle, kız çocuklarını da nadiren


babalığa verirler. Bu suretle başkasının terbiyesine verilen çocuğa P’UR atalığına da
BJOK derler. Çocuk daha ufakken alınarak sekiz – on yaşına kadar atalık nezdinde

8
Jabaghi Baj, a.g.e. s. 18 – 19
9
Jabaghi Baj, a.g.e. s. 20 – 21
10
terbiye edilir. Bazen de çocuğa babalık olmak isteyen ailenin validesi çocuğun ağzına
bir defa meme koyarak kendilerini P’ur olmuş kabul eder.

P’ur çocuk için başka memleketlerde okula vermeye eşit sayılır. P’ur sayesinde
kabileler arasında münasebetler ve bağlılıkların kurulması sağlanmıştır.

Babalığı, analığı P’ur aile içinde gerçek bir prens gibi tutarlar. Kendi çocuklarına
her zaman tercih ederler. Terbiyesinde eksik bir şey bırakmamak için her türlü tedbire
başvururlar.

P’ur atalığın yanında kaldığı müddetçe masrafı da atalığa aittir. Babası hiçbir şey
vermez. Bundan dolayı P’ur şerefiyle mütenasip bir hayat yaşatamayacak, masraflarına
tahammül edemeyecek aileler P’ur alamazlar.

Genellikle P’urun baba evine iade edildiği zaman 10 – 15 yaş arasıdır.


Terbiyesini hakkı ile yapmış, bunu vakalarla fiilen ispat etmiş olan P’ur büyük
merasimle baba evine götürülür ve teslim edilir. Bu iade merasimi iki taraf için külfetli
ve ehemmiyetlidir.

Delikanlı tabiri Çerkez’lerde rüşt çağı gelmiş genç anlamında kullanılmaz.


Çünkü Çerkez çocukları 10 yaşını geçince artık delikanlı sayılır. Kendilerinden mertlik
vasıfları beklenir ve istenir. Çerkez ya da daha rüşt yaşına erişmeden kahramanca
savaşıp şehit düşmüş çocukların bu gibi cesaret eserleri çoktur. Çünkü yüksek bir ruh
taşıyan Çerkez delikanlısının kuvvetli karakteri hiçbir konuda başkalarından geri
kalmasına izin vermez. Kendisine şeref ve mevki oluşturacak tek aracın soyu ve serveti
değil, güzel vasıflar olduğunu bilir. Bundan dolayı Çerkez delikanlılarının hepsinde
üstünlük iddiası ve şöhret eğilimi fazladır. Harp meydanında, meclislerde umumi
toplantılarda, eğlencelerde yüksek olduğunu göstermeye çalışır.

Özellikle umumi yerlerde güzel söz söylemek, Çerkez olarak pek şerefli bir
özellik sayıldığı için o gibi yerlerde sıkılmak, kekelemek, beceriksiz davranmak
delikanlı için büyük bir kusur ve ayıp sayılır.

11
Adige delikanlısı korku bilmez. Kalp, akıl, irade onun için esas olduğu gibi
cesareti cahilce değil, fakat akıllıca yapmak ister. Bundan dolayı Çerkezler “cesurdan
korkma o cesareti haklı işlerde mücadelede gösterir” derler.10

ÇERKEZ KIZLARI

Çerkez kızlarının sosyal durumu hiçbir milletin kızlarına benzemez. Doğuda


kızlar kapalı, örtülü ve hapis, batı da itimatsız bir hürriyete sahip. Çerkez kızları ise tam
istiklal ve hürriyet sahibidir.

Mr. Hangworth gibi Avrupa zihniyeti ile kadını düşünen bir adam bile bu derece
istiklali çok görüyor ve Avrupa kadınlarında bu kadar hürriyet olmadığını söylüyor. Mr.
J. Bell ise “Çerkez kadınlarının tavır ve hareketlerinde İslam usulü galiptir. Fakat
Çerkez kızları eski Çerkez usulüne tamamen tabi olup Avrupa’nın özellikle yüksek
tabakasına mensup kadınlarına, tavır ve hareketlerine tamamen uyuyorlar.” Diyerek
hayatlarını övüyor.

Kız erkeklere hediye verir ve hediye alır. Bu şekilde arkadaşları ile bir erkek gibi
diyalog kurabilir. “Marurukaya Şas” namıyla şan vermiş bir kız bir çok talipleri varken
“bir adam için bu kadar arkadaştan nasıl vazgeçeyim” diye geç yaşına kadar kocaya
varmamıştır. Bu söz Çerkez kızlarının evlenmeden önce geleceklerine, evlendikten
sonra kocalarına, anneliğe ne derece samimiyetle sevgi beslemek ve sadık kalmak
istediklerini gösterir.

Çerkez kızlarında Çerkez delikanlılar gibi kendini gösterme, üstün gelme, daha
yüksek dereceye erişmek aşkını taşırlar. Hiçbir konuda ikinci kalmamaya gayret ederler.

Kızlar ailenin en nazlı ferdidir. Baba çocuklarından yalnız kızlarına yumuşak


davranır. Anne bütün şefkat ve dikkatini ona hasreder. Kardeşleri taparcasına severler.
Aile efradından hiçbiri bu aziz misafirin gönlünü kırmaz. Kız annesinin bir görev
arkadaşıdır. Ona her konuda yardım eder. Dikiş tamamen kıza aittir. Hatta kızı olmayan
komşularının dikişlerine de yardım eder. İplik eğmek, şayak dokumak kızın
görevlerindendir. Aile fertlerinin elbiselerinin temiz olmaması, yırtık bulunması, misafir
ve oturma odalarının senede birkaç defa badana edilmemiş olması misafir odası, yatak

10
Jabaghi Baj, a.g.e. s. 26
12
ve takımlarının temiz bulunmaması kızın şöhret ve kabiliyetini düşürür. Çünkü,
Çerkezler, kızların kıymetini güzelliğiyle ettiklerinden kızlar tembel ve temizliğe
uymaya mecburdur.11

3. Eğitim

İnsan, tabiat ve toplumdan teşekkül eden bir çevre içerisinde doğup, büyüdüğü
için her milletin terbiyesinde coğrafya ve tarihin etkili olduğunu kabul etmek gerekir.

Tabiat:

Çerkezlerin oturduğu yerler Kafkas dağlarının Kuzey tarafları ile Kerç


boğazından İnguş nehrine kadar uzanan Karadem sahilidir.

Yüksek dağların içindeki derin vadiler, göz alabildiğine yeşil deryasını andırır.
Bölgenin zirai elverişliliği insanların refahını sağlayan bir hazinedir.

Rus Çarı bölgenin tabiat güzelliğine hayret ederek “Cenabı Hak nur ol dedi ve
nur kesildi” ayetinin manasını şimdi anladım diyerek bu tabiat güzelliklerine ithafta
bulunmuştur.

İşte Kafkasya’da tabiatın bu yücelik ve kutsallığı aralarında yaşayan Çerkez’lere


büyük etkide bulunmuş, onların vatan sevgisiyle dopdolu, hisli, çeşitli meziyetlere sahip
irade sahibi, çalışkan, cesur ve sebatkar olarak yetişmelerinde büyük etken olmuştur.

Değişik ve hareketli ortamlar insanda gerek fikren, gerekse bedenen büyük güç
meydana getirir. Fikri alışkanlıkları eğiten duyguyu ve iradeyi geliştiren tabiat; korku,
miskinlik gibi fena şeyleri yok eder. İnsanı iradeli, zeki, dikkatli ve her bakımdan iyi
hareketlere sahip kişiler haline getirir.12

Toplum:

Millet, fertlerin bütün hayatını takip ile benliğini aşılar. Bundan dolayı insan
ana–babanın çocuğu olduğu kadar milletine ferdidir.

11
Jabaghi Baj, a.g.e. s. 37 – 39
12
Jabaghi Baj, Çerkezler, Ankara, 2000, s. 8 – 9
13
Çerkezler; “Hayatta asıl olan acıdır, sevinç acının kaybından ibarettir.” Diyen
Epükür’ün felsefi görüşüne veya “istek olmazsa acı olmaz, her istek acının anasıdır. O
halde isteği öldürmeli” diyen ve yaşamayı bir bencillik bir tembellik yapmak isteyen
Budizm’in prensiplerine “Hayatın esası acı, sevincin olmamasıdır, sevinç olumlu acı
olumsuzdur. Bundan ötürü hayatın sevinçlerinden istifade etmeye çalış diyen
Aristo’nun kurallarına tabi olduklarından milli çevreleri uyuşuk ve miskin olmaktan çok
uzak, canlı, hareketli, neşeli, mücadeleci bir faaliyet çevresidir. Hayatı şen ve hareketli
eden, her şeyi boğmadan hür ve mutlu bir çevredir. Bu itibarla tam bir kişiliğe sahip
olan; adetleri binlerce senelik bir gelişmeye malik bulunan Çerkez milli terbiyesinde en
büyük sebebin çevre olduğuna şüphe yoktur.

Çerkezlerde toplum terbiyesinin ve fikrinin bu derece yüksek ve mükemmel


olmasının sebebi aile terbiyesinin diğer milletlerden bir ağırbaşlılık ve ciddiyete dayalı
olmasındandır. Aile içerisinde küçükten büyüğe kadar her ferdin resmiyete sıra ve
saygıya daima hürmetkar bir vaziyette bulunması, çocuğa ciddiyet, ağır başlılık,
nezaket, hürmet telkin eder. Sosyal ahengi temin eder. Sosyal ahengi temin eden sıra ve
saygıyla beşikten alıştırılır. Bu hal bayağı eğilimlerde bulunmaya engel olarak fertlerin
şahsi şeref duygusunu geliştirir.

Aile içinde en ince noktalarına varıncaya kadar sıkı bir surette ağır başlı ve
nezakete ciddiyete, saygıya ve görgü kurallarına alışan çocuk, her hangi bir topluluk
içine girdiği zaman şaşkınlık göstermez ve mükemmel bir aile eğitiminin eserleri bütün
hareketlerinde tabi olarak görülür.13

Çerkezleri yöneten diğer bir kuvvete “Adige” kelimesidir. Asil, kibar insan
manasına gelen bu kelimenin insanlar üzerindeki etkisi çok fazladır. Her Çerkez bu
kelimenin manasına uymaya çalışır ve bu da onların ahlaki yönden yüksek şahsiyete
sahip olarak yetişmelerini sağlar.

4. Toplumsal Sınıflar

Çerkezler muhtelif kabilelerden müştekildirler. Bu kabilelerin başlıcaları;

Beşni, Kamingwey, Bjeduj, Nathey, Şahsıh, Abazıh ismiyle anılmaktadır.

13
Jabaghi Baj, a.g.e. s. 9 – 11
14
Bu ismini açıkladığımız kabilelerin ileri gelenleri, diğer halk gruplarından
kendilerini ayırt edici davranışlarda bulunurlar. Zira bu ileri gelen grup Çerkezlerin asil
sınıfını teşkil eder ve kendilerine Adige derler. Bunun Çerkez dilindeki kelime anlamı
“aynı milletten olan kimseler topluluğudur”14

Çerkezlerde Pşı, Verk, Tfekolt, Pşıtl olarak dört sınıf vardır. Hür yaratılmış, hür
olarak binlerce sene yaşamış olan Çerkez’lerin sosyal hayatları da esas birbirlerine saygı
ve eşit olduğuna nazaran kimsenin baskısına ne niyetleri, ne mertlik yaratılışları, ne de
karakterleri uygun olmayan bu insanlar da eski bir sınıf teşkilatı bulunmadığı
şüphesizdir.

Esasen Çerkezler hiçbir zaman soylu ve sınıflar doğuracak şekilde bir idare tesis
ve şahıslara fazla nüfus ve yetki vermeyen “THAMADE” denilen tecrübeli ve faziletle
AKSAKALLI’ların rehberliği ile işlerini umumi toplantılarda açık müzakere ve oy
birliğine dayanan geleneksel bir yönetimle yürütülür. İşte böyle demokratik bir
yönetimin bulunduğu Çerkezya’da sınıf ve paye kaynağı olarak uydurma unvanlar
yoktur. İngiliz gezginlerin “Hürriyetin metin kalesi” diye adlandırdıkları;

Çerkezya: Gerçekten hürriyetin ezeli kaynağı olduğundan halkın sınıfları


bölünmesi yani eşitliğin derecelere bölünmesi nasıl mümkün olabilir?

Çerkezlerde eskiden sınıfları olmayıp sonradan sokulduğunun delillerinden biri


Şapşağı, Abazıh, Ubix gibi Çerkez’lerin çoğunluğu oluşturan kabilelerde “Pşiş” denilen
imtiyazlı sınıfın bulunmamalı ve Pşi’lerin Kabartaylarda çok ve Kabartaylara yakın ve
bitişik olan “Bjedug, Kemirkuay, Hatıkuey’lerde en çok birkaç ailede bulunmasıdır.15

Soyluluk usulünü bir ara Çerkezya’da askeri nüfus kazandığı sanılan


Kabardeyler’den çıktığının bir delili de Şapşığlar arasında oturan Pşi sınıfından
“Zanekve” ailesinin Hatıkuey’den hicret etmiş olması ve Terek cihetindeki diğer Pşi
aileleri ile yakın hısımlığının bulunmasıdır. Bu da diğer kabileledeki Pşi ailelerinin
genellikle Kaberdey Pşilerinden dallandığını gösterir.

14
Cemal GÖKÇE, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğunun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979, s. 46
15
Jabaghi BAJ, Çerkezler, Ankara, 2000, s. 87
15
Kibar anlamı veren “WERK”likte zamanımızda bazı Avrupa hükümdarlarının
kendini gösteren ricale verdikleri soyluluk payesi gibi Pşiler ve Thamadeler tarafından
yükselen Çerkez ricalize verilmiş bir paye ve asalet unvanıdır. Fakat bu şekilde unvan
alanların övünme ve baskısına tahammül etmeyen hür fikirlerin üç asır önce soylularla
çatışma ve çarpışma sonucu kendilerine hiçbir imtiyaz bırakmadıklarını meşhur
ihtiyarlardan “Supaş”tan nakleden Mr. Bell yazar. Ancak nezaketen sofieda “Work”lere
öncelik hakkı verildiğini diğer konularda aralarında tam eşitlik bulunduğunu ilave
ediyor ki ahalin bu ayaklanması soyluluğun da uydurma olduğunu doğrular.

Hülasa soyluluk son zamanlarda Çerkezler arasına girmiş bir paye olup o payeyi
alan başkanın aile ve kabilelerine geçtiği şüphe yoktur.

Pşi:

Pşi kelimesi Avrupalılar “Prens”, Ruslar “Kinyaz” diye tercüme ediyorlar.


Hukukta tam eşitlik tesis eden İslam şeriatının Çerkezler arasında yayılmasında önce
Pşi’lerin çok imtiyazları vardı. Diyet olarak Tfekolt yani hütler için yirmi baş diyeti yüz
baş olduğu gibi her başın kıymeti hürler için 8 – 10 öküz sayıldığı halde. Pşiler için her
başın kıymeti 15 öküzdü.

Guaşa yani prensler için çeyiz bedeli 60, Verkler için 30, Tfekotler için 25 baştı.
Pşiler aldıkları gelin için verecekleri çeyizin büyük kısmını kendisine tabi olanlardan
servet derecelerine göre hediye olarak almak imtiyazlarına sahipti. Fakat saygı nişanesi
olarak verilen bu hediyelere karşılık prensin de evlenen tebalarından her birine bir
hediye vermesi adetti. Bundan başka kızını kocaya verip çeyiz alanlar başkalardan birini
pransa verirlerdi.

Pşiler kendilerine tabi olanlarla beraber bir yerde ikamet ederlerdi. KOQ (Koq)
adı verilen tebaanın pşiye karşı bazı mecburi hizmetleri vardır.

Prenslerin ikbal devirlerinde maiyetindeki Varklar’dan ve Tfekotler’den büyük


bir kalabalık seyahat etmeleri adetti. Soylulardan sayılan bazı sınıflar yalnız prenslere
yemek imtiyazına haiz idi. Prenslerin çok konuşması nezaket adabına aykırı
sayıldığından prensin misafir olduğu odada asillere mensup birkaç kişinin hizmet etmesi
de adetti.

16
Verk

Verk, bey ve asil demektir. Çerkezler arasında verklik öyle bir rütbe öyle bir
asalet unvanı ki bu bir hizmete karşılık hükümdarların tercih ettiği rütbeye hiçbir surette
benzemez. Bunlar; memleketin ve kavmin büyükleri oldukları halde son derece alçak
gönüllü, nazik, merhametli, şefkatli, cömert, cesur ve sabırlı olurlar. Büyük bir izzeti
nefis sahibidirler. Çok söylemezler, her hadiseyi sessiz ve dikkatli.

Dinler, savaş zamanında daima ordunun önünde bulunurlardı. Dönüşte ise


ordunun gerisinden gelirlerdi. Bu kadar faziletiyle beraber bir Verk verklik imtiyazı
peşinde akıl, tedbir, sadakat ve cesaret göstermeye mecbur olup nefsini her şeyden
mahrum tutar, kötülük yapmaz ve yaptırmaz. Her şeyi sulh ile halleder ve gerektiğinde
millet ve memleketin iyiliğine taalluk eden şeylerde halkın içinde bir köylü neferi, basit
bir adam gibi kendi nefsinde hiçbir imtiyaz, bariz bir alamet görmeyerek millet ve
yurdu uğruna çalışır ve canını feda eder. Verkler bu saydığımız şeylere çok dikkat eder.

Eğer Verkler bu saydığımız şeylere çok dikkat etmez, muharebelerde cesaret


göstermezler, zorbalık yapar, şeref ve izzeti nefsini göstermezse Verkliği, emirliği bütün
Çerkezlerin genel oylarıyla kaldırılır. Çerkez’lerde bir Verk’in yaptığı ayıp şeyler halkın
gözüne pek büyük görünür. Çünkü, onlarca Verkler hata yapmayan insanlar telakki
edilir. Bunun içindir ki bir Verk daima temkinli hareket etmek zorunda kalır. Daima
şeref ve haysiyetini koruyabilmek için çok şeyden yoksun kalır. Sonra Verkler kendi
şahsında halktan ayrı bir imtiyaz görmez, gerektiğinde çift sürer, iş görme onun
derecesini itibarını soyluluğunun küçültmez. Halkın gözünde daha çok yükselir ve
takdir edilir. Halk onları çalışmak hususunda kendine örnek alır. Fakir veya zengin
olsun herkes onlara saygı duyar.

Kafkasya’da Verklik ebedi ve ananevidir. Gerçi belli bir alametleri, resmi bir
elbiseleri yoktur ama herkes onları adlarından tanır. Aile markaları bulunur. Hatta
Verklerin kıyafeti kendilerinden aşağı tabakalarda bulunanlardan daha sade olur.
Halktan bir zengin, gümüşten yapılmış altın yaldızlı bir kama takar, her tarafı ipekli yık
elbise giyebilir. Fakat Verk ise daima sade giyinmeyi gümüşsüz kama takmayı adet
edinmiştir. Gerçi asilzadelerin süslü giyinmeleri ayıp değilse de bu gibi gösterişi
kendileri istemezler. Verkler yalan söylemezler, yalan yere yemin etmezler. Hırsızlık ve

17
yataklık yapmazlar. Mahkemesiz kimseyi öldürmez veya öldürtmez. Düşmanlarına
daima nasihat ve af ile mukabele ederler. Verk’lerin asaleti adeta doğuştan evlat ve
toruna intikal eden umum Çerkez’lerin ittifakıyla milli bir anane haline gelen bir çeşit
azil edilmez memurluk gibidir.

Tfekotl

Pşi ve Verk’lerden başka hür olan Çerkez’lere “TFEKOTL” denir. Bunlar


Çerkez’lerin % 90’ından fazlasını oluştururlar. İngiliz gezginleri “Tfekotl’u” “Freemen”
kelimesiyle tercüme ediyorlar ki, “hürler” demektir. Gerçekten kimseye karşı bağımlılık
ve bağlılık kaydını, kişisel çıkarları kabul etmemiş ve her zaman hürriyeti sıkıca
koruyarak savunmuş olan bu sınıf “Hürler” kelimesinin tam karşılığıdır.

Pşi ve Verklerin, Tfekotl’lerle dünürlük tesis etmemeye itinalarıyla beraber


mümtaz Tfekolt ailelerden pşi ve verk kızı olanlar eskiden beri çoktur.

Abzekhler “Vitline Vitlak” yani “mert isen asilsin” derler. Bunu kural olarak
kabul eden Abzekhler hür olanların birbirlerine üstünlüğü konusunda yalnız faziletin
üstünlüğüne değer olacağım ve başka izafi şeylerin fazla kıymet taşımayacağı
iddiasındadır. Bundan dolayı Tefekotl olanlar daima kendilerini Verklerle bir sayarlar.
Sınıf taksimleri ve imtiyazları eskiden olduğu gibi kuvvetini koruyamadığı ve hür
olanların kendilerini başkalarından aşağı saymaya ve saydırmaya milli gurur ve izzeti
nefisleri uygun olmadığı için Çerkez’ler arasına sonradan giren imtiyazlar yalnız sözden
ibaret kalmıştır. Bugün bütün Çerkez dalları hiçbir aile imtiyazlarını tanımamakla ve
herkesin bir seviyede olduklarını kabul etmektedirler.

Pşitli

Pşitli denilen kölelerin kökenleri hakkında rivayetler değişik şekillerdedir.


Bunların içinde kabileler arasında eskiden meydana gelen mücadele ve çarpışma ile
kabile savaşları sonucu aldıkları esirlere Mongel, Tatar ve Ruslardan aldıkları esirleri de
eklemek gerek.

Hatta bu kölelerin içinde aslan Verk olan bir çok insanın torunları da vardır.

Çerkezler bütün köleleri bir tutmamaktadırlar, köleleri iki – sınıfa ayrılırlar.


18
1. Bir kısmı “Vine kut” yani ev hizmetkarı ve halayık kısmıdır. Bunlar hiçbir
şekilde usule tabi ve hizmetleri şartlara bağlı olmadığından hiçbir hak tanınmaz. Onlar
evin hizmetçisidir. Kendilerine ayrı ev verilmez, müstakil aile teşkil ettirilmez. Mal ve
mülkleri yoktur. Efendisinin bütün ev hizmetini görürler. Hizmet karşılığı kendisine
hisse veya herhangi bir şey verilmez. Çocukları, kendi rıza ve oluruna bırakılmaksızın
satılabilir. Bütün bunlara karşı onların hakkı, sahiplerinin kendilerini beslemesi ve
giydirmesidir. Bu gibi köleler çok azdır. Bunların kızlarının, doğuracağı çocukları ana
sınıfından köle olmak şartıyla birisine nikah edilir, fakat kadın yine ev sahibinin evinde
kendisine ait odada yatıp kalkar, kocası yalnız geceleri yanına gelir. Fakat kadının
yemek ve elbiselerine karışmaz. Erkek gündüzleri kendi işiyle ilgilenir. Bu gibi kocalar
köle ve hür insanlardan olabilir. Bu gibi köleler daha pahalıdır. Çünkü “Habze adet”e
tabi olmadıklarından hizmetlerinden, çocuklarından daha ziyade yararlanılır.

2. İkinci tür köleler “Habze”ye tabi olanlardır ki bunlar; köle olmaktan ziyade
sahiplerinin ortakçısı gibidirler. Garip ve muzaffer kabileler mağlup kabileleri
kendileriyle hem ayar tutmaya tenezzül etmediklerinden onlardan aldıkları esirleri
aralarında paylaşarak kendilerinden aşağı bir sınıf oluşturdukları ve Pşitli yani “sahipli
adam” adını verdiler. Bunlar haraç veren kul gibidirler.

Bunlar sahiplerinin soylarından ve kabilesi tarafından sayıldıkları için kadın ve


erkeklerine yeni soylarının isimleri ile hitap edilir. Haneleri, hayvanları, tarlaları vardır.
Mahsullerinin yarısı sahiplerine, diğer yarısı kendilerine aittir. Elinde sanatı bulunan
kölelerin aldığı ücretin yarısı keza sahibinin ve diğer yarısı da kendisinindir. Bundan
dolayı misafir ağırlamak, hediye vermek gibi masrafı olmayan köleler genellikle
sahiplerinden zengin olurlar. İstedikleri gibi giyinmek, silah taşımak, savaşa, düğünlere
gitmek hakkına sahiptirler. Bu gibi konular için sahiplerinden izin almaya mecbur
değildir.

Mr. Longworth; terbiyece kölelerin sahiplerinden geri olmadığını yazıyor.


Gerçekten kölelerin savaşlarda kendini göstermiş ün salmış adları şiirlere karışmış olan
çoktur. Bundan dolayı Pşitli başka dillerdeki köle kelimesinin dalalet eylediği hakaret
anlamını taşımaz. Hatta Mr. J. Bell “Bizim düşündüğümüz anlamda Çerkezya’da
kölelik yoktur” diyor ve her kölenin belirli bedeli olan otuz öküz vererek hürriyetini

19
satın alabileceğini, köleler bir suç işlerse ceremesini vermeye sahibinin mecbur
olduğunu ilave ediyor.

Genç bir köle evlendiği zaman aldığı kızın bedelini sahibi verir, miktarı yetmiş
öküz kadardır. Köle kızı kocaya varınca alınan vase – başlık babası ile sahibi arasında
yarı yarıya paylaşılır. Habzeye tabi kölelerin kızları babaların kızları olmadan satılamaz.
Rızaları ile satıldığı zaman bedeli yine eşit olarak paylaşılır. Bu şekilde satılmakta
İstanbul’a götürülmeye mahsustur. Yoksa Çerkezler bu tür köle kızlarını hizmet için
birbirlerine satmazlar. Fakat İstanbul’a gidince hanım olacaklarını bildiklerinden oraya
satmakta mahsur görmezler.16

5. Din ve İnançlar

Londra “Diller İlmi Cemiyeti” tarafından Çerkez dilini incelemekle


görevlendirilmiş olup, bununla ilgili bir eser yazmış olan Mr. Lve (Loewe) diyor ki:

“Şeyh Mansur’un meydana çıkmasından beri Çerkez’lerin soyluları İslam dinini


kabul etmişler ve hepsi Sünni mezhebindendir. Fakat halk sadakatle eski putperestlik
ibadetlerine devam ediyor. Bunların taptıkları başlıca ilahlar şunlardır:

Şible

Yıldırım, savaş ve adalet ilahıdır. Savaşa gidilirken önce bu ilaha yalvarırlar.


Eğer savaş kazanırlarsa sürünün en güzel koçunun buna kurban keserler. Savaş
başlamadan önce gök gürler, ya da şimşek çakarsa iyiliğe yorumlanır. Yıldırımın
çarptığı ağaçlara mukaddes gözüyle bakarlar. Onun dalları altına sığınan cani bile olsa
korunur. Bu sebepten dolayı yıldırımın öldürdüğü insana da mukaddes gözüyle bakarlar
ve büyük törenlerle gömerler.

Leps

Ateş ilahıdır. Bu ilaha ibadetin eski ateşperestlikten kalma bir dal olması
muhtemeldir. Bu eski ibadetin izleri hala yüksek dağların yukarısında yaşanan cengaver
kabileler arasında hala mevcuttur.

16
Jabaghi BAJ, Çerkezler, Ankara, 2000, s. 93 – 96
20
Seoszeres

Suların, ırmakların, rüzgarın ilahıdır. Bu mabuda deniz ve bulutlar itaat ederler.


Onun emriyle yüksek dağların buzlu tepelerinden kar yığınları aşağıya dökülür.
Kayalardan sular fışkırır. Yağmur için bu mabuda dua eden çiftçi, tarlada kurumuş ot
üzerine biraz su döker. Genç kadın, koca, anne eğer sevdiklerinden biri denizde
bulunacak olursa kurbanlarının denize götürmek üzere nehirlere bırakırlar; bu hediyenin
denizin enginliğinde tahtı bulunan bu mabuda ulaşacağına inanırlar. Mabutta sadık
kullarının dua ve kurbanlarını kabul ettiğini rüzgarların akıntısı veya bulutların
hareketleriyle bildirmiştir.

Ziguthe

Seyyahlar ilahıdır. Bu mabut himayesini ayakla yürüyorlar üzerine özellikle


mübarek bir ziyarete çıkanlara verir. Nefretsiz memnuniyetle yapılan misafirperverliği
saadet ve sevgiyle mükafatlandırılır. Bu misafirin varış ve ayrılış sırasında ev sahibi
daima bu ilaha içki takdim eder. Yani yere biraz su döker.17

Mezithe

Orman ilahıdır. Bu ilahiye orman bölgelerinde ibadet edilir. Bu suretle ibadet


tahsis edilmiş olan mukaddes ormana Çerkez’ler “THE ŞEG” derlerdi. Diğer ilahlar
gibi bu tanrıda daima takdis olunur. İbadet için seçilmiş olan ağacın dalları altına iltica
eden cani affa, savunmaya nail olur. Eski Roma ve Yunan mabetlerine iltica edenlerde
aynı şekilde aman bulmuş olurlardı.

Kotij

Mukaddes meşe ağacıdır. Bu ağacın altında kabilenin ihtiyarları adaletin tecellisi


için toplanırlar. Orada savaş ve barışa ait meseleler müzakere edilir. Orası mukaddes
kabul edildiğinden savaşa gitmeden önce burada toplanırlar. Çerkezya sahillerinde
eskiden kalma haçlara tesadüf edilmesi Gürcistan Kraliçesi “Tamar”ın dini gayretiyle
sahil halkına eski cinlerine ek olarak Hıristiyanlığın bazı ayinlerini kabul ettirdiğini
gösterir.

17
Bu adet halen Anadolu’da Türkler ve Hıristiyanlar arasında da vardır.
21
İslamiyet önce şarkta Kabartaylar onlardan sonra sırasıyla ile garptaki diğer
dallara yayılmıştır. İslamiyet’in Çerkezya’da sürat ve kolaylıkla yayılması,
Müslümanlığın yüksek esasları ahlaki saflığını tamamen muhafaza etmiş olan Çerkez
milli muhitinin Çerkezya’da gerçekten şerefli bir inkılaba sahip olduğunu
Hıristiyanlığın böyle sihirken bir özelliği bulunmadığını beyan eden Mr. Longwors
Çerkezya’da İslamiyet’i yayanların eskinden beri Çerkez’lerin pek ziyade ehemmiyet
verdikleri ve kendilerinin yegane hükümdarları saydıkları “yemin”den istifade
ettiklerini yanlarında birde alim bulunan ve evvelce İslamiyet’i kabul etmiş olan
reislerden mürekkep olan bir hayatın vadi, vadi dolaşarak kah vaiz ve uyarma, kah
kuvvete başvurarak bütün Çerkezya’ya İslamiyet’i yaydıklarını yazıyor.

Her vadide mescitler inşa edilmiş çocuğun yanında okul ve medreseler


yapılmıştı. Okullarda kız ve erkekler beraberce okurlardı. Bu ilmi müesseseler
sayesinde çok zeki olan bu insanlar içinde yeterli derecede değerli insanlar ve alimler
yetişti.

Çerkezler Allah’a “Tha” diyorlar. Bu kelimenin ateşperestlerin Allah


makamında kullandıkları “Tauh” kelimesinden müştak olması muhtemeldir.18

Çerkez kabileleri Abazalar dahil olduğu halde Ferah Ali Paşa’nın Soguca’ya vali
olduğu zamanlarda çoğunlukla, Kadeş Ağacı isminde bir ağıcı mukaddes tanırdı.
Sogucak ile Sohun arasında ki Guye isminde bir dağda bulunduğu açıklanan bu ağacın
Çerkezlerce dini bakımdan büyük önemi olduğu gibi, sair yerlerde Kadeş’in vekilleri
mevcuttu. Bunlara Toğalık denirdi ki bu sebil ağaçlara her Çerkez’in evinin önünde
rastlamak mümkündü.

Bazı kaynaklara nazaran Hıristiyan misyoner teşkilatının Kafkasya’ya nüfus


etmesi üzerine buradaki Çerkez’ler Orta Çağda Hıristiyan dinini kabul etmişlerdir.
Bilhassa belirtildiğine göre Karadeniz’in kuzey doğu kesiminden başlayarak Kuban
nehri kıyısında yaşayan Adighelere varıncaya kadar bütün bu bölgede Hıristiyanlık
yayılma imkanı bulmuştur. Yapılan araştırmalar neticesinde, kilise kitaplarının mahalli
dillere çevrilmek suretiyle, dini propaganda yapılmakta olduğu anlaşılmıştır. Çerkezler
arasında bizzat dolaşmak suretiyle yapıldığı ileri sürülen bu propaganda daha ziyade

18
Jabaghi Baj, a.g.e. s. 68 – 69
22
Ermeni ve Arnavut Ermeni ve Arnavut misyonerler tarafından idare edildiğine dikkat
çekilmektedir. VI. Asırda ise Bizanslıların Karadeniz’in doğu kuzeyinde yaşayan
kitleleri Hıristiyanlaştırdıkları aynı şekilde ileri sürülmektedir. Ancak Çerkezlerin ve
Abazaların kitle halinde Hıristiyan dinini kabul ederek eski adetlerini terk etmeleri
şüpheli görülmektedir.

Böylece Çerkezlerin İslamlığı kabul etmeden batıl bir inanç içerisinde


olduklarını anlamış bulunuyoruz. Çerkezler arazında Müslümanlığın yayılması
başlaması Kırım Hanlarının çocuklarını terbiye ettikleri esnada vaki olan
münasebetlerle ilgilidir. Fakat Müslümanlığa tam vakıf olamamışlardır. Sadece bir ilgi
duymadan ibaret kalmıştır. Nitekim eski adetlerinde değişiklik olmamıştır. Hatta
Çerkezlerden bazıları senenin dördüncü ayında bir defaya mahsus olmak üzere aşure
pişirirlerdi. Bu adetlerine zamanla Müslümanlığın genel etkisiyle mevlüt okutmak
katıldı. Bazıları da Müslümanlıktan aldıkları bu adetten dolayı senede bir defa Halife
Ali için onun adına yaranlarına ziyafet verirlerdi. Fakat bununla ne Aleviliğe nede
Müslümanlığın geleneklerine vakıf olduğu ileri sürülebilir. Diğer taraftan Dağıstan
sınırında olan Kafkas kabileleri Arapların Kafkasya’yı istilası sırasında Müslüman
olmuşlarsa da Arapların bu kesimden çekilmeleriyle tekrar eski adet ve ananelerine
dönmüşlerdir.

Çerkezler akıllı, ser-i, bahadır, sözlerine sadık, yalan söylemez ve yalan yere
yemin etmeyen kimselerdir. Şöyle ki : Çerkez veya Abaza veya Abazalı bir köle ne
kadar serkeş ve asi olsa da kendilerine yemin verildi mi buna aykırı hareket etmesi
imkansızdır19.

6. Evlenme Âdetleri

Çerkezlerin evlenmesinde büyük hikmeti olan bir kaideleri vardır. “Ya plıxi
kaşe, deplayi yet” yani “aşağıdan al, yukarı ver”derler. Bu usul güzel bir usuldür.
Erkeğin kadın sayesinde değil, kadının erkek sayesinde refah görmesi daha tabi bir usul
olduğundan erkeğin mevki ve servetçe daha altta olan kızlardan eş seçmesini uygun
gören su kaide Çerkezlerin kızlarına paye vermek hususuna ne derece önem verdiklerini
gösterir.

19
cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğunun Kafkasya Siyaseti, İstanbul 1979, s. 47-48
23
Çerkezler başka milletlere kız vermek konusunda taassup gösterirler. Nereye
gitse kızlarının sevgi ve hizmet celp edeceklerine emindirler. Ancak başka milletlerden
kız almak konusunda tereddüt gösterirler ve hoş görmezler. Başka milletlerin kendi
çocuklarını iyi terbiye edeceklerine az itimat ederler ve Çerkez kızlarının terbiye
vasıflarının onlarda göremeyeceklerini tahmin ederler. Çerkezler gelişmesi tam olmayan
kızları anneliğe uygun görmezler. Kızların biraz yaşlıca olmasını kusur değil olgunluk
örneği olarak kabul ederler. Tüyü bitmemiş erkeklerin ise evlenmesi vaki değildir.
Genellikle 25-30 yaş arasında evlenirler.

Çerkez kız ve delikanlıları serbest hareket ettikleri için eş seçiminde zor duruma
düşmezler. Her kız uzak mesafelere kadar olan bütün delikanlıları tanır. Düğünlerde,
cemiyetlerde, toplantılarda delikanlıları görür ve birbirleriyle karşılaştırmak fırsatını
bulur. Devam eden konuşmalar ise anlar hakkında kanaat edilmesini yardım ediyor.
Delikanlılarda bütün kızları gördükleri, iyi ev kadını olma hususunda yeterince tetkik
ettikleri için fikirlerine uygun eş bulma mutluluğuna erişiyorlar.

Çerkezler “çelimsiz kadın sülaleyi bozar” derler. Bundan dolayı çekimsiz,


kabiliyetsiz bir kızı ne kadar zengin ve asil bir aileye mensup olursa olsun almazlar.
Kızda çehre güzelliğinden ziyade kuvvetli bir vücut, solmayacak güzel bir endam
ararlar. Şişman kızlar tembel olur diye pek beğenmezler.

Kızlar erkekle pek güzellik aramazlar ve “tam bir erkek güzeldir” derler. Bunun
için savaşta, vatan savunması uğrunda sakat düşmüş olan delikanlılar kızların
rağbetinden düşmezler. Bazı aile ve kabile kızlarının iyi ev kadını olma konusunda
şöhretleri vardır. Delikanlılar bu gibi tecrübe edilmişlere değer verirler.

Delikanlılar sevdiği ve beğendiği kızla temas ve konuşmayı fazlalaştırır. Onunda


muhabbetini çekmeye çalışır ilk görünüşe aldanmamak için duygusallığa kapılmamaya
dikkat eder. Nihayet kıza izdivaç arzusunu söyler. Fakat bu noktaya, gelinceye kadar20

Arada öyle inceliklere dikkat edilir ki o hayatı yaşamayanlara kalemle tarif


edilemez. Bir tabir seyir takip eden bu sohbet olgunluk bulunca artık evlenmek için
evlerini karşısındakine uzatırlar. Kız evlenmeyi kabul ettiğini delikanlının elini tutarak
söyler. Aynı zamanda parmağındaki yüzüğünü çıkararak kabul nişanesi olarak
delikanlıya verir. Delikanlıda bu yadigarı özenle saklar.

20
Jabahhi Baj, a.g.e. s. 48
24
İşte bu evlenme kabulü anından itibaren gençlik devresi ve serbestlik hayatı son
saatini çalar. Karşısındakiyle serbest görüşen, gülüp latifeler yapan kızla delikanlı
arasında derhal “Resmiyet” başlar. Kayıtsız hayattan çıkarak gerçek hayat sahnesine
girdiklerini takdir ederler. Başka milletlerde ise; bunun aksine olarak evlenmeden önce
resmiyet, sonrada teklifsizlik vardır.

Çerkezler “Teklifsizlik yatağa mahsustur” derler. Bununla karı koca arasındaki


resmiyetin ve teklifsizliğin hududunu çiziyor. Halbuki birbirine karşı laubali ve lakayt
olan karı – koca arasında hürmetsizliğin zaman zaman artacağı ve sonuç olarak
dırıltının kopacağı tabidir. Bundan dolayı Çerkez’lerdeki bu hareket tenkit edilemez.

Başlık Alma Usulü (Vase)

Çerkezler kızları için eskiden gayet yüksek “Vase” yani başlık alma hususunu
severlerdi. Bunu yabancılar kızı satılık mal şeklinde telakki ederler. Gerçekten bugün
kızlarını satacak kadar yüksek vase anlarlar ve hatta bunu güzel bir ticaret vasıtası
sayanlar çoktur.

Eski Çerkezlerde vase’den kasten kızların hürmet edildiğini önem ve dogar


verildiğini görmek arzusu idi. Çünkü baba aldığı başlık kadarını ilk ziyaretine geldiği
zaman kızına hediye olarak verirdi. Bundan başka aldığı başlığın büyük bir kısmını aile
efradına hediye ederdi.

Çerkezler kız verirken ve başlık alırken daima aile ve soylarının şerefini


mevzubahis ederler. Bu konuda kıskançlık gösterirler. Kızlarına önem verilmemesini
soylarının şerefine karşı hakaret sayarlar.

Çerkez kızları kendileri için asaletinden aşağı başlık verilmiş olmasını hakaret
sayarlar. Gururları kırılır. Gelini fazla üzmemek ve göz yaşı döktürmemek için damat
tarafı da fedakarlık yapar yüksek başlık (vase) verir.

Vase olarak verilecek şeyler; para, at, öküz, silah ve benzeri şeylerdi. Çok
eskiden vaseler arasında ok ve yay bulundurulması şarttı.

Gelin götürmeden önce ağırlık alınacak ise, kızın ailesinden soyundan bir heyet
delikanlının evine giderek vase ise evlenmeden sonra başlığı alıp götürürler. Kız gizlice
kaçmış ise evlenmeden itibaren bir aydan altı aya kadar geçen zaman içinde iyen öyle
bir heyet giderek vase’yi ister. Fakat bu halde kaçmış işini babasına bırakmamış
25
olmasına göre evvel emirde babasına başlık verilmesine razı muvafakati olmadan başlık
ne verilir ne de alınır. Kızın bu hakkına saygı gösterirler.

Babasının başlık olarak aldığı silahları takınması atlara binmesi kibarlığa aykırı
sayılır. Hatta kızın kardeşleri de bu atlara binmeyi hemşehrilerine hürmetsizlik telakki
ederler. Binenlerle de alay kabilinden hemşiresini hayvan yaptı derler. İşte bunlar başlık
almaktaki maksadı yalnız menfaat olmayıp şeref gayesiyle yapıldığını güzelce ispat
eder. Çünkü Çerkezlerin hayatta önem verdiği yegane şey; hürmet görmek bunun içinde
hürmet etmektir.

Vase veremeyecek derecede fakir olanlara, soyunun servet sahipleri tarafından


yardım edilmek ihmal edilmeyecek bir ananedir. Delikanlının adet gereğince açıkça
hakkı olan bu yardımı istemesi ayıp sayılmaz. Bundan ötürü Çerkezya’da fakirlik
evlenmeye engel değildir.

Önceden vase verilmiş olsun olmasın gelin evi geldikten sonra bir iki hafta
içinde hediye olarak kıymetli bir atın damat tarafından babaya gönderilmesi adettir.
Buna kayınvalide için kıymetli kumaş ilave edilir.

Bundan sonra kız tarafı da “PLAG” yani hatır sorma adına verdikleri merasimi
yaparlar. Bazı hediyelerle kızlarının yanına ilk defa olarak küçük kardeş ve küçük
hemşiresi ile bir hizmetçi gönderilir. Bu ise kızla ailesi arasında ilk temastır. Çünkü
kendilerini bırakıp giden kızlarına çünkü kendilerini bırakıp giden kızlarına, sevgili
kızlarını alıp götüren tarafa karşı güya küskün vaziyette bulunurlar. Bundan ötürü baba
evinden damat evine kimse gitmez, hatta hizmetçiler bile uğramaz. Bundan amaç ilk
hürmet nişanesi ve özür dilemeyi sıkmamak utandırmamak kızın evine iyici alışmasını
sağlamaktır.21

Gelinin Durumu

Gelin bir esir, bir hizmetçi değil, tam bir şahsiyet ve istiklal sahibi olarak
geldiğini göstermek için gelin odasında bir prenses gibi oturur. Ne dışarı çıkar, ne diker,
ne de başka bir işe sürer. Bilakis kendine hizmet edilir. Sofrası ayağına gelir yalnız
kendisini görmeye gelenleri ziyaretini kabul eder. İlk zamanlarda gelin kocasının
akrabasından olan yaşlı kadınların yanında oturmaz. Yemek yemez hatta konuşmaz.

21
Jabahhi Baj, a.g.e. s. 49
26
Ancak kendisine akran olanlarla sohbet eder. Yanına kocasının akrabasından gelenler
çocukta olsa hürmetten ayağa kalkar. Gelin kayınpederinin, kayınvalidesinin, büyük
kayınbiraderlerinin, kocasının büyük hemşirelerinin ve amcasının ismini söylemez.
Kayınpeder ve kayınvalidesinin ismi söylendikçe hürmetten ayağa kalkar.

Diğer milletlerin aksine Çerkezler, gelin eve gelmeden hiçbir düğün yapmazlar.
Meçhul üzerine ve elde bulunmayan bir nimet için sevinmenin manasını anlamazlar.
Düğün ara ile bir sene kadar devam eder. Kızın hanesinde ise düğün yapılmasını ayıp
sayarlar. Çünkü kızımıza koca bulduk diye eğlence tertip etmek hakaret sayılıyor. Asıl
sevinen ve eğlence tertip etmesi taraf gelin olan taraftır. Bundan ötürü, gelin eve
getirilince düğünler yaparak ailenin bu yeni üyesine karşı ihtiram gösterirler.bu
yöntemin diğer milletler usulüne üstün olduğu şüphesizdir.

Güveyin Durumu

Evlenen delikanlının karısının etrafında dolaşması, kibarlığa, nezakete, nefsin


hakimiyetine aykırı bulduklarından gelin eve geldiği günden itibaren damat dostlarının
birine misafir gider, gündüzleri orada kalır. Bazen civardaki köyde bulunan bu misafir
haneden ancak geceleri eşinin yanına gelebilir fakat sabahleyin erkenden ve büyüklerine
görünmeden misafir olduğu yere döner.

Damat kızını aldığı kayınpederine ve kayınvalidesine değil görünmek


kapılarının önünden bile geçmez. Kızın büyük amca ve dayılarına görünmez, yolda
rastlayacak olursa uzaktan dolanır. Damadın bunlarla görüşmemesi asil ve büyük
ailelerde senelerce devam eder. Uzun seneler geçtikten sonra damat kayınpeder ve
kayınvalidesini ziyaret etmek isterse onlara kıymetli hediyeler evlerine girebilir.

Güvey uzunca bir süre dostlarına misafir olduktan sonra ev sahibi tarafından
yapılacak davet eğlencelik ile baba evine dönebilir. Eve dönerken evde bulunan herkese
çeşitli hediyeler getirir. Hediyeler hazırlanınca misafir olduğu adam kendi servetince
birkaç gün boyunca eğlence düzenler ve bundan sonra güvey baba evine döner ve işlere
eskisi gibi bakmaya başlar.

Gelin Çıkarma Düğünü

Eve yeni gelmiş uzunca bir süre kayınvalidesinin odasına girmez, ev işleriyle
ilgilenmez ve hizmet görür. Gelinin kayınvalidesinin odasına gitmesi ev işlerine

27
bakması “Gelin çıkarma” düğününün yapılmasına bağlıdır. Bu düğünün yapılma zamanı
evlenme anından itibaren ailenin zengin ve asil olmasına göre iki üç aydan bir seneye
kadar değişir. Fakat çocuk sahibi olmadan düğünü yapmaya dikkat ederler. Bu düğün
ise son düğündür. Bazen birkaç gün devam etmek üzere “GAŞO” dedikleri büyük
düğün yapılır. Bazen de bir gece düğünü olur.

İşte bu şekilde misafirlik süresi biten gelin o dakikadan itibaren prensesliği


bırakır ev kadınlığına başlar; her işe bakar eve kof bir kadın değil, kıymetli bir vücut
geldiğini eve bereket ve saadet getirdiğini göstermek için bütün gayretini harcar.
Kayınvalide de oğlunun hakikaten mürvetini görmüş olur.

Gelinin Baba Evine İlk Gelişi (Tissase)

Gelin sınıf ve mevkiine göre baba evine, bir seneden, üç seneye kadar olan
zaman içinde özel bir merasime gelir. Ziyaretin gece olması şarttır. Gelinler, yalnızca
gittiği gibi çocuğu olmadan ziyarete gelmeyi tercih eder ve bunu kibarlığa daha uygun
sayarsa da isteklerine genellikle tabiat müsaade etmez.

Gelinin baba evine gelmesi bazı kabilelerde babanın adam gönderip istemesine
bağlıdır.

Gelin baba evine gelirken bütün yaşlı akrabasına köyünün kadın, erkek,
muhterem ihtiyarlarına “TİN” yeni hediye getirir. Onları terk edip gitmekten ötürü
yapmış olduğu kusuru tarziye etmiş olur. Bütün hediyeleri damadın ailesi tedarik eder.

İlk defa baba evine gelen kızın fazlaca kalması adettir. Bu sürenin uzunluğu
ailenin şeref ve servetine bağlıdır. Üç aydan bir seneye kadar sürebilir.

Bu defa kızı kocasının evine iade etmek gelin olarak gönderildiği gibi babası
için kolay ve masrafsız değildir. Tam tersine çok külfetlidir. Çünkü bir çok kıymetli
eşyayı damat tarafına hediye olarak götürür. Evlenince ana baba mirasından vazgeçen
kıza mal hediye verilebilir. Başka milletlerin adetine aykırı olarak Çerkezler kızlarına
çeyizi kocasına ikinci gidişine verirler.

Gelin; hediyelerin tertip ve ikamet müddeti tamamlanınca genç akrabasının


eşliğinde değerli bir şekilde ve süslü bir araba ile kocasının evine gönderilir. Hediye
yeni ve hürmet nişanesi sayıldığı için Çerkezler her konuda bırakmadıkları hürmet gibi
hediyeleri de ihmal etmezler. Devamlı almalı ve vermeli prensibini güderler.
28
Düğünler

Düğünler öncelikle gençlerin kimliğinin oluşmasında etkili bir yere sahiptir. Her
düğünü çekip çeviren olgun gençler vardır. Yetişmekte olanların adım adım düğünlerde
aktif rol almaları buna karşın küçük yaştakilerin pasif konumunu hiyerarşi
özelliklerdendir. Zamanla olgunlar evlenerek ortadan çekilirken alt nesil ilerleyerek
onların yerini alır. Sirkülasyon, sıradan bir Çerkez erkeğinde önemli etkiler
sağlamaktadır. Çünkü düğünde aktif olarak kendini gösteren genç, toplum karşısında da
artık kendisinin söz sahibi olduğunun farkındadır. Düğün alanı eğlencenin yanında
saygı, efendilik, kendini çeşitli özelliklerle ispat etme gibi olguların görüldüğü
mekandır. Kızlar sıraya girip oyuna davet edilmeyi beklerler. “Thamete” düğünün
düzeninden sorumludur. Düğünün müzikal tarafının oluşturan “pşine” , “pheçik” gibi
enstrümanların uyumu önemlidir. Belirli bir zamanda evli olanlar dahil “eskiler” düğüne
katılır. Köydeki kadınların olup bitenleri rahatça izlemelerine olanak sağlayan oturma
yerleri önceden hazırlanır. En küçük rahatsızlık büyük bir ciddiyetle ve özenle fark
ettirilmeden çözülür. Hemen hemen bütün gençler düğünün arka planı ile ilgili yemek,
ağırlama, çeşitli işleri görme gibi konularda emir beklerler. Gelen her misafiri
karşılama, ağırlama, yemek yedirme görevleri paylaşılmış – planlanmıştır. “Düğünün
sahipleri” diye anılan taraflar hiçbir zaman yalnız bırakılmazlar. Misafirin gece
ağırlaması için hemen hemen bütün komşular yiyecek ve yatacak yer hazırlıklarını
önceden yaparlar. Bütün davetlilere gereken özen gösterilirken diğer ziyaretçilerin kim
olduğuna gençler önem verirler. Şüphe uyandıran, uyumsuz kişiler usule uygun olarak
düğünden uzaklaştırılır. Ayrıca daha önceleri düğünlerde hoş davranmayan kişiler
kesinlikle düğüne alınmaz. Bu şekilde eleme tamamen gençlerini inisiyatifinde
ihtiyarlar kesinlikle karışmazlar. Böylelikle kavga hiç görülmez.

Düğün, Çerkez’lerde kısaca anlattığımız gibi eğlenmenin ötesinde köy fertlerinin


bir şekilde katıldıkları dayanışma, bütünleşme ve kişisel kimliğe etki eden faktörlerin
içinde bulunduğu sosyal bir olaydır. Hafif yağmurlu bir havada kaymamak için
ayakkabılarını çıkaran genç bir kızın karşısındaki genç erkek hemen ayakkabılarını
çıkarır. Düğünün içindeki bütün Çerkezler için bu basit olayın anlamı büyüktür.22

22
Gökhan BACIK, “Boğazköy’de Çerkez Kimliğinin Sürdürülmesinde Etkili Olan Öğeler”, Kafkasya
Yazıları, Tarih Edebiyat Kültür ve Sanat Dosyası, İstanbul, 1999, s. 45
29
7. MESKENLER

Tabiat, Çerkezleri yüzyıllarca payidar olacak muazzam kâgir binalar oluşturmak


ihtiyacına yöneltmemiştir. Mukaddes ormanlarının huzur veren sinesinde oturan
Çerkezler'in meskenlerini ahşaptan yapmaları tabii görülür. O muhitte ahşaptan bina
yapmak ise 5-10 günlük bir iştir. Çünkü tabiat; bütün inşaat malzemesini binanın
yapılacağı yerde hazırlamıştır. Bundan dolayı her şeyde tabiata uygun ve pratik olan bu
halk mesken inşası konusunda da tabiatın kolaylıklarına tabi olmuşlardır. Yoksa sanata
olan kabiliyetlerini başka şeylerde hakkıyla ispat eden Çerkezler tabiat tarafından sevk
edilselerdi mesken inşası konusunda dahi hünerlerini göstereceklerinde şüphe yoktur.

Çerkez binasına değil, istiklal ve hürriyetine bağlıdır. Çevresel savaşların


kendisini yer değiştirmeye mecbur etmek olasılığını bildiği için, başka memleketlerde
olduğu gibi, evini korumak uğrunda esareti kabul edemez. Zorunlu gördükçe kendi
eliyle evini yakarak biraz geriye çekilir. Bu şekilde hem yurdunu, hem de hürriyetini
adım adım savunur.

Çerkezya'da muazzam evler inşasına meyil göstermemenin bir sebebi de


savunma ödevinde zayıf kalmaya mecbur olmamak, kıymetli binalara bağlanıp hem
yurdunun, hem şahsının istiklalini birden kaybetmemek düşüncesidir. Ev inşasındaki
kolaylıkta büyük masrafı gerektiren kagir binalara önem vermek rağbetini azaltıyor.
Çünkü ev yapmak isteyen adam komşularının yardımı ile çabuk yeni bir ahşap bina
kuruyor. Bunun için kendisine yardım edenlere bir ziyafet vermekten başka hiç bir
masraf yapmaz. Usta ve işçi diye o memlekette bir kavram yok.

Her Çerkez az ve çok kendi evini inşa edebilecek kadar sanat bilir. Yardım ise
Çerkez sosyal hayatında önemli bir yer tutar. Bundan dolayı evsiz kalmış komşuya
derhal yardım edilir, kayıtsız kalınamaz.

Evin Yeri

Çerkezler; ev inşa edilecek yeri münbit, mümkün olduğu kadar düzlük bir
yerden seçerler. Her aile kendi tarla ve bahçesinin kenarında bulunduğu için evlerini
biraz ayrı yerlerde kurarlar. Birbirine yapışık dar yerlerde asla sıkışıp oturmazlar. Her

30
evin bahçesinde yüz yılları geçmiş bir ağaçlık bulundurmak hiç ihmal edilmeyen bir
noktadır. Ormanları ibadet yeri olarak kullanan Çerkezler ormansız yaşayamazlar.

Ev. yeri seçildikten sonra önce üzerinde binalar yapılacak arsa ayrılır. Etrafı
güzel bir çitle çevrilir. Arsa alanlar 40-50|metre kadar mesafede bulunacak harem ve
selamlık inşasına, ahırlar, zahire ambarları, otluk, samanlık, misafir odasına mahsus
ahır, kölelere ait ayrı ayrı seyrek evler oluşturulmasına uygun olacak şekilde geniş
tutulur. Memleket geniş arazide mülk edinme| hakkı değil, faydalanma hakkı tanıdığı
için ayrı ayrı helalar yaparlar. Kölelerin evlerinde de öyledir.

Haçer- Misafir Odası

Arsanın etrafına çevrilen çitin giriş kapısına yakın ve genellikle girildiği zaman
solda veya sağda olmak üzere misafir odasıyla ona ait ahır ve hela ayrı ayrı yapılır.
Çerkezler "Evden önce helayı yap!" derler ve bunu en gerekli bir yer olarak kabul
ederleri Bunun için selamlıkta olduğu kadar haremde dahi kadın ve erkekler için ayrı
ayrı helalar yaparlar. Kölelerin evlerinde de öyledir.

Misafir odası ailenin servet ve asaletine göre bir veya birkaç odalı olur. Önceleri
asıl büyük aileler kendilerini ziyaret edecek dallara (kabilelere), yabancılara mahsus
ayrı ayrı misafirhaneler yaparlar, gelen misafirleri ayrı ve hususi dairelerinde kabul
ederlerdi. Bu da misafire fazla hürmettendi. Meselâ Çeçen, Lezgi, Gürcü gibi Kafkaslı
muhtelif komşulara ayrı daireler tahsis olunur. Türkiye'den, İran'dan, Kırım'dan gelen
misafirler için de ayrı odalar hazırlanırdı. Bu derece külfet misafirperverlik fikrinin
derecesini gösterir.

Harem

Haremde ailenin nüfusuna göre ayrı ayrı daireler yapılır. Onca aile reisi için
"VİNEŞHO- VlNEŞXO" yani büyük bir loda yapılır. Yanındaki odada ana kucağından
ayrılan çocuklarla kızlar yatar. "HAVİŞHO-HAVİNEŞXO"nun yakınında "PET"
dedikleri mutfak ve kiler inşa edilir. Yine bitişiğindeki bir odada hizmetçi köle kadınlar
yatarlar. Fırın ile el değirmeni vesaireyi toplayan bina lise daha az ötede ayrı olarak
yapılır.

31
Evde bulunan evli erkeklerin hepsi için de ayrı ayrı ve birbirlerine biraz uzak
daireler inşa edilir. Evli olmayan delikanlılar ise genellikle misafir odasında yatarlar.
Köleler için d4 her ailenin ihtiyacına göre böyle daireler yapılır, işte bu şekilde bir dam
altında birbiriyle bitişik odaları, hava almaz koridorları, dik ve yorgunluk verecek
merdivenleri bulunan büyük ve hantal evler yerine Çerkezler sıhhi şartlara uygun
pavyon şeklinde meskenler inşa etmekte olduklarından en son gelişmiş nazariye olan bu
pavyon usulünü binlerce seneden beri uyguluyorlar demektir. Bundan dolayı büyükçe
bir ailenin meskeni çeşitli ve ince pavyonlardan meydana gelmiş güzel bir mahalle
gibidir.

Meskenlerin böyle dağınık yapılması aile hayatındaki resmiyet ve birbirine


görünmemek keyfiyetini de kolaylaştırır. Çerkezler adetlerini binaya değil, binayı
adetlerine uyduracak durumdadırlar.

Evlerin Şekli

Çerkez evleri daima bir kattır. Bununla beraber sulak ve nemli yerlerde bina inşa
etmedikleri, yağmur ve kar suları binanın duvarları dibine gelmemek üzere geniş
saçaklar yapılıp suların harice akmasını temin edecek hendekler kazıldığı için birer katlı
ahşap binalar rutubetten uzaktırlar.

Duvarlar yerden dört metre kadar yüksek bulunur. Tavanlar ise beşik çatısı
biçimindedir. Çatının açısı iki metre kadar yüksek bulunduğundan odanın iç yüksekliği
tavanla beraber altı metreyi bulur. Tavanlar genellikle muntazam rendeli tahtalardan
yapılır. Aralarından su geçmemesi için biraz oluklu pervazla altına konduğu için hem
akmaz, hem de oda için ayrıca bir tavan yapılmasına ihtiyaç bırakmaz. Fakir evlerinde
tavan uzun ve muntazam kamış ve sazlarla örtülür. Duvarın üstüne birer buçuk karış
genişliğinde iki kalın tahta odanın enine gelmek üzere uzatılır ve bunun üzerine tavana
payendelik edecek iki direk istinat ettiği gibi ufak tefek konabildiği için raf görevi de
yapar.

Duvarlar birbirine bindirilmiş düzgün ağaçlardan vücuda getirilir. Bazen de


kuvvetli bir çitten ibaret olup içi ve dışı sıvanınca muntazam bir duvar gibi görünür.
Kapı daima iki kanatlıdır. Kanadın birisi yaz ve kış gündüzleri açık bırakılır. Kapıyı
kapamak cimrilik telâkki edilir: Daima ocağın sağ tarafında yapılan büyükçe pencerenin
32
de tahtadan iki kapağı vardır. Ocak; kapıdan içeri girilince yerine göre sol veya sağdaki
duvarın tam ortasında inşa edilir. Ocak büyükçe bir yarım daire şeklinde olup yukarıya
doğru tedricen konikleşir (mahrut şekli), Yerden yüksekliği bir buçuk metre kadardır ve
daima çitten yapılarak içi dışı sıvanır. Ortasında ufki olarak geçen üç ağaçtan ortadakine
kazan zinciri asılı durur, bu zincir ise aile taksime uğradıkça en büyüğüne miras olmak
üzere düşer, bir ecdat hatırasıdır ve her zaman asıl yurtta kalanın hissesidir.

Diğer ufki ağaçların üstüne ufak ve seyrek çitler konularak üzerinde peynir, et
kurutulur. Ocağın içinde ahşap duvara bitişik olarak bir karış derinlikte ve bir metre
yükseklikte yapılan toprak duvara "Jantabay" derler ki üstüne çıra koyarlar ve ateşten
ahşap duvarın etkilenmemesine yardım eder. Çerkezler'de mum olmadığından ufak,
yağlı çıralar saklanır ve gerektiğinde kullanılır.

Harem odalarında yataklar konmak üzere duvara bitişik ve bir metre kadar
yüksek tahta sedir yapılır. Yataklar konduktan sonra üzerine süslü bir perde çekilir.
Peykenin altı da ufak tefek eşya konmasına hizmet eder. Peykenin boyuna göre yapılan
nakışlı ve süslü Çerkez hasırı peykenin alt kısmının önüne perde olmak üzere konur.
Ocağın sağ tarafında "Phegur-Pxeqür" yani hareketli karyola adını verdikleri tahta
karyola bulunur. Yerden yarım metre kadar yüksek olup üç tarafında güzel tahta
parmaklık vardır. Burası "Thamate" yani büyük makamdır. Haremde aile reisinden
başka kimse oraya oturmaz ve yatmaz. Aile reisli ise gündüzleri oturur ve geceleri yatar.

Çerkezler'de karyola geleneğinin ne kadar eski olduğunu "Pxequr" gösterir.


Bugün şehirlerde kullanılan tahta karyola tipinde ve şeklinde olan Phegur hemen onlar
derecesinde zarif ve güzeldir. Zadegan kızları Phegur üzerine daima asılı duran ve
"Şilber" adı verilen gayet ince beyaz tülden bir cibinlik altında otururlar. Ağırca
misafirleri kabul ederken beyaz bulutlardan sıyrılan ay gibi iki tarafı fazlaca açarak
kalkar ve kabul eder. Bu bazı ecnebi seyyahların latif ve muhteşem diye adlandırdıkları
Çerkezler'in cibinlik kullanışının ne kadar eski olduğunu gösterir.

Phegur yapamayanlar o büyüklükte topraktan! sabit bir sedir yaparlar.


Yanlarında kalın tahtalar konduğu için bu da karyola vazifesi görür. Misafir odalarında
sedir; ocağın sağında bulunur. Ekabir olan ihtiyarlardan başkası sedirin üst tarafına
oturamaz. Bunun için o makam çok defa boş durur.

33
Mefruşat

Çerkez evlerinin mefruşatı sade ve ihtiyaca göre hazırlanmıştır. Onların ev


içinde önemle dikkat ettikleri şey temizlik ve sadeliktir. Yatak takımlarından başka ev
içinde nakışlı ve misli hiç bir yerde yapılamayan meşhur güzel hasırlar, bir veya iki, üç
kişi oturabilecek tahta sandalye ve kanepeler, ibrik, leğen, eşya konmasına mahsus
sandıklar, "Dinil" dedikleri ayaklı güzel dikiş sepeti, şayak yapmak için tezgah, tarak
vesairedir.

Sedirin üstünde hasır durur. Misafir gelince saygı olarak üzerine minder
hizmetini görmek üzere yassı bir yastık konur, misafir gidince tekrar kaldırılır. Misafir
ise minder üzerine oturmayı kibarlığa aykırı gördüğünden oturmaz. Ancak kenarına
ilişir. Mindere oturmak pek muhterem Thamatelere ve ninelere mahsustur.

Evlerin içini ve dışını, tabanını sıvamak ve badana etmek kadınlara ait bir
görevdir. Bunu yapmakta kadın ve kızlar çok dikkatli olurlar. Senede bir kaç defa beyaz
toprakla evin iç ve dışını, hele tabanını hemen her ay badana ederler. Siyah, kırmızı
renklerle duvarın zeminine yakın yerlerinde zıh çekerek çiçekler yaparlar. Sıvası
düşmüş, kirlenmiş ev, içindeki kadının lekesi sayıldığından buna hiç bir kadın meydan
vermez. Bundan dolayı yeşil ormanlar içinde beyaz Çerkez evleri uzaktan çok güzel ve
cazip bir görüntü oluştururlar. "Abın" vadisinde gördüğü bir hanenin umumi heyetine
âşık olan İngiliz gezgini Mr.Longworth "Keşke böyle bir yurdum olsun" demekten
kendisini alamamıştır.23

8.Yemekler ve İçkiler

Çerkezler'in yemekleri kendine has bir durumdadır. Yemekte çeşitlilikten ziyade


gıda bir meziyet ve gösterişten fâzla bir nefaset ararlar. Az ve kuvvetli yemek yemek
adetleri olduğundan yemekler daha çok et, süt yoğurt ürünleridir. Mide şişiren sebzeye
pek itibar etmezler. Çerkezlerin şişman bulunmaması, kuvvetli bünye sahibi ve
mütenasip endamlı, gürbüz vücutlu olmaları gıda alma usulleriyle çok yakından
ilgilidir. Geniş omuz ve orta kalça, dar bel besleyici ve az yiyen bu insanlara mahsus
gibidir.

23
Jabaghi Baj, “Çerkezler”, Ankara 2000, s. 141-145.
34
Pasta

Çerkezler ekmek yerine "PASTA" dedikleri ve ufak darı, ya da mısır unundan


pişirilmiş lapayı tercih ederler. Pirince daha az değer verirler. Pasta yapılacak ufak
darıyı önce ona mahsus tahtadan yapılmış el değirmeniyle çekerek tamamen kabuğunu
çıkarırlar. Sonra içindeki beyaz darıyı suda pişirerek pasta yaparlar. Mısırı da değirmene
vermeden önce fırında iyice kuruttuklarından pastalık mısır unu bir dereceye kadar
kavrulmuş demektir. Bunu da suda kaynatarak pasta haline getirirler. Her türlü pasta
istendiği şekle konabilecek derecede katı yapılır. Bazen tuz katarlar bazen -da
katmazlar. Pirinci olduğu gibi temizleyip kaynatırlar.

Pastayı "Seven" denen dibi yuvarlak, kulplu demir tencerede kuvvetli ateş
üzerinde ve demire temas eden kısmı da kızaracak derecede iyi pişirdiklerinden hamur
tadı vermez. Çerkezler sacayağı kullanmazlar. Tencereyi ocağın içine daima asılı duran,
istenildiği kadar kaldırılıp indirile bilinen ve "LEHUNÇ- TLEXUNÇ" adını verdikleri
demir zincire asarak kaynatırlar. Pastayı karıştırmak için "BELAĞ " adını verdikleri
küçük bir tahta ve düz kürek kullanırlar. Kadın tencereyi yere indirerek belağla güzelce
karıştırıp tekrar asar. Bu şekilde bir kaç defa indirip bindirerek iyi bir şekilde pişmesine
dikkat eder.

Pasta birlikte yenecek katığa göre sofranın üzerine daire veya yarım daire
oluşturacak şekilde ince ve uzun olarak konur. Bazen de sofrada bulunacak her
misafirin hissesi birbirinden ayrı olarak konur ve bu şekil daha kibar sayılır.

Pasta yekpare ve daire şeklinde sofraya konursa birlikte yenecek "ŞIPSI" yağda
kızartılmış ve üzerine tereyağı veya kaymak konmuş peynir, söğüş et ile yenmek üzere
yapılan salça pastanın ortasına oyulan çukura konur. Pişmiş et, kuru peynir, ufak ufak
doğranarak pastanın sathına biraz batırılmak suretiyle konur.

Sulu katıklar, sahan ve kase içinde olarak yarım daire teşkil eden pastanın
ortasına konur.

Pasta el ile lokma haline getirilerek yendiği için sofradan hemen önce ve sonra
eller sabunla yıkanır. Temiz peşkirle kurutulur. Hizmet eden sağ eliyle ibriği, sol eliyle
leğeni tutar ve dizlerinin üzerine biraz çömelerek suyu döker. Misafirler el yıkamak için

35
yerlerinden kaldırılmaz. "APLEŞ" dedikleri peşkir genellikle kızların ketenden
yaptıkları uçları nakışlı, beyaz ve uzunca temiz bir havludur. Fakat yemek yerken kimse
kucağına havlu koymaz. Dökerek yemek yemeyi de terbiyeye aykırı görürler ve
çocuklardan başkasına yakıştırmazlar.

Haluzz (Halujj)

Üçgen şeklinde yağda kızartılmış peynirli puf böreğine "Haluzz" derler, bir de
ince açılmış hamurun içine peynir ve soğan koyduktan sonra yumurta büyüklüğünde
veya biraz daha büyük boyda yuvarlak hale getirip suda pişirirler ki buna da "Pşihaluj"
derler. Su böreği gibidir. Bu börek çok muteber olmadığından ağır misafirlere
çıkarılmaz. Bazen de suda kaynatıldıktan sonra ve meselâ ertesi gün yenmek istenirse
kızartıp ta yerler. Haluz sofraya bir sahan içinde konduğu gibi bazen de öylece konur.
Koparıp dağıtmamak için elle tutularak ısırılıp yenir. Haluzz-Haluj pasta gibi ekmek
makamında sofraya konduğu için yoğurt kaymaklı süt, tereyağı, bal, tirit haluzle yenir.

Genellikle akraba ve ahbaplar arasında hediye olarak götürülür.

Haluj'un bir de patatesli cinsi vardır ki bu da şu şekilde yapılır. Patates


soyulduktan sonra su içinde kaynatılarak güzelce pişirilir. İçine biraz kırmızı biber,
tereyağı, tuz konur ve önceden hazırlanıp açılmış olan dört köşeli yufka içine konur,
yufkanın bir yarım daire şeklinde yapıştırılmasının ardından biraz bekletildikten ; sonra
kaynar suyun içine atılır ve kaynatılır. Sıcak haldeyken yenir.

Meterej

Katıca hamuru uzunca ve ince yuvarlak bir hale koyduktan sonra üçer parmak
boyunda keserler. Her parçayı ince çubuktan yapılmış beyaz ve temiz sepet üzerinde
yuvarlayarak içi biraz boş ve üstü kertikli bir hale getirdikten sonra kaynar yağ içinde
kızartırlar. Bu şekilde yapılan meterej taneleri hediye olarak başka yere gönderilecek ise
ince kınnapa dizilir. Haluj gibi bir sahan içine konur ve onun gibi katıklarla yenir.

Mejâg

Ufak darı unundan yapılmış cıvık bir hamuru yassı bir kap içine koyarak fırında
pişirirler. "MEJAG" adını verdikleri bu çörekleri daha büyük yapmak isterlerse fırının
içine kızdırılmadan üç parmak kadar yükseklikte olmak üzere çamurdan büyük bir "dik
36
dörtgen" yaparlar. Fırın kızışınca bu dikdörtgenin içine cıvık hamur kepçe ile dökülerek
ağzına kadar doldurulup pişirilir, piştikten sonra fırının ağzını muvakkaten yıkarak
çöreği bozulmadan çıkarırlar. Bu çeşit büyük çörekler ağır merasime mahsus hediyelik
yemekler meyanına konur ve bir tanesi öküz arabasının içine ancak sığar. Mejagtan icap
ettikçe baklava biçiminde ufak parçalar halinde kesilerek sofraya konur. Bununla da
haluj ile yenen katıklar yenir.

Bedjın

Yulafın kabuğunu güzelce çıkararak özünü kaynatırlar. Sonra kıvamlıca bir hale
gelinceye kadar belağla çalarlar. BU bulamacı kaşık ile yerler. Bedjın Avrupalıların
"Purej" dedikleri yemek ise de ondan lezzetli ve nefis oluyor. Bedjin sıcak olarak bal
şerbetiyle yenir. Biraz yapışkan olduğu için dikkat etmeyenlerin dilini yakar. Buna dair
Çerkezlerin birçok hikayeleri vardır. Bedjin aile içinde yenir. Misafire çıkarılacak
yemeklerden sayılmıyor.

Halug-Ekmek

Ekmeği her yerde olduğu gibi somun halinde fırında pişirirler. Pide ve yufka
yapmazlar. Buğday ve mısır unundan yapılan somunlar fırına konurken altının temiz
olması için küreğin üzerine geniş meşe yaprağı koyarak fırına atarlar. Piştikten sonra da
sıcak iken yapraklar çıkarılır ve altı güzelce kızarmış olarak meydana çıkar. Çerkezler
ekmeği az kullanırlar.

Stir-Çorba

Stir denen çorbaya Çerkezler çok önem vermezler ve az yerler. Mısır çorbası iki
şekilde yapılır. Mısırı önce "suxu" da döverek kabuğunu çıkarırlar. Sonra suda pişirerek
içine bir miktar süt katılır. Biraz fasulye tanesi de bazen katarlar. Üzerinde yağla
haşlanmış biberli soğan gezdirirler. Bunu öğle yemeğinden başka yemeklerde yemezler.

Bazen de suhuden çıktıktan sonra mısır taneleri 3-4 parçaya ayrılacak şekilde el
değirmeninde kırılır. Sonra birinci usuldeki gibi pişirirler.

Ufak darı özünden yapılan çorbalar da aynı şekilde pişirilip hazırlanır ve ona da
süt katılır. Ufak darı çorbası daha kibar sayılır. Çorbalar ekmek ile yenir.

37
Lepsi

Et suyudur. Çerkezler bunu çok severler. Taze eti haşlayıp içine biraz tuz
koyarlar. Yerken üzerine az miktarda siyah biber de ekerler.

Gumilej

Darı (fug) unuyla baldan ve bazı nebatların eklenmesiyle yaptıkları bir çeşit
ekmektir. Gumilej gerçekten gıda bakımından kuvvetli olmasının yanında senelerce
muhafaza edilebilir. Çerkezler savaşlarda bunları terkilerinde taşırlar.

Söğüş

Çerkezler taze eti daima söğüş yani haşlama halinde sıcak yerler. Başka şekilde
pişirmeyi bilmezler. Haşlanacak et, sofrada bir adam önüne konabilecek büyüklükte
olmak üzere parçalara ayrıldıktan sonra kaynatılır. Haşlanmış et iki şekilde sofraya
konur. Bazen parçalar tirik olarak büyükçe bir kase ile sofraya konur. Bunu kibar4ar
yapmazlar. Bunun için haşlanmış ve biraz soğutulmuş et parçaları her şahsın önüne
pasta parçalarının üzerinde olarak konur. Eti bitirip yemek için yapılan cevizli nefis
salçalı tabak içinde ya da pasta müdever ise oyulmuş çukura konur.

Bu salçanın lezzetinden bahseden Mr. J. Bell: "Paris yemek meraklılarına


tavsiyeye şayandır" diyor. Bazen de soğuk söğüşü ufak diderler, güzel bir salça ile
terbiye ederek pastanın ortasına salçasıyla beraber koyup yerler. Buna "Tlısuk" ya da
"Tlıbj" derler.

Tirit ayrı sofra ile et yemeğinden sonra gelir ve yanında haluj bulunur. Tirit
bazen sade olarak konur. Bazen de biraz ufak darı içine konarak pişirirler ki, latif bir
çorba olur. Sade olduğu zaman rak konur. Eti bitirip yemek için yapılan cevizli nefis
salçalı tabak içinde ya da pasta içerisine oyulmuş çukura konur.

Bazen de tirit herkese ayrı ufak ve süslü kaselerle verilir ki alafranga usule daha
uygundur. Haşlanmış et parçalarının misafir sofrasına konması merasime tabidir.

Başın yarısı ile bir dilim karaciğer bir dilim kuyruk, kürek Thamate yani
sofradaki reisin önüne konur. Diğerleri i için de birer dilim karaciğer, kuyrukla beraber

38
sırt kemiğinden ya da budun iyi parçalarından konulur. Bacak, boyun, böbrek asla
sofraya konmaz.

Leğejağ-Kuru Et

Koyun ve semiz sığır etlerinin pastırmalık gibi ince ve güzel kesip tuz ve az
sarımsakla iki üç gün terbiye ettikten sonra ocağın içinde seyrek çitler üzerine dizerler.
Altıda çok ısı vermeyen gürgen ağacından mutedil ateş ile yakılır. Arada çevrilerek
birkaç gün zarfında güzelce kurutulur ve nefis bir et olur. İşte bu kuru eti gerektikçe şişe
takarak köz üzerinde güzelce kızarttıktan sonra birer lokma olacak şekilde ufak parçalar
halinde doğrayarak pastanın üzerine koyup pasta ile yerler. Bazen de kızartmadan önce
ufak doğranıp tava içinde kızarttıktan sonra yağıyla beraber pastanın ortasındaki çukura
konur.

Sipsi

Meşhur Çerkez tavuğu (Sipsi) çoğunca cevizden, bulamayanlarda yağda


kavrulmuş undan ve bazıları da süt ekleyerek yaparlar. Sipsi daima pasta ile yenir.
Sipsi, pastanın:oyulmuş ve kenarları biraz çıkık yapılmış büyük çukurun içine
doldurulur. Etlerde yarısı dışarıda kalacak ve tutulup çıkarılacak şekilde çukurun iç
kenarına dizilir.

Sofraya konulurken sofra reisi bulunan kişinin önüne arka parçanın gelmesine
dikkat edilir. Çünkü., o parça büyüğe mahsustur. Ağır misafirler için horoz, tavuk
kesmekle iktifa etme saygı noksanlığına yorumlandığından zengin ve asil ailelerde
misafire ilk yemek olarak sipsi çıkarılmaz, misafirin ikâmeti devam ederse ikinci ve
üçüncü günlerde verilebilir. Misafire horoz kesmek ayıp sayıldığından hicviyelerde
tezyif yerinde bundan bahsedilir.

Ataker zimişo

Şid pefir zi vaso

Yani "misafire horoz kesen, eşeği çeyiz veren herif Demektir.

39
Değelibj

Kavurma ettir. Etler ufak parçalara ayrıldıktan sonra kendi yağında kavrulur.
Teneke ve kutulara konur, kendi yağı ile üstü örtülür. Ateşte ısıtılıp pasta ile yenir.

Vedbesim

Kuzu kebabı, hıdrellez kuzusu gibi tandır kebabıdır. Kuzu kesildikten ve iyice
temizlendikten sonra yanına baş, ciğer ve böbrek eklenerek sıcak tandıra koyarlar.
Tandırın ağzı iyice kapatılarak sıvanır. 2-3 saat bırakıldıktan sonra tandırı açarlar, ilik
gibi pişmiş et parçalanır ve tepsiye konur. Çoğunlukla pasta ile yenir.

Metazz

İyice yoğrulan mayalı hamur açılır, içine Çerkez peyniri ve biraz tuz koyularak
iki yumurta hacminde kapatılır. Kaynar suyun içine konarak iyice kaynatılır, sıcak sıcak
yenir.

Sedeş

Bildiğimiz sütlaçtır. Aynı şekilde yapılır, sıcak ve soğuk olarak yenir.

Suqru

Bir çeşit kuru darı unudur. Erler bunları gıda gibi heybelerine koyarlar, seferlere,
savaşlara götürürler, gittikleri yerlerde, dağlarda ateş yakıp suda pişirirler ve yerler.

Ya da sıcak süt ilave edilir ve beraberce pişirilir, tabağa konur, soğuyunca


üzerine kaymak ilave edilir.

Adıhhe Kueyej-Çerkez Peyniri

2 kilo süt, 2-3 gün önceden kalma ekşi yoğurt suyu (evlerde hususi mayaları
vardır) hazırlanır, önce süt ateşe konur süt kaynama derecesine yaklaşınca yavaş yavaş
yoğurt suyu kepçe ile üzerine dolaştırılır, içinde beyaz topaklar, üstünde yeşil su
oluncaya kadar hafif ateşte kalır. Tel süzgeç ile süzülür. Şekil vermek için 1-2 defa
çevrilir ve ılık iken iki tarafı tuzlanır, bir tabağa konur. Böyle taze iken yendiği gibi bir
dolaba veya rafa da konularak kurutulur. Uzun süre dayandığından sonraları da yenir.

40
Yoğurt suyu sütü kesmezse yarım kaşık limon suyu bu işi görürse de o kadar lezzetli
olmaz.

Tse-Balık

Çerkezler, özellikle deniz ve ırmak kenarlarında oturanlar balığı severler.


Cinsine göre haşlama, ızgara ve kavurmasını yerler. Tseji dedikleri hamsi balığını
kavurarak yemeyi daha çok severler.

9. Milli Oyunlar ve Müzikler

Çerkezler çalıştıkları kadar da eğlenmek ihtiyacını duyarlar. Milli oyunlar,


koşmalar, at yarışları, boks, disk, düğünlerde bayrak yarışları, kız kaçırma sporları, at
üstünde hünerler, güreşler, gülle kaldırmalar gibi sporun çeşitli türlerine bayılırlar. Bu
spor hareketlerini bilmeyen hiçbir kimseye, bir gence rastlanılmazdı. Aralarında
görüşmelerin çoğu bu olaylarda olurdu. Mertliği, cesareti hep buralara bağlarlardı.
Kuzey Kafkasyalıların neşeli, hareketli, çevik ve taşkın bulunmaları, ızdırap ve acıya
tahammüllerinin en büyük temeli spordu. Hareketin, canlılığın bulunduğu yerde elem
olmaz derler. Bütün spor hareketlerini tabiatın vergisi olan yerlerde, kırlarda, çayırlarda,
ovalarda yaparlar. Kış mevsiminde bile spor hareketlerini hep açık yerlerde yaparlar.
Pek kapalı salon bilmezler.

Spor hareketinin aşırı bir şekilde tatbiki Çerkezler'i göbeksiz, dal gibi ince, fidan
gibi boylu, adale yapısı kuvvetli hale sokmuştur. Çerkez milli oyunları birçok şark
milletlerinin tersine olarak bir ayak hareketidir. Kollar pek havaya kalkmaz, hele
kızlarda asla, başlar oynamaz, göbekler devir yapmazlar, kalçalar sallanmazlar.
Gerdanlar kırılmaz ön ve arkaya bel kavisleri yapılmaz. Çerkez milli oyunları bu şark
hareketlerine yer vermemiştir. Erkek erkekliğini, kadın da inceliğini bilir. Kızları
belinden tutmak gibi alafranga hareketi adaba aykırı sayarlar. Oyunlarda terbiye ve
nezaketi ön safta görürler, saygı esastır. Zorla kaldırmalar, itişip kakmalara onların
bilmedikleri durumlardır. Fazla yaşlılar hariç bütün kız ve erkekler oyunlara katılırlar.
70-80 yaşlarında oynayanlar oldukça çoktur. Çerkez kızları başlarında Dişşepao
dedikleri taçlarıyla veya ince beyaz tül örtüleriyle, erkekler de kalpaklarıyla oyuna
katılırlar. Başı açık oynamak adaba aykırıdır. Ceketle oynayanların düğmeleri ilikli
bulunur. Pşizadeler ve verk sınıfında olanlar oyuna kalktıklarında herkes ayağa kalkar.

41
Pşilerin oğul ve kızları oynarken kendilerine ait müzik havaları çalınır. Yaşlı ve mevki
sahibi kimselerin oyununda yine herkesin ayağa kalkması adettir. Kız ve erkekler oyun
sırasında karşılıklı bulunurlar ise de birbirlerine arkalarını çeviremezler. Oyunda
erkekler bir kenara çekilip yalnız başlarına oynayarak kızları tek başına bırakmazlar,
Figürler uydurup oyunu soysuzlaştırmazlar. Oyun adabına saygı en büyük zevkleridir.
Ceketinin düğmesi açık bir kimseye rastlayamazsınız. Oyunda konuşulmaz, latife
edilmez.

Oyunlar canlı ve hareketli olur. Herkes bu topluluğa katılır. Oyuna katılmayan


seyirciler ayakta el çırparlar. Kızlar el çırpmazlar. El çırpanlar bu şekilde oyuna katılmış
olurlar. Herkes bu eğlentilere giderken kızlarını beraberinde götürürler. Bütün gençlerin
katıldıkları bu düğünler birer gençlik topluluğu olur. Erkekler, kadınlar, kızlar,
delikanlılar hep oradadır.

Çerkezler'de kadınların sosyal mevkileri çok büyüktür. Onlara saygı en büyük


asalet örneğidir. Şeref mevkii daima kadınlarındır. Kızlara da saygı gelenek icabıdır.
Kimse bunun haricinde hareket edemez. Başka bir köyde yapılacak düğün ve
eğlencelere gidecek delikanlılar komşu kızlarını atlarına Avrupa adeti gibi yan bindirir
ve kendileri de terkiye geçerler. Eğlence veya düğün bitince yine kızları aynı şekilde
köylerine getirirler. Her köyün kız ve delikanlıları hep beraber bir alay
oluşturduklarından seyahat çok eğlenceli olur.

Oyunları HATYAKUE idare eder. Bu kişi oyunun komiseridir. Her şey ona
sorulur ve oyunun düzen ve intizamından yalnız o sorumludur. Kimse onun hareketine,
işine karışamaz. Hatyakue genellikle bir erkektir.. Nadiren de bir orta yaşlı kadın olur.
Hatyakueler çok itibar görür ve kendisine düğünde birçok hediyeler de verilir.

Kuzey Kafkas Çerkez milli oyunlarının birçok çeşitleri vardır. Fakat en çok
revaçta olanlar; Tleperüj, Kafe, Besleney, Şeşen, Apsuva, Vıg, Guasevuj'dur.

Milli oyunlar Jeg (Jep) ve Nişase- Hegos (Xeqoş) olarak iki şekilde oluyor. Jeg
küçük eğlentiler: Genellikle geceleri, bazen de gündüzleri olur ve birkaç saat sürer ve
bir köyü inhisar eder. Ber jeğ eğlentisine etraf köylerden yalnız delikanlılar gelir. Kızlar
gelmezler. Jeglerde davet usulü yoktur, işiten herkes katılabilir.

42
Nişase-Xequaşe: muazzam ve büyük eğlentiler, düğünlerdir. Bunlar bir hafta
önce ilan edilir ve bu ilan ile herkes davet edilmiş sayılır. Bunlara etraftaki bütün köyler
katılırlar. Herkes buralara kızlarıyla gelirler. Gelenlerin hepsi DEJU yaparlar. Yani
nakarat ve el çırpmakla katılırlar.

Kafe: Kurban ve Terek oyunudur. Düzgün ve yavaş hareketli bir oyundur. Bir
kız ve bir delikanlı tarafından karşılıklı oynanır. Bazen uzaklaşır, bazen de yaklaşırlar,
yüz yüze dönerler.

Tleperujj: Çok hareketli, çevik bir oyundur. Bunda parmak üstü hareketlerde
yer alır. Süratle dönerler. Bir kız ve bir delikanlı tarafından oynanır.

Guaşevuj: Bu oyunda delikanlının iki tarafında birer kız bulunarak karşısında


bulunan tek delikanlıya doğru yürüyerek gidilip gelinir. Ciddi ve güzel bir oyundur.
Karşıdaki delikanlı kızların kendine verilmesini, işaretle rica eder. Kavalye kabul etmez.
Bir hayli nazdan sonra kavalye yanındaki kızları karşısındakine verir, kendisi onun
yerine geçer. Kadrilin ufak bir şeklidir.

Apsiva: Çok güzel hareketli bir oyun. Bir kız ve bir delikanlı tarafından oynanır.
Sık sık dönmeleri ve yer değiştirmeleri vardır.

Şeşen: Bol kol hareketi olan süratli bir oyundur. Bunda kızı sık sık takip eden
delikanlı bazen sağ, bazen de sol kolunu açarak kızın yolunu kesecek şekilde hareketler
yapar. Bazen de hızla dönerek arkadaşının hareketine uyar.

Şamiley: Şeşen oyununun biraz değişiğidir.

Vig: Bu oyun geniş yerlerde yapılır. Delikanlılar ve kızlar el ele vererek, kol
kola girerler. 30-40 kişinin katıldığı görülür, sağ ayak ilerde, sol ayak geride olmak
üzere sağa doğru yürünür. Bazen çift çifte ayrılarak birbirini takip ederler ve müziğe
ayak uydururlar, bazen de elleri birbiriyle kenetleyip halka yaparlar. Ortalarda bulunan
çalgıcı "SIRINAPSHA" ile etrafta el çırpanlar! ve tahtadan yapılmış ve birbirine deri ile
eklenmiş zilleri (Pkhecik) çalanlar oynayanlarla birlikte coşarlar. Çok eğlenceli bir
oyundur. Bu oyunda yaş, kadın vesaire mevzuu bahis değildir. Herkes bu oyuna katılır.

43
Bugün bu oyunlara yenileri ilave edilmiş bulunuyor.24

Milli Müzik

Milli müzik; his, ruh, delalet ettiği mana, heyecan ve ateşli çalış bakımından
Avrupa halk müziklerine çok benzer. Halkın derin aşk ve kahramanlık melodilerini dile
getiren bir müziktir. Çerkez müziği başta gençlik olmak üzere halk tabakaları üzerinde
önemli tesirler yapmakta gıbze ve veredleriyle geçmişle bugünü birbirine hayli sıkı bir
şekilde bağlamaktadır. Müzik ruhi terbiyesinin büyük kurucusudur.

Çerkez müziği kahramanlık, aşk, fazilet ve sevgi, vatan muhabbeti gibi ruhi
hisleri sinesinde taşır, bu müzikte ahlaka aykırı hiçbir şey görülmez. Romantik ve aşk
konularını işlese bile edep dairesini aşmaz. Vatana bağlılığı perçinler. Fazileti esas tutan
bu müzik insanların bazılarını güldürür, bazılarını da ağlatır.

Müzik Aletleri

Çerkezlerin bugün kullandıkları milli müzik aletleri özeldir ve bir cihete göre
hisleriyle, ruhlarıyla, hareketleriyle beraber yürür. Kalın seslerden hoşlanmayan halk
davulu zurnayı pek sevmemekte tiz sesli olanlara rağbet göstermektedirler. Milli
müziğin başında gelenler şunlardır:

1. PKHAPŞİN, bunu kendileri imal ederler. 3-4 tellidir. Teller at kılından olup
kemence türünden bir sazdır. Abkhaz Çerkezleri bu alete "Apkhhirtza" diyorlar.
Bu saz ağır başlı eğlencelerde erkek meclislerinde çalınır. Çalınması sırasında
güzel sesli biri eski ve tarihi hatıraları yanık şarkıları (Vered) söyler, savaşta
geçen olayları, kahramanlıkları, yankıları teberüz ettirir. Çekilen ızdırapları,
üzüntüleri belirtir. "Haceş"te bulunanlar buna katılırlar, nakarat tutarlar. Bu
nakarata "DEJU" deniyor. Bunlarla aşk şarkıları pek çalınmaz. Daha çok
hatıralar yad edilir. Mersiyeler söylenir. Savaşlara ait destanlar çalınır,
menkıbeler yad edilir ve manzumeler söylenir. Bu veredler bazen çalgısız da
olur. Deju yapanlar büyük bir huşu ile katılırlar. Derler ki savaş meydanlarında
çok yorgun düşmüş bir kahraman bu deju'ların etkisiyle bütün yorgunluğunu
unutur. Gerçekte bu alet hiçbir zaman umumi eğlence yerlerinde çalınmaz.

24
Jabaghi Baj, “Çerkezler”, Ankara 2000, s. 158-160.
44
Yaralının ağrı, ızdırap ve acılarını unutturmak için sabahlara kadar çalarlar,
destanlar, mersiyelerle yaralıya teselli verirler.

2. Kamil veya Bjami denilen alet ney gibidir. 20-25 santim uzunluğunda bir flüt,
bunu çalanlara "KAMİLAPŞE" derler. Düğün sahipleri maddi kudretine göre
düğünlerde bunlardan birkaç kişi bulundururlar. Bu şekilde eğlentiler de daha
geniş ve adeta bir orkestra takımı kurulmuş olur.

3. Pşine: Armoniktir. Bu aleti erkeklerden ziyade kızlar kullanırlar ve çalarlar.


Armonik çalmayan kız nadirdir. Hatta dikiş dikmek nasıl bir kıza gerekli ise,
armonik çalmakta o kadar gereklidir. Her evde bir armoniğin bulunması
zorunluluğu vardır. Tek perdeli körüklü bir alettir.

4. Pşinepkhanc- Çift sıra perdeli armoniktir. Pşineye nazaran daha büyük ve daha
ağırdır. Sesleri piyanonun seslerine benzer. Bunlar genellikle oturarak çalınır.
Pşineye göre çalınması daha zordur. Erkekler buna daha çok heveslenirler.

Çerkezler müzik sanatkârlarına "Sırinapsha" derler. Halk bunlara çok önem


verir. Bunların çok kuvvetli ve hassas olan hafızaları güzel sanattaki istidatlarının bir
sonucudur.

10. Giyim ve Kuşam

Erkek Elbiseleri

Giyim eşyaları bakımından tüm Kafkasya’da bir benzerlik gözümüze


çarpmaktadır. Bu yüzden sadece Çerkezlerde giyim kuşam eşyalarından bahsedeceğiz,
diğerlerinde ise aynı olduğundan tekrar bahsetmeye gerek yoktur. Sadece ufak tefek
farklılıklardan söz edeceğiz.

Çerkez erkek elbisesinin şekli malumdur. Vücuda uyması; endama güzellik


vermesi, levent bir şekil göstermesi bakımından mükemmel çizgilere sahiptir. Kibar bir
hayat yaşayacak “At üstünde doğup at üstünde ölecek” bir millete bundan başka
yakışacak elbise şimdiye kadar icat edilmediği gibi zevki selime bundan uygun bir
elbise düşünülemez. Çerkez elbise ve takımlarının ayrıntılarına varıncaya kadar
tamamen birbirleriyle aynı olması dolayısıyla Çerkezya’da seyahat eden bir insan her

45
yerde aynı ailenin fertlerini görüyor zanneder. Bütün Çerkezlerin kıyafetlerinde en ince
noktalarına kadar olan eşitlik ve uygunluk eski ve otoriter medeniyetlerinin
delillerinden biridir. Çünkü Çerkez sosyal çevresi bütün fertlerinden aynı karakteri aynı
itiyadı tam olarak ister.

Genç ve ihtiyar, elbiselerinin dar ve geniş olması hususunda pek fark göstermez.
Yüz yaşına da gelse eğilmek bilmeyen dik çelik vücuduna aynı elbise daima yakışır ve
değiştirmeye lüzum ve ihtiyaç göstermez.

Çerkez erkek elbise parçalarını şöyle bir inceleyecek olursak başlıcaları şöyledir:

Kalpak: Kafkas iklimi şart olduğu için kalpak en uygun bir baş giysisidir. Çok
dayanır, kırılmaz, büzülmez, kalıp istemez. Çehreye güzel bir manzara verir.

Kalpağın rengi çoğunlukla siyahtır. Gri ve kahverengi enderdir. İçine astar


olarak konan ince ve beyaz keçe yazın teri çeker, kışın sıcak tutar. Din alimleri derinin
üstüne ince sarık bağlarlar fakat genellikle ulema ve müderrisler sarıksız olarak kalpak
giyerler. Ancak namazlarda ve vaazlarda imamet ve hitabet edenler kalpağın üstüne
sarık sararlar.

Setre: Setrenin rengi daima koyudur. Beyaz yün kumaştan yapılmış setre
giymek ihtiyar ve muhterem büyüklere mahsus bir şeydir.

Setre, yakasız, haydari gibi önü göğüs hizasına kadar açık, omuzu ve vücudu
sıkmayacak şekilde genişçe, kollar düz olduğundan ağızları biraz geniş bili sıkacak
derecede uzun ve vücut içinde ferahlıca hareket edecek şekilde geniş, eteğin önleri düz
olup insan ayakta durunca güzelce kavuşacak haldedir. Önde; ince ipek sicimden
yapılmış ve setrenin renginde zarif düğmeler dikkat edilmezse görünmeyecek kadar
küçüktür ve daima iliklidir. Göğsün altında her iki tarafta Hazreti denilen fişeklikler
konacak mahfazalar vardır. Bunların altında birer cep bulunur ki soldakine küçük ve
zarif uzunlamasına barut konur ve ona bağlı ipek sicim koltuk altına tutturulur. Sağ cebe
biz, ince sırım ipliği gibi eyer ve silah takımlarını gerektiğinde tamir etmek için uygun
malzeme konur.

46
Setrenin bütün kenarı ile fişeklik sırma şeritlerle süslenir. Bu sade ve güzel
süsler elbiseye kibarca güzellik verir. Ancak bu şekilde süslenen elbiseyi yüksek ve
zengin ailelere mensup beka gençlerle muhterem ihtiyarlar giyerler. Bütün halk, genç ve
ihtiyar sade giyinirler.

Pantolon: Pantolon genelde setrenin kumaşından yapılır ve rengi koyudur.


Biçimi süvarilerin giydiği pantolona benzer. Fakat ağı ne çok geniş, ne de çok dardır.

Pantolonun iki tarafında cep bulunur ve sırma süsleri pantolona ilave edilmez.
Çerkezler üste giyilen yün pantolona “TSİVAPXE GUEŞEQ” derler. Kış mevsiminde
bacakları soğuktan korur.

Dizlik – Tlay : Dizlik koyu şayaktan, genellikle siyah sahtiyandan yapılır,


gönden yapıldığı zaman atın terinden korunmak için iç tarafına sahtiyan dikilir. Fakat
bu şekilde eklenen sahtiyanlar doğrudan doğruya sahtiyandan yapılan dizliklerde
derinin parlak yüzü içeride bırakılarak siyaha boyamış ve siyah haline getirilmiş olan iç
yüzü dışarıda olmak üzere yapılır. Dizliğin üst ve alt kenarları sırma şeritlerle süslenir.

Ayakkabı ve Mest: Ayakkabı siyah sahtiyandan yapılır. Kırmızı sahtiyandan


ayakkabı giymek büyüklere mahsus gibidir. Güzel terbiye edilmiş, tüyleri alınmış sığır
derisinden yapılmış yumuşak ayakkabıları daha çok fakirler ve özellikle piyadeler
giyerler. Sahtiyandan mamul ayakkabının ağzı, kenarları sırma şeritlerle süslenir.
Çerkez ayakkabıları hafif olduğu gibi sahtiyan ya da yumuşak deri ayağın ihtiyacı
nispetinde genişlemekte ve ayağa uygun bir şekil almakta olduğundan rahattır.
Ayakkabı ile yalnız çorap giymek ayıp sayıldığından her halde sahtiyandan yapılmış
mest ile giyilir. Mestte ayakkabının biçiminde olup, topuktan 4-5 parmak kadar yükse
olur. mestin dikiş yerleri sırma şeritlerle donatılır.

Kaptan: Kaptan dedikleri eteği uzunca, mintan aynen setrenin şeklindedir.


Ancak kaptanın yakası kapı olup beş santimetrelik kola yakaları kadar yüksektir.

Kaptan genelde siyah ipekli satenden ve bazen de beyaz pakistandan imal edilir.
Kaptanın eteğinin uzunluğu azami diz kapağına kadar olup, ev dahilinde setresiz
giyildiği için, genellikle uzun yapılır. Kaptanın kolları geniş olmayıp bilekte kendi
renginde küçük ve zarif düğmeleri vardır.

47
Don ve Gömlek: Don ve gömlek daima beyaz pakistandan yapılır. Fakir kısmı;
kadınların dokudukları ince bezden yaptırırlar. Donun biçimi aynen Çerkez pantolonu
gibidir. Gömlek ise alaturka gömlekler biçiminde olup yalnız kaptan gibi dik ve yüksek
yakası vardır.

Yamçı – Ş’ague: Yamçı, askeri pelerinleri şeklinde olup, üzeri kıvırcık olmak
üzere siyah yünden imal edilir. Önü yakanın iki tarafına dikilmiş olan sahtiyandan
düğme ile tutturulur ve yaka ile düğme şeritlerle süslenir. Beyaz ve kıza zarif yamçılar
kadınlara mahsus omuz atkısıdır.

Kürk – Şibe: Çerkezler; kuzu derisinden soğuğa karşı kısa kürk (şibe) giyerler.
Özellikle karlı havalarda bununla kendilerin muhafaza ederler. Kürkün tüylü kısmı
içeride bulunur.

Başlık – Shorkan: Başlık yalnız beyaz sayaktan yapılır. Kenarlarında ve dikiş


aralarında beyaz, nadiren de siyah ip konur. Başlığın kenarları bazen sırma şeritlerle
süslenir.

Kumaşlar: İç çamaşırları kaptanlık kumaşlar müstesna olmak üzere erkek


elbiseleri levazımatı tamamen Çerkez kadınlarının imalatıdır. Yünden, deriden bu
elbiseleri dokuyup yapmak hususunda kadın ve kızlar takdire değer gayretler gösterirler.
Evinde genç kadın ve kız bulunmayanlar komşularının genç kadın ve kızlarına elbise
dikmek, kumaş dokumak için başvurmakta olduklarından kadınların bu hususdaki
çalışması yalnız kendi hanelerinin ihtiyacına inhisar etmez. Müracaat edenlerin işlerini
de yaparlar. Karşılık beklemezler.

Kadın Elbiseleri:

Çerkez kadın elbisesi sade ve zariftir. Kadının narin ve ince endamını fidan gibi
güzel göstermek, genellikle güzelliğini arttırmak gibi hususlarda büyük bir üstünlük
taşır. Latif endamlarıyla ün salmış bu Kafkas kadınlarının doğanın kendilerine
bahşettiği güzellik ve modeli; insan eli vücuda getiremez. Çünkü o; yüksek bir zevki
selimin ürünüdür. Tabiat kadar sade ve güzeldir. Çerkez kadın elbisesinin parçalarına
bakacak olursak:

48
Dişepoa – Sırma Saç: Çerkez kızları, sırma kaytan ve şeritlerden yapılmış zarif ir
taç giyerler. Büyüklüğü yüze güzellik verecek derecededir. Zülüfleri, perçemlerini
kapamayacak şekilde biraz tepede bulunur. Tacın üstünde birde altın ve gümüş top
vardır. Tepesi bazen düz, bazen de biraz koni biçimindedir. Altında perçem: alın üzerine
dökülür. Zülüfleri kulaklara doğru iner. Tek ve büyük saç örgüsü de belden şagıya
doğru iner.

Bu sırma saç bazen yalnız olarak giyilmez. Üstüne gayet ince ve ŞAMHA
dedikleri bir beyaz ya da pembe tül örtülür.

Bu serpuş (İsa’nın milat ağacı) gibi her rengi, her çeşidi olan, dallı, budaklı
biçimsiz Avrupa kadın şapkalarından çok güzeldir.

Korak Say: Korak denilen kız mantosu, erkek setresine benzer. Ancak korakın
kolları dar ve omuzdan itibaren giyilmeyip serbest bırakılır. Setre gibi yakasız, haydari
biçiminde göğse kadar açık olup göğüste bulunun çapraz gümüş yada altın düğmelerle
tutturulur. omuzdan bele kadar vücuda yapışacak derecede dardır. Etek topuğa kadar ve
erkek setresi eteklerinden biraz dardır. Bundan dolayı biraz açık duran önde entari
görünür. Korak siyah yada koyu kırmızı ve kahverengi sırma süslü güzel ve parlak
gösterecek koyu renkli ince çuhadan yapılır. Korakın bütün kenarları, dikiş araları
şeritlerle süslenir.

Entari – Can: Çerkez kadın entarileri alaturka düz entarilerin aynısıdır.


Uzunluğu topuğu geçmez. Yakası gerdan görünecek şekilde açıktır. Resmi yerlerde
kızlar korak altında düz ince ipekten yapılmış entari giyerler ve açık renkleri tercih
ederler. Ev içinde basma entari giyerler. Entarilerde süsü yapmazlar.

Ayakkabı: Kadın ayakkabısı ve mest daima kırmızı sahtiyandan yapılır. Şekilce


erkek ayakkabı ve mestlerinin aynısıdır. Çok resmi görünmek istedikleri yerde ayakkabı
ile beraber üzeri şeritlerle işlenmiş yüksek takunya giyerler.

Şamiha – Başörtüsü: Ev içinde yada resmi olarak görünmeyeceği yerlerde


kızlar taç giymezler. Yalnız başlarına bir eşarp atarlar. Başı açık tutmak saygısızlık
olduğu için başa atılan bu tül, eşarp güzelliği saklamak için değil, tersine güzel
göstermek içindir.

49
Kemer: Çerkez kız ve kadınları resmi ve resmi olmayan her yerde kemer
takarlar. Kemersiz bulunmayı ayıp sayarlar. Genelde kemerler kırmızı sahtiyan üzerin
araları birer parmak arayla gümüş yada altın düğmeler konmuş ve önde bir mili olacak
şekilde yapılır.

Korsa – Şuktan: Çerkez kadınları çok eski zamanlardan beri korsa kullanırlar.
Vücutlarının düzgün durmasına ve endamlarına önem verirler.25

11. Silah ve At Takımları

Çerkez silahlarının da her şey gibi zamanın, değişik ve gelişmelerine uyarak


biçim değiştirdiği anlaşılmıştır. Ecdattan kalan eserler ve kazılardan çıkan savaş
malzemesi bunun er. büyük delilidir. En sonra bıraktıkları silah ok ve yaydır. Eski
zamanda bunu yalnız kibarlar taşırmış.

1722 yılında başlayıp 1864 yılına kadar kanlı bir şekilde devam eden Çerkez-
Rus harplerinde hasmın silahına üstün, hiç olmazsa eşit silah kullanmak icap ettiğinden
bu savaşlarda ok ve yay kullanılması terk edilmişti. Sonraları bunu sadece kibarlık
nişanesi olarak savaş haricinde taşırlardı.

Çerkez silahları zamanlarına göre en zarif, en iyi silah idi. Ruslarla yapılan
savaşlar sırasında koca Avrupa arkasında yardımcı olduğu halde Rusların silahına;
Çerkez silahlarının üstün olduğu konusunda batı yazarları hemfikirdirler. İyi çelik
yapmakta Çerkezler çağdaşlarından ileri idiler. Bundan dolayı kama ve kılıçları iyi
kesmek hususunda eşsizdi.

Tüfekleri hafif ve zarif olmasının yanında atış gücü ve kolay kolay şişmemesi
bakımından diğer tüfeklerden üstündür. "Yiv"i icat ederek şişhane usulünü meydana
getiren Çerkezler, silah tarihinde önemli bir değişiklik meydana getirdiler. Kendileri
yivli tüfek kullandıklarından kaval tüfek taşıyan Avrupalılarla alay ederlerdi. Bir Çerkez
şiiri:

"İngiliz cesur, atları güzel, takımları mükemmel, fakat tüfekleri kavaldır" diyor.

25
Jabaghi Baj, Çerkezler, Ankara 2000. S. 127-133
50
Çerkez zevki selimi, tabiat güzelliği silah takımlarının umumundaki zarafet ve
isabeti göstermektedir.

Kincals-Kama

Çerkezler'in en eski vefakâr dostu "KAMA"dır. O elbise gibi yataktan başka her
yerde vücudun ayrılmayan bir parçasıdır. Yakın vuruşmalarda kamanın en çok iş gören
bir,silah olduğunu bildiklerinden daima yanlarında taşırlar. Hem keser, hem deler.

Kamalar halkın kendi ürünüdür. Ve herkesin servetine göre kını süslenir.


Umumiyetle fakir kısım SAVİR dedikleri siyah bir sahtiyanla kaplı karna taşırlar.
Zenginler ise ya tamamen ya da kısmen altın ve gümüş ile kınını kaplatırlar ve süslü
güzel nakışlarla güzelleştirirler. Kamanın altında tahta kına oyulmuş bir mahfazada
daima zarif ve küçük bir bıçak bulunur. Gümüş kaplanmamış kamaların kabzası bazen
fil dişinden, genellikle siyah manda boynuzundan yapılır. Kama, kabzasına yakın
yerinden kemere sağdan sola doğru takılır.

Kate-Kılıç

Çerkez silahları arasında kamadan sonra kılıcın önemi vardır. Çünkü Çerkezler
devamlı savaşlara kifayet edecek derecede barut yapmak veya tedarik etmek konusunda
zor duruma düştüklerinden, kılıcı her yerde ve her zaman kullanabileceklerinden önemli
bir kıymet verirler. Genellikle savaşlarında yalın kılıç olarak düşmana saldırırlardı ve
onunla kendilerini savunurlardı. İyi kılıç kullanmak, düşmanın atının üstünden kapıp
yere atmak için bilekte fazla kuvvete gerek olduğundan Çerkez idmanları genellikle
kolun adalelerine önem verirlerdi. Gençlerin her zaman taş atması, demir gülleler
kullanması eğlencenin yanında kola kuvvet vermek içindir. Bir kılıç darbesiyle düşmanı
iki parça edememek maharetsizlik sayılırdı. Bundan ötürü asılı duran 3-4 koyun
gövdesini bir kılıç darbesiyle kesebilecek kadar kollarına kuvvet ve maharet verirlerdi.

Çerkez kılıçları çeşitli memleketler yapısıydı. Çoğu kendileri tarafından imal


edilmiştir. Bazısı dünyaca tanınmış Şam kılıçlarıdır. Bunları Mısır'daki hemşehrileri
aracılığıyla tedarik ederlerdi. Bunlardan başka Eski Romalılara, İspanyollara ait ve
üzerlerinde Latin ve İspanyol yazıları, resimleri bulunan kılıçlar da vardı.

51
Bunlar Haçlı Savaşlarına katılmak için "Daryal" geçidini kullanarak Anadolu'ya
geçmek isteyen ve perişan edilen Avrupa sürüleriyle, Çerkezya sahillerinde eski
zamanlarda ticaret kolonileri oluşturmuş olan Cenevizlilerden kalmadır. Bazı; meşhur
kılıçların değeri çok fazla olduğundan ancak birkaç esir köle ve cariye karşılığında satın
alınırdı.

Kılıçların kını; fakirler için siyah Savir ya da sahtiyan kaplıdır, Kabzası da siyah
boynuzdan ya da beyaz fil dişinden yapılmıştır. Servet sahiplerinin kılıçları ise kamalar
gibi kısmen ya da tamamen nakışlı gümüş ve altınla kaplıdır.

Kılıç sağdan sola doğru omuzdan takılır ve solda bulunur Kayışı üzerinde düğme
bulunmaz. Fakat ucunda gümüş veya altın toka bulunur.

Fxonç-Tüfek

Çerkezler'in tüfekleri genellikle kendi yapımlarıdır. Hafif ve narin olduklarından


taşınması kolaydır. Atışı rahat ve çok iyi olduğundan bu tüfeklerle Çerkezler 2-300
metrede dikili nişangâh tahtasının ortasındaki üç santimetre çapındaki küçük daireyi
vurmakla yetinmezler, dairenin ortasındaki ufki olarak yerleştirilen bıçağın ağzı ile
kurşunu iki parçaya ayırmaya nişancılık derler.

Göğüsteki Hazırıtlerin her birisinde ölçülmüş olarak bir atım barut ile ağızda
çaputu beraber kurşun bulunduğundan, tüfeklerini hemen hemen otomatik silahlar kadar
hızlı doldurup atarlar. Çakmağın ağzına kuru barut koymak için fişekliğin altındaki sol
cepte zarif ve kullanışlı kolay siyah boynuzdan yapılmış güzel bir barutluk vardır.

Tüfeğin kundağının ucuna beyaz fildişi, tahta kısmı üzerine gümüş halkalar
konur. Fakat demir üzerine altın çok nadir işlerin. Tüfeğin ayrı kayışı varsa da daima
kılıf içinde taşınır.

Kılıf ise yamçı keçesi gibi üzeri kıvırcıklı siyah keçedendir. Kayış takılacak
yerlerinde, iki ucunda kırmızı sahtiyandan birer kemeri vardır. Nişan çatalı kılıfın açık
ağzı ile kırmızı sahtiyandan yapılmış kemer sırma şeritlerle süslenir. Tüfek daima sağ
omuzdan asılır ve dipçiği aşağıda bulunur.

52
Çeravk-Tabanca

Çerkez tabancaları tüfeğin kısa bir modeli olup yalnız dipçiği biraz kavisli ve
ucunda fildişinden ya da siyah boynuzdan bir yuvarlağı vardır. Bu toparlağın ucundaki
halkaya bağlı sırma işlemeli bir bağ ile duvara asılır. Tabancanın kabzasını, bileziklerini
servet sahipleri gümüş ve altınla süslerler. Tabancanın beyaz patiskadan bir kılıfı
bulunur. Ve kılıf içinde olduğu halde arkada kemerle setre arasına sağdan sola geçirilir.
Bazen kılıfsız olarak konulur, bazen de siyah sahtiyandan yapılmış kılıf içinde kemere
takılır. Tabancayı yakın müsaderelerde kullanırlar.

Bgırip-Kayış

İyi terbiye edilmiş, koyu çividiye boyanmış sığır derisinden yapılır. Genişliği bir
buçuk parmak kadardır. Sağ ve sol yüzünde ön tarafla birleşen kısımlarında süs olarak
savatlı ve nakışlı gümüş veya altın düğmeler vardır. Bundan başka sağ tarafta küçük ve
zarif bir demir kutu kemere bağlıdır ki yağdanlık görevi görür. Bu kutuya silahları
yağlamak için tavuk yağı veya geyik iliği koyarlar. Yine sağ tarafta kemere beş
santimetre kadar uzun ince ve zarif bir tornavida asılıdır ki, silahları sökmek için
kullanırlar. Bunlardan başka yine sağ tarafta kemere (Sual) denen küçük bir sahtiyan
torbacık bağlıdır. Bunun için de fazla kurşunları, eyer takımlarını tamir için gereken
ufak tefek şeyleri saklarlar.

Khezertl

Göğsün her iki tarafında setrenin üstünde; bulundurulan fişeklerin ya tamamı, ya


da hariçte görünecek kısmı, altın yaldızlı, işlemeli gümüşten yapılır. Fakirlerin ki ise
ağız tarafı geyik boynuzundan yapılmış ve beyazdır. Alt tarafı cilalı tahtadır. Gümüşten
yapılmış "Khezertl"lerin diplerine bağlı zincirlerle fişekliğin önü alınır. Adi Khezertler
ise ince siyah şeritlerle birbirine bağlanır ve bu sicimler fişekliğin altında bir noktada
setreye dikilir.

Çerkezler erkek için süsü erkek ve karma aykırı görürler. Fakat silah ve at
takımının mümkün olduğu kadar süslü olmasına önem verirler. Erkeğin bütün süsü silah
ve at takımında görünmeli derler. Bu konuda süsü değil süssüzlüğü ayıp sayarlar. Mr.
Spenser Karadeniz'de bir liman olan Psat'ta gördüğü Pşikan adında bir Çerkez ve
kıyafeti hakkında kitabında şöyle yazar:
53
"O, ölmeyen Fedyas için güzel bir örnek oluyor. Çerkez kıyafetini gördükten
sonra bizim Avrupa kıyafetinden söğüdüm" der.

At Takımı

Çerkez at takımının genel görünüşünde büyük bir uygunluk ve güzellik vardır.


Kayışlarına, gümüş ve altın ziynetlerine varıncaya kadar her parçasında ince bir zevk
hakim. Süvariyi dik ve güzel göstermek, hafif olmak, atın sırtını vurmamak; ata zahmet
vermeyecek şekilde sıklet merkezinde bulunmak, uzun seferlerde süvariyi yormamak,
çabuk yıpratmamak gibi özellikleri taşıması ona bir üstünlük verir.

Çerkez eyerlerinin şekli malumdur. Tahta çerçevenin üzerine siyah sahtiyan


kaplanır. Kaşları bazen savatlı ve nakışlı altın suyuna batırılmış, gümüş levhalarla
kaplarlar. Fakirler ise kaşın iç tarafını savir ile, dış tarafını iyi cila kabul eden ceviz
ağacından ince bir tabaka ile örterler. Ön ve arkadaki kaşların eğerle birleştiği yerde
birer sırım şerit geçirilir. Bununla arkada yamçı vesair eşya bağlanır. Eğerin iki kaşı
arasında üzeri siyah koyu sarı renkte sahtiyan kaplı bir yastık vardır. Keçelenmemesi
için içine sert geyik kılı doldurulur. Yastık dörtgen şeklinde olup ortası ince, köşeler
kalın olduğundan süvari çok rahat oturabilir. Yastığın dikiş yerlerine sırma şerit ve
kaytan konulur. Eyerin altında üzeri kırmızı sahtiyan kaplanmış üç kat keçe ve onun
altında kenarları siyah yün ipliğiyle nakşedilmiş iki katlı bir keçe bulunur.

Çerkez ÜZENGİ (Tleriğ)leri ufak olduğundan ayağın tamamı içme giremez.


Üzengiye ayağın yalnız ön kısmıyla basmak adet olduğundan üzengileri de ona, göredir.
Çerkez ayakkabılarının küçük ve zarif olması da ufak üzengi için çok uygundur.

Bütün kayışlar iyi terbiye edilmiş sığır derisinden yapılmış birbirine bağlı iki
parça demirdendir ve çok yumuşak durur.

Kuskun ile göğüslük üzerinde savatlı ve nakışlı gümüş ve altın düğmeler vardır.
Kayışların bağlanması için bulunan bütün halkalar da aynı şekildedir. Gem demiri
"ŞEPS" dedikleri şekilde olup birbirine bağlı iki parça demirdendir. Atın ağzını vurmaz.

54
Kamçı

Kamçıya Adigeler çok önem verirler. Kamçı iki parçadan oluşur 45 santim
boyunda olan sap ile aynı boyda bulunan ve sırımdan yapılmış orta sertlikte kırbaç.
Çerkez kamçısı portatif hem de ucundaki deri parçası dolayısıyla hayvana vurulduğunda
rüzgar getirmesi ve mukavemeti ile yaptığı tesirden başka, hayvana acı vermemesi
bakımından da üstündür.

Kamçı tutuşu, vuruşu ve attan indikten sonraki durumu diye üç safhaya ayrılır:

Tutuşu: Kamçı sağ elle tutulur. Baştan dördüncü parmak kamçı bağına geçirilir.
Sol parmak bağın altında kalmak üzere sarılır, a zaman kamçı sapı avuca gelir ki
vuruşun saniyede tesirini yapmak mümkün olur. Harici tutuşlarda, dördüncü parmağa
takılan bağ yardımı ile dirsek kolu doksan dereceye yakın kırmak suretiyle salmakta
mümkündür. Kamçının sap ve kırbaç kısmı bir arada kullanılmaz. Büyüklerin
(Thamadeler) bazen kamçının kırbaç kısmını atın boynunun soluna aşırmak suretiyle
tuttukları da görülür.

Müstesna bir gün veya zaman "düğün vesaire" olmadıkça bir köye giderken veya
çıkarken daha doğrusu bir topluluğa karşı at koşturmak, at oynatmak ne kadar kabalık
ve saygısızlık ise bu gibi yerlerde hayvanın başına kamçı vurmakta aynı şekilde
saygısızlıktır.

Vuruş: Çerkezler hayvana binince kalçasına hafif vururlar. Bundan amaç


binicinin mevcudiyetini ve hakimiyetini her an için ata hissettirmektir. Hayvanın başına,
boynuna ve kuyruk etrafına vurulmaz, buralara vurulunca gıcıklanan hayvan gözünü
kapamak, başını oynatmak ve kuyruğunu sallamak gibi hallere sebep olduğundan
sakınılır. Sık sık kamçı kullanmak hayvanın hassasiyetini kaybedeceği düşünülerek
doğru bulunmaz.

İNDİKTEN SONRA "DURUM'da aynıdır. Kamçı sarkmış olarak tutulmalıdır.


Kamçıyı toplu olarak tutan kimse (at yanında iken) iyi not almaz. Bu kaideye eve girip
kamçı asılıncaya kadar riayet edilir. Asılısında da dikkat edilecek hususlar vardır,
meselâ misafirlikte kamçının ucundaki yaprağı (deri kısım) kapı tarafına gelecek şekilde

55
ev sahibi tarafından asılmışsa ev sahibi yol gösteriyor demektir. Misafir tarafından
asılmışsa yoluna devam edeceğine işarettir.26

B. GÜRCÜLER

1. Gürcüler kimdir?

Kendilerine “Kartveli” diyen Gürcülerin “Sakartvelo” (Gürcü ülkesi, Gürcistan)


dedikleri topraklarda eskiden beri yaşadıkları sanılır. Kafkasya’nın yerli haklarından
olan Gürcüler tarihsel olarak, Kartlar, Megrel-Çanlar (Lazlar) ve Svanlar olmak üzere
üç boydan oluşur. Günümüzde bir ulus olarak Kartveli halk (Gürcü, Megrel, Laz, Svan)
anlaşılır. Uluslaşma sürecinde kartların belirleyici yol oynadığı söylenebilir.

Tarihsel olarak Kortlar Gürcistan’ın doğu ve güney kesimlerinde, Svanlar


çoğunlukla batı Gürcistan’ın Kuzey bölgelerinde, Megrel-Çanlar ise Karadeniz’in doğu
ve güneydoğu kıyıları boyunca yerleşmişlerdir. Tarihsel süreç içinde kartlar ön plana
çıkmış. Doğu Gürcücesi edebiyat dili olarak gelişmiş ve öbür gürcü (Kartveli)
boylarının da edebi dili durumuna gelmiştir.

Dil

Gürcü dili (Kartuli ena) Kafkas dillerinin Kartveli ailesine bağlı bir dilidir.
Kafkas dilleri ise Kafkasya’nın yerli halklarının konuştuğu dillerdir. Bu dillerin, Hint-
Avrupa, Altay ve Hami-Sami gibi geniş dil aileleriyle yakınlığı yoktur. Kafkas dillerinin
Kafkasya dışında konuşulan bazı dillerle yakınlığı olduğu ileri sürülmüşse de henüz
kanıtlanmış değildir. Bazı dil bilimciler Kafkas dilinin Bask diliyle yakınlığını ileri
sürerek bu dillerin “İber Kafkas” dil ailesi olarak sınıflandırılabileceğini belirtmişlerdir.

Kartveli yada Güney Kafkas dil ailesi Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca’yı
kapsar. Bazı dil bilimciler Magrelce, Lazca, ve Svanca’nın ayrı diller sayılacak kadar
farklılaşmadığını ileri sürerek bu dilleri Gürcüce’nin lehçeleri olarak kabul ederler.

Kafkas dilleri ve dolayısıyla kartveli diller arasında, eskiye dayanan edebiyat


geleneği olan tek dil Gürcücedir. Gürcü dilindeki ilk yazılarda, Aremi alfabesinden

26
Jabaghi Baj, “Çerkezler”, Ankara 2000, s. 135-140.
56
türeyen ve yunan alfabesinden de etkiler taşıyan eski Gürcü yazısı kullanılmıştır.
Megrelce, Lazca ve Svanca’da ise yazı gelişmemiştir.

Bazı dil bilimciler Lazca ve Megrelce’yi aynı dilin lehçeleri olarak ele alır.
Megrelce ve Lazca, bugün bir bölümü Gürcüstanve bir bölümü Türkiye sınırları içinde
yer alan Karadeniz’in kıyı kesimlerinde, Svanca ise Elbruz dağının güneydeki yüksek
vadilerde konuşulur. Gürcistan’ın, resmi dili olan Gürcüce, Gürcistan’ın dışında
Azerbaycan’da, Kuzey Osofya’da, Krasnodan’da İran’ın Isfahan eyaletinde ve
Türkiye’nin bazı bölgelerinde de konuşulmaktadır. Gürcüce’nin köklü edebiyat geleneği
5. y.y.’la değin kullanılan dil eski Gürcüce olarak adlandırılır. Gürcü alfabesinin
kullanıldığı en eski yazıtlarda bu dille yazılmıştır. Gürcücenin doğu lehçesine dayanan
edebiyat dili Yeni Gürcüce ise, 12. yy.da kilise dışı yapıtlarla ortaya çıkmış ve 19. yy.lın
ortalarında bugünkü biçimini almıştır. Eski Gürcüce, yapısal açıdan Yeni Gürcüce’den
birçok yönüyle farklı olmasına karşın, Gürcüler tarafından bu günde
anlaşılabilmektedir. Eski Gürcüce, kiliselerde ve dinsel metinlerde 19.yy.lın başlarına
değin kullanılmıştır.

Gürcücenin ses düzeninde beş ünlü ve 28 ünsüz vardır. Ünsüzler arasında


kapatılanlar ve yarı kapatılanlar, gırtlaksal özellikler taşır. Sürtüşmelilerin ünlü ya da
ünsüz biçimleri vardır. Sözcük gövdelerinin çoğu bi yada iki ünsüzle başlar. Daha çok
ünsüzle başlayan gövdelere de rastlanır.27

2. Aile Yapısı ve Oluşumu

Gürcüler yerleşik düzene geçtikten sonra özel “sahli” evlerde yaşamaya


başladılar. Kalabalık hane halkı ana başından akraba olup birlikte bir çatı altında
yaşardı. Hane halkı “Tem”i, aileler topluluğu da “Tom” (oymak) yani akraba
topluluğunu oluştururlardı. Tem’ler ve Tom’lar yerleşik yaşam sürerlerdi. Onların
başlıca uğraşıları toprak işçiliği idi. Önceleri sebze, meyve üretim, sonraları tahıl
üretimi geliştirildi. Bu tür işleri evin reisleri olan kadınlar organize ediyordu. Evin reisi
kadın Gürcü dilinde “Diya Sahlisi” adı verildi. Hanenin tüm problemlerinden bu kadın
sorumluydu. Ana soy köküne bağlı bir aile sistemi (Anaerkil-Madarşahi) Gürcü
topluluklarının arasında kök salmıştı. Halk ilişkilerinde ve gelenek göreneklerinde derin

27
Fahrettin Çiloğlu, Dilden Dine Edebiyattan Sanata Gürcülerin Tarihi, İstanbul 1993, S, 15-16
57
etkiler yarattı. Gürcü dilinin bugünkü sözcük dağarcığında o devirlerden kalma
deyimlere rastlanmaktadır. “Gutnis Deda” (soponon anası), bu deyimin anlamı
gösteriyor ki; o dönemde toprak sürme, ekme işi kadın işlerinden biriydi. Sonraki
çağlarda hayvancılık ve askeri hizmetlerin zorunlu hale gelmesi erkeğin önemini
arttırdı. Böylece “ Diya Sahlisi” deyimi ve geleneği yerini “Mama Sahlisi” (Ataerkil -
Pederşahi) sistemine bıraktı. Ailelerin bağlı bulunduğu Tom (Oymak)’ların halk
tarafından seçilmiş birer meclisleri olurdu. Bu meclislerin başında da bir yönetici ve
yardımcıları bulunurdu.

Gürcü topluluklarında o çağlarda özel mülkiyet yoktu. Topraklar oymak adına


işlenir, ürün aralarında bölüştürülürdü.

Yine o çağlarda Gürcülerde özel askeri güçte yoktu. Gerektiğinde “Eri” toplanır,
ordu oluşturulurdu. Eski Gürcüce’de “Eri” sözcüğü hem halkı ifade ederdi, hem savaşçı
askeri.

Yurttaşlar arasında henüz asiller ve avam yoktu. Bu nedenle halk arasında


eşitlik, güven ve dayanışma sağlam temellere oturtulmuştu.28

3. Toplumsal Sınıflar

Strabon’un verdiği bilgilere göre M.Ö. 1. yüzyıllarda Gürcü toplumu dört sınıfa
ayrılırdı. Bunlar;

1. Sınıf: Kral soyundan gelen ailelerdi. Bunlara “Sepe” adı verilirdi. Diğer
soylulara “Sepetsuli” denirdi. Kralın kendisi “mepe” devletin başıydı.

2. Sınıf: Bunlar “Kurumi”lerdi. Kurumiler din adamlarından oluşuyordu.


Görevleri putperest tapınakların ibadet ve idaresin yürütmek, komşu ülkelerle
çıkabilecek problemleri halletmek, diplomasiyi yürütmektir. O çağlarda topraklar iyice
zengin olmuştu. Kortli’deki tapınaklar geniş mülkler, sayısız servetler biriktirmişlerdi.
Mesheti bölgesinde bulunan “Levtotea” mabedi o derece mülk ve servet edinmişti ki,
çevredeki ülkeler sırf bu serveti ele geçirmek için buraya saldırılar düzenliyorlardı.

28
Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, Gürcüstan Tarihi, Çev: Hayri Hayrioğlu, İstanbul, 2000,S. 32
58
3. Sınıf: Özgür halk ve köylülerdi. Savaş halinde krallar bu kesimden asker
toplar, ordular oluştururdu. Çok eskilerde Gürcüce de bu sınıfa “Eri” denirdi. “Eri”
sözcüğü zamanla “ulus” anlamını taşımaya başladı.

4. Sınıf: “Mdabio Halhi” sınıfıydı. Bu sınıf halk özgürlükler kısıtlanmış


“Sepetsuli”lerin arazilerin işleyen köylülerdi. Bunların bir adı da “kma” yada “Glehi”
idi. Yani, ırgat köylüler. Kma Glehileri kullanmak sadece birinci sınıfa giren kral ve
soyluların hakkıydı. Onun için bunların bir başka adı da (Mesepe Glehi) yani Asillerin
kulları.

Bu çağlarda Gürcistan’da kölelik epey yaygındı. Fakat köleler hiçbir sınıfa dahil
edilmezlerdi. Diğer bir deyişle insandan sayılmalardı. Kral soylularının, kurumların ve
bazı varlıklı kişilerin köleleri vardı. Kölelerin kullanıldığı iş alan: yapı taşları yontmak,
çamur yoğurup taşımak, maden ocaklarında çalışmak, kürek çekmek vb. iş alanlarıydı.

Gürcistan’da köle idaresi sistemi feodal dönemle birlikte değişikliğe uğradı.


Feodal idare sistemi ülkenin gelişmesi için yeni olanaklar sağlıyordu. Bu bakımdan
kölelik idare sisteminden daha ileri ve insancıl bir sistemdi. Kölelik idare sisteminin
baştan atılması kolay ve çabuk olmadı. Ağır ağır ve çok çileler çekilerek bu aşamaya
gelinebildi.

Üretim ve ekonomi işleri gelişip yeni boyut kazanınca halk arasındaki sosyal
ilişkilerde değişmeye başladı. Daha öncede söylediğimiz gibi devlet idaresi Kral,
kurumlar, Asiller gibi yüksek sınıfların elindeydi. Özgür köylüler “Eri” ise toprak işleri
ile gerektiğinde askerlik hizmeti görüyordu. Özgür köylüler arasında yeni koşullarda
bazı kişiler zenginleşip ilerledi. Türeme zenginler daha geniş ve daha verimli tarım
arazilerini ele geçirmiş, daha çok insan gücüne gereksinim duymaya başlamışlardı.
Baştan beri köle ve yarı özgür ırgatlar tarafından yürütülen bu işlere yeni boyut
getirmek gerekti. Bu da köle ve yarı özgür ırgatları bir derce yükseltip “Yarıcı”
yapmakla mümkün olacaktı. Böylece mülklerin dağılımının bir dereceye kadar
dengeleneceği, bazı özgür köylülerin aşırı zenginleşmesi önlenecekti.

Baştan beri “Varlıklı aileler” diye adlandırılan zümrelere zamanla “Aznavr” adı
verildi. Aznavr eski anlamıyla “hür” demekti. Aznavri deyimi giderek anlam değiştirdi.

59
Artık bu isim “Geniş arazi sahibi, topraklarında ırgatlar çalıştıran, zamanını savaşlarda,
baskınlarda, talanlarda, av partilerinde geçiren adam” anlamını aldı.

Yeni düzen Kortli’de 4. yüzyıldan itibaren iyice yerleşip yaygınlaştı. 4. yüzyıl


içinde Aznavrlar gücünün zirvesine ulaştılar. Ancak feodal düzenin zafere ulaşması
birkaç yıl sonraya gecikti.29

4. Din ve İnançları

Gürcüler dünyadaki en eski Hristiyan topluluklarından biridir. Gürcüler


Ortodoks kilisesi günümüzde Ortodoks mezhebinin bağımsız bir kilisesidir.
Gürcüstan’da Hristiyanlık M.S. 1. yy.dan sonra yayılmaya başladı. Bazı kaynaklara
göre Havarilerden Andreas vaazlar vermek üzere batı Gürcüstan’a girmiş ama o
dönemde Hristiyanlık inanca Gürcüstan’da kök salamamıştır.

Geleneksel inanışa göre Gürcüler Hristiyanlığı tam olarak 4. yy.lın başlarında


Nino adında Kapodokya’lı bir azizenin vaazlarından etkilenerek benimsediler. 330’larda
Hristiyanlık kral Mirian tarafından Kortli Krallığı’nın resmi dini ilan edildi. Batı
Gürcüstan’da Eğris (lazika) Krallığı’nın Hristiyanlığı resmi dini olarak kabul etmesi de
aşağı yukarı aynı döneme rastlar. Doğu Gürcüstan’da, Kortli Krallığının Hristiyanlığı
resmi din olarak ilan etmesinde İran’ın Zerdüştçülüğü yerleştirerek Gürcüstan’ı siyasal
etki alanına alma girişiminde rol oynadığı ileri sürülür. Hristiyanlığı benimseyen
Gürcüler, kültür alanında dönemin en ileri ülkelerindi biri olan Bizans’a daha yaklaşmış
ve bu ülkeyle sıkı kültürel bağlar kurmuştur.

Gürcüler Hristiyanlığı benimsemelerinin ardından Antiokheia (Antakya) dinsel


etki alanına girdiler. Antakya ayin usulünden büyük ölçüde etkilendiler. Gürcü
Ortodoks kilisesi bir olasılık 5. yy.lın sonlarında bağımsızlığını kazandı. Ortodoks
Gürcü cemaatinin yöneticileri o tarihten bu yana “katağikos” unvanını taşımaktadırlar.

Gürcü kilisesi sanat, mimarlık ve edebiyatın gelişmesinde önemli rol oyandı.


Gürcü keşişler Gürcüstan’ın siyasal açıdan parlak dönemlerinde ülke sınırlarını aşarak
Kudüs’e ve Aynaros Dağında İvezon Manastırı’na yerleştiler.

29
Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, Gürcüstan Tarihi, Çev: Hayri Hayrioğlu, İstanbul 2000, S 32
60
1801’den başlayarak Gürcüstan’ı ilhak eden Ruslar, kendileri de Ortodoks
oldukları halde Gürcü kilisesine baskı uyguladılar. Gürcü Ortodoks kilisesi bu dönemde
bağımsızlığını yitirdi ve kilise Rus “eksorkhos”larca yönetildi. Gerek Çarlık gerek
Sovyet dönemlerinde kilise yapıları büyük zarar gördü. 1977’de II. İlia’nın katogkos
seçilmesinden sonra Gürcü kilisesi yeniden gelişme olanağı buldu. Boş duran çeşitli
bölgelere yeni Psikoposlar atandı. Gürcü kilisesi Sovyet döneminde toplum üzerindeki
etkisin büyü ölçüde yitirmişti Sovyetler Birliğinin dağılma sürecinde ve Gürcüstan’ın
bağımsızlığını kazanmasından sonra kilisenin etkisi yeniden arttı, Gürcülerin çoğunluğu
Ortodoks olmakla birlikte bugün Gürcüstan’ın resmi dini yoktur.

Hristiyanlığın Katolik mezhebini benimsemiş gürcülerde vardır. İlk gürcü


Katolik topluluğu 1240’ta Tiflis’e giden Dominikonlarca kuruldu. 14. yy.ın başında
papa İzmir’deki Katolik misyonunun Tiflis’e nakletti. Katolik misyonerler özellikle 17
ve 18. yy.larda etkili oldular. Bu dönemde birçok Gürcü Katoliği benimsedi. Gürcü
kralları da Batı Avrupa’dan destek alabilmek için ülkede Katolikliğin yayılmasına
olanak sağladılar ve Katolikleri korudular.

Gürcü Katoliklerin tarihsel oluşma yeri, Gürcüstan’ın eski başkenti Mtsheta’ydı.


Çarlık döneminde Ruslar Gürcü Katoliklerin çalışmalarını engelleyince Petro
Harişçarianti adındaki bir Katolik Gürcü papaz İstanbul’a geldi ve 1861’de Fetiköy’de
(Bomanti’de) Gürcü Katolik Kilisesi’ni kurdu. Harişçarianti’nin Osmanlı
Hükümetinden kilise ve manastır kurma iznini Fransız elçiliği aracılığıyla aldığı sanılır.

Gürcü papazlar aynı yıl bir seminer açarak manastırda öğreteme başladılar.
1870-1871’de rahip ve rahibe yetiştirmek üzere bir de “noviciat” açtılar. Gürcü
rahiplerin İstanbul’un Beyoğlu semtinde 1870’te beş sınıflı bir ilkokul açtıkları da
bilinmektedir. Hem manastırdaki okul, hem de Beyoğlu’ndaki ilkokul 1914’te kapandı
ve bir daha açılmadı. Bu tarihten sonra Gürcü Katolik Kilisesi’nin etkiler sürmüş, ancak
1955’te 6-7 Eylül olayları sonrasında Katolik Gürcüler Batı ülkelerine göç ettikleri için
bir “Gürcü cemaati” kalmamıştır. Batıya göç etmelerinden önce İstanbul’da 10 bin
kadar Katolik Gürcü’nün yaşadığı tahmin edilmektedir. Bugün bu sayı 500’ü bulmaz.

Gürcülerin küçük bir bölüm Museviliği benimsemiştir. Ama Musevi gürcülerin


çoğu, Gürcüstan’dan başta İsrail olmak üzere başka ülkelere göç ettiler. Bu arada 1920 -

61
1921'de iki bin kadar Musevi Gürcü Türkiye’ye geldi. İstanbul’a yerleşen Musevi
Gürcüler ayrı bir cemaat de oluşturdular. Bu cemaat Beyoğlu’ndaki Or Hadeş
Sinagogu’nu ayin için kullandı; ayinleri de gürcüce yaptı. Musevi Gürcülerin çoğu
Türkiye’den Arjantin, İngiltere, ABD, Fransa, ve İsrail7e göç etmiş. Bugün yalnızca
birkaç aile kalmıştır. İstanbul’un ulus semtindeki Yahudi mezarlığında mezar taşları
Gürcü alfabesiyle yazılmış Musevi Gürcü mezarları vardır.

Ortodoks Gürcülerden sonra ikinci büyük topluluğu Müslüman Gürcüler


oluşturur. Kürcük bir grup oluşturan Şii gürcüler İran’ın Isfahan eyaletinden
yaşamaktadır.

Osmanlı döneminde Sünnileşen Gürcülerin büyük çoğunluğu ya Türkiye’ye göç


etmiş yada Türkiye sınırları içinde kalmıştır. Bunlar hanefi mezhebindendirler.
Gürcüstan’ın Acara ve Soingilo bölgelerinde de Müslüman Gürcüler yaşamaktadır.30

Hristiyanlığın Devlet Dini Olarak Kabul Edilmesi

4. yy.lın ilk yarılarında Kortli tahtında Kral Mirian oturuyordu. Mirian


Gürcüstan’da Putperestliği kaldırarak Hristiyanlığı devletin resmi dini olarak kabul etti.
Mirian’ın düşüncesine göre ülke bağımsızlığının, kendi iktidar ve istikbalinin tek
garantisi buydu.

Gürcüler, Persiyalıların Ermenistan’da yaptıkları zulümleri göz önüne alarak


çıkar yolun Romalılarla ittifak yapmak olduğuna karar verdiler. Hristiyanlık dini bu
yıllarda Romalılar arasında iyice benimsenip yerleşmişti. Gürcüler bu dini kabul ederek
onlarla dostluk olanağı yaratmakta yara gördüler.

Hristiyanlığın kabulü Gürcü kralları ile Putperest örgüt “Kurumi” arasında


gerginlik çıktı. Kurumiler geniş mülk ve servet sahibiydi hristiyanlığı kendilerine bir
tehlike olarak görüyorlardı. Krallar da Kurumiler’in bu gücünden rahatsızlık
duyuyorlardı. Bunların gücünün kırılması için mutlara yeni dinin kabul edilmesi
gerektiğine inanıyorlardı.

30
Fahrettin Çiloğlu, Dilden Dine, Edebiyattan Sanata Gürcülerin Tarihi. İstanbul 1993, S 24-25
62
Bu sırada Kapodokyalı tutsak bir kız “Azize Nino” Kortli’ye gelerek kral
Mirian’ın eşi Kraliçe Nana’ya ardından kocası Mirian’a bu dini kabul ettirdi. Kral
Mirian bu dini Mtsheta halkına da tavsiye edip kabul ettirmekte gecikmedi.

Kral Mirian, Eristavların koruyuculuğu altında Kortli halkı arasına misyoner


vaazcılar gönderdi. Bu dini halkına benimsetemeyeceğinden endişe ediyordu. Gerçekten
köylüler ve aşağı tabakadan emekçi halk bu yeni dine şiddetle karşı çıktı. Kapodokyalı
dağlı kız Nino, gürcülere vaaz vermeye gitti. Vak’anivüslere göre: “Öfkeli halk dişlerini
gıcırdatarak vaazlara tepki verdi. Vaazcı kıza da yüz vermeyerek sırtlarını döndüler.
Bunun üzerine orada görevli bir Eristiva kılıcını kınından çıkararak havada döndürdü.
Halka tehditler savurmaya başladı. Halk kral askerlerinden korktuğu için ayaklar altında
çiğnenip ezilen totemleri seyretmekten başka bir şey yapamadı.” Hristiyanlık dini işte
böyle Gürcü halkı arasında kılıçla, ateşle yayılmaya başladı. Tüm bunlara rağmen8 daha
uzun yıllar Hristiyanlık dininde kutsanması 4.yy.lın ikinci yarısında gerçekleşmişti.31

5. Milli Oyunlar

Dansların Genel Özellikleri ve Bölgesel Ayrımları

Gürcü halkının yaşamında, halk dansları ayrı ve özel bir yere sahiptir.
Gürcülerin halk danslarına karşı büyük bir yeteneği ve ilgisi vardır. Bu nedenle de
Gürcü halkı şaşılacak bir titizlikle folklörünü eski çağlardan bu yana neredeyse en saf
biçimiyle korumuştur. Yapılan kazılarda elde edilen arkeolojik buluntulardan,
Gürcülerin ilk çağlarda bile çeşitli halk dansları icra ettikleri anlaşılmaktadır.
Hristiyanlığın yayılışına kadar Doğu Karadeniz sahillerine yaşan ve eski Yunanlılarla
yakın ilişkileri olan Gürcü kabileleri ile ilgili olarak eski yunan eserlerinde, Gürcülerin
4 ve 5. yy.larda çok gelişmiş kültürleri olduğu, sık sık dans gösterileri ve konserler
düzenledikleri bildirilmektedir.

Yüzyıllar boyu süre gelen savaşlar, Gürcü insanına askeri bir kimlik özellikler
ve sert doğa koşulları da değişik bir karakter ve ruh yapısı yaratmıştır. Bütün bu
koşullara rağmen Gürcüler, kültürel zenginliklerini, geleneklerini, örf ve adetlerini
kuşakta kuşağa aktararak korumasını bilmiş, zengin, dinamik ve estetik halk danslarını

31
Nikoloz Bendzenişvili, Simon Canaşia, Gürcüstan Tarihi, Çev: Hayri Hayrioğlu, İstanbul 2000, S 76-
77
63
orijinalitesiyle dünya dansları arasında özgün bir karakter dansı olarak kabul
ettirmişlerdir.

Kökeni çok eski çağlara dayanan Gürcü halk dansları bu nedenle putperestlik
döneminden kalma dinsel ayin ve törenlerin izlerini taşır. Danslarda ahenk ve bütünlük
daima ön plandadır. Genel olarak bu dansla sola, düet ve suitler biçimindedir.
Danslarda gerek kadınlarda, gerek erkeklerde vücudun üst kısmı sabit kalırken, kol ve
bacak hareketleri son derece hızlı bir tempoya ulaşır. Erkeklerin hareketlerinin yırtıcı
kuşların ve atın hareketlerini çağrıştırması ve canlı sıçrayışlar, kadınların hareketlerinin
ise yumuşak ve durağan hareketlerle karşısındaki erkeğe çağrılar yapması, küçük ve seri
adımlarla uçar yada yüzer gibi yürüyüp nadiren koşup sıçraması Gürcü halk danslarının
karakteristik özellikleridir. Bu danslar ortaya çıktığı yöreye ve dansların yapıldığı sosyal
çevreye göre adlar alır.

Acoruli: Acora bölgesinde oynanan halk dansları Acoruli olarak bilinir.


Ganeloyan ve Lazuri en sevilen danslardır. Ganeloyan: Acora, Guria, Samegrola ve
İmereti bölgelerinde ve Abhazeti’de oynanır. Coşkulu, hızlı ve neşeli bir danstır.
Karadeniz kıyılarında ve yakın çevresinde yaşan halkın günlük yaşamını anlatır. Dansın
ana teması aştır. Birbirlerine aşık iki gencin aşklarını anlatmak için attıkları manilerle
süslenmiştir. Lazuri ise Doğu Karadeniz boyunca yerleşik Gürcü boylarının
denizcilikteki hünerlerini anlatır. Onların neşesini ve coşkusunu sergiler. Dansın ana
teması denizcilik ve balıkçılıktır.

Soderbasuli (Saraylı) Dansları: Soderbasuli genellikle saray çevresindeki


yaşamı anlatan danslardır. Daviuri, Kaltesekva ve Samala bunlarının başlıcalarıdır.
Daviuri, saraylardaki yemekli eğlenceleri anlatır. Kadınlı erkekli, toplu olarak oynanan
bu dans sevda üzerine kurulmuş, hassas bir ruh, şövalyelik duygusu ve gururunu
yansıtan, zarif, ölçülü jestlerle biçimlenmiştir. Yalnızca kadınlar tarafından oynanan
Kaltesekva ise ayinsel bir hava taşır. Samala’nın ana teması kadın ve onun duygularıdır.
Kadınların Tanrıya yakarışlarını işleyen bu dans yalnızca üç kadın tarafından oynanır.
Ayinsel bir hava taşıyan bu dansta, ikonalardaki kompozisyonları çağrıştıran sahneler
oldukça etkileyicidir. Tanrıya yakaran kadın halkının tanrı yoluna dönmesi için dua
eden Azize Nino’dur. Tanrıya ülkesini refah ve zenginliğe ulaştırması için dua eden
Kraliçe Tamara’dır. Kadın anadır. Çocuğunun büyüyüp, ulusuna düşmanların karşı
64
koruyacak bir savaşçı olması için yada erkeğin savaştan dönmesi için Tanrıya
ediyordur.32

Tbilisuri: Tbilisuri, Tiflis ve yıkın çevresinde oynanan danslardır. Bu danslarda


Tiflis halkının, esnafıyla, köylüsüyle, işçisiyle yaşantısını anlatır. Eskiden Tiflis’in
zengin ve hatırlı tüccar Gürcüleri Çoha adı verilen bir giysi giyerlermiş. Çohalar
genellikle siyah olur, bu beylerde Tiflis gece hayatının, davetlerin, eğlencelerin hatırlı
konukları olurlarmış. Bu nedenle halk bu insanlara Karaçohalı dermiş. İşte bu beylerin
yaşantılarını yansıtan, anlatan dansta Karaçohalı adıyla anılır. Karaheli, kadına duyulan
platonik aşkı işleyen bir danstır. Karaçohalılar, dans boyunca, saraylı bir hanımefendi,
bir dansöz ya da bir hayat kadınını elde etmek için armağanlar sunarlar. En anlamlı
armağanı sunan muradına erer.

Kintauri: Tiflisli küçük esnafın, günlük ticari yaşantısını aralarındaki


çekişmeleri, eğlence ve şakalarını, ustaların çıraklarını birbirleriyle yarıştırmalarını,
eğlenceli biraz da komik bir havada anlatır. Klasik Gürcü Askeri’nin (Meomari) tasvir
edildiği bir dans ona kintauri’de Tiflis ve merkezdeki askerlerin, saray muhafızlarının,
savaş olmayan dönemde yaptıkları kılıç ve kalkan eğitimlerini ve bunları kullanmadaki
maharetlerini gösterir.

Svanuri: Gürcüstan’da çok sevilen bir danstır. Kuzey dağlarının eteklerinde


yaşayan, Svanlar’ın bu dansı oldukça hareketlidir. Dansın ana figürü atın yürüyüş
biçimidir. Figürlerin parmak ucunda yapılması ritimle hızlanıp ağırlaşması, atların dört
nala, rahven yada tırıs yürüyüşlerini anlatır.

Kortli Tsekua: (Gürcüstan Dansı) olarak adlandırılan halk dansı ise ritmik ve
adımsal özellikleri, estetik ve zarafet bakımından tam bir Kafkas Dansıdır. Bu dansa
temel Kafkas karakterini yansıtmadaki başarısı, bu dansa Kafkasyalı olan öteki
halklarında sahiplenmesi soncunu doğurmuşsa da, dansın kaynağı, hiç şüphesiz
yüzyıllar boyu kültür ve sanatın merkezi olmuş Gürcüstan’ın Gürcü halkıdır.

Kortli Tsekua eskiden düğün törenlerinden gelme ve damat tarafından,


saraylarda kral ve kraliçe, konaklarda da beyefendi ve hanımefendiler tarafından
oynanırdı. Herhangi bir eğlencede birlikte bu dansa kalkan genç kız ve delikanlının
32
Oğuz Medetoğlu, Gürcü Halk Dansları, Çveneburi Dergisi, Sayı 39, İstanbul 2001, S 34
65
birbirine sevdalı oldukları kabul edilir. Ve bu danstan sonra herkes bu gençleri nişanlı
sayardı. Kortli Tsekua’da dans süresince erkek, kadının yanında çok ölçülü ve
saygılıdır. Aralarında fiziki hiçbir temas olmaz. Elbiseler bile birbirine değmez. Dans,
erkeğin sevgi ve saygıların sunduğu ve bir teşekkür ifadesiyle son bulur.

Partsa: Putperestlik döneminin izlerini taşıyan törensel bir düğün dansıdır.


Mahalli olarak bu dansı, oyuncular topluca icra ederler. Partsa, halen Türkiye’de
yaşayan Gürcüler arasında Cilveloy, Koçari, Horina, Naydana gibi adlarla
oynanmaktadır.

Horomi: Bütün Gürcüstan’da oynanan Horomi’nin kökleri çok eskiye gider.


Dansın yalnızca doli ritmiyle oynanması da bu dansın kökeninin haberleşmenin
davullarla yapıldığı çok eski dönemlere değin uzandığının göstergesidir. Dansın başında
önce askerlerin davulla haberleşmesi anlatılır. Ritm diğer ritimlere göre aksak (5/8)
olup, bir mesaj çağrışımı yapar. Bu bir tehlike mesajıdır. Askerler düşmanı gözetler,
sessizce ona sokulur ve pusuya düşürüp imha eder. Sonra, kazanılan zafer eğlenceyle
kutlanır. Savaş temasını işleyen bu dans, topluca yapılır.33

Mohevri yada Kazbeguri Dansı: Mohevri dansı “Mtiuluri” dansında olduğu


gibi icrasının özgünlüğü ve kıvraklığı açısından diğer gürcü danslarından farklılıklar
gösterir. Mohevri dansında özel bir neşe ve yiğitlik havası vardır. “Kartuli” dansından
farrklı yönleri vardır. Kartuli dansında insiyatif kadından yanadır ve erkek yalnıca onun
isteklerine uymaktadır. “Mohevri” dansında ise erkek emredicidir. Kadın yalnızca onun
emirlerine uymaktadır. Dansta kadının bağımsız hareketleri de olabilir.

“Mohevri” dansı bir sevda dansıdır. Dansa erkek başlar. Önce topuk döndürerek
sonrada diz yürüyüşüyle dairede turlar. Başını gururla tutar. Turu tamamladıktan sonra
dansçı erkek (sanki kadına kendini beğendiriyormuşçasına) meydanın ortasında birkaç
“Çakura”(ayak vurma) hareketi ile dansı sürdürür. Daha sonra çakura hareketiyle kadına
yönelir ve dönüş yaptıktan sonra kadını dansa davet amacıyla kadının önünde başını
eğer (daha doğrusu başıyla selamlar). Kadın dansı kabul eder ve narin bir şekilde
dairede yürümeye başlar. Erkek atmaca gibi onu izler. Kadın ve erkek birbirlerine bazen
yaklaşırlar bazen de uzaklaşırlar. Erkek, kadınla dansettiği sırada daha çok çakura

33
a.g.e, Sayı 39, S 35
66
yürüyüşünü kullanır. Dansın bir anında, erkek dans alanının bir yanında, kadın ise diğer
yanında durur. Bu sırada kimi bir yöne kimi diğer bir yöne hareket ederler. Hareket
yönünü değiştirme erkeğin işaretine bağlıdır. Daha sonra kadın ve erkek yeniden
birbirlerin yaklaşırlar ve meydanın ortasına “Çakura” ve dönüş hareketleriyle yer
değiştirirler. Bundan sonra erkek, meydanın ortasında tek dizinin üzerine çöker, arkaya
doğru eğilir, omuzlarını oynatarak etrafında hareket eden kadından gözelerini ayırmaz.
Daha sonra kadın ile erkek, birlikte yeniden dairede dönerler, bu sırada erkek birkaç kez
kadının yolunu keser. Sonunda kadın erekten kaçar ve meydanın ortasında kıvrak bir
şekilde “çakura” hareketleri yapar. Finalde müziğin son bölümünde erkek diz üstü
çöker. Kadın ise kolları açık bir halde (baş örtüsünün uçlarını iki elinde tutarak) yüzü
seyirciye dönük bir halde durur.

“Mohevri” dansının “Mtiuluri” dansına nazaran daha sakin bir temposu vardır.
Mohevri dansı orta tempoda icra edilir. Kadın-erkek dışında, sadece erkekler yada
sadece kadınlar tarafından da oynanır. Erkeklerin icra etti “Mohevri” dansı yarışma
özelliği taşır. Oyuncu sayısına gelince bir kişi, bir çift, bir grup yada tüm topluluk
olabilir.

Kadınla erkeğin birlikte dans ettiği “Mohevri”nin icrası sırasında erkek kadının
üstünlüğüne karşı yaşıyor ve dansta bazen emredici rolünü üsteleniyor da kadın ile
diyaloglarında saygılı ve terbiyelidir.34

6. Müzik ve Müzik Aletleri

Üç bin yıllık bir geçmişi bulunan Gürcü müziğinin kökenleri dinsel ezgilere ve
halk şarkılarına dayanır. Müzik Gürcü halkının yaşamışla her zaman iç içe olmuştur.
Gürcü halkı “Dideba”, “İavnan” gibi en dokunaklı melodilerin günümüze kadar
titizlikle korumuştur. 9. ve 10. yy.larda Gürcüstan’da karmaşık bir nota sisteminden
başka dinsel ezgileri notalar göre okuyup söylemesini de bilen çok sayıda insan vardır.
10. yy.larda yaşamış Miheil Modrekili sonraki kuşaklara, eski Gürcü müziği kültürüne
ilişkin çok değerli bir kaynak olan melodileri özgün Gürcü müziği işaretleriyle yazılmış
bir dinsel ezgiler derlemesi bıraktı.

34
a.g.e, Sayı 42, S 39
67
Gürcüstan’da antik cağda ve ortaçağda çalgı müziği oldukça yaygındı. Batı ve
Doğu Gürcüstan’da halkın her türlü eğlencesinde panduri ve çanguri gibi telli çalgılar
eksik olmazdı. Eskiden batı Gürcüstan’da hastaları müzikle, çanguri sesleriyle
iyileştirmeye çalışma geleneği vardı. Çalgılar şarkılara tek sesle eşlik ederken
kiliselerde yüksek bir halk şarkısı kültürünün simgesi yetkin bir çok sesliliğin egemen
olduğu koro şarkıları söylenirdi.

Yakın zamanlara kadar bir müzik aletleri üretim merkezi olan Tiflis bütün
Transkafkasya’nın çalgı gereksinimini karşılıyordu. Bugün Tiflis halk sanatları Müzesi
koleksiyonunda Gürcü, öteki Kafkas ve Batı halklarına özgü Doli, Çianuri, Çagi, Daira,
Diplipito gibi yüz kadar değişik çalgı bulunur. Kırsal kesimin vazgeçilmez çalgısı olan
ve kavala benzeyen “salamuri” Gürcüstan’da çok eski dönemlerden beri yaygındır.
Gürcüstan’ın başkenti aynı zamanda bir müzik kültürü merkeziydi. Müzik çalışmaları
için bu kentte toplanırlardı.

Gürcüstan’da uzun süren İsilalar ve bunlarla süren mücadeleler ülkenin kültürel


gelişimini yüzyıllar boyunca engelledi. Ama bu mücadeleler ve çalkantılar arasında bile
günümüze kadar canlı bir şekilde korunan gelenekler modern gürcü müziğine de kaynak
oluşturdu.

Tiflis’te 1870’lerde K. Savaneli ve a. Mizandari’nin girişimleriyle bir müzik


okulu oluşturuldu. Halk şarkılarıyla ilgili yayınlar yapılmaya başlandı ve Gürcü müzik
toplulukları ortaya çıktı.

Gürcüstan’da 1921’de Sovyet iktidarının kurulmasıyla birlikte Gürcü müziği


tarihinde yeni bir dönem başladı ve her tür müzikte büyük bir gelişme oldu.
Gürcüstan’da senfonik müzik Sovyet döneminde yaygınlık kazandı. Bu müziğin
gelişmesi G. Kiladze, Ç. Mşvelizde vb. gibi eski ve orta kuşak sanatçılar sayesinde
oldu. Bütün senfonik yapıtlar Gürcü folkloru motiflerinden, eski Tiflis renklerinden,
devrimcilik, vatan severlik, kahramanlık konularından ve günlük yaşam sorunlarından
esinlenmiştir.35

35
Fahrettin Çiloğlu, “Gürcülerin Tarihi”, İstanbul 1993, S 163
68
7. Gürcü Dili ve Alfabesi

Gürcüce, Megrelce, Svanca ve Lazca ile birlikte Kartveli diller ailesini oluşturur.
Gürcücenin, genel olarak 7-8 Bin yıl önce var olduğu tahmin edilmektedir. Kartveli
dillerinin kollara ayrılması sonucunda Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca ortaya
çıkmıştır.

Kartveli dillerinin, bilinen herhangi bir dil ailesiyle herhangi bir akrabalığı henüz
kanıtlanmamıştır. Hiç kuşkusuz, kartveli dillerinin Hint-Avrupa ve Sami dilleriyle genel
anlamda ilişkisi vardır. Bir yandan Hint-Avrupa ve Sami dillerinden alınan eski
sözcükler öte yandan oldukça etkileyici morfolojik benzerlikler buna örnek olarak
verilebilir. Ayrıca Kartveli dillerinin yunan, Ermeni, Fars, Dağlık Kafkas Türk ve Dus
dilleriyle de sıkı bağları vardır.

Gürcüce Kartveli dilleri arasında yazılı geleneği bulunan tek dildir.

Daha 2.-3. yy.larda Hristiyanlığı yaymak için Gürcüce dini eserlerin büyük
bölümü Yunanca’ya çevrilmiştir. 5. yüzyıldan bu yana, Gürcü halkının tarihini,
ideallerin yansıtan yazılı eserler kaleme alınmıştır. 9-12.yy.larda Megrel-Laz ve Svan
aydınları da Gürcüstan’ın kültür yaşamına katkıda bulunmuşlardı.

Çağdaş gürcücenin oldukça zengin bir kelime hazinesi vardır. Gürcüce’de,


Kartveli dillerden gelen ayrıcada başka dillerden (Yunanca, Ermenice, Osetçe, Kafkas
dilleri, Arapça, Türkçe, Rusça) alınan çok sayıda kelime bulunmaktadır. Gürcü’ceden
de komşu dillere (Ermenice, Osetçe, Abhazca, Kistçe, İnguşça) çok sayıda kelime
girmiştir. Özellikle son yy.larda Rusça yoluyla Avrupa dillerinden Gürcüce’ye giren
kelime sayısı az değildir.

Gürcüce, coğrafi olarak değişik yapısal özellikler gösterir ve çeşitli diyalektlere


ayrılır;

Kortuli (Gürcüce) dışında, Kah (Kahuri), Hevsun (Hevsuri), Mohev (Mohevri),


Pşav (Pşavri), Mtiul (Mtiuluri), Tuş (Tuşur), İmer (İmeruli), Meshi (Meshuri), Cavah
(Cavahuri), Acara (Acaruli), Roça (Roçuri), Leçhum (Leçhumuri), diyalektleri. Bazı
diyalektler Gürcüstan dışında konuşulmaktadır. Azerbaycan’da İngilo (İnguluri),
İran’da Pereydan (Pereidnuli), Türkiye’de imerhev (imerheuli) ve Klacet (Klarcali)
69
diyalektleri. Bu diyalektler, Gürcü edebiyat dilini zenginleştiren ve incelemekle bitmek
tükenmek bilmeyen kaynaklardır.

Gürcüce, Gürcüstan Cumhuriyeti’nin resmi dilidir. Ülke yaşamının bütün


alanlarında kullanılmaktadır.36

Alfabe:

Gürcüce zengin ses sistemi olan bir dildir. Bu sesler biçimsel karşılıklarını gürcü
alfabesinde eksiksiz olarak bulur. Her ünlü ve ünsüz ses, bir ünlü ve ünsüz alfabetik
sembolle karşılanır. Bu, Gürcü alfabesinin önemli bir özelliği olarak kabul edilir. Yeni
Gürcüce’de 5’i ünlü, 28’i ünsüz olmak üzere 33 harf vardır. Eski Gürcüce’de ise 5
ünlüye karşılık 30 ünsüz harf bulunuyordu.

Gürcü alfabesi dünyadaki en eski yazı sistemlerinden biridir. Tarihsel olarak


Gürcüce’nin yazımında özellikle biçimsel açıdan farlı alfabeler kullanılmıştır.
Bunlardan 6’sı ünlü 38 harfli kilise yazısı olan “Hutsuri” artık kullanılmamaktadır.
Başlangıçta 6’sı ünlü 40 harften oluşan “Mhedruli” yazısı kilesi dışında kullanılmıştır.

Gürcü alfabesinin ortaya çıkışı ve gelişimi konusunda değişik görüşler


bulunmaktadır. Bu görüşlerde örtüşen yanlar olduğu gibi, tamamen farklı düşüncelerde
ileri sürülmüştür. Yalgın bir kanıya göre, Ermeni alfabesini bulan Aziz Mesrop Maştotz
(350-440) aynı zamanda Gürcü alfabesini geliştiren kişidir. Gürcü tarihçi Leonti
Mroveli ise Gürcü alfabesini Gürcü kralı Parnavaz’ın geliştirdiğini ileri sürer. Bu savını
Gürcü alfabesinin Maştotz’un yaşadığı yıllarda oldukça gelişmiş bir yazı sistemi
olduğuna dayanır.

Başka bir kaynağa göre Gürcü alfabesi bir olasılık 5. yy.da, yunan alfabesinin
etkisi altında Hristiyan misyonerler tarafından oluşturulmuştur. Bu yazı sistemi Arami
alfabesinden geliştirilmiş olmalıdır. Aromi alfabesi 2.yy.da Gürcüstan’ın eski başkenti
Armozi’deki yazıtlarda kullanılmıştır. Gürcü yazısının en eski biçiminden 10yy.da
köşeli kitap yazısı otaya çıkmış, modern gürcü yazısı da Mhoohili denen yuvarlak
karakterli yazıdan gelişmiştir.

Bazı araştırmacılar gürcü alfabesinin tarihsel olarak üç farklı biçim olduğunu


belirtirler. “Nushuri” (Kilise Yazısı) “Mrglovani” (yuvarlak) ve Mhedruli kilise dışı,
36
Zurab Sarçvelazize, “Gürcü Dili”, Çveneburi Dergisi, Çev: Nana Karaçova, Sayı 19-21, İstanbul 1996,
S. 16-17
70
laik üç farklı biçimi olduğunu belirtirler. “Nushuri” (Kilise Yazısı), “Mrglovani”
(Yuvarlak) ve “Mhedruli” (Kilise Dışı, Laik). Nushuri yazı sisteminde büyük harfler
yoktur. Mrglovani yada yuvarlak karakterli yazı ise yalnızca büyük harflerden
oluşuyordu. Kilise dışında kullanılan Mhedrulide de büyük harfler bulunmuyordu.

Bugün Gürcü alfabesi, Gürcüce’nin dışında Lazca, Megrelce ve Svancanın


yazımında da kullanılmaktadır. Gürcü alfabesinden Abhazcanın yazımı içinde bir alfabe
geliştirilmiştir ve bir süre kullanılmıştır. Modern Gürcü alfabesi soldan sağa yazılır ve
bu yazı sisteminde büyük harf yoktur.37

8. Güzel Sanatlar ve Kültürel Yaşamın Doğuşu

M.Ö. 2000 yıl sonların doğru kültür etkinlikleri Kafkasya’da özellikle bugünkü
Gürcüstan topraklarında hızla gelişti. Gürcüstan topraklarının bağrı eski Gürcü
atalarının el emeği eşyalarla doludur. Bu eşyaların bir kısmı ölülerle birlikte gömülmüş,
bazıları gömü olarak saklanmış bazıları da değişik olaylar nedeniyle toprak altında
kalmıştır. Sshetada, Kolheti çukurunda, Trialeti’de yürütülen geniş çaplı kazı
çalışmalarından sayısız değerli malzeme elde edilmiştir. Bulunan Makemeler gürcü
toplumunun maddesel kültürünün sessiz şahitleridir.

1936-39 yılları arasında Trialeti’de yürütülen kazı çalışmaları sırasında değişik


zamanlara ait birçok mezar açılmıştır. Bunlar arasında Kurgan tipi mezarlar dikkate
değer önemli yapılardır. Bu mezarlar M.Ö. 2000 yılı sonlarına aittir. Bazılarının
genişliği 100-175 metrekareye ulaşan bu mezarların çağını rütbeli zenginlerine ait
olduğu zannedilmektedir. Mezarın birinde dört tekerlekli bir ağaç abaya rastlandı. Bu
mezardaki ölünün araba üzerin mezara gömüldüğü anlaşılmaktadır. Bu ölüyle birlikte
altın, gümüş, pirinç resimli toprak eşyalarıyla araç gereç ve süs eşyaları da
gömülmüştür. Madeni süs eşyaları, renkli boncuklar, firuz gibi değerli taşlar takılmış,
üzerleri kabartma bitki figürleriyle, hayvan ve insan resimleriyle süslenmiştir. Söz
konusu eşyalar insanı hayrete düşürecek derecede yüksek sanat eserleridir. Bu eserler
cağın Gürcü insanının yüksek yaşantısı ile sanat yeteneğini gözler önüne sermektedir.

Ayrıca buradan anladığımız kadarıyla ilkçağ Gürcü toplumundan ölümden sonra


dirilişin olduğuna inanılmaktadır. M.Ö. birinci bin yıl başlarında , Gürcüstan’da iki ayrı
37
Fahrettin Çiloğlu, Dilden Dine, Edebiyattan Sanata Gürcülerin Tarihi, İstanbul 1993 S. 21-23
71
stilde kültür yaşamı gelişmeye başlamıştır. Bunlar Batı ve Doğu Gürcüstan’a özgü
stillerdi.

Batı kültürünün sınırları: tüm batı Gürcüstan’ Kuzey Kafkasya’nın Terek boyu
dağlık bölgelerini, Çoruh boylarını Karadeniz’in Güney kıyı boylarını kapsıyordu. Bu
sınırlar içinde alan topraklar sonraki tarihlerde “Kolheti” adıyla anılıp tarihte yerini aldı.

Eski Kolh pirinç kültürü gelişiminin doruğuna çıkmıştı o çağlara ait tarım
araçlarından çapalar, nacaklar, batı Gürcüstan’da günümüze kadar formunu korumuştur.
Oraklar, hayvan donatım eşyaları, at donatım takımları, sanatkar el aletleri (biçme,
delme, oyma) sayılabilir.

Doğu kültürünün sınırları doğu Gürcüstan’da Alazoni Irmağı karşı yakasından


Sovan gölü çevresine, oradan Aras vadisine değin uzanıyordu. Bugünkü Karthli bölgesi
ise doğu ile batı Gürcüstan kültür akımlarının buluşup deneyimlerini birbirlerine
aktardıkları nokta idi Gürcü halkı burada kurulan pazarlarda doğu e batı stili kültür
materyallerini elde edebiliyorlardı.

Doğu Gürcüstan savaş araçları arasında ucu kontikli kılıçlar, yuvarlak ağızlı
külünkler, geniş ağızlı ok uçları, uzun mızrak ağızları gibi özgün aletlerdi.

Doğu Gürcüstan bölgesel kültür örneklerinden tarım araç-geçerleri, sanatkâr el


araç-gereçleri , harman düvenleri, baltalar,oraklar, bıçaklar, iğneler, şişler, yün eğirme
kirmanları, giyim eşyalarına ait aksesuarlar sözü edilmeye değer buluntulardır.

Bu bölgede bulunan eşyalar arasında ev eşyaları da önemli yer tutmaktadır. Bu


dönem ev eşyaları kap, kaçak genellikle toprakta, kumende gümüş, pirinç ve altından
imal edilmiştir.

Samtauro mıntıkasında yapılan kazılarda kemikten yapılmış müzik aleti (kaval)


bulunmuştur.

Bu bulgulardan anladığımız kadarıyla eski çağlarda Gürcü toplumu toprağa


bağlı yerleşik bir hayat yaşıyordu. Tarım ürünlerinden arpa, buğday, darı kalıntıları
kazılar sırasında oldukça rastlanan bulgulardır. Aynı dönemlerde Gürcüstan’da bağcılık

72
ve şarapçılık uğraşlarının da revaçta olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde hayvancılıkta
yaygındı. Koyun, inek, domuz, at, köpek başlıca evcil hayvanlardı.

El sanatları Gürcüstan’da yüksek düzey ulaşmıştı. İyi yetişmiş ustalar bazen


insanı hayrete düşürecek güzellikte eşyalar yapıyorlardı. Daha önce saydığımız el
sanatlarına ek olarak yün ve keten dokuma bezleri, kilimler vb. de önemli yer
tutmaktaydı. Bu çağ Gürcü insanları dört tekerlekli arabalar, faytonlar kullanıyorlardı.
At koşulu iki tekerlekli arabalarda savaş sırasında kullanılıyordu. Tüm bunlar gösteriyor
ki, o dönem Gürcü insanları ustalık ve beceride yüksek düzeylere çıkmış, zevk sahibi
insanlardı.

Gürcüstan’da en eski mimarlık örneklerini “Megalati”ler oluşturur. Megaliti


Yunan dilinde “Büyük Taş” anlamındadır. Bu yapılar harçsız, kireçsiz, büyük yontma
blok taşlardan yapılıyordu. Özellikle doğu Gürcüstan’da bu tür megalitile kale-kent ve
saray kalıntılarına çokca rastlanmaktadır. Bu bölgede ayrıca dolmenlere, menhirlere,
taştan mamul balık totem heykeller ve buna benzer eşyalara da bolca rastlanmaktadır.38

C. ÇEÇENLER

1. Çeçenler Kimdir?

Hazar Denizi ile Karadeniz arasında kalan “Tamam yarımadası”nı içine alacak
şekilde, Kuzeyde Rus stepleri, güneyde Kafkasya sıradağları ile çevrili Kuzey
Kafkasya’nın etnik menşei Coğrafi bölgelere göre incelendiğinde, Çeçen’lerin Kafkas
Halkları içinde Kuzeydoğu (Çeçen-Dağıstan) Grubuna girdiğini görmekteyiz

Kafkasya’nın kuzeydoğusunda öncelikle “Çeçen İnguş Özerk Sovyet Sos.


Cumhuriyeti” adıyla anılan topraklarda yaşayan toplumun adı olan çeçenler genelde
Nabçi yada Nabçuya olarak da adlandırmaktadır.

Dinin belirleyici bir unsur olmasına rağmen bölgede yaşayan bazı Türk olmayan,
kavimler Müslümanlığın aracılığı ile Türk kültür özellikleri taşımaları sebebiyle
zamanla Türk olarak tanımlar gösteren Kafkasya incelendiğinde bu tarife uygun pek çok
kavim bulmak mümkündür. Çeçenlerde bunlardan birisidir.

38
Nikoloz Berdzenişuili - Simon Canaşia, “Gürcüstan Tarihi”, Çev: Hayri Hayrioğlu, İstanbul 2000, S
41-43
73
Kafkasya’da etnik durum olarak bu kavimleri çeşitli şekilde tasnifler etmek
mümkündür39

2. Aile Yapısı

Aile yapısına baktığımızda, bağım soyların (teyp) ve toplulukların (klan) büyük


önemi olmuştur. Bu soylar arasında sürekli Çarpışmalar olmuş, kan davaları devam ede
gelmiştir. Pederşahi ve disiplinli bir ali yaşantısı görülür.40

3. Meskenler

Dağlık bölgelerde genelde taş binalarda otururlar ve evlerini iki katlı olarak inşa
ederler. Üst katı oturma, alt katları ise ahır olarak kullanırlar. Ovalık mıntıkalarda ise
uzun dikdörtgen biçimde çok odalı olarak yapılan binaların bir tarafından verilen çıkma
ile kullanımı daha kolaylaştırılır.

Çeçenler kendilerini diğer kavimlerin saldırılarından korumak için orduya önem


vermişler, bunun için önemli noktalarda kaleler inşa etmiş, özel kuleler ile haberleşme
ve zamanında tehlikeyi haber vermek üzere bu saldırılardan en az zayiatla kurtulmaya
çalışmışlardır.41

4. Giyim - Kuşam

Giyim-kuşama baktığımızda, erkekler, evdeki tezgahlarda dokunulan


kumaşlardan istifade edilerek yapılan ve “Çerkeska” denilen bir elbise giyerler. Bunun
üzerine ayrı renkte dik yakalı bir gömlek yandaki özel koncalarla iliklenir. Başlık olarak
kışın kuzu derisinden yazın ise keçeden yapılma bir başlık kullanırlar.

Ayak kısmına baktığımızda, ham deriden özel Kafkas biçiminde çizmeler


yapılarak kullanılır.

Bayanların giyim ve kuşamlarında ise dizlere kadar uzanan kırmızı ya da mavi renkte
bir gömlek, gömleğin üzerine basmet ile altına bol bir şalvar kullanılır.42
39
Ergünöz Akçora, Geçmişten Günümüze Çeçenler, İstanbul 1996, S 22
40
Ergünöz Akçora,a.g.e., İstanbul 1996, S 32
41
a.g.e, s. 32
42
a.g.e, s. 33
74
5. Çeçenlerde Sınıflar

Çerkezlerde toplumun, prensler, soylular, özgür insanlar ve köleler şeklinde


bölünmesinin tersine, Çeçenlerin hepsi ilke olarak soylu ve eşit doğarlardı ve sonu
gelmez kavgaların temelinde yatanda buydu. Bununla birlikte baskınlarda kaçırdıkları
köleleri ve savaşlardan elde ettikleri esirleri vardı. 18. yy.ın başında köle ticareti de
yapıyorlardı ve onları, ya Türklere satmak için Karadeniz kıyısındaki Anapa’ya ya da
İranlılara pazarlamak için Hazar Denizi kıyısındaki Enderi’ye götürüyorlardı.

Çeçenlerde varolan tek sınıf farkı kölelerin “lay” ve “yasir” olmak iki gruba
ayrılmasıydı. Bir yasirin bir laydan farkı, kurtulmalık karşılığı serbest
bırakılabilmesiydi. Lay ise zaman içinde kökenini ve dinin unutmuş efendisinin
ayrılmaz malı olmuş bir kişiydi.

Çeçenlerde laylar yavaş yavaş antik çağdakine benzer gerçek kölelere


dönüştürler, sahiplerinin onların üstünde sınırsız iktidarları vardı. Onları diledikleri an
satabilir, cezalandırabilir hatta öldürebilirlerdi. Bir lay ceza korkusuyla sahibinin evini
terk eder ve daha güçlü veya daha saygın birinden kendisini korumasın isterse, bu kişi
ona evinde sığınma hakkı verir ve aracılık yapar, kölenin sahibinin cezayı hafifletmeye
veya köleye artık daha insanca davranmaya ikna etmeye çalışırdı.

Çeçenler bazı koşullarda kölelerini azat edebilirlerdi. Aza edilen kişi, iki tanığın
huzurunda özgür olduğunun kabul edildiğini dair kadı tarafından verilmiş bir belge
alırdı. Böylece azat edilmiş olurdu. Bu da özgür bir köleyle aynı haklara sahip olduğunu
ve Çeçenistan’da, Dağıstan’da ebeveynlerinin sayısı ölçüsünde bir ağırlığı olduğunu
gösterirdi. Bu durumda tek başına, kimsesiz ve zaruret halinde intikam için yardım
alacağı bir aileden yoksun kalmış olan azatlar genellikle eski sahiplerinin yanında
kalması yeğlerlerdi, onlar için ideal olanı efendilerinin kızlarından veya ailesinde bir
kadınla evlenmesiydi. Böylece tüm haklara sahip bir aile üyesi haline gelirdi.43

6. Din ve İnançları

Tarih öncesi putperest olarak bilinen Çeçenler’in bu dönemleri hakkında fazla


bilgi olmamakla birlikte semavi dinlerce inanmadan önce çok tanrılı dinlere inandıkları

43
Alexandre Grigoriantz, Kafkas Halkları Tarihi ve Etnografik Bir Sentez, Çev: Doğan Yurdakul,
İstanbul 2000 S 172
75
tesbit edilmiştir. Nitekim: Doyal (Güneş Tanrısı), Sela (Gök Gürültüsü ve Yıldırım
Tanrısı), Furki (Rüzgar Tanrıçası), Çaça (Su Tanrıçası), Erda (Dağ Tanrısı), Tuşali
(Bereket Tanrısı) vs. gibi tanrıları görmek mümkündür.

Çeçenler’in 10. yy. sonlarında Gürcüstan yoluyla özellikle Gürcü Kralı David ve
kraliçe Tamara döneminde Hristiyanlığın etkisinde kalmıştır.44 Kraliçe Tamara
tarafından 12 yüzyılda Çeçen topraklarında kurulan kiliseye Çeçenler Paskalya ve
Tirinito gibi Hristiyan bayramlarında gelir ve burada tanrıya kurban keserlerdi. Bu adeti
şarkıları danslar ve at yarışları eşliğinde yapılan büyük bir şölen izlerdi.

Bu arada Hristiyanlık bu yoğun çabalara rağmen Çeçenler arasında


tutulmamıştır. Ancak Hıristiyan etkisinde kalan Çeçenlerin zaman Rusya’nın
himayesini istedikleri görülmüştür. Mesela, 1555 yılında 15 kişilik bir Çeçen grubunun
Moskova’ya giderek böyle bir istekte bulunduklarını görmek mümkündür.

İslamiyet ise 8. ve 9. yüzyılda meydana gelen Arap-Hazar Savaşları sırasında


bölgeye gelmiştir. 13. ve 14. yüzyıllarda Altınordu Hanlığı’nın etkisiyle kabul
edilmiştir. Ancak Timur’un sert davranışı bu gelişmeyi engellemiştir.

Çeçenler 16. yüzyıl başlarından itibaren İslamiyet’i tam olarak kabul etmişlerdir.
17. yüzyıl ortalarında Dağıstanlılar tarafından yayılmasına devam eden İslamiyet
nihayet 18. yüzyılda genişlemiş ve 19. yüzyılda çoğunluk İslamiyet ile karar kılmıştır.
Özellikle bölgede Nakşibendi ve Kadiriye tarikatının yayıldığı ve Ruslara karşı bu
tarikatların önemli rol oynadığı görülmektedir. “Gazavat” yani Kutsal Savaşı öğütleyen
iki büyük dini lider Şeyh Mansur ve Şeyh Şamil’in etkisiyle bu din Çeçenistan’da
yayıldı ve yerleşti.

1780’e doğru Şeyh Mansur hemen hemen tüm Kuzey Kafkasya’yı Rusya’ya
karşı ayağa kaldırdı. 1839’da Şeyh Şamil, Dağıstan’daki Avar kabilesinden çıkmış bir
kişi olarak Çeçen ayaklanmasının dini lideri (imamı) oldu.

Kendilerini tamamen gerçek Müslüman sayan Çeçenler, belli sayıda batıl inancı
ve çok tanrılı adetleri çok uzun zaman korudular. Örneğin onlarda kabuklu hayvanların
önemli bir koruyucu rolü vardı. Yakın zamanlara kadar, bir ahırın girişinde hayvanların
44
Ergünöz Akçora, Geçmişten Günümüze Çeçenler, İstanbul, 1996, s. 34.
76
üremesini arttırdığına veya kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılan taşların ipe geçirilmiş
olarak asıldığını görmek az rastlanan şeylerden değildi.

Eski Çeçen şeflerinin kabirlerinde ölünün mutfak eşyalarının ve silahlarının yanı


sıra taştan yapılmış, boynuzları uzatılmış veya altın ve gümüş süs eşyası biçiminde
koçlar bulunmuştur. Bu eşyaların bulunması İskit sanatının etkisinin bir kanıtıdır. Ama
Çeçenler buna başka bir açıklama getirirler;

Onlarda koyun saflığı temsil ederken, koç cesaretin ve şövalye ruhunun bir
simgesidir. Koçun belirleyici unsurlarından bir tanesi rakibine arkadan saldırmamasıdır.
Bunun için Çeçenlerde yiğit delikanlılara “Koç gibi” denirdi.45

Kuzey Kafkasya Dağlık Cumhuriyeti’nin 1924’te feshedilmesinden sonra Rusya


Federasyonu’na bağlanan Çeçenistan’da, bu tarihe kadar kullanılan Arap Alfabesi dini
liderlerin toplum üzerindeki etkilerini azaltmak amacıyla kaldırılarak yerine Latin
Alfabesi konulmuştur.÷ 1920’li yılların sonlarına doğru dine karşı tarihte eşi
görülmemiş şiddette bir savaş başlatışmış ve en ağır baskılar öncelikle İslam dinine
yöneltilerek bilhassa, 1937-1939 yılları arasında binlerce kişi kurşuna dizilmiştir.
Gorbaçov’un reformlarına kadar devam eden Ateizm politikası ülkede İslam’ın
gelişmesini engellemiştir. Eldeki kayıtlara göre 1837’de Çeçenistan’da ibadete açık 310
cami mevcut iken komünist idarede bu sayı ikiye kadar düşmüştür, ancak Gorbaçov ile
beraber tekrar yükselmeye başlamıştır.

1 kasım 1991’de Çeçenler, Rusya Federasyonu’ndan ayrılıp bağımsızlık ilan


ettikten sonra kabul edilen Çeçen Cumhuriyeti Anayasası’na göre din, devlet işlerinden
ayrılmış, buna karşılık bütün dini hizmet ve faaliyetlere devlet desteği getirilerek
yeniden komünizm öncesi ibadethane sayısına ulaşılmaya çalışılmıştır.46

7. Dil ve Alfabe

Asıl adı Nahçy olan Çeçenlerin milli dili Kafkas-İberya dil ailesinin Nuh
grubundan Nahçico (Çeçence)dir. Çeçence, Kafkas dilleri arasında sayılmaktadır.
Çeçence; çekim sırasında kök ünlülerin değişmesi ve ön ekler ile son ekler kabul eden

45
Alexsandra Grigoriantzi, Kafkasya Halkları Tarihi ve Etnografik Bir Sentez, Çev: Doğan Yurdakul,
İstanbul, 2000, s. 175.
46
Ömer Faruk Akün, “Çeçenistan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, s. 245.
77
bir yapıya sahiptir. Gramatibal bir sınıflandırıcı bulundurması önemli bir özelliğini
teşkil eder.47

Çeçenler yazıyı kullanmaya başlamalarından itibaren çeşitli alfabeler


kullanmışlardır. Yazı dilinin oluşması 19. yüzyıllarda başlamıştır. Rus, Kril alfabesine
Gürcü ve Latin harflerinin katılması ile Çeçence Alfabe vücuda getirilmiş ve 37
alfabeden oluşmaktadır.

Çeçenler bir ara Arap Alfabesi’ni 1922-1927 yılları arasında, Latin Alfabesi’ni
ise 1927-1938 yılları arasında kullanmışlardır. 1938’den günümüze kadar Kril Alfabesi
kullanılmaya devam etmektedir.48

D. KARAÇAY - MALKARLILAR

1. Kafkasya Türkleri

Çoğunluğu Kıpçak grubuna mensup bu Türk toplulukları yine bölgede hayat


imkanı bulan Çerkez, Oset ve Çeçen topluluklarıyla aynı kaderi paylaşarak, zaman
içinde etnik etkileşime girdi. Bugün Kafkasya’nın kuzey kesimlerinde yerleşik Türk
boyları olan Karaçay-Balkar, Avar, Kumuk, Nogay, Tatar, Ahıska, Azeri, Kazak,
Kundur ve Kafkasya Türkmenleri bölgedeki diğer etnik topluluklar olan Kabartay,
Abhaz, Adiga, Gürcü, Oset, Çeçen, Lezgi ve Lakların yanı sıra, Çarlık Rusya’sı ve
Sovyetler Birliği döneminde bölgeye yerleştirilen Ruslarla birlikte yaşamaktadırlar.49

2. Karaçay – Malkar Halkının Kökeni

Kafkasya halkları arasında Türk unsurunun en önemli bölümünü meydana


getiren Karaçay-Malkar halkı yüzyıllardan beri Kuban Irmağı’nın kaynak bölgesinde,
Kafkasların zirvesi Elbruz Dağı’nın doğu ve batısında yer alan yüksek dağlık arazideki
derin vadilerde yaşamaktadırlar. Tarihi, antropolojik, arkeolojik ve sosyoloji
araştırmalar Karaçay-Malkarlıların bu bölgede uzun yıllar hakimiyet kuran çeşitli eski
Türk kavimlerinin torunları olduklarını göstermektedir.

47
Ömer Faruk Akün, a.g.e., s. 245.
48
Ergünöz Akçora, Geçmişten Günümüze Çeçenler, İstanbul, 1996, s. 33.
49
Nihat Kaşıkçı, Hasan Yılmaz, Aras’tan Volga’ya Kafkaslar, Ankara, 1999, s. 4.
78
Karaçaylılar ve Malkarlılar (Balkanlılar) birbirinden farklı dile, kültüre ve tarihe
sahip iki ayrı halk değil, tersine aynı dil, kültür ve tarihi paylaşan bir Türk boyudur.
Karaçay ve Malkar adları bu boyun yaşadığı iki bölgenin coğrafi adlarıdır.

Kendilerine Tavlu (Dağlı) adını veren Karaçay ve Malkarlılar dillerini de Tav


dili (Dağ Dili) yada Tavça (Dağça) adıyla tanımlarlar.

Kabartay Çerkezlerinin Karaçay-Malkar halkına Çerkez dilinde “dağlı”


anlamına gelen “kuşha” adını verdikleri bilinmektedir.

1917 Sovyet ihtilaline kadar Malkar yada Balkar adı yalnızca Çerek Vadisi’nde
yaşayan dağlıları içine almaktaydı. Diğer vadilerde yaşayanlar Başhanlı, Çegemli,
Holanlı gibi adlarla tanınıyorlardı. Bugün bunların hepsine yabancı halklar tarafından
Balkar adı verilmiştir ki kendi aralarında da bu Malkar biçiminde söylenir.

Avrupa kaynaklarında Karaçay adına ilk olarak 17. yüzyıl başlarında


rastlanmasına karşılık Osmanlı kaynaklarında Karaçay adı ilk olarak 16. yüzyılda geçer.

1636 yılında yurdunun sınırları hakkında Rus Çarına bilgi veren Gürcü-İmorotya
Kralı 2. Levan, kuzey sınırlarında dağlı Çerkezlerin yaşadığını belirtmektedir. Bunlar
Karaçay ve Malkarlılardır.

Karaçay ve Malkar halkının kökeni ile ilgili görüşler ileri süren çeşitli bilim
adamları; Karaçay-Malkarlıların, Kafkasları yüzyıllar boyunca egemenlikleri altında
tutan çeşitli Türk kavimlerinin torunları oldukları fikrinde birleşmektedirler. Bazı bilim
adamları ise Karaçay-Malkar halkının Kafkasya’nın otokton (yerli) halklarından
olduklarını ve bunların zamanla dil açısından Türkleştikleri görüşünü savunmaktadırlar.
Bu görüşlerin hepsinin az çok kendine göre doğruluk payı olabilir.

Karaçay-Malkar halkının etnik yapısını oluşturan eski kavimler arasında Hunlar,


Kara Bulgarlar, Alanlar, Hazarlar ve Kıpçaklar başta gelmektedir. Avarlar ve
Peçeneklerin de bir dereceye kadar etkili oldukları söylenebilir.50

50
Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağları’nda Hayat ve Kültür, Karaçay-Malkar Türklerinde Sosyo-Ekonomik
Yapı ve Değişme Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, 1993, s. 14-18.
79
3. Aile ve Aile Yapısı

Ailenin şekli toplumun yapısı ile yakından ilgilidir. Bir başka deyişle aileyi
yaratan toplum biçimidir. Cemaat kuruluşuna dayalı toplumlarda baba otoritesinin
egemenliğine dayanan patriarkal aile biçimi gelişmiştir.

Örneklerine Karaçay-Malkar toplumunda rastladığımız patriarkal aile biçimini,


bir başka sınıflandırmaya göre “büyük aile”, yada “geleneksel aile” adlarıyla
tanımlayabiliriz.

Aynı aile birimi içinde birkaç kuşağın yatay veya dikey olarak genişlemesini
sağlayarak birden fazla evli çift barındırabilen geniş aile tipine Karaçay-Malkar
toplumunun sosyal yapısında rastlamaktayız.

Geniş aile tipinde otorite ailenin en yaşlı bireyinde toplanır. Yaşlılık hem prestij
hem de otoriteyi sağlayan unsur olarak karşımıza çıkar.

Karaçay-Malkar toplumunda üç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aile tipine


“Ullu Üyür” adı verilir.

Eski Karaçay-Malkar toplumunda ev, ahır, samanlık beraber inşa edilir ve böyle
evlerde birkaç kuşak bir arada kalabalık bir şekilde yaşarlardı. XIX. yüzyıl sonu ve 20.
yüzyıl başlarında Karaçay-Malkar’da bu tip geniş aileler 25-30 kişiden oluşuyordu.
“Ullu Üyür” adı verilen bu aile tiplerinin bazılarında ise 50-60 kişi yaşardı.

Karaçay-Malkar’da “Ullu Üyür” adı verilen geniş aile tipi 1943-1944 yıllarında
Karaçay-Malkar halkı Orta Asya’ya sürülünceye kadar devam etti.

Geniş aile tipine genellikle prens (biy) ve asilzade (özden) soyundan gelen
sülalelerde rastlanırdı. Karaçay-Malkar’da köleler azat edilip, feodalit yerini
kapitalizme bırakmaya başladıktan sonra “Ullu Üyür” adı verilen geniş ailelerin sayısı
azalmaya başladı.

Karaçay-Malkar’da evlenen erkek kardeşler ve erkek çocuklar için “Üllu Üy”


denilen büyük eve bitişik yeni bir ev inşa edilirdi. Tek odadan oluşan ve dışardan ayrı
kapısı olan bu eve “Otov” adı verilirdi.

80
Ailelerin bölünmesi, kardeşlerin evden ayrılarak kendilerine ait yeni bir eve
taşınarak “ullu üy” oluşturmaları ancak evin reisi (Üyür tamada) sayılan babanın
ölümünden sonra olabilirdi.

Karaçay-Malkar geleneklerinde “ullu Üy” adı verilen büyük evde bulunan


“Ocak”ın çok önemli bir yeri vardı. Ocak bereketin, ailenin birliğinin bir sembolü
sayılırdı. XIX. yüzyılın sonlarında Karaçay-Malkar geleneklerinde ocağın önemi
azalarak yerini ocağın üzerindeki kazan asmaya yarayan zincire bıraktı. Zincir dağlılar
için son derece önemliydi. Herhangi bir şeyden kaçan bir insan, bir eve sığınıp ocağın
zincirinden tutarsa, evin reisi (üyür tamada) o adamı korumak ve kurtarmak zorundaydı.

Soy – Akrabalık İlişkileri

Karaçaylılar evlerine ve ailelerine çok bağlıdırlar. Ailede karı koca ve çocuklar


tüm işleri paylaşırlar. Ailenin hiçbir üyesi yapılan işlerin dışında kalmaz. Tarla işlerinde
yada hayvanları yaylaya göç mevsiminde ailede herkes bir işle meşgul olur. kimileri
tarlalara gübre atarken, kimileri hayvanları otlatır. Erkekler hayvanlara bakarken
kadınlar ve çocuklar evdeki işleri yaparlar. Evde büyüklere saygı gösterilir. Küçükler
büyüklerin yanında oturmazlar, söze karışmazlar, beraber yemek yemezler. Evde kadın
ve erkeğin oturduğu yer ayrıdır. Zengince olanlar ayrı bir misafir evi (konay üy)
yaparlar. Buraya kadınlar ve çocuklar girmezler. Baba başkalarının yanında çocuğunu
sevip okşayamaz. Yolda bir tanıdığına rastlayan dağlı onu gideceği yere kadar
uğurlamak zorundadır.

Ancak rastladığı adam dön izni verdikten sonra ondan ayrılabilir. Küçükler
büyüklerin atlarını dizgininden tutup getirirler ve sonra üzengisinden tutup büyüğün ata
binmesine yardım ederler. Yolda küçük büyüğün sol tarafında gider.

Karaçay-Malkar toplumunda akrabalık ve soy ilişkilerinin çok önemli bir yeri


vardır. Yedi kuşak öncesine kadar birbirleriyle akraba olanları birbirlerine kız alıp
veremezler, evlenemezler. Bu yüzden her Karaçay-Malkarlı yedi kuşak önceki
dedelerine kadar bütün soyunu bilmek zorundadır.

Karaçay-Malkar’da soy yada sülale karşılığında “tukum” sözü kullanılır. Eski ve


köklü ailelerden gelen her Karaçay-Malkarlının “tukum at” adı verilen bir soy adı
vardır.

81
Aile İçi Akrabalık İlişkileri

Karaçay-Malkar’da akrabalık erkek yada baba tarafından yürütülür. Soy adı ve


soy damgası olarak baba tarafının soyadı ve damgası kullanılır.

Karaçay-Malkarda bu konuda söylenen “Caşdan tuvgan tukum, kızdan tuvgan


tuluk” (Oğlandan doğan soy olur, kızdan doğan tulum olur): “ata tukum baş tukum”
(Baba soyu esas soy) gibi atasözleri eski geleneklerin folklara yansayan görüntüsüdür.

Ancak, Karaçay-Malkarlılar ku tarafından gelen akrabalığa önem verirler.


Özellikle dayı-yeğen ilişkisi çok önemlidir.

Karaçay-Malkar’da baba ile çocuklar arasındaki ilişki son derece resmidir.


Babalar başkalarının yanında çocuklarına sevgi ve ilgilerini belli edemezler.

Dede-torun ilişkisi son derece samimimdir. Dedeler belki de kendi çocuklarına


gösteremedikleri sevgiyi kendi torunlarına vererek mutlu olurlar.

Evlilik Biçimleri

XIX yy.da Karaçay-Malkar toplumunda iki türlü evlilik biçimi vardı. Bunlardan
biri “nikâh adeti” diğeri ise “Kaçırma adeti” idi.

Nikâh adetine göre evlilik üç türlü olurdu.

1. Kız ve erkek tarafı anlaşırlar ve erkek tarafı anlaşırlar ve erkek tarafı


“kalım” adı verilen başlık parasını kız tarafına öderdi.

2. İki aile anlaşarak karşılıklı olarak birbirlerinin oğullarına kızlarını


verirlerdi. Bu tür evlilikte “kalım” (Başlık) ödenmezdi.

3. Kocası ölüp dul kalan bir kadın kocasının kardeşi ile evlenirdi. Bu evlilik
içinde kalım ödenmezdi

Kafkas Halkları arasında çok yaygın olan kaçırma adetine göre evlilik ise “zorla
kaçırma” isteyerek kaçırma” şeklinde gerçekleşirdi.

İsteyerek kaçırma adeti genellikle düğün masraflarından kaçınmak için


uygulanırdı. Ancak çoğu zaman oğlan tarafı yine kızın “kalım”ının öer. Kız tarafı da

82
kızın “berne” adı verilen çeyizini gönderirdi. Ancak sosyal tabakalar arasında meydana
gelen kaçırma olayında taraflar birbirlerini affetmezlerdi.

Kızın isteği olmadan zorla kaçıranlar ise yakalandıklarında öldürülürler ya da


çok ağız cezalara çarptırılırlardı. “Kalım” ödese, cezasını çekse bile kızı ona
vermezlerdi. Ancak aynı kişi kızı bir daha kaçırabilirse kızın ailesi “kalım” almadan
kızlarını ona verirlerdi. Çünkü Karaçay-Malkar geleneklerinde bir kere kaçırılan kız
tüm değerini kaybeder.

Kız kaçırmak Karaçay-Malkar erkekleri arasıda bir şeref meselesi sayılırdı. Kaz
kaçırmayı başaramayanlar halk arasında değersiz görülürlerdi.

4. Karaçay-Malkar’da Toplumsal Sınıflar

Karaçay-Malkar toplumunda XIX yy sonlarına kadar feodal bir yapının hüküm


sürdüğü görülmektedir. Toplumsal tabakalaşmanın tarihinin ise, Karaçay-Malkar
halkının yüzyıllar öncesine dayandığı ve tabakalaşmada ekonomik ve siyasi etkenlerin
önemli derecede rol oynadığı anlaşılmaktadır.

Karaçay-Malkar toplumunda sosyal tabakaların ortaya çıkışını şöyle


açıklayabiliriz.

Karaçay-Malkar halkını oluşturan çeşitli soylar arasında zamanla siyasi yönden


güçlenen bazı büyük aileler toplumun ekonomik yapısına da hakim olmaya başladılar.

Toplumun siyasi ve ekonomik gücünü elinde tutan bu soylar aynı zamanda


Karaçay-Malkar halkının çekirdeğini oluştururlardı. Zamanla komşu halklarla yapılan
savaşlarda elde edilen esirler yada onlardan kaçırılan veya satın alınan küçük çocuklar
da köle olarak kullanılmaya başlandılar. Böylece Karaçay-Malkar toplumunda
tabakalaşmanın temeli atıldı. Yüzyıllar boyu devam eden bir süreç içinde toplum çeşitli
tabakalar bölündü.

Başlangıçta, Karaçay-Malkar’da 3 sosyal tabaka vardı;

1. Biy veya Tavbiy (Prensler)

2. Özden (Soylular)

3. Kul (Köleler)

83
Biy veya Tavbiy adı verilen prensler Karaçay-Malkar halkının siyasi yapısında
söz sahibi olan ve halkı yöneten tabakaydı. Bunlar Karaçay-Malkar halkının en eski ve
köklü ailelerinden meydana geliyorlardı.

Özden, adı verilen soylular ise kimi zaman ekonomik açıdan prenslerden (biy)
daha güçlü olsalar bile yönetimde söz sahibi değillerdi ve biy’e bağlıydılar.

Kul adı verilen köle tabakası ise hiçbir özgürlüğe ve maddi varlığa sahip değildi.
Bunlar alınıp satılabilirdi. Genellikle komşu Kafkas halklarından satın alınan yada esir
edilen kişilerden oluşurlardı.

Karaçay-Malkar toplumundaki sosyal tabakalar, komşuları olan Kabarday


Çerkezlerindeki sosyal tabakalarla benzerlik göstermektedir. Kabardaylar da temelde,
Pşi (Prens), Vork (Soylu) ve Pşitl (Köle) olmak üzere üç sosyal tabakaya
bölünmüşlerdi.

Önceleri biy, özden, kul biçiminde üç gruptan oluşan sosyal tabakalar Karaçay-
Malkar halkının çoğalması ve genişlemesi, ekonomik yapısındaki değişiklikler
sonucunda birkaç alt bölüme daha ayrıldı.

XIX. yüzyıl başlarında Karaçay-Malkar toplumunda sosyal tabakalar şu biçimde


adlandırılıyordu:

1. Biy – Tavbiy (Prensler)


2. Çanka (Siyasi ve ekonomik gücü azalan prensler)
3. Özden (Soylular)
4. Kara Özden (İkinci sınıf soylular)
5. Kul (Köleler)

Çanka’lar prenslerin (biylerin) özde kızlarlar yaptıkları evlilikten doğan


çocuklara verilen bir isimdi. Çankalar biylerle özdenler arasındaki tabakayı
oluşturuyorlardı.

Önceleri Karaçay-Malkar toplumundan köle tabakasının hiçbir hakkı yoktu.


Zamanla bazı prens ve soyluların köleleri azat etmesiyle Karaçay-Malkar toplumunda
kölelerde çeşitli sınıflara ayrıldılar. Köle soyunda gelenler şu tabakalarda oluşuyorlardı.

Lasakçı: Tarlası, otlağı içi prense vergi ödeyenler

84
Çağan: Prense iyi hizmet ettiği için mükafat olarak ondan toprak alarak geçinen
köleler. Bunlar prensin her türlü içini gören, ayrıca kendi yetiştirdiği ürünün yarısını
prense veren tabakaydı.

Kazak - Karavaş: Mülk sahibi olmayan, prense hizmet ederek yaşaya köleler.
Prensler bunları satabilirdi. Aile kurmalarına izin verilmezdi.

XVIII.yy. sonralarında ve XIX yy. başlarında Karaçay-Malkar halkı arasında


İslamiyet’in kabul edilip yayılmaya başlaması ve gittikçe güçlenmesiyle birlikte sosyal
tabakalar arasında din adamlarından oluşan bir “Mollalar” sınıfı ortaya çıkmıştır.

Mollalar prenslerin himayesi altındaydılar. Halk mollaların geçimini sağlamak


zorundaydı. Her ev, mollalara kendi mahsulünün 1/10’unu, hayvanların ise 2/5’ini vermek
mecburiyetindeydi. Bu vergi İslami bir zorunluluk olmasa da Karaçay-Malkar halkı
tarafından “zekat” olarak adlandırılmıştır.

Aslında bu anlattığımız temelde 3’lü sosyal tabakalaşma Rusya’nın işine


geliyordu. Çeşitli imtiyazlarla feodal prensleri kendi tarafına çeken Rusya böylece geniş
köylü sınıfını rahatça yönetebiliyordu. Fakat baş gösteren köle ayaklanmaları Rusları
endişelendirdi, daha kötü sonuçlara varabileceğini düşünerek 1867-68’de Karaçay-
Malkar köleliği kaldırıldı.51

5. Dinleri ve İnançları

Karaçay-Malkar Türklerinin hayatlarında eski inançların izlerine bugün dahi


rastlamak mümkündür. Karaçay-Malkarlıların atalarının bir takım tabiat güçlerine
inandıkları şamanizm döneminden kalan eski inançların büyük bölümü Orta Asya-Altay
kökenlidir. Bunun yanı sıra bazı inanışlarda Çerkez ve Gürcü etkisi görülmektedir. Bu
durum Kafkas halkları arasında meydana gelen kültür alışverişinin tabi sonucudur.

Yapılan araştırmalar Karaçay-Malkarlılar’ın Kuzey Kafkasya’da XVIII. yüzyılın


ikinci yarısına kadar çeşitli tabiat güçlerine ve bunları meydana getiren tanrılara, kötü
ruhlara inanış şeklinde bir tür Şamanizm inancına sahip olduklarını gösterir.
Ormanlardaki asırlık çam ağaçları, yüce dağlar ve özellikle Kafkasların en yüksek
zirvesi Elbruz dağı Karaçaylıların kendisinden korktukları ve yardım umdukları bir tür
tanrıydı. Kendilerini Elbruz dağının himayesinde yaşayan insanlar olarak kabul eden

51
a.g.e, S 69-77
85
Karaçay-Malkarlılar kendilerine “Mimgi Tavnu Kulları” (Elbruz Dağı’nın İnsanları)
adını uygun görmüşlerdi. Moğol istilasından onları Elbruz Dağı’nın sarp ve derin
vadileri kurtarmıştı. Bu yüzden ilkel inançlara sahip olan o devrin insanlarının Elbruz
dağına bir tanrı gözüyle bakmaları normal karşılanabilir.

Karaçay-Malkarlılar’ın bir takım tabiat gülerine sahip olduklarına inandıkları


bazı varlıklar şu isimleri taşımaktadır.

1. Teyri: Karaçay-Malkarlıların inanışlarına göre en büyük tanrı olan


göklerin tanrısı, Teyri adını taşımaktadır. Bu isim Göktürk yazıtlarında
Tanrı anlamına gelen Tengri kelimesinin Karaçay-Malkar dilinde aldığı
şekildir.

2. Tabu: Karaçay-Malkar inanışlarında evi, aile ocağını koruyan tanrıdır.

3. Apsatı: Vahşi hayvanların ve avcıların tanrısı olduğuna inanılan apsatı,


Kafkas halklarından Gürcülerde Afsatı şeklinde görülmektedir.

4. Şıbıla: Çerkezlerin eski inançlarında Şible adını taşıyan yıldırımlar


tanrısı, Karaçay-Malkar’da şıbıla adını almıştır.

5. Eliya: Yüksek dağların başlarında yaşadığına inanılan bir tanrıdır.

6. Cer İyesi: Yeryüzü topraklarının tanrısıdır.

7. Suv Anası: Irmakların ve göllerin koruyucu tanrıçasıdır. Karaçaylıların


inanışlarına göre ırmakta boğulan bir kimsenin cesedi Suv Anası
tarafından saklanır.

8. Cek: Yeraltında yaşadığına inanılan kötü ruh veya şeytanın adıdır. Eski
Uygur Türkçesinde ve Divan-ı Lûgati’t Türk’te yek şeklinde görülen bu
kelime Cek adlı kötü şeytan kavramının eski Türk kültüründe de
bulunduğunu göstermektedir.

9. Celvamuz: Karaçay inanışlarına göre kötü karakterli tabiat üstü bir


varlıktır. Bir tür ejderha olan Celvamuz, eski Uygur metinlerinde
Yelimagız, Kırgızca da ise Celmooz şeklinde görülmektedir.

86
10. Obur: Karaçay-Malkar’da bir tür kötü ruh, hortlak, cadının adıdır.
İnanışa göre Obur yeni doğmuş çocukları kaçırırdı. Bu yüzden yeni
doğum yapan anneler bir hafta sabaha kadar beklerler.

11. Emegon: Karaçay-Malkar efsanelerinde ortaya çıkan devlerin adıdır.

İslamiyet’in Karaçay-Malkar’a Gelişi:

XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Kabardağdan gelen Müslüman mollaların


Karaçay’da İslamiyet yaydığı bilinmektedir. Ayrıca Buhara’dan gelen Türkistanlı bir
hocanın da Karaçay’ın Ogarı Teberdi köyüne yerleşerek Müslümanlığı Karaçaylılara
öğrettiği ve mezarının da aynı köyde bulunduğu bugün dahi yaşlı Karaçaylılar
tarafından belirtilmektedir.

İslamiyet’i kabul edeli daha iki yüzyıl bile geçmeyen Karaçay-Malkar halkının
yaşayış tarzında eski inançların izlerine oldukça sık rastlamak mümkündür.52

6. Karaçay-Malkar’da Ev-Konut Yapımı

Yaşadıkları bölgede çam ormanları çok olması sebebiyle Karaçay-Malkarlılar


evlerini çam ağacı tomruklarını üst üste koyarak inşa ediyorlardı.

XVIII – XIX. yüzyıl başlarında Karaçay-Malkarlıların kendilerine örgü bir


konut biçimleri vardı. Düşmanlara karşı savunma amacıyla bir kale gibi yapılan bu
evlere “başı cabılgan arbaş” (üzeri örtülen avlu) adı verilirdi. Bunlar yuvarlak, dört
köşeli yada altı köşeli olabilirdi. Tek giriş kapısından ortadaki avluya giril. Odalar bu
avlunun etrafında dizilirdi. Avlunun üzeri kalın çam kütükleriyle kapatılırdı. Yüksekliği
4-5 metreyi bulan bu avluda Karaçay-Malkarlılar kuru ot, odun ve yiyeceklerini
saklarlardı. Herhangi bir düşman saldırısında hayvanlarını ve mülklerini avluya
doldurup kendilerini savunurlardı. Bu tür evlerin kalıntılarına bugün Karaçay’ın
Hurzuk, Kart Curt, Uçkulan ve Davut köylerinde rastlamak mümkündür.

Karaçay-Malkarlıların evlerinin penceresi olamaz, ışığı ocağın bacasından alır.


Bazen kapının üzerine küçük bir pencere açılır. Bu pencere küçük bir tahta parçası ile
açılıp kapanabilir. Bunu “köçgen tereze” adı verilir.

52
Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağlarında Hayat ve Kültür, Karaçay-Malkar Türklerinde Sosyo-Ekonomik
Yapı ve Değişme Üzerine Bir İnceleme, İstanbul 1993, S 14-18
87
Ocak evin ortasında olurdu. XIX. yy.da Karaçay-Malkarlılar ocağı evin
ortasında değil duvara dayalı biçimde yapmaya başladılar.

Evler genellikle tek odadan oluşur. Evin oğlu evlendiğinde “şımpıldık” dene bir
perdeyle oda ikiye bölünürdü. Daha sonra Karaçay-Malkarlılar evlenen oğulları için eve
yeni bölümler eklemeye başladılar. Buna “otav” adı verilir. Bir avlunun etrafına
çevrelenen otavlar sayesinde bir kaleyi andıran büyük evler inşa edilirdi.

Karaçay-Malkar’da evler işbirliği ile yapılırdı. Buna “mammat” yada “izev” adı
verilir. Ev sahibi ev yapımına yardım edenlere öküz yada koyun keserdi. Ev inşa
edilmeden önce evin yapılacağı yere bir gün önceden bir tas su ve bal konulurdu. Ertesi
sabah bakıldığında su ve bal azalmışsa oraya ve yapmaktan vazgeçilirdi. Çünkü
Karaçay-Malkarlılar orada cin yada perilerin olduğuna inanırlar ve böyle yerlere ev
yapmaktan kaçınırlardı.

Evi yapmadan önce evin dört köşesine kömür, kükürt, para ve parlak taşlar
konulurdu. Böylece yeni evin bereketli olacağına inanırlardı. Ev yapıldıktan sonra
kurban kesilirdi. Evin yapımına yardım edenler kurban etinden yerlerdi. Evin sahibi
evin önünde eline aldığı bir tas boza ile “algış” adı verilen duaları söylerdi.

Ağaç evlerde bazen ocağın olduğu taraf taştan işlenirdi. Evlerin duvarları keçe
ve halılarla kaplanırdı. Kışın soğuk girmemesi için kapı da içerden keçeyle kaplanırdı.

Karaçay’da Avrupaî tarzda ilk evler 1869 yılından sonra N. Petruseviç’in


getirdiği Rus ustalar tarafından inşa edilmeye başlandı. XIX. yüzyılın ikinci yarısında
kurulan yeni Karaçay köylerinde modern tipte evler inşa ediliyordu. Özellikle Teberdi
köyüne Ruslar çok sık geldiğinden Teberdi ev tipleri Rus Mimari tarzından etkilendi.

XIX. yüzyıl sonlarında Karaçaylılar yanyana odalardan oluşan uzun evler


yapmaya başladılar. Bu evlerin yapımında Gürcülerden etkilenerek evin dört tarafını
balkonlarla çevirmeye başladılar. Karaçay-Malkar’da zenginler saçakları oyma işleri ile
süslü rus stili evlerde otururlardı. Bunların dekoratif pencere kanatları (Panjurları),
beyaz duvarları olurdu. XX.yy başlarında Karaçay’da iki katlı evler yapılmaya başlandı.
Alt kat hayvanlara ayrılıyordu. Evlerin zeminleri tahta ile kaplanıyordu.53

53
Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağlarında Hayat ve Kültür, Karaçay-Malkar Türklerinde Sosyo-Ekonomik
Yapı ve Değişme Üzerine Bir İnceleme, İstanbul 1993, S 244-247
88
Harita 2. Kafkasya’nın Bugünkü Yapısı

SONSÖZ

Bu eserde Kafkasya’nın kültürel Yapısını yansıtmaya çalıştık, bunu yaparken


tabi ki eksiklerimiz, hatalarımız ve kusurlarımız olmuştur. Fakat elimizden geldiğimiz
kadar bunu askeri düzeye çekmeye çalıştık.

Eserde başlık olan Çerkezleri, Çeçenleri, Gürcüleri ve Karaçay-Malkarlıları ele


alarak bunların: evlenme adetlerini, inançların, toplumsal sınıflaşmaların, günlük
hayattaki giyim kuşamlarını, yeme-içmelerini, dillerini, milli oyunlarını, kısacası günlük
hayat içindeki kültürel faaliyetlerini yansıtmaya çalıştık.

89
Tabi ki kültür, kavramı sınırsız bir alanı kapsadığı için kültürün bütün
etmenlerini ele almamız imkansızdır. Seçtiğimiz başlıkların, ele aldığımız ülkeleri
kültürel açıdan yeteri kadar yansıtacağına inanarak, tekrardan eser içindeki eksik ve
hatalarımızdan dolayı özür dilerim

BİBLİOGRAFYA

1. Akçora, Ergünöz-, Geçmişten Günümüze Çeçenler, İstanbul 1996

2. Akün, Ömer Faruk-, Çeçenistan, TDVİA, c.8 s. 245

3. Bacık, Gökhan-, Boğazköy’de Çerkez Kimliğinin Sürdürülmesinde Etkili Olan

Öğeler, Kafkasya Yazıları Tarih Edebiyat Kültür ve Sanat Dosyası, İstanbul

1999, s. 45

4. Bağ, Yaşar-, Türklerde ve Çerkezlerde İslam Öncesi Kültür Din ve Tanrı,

İstanbul 1993

5. Baj, Jabaghi-, Çerkezler, Ankara 2000

90
6. Berdzeneşvili, Nikolaz- Canaşia, Simon-, Gürcüstan Tarihi, Çev: Hayri

Hayrioğlu, İstanbul 2000

7. Çiloğlu, Fahrettin-, Dilden Dine Edebiyattan Sanata Gürcülerin Tarihi, İstanbul

1993

8. Gökçe, Cemal-, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğunun Kafkasya Siyaseti,

İstanbul 1979

9. Grigoriantz, Alexandre-, Kafkasya Halkları Tarihi ve Etnoğrafik Bir Sentez,

Çev: Doğan Yurdakul, İstanbul 2000

10. Kafesoğlu, İbrahim-, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1996

11. Kaşıkçı, Nihat-Yılmaz Hasan-, Aras’tan Volga’ya Kafkaslar, Ankara 1999

12. Medetoğlu, Oğuz-, Gürcü Halk Dansları, Çvneburi Dergisi, Sayı 39, İstanbul

2001, s.39

13. Medetoğlu, Oğuz-, Gürcü Halk Dansları, Çvneburi Dergisi, Sayı 42, İstanbul

2001, s.39

14. Sarcveladze, Zurab-, Gürcü Dili, Çvneburi Dergisi, Çev: Nana Canaşia, Sayı

19-21, İstanbul 1996, s.17

15. Rilogova, V-, Gürcü Alfabesi, Çvneburi Dergisi, Çev: Nana Canaşia, Sayı

19-21, İstanbul 1996, s.17

91

You might also like