You are on page 1of 146

T.C.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ESKİÇAĞ TARİHİ ANA BİLİM DALI

M.Ö. II. BİNDE MEZOPOTAMYA–ANADOLU SİYASÎ


MÜNASEBETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan
Selim ERSOY

Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. L. Gürkan GÖKÇEK

ANKARA 2008
ii

ÖNSÖZ

Uygar toplumun doğuşunda ve gelişmesinde pek çok unsurun kökeni


Antik Yakındoğu’nun kalbi Mezopotamya’ya dayanmaktadır.

Uygar toplumun ortaya çıkıp yerleşmesinden sonra, uygar toplum


biçimi Mezopotamya’dan dünyanın öteki bölgelerine yayılmaya başlamıştır.
Yayılma ticarî ve düşünsel etkilemeyle, savaş ve üretim teknolojilerindeki
gelişmelerle gerçekleşmiştir. Bu münasebetler siyasî ilişkilerin artması
sonucunu beraberinde getirmiştir. Özellikle de yakın coğrafyada yer alan
büyük bölgesel güçlerin birbirleriyle olan temasları yoğunlaşmıştır.

Bu araştırmanın amacı; adından da anlaşılacağı üzere, Mezopotamya


ve Anadolu coğrafyasında yer alan büyük güçlerin münasebetlerini siyasî
temelleri üzerinde, M.Ö. II. bin yıl zaman dilimi içerisinde ele almak ve
incelemektir.

Konumuz gereği, çalışmamızı bu dönem içerisindeki siyasî ilişkiler


üzerinde temellendirdik. Söz konusu çalışmayı yaparken, ele alınan dönemin
bin yıllık gibi uzun bir zaman dilimini kapsaması nedeniyle şüphesiz bir takım
güçlüklerle karşılaştık. Bu nedenle araştırmamızda birçok boşluklar ve
yanıtlanmamış sorular olabilir. Çalışmamızın amacı, bu bölgelerin kesin bir
tarihini yazmak değil, söz konusu dönemin siyasî olaylarını genel hatlarıyla
ortaya koymaktır. Bu doğrultuda konunun daha iyi anlaşılabilmesi için
çalışmamızın sonuna birkaç harita ve resim koymayı uygun gördük.
ii

Araştırmalarım esnasında ufuk açıcı yönlendirmeleriyle yardımlarını


esirgemeyen danışman hocam, Sayın Yrd. Doç.Dr. L.Gürkan GÖKÇEK’e,
teşekkür etmekten mutluluk duyuyorum. Ayrıca, gerektiği yerde yardımlarını
esirgemeyen değerli hocam, Sayın Prof. Dr. İlhami DURMUŞ’a en içten
teşekkürlerimi sunmayı bir görev kabul ederim. Son olarak, Eski çağ tarihi
üzerinde çalışmam için beni yönlendiren ve desteğini esirgemeyen değerli
hocam, Sayın Prof. Dr. Salim KOCA’ ya yardımları için yürekten minnettarım.

Selim ERSOY
Ankara - 2008
iii

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ .............................................................................................................. i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................... iii
KISALTMALAR................................................................................................. vi
GİRİŞ ................................................................................................................. 1

BİRİNCİ BÖLÜM
COĞRAFÎ MEKÂN

A – COĞRAFÎ MEKÂN ....................................................................... 7


B – ANADOLU COĞRAFYASI ............................................................ 9
C – MEZOPOTAMYA COĞRAFYASI ................................................. 11

İKİNCİ BÖLÜM
II. BİNYILA KADAR ANADOLU-MEZOPOTAMYA MÜNASEBETLERİNE
GENEL BİR BAKIŞ

A – ARKEOLOJİK BELGELERE GÖRE ANADOLU-MEZOPOTAMYA


MÜNASEBETLERİ ........................................................................ 16

a) Neolitik Dönemde Anadolu-Mezopotamya


Münasebetleri ........................................................................... 19
b) Kalkolitik ve Eski Tunç Çağında Anadolu-Mezopotamya
Münasebetleri ........................................................................... 23
iv

B – AKADLI SARGON VE TORUNU NARAM-SİN’İN ANADOLU


SEFERLERİ

a) Akadlı Sargon’un (M.Ö. 2334 – 2279)


Anadolu Seferi .......................................................................... 26
b) Naram-Sin’in (M.Ö. 2254 – 2218)
Anadolu Seferi .......................................................................... 32

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HİTİT DEVLETİ – MEZOPOTAMYA MÜNASEBETLERİ

A) I. Hattušili Döneminde (M.Ö. 1650 – 1620) Anadolu - Mezopotamya


Siyasi Münasebetleri ....................................................................... 36
B) I. Muršili’nin (M.Ö. 1620 - 1590 ) Babil Seferi .................................. 40
C) Šuppiluliuma’nın (M.Ö. 1370 - 1340) Mezopotamya Politikası ......... 44
D) II. Muršili Döneminde (M.Ö. 1339 – 1310) Mezopotamya ile Olan
Siyasî Münasebetleri .................................................................... 50
E) III. Hattušili Döneminde (M.Ö. 1280 – 1250) Hitit Devleti’nin
Mezopotamya Siyaseti ...................................................................... 55
F) IV. Tuthaliya’nın (M.Ö. 1250 – 1225) Orta Asur Devleti ile Olan
Siyasî Münasebetleri ......................................................................... 62

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HURRİ-MİTANNİ DEVLETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE BU DEVLETİN HİTİT
DEVLETİ İLE OLAN SİYASÎ MÜNASEBETLERİ

A) Hurri-Mitanni Devletinin Ortaya Çıkışı ............................................... 68


v

B) Hurri-Mitanni Devletinin Hitit Devleti ile Olan


Siyasî Münasebetleri………………………………………………….... 75

BEŞİNCİ BÖLÜM
ORTA ASUR DEVLETİ’NİN HURRİ-MİTANNİ DEVLETİ İLE OLAN
MÜNASEBETLERİ

A) Orta Asur Devletinin Ortaya Çıkışı .................................................... 81


B) Orta Asur Devletinin Hurri-Mitanni Devleti İle Olan
Siyasî Münasebetleri......................................................................... 87

ALTINCI BÖLÜM
ORTA ASUR DEVLETİ’NİN URARTU DEVLETİ İLE OLAN
MÜNASEBETLERİ

A) I.Salmanassar’ın (M.Ö. 1274 – 1245) Anadolu Politikası ve


Urartu Devleti’nin Ortaya Çıkışı ....................................................... 90
B) I.Tukulti-Ninurta’nın (M.Ö. 1244 – 1208)
Anadolu Politikası ........................................................................... 97
C) I.Tiglatpileser’in (M.Ö. 1114 – 1074) Anadolu Politikası ve
Urartu Devleti ile Olan Münasebetleri ............................................ 101

SONUÇ....................................................................................................... 107
KAYNAKÇA .............................................................................................. 111
HARİTALAR VE RESİMLER ..................................................................... 125
ÖZET .......................................................................................................... 137
ABSTRACT ...............................................................................................138
vi

KISALTMALAR

AÜ : Ankara Üniversitesi

AÜDTCFD : Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi

DTCF : Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi

bkz : Bakınız

EÜ : Ege Üniversitesi

EÜEF : Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi

İÜ : İstanbul Üniversitesi

İÜEF : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

SÜ : Selçuk Üniversitesi

TTK : Türk Tarih Kurumu


1

GİRİŞ

Tarımın, kentlerin, devletlerin, yazının, yasaların ve ileri bir uygarlıkla


özdeşleştirdiğimiz diğer pek çok unsurun kökeni Yakındoğu ve
1
Mezopotamya’ya dayanmaktadır. İlk tapınaklar ve kentler, ilk maden işçiliği,
ilkyazı, ilk krallıklar ve ilk imparatorluklar burada görülmüştür.2 Bu bölge üç
kıtanın kesişme noktasında yer aldığından, birbirinden farklı sayısız halka ait
uygulama ve kavramlar burada birleşmiş, birbirlerini esinlendirip tamamlamış
ve bölge sakinleri tarafından yaşadıkları çevreyi değiştirmekte kullanılmıştır.
Bu halklar çevreye uymaktan çok, kendi çevrelerini yaratmışlardır. Yüzyıllar,
hatta binyıllar içerisinde, hem yavaş hem ani gelişimlerle, gidişat
değişimleriyle ve hatalı başlangıçlarla dolu süreçler sonunda önemli
gelişmeler sağlanmıştır. Değişik zamanlarda çeşitli Mezopotamya
krallıklarının gücünün alçak düzlüklerden çok ötelere uzanması ve komşu
bölgelerle ilişki kurulması da Antik Yakındoğu uygarlığına önemli katkılarda
bulunmuştur (Harita 1).

Tarihte kesin sonlara ender rastlanmaktadır. Devletler tümüyle yok


edildiklerinde bile, arkalarında süresi tarihin siyasi, ekonomik, kültürel ya da
diğer yönlerden hangisine bakıldığına göre değişen bir iz bırakmışlardır.
Yakındoğu’nun antik tarihi, kaynakların bize gösterdiği, bazıları diğerlerinden
daha parlak olan ayrı ayrı ışık noktalarının bulunduğu karanlık bir odaya
benzetilebilir. Kimi yer ve dönemlerde özellikle parlaktır bu ışıklar, ama bazen
de diğer pek çok şeyi karanlıkta bırakmışlardır.3 Bilinmeyen ve bilinemeyecek
olan büyük alanlar vardır. Yine de Antik Yakındoğu konusunda bol miktarda

1
Mieroop, 2006: 10.
2
Roaf, 1996: 10.
3
Mieroop, 2006: 18–19.
2

bilgiye sahibiz ve bu bilgi bolluğu geçmişin diğer pek çok kültürüne kıyasla
burada çok daha fazla şey görebilmemizi sağlamaktadır.

Tarihi yapan insandır,4 insanın doğayı denetim altına alması ve bunun


toplumsal etkileri adım adım oluşmuş ve gelişmiştir. İnsanlık tarihi, ilk büyük
dönüm noktasına, yiyecek üretimine geçilmesiyle ulaşmıştır. Bu olay
insanların sayısında çok büyük bir artış olanağı sağlayarak uygarlıkların
üzerinde yükselebileceği temelleri atmıştır. Çiftçiliğe ve çobanlığa geçişin en
erken ve en önemli örneklerinden biri, M.Ö. 8500–7000 dolaylarında
Ortadoğu’da gerçekleşmiştir.5 “Neolitik Devrim” ya da “İlk Devrim” olarak da
nitelendirilen bu olay, insanın besin kaynağına egemen oluşuyla, dolayısıyla
toplumsal ekonominin bütünüyle değişmesiyle gerçekleşmiştir. Daha açık
anlatımla, insanların çiftçilik yapmaya, sebze ve meyve yetiştirmeye ve
hayvanları evcilleştirmeye başlamasıyla oluşmuştur. Kısacası, ilk devrim,
göçebe toplulukların zaman içerisinde yerleşik toplumlara dönüşmesi ve
böylece insanın alışkanlıklarında ve geleneklerinde meydana gelen köklü
değişimdir.6

İnsanlık tarihinin ikinci dönüm noktasına “uygar toplum” denilen


becerikli ve karmaşık toplumların ortaya çıkışıyla ulaşılmıştır. Zamanın akışı
içerisinde varsıllaşan, nüfusu artan ve özellikle coğrafyası elverişli olan köyler
kentleşmiştir. Bu kentleşme olgusu da “Kentsel Devrim” ya da “İkinci Devrim”
terimiyle adlandırılabilir.7 İşte bu noktada Ortadoğu’nun önceliği tartışma
götürmez bir hal almaktadır. İnsanlığın en eski uygarlıkları, Dicle-Fırat ve Nil
vadilerinde, M.Ö. 3500–3000 dolaylarında gelişmiştir. Çok sayıda kimseyi
kapsayan toplumsal örgütlenme alışkanlığıyla birlikte, uzmanları besleyecek
bir tarımsal artı ürün ancak Ortadoğu’nun bu en büyük ırmaklarının taşkın
alanı olan ovalarında ortaya çıkabilirdi. Çok sonraki tarihlere dek, başka bir

4
Tanilli, 1999a: 37 (Tanilli, Tarihin tanımını yaparken en temel unsurun insan olduğuna dikkat
çekmektedir).
5
Mc Neill, 2001: 19.
6
Gündüz, 2002: 3.
7
Gündüz, 2002: 3.
3

yerde, böyle bir toplumsal örgütlenme ve tarımsal artı yaratılamamıştır.8 Bu


gelişmeler giderek çarpıcı bir sonuca, kentleşmeye ulaşmış ve Güney
Mezopotamya’da M.Ö. dördüncü binyılda gerçekleşen bu dönüşüm çağdaş
toplumların temelini oluşturmuştur.9

Bilim, teknoloji, sanat ve toplumsal yapı uygarlığın olduğu ortamda


doğmuş ve gelişmişlerdir. Uygarlık kavramı, ancak tarih de dâhil bütün insan
bilimlerinin bir araya getirilip alanı aydınlatmaları halinde tanımlanabilir.10
Uygarlığın ortaya çıkışı, insanlığın evriminin belli bir aşamasında oluşmuştur.
Barbarlıktan sonraki bir aşama olarak uygarlık, bir anlamda kent yaşamı,
devlet, yazı, kanun, matematik şeklinde kendini göstermektedir.11

Uygarlığın başlamasının öncelikli temel koşulu ise, yerleşik yaşamdır.


Uygarlıkların gerçekliklerinin esas bölümü, onların coğrafi yerleşimlerinin
zorlama ve avantajlarına bağımlıdır.12 Nitekim uygarlık ve dolayısıyla kentsel
yaşam, devlet, yazı, yasalar ve matematik; tarihte ilk kez Ortadoğu’da Nil,
Dicle, Fırat ve daha doğuda İndus gibi büyük ırmakların vadilerinde ortaya
çıkmıştır.

Hiçbir uygarlık homojen değildir. Komşularıyla olan mübadeleler ve


şoklarla zenginleşirler.13 Onları taşıyan, onlara gerilimleri ve gelişmeleriyle
hareket veren toplumlar olmaksızın, uygarlıklar olmaz. Bu sorunlu ve uzun bir
arada yaşama dönemleri, tavizler, uzlaşmalar, önemli ve bazen de yararlı
kültürel alıntılarla birlikte sürmektedir. Demek ki bir uygarlığa, ancak uzun
zamanda, uzun sürede, ucu bir türlü gelmeyen bir ipin başını yakalayarak
ulaşılabilmektedir; aslında ulaşılan şey, hareketli, çoğu zamanda fırtınalı bir
tarih boyunca, bir insan grubunun muhafaza ettiği ve en değerli şeyi olarak

8
Mc Neill, 2001: 20.
9
Roaf, 1996: 42.
10
Braudel, 2006: 39.
11
Tanilli, 1999b: 11.
12
Braudel, 2006: 39.
13
Tanilli, 1999b: 17.
4

kuşaktan kuşağa aktardığıdır. Uygarlık bu bağlamda uzun tarihlerin en uzunu


olarak da tanımlanabilir. 14

Uygarlıklar doğmak, yerleştikleri yeri düzenlemek ve sıçramak için


sonsuz bir zaman harcamaktadırlar.15 Dünyanın en eski uygarlığı, Dicle ve
Fırat ırmaklarının aşağı kıvrımları boyunca Basra Körfezi’ne kadar dayanan
düz alüvyon ovası üzerinde uzanan Sumer ülkesinde doğmuştur.16 Uygarlık,
Sumer’deki ilk kaynağında kök saldıktan sonra, dört bir yana tohumlarını
saçan, elverişli ortamlara düşen tohumları filizlenen bir ulu çınarı
andırırcasına, Mezopotamya’dan dünyanın öteki bölgelerine yayılmaya
başlamıştır. Bu yayılma etkisini, ticari ve düşünsel etkilemeyle, savaş ve
üretim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte diğer alanlara taşımıştır. 17

Yerleşik toplumlara dönüşüm ve kentlerin kurulması siyasi


münasebetleri beraberinde getirmiştir. Basit ve açık bir tanımının yapılması
zor olsa da, kent kavramı belli özelliklerle özdeşleştirilmiştir. Bunların
başında, birbirine yakın oturan ve tarım dışı işler de dâhil olmak üzere pek
çok meslekleri olan çok sayıda insanın yaşadığı yerleşmeler akla
gelmektedir. Neye kent denebileceğini ve neye denemeyeceğini büyük
oranda tarihsel şartlar belirlemektedir. Yaşayan kişi sayısı mutlak bir ölçüt
değildir. Örneğin, günümüz dünyasında 30.000 kişi bir kasaba anlamına gelir,
klasik Yunanistan’daysa bu sayı büyük bir kent demektir. Bir yerleşmenin
büyüklüğü kent olarak statü açısından önemli bir göstergedir; sakinleri
arasındaki işgücü uzmanlaşması düzeyi için de aynı durum geçerlidir. Kentte
birey ya da bireysel olarak aile kendi kendine yetemez; belli mallar ve
hizmetler için başkalarına bağımlıdır. Ama sunulan hizmetler aynı
yerleşmenin sakinleriyle sınırlı değildir ve bu da belki de, kent tanımının en
önemli kriteridir. Kent hem kendi sınırları içinde hem de çevresindeki kalıcı ya
da mevsimlik yerleşmelerde yaşayan insanlar arasında aracı işlevi görür;

14
Braudel, 2006: 44–69.
15
Braudel, 2006: 75.
16
Mc Neill, 2001: 34.
17
Şenel, 1997: 45–47.
5

malların toplanma ve yeniden dağıtılma noktasıdır ve bazı merkezi hizmetleri


sunmaktadır. Kent, kendi coğrafi ortamı içerisinde bir merkez, hem kendi
sakinleri hem de kırsal kesimde yaşayanlar içinde bir odak noktası
durumundadır. 18

Bağımsız siyasal birimler olan kent devletleri aralarındaki rekabetten


dolayı sık sık karşı karşıya gelmişlerdir. Gerçek anlamda savaş, kentler ya da
uluslar arasında oluşmuştur. Başlıca nedeni ekonomik çıkar sağlamak olan
savaşlar, bu alanda yetenekleri olan kişilerin kendilerini göstermelerine fırsat
vermiştir. Savaşlarda başarıya ulaşanlar toplumda saygınlık görerek, otorite
sahibi, kentin ya da ülkenin önderi ve giderek kralı olmuşlardır. Zamanla
monarşi kurumsallaşmıştır.19 Bunun sonucunda, kent devletlerinden bölgesel
devlete, bölgesel devletten imparatorluğa geçilmiştir. Mısır’da, Anadolu’da ve
Kuzey Mezopotamya’da gelişen üç uygar imparatorluk, Ortadoğu’da
üstünlüğü ele geçirmek için birbirleriyle yarışmışlardır.20 Bu devletlerin asker
hükümdarları iktidar için birbirleriyle çatışmış, sürekli değişen ittifaklara
katılmış ve birbirlerine düşman olmuşlardır. Bitmez tükenmez siyasal ve
askeri kargaşalar ile sık sık gerilemek zorunda kalmalarına karşın, geniş
topraklar üzerinde yerleşmiş siyasal imparatorluklar yavaş yavaş birlik ve
kararlık kazanmıştır.

Burada kısaca özetlenen, tarihsel süreç içerisindeki gelişmeler,


sonraki Yakındoğu tarihinin pek çok kültürel yönünün çok uzun süreler
içerisinde gelişmiş olduğunu göstermektedir. Çünkü bölge tarihinin ana
dönemlerini farklı tarihlerde farklı kavimler belirlemiştir. Biz bu çalışmada
öncelikli olarak birinci bölümde bölge coğrafyası ve coğrafyanın siyasi yaşam
üzerindeki etkilerine değineceğiz. İkinci bölümde ise ön bilgi niteliğinde
öncelikli olarak M.Ö. II. binyıla kadar geçen uzun süreç içerisindeki Anadolu-
Mezopotamya ilişkilerine kısaca değindikten sonra diğer bölümlerde asıl

18
Mieroop, 2006: 41.
19
Gündüz, 2002: 6.
20
Mc Neill, 2001: 21.
6

konumuz olan M.Ö. II. binyılda Mezopotamya ve Anadolu’da yerleşmiş büyük


güçlerin siyasî münasebetlerini ele alacak ve bu dönem olaylarına ışık
tutmaya çalışacağız.
7

BİRİNCİ BÖLÜM

COĞRAFÎ MEKÂN

A – COĞRAFİ MEKÂN

İnsan topluluğunun dünya üzerinde işgal ettiği yere coğrafi mekân adı
verilmektedir. İnsan yerleşmelerinin temel koşulu olan besin kaynakları,
çevreye ve yerel coğrafyaya bağımlıdır. Bilindiği üzere, tarihi meydana
getiren üç ana unsurdan21 biri de coğrafi mekândır. Bir kavmin tarihi,
üzerinde yaşadığı toprakların coğrafi durumuna bağlıdır.22 Her tarihi olayın
cereyan ettiği bir mekân vardır ve her medeniyet bir zemin üzerinde
kurulmuştur. Zeminin doğal şartları, üzerinde kurulan medeniyetin yayılıp
genişlemesinde veya dağılıp yok olmasında en önemli rolü oynamaktadır.
Diğer bir ifade ile bir ülkenin coğrafi unsurlarını oluşturan iklimi, bitki örtüsü,
yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, ırmak ve gölleri; ülke üzerinde yaşayan
insanların sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve hatta dini yaşantılarını
mutlak surette etkilemişlerdir.23 İklimi elverişli, toprakları verimli, akarsuları
bol, yeraltı kaynakları son derece zengin bir coğrafi sahada kurulan herhangi
bir siyasi teşekkülün, bu imkânlardan mahrum olan rakiplerine karşı daha
avantajlı bir konumda olacağı muhakkaktır.
Aynı zamanda, üzerinde yaşanılan mekânın imkânları ve de
imkânsızlıkları, toplumların ekonomik yapısında olduğu gibi, başka
topluluklarla olan ilişkilerinde de en temel unsurlar olmuşlardır. O halde

21
Tarihin değişmeyen üç elemanı vardır. Bunlar; 1. Zaman, 2. Mekân ve 3. İnsan unsurlarıdır. Bu
elemanlardan biri olmadığı takdirde tarihten de söz etmek imkânsızdır.
22
Memiş, 2002: 3.
23
Memiş, 1990: 9.
8

toplumların gelişimini ve diğer toplumlarla olan ilişkilerin iyi anlayabilmek için


üzerinde yaşadıkları coğrafyanın özelliklerini iyi bilmek gerekmektedir.24

Tarihin en eski devirlerinden itibaren insan toplulukları, yerleşim


merkezi olarak genellikle büyük akarsu ve göl kenarlarını tercih etmişlerdir.
Örneğin bir Mezopotamya medeniyeti Dicle ve Fırat nehirlerinin hayat verdiği
sahada yeşerirken, Mısır medeniyeti mevcudiyetini Nil nehrine borçludur.
Yine aynı şekilde, M.Ö. 2. bin yılda Anadolu’ya hâkim olan Hitit devleti,
Kızılırmak ve Yeşilırmak nehirlerinin bulunduğu bölgeyi tercih ederken, Doğu
Anadolu’da, M.Ö. 9. ve 6. yüzyıllar arasında ortaya çıkan Urartu Krallığı da
Van Gölü ile Urmiye gölü arasındaki bölgeyi kendine yurt olarak seçmiştir.
Tarihte ilk madeni parayı basarak dünya ekonomisine büyük katkıda bulunan
Lidya devleti ise Gediz, Büyük Menderes ve Küçük Menderes nehirlerinin
sulamış olduğu sahada kurulmuştur. 25

Kısacası, coğrafya ve buna bağlı olarak coğrafi faktörler tarihin en eski


devirlerinden itibaren insan topluluklarını ve bu toplulukların sosyal, siyasal,
ekonomik, dini ve kültürel yaşantılarını değişik şekillerde etkilemişlerdir.
Başka bir tabirle, coğrafi faktörler, tarihin gelişimine yön vermişlerdir. Buna
bağlı olarak da Mezopotamya ve Anadolu’nun birbirine zıt olan coğrafi
şartları, bu iki coğrafya arasındaki ilişkilerde en belirleyici rolü üstlenmişlerdir.
Mezopotamya’da bulunmayan birçok kaynağın hemen yakındaki Anadolu’da
bol miktarda bulunması, Mezopotamya’da kurulan ve kendini güçlü hisseden
her devletin, Anadolu’ya yönelik yayılmacı bir politika izlemesine sebep
olmuştur. Bu nedenlerden dolayı, tarihi olayları incelerken, coğrafi faktörlerin
etkilerini göz önünde tutmak ve buna göre değerlendirme yapmak
gerekmektedir.

24
Demircioğlu, 1987: 1.
25
Memiş, 1997: 36–37.
9

B – ANADOLU COĞRAFYASI

Karadeniz, Marmara Denizi ve Akdeniz ile çevrili olan Anadolu


yarımadası; gerek Asya’dan batıya giden yolları kontrol etmesi gerekse Asya-
Avrupa arasında doğal bir köprü olması ve de bulunduğu coğrafi konum
itibariyle Mezopotamya, Suriye ve Ege bölgesine hâkim olduğundan her
devirde önemli bir kara parçası olmuştur.26 Bu jeopolitik konumun sonucu
olarak Anadolu, tarihin en eski devirlerinden itibaren doğudan ve batıdan
birçok kavmin istilasına maruz kalmış, pek çok medeniyete beşiklik etmiştir.
Böylece Anadolu, Doğu ve Batı kültür unsurlarının iç içe karışıp kaynaştığı bir
bölge durumuna gelmiştir.

Anadolu, batıda Ege adalarından başlayarak, Suriye, Filistin, Mısır,


Mezopotamya ve İran’ı içine alan Ön Asya coğrafyası içerisinde önemli bir
yere sahiptir. Bu önemin birinci nedeni Anadolu’nun coğrafi konumundan
kaynaklanmaktadır. Ege dünyası ile Doğu dünyası arasında ilişkiyi sağlayan
Anadolu yarımadasıdır. Ancak, bu durumu nedeniyle Anadolu’yu çoğu kez
görüldüğü gibi, bir köprü olarak da nitelemek doğru değildir, çünkü köprü
daha çok bir geçiş aracıdır. Oysa Anadolu sadece bir yerden bir yere geçilen
bir toprak parçası değil, yerleşilen, yurt edinilen, yöresindeki bütün
kültürlerden etkilenen ve onları etkileyen, değerli bir yaşam alanıdır.27
Anadolu’nun ikinci önemli yönü ekonomiktir. Anadolu, her modern ekonomi
patronunun gurur duyacağı bir “global oyuncu” konumundadır.28 Buna da
fazla şaşmamak gerekir, çünkü ilgili komşu toplumların yazılı belgelerinden
sağlanan ilk bilgilere bakılacak olursa Anadolu, adeta Ön Asya’nın özellikle
Mezopotamya’nın inşaat ahşabı, bakır ve gümüş gereksinmesini karşılayan
bir hammadde deposu işlevini görmektedir. 29 Bütün bunların sonucu olarak
Anadolu, en eski çağlardan itibaren doğudan batıya ve batıdan doğuya pek

26
Özçelik, 2004: 51.
27
Dinçol, 1982: 18.
28
Brandau-Schickert, 2003: 13.
29
Dinçol, 1982: 18.
10

çok kavimler göçüne ve istilalarına sahne olmuştur. Bu kavimler, Anadolu’nun


siyasal ve kültürel bünyesi üzerinde az ya da çok etki etmişler ve değişiklik
yapmışlardır.30 Böylece burası, birçok medeniyete beşiklik etmiş, doğu-batı
kültürlerinin karışıp kaynaştığı bir bölge olmuştur.

Anadolu’nun yeryüzü şekilleri, akarsuları ve iklim şartları da Anadolu


tarihinin meydana gelmesinde büyük ölçüde rol oynamışlardır. Anadolu’daki
yerleşme merkezleri, dünyanın her tarafında olduğu gibi büyük akarsu ve göl
kenarlarına kurulmuştur. Ayrıca, Anadolu’nun kuzeyden ve güneyden yüksek
sıra dağlarla kuşatılmış olması ve pek az yerden geçit vermesi, bu yönlerden
yapılacak olan bir kavimler göçüne imkân tanımazken, Batı Anadolu
bölgesindeki dağların denize dik olarak uzanması, pek çok istilacının, bu dağ
oluklarından geçit bularak, Anadolu’nun ortalarına kadar ulaşmalarını
mümkün kılmıştır. Güney ve kuzey yönlerinde denize paralel olarak uzanan
sıra dağlar, Orta Anadolu’da yerleşen kavimlerin, bu dağların arkasında
oturan kavimlerle kültürel münasebetlerini de engellemiştir.

Anadolu insanının sosyal ve ekonomik yaşantısı üzerinde iklim


faktörünün de büyük etkileri olmuştur. İklim şartları Anadolu insanına ne
yapması gerektiği hususunda bir yön tayin etmiştir. Bu nedenle Anadolu’da
yerleşen siyasal topluluklar, genellikle tarıma dayanmak mecburiyetinde
kalmıştır. Çünkü bu devirlerde, henüz denizin nimetlerinden yararlanma
yolları bilinmemektedir. Fakat Anadolu’daki ziraat ekonomisini Mısır ve
Mezopotamya ile bir tutmak doğru değildir. Çünkü Anadolu nehirlerinin hiç
birisi, Mısır’ın can damarı sayılan Nil’in yaptığını yapamamıştır. Ayrıca
Mezopotamya’da olduğu gibi, düz bir araziye kanallar açmak suretiyle
sulamak da arızalı bir durum arz eden Anadolu toprakları için söz konusu
değildir. Bu yüzden, Anadolu sakinlerinin ziraata dayanan ekonomik
hayatları, bir yer de yağışlara bağlıdır. Havalar iyi gittiği takdirde bol ürün
alınıyor, bunun tersi olursa kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya kalınıyordu. Bu

30
Memiş, 1986: 59.
11

sebeplerden dolayıdır ki, Hitit kralları, devamlı olarak sefer etmek ve özellikle
Münbit Hilal bölgesinden31 sağladıkları ganimetlerle geçinmek yolunu
tutmuşlardır.32 Anadolu’nun ziraata elverişli olmayan dağlık bölgelerinde ise
halk, hayvancılıkla geçimini temin etmeye çalışmıştır.

Anadolu’nun Eski Yakındoğu’ya ve Batı’ya olan yakınlığı ve farklı


topografik özellikleri dolayısıyla sıradan bir yurt ve vatan olma işlevi dışında
başkaca özellikleri de bulunmaktadır.33 Anadolu bir tarih sahnesidir, bu
sahneye çıkan, burada oyun sergileyen kavimler hep tarihe geçmiştir. Başka
bir tabirle Anadolu öyle bir uygarlık ortamıydı ki, oraya gelip yerleşenler, ister
istemez uygarlaşmışlardır.34 Kısacası Anadolu’ya yerleşen kavimler, hem
bölgedeki uygarlıkların birbirleriyle iletişimine aracılık etmişler hem de
kendilerine özgü ve yüksek bir uygarlık meydana getirmişlerdir.

C – MEZOPOTAMYA COĞRAFYASI

Mezopotamya, Antik yazarların Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında


kalan, günümüzdeki Irak topraklarının bir bölümünü tanımlamak için, mesos
(orta) ve potamos (ırmak) sözcüklerini birleştirerek türettikleri bir addır.35 Eski
Doğu’nun üç büyük medeniyet merkezinden biri olan Mezopotamya,
Yunancada “İki nehir arası” anlamına gelmektedir. Eski Mısırlılar da buraya
aynı anlama gelen “Naharina” ismini vermişlerdir. İslami devirlerde ise Fırat
ve Dicle arasında kalan bölgeye ada anlamına gelen “Cezire” denilmiştir.

Eskiçağ tarihinde son derece önemli bir yer işgal eden ve Fırat ile
Dicle arasındaki verimli ovalardan oluşan Mezopotamya, iki yüksek dağ

31
Habur nehri ve kollarının suladığı bölgeye “Münbit Hilal” bölgesi adı verilir.
32
Memiş, 2002: 3–6.
33
Ünal, 2002: 8.
34
Ohri, 1987: 26.
35
Köroğlu, 2006: 12.
12

zinciri ile çevrilmiştir. Bunlardan birisi, batıda bölgeyi Kuzey Suriye’den ayıran
Amanos dağları, diğeri ise doğuda İran sınırından başlayarak uzanan Zagros
dağlarıdır. Kuzeyden güneye hafif bir meyille uzanan ve dik dağlarla
birbirinden ayrılan bölgenin ortası, tuzlu göller ve çöllerden oluşmaktadır.36
Denizden yüksekliği genelde 180 metredir; 300 metreyi aşan kesimlerine çok
ender rastlanır. Bölgenin, Dicle ve Fırat ırmaklarının birbirine en fazla
yaklaştığı Bağdat yöresine dek olan kuzey bölümü Kuzey Mezopotamya ve
bu kesimin güneyinde kalan bölüm Güney Mezopotamya terimiyle
adlandırılır. Başka bir anlatımla, Doğu Akdeniz kıyılarından Dicle-Fırat
Vadisi’ne uzanan ve Basra Körfezi’ne ulaşan, verimli olduğu ve hilale
benzediği için “Verimli Hilal” adı verilen alanın bir bölümünü kapsamaktadır.37
Bu suretle Mezopotamya üç tarafı dağlarla çevrilmiş, yalnız güneyden sonsuz
gibi görünen Suriye ve Arabistan çöllerine açık muazzam bir düzlüktür. Büyük
bir bölümü bugünkü Irak’ın sınırları içinde kalan bölge, tarihte birçok
uygarlığın beşiği olmuştur.
Başlangıçta bölgenin tek bir adı yoktur; güney bölümü Sumer ve
sonrasında ünlü Babil kentinden dolayı Babilonya, kuzeyi ise Asur ülkesi
olarak isimlendirilmiştir. Mezopotamya toprakları çok verimli olduğu için sık
sık istilalara uğramaktadır. Bu yüzden sakinlerin zamanla yer değişmesiyle
yer adları da değişmiştir. Mesala, Sumerler zamanında “Subartu” denilen
Dicle’nin doğu kesimine, I. Babil sülalesi zamanından itibaren “Asur”
denilmeye başlanmıştır. I. Babil sülalesinin yerini alan Kaslar ise Babil’e
“Karaduniaş” adını vermişlerdir.38

Böylece tarihin uzun seyri içinde zaman zaman sakinleriyle beraber


topraklarının isimleri de değişen Mezopotamya’nın sınırları zaman içerisinde
bölgede ortaya çıkan kültürlerin yayılım alanlarına paralel olarak oldukça
genişlemiştir. Günümüzde ise Mezopotamya adı, kuzeyde Toros dağları,

36
Contenau, 1934: 12.
37
Gündüz, 2002: 7.
38
Kınal, 1983: 9. ; Memiş, 2007: 8.
13

güneyde Basra Körfezi, doğuda Zagros Dağları, batıda da Suriye Çölü


tarafından çevrelenen alan için kullanılmaktadır.

Mezopotamya genel bir bakış açısıyla, Toroslar ve Zagros dağlarının


etekleriyle Suriye çölü arasında, Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı bereketli
topraklar olarak görülse de, temel yaşam koşulları bakımından birbirinden
farklı bölgelere ayrılmaktadır. Bölge yeryüzü şekilleri bakımından da kuzeyde
ve güneyde farklı bir yapı göstermektedir. Kuzey Mezopotamya’nın dağlık
olmasına karşın, Güney Mezopotamya düz bir ova manzarası arz etmektedir.
Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta, Dicle ve Fırat nehirlerinin bu
bölgeden geçiyor olmalarıdır. Bu nehirler olmasaydı, Güney
Mezopotamya’nın Suriye Çölünün bir devamı olacağı aşikârdır.
Mezopotamya’yı yaşamaya elverişli kılan bir diğer etkende burada kışların
kısa ve yazların uzun sürdüğü bir iklimin hüküm sürmesidir.39 En eski
devirlerden beri, bölgede yoğun şekilde yerleşim görülmesinde, şüphesiz bu
elverişli iklim şartları da etkili olmuştur.

Dicle ve Fırat nehirleri, yağışın az ve düzensiz olduğu Mezopotamya


ovasının can damarlarıdır. Bu iki nehir ve Balık, Habur, Büyük ve Küçük Zap,
Diyala, Kerha ve Karun adlı kolları, yağmur ve kar sularıyla beslendikleri İran
ve Türkiye dağlarından doğarlar. Bugünkü Türkiye hudutlarından çıktıktan
sonra güneydoğu istikametinde yaklaşık olarak 700 kilometrelik bir yol kat
ederek Basra Körfezine dökülürler. Mezopotamya’nın eski sakinlerinin
“Purattu” dedikleri Fırat nehri ile “İdiglat” ismini verdikleri Dicle nehri, bu
bölgedeki en büyük akarsulardır.40 Kalıcı nehirler olduklarından, dikkatli bir
yönetimle ve özel tekniklere başvurularak sulamada kullanılabilirler.

Diğer taraftan Mezopotamya’daki jeolojik olgular, depremler,


yanardağ patlamaları ve ayrıca rüzgârın, yağmurun ve suların etkileri büyük
çeşitlilik içeren bir bölge yaratmıştır. Ortadoğu’nun genellikle düz ve monoton

39
Kınal, 1983: 11. ; Memiş, 2007: 9.
40
Memiş, 1997: 112.
14

bir alan sanılmasına karşın doğal sınırlarını, az sayıda ve özel teknoloji


yardımıyla da olsa aşılabilen dağlar, denizler ve çöller oluşturmaktadır.
Zagros ve Toros dağları Mezopotamya devletleri için devasa engeller
anlamına gelmektedir ve buralara da yanlızca nehir vadilerinden
girilebilmektedir. Dağlar aynı zamanda, bölgedeki devletlerin sınırlarını sık sık
ihlal eden ve zapt edilmesi olanaksız grupların adeta barınağı durumundadır.
Deniz ise çok farklı bir sınır türü oluşturur ve bunlar da Akdeniz ile Basra
Körfezi’dir. Söz konusu engeller bir sınır yaratmakta ve bu sınırlar bir kez
aşıldığındaysa çok uzaklardaki bölgelere geçiş yolu oluşturmaktadırlar. Tıpkı
dağlar gibi çöl de yerleşik halkların korktuğu ve nefret ettiği grupların, yaşam
tarzları küçümsenen ve yönetilmeleri olanaksız olan göçebelerin yurdu
durumundaydı. Çölü aşabilmelerine karşın, Yakındoğu devletleri bu
göçebeleri tam olarak kontrol altına alamamışlardır.

Mezopotamya’nın bu coğrafi şartları, burada kurulan devletlerin siyasi


hayatı üzerinde de etkili olmuştur. Sınırların aşılabilirliği bölge halklarının
dışarıya çıkmalarına izin vermekle kalmayıp, dışarıdan gelen halkların
bölgeye girebilmelerine de olanak sağlıyordu. Erken tarih öncesi
dönemlerden bugüne dek Afrikalı, Avrupalı ve Asyalı halklar bu bölgeye
gelmiş, etkileşime girmiş, teknoloji alışverişini başlatmış ve doğal kaynaklar
üzerindeki baskıyı arttırmışlardır.41 Böylece bölgede bir yandan bir devletin
uzun soluklu ve kararlı hâkimiyeti kurulamazken diğer yandan bölgenin ırkî
yapısı da yeni yeni ırkların katılıp kaynaşması ile devamlı bir melezleşme
yaşamıştır.42 Böylece doğal sınırları olmayan Mezopotamya; hem değişik
kavimlerin hüküm sürdüğü hem de Mısır’a göre daha karma bir kültürün
geliştiği alan olmuştur.

Mezopotamya için üzerinde durulması gereken bir diğer nokta ise bu


bölgenin kendi kendine yeterliliğinin az olmasıdır. İki büyük ırmağın arasında
taşsız ve ağaçsız, kumsal bir ova binlerce kilometrelik bir uzunlukta kuzeyden

41
Mieroop, 2006: 26–28.
42
Özçelik, 2004: 31.
15

güneye doğru uzanmaktadır. Bölgenin yukarı kısımlarında, yapılarda


kullanılmaya elverişli bir çeşit yumuşak kalker taşı vardır. Ancak basit alet ve
edevatın yapılmasında rol oynayan çakmak taşı bu bölgenin hiçbir tarafında
yoktur.43 Bu nedenle Mezopotamya’ya yerleşmiş olan topluluklar komşu
ülkelerden iyi cins taş, çakmak taşı, madenlerden ise özellikle bakır getirtmek
zorunda kalmışlardır. Bu ekonomik bağlılık nedeniyle en eski zamanlardan
itibaren bölgede ticaret ve sanayi hızlı bir gelişme göstermiştir.

Sonuç olarak, Mezopotamya’da birbirine yakın ama çok çeşitli doğal


alanlar bulunması, değişik yaşam biçimlerinin ve kültürel yapıların sürekli
olarak birbirleriyle olumlu ya da olumsuz ama karşılıklı bir ilişki içinde var
olmasına olanak vermiştir. Bu çok yönlü münasebetler, karşılıklı fikir
alışverişine yol açan bir etken olarak, Antik Yakındoğu’nun çarpıcı teknolojik,
bilimsel ve toplumsal ilerlemelerini hızlandırmışlardır.44

43
Mansel, 1945: 36.
44
Roaf, 1996: 19.
16

İKİNCİ BÖLÜM

II. BİNYILA KADAR ANADOLU-MEZOPOTAMYA MÜNASEBETLERİNE


GENEL BİR BAKIŞ

A – ARKEOLOJİK BELGELERE GÖRE ANADOLU-MEZOPOTAMYA


MÜNASEBETLERİ

Avcılık, toplayıcılık ve leş yiyerek yaşadıkları milyonlarca yıl boyunca


insanlar büyük teknolojik ve kültürel ilerlemeler sağlamışlardır. M.Ö. 20.000
yılına gelinmeden bütün kıtalarda insan toplulukları ortaya çıkmıştır. İnsanın
gittikçe artan çevresini denetleyebilme yeteneği, çakmaktaşı işleme
tekniklerinin gelişip incelmesinde, yerleşmelerin kalıcılaşmasında ve törensel
ölü gömme ayinlerinde ve mağara resimleri gibi daha karmaşık toplumsal
davranışlarda kendini göstermektedir.45 İnsanlar, önceleri gerekli ihtiyaçlarını
coğrafi koşulların daha uygun olduğu bölgelerde kendiliğinden yetişen kökler,
meyveler, çeşitli bitkiler ve avladıkları hayvanlardan karşılamışlardır. Gruplar
halinde, uzun süre bir yere bağlı kalmadan yaşayan insan toplulukları doğada
buldukları malzemelerle yetinmek zorunda kalmışlardır. Kaya oyukları,
mağaralar veya bunların yokluğunda ise, saz ve dallardan ibaret geçici
kamplarda yaşamak zorunda kalmışlardır.

Günlük yaşamda kullanılan aletler için ana malzeme taştır. Bunların


içinde en yaygın olarak kullanılanı ise çakmaktaşıdır. Bunun dışında bir tür
volkanik cam olan obsidyen, bazalt ve çay taşından da alet yapılmıştır.
Önasya’da ilk köylerin kuruluşundan itibaren, kesici ve delici alet yapmak için

45
Roaf, 1996: 25.
17

Doğu Anadolu ve Orta Anadolu’daki volkanik dağların çevresinden elde


edilen obsidyen kullanılmıştır.46 Bu nedenle, Önasya’da insanoğlunun uzak
geçmişi genellikle üretilen taş aletlere göre Paleolitik (Eski Taş), Mezolitik
(Orta Taş), ve Neolitik (Yeni Taş) Çağ olarak adlandırılmıştır.

Yakındoğu’da avcı toplayıcılıktan çiftçiliğe geçişin en açık görüldüğü


yer Levant (Akdeniz’in doğu sahili) ve Filistindir. Buralardaki ilk yerleşme
sahaları, mağaralar, geçici açık hava kampları ya da atölyelerdir.47
Mezopotamya’da Musul yakınlarında Paleolitik dönemin başlarında yapıldığı
tahmin edilen taş aletler bulunmuştur. Kuzey Irak’ta küçük Zap bölgesindeki
Barda-Balka ve Büyük Zap ırmağı vadisinde bulunan Şanidar Mağarası uzun
bir zaman dilimince iskân edilmiştir. Anadolu’nun en eski Paleolitik dönem
yerleşmesi, İstanbul’da Küçükçekmece Gölü’nün kuzey ucunda yer alan ve
M.Ö. 400.000 yıl öncesine ait insan ve hayvan fosilleri bulunmuş olan
Yarımburgaz Mağarasıdır.48 Anadolu’da Yarımburgaz’dan hemen sonraya ait
en önemli yerleşme yeri ise Antalya’nın 27 km. kuzeybatısında M.Ö 50.000–
15.000 yılları arasına tarihlenen Karain Mağarasıdır. Paleolitik dönemde
Mezopotamya’da yapılan aletler ile Suriye-Filistin, Anadolu ve İran’da
üretilenler arasında az da olsa bir benzerlik olduğu görülmektedir.49 Filistinde
yaklaşık olarak M.Ö. 18.000’den 11.000’e kadar süren Kebara Dönemi50
insanlarının kullanmış olduğu bilinen çakmaktaşı işçiliğine Türkiye ve Zagros
dağlarındaki çağdaş kültürlerde de rastlanmıştır. Buna dayanarak bu dönem
insanlarının kapalı bir yaşam sürmediklerini ve komşu bölgelerle ilişkide
oldukları anlaşılmaktadır.

Yaklaşık M.Ö. 11.000 ile 9300 yılları arasında yaşayan Natuf kültürü
Kebara’ya göre daha yaygındır. Tüm Filistin ve Levant boyunca yayılan bu
kültürle bağlantılı merkezler Suriye’de Fırat’ta ve daha doğuda bulunmuştur.

46
Köroğlu, 2006: 38.
47
Roaf, 1996: 27.
48
Sevin, 1991: 8–9. ; Memiş, 2002: 7–14.
49
Köroğlu, 2006: 39.
50
Roaf, 1996: 27.
18

Bu dönemde tahıllar insan beslenmesinin temel öğelerinden biri haline


gelmiştir. Levant’ta Natuf’u izleyen dönem, Proto-Neolitik dönem olarak
adlandırılmaktadır. Bu döneme ait en etkileyici kalıntılar Ürdün Vadisi’nde
Eriha’da (Jericho) bulunmuştur. Burada M.Ö. 9000 dolayında bol sulu bir
kaynağın kıyısında bir yerleşme kurulmuştur. Eriha, bilindiği kadarıyla
oturulan bir kırsal bölgenin merkezi olmadığı gibi bir yerleşimler takımının da
merkezi değildir. Eriha kendisine bağlı yerleşimler bulunmayan bir ırmak
vahasıdır.51 Burada insanlar 5 metre çapında yuvarlak kulübelerde
yaşıyordu. Bu yerleşme yerlerinin duvarlarında kerpiç kullanılmıştır. Yapı
malzemesi olarak kerpiçin kullanılmasının bilinen ilk örneğine burada
rastlanmaktadır. Zamanla yıkılan bir yapıdaki kerpiç yeniden kullanılamazdı.
Yapıların bulunduğu alan düzlenerek üstüne yeni bir yapı inşa edilirdi. Yapı
yapıyı izledikçe oluşan tepecikler Yakındoğu’nun tipik arkeolojik kazı yerlerini
oluşturmuşlardır. Arapçada buna tel, Farsçada tepe, Türkçe’de ise höyük
veya ören yeri adı verilmektedir.

M.Ö. 8500’lerde ise, Çanak Çömleksiz Neolitik dönemde sayıları artan


ve büyüyen yerleşmeler, daha geniş bir alana yayılmışlardır. Mezopotamya
dışında Anadolu ve İran yaylalarında ve tüm Yakındoğu boyunca tahıl
ekimine ve evcil hayvanlara dayalı yerleşik çiftçi köyleri bulunuyordu. Çanak
Çömlek öncesi Neolitik dönemde bölgede farklı ölü gömme yöntemleri de
görülmektedir. Çoğu kez başsız cesetler (bazen alt çene hala iskelete
bağlıdır) evlerin tabanına gömülürdü. Kafatasları da gruplar halinde başka
yere konulurdu. Çanak Çömlek öncesi Neolitik dönemde Filistin ve
Levant’taki birçok alanda yaygın olarak görülen bu yöntemin, Anadolu
yaylasındaki Hacılar ve Dicle’nin kaynağı yakınındaki Çayönü’ne kadar uzak
yerlerde dahi uygulandığı görülmüştür. Bu durum, Mezopotamya ile Anadolu
münasebetlerinin en azından daha bu dönemde oluştuğunu göstermesi
açısından oldukça önemli bir delildir.

51
Nissen, 2004: 44. ; Roaf, 1996: 32.
19

Anlaşıldığına göre bölgeler arasındaki ticaret ya da en azından mal


ithalatı, Neolitik dönemden çok önce başlamıştır. Kesici alet yapılan bir tür
volkanik cam olan obsidiyen kullanımına başlanmasıyla Çanak Çömleksiz
Neolitik dönemde uzun mesafeli ticarete ilişkin kanıtlar belirginleşmektedir.
Geleneksel alet yapım malzemeleri olan çört ve çakmak taşına şimdi
obsidiyen eklenmiştir. Obsidiyen kaynaklarının bilimsel çalışmalar sonucunda
saptanmasıyla yaygın bir ticaret ağının varlığı ortaya konmuştur.
Yakındoğu’da kullanılan ilk obsidiyenlerin çoğu Doğu ya da Orta Anadolu’dan
kaynaklanmaktadır.52 Bununla birlikte bu madenin ve diğer malzemelerin
nasıl taşındığına dair net bilgilerimiz bulunmamaktadır. Bu ticari ürünlerin
tüccarlar tarafından mı taşındığı, köyden köye mi aktarıldığı ya da ana
merkezden gönderilen ticaret heyetlerince mi getirildiği bugün için
bilinememektedir. Fakat kesin olan bir şey varki; o da Mezopotamya ile
Anadolu münasebetlerinin Mezopotamya’da ilk iskânın kurulmasından
itibaren başlamış olmasıdır.

a) NEOLİTİK DÖNEMDE ANADOLU-MEZOPOTAMYA


MÜNASEBETLERİ

İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri ve belki de en


önemlisi, avcılık ve toplayıcılıktan sonra üreticilik evresine geçiştir. Üretim
aşamasının yanında koyun, keçi, sığır gibi hayvanların evcilleştirilmiş, çanak
çömlek yapımı günlük yaşama girmiştir. Bu büyük dönüşüm “Neolitik Devrim”
olarak adlandırılmaktadır53. Bu dönemin ilk tarımsal yerleşmeleri yüksek
bölgelerde ve vahalarda konumlanmıştır. Yerleşim yerleri olarak genellikle
ırmak boyları, göl ya da deniz kıyıları tercih edilmiştir.

52
Roaf, 1996: 27–35.
53
Childe, 2006: 63–84.
20

Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin ardından kentleşmenin


başlangıcına kadar süren gelişmeler, Çanak Çömlekli (ya da Geç) Neolitik ile
Erken ve Orta Kalkolitik dönemleri kapsamaktadır. Neolitik ve Kalkolitik
dönemler geleneksel olarak birbirlerinden Neolitik insanların kullandığı
yontma ve cilalı taş aletlere ek olarak Kalkolitik dönem insanlarının bakır ve
tunç aletler kullanmasıyla ayırt edilmektedir. Neolitik dönemde çanak çömlek
oldukça yaygınlaşmıştır. Bu nedenle yerel kültürler tanımlanırken kullanılan
çanak çömlek türlerine göre sınıflandırmaya gidilmiştir.

Çanak Çömlek öncesi Neolitik dönemde, Yakındoğu’nun verimli


bölgelerinde dağ yamaçlarını çevreleyen yerleşmeler dışında Türkiye ve İran
yaylalarının kaynaklarından yararlanan birkaç yerleşme oluşmuştur. Bazı
yerleşmelerde Mezopotamya’nın ırmak vadileri boyunca konumlanmıştır.54
Mezopotamya’da Neolitik dönemin en ünlü yerleşmelerinden biri Kuzey
Irak’taki Cermo’dur (Jarmo).55

Anadolu’da M.Ö. 8.000–5.000 yılları arasına tarihlenen Neolitik devrin


en önemli yerleşim yerleri Burdur-Hacılar, Konya-Çatalhöyük, Mersin-
Yümüktepe, Tarsus-Gözlükule, Diyarbakır-Çayönü, Malatya-Caferhöyük,
Beyşehir-Suberde, Gaziantep-Sakçagözü ve Tokat-Erbaa höyükleridir.56
Neolitik devirlerdeki yerleşim merkezlerinin etrafında sur yoktur. Fakat evler,
aralık bırakılmadan yan yana inşa edilerek sur yerini tutacak bir savunma
dizgesi meydana getirilmiştir.57 Burada Çatalhöyük’ün önemi üzerinde
özellikle durmak gerekir. Çünkü burası insanoğlunun ilk şehir yerleşmesi
olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında diğer yerleşim yerlerinin hiç biri
kendilerinden çok daha büyük ve çok daha iyi korunmuş Çatalhöyük’le boy
ölçüşemezler. Diğer yandan çağdaş Neolitik kültürlerin aksine Çatalhöyük’te,
tamamen gelişmiş bir Neolitik toplum için arkaik sayılabilecek bazı gelenekler
korunmuştur. Duvar resimleri; kilden veya sıva katmanları kesilerek

54
Roaf, 1996: 42.
55
Childe, 2006: 67. ; Roaf, 1996: 33.
56
Özçelik, 2004: 51.
57
Naumann, 1975: 247.
21

biçimlendirilen kabartmalar ve figürler; hayvan, insan veya tanrısal varlıkların


natüralist figürleri; parmak baskılı desenler; geometrik ve sembolik
bezemelerin mühürler üzerine kazınarak veya yeni bir araç olan dokumalar
yoluyla gelişkin biçimde kullanılması; av ritüellerinde yaralanan hayvanların
biçimlendirilmesi; kırmızı aşı boyalı gömü uygulaması; bazı taş aletler ve son
olarak takılarda taraklı yumuşakça kabuklarının tercih edilmesi bir Üst
Paleolitik mirasın korunmuş kalıntılarıdır (Resim 1–2–3–4) . Benzer arkaik
özellikler belirli ölçülerde, Filistin’deki Natuf gibi başka Paleolitik sonrası
kültürlerde de görülmektedir. Fakat hiçbir yerde Neolitik, Çatalhöyük’te
oldukları kadar belirgin değillerdir.58 Çatalhöyük’te Çanak Çömleksiz Neolitik
döneme de henüz ulaşılmadığı kesin olarak söylenilebilir. Çatalhöyüklüler
erken bir boya bezemeli çanak çömlek türü geliştirememişlerdir. Bu sanatsal
faaliyet duvar resimleri ve heykelcikler üzerinde boyama ile sınırlı kalmıştır.
Tüm Neolitik dönem boyunca çanak çömleğin Çatalhöyük’teki rolü yalnızca
işlevsel olmuştur.59 Çatalhöyük yedinci binyılın sonuna doğru terk edilmiştir.
Anadolu’da bu dönemi izleyen kültürlerin ayırt edici özelliği Hacılar ve Can
Hasan II gibi alanlarda görülen zarif boya bezemeli keramiklerdir. Fakat bu iki
merkezde M.Ö. 5700 yılı dolayında terk edilmişlerdir.

M.Ö. 6000 yılına gelindiğinde köy, tüm Yakındoğu’da yerleşmiş bir


olgu olmuştur.60 Kültürlerin gelişerek köy yaşamından kente geçişi temsil
eden gelişmelerin yaşandığı Hassuna döneminin başlıca ayırt edici özelliği
Hassuna seramiği denen standart mallardır. Bu üslup Güneydoğu Anadolu,
Suriye ve Filistin’e kadar geniş bir alana yayılmıştır. Samarra malları olarak
adlandırılan yeni bir çanak çömlek türü zamanla eskilerinin yerini alarak
kuzeyde Diyarbakır bölgesine kadar yayılmıştır. Halaf döneminde moda olan
çanak çömlek ise mimari etkilerin ulaşamadığı daha uzak bölgelere dek
yayılmıştır. Bu kültürün yayılım alanı, Zagros Dağları ile Akdeniz arasındaki
bütün Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsamaktadır.

58
Mellaart, 2003: 176.
59
Mellaart, 2003: 188.
60
Roaf, 1996: 47.
22

Bu döneme ilişkin merkezler arasında Yarım Tepe, Arpaciye, Tel Halaf, Tel
Brak, Çagar Bazar, Griki Hacıyan, Samsat, Kahramanmaraş-Domuztepe ve
Şanlıurfa-Kazane sayılabilir. Dönemin moda olan çanak çömleği, kültürel
ilişkiler sonucu Torosların kuzeyinde, Elazığ, Malatya ve Van bölgesinde de
kullanılmıştır.61 Bu kültüre has boyalı ve nakışlı keramiklere daha kuzeyde,
Van çevresinde Tilkitepe’de rastlanmış olunması kökleri Orta Asya’ya
dayanan bu kültürün Doğu Anadolu’nun dağlık bölgesinden güneye inmiş
olmasını muhtemel kılmaktadır.62 Bu kültürün etkilerinin doğuda Zağrosları
aşıp İran’a, batıda da Mersin-Yumuktepe’ye kadar ulaştığı anlaşılmaktadır.

Güney Mezopotamya’da kuzeydeki Halaf kültürüne paralel gelişen


Ubeyd kültürü, kuzeye doğru yayılarak M.Ö. 6. binyılın sonlarına doğru Halaf
kültürünün yerini almıştır. Ubeyd kültürü kuzeye yayılırken yerel unsurlarla
göçler, ticari ilişkiler ve uzun bir süreç sonucunda kaynaşmıştır. Güney
Mezopotamya’da ortaya çıkan Ubeyd kültürüne, Halaf kültürünün yayıldığı
tüm sahalarda rastlanmaktadır. Torosların kuzeyinde Elazığ-Malatya
bölgesindeki Arslantepe, Değirmentepe, Tülintepe, batıda Amuk Ovası ve
Mersin-Yumuktepe gibi merkezler bunlardan birkaçını temsil etmektedirler.
Bu dönemde ticaret oldukça gelişmiştir. Değirmentepe yerleşmesindeki
dönemin temsilcisi olan damga mühürler ve mühür baskıları (bullalar) bu
ticari ilişkiyi göstermektedirler.63 Özellikle Güney Mezopotamya’da sulu tarım
olanaklarının gelişmesiyle büyük çaplı üretim artışı yaşanmıştır. Bu artışla
birlikte kentlerde refah seviyesi yükselmiş, nüfus artışları yaşanmıştır.
Kentlerin büyümesiyle birlikte hammadde ihtiyaçları baş göstermiştir.
Özellikle bölgede yokluğu hissedilen kereste, değerli taşlar ve madenlere
sahip olmak amacıyla bunları temin edebilecekleri uzak bölgelere ulaşmak ve
ticaret kolonileri kurmak zorunda kalmışlardır. Böylelikle bu dönemde uzak
bölgeler arasında ticari faaliyetler hız kazanmıştır.

61
Köroğlu, 2006: 42–45.
62
Mansel, 1945: 38.
63
Köroğlu, 2006: 48.
23

Netice itibariyle gerek mimari açıdan gerekse buluntular açısından


Neolitik dönem, Anadolu-Mezopotamya ilişkilerinin giderek canlandığını
bütün açıklığıyla göstermektedir. Bu açıklığın asıl nedeninin,
Mezopotamya’nın hızla artan nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için bir
zaruret haline gelen ticaret anlayışı olduğu muhakkaktır.

b) KALKOLİTİK VE ESKİ TUNÇ ÇAĞINDA ANADOLU-MEZOPOTAMYA


MÜNASEBETLERİ

Anadolu’da Neolitik devirden sonra başlayan ve taş aletler yanında az


miktarda madenin de kullanıldığı devre Kalkolitik devir denilmektedir (M.Ö.
5000–3000). Bu devrin en önemli özelliği, taş aletlerin yaygın bir şekilde
kullanılmasının yanında madenlerinde kullanılmaya başlanmasıdır. Bu
devirde, yaygın olmamakla birlikte en çok kullanılan maden olarak bakır
dikkat çekmektedir. 64

Kalkolitik devirde, Neolitik devre göre çok önemli değişimler görülmese


de bazı gelişmeler göze çarpmaktadır. Bu dönemde tarımsal faaliyetler
artmış, kullanılan araçlar daha da gelişmiştir. Yine bu dönemde yerleşim
yerleri giderek büyümüş ve etrafları surlarla çevrilmiştir. Anadolu’da, Denizli-
Beycesultan, Burdur-Hacılar, Karaman-Canhasan, Sivrihisar-Yazır, İstanbul-
Fikirtepe, Çorum-Alacahöyük, Yozgat-Alişar, Tarsus-Gözlükule, Mersin-
Yümüktepe, Van-Tilkitepe yerleşimleri Kalkolitik devrin en dikkat çeken
yerleşim yerleridir.

Kalkolitik devirden sonra Anadolu’da Tunç devri başlamaktadır. Tunç


devirleri, kazılarda bulunan çanak çömleğin ve üretimde kullanılan
madenlerin niteliklerine, yerleşmelerin sosyo-ekonomik yapılarına göre, üç

64
Memiş, 2002: 10.
24

evreye ayrılmaktadır. Bu evreler, Eski Tunç, Orta Tunç ve Yeni Tunç devirleri
olarak M.Ö. 3000–1200 yılları65 arasına tarihlendirilmektedir. Bu evrenin
başlarında, Kalkolitik dönemin tarıma dayalı köy kültürü sürdürülmektedir.
Bronz alet kullanımı, henüz yaygın değildir. Bu dönemin en büyük teknolojik
buluşu, kağnı tipi, dört tekerlekli arabadır. Bu evrede, Anadolu'da, yapılan
arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan en önemli yerleşim yerleri; Troya I,
Demircihöyük, Kusura, Semayük, Beyce-sultan, Tarsus, Alişar, Alaca Höyük,
Karaoğlan, Arslantepe, Norşuntepe, Pulur, İkiztepe ve Köşkerbaba'dır. 66

Anadolu, uzun bir duraklamadan sonra, M.Ö. 3. binyılın ortalarında,


ekonomik açıdan, yeniden parlak bir dönem yaşamıştır. Yazının kullanımı
henüz bilinmemekle birlikte, bölgelerarası ticaret gelişmiş ve bronz aletlerin
kullanımı yaygınlaşmıştır. Tunç Çağı'nın en önemli teknolojik aşamalarından
biri olan çömlekçi çarkının kullanılması67 bu dönemde üretim hacminin
büyüdüğünün göstergesidir. Bu buluş, ekonomik gelişme aşamasında, pazar
için üretimin ilk adımı sayılabilir. Üretimde ve ticaretteki gelişmeler sonucu,
yeni bir sosyal örgütlenme düzeyine ulaşılmış ve bu dönemde, Anadolu'nun
ilk kent-devletleri kurulmuştur. Bunların ilki, kuzeybatı Anadolu'da, Troya I’in
yıkıntıları üzerine kurulan, Troya Il'dir.68 Bu yerleşim yerinin büyük ölçüde
kent olma özelliklerini taşıdığı anlaşılmaktadır.

Anadolu-Mezopotamya münasebetlerinin bu zamandaki ilk izleri,


Alişar Kalkolitik ve Eski Tunç Çağları ile Troya’da I. ve II. tabakalar arasında
bulunan silindir mühürlerinde görünmektedir.69 Bazı bilim adamları, yazının
ve silindir mühürlerin ilk defa ortaya çıktığı, Uruk devrine ait IV. tabakayı

65
Memiş, 2002: 12.
66
Sevin, 1991: 35–62.
67
Akurgal, 1993: 27.
68
Aktüre, 1997: 98.
69
Mansel, 1945: 70’de “Troya’da I. ve II. tabakalar arasında bulunan çeşitli silindir mühürlerinde
Mezopotamya izleri olduğunu ve üzerindeki bir takım işaretleri yazı olmasa dahi yazıyı andıran
sembolik manası olan ve bazı şeyler ima eden piktoğrafik işaretler taşıdığını kabul etmektedir.
Alişar’dan çıkarılan silindir mühürlerin ise büyük bir ihtimal ile doğudan ithal arkeolojik malzemeler
olduğunu belirtir. Ayrıca silindir mühürler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Roaf, 1996: 72–73.
25

M.Ö. 3100’lere tarihlemişlerdir.70 Bu görüşten hareket edilirse, Anadolu’da


bulunan ve Anadolu-Mezopotamya ilişkilerini daha belirgin bir şekilde
gösteren bu silindir mühürler de M.Ö. III. binin başlarına konulabilmektedir.
Daha sonra M.Ö. 2500–2300 yıllarına konulan Alacahöyük buluntularının,
Güney Mezopotamya’daki Ur mezar buluntuları, bilhassa küçük kıymetli
eşyalarla benzerlik göstermesi, Anadolu-Mezopotamya ilişkilerine birer delil
olarak gösterilmişlerdir.

Yine bu dönemde, Anadolu’nun, Mezopotamyalılar tarafından, “Hatti


Ülkesi” adı ile anıldığı bilinmektedir. M.Ö. 2500–2000 tarihleri arasında, Orta
ve Güneydoğu Anadolu'da Hattiler de, en aşağı M.Ö. 3. binyılın ortalarından
sonra, küçük krallıklar, beylikler halinde yönetiliyorlardı.71 Alişar ve
Alacahöyük'ün yanı sıra, Kaniš (Kültepe) IV ve III de Orta Anadolu'da, bu
dönemin en önemli yerleşmeleri arasında yer almaktadırlar.

Anadolu'da, M.Ö. 3. binyılın ortalarından başlayan ve 500 yıldır süren


barış ortamı, M.Ö. 2000 yıllarına doğru, dışarıdan gelen büyük bir göç
dalgasıyla son bulmuştur. Orta Tunç Çağı (M.Ö. 1900–1400) başlarında,
Anadolu'da, etrafı surlarla çevrili çok sayıda yerleşme ortaya çıkmıştır. Bunun
temel nedeni ise yoğun göçler ve istilalardır. Kent devletleri niteliğindeki bu
yerleşmeler arasında, başlangıçta, bir birlik yoktur, ancak her birinin askerleri
ve orduları bulunmaktadır. Yine adı geçen bu dönemde sosyal tabakalaşma
ve uzmanlaşma ortaya çıkmıştır. Zanaatkârlar, seramikten ve bronzdan kap
kaçak, silahlar, ok uçları, balta ve topuzlar, damga mühürleri üretiyorlardı.
Tarım ve dokumacılık da oldukça gelişmiştir.72 Bütün bu gelişmelerin yanı
sıra belki de en önemli gelişme, Anadolu'da, M.Ö. 2000’li yıllarında, yazının
kullanılmaya başlanması, böylece de tarih dönemlerine girilmiş olunmasıdır.
Anadolu'da, ilk yazılı belgeler Orta Anadolu'da Orta Tunç Çağı'nın en önemli
yerleşmesi olan Kaniš Karum'da (Kültepe'de) bulunmuştur. Kilden yapılmış

70
Landsberger, 1943: 89–96. , 1944: 419–429.
71
Akurgal, 1993: 31.
72
Aktüre, 1997: 99.
26

Kültepe tabletleri, Asurlu tüccarlarla ilgili ticari ve hukuksal konuları


içermektedir. Bu yazılı belgelerden, M.Ö. + - 2000–1750 yılları arasındaki
dönemde73, Anadolu kentleriyle Mezopotamya kentleri arasında, uzun
mesafe ticaret ilişkilerinin çok gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönem,
aynı zamanda, Anadolu'daki kent devletleri arasında yoğun bir güç
mücadelesinin yaşandığı döneme denk gelmektedir. Sonunda, M.Ö.
1600'lerde, Hattuša başkent olmak üzere, bir kent devletleri federasyonu
olan Hitit İmparatorluğu kurulmuştur. Anadolu'nun Yeni Tunç Devri ise, Hitit
İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200 yılında batıdan gelen yeni bir göç dalgası ile
yıkılmasına kadar sürmüştür.

B – AKADLI SARGON VE TORUNU NARAM-SİN’İN ANADOLU SEFERLERİ

a) AKADLI SARGON’UN (M.Ö. 2334 – 2279) ANADOLU SEFERİ

M.Ö. 4000’lerde Akadların mensup olduğu Doğu Samilerinden ilk


kavimler, Arabistan’dan çıkarak Orta Mezopotamya’ya gelip yerleştiler.
Sonraki yıllarda bunları başka gruplar takip etmiştir. Sumer bölgesine sızan
bu Sami kavimleri, yüzyıllarca yarı göçebe bir şekilde yaşarken bir yandan da
Sumer kültürünü benimsemiş ama kendi kültürlerini de tamamen terk
etmemişlerdir. Zaman içerisinde giderek sadece Samilerden oluşan kentler
oluşturdular. M.Ö. 2350’lerde ise kendi kültürleriyle ortaya çıkarak
Mezopotamya’ya hâkim oldular (Harita 2). Yaklaşık 200 yıl kadar Akadlar
adında tarih sahnesinde kalarak, Ön Asya’da site devletinden imparatorluğa
geçişi sağlayacak önemli bir başlangıç yaptılar.74 Bu yeni devletin

73
Son yapılan çalışmalarla Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak adlandırılan bu dönemin M.Ö. 1975–
1723 yıllarını kapsadığı anlaşılmıştır. Bkz. Veenhof, 2003.
74
Özçelik, 2004: 36.
27

krallarından özellikle Sargon (M.Ö. 2334–2279) ve torunu Naram-Sin (M.Ö.


2254–2218), bu süreçte önemli rol oynamıştır.

Akad devletini kuran ve onu hemen bütün Ön Asya’yı kaplayan bir


imparatorluk haline getiren Sargon’dur (Resim 5). Sumer kral listesinde
ülkesini 56 sene yönettiği yazılı olan Sargon’un (Akadca Şarru-kěn=Gerçek
kral) geçmişi mitolojik bir şekilde anlatılmaktadır.75 Sargon, Babilonya’da
siyasi birliği sağladıktan sonra, kendisini Kiş Kralı (Büyük Kral) ilan etmiş76 ve
kısa zamanda adını ölümsüzleştirecek bir dizi eyleme girişmiştir.
Sargon yönetim merkezini yepyeni bir kent, ya da daha önceden
görece önemsiz bir yer olan Agade’ye taşımıştır. Sargon’un yeni başkenti
Agade’yi ne zaman kurduğu bilinmemektedir ama hanedanı, konuştuğu dil ve
yaşadığı ülke adını kesinlikle bu kentten almıştır.77 Agade’nin yeri
bilinmemekle birlikte, Babil’in oldukça kuzeyinde olduğu kesindir. Belkide
günümüzdeki Bağdat’ın altında yer almaktadır. Bu coğrafi konum, hanedanın
iki amacını yansıtmaktadır. Bunlardan birincisi Babil’in çekirdek bölgesinde
tam hâkimiyet, ikinci olarak da tüm Yakındoğu’da yoğun bir varlık
hedeflenmiştir.78

Sargon, belirlenen amaçlara ulaşabilmek için yoğun ve şiddetli bir fetih


politikası takip etmiştir. Bu politikanın temel unsuru ise daimi hale getirilen
ordudur. Akad devleti, önemini bu askeri kudreti sayesinde kazanmıştır.
Sargon, krallığını ilan edip başkentini kurduktan sonra, 56 yıllık uzun saltanatı
boyunca kayıtlara geçen en az 34 savaş yapmıştır. Muzaffer Sargon’un
sadece Akad’ı değil, Aşağı Deniz’e kadar bütün Sumer ülkesini kontrol altına
aldığı ve bu deniz de silahlarını yıkayarak zaferlerini kutladığı aktarılmaktadır.

75
Köroğlu, 2006: 76. , Günbattı, 1997: 131–132. Fırat kıyısındaki Azupiranu (bugünkü Safran)
şehrinde doğmuş olan Sargon’u bir rahibe olan annesi, ziftle kaplanmış bir sepete koyarak, (tıpkı
Musa hikâyesinde olduğu gibi) nehre bırakmıştır. Nehirde sürüklenen bebeği bir bahçıvan (Akki)
kurtararak kendi çocuğu gibi büyütmüştür. Tanrıça İštar’ın teveccühü ile IV. Kiş hanedanı
krallarından Ur-Zababa’nın hizmetine giren ve kısa zamanda sakilik (Vezir) rütbesine ulaşan Sargon,
daha sonra kralına isyan ederek, bir saray ayaklanması sonucunda tahtı ele geçirmiştir.
76
Kınal, 1983: 76.
77
Oates, 2004: 33.
78
Mieroop, 2006: 86.
28

Sargon, Sumer ülkesinden sonra uzun seferlere uygun savaş


gereçleriyle donattığı ordusuyla fetih hareketlerine başlamıştır. Bir yazıtında
kendisi için, “huzurunda her gün 5400 adam yemek yerdi” diye yazılmıştır. Bu
ifadenin kalıcı düzenli bir orduyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Akadlı
Sargon, kent devletlerini birleştiren bölgesel devleti büyük bir sürekli ordu
kurarak gerçekleştirebilmiştir.79 Tarihte ilk defa daimi orduyu kurmuş olan
Sargon, bu orduları sayesinde hemen bütün Ön Asya’yı istila etmiştir.80
Ancak, çok sayıda birliğe yetecek kadar mal tek bir yerde toplanamadığı için,
sürekli bir ordunun bakımında çok büyük güçlüklerle karşı karşıya kalınmıştır.
Silahlı adamların ülkenin yiyecek bulunabilecek yerlerine yayılması ise,
merkezi gücün dağılması tehlikesini doğurmuştur. Sargon bu ikilemi,
ordusunu ele geçirdiği ülkeleri sürekli yağmalamakla besleyerek çözmeye
çalışmıştır.81 Bu sürekli ordu sayesinde Sargon, doğuda Elam’a, kuzeydeki
dağ kavimlerine, Suriye’ye ve Lübnan’a, Anadolu’da Toroslar’a kadar uzanan
çeşitli bölgelere seferler düzenlemiştir. Bu seferlerde toprak kazanımlarının
yanı sıra Akad ülkesinin ihtiyaç duyduğu ender mallar, sert taşlar, ağaç,
kereste ya da gümüş elde ediliyordu. Elde edilen ganimetler Babil’e
götürülüyordu. Bu akınların diğer bir amacı da ticaret yollarına ulaşımın
tekelleştirilmesi düşüncesidir. Zira Basra Körfezindeki ticaretin şah damarının
Fırat nehri olduğunu kısa sürede fark eden Sargon, bu yol üzerindeki başlıca
kervan menzillerini sırasıyla zapt etme siyaseti gütmüştür. 82

Sargon dönemi olaylarını anlatan belgelerin bir bölümü, Akad


Krallığı’nın sınırları dışında bulunan ve sonraki dönemlerde yapılmış olan
kopyalarıdır. Savaşın Kralı (Šar tamhari) olarak adlandırılan ve üç nüsha
halinde Mezopotamya’da Babil’de, Mısır’da Tel El-Amarna’da, Orta
Anadolu’da Kültepe ve Boğazköy’de (Hattuša) ele geçen bu belgeler de,
efsanevi kralın Amanos dağlarını aşıp Anadolu içlerine girdiğini hatta

79
Şenel, 1997: 54.
80
Kınal, 1983: 81.
81
Mc Neill, 2001: 100.
82
Kınal, 1983: 77.
29

Akdeniz’de Kıbrıs (Alaşia) ve Girit’e kadar ulaştığı aktarılmaktadır.83 Ayrıca


Sargon’un Kuzey Suriye’ye, en azından Ebla’ya kadar seferler yaptığı şüphe
götürmemektedir. Son zamanlarda Tel Brak’da bulunan kanıtlar Habur’a
kadar sefer yapmış olabileceğine işaret etmektedir.84

Sargon ve torunu Naram-Sin’in Anadolu’daki askeri hareketlerinin


anlatıldığı Šar tamhari adlı bu metinler, Anadolu’nun protohistorik dönemine
ilişkin bilgi bulunan en eski kaynaklardır. Bunlardan, Sargon’un Asur Ticaret
Kolonileri döneminde (M.Ö. + - 1975–1723) önemli bir krallık merkezi olarak
karşımıza çıkan Purušhanda’ya85 yaptığı başarılı seferin anlatıldığı
tabletlerden Tel El-Amarna’da bulunmuş olanı ve bunun Hititçe yazılmış
Boğazköy nüshası 14. yüzyıla aittirler.86 Sargon’un Anadolu’ya seferini konu
alan metinde anlatılanlar özet olarak şöyledir: Öncelikle krala Purušhanda ’ya
değin yolun zorlukları, geçilmez olduğu, zahmetli olduğu anlatılmaktadır.
Daha sonra tüccarların kralın huzuruna çıkarak, savaşçı olmadıklarını
belirterek Sargon’dan yardım istemeleri vardır. Bu tüccarlar Anadolu’daki
Purušhanda şehrinden olmalı ve şikâyetlerinin konusu da Anadolulu yerli bir
kral olan Nur-daggal olmalıdır. Sargon’un sorması üzerine tekrar Purušhanda
’ya değin yolun güçlüklerinden bahsedilmektedir. Metnin arka yüzünün ilk
bölümünde Anadolulu kral Nur-daggal’ın ve onun hitap ettiği savaşçıların
Sargon’a meydan okur tarzdaki ifadeleri yer almaktadır. Hemen arkasından
da Sargon’un Nur-daggal’ın şehrini ele geçirdiği anlatılır. Sargon, metinden
anlaşıldığına göre şehrin surlarını yıkmış ve ciddi bir direnmeyle
karşılaşmaksızın burayı ele geçirmiştir. Nur-daggal yakalanarak Sargon’un
huzuruna getirilmiş ve Sargon’dan merhamet dilemiştir.87

Sargon’un Anadolu’nun içlerine dek sefer yaptığına dair bir başka


tablet, Asur Ticaret Kolonileri dönemine ait olmak üzere 1958 yılı Kültepe
83
Köroğlu, 2006: 78.
84
Oates, 2004: 34.
85
Son tespitlerle bu yer adı daha çok Konya-Karahöyük ile lokalize edilmektedir. Bkz. Kuzoğlu,
2007: 52–53.
86
Günbattı, 1997: 132.
87
Yiğit, 2000a: 21.
30

kazılarında Ah-şalim adlı Asurlu tüccarın arşivinde bulunmuştur (Resim 6).


Başta Sargon olmak üzere, Akad krallarına ait metinlerin çoğu sonraki
devirlerde yapılmış kopyalardır. Bu nedenle, Eski Asurca yazılmış bir Sargon
metninin bulunmasının şaşırtıcı bir yanı yoktur. Ancak ilginç olan, bu tabletin
özel bir arşivde ele geçmiş olmasıdır.88 Ele geçirilen bu Sargon metni, Eski
Asur lehçesi ve bu devire mahsus çivi yazısı ile yazılmış bir hikâyedir.89 Bu
metinde Kaniš’ten bahsedilmekte, Hattumlular’ın (Hatti) cezalandırıldığı
anlatılmaktadır. Sargon'dan yaklaşık 400 yıl sonra yazılan bu metin, diğer
çoğu Sargon metinlerinin aksine, tek nüsha olması itibariyle de ayrıca önem-
lidir.

Sargon metninin başında, “Akad kralı, dört cihanın kralı ve kudretli


kral” sözleriyle kendisini takdim ettikten sonra, kazandığı askeri başarıları
anlatılmaktadır. Burada, doğudan batıya kadar bütün ülkeleri zaptettiğini; bir
günde yetmiş şehri yendiğini, onların krallarını yakaladığını ve şehirlerini
mahvettiğini belirtmektedir. Bu arada, yukarı ve aşağı ülkeyi de zaptettiğini
söylemektedir. Akad kralı Sargon'un, ele geçirdiği ülkelerin krallarını ve
halklarını, şimdiye kadar başka yerlerde görmediğimiz bir biçimde, çok
değişik yöntemlerle cezalandırdığını da bu metinden öğrenmekteyiz. Bunlar
arasında, bir posta sarmak; başlarını bir kadın gibi örtmek veya bir sırımla
bağlamak; kafalarını tıraş etmek gibi birtakım işkence veya aşağılama
yöntemleri uygulanmaktadır. Metindeki önemli bir bilgi de, Amanos
Dağları'nı ikiye böldüğünü ve orada bir kazık gibi heykelini diktiğini
söylemesidir. Sargon, sık ormanla kaplı Amanos Dağlan'nda ordusunun iler-
lemesi ve kamp kurması için, herhalde belli yerlerde ağaçları kestirmiş ve
böylece dağı adeta ikiye ayırmıştır. Burada uygun bir yere de heykelini
diktirmiş olmalıdır. Sargon, bir kronik ve onun versiyonu olan fal metninde
Batı Seferi olarak adlandırılan askeri hareketi sırasında, Batı'da tasvirlerini
diktiğini bildirmektedir. Anlaşıldığı kadarı ile onun Amanos Dağlan'nda

88
Günbattı, 2004: 16.
89
Günbattı, 1997: 131.
31

diktirdiğini söylediği tasviri bunlardan birisidir.90 Tablette batı iran'dan


Akdeniz'e ve Anadolu içlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyadaki birçok
yerin ismi geçmektedir. Bir yerde Alaşia'yı bir kadın gibi başlarını örttüm
cümlesi yer almaktadır. Buradaki alaşiam kelimesinin Alaşia yani Kıbrıs ile
ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Batı Seferi’nin anlatıldığı fal metninde, Sargon'un
batıda denizi (Akdeniz) geçtiği, dolayısıyla Kıbrıs'a ulaştığı kabul edilir. Šar
tamhari'deki şüpheli bir yer dikkate alınmazsa, Sargon'un metinlerinde Kaniš
ve Hatti ilk defa burada geçmektedir.

Sargon’un Anadolu’ya olan ilgisinin ilginç bir kanıtı da Hitit kralı I.


Hattušili ’nin yıllıklarındadır. Burada Hattušili, kendisinden önce Mala nehrini
sadece Sargon’un geçtiğini ve Hahha’nın askerleriyle savaştığını
91
anlatmaktadır. Sargon’un Anadolu ile yakından ilgilenmesinin temelinde
ekonomik sebeplerin olduğu açıktır. Eski Asur devrinde Asurlular'ın
Anadolu'da kurmuş oldukları geniş ticaret ağı çok kısa bir zamanda ger-
çekleştirilmemiştir. Karum ve Wabartum'ların ilk örnekleri Sargon
zamanından itibaren oluşturulmaya başlanmıştır.

Sargon, 56 senelik uzun hükümdarlığı süresince, Mezopotamya’nın


birbirleriyle uğraşan şehirleri üzerinde yönetimini zorla kabul ettirmekle
kalmamış, aynı zamanda, İskender’den Napolyon’a kadar tanınan tüm
fatihlerin ön örneği olarak, geniş bir imparatorluk yaratmış ilk kraldır.92 Onun
asıl merkez olan Mezopotamya ve Mezopotamya’nın çıkarlarını korumak ve
sürdürmek adına çevre alanlara yaptığı seferleri, barışı teminat altına almak
için yapılmış emperyalist bir yayılma olarak değerlendirilmiştir.93 Her bölgenin
gelirinin bir kısmının toplanarak başkente yollandığı ya da yerel Akad
idaresini desteklemekte kullanıldığı yeni bir vergi sistemide geliştirilmiştir. Bu
yolla kraliyet ekonomik kaynakların pek çoğunu kendisine aktarılmıştır.
Önceden kent hükümdarlarına ait olan mülkler Akad krallarınca muhtemelen

90
Günbattı, 2004: 16.
91
Yiğit, 2000a: 22.
92
Childe, 2006: 157.
93
Özçelik, 2004: 37.
32

istimlâk edilmiştir. Dini alanda Sargon, mevcut dini kültü yerel bir kült
olmaktan çıkarıp bölgeselleştirmeye çalışmıştır.94 İdeolojik açıdan da Babil’in
birleşmesi amaçlanmıştır.

Sargon’un, büyük ünvanını hak ettiği kesindir. Fakat birçok büyük


adamlar gibi, o da zamanında takdir edilmemiş, ölümünden sonra da
efsaneleştirilmiştir. Sargon’un akıbetini bir Babil kroniğinden öğreniyoruz.
Buna göre Sargon, son senelerinde tanrının gazabına uğramış ve bu yüzden
kıtlık, isyan gibi türlü musibetlere uğramıştır. En sonunda da bir suikasta
kurban gittiği rivayet edilmektedir.95

b) NARAM-SİN’İN (M.Ö. 2254 – 2218) ANADOLU SEFERİ

Sargon’dan sonra tahta geçen oğlu Rimuš (M.Ö. 2278–2270) ,


babasının askeri politikalarını sürdürmüştür. Öncelikle ülkedeki düzen ve
istikrarı sağlamaya çalışmıştır. Sumer ve Akad’daki ayaklanmaları bastırmış,
Elam ve Marhaşi’yi (Barahşi)96 ele geçirerek, Sargon imparatorluğunun
büyük bir bölümünü tekrar bir araya getirmiştir. Rimuš’un kısa saltanatı
kardeşi Maništišu’nun da katıldığı bir saray entrikasıyla son bulmuştur.
Maništišu’tu da bir saray ayaklanmasıyla öldürülmüş ve yerine geçen oğlu
Naram-Sin (M.Ö. 2254–2218), Sargon’a yakışır bir torun olarak, dedesinin
siyasetini devam ettirmiştir.

Naram-Sin’in 37 yıllık yönetimi Akad imparatorluğu’nun doruk


noktasını simgelemektedir. Halefleri gibi Naram-Sinde iktidarını koruyup
genişletebilmek için savaşmıştır. Bu dönemde Akad devleti fetihlerle Batı İran
ve Arabistan içlerine, batıda Kıbrıs adasına kadar genişlemiştir. Dönemindeki

94
Mieroop, 2006: 87-88.
95
Kınal, 1983: 78.
96
İran dağlarında bir prenslik, bkz. Roaf, 1996: 97.
33

belgelerde Naram-Sin’in Anadolu’da 17 kralla savaştığı belirtilirken bu


belgeler aynı zamanda Anadolu tarihine de ışık tutmaktadır.

Diğer yandan Naram-Sin, krallığın niteliğinde de bir değişiklik yapmış,


tanrıların temsilcisi olarak yönetmek yerine kendisi tanrı olmuştur.97 Daha
Sargon döneminde geleneksel “Kiş Kralı” ünvanı “dünyanın kralı” anlamına
gelmeye başlamıştır. Naram-Sin bu yüceltmeyi en aşırı ucuna dek
götürmüştür. Öncelikle, yeni bir unvan getirmiştir: “dört cihanın kralı”. Askeri
başarıları daha da yüce bir statü iddiasında bulunabilmesini sağlamıştır. Tüm
Babil’i saran büyük bir ayaklanmayı bastırdıktan sonra, Mezopotamya
tarihinde daha önce hiç rastlanmamış bir adım atarak kendini tanrı ilan
etmiştir.98 Bu yolla Mezopotamya’da krala “tanrı-tanrı kral” niteliğinin verilmesi
ilk kez ortaya çıkmıştır.

Akad ülkesindeki taht değişikliği üzerine, aralarında Mari Ensisi, Migir-


Daga’nın da bulunduğu güneydeki bütün Sumer şehirleri (Ur, Uruk, Nippur,
Umma) Kiş şehrinde ona karşı bir koalisyon kurmuşlardır. Bu vesikayı,
Naram-Sin zamanında Lagaş Ensisi olan Lugal Ušamgalinsin belgesi de
doğrulamaktadır. Diğer taraftan bu devirde Anadolu şehirleri de
ayaklanmışlardır. Hatti Kralı Pampa’nın başkanlığında 17 kraldan oluşan
koalisyona Purušhanda, Kaniš (Kültepe) ve Kursaura (Konya Aksaray) şehir
devletleri girmişlerdir. Boğazköy’de bulunan “šar-tamhari” metninde anlatılan
bu olaylar, Ur’da bulunan ve Naram-Sin’in Subartuya ve Yüksek Memleket’e
(Anadolu’ya) yaptığı seferleri anlatan başka bir Ur vesikası ile tasdik
edilmiştir. Ele geçirilen bu metinlerde Naram-Sin, isyan eden 17 kraldan
oluşan koalisyonun hepsiyle birden savaştığını ve onları yendiğini
anlatmaktadır.

Naram-Sin’in icraatını konu alan ve Boğazköy arşivinde ele geçirilmiş


olan metinde, kral Enlil mabedini inşa ettirdiğini belirttikten sonra kendisine

97
Roaf, 1996: 98.
98
Mieroop, 2006: 91.
34

karşı isyan eden şehirleri krallarıyla birlikte sayar. Bu şehirler ve krallar


arasında, daha sonraki dönemlere ait içerikli metinler vasıtasıyla Anadolu’da
olduklarını bildiğimiz yerler vardır. Hatti kralı Pampa, Kaniš kralı Zipani,
Amurru kralı Huwaruwaš, Sedir dağları kralı Isqippu, Kursaura kralı Tisbinki,
bilinenler arasında yer almaktadırlar. Bunlardan Amurru Suriye’de
bulunmaktadır. Sedir dağlarıyla kastedilmek istenen yer ise Amanoslar’dır.
Diğer üçü Hatti, Kaniš ve Kursaura, Anadolu’da yer almaktadırlar.99

Bu yazılı vesikaların yanında, Naram-Sin’in Anadolu seferlerinin


arkeolojik delilleri de bulunmuştur. Tel Brak kazılarında duvarları 11 metre
kalınlıktaki kalenin temellerinde, üzerlerinde Naram-Sin yazılı tuğlalar ve
Truva II tabakasının tipik maskeli kaplarından bulunmuştur. Bundan başka
Diyarbakır civarındaki Pir Hüseyin köyünde Naram-Sin’e ait bir stelin parçası
bulunmuştur.100 Üzerinde kralın figürü de olan bu dikme taştan, Naram-Sin’in
Türkiye’nin güneyinde etkin olduğunu anlaşılmaktadır.101 Buraya yapılan
seferin başarısını kutlamak için dikilen stel, bugün İstanbul Eski Şark Eserleri
Müzesi’nde sergilenmektedir (Resim 7).

Sargon ve torunu Naram-Sin'in Anadolu ile yakından ilgilenmelerinin


temelinde ekonomik sebeplerin olduğu açıktır. Naram-Sin dönemini anlatan
bazı yazıtlar, onun da dedesi gibi Anadolu içlerine kadar ilerlediğine
değinmektedir. Akad Kralı, “daha önce hiçbir kralın geçmediği” yoldan
Anadolu’ya, daha sonra Kapadokyalı tüccarların işlerini kurdukları Talhatum’a
gittiğini de iddia etmiştir.102 Bu tür övgü yazıtlarının satır aralarında, gerçek
seferlerin yansımalarının olduğu varsayılsa bile, söz konusu eylemlerin kısa
süreli sindirme ve ganimet elde etmekten öte kalıcı bir yanlarının olduğunu
kabul etmek olanaksızdır. Aynı bölgenin hem Sargon ve hem de Naram-Sin

99
Yiğit, 2000a: 23.
100
Kınal, 1983: 79.
101
Stelde Kral, Sumer heykellerinde olduğu gibi sağ omuzu açıkta bırakan bir giysi içinde
gösterilmiştir. Yukarı Dicle bölgesi, Akad ve Asur kralları için stratejik bir bölgedir. Mezopotamya’ya
hayat veren iki nehirden biri olan Dicle’nin kaynak bölgesinin bu krallıklar için kutsal bir anlam
taşıdığı anlaşılmaktadır.
102
Oates, 2004: 35.
35

tarafından tekrar tekrar feth edilmesine ilişkin kayıtlar, bu değerlendirmeyi


doğrular niteliktedir. 103

103
Köroğlu, 2006: 81.
36

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HİTİT DEVLETİ – MEZOPOTAMYA MÜNASEBETLERİ

A - I. HATTUŠİLİ DÖNEMİNDE (M.Ö. 1650 – 1620) ANADOLU -


MEZOPOTAMYA SİYASİ MÜNASEBETLERİ

M.Ö. 2000’li yıllara kadar Anadolu’ya gelip yerleşen kavimler arasında


Hurriler, Luviler, Asurlular104, kendilerini Neşa’lılar diye adlandıran Hititler ve
Anadolu’nun yerli kavmi olan Hattiler vardır. Bütün bu kavimler küçük ve
birbirinden bağımsız birer kent devleti şeklinde yaşıyorlardı.

M.Ö. II. binin başlarında Anadolu’ya gelip önce Yeşilırmak boylarına


yerleşen Hititlerin Anadolu’nun yerli halkımı, yoksa başka yerlerden mi oraya
ulaştıkları, eğer öyleyse hangi yoldan geldikleri sorunu uzun bir zamandan bu
yana araştırıcılar arasında tartışma konusu olmuş, hâlâ herkesin katıldığı bir
çözüme ulaşmamıştır.105 Ancak bu kavmin dili, Hint-Avrupa dil ailesinin en
eski temsilcisidir.

Anadolu’ya gelen Hititler kısa sürede Kızılırmak kavisi içine


yerleştikleri gibi bölgedeki Hatti şehirlerini ele geçirmişler veya yeni şehirler
kurmuşlardır. Daha sonra o güne kadar küçük krallıklar biçiminde yönetilen
Anadolu’da bu beylikleri bir otorite altında birleştirme gayreti de yine ilk
dönem Hititlerden olan Neša Kralı Pithana ile onun oğlu Kuššara Kralı Anitta
tarafından gerçekleştirilmiştir.

104
Asurluların Anadolu’daki varlığı M.Ö. II. Bin yıl başlarında ticari faaliyetler neticesinde meydana
gelmiştir. Bu mevcudiyet siyasal olarak değil, ekonomik olarak kendini göstermektedir.
105
De Martino, 2003: 33.
37

Hitit krallarının ataları olarak kabul ettikleri Kuššara krallarından sonra,


Hitit tahtına Pušarumma sülalesinden gelen krallar geçerler. Bu sülale
hakkında bilgi veren en eski vesikalardan biri, Hattušaš arşivinde bulunan
I.Hattušili’nin vasiyetnamesidir. Bu vesika aracılığı ile Hattušili zamanından
önceki olayları öğrenmek mümkün olmaktadır.106 Bu dönemde anlaşıldığı
kadarıyla en azından Hitit Krallarının Orta Anadolu’da siyasal birliği
sağladıklarını ve oldukça güçlü bir devlet haline geldiklerini söylemek
mümkündür.

Hattuša çivi yazılı devlet arşivinde bize resmi yazılı belge bırakan ve
Hitit devletinin kurucusu olarak kabul edilen ilk kral Hatti dilinde hükümdar
anlamına gelen “Labarna/Tabarna” ünvanını da taşıyan I.Hattušili’dir.107
Boğazköy’de 1957 yılında yapılan kazılarda ele geçen iki dilli bir metinden,
Hattuša’da kurulan Eski Krallık hanedanının ilk hükümdarının I.Hattušili
olduğu anlaşılmaktadır. Bu metnin aslı Akadca olup şöyle başlamaktadır:
“Büyük Kral Tabarna, Tavannana’nın erkek kardeşinin oğlu Hattuša’da
kraldı”. Onun Hititçe çevirisinde ise şöyle demektedir: “Büyük Kral, Hattuša
Kralı, Kuššaralı adam, Tabarna Hattušili, Hattuša Ülkesi’nde kraldı.”
denmektedir.108 Kendinden önceki kralların varlığı ise tamamen kuşkuludur.

Hattušili, Pithana ve Anitta hükümdarlarına bağlanmış bir kent olan


Kuššara hanedanındandır.109 Saltanatının ilk yıllarını Orta Anadolu’nun
güneydoğusuna düşen bir yerde bulunan Kuššara’da110 geçirmiştir. Sonraları
jeopolitik nedenlerden ötürü başkentini eski bir Hatti kenti olan Hattuš’a
taşımış, buranın adını “Hattuša” olarak değiştirmiş ve kendisi de Hattušalı
(adam) anlamına gelen Hattušili adını almıştır.111 Hattušili, ayrıca krallığın
Hitit ve Hatti olan iki etnik ve kültürel öğesini daha yakından kaynaştırmaya
106
Memiş, 2002: 80.
107
Ünal, 2002: 66.
108
Akurgal, 1998: 55.
109
De Martino, 2003: 37.
110
Kentin lokalizasyon çalışmaları ile ilgili olarak bkz. Garstang ve Gurney, 1959: 63.
111
Ünal, 2002: 66.
38

girişerek Hatti geleneğine en çok bağlı bu yeni kente öncelik tanımıştır.


Sonraki hükümdarlardan bazılarının başkenti geçici olarak daha güneye
taşımış olmalarına karşın, Hitit devleti ortadan kalkana dek Hattuša bu
devletin siyasi ve dini merkezi olarak kalmaya devam etmiştir.

I. Hattušili zamanında, Hitit devleti bir takım iç sarsıntılar geçirmiş


olmasına rağmen, Hattušili duruma çabucak hâkim olmuş, daha sonra
Anadolu’da ve Kuzey Suriye’de birçok seferlere girişmiştir.112 Bu hükümdara
ait en önemli iki belge, her ikisi de Hititçe ve Akadca olan “Vasiyet” ve
“Yıllıklar”dır. İlki iç düzenle ilgili sorunlarla, ikincisi ise hükümdar tarafından
sürdürülen askeri seferlerle ilgilidir. Yılıklarda sözü edilen ilk askeri sefer,
Orta Anadolu’nun kuzeyinde önemli bir kent olan Šanahuitta’ya karşı
yapılmıştır.113 Daha sonra Hattušili, güneye doğru yayılma sürecini
başlatmıştır.

Hattušili, tüm askeri seferlerinde Mezopotamya’nın bir parçasını


oluşturan Kuzey Suriye’ye çok önem vermiştir. Anadolu tarım alanları kısıtlı
nehir vadilerine bölünmüş olduğundan, Kuzey Suriye’nin kontrolünü ele
geçirme çabasının ardındaki itici güç, geniş tahıl tarlalarına ulaşma
gereksinimidir.114 Böylece bütün çaba bereketli topraklara, denize ve Suriye
ile Mezopotamya’nın uygarlık dünyasına ulaşma amacına yönelmiştir.
Hattušanın egemen güçleri bir an önce denize ve güneyin büyük
merkezlerine ulaşmak, onların zenginliklerinden, yüksek uygarlıklarından
yararlanmak istemişlerdir.115 Ayrıca, Eski Doğu’nun borsası o zamanlar,
Kuzey Suriye limanlarında ve ticaret merkezlerinde muamele görüyordu.
Hattušili, yaptığı Arzava ve Halep seferleri ile Hitit Devleti’nin Akdeniz
ticaretine fiilen katılmasını sağlamış ve bu sayede devletin ekonomisi epeyce
gelişmiştir. Arzava memleketlerinden Valma’nın (Antalya-Elmalı) zaptı ile Hitit
Devleti Akdeniz’de bir çıkış yeri elde ettiği gibi, Akdeniz ticaretini Basra

112
Memiş, 2002: 83.
113
De Martino, 2003: 38.
114
Mieroop, 2006: 148.
115
Akurgal, 1993: 56.
39

körfezi’ne bağlayan Fırat kervan yolunun Suriye’deki kısmına hâkim olan


Halep Krallığı’nı zapt etmekle de Kuzey Suriye’deki canlı ticarete
katılmıştır.116

Hitit ordusu bütün bu amaçlarına ulaşmak için öncelikli hedef olarak


Alalah’ı seçmiştir. Alalah, başkenti Halep olan Yamhad Krallığı’na bağlıydı ve
Anadolu’yu Suriye’ye bağlayan ulaşım yollarından birine egemen
durumdaydı. Annallere göre, Hattušili’nin 5. idare yılında yaptığı Halep
seferinin izleri Alalah kazılarında bulunduğu gibi, Halep kralının komutanı
Zukraši’nin adı da hem Boğazköy hem de Alalah vesikalarında geçmektedir.
I.Hattušili bu seferini Halep kralı III. Yarım-Lim zamanında yapmış ve savaş,
Hitit kralının zaferi ile sonuçlanmıştır.117 Alalah’ı aldıktan sonra Hattušili,
Güneydoğu Anadolu’da yer alan Ursu kentine doğru ilerledi. Ertesi yıl batıya
doğru yola çıkarak Arzava bölgesine yani Batı Anadolu’ya yöneldi. Hitit
ordusunun Hatti’nin kalbinden uzak oluşunu fırsat bilen Hurriler, Hitit
Krallığı’nın içlerine nüfuz etmişlerdir. Bu nedenle Hattušili, yitirilen toprakları
yeniden ele geçirmek için çetin savaşlar vermek zorunda kalmıştır.

Hatti toprağını bir kez barışa kavuşturduktan sonra, Hattušili,


Güneydoğu Anadolu ve Suriye’ye yeniden askeri girişimlerde bulunmuştur.
Haššu kentini fethetmeyi başarır ve zengin bir savaş ganimeti ele geçirir.
Tüm Kuzeybatı Suriye’de tapınılan önemli bir tanrı olan Halep fırtına
tanrısının heykeli de Hattuša’ya getirilmiştir. Hitit orduları, bunun ardından,
Hahhum’a118 yönelerek burayı da ele geçirmişlerdir.

Hattušili’nin askeri başarıları sadece siyasi ve ekonomik düzeyde


değil, kültürel düzeyde de güçlü yansımalara neden olmuştur. Bu seferleri
sırasında Orta, Güneydoğu Anadolu ve Suriye’nin belli başlı kentlerini işgal
ederek, yakmış yıkmış ve çok sayıda savaş ganimetini Hatti ülkesine

116
Memiş, 2002: 82.
117
Kınal, 1967: 201.
118
Buranın günümüzde Fırat kıyısında Şamsat yakınlarında olduğu saptanmıştır. Bkz.De Martino,
2003: 39.
40

taşımıştır. Koruyucu Tanrıçası Arinna kenti, Güneş Tanrıçasının tapınağını


altın ve gümüş hediyelerle doldurur. Tıpkı Mezopotamya kralları gibi kendisi
de heykellerini yaptırmaya, kahramanlıklarını yazıya dökmeye başlar.
Getirilen ganimetler arasında çok sayıda kaliteli usta ve işçilerde vardır. İşte
asıl Mezopotamya uygarlığının verilerini Hattuša’ya taşıyan insanlar
bunlardır.119 Bu yolla Hitit dünyası kültür ve sanat alanlarında
Mezopotamya’nın varlıklarından etkilenmişlerdir. Ayrıca, Alalah, Ursu, Haššu
ve Hahhum gibi önemli merkezlerin ele geçirilmesiyle, Hititler, Suriye yazı ve
yazın geleneğiyle doğrudan temas kurmuşlardır.120 Hititler kullandıkları
Akad’lı çivi yazısını bu dönemde Kuzey Suriyeli bir yazı okulundan
almışlardır. Bu yazı tipi form bakımından Eski Babil’den önce kullanılan bir
çeşittir.121

B - I. MURŠİLİ’NİN (M.Ö. 1620 – 1590 ) BABİL SEFERİ

Eski krallık hanedanının ilk hükümdarı I. Hattušili, hükümdarlık


döneminin sonuna yaklaşırken büyük bir devlet yaratmıştır. Ama devletin iç
işleri tam bir kargaşa içindeydi. Hattušili, daha sağlığında pek güvendiği
yeğeni genç Muršili’yi evlatlık edinmiş ve onu saltanat koltuğuna
hazırlamıştır. Pimpira denen ve bir Hurrili olması muhtemel yaşlı bir bey, bu
çocuk yaştaki krala vesayetlik ediyordu. Hattušili, bir vasiyetinde Kuzey
Suriye’nin işgalini Muršili’ye miras olarak devretmiştir. Adeta bu küçük
çocuğun beynini yıkarcasına inanılmaz telkinlerde bulunmuş; “(Yalnızca)
122
benim sözlerimi ve nasihatlerimi kalbinin içine yerleştireceksin!” demiştir.
Hattušili vasiyetnamesinin dışında, Kral Telipinu (M.Ö. 1535–1510) metninde
de I. Muršili hakkında şu bilgilere rastlıyoruz:

119
Ünal, 2002: 68.
120
De Martino, 2003: 40.
121
Akurgal, 1993: 57.
122
Ünal, 2002: 69.
41

“Muršili, Hattuša’da egemen olduğu sürece onun çocukları, kardeşleri,


akrabası, kendi kanından olanları ve askerleri çevresinde toplanmışlardı ve o
düşman ülkesini güçlü bir kolla dizginledi. Kendi ülkesini denizin komşusu
yaptı.

Ve o Halpa (Halep) üzerine yürüdü ve Halpa’yı yakıp yıktı. Halpa’dan


aldığı tutsakları ve onların mallarını Hattuša’ya getirdi. Ondan sonra Babil’e
yürüdü ve Babil’i yakıp yıktı. Hurrilere’de saldırdı ve Babil’den aldığı
tutsaklarla onların mallarını Hattuša’ya götürdü.

Ve Hantili (sarayda) içki sunucu başı idi. Karısı Harapšili Muršili’nin


kızkardeşi idi. Zidanta Hantili’ye yanaştı ve bunlar kötü bir iş yaptılar.
Muršili’yi öldürdüler ve böylece kan akıttılar.” 123

I. Muršili, tahta geçince öncelikle ayrılan beylikleri yeniden itaat altına


alıp Anadolu’da birliği ve düzeni sağlamıştır. Hattušili’nin miras olarak
kendisine bıraktığı Kuzey Suriye’yi ele geçirme politikasını bilinçli olarak
sürdürerek genişleme siyasetine devam etmiştir. Amurruların elindeki Halpa
(Halep)’ya saldırarak burayı ele geçirmiştir. Bundan sonra Halep artık Hitit
devleti’nin ayrılmaz bir parçası olacaktır. Muršili’nin Kuzey Suriye’yi ele
geçirmesi hem ticaret yollarını ele geçirmesine yaramış hem de bölgedeki
küçük krallıkları kendine bağlayarak Mezopotamya (Babil Devleti) karşısında
siyasi güç dengesini kendi lehine değiştirmiştir. Böylece kendisine Babil yolu
açılmıştır.124 Hitit hükümdarı, Anadolu’dan fazlasıyla uzakta olan bu toprakları
boyunduruk altına almak istememiştir ancak Babil’e karşı düzenlenen sefer,
her şeyden çok kanıtlayıcı bir anlam taşımaktadır. Burada Hatti krallığı’nın
Yakındoğu dünyası içinde üstlendiği siyasi rolün doğrulanması söz konusu
olmaktadır.125

123
Akurgal, 1993: 61.
124
Özçelik, 2004: 55.
125
De Martino, 2003: 40–41.
42

M.Ö. 17. ve 16. yüzyıllar, Batı Asya’da büyük politik değişikliklerin


yaşandığı bir dönemdir ve Kassitler, zayıflamakta olan Babil kenti krallığına
kuzeyden baskı yapmaya başlayan, Samice konuşmayan halklardan sadece
biridir. Diğerleri ise Hurriler ve Hititlerdir. Birinci Babil sülalesi’nin son kralları,
hem toprak hem prestij yönünden gittikçe küçülen bir krallığın başındaydılar.
Babil kenti hâla Uruk, İsin ve Larsa’yı kontrolü altında tutmaktadır. Bu
dönemden elimize ulaşan edebi ve ekonomik metinlerden anlaşıldığına göre,
halk, ekonomik ve kültürel açıdan gelişmiş bir yaşantı sürdürmektedir.
Yaklaşan felaketle ilgili hiçbir ipucu yoktur. Öldürücü darbe de zaten, her
zaman sorun çıkaran Deniz Sülalesi veya Kassitlerden değil, daha kuzeydeki
Hititlerden gelmiştir. Babilli Šamšu-ditana’nın (M.Ö. 1626–1595) çağdaşı olan
I.Muršili, başkent Hattuša’dan gelerek kuzeybatı Suriye’ye saldırmış ve sonra
da, görünüşe göre herhangi bir direnişle karşılaşmadan, Babil kentine doğru
Fırat boyundan ilerlemiştir. Hiçbir şeyden kuşkulanmayan Šamšu-ditana,
Muršili tarafından gafil avlanmıştır. Savaşın sonucunda, Babil yağmalanmış,
tanrıları soyulmuş ve ünlü Birinci Sülale sona ermiştir (M.Ö. 1595).126

Babil’in işgali Hititleri medeni Mezopotamya dünyası içine sokan


önemli öğelerden biri olmuştur. Hititlerin Babil’e girmeleriyle, Mezopotamya
medeniyetinin kapıları Anadolu’ya açılmıştır. Babil kültürü, Hititler üzerinde
öylesine büyük bir tesir yapmıştı ki, Muršili, Anadolu’ya dönerken bu yüksek
kültürü Anadolu’ya aşılatmak için pek çok bilim adamı, sanatkâr, kâtip ve
mimarı beraberinde Hattušaš’a getirmiştir.

I. Muršili’nin Babil’i fethi, o zamanki Önasya dünyasında büyük


yankılara yol açmıştı. Fetih bizzat Babilliler’i de şaşırtmış olmalı ki, Babil
kronik yazarları, “Hattili adam geldi, Babil’i aldı” diye yazmışlardır. Babil’in
zaptı ile Hitit devleti’nin güney hududu Basra körfezine dayanmamakla
beraber, Akdeniz ticaretini bu körfeze bağlayan Fırat kervan yolunun önemli

126
Oates, 2004: 88–89.
43

bir kısmının kontrolü, Hitit kralının eline geçmiştir.127 Hititler’in başkentleri


Hattuša’dan 1000 km kadar uzakta, kendi ülkelerinden oldukça farklı bir
coğrafya da bulunan Babil’e saldırmaktaki amaçlarının sınırlarını buraya
kadar genişletmek olmadığı açıktır. Hititler’in çok büyük bir olay olan Babil’i
fethetme girişimine, ne bu tür olayların bolca görüldüğü tarih sahnesinde
nede başka herhangi bir yerde rastlanmamaktadır. Hititler’in amacı herhalde,
Anadolu ile Basra Körfezi arasındaki büyük bir coğrafi alanı dev bir devlete
dönüştürmek değildir. Halep-Mari-Babil bağlaşmasının hatırlanması veya
yalnızca tapınaklarında sayısız soy metal nesnelerin saklandığı Babil’in
zenginliğinin ele geçirilme düşüncesi de akla gelmektedir. Hititler’in
egemenlik kurma, artık eşit haklarla bu dönemin güçler konseyi”ne katılma,
hatta öncü olma isteğinin meşrulaştırılmasıda düşünülebilir. Ama görüldüğü
kadarı ile uzun bir geçmişi olan başkent Babil’in fethi, Önasya’nın önemli
devletleri arasına girmeye iyi bir gerekçe olmuştur.128 Belki de mitolojik
öykülerde hâla yaşayan Akad krallarının Anadolu seferlerinin öcünü almayı,
belki de zengin tüccarların anavatanını yağmalamayı düşünmüşlerdir. Elde
edilen sonuçlara bakıldığında, Hammurabi’nin sülalesine son vermenin
Hititleri Önasya’daki politik arenada Mısır’a rakip olacak kadar güçlendirdiği
ve gerçek kazanımında bu olgu olduğu anlaşılmaktadır.129 Babil kroniğinde,
Hititler tarafından fethediliş kısaca kaydedilmiştir. Nedenleri her ne olursa
olsun bu olay, Hammurabi hanedanının egemenliğinin çöküşüne giden bir
gelişimin altına çekilmiş zorlu bir son çizgiden öteye varmamıştır. Hititler’in
bin kilometreden fazla süren zorlu yürüyüşünün siyasal mirasçıları Kassitler
olmuştur. Kassitler’in egemenliklerinin başlangıcıyla birlikte Mezopotamya
tarihinin “Eski Babil” olarak adlandırılan dönemi sona ermiş ve Babil’de de bir
güç boşluğu doğmuştur.

İki yüzyıldır Mezopotamya’nın ve Suriye’nin karakteristik özelliği olan


durum böylece tümüyle tersine dönmüştür. Sahnede güçlü hükümdarlar

127
Memiş, 2002: 85.
128
Klengel, 2001: 68–69.
129
Köroğlu, 2006: 112.
44

yoktur artık ve tüm bölge siyasi açıdan parçalanmıştır.130 Bu durum Hititlerin


de yararına olmamıştır. I. Muršili Babil’i işgal ettiği sırada arkasındaki Hurri
orduları Anadolu’nun içlerine kadar sızmaya başlamışlardır. Hatti’ye dönüşü
sırasında amansız Hurri saldırılarına maruz kalan muzaffer kral, Babil’den
yağmaladığı tanrı Marduk ve Sarpanitum heykellerini yol üzerindeki Hana’ya
bırakıp, alelacele kendisini envai oyunların ve entrikaların beklediği
Hattuša’ya dönmek zorunda kalmıştır.131 Hitit saray sakinlerinden veya
memurlarından Hantili isimli biri, kral Hattuša’da yokken Muršili’nin karısı
Harapšili’yi (düşük bir ihtimalle kızkardeşi?) baştan çıkarmış ve onunla
evlenmiştir. Düşmanları savaşlardan dönen, yorgun ve bitkin Babil Fatihini
daha Hattuša’ya ayak basamadan ve zaferini kutlayamadan öldürmüşlerdir.
Tahtı kana bulayan Hantili idareyi ele aldıysa da o da öldürülmüştür.132
Bunun sonucunda Hitit tahtı için saray içerisinde kanlı mücadeleler
başlamıştır. Bu mücadeleler sonucunda meydana gelen iç istikrarsızlık Hitit
devletinin çekirdek bölgesi dışında kalan yerlerde kontrolü sağlıyabilmesini
engellemiştir.

C – ŠUPPİLULİUMA’NIN (M.Ö. 1370 – 1340) MEZOPOTAMYA POLİTİKASI

Šuppiluliuma’nın iktidarı, Eski Doğu’nun “Amarna Çağı” denilen M.Ö.


14. yüzyılın ilk yarısına rastlamaktadır. Bu devri aydınlatan vesikalar, Mısır’da
Beni Hasan civarındaki Tel el Amarna köyünde bulunmuştur. Bu vesikalar,
sayıları dört yüze yaklaşan Akadca yazılmış mektuplardır. Bu mektupların bir
kısmı, Ön Asya’nın Büyük Kralları ile 18. sülale firavunlarından III. ve IV.
Amenofis’ler arasında, diğer büyük bir kısmı da Suriye-Filistin’deki küçük
şehir beyleri ile adı geçen firavunlar arasında yazılmıştır. Amarna

130
Mieroop, 2006: 149.
131
Ünal, 2002: 92.
132
Ünal, 2002: 71.
45

mektuplarının yanında Boğazköy vesikaları da bu devrin tarihini


133
aydınlanmaktadır.

Bu zamanda başlıca büyük devletler; Kassit Babil’i, Hitit Anadolu’su ve


Mısır, Kuzey Mezopotamya’da ve Suriye’de önce Mitanni devleti, on
dördüncü yüzyıl ortalarındaysa Asur’dur. Doğularında güçlü Elam krallığı,
batıdaysa Mykenai devleti yer alıyordu. Ortalarındaysa, büyüklük ve
örgütlenme açısından çoğu kent-devlet olarak tanımlanabilecek ve her
zaman büyük güçlerden birine bağımlı olan Suriye ve Filistin devleti
bulunmaktadır.134 (Harita 3)

Büyük Hitit imparatorluğu’nun kurucusu Šuppiluliuma ( M.Ö. 1370–


1340) Hitit tahtına çıktığı zaman, içinde bulunduğu Ön Asya dünyası
konjektürel olarak böyle bir yapı arzediyordu. Šuppiluliuma’nın şeceresi ve
tahta nasıl çıktığı bilinmemektedir. Ama taht kavgaları yüzünden tekrar kan
döküldüğü ve en başta prens Genç Tuthaliya denen bir prens olmak üzere
epeyce kişinin öldürüldüğü kesindir. Bu genç Tuthaliyanın bizzat
Šuppiluliuma’nın kardeşi olması mümkündür; yani Šuppiluliuma
135
kardeşkanına bulanmış bir tahta oturmuştur . Bu dönemle ilgili tüm olaylar,
Šuppiluliuma’nın oğlu ve sonraki kral II. Muršili tarafından ayrıntılı bir şekilde
kayıtlara geçirilmiştir.

Veba Duaları denilen bu metinlerden öğrenildiğine göre, I. Arnuvanda


öldükten sonra yerine oğlu Tuthaliya geçmiştir. Bütün devlet ileri gelenleri ve
komutanlar, genç krala sadakat yemini etmişlerdir. Šuppiluliuma’da ona
yemin etmiştir. Fakat daha sonra Šuppiluliuma yeminini bozmuş ve Hitit
tahtını ele geçirmek için genç krala karşı harekete geçmiştir. Genç Tuthaliya
tahtan indirilerek öldürülmüştür. Bu iç savaş sırasında Tuthaliya’nın
kardeşlerinden bazıları öldürülmüş, bir kısmı da Alašya’ya (Kıbrıs) sürgün

133
Memiş, 2002: 95.
134
Mieroop, 2006: 157–158.
135
Ünal, 2002: 77.
46

edilmişlerdir.136 Böylece Šuppiluliuma tahtın tek hâkimi durumuna gelmiştir.


Šuppiluliuma Hitit kanunlarını çiğneyerek iş başına gelmiş, buna rağmen Hitit
tarihinin en güçlü komutanı ve en başarılı devlet adamı olmuştur. Otuz yıllık
idaresi süresinde Hitit ülkesi en parlak dönemini yaşamıştır.137 (Harita 4)

Šuppiluliuma kral olduğunda, babası III. Tuthaliya’nın önceki


seferlerinde ordusuna komuta etmiş deneyimli bir askerdi. Šuppiluliuma’nın
ilk yılları, bir yandan kenti büyük tutkuları olduğunu gösteren ölçekte
büyütmek ve yeniden surlarla çevirmek, bir yandan da halkını ana yurtlarında
eski durumlarına getirmekle geçmiştir.138 Hitit ülkesinin sarsılmış olan gücünü
Šuppiluliuma yeniden pekiştirmiştir. Kuzeyde Kaşka’ya karşı, ayrıca
kuzeydoğudaki Tegarama ve İşuva bölgelerinde savaşarak, Hatti’nin
Anadolu’daki sınırlarını güçlendirme ve genişletme çalışmalarına devam
etmiştir. Bu toprakların fethi, Šuppiluliuma’nın bir zamanlar Hititlerin elinde
olan, şimdi ise Mittani yörüngesinde yer alan Kuzey Suriye’nin yeniden feth
edilmesi amacına yöneliktir.

Šuppiluliuma, kuzey sınırlarının savunulması görevini generallerinden


Hutupiyanza’ya139, Hayaşa ve onunla sınırdaş olan Kaşkalara yakın
toprakların korunması görevini de oğullarına bırakarak Mitanni’yle
hesaplaşmak üzere Kuzey Suriye’ye hareket etmiştir.140 Šuppiluliuma’nın,
Suriye’ye üç kere sefer düzenlediği görülmektedir. Bunlardan birinci ve ikinci
seferleri Mısır firavun’u III. Amenofis zamanında Mitanni’ye karşı yapılmış,
üçüncü sefer ise Hurri memleketleri ve Kuzey Suriye beylikleri üzerine
yapılmıştır.141 Kuzey Suriye’ye yapılan ilk sefer hakkındaki bilgilerimiz,
Mattivaza Antlaşmasına dayanmaktadır. Bu antlaşmadan anlaşıldığı
kadarıyla, I. Suriye seferi Hitit Kralının İşuva142 memleketine karşı yaptığı bir

136
Memiş, 1987: 115.
137
Otten, 1969: 361–369.
138
Lloyd, 1997: 38.
139
Ertem, 1980: 58–59.
140
Helck, 1962: 177 vd.
141
Kınal, 1947: 1–13.
142
Malatya’nın doğusunda Fırat nehrinin dirseği içindeki arazi
47

seferle başlamıştır. Önceleri karşılıklı hudut çarpışmaları şeklinde başlayan


mücadele daha sonra genel bir savaş halini almıştır. Bu ilk seferde Mitanni
kralı Tušratta galip gelmiştir. Fakat bir sene sonra Hitit kralı İşuva’ya tekrar
hücum etmiş, bu memleketi zapt ettikten sonra, Mitanni Devleti’nin idari
merkezi Vašukanni (Urfa-Ceylanpınar’ı olduğu sanılıyor) üzerine yürüyerek
Tušratta ’yı mağlup etmiştir. Mitanni kralı, bu beklenmedik yenilgi üzerine
kaçmış ve kaçtığı yerde oğullarından biri tarafından öldürülmüştür.143 Mitanni
Kralı Tušratta ’yı yenerek Hurri ülkesini ele geçiren Šuppiluliuma, akıllı bir
devlet adamı olarak Mitanni devletinin kendisini yok etmemiştir. Aksine
Tušratta ’nın oğlu Šattivaza’yı tahta çıkararak bu ülkeyi Asurlulara karşı
korunma bölgesi olarak kullanmıştır.144 Böylece bir dönemlerin büyük devleti
Mitanni, Hitit devletine tabii vasal bir devlet durumuna getirilerek başına da
kukla bir kral geçirilmiştir. (Harita 5)

Bundan sonra Büyük Hitit Kralı harekâtına devam ederek Fırat’ı


geçmiş, Halpa (Halep), Mukiş ve Ugarit şehirlerini zapt etmiştir. Daha sonra
Nuhašše memleketlerine (Fırat ile Halep arasındaki saha) girmiş ve Kuzey
Suriye’deki Hurri beyliklerinden olan Kinza (Kadeş) ve Katna (Tel el Mişrife)
şehirlerini zapt ederek, bir sene içinde Hitit devleti’nin hudutlarını Lübnan
dağlarına ve Şam civarındaki Abina’ya kadar uzatmıştır.145 Šuppiluliuma,
diğer taraftan Anadolu’nun birliğini de tesis etmiştir. Bu amaçla Anadolu’nun
güneybatısındaki Arzawa memleketi üzerine sefer yapmış, onları mağlup
ederek yapılan antlaşma ile Hitit devleti’nin vasalı haline getirmiştir.146 Devleti
imparatorluk haline getiren Šuppiluliuma, Kuzey Suriye üzerindeki Hitit
hâkimiyetini sürekli kılabilmek için, Kizzuvatna’da rahiplik görevini
sürdürmekte olan oğlu Telipinu’ya feth edilen toprakların denetimini teslim
ederek onu Halep kralı ilan etmiştir. Kargamış kentinin yönetimine ise diğer
oğlu Piiaššili’yi getirmiştir.147

143
Memiş, 2002: 100–101.
144
Akurgal, 1998: 80.
145
Memiş, 2002: 101.
146
Kınal, 1953: 27–35.
147
De Martino, 2003: 55–57.
48

Šuppiluliuma zamanında, Hitit ve Mısır devletleri dostane ilişkiler


içerisinde bulunmuşlardır. Fakat iki devlet arasındaki bu dostluk, bir evlenme
teklifi mektubu yüzünden bozulmuştur. Hitit birlikleri Kargamış kuşatmasıyla
meşgulken bu kent yakınlarında bulunan Šuppiluliuma, Mısır kraliçesinin
mektubunu getiren bir Mısır elçilik heyetini kabul etmiştir. Bu mektupta, Mısır
firavunu Tutanchamon’un kısa bir süre önce öldüğü ve dul karısı
Ankhesenpaam’ın onun oğullarından birisi ile evlenmek istediği bildiriliyordu.
Mektupta, Mısır hanedanının dul kraliçesi, Šuppiluliuma’ya şöyle
yazmaktadır;

“Kocam öldü, oğlum da yok. Dediklerine göre çok oğlun varmış; birini
bana verebilirsin, benim kocam olsun. Uşaklarımdan birini almak
istemiyorum. Kocam olmalarına gönlüm razı değil.”

Šuppiluliuma, bu çağrıya çok şaşırarak kuşku ile karşılamıştır. Ülkenin


soylularına danıştıktan sonra, öncelikle bu isteğin iyi niyetli yapılıp
yapılmadığını araştırmak için Mısır’a elçi göndermiştir.

“Git ve bana gerçek sözü getir. Belki beni aldatmak istiyorlar.” 148

Elçi Mısır’dan Hitit kralının güvensizlik ve çekingenliğinden acı bir dille


yakınan ikinci bir mektupla geri dönmüştür. Kraliçe bu mektubunda şöyle
cevap vermektedir:

“Neden öyle söyledin? “Onlar beni aldatıyorlar.” Eğer Oğlum olsaydı,


kendimin ve ülkemin küçük düşmesini başka bir ülkeye yazar mıydım? Sen
bana inanmadın ve bana böyle yazdın. Kocam olan (kişi) öldü. Oğlum (da)
yoktur. Bir hizmetkârımı hiçbir zaman almayacağım ve onu kocam
yapmayacağım. Ben başka bir ülkeye yazmadım, (yalnız) sana yazdım.

148
Lloyd, 1997: 39.
49

Senin oğullarının çok olduğunu söylüyorlar. Bana bir oğlunu ver, o benim
kocam Mısır ülkesinin (de) kralı (olsun)!” 149

Bunun üzerine Šuppiluliuma, Mısır kraliçesinin isteğine uyarak oğlu


Zannanza’yı Mısır’a gönderir. Fakat gönderilen Hitit prensi Zannanza, Mısır
kraliçesiyle hiçbir zaman evlenememiştir, çünkü kraliçeye ve onun Hititlerle
akrabalık kurma girişimine karşı olan bir Mısır hizipçisi tarafından yolda
öldürülmüştür.

Zannanza’nın öldürülmesinin ardından Šuppiluliuma, Mısır’a savaş ilan


ederek Mısır egemenliğinde bulunan Suriye topraklarını işgal etmiştir. Ele
geçirilen pek çok esir, Hatti ülkesine getirildi. Ancak Šuppiluliuma’nın zaferle
neticelendirdiği bu sefer, sonuçları bakımından Hitit devletine çok pahalıya
mal olmuştur. Çünkü Hatti memleketine getirilen esirler arasında veba zuhur
etmiş ve kitlesel ölümler baş göstermiştir.150 Vebanın acımasızca alıp
götürdüğü çok sayıda insan arasında Šuppiluliuma’nın kendisi de
bulunmaktadır.151
Hitit tarihinin en önemli komutanı ve en başarılı devlet adamı olan
Šuppiluliuma’nın uzun süren idaresi boyunca oluşturduğu Büyük krallık, Babil
ve Mısır’la eş güçte olup, o çağdaki uygarlık dünyasını bu üç devlet
paylaşmaktadır.152 Šuppiluliuma döneminin sonuna gelindiğinde Hatti, Kuzey
Suriye’nin büyük bir bölümünde kesin bir egemenlik kurmuştur. Stratejik
Kargamış ve Halep kentlerinde iki prens genel vali olarak yönetimi ellerinde
tutuyorlardı. Mitanni’de ve Damaskus’a (Şam) dek güneyde krallığın vasalları
bulunmaktaydı.

Bütün bu sefer ve yapılan antlaşmalardan anlaşılıyor ki, Šuppiluliuma,


babası III. Tuthaliya’dan devraldığı Hitit devletini izlediği fetih siyaseti
sonucunda büyük bir güç haline getirmiştir. Babasının döneminde Kızılırmak

149
Alp, 2000: 97–98.
150
Memiş, 1997: 196.
151
Ünal, 2002: 78.
152
Akurgal, 1993: 76.
50

kavisine çekilmek zorunda kalan ve hâkimiyet sınırları küçülen devleti kısa


sürede imparatorluk haline dönüştürmüştür. Šuppiluliuma, kabiliyetli bir
komutan olduğu kadar mükemmel bir diplomattır. Ele geçirdiği şehir
devletlerinin krallarına Hititli prensler vermek suretiyle akrabalık tesis ederek
bu kralları vasalı durumuna getirmeyi başarmıştır. Buna örnek olarak Hayaša
prensi Hukkanas’a kızkardeşini vermesini, bir kızını Mitanni kralının oğlu
Mattiwaza’ya, diğer bir kızını da Mira kralı Mašuiluvas’a vermesini
gösterebiliriz. Bu devletlerle yapılan antlaşmalarda Hititli prenslerin o
memleketlerin tahtı üzerindeki haklarına dikkat çekilmektedir. Bir yandan
akrabalık kurmak suretiyle hâkimiyet sahasını genişletirken diğer yandan da
oğullarını ve yakın akrabalarını birer vasal kral olarak ele geçirdiği ülkelere
tayin etmiştir. Buna örnek olarak da oğullarından Telipinu’yu Halep’e,
Piiaššili’yi ise Kargamış’a kral olarak tayin etmesini gösterebiliriz.

Šuppiluliuma’nın başarıları, onun olağanüstü askeri yeteneğinin


sonucuydu ama dikkatli bir bağlaşma ve diplomasi siyaseti de bu sonuçların
elde edilip korunmasında önemli bir etken olmuştur.

D – II. MURŠİLİ DÖNEMİNDE (M.Ö. 1339 – 1310) MEZOPOTAMYA İLE


OLAN SİYASİ MÜNASEBETLERİ

Hitit devleti’ni imparatorluk haline getiren ve son derece yetenekli bir


devlet adamı olan Šuppiluliuma’nın vebadan ölmesi üzerine yerine en büyük
oğlu II. Arnuwanda geçmiştir. Ancak kısa bir süre sonra babası gibi o da veba
salgını sonucu ölmüştür.

II. Arnuwanda’dan sonra Hitit tahtına henüz bir çocuk olan II. Muršili
geçmiştir. Babası Šuppiluliuma’nın icraatını da bize aktaran II. Muršili, kendi
döneminde olup bitenleri egemenlik yıllarına ayırarak ayrıntıları ile
vermektedir. Yıllık icraatların yazıldığı bu tür belgeler anal (yıllık) olarak
51

bilinir. II. Muršili’nin yıllıkları Ön Asya tarih yazıcılığı içinde anlatım biçimi ve
ayrıntılara girmesi açısından çok önemli bir yer tutar. Özellikle devletlerarası
antlaşma metinlerinin başlarına konan ve o güne değin bu antlaşmanın
yapıldığı devletle ilişkilerin nasıl geliştiğini özetleyen ve geriye bakış denilen
bölümler, Hititlerde tarih bilincinin ne denli güçlü olduğunu kanıtlamaktadır.153
Bu hükümdarın saltanat yıllarındaki olayları saptamak amacıyla yazdırttığı
“On Yıllık İcraat Yıllığı” ve “Tüm İcraat Yıllıkları” adlı iki tarih yazımı eser
büyük önem taşımaktadır.154 Ayrıca bu hükümdarın Hatti’ye bağlı ülke
krallarıyla yaptığı çok sayıdaki uluslararası antlaşmalar, dönemin olaylarına
dönük göndermelerin bulunduğu mektuplar ve tanrılara yöneltilen duaları
içeren metinler de çok değerli tarihsel kaynaklar arasında yer alırlar.

Genç kral tahta çıktığında tüm hudutlarda isyanlar çıkmıştır. Bunlar her
taht değişmesinde alışılmış, olağan şeylerdi; ama bu kez çok daha büyük
boyutlardaydılar. Çünkü düşmanlar, Hitit tahtına bir çocuğun çıktığını
duymuşlar ve bu çocuk kralla alay etmeye başlamışlardır.155 II. Muršili
babasının son günlerini ve tahta geçmeden önce yaşanan olayları
yıllıklarında şöyle aktarmaktadır;

“Babamın tahtına henüz oturmadan önce etraftaki bütün düşman


ülkeler savaştılar. Babam tanrı olduğu (öldüğü) zaman kardeşim Arnuwanda
babasının tahtına oturdu. Arkadan o da hastalandı. Düşman ülkeleri
kardeşim Arnuwanda’nın hasta (olduğunu) işitince aynı düşman ülkeleri
savaşmaya başladılar.

Kardeşim Arnuwanda tanrı olunca (ölünce), (o zamana kadar)


savaşmayan düşman ülkeleri, o düşman ülkeleri de savaştılar. Etraftaki
düşman ülkeleri şöyle dediler: “Hatti ülkesinin kralı olan babası kahraman bir
kral idi. O, düşman ülkelerini yendi O, tanrı oldu (öldü). Babasının tahtına

153
Dinçol, 1982: 40.
154
De Martino, 2003: 59.
155
Ünal, 2002: 78–79.
52

oturan oğlu, o da eskiden bir kahramandı. O, hastalandı. O da tanrı oldu


(öldü).

Şimdi babasının tahtına oturan ise, o (bir) çocuktur. Hatti ülkesinin


topraklarını ve Hatti ülkesini koruyamayacak.

Ben Majeste babamın tahtına oturunca, bana karşı savaşan etraftaki


düşman ülkelerinin hiçbirine karşı henüz sefere gitmeden (önce) hakimem
Arinna’nın Güneş Tanrıçasını sabit bayramları ile ilgilendim ve onları yaptım.
Arinna’nın Güneş Tanrıçası sözlerimi işitti ve benim yanıma aşağıya geldi.
Babamın tahtına oturduğum zamandan itibaren etraftaki bu düşman
memleketlerini on yıl içinde yendim ve onları imha ettim.”156

II. Muršili ilk iş olarak dua edip moral topladıktan sonra düşmanlarına
tek tek saldırarak onları yenmiş ve Hatti ülkesine yeni topraklar katmıştır.
Vebadan ölen insanlar yüzünden ülkede insan sayısı çok azalmıştır. Ayrıca
sürekli Kaşka saldırıları nedeniyle belirli bölgelerde nüfus boşalmış, tarım ve
hayvancılıkta üretim durmuştur. Buna önlem olarak Muršili, boşalan kent ve
bölgelere özellikle Batı Anadolu’dan getirdiği çalışabilecek yaştaki sayıları
66.000’e ulaşan erkek savaş esirlerini157 yerleştirerek buraları tekrar
yerleşime açmıştır.

II. Muršili’nin ilk yıllarında Kaşkalar ile uğraşmak zorunda kaldığı, bu


arada Kuzey Suriye’de de bazı düşmanca faaliyetler olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun üzerine II. Muršili, önce babasıyla uzun süre mücadele ettiği, yenilgiye
uğrattığı Kaşkalar üzerine sefere çıkmıştır.158 Yapılan seferler sonucu önce
Turmitta159 daha sonra Halila, Duttuška şehirlerini kurtarmıştır. Nerik şehrini
kurtarma girişimleri ise sonuçsuz kalmıştır. Buna karşılık Kaşkalar’ın
Kummesmeha Nehri’nin (Çankırı yakınlarında Devrez Çayı) güneyine, Hitit

156
Alp, 2000: 125.
157
Ünal, 2002: 79.
158
Kınal, 1987: 107–109.
159
Ertem, 1973: 27–28.
53

topraklarına inmeleri yasaklanmış ve bölgedeki önemli geçitler tahkim


edilmiştir.

II. Muršili saltanatının yedinci yılında da Kaşkalar üzerine sefer


yapmak zorunda kalmıştır. Bu dönemde Kaşkalar’ın yönetim biçiminde büyük
bir değişiklik olmuştur. Bağımsız boylar halinde yaşayan Kaşkalar’ı Tibya
merkez olmak üzere etrafında toplamayı başaran Pihhuniia, Hitit topraklarına
saldırıya geçmiştir. II. Muršili, ona bir mesaj göndermişse de sonuç
alamamıştır. Bunun üzerine Pihhuniia üzerine yürüyerek, şehirlerini
ordularına yağmalatmış ve onu esir alarak Hattuša’ya götürmüştür. Böylece,
Kaşkalar alınan tedbirler sonucunda doğuda Çekerek Irmağı’ndan Kelkit
Irmağı’na kadar ki topraklar arasına sıkıştırılmıştır.

Alınan bu sıkı önlemler üzerine on yıl kadar Hitit topraklarına


saldıramayan Kaşkalar, II. Muršili’nin saltanatının son iki yılında tekrar
saldırıya geçmişlerdir. Ancak, Hititlerden sert tepki görmeleri üzerine
herhangi bir başarı elde edememişlerdir. Fakat, Kaşka saldırıları Hitit
devletinin yıkılışına kadar devam etmiş ve Hititleri devamlı olarak
uğraştırmıştır.
II. Muršili, Anadolu’nun batısını da önemle ele almış ve bu işle
krallığının 3. ve 4. yıllarında uğraşmıştır. Bu yöreler giderek kendi başlarına
buyruk olmaya başlamışlardır. Güney Anadolu’daki Arzava kralı kendi
ülkesine geçen Hitit uyruklarını geri vermek istememiştir. Ayrıca, II. Muršili,
annallerinde, Arzava kralı Uhhazitiš’in Milanvanda şehrini Ahhiyava kralına
vermesini harp sebebi olarak ileri sürmektedir.160 Bunun üzerine II. Muršili
yazdığı sert bir mektupla Arzava’ya savaş ilan etmiştir.

“Sana giden uyruklarımı istedim. Onları bana vermedin. Bana çocuk


muamelesi yaptın, beni küçük gördün. Haydi, öyleyse, şimdi savaşacağız ve
Gök Tanrısı, benim efendim, bizim durumumuzu yargılasın”

160
Memiş, 2002: 106.
54

II. Muršili ordusunun başında Arzava’ya karşı harekete geçmiştir.


Arzava ordusu Valma Kenti’nin yakınındaki Astarpa Irmağı’nın (Küçük
Menderes) bulunduğu yerde Hitit birliklerine yenilmiştir. Hitit kralı kendine
karşı gelmeyen Arzava beylerini bağışladı. Ancak, sonuç Arzava için çok
zararlı olmuştur.161 Ağır bir yenilgiye uğratılan Arzava ordusundan ele
geçirilen esirler arasında Arzava kralının oğlu da bulunmaktaydı.162 Bu
savaşın sonucunda, II. Muršili, güney ve güneydoğu da olduğu gibi güneybatı
Anadolu’da da duruma egemen olmuştur.

Arzava’nın fethinden sonra II. Muršili, bu ülkenin yönetimini bir kişiye


bırakmak yerine bölgeyi üç parçaya bölmüştür. Şeha Irmağı ülkesi, Mira
ülkesi ve Hapalla ülkesi olarak adlandırılan bu küçük beyliklerin başına Hitit
dostu kişiler getirilmiştir. II. Muršili bu yolla, uzun bir süre Hititlerin korkulu
düşmanı olan bu ülkenin, bir şekilde küllerinden doğmasını ve Hatti’ye güçlük
çıkarmasını önlemek istemiştir.163

İktidarının 9. yılında II. Muršili Kuzey Suriye’de görülmektedir. Bu


dönemde Amurru (Suriye), Kinza (Kadeş) ve Nuhašše memleketleri isyan
etmişlerdir. Muršili, ayaklanan memleketleri itaat altına almış, Halep şehri ile
de yeni bir antlaşma yapmıştır.164 Kargamış’ta ve Halep’te babasının
döneminde atanan kardeşleri Piiaššili ve Telipinu krallık ettikleri için, bu bölge
emniyet içinde idi. Bu bölge üzerinde Asur etkileri artınca, Kargamış kralı
Asurlular ile savaşılması emrini vermiş, fakat Hititlerin burada kendilerine
karşı hazırlıklarını duyan Asur komutanları savaşmaktan çekinmişlerdir.
Firavun Haremheb döneminde, Mısırlıların da Suriye’ye akınlar yaptıklarını
görüyoruz. Halep’in güneyindeki Nuhašše, Hititlere baş kaldırmış, Kargamış
kralı Piiaššili’nin yardımlarıyla Mısır askerleri geri çekilmeye zorlanmıştır.
Fakat Kargamış kralı, Kummanni kentinin tanrıçası Hepat’ın bir bayramını

161
Akurgal, 1998: 84–85.
162
Memiş, 2002: 107.
163
De Martino, 2003: 60–61.
164
Memiş, 2002: 108.
55

kutlamak için Hatti kralı ile Kizzuwatna’da buluştuğu sırada hastalanıp


ölünce, bu bölgedeki denge Hitit devleti aleyhine bozulmuştur. Bunun üzerine
Nuhašše yeniden isyan etmişse de II. Muršili, onları ekonomik açıdan
çökertecek acımasız önlemlere başvurarak yola getirmeyi başarmıştır.

II. Muršili acımasızca elde ettiği bu başarıdan sonra, Kargamış’ı


yeniden düzene sokacak eylemlere girişmiştir. Ölen ağabeyi Piiaššili’nin
yerine onun oğlunu tahta geçirmiştir. Eskiden Halpa (Halep) kralı olan
ağabeyi Telipinu’nun yerine de yine onun oğlu olan Talmišarruma’yı başa
geçirmiştir. Talmišarruma’yla bir antlaşma yaparak, onu kendine bağlamıştır.
Kuzey Suriye krallıklarından Amurru’nun kralı Duppi-Tešup ile de, bir
zamanlar Šuppiluliuma’nın aynı ülkenin kralı Aziru ile imzaladığı gibi bir
antlaşma yapmıştır.165 Böylece daha önce babası Šuppiluliuma döneminde,
Mısır’a karşı kurulmuş olan tampon devletçiklerin Hatti ülkesi ile olan
ilişkilerini yeniden pekiştirmiştir.

E – III. HATTUŠİLİ (M.Ö. 1280 – 1250) DÖNEMİNDE HİTİT DEVLETİ’NİN


MEZOPOTAMYA SİYASETİ

II. Muršili’nin uzun yıllar süren egemenliğinin nasıl sona erdiği (M.Ö.
1310) hakkında bilgimiz yoktur. Ondan sonra Hitit devletinin başına Muwatalli
(M.Ö. 1310–1285) ve III. Muršili (Urhi-Teşup, M.Ö. 1285–1280) geçmiştir. Bu
iki kral ile ilgili en ayrıntılı bilgileri sağlayan kaynak, her ikisi zamanında da
önemli askeri ve idari görevlerde bulunmuş ve büyük başarılar kazanmış bir
prensken, yeğeni III. Muršili’yi bertaraf ederek tahtı eline geçiren III.
Hattušili’nin (yaklaşık M.Ö. 1280–1250) kaleme aldığı ve otobiyografi
niteliğinde yazılmış olan metnidir.166 Hitit kralının icraatının geniş bir

165
Dinçol, 1982: 41.
166
Dinçol, 1982: 42.
56

çerçevesini çizdiği için daha sonraları “Övgü Yazısı” ya da “Özyaşam


Öyküsü” alarak da adlandırılan bu metnin167 ilk bölümü şöyle başlamaktadır:

“Kuššar kralı Hattušili’nin torunu, Hatti ülkesinin kralı, Büyük Kral


Šuppiluliuma’nın torunu, Hatti ülkesinin kralı Büyük kral Muršili’nin oğlu, Hatti
ülkesinin kralı Büyük Kral Tabarna (“hükümdar”) Hattušili şöyle der:

Tanrıça İştar’ın tanrısal düzenini (adaletini) anlatacağım: Onu


insanoğlu işitsin! Gelecekte Majestemin oğlu, torunu ve Majestemin
soyundan gelen herkes tanrılar arasında (en çok) Tanrıça İştar’a saygılı
olsun!

Babam Muršili (ve annem) bizi dört çocuğu, Halpaşulipi’yi Muwatalli’yi


ve kız çocuğu Matanazi’yi dünyaya getirdiler. Hepsinin arasında (ben en)
sondaki çocuk idim. Ben henüz çocuk iken dizgin tutucu idim. Hakimem
Tanrıça İştar babam Muršili’ye kardeşim Muwatalli’yi rüyada gönderdi (ve ona
şöyle dedi): “Hattušili’nin yılları kısadır. (Uzun zaman) yaşamayacak! Onu
bana teslim et! O benim rahibim olsun! Böylece hayatta (kalabilir).” Babam
(beni) çocuğu yukarıya kaldırdı. Beni tanrıçanın hizmetine verdi. Tanrıçaya
rahip olarak kurban sundum. Hakimem Tanrıça İştar’ın elinden iyilik gördüm.
Hakimem Tanrıça İştar beni elimden tuttu ve beni tanrısal düzen içine koydu.

Babam Muršili tanrı olunca (ölünce), kardeşim Muwatalli babasının


tahtına oturdu. Ben de kardeşimin huzurunda Ordu Kumandanı oldum.
Kardeşim beni koruma kıtası başkanlığına (zıpkıncı başılığa) atadı. Yukarı
ülkeyi de yönetimime verdi. Yukarı ülkeyi yönettim. Benden önce orasını
Zida’nın oğlu Arma-Tarhunta yönetiyordu. Hakimem Tanrıça İştar beni
beğendiğinden, Muwatalli’de beni tuttu. İnsanlar Hakimem Tanrıça İştar’ın
beğenisini ve kardeşimin (bana karşı) iyi olduğunu görünce, beni kıskandılar.
Zida’nın oğlu Arma-Tarhunta ve ayrıca diğer insanlar iftira etmeye başladılar

167
De Martino, 2003: 67.
57

ve bana kötü davrandılar. (Durum) benim için olumsuzdu. Kardeşim


Muwatalli beni tekerleğe (mahkemeye) çağırdı. Tanrıça İştar bana rüyada
göründü ve şunu söyledi: “Ben seni bir tanrıya emanet edeceğim. (Hiç)
korkma!” Tanrıça sayesinde temize çıktım. Hakimem Tanrıça İştar elimden
tuttuğundan beni hiçbir zaman kötü bir tanrıya ve kötü bir mahkemeye
bırakmadı. Düşman silahı beni hiçbir zaman (yolumdan?) döndüremedi.
Hakimem Tanrıça İştar beni her şeyde (koruması altına) aldı. Hasta olduğum
zaman hasta olarak tanrıçanın (tanrısal) adaletini gördüm. Hakimem tanrıça
beni her (konuda) elimden tuttu. Ben ise tanrısal irşada yönelmiş bir kişi
olduğumdan ve tanrılar huzuruna tanrısal irşada ulaşmaya gittiğimden
insanoğlunun yaptığı hiçbir kötü işi yapmadım... Hakimem Tanrıça İştar
benim üstüme (koruyucu) giysisini tuttu. Beni her şeyden korudu. Hakimem
Tanrıça İştar düşmanlarımı ve beni kıskananları elime koydu ve onları
tamamen bitirdim.

Kardeşim Muwatalli işin aslını görünce, üstümde hiç kötü bir şey
kalmadı. Beni tekrar (koruması altına) aldı. Hatti ülkesinin bütün ordusunu ve
araba savaşçılarını elime koydu. Hatti ülkesinin bütün ordusuna ve araba
savaşçılarına ben kumanda ettim... Düşman ülkelerini devamlı surette
yendim... Hatti ülkelerinin içinde hangi düşman kaldı ise, onu Hatti
ülkelerinden kovdum”.168

III. Hattušili, yeğeni III. Muršili’yi tahtından indirip yasa dışı bir yolla
Hitit Devleti’nin başına geçmiş olmakla beraber, Hattuša sülalesinin en güçlü
ve büyük krallarından biri olmuştur.169 Šuppiluliuma devrinden beri devam
eden fetih siyasetinin meyveleri bu devirde toplanmıştır. Bu nedenle III.
Hattušili devri, Hitit tarihinin altın çağı olarak kabul edilmiştir. Hattušili, tahta
çıkmadan önce Kaşkalara karşı başarıyla savaşmış, en kuzeydeki bölgeleri
Hitit etki alanı içine taşımıştır. Bu bölgelerden Nerik gibi bazı kent merkezleri
Orta krallıkta yitirilmiş, bir daha geri alınamamıştır. Hattušili, Kadeş savaşına

168
Alp, 2000: 134–135.
169
Akurgal, 1998: 96.
58

da katılmıştır. Suriye’den dönerken, Mısırla olan çatışma sonuçlandıktan


hemen sonra, önceki eşlerinden çocukları olmasına karşın, Lavazantiya’da
yani Güneydoğu Anadolu’daki Kizzuvatna bölgesinde bir rahibin kızı olan
Puduhepa’yla evlenmiştir. Tanrı adı Hepat’la bileşik bir Hurri adı taşıyan
Hattušili’nin eşi, yurdunun kültürel köklerine her zaman çok bağlı kalmış, Hatti
kraliçesi olduktan sonra Kizzuvatna-Hurri tanrıları ve kültlerinin Hitit
sarayında yaygınlaşması için öncülük etmiştir. Hattušili, otobiyografisinde bu
evliliğe kutsal bir hava vererek, bu evliliğin tanrıların bir isteği olduğunu
belirtmiştir. Puduhepa, kocası ile birlikte Hitit tarihinin en etkin kraliçelerinden
biri olmuştur.

III. Hattušili’nin saltanatı büyük çapta bir barış ve imar çağıdır.


Hattušili, öngörülü ve akıllı bir dış politika uyguladı. En iyi bilinen başarıları
diplomasi alanındaki uygulamalarıdır. Hattušaš arşivinde ele geçen Babil ve
Mısır kralları ile karşılıklı olarak yazılmış mektuplar, antlaşma metinleri ve
mahkeme zabıtları, III. Hattušili devrinin dış siyasetini takip etmek
bakımından büyük önem taşırlar. Bu vesikalardan anlaşıldığına göre
Hattušili, III. Babil Devleti’yle dost geçinmeye büyük önem göstermiştir.170
Babil kralları Kadaşman-Turgu ve Kadaşman-Enlil ile temas kurarak, Hititlerin
Asur devleti karşısındaki konumunu sağlamlaştırmıştır. Buna ilaveten,
Amurru gibi vasal devletlerle yapılmış olan antlaşmaları yenilemiştir.

III. Hattušili döneminin en önemli başarısıysa Mısır’la yapılan barış


antlaşmasıdır. Hattušili, Babil devleti ile kurduğu dostluk neticesinde Mısır’a
karşı Suriye bölgesinde daha rahat hareket edebilecek duruma gelmiştir. Bu
durum Mısır’ı da rahatsız etmekteydi.171 Kadeş savaşından on beş yıl sonra
iki devlet arasında düşmanlığa son verme, savunma amaçlı ittifak kurma ve
siyasi mültecilerin değiş tokuşu konularını içeren ayrıntılı bir antlaşma
yapılmıştır.172 III. Hattušili böylece o dönemin en büyük iki devleti arasında

170
Memiş, 2002: 116.
171
İnan, 1987: 139–146.
172
Mieroop, 2006: 190.
59

sürekli bir barış sağlamış oldu. Bu antlaşma bir bakıma Muwatalli’nin


Kadeş’te elde ettiği zaferin Mısırlılarca kabul edilmesi demektir. Söz konusu
antlaşmanın günümüze değin iki metni gelmiştir. Bunlardan biri Mısırlıların
hazırladığı metnin Akadca çevirisi olup Boğazköy’de yani Hattuša’da
bulunmuştur ve şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Ötekisi bir gümüş
tablet üzerine çivi yazısı ile ve o dönemlerin diplomatik dili olan Akadça
yazılan metnin Mısırca ya çevirisi olup, Ramasseum ve Karnak tapınaklarının
duvarlarına kazılmıştır.173 Bu tabletlerin bir kopyası ise, protokoldeki önemine
uygun olarak bugün dünyanın en eski antlaşma örneği olarak New York’taki
Birleşmiş Milletler binasının duvarlarını süslemektedir.174

Mısır ile yapılan Kadeş barış antlaşması zamanlama açısından, III.


Hattušili’nin saltanat döneminin gerek iç gerekse dış siyaset açısından zorlu
bir dönemine denk gelmiştir. Hatti kralı, firavunlarla olan düşmanlık evresini
büyük bir olasılıkla gerek uluslararası, gerekse iç siyaset alanlarındaki
olumsuz değişimleri gözönüne alarak bitirme yoluna gitmiştir. Bu dönemde
dışarıda Asur’un Hitit topraklarına karşı olan baskısı daha yıldırıcı bir hale
gelmiştir. İçerde ise Hattušili, tahtı yasa dışı bir yolla ele geçiren gaspçı bir
hükümdar olarak baskın bir meşruluk kaygısı içerisindeydi. Hattušili’nin, Mısır
firavunu Ramses tarafından tanınması konumunu güçlendirecektir. Bunun
yanında Mısır’a sığınmış olan yeğeni Urhi-Tešup’un, firavunun yardımıyla
Hatti tahtına dönebilme umudunu ve manevralarını da boşa çıkarmış
olacaktır.175 Mısırlılar da zaten bir bölümü firavunun egemenliği altında olan
ve genelde Mısır’la çok etkin bir ticari dolaşım içindeki tüm Suriye bölgesinin
siyasi düzenini istikrarlı kılacak bir barıştan yarar sağlayacaklardır.

II. Ramses’in saltanatının yirmi birinci yılında (M.Ö. 1280) yapılan bu


antlaşma tümüyle eşitlik temeli üzerine kurulmuştur. Her iki kral da birbirlerini
kardeş saymakta, yapılan antlaşmayla Hitit ve Mısır ülkeleri arasında güzel

173
Akurgal, 1998: 98.
174
Ünal, 2002: 82.
175
De Martino, 2003: 69.
60

kardeşlik ve güzel barışın sonsuz olacağı belirtilmektedir. Yalnız antlaşmayı


yapan taraflar değil, Hattušili ve Ramses’in çocukları da bu barış içinde
kardeş olmuşlardır. Antlaşmada, karşılıklı dayanışma ve saldırmazlık fikri de
öncelik taşımaktadır. Ne Büyük Kral, Mısır kralı Ramses, sonsuza değin Hatti
ülkesinden bir şey almak için saldıracak, ne de Büyük Kral, Hatti kralı
Hattušili sonsuza değin Mısır’dan bir şey almak için saldıracaktır. Diğer
yandan, “eğer bir başka düşman, Hatti ülkesine sefer düzenlerse ve Büyük
Kral, Hatti ülkesi kralı Hattušili, bana haber yollarsa gel, bana ona karşı
yardım et, Büyük Kral, Mısır ülkesi kralı Ramses savaşçılarını ve arabalarını
yollayacak, Hatti ülkesinin öcünü alacaktır. Antlaşmada üstünde durulan
sorunlardan biri de içteki isyanlardır: “Ve eğer Hattušili, Büyük Kral, Hatti
ülkesi kralı, hizmetkârlarına (= uyruklarına) kızarsa ve onlar, ona karşı suç
işlerse ve sen Büyük Kral, Mısır ülkesi kralı Ramses’e haber yollarsan,
Ramses arabalarını ve askerlerini gönderecek ve karşı gelenleri yok
edecektir”. Doğal olarak, Hattušili de, kardeşi Ramses, böyle isteklerde
bulunursa, aynı yükümlülükleri yerine getirecektir. Suçluların geriye verilmesi
de antlaşmada yer almaktadır: “Ve Hatti ülkesinden bir adam kaçarsa, ya da
2 adam ya da 3 adam, Büyük Kral, Mısır ülkesi kralı, kardeşim Ramses’e
gelirse, Ramses onları yakalayacak ve kardeşi Hattušili’ye geri
yollatacaktır”.176 Bu sonsuz kardeşlik ve barış antlaşması ile Hitit-Mısır
ilişkileri bir daha bozulmamıştır.

Hatti ile Mısır arasındaki barış, Suriye’nin kıyı bölgelerinin Hitit ve Mısır
olarak iki güç alanı halinde bölüştürülmesini onaylamıştır. Hitit egemenliği
altında Halep, Kargamış, Ugarit, Amurru, Nuhaşe, Emar, Katna ve Kadeş
bulunmaktadır. Bu ülkeler arasında Halep artık önemini yitirmiş, buna
karşılık, hükümdar İni-Tešup’un saltanat sürdüğü Kargamış alanın önder
rolünü üstlenmiştir.177

176
Dinçol, 1982: 48.
177
De Martino, 2003: 71.
61

Antlaşmanın başında imza koyan kralların adları ve soyağaçları ile


daha önceki dostluk ilişkileri yer almaktadır. Hitit nüshasının Mısırca
tercümesinde baş bölümde muahedenin ebedi bir barış ve kardeşlik
antlaşması olarak: “Hatti’nin büyük kralı muhteşem Šuppiluliuma’nın torunu,
Hatti’nin muhteşem büyük kralı Muršili’nin oğlu, Hatti büyük kralı muhteşem
Hattušili tarafından Mısır’ın büyük hükümdarı muhteşem Sethos’un oğlu
büyük Mısır hükümdarı muhteşem Ramses için gümüş tablet üzerine... ”
kazılmış olduğu anlatılmaktadır. Son bölümde ise Mısır ve Hitit tanrıları tanık
olarak çağrılmakta, antlaşmayı bozacak olana lanet, koruyacak olana
mutluluk dilenmektedir.178 Antlaşma levhalarının karşılıklı olarak gönderilmesi
yanında, sadece Hattušili ile Ramses arasında değil, kraliçeler ve sarayın
önde gelen üyeleri arasında da armağan ve mektuplar gönderilmiştir. Bu
mektuplardan başka, bir yandan Hattušili ve Puduhepa’nın, öte yandan
Ramses’in birbirine yazdığı çok sayıda mektup da günümüze ulaşmıştır.

Bu antlaşmadan yaklaşık on üç yıl sonra da Hattušili’nin kızlarından


biri Mısır firavunu ile evlenmiştir. Bununla Asur’dan gelecek herhangi bir
tehdide karşı, iki güç birbirlerini desteklemek üzere aralarındaki gerginliğe
son vermiş, böylece görünüşte daha barışçı bir dönem başlamıştır.179
Hattušili’nin gerçekleştirdiği bu siyasal evlenme işi, Hitit Devleti’nin
Yakındoğu’daki önderlik durumunu güçlendirmiştir.

Hattušili’nin başarılı dış politikasına karşın Hatti ülkesi onun


egemen olduğu yıllarda kendine özgü gücünü yitirmek üzeredir. Hitit
ordularının Kuzey Suriye’den çekilmesi üzerine Asur kralı I. Salmanassar, bir
Hitit vasalı olan Hanigalbat (Mitanni) memleketine taarruz ederek kral
Šattura’yı mağlup ederek esir almıştır.180 Böylece, III. Hattušili’nin idaresinin
sonlarına doğru Hitit-Asur ilişkileri gergin bir döneme girmiştir.

178
Akurgal, 1998: 98.
179
Lloyd, 1997: 43.
180
Memiş, 2002: 118.
62

III. Hattušili’nin ne zaman ve ne şekilde öldüğü bilinmemektedir.


Bununla birlikte, kendisinden sonra devletin başına Puduhepa’dan olma oğlu
IV. Tuthaliya’nın geçtiğini (M.Ö. 1250) belgeler kanıtlamaktadır.
Puduhepa’nın kraliçelik unvanını ve bunun kendisine sağladığı hak ve
yetkileri, kocası III. Hattušili’nin ölümünden sonra kral olan oğlu Tuthaliya
zamanında da sürdürdüğü, belgeler üzerinde bulunan mühürlerden
anlaşılmaktadır.

F – IV. TUTHALİYA’NIN (M.Ö. 1250 – 1225) ORTA ASUR DEVLETİ İLE


OLAN SİYASİ MÜNASEBETLERİ

IV. Tuthaliya, babasının yerine krallık koltuğuna oturduğunda üvey


annesi ve ana kraliçe Puduhepa’nın vesayetine girmiştir. Puduhepa’nın
kraliçelik unvanı ve bunun kendisine sağladığı hak ve yetkileri kocası III.
Hattušili’nin ölümünden sonra kral olan oğlu Tuthaliya zamanında da
sürdürdüğü, belgeler üzerinde bulunan mühürlerinden anlaşılmaktadır.181
Ayrıca tüm din ve imar işleri hep bu ihtiraslı ana kraliçenin istekleri
doğrultusunda yapılmıştır. Bu dönemde Hattuša geniş çapta imar edilmiş,
çok sayıda yeni tapınaklar yapılmak suretiyle ülkenin her tarafına dağılmış
olan kült merkezleri başkentte toplanmaya çalışılmıştır.182 Devlet arşivleri
yeniden düzenlenerek, bozulan, kırılan ve kaybolan tabletler yeniden kopya
edilerek özenle arşivlenmiştir.

IV. Tuthaliya döneminde Hitit devleti eski gücünü korumayı


sürdürmektedir. Hititler eskiden beri elde bulundurdukları toprakları Suriye ile
birlikte olduğu gibi korumaya devam etmişlerdir. Amurru Devleti yine eskisi
gibi Hattuša’ya bağlı bir krallık olup Mısır’la, Hitit Büyük Krallığı’nın egemenlik
bölgelerinin sınırında bir tampon devletçik vaziyetindedir. Hitit devletinin

181
Akurgal, 1993: 90.
182
Ünal, 2002: 82.
63

vasalı Amurru kralı Šaušga-Muva ile yapılan antlaşmanın giriş bölümünde


yazılanlardan o dönem dünyasının başta gelen devletleri ve Hitit devletinin
bunların arasındaki güçlü yeri şöyle ifade edilmektedir: “ve bana eşit olan
krallarla Mısır kralı ile Babil kralı ile Asur kralı ile (silinmiş: “ve Ahhiyava kralı
ile”) ben majeste dost isem sen de dost olacaksın, eğer ben dost değilsem
sen de dost olmayacaksın”.183 Hitit kralının kendisiyle eşdeğer kralları
sayarken Ahhiyava kralının adını da bunlar arasına önce kattığı, fakat
sonradan sildirdiği göz önüne alınacak olursa, Tuthaliya döneminde, ülkenin
batısındaki devletlerin çok güçlenmiş oldukları düşünülebilir. Kesin olarak
belirdiğine göre Tuthaliya döneminde Mısır, Hitit, Babil ve Asur o dönemin
dünyasındaki büyük devletler olarak görülmektedir. Ancak Mısır ve Hitit
krallıkları bugünkü güncel deyimle o dönemlerin süper devletleri184 olarak öne
çıkmaktadırlar.

Saltanatının ilk yıllarında Tuthaliya, II. Hattušili tarafından Tarruntašša


tahtına getirilen kuzeni Kurunta ile uluslar arası bir antlaşma imzalamıştır. Bu
antlaşmada ona kendine bağlığından dolayı bağışlarda bulunmakta ve daha
sonra bu antlaşmanın kendisinden sonra gelenleri de bağlayıcı hükümlerini
185
açıklamaktadır. 1986’da yapılan Hattuša kazıları sırasında, sfenksli kapı
yakınlarında bu antlaşmanın yazılı olduğu tunç levha ortaya çıkarılmıştır.

Hitit ülkesinin bu dönemde Mısırla olan iyi ilişkileri devam etmektedir.


Firavun Merenptah, Karnak yazıtlarında kendi krallığının ilk yıllarında Hatti
ülkesindeki açlık dolayısı ile buğday gönderdiğini yazmaktadır.186
Tuthaliya’nın Assuva (Batı Anadolu)’ya iki sefer yaptığı ve bunlardan ilkinde
10.000 tutsak, 600 at koşulu arabayı savaş ganimeti olarak aldığı
kaynaklarda belirtilmektedir.187 Tuthaliya’nın batıda Assuvalılarla mücadele
etmesinden faydalanan Kaşkalar da yine Hitit topraklarına akınlar

183
Sommer, 1932: 320–321.
184
Akurgal, 1993: 91.
185
Otten, 1988: 1–29.
186
Otten, 1966: 167.
187
Otten, 1966: 168.
64

düzenlemişlerdir.188 Assuva seferinden dönen Tuthaliya, Kaşkalar üzerine


düzenlediği seferden de zaferle dönmüştür. Bu tarihten itibaren Hitit tarihinde
Kaşkalara ait bilgiye çok az rastlanmaktadır.

IV. Tuthaliya’nın krallık süresinde Alašya/Alasiya (Kıbrıs)189 Hititlerin


eline geçmiş ve bu krallık altın ve bakır ile ödenen bir vergiye bağlanmıştır.
Antlaşma hükümlerine riayet edilmesi için Alašya kralının yanına bir de vali
tayin edilmiştir.190 Hitit devletinin yıkılışına kadar Alašya Hititlere bağlılığını
devam ettirmiştir.

Tuthaliya, Hattušili ve Puduhepa’nın kudretli bir ordu ve akıllı bir


siyasetle yarattıkları, Ön Asya dünyasında saygın bir yer tutan Hitit
imparatorluğunu bekleyen tehlikeleri fark ederek önlemeye çalışmıştır. Bunun
için orduya ayrıca önem vermiştir. Askerlik konularında yayınladığı bir
fermanda: “Subaylar ve erler kaçarsa, bu hemen saraya bildirilmelidir. Eğer
kral kendisi savaşa katılırsa, erler bütün güçleri ile savaşmalıdırlar. Bu iş
yapıldığında bu, candan yapılmalı ve ilerisi için sonsuz ve sürekli
kılınmalıdır”191 diye buyurmaktadır.

Bu dönemde, Hitit egemenliği altındaki Güneydoğu Anadolu


topraklarına doğru genişleme siyaseti sürdüren Asur devletinin baskısı
gittikçe daha çok hissedilir hale gelmiştir. Tuthaliya bu duruma tepki
göstererek devletin saygınlığını perçinlemeye, ülkenin çevre alanlarına göre
Hattušanın önemini yeniden belirlemeye çalışmıştır.

Asur imparatorluğunun genişleme siyaseti Hitit devleti için artan bir


tehlike teşkil etmeye başlamıştır. IV. Tuthaliya döneminin bütün dış siyaseti
bu büyük tehdide karşı önlemler almak üzerine kurulmuştur. Tüm uğraşlara
rağmen Asur devleti gittikçe güçlenerek, kendisini Hititler’e bile “Büyük

188
Kınal, 1987: 122.
189
Erzen, 1976: 93–115.
190
Otten, 1966: 173.
191
Alp, 1947: 383–402.
65

devlet” olarak kabul ettirmeyi başarmıştır. Hâlbuki III. Hattušili, Asur kralının
kendisine gönderdiği mektupta geçen ve ancak eşit kralların birbirlerine
söyleyebilecekleri “biraderim” tabirine fena halde içerlemiş ve ona hitaben
yazdığı cevap mektubunda “Biz bir anadan mı doğduk ki, bana biraderim
diyorsun?” diye muhatabını küçümseyerek azarlamıştır. Şimdi ise IV.
Tuthaliya, Asur kralı Tukulti-Ninurta (M.Ö. 1244–1208) ile mektuplaşmasında,
onu da kendisi gibi Büyük Kral olarak tanımaktadır.192 Asur kralı Tukulti-
Ninurta’nın askeri başarıları, onu 13. yüzyılın önde gelen kişisi haline
getirmiştir. Ülkesinde, tanrısal sıfatların yanı sıra Babil unvanları da
üstlenerek, Asur kentinin karşısına kendi adını verdiği yeni bir başkent inşa
ettirmiştir.193

Asur ile olan ilişkilerin elden geldiği kadar dostluk havası içinde
yürütülmeye çalışılmış olması Asur’dan çekinildiğine işaret etmektedir.
Salmanassar’ın tahta çıkışı dolayısı ile Tuthaliya’nın yolladığı bir mektup
bulunmuştur. Ondan sonra, Asur kralı olan Tukulti-Ninurta’ya da aynı biçimde
bir kutlama mesajı yollanmış ve bunda iki ülkenin arasında hiçbir sorun
yokmuş gibi dostane bir anlatım kullanılmıştır. Hitit kralı, Asur kralına “artık bir
babadan ve bir anadan (doğmuş) gibi” olduklarını yazmaktadır. Bundan
amaç, içten olmaktan çok Asur kralının öfkesini Hatti ülkesinin üzerine
çekmemek düşüncesi olduğu kuvvetle muhtemeldir. İki devlet adamının
birbirlerini ziyaret etmesinin de iyi bir şey olacağı aynı mektupta söz konusu
edilmektedir: “O benim ülkeme gelse, ben onun ülkesine gitsem; birbirimizin
ekmeğini yesek”. Bu iyi niyet gösterilerinden sonra, Tuthaliya esas soruna da
değinerek, Tukulti-Ninurta’nın Papanhi Dağı’na sefer düzenlememesini,
çünkü dağların kötü olduğunu yazmaktadır. Hitit kralının niyetinin, Asurlular’ı
bu dağlardaki kötülüklerden korumak olmadığı, Anadolu’nun Güneydoğusuna
Asur ordularının yaklaşmasından çekindiği anlaşılmaktadır.

192
Memiş, 2002: 119.
193
Oates, 2004: 99.
66

Fıratın doğusundaki Nihriya yakınlarında Asur’la girişilen bir askeri


çatışma Hititlerin ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Asur kralı Tukulti-Ninurta,
Hattinin yenilgisini Hititlere bağlı Ugarit kralı İbiranu’ya bildirerek onu
neredeyse ittifak değiştirmeye davet etmiştir.194 Tuthaliya’nın iyi niyet
çabalarının boşa gittiği, Asur İmparatoru’nun planlarından hiç bir ödün
vermeden istediği yeri yağmaladığı, Hitit ülkesi halkından 28.800 kişiyi,
Fırat’ın öte yakasından sürüp götürdüğünü anlatmasından anlaşılmaktadır.
Bu rakamlarda abartı payı olmakla beraber, Asur’un dehşet saçan bir savaş
makinesi halini aldığı artık görülmektedir. Dostluk gösterileri işe yaramamış,
Asur’un açıkça başlattığı bu düşmanlıklara karşı somut önlemler almak
zamanı gelmiştir. İlk iş olarak, Asur ve Hitit toprakları arasına, Hatti devletine
sadık birer krallık olan Amurru ve Ugarit’in güçlendirilerek sokulması
düşünülmüştür. Bu yolla iki büyük gücün doğrudan ilişkisini önleyecek bir
tampon bölge yaratılmasına ağırlık verilmiştir.

Bu planı hayata geçirmek amacıyla önce, belkide Hatti’ye ihanet


ettikleri kuşkusu ile iki Ugarit prensi, mallarının kendilerinde kalması
koşuluyla Alašya’ya sürülmüşlerdir. Diğer yandan Amurru ve Ugarit
arasındaki olası sürtüşmelere meydan vermemek amacı ile Amurru kralı
Bentešina’nın kızlarından biri ile evlenmiş olan Ugarit kralı 2.
Ammistamru’nun boşanmalarına, fakat kızın çeyizini geri götürmesi ve ondan
doğan oğlun veliaht kalması koşuluyla izin verilmiştir.195 Daha sonrada kızın
kardeşi, Amurru kralı Šaušga-Muva ile de bir antlaşma yapılmıştır.

Amurru kralı Šaušga -Muva ile imzalanan antlaşmanın amacı, Asur’a


karşı bir ittifak ve yine Asur’a karşı uygulanmak istenen bir ekonomik
ambargonun sağlanmasıdır. Tuthaliya, Asur’un saldırılarına misilleme olarak
askeri güç kullanmaktan kaçınarak bunun yerine Asur’u ekonomik açıdan
yıpratma yolunu tercih etmiştir. Bu amacına ulaşmak için Tuthaliya bu ülkeye

194
De Martino, 2003: 73.
195
Dinçol, 1982: 50–51.
67

karşı ambargo koymuştur196 ve vasalı Amurru kralı Šaušga-Muva ile yaptığı


antlaşmada bunu uygulamasını açıkça şöyle istemektedir: “ Senin
(uyruğundaki bir tüccar) Asur ülkesine gitmeyecektir. Oradan gelen bir tüccarı
da sen ülkene bırakmayacaksın! O senin ülkenin içinden de geçmeyecektir!
Senin ülkene girerse, onu yakala ve majestenin (huzuruna) yolla! Bu konuda
tanrıya içtiğin antla bağlı sayılacaksın!”.197 Ekonomik ilişkilerin kesilmesi ile
Asur’un ticaretine sekte vurulması yanında, askeri hazırlıklara girişilmesi,
durumun gerginliğini ortaya koymaktadır. Bu hazırlıklar sırasında,
Amurru’dan ordu kurması istenirken, Ugarit’ten de bu yükümlülük kaldırılmış
ve yerine maddi yardım yapılması daha uygun görülmüştür.

Gittikçe artan bu gerginlik savaşma noktasına varmadan kendiliğinden


sona ermiştir. Tukulti-Ninurta’ya karşı ülke içerisinde gittikçe büyüyen bir
düşmanlık baş göstermiştir. Bu nedenle Tukulti-Ninurta, egemenlik
döneminin ikinci yarısında Fırat sınırında yeni operasyonlara girişememiştir.
Taht varisi olan oğlu önderliğindeki yerel isyancılar, Tukulti-Ninurta’yı
sarayına hapsedip ateşe vererek öldürmüşlerdir.198 Böylelikle Asur tehlikesi
büyümeden atlatılmıştır.

196
De Martino, 2003: 72.
197
Sommer, 1932: 321.
198
Oates, 2004: 99.
68

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HURRİ-MİTANNİ DEVLETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE BU DEVLETİN HİTİT


DEVLETİ İLE OLAN SİYASÎ MÜNASEBETLERİ

A – HURRİ-MİTANNİ DEVLETİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI

M.Ö. üçüncü bin yılın son yüzyılları yeni halkların Yakındoğu’nun


yerleşik bölgeleriyle ilişkiye geçtikleri bir dönem olmuştur. Bunlar arasında bir
batı Sami lehçesi konuşan Amurrular ile o tarihte Yakındoğu’da bilinen hiçbir
dille ilişkisi olmayan bir dil konuşan Hurriler’de bulunmaktadır.

Hurrilerin, Erken Transkafkasya kültürüyle ilişkili oldukları


sanılmaktadır. Akad dönemi metinlerinde Subartu’ya değinilen bölümlerde
Kuzey Mezopotamya’da bir Hurri devletinden söz edilmektedir. Ayrıca
Nippur’dan bu döneme ait bir tablette bir Hurri adı saptanmıştır. Üçüncü Ur
Hanedanı döneminde Kuzey Mezopotamya ve Dicle’nin doğusundaki
bölgelerde Hurri adı taşıyan yöneticiler arasında Urkiš ve Navar Kralı Atal-Sin
ile Karahar Kralı Tiš-Atal’da vardır. İkinci bin yılın başlarında Kuzey
Mezopotamya’nın uç kesimlerindeki Simurru, Tukriş ve Zagros dağlarındaki
Šušarra’dan Fırat’ın kuzey batısındaki Hassum ve Ursu’ya kadar birçok
devlet Hurrilerin ya da en azından Hurri adlı kralların yönetimindeydi. Hurri
adlarının görüldüğü Nuzi, Ekallatum (Asur yakınında), Katara (Tel Er-Rimah),
Çagar Bazar’da halkın en az beşte birinin adı Hurca idi. Batı Suriye’de
Orontes (Asi ırmağı) üstündeki Alalah’ta bulunan metinlerdeki isimlerin
neredeyse yarısının Hurca olduğu saptanmıştır.199 Hurri dilindeki en eski

199
Roaf, 1996: 108.
69

yazılı belge ise Mardin’in güneyinde bulunan Urkiš şehrinde bir tapınağın
kurulması ile ilgili olup şimdi Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır. Bir başka
belgede ise bu kent Hurri tanrısı Kumarbi’nin oturduğu yer olarak200
gösterilmektedir.

Yazılı belgelere göre M.Ö. üçüncü binyılın ikinci yarısından itibaren


tarih sahnesine çıkan, ancak arkeolojik buluntulara göre, Doğu Anadolu
Neolitik ve Kalkolitik kültürlerinin de sahibi olan Hurriler, M.Ö. ikinci binyıl
Önasya tarihinde de önemli roller oynamışlardır.201 Hurriler, ikinci binyıl
başlarında doğu istikametinden gelen Hititler, Kassitler ve Mitanniler’in göçleri
nedeniyle bütün eski Önasya’ya yayılmışlardır. Bu yayılış sahaları arasında
Nuzi, Erbil, Nineve, Kuzey Mezopotamya, Kašiyari (Tur-Abdin) dağlık
mıntıkası, yukarı Fırat batısı, Suriye, Finike, Filistin ve Mısır202 bölgeleri yer
almaktadır. Bu geniş yayılım neticesinde Hurriler; Mısır’da Hiksoslar
devletinde, Mezopotamya’da Hurri-Mitanni devletinde, muhtelif mahalli
beylikler ve Doğu Anadolu’da, İran’ın batısı ile Trans Kafkas bölgesini içine
alan merkezi Urartu devleti içerisinde siyasi, etnik ve kültürel varlıklarını M.Ö.
birinci binyılın ortalarına kadar sürdürmüşlerdir.203

Eski Babil devleti’nin ikinci binyılın ortalarına doğru yıkılışından sonra


Güney Mezopotamya Kassit egemenliğiyle tanışırken, Kuzey Suriye ve
Kuzey Mezopotamya’da Hurri toplumları, Hint-Avrupa kökenli Mitannili
yöneticiler önderliğinde yeni bir devlet kurmuşlardır. Hakkında çok az belge
bulunan bu devlette, halkın ağırlıkla Hurrilerden oluşmasına karşın
baştakilerin Mitra, Varuna ve İndra gibi eski Hindu veya Veda tanrılarına
tapan Hint-Avrupa kökenli bir topluluk olduğu düşünülmektedir.204 İşte
bölgeye daha sonraki göçler ile gelen bu Hint-Avrupa kökenli Mitanniler,
geniş halk kitlesini oluşturan Hurrilere zaman içerisinde hâkimiyetlerini kabul

200
Akurgal, 1993: 119.
201
Memiş, 2002: 34.
202
Kınal, 1941: 1045–1046.
203
Alpman, 1998: 27.
204
Oates, 2004: 92.
70

ettirmişlerdir. Böylece halkının Hurrilerden, idareyi elinde bulunduran yönetici


tabakanın ise Mitannilerden oluştuğu Hurri-Mitanni devletini kurmuşlardır.205
Kurulan bu yeni devlet bir yüzyıl süresince o dönemlerde Yakındoğu’nun
Mısır’dan sonra gelen ikinci büyük siyasal gücü haline gelmiştir.

Önasya’nın siyasi tablosunda Hitit imparatorluğu, Mısır ve


Mezopotamya arasındaki topraklara konumlanan bu devlet, M.Ö. 1500
yıllarından 14. yüzyıl ortalarına kadar bağımsız; 13. yüzyıl ortalarına kadar da
sırayla Hitit ve Orta Asur krallıklarına bağlı olarak varlığını sürdürmüştür.
Devletin başkenti, yeri henüz bulunamamış olan Vašukanni adlı kenttir. Güçlü
olduğu dönemlerde Hurri-Mitanni devletinin sınırları, doğuda Asur ülkesini de
kapsayacak biçimde Zagros dağları, batıda Akdeniz kıyıları, kuzeyde
Toroslar ve belki de Elazığ-Malatya bölgesine kadar uzanmaktadır. Güney
sınırı kesin olmamakla birlikte, bütün Habur havzasını kapsayacak biçimde
Fırat üzerinden Kassitlerin etki alanına kadar inmektedir.206

Hurri-Mitanni devletinin başkenti ve burada var olduğu öngörülen


krallık sarayı, yönetim binaları, büyük tapınaklar ve krali arşivler henüz
bulunamadığından bu devlete ilişkin bilgilerimiz birçok konuda eksik
kalmaktadır. Bu nedenle Hurri-Mitanni devletinin siyasi tarihinin yazılması
büyük komşularına kıyasla daha güç olmaktadır. Bu devletle ilgili başlıca
bilgiler Mısır, Hitit ve Asur kaynaklarından elde edilmektedir. Bu kaynakları,
aralarında çoğu vasal topraklardan hukuki ve idari kayıtlar olan, Mitanni’ye ait
kimi metinler tamamlamaktadır. Bu devlete çeşitli adlar da verilmiştir. Yerel
olarak kullanılan terim Maittani, sonraları Mittani’ydi. Filistin kentlerinde ve
Hititlere ait metinlerde de bu terime rastlanmaktadır. Mitanni metinlerinde ve
ayrıca Asur, Babil ve Hatti metinlerinde Hanigalbat terimi de kullanılmıştır.
Hitit metinlerinde devlet “Hurrilerin ülkesi” olarak nitelendirilirken, Mısırlılar
Nahrina adını kullanmışlardır. Terminolojideki bu çeşitlilik görünüşe göre, bir
siyasi birim olarak devleti (Mitanni, Hanigalbat), sakinlerinin algılanan etnik

205
Özçelik, 2004: 66.
206
Köroğlu, 2006: 123.
71

kökenini (Hurriler) ya da Fırat nehri üzerindeki konumunu (Nahrina) ifade


etmek için kullanılmıştır.

Mitanni’nin merkezini, Kuzey Suriye’nin Fırat dönemeciyle Dicle


arasında kalan kısmı teşkil etmektedir. Gücünün doruğa eriştiği dönemlerde
Dicle’nin doğusundaki topraklarla, Anadolu’nun güney kıyısını da toprakları
arasına katmıştır. Mitanni, güneyde Orta Fırat vadisi üzerinde doğrudan
egemenlik kurmuştur. Bunun sonucunda belki de Babil devleti ile doğrudan
sınırlara sahip olmuşlardır. Devletin sınırlarının kuzeyde nereye dek ulaştığı
ise günümüzde tam olarak saptanamamıştır. Başkenti, Vašukanni olmakla
birlikte, bu kentin yeri de henüz bulunamamıştır. Büyük olasılıkla kuzey
Suriye’de bir yerlerde, Habur nehrinin kaynağının yakınlarında207 olduğu
sanılmaktadır.

Mitanni ülkesinde daha çok Hurri kökenli toplumlar yaşamıştır. Hurriler


Kuzey Mezopotamya’ya üçüncü binyıl sonlarında gelmiş ve ikinci binyılın ilk
yarısında bu bölgede bazı yerel krallıklar kurmuşlardır. Bunlardan Elazığ
bölgesindeki İşuwa ve batıda Çukurova’daki Kizzuwatna gibileri, ikinci binyılın
ikinci yarısında da adlarından söz ettirmişlerdir. Hurri-Mitanni devletinin nüfus
çoğunluğunu Hurriler oluşturmakla birlikte, birçok yerde Sami ve Hint-Avrupa
kökenli toplumlar da yoğun biçimde varlıklarını korumuşlardır. Örneğin
ülkenin doğusunda Asur ve Amurruların devamı olan halklar, batıda Alalah,
Ebla, Halep, Emar ve Katna gibi önemli bazı merkezlerde ise Batı Sami
grubundan toplumlar çoğunluğu teşkil etmişlerdir.

Devletin yönetici sülalesi ve krallar Hint-Avrupa kökenli Mitanni


toplumunun üyelerinden oluşmaktaydı. Ülkede nüfusun ne kadarını temsil
ettiği bilinemeyen bu savaşçı toplum bölgeye büyük bir olasılıkla ikinci binyıl
içinde yerleşmişlerdir. Mitra, Varuna, İndra, Nasatya, Veda gibi Hint kökenli
tanrı adları ve atçılıkla ilgili teknik terimler bölgeye bunlarla birlikte

207
Mieroop, 2006: 181.
72

gelmiştir.208 Çağdaşı diğer bir Hint-Avrupa kökenli topluluk olan Kaslar ve


Mitanniler, atçılığı yani at kültürünü, Mezopotamya kültürüne katmışlardır. At
kültürüne uygun olarak, Mezopotamya’da o zamana kadar tatbik edilen idare
sistemi değişikliğe uğramıştır. Atın hafif harp arabalarında kullanılması ile
savaş tekniği değişmiş ve böylece feodalizm denilen derebeylik rejimi
kurulmuştur.209 Atların yetiştirilmesi ve yarıştırılmasıyla ilgili Hurri kitapçıkları
günümüze ulaşmıştır. Bu metinlerde geçen Hint-Avrupa kökenli bazı teknik
terimler, Mitanni’nin ve Asya tipi ufak atın olası doğu kökenlerini
yansıtmaktadır.210 Ayrıca Önasya’da bir dehşet öğesi olarak görülen ölü
yakma geleneği de Mitanni kralları tarafından uygulanmış ve
yaygınlaştırılmıştır.

Mitanni krallarına ait kral listeleri bulunmadığından tüm Mitanni


krallarının hükümdarlık süreleri tam olarak bilinememektedir. Bu devlet
hakkındaki en erken göndermelere Mısır’ın 18. sülalesi zamanında Kuzey
Suriye’ye yapılan seferlerin kayıtlarında rastlanmaktadır. Ancak onların
seferleri de pek çok Mitanni kralıyla ilişkilendirilebilir. Ayrıca bu dönemde
bölgede birçok yerel krallıktan söz edilmesi, henüz merkezi tek bir devletin
kurulamadığı anlamına da gelebilir. Kısacası bu devletin özellikle de erken
tarihi bizim için gizemini korumaktadır. Sami ve Hurri kökenli kent
devletlerinin nasıl bir süreçten geçtikten sonra Mitannili kralların yönetiminde
büyük bir güç haline geldikleri açık değildir. Hititlerin Halep’i yıkmaları
sonucunda oluşan güç boşluğunun yeni bir devletin ortaya çıkışını sağlamış
olabileceği düşünülmektedir.211 Bununla birlikte Mısır’daki Tel El-Amarna
arşivindeki belgelerden, Hurri-Mitanni devletinin on beşinci yüzyıl başlarında
bölgede güçlü bir devlet haline geldiği anlaşılmaktadır.

208
Köroğlu, 2006: 124–125.
209
Kınal, 1983: 19.
210
Oates, 2004: 92.
211
Mieroop, 2006: 181.
73

On beşinci yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde Mitannilerin kralı


Parrattarna’nın batıda Kizzuwatna, doğuda Nuzi ve güneyde Terka’nın da
dâhil olduğu bir bölgeye egemen olduğu görülmektedir. Parrattarna’nın
başında bulunduğu Mitanni devleti, batı Asya’nın en güçlü devleti ve on
sekizinci yüzyıl başlarının Mısır hanedanının bu bölgeye yayılmasının
önündeki tek engeldir. Devlet, Mitanni kralına bağlı yerel hükümdarlarca
yönetilen pek çok vasal bölgeden oluşmaktadır. Bu durum en iyi, güneybatı
Anadolu’daki Alalah’ta bulunmuş olan otobiyografik bir yazıtta görülmektedir.
Yazıtta yerel kral İdrimi bu kentte iktidarı nasıl ele geçirdiğini ve kendisinin
Mitanni kralı Parrattarna’dan himaye ve destek gördüğünü bildirmektedir. Bu
metin Mitanni kralının güneybatı Anadolu’nun bu bölgesinde başlıca güç
olduğunu ve vasalları olan yerel krallar aracılığıyla hüküm sürdüğünü
göstermektedir.

Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya’daki Mitanni yönetimi on


dördüncü yüzyıl ortalarına kadar gücünü korumuştur. Mısır’ın 18. Sülale
firavunlarından II. Amenophis önderliğinde doğu Akdeniz kıyı şeridini ele
geçirmek için yaptıkları seferler onları Sauštatar yönetimindeki Mitanni ile
karşı karşıya getirmiştir. Başlangıçtaki düşmanca ilişkilerin ardından Mısır,
Mitanniye müttefik muamelesi yapmaya başlamıştır. Mısır firavunları III. ve
IV. Tutmosis, on beşinci yüzyıl sonu ve on dördüncü yüzyıl başlarında da
Hurri-Mitanni ülkesiyle ilgilenmeyi sürdürmüşlerdir. Ancak bu dönemde Mısır-
Mitanni çekişmesi, bir dizi evlilikle güçlendirilen diplomatik antlaşmalarla
sonuçlandırılmıştır. M.Ö. 1365 ila 1335 arasında Mitanni devleti bir dizi iç ve
dış sorunla karşılaşmıştır. Devlet içinde, kraliyet ailesinin iki kolu taht için
rekabete girişerek dış güçlerden yardım istemişlerdir. Bu durumdan
yararlanan Hitit kralı Šuppiluliuma, Kuzey Mezopotamya ve Suriye’de Hitit
egemenliğini yeniden kurmuştur. Šuppiluliuma, Mitanni kralı Tušratta’yı
yenerek Mitanni devletini Hattuša’ya bağlı bir krallık haline getirmiştir.
Tušratta’nın bir saray entrikası sonucu öldürülmesi üzerine yerine Hitit yanlısı
oğlu Šattivaza tahta geçirilmiştir. Böylece devletin batısı Hitit kontrolüne
girmiştir. Doğudaysa Asur hâkimiyeti kurulmuştur. Mısır ise belki de
74

kuzeybatı Suriye’deki kontrolünü zaten yitirmiş olduğundan hiçbir


müdahalede bulunamamıştır. Bunun sonucunda Mitanni devleti bölgenin
süper gücü olmaktan çıkıp Hitit kralının vasalı haline getirilmiştir.212

Hurri-Mitanni devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesi ise Hitit


saldırılarından değil, Asur’un yükselişi ve bölgede yeniden söz sahibi olma
süreciyle ilgilidir.213 Šuppiluliuma’nın ölümünden sonra Asurlular Hitit
gücünün zayıflamasından faydalanarak bölgede yeniden baskı kurmaya
başlamışlardır. I. Adad-nirari (M.Ö. 1305–1274) ve I. Salmanassar (M.Ö.
1274–1245) dönemlerinde devletin çekirdek bölgesi yavaş yavaş Asur
toprakları haline getirilmiştir. M.Ö. 1400’lerde Mitanni kuvveti iyice
zayıflamıştır. Bundan yararlanan Asur, Erbil ve Nineve’yi ele geçirmiştir. İki
yüzyıl zarfında bu mıntıka, Samilere has olan çabuk asimile olma
kabiliyetince hızla Asurlaşmıştır. Yalnız bu bölge toplumlarında Hurri tesirinin
izleri kalmaya devam etmiştir.214 Asurlular ele geçirdikleri yerlerde yerel bir
hanedanın başta kalmasına izin vermişler ama hükümdarlarını kendi vasalları
olmaya zorlamışlardır. Asurluların her zaman Hanigalbat olarak söz ettikleri
Mitanni devletinin kalıntıları Asurlulara sık sık direnmişlerdir. Hatta bunlar,
Hititlerden ve Kuzey Suriye’nin sonraları büyük önem kazanacak yeni bir
halkı olan Aramilerden yardım istemişler fakat tüm çabalarına rağmen
başarılı olamamışlardır.

Hurri-Mitanni devleti, Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da on


üçüncü yüzyılın ilk çeyreği içinde siyasi sahneden çekilmesine karşın
bıraktığı kültürel miras, yerel krallıklar ve bölgeye egemen olan Asur
tarafından sahiplenilmiştir. Mitanni kültürü, özellikle Mezopotamya ve Eski
Suriye kültürlerini de içine alan derleme bir kültürdür. Krallığın güçlü olduğu
M.Ö.15. yüzyıl ve 14. yüzyılın ilk yarısında Doğu Akdeniz kıyıları ve Mısır ile

212
Mieroop, 2006: 183.
213
Köroğlu, 2006: 127.
214
Kınal, 1941: 1047.
75

yoğun bir ticari ilişki kurulmuş ve bu durum kültürel etkilerin sınırlarını


genişletmiştir.

B - HURRİ-MİTANNİ DEVLETİ’NİN HİTİT DEVLETİ İLE OLAN SİYASİ


MÜNASEBETLERİ

Eski Babil devleti’nin ikinci binyılın ortalarına doğru yıkılmasıyla Güney


Mezopotamya Kassit hâkimiyetine girerken, Kuzey Suriye ve Kuzey
Mezopotamya’daki Hurri toplumları, Hint-Avrupa kökenli Mitannili yöneticiler
önderliğinde bölgesel bir güç haline gelmeye başlamışlardır. Mitanniler,
Önasya’ya getirdikleri manevra kabiliyeti son derece fazla olan iki tekerlekli
hafif harp arabaları sayesinde, Hurriler’in oturmakta olduğu Kuzey Suriye ve
Güneydoğu Anadolu topraklarını istila etmişlerdir. Hurriler’i egemenlikleri
altına alarak, bu bölgede güçlü bir Mitanni devleti kurmayı başarmışlardır.215

M.Ö. ikinci binyılın başlarında Kassit, Hitit ve Mitannilerin Eski


Önasya’ya doğru yönelen göçleri sonucunda Dicle nehrinin yukarısında yer
alan Hurriler yerlerinden oynamışlar ve giderek bütün Önasya’ya
yayılmışlardır.216 Kuzey Mezopotamya’ya üçüncü binyılın sonlarında gelen
Hurriler, bu bölgede Akad kralları için sorun oluşturmuşlardır. İkinci binyılın ilk
yarısına gelindiğinde ise Huriler, bu bölgede bazı yerel krallıklar kurmayı
başarmışlardır. Bunlardan kuzeyde Elazığ bölgesinde İşuwa ve batıda
Çukurova’daki Kizzuwatna gibileri ikinci binyılın ikinci yarısında da varlıklarını
devam ettirmişlerdir.217

Hurriler’in Anadolu’daki varlığına ilk defa işaret eden Akadlar (M.Ö.


2350–2150) çağına ait olayları yansıtan mücadelenin kralı anlamına gelen

215
Memiş, 1988: 57.
216
Alpman, 1998: 28.
217
Köroğlu, 2006: 124.
76

“Šar tamhari” metinleridir. Anadolu’nun yazısız, tarih öncesi devirlerine ışık


tutan bu çivi yazısı vesikalarda Akad kralı Naram-Sin’e karşı savaşan,
mahalli Anadolu krallarının adlarından söz edilmektedir. Bu isimlerden
bazıları Hurri şahıs isimleri içinde geçmekte olup, bunlardan Pampa adının
Nasi Pampa, Zili Pampa şeklindeki varyasyonları Nuzi (Yorgantepe)
metinlerinde yer almaktadır.218 Anadolu’nun tarihi devirlerine girdiği Asur
Ticaret Kolonileri zamanında da (M.Ö. 2000–1750) Anadolu’da Hurriler
bulunmaktadır.

Hitit Anadolu’sunda Boğazköy (Hattušaš) metinlerinden anlaşıldığına


göre, Anadolu’da önemli ölçüde bir Hurri nüfusu bulunmakla beraber
Hititler’in Hurrilerle ilk münasebetlerinin dostane olmadığı anlaşılmaktadır.
Mitanni ya da başka belgelerde geçen adıyla Hanigalbat ile Hititler’in ilişkileri,
Hitit yayılma siyasetinin Kuzey Suriye üzerinde yoğunlaşmasıyla ortaya
çıkmıştır. Hititler bütün tarihleri boyunca devletin siyasi ve iktisadi çıkarlarını
Kuzey Suriye’de görmüşlerdir. I. Hattušili ve I. Muršili döneminde bu
bölgelere giren Hitit kuvvetleri Yukarı Mezopotamya ve Kuzey Suriye’deki
bazı Hurri prenslerinin askerleriyle çatışmışlardır.

Hitit kralı I. Hattušili’nin anallerinden öğrendiğimize göre, bu kral,


yapmış olduğu Halep seferi esnasında Hurrilerle uğraşmak zorunda kalmıştır.
I. Hattušili ilk önce Hurriler’in yer aldığı Alalah’a (Tel-Açana) hücum etmiş,
arkasından Ursu şehrini ele geçirmiştir.219 I. Hattušili’nin anallerinden ayrıca
bu kral zamanında Anadolu’nun büyük bir Hurri istilasına maruz kaldığını da
anlaşılmaktadır. Hurriler, I.Hattušili’nin batıya sefer yaptığı bir sırada başkent
Hattuša dışındaki bütün Hitit ülkesini işgal etmek suretiyle büyük bir askeri ve
siyasi üstünlük göstermişlerdir.220 Hattušili anallerinde bu durumu bana yalnız
Hattušaş kaldı221 diye ifade etmektedir. Bu döneme ait Hitit metinlerinde,
Hurriler terimiyle Halep’i Hattilere karşı destekleyen Suriye’deki çok sayıda

218
Alpman, 1998: 28.
219
Alpman, 1998: 29.
220
Erzen, 1984: 22.
221
Kınal, 1974: 413 v.d.
77

güç kastedilmektedir. Hattušili yitirilen toprakları yeniden ele geçirmek için


çetin savaşlar vermiş ve daha önce üzerine yürüdüğü Šanahuitta kentinin
yeni bir isyanını bastırmak zorunda kalmıştır.222 Hattušili, uzun uğraşlar
sonucunda yitirilen toprakları tekrar ele geçirmiş ve Hatti ülkesinde barışı
tesis ederek durumu kontrol altına almıştır.

I. Hattušili’den sonra Hitit tahtına geçen oğlu Babil fatihi I. Muršili’de


(M.Ö. 1550) Halep’e sefer ederken Hurrilerle uğraşmak zorunda kalmıştır.
Halep antlaşmasında, I. Muršili’den II. Tuthaliya zamanına kadar cereyan
eden olaylara temas edilmemektedir. Bu da yaklaşık 100 senelik bir zamanı
kapsamaktadır. Bu durum Anadolu’da bir Hurri üstünlüğünü
düşündürmektedir.223 Nitekim bu zamanda Hitit vesikalarında Kizzuwatna
olarak gösterilen Doğu Kilikya’da (Çukurova ve Amik ovası) Hurrilerin hâkim
bir rol oynadıkları anlaşılmaktadır.224

Babil seferinden dönen Hitit kralı I. Muršili’nin Boğazköy’de (Hattušaš)


öldürülmesinin ardından Anadolu’da, hemen her Hitit kralının selefini
öldürdüğü ve Hitit tarihinde “Gasıp Krallar” diye anılan döneme girilmiştir.
Telepinuš’un Fermanından öğrendiğimize göre, Hitit merkezi devletinin bu iç
karışıklığından yararlanan Huriler, Anadolu’nun içlerine kadar ilerlemişlerdir.
Hitit kralı I. Muršili’yi öldürerek Hitit tahtını ele geçiren Hantili, Hurrilerle
yapmış olduğu savaşlarda kraliçe eşini ve oğullarını kaybetmiştir.225 Hantili’yi
bertaraf eden kral Zidanta zamanında durum daha da kötüye gitmiştir.
Hurriler Çukurova’da (Kilikya) Kizzuwatna devletini kurmuşlardır. Yukarı
Mezopotamya ve Kuzey Suriye bölgesinde ise Önasya’ya göç etmiş olan Ari
Mitanniler’le birleşerek Hurri-Mitanni devletini kurmuşlardır (M.Ö. 1500–
1350). Hatay yöresinde Alalah’da (Tel Açana) Hurrilerin varlığı

222
De Martino, 2003: 39.
223
Alpman, 1998: 30.
224
Erzen, 1984: 21.
225
Kınal, 1974: 417.
78

görülmektedir. Hitit kralları Zidanta ve Telepinuš, Kilikya kapılarını tutabilmek


için Kizzuwatna kralları İšput-Ahšu ve Pallia ile antlaşma yapmışlardır.226

Kizzuwatna devleti, Alalah devleti ve merkezi Vašukanni olan feodal


Hurri-Mitanni devleti, Hitit devleti’nin Suriye politikasını olumsuz yönde
etkilemişlerdir. Hurriler’in Anadolu için teşkil ettikleri tehlikeli durum Hitit
büyük kralı II. Tuthaliya zamanında ortadan kalkmıştır. II. Tuthaliya, Halep
şehrini zapt ederek Suriye’de Hitit hâkimiyetini tesis etmeyi başarmıştır.227
Böylece Hititler, Ege göçlerine kadar sürecek (M.Ö. 1200) Kuzey Suriye
hâkimiyetini kurmuşlardır.

M.Ö. ikinci binyılın ortalarında Hurri-Mitanni devleti Yakındoğu’nun en


kuvvetli siyasi gücü haline gelmiştir. Kuzey Suriye ve Kuzey
Mezopotamya’daki Mitanni yönetimi 14. yüzyıl ortalarına kadar bu gücünü
korumuştur. Yaklaşık olarak M.Ö. 1365 ila 1335 arasında Mitanni devleti bir
dizi iç ve dış sorunla karşılaşmıştır. Devlet içinde, kraliyet ailesinin iki kolu
taht için rekabete girerek dış güçlerden yardım istemişlerdir.228 Bu durumdan
yararlanmak isteyen Mısır ve Hitit devletleri bölge üzerinde hâkimiyet kurmak
amacıyla mücadeleye girişmişlerdir. Bu dönemde Hitit kralı olan
Šuppiluliuma, Kuzey Suriye’ye yaptığı ilk seferde başarılı olamamış; Mitanni
kralı Tušratta Hititlerden elde ettiği bazı ganimetleri Mısır’a hediye olarak
göndermiştir. Hitit kralı Šuppiluliuma önce ülkenin batısındaki Kizzuwatna ile
anlaşarak onu kendi safına çekmiş, ardından da Doğu Akdeniz kıyı bölgesini
ele geçirerek Mısır ile Mitanni’nin bölgedeki çıkarlarını engellemiştir.
Ardından da Tušratta ’nın üzerine giderek onu yenmiş ve Suriye’de Hitit
kontrolünde bir yönetim oluşturma çabasına girişmiştir.229 Bu dönemde
Tušratta ’nın büyük oğlu II. Artatama, devletin kuzey tarafındaki araziyi
alarak, buralarda oturan Hurri kavimlerine izafeten bir Hurri Krallığı
kurmuştur. Šuppiluliuma’da, Artama ile elimize geçmeyen bir antlaşma

226
Alpman, 1983: 297.
227
Kınal, 1947: 1–13.
228
Mieroop, 2006: 182.
229
Köroğlu, 2006: 127.
79

yaparak, Hurri devletini resmen tanıdığını beyan etmiştir.230 Böylece


Šuppiluliuma, parçala ve yönet prensibine uygun olarak, düşmanını ikiye
bölüp iyice zayıflatmıştır.

Hitit kralı, Mitanni Devleti’nin idari merkezi Vašukanni üzerine


yürüyerek Tušratta ’yı mağlup etmiştir. Mitanni kralı, bu beklenmedik yenilgi
üzerine kaçmış ve kaçtığı yerde oğullarından biri tarafından öldürülmüştür.
Mitanni Kralı Tušratta ’yı yenerek Hurri ülkesini ele geçiren Šuppiluliuma,
Mitanni devletinin kendisini yok etmemiştir. Aksine Tušratta ’nın oğlu
Šattivaza’yı tahta çıkararak bu ülkeyi Asurlulara karşı korunma bölgesi olarak
kullanmıştır.231 Böylece bir dönemlerin büyük devleti Mitanni, Hitit devletine
tabii vasal bir devlet durumuna getirilerek başına da kukla bir kral
geçirilmiştir. Šuppiluliuma, Šattivaza’yı kızlarından biriyle evlendirmiş ve
vasalı haline getirmiştir. Hatti kralına karşı görevleri bir antlaşmayla
belirlenmiştir. Böylece devletin batısı Hitit kontrolüne girerken doğudaysa
Asur hâkimiyeti kurulmuştur. Mısır ise belki de kuzeybatı Suriye’deki
kontrolünü zaten yitirmiş olduğundan hiçbir müdahalede bulunamamıştır.

M.Ö 1365 ila 1335 arasında Mitanni devleti bölgenin süper gücü
olmaktan çıkıp Hitit kralının vasalı haline getirilmiştir. Hititler Mitanni
devletinin kalıntılarının ayakta kalmasına izin vermişlerdir. Bu nedenle
Šattivaza’dan sonra pek çok kişi tahta çıkarılmıştır. Šuppiluliuma’nın
ölümünden sonra Asurlular Hitit gücünün zayıflamasından faydalanarak
bölgede söz sahibi olmaya başlamışlardır. M.Ö. ikinci binyılın son çeyreğinde
Hurri-Mitanni devletinin tamamen çöküşünden ve M.Ö. 1200 yıllarında Hitit
imparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Hitit kaynakları da bu devlet
hakkında bilgi vermemektedirler.

Hurriler, Hititlerle temasları esnasında gerek din açısından, gerekse


edebi ve kültürel yönden de Anadolu’yu etkilemişlerdir. Hurrilerin özellikle

230
Memiş, 2002: 100.
231
Akurgal, 1998: 80.
80

kültürel sahada Hititler üzerindeki nüfuz ve tesirleri Büyük İmparatorluk


devrinde (M.Ö. 1450–1180) çok artmış ve kök salmıştır. Hatttuša arşivlerinde
M.Ö. 13. yüzyıl sonuna kadar giden belgelerde Hurca yazılı metinler ele
geçmiştir. Bu metinlerde Hitit dini ile mitolojisindeki Hurri unsurları açık bir
şekilde görülmektedir. Edebi yönden de durum bundan farklı değildir. Hem
Hititçe hem de Hurrice yazılmış birçok masal ve efsaneler bulunmuştur.
Ayrıca Hitit hanedanına ve sarayına mensup kimselerin Hurrice şahıs adları
taşıdıkları görülmektedir. Hitit krallarının Hurrili kadınlarla evlendikleri de
bilinmektedir.

M.Ö. dördüncü binyıla kadar varlıklarını çıkarabileceğimiz Hurriler,


değişik zamanlarda, Önasya’nın farklı coğrafi bölgelerine gelerek buralara
yerleşmişlerdir. Zamanla bu coğrafyanın her tarafına yayılmışlardır. Hurriler,
kendi öz kültürlerini korumanın yanında, Mezopotamya’nın Sumer-Sami
kültürü etkisinde de kalmışlardır. Kendi kültürleri ile birlikte Sumer-Sami
kültürünü de gittikleri her yere taşımışlardır. Hitit Anadolu’suna siyasi ve
kültür tarihi bakımından izleri günümüze kadar uzanan etkilerde
bulunmuşlardır.
81

BEŞİNCİ BÖLÜM

ORTA ASUR DEVLETİ’NİN HURRİ-MİTANNİ DEVLETİ İLE OLAN


MÜNASEBETLERİ

A - ORTA ASUR DEVLETİ’NİN ORTAYA ÇIKİŞI

Mezopotamya tarihinde Doğunun Romalıları olarak tanınan Asurlular,


gerçekte tıpkı Romalılar gibi güçlü ve disiplinli bir ordu sayesinde askeri
karakterde bir devlet kurmuşlardır. Yine Romalılar gibi küçük bir şehir
devletinden, Asur kenti merkez olmak üzere büyük bir imparatorluk vücuda
getirmişlerdir.232 Asur (Asur) sitesi, tanrı Asur adına kurulmuş ve kuruluş
tarihide tam olarak bilinmeyen bir şehirdir. Asur kenti Dicle ırmağı’na bakan
kayalık bir burnun üstüne kurulmuştur. Kal’at Şarkat olarak bilinen alanda en
geç M.Ö. 2400 yılından beri yerleşme görülmektedir.233 Burada oturan halk
da bu kentin adını taşımıştır.

Kuzey Mezopotamya’nın önemli bir kenti olan Asur, siyasi güç


dengelerinin yer değiştirmesi sonucu zaman zaman önemini yitirmiş
gözükmekle birlikte, yaklaşık iki binyıl boyunca yönetici sülalesi ve
tapınaklarıyla varlığını korumuştur. Asur’u bağımsız bir şehir haline getiren
kral İlušuma’dır (M.Ö. 2000). Daha sonraki krallar ülkenin imarı için
çalışmışlardır. M.Ö. 1900’lerde Asur krallığı giderek güçlenmiş ve tarih
sahnesine çıkmaya başlamıştır. Hammurabi sülalesinin Babil çevresinde
egemen olduğu ikinci bin yılın ilk yarısında kuzeyde Eski Asur Krallığı I.
Šamši-Adad önderliğinde Orta Dicle Vadisi’nin en önemli devleti haline

232
Memiş, 2007: 179.
233
Roaf, 1996: 148.
82

gelmiştir. Bu dönemde izlenilen politik genişlemeye paralel olarak hızlı bir


yayılma politikası sonucunda Anadolu’ya kadar ulaşılmış ve bu topraklara
giden ticaret yolları ele geçirilmiştir. Bu dönemde Asur ve Anadolu arasındaki
topraklarda siyasi egemenlik kuran güç aynı zamanda bu güzergâh
üzerindeki ticaret yollarının kullanımını da tekeli altına almış oluyordu.
Asurlular da bu çerçeve de Kuzey Mezopotamya’ya hâkim olmakla Asur-
Anadolu arasındaki ticarete güvenlik sağlamış ve tekel kurmuşlardır.234 Asur
bu dönemde, Anadolu ile kurulan ve kısa bir kesinti dışında yaklaşık olarak
150 yıl kadar devam eden (M.Ö. 1920–1750) organize bir ticaret faaliyetinin
merkezi durumuna gelmiştir.235

Eski Asur devletinin ömrü uzun olmamıştır. I. Šamši -Adad’dan sonra


gücünü kaybeden Asur devletini Babil hükümdarı Hammurabi, Babil’e
bağlamıştır. Asur, M.Ö.1500’lü yıllardan itibaren Hurri-Mitanni devletinin
egemenliğinde Kuzey Mezopotamya’daki eski bir krallık merkezi olarak
kalmış ve uzun süre uluslararası ilişkilerde adı anılmamıştır. Ancak M.Ö. 14.
yüzyılda Hurri-Mitanni devletinin Hitit hücumlarıyla zayıflamasından sonra
yeniden bağımsızlığına kavuşarak Yukarı Mezopotamya, Güneydoğu
Anadolu ve hatta Babil’i de egemenliği altına alabilmiştir. Böylece Asurlular
Mezopotamya’nın Babillilerden sonraki egemeni olmuş ve Babil devletinin
yöntemlerini benimsemişlerdir (Harita 6).

M.Ö. 14. ila 11. yüzyıllar arasında Asur, Asur kenti etrafında kurulmuş
küçük bir devletten önemli bir bölgesel devlete ve de bölgesel işlerde önde
gelen bir oyuncuya dönüşmüştür. Kraliyet yıllıklarında236 bu başarılar kralların
bitmek bilmez seferlerinin sonucu olarak gösterilmektedir. Mitanni devletinin

234
Özçelik, 2004: 42.
235
Köroğlu, 2006: 131.
236
Orta Asur döneminin sonlarında, I. Tiglatpileser’in (1114–1076) hükümdarlık dönemi sırasında
askeri olayların kronolojik olarak düzenlenmiş en ayrıntılı anlatılarını sunan ve kraliyet yıllıkları
(Annal) adı verilen yeni bir yazma geleneği ortaya çıkmıştır. Yıllıklarda kralın nerelere sefer
düzenlediği, nereleri fethettiği, beraberinde hangi ganimetleri getirdiği ve tasarladıkları büyük
projeleri kronolojik bir biçimde yıl yıl anlatılmaktadır. Ancak bu yıllıklarda yalnızca Asur krallarının
başarılarına yer verilmiş, başarısızlıklardan asla söz edilmemiştir. .
83

zayıflamaya başladığı dönemde, Asur kentini yeniden bölgesel bir krallık


merkezi haline dönüştürme çabasını başlatan ilk kral I. Asur-uballit’tir. Asur-
uballit (M.Ö. 1365–1330) Asur’un çekirdek bölgesinde, yani doğudaki
ovalarda ve Dicle vadisinde, Asur kentinden kuzeyde Toros dağlarına dek
egemenlik kurmayı başarmıştır. Hititler batıdan Mitanni krallığına
saldırdıklarında Asur-uballit bu devletin doğudaki topraklarını ilhak etmeyi
başarmıştır. Asur-ubalit, kendisini uluslararası öneme sahip bir kral olarak
kabul ettirmeyi başarmıştır. Amarna arşivinde Mısır kralına yazmış olduğu ve
en azından Mitanni kralına eşit bir statü talep ettiği iki mektup bulunmuştur.237

Asur’un bölgede güçlenmesinden rahatsızlık duyan Asur-uballit’in


çağdaşı III. Babil devleti kralı Karahardaš, Asur’un Babil üzerindeki baskısını
hafifletmek için Asurlu bir prensle evlenmiştir. Bu yolla Babil’i kısa bir süre
içinde olsa Asur tehdidinden uzak tutmuştur.238 Ama Asur bağlantısından
Babil hoşlanmamış ve Karahardaš tahttan indirilerek yerel bir isyan sırasında
öldürülmüştür. Bunun üzerine Asur kralı Asur-uballit, Babil kentine müdahale
ederek Kassit sarayından Burnaburiaš’ın oğlu Kurigalzu Sehru’yu tahta
çıkarmıştır. Bu müdahale M.Ö. 14. yüzyılda Asur etkisinin doruk noktasıdır.239
Ancak Asur-uballit’in ölümünden hemen sonra Asur ile Babil arasındaki iyi
ilişkiler bozulmuş ve yeniden bölgesel üstünlük için çatışmalar başlamıştır.
Güneydoğu’dan Elam saldırılarına karşı koymaya çalışan Babil, Asur
baskısıyla iyice zor duruma düşmüştür.

Asur-uballit’in ölümü üzerine Asur’un gücü geçici olarak gerilemiş ve


ilk ardılları uluslararası nüfuz sahibi olmayı başaramamışlardır. I. Adad-
Nirari’den (M.Ö.1305–1274) itibaren bu durum tersine döndü. I. Adad-Nirari
hem Kuzey Suriye hem de Güney Mezopotamya içlerine doğru genişleyerek
Asur’u bölgenin en güçlü devleti haline getirmeyi başarmıştır. Asur yazıtları, I.
Adad-Nirari’nin Babil ve Hititlerin vasalı olan Hanigalbat ülkesi üzerine

237
Mieroop, 2006: 215.
238
Memiş, 2002: 190.
239
Oates, 2004: 97.
84

seferler düzenleyerek etkinlik alanını genişlettiğini bildirmektedir.240 Yerine


geçen oğlu I. Salmanassar (M.Ö. 1274–1245), artık iyice küçülmüş ve
zayıflamış olan Hurri-Mitanni devletini yenerek kendisine bağlı bir devlet
haline getirmiştir. Bölge halkını da başka yörelere göç etmeye zorlayarak
bölgede güvenliği sağlamıştır. Salmanassar, Kuzey Suriye dışında Doğu
Anadolu ile de ilgilenmiş, bu bölgede kabileler halinde yaşayan Uruatri ve
Nairi güçleriyle çarpışmıştır.

Orta Asur kralları batıda Fırat nehrine, kuzeyde de Yukarı Dicle


bölgesi ve Toroslara kadar olan alanı kontrol altına almayı başarmışlardır.
Özellikle Yukarı Dicle bölgesinde, Nairi ülkesinin sınırlarında, Tušhan, Sinabu
ve Tidu adını taşıyan garnizonlar kurarak bölgeyi Asur ülkesinin bir parçası
haline getirmişlerdir. Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’daki eski krallık
merkezleri ve köklü gelenekleri olan kentler ise Asur’a bağlılıklarını bildirerek
varlıklarını korumuştur. Asur, büyük kentlerin tarımsal ürün ihtiyacını
karşılayabilmek için öncelikle verimli toprakları olan bölgeleri kontrol altına
almaya çalışmıştır.

I. Salmanassar’den sonra Asur kralı olan I. Tukulti-Ninurta (M.Ö.


1244–1208) zamanında kuzeyde Nairi241, güneyde de Babil baskı altında
tutulmuştur. Van Gölü havzasının batısından başlayan bir bölgenin adı
olduğu anlaşılan Nairi’nin güney sınırı Mardin’in kuzeyindeki Tur-Abdin
(Kaşiyari) dağlarına kadar inmektedir. Orta Asur kralı, tarım alanları ve
hammadde kaynaklarının bulunduğu bölgeyi korumak, ayrıca yıllık
ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılamak için Nairi toplumları üzerine yağma
amaçlı seferler yapmıştır. Kuzey Suriye’den büyük miktarda nüfus nakilleri bu
dönemde de yapılmıştır. Göç ettirilen insanlar genellikle büyük kentlerin
inşasında ve tarımsal faaliyetlerde kullanılmışlardır. Güneydeki Babil’e
egemen olmak ise hem köklü Sumer ve Akad mirasına sahip çıkmak, hem de

240
Köroğlu, 2006: 132–133.
241
Etnik ve politik bir anlam taşımayıp, Asur yazılı kaynaklarında coğrafi bir deyim olarak geçen
Nairi’nin kökenine ilişkin filolojik görüş ve değerlendirmeler konusunda bkz.: Tarhan, 1982: 76.
85

zengin kentleri elde etmek amacını taşımaktadır. Tukulti-Ninurta, Babil kralı


IV. Kaštiliaš’ı (M.Ö. 1242–1235) yenmiş ve onun yerine kente Asurlu bir
yönetici tayin etmiştir. Bu savaşın en önemli sonuçlarından biri, elde edilen
ganimetlerle birlikte Babil kenti ile özdeşleşen baş tanrı Marduk’un heykelinin
Asura getirilmesidir.242 Marduk böylece Asur’da saygın bir konuma sahip
olmuş ve adına törenler düzenlenmeye başlanmıştır. Babil’in kültür ve
özellikle de din alanındaki etkisi bu olaydan sonra Asur üzerinde daha
belirgin bir hale gelmiştir.

I. Tukulti-Ninurta’nın iktidarının sonlarına doğru Önasya dünyası


büyük bir göç hareketine sahne olmuştur. M.Ö. 13. yüzyılın sonları ile 12.
yüzyılın başları arasında olmak üzere iki aşamada cereyan eden bu harekete
Ege göçleri ya da Deniz Kavimleri Göçü adı verilmektedir.243 Önasya
dünyasını altüst eden bu büyük çaplı kavimler hareketi hakkında Ugarit ve
Mısır vesikaları son derece ayrıntılı bilgiler vermektedir. Ayrıca M.Ö. ikinci
binyılın sonlarına ait yerleşme merkezlerinde yapılan arkeolojik kazılar da
yazılı vesikaların vermiş olduğu bilgileri doğrulamaktadır.244 Kıtlık ve toprak
yetmezliği gibi nedenlerle başlayan Ege göçleri245 sonunda 500 yıl kadar
Anadolu’nun siyasi kaderine hâkim olan Hitit İmparatorluğu, Güney
Mezopotamya’daki Kaslar sülalesi ve iyice zayıflamış olan Hurri-Mitanni
devleti tarih sahnesinden silinmişlerdir. Aynı dönemde, Babil’in kuzeyinde
bulunan Asur devleti ise, bulunduğu coğrafi mevkiinin uzaklığı dolayısıyla
Ege göçlerinin yıkıcı etkisinden kurtulmuştur.246

I. Tukulti-Ninurta’dan sonra Asur hızla zayıflamaya başlamıştır. I. Asur-


reš-iši (M.Ö. 1132–1115) döneminde yeniden toparlanmaya başlayan Asur,
bu kez batıdan gelerek bütün Mezopotamya’yı etkileyen Arami göçlerinin
baskısı altına girmiştir. Ege göçlerinin sebep olduğu karışıklıklardan çöl

242
Köroğlu, 2006: 133–135.
243
Memiş–Köstüklü, 1992: 27–28.
244
Memiş, 1985: 223.
245
Ege göçleri ve sonuçları hakkında daha geniş bilgi için bkz: Mansel, 1988: 87–92.
246
Memiş, 2007: 191.
86

sakinleri de yararlanmaya kalkmışlar ve Amurrular gibi Batı Sami kökenli bir


dil konuşan Aramiler de kabileler halinde kültür merkezlerine doğru akın
etmeğe başlamışlardır. İşte bu yüzdendir ki, Asur devleti gelişimini yavaş ve
devamlı adımlarla yapamamış, değişik zamanlarda ilerlemelere ve tekrar
gerilemelere maruz kalmıştır. Asur kralı yazıtlarında birçok kez Ahlamu
Aramilerine karşı seferler yaptığını ve onları yendiğini söylemekle birlikte
çabaları tehlikeyi önlemeye yetmemiştir. Arami baskısı gittikçe artmış ve Asur
krallarının Kuzey Suriye politikası uzun süre bu yeni tehlike üzerine
geliştirilen seferlere odaklanmıştır.

Orta Asur döneminin son güçlü kralı I. Tiglat-pileser (M.Ö. 1114–


1074), Arami göçlerine karşı başkent çevresini koruyabilmek için Fırat’ın öte
yakasına ulaşan 28 sefer gerçekleştirdiğini belirtmektedir.247 Bu dönemde
Asur’un gerileyişi bir süreliğine durmuştur. I. Tiglat-pileser, batıda Aramiler ve
Muškilerla savaşarak Akdeniz’e kadar ulaşmıştır. Asur’un bu yeni yükselişini
Ege göçleri nedeniyle Hitit devletinin yıkılması ve Aşağı Mezopotamya
bölgesinin yerleşik hayata geçerek artık savaşçılık özelliklerini kaybeden
Kassitlerden kurtulmasının yarattığı uygun siyasal ortam sağlamıştır.248
Güneyde Babil’e akınlar düzenlenmiş ama Babil de buna karşılık vererek
Asur yakınlarındaki Ekallatum’u ele geçirmiştir. Tiglat-pileser, kuzeyde de
Van Gölü kıyılarına dek ulaşmayı başarmıştır. Ancak bu başarılar kısa
ömürlü olmuştur. I. Tiglat-pileser’in ölümünden sonra Asur devleti çökmeye
başlamıştır. M.Ö. 1050’ye gelindiğinde Asur çekirdek bölgesine indirgenmiş,
Kuzey Suriye’nin büyük bölümü ve Mezopotamya’nın geniş alanları
Aramilerin egemenliği altına girmiştir.249

Asur devletinin çökmesinde Arami göçlerinin yanı sıra Asur’un Güney


Mezopotamya’daki iktisadi kaynaklarının Elam’ın eline geçmesi de önemli bir

247
Köroğlu, 2006: 136.
248
Özçelik, 2004: 43.
249
Mieroop, 2006: 217.
87

neden olarak kabul edilmektedir.250 Bu dönemde Sumer-Akad kültürü


nedeniyle ortak özellikler gösteren Mezopotamya halklarına yeni bir etnik
unsur olarak Aramiler de katılmıştır. Bu katılım sonucunda bölgenin siyasi ve
kültürel coğrafyası ilk etapta yeni bir karışık dönem sürecine girecek, hemen
sonra da yeniden şekillenecektir.

B - ORTA ASUR DEVLETİ’NİN HURRİ-MİTANNİ DEVLETİ İLE OLAN


SİYASİ MÜNASEBETLERİ

Asur, 1500’lü yıllardan itibaren Hurri-Mitanni devletinin egemenliğinde


Kuzey Mezopotamya’daki eski bir krallık merkezi olarak kalmış ve uzun süre
uluslararası ilişkilerde adı anılmamıştır. Ancak M.Ö. 14. yüzyıl ortalarından
itibaren Hitit İmparatorluğu’nun Mitanni’yi zayıflatan saldırıları ve baskıları,
Asur’un yeniden siyasi arenada yer almasını sağlamıştır.251

Hitit tarihinin en önemli komutanı ve en başarılı devlet adamı olan


Šuppiluliuma’nın, Hitit devletini imparatorluk haline getirmesinden sonra,
Önasya devletleri arasındaki denge de kendiliğinden değişmiş oluyordu.
Gerçekten, artık bir Mitanni devleti yoktur. Fakat Tušratta zamanına kadar
Mitanni devletine bağlı vasal bir krallık olan Asur, artık iyice kuvvetlenmiştir.
Asur, Mitanni egemenliğinden kurtulduktan sonra hızla kendisini toparlamış
ve bu devletin Hititler tarafından yıkılması sonucunda da doğrudan doğruya
Hitit devletine komşu olmuştur.252 Nitekim Amarna arşivinde mektubu
bulunan Asur kralı Asur-uballit, artık kendisini bir “Büyük Kral” gibi görerek, o
devrin protokolü gereğince, firavuna “biraderim” diye hitap edebiliyordu.
Šuppiluliuma’da bu tehlikeyi görmekte gecikmemiştir. Vašukanni’nin
düşmesinden sonra Babil’e kaçmış olan Tušratta ’nın oğlu Mitanni prensi

250
Memiş, 2007: 192.
251
Köroğlu, 2006: 131.
252
Memiş, 1999: 68
88

Mattivaza’yı kendisine iltica ettiği zaman affetmiştir. Šuppiluliuma, bununla da


yetinmeyerek kızını ona vermiş, Mitanni krallığı’nı kendisine tabi tampon bir
devlet halinde yeniden teşkil ettirmiştir.253 Šuppiluliuma, Mitanni devletini
tampon bir devlet halinde yeniden teşkil ettirerek Asur devletinin
genişlemesine engel olmaya çalışmıştır. Bu suretle Asur’un büyük
devletlerarasına girme çabalarını önleme siyaseti takip etmiştir.

Asur kral listelerine bakılacak olursa, Mitanni egemenliği altında


kesintisiz bir biçimde birçok kralın tahta geçtiği ve Asur’u yönettikleri
görülmektedir. Büyük bir olasılıkla, bu dönemde Mitanni yandaşı sülalelerin
liderleri kent yönetimine getiriliyor ve bunlar da kendilerini kral listelerine
gerçek birer kral gibi yazdırmışlardır. Bu kralların çağının kökenlerine,
etkinliklerine ve yaşadıkları döneme ait hiçbir bilgi yoktur. Genel olarak ikinci
binyılın ikinci yarısı Orta Asur olarak adlandırılsa da Asur kralları ancak Asur-
uballit (M.Ö. 1365–1330) ile I. Tiglat-pileser (M.Ö. 1114–1074) arasındaki
zaman diliminde etkili olabilmişlerdir.

Mitanni’nin zayıflamaya başladığı dönemde, Asur kentini yeniden


bölgesel bir krallık merkezi haline dönüştürme çabasını başlatan ilk kral Asur-
uballit’tir. Asur-uballit, Asur’un çekirdek bölgesinde, yani doğudaki ovalarda
ve Dicle vadisinde, Asur kentinden kuzeyde Toros dağlarına dek egemenlik
kurmayı başarmıştır. Hititler batıdan Mitanni krallığına saldırdıklarında Asur-
uballit, bu devletin doğudaki topraklarını ilhak etmiştir. Mitanniye bağlı olan
Nuzi ve Arrapha gibi kentlerin ele geçirilmesiyle Zagroslara, kuzeyde de
Toroslara kadar olan bölgeyi Asur’a bağlamayı başarmıştır. Asur-uballit,
kendini uluslararası öneme sahip bir kral olarak kabul ettirmiştir. Amarna’da
Mısır kralına yazmış olduğu ve en azından Mitanni kralına eşit bir statü talep
ettiği iki mektup bulunmuştur.254 Asur-uballit’in ölümü üzerine Asur’un gücü
geçici olarak gerilemiş ve ilk ardılları uluslararası nüfuz sahibi olmayı
başaramamışlardır.

253
Memiş, 2007: 189.
254
Mieroop, 2006: 214–215.
89

Orta Asur krallığı, I. Adad-nirari’den (M.Ö. 1305–1274) itibaren hem


Kuzey Suriye, hem de Güney Mezopotamya içlerine doğru genişleyerek
bölgenin en güçlü devleti olmuştur. Asur yazıtları, I. Adad-nirari’nin Babil ve
Hititlerin vasalı olan Hanigalbat ülkesi üzerine seferler düzenleyerek etkinlik
alanını genişlettiğini bildirir. Šuppiluliuma’nın, iktidarının sonlarına doğru
gerginleşen ve Muvattali döneminde kopma noktasına gelen Hitit-Mısır
ilişkileri, Asur için bulunmaz bir fırsat oluşturmuştur. Gerçekten, Asur
vesikalarından öğrenildiğine göre, Asur kralı I. Adad-nirari, Mitanni kralı
Šattuvara ile oğlu Vašašattayı mağlup etmiştir.255 Hitit kralı Muvattali, Kadeş
harbinin hazırlıklarıyla meşgul olduğu için, Asur kralının bu saldırısına karşı
herhangi bir karşılık verememiştir.

I. Adad-nirari’den sonra yerine geçen oğlu I. Salmanassar (M.Ö.


1274–1245) Hitit ordularının Kuzey Suriye’den çekilmesi üzerine bir Hitit
vasalı olan Mitanni memleketine taarruz etmiştir.256 I. Salmanassar, bu
devletin güney ve doğu kısımlarını istila ederek kaleler ve idari merkezler
kurmuştur.257 Bunun sonucunda artık iyice küçülmüş ve zayıflamış olan Hurri-
Mitanni devleti tarih sahnesinden silinmiş oluyordu. Salmanassar, bu bölgeyi
Asur ülkesinin bir parçası yaparak kendisine bağlı bir devlet haline getirmiştir.
Bölge halkını da başka yörelere göç etmeye zorlayarak bölgede güvenliği
sağlamıştır.258 Salmanassar, ilgi alanını Kuzey Suriye ile sınırlamamış; Doğu
Anadolu’nun dağlık bölgelerinde kabileler halinde yaşayan Uruatri ve Nairi
güçleriyle de çarpışmıştır.259 Adları kayıtlarda ilk kez bu dönemde anılan
Uruatri kabileleri, sonraları 9. yüzyıl ortalarında, Van Gölü çevresinde Asur’a
rakip olacak güçte bir devlet kuran Urartuların atalarıdır.

255
Çilingiroğlu, 1984: 4.
256
Memiş, 1999: 68.
257
Mieroop, 2006: 215.
258
Köroğlu, 2006: 133.
259
Memiş, 2007: 190.
90

ALTINCI BÖLÜM

ORTA ASUR DEVLETİ’NİN URARTU DEVLETİ İLE OLAN


MÜNASEBETLERİ

A – I. SALMANASSAR’IN (M.Ö. 1274 – 1245) ANADOLU POLİTİKASI VE


URARTU DEVLETİ’NİN ORTAYA ÇIKİŞI

Van Gölü’nün güneydoğu sahilindeki başkenti ile Urartu Krallığı,


özellikle Asur imparatorluk devrinde, Batı Asya’nın siyasi tarihinde önemli bir
rol oynamıştır (Harita 7). Urartu devleti, bir taraftan kuzeyin yarı medeni
kabilelerinin güney yönündeki akınlarını kontrol altında tutarken, diğer
taraftan Asur ile olan mücadelelerinde Doğu Anadolu ve civarında oturan
kavimlerin, bir müddet için kuvvet kaynağı olmuştur.260 Doğu Anadolu yüksek
yaylasının güneyinde yer alan Güneydoğu Torosları, Anadolu’nun batısında
bulunan en geniş dağları oluşturmaktadır. Bu dağlar tırmanılması olanaksız
dorukları ve sık çalılıklarla örtülü dik yamaçları ile insanların hareket
yeteneklerini tümüyle ortadan kaldıran aşılması zor birer engel teşkil
etmişlerdir. Van Gölü’yle Asur arasındaki dağların Asur fetihlerini
engellemesi, Urartu krallığına yaşayıp gelişebilme olanağı sağlamıştır. Asur
orduları yüksek bölgelerdeki Urartu kentlerine ulaşmayı başardıkları zaman
bile bunları işgal etme gücünde ya da isteğinde değillerdir.261 Asur’un
zaferlerine rağmen o, hiçbir zaman bağımsızlığını kaybetmediği gibi,
Asurlular da Doğu Anadolu ve Torosların şiddetle arzu edilen zengin
madenlerine hiçbir zaman sahip olamamışlardır. Kısacası Asur kralları,

260
Memiş, 2002: 172.
261
Roaf, 1996: 172.
91

Urartu ordularına değil, fakat Urartu memleketinin coğrafi şartlarına boyun


eğmek zorunda kalmışlardır.262

Urartu tarihi, siyasi, kültürel ve yönetim şekillerinin yapısal


karakterlerine göre iki ana devreye ayrılmaktadır. M.Ö. 13. yüzyılın ilk çeyreği
ile M.Ö. 9. yüzyılın ilk yarısı arasındaki dönem, yoğun Asur tehlikesi ve
saldırıları karşısında “Feodal Beylikler” tarafından oluşturulmuş, Uruatri ve
Nairi Konfederasyonlarının egemen oldukları devredir. Bu dönemde kökenleri
M.Ö. III. bin yıla dayanan kabile ve feodal beylik düzeni süregelmektedir. Bu
nedenle bu devre, Urartu’nun arkaik çağı olarak adlandırılmaktadır. M.Ö. 9.
yüzyılın ikinci yarısı ile M.Ö. 6. yüzyıl başları arasındaki devre ise Eski
Anadolu ve Ön Asya’nın siyasi ve kültür tarihi literatüründe klasik anlamda
Urartu devleti olarak tanımlanan “Krallık” devridir.263

Krallığın ilk yeri, Van Gölü’nün doğu ve güneydoğu sahilleridir. Ancak,


yapılan fetihlerle devletin sınırları kuzeyde Gökçe Gölü ve Aras nehri
ötesindeki Aleksandropol’a batıda ise Fırat sahiline kadar genişlemiştir. Van
krallığı, Asurlular ve Babililer tarafından “Urartu” olarak tanınırken,
İbranicede’de “Ararat” şeklinde geçmektedir. Van kenti, takriben M.Ö. 840’da
muhtemelen I. Sarduri tarafından kurulmuştur. Kent bu dönemde krallığın
başkenti haline gelmiştir. Kentin mevkii, gayet iyi seçilmiştir. Çünkü Asur
hücumlarının gelmesinden endişe edilen güney tarafı hemen tamamıyla
kayalık olup, zapt edilmesi son derece güçtür. Kuzey tarafında ise göl yer
almaktadır. Göl sayesinde burada bir donanma bulundurulabileceği gibi,
gerekli erzak da temin edilebilirdi. Şehir, Biaina veya Biana eyaletinde yer
almakla beraber Tuşpa olarak isimlendirilmiştir.264

Urartu topraklarına yüksek dağlarla dar vadiler hâkimdir ve ardışık bir


sistem oluşturmayan nehirler bulunmaktadır. Pek çok nehrin kaynağı

262
Memiş, 1999: 70.
263
Tarhan, 1981: 285–301.
264
Memiş, 2002: 172–173.
92

buradadır ve tüm yönlere akarlar. Ancak aralarından bir tek Fırat ulaşıma
elverişlidir. Krallığın ilk merkezi, tuzlu olması nedeniyle içme ya da tarım suyu
olarak kullanılamayan Van Gölü’dür. Halk, kış aylarında kar yüzünden
ayrılamadıkları vadi köylerinde yaşamışlardır. Bölgede ulaşımın güçlüğü
nedeniyle Urartular, başta Asur olmak üzere diğer devletlerin saldırılarından
korunmuştur. Krallık, tüm yönlere uzanmaktadır ve Asur’un kalbine yaklaştığı
güneybatı İran’da ve güney Anadolu’da ise Asur’la çatışmaktadır. Krallığın
kuzey ve doğu sınırları kesin değildir, ama en parlak döneminde bugünkü
Ermenistan devleti, Urartu sınırları içerisinde yer almaktadır.265

Urartu Krallığı’nın ana yerleşim yeri olan Van Gölü havzası’nda


yapılan arkeolojik kazılar, bölgenin yerleşik tarihinin M.Ö. 5000 yıllarına kadar
eskiye gittiğini kanıtlamaktadır. Ancak, Van Gölü havzası ile ilgili tarihi
olayların herhangi bir ülkenin yazılı kaynaklarına yansıması, M.Ö. 1274
yılında gerçekleşmiştir. Bu havzanın kendine ait ilk yazılı belgesi ise çok
daha geç bir döneme, M.Ö. 832 yılına kadar ortaya çıkamamıştır.266 Bu
nedenle birinci binyılın ilk yarısında çok önemli bir role sahip ve tarihin bir
noktasında bölgenin en güçlü devleti haline gelen Urartu Krallığı’nın tarihinin
yeniden kurulması son derece güçtür. Bilgilerin çoğunun Asur anlatılarından
derlenmesi gerekmektedir. Elimizdeki yegâne kronolojik çerçeve de bu
anlatılardır. Bu anlatılarda Urartu hükümdarlarından ancak bir çatışma söz
konusu olduğunda bahsedilmektedir. Urartuların kendileri de, başlarda Asur
dili, yazısı ve kalıplarıyla, dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibarense Urartu
diliyle bazı yazıtlar bırakmışlardır. Bunlar askeri seferlerden de bahsedilen
inşaat yazıtlarıdır. Bu nedenle devletin tarihi konusunda çok az fikir
vermektedirler. Dolayısıyla, metinsel bilgiler Asur bakış açısına
dayanmaktadırlar. Urartu’daki arkeolojik araştırmalar tümüyle dağ kaleleri
üzerinde yoğunlaşmıştır ve bu açıdan devletin yine askeri yönünü
vurgulamamaktadır.267 Ancak buna karşın bu krallığın, Doğu Anadolu’nun

265
Mieroop, 2006: 253.
266
Çilingiroğlu, 1997: 12–15.
267
Mieroop, 2006: 251–253.
93

yüksek yaylasında, özellikle hayvan yetiştirilmesine ve tarıma elverişli olan


Van Gölü dolaylarındaki bölgelerde yaşamakta olan birbirlerine komşu ve
akraba çeşitli Hurri boylarının birleşmeleri sonucu oluşmuş olduğunu
bilinmektedir.268 Zaten Urartu dili üzerine yapılan çalışmalar bu halkın Hurri
dilinin bir lehçesini konuştuğunu ortaya koymuştur. Hurriler, Urartu
Krallığı’ndan beş yüz yıl önce aşağı yukarı aynı bölgelerde, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da, Antakya’ya kadar uzanan ve Hititler’le çağdaş olan
büyük bir uygarlık kurmuşlardır .269

M.Ö. 2. binyılda Kerkük civarı merkez olmak üzere, Kuzey


Mezopotamya’ya hâkim olan Hurri-Mitanni devletinin, Hitit kralı I.
Šuppiluliuma tarafından yıkılması ve parçalanması neticesinde, bu politik güç
tarih sahnesinden çekilmiştir.270 Fakat Doğu Anadolu’nun yüksek yaylasında
yaşamakta olan topluluklar, aynı dönemde Kuzey Suriye’ye doğru yayılmaya
başlayan Hititler ile ilişkileri sürdürmüşlerdir. Bu ilişkiler yayla bölgesinin
kültürel açıdan gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. M.Ö. 1200 yıllarında
Hitit İmparatorluğu yıkılmıştır. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışına rastlayan bu
dönemde Doğu Anadolu’nun yüksek yaylasında yaşamakta olan topluluklar
oldukça yüksek kültürel ve ekonomik bir düzeye ulaşmışlardır.271 Feodal
beyliklerin oluşturduğu federatif bir devlet olan Hurri-Mitani siyasi
teşekkülünün merkezi otoritesinin zayıflamasıyla tekrar bir takım beyliklere
bölünmüş olduğu kabul edilmektedir. Orta Asur devletinin yükselişi ile birlikte
bu durumdan faydalanmak isteyen Asur kralları Hurri prensliklerini kendi
hâkimiyetlerine geçirmeye çalışmışlardır. Bunun sonucunda bu tarihe kadar
aralarında herhangi bir siyasi birlik bulunmayan Doğu Anadolu’daki bağımsız
Feodal Beylikler, varlıklarını korumak gayesiyle aralarında birleşerek,
güneyden gelen bu büyük ve kudretli düşmana karşı ortak bir savunmada
272
bulunmak zorunda kalmışlardır. Böylece, Asur belgelerinin bildirdiğine

268
Belli, 1982: 148.
269
Akurgal, 1993: 175.
270
Memiş, 2002: 178.
271
Belli, 1982: 149.
272
Memiş, 2002: 179.
94

göre, M.Ö. 13. yüzyılda Van Gölü çevresinden Batı İran’a kadar olan
bölgelerde bulunan Nairi ve Uruatri ülkeleri ile Asur arasında mücadeleler
başlamıştır.273 Bu ayrı siyasi varlıklar muhtemelen Asur seferlerine tepki
olarak güçlerini birleştirmişlerdir.

Urartu tarihi hakkında en eski bilgi Asur kaynaklarına dayanmaktadır.


Bu bölgedeki siyasi bir örgütlenmeyle ilgili ilk göndermelere, Asur krallarının
Suriye’nin kuzeyine sefer düzenleyerek Nairi ve Urartu’nun sonraki adının bir
çeşitlemesi olan Uruatri olarak tanımladıkları bir devletle karşılaştıkları on
üçüncü yüzyılda rastlanmaktadır. M.Ö. 2. binyılın son çeyreğinde Hitit
İmparatorluğu ve Mısır Krallığı ile birlikte Yakındoğu’nun en güçlü devleti olan
Asur Krallığı’nın yazılı belgelerinde, Van Gölü çevresine askeri seferlerin
düzenlendiği görülmektedir. Asur Kralı I. Salmanassar, krallığının ilk
yıllarındaki olaylarla ilgili olarak M.Ö 1274 yılında Urartu, eski Asurca şekli ile
Uruatri’ye karşı bir sefer yaptığını, 8 memleketi zapt ederek 51 şehri tahrip
ettiğini kitabesinde bildirmektedir.

“Rahipliğimin başlangıcında Uruadri ülkesi ayaklandı (benden


yabancılaştı ve düşmanlık yarattı) ve Asur’a ve yüce tanrılara ellerimi
yukarıya kaldırarak dua ettim, ordumu harekete geçirdim ve güçlü dağ
kalelerine doğru sefere çıktım. Himme, Uadkun, Bargun, Salua, Halila, Luha,
Nilipahri, Zingun ülkelerini, güçleri ile birlikte (bu) sekiz ülkeyi fethettim, Ellibir
kentini ele geçirdim, yaktım, mallarına haraç olarak el koydum. Uruadri
ülkesinin tümünü üç günde Tanrım Asur’un ayakları önüne dize getirdim.
Genç adamlarımı seçtim ve benden korkmaları ve hizmet vermeleri için
alakoydum. Dağlık bölgeye ödemeleri için ağır vergiler koydum. Tanrı Asur’u
küçümseyerek daha önce de bana karşı ayaklanan güçlü müstahkem bir dağ
kalesi olan Arina kentini efendilerim Tanrı Asur ve yüce tanrıların yardımı ile
ele geçirdim, tahrip ettim ve kentin üzerine “kudime” serptim. Topladığım

273
Erzen, 1984: 24.
95

tozlarını gelecek günlere ders olsun diye Asur kentinin kapısı önünde havaya
savurdum.”

Asur kralı Adad-Nirari’nin oğlu I. Salmanassar, Asur tahtını teslim


aldığı daha ilk yılda kuzeyinde yer alan ülkelere karşı bir askeri sefer
düzenleme gereği duymuştur. Her ne kadar yazıtta geçen “bana karşı
yabancılaştı, düşmanlık yarattı” tanımı, bu ülkelerin önceki Asur kralları
tarafından bilindiği ve hatta belki de bazı askeri düzenlemeler yapıldığını ima
etse de yazılı kaynaklara yansıyan ilk Asur seferi M.Ö. 1274 yılındaki bu
seferdir. Yazıtta geçen Uruatri ülkesi, sekiz önemli bölgeden ve elli bir
kentten oluşmaktadır.274 Bu ülkelerin Van Gölü’nün güneydoğusundaki dağlık
bölgede, belki de Büyük Zap suyunun yukarı vadisinde yer almış oldukları
sanılmaktadır. Bu devirde, yani Urartu’nun arkaik çağında henüz birleşik
merkezi otoriteye haiz bir devletin varlığı kabul edilmezse de, Asur tehlikesi
karşısında Uruatri adı altında 8 ülkeden ibaret bir siyasi birliğin meydana
gelmiş olması mümkündür.275 Ayrıca, Van Gölü çevresindeki topraklarda
yaşamakta olan topluluklarında bu birliğe girmiş oldukları sanılmaktadır.
Çünkü Asurca bir sözcük olan Uruatri etnik bir sözcük olmayıp, dağlık bölge
anlamında kullanılmış olan coğrafi bir terimdir.276

M.Ö. 13. yüzyıla girildiği bu dönemde bile Van Gölü ve çevresinde


şekillenen ve çeşitli bölge ve kentlerden meydana gelen bir siyasi oluşumun
ilk adımları görülmektedir. Bu oluşumun önderliğini, en azından bu çağda,
Uruatri ülkesi halkı ve yöneticileri yapmaktadır. Ancak bu yazıtta veya daha
sonraki diğer Asur yazıtlarında bu siyasi birliğe önderlik eden herhangi bir
kişiden hiç söz edilmemektedir. Herhalde Van Gölü’nün batı ve kuzeybatı
bölgelerinde yaşayan bu halklar, çoğunlukla yarı göçebe bir yaşam tarzını
benimseyerek varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. M.Ö. üçüncü binyılda
Doğu Anadolu’ya geldikleri önerilen Hurrilerin dışında bu bölgede ilk kez bir

274
Çilingiroğlu, 1997: 16.
275
Erzen, 1984: 24.
276
Belli, 1982: 149.
96

halk topluluğunun adına rastlanmaktadır. “Uruatri ülkesi halkı olarak”


tanımlayacağımız bu insanlar M.Ö. 9. yüzyılın ortalarında, yine Asurlu krallar
tarafından “Urartu halkı” olarak adlandırılacaklardır.

Asur kralı I. Salmanassar’ın Uruatri ülkesi üzerine yaptığı seferin


kayıtlarında, bu ülkeyi kendisinin veya babasının daha öncede biliyor
olmasına ait veriler vardır. Asur’un Uruatri üzerine yaptığı ilk sefer M.Ö. 1274
tarihli olduğuna göre, göç olayının rahatlıkla M.Ö. 14. yüzyılın sonlarına
tarihlenmesi mümkündür. Erken Demir Çağ’ın başlarında Van Gölü
havzasında başlayan hareketlilik Asur Krallığının dikkatinden kaçmamıştır.
Krallığın kuzey sınırlarında başlayan siyasi bir organizasyon yöreden elde
edilebilecek çeşitli ekonomik çıkarlar için bir engel teşkil edebilirdi. Asur’un
orman ve maden ürünleri ihtiyacının karşılandığı Kuzey Suriye ve
Güneydoğu Anadolu topraklarında, bir başka Anadolu siyasi gücü olan Hitit’in
de gözünün olması, Asur’u alternatif kaynaklar aramaya yönlendirmiştir.
Çünkü bu yıllarda Anadolu’nun tartışmasız tek egemen gücü durumundaki
Hitit İmparatorluğu’nda III. Muršili yerini III. Hattušili’ye bırakmış ve Hitit için
çok parlak bir dönem başlamıştır. Asur için bu alternatif bölgelerin başında
Dicle ve Fırat vadileri ile erişilebilen Van Gölü ve çevresi gelmektedir. Bütün
gücünü ordusundan alan Asur devleti için demir ve bakır madenleri çok
önemlidir. Mezopotamya’da mevcut olmayan bu madenler çok yakındaki
Doğu Anadolu’da mevcut bulunmaktadır. Şayet bu bölge ele geçirilebilirse
zengin demir yatakları da Asur devletinin eline geçmiş olacaktır. Demir
madeninin dışında, Urartu memleketinde çok hızlı koşan, iyi cins atların
yetişmesi de, Asur için önemlidir. Bu nedenle Asur kralları genellikle ilk
seferlerini, Urartu memleketi üzerine yapmışlardır. Böylelikle daha sonraki
seferlerin malzemesini bu memleketten temin etmişlerdir.277 Bu nedenle bu
yörede ortaya çıkacak bir siyasi örgütlenme Asurlu kralların bu emelleri için
önemli bir engel teşkil edecektir.. Bu engelin ortadan kalkması ve kuzey
sınırlarında kendilerini tehdit edebilecek bir başka gücün ortaya çıkması

277
Memiş – Köstüklü, 1992: 31.
97

tehlikesi, Asurlu kralları M.Ö. 13. yüzyılın başlarında harekete geçirmiştir. Bu


amaçla da Uruatri ülkesine ve bu ülkedeki halklar üzerine birçok askeri
seferler düzenlenmiştir.

M.Ö. 1274 yılındaki Asur seferinin Van Gölü çevresindeki halkları


denetim altına almak amacına ulaşıp ulaşmadığı kesin olarak
bilinmemektedir. I. Salmanassar’ın bu bölgeye saltanatı sırasında bir başka
askeri sefer düzenlememiş olması amaca ulaşıldığının bir göstergesi olarak
kabul edilebilir. Bir başka olasılık ise Asur’un asıl enerjisini, kuzeybatı
komşusu Hitit ile aralarında devam etmekte olan Kuzey Suriye ve
Güneydoğu Anadolu’nun egemenliği mücadelesine vermiş olmasıdır.278 Asur
devleti bu amansız mücadele nedeniyle de kuzey ülkelerinden gelecek
tehlikeyi göz ardı etmek durumunda kalmıştır.

B – I. TUKULTİ-NİNURTA’NIN (M.Ö. 1244 – 1208) ANADOLU POLİTİKASI

Asur kralları tarafından ilk kez kullanılan Nairi adı, M.Ö. 9. yüzyıla
girerken tüm Uruatri ülkesini içen bir terim halini almıştır. Urartu kralları
tarafından, çift dilli yazıtlar dışında hiçbir zaman kullanılmayan Nairi ülkesi
veya ülkeleri tanımı, M.Ö. 13. yüzyılın ortalarından itibaren Van Gölü’nün
güney ve güneybatı yöreleri için kullanılmış coğrafi bir terimdir. Asur
krallarının M.Ö. 13. yüzyılın ortalarında Nairi ülkelerine göstermiş oldukları
ilginin asıl nedeni, yöreye devam eden göçler ve bu göçler ile güçlenmeye ve
örgütlenmeye başlayan Uruatri ve Nairi beylerinin varlığıdır. Nairi adı aynen
Uruatri’de olduğu gibi bir coğrafi terimdir. Bu topraklar üzerinde yaşayan
halklar da “Nairi ülkesi halkları” adını almışlardır. Nairi halklarının hangi
278
Çilingiroğlu, 1997: 16–17.
98

yöreden Yukarı Deniz’in kıyılarına gelip yerleştikleri bilinmemektedir. Uruatri


halklarında olduğu gibi kuzeyden gelmiş olabilecekleri düşünülmektedir. Bazı
yeni öngörülerde ise Nairi halklarının Van Gölü’nün güneyinde, Asur ülkesine
yakın bir konumda yaşadıkları öne sürülmektedir.279 Bu halkların ikinci
binyılın sonuna doğru kuzeye hareket ettikleri ve Uruatri ve Hurri halkları ile
birlikte Urartu Krallığı’nın kuruluşunda önemli bir görev üstlendikleri tahmin
edilmektedir.

I. Salmanassar’dan sonra Asur kralı olan oğlu I. Tukulti-Ninurta (M.Ö.


1244–1208) zamanında kuzeyde Nairi, güneyde ise Babil ülkesi üzerine
seferler yapılmıştır. Asur kralı I. Tukulti-Ninurta’nın tapınağı ve sarayında gün
ışığına çıkartılmış olan 15 yazıtında, Doğu Anadolu’da Nairi ülkelerini zapt
ettiğini, Nairilerin 40 kralını mağlup ederek, onları zincire vurdurduğunu,
askerlerinin kanlarını dere yataklarına sel gibi akıttığını ve ülkelerini Yukarı
Deniz (Van Gölü) sahillerindeki ülkelerle birlikte hâkimiyetine geçirerek
haraca bağladığını bildirmektedir.280 Nairi ülkelerinin 40 kralı küçük prensler
manasına gelmekte olup, Uruatri yanında Nairi’nin ikinci bir hür kabileler
topluluğu meydana getirmiş oldukları ve Asur’a karşı bağımsızlıklarını
korumak için birleştikleri anlaşılmaktadır. Bu yenilgi üzerine Nairi ülkeleri,
Asur kralına çok zengin armağanlar sunmuş ve vergi ödemeyi kabul
etmişlerdir. Asur kralı, bu zaferden sonra “Tüm Nairi ülkelerinin kralı”281
olarak yeni bir resmi unvan daha taşımaya başlamıştır.

I. Tukulti-Ninurta’nın yıllıklarında Urartular için yeni bir terim ve buna


bağlı olarak yeni bir de halktan söz edilmektedir. Bu terim Nairi halk ise Nairi
ülkesi halkıdır.282 Nairi teriminin aynı zamanda Van Gölü bölgesini de
kapsadığı, Van Gölü için Nairi Gölü denmesinden anlaşılmaktadır.283 Bu
nedenle, Asur yıllıklarında uzun zaman Uruatri adının yerini Nairi ülkesi

279
Çilingiroğlu, 1997: 18.
280
Erzen, 1984: 24–25.
281
Belli, 1982: 150.
282
Yıldırım, 1994: 287.
283
Belli, 1982: 154.
99

almıştır. Urartular ise kendi ülkelerini M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren Biaini(li)


olarak adlandırmışlardır.284

Van Gölü havzasının batısından başlayan bölgenin adı olduğu


anlaşılan Nairi’nin güney sınırı Mardin’in kuzeyindeki Tur-Abdin (Kaşiyari)
Dağlarına kadar inmektedir. I. Tukulti-Ninurta, tarım alanları ve hammadde
kaynaklarının bulunduğu bölgeyi korumak, ayrıca yıllık ihtiyaçlarının bir
bölümünü karşılamak için Nairi toplumlar üzerine yağma amaçlı seferler
düzenlemiştir. Asur kralı, Cudi Dağları’nın içlerine ve yukarı Fırat bölgesine
bu amaçla saldırmış ve ele geçirdiği Hurrili halkı sürgüne göndermiştir.285
Kuzey Suriye’den büyük miktarlarda nüfus nakillerinin bu dönemde de
yapıldığı ve göç ettirilen insanların genellikle büyük kentlerin inşasında ve
tarımsal faaliyetlerde çalıştırıldığı görülmektedir.

I. Tukulti-Ninurta’dan önceki Asur krallarının askeri faaliyetlerinin


başlıca odak noktasını batı bölgesi teşkil etmiştir. Bu amaçla eski Mitanni
devletinin Fırat’ın doğusundaki alanını zaman içerisinde doğrudan
egemenlikleri altına alarak Asur toprakları haline getirmişlerdir. Asurluların
Hanigalbat adını verdikleri bu devletin ilk kralı başlarda Asur’un vasalı
olmuştur. Bu vasal kralın ayaklanması üzerine I. Salmanassar bu devletin
güney ve doğu kısımlarını istila etmiştir. Ele geçirilen bu yerlere kaleler ve
idari merkezler kurulmuştur. Sonraki tarihlerde kuzey ve batıdaki bir
ayaklanma üzerine I. Tukulti-Ninurta, Fırat’ın doğusundaki tüm kuzey
Suriye’yi ilhak etmiştir. Asur devletinin izlediği bu saldırgan dış politikası onu
Batı Suriye’nin kontrolünü halen ellerinde bulunduran Hititlerle karşı karşıya
getirmiştir.286 İki devlet arasında küçük çaplıda olsa askeri çatışmalar
yaşanmıştır. Fırat’ın doğusundaki Nihriya yakınlarında Asur’la girişilen bir
askeri çatışma Hititlerin ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Asur kralı I. Tukulti-
284
Oktay Belli’ye göre Biaini(li) terimi, M.Ö. 9. yüzyıldan sonra krallığı merkezi olan Van Gölü
bölgesi ve tüm Urartu ülkesi için olmak üzere iki değişik anlamda kullanılmıştır. Eski Ön Asya’da
Urartu adı daha çok yaygın olduğu için zamanla bu ad Biaini(li) yerine geçmiştir. Bkz., Belli, 1982:
154.
285
Ünal, 2002: 96.
286
Mieroop, 2006: 215.
100

Ninurta, Hatti’nin yenilgisini Hititlere bağlı olan Ugarit kralı İbiranu’ya


bildirmiştir. Hitit krallığını tümüyle çökertme öngörüsü ya da umudu
içerisindeki Asur kralı, onu neredeyse ittifak değiştirmeye davet etmiştir.287
Ancak Asur kralının bu umudu gerçekleşmemiştir, çünkü iki devlet birbirleriyle
savaşsalar da aralarında önemli çarpışmalar yaşanmamıştır.

Güçlü Asur kralı I. Tukulti-Ninurta, güney bölgesinde ise Babil ülkesine


saldırarak Babil kralı IV. Kaštiliašu’yu yenerek başkenti yağma etmiş ve
yazıtlarına şunları yazdırmıştır:

“Kaštiliašu’yu ele geçirdim ve soylu boynunu bir tabure gibi


ayaklarımın altına aldım. Bağlayarak Asur kentine, efendimin huzuruna
tutsak olarak getirdim. Böylece tüm Sumer ve Akad’ın efendisi oldum ve
yurdumun doğu sınırını Aşağı Deniz’e kadar genişlettim” 288

Bu savaşın sonucunda Babil ülkesi mahvolmuştur. Kent surları


yıkılmış, Babil yurttaşları kılıçtan geçirilmiştir. Marduk’un tapınağı (Esagila)
yağma edilerek baş tanrı Marduk’un heykeli Asur Ülkesine götürülmüştür.
Babil ülkesine Asurlu valiler yerleştirilerek Babil kenti Asur egemenliği altına
alınmıştır.

I. Tukulti-Ninurta’nın askeri başarıları, onu M.Ö. 13. yüzyılın önde


gelen kişisi haline getirmiştir. Ülkesinde, tanrısal sıfatların yanı sıra Babil
unvanları da üstlenmiştir. Karduniaš Kralı, Sumer ve Akad Kralı, Babil ve
Sippar Kralı, Dilmun ve Meluhha Kralı, Aşağı ve Yukarı Denizlerin Kralı, bu
unvanlardan bazılarıdır. I. Tukulti-Ninurta, Asur kentinin karşısına kendi adını
verdiği yeni bir başkent kurmuştur. Bu kentin ana tapınak planı Babil
tarzındayken, duvar bezemeleri Kuzey Mezopotamya biçeminde yapılmıştır.
Bu aşırılıklar dışında I. Tukulti-Ninurta, Babil ve Marduk’a gösterdiği
saygısızlıklardan ötürü gittikçe kendisine karşı olan düşmanlıkların artmasına

287
De Martino, 2003: 73.
288
Oates, 2004: 98.
101

neden olmuştur. Babasına baş kaldıran taht varisi oğlunun önderliğindeki


yerel isyancılar, I. Tukulti-Ninurta’yı sarayına hapsetmiş daha sonra da ateşe
vererek öldürmüşlerdir.

C – I. TİGLAT-PİLESER’İN (M.Ö. 1114 – 1074) ANADOLU POLİTİKASI VE


URARTU DEVLETİ İLE OLAN MÜNASEBETLERİ

I. Tukulti-Ninurta’nın iktidarının sonlarına doğru Ön Asya dünyası


büyük bir göç hareketine sahne olmuştur. M.Ö. 13. yüzyılın sonları ile 12.
yüzyılın başları arasında olmak üzere iki aşamada cereyan eden bu harekete
Ege göçleri ya da Deniz Kavimleri Göçü adı verilmektedir. Kıtlık ve toprak
yetmezliği gibi nedenlerle başlayan Ege göçleri sonunda 500 yıl kadar
Anadolu’nun siyasi kaderine hâkim olan Hitit İmparatorluğu, Güney
Mezopotamya’daki Kaslar sülalesi ve iyice zayıflamış olan Hurri-Mitanni
devleti tarih sahnesinden silinmişlerdir. Aynı dönemde, Babil’in kuzeyinde
bulunan Asur devleti ise, bulunduğu coğrafi mevkiinin uzaklığı dolayısıyla
Ege göçlerinin yıkıcı etkisinden kurtulmuştur. Asur yöneticileri bu dönemde
ekonomik yönden güçlenmek için, Doğu Akdeniz sahillerini ele geçirmeyi
amaç edinmiştir.289 Hitit Devleti’nin Ege göçleri sonucunda yıkılmasını büyük
bir fırsat olarak değerlendiren Asur devleti, Anadolu’yu ele geçirmek suretiyle
Akdeniz ticaretinde de söz sahibi olmak istemiştir.

Asur devleti, bu amacını hayata geçirmek için hazırlıklara girişmişken


hiç ummadığı bir anda batıdan gelerek bütün Mezopotamya’yı etkileyen
Arami göçlerinin baskısı altına girmiştir. Amurrular gibi Batı Sami kökenli bir
dil konuşan Aramiler de kabileler halinde bölgeye gelmişlerdir.290 Tarihte,

289
Memiş, 2007: 191.
290
Köroğlu, 2006: 136.
102

Sami kavimlerinin üçüncü büyük göçünü291 teşkil eden Arami göçleri, Ege
göçleri gibi yakıp yıkıcı bir akın şeklinde değil, tersine aralıksız bir sızıntı
halinde asırlarca devam etmiştir.292 Asur kralı yazıtlarında birçok kez Ahlamu
Aramilerine karşı seferler yaptığını ve onları yendiğini söylemekle birlikte, bu
çabaları tehlikeyi önlemeye yetmemiştir. Arami baskısı gittikçe artmış ve Asur
krallarının Kuzey Suriye politikası uzunca bir süre bu yeni tehlike üzerine
geliştirilen seferlere odaklanmak zorunda kalmıştır.

Yukarıda bahsedilen olaylardan dolayı, I. Tukulti-Ninurta’dan sonra


gelen sekiz kral döneminde Asur gücünün Yakındoğu’daki etkisi azalmıştır.
Yine bu dönemde Asur kralları, Babil ve Elam ülkelerinde gelişen olaylar ile
bu ülkelerin Asur’a yapmış oldukları saldırılar ile uğraşmak zorunda
kalmışlardır. Bu nedenle I. Tiglat-Pileser (M.Ö. 1114–1074) adlı yeni bir Asur
kralının başa geçişine kadar Uruatri ve Nairi ülkelerine yapılan Asur seferleri
yoktur. Bu dönem bir yüzyıldan daha uzun sürmüştür. Bu uzun dönem
sırasında Van Gölü çevresinde ne tür siyasi gelişmelerin yaşandığı
bilinmemektedir. Buna karşın göl etrafındaki farklı beyliklerin, Asur saldırıları
olmadığı bu dönemde güçlenmiş ve siyasi olarak biraz daha örgütlenmiş
olmaları mümkündür. Yöreye Erken Demir Çağ’da gelmeye başlayan bu
halklar çevre koşullarına daha iyi uyum sağlamaya başlamış, hayvancılık ve
tarımsal faaliyetlerini ve büyük olasılıkla madencilik endüstrilerini
geliştirmişlerdir. Demir endüstrisinin ve demirden çeşitli alet ve silahların
üretilmesinin başlaması, yörenin ekonomik önemini olabildiğince arttırmış ve
yöre halklarının siyasal bütünleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bütün bu
gelişmeler ise güney komşu Asur’un bölgeye olan dikkatinden kaçmamıştır.
Bunun en önemli nedeni ise bir önceki bölümde belirttiğimiz üzere, bütün
gücünü ordusundan alan Asur devleti için demir ve bakır madenlerinin çok
önem arz etmesidir. Mezopotamya’da mevcut olmayan bu madenlere sahip
291
Birinci Sami göçü M.Ö. 2500’lerde Mezopotamya’ya Akadları getirmiştir. İkinci Sami göçü Yeni
Sumer Devleti de denilen III. Ur Sülalesi’ne (M.Ö. 2060–1960) son veren Martu (Amurru) göçleridir.
Gerek Akadlar, gerek Martular ve gerekse Aramiler, bugünkü Arapların atalarıdır. Bkz., Memiş, 2002:
156.
292
Memiş, 1999: 69.
103

olan çok yakındaki bu bölge ele geçirilebilirse zengin demir yatakları da Asur
devletinin eline geçmiş olacaktır.

Asur tahtına I. Tiglat-Pileser gibi enerjik bir kralın geçmesi,


Mezopotamya’daki siyasi durumu Asur lehine geliştirmiş fakat bu durum
geçici bir süre için devam etmiştir. I. Tiglat-Pileser, Arami göçlerine karşı
başkent ve çevresini koruyabilmek için Fırat’ın öte yakasına ulaşan 28 sefer
gerçekleştirmiştir. Kendisi bütün bu seferlerin başarıyla sonuçlandığını
vurgulamıştır. Fakat seferlerin hemen her yıl yenilenmesi bazı yıllar iki kez
yapılması, söylenenlerin tersine aslında Arami tehlikesinin tam anlamıyla
ortadan kaldırılamadığını göstermektedir.293 I.Tiglat-Pileser döneminde
Asur’u etkileyen Arami göçlerine, Anadolu’ya Kafkaslar üzerinden geldiğine
inanılan Muški adlı bir başka topluluk daha eklenmiştir. Asur kralı bunun
üzerine Muški halklarına karşı sefere çıkmıştır. Bugün Elazığ civarına, Fırat
nehri kavsi içinde olduğu kabul edilen Alzi ve Purukuzzi ülkelerini elli yıldan
beri ellerinde tutan 20.000 Muškili üzerine yapılan sefer sonucunda Muškiler
mağlup edilmişlerdir. Muški ülkesi ve Güneydoğu Anadolu’daki Kutmuhi
(Kommagene) ülkesinin egemenliğini ele geçiren I. Tiglat-Pileser, yöreyi
denetim altına alma gayretlerine birinci saltanat yılında da devam etmiştir.
Saltanatının ikinci yılında Aşağı Zap ve civarına seferler düzenleyen Asur
kralı, krallık içindeki konumunu güçlendirmiş ve Asur’un bir kez daha eski
günlerini yaşamasını sağlamıştır.

I. Tiglat-Pileser’in iktidara gelmesiyle birlikte, Asur kaynakları yeniden


Uruatri-Nairi konfederasyonu hakkında bilgi vermektedirler.294 Yaklaşık 130
yıllık bir aradan sonra Nairi ülkeleri üzerine düzenlenen Asur askeri seferleri,
Van Gölü ve çevresinde güçlenen ve Asur için tehlike yaratacak güçteki bir
düşmanın varlığına işaret etmektedir. Kuzeyde yer alan Nairi ülkelerine karşı
yapılmış bir Asur seferi ile ilgili ayrıntılı bilgileri Asur kralı I. Tiglat-Pileser’in
yıllıklarından öğrenmekteyiz. Yine bu yıllıklardan edinilmiş olan bilgilere

293
Köroğlu, 2006: 136.
294
Memiş, 2002: 180.
104

göre, Nairi ülkeleri, Dicle Irmağı kaynaklarından Çoruh havzasına kadar olan
alan içinde yer almaktaydılar. Asur kralı I. Tiglat-Pileser’in bu seferi, I.
Salmanassar zamanında yapılmış olan sefer gibi, Van Gölü’nün
güneydoğusunda yer alan topraklara yapılmamış, aksine Doğu Anadolu
yüksek yaylasının tüm batı bölgelerine yapılmıştır. Bu sefer sırasında Asur
orduları düşman topraklarının yaklaşık olarak 500 km içlerine kadar
girmişlerdir.295 I. Tiglat-Pileser’in saltanatının üçüncü yılında Nairi ülkesine
karşı düzenlenen sefer bu bölge ile ilgili en etraflı bilgileri vermektedir. Prizm
yazıtı olarak adlandırılan ve kralın ilk beş yılı faaliyetlerini veren yazıtın
üçüncü yıl bölümü kralın kendine dizdiği övgülerle başlamakta296 ve şöyle
devam etmektedir:

“Tanrım ve efendim olan tanrı Asur beni Yukarı Deniz’in kıyılarında


(belki de Karadeniz kıyılarında) oturan ve bir efendiye sahip bulunmayan
uzak ülkelere gönderdi. Oralara gittim. Benden önce hiçbir kralın geçemediği
dar yollardan ve dik geçitlerden geçerek ordularımı ilerlettim. Yavaş
ilerlediğimiz zaman arabama bindim, ilerleyişin zorlaştığı zamanlarda tunçtan
baltaların yardımıyla ilerledim (yani yeni bir yol açıldı) Nairi ülkelerinin 23 kralı
savaş arabalarını ve savaşçılarını ülkelerinde bir araya toplayarak savaşmak
için karşıma çıktılar. Korku ve dehşet uyandıran silahlarımın tüm hiddeti ile
onlara saldırdım ve tıpkı Adad’ın çağlayan selleri gibi büyük ordularını yok
ettim...... Nairi ülkelerinin 60 kralı ile onlara yardım etmeye gelmiş olanları da
mızrağımın gücüyle Yukarı Deniz’e kadar sürdüm. Onların büyük kentlerini
aldım, hazinelerini ve diğer ganimetleri taşıyıp evlerini alevlere terk ettim......
Nairi ülkelerinin bütün krallarını canlı olarak ele geçirdim. Fakat bütün bu
krallara merhamet gösterdim, tanrım ve efendim olan Şamaş’ın önünde
onlara yaşamlarını bağışladım ve onları tutsaklığın bağlarından serbest
bıraktım. Sonra onlara büyük tanrıların huzurunda gelecekte bana hizmet
edeceklerine ve bana boyun eğeceklerine dair ant içtirdim. Onların
sülalelerinin varisleri olan oğullarını vermiş oldukları sözü tutmaları için rehin

295
Belli, 1982: 150.
296
Çilingiroğlu, 1997: 19.
105

aldım. Sonra onlara 1200 at ve 2000 adet hayvanlık vergi vermelerini istedim
ve yeniden ülkelerine geri dönmelerine izin verdim......”297

Bu yazıt, M.Ö. 12. yüzyılın sonlarında Doğu Anadolu yüksek


yaylasının batısına yapılmış olan Asur seferi ile ilgili kısa fakat canlı bir belge
oluşturmaktadır. Asur kralının amacı yalnızca zengin ülkeleri ele geçirip
yağma etmek değildir. Çünkü yazıtta, iki ordu arasında yapılmış olan savaşta
Daiaeni kralı olarak adlandırılan Sieni’nin de mağlup edildiği ve esir alınarak
Asur’a götürüldüğü bildirilmektedir. Ancak Sieni daha sonra bağışlanarak
ülkesine geri gönderilmiştir.298 Bu davranış Asur kralının Daiaeni ülkesi ile iyi
geçinmek arzusunda olduğunun bir kanıtıdır. Asur kralı tutsak almış olduğu
krallara iyi muamele ederek, Nairi ülkelerindeki otoritesini daha da
kuvvetlendirmek ya da Nairi beylerini Sieni’nin yardımı ile denetim altına
almak istemiştir.

Bu savaş ve elde edilen galibiyet ikinci binyılın son yüzyılında Asur


Krallığı’nın Urartu ve Nairi ülkeleri içindeki beylikler üzerinde kurduğu kesin
üstünlüğün kanıtıdır. Ancak seferin kayıtlarından elde edilecek ve Asur’un
aleyhine gelişen bazı oluşumları da ortaya koymaktadır. I. Salmanassar
döneminde sadece sekiz olan Uruatri ülkesi beyliklerinin sayısı bir hayli
artmıştır. Tumme ve Daiaeni gibi bir kral tarafından yönetildiği belirtilen çok
sayıda beyliğin Van Bölgesi’ndeki siyasi gelişmeler içinde yer aldığı
görülmektedir. Bölgedeki beyliklere Asur’un verdiği önem artmaktadır. Asur
yazıtlarında askeri seferler için gerekli ordu yollarının hala tunç kazmalarla
açılmak durumunda oluşu ve demirin Asur’da yoğun olarak kullanılma isteği
bölgeye verilen önemin başlıca nedenidir. Van Gölü’nün kuzeyindeki Bulanık
Ovası’nda, Malazgirt yakınlarında Yoncalı’da bulunan bir Asur yazıtı I. Tiglat-
Pileser ile 23 Nairi kralının arasındaki savaşın nerede yapıldığını
göstermektedir: “Tiglat-Pileser, güçlü kral, kâinatın kralı, Asur’un kralı,
dünyanın dört bölgesinin kralı, Tumme’den Daiaeni’ye kadar Nairi ülkelerinin

297
Belli, 1982: 150.
298
Çilingiroğlu, 1997: 19.
106

fatihi. Büyük Deniz’e kadar Kirbi’nin fatihi.” Nairi beyliklerinden oluşan birliği
mağlup eden Asur kralı düşmanı Yukarı Deniz’e kadar kovalamıştır. Aynı
krala ait başka bir yazıtta (Sebene Su yazıtı) ise, daha önce Yukarı Deniz
olarak adlandırılan Van Gölü, burada Nairi Denizi olarak adlandırılmıştır. Bu
yüzyılda Van Gölü çevresinde yaşayan dağınık beylikler üzerinde siyasi
etkinin ağırlıklı olarak Nairi beyliğinden geldiği görülmektedir. Uruatri
beyliğinin etkisinin ise en azından bir dönem için ikinci derecede kaldığı
görülmektedir.299

I. Tiglat-Pileser’in ölümünden sonra Asur devletinin tekrardan çöküşe


geçtiği görülmektedir. Bu çöküşte Arami Göçleri’nin yarattığı olumsuzluklar
yanında Asur’un Güney Mezopotamya’daki iktisadi kaynaklarının Elam’ın
eline geçmesinin de önemli etkisi vardır.300 I. Tiglat-Pileser’in Yukarı Dicle
bölgesine gerçekleştirdiği seferler ve Dicle’nin kaynağına yaptırdığı
kabartması301 ve kazdırdığı yazıtları bu zor dönemin önemli ve kayda değer
başarılı gelişmeleri arasında yer almıştır.

299
Çilingiroğlu, 1997: 19.
300
Memiş, 2007: 192.
301
Köroğlu, 2006: 137.
107

SONUÇ

Mezopotamya denilince, geçmişe ilgi duyan ve insanlığın yaşadığı


zorlu serüvenin aşamaları konusunda az çok fikri olan herkes için parlak
uygarlıklar ve ürettikleri görkemli eserler akla gelmektedir. Buna karşılık
Anadolu ise, sahip olduğu stratejik ve jeopolitik konum ile her devirde önemli
bir kara parçası olup, eski doğu ve batı medeniyetlerinin kesiştiği bir
uygarlıklar harmonisini çağrıştırmaktadır.

Mezopotamya’da yaşanan kentleşme, mimarlık, sanat, din ve yazı


sistemleri gibi alanlarda ortaya çıkan öncü düşünce ve uygulamalar, ticaret
veya siyasal ilişkilerin sonucunda Suriye, Anadolu ve İran gibi bölgelere
ulaşarak buradaki uygarlıkların oluşumuna önemli katkılarda bulunmuştur.

Mezopotamya, Suriye ve Doğu Akdeniz’e hâkim bir konumda bulunan


Anadolu, tarihin en eski devirlerinden itibaren doğudan ve batıdan gelen pek
çok kavmin göçlerine ve istilalarına maruz kalmıştır. Bunun sonucu olarak da
pek çok medeniyete beşiklik etmiştir. Böylece Anadolu, pek çok medeniyetle
tanışmış, doğu ve batı kültürlerinin karışıp kaynaştığı bir bölge olmuştur.
Bunun yanında Anadolu, sadece bir yerden bir yere geçilen bir toprak parçası
olmayıp ekonomik yönden de değerli bir yaşam alanıydı. Ön Asya’nın
özellikle de Mezopotamya’nın, inşaat ahşabı, demir, bakır ve gümüş
gereksinimini karşılayan bir hammadde deposu durumundaydı. Bu coğrafi ve
ekonomik öneminden dolayı, Anadolu toprakları komşu kavimler başta olmak
üzere, pek çok kavmin ilgisini üzerine çekmiştir. Bunun neticesinde kendini
güçlü hisseden her Mezopotamya devleti, demir silahlarla donatılmış
ordularından aldıkları güçlerini devam ettirmenin yolunu, Anadolu’ya doğru
yayılmak ve buranın maden kaynaklarından yararlanmakta görmüşlerdir.
Bunun için Anadolu, sahip olduğu maden ve özellikle de demir kaynakları
108

yüzünden sürekli olarak Mezopotamya’da kurulan devletlerin tehdidine maruz


kalmış, onların yayılmacı politikalarında ilk sırayı almıştır.

Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ilişkiler arkeolojik belgelere göre


çok eski devirlerden itibaren gelişme göstermiştir. Neolitik dönemde başladığı
düşünülen ilişkiler Kalkolitik ve Eski Tunç Çağlarında gittikçe yoğunlaşarak
devam edegelmiştir. Tezimizin ana konusunu oluşturan, Mezopotamya ile
Anadolu arasındaki siyasi ilişkilerin kökeni ise M.Ö. III. bin yılda Akadlar’ın
Anadolu’ya yönelik faaliyetlerine kadar uzanmaktadır. Anadolu’nun muhtelif
zenginlikleriyle yakından ilgilenen ilk kavim, M.Ö. 2350–2150 yılları arasında
Mezopotamya’da güçlü bir devlet kurmuş ilk Samiler olan Akadlardır. Akad
krallarından Sargon ve torunu Naram-Sin dönemlerinde Anadolu’ya ilk büyük
seferler düzenlenmiştir. Bu askeri seferler, Anadolu ve Mezopotamya
arasındaki siyasi ilişkilerin başlangıcını teşkil etmiştir. Bundan sonraki
dönemlerde de iki bölge arasındaki ilişkiler hızla gelişerek devam etmiştir.

Akad imparatorluğunun Gutiler tarafından yıkılması ve son Sumer


devleti olan III. Ur sülalesinin Amurru göçleri neticesinde ortadan kalkmasıyla
beraber Mezopotamya’da İsin ve Larsa şehirleri egemenlik mücadelesine
girişmişlerdir. M.Ö. 1960–1750 yılları arasındaki İsin-Larsa Devri, Anadolu ve
Mezopotamya arasındaki ilişkilerin en yoğun olduğu dönemdir. Bu dönemde,
Anadolu’daki zengin maden kaynaklarının cezp ettiği Asurlu tüccarlar,
Anadolu’nun yerli prenslerinden izin alarak ve onlara vergi ödeyerek,
şehirlerin dışına Karum ya da Wabartum denilen alışveriş merkezleri
kurmuşlardır. Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak bilinen bu iki asırlık
dönemde Asurlu tüccarlar, başta bakır madeni olmak üzere, Anadolu’nun pek
çok zenginliğini kendi ülkelerine taşımışlardır. Ayrıca bu dönemde, Asurlu
tüccarlar sayesinde Anadolu yazıyla tanışmış ve tarihi devirlere girmiştir.
Asur sömürüsüne dur diyen Kuššara Kralı Anitta (M.Ö. 1750), Asurlu
tüccarları kovarak, Anadolu’da Asur ticari hegemonyasına son vermiştir.
109

Anadolu’nun M.Ö. II. bin yıl tarihi, gerek Hititlerin başkenti Hattuša’da
keşfedilen arşivler sayesinde gerekse Hititlerle çağdaş yaşamış Mısır,
Mitanni ve Asur devletlerinden kalan vesikalar sayesinde aydınlığa
kavuşmuştur. M.Ö. II. bin yılda Anadolu’daki Hitit İmparatorluğu yönünü
medeniyetin beşiği Mezopotamya’ya çevirmiştir. Bu dönemde Anadolu’dan
Mezopotamya’ya doğru bir yayılım görülmektedir. I. Muršili’nin, Eski Babil
krallığının başkenti Babil’i işgali ile birlikte Hititler, medeni Mezopotamya
dünyasının içine girmiş olacaklardır.

M.Ö. 1500 ila 1200 arasında Yakındoğu’da bulunan bölgesel büyük


devletler, birbirlerine eşit ve rakip devletler olarak etkileşim içine girmişlerdir.
Bu dönemin büyük güçleri olarak, Kassitler, Hititler ve Mısır, kuzey
Mezopotamya’da ve Suriye’de ise önce Mitanni devleti, 14. yüzyıl
ortalarındada Asur devleti başta gelmektedir. Yine aynı dönemde, Suriye-
Filistin bölgesi bu büyük devletlerin rekabetçi bir etkileşim içerisine girdikleri
bir yer haline gelmiştir. Mısır, Mitanni, Hitit ve Asur devletleri, bu bölgede söz
sahibi olmak amacıyla birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye girişmişlerdir. Hitit
devletini imparatorluk haline getiren I. Šuppiluliuma, Mitanni devletini ortadan
kaldırınca bölgedeki dengelerde birdenbire değişmiştir. Mitanni
egemenliğinden kurtulan Asur, hızla güçlenerek, Hitit devletine rakip olarak
Anadolu için büyük bir tehdit haline gelmiştir.

M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında meydana gelen Ege göçleri neticesinde, Ön


Asya’nın büyük krallıkları olan Hitit, Mitanni ve III. Babil (Kaslar) yıkılmışlardır.
Mısır bu saldırılardan zorlukla kurtulmuş, Asur ise, coğrafi konumu nedeniyle
herhangi bir zarar görmemiştir. Hitit devletinin yıkılması sonucunda
Anadolu’da siyasi birlik bozulmuştur. Ege göçlerinden sonra Anadolu’da Hitit
ve Mitanni gibi büyük devletlerin yerini Frig ve Urartu devletleri almıştır.
Mezopotamya’daki III. Babil devletinin yerini ise Asur devleti ile birçok Arami
kabilelerinin kurduğu şehir devletleri almıştır. Bunlardan Urartu ve Frig
devletlerinin hâkimiyet sahası arasında kalan Kayseri ile Malatya arasındaki
bölgede ise Hitit devletinin bakiyesi olan birtakım küçük prensliklerden oluşan
110

Geç Hitit Şehir Devletleri kurulmuştur. I.Tiglat-Pileser döneminde Asur’u


tehdit eden Arami tehlikesi geçtikten sonra bu devlet, Anadolu üzerindeki
emellerini yeniden gerçekleştirmeye koyulmuştur. M.Ö. I. binyılda hüküm
süren Yeni Asur devleti döneminde, Mezopotamya’dan Anadolu’ya doğru bir
genişleme meydana gelmiştir. Bu dönemde Asur, kuzey yayılım politikaları
çerçevesinde Urartu devleti ile mücadeleye girişmiştir. Asur’un, Urartu devleti
ile olan ilişkisinde belirleyici olan faktörler, bu devletin coğrafi konumu ve
doğal kaynakları olmuştur. Urartular, Asur’un Ön Asya’nın süper gücü olarak
nitelendirildikleri dönemde bile onlara rahatlıkla karşı koyarken güçlerini
büyük ölçüde bu iki kaynaktan almışlardır. Özellikle, yüksek ve ulaşılması zor
coğrafi yapısının sağladığı doğal savunma olanakları sebebiyle Asur
saldırıları, Urartu krallığının merkezine fazla zarar verememiştir. Ayrıca, düz
ve sıcak bir iklim özelliğine sahip Mezopotamya’dan, tam tersi özellikte bir
coğrafyaya gelen Asur orduları zorlanmışlardır. Bununla birlikte Urartular,
Asur saldırıları sebebi ile merkezi bir devlet kurmuşlar ve yine en büyük
düşmanları Asur sayesinde kendi sınırları dışındaki dünya ile temasa
geçmişlerdir. Asur devleti, özellikle Kral II. Sargon döneminde, Anadolu
üzerindeki emellerini belli bir ölçüde gerçekleştirebilmişse de hiçbir zaman
Anadolu’da mutlak bir hâkimiyet kuramamıştır. Asur’un çöküşü ile birlikte, bu
devletin Anadolu üzerindeki emelleri de tarihin karanlık sayfalarına
gömülmüştür.
111

KAYNAKÇA

ADALI, Deniz; Anadolu (Dün, Bugün, Yarın), İstanbul, Kaldıraç Yayınları,


2007.

AĞAOĞULLARI, M. Ali – KÖKER Levent; İmparatorluktan Tanrı Devletine,


Ankara, İmge Kitapevi, 1990.

AKURGAL, Ekrem; Anadolu Uygarlıkları, İstanbul,Net Yayınları, 4. Baskı,


1993.

AKURGAL, Ekrem; Hatti ve Hitit Uygarlıkları, İzmir, Yaşar Holding Yayını,


1995.

AKURGAL, Ekrem; Anadolu Kültür Tarihi, Ankara, TÜBİTAK Yayınları,


1998.

AKTÜRE, Sevgi; Anadolu’da Bronz Çağı Kentleri, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 2. Baskı, 1997.

ALP, Sedat; “Hitit Kralı IV. Tuthalya’nın Askeri Fermanı”, Belleten, Sayı 43,
1947, s. 383–402.

ALP, Sedat; “Eski Önasya’da Siyasal İlişkilerden Bölümler”, Anma Kitabı,


Ankara, AÜDTCF Yayını, 1974, s. 425–436.

ALP, Sedat; Hitit Çağında Anadolu, Ankara, TÜBİTAK Yayınları, 2000.


112

ALP, Sedat; Hitit Güneşi, Ankara, TÜBİTAK Yayınları, 2003.

ALPMAN, Adil; “Hurriler”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt XIV,


Sayı 25, Ankara, 1983.

ALPMAN, Adil; “Anadolu’da Hurriler”, III. Uluslararası Hititoloji Kongresi


Bildirileri, ( Çorum 16–22 Eylül 1996), Ankara, 1998.

ARSEBÜK, Güven; İnsan ve Evrim, Ankara, TTK Yayınları, 1990.

BAŞGELEN, Nezih; Nemrut Dağı, İstanbul, 2003.

BELLİ, Oktay; “Urartular”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Cilt 1,


İstanbul, Görsel Yayıncılık, 1982, s. 140–188.

BİLGİÇ, Emin; “Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer adları ve


Yerlerinin Tayini Üzerine İncelemeler”, Belleten, Sayı 39, 1946.

BLUNT, A.W.F. Uygarlığın Temelleri, çev. Müzehher Erim, İstanbul, İ.Ü.


Edb. Fak. Yay. 1984.

BOTTERO, Jean; Mezopotamya, çev. M. Emin Özcan-Ayten Er, Ankara,


Dost Yayınevi, 2003.

BOTTERO, Jean; Evvel Zaman İçinde Mezopotamya, çev. Anita Tather,


İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2005a.

BOTTERO, Jean; Gılgamış Destanı, çev. Orhan Suda, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 2005b.

BOTTERO, Jean; Eski Yakındoğu, çev. Adnan Kahiloğulları, Ankara, Dost


Yayınevi, 2005c.
113

BRANDAU, Birgit – SCHİCKERT, Hartmut; Hititler Bilinmeyen Bir Dünya


İmparatorluğu, çev. Nazife Mertoğlu, Ankara, Arkadaş Yayınları, 2003.

BRAUDEL, Fernand; Uygarlıkların Grameri, çev. Mehmet Ali Kılıçbay,


Ankara, İmge Kitapevi, 2006.

BRYCE, Trevor; Hitit Dünyasında Yaşam ve Toplum, çev. Müfit Günay,


Ankara, Dost Yayınevi, 2003.

CERAM, C.W. ; Tanrıların Vatanı Anadolu, çev. N. Erendor, İstanbul,


Remzi Kitapevi, 1984.

ÇETİNARSLAN, Ahmet; Uygarlık Tarihi, Ankara, 2001.

CEVİZCİ, Ahmet; Felsefe Sözlüğü, Ankara, Ekin Yayınları, 2. Baskı, 1996.

CHİLDE, Gordon; Doğunun Prehistoryası, çev. Ş. Aziz Kansu, İstanbul,


TTK Yayınları, 1984.

CHİLDE, Gordon; Kendini Yaratan İnsan, çev. Filiz Ofluoğlu, İstanbul,


Varlık Yayınları, 4. Baskı, 1992.

CHİLDE, Gordon; Tarihte Neler Oldu, çev. A. Şenel-M. Tunçay, İstanbul,


Kırmızı Yayınları, 2006.

CLAESSEN, Henri; Erken Devlet, çev. Alaettin Şenel, Ankara, İmge


Kitapevi, 1993.

CLOUGH, S.B. ; Uygarlık Tarihi, çev. N. Önol, İstanbul, Varlık Yayınları,


1965.
114

CONTENAU, Gerard; La Civilisation des Hittites et des Mitanniens, Paris,


1934.

ÇETİNARSLAN, Ahmet; Uygarlık Tarihi, Ankara, 2001.

ÇİLİNGİROĞLU, Altan; “Sargon’un Sekizinci Seferi ve Bazı Öneriler”,


Anadolu Araştırmaları IV-V, 1976–1977, İstanbul, İÜEF Yayını, 1977, s.
235–251.

ÇİLİNGİROĞLU, Altan; Urartu ve Kuzey Suriye (Siyasal ve Kültürel


İlişkiler), İzmir, EÜEF Yayını, 1984.

ÇİLİNGİROĞLU, Altan; Urartu Tarihi, İzmir, EÜEF Yayını, 1994.

ÇİLİNGİROĞLU, Altan; Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir, EÜ Yayınları,


1997.

DARGA, Muhibbe; Hitit Mimarlığı I, İstanbul, İÜEF Yayını, 1985.

DE MARTİNO, Stefano; Hititler, çev. Erendiz Özbayoğlu, Ankara, Dost


Kitapevi, 2003.

DEMİRCİOĞLU, Halil; Roma Tarihi I, Menşelerden Akdeniz Havzası’nda


Hâkimiyet Kurulmasına Kadar, Ankara, TTK Yayınları, 1987.

DİAKOV, V. – KOVALEV, S. ; İlkçağ Tarihi, çev. Özdemir İnce, Ankara, V


Yayınları, 1987.

DİNÇOL, Ali M.; Eski Anadolu Dillerine Giriş, İstanbul, İÜEF Yayını, 1970.

DİNÇOL, Ali M. ; “Hititler”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, cilt 1,


İstanbul 1982, s. 17–120.
115

DİNÇOL, Ali M. ; “Cultural and Political Contacts Between Assyria and


Urartu”, Tel Aviv, 21, s. 6–21, 1994.

DÖRNER, Frıedrıch Karl; Nemrut Dağı’nın Zirvesinde Tanrıların Tahtları,


Ankara, TTK Yayınları, 1990.

ERKANAL, Hayat ; “Mezopotamya”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt


II, İstanbul, 1998.

ERTEM, Hayri; Boğazköy Metinlerinde Geçen Coğrafya Adları Dizini,


Ankara, AÜDTCF Yayını, 1973.

ERTEM, Hayri; Hitit Devletinin İki Eyaleti: Pala-Tum(m)ana, Ankara, 1980.

ERHAT, Ezra; Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, Remzi Kitapevi, 1989.

ERZEN, Afif; “İlk Çağ Tarihinde Kıbrıs”, Belleten, Cilt XL, Sayı 157, 1976.

ERZEN, Afif; Doğu Anadolu ve Urartular, Ankara, TTK Yayınları, 1984.

FREEMAN, Charles; Mısır, Yunan ve Roma, çev. Suat Kemal Angı, Ankara,
Dost Kitapevi, 2005.

GARSTANG, J. – GURNEY, O.R. ; Geography, London, 1959.

GÜNALTAY, M. Şemsettin; Türk Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark,


Elam ve Mezopotamya, Ankara, TTK Yayınları, 1987.

GÜNBATTI, Cahit; “Kültepe’den Akadlı Sargon’a Ait Bir Tablet”, Archivum


Anatolicum 3, Ankara, 1997.
116

GÜNBATTI, Cahit; “Akadlı Sargon”, Arkeoatlas Dergisi, İstanbul, Sayı 3,


2004a, s.16.

GÜNBATTI, Cahit; “Anadolu’nun Politik Manzarası”, Arkeoatlas Dergisi,


İstanbul, Sayı 3, 2004b, s.18–19.

GÜNDÜZ, Altay; Mezopotamya ve Eski Mısır, İstanbul, Büke Yayınları,


2002.

GÜTERBOCK, Hans Gustav; “ Alte und Neue Hethitische Denkmaler”, Halil


Ethem Hatıra Kitabı I, Ankara, 1947, s. 48–51.

GÜTERBOCK, Hans Gustav; “The deeds of Suppiluliuma”, JCS X/2, 1956,


s. 41–130.

HALKIN, Leon E.; Tarih Tenkitinin Unsurları, çev. B. Yediyıldız, Ankara,


TTK Yayınları,1989.

HANÇERLİOĞLU, Orhan; Felsefe Sözlüğü, İstanbul, Remzi Kitapevi, 1973.

HELCK, Wolfgang; Die Beziehungen Aegyptens zu Varderasien im 3 und


2. Jahrtausend v. Chr., Wiesbaden, 1962.

HIRÇIN, Selen; Çivi Yazısı: Ortaya Çıkışı, Gelişmesi, Çözümü, İstanbul,


1988.

İNAN, Afet; Eski Mısır Tarihi ve Medeniyeti, Ankara, TTK Yayınları, 1987.

İPLİKÇİOĞLU, Bülent; Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları, Ankara, Bilim Teknik


Yayınevi, 1994.
117

J. NISSEN, Hans; Ana Hatlarıyla Mezopotamya, çev. Z. Zühre İlkgelen,


İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2007.

KANSU, Şevket Aziz; İnsanlığın Kaynakları ve İlk Medeniyetler, Ankara,


TTK Yayınları 1971.

KARAUĞUZ, Güngör; Hititler Döneminde Anadolu’da Ekmek, İstanbul,


Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006.

KELLNER, Hans Jörg; Voties From Urartu, Ankara, TTK Yayınları, 1986.

KELLNER, Hans Jörg; Gürtel in Urartu, Ankara, TTK Yayınları, 1999.

KINAL, Füruzan; “Amarna Çağında Hurriler”, Sumeroloji Araştırmaları,


AÜDTCF çalışmalarından ayrı basım, İstanbul, 1941. s. 1040–1060.

KINAL, Füruzan; “Šuppiluliuma’nın Suriye Seferleri”, Belleten, cilt XI, sayı


41, 1947, s. 1–13.

KINAL, Füruzan; Arzava Memleketlerinin Mevkii ve Tarihi, Ankara, 1953.

KINAL, Füruzan; “Yamhad Krallığı”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi,


Cilt VI, Sayı 8–9, Ankara, 1967.

KINAL, Füruzan; “Ugarit Krallarının Tarihi”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları


Dergisi, VIII-XII, Ankara, 1970, s. 14–23.

KINAL, Füruzan; “Hitit Devletleri İçin Kuzey Suriye’nin Önemi”, Atatürk


Konferansları, IV, 1970’den Ayrıbasım, Ankara, 1973, s. 1–13.

KINAL, Füruzan; “Eski Anadolu Tarihinde Bazı Değişmeler”, Anma Kitabı,


Ankara, AÜDTCF Yayını, 1974, s. 401–424.
118

KINAL, Füruzan; Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara, AÜDTCF Yayınları,


1983.

KINAL, Füruzan; Eski Anadolu Tarihi, Ankara, TTK Yayınları, 1987.

KLENGEL, Horst; Kral Hammurabi ve Babil Günlüğü, çev. Nesrin Oral,


İstanbul, Telos Yayıncılık, 2001.

KLOCK, Isabelle F. ; Hititler, Ankara, Dost Yayınevi, 2005.

KRAMER, Samuel N. ; Tarih Sumerde Başlar, çev. Hamide Koyukan,


İstanbul, Kabalcı Yayınları, 2. Baskı,1999.

KUZOĞLU, Remzi; Eski Asurca Metinlerde Geçen Coğrafya Adları,


Ankara, Basılmamış Doktora Tezi, 2007.

KÜTÜKOĞLU, Mübahat S; Tarih Araştırmalarında Usul, İstanbul, Kubbealtı


Yayınları, 1995.

KÖROĞLU, Kemalettin; Eski Mezopotamya Tarihi, İstanbul, İletişim


Yayınları, 2006.

LANDSBERGER, Benno; “Sumerler”, AÜDTCF Yayınları, Cilt 1, Sayı 5,


Ankara, 1943, s. 89–96.

LANDSBERGER, Benno; “Mezopotamya’da Medeniyetin Doğuşu”, AÜDTCF


Yayınları, Cilt 2, Sayı 3, Ankara, 1944, s. 419–429.

LEAKEY, L.S. B. ; İnsanın Ataları, çev. Güven Arsebük, Ankara, TTK


Yayınları, 1971.
119

LLOYD, Seton; Türkiye’nin Tarihi, çev. Ender Varinlioğlu, Ankara,


TÜBİTAK Yayınları, 2. Baskı, 1997.

MAİSELS, Charles Keith; Uygarlığın Doğuşu, çev. Alâeddin Şenel, Ankara,


İmge Kitapevi,1999.

MACGUEEN, J.G.; Hititler, Ankara, İmge Kitapevi, 2001.

MANSEL, A. Müfid; Eski Doğu ve Ege Tarihinin Ana Hatları, İstanbul, İÜEF
Yayınları, No: 266, 1945.

MANSEL, A. Müfid; Ege ve Yunan Tarihi, Ankara, TTK Yayınları, 5.


Baskı,1988.

Mc NEİL, H. William; Dünya Tarihi, çev. Alâeddin Şenel, Ankara, İmge


Kitapevi, 5. Baskı, 2001.

MAYER, Walter; “Sargon’un Urartu Seferi”, çev. Füruzan Kınal, Askeri Tarih
Bülteni, Yıl 7, Sayı 14, 1982, s. 61–82.

MELLAART, James; Yakındoğu’nun En Eski Uygarlıkları, çev. Bilgi Altıok,


İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1998.

MELLAART, James; Çatalhöyük, çev. Gökçe Bike Yazıcıoğlu, İstanbul, Yapı


Kredi Yayınları, 2003.

MEMİŞ, Ekrem; “Filistin Kime Aittir”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 1,
Sayı 1, No 1, Ankara, 1985.

MEMİŞ, Ekrem; “Anadolu’nun Eski Şark ve Eski Garp Dünyaları Arasındaki


Yeri”, S.A.M. Selçuk Dergisi, Sayı 1, Konya, 1986, s. 59–64.
120

MEMİŞ, Ekrem; “Hitit Siyasi Tarihinde Taht Mücadeleleri”, S.Ü. Eğitim


Fakültesi Dergisi, Sayı 1, Konya, 1987, s. 113–117.

MEMİŞ, Ekrem; “ Eskiçağ Türkiye’sinde Ordunun Önemi”, S.Ü. Eğitim


Fakültesi Dergisi, Sayı 2, Konya, 1988.

MEMİŞ, Ekrem; Tarih Coğrafyasına Giriş, S.Ü. Eğitim Fakültesi Yayını,


Konya, 1990.

MEMİŞ, Ekrem – KÖSTÜKLÜ, Nuri; Tarih Boyunca Ortadoğu-Anadolu


İlişkileri, Konya, Selçuk Üniversitesi Yayını, 1992.

MEMİŞ, Ekrem; Genel Tarih, Konya, Öz Eğitim Yayınları, 1997.

MEMİŞ, Ekrem; “Asur Devletlerinin Anadolu Politikası”, XII. Türk Tarih


Kongresi, I. Cilt, Ankara, TTK Yayınları, 1999, s. 65–73.

MEMİŞ, Ekrem; Eskiçağ Tarihinde Doğu-Batı Mücadelesi, Konya, Çizgi


Kitapevi, 2. Baskı, 2001.

MEMİŞ, Ekrem; Eskiçağ Türkiye Tarihi, Konya, Çizgi Kitapevi, 4. Baskı,


2002.

MEMİŞ, Ekrem; Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Bursa, Ekin Kitapevi, 2006.

MEMİŞ, Ekrem; Eskiçağda Mezopotamya, Bursa, Ekin Kitapevi, 2007.

MİEROOP, Marc van de; Antik Yakındoğu’nun Tarihi, çev. Sinem Gül,
Ankara, Dost Kitabevi, 2006.

MORGAN, L. Henry; Eski Toplum, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Payel


Yayınevi, 1986.
121

NAUMANN, Rudolf; Eski Anadolu Mimarlığı, çev. Beral Marda, Ankara,


TTK Yayınları, 1975.

NİSSEN, Hans J. ; Ana Hatlarıyla Mezopotamya, çev. Z. Zühre İlkgelen,


İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2004.

OATES, Joan; Babil, çev. Fatma Çizmeli, Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2004.

OHRİ, İskender; Anadolu’nun Öyküsü, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1987.

OTTEN Heınrıch; Hethiter, Hurriler und Mitanni, Frankfurt, 1966.

OTTEN Heınrıch; “Hitit Tarihinin Kaynakları ve Eski Doğu Kronolojisi”,


Belleten, Cilt XXXIII, Sayı 131, 1969, s. 361–369.

OTTEN Heınrıch; Die Bronzetafal aus Boğazköy, Wiesbaden, 1988.

ÖZÇELİK, Nazmi; İlk Çağ Tarihi ve Uygarlığı, Ankara, Nobel Yayın, 2.


Baskı, 2004.

ÖZGÜÇ, Tahsin; Kültepe Kazı Raporu, Ankara, TTK Yayınları, 1948.

ÖZGÜÇ, Tahsin; “Anitta Hançeri”, Belleten, Cilt XX, Sayı 77, 1956, s. 29–36.

ÖZGÜÇ, Tahsin; Kültepe Kaniš/Neşa, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2005.

READE, Julıan; Mesopotamia, Londra, British Museum Press, 1991.

R. PAYNE, Margaret; Urartu Çivi Yazılı Belgeler Katalogu, İstanbul,


Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006.
122

ROAF, Michael; “Mezopotamya ve Eski Yakındoğu”, çev. Zülal Kılıç, İletişim


Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, IX Cilt, İstanbul, İletişim Yayınları,
1996.

RİBARD, Andre; İnsanlığın Tarihi, çev. E. Başar-Ş. Yalçın-H. Berktay,


İstanbul, Say Yayınları, 2. Baskı, 1983.

SALVİNİ, Mirjo; Urartu Tarihi ve Kültürü, çev. Belgin Aksoy, İstanbul,


Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006.

SEVER, Erol; Asur Tarihi, İstanbul, Kaynak Yayınları,1996.

SEVİN, Veli; Anadolu Arkeolojisi’nin ABC’si, İstanbul, Simavi Yayınları,


1991.

SEVİN, Veli; Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, I. Cilt, Ankara, TTK Yayınları,


1. Baskı, 2001.

SEVİN, Veli; Anadolu Arkeolojisi Başlangıçtan Perslere Kadar, İstanbul,


Der Yayınları, 3. Baskı, 2003.

SOMMER, Ferdinand; Die Ahhijava-Urkunden, München, 1932.

ŞAHİN, Muhammet; Uygarlık Tarihi, Ankara, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık,


2002.

ŞENEL, Alâeddin; İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Ankara, Birey ve


Toplum Yayınları,1985.

ŞENEL, Alâeddin; Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, Bilim ve Sanat


Yayınları, 6. Kısaltılmış Basım, 1997.
123

TANİLLİ, Server; İnsanlık Tarihine Giriş, İstanbul, Say Dağıtım,1989.

TANİLLİ, Server; Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, I. Cilt, İstanbul, Adam


Yayınları, 2. Baskı, 1999a.

TANİLLİ, Server; Uygarlık Tarihi, İstanbul, Adam Yayınları, 1. Baskı, 1999b.

TARHAN, M. TANER; “Urartu Devletinin Yapısal Karakteri”, IX. Türk Tarih


Kongresi, Ankara 1–25 Eylül 1981, Kongreye Sunulan Bildiriler, A.V/351–1,
s. 285–301.

TARHAN, M. TANER; “Urartu Devleti’nin Kuruluş Evresi ve Kurucu


Krallardan Lutupri=Lapturi Hakkında Yeni Görüşler”, Anadolu Araştırmaları
VIII, 1982, s. 69–114.

TOSUN, Mebrure; Mezopotamya Silindir Mühürlerinde Hurri-Mitanni


Üslubu, Ankara, AÜDTCF Yayınları, 1956.

UHLIG, Helmut; Avrupa’nın Anası Anadolu, çev. Yasemin Bayer, İstanbul,


Telos Yayınları, 2007.

UNGER, Eckhard; Tiglatpileser III-Ün Oğlu Asur Kıralı Sargon II, İstanbul,
İstanbul Asarıatika Müzeleri Neşriyatı, 1933.

UMAR, Bilge; Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, Cilt I, İzmir, E.Ü. Basın Yayın
Yüksekokulu Yayını, 1982.

UMAR, Bilge; Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, Cilt II, İzmir, E.Ü. Basın Yayın
Yüksekokulu Yayını, 1984.

ÜNAL, Ahmet; Hititler Devrinde Anadolu 1, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat


Yayınları, 2002.
124

ÜNAL, Ahmet; Hititler Devrinde Anadolu 2, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat


Yayınları, 2003.

ÜNAL, Ahmet; Hititler Devrinde Anadolu 3, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat


Yayınları, 2005.

VEENHOF, K.R. ; The Old Assyrian List of Year Eponyms from Karum
Kanish and its Chronological Implications, Ankara, TTK Yayınları, VI/64,
2003.

WESTENHOLZ, Joan Goodnich; Legends of The Kings of Akkade,


Eisenbrauns Winona Lake, İndiana, 1997.

YAMANLAR, Emine; Uygarlık Tarihi, Ankara, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık,


2000.

YILDIRIM, Recep; “Urartu’nun Batı Bölgesi”, XI. Türk Tarih Kongresi, (5–9
Eylül 1990), Kongreye Sunulan Bildiriler, I. Cilt, Ankara, TTK Yayınları, 1994,
s. 287- 294.

YILDIRIM, Recep; Önasya Tarih ve Uygarlıkları, İzmir, Meram


Yayıncılık,1996a.

YILDIRIM, Recep; Eskiçağ’da Anadolu, İzmir, Meram Yayıncılık,1996b.

YİĞİT, Turgut; “Akkadlar Devrinde Anadolu’nun Siyasal Yapısı”, AÜDTCF


Dergisi, Cilt 40, sayı 3–4, 2000a, s.13–28.

YİĞİT, Turgut; “Tabal”, AÜDTCF Dergisi, XL/3–4, 2000b, s. 177–189.


125

HARİTALAR VE RESİMLER

Harita 1: Antik Yakındoğu


126

Harita 2: Eski Akad Devleti


127

Harita 3: II. Binyıl Başlarında Bölgesel Devletler


128

Harita 4: Yeni Krallık Devrinde Hitit Devleti


129

Harita 5: İkinci Binyılın İkinci Yarısında Yakındoğu’daki Siyasi Sistemler


130

Harita 9: Orta Asur Devleti

Harita 6: Orta Asur Devleti


131

Harita 7: Urartu Devleti ve Kuzey Suriye


132

Resim 1: Çatalhöyük Geometrik Bezemeli Duvar Resimleri

Resim 2: Çatalhöyük Duvar Boyalarından Bir Av Sahnesi


133

Resim 3: Çatalhöyük Simgesel Bezemeli Duvar Resmi

Resim 4: Çatalhöyük Tapınağı Boya Kabartması


134

Resim 5: Akadlı Sargon (Šarru-kěn)


135

Resim 6: Sargon Tableti


136

Resim 7: Naram-Sin Steli


137

ÖZET

ERSOY, Selim. M.Ö. II. Binde Mezopotamya-Anadolu Siyasi Münasebetleri,


Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008.

Tezimizin konusunu, M.Ö. II. bin yılda Mezopotamya ve Anadolu


arasındaki siyasi münasebetler oluşturmaktadır. Mezopotamya ile Anadolu
arasındaki ilişkilerin çok eski devirlere kadar uzandığı bilinmektedir. Bu uzun
tarihsel süreç içerisinde, birbirinden farklı coğrafi, siyasi, kültürel ve sosyo-
ekonomik şartlara sahip olan bu iki bölge arasında yoğun bir ilişki
yaşanmıştır. Anadolu’da güçlenen her devletin ilk hedeflerinden biri o
zamanlar medeniyetin beşiği olan Mezopotamya olmuştur. Mezopotamya’da
güçlenen her devlet ise Anadolu’nun zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını
ele geçirmeyi amaçlamıştır.
Mezopotamya-Anadolu arasındaki siyasi ilişkilerinin kökeni M.Ö. III.
bin yılda Akadların Anadolu’ya yönelik faaliyetlerine kadar uzanmaktadır.
M.Ö. II. bin yılda Anadolu’daki güçlü Hitit imparatorluğu medeniyetin beşiği
Mezopotamya’ya doğru bir yayılma politikası izlemiştir. Hurri-Mitanni
devletinin Hitit saldırıları sonucunda zayıflaması Asur devletinin yükselişini
kolaylaştırmıştır. Asurlular, zaman içerisinde Hitit gücünün zayıflamasından
faydalanarak bölgede yeniden baskı kurmaya başlamışlardır. Bu dönemde
Mezopotamya’dan Anadolu’ya doğru bir yayılım başlamıştır. Asur,
Anadolu’nun sahip olduğu maden ve özellikle de demir kaynaklarını ele
geçirmek için sürekli bir çaba sarf etmiştir. Kuzeye yayılım politikaları
çerçevesinde, Urartu devleti ile olan ilişkilerinde, Doğu Anadolu’da kurulmuş
olan bu devletin coğrafi konumu ve doğal zenginlik kaynakları belirleyici bir
rol oynamıştır.

Anahtar Sözcükler: 1. Hitit 2. Akad 3. Mitanni 4. Asur 5. Urartu


138

ABSTRACT

ERSOY, Selim. B.C. 2000 Mesopotamia and Anatolia Political Releations,


Master Study, Ankara, 2008.

The subject of our thesis is political relations between Anatolia and


Mesopotamia in the second millenium B.C.. It is known that the relations
between Anatolia and Mesopotamia lasts until earlier time. İn this long
period, these regions that had different geographical, political, culturel and
socio-economical characteristics, had strong relations with each other. One
of the primary aim of the states which became powerful in Anatolia was to
take the control of Mesopotamia that was the cradle of civilization in that era.
On the other hand, the states which gained power in Mesopotamia aimed to
capture of the rich subsurface and surface materials of Anatolia region.
The basic of political relations between Anatolia and Mesopotamia
lasts Akkade’s activities that targeted Anatolia in the third millenium B.C.. İn
the second millenium B.C., the powerful Hittite Empire followed an
enlargement politics towards Mesopotamia. The weakening of Hurri-Mitanni
State due to the attacks of Hittite made Assyria’s rise easy. Assyrian
restarted to repressure in the region as Hittite weakened by the time. İn that
era, deployment activities started from Mesopotamia to Anatolia. Assyria
expended continuous effort to capture mine reserves and especially iron
reserves of Anatolia. İn the frame of enlargement politics, Assyria’s relations
with Urartu Satate that founded on East Anatolia was mainly shaped
according to geographical position and naturel resources of Urartu region.

Key Words: 1. Hittite 2. Akkade 3. Mitanni 4. Assyrian 5. Urartu

You might also like