Professional Documents
Culture Documents
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Tezi Hazırlayan
Fatma TOMBAK
Tezi Yöneten
Yrd. Doç. Dr. Özen TOK
Haziran 2006
KAYSERİ
II
III
ÖNSÖZ
Küreselleşme, yerel pazar ve piyasaların 18. yy’da dünyaya açılmasıyla büyük atılımını
yaparken 20. yy’ın sonlarına doğru özellikle 1990 yıllarında dünyanın tek kutuplu
düzene girmesiyle kendi karışık yapısını; değişen ve gelişen teknoloji, siyasal ve sosyo–
ekonomik oluşumlar ile daha da karışık hâle getirmiştir.
11 Eylül 2001 olayı ile terör, dünya gündemine damgasını vururken; küreselleşme
olgusunun etkisi ile terör olayı da bütün vahşetkâr yüzüyle tüm dünyada hissedilmiştir.
Tarihi çok eski zamanlara kadar uzanan terör olayı, 11 Eylül 2001 tarihinden sonra
küresel bazda etkilenme süreci geçirerek “küresel terör olgusu” kavramının sorgulanma
sürecini başlatmıştır.
Yeniden şekillenen dünyada Ortadoğu, çok eski çağlardan beri cazibe merkezi olup,
etnik, dinî ve kültürel bakımdan farklı unsurların yer aldığı bir alan olurken, büyük
suyolları ve akarsu kaynakları, yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle büyük güçler için
gerek, jeostratejik gerekse de jeopolitik konumu bakımıyla bu coğrafya, çekiciliğini
devam ettirmektedir.
Etnik ve dinî unsurların yer aldığı, coğrafî bakımdan bu cazibe merkezi, karışık bir yapı
gösterirken, İslâm’ı arkasına almaya çalışan birçok örgüt de yine bu bölgede kendi
oluşumunu gerçekleştirmiştir. Hamas örgütü de bu çerçeve dâhilinde bir örgüt olup,
Ortadoğu Bölgesi’nde varlığını sürdürmektedir.
Yeni Dünya düzeni, dünyayı şekillendiren bir süreç olup, günümüzde oluşumunu ve
yapılanmasını hâlâ devam ettirmektedir. Yeni Dünya Düzeni, globalleşme ve
küreselleşme adı altında yapılanmasını devam ettirirken, her alanda yaptığı etkileri ile
de gündemden düşmemektedir.
11 Eylül 2001 olayı ile damgasını etkili bir biçimde gösteren terör olayları, yeniden
şekillenen düzenle daha da etkili hâle gelirken, daha kısa zamanda istediği bölgede
hareket imkânı bulmayı da başarmıştır. Çok kültürlü büyük bir alanda bulunan
Ortadoğu terör olaylarının vuku bulduğu bir alan olurken, terör ve İslâm olgusunun bu
bölge bağlamındaki birbirlerine etkileri ve iki olgu arasında yer alan diğer oluşumlar
değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Gündemdeki konumu ile bu kadar önemli olan
küreselleşme, terör ve İslâm’ın Hamas Örgütü ile olan ilişkileri, önemi, mahiyeti
hazırlanan Yüksek Lisans Tezi ile sunulmuştur.
“Yeni Dünya Düzeni ve Ortadoğu Bağlamında Hamas Örgütü” adlı tez hazırlanırken
kütüphanelerden, internetten, günlük Türkçe gazetelerden, haftalık ve aylık süreli
yayınlardan, yine tez konumla ilgili yurtiçi ve yurtdışında yayınlanmış kitap ve makale
ile zenginleştirilmiş kaynaklarla konuya yönelik değerlendirme yapılmıştır. Araştırma
eserleri incelendikten sonra araştırma konusu ile bilgiler not edilmiştir. Son aşamada not
V
edilen fişler bir değerlendirmeye tabi tutularak yazım aşamasına geçilmiş ve Yüksek
Lisans Tezi tamamlanmıştır.
Fatma TOMBAK
ÖZET
Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan Küreselleşme; yeni bir olgu olmayıp, başlangıç
süreci tarihin eski dönemlerine kadar uzamaktadır. Serbest piyasa ekonomisi, serbest
dolaşım gibi ekonomik yapılanmaları kapsadığı gibi sosyal ve siyasal yapılanmaları da
etki çemberine dâhil etmektedir.
11 Eylül 2001 olayı ile terör bütün dünyada ses getirirken, İslâm’ın orijinine, yapısına
ve kimliğine de zarar vermiştir. Dünya konjonktüründe çok önemli bir yere sahip olan
Ortadoğu Bölgesi, dinî kimlik olarak büyük çoğunlukla İslâm dinine mensup insanları
barındırmaktadır.
Bulunduğu konumu dolayısıyla önemli bir alanda bulunan Ortadoğu Bölgesi’nde İslâm
ile bağdaştırılan birçok örgüt faaliyet göstermektedir. Bu bölgede faaliyet gösteren
örgütlerden birisi de Hamas (Harekât al–muqawama al–İslâmia) (İslamî Direniş
Örgütü’dür.) örgütü’dür.
Hamas Örgütü bir İslâmî direniş örgütü olup Ortadoğu’da kendi harekât alanını
korumaya çalışan, kendi sınırlarını ve topraklarını koruma altına almak isteyen yapısını
ve kimliğini İslâmiyet’le özdeşleştiren vatan savunma hareketinin direniş örgütü ile
teşkilâtlandırılmış biçimidir.
2006 Ocak ayından sonra kamuoyu tarafından Filistin Devleti’ni temsil edebilmek için
parlamentoya birinci parti olarak girmiş olup siyasî varlığını kabul ettirmiştir.
Fatma TOMBAK
ABSTRACT
The globalization named as new fact, the beginning process goes back to ancient times
of history. As it involves the economical structures such as open market economy and
free mobility, it also has the influence on social and political structures.
While the terrorism has a wide–spread effect around the world by 11 th September, it
has also injured the Islam’s origin, structure and identity. The Middle East region which
takes an important part within the world scope, has been including mostly the members
of Islam as a religious identity.
There are several running organizations which are the members of Islam in Middle east
region that has a jeostrategic location in the area.
Hamas is an Islamic revival organization that tries to keep its activity within the borders
of Middle East, desires to defend its borders and land, harmonizes its structure and
identity with Islam in the point of uniting the revival organizasiton and the movement of
motherland defence.
It got its policy existence accepted, getting into the parliement as being the first party
inorder to represent Palestinian state by the public after the election which held in
January 2006.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ...................................................................................................................... III
ÖZET......................................................................................................................... VI
ABSTRACT .............................................................................................................VII
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................VIII
KISALTMALAR ..................................................................................................... XI
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
1. BÖLÜM
1.1.1.3. Dönüşümcüler................................................................... 11
Şekillenmesi................................................................................... 35
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
Konumu ..................................................................................................... 83
Süreç 87
SONUÇ...................................................................................................................... 91
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 93
E K L E R................................................................................................................ 104
ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................ 110
XI
KISALTMALAR
GİRİŞ
I. Konu:
Buhar makinesinin sanayide kullanılması, sanayi devriminin 18. yy. sonlarına doğru
temellerini atması büyük çaplı değişimin temellerini oluşturmuştur. Bu yeni gelişmelere
yol açarken, büyük pazarların oluşmasının da başlangıcı olmuştur. Bugün, 21. yy.’ın
başlangıcında bu büyük pazarların hızlı gelişimi, kendi karışık yapısının genişlemesi,
iletişim ve bilişim devriminin de hızla genişleyip, büyük bir ağ meydana getirmesi “yeni
dünya düzeni” adı verilen küreselleşme olgusunu meydana getirmiştir. Yeni Dünya
Düzeni olarak adlandırılan küreselleşme serbest dış ticaret, serbest dolaşım, serbest
piyasa ekonomisi gibi ekonomik oluşumların gelişmesine büyük fırsat tanınmasının
yanı sıra, tek tip yaşam tarzı sunması: aynı içecek, aynı yiyecek vb. Gibi kültürel
hareketleri ile ulus-üstü birliklerin oluşumu ve ulus-devlet modelinin sorgulanması gibi
siyasal hareketleri de beraberinde getirmiştir1.
11 Eylül 2001 ile terör, büyük ses getirip dünyaya korku salarken, teknoloji ve
iletişimin son yirmi yılda atağa geçmesi, bilgisayar ve telefonun hayatımızın ayrılmaz
parçası olması, terörü de uluslar arası boyuta taşımıştır.
11 Eylül 2001 olayı ile terör dünya gündemine damgasını vururken, İslâmî terörün var
olup olmadığını, terörün; kimliğini, anlayışını, kendi içerisindeki var oluş sebebini
sorgulayan birçok etkeni, farklı disiplinler içerisinde, farklı bir bakış açısı ile
incelenmesini sağlayan derin ve zıt söylemleri de beraberinde getirmiştir.
Küreselleşen dünyada, Ortadoğu, etnik, dinî ve kültürel bakımdan karışık bir yapı arz
ederken, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olan bu alan, jeostratejik ve
jeopolitik mahiyette özel bir yapı arz etmektedir. Bu karışık yapının içerisinde,
kurucuları Müslüman olan birçok örgüt de faaliyet göstermektedir. Bu örgütlerden birisi
de Hamas Örgütü olup, Hamas’ın; temellerini, hedeflerini Ortadoğu’daki yapılanmasını,
küresel terör ekseninde mevcudiyetini incelerken, “Yeni Dünya Düzeni ve Ortadoğu
Bağlamında Hamas Örgütü” adlı tezde, küreselleşmenin meydana getirdiği farklı
oluşumların, dünya üzerindeki mevcudiyeti incelenmeye çalışılmıştır. Zaten var olan
1
F. Fuat Keyman; Ali Yaşar Sarıbay; Küreselleşme, Toplum ve İslâm, (Der.: E. Fuat Keyman, Ali Yaşar
Sarıbay), Vadi Yayınları, Konya 1998, s.98.
2
terörün, 20. yy.’ın son çeyreğinde dünyayı etkisi altına almaya başlayan küreselleşme
olgusuyla nasıl ivme kazanıp; İslâm’da var olmayan terörün, İslâm’la nasıl
şekillendirilip belirli bir formata sokulduğu incelenmiştir2. Hamas Örgütü de bu
bağlamda değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
II. Amaç:
Her geçen gün dünyaya daha da hâkim olmaya başlayan küreselleşme, artan bir ivme ile
siyasal, kültürel ve ekonomik yönden bütün dünyayı etkisi altına almaya devam
etmektedir.
18. yy.’da, buhar makinesinin İngiltere’de sanayide kullanılması, kol gücünün getirdiği
zorlukları bertaraf ederken, sanayi devriminin yapılanmasının da çıkışını oluşturmuştur.
Bu gelişme, 19. yy.’da ki yeni gelişmelere yol açarken, dünya pazarının daha karışık bir
yapı arz etmesini de sağlamıştır. 17. yy.’dan beri İngiltere, dış ticaretini, sömürge
alanlarını kapsayacak şekilde bir politika izlemiştir. Ne var ki
2
Tarık Ali; Fundamentalistler Çatışması, Haçlı Seferleri¸ Cihadlar ve Modernite, (Çev.: Abdullah
Yılmaz), Everest Yayınları, İstanbul 2002, s.179.
3
Edward Said; Oryantalizm: Sömürgeciliğin Kesit Yolu, (Çev.: Nezih Uzel), Pınar Yayınları, İstanbul
1998, s.68.
3
20. yy.’ın da başları İngiltere’si dünyaya tek hâkim güç değildi. Bu zaman diliminde
İngiltere bütün isteklerini dünyaya kabul ettirecek bir erk sahibi değildi. Almanya,
Fransa, ABD ve Çarlık Rusya’sını Uzak Doğu'daki savaşta yenen Japonya gibi, eşit
güce sahip devletlerin dünya sahnesine çıkmasıyla, emperyalizm olarak nitelendirilen
olgu, ekonomik ve siyasal olarak hemen hemen eşit erke sahip bu devletler tarafından
kontrol edilmeye başlanmıştı4.
Böyle bir aşamadan geçen “Küreselleşme”: serbest piyasa ekonomisi, serbest dış
ticaret, serbest sermaye hareketleri gibi ekonomik boyutlarının yanı sıra, kültürel
tabandaki hareketler ile siyasal tabandaki ulus–devlet kavramının sorgulanması ve ulus
üstü birliklerin oluşumu gibi birçok biçimlenmeyi de beraberinde getirmiştir. Kendi
içerisindeki bu hızlı oluşumun etkilerini; gelişmiş, yarı–gelişmiş ve gelişmemiş
ülkelerde faklı hissettirmiş ve hissettirmektedir.
11 Eylül 2001 olayı, uluslararası politika ve hukuk açısından yarattığı muğlâklığın yanı
sıra, teröre ahlâkî ve siyasî içeriği tanımlanamayan ideolojik bir boyut da getirmiştir.
Terör olgusunu da kendi iç ve dış dinamiklerinde sarsılmaz bir mekanizma haline
dönüştürmüştür. Dünya yüzündeki herhangi bir bölgenin, herhangi bir zaman diliminde,
terör faaliyetlerine maruz kalabileceğini gösterirken, bu marjinal eylemlere karşı alınan
tedbirlerde marjinal bir yapı arz etmeye başlamıştır. Nitelik olarak, terör ile savaş
arasındaki çizgi kaybolmuş, belirsiz hâle gelmiştir. Düşmanın da net olarak
tanımlanamaması ve onun dâhilî - haricî olup olmadığının bilinememesi, iç ve dış
düşman kavramını da bulanıklaştırmıştır5.
11 Eylül’de, İslâm’ın radikal saldırı ile gündeme gelmesi, İslâm’ın temel anlayışına,
ruhuna zarar verici söylemleri de beraberinde getirmiştir. Aslında İslâm, silim ve selam
kelimelerinden gelmektedir. Silim barış, selam ise esenlik ve mutluluk anlamına
gelmektedir. İslâm’ın özü bütün sevgileri, bütün hümanistik değerleri kapsamaktadır.
İslâm’da ne terör, ne de kötülük vardır. İslâm’ın özündeki hümanistik anlayış ve
4
Gülten Kazgan; Küreselleşme ve Ulus Devlet / Ekonomik Düzen, Altın Kitaplar, İstanbul 1994, s.78.
5
Zühtü Arslan; 11 Eylül’ün “Öteki” Yüzü, Leviathan’ın Dönüşü, Doğu–Batı Dergisi, Sayı:20, C.11,
İstanbul 2002, s.85.
4
medeniyet 11 Eylül 2001 olayı ile beraber İslâmiyet’in dünyadaki bu imajını zedeleyici
nitelik kazanmış ve İslâm’la bağdaştırılamayacak terörün de yeniden tanımlanmasını ve
anlamlandırılmasını gündeme getirmiştir. İslâm’ın ve terörün; temelinin, siyasal
içeriğinin ve hedeflerinin, sosyolojik ve hukuksal bazda yeniden incelenmesine yol
açmıştır6.
Jeopolitik ve jeostratejik bakımdan büyük bir önem taşıyan Ortadoğu, İslâm içinde
büyük bir önem arz etmektedir. Bugün, Ortadoğu’nun sınırları ve alanı öznel boyut
sergilerken; Ortadoğu, İslâm’ın büyük kitlelere hitap ettiği, etnik ve kültürel yapıları
farlılık arz eden bir yapı oluşturmaktadır. Kültürel çeşitlilik gösteren Ortadoğu,
yaşamsal zenginliklerin de bir kısmana ev sahipliği yapmaktadır. Kültürel, tarihî ve
etnik dokusunun bu kadar geniş bir yapı arz ettiği Ortadoğu, Müslümanların kurduğu
birçok örgüte de ev sahipliği yapmaktadır. Hamas Örgütü de bu örgütlerden biri olup,
bu örgütün açılımı (Harakât al – Muqawama al – İslâmîa), İngilizcesi (İslâmîc
Resistance Movement) İslâmî Direniş Hareketidir. Hamas Örgütü’nün kurulmasındaki
temel hedef noktaları, Ortadoğu’nun mevcut durumu ve İslâmî unsurları ön plana
çıkaran bu tarz örgütlerin kökeni ve amaçları yeni dünya düzeni çerçevesinde
değerlendirilerek, terör ve küreselleşme boyutunda yeni bir bakış açısı getirilmek
istenmiştir7.
III. Önem:
Küreselleşme, dünyanın 20. yy.’ın ikinci yarısını, kendi iklimi altına alırken, bu yeni
oluşum 1980 sonlarında serbest piyasa ekonomisi, liberal politikalar, paranın hızlı bir
şekilde akışı, ticaretin ulusal değil, uluslar arası yatırımlarda büyük rol oynaması çok
uluslu şirketlerin dünya piyasalarına hâkim olması bu olgunun dünya üzerindeki var
oluşunu perçinleştirmiştir. 1990 yılında soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra
“Tek Kutuplu Dünya” dünya üzerinde daha karmaşık, tanımlanması daha zor oluşumlar
meydana getirmiştir. Soğuk savaş döneminde var olan ABD, Sovyet Rusya çatışması,
yerini belirsiz bir düşmana bırakarak; dünya yeni bir yapılanma sürecine girmiştir. ABD
bu yapılanma sürecinde dünyanın liderliği konumuna geçerek, kendi ekseni
doğrultusunda bütün çıkarlarını gözetmektedir.
6
Willis Herman; Küresel Zihniyet Değişimi, (Düşünce Tarzında Yeni Çağ Devrimi), (Çev.: Muhammed
Şeviker), İz Yayını, İstanbul 2002, s.35.
7
Emin Demirel; Dünyada Terör, IQ Yayını, İstanbul 2000, s.51.
5
11 Eylül 2001 olayından sonra bütün dünyayı etkisi altına alan terör, artık sadece terör
ile anılan ve tanımlanan bölgelerde değil; dünyanın bugün lideri konumundaki ülkelerde
de meydana gelerek; terör olgusuna bütün bölgeleri ve mekânları dâhil etmiştir8.
Dünya üzerinde etnik, dinî, kültürel ve jeopolitik yönüyle oldukça özel bir alanda yer
alan Ortadoğu, terör olaylarının sıkça meydana geldiği bir alan olduğu gibi, Ortadoğu
aynı zamanda İslâm’a inanan insanların bulunduğu coğrafya konumundadır.
Ortadoğu’da bu iki olgunun yer alması, bu iki olguyu beraber anlamlandırma yoluna
gitmiştir. Özünde barış, mutluluk ve esenlik olan İslâm, terör ile aynı düzlemde yer
almazken, İslâm’ın özünde terör ve terör içeren söylemler yoktur.
Çeşitli kimliklere sahip toplum ve devletlerin yer aldığı Ortadoğu, bu özelliği dolayısı
ile yine bu alanda farklı kimliklere ait örgütlerin var olmasına zemin hazırlamıştır.
Hamas Örgütü de Ortadoğu’da mevcut olan örgütlerden biri olup, bu çok kültürlü,
sosyal yapısı çeşitlilik gösteren alanda varlığını devam ettiren örgütlerden birisidir.
8
Asaf Hüseyin; Ortadoğuda Devlet ve Terör, Pınar Yayını, İstanbul 2001, s.76.
6
1. BÖLÜM
İngilizce kökenli bir kelime olup, küreselleşme; yerkürenin hepsini kapsayan, yer küre
içinde yer alanlar anlamına gelmektedir. “Globe” sözcüğü fiziksel bir şekli tanımlayarak
dünya, yerküre anlamına gelmektedir. Küreselleşme, globalizm kelimesinin Türkçe
karşılığıdır. Küresel kelimesi “bütün dünyayı kapsayan bütün yerküreyi içine alan” bir
anlam da taşımaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra hemen hemen bütün
dünyada kullanılmaya başlamıştır9.
Küreselleşme, tek bir kavramı ifade etmekten veya durağan bir süreci tanımlamaktan
ziyade, kişiler ve toplumlar arasındaki etkileşimin; iktisadî, siyasî, teknolojik, hukukî,
askerî, kültürel ve çevresel alanlarıyla ilgili olarak birden fazla olguyu içine alan bir
oluşumdur10.
Dünyanın neresinde olursa olsun bugün, yaşanan bir olgu olarak karşımıza çıkan
küreselleşme, ekonomik, sosyal ve siyasal bütün değerlendirmelerde anahtar bir kavram
olarak kendini göstermektedir. Kavram olarak sadece sosyo–politik çözümlemelerde
değil; sinema sektöründen, müzikteki yeni akımlara, sanattan edebiyata, insanların
9
Herman; Küresel Zihniyet Değişimi …, s.9.
10
Gülten Kazgan; Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi: Birinci Küreselleşmeden İkinci
Küreselleşmeye, Altın Kitaplar Yayını, İstanbul 1999, s.24.
11
Kadir Koçdemir; Küreselleşme Koordinatları Okumak, Ötüken Yayını, İstanbul 2002, s.15.
7
Özellikle son yirmi yıldır, Küreselleşme kazandığı ün sayesinde pek çok sorunun
analizinde çözümsel bir kuram olarak birçok kişi tarafından kullanılmaktadır. Bu
bağlamda, yerel addedilen birçok sorun da artık birer dünya sorunu haline gelme
yolundadır. Öyle ki, günümüz dünyasında, bir ülkede cereyan eden olayları dış
etkilerden yahut dünyanın her hangi bir bölgesinde meydana gelen değişme ve
gelişmelerden ayırt ederek düşünmek hemen hemen imkânsız hâle gelmiştir13.
Bu süreç İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesini takip eden gelişmelerle kendini
hissettirip dünya platformunda yer almaya başlarken, Sovyet Bloğu’nun çöktüğü 1990
yılından sonra ortaya çıkan gelişmelerle iyice belirginleşmiştir15. Böylece küreselleşme
kavramı; sosyal, kültürel ve iktisadî yönleri artık büyük ölçüde ulusları aşan bir nitelik
kazanmıştır. Bununla beraber, bazı sorunların dünya ölçeğinde ortaya çıkması ve öyle
kavranmaya başlaması, günümüzdeki kadar yoğun olmasa bile çok önceden beri var
olan bir gerçekliğin devamıdır16. Soğuk savaş 1990 yılında sona erdikten sonra içinde
bulunulan dünya, çok hızlı bir değişim sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu sürece gelene
kadar üç ana gelişme büyük mahiyet taşımaktadır. İlki; Ortaçağ karanlığından
kurtulmaya çalışan Batının, deniz aşırı yeni keşiflere bağlı olarak, elde ettiği zenginlik
ile Avrupa’nın gelişmesinde kilit noktasını oluşturmasıdır. Bu süreç, Avrupa’da 17.
yy.’ın yılların sonlarında başlayan endüstri devrimine kadar uzanıp gelmiştir. İkinci ana
gelişme ise 1890’da başlayan endüstri devrimi olmuştur. Endüstri devrimi Avrupa’nın
12
Rolad Robertson; Küreselleşme: Toplum Kuram ve Küresel Kültür, Bilim ve Sanat Yayını, İstanbul
1999, s.27.
13
Emre Kongar; Küresel Terör ve Türkiye (Küreselleşme, Huntington, 11 Eylül), Remzi Kitabevi,
İstanbul 2002, s.67.
14
Kazgan; Tanzimattan 21. Yüzyıla…, s.46.
15
Kongar; Küresel Terör…, s.78.
16
Koçdemir; Küreselleşme Koordinatları…, s.34.
8
Küreselleşmede üçüncü temel faktör ise, 1990’lı yıllarda tek bloğa dönüşen dünyada
küreselleşmenin randıman yakalamasıdır. 1970’li yıllarda hüküm sürmeye başlayan çok
uluslu şirketler 1990’lı yıllardan sonra tek başına liderliklerini ilân ederek; yeni dünya
düzeninde, tek kutuplu dünyada kendi ekonomik ve siyasî gücünü yaratmıştır. Böylece
son çıkışını yaparak marjinal bir sistem ve metot ile dünya üzerinde gücünü
hissettirmeye başlamıştır18. Bu radikal değişime uzanan süreçte, iki yüzyıla yakın bir
zaman diliminde meydana gelen değişimin ve bu süreçte meydana gelen gelişmenin ilk
iki dönemden farkı vardır. Bu fark, mesafe kavramının önemini yok ederek; kişilere,
toplumlara ve piyasalara çok daha kısa süre içerisinde ulaşılarak, teknolojik
gelişmelerin baş döndürücü bir şekilde gelişmesidir19.
Şu noktayı da göz ardı edemeyiz ki dünya tarihinde bir devletin mutlak amacı kendi
üstün gücünü kurarak, bütün dünyaya hâkim olma çabasıdır. Bu nedenle
küreselleşmenin tarihini çok eskilere kadar götürebiliriz20.
Küreselleşme kavramı aslında üzeri gizlenmiş bir kavramdır. Bu kavram iki yüzyıla
aşkındır devam eden sömürü politikasının sadece isim değiştirmiş biçimi olurken özde
ve düşünsel yapıda aynı olup, birbirinden hiçbir farkı yoktur. Fakat 1980’li yıllarda
başlayan dünya üzerindeki teknolojik gelişme, 1990’lı yıllarda daha da hızlanarak yeni
bir dönem başlatmada büyük önem kazanmıştır. Eski önemini kaybeden, alışagelmiş bir
söylem olan emperyalizm, “küreselleşme” kavramının eski adı olup sömürü
politikasının bir parçasıdır. Aslında küreselleşme kavramı bilinçli bir saptırma olup bir
17
S. Mehmet Aydın; Mustafa Erdoğan; Ali Yaşar Sarıbay ve Diğerleri; Siyasî, Ekonomik ve Kültürel
Boyutlarıyla Küreselleşme, Ufuk Yayınları, İstanbul 2002, s.23.
18
Antony Giddens; Elimizden Kaçıp Giden Dünya; Küreselleşme Hayatımızı Nasıl Yeniden
Şekillendiriyor, Alfa Yayını, İstanbul 2000, s.35.
19
Kongar; Küresel Terör…, s.81.
20
Kazgan; Tanzimattan 21. Yüzyıl…, s.51.
9
Bugün dünyaya egemen Batı, küreselleşmeyi yeni bir oluşum gibi dünyaya lanse
etmeye çalışmaktadır. Bu yapılanma Avrupa ve ABD merkezli olarak gelişmektedir. Bu
gelişmelerin temelini oluşturmak için kendilerine küresel temelde siyasal, sosyal ve
kültürel ilkeler ve normlar meydana getirmektedirler24.
21
Noam Choamsky; 11 Eylül, (Çev. : Dost Körpe), Om Yayını, İstanbul 2001, s.29.
22
Arıboğan; Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, Der Yayınları, İstanbul 1996, s.56.
23
Arıboğan; Globalleşmeas Senaryosu….., s.71.
24
Noam Choamsky; Dünya Düzeni: Eskisi, Yenisi, Metis Yayını, İstanbul 1995, s.56.
25
Noam Choamsky; Korsanlar ve İmparatorlar, (Çev.: Fatma Ünsal), Akademi Yayını, İstanbul 2001,
s.45.
10
Bunlara göre endüstri uygarlığının bir ürünü olan Ulus Devlet önemini yitirmiştir. Artık
küresel piyasa, hükümetlerden daha rasyonel çalışmaktadır. Küresel piyasanın gelişimi,
toplum içinde daha yüksek rasyonaliteye işaret etmektedir. Bir diğer ifadeyle aşırı
küreselleşmecilere göre, piyasalar artık devletlerden daha güçlü konumdadır. Bu sürecin
küresel ekonomide kaybedenler kadar kazananları da yarattığına inanmaktadırlar.
Küreselleşme, kazanan ve kaybeden arasındaki kutuplaşmayı, küresel ekonomik düzen
içinde birbirine yaklaştırmıştır. Neo–Marksistler ve radikaller bu yaklaşıma karşı
çıkmaktadırlar. Onlara göre küresel kapitalizm, hem uluslar arasında hem de ulusların
içinde eşitsizlik yaratmaktadır. Aşırı küreselleşmeci bakış açısına göre, küresel
ekonominin yükselişi, radikal yeni dünya düzeninin bir delili olarak gösterilerek,
kültürel karışım, küresel yönetim kurumlarının doğuşu, köklü bir biçimde yeni dünya
düzeninin delilleri ve ulus devletin ölümü olarak yorumlanmaktadır. Bunun yanında,
ülkeler arasında uluslar arası işbirliği kolaylaşmıştır. Küresel bir uygarlığın doğuşu için
ortak bir zeminin oluştuğuna inanmışlardır26.
26
Antony Giddens; “Küreselleşme İkilemleri”, Sosyal Demokrat Değişim Dergisi, İstanbul 1999, s.55–
56.
11
1.1.1.3. Dönüşümcüler
Küreselleşme; uzun bir süreç olmasının yanı sıra, sınırları yok sayan bir olgu olup,
varlığını her alanda hissettiren bir yapılanmadır. Hayatımızın her alanına girdiği belki
tartışılabilir ama kaçınılmazlığı ortadadır. Bu bağlamda, bütün dünyayı etkileyen bu
oluşumun, sonuçlarını iyi kestirmek ve ona göre davranmak çağdaşlığın ve
modernitenin vazgeçilmezi, olmazsa olmazıdır28.
Dünyanın yaşadığı tarım ve endüstri devrimlerinden sonra ortaya çıkan üçüncü büyük
devrim İletişim–Bilişim Devrimidir29. Bilim ve teknolojinin baş döndüren hızla
ilerlemesiyle bütün dünya çok kısa zaman içerisinde zaman sorun olmadan sınırlar
aşılarak ticaret, iletişim eğitim ve teknolojinin sunduğu imkânlardan
faydalanmaktadır30.
27
A. McGrew; Global Society? Modernity and its Futures, Cambridge Open University / Polity Pub
1999, s.62.
28
Richard Barret; John Cavanogh; Küresel Düşler: İmparator, Şirketler ve Yeni Dünya Düzeni, Sabah
Yayını, İstanbul 1994, s.34.
29
Kongar; Küresel Terör…, s.83.
30
Robertson; Küreselleşme: Toplum Kuram… s.47.
12
Uluslar kendi iktisadî, siyasî ve sosyal politikalarını artık dünya gündemine göre
belirlemektedirler.
31
Kazgan; Tanzimattan 21. Yüzyıla… s.88.
32
Giddens; Elimizden Kaçıp Giden…, s.57.
33
Martin Hans Peter; Honald Shumann; Küreselleşme Tuzağı, Demokrasiye ve Refaha Saldırı, Ümit
Yayını, İstanbul 1997, s.34.
13
uluslar arası toplumlar tarafından tanınması, küreselleşmenin başka bir boyutunu ortaya
çıkarmaktadır34.
Gelişmiş ülkelerin kendi sahip oldukları iç pazarlarının doyması, onları yeni bir pazar
anlayışına sürüklemiştir. Özellikle 1970’lerdeki petrol krizi sonrasındaki iktisadî
faaliyetlerin artması, küreselleşme sürecini ortaya çıkartan iktisadî unsurların en
önemlisidir. Küreselleşme, ulusların birbirleriyle mal işlemleri, hizmetler, sermaye
34
Shumann; Küreselleşme Tuzağı…, s.96.
35
Veysel Bozkurt; Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s.89.
36
Joseph Stiglitz; Küreselleşme (Büyük Hayal Kırıklığı), (Çev.: Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural), Planb
Yayını, İstanbul 2002, s.78.
37
Sinan Sönmez; Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, İmge Yayını, İstanbul 1998, s.45.
14
akımları ile teknolojinin çok hızlı ve yaygın bir şekilde gelişerek kullanımlarını ifade
ederken; bunların ülkeler arasında giderek serbestleşmesi ile oluşan ekonomik
gelişmelerin son halini yansıtmıştır. Küreselleşme, küresel piyasa güçlerinin
oluşturduğu ekonomik bir tasvirdir. Fakat küreselleşmenin ekonomik gelişme süreci
yeni değildir. 1870–1914 arasındaki süreçte; serbest mal hareketlerinin artması ve
sermayenin çok süratli bir şekilde gelişme gösterdiği görülmüştür. Fakat bu göstergeler
II. Dünya savaşı ve Soğuk Savaş ile kesilip yeniden ilerleme kaydetmiştir. 1990’lı
yıllarda daha da gelişerek bugünkü aşamaya gelen bu düzenle kapitalizm için daha da
uygun ortam doğurmuştur. Dünya çapında küreselleşeme faktörüne lokomotif bir güç
olması için; kaynakların dağılımında temel bir şart olan hareket serbestliğine piyasa
güçleri tarafından izin verilmesi ve o ülkelerin ekonomilerinin uluslar arası mallara ve
hizmetlere açılmaya sağlanması başlatılmıştır38.
38
Sönmez; Dünya Ekonomisinde…, s.92.
39
Stiglitz; Küreselleşme…, s.112.
15
Çok uluslu şirketler, genel merkezi belli bir ülkede olduğu halde faaliyetlerini bir veya
birden fazla ülkede kendi tarafından koordine edilen şubeler veya bağlı şirketler
aracılığıyla genel merkez tarafından kararlaştırılan bir işletme politikası ile uygun olarak
yürütülen büyük şirketlerdir. Bu şirketlerin yatırım, üretim, araştırma faaliyetleri ve
personel politikası ile ilgili stratejik kararları alan merkezin bulunduğu bir işletme
biçimidir.
Globalleşme ve serbest ticaret ile birlikte, çok uluslu şirketlerinde giderek büyüdükleri
görülmektedir. Çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları
yatırımların bu ülkedeki istihdam ve ekonomik kalkınma üzerinde olumlu katkılarının
olduğu şüphesizdir. Ancak küreselleşme ve serbest ticaret neticesinde çok uluslu
şirketler az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ucuz iş gücü kullanarak emeği
sömürmektedirler41.
İnsanın temelinde farklılığı, özgünlüğü söz konusudur. Diğer canlılardan farklı olarak
insanlar bir popülasyon içinde yaşayamazlar: Yaşamlarını devam ettirebilmek için diğer
insanlarla iletişim halinde olup, toplum denilen olguyu oluştururlar. Toplum içinde
başkalarıyla ilişki kurmadan, toplumsal normları oluşturmadan insan ve toplum gelişme
40
Kazgan; Tanzimattan 21. Yüzyıla…, s.99.
41
Gülşen Sarı Gerşil; “Küreselleşme ve Çok Uluslu İşletmelerin Çalışma İlişkilerine Etkileri, 9 Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 1, C.6, İzmir 2004, s.147–157.
42
Roger Graudy (Reca Garudi); Aforozdan Dialoğa, Birey Yayıncılık, İstanbul 2002, s.68.
16
Kültür sadece içinde yaşadığımız çevrenin, toplumunun bugüne kadar var olmuş
değerlerinin anlaşılması, onların hazmedilmesi değil; var olduğumuz şartlar ve alan
içerisinde insanın kendini ve kendi bulunduğu konumu tanıyabilmesidir45.
Küreselleşme yeni bir etken olmayıp, insanlık tarihinin başlangıcıyla beraber var olan
bir oluşum, bir yapılanmadır. Modernlikten önceki dönemlerde de küreselleşme
örnekleri yaşanmış olup; hâlen devam etmektedir. Zamanın şartlarına göre baskın bir
toplumun veya kültürün dünya üzerindeki var oluşuyla liderlik konumunda ön plana
çıkması küreselleşmenin kendine has özelliğidir. Mezopotamya kültürleri ve İslâm
43
Giddens; Elimizden Kaçıp…, s.78.
44
Abdullah Topçuoğlu; Yasin Aktay; (Derleme), Postmodernizm ve İslâm Küreselleşme ve Oryantalizm,
Vadi Yayını, Ankara 1996, s.92.
45
Medya Yeğenoğlu; “ Küreselleşme Dünyada Çok Kültürcülük ve Konukseverlik”, Toplum Ve Bilim
Dergisi, Sayı: 92, Birikim Yayınları, İstanbul 2004, s.21.
46
Yeğenoğlu; Küreselleşme Dünyada… s.23.
47
Herman; Küresel Zihniyet…, s.58–59.
17
kültürü, Roma–Bizans kültürleri buna örnek olarak gösterebilir. Bugün ise Batı kültürü
buna örnektir48.
Küresel olgu bir değeri oluştururken kendi bulunduğu zemini yok etme kaygısı da
taşımaktadır. Küresel kültür taraflı bir kültürü göz önüne alıp; onun niteliğini ön plana
çıkarırken diğerini yok saymaktadır. Küreselleşme ile ilgili savlara bakıldığı zaman
birbiriyle uyumsuz tablolar var olduğu görülmektedir. Bu alan dâhilinde küreselleşme
ile ilgili sunulan savlarda ve yöntemde çeşitli tutarsızlıklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin;
dünya üzerinde tek bir kültür oluşturma kavramından, homojenleşen ve model olan bir
kültürden bahsedilirken diğer taraftan da; yerel alt kültürleri, yerel kültürleri ve
unsurları ortaya koymaktadır. Bu farklılaşma küresel değerlerin tam anlamıyla
özümsenmesini engellemektedir49. Dünyanın her hangi bir yerinde açılan Japon
lokantası, ABD’de gösterime giren bir Fransız filmi, Coca Cola, Nike gibi evrensel
sürece giren markalar, uluslar arası sermayenin güçlü devleri arasında yer alıp, bütün
dünya bu güçlü devleri tanırken, burada dünya kültürleri küreselleşmiyor. Bu oluşum da
ortak bir kültür oluşturma çabasından ziyade, entegre kültürler yerine, hegemon bir
kültürün ortaya çıkmasına sebep olmaktadır50.
Küreselleşme modelini ön plana çıkarken, kitle kültürü meydana getiren bu olgu, türdeş
bir yapılanma oluşturma çabası içerisinde farklılığı koruma, folk kültürleri koruma
adına, kültürel kimlikleri özellikle alt kültürleri koruma gayreti içerisine girmektedir.
Bu oluşan her iki yaklaşımda beraberinde esas problemleri meydana getirmektedir.
Yerel kültürler, üst kimliklerin önüne geçerken milliyetçilik kavramı da nasyonal değil
de daha çok devletlerin oluşturduğu birlikler halinde ön plana çıkmaktadır (NATO, AB)
gibi. Bu durumda nasyonal kültürler egale olmaktadır. Uluslar arası sermaye piyasaları
ve bu oluşumun yapılanmasını sağlayan büyük güçler bu ilkeyi hayata geçirmeye
çalışırken, ulus–devlet modeli gereken ehemmiyeti alamamaktadır51.
Çeşitli unsurları içinde barındıran kültürel küreselleşme olgusunun küresel bir açmazını
da kendi içinde yaratmaktadır. Batılı yada Doğulu kimlikleri ön plana çıkararak belirli
48
Kazgan; Küreselleşme…, s.45.
49
Erol Manisalı; Yirmi Birinci Yüzyılda Küresel Kıskaç; Küreselleşme, Ulus- Devlet ve Türkiye, Otopsi
Yayınları, İstanbul 2001, s.93–94.
50
Choamsky; Dünya Düzeni…, s.69–70.
51
Taner Timur; Küreselleşme ve Demokrasi Krizi, İmge Yayını, İstanbul 1996, s.67.
18
bir kültürü dünya arenasına taşıması, diğerlerine baskın bir tutum içinde yer alması
Doğulu ve Batılı kimliklerin dışa vurumunda yine iki odaklı bir kavram yaratmaktadır.
Küreselleşeme kavramı bugün artık herkesi içerisine alan bir kavram olma yolunda
ilerlemektedir. Kimse kendini dünya üzerindeki bu oluşumun etkilerinden ayrı tutamaz.
Küreselleşme, başlangıçtan beri devam eden süreç olup çağlar boyunca zaten insanın,
imparatorlukların, büyük güçlerin var olmasını ifade etmektedir. Yöntem olarak
21. yy.’ın şartlarını benimserken, değişen sadece zamanın şartlarına göre farklılaşan
metotlar ve de isimler olmuştur.
Küreselleşme kavram olarak yeni bir kavram gibi algılansa da, insanlık tarihini; talan ve
sömürü olarak yüzyıllar boyu etkileyerek, ulusal sınırları da aşarak, politik bir olgu
olarak var oluşunu sürdürmüştür. Çok eski zamanlardan beri büyük devletler ve de
imparatorluklar ticaret yollarını ele geçirme politikası güderken, değişen zaman ve
koşullar sürecinde bu durum yeterliliğini kaybetmiştir. Rönesans ve Endüstrileşme
Dönemleri yeni ihtiyaçları beraberinde getirdiği gibi, yeni ele geçirilecek malzemeleri
ve bu alana giren kapsamları da genişletmiştir52. Özellikle Avrupa’da sömürünün gelişip
yeni ticaret yollarının keşfedilmesi, gelişen teknoloji ile yeni kanal ve demir yollarının
oluşması, ham maddeye hatta insan kaynaklarına olan talebin ve ihtiyaçların da artması,
küreselleşmenin boyutunu derinleştirme yolunda çıkış olmuştur. Bu oluşum uluslar
arası rekabeti meydana getirerek bütün dünyayı etkisi altına alan güç yarışını
hızlandırmıştır. Gücün, sahip olunanla aynı paralelde olması, mutlak güce sahip olma
ilkesini yaygınlaştırıp yeni bir ideal düzen ve güç yaratmıştır53.
Bu hâkim güç, 20. yy.’da kendini kanıtlama çabasında iki büyük savaş atlattıktan sonra,
21. yy.’a adım atarken; radikal bir değişim geçiren evren, geçirdiği teknolojik devinim,
kapitalist üretim biçiminin geniş alana yayılması, sosyalist söylemlerin bu yüzyılın
sonuna doğru bütün dünyada iflas etmesi, bireysel mülkiyet ve özgürlüğün geniş alanda
geçerlilik kazanması, küreselleşeme olgusuna daha da ivme kazandırmıştır54.
52
Cavanogh; Küresel Düşler…s.87.
53
Cavanogh; Küresel Düşler…s.90–91.
54
Cavanogh; Küresel Düşler…s.112–113.
19
Küreselleşme kavramı özelden ziyade, daha genel olarak dünya üzerindeki toplumlar,
bireyler, kültürler, kurumlar ve bölgeler arasındaki iletişimin zaman kavramından izole
bir şekilde birbirlerine ulaşmasını ifade etmektedir. Küreselleşme dünyayı daha da
minimize ederek insanların birbirine daha çabuk zaman zarfında ulaşmasını sağlarken,
zaman ve güç tasarrufu da sağlamıştır. Bu da iletişimin gelişmesi sayesinde var olan
dünyanın yerleşik düzenini daha özel bir söylemle sömürü imparatorluğunun varlığını
genişlettiği gibi hiçte etik ve adil olmayan sömürü düzenin varlığının niteliklerini de
perçinleştirmiştir57.
55
Kazgan; Küreselleşme…, s.71.
56
Paul Hirst; Grhame Thomson; Küreselleşme Sorgulanıyor, Dost Kitabevi, Ankara 2000, s.35.
57
Manisalı; Yirmi Birinci Yüzyılda…, s.34–35.
58
http:// www.kongar.org/makaleler. html. Haziran 2004.
20
yapılan birçok saldırı ve çıkarmaya, etik boyut getirme çabası güderken, özellikle 11
Eylül’den sonra kendi içerisinde yapılandırdığı boyutlarla beraber, globalizm olgusu
kendi sahip olduğu etik anlayışı kabul ettirme siyaseti gütme yolunu seçmiştir59.
Çok küçük bir azınlığın elinde bulunan büyük servetler, dünya üzerinde hegemon bir
güç kurma savaşı verirken, kendi adaletini, toplumsal etik anlayışını yapılandırarak
empoze etmeye çalışmaktadır60.
Bugün sahip olduğumuz süreç içerisinde küreselleşme, hedef ve amaç belirlemede aynı
vasıfları taşırken amacına ulaşmadaki araçların hızlı bir evrim geçirmesi onun mutlak
gücünü artırdığı gibi kendi varlığını da sağlamlaştırmıştır. 21. yy.’a girdiğimiz bu
dönemde bu yüzyılın dinamiğini oluşturmada iki olgu karşımıza çıkmaktadır. Birincisi
bu yüzyıla has olarak karşımıza çıkan mesafelerin kısalığı; Afrika’nın en ücra
köşesindeki aç insanlara ulaşma şansı sunup, bütün sosyal yardımlara davetiye
çıkarırken; aynı yüzyıl ikinci olarak bütün olumsuz şartlara sahip insanların bütün
haklarının gasp edilmesine göz yummaktadır. Başlangıçtan beri var olan bu düzen
sadece araçlarını değiştirirken, amaca ulaşmada ise sadece kimliğini yenilemektedir61.
59
Choamsky; Dünya Düzeni…, s.81–82.
60
Kazgan; Küreselleşme…, s.103.
61
Stiglitz; Küreselleşme…, s.99–100.
62
Arıboğan; Küreselleşme Senaryosunun…, s.31–32.
21
Kürselleşme, teknolojik gelişimin yeni bir reformunun sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bilişim devrimindeki gelişmeler (videolar, kablolu televizyon, bilgisayar, internet, uydu
gibi) alternatif gelişmelere imkân sağlamıştır. Egemenliği destekleyerek, kitlelerin,
bireylerin ve toplumların sesini duyurmaktadır. İnsanlığın sahip oldukları ve sahip
olması gerekenleri insanlığa empoze etmektedir. Aynı limitte bu imkânlara sahip
olamayan devletler bu gücün altında kendi alternatiflerini oluşturma çabalarına girme
girişimleri göstermektedirler. Dünyada oluşan güç dengesizliği ile beraber, zaman
kavramının yok olması, bu güçten yoksun devletleri bu güce sahip olma çabasına
düşürürken, bu imkânlara sahip olan egemenlere karşı da kindar bir tutum içine
girdirmiştir65.
63
Kongar; Küresel Terör…, s.32–33.
64
Koçdemir; Küreselleşme Koordinatları…, s.53.
65
Choamsky; Korsanlar ve…, s.69.
22
Bilgi toplumunda eğitim bilgisayar desteklidir. İnternet üzerinden uzaktan eğitim ile
insanlar bilgilendirilmeye çalışılırken, alış veriş de yine büyük oranda bu hızlı
erişimden faydalanılarak dünyanın her hangi bir yerinden internet üzerinden
yapılabilmektedir. Birçok iş kolunda iş yerine gitmeden evden internet üzerinden
çalışılmaktadır. Yine ağ üzerinden bankaya gitmeden oradaki işlemler yapılmaktadır.
Şahıslar ağ üzerinden görüşlerini bildirerek karar mekanizmalarına katılmaktadırlar.
Kısaca bireylerin günlük yaşamlarında bilgi ve iletişim teknolojileri önemli bir yer
tutmaktadır. Bilgi toplumu ve teknoloji, yaşamda zaman sınırını kaldırmış ve değişimin
ve gelişimin en önemli unsuru hâle gelmiştir67.
ABD önderliğinde yeni bir dünya yaratılırken Batı Dünyası kendi mevcut düzenini,
siyasal ve sosyal yapısını gelişmenin büyük bir göstergesi olan liberal demokrasiyi,
serbest piyasa ekonomisini kendi dışındaki dünyaya zorlamaktaydı. Böyle bir oluşumda
Rusya ve Doğu Bloğu Ülkeler iki süreci birlikte yaşamaya başlamışlardır. Batı’nın bu
66
Kongar; Küresel Terör…, s.55–56.
67
Robertson; Küreselleşme: Toplum Kuram…, s.72.
68
Fahir Armaoğlu; 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Alkım Yayınları, İstanbul 2000, s.423.
23
değişim sürecinde bütün dünyayı etkisi altına alan, batıcılık esasını kendi bünyelerinde
oluşturmaya çalışan bu ülkeler, yıllarca yaşadıkları komün rejimini de yıkmaya
çalışmışlardır. Yine bu ülkeler ABD’nin lider yapısını kabul ederek kendi sistemlerini
terk ederek, oluşan bu durumla küreselleşen düzene yelken açmışlardır69.
20. yy.’ın bu son büyük gelişmesi iki kutuplu dünya kadar keskin hatlar ve çizgiler
çizmiyordu. Anlaşılması daha güç, girift, karmaşık ve daha tehlikeli bir konum
sunarken, aşılması daha güç engeller ve de çözülmesi daha zor sorunlar karşımıza
çıkarmaktaydı. Komünizm olgusu bir daha kendini yenileyemeyecek kadar iflas
ederken, bu ideoloji ekseninde mevzilenmiş, diğer bütün ülkeleri, kaynakları ve de
görüşleri de izole etmekteydi. Bütün bu gelişmeler yeni bir güç unsurunu ön plana
çıkararak, büyük bir çoğunluğu etkisi altına alan yeni dünya düzeni portresi
çizmekteydi. Kendi içindeki oluşumlarıyla batı hâkimiyetinin hızlı döngüsüne
yetişmeye çalışmaktaydı. Bu kavramın temelini oluşturan sömürgeci, emperyalist
anlayış ile yeni bir dünya düzeni belirmekteydi. Son derece karmaşık ve muğlâk bir
profil oluşturmaktaydı. Bu süreçte temel alınan faktörler büyük bir dünya hayalini
oluştururken, uzun vadeli savaşları sona erdirip nükleer enerji tehlikesini ortadan
kaldırarak, üretken teknoloji ve gelişen bilişim sistemiyle beraber marjinal varyasyonlar
geçiren liberal demokrasi ve de piyasa ekonomisini ön plana çıkarıp mutlak bir refah
sağlamaya çalışmaktaydı70. Şurası yadsınamaz bir gerçektir ki bu ortaya çıkan yeni
oluşum aslında kendi içinde oluşan açmazlarla birlikte daha derin ve aşılması güç ve de
tarifi imkânsız yeni bir dönem meydana getirmekteydi. Terörün büyük çapta gündeme
oturacak kadar ses getirtip 11 Eylül’den sonra şiddetin ve korkunun nereden geleceği
belli olmaması, İslâm’ın bu söylemlerden zarar görmesi, Batı’nın zor açmazı komünizm
yerine İslâm’mış gibi lanse edilmesi, Batı’nın ve de ABD’nin bütün saldırılarının
haklıymış gibi dünya kamuoyuna aktarılması, savaş tanımının bilinen klişe kalıplara
uymaması çok daha karmaşık ve de anlaşılmaz bir kargaşa ortamı yaratmıştır71.
69
William Knoke; Cesur Yeni Dünya Düzeni (Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Bir Yol Haritası ), (Çev.: Zülfü
Dicleli ), Türk Henkel Dergisi Yayınları, Sayı: 7, İstanbul 1997, s.45–46.
70
Armaoğlu; 20. Yüzyıl…, s.419.
71
Edward Said; “Batı İslâm Terör Olgusu Olarak Görüyor”, (Çev.: Lütfullah Göktaş), İzlenim Yayını,
Sayı: 6, İstanbul 1993, s.34.
24
SSCB’nin çökmesiyle ABD ekonomik, askerî, teknolojik ve siyasî olarak “tek kutuplu”
dünyada hegemonyasını kurarken, diğer taraftan ortaya çıkan bu yeni durum,
diyalektiğin yasası gereği kendi karşıtını doğurmaya başlamıştır. Bu zamana kadar tek
bir güç varlığından söz etmek mümkün iken ABD karşısında şimdi birçok güç odakları
ortaya çıkmıştı. Belirsiz olan bu güç odakları kapitalist dünyanın kendi aralarındaki
rekabetçi yüzünü ortaya çıkarmaktaydı. SSCB’nin hegemon olduğu iki kutuplu dünyada
rakip emperyalist–kapitalist güçler, kendi aralarındaki rekabeti ve emperyal gücü
bastırmaya çalışmaktaydılar74. Emperyal güçler Sovyet Bloğu’nun varlığı nedeniyle
ortak olan bu kapitalist gücü aşındırmak istemiyor, törpülemek zorunda kalıyorlardı.
Avrupa Birliği ülkeleri ve Japonya, ABD’nin rakibi olmalarına karşın reaksiyon
gösteremiyor kendi otokrat güçlerini kullanamıyorlardı. Fakat Sovyetler Birliği’nin
çöküşünden sonra oluşan tek kutuplu dünyada emperyalist kamp içindeki çelişkiler
hızla su yüzüne çıkmıştır. Bu güçler arasındaki hegemonya savaşı çelişkiler yumağı
halinde yaşanmaya başlamıştır. Böylece, dünyada hegemonyasını kurup emperyalist
düzenin liderliğini kendisine rol biçen ABD için de artık çok daha farklı bir dönem
başlamaktaydı. Aslında SSCB’nin çökmesiyle eski dengeler tamamen bozulmuş, diğer
emperyalist güçler de ABD ile rekabet içinde yeni pazarlara ve petrol havzalarına
gözlerini dikmişlerdi75.
Sovyetler Birliği’nin yıkılıp Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona erdiği
90’lı yılların başından itibaren uluslar arası güç yapılanmasının değiştiğini ve
uluslararası politikaların ve stratejilerin iki kutupluluktan ABD’nin odağı olduğu tek
kutupluluğa (uni–polarity) kaydığını görmekteyiz. Uluslar arası sistemde böyle bir
değişim dünya düzenin elbette ki aynı gitmesini sağlayamazdı. Meydana gelen bu yeni
72
(Sosyal organizasyon üzerine kuramsal sistem ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı bir politik
harekettir. Komün: toplu, topluluk anlamına gelip komünizim kelimesinin de kökenini oluşturur.)
73
Knoke; Cesur Yeni…, s.67–68.
74
Knoke; Cesur Yeni…, s.346.
75
Armaoğlu; 20. Yüzyıl…, s.61–62.
25
oluşum Soğuk Savaş dönemindeki bütün yapılanmanın aynen devam etmesini bozarak,
bu kapitalist batılı güçlerin güç birliğini dahi doğal dağılmaya itmiştir. Böyle bir güç
birliğinin meydana gelmesinin sebebi ve hedefi zaten mevcut olan Sovyetler Birliği idi.
Böyle bir durumda da ABD’nin ne Avrupa’daki diğer müttefikleriyle ne de Türkiye ile
olan ilişkileri Soğuk Savaş dönemi ilişkileriyle aynı kalamazdı76. Soğuk Savaş sonrası
90’lı yıllarda, George Bush ve Bill Clinton yönetimleri sırasında ABD, Avrupa’daki
müttefikleriyle büyük oranda Soğuk Savaş yıllarına yakın sıcak ilişkiler sürdürmeyi
başarmışsa da bu daha sonraları kendi menfaatleri doğrultusunda ortak karar alma
mekânizmasını çökerterek, stratejik hedef ve amaçlardan uzaklaşarak müşterek
konsensüs sağlama yolunu tercih etmemiştir. Soğuk Savaş sonrası uluslar arası sistemin
tek süper gücü haline gelen ABD, stratejik karar mekanizmaları oluşturmuştur77.
11 Eylül 2001 tarihinde ise ABD’nın tam kalbine (Pentagon ve Dünya Ticaret Örgütü)
düzenlenen terörist saldırılarından sonra ABD’nin kapitalist ve emperyal dünyada
(multi–comphrension) çoğulcu anlayışla siyasî, olaylara ve stratejik hedeflere
yaklaşması beklenemezdi. Bu saldırılardan sonra yeniden düzenlenen dünyada ABD’nin
kendi hegemon gücünü kullanarak dünyanın hükümdarlığına soyunduğunu gerek
Afganistan işgali, gerekse de Irak işgali ile görmekteyiz. Tek kutuplu dünya düzeninde
bir süper güç, iki kutuplu düzendeki gibi ortak bir karar mekanizması kurup tarafları
memnun etmek yerine, stratejik hedefleri tek başına saptayarak; saptanan bu hedefleri
onaylayan bir meclis veyahut koalisyon kurmayı tercih etmekteydi. Afganistan
operasyonu ve özellikle de Irak işgali bunun en güzel örneklerini oluşturmaktadır78.
Yeniden yapılanan küreselleşen tek kutuplu dünyada yeni bir model olarak sunulan yeni
dünya düzeni, küreselleşme adı altında yeni bir sömürü modeli geliştirmiştir. Bu
Batı’nın (ABD ve Avrupa’nın) bulduğu yeni sömürü düzenidir. Bu yeni düzende
mümkün olduğu kadar kavga kan ve gözyaşı yoktur. Artık daha modern hatta post
modern söylemler kullanılmaktadır.
Dünya gücü; bu yeni düzende özellikle 20. yy.’ın son çeyreğinde bir devletin diğer
devletleri ezdiği tek kutuplu bir dünya ile aralarında birbirini dengeleyen güçlerden
oluşmuş, çok kutuplu bir dünya arasında, bir yerde bulunmaktadır. Yaşadığımız dönem,
76
Knoke; Cesur Yeni…, s.234.
77
Knoke; Cesur Yeni…, s.237.
78
Thomson; Küreselleşme…, s.75–76.
26
mevcut olan bir süper güçle, birkaç gücün bir arada yaşadığı, garip bir düzen yaratırken,
hem tek kutuplu, hem çok kutuplu bir sistem meydana getirmektedir. Anlaşılması zor,
girift düzen kendi hâkimiyetini kurarken, post modern yapılanma bütün klişeleri yok
ederek, belirsiz bir düzene kapı aralamaktadır79.
Geçmişten günümüze kadar devam eden süreçte, tarihin her zaman tanıklık ettiği
mevcut pozisyonlardan bir tanesi de, insanlığın doğuştan itibaren din duygusuyla
beraber olmasıdır. Günümüze kadar devam eden süreçte dinden yoksun bir topluluğa
rastlanmamıştır. İnsanın ve toplumun olduğu her yerde doğru veya yanlış bir ibadet ve
inanç sistemi vardır80.
Din, “tabiatüstü veya kutsal” olarak değerlendirilen çeşitli varlıklara inanmayı veya
Allah’a inanmayı, tapınmayı benimseyerek belli bir sistematiğe oturtmayı emreden
kurumdur. İslâm âlimlerine göre din “insanın kendi hür irade ve aklını kullanarak, en
iyiye, en güzele ulaşmasındaki kaidelerdir”82.
79
Knoke; Cesur Yeni…, s.195–196.
80
Vahiduddin Han; Din Bilim Çağdaşlık, (Çev. : Önder Nar ), Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2001, s.28.
81
Ana Britannica, C.7, Ara Yayıncılık, İstanbul 1987, s.280.
82
Vahiduddin Han; Din…, s.29.
83
Vahiduddin Han; Din…, s.32.
27
Bir etken olarak din, tarihin her döneminde ilgi gördüğü gibi, bu büyük ilginin yansıra
yoğun bir tartışma ile de insanlığın en büyük olgularından biri olmaya devam etmiştir85.
Din, zamanımıza kadar gelen süreçte birçok toplumsal ve küresel değişim dönemleri
yaşayıp, dinle ilgili birçok yargılar hüküm sürülmüştür. Günümüzde dine dual bir
yaklaşım söz konusudur. Çünkü yaşanan şartlar dinin faziletlerini ve erdemlerini
anlayıp yücelten insanların varlığını çoğaltıp, insanların entelektüel bir yaklaşımla
idraklerini sağladığı gibi, diğer taraftan radikal farklılıklar türetip, dini alaşağı eden
farklı ve marjinal görüşlerin varlığını da sağlamıştır. 1990’lı yıllar dinin entelektüel
temelde yeniden yorumlanıp şekillenmesini sağlarken, aydınların bakış açısında da din
yeniden konuşulacak ve küresel teknoloji ile yeniden ele alınacaktır. Dual bir
yaklaşımdan bahsederken ortaya çıkan durumda, bu entelektüel birikimin ve söylemin
yanında radikal tutumlarında din içinde yer almasıdır86.
İslâm dini bir ideoloji ya da ideolojiler birliği değildir. İslâm dini, insanları ilgilendiren
kutsal ve ilahî bir bildirgedir87.
İdeoloji, insanın aklının gereği olarak ortaya çıkarken; bireyler, toplumlar, yöneten ve
yönetilenlerle alâkalı olup sadece reel dünyayı ilgilendirmektedir. Devlet
yapılanmasındaki çeşitli tutum ve davranışları belirlerken, bunların kıstaslarını da
belirlemektedir. Tamamen insan ürünü olan bu yapılanma eleştirilebilir, geliştirilebilir,
hatta yeni bir ideoloji ile değiştirebilir. Hâlbuki dinde düşüncelerin Allah’tan geldiğine
inanılır, kutsaldır, değiştirilemez88.
84
Seyyid Kutub; Din Bu, (Çev. : Furkan Hocaoğlu), Özgün Yayıncılık, İstanbul 1995, s.21.
85
Richard L. Rubenstein; “Yirmi Birinci Yılda Din”, (Çev.: Bekir Zakir Çoban) Doğu – Batı Dergisi,
Sayı: 20, C. II, s.92.
86
Zeki Özcan; Din Felsefe Yazıları, Alfa Basım Yayın, İstanbul 2001, s.67.
87
Yaşar Nuri Öztürk; İslâm’ı Anlamaya Doğru, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 1997, s.55.
88
Kutub; Din…, s.38.
28
Dinde geleneksel yapıdan modern yapıya geçerken büyük bir ilgi kaybı beklenirken, din
bilakis radikal bir atılım yapmıştır ki modern toplumların ve geleneksel toplumların
temel erdem ve ahlâk anlayışlarının yapılandırmasını oluşturmuştur. Özellikle 1990
yılından sonra komün rejimin en büyük kalesi olan Rusya’nın bu rejimi terk etmesiyle
din ve din içerikli söylemler büyük oranda dünyada ses getirmiştir. Küreselleşen
dünyada din, 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ile yeniden atılım gösterirken,
Batı ve Doğu ayırdımı yerine, dinler ayırdımı ön plana geçmiştir.
Dünya için önemli bir dönüşüm olan 1990 yılı bütün tarihi süreç içerisinde kendi şartlar
ve oluşumunu hazırlayan tarihî dokunun, büyük atılım yapması için dönüm noktasını
oluşturmaktadır. Sovyetler Birliği’nin yıkılıp komünist bloğun sadece Rusya’da değil;
bütün dünyada dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın bittiği 1990 yılı yeni bir düzene, döneme
damgasını vurmaktaydı. Bu yeni dönem; gelişen teknoloji, enformasyon ve finans
ağının meydana getirdiği reel yapılanmanın bütün dünyayı kapsayacak şekilde
yayılması ile birlikte, bu çağın kontrol altına alınamaz bir biçimde gelişmesi
kürselleşmenin yeni bir yön olmayıp, bu zamana kadar oluşan tüm yapılanmaların dışa
vurumunun göstergesi olmaktaydı91. Değişen ve gelişen uluslararası sistemin iki
89
Özcan; Din Felsefesi …, s.98.
90
Özcan; Din Felsefesi …, s.100–101.
91
Kazgan; Küreselleşme ve…, s.51.
29
kutupluluktan tek kutupluluğa geçmesinden sonra büyük bir enerji ile yapılanmasını
devam ettiren küreselleşme hızı kesilemeyecek bir biçimde oluşumunu sürdürüp, kendi
mekanizmasını oluşturmaya devam etmektedir. Kontrolü kimsenin elinde olmayan bu
sürecin hızını ve yapılanmasını durdurmak mümkün olmadığı gibi birbiriyle ilintili,
bağlantılı olan her şey bu düzenleme içinde girift ve karmaşık teşekkülünü
oluşturmaktaydı92.
1990 yılından sonra her geçen daha da gelişme gösteren iletişim devinimi, dünyanın
değişen siyasî, ekonomik yapılanmalarına büyük etki ederken, 11 Eylül 2001 öncesine
kadar bu değişim ve gelişim dünyanın yeni rotasını temsil etmekteydi.
ABD, 11 Eylül 2001 sonrası terörizme karşı savaşı üstlenen devlet olurken dünya
hegemonyasından dolayı dünyanın dost düşman çatışması temelinde yeni bir anlayışı,
siyaset anlayışını gün yüzüne çıkarmıştır. Medeniyetler çatışması adı verilen bu yeni
düzende kendi savaşacağı belirsiz düşmanı kendi yaratmıştır94. Bu konjonktür içinde,
11 Eylül 2001 sonrası dünyada savaşa endeksli olarak hegemonik bir yapı oluşturmaya
çalışan ABD’nin dış politikası; kendi haklı savaşını hür dünya demokrasisi ve insan
hakları adına yaparken; bu savaşı Irak’la başlayacak şekilde yaygınlaştırmaya
çalışmıştır. Diğer yandan da İslâm’la ve öteki kültürle yüzleşirken; ekonomik siyasî ve
kültürel emperyalizmle özdeşleştirilmiş ABD, karşılaştığı ve çözemediği sorunlara
çözüm bulmada bütün görevleri üzerine almış bir modele bürünmüştür95.
92
Shumann; Küreselleşme…, s.79.
93
Choamsky; 11 Eylül…, s.56–57.
94
Herman; Küresel…, s.87.
95
E. Fuat Keyman; “Küreselleşme, Oryantalizm Ve Öteki Sorunu; 11 Eylül Sonrası Dünya ve Adalet”,
Doğu – Batı Dergisi, Sayı 20, C.II, s.29–30
30
ABD dış politikası bir taraftan İslâm’a karşı olmadığını söylemekle birlikte diğer
taraftan da savaşa indirgediği terörizme karşı mücadelesinde, İslâm’ı Batıya karşı yeni
bir düşman olarak gösterip, İslâm’ı kendisine hedef olarak çizmektedir. Böyle bir
yapılanma içerisinde bu amacın bir göstergesi olarak 11 Eylül 2001 sonrası ortaya çıkan
misilleme harekâtının Afganistan’la sınırlı kalma olasılığını ortadan kaldırarak, savaşın
söylemsel biçimine, savaşın meşru olup olmadığı sorununu tartışmaya açmaktaydı.
Belirsiz olan düşmana karşı savaş ilân edilmekteydi. Meşru olup olmama sorunu
İslâm’la olan yüzleşmeyi ortaya çıkarmaktadır. Çünkü düşmanı belirsiz addedip,
mekânsal ve söylemsel olarak İslâm’a da içsel tanımlama getirmektedir96. İslâm bir
bölgeden ve mekândan ibaret değildir. Bu durumda bu söylemlerden sadece bir bölge
veya mekân etkilenmeyip bütün İslâm âlemi etkilenmektedir. Bu söylem, bütün İslâm
âlemini kapsamaktadır. Böylece savaş bir taraftan terörizmi yok etmeyi amaçlamayı
hedef alırken, diğer bir konumda da senkronize bir şekilde İslâmiyet’i potansiyel suçlu
konumuna sokarak, İslâmiyet’e karşı bir kitlesel tepki yaratma amacı gütmektedir. Bu
süreç içinde hem bir medeniyet olarak İslâm totalleştirilmekte hem de, İslâmî kimlik,
bir kalıba büründürürerek, İslâmiyet’e mekânsal bir sınırlama getirilmektedir97.
11 Eylül 2001 dünya terörizmine yeni bir boyut getirmekteydi. Karşı karşıya
mücadeleyi yok sayıp tek taraflı bir savaş modeli yaratmaktaydı. İslâm’ı ötekileştiren ve
İslâm’la çatışan yeni bir düzen meydana getirmekteydi98.
11 Eylül 2001 olayı, uluslararası politika ve hukuk açısından yarattığı muğlâklığın yanı
sıra, teröre ahlâkî ve siyasî içeriği tanımlanamayan ideolojik bir boyut getirmiştir.
Küreselleşmenin reaksiyonlarından biri olan bu hareket, terör olgusunu kendi iç ve dış
dinamiklerinde de sarsılmaz bir mekanizma haline dönüştürmüştür. Dünya yüzündeki
herhangi bir bölgenin, herhangi bir zaman diliminde, bu tarz, terör faaliyetlerine maruz
kalabileceğini gösterirken, bu marjinal eylemlere karşı alınan tedbirlerde marjinal bir
yapı arz etmeye başlamıştır. Nitelik olarak, terör ile savaş arasındaki çizgi kaybolmuş,
belirsiz hâle gelmiştir. Düşmanın da net olarak tanımlanamaması ve onun dâhilî ve
96
Arslan; “11 Eylül’ün Öteki Yüzü…”, s.85.
97
Keyman; “Oryantalizm…”, s.32.
98
Uğur Kömeçoğlu; “Oryantalizm, Belirsizlik, Tahayyül, 11 Eylül”, Doğu – Batı Dergisi, Sayı: 20, C.II,
s.48–49.
31
Bütün zamanların en karmaşık ve belirsiz halini yaşayan dünya böyle bir yapılanmada,
küreselleşme kendi mekanizmasını yaratarak ve tüm olguları kapsayarak bütün insanlığı
etkisi altına almaktadır. Bütün değerleri içine alan bu yapılanmaya bir nokta koyacak
zaman ya da mekân belirtmek oldukça zor görünmektedir. Kendi oluşumunu sağlayan
bu döngü, gelişen ve değişen dünya şartlarına göre şekil değiştirecektir. Yenilenen
teknoloji, değişen anlayışlar, uluslar arası temelde sistematikleşen ekonomi, zaman ve
şartlara göre değişecek sosyal olgular, kürselleşmenin de hedef alacağı rotayı
belirleyerek, zaman içerisinde ki düzenini şekillendirecektir102.
Küreselleşeme hâlen devam eden bir olgu olup; kendi içerisinde gelişerek ve hızla
yayılarak sahip olduğu gücü bütün dünyaya yayma çabası güderek, mevcut düzenini her
bireye her topluma ve devlete enjekte etmeye çalışmaktadır. Bu çalışmada hâkim olan
gücünü tek bir koldan sürdürmeden tüm sosyal, politik, ekonomik ve kültürel değerlere
girerek disiplinler arası bir ağ oluşturarak; otoritesini toplumsal yapılanmaların ve
99
Arslan; “11 Eylül’ün…”, s.88.
100
Kömeçoğlu; “Oryantalizm…”, s.36–37.
101
Manisalı; Yirmi Birinci…, s.58.
102
Choamsky; Korsanlar…, s.78–79.
32
103
Timur; Küreselleşme…, s.56.
104
Kazgan; Tanzimat’tan 21. yy.’a…, s.84.
105
Kazgan; Küreselleşme ve …, s.101.
106
Choamsky; Dünya Düzeni …, s.99–100.
33
istedikleri dünya liderliği küreselleşme adıyla yeniden gözler önüne serilmekte başka bir
isimle kendi otoritesini oluşturmaya çalışmaktadır107.
Bütün var olmuş düzen ve dönemler aşılarak bir sonraki sürece bir alt basamak
oluşturmuştur. Dünyada var olan tüm dönemler ve tarihi süreçler o süreci yaşarken
hiçbir zaman bir “son” ile sınırlandırılamamıştır. Küreselleşme olgusunun
sınırlanamayacağı gibi, bugüne kadar gelen küresel söylemler adına yaşanan her şey
devam eden bir süreçten ibarettir109.
“Kültür” geçmişten günümüze kadar gelen bir sürecin devamı olup, bir toplumun kendi
beşeriyetinin sahip olduğu yaşam felsefesini, deneyimini, inanç ve özlerini kapsayarak,
bütün bu değerlerin bir nesilden diğerine aktarılması ve yaşatılmasıdır. İnsanın
doğumuyla birlikte başlayan bu süreç, çevresinden, ailesinden ve tecrübelerinden elde
ettiği bir bütünsel değerler olup, bu değerleri bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaşatması
kültür kavramının kendiliğinden gelişen normal sonucudur. Fakat kültürün bir nesilden
diğerine aktarılması süreci içgüdüsel ya da bilinçsiz olmayıp, öğrenilen bütün tecrübe ve
değerlerin fiiliyata geçirilmesi yaşatılması ile meydana gelmektedir110.
107
Aydın; Erdoğan; Sarıbay ve Diğerleri; Siyasî …, s.73.
108
Aydın; Erdoğan; Sarıbay ve Diğerleri; Siyasî …, s.82–83.
109
Aydın; Erdoğan; Sarıbay ve Diğerleri; Siyasî …, s.45.
110
Erol Güngör; Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1996, s.21–22.
34
Kültür belirli bir toplumu ve onun unsurlarını kapsayıp, o toplumun kendi değerlerini
yansıtmaktadır. Her toplum farklı olgulara ve değerlere sahip olup her birinin kendine
has bir kültürü mevcuttur. Bütün kültürlerin kendilerine has anlayış biçimleri,
davranışları olup, hepsinin dünyayı ve insanları algılayışlarındaki değer yargıları
farklıdır. İnsan içinde yetiştiği toplumun değer yargılarına, felsefesine ve tarzına göre
bir anlayışı özümseyip, bütün düşünce ve fikirlerini bu yönde geliştirmektedir. Farklı
farklı toplumlar olduğu gibi farklı farklı kültürler vardır112.
Gelişen iletişim şebekeleri sayesinde kitle iletişim araçları, insanlığın sahip olduğu
bütün bilgi ve kültür birikimlerinden herkesin yararlanabileceği olanaklar
sağlamaktadır. Toplumsal bütünleşmeyi sağlayan bu iletişim araçları kitlesel ve tek bir
kültür oluşturmada elçi vazifesi görmektedir. Bu durumda kitle iletişim araçlarının
sunumunda; değişik yaşam biçimleri, yaşam felsefeleri, gelenekler ve tarzlar insanlığın
gözü önüne serilmektedir. Fakat egemen bir kültür empoze edilmektedir113.
Kitle iletişim araçları aracılığıyla, bir kaynaktan çok sayıda insana ulaşabilen kitle
iletişiminin, kültür üretme sürecine de oldukça büyük katkısı olmaktadır114.
21. yy. hızlı bir değişim içinde yer alıp, siyasî, ekonomik ve kültürel unsurlar bütün
dünya toplumlarını etkilemektedir. Geçen yüzyıl ve bu yüzyıl dünya toplumlarını
111
Emre Kongar; Kültür Üzerine, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005, s.32.
112
Güngör; Kültür Değişmesi…, s.30–31.
113
Herman; Küresel Zihniyet…, s.96.
114
Kongar; Küresel Terör…, s.33.
115
Koçdemir; Küreselleşme Koordinatları…, s.41.
35
etkileyip farklı kültürlerle etkileşim içine girdirmektedir. Fakat bu oluşan etkileşim tek
bir odak üzerine yoğunlaşıp hegemon bir kültüre zemin sağlamaktadır. Yerel kültürlerin
daha çok popülarite kazanması ulus kavramını daha çok arka plana itmektedir.
Küreselleşme olgusu yerel kültürleri ön planda tutarken üniter devlet modelini göz ardı
etmektedir116.
Küreselleşme, uluslar açısından; insanlığın tek düze bir tüketim kültüründe marka ve
firma imajıyla yeniden şekillenerek, siyasal bazda kültür temeline dayalı mikro
parçalara bölünerek, siyasî olarak parçalanmayı hedef almaktadır. Kültür emperyalizmi
tüm dünyaya empoze edilerek; hegemon bir kültür insanların yaşam tarzına
sokulmaktadır118.
Uluslar, ortak bir kültürü, toprağı ve dili paylaşan topluluklardır. Uluslar; aynı ırka, dine
ve ortak bir geleceğe sahip olduklarına inanan topluluklardır. Buna karşılık devlet;
hükümet teşkilâtına sahip, toprağı ve ulus bilinci olan bir organdır. Devlet, milletin
teşkilâtlanmış halidir.119 Modern ulus–devlet kavramı ise ulus ile devletin örtüşmesi ile
oluşmuştur. Uluslar arası sermayenin dünya ekonomik düzenine bir hegemonya
oluşturmasını sağlayan küreselleşme, bu bağımsız nitelikli ulus–devletlerin
egemenliklerini hem dışarıda hem de içerde kısıtlamaktadır. ABD’nin dünya siyasetini
ve ekonomisini etkileyerek dünya platformunda tek süper güç olarak rol oynamasıyla
birlikte, devletler üstü örgütlenmelerin önem kazanması, devletlerin ekonomik, siyasî
ve hukukî güçlerini birleştirerek Avrupa Birliği gibi oluşumları meydana getirmeleri,
birlik dışında kalan diğer ulus- devletleri ve diğer dünya devletlerini tehdit etmektedir.
116
Aydın; Erdoğan; Sarıbay ve Diğerleri; Siyasî …, s.39.
117
Cavanogh; Küresel Düşler…, s.73.
118
Manisalı; Yirmi Birinci…, s.63.
119
Güngör; Kültür Değişmesi…, s.35.
36
Ayrıca ulus- devletlerin içindeki farklı kültür gruplarının kendinde güç toplayıp özerlik
istemeleri, ulus–devletleri içerden de baskı altına alınmasını sağlamaktadır. Bu dışardan
ve içerden gelen baskılar ulus- devletlerin egemenliklerini küreselleşmenin bir sonucu
olarak sınırlamaktadır120. Yani küreselleşme ulus–devleti bir bütün olarak zayıflatırken,
yerel kültürleri güçlendirmektedir. Küreselleşme paradoksal olarak, tek düze bir yaşam
tarzının, tüketim alışkanlıklarının, toplumların hayatına yerleşmesine etki yapmaktadır.
Yerel ve ulusal kültürleri beraber zayıflatmaktadır. Küreselleşme bir taraftan yerel
kültür gruplarına siyasal özeklik sağlarken, bir yandan da tek düze bir yaşam
sunmaktadır. Tek düze yaşam tarzı, insanların gündelik hayatlarını kıskaç altına alırken,
sanat ve edebiyat gibi alanları da tehdit etmektedir. Toplumlara empoze edilen
yozlaşmış hayat tarzı onları çok kültürlü ve farklı örf ve adetlere sahip milletler
olmaktan alıkoymaktadır121.
Hiç şüphesiz aynı zamanda gelir adaletsizliği uçurumu da özellikle az gelişmiş ülke
insanları arasında yeni dünya düzenine karşı olumsuz duygular ve isyanlar meydana
getirmektedir. En önemlisi de küreselleşme gelişmekte olan ülkelerin kalkınma
umutlarını da söndürmektedir122.
Küreselleşme süreci kapitalizm tarihi kadar eskidir. Doğu ve Batı Avrupa’da daha önce
otoriter, monarşik bir rejimle yönetilen ülkelerin, demokrasiye geçişleri ve uluslar arası
ekonomiye katılmaları bu yeni düzene geçiş esnasında ulusları dünya siyasî ve
ekonomik platformlarda söz sahibi olan örgütler kurmaya ve geliştirmeye itmiştir.
Bugün Dünya’nın her hangi bir köşesinde iki ulusu karşı karşıya getiren küçük bir
120
Kazgan; Küreselleşme ve Ulus Devlet…, s.51–52.
121
Arıboğan; Küreselleşme Senaryosunun…, s.69–70.
122
Choamsky; Dünya Düzeni…, s.55.
123
Graudy; Aforozdan…, s.75.
37
Son yüzyıl içinde dünya ticaretindeki büyümeye, küreselleşme sebep olurken; ticarette
artan bir oranda liberalleşme gözlenmiştir126.
İletişim ve teknoloji; dünyada sosyal, ekonomik ve siyasal ilerlemeler için hayati önem
taşımaktadır. Mühendislik ve ilgili alanlardaki teknolojik gelişmeler o teknolojik icadı
yapan ulusların refah düzeylerini artırmaktadır. Bu ülkeler kendi geliştirdiği teknolojiyi
diğer uluslardan gelen talepler doğrultusunda artırırken, diğer yandan da bu
gelişmelerden dolayı büyük pazarlar elde etmektedirler. Bu da bu teknolojiye sahip olan
toplumları kalkındırmaktadır. Uzmanlar ve uluslar arası organizasyonlar dünya
ülkelerini üç kategoriye indirgemektedirler. Teknolojik icatları yapanlar, bu icatları
benimseyenler ve bu gelişmeleri izleyenler. Tüm dünyadaki teknolojik gelişmeler
beraberinde yeni oluşumlar getirmiştir. Bu gelişmeleri benimseyen, kendi içinde
kullanan ülkeler ise, bu gelişmelerden kolayca yararlanabilmektedirler. (Gerçekte
sadece yaralanmaktalar bu da onların kolayca sömürülmelerine zemin hazırlamaktadır.)
Gelişen dünya şartlarına uyum sağlayabilmek, küreselleşen ekonomik, sosyal ve siyasî
değişkenlere göre kendini ayarlayabilmek, gelişmekte olan ülkelerin asıl problemidir.
Çok uluslu şirketler en son teknik buluşları seferber ederek, kullanmaya çalışmaktadır.
124
Choamsky; Korsanlar…, s.97–98.
125
Fuat Keyman; Radikal Demokrasi ve Türkiye, Bağlam Yayınları, Ankara 1999, s.56.
126
Bouman Zygmunt; Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları, (Çev.: A. Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul
1999, s.65.
38
Her ülke, küreselleşme karşısında bazı stratejik seçimlerle karşı karşıya kalmaktadır.
Bunlar; özel sektörler, sendikalar ve toplumun diğer bölümlerini barındıran kurumlar
üzerinde olumlu bir etki oluşturarak bazı koruyucu önlemleri almak veya ekonomilerini
uluslar arası sisteme daha fazla dâhil edebilmek gibi seçimlerdir. Küreselleşmeden
yararlanabilmek için ülkeler, uluslar arası sorunlarla ve iç sorunlarla yüz yüze
gelmektedirler129.
Küreselleşme sürecinin bütün dünyada son yirmi yılda atağa geçmesi Ortadoğu’yu da
kuşkusuz etkilemiştir. Bu sürecin bütün dünyayı etkisi altına almadan öncede sahip
olduğu yeraltı, yerüstü kaynakları ve bulunduğu konumu itibarı ile de her daim gözde
bir coğrafya olmuştur. Bu bölgenin karışık yapısından ve kültür çeşitliliğinden
yararlanan Batılı odaklar bu alanda yaptıkları uzaktan müdahale yerine küreselleşme
sürecinde bizzat doğrudan müdahale etmektedir. Bu alandaki rejimlerin varlığından
kaygı duyduğunu her fırsatta dile getiren Batılı güçler görünürde belirttikleri nedenle bu
coğrafyanın daha modern ve güven arz eden bir yapı kazanmasını vurgularken, esas
neden bu coğrafyanın hem kaynaklarından hem de konumundan istifade etmektir130.
127
Sönmez; Dünya Ekonomisinde…, s.79.
128
Kazgan; Küreselleşme ve Ulus Devlet…, s.109.
129
Norman P. Barry; Modern Siyaset Teorisi, Liberte Yayınları, Ankara 2000, s.286.
130
Kazgan; Küreselleşme ve Ulus – Devlet…, s. 88.
39
2. BÖLÜM
Tam olarak bir coğrafi tanımlamanın olmayışının temel nedeni, tarih boyunca bölgede
önemli bir güç elde etme çabasında olan dış güçlerin varlığıdır132. Bu alan coğrafî alan
ve siyasal terminoloji olarak farklılıklar göstermektedir. Bu bölgede yaşayan halka göre
bugünkü Ortadoğu, dünyanın merkezi olurken, Ortadoğu terimi ilk defa emperyalist
zihniyetli Avrupalı tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu siyasal ifade 17. yy. da İngilizler
tarafından geliştirilerek siyasal terim olarak kullanılmaya başlanırken bu bölgeye ait
tanımlamaya daha sonraları İran, Türkiye, Kıbrıs gibi ülkeler de dâhil edilmiştir133.
131
Abdurrahman Arslan; “ İslam, Ortadoğu, Anglosaksonlar”, Birikim Dergisi, İstanbul 2003, s. 33 - 34.
132
İbrahim Ferhad, Heidi Wedel; Ortadoğu’da Sivil Toplumun Sorunları, ( Çev. : Erol Özbek), İletişim
Yayınları, İstanbul 1992, s. 99 - 100.
133
George Mcghee; ABD – Türkiye – Nato – Ortadoğu, ( Çev. : Belkıs Çorakçı), Bilgi Yayını, İstanbul
1992, s. 134 – 135.
40
Ortadoğu üç ana bölgeye ayrılır. Bu üç bölge Merkez Ülkeler, Bereketli Hilâl ve Arap
yarımadasıdır. Merkez ülkeleri, Türkiye, İran ve Mısır oluştururken; Bereketli Hilâl,
Irak, İsrail, Ürdün, Lübnan ve Suriye’yi; Arap Yarımadası, Suudi Arabistan, Bahreyn,
birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman ve Yemen’i içermektedir.
Bu bölgede dinlerin kendi içindeki ayrılıkları ve düşmanlıkları çoğu zaman diğer dinlere
karşı olunandan daha şiddetlidir. Müslümanlar Şii, Sünni, Zeydi (Yemen’de yaşayan
Şii- Sünni karışımı bir grup) Haricî (Umman’da) olmak üzere çeşitli mezheplere
ayrılırken, yine bu mezheplerde, kendi aralarında da yüzlerce tarikata ayrılmışlardır.
Hıristiyanlar ise Rum, Katolik, Ortodoks, Melkitler (Mısır’daki Ortodoks Rumlar),
Gregoryan Ermeni, Nasturi, Katolik, Süryani Ortodoks, Maruni, (Lübnanlı Katolikler),
Keldani gibi birçok farklı gruba ayrılmışlardır.
134
Yavuz Yıldız; Ortadoğu’da Silahlanma ve Militarizm, Bağlam Yayınları; İstanbul 1993, s. 46 – 47.
135
Mahir Kaynak; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva Yayınları,
İstanbul 2005, s.75–78.
41
1798 – 1801’de Fransa’nın Mısır’ı işgali sömürgeleştirme yönünde atılan ilk adımdır.
Ayrıca Osmanlı imparatorluğuna yönelik ilk ciddi girişimdir. Aynı zamanda bölge
üzerindeki Fransız ve İngiliz çekişmesinin de başlangıcıdır.
16. yy.’dan beri ticarî ilişkilerini geliştiren Fransa, 1830 yılında Cezayir’i işgal etmiştir.
1914 – 1930 döneminde petrol imtiyaz kavgaları, bununla ilgili olarak “rastgele” çizilen
sınırlar ve manda rejimleri damgasını vurmuştur.
1– Skyes – Picot Antlaşması (1916): SSCB’nin kuruluşu ile açığa çıkan bir antlaşmadır.
Ortadoğu paylaşılır, Ruslara Karaolanis Kıyıları, İstanbul ve Boğazlar verilirken, bunun
karşılığında Ortadoğu; İngiltere ve Fransa’ya kalır.
2– Versailles Antlaşması (1919): Manda rejimleri tanınır, paylaşım legâl hale gelmiştir.
136
Mehmet Kocaoğlu; Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995,
s.71–72.
137
Baskın Oran; Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C.2,
İletişim Yayınevi İstanbul 1980 – 2001, s.45–46.
42
İngiltere “Büyük Arap krallığı” kurmayı düşünüyordu. Önünde seçebileceği iki güç
odağı vardı. İngiltere’nin tercihi aykırı Vehâbi hareketi yerine, Sünnî Hüseyin olmuştur.
Hüseyin derme çatma gücü ile müttefik güçlerin yanında Filistin ve Suriye’nin işgaline
katılmıştır. Fakat başarılı olamamıştır. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi bölgenin etnik
ve dinî yapısı, ikincisi ise Arapların 400 yıldır egemenliği altında olduğu Osmanlı
Devleti’nin varlığıdır. Wilson ilkeleri ve Bolşevik ihtilali dünyaya yeni birikim
getirmekteydi.
Wilson ilkeleri ve Bolşevik İhtilali’nin ardından dünyada gelişen yeni şartlar, yani bir
paradigmanın şekillenmesini de sağlamıştır. Manda sistemi gibi egemenlik biçimleri ve
bileşenlerini teşkil etmişlerdir. Savaş sonrasında ekonomik bu yeni paradigmayı göz
ardı edememiştir. Çünkü artık kimse “kendi başına gelişmesi mümkün olmayan
halkların tek şansı” olarak emperyal işgalini görmüyordu. Büyük İngiltere’nın petrol
arama iznini sadece İngiliz vatandaşlarına tanıyan “Yurttaşlık Yasası” ile petrol sahaları
üstünde tekel kurma girişimleri, ABD’nin baskısı ile iptal edilerek özgürleşmiştir. Bu
süreç klâsik emperyalizmin ekonomik olarak güçsüz düştüğünün, zayıflamaya
başladığının ve dolayısıyla tasfiyesinin yaklaştığının işaretlerini taşımaktadır. Yeni
güçlerin devreye girmesiyle yeni emperyal paradigma “liberal emperyalizm” şemsiyesi
altında gizlenmiştir. Halklara özgürlük talep eden ABD’nin dayattığı politika’nın, petrol
bölgelerindeki, petrol şirketlerinin dilediği gibi iş yapma özgürlüğünü kastetmiştir.
I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti yıkılmıştır. Türkiye ve İran kendi ulus
devletini kurmuştur. Faysal’ın 1916 – 1920 boşluğunda Suriye’de denediği İngiliz
destekli Arap devleti girişimi Fransa tarafından engellenince, ikincisi denenerek Irak
Kralı olarak atanmıştır. “Arap Milliyetçiliği’ni” Irak’a yerleştirmeye çalışılmıştır. Fakat
bu milliyetçilik anlayışının Irak topraklarında yaşayan tüm halklara dayatılması
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Mısır ise, Arap dünyasında Batı Avrupa ulus devlet örneğine en fazla yaklaşan ülke
olmuştur. Mısır’da milliyetçilik İngiliz işgalinin yerleşmesiyle toplumsal tabanda
yayılmaya başlamıştır. I. Dünya Savaşı sonrası gelişen Vafd hareketi, Ortadoğu’da ilk
bağımsızlık yanlısı bir siyasî hareket olması bağlamında önemlidir. Vafd partisi kurulup
43
iktidara gelmiştir. İngilizlere ters düşen Vafd hükümeti düşürülmüştür. 1936’da ise
Mısır tam bağımsızlık kazanmıştır138.
II. Dünya Savaşından sonra çift kutuplu bir yapılanmaya giden dünyada Amerika’nın
dış politika ve uluslar arası ilişkiler pozisyonu da şekillenen dünya siyasetine ve zaman
göre farklılık göstermiştir. Amerika’nın Ortadoğu’ya müdahalesi Truman Doktrini ile
başlamıştır. Sovyet Politikasına karşı Ortadoğu’da kalkan siyasetini benimsemiştir. Bu
siyaseti de bu bölgedeki ülkelere yaptığı malî, askerî ve teknik yardımla etkin hale
getirmiştir. 1969’da Nixon Doktrini olarak hayata geçirilen yeni yardım ise Ortadoğu’da
etkin iki ülke olan Suudi Arabistan ve İran’ı temel almaktaydı. 1990 yılından sonra
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Amerika Ortadoğu politikalarını hayata
geçirmiştir139.
Bu bölge petrol rezervlerinin yanı sıra endüstriyel ürünler ve silah ticareti için de petrol
kadar önemli olmaya devam etmektedir. Ortadoğu devletlerinin bir çoğu özellikle
Körfez ülkeleri zengin petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen diğer Ortadoğu
devletleri petrol rezervlerine sahip olmadığı gibi dış yardıma bağlı durumdalar. Diğer
kaynaklarında sınırlı olması bu da bölgedeki toplumların refah seviyesini
dengesizleştirmiştir. Ortadoğu toplumların genel olarak siyasal durumu ekonomik ve
sosyal olaylardan daha vahim gözükmektedir. Buradaki siyasal rejimler etnik, dinî veya
bir aileye dayanmaktadır. Bu yapılanma ise onların çağdaş dünya ile olan bağlarını
koparmaktadır140.
138
İdris Bal; ABD’nin Orta Asya Politikasına Yön Veren İç ve Dış Dinamikler, Stratejik Analiz, No: 22,
Ankara 2001, s.70.
139
Armaoğlu; 20. Yüzyıl…, s. 455 – 456.
140
Arslan; İslam – Ortadoğu…, s. 123.
44
Dünya politikasında etkin bir rol izleyen Amerika; gerek dünya platformunda gerekse
de Ortadoğu’da izlediği siyaset ile kendi politikalarını gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Ekonomik olarak da birçok zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmasına
rağmen iyi şartlar altında bulunmayan bu bölge kendi etkinliğini bu alanda
sağlayabilecek güç unsurundan uzak olup, bu alanda etkinlik her zaman Batılı güçlerin
olmuştur142.
İnsanlık tarihinin başladığı yer olan Ortadoğu dünyanın en büyük ordularının saldırdığı,
en büyük katliamların yapıldığı, diktatörlerinin hâkimiyet kurduğu Ortadoğu Bölgesi
büyük bir geçmişe sahiptir. Bu tarih içersinde yeni medeniyetler, yeni kültürler
kurulmuştur. Fakat burada değişmeyen, yadsınamayan bir gerçek vardı ki bölgeye
damgasını vurmuş olan İslâmiyet’ti. İslâmiyet vicdanlara huzur ve medeniyeti
getirmiştir. Bu bölgenin her zaman gözde olmasının sebeplerinden biride üç semavî
dinin kutsal mekânlarının burada olması gelmektedir. İslâmiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık
bu bölgede doğmuştur olup, bu bölge üç semavî din için büyük önem taşımaktadır.
İslâmî uyanışın her geçen gün güçlenmesi gerçeği ile bölgeden çıkarılan petrolün, batılı
ekonomiler için vazgeçilmez önemi birleştiğinde Ortadoğu’yu bu konuda çekişme
mücadelesi haline getirmektedir. Bu da halkların büyüme tehlikesini hisseden batı için
güzel bir örnek teşkil etmektedir. ABD, işte yükselen bu uyanışı durdurmak için “Ilımlı
İslâm” düşüncesini ortaya atmıştır. Bu düşünce içerisinde Büyük Ortadoğu Projesi de
büyük önem kazanmaktadır.
İslâm hiçbir şekilde “Ilımlı İslâm” ya da “Siyasal İslâm” olarak tanımlanamaz. İslâm
kelimesinin önüne bir sıfat konularak İslâm nitelendirilemez143.
141
Bal; ABD’nin Orta Asya…,s.98.
142
Kaynak; Büyük Ortadoğu Projesi…, s. 112.
143
Yaşar Nuri Öztürk; Batı Sömürgeciliği ve İslâm Dünyası, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2003, s.105.
45
11 Eylül 2001 terörist saldırıları; İslâm’ı hedef alarak, bu dine karşı karşıt bir güç
oluşturulması için bir milat olmuştur144.
ABD başkanı Jimmy Carter İslâm’ın komünizme karşı kalkan olabileceğini söyleyerek
“Yeşil Kuşak Projesi” ile Orta Asya’da tetiklemeye çalıştığı İslâmî uyanış
hareketlerinin “Radikal İslâm’ın” Ortadoğu’da güç kazanmasında büyük rol oynamıştır.
1990 yılında tek kutuplu dünya düzenine geçişle beraber önemini kaybeden bu yeşil
kuşakla El–Kaide de eski ehemmiyetini kaybetmiştir. Bundan sonra gözden çıkarılan bu
örgüt hedefini kendisini yaratanlara çevirmiştir. Burada Osama bin Laden sadece bir
model olup doğunun yüzlerce yıldır uğradığı sıkıntılarının dışa vurumuydu. İslâm,
Batı’nın yeni hedefi olmuş ABD başkanı George W.Bush “Haçlı Seferi” terimini
kullanarak batı dünyasının bilinçaltını teyit etmiştir145. İslâm hiçbir şekilde “Ilımlı
İslâm” ya da “Siyasal İslâm” olarak tanımlanamaz. İslâm kelimesinin önüne bir sıfat
konularak İslâm nitelendirilemez 146.
İslâmî uyanışın her geçen gün güçlenmesi gerçeği ile bölgeden çıkarılan petrolün, batılı
ekonomiler için vazgeçilmez önemi birleştiğinde Ortadoğu’yu bu konuda çekişme
mücadelesi haline getirmektedir.
ABD, işte yükselen bu uyanışı durdurmak için “Ilımlı İslâm” düşüncesini ortaya
atmıştır. Bu düşünce içerisinde Büyük Ortadoğu Projesi de büyük önem kazanmaktadır.
Bu proje ile ABD, bu bölgelerde demokrasi alanında; kadına eşit haklar, hukuk
üstünlüğü, dinî özgürlük, sivil toplum örgütlerine destek sağlanması gibi politikalar
geliştirirken, ekonomi ve eğitim alanında; pazar ekonomisinin güçlendirilmesi,
kadınlara, kız çocuklarına eğitim olanaklarının sağlanması, güvenlik boyutunda; ABD
ve Avrupa ülkeleriyle müttefiklik kurulması için bu ülkelerle birlikte çalışılmayı teşvik
etmeye hedeflemektedir. Görünürde bu sebeplerden bu bölgeye girmek isteyen Batı’nın
asıl niyeti bu alanda güç kazanmak istemesidir.
144
Arslan; 11 Eylül’ün “Öteki” ..., s.82
145
Koray Tütüncü; “Seyla Benhabib ile Söyleşi”, Doğu–Batı Dergisi, Sayı: 20, C.II, Ankara 2002,
s.70–71.
146
Öztürk; Batı Sömürgeciliği …, s.105.
46
Büyük Ortadoğu Projesi ABD’ye göre Ortadoğu ve yakın çevresi coğrafyasında yer
alan ülkelerde batılı anlamda demokrasinin sağlanması terörizmin ortadan kaldırılması,
ekonomik ilişkilerin artırılması ve ekonomik işbirlikleri sağlanarak bölgenin istikrara
kavuşturulmasıdır.
ABD, bu projeyi desteklemeleri ve aktif rol almaları için NATO ve G-8 ülkelerini davet
etmiştir. Ayrıca AB ve BM projenin gerçekleşmesine katkıda bulunacak diğer
kuruluşlardır.
BOP projesinde eylem alanı, kesin sınırlarına bağlı değildir. Fakat ABD kaynakları 27
ülkenin BOP dâhilinde değerlendirildiğini vurgulamaktadır. Afganistan, Bahreyn,
Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin Özerk Yönetimi, Irak, İran,
İsrail, Katar, Kuveyt, Komor Adaları, Lübnan, Libya, Mısır, Montanya, Pakistan,
Somali, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün ve Yemen bu
ülkeler arasında yer almaktadır.
Büyük Ortadoğu Projesi, başlayıp bitecek bir proje değil, aksine sürekli güncellenerek
yaşanacak bir süreç olarak oluşturulmuştur. Proje, küreselleşme adı verilen büyük
küresel değişim sürecinin bir parçası olarak, dünyanın değişen şartlarına uygun olarak
sürekli güncellenerek kuşaklar boyu devam edecek oluşumdur.
147
Zeynep Gürcanlı; “Büyük Ortadoğu Projesi Başladı Bile”, Star Gazetesi, 22.03.2004.
47
Terör tanımlamasının sosyal bilimler literatüründe ortak bir tanımının olmaması, terör
ve terörizm anlamına farklı anlamlar yükleyip, her türlü şiddet, baskı, gibi eylemleri
terörizm doğrultusunda değerlendirmelerin yanında; siyasal veya ideolojik olarak
yapılan eylemleri de terörizm dışında saymaktadır. Bir taraf için özgürlük savaşçısı olan
diğer taraf için terörist olabilmektedir. Bugün Ortadoğu’da karşılaşan bu kargaşa bunun
en bariz örneğini teşkil etmektedir. Burada yapılan eylemler genelde dünyaya terör
eylemleri olarak deklare edilirken, burada yaşayan halk tarafından bağımsızlık
mücadelesi olarak görülmektedir. Buradaki paradoksal durum ise büyük çoğunluğunun
Müslüman olması ve bu kişilerin İslâm kimliğini taşımalarından dolayı, terör
kelimesinin başına “İslâm” kavramı yerleştirilerek; Müslümanlar potansiyel bir terörist
olarak gösterilmektedir.
Özde ‘İslâmî Terör’ gibi bir kavramın oluşması 1980’li yılların sonunda oluşmaya
başlarken, 1990 yılında Soğuk Savaş’ın bitmesiyle terör kavramı gündeme daha çok
oturmuş ve İslâm’la eşit tutulmaya çalışılmıştır. 11 Eylül 2001 olaylarından sonra terör
faaliyetleri daha da artmış ve bütün dünya, İslâm ile terörizmi bağdaştırma yolunu
seçmiştir. İslâm’la terör kavramı özdeş tutulmaya çalışılırken Müslüman eşittir
teröristtir gibi bir denklem gündeme oturtulmaya başlanmıştır149.
Dinlerin varlığından beri devam eden süreç de, dinler tarihinde var olan bütün ilâhi
dinlerin, her türlü kötülüğe, zulme, haksızlığa karşı bir tavır takındığını göstermektedir.
Müslüman bir insan, her hangi bir terör faaliyetini oluşturabiliyorsa bu faaliyet onun
mensup olduğu dinin, bu yaptığını tasdik ediyor manasına gelmemektedir. İslâm ve
terör kavramları birbirlerine uymayan iki olgudur. İslâm kelime anlamı olarak “Barış,
huzur, güven, mutluluk ve esenlik” anlamına gelmektedir. İslâm insanların haksız
148
Emin Gürses; Mahir Kaynak; Büyük Ortadoğu Projesi, Timaş Yayınları, Nisan 2005, s.36.
149
Mahir Kaynak; “Terör Olayları”, Star Gazetesi, 04.07.2004.
48
öldürülmelerini katledilmelerini yasakladığı gibi, her türlü vahşet ve eziyeti de din dışı
saymaktadır. İslâm’a göre insan hayatı değerli ve kutsaldır. İnsan faktörünün üzerinde
hiçbir güç yoktur. Hiç kimse başka bir insanın hayatına son verme yetkisine sahip
değildir. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz. İslâm’da var olan cihad
kavramı, İslâm’la terörizmi eş değer tutulmasına sebep olmaktadır. Hâlbuki cihad
kelime olarak, “Nefisle mücadele, İslâm’ı tebliğ ve düşmanla savaşma” anlamlarını
gelmektedir. Böyle bir anlayışın oluşmasında bu örgütlerin içinde yaşadıkları ülkelerin,
uzun yıllar başka ülkelerin işgali altında kalmalarının da etkisi olmuştur. Ayrıca, bu
örgütlerin işgal kuvvetlerine karşı mücadele edebilmek için gerekli ekonomik, askerî ve
teknolojik alt yapıya sahip olmamaları zaman içerisinde terörizm faaliyetlerini bir
mücadele yöntemi olarak kullanmalarına neden olmuştur. Bu sosyo–ekonomik durum,
bu faaliyetlerin oluşmasında tetikleyici bir rol üstlenmiştir150.
Terörizmin bir eylem faaliyeti olarak benimsediği intihar saldırılarının anavatanı ise
Ortadoğu’dur. Bu saldırılarına, 1983 yılından itibaren Hizbullah, İslâmî Cihad ve El -
Kaide vb. dinî örgütlerin öncülük ettiği söylenebilir. 11 Eylül’de El–Kaide terör
örgütünün intihar eylemlerini kullanması, İslâm’ın, intihar eylemlerine teşvik ettiği
izlenimini perçinlemiştir. Hâlbuki İslâm her koşul, mekân ve de zamanda intiharı
bütünüyle yasaklamıştır. İnsan canı Allah'ın insana verdiği bir emanet olup, Allah’ın
verdiği canı Allah’tan başkası alamaz151.
Terörizmde; öldürme, katliam şiddet, baskı, intihar ve her türlü korku faktörü siyasî ve
ideolojik bütün eylemler için sonsuz bir şekilde kullanılmakta serbesttir. Hedef alınan
bireyin bulunduğu konum hiç önemli değildir. İçinde yaşadığı toplum, inandığı dini,
yaşı, cinsiyeti terörist için önem taşımamaktadır. Masum çocuklar, kadınlar yaşlılar bu
hain amacın hedefi olabilmektedirler. Savaş dahi bir hukuka bağlı iken, belli sınırlar
çerçevesinde vuku bulurken, terörizmde hiçbir kural ve kaide bulunmaz. İslâm’da savaş
hâlinde iken dahi, savaşa katılmamış çocuk, kadın ve ihtiyarların öldürülmesini
kesinlikle yasaklanmıştır. İslâm, böyle bir vahşetkâr olaya asla izin vermez152.
150
Ahmet Davutoğlu; Stratejik Derinlik / Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayını, İstanbul 2001,
s.34–35.
151
Yaşar Nuri Öztürk; İslâm Nasıl Yozlaştırıldı / Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid’atlar / Bütün
Eserleri 31, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2000, s.31–34.
152
Yaşar Nuri Öztürk; “Gerçek İslâm ve Öteki İslâm”, Star Gazetesi, 01.09.2002.
49
Terör kavram olarak İslâmîyet’le birbirine yakıştırılmaz bir kavramdır. İslâm âleminin
terör kavramı ile tanışması emperyalist ve sömürgeci güçlerin bu coğrafyadan
faydalanmak istemeleriyle ve bu toprakları parçalamak için burada hâkim güç olma
çabasıyla başlamıştır.
Bugün İslâm coğrafyasında yer alan devletlerin birçoğunun hatta tamamın terörle başı
derttedir. Meydana gelen terör faaliyetlerinde kimi zaman etnik unsurlar, kimi zaman
siyasî ve ideolojik değişim talepleri, bazen ekonomik problemler, bazen hürriyetlerin
kısıtlanması, bazen insanların dinî kimliklerine yönelik baskılar, bazen genel siyasî
baskılar, bazen de daha başka şeyler besleyici ve de belirleyici etmen olmaktadır. Fakat
bunların çoğunun bu unsurları kitlesel taban kazanmak için kullandıkları, aslında o fikri,
altyapıyı pek temsil etmedikleri görülmektedir. İsrail’deki Yahudilerin, Filistin’deki
Müslümanlara karşı tavırları buna örnek olarak gösterilebilir. Etnik bir unsura yönelik
baskılardan kaynaklanan problemleri besleyici unsur olarak kullanan örgütlerin en başta
o etnik unsuru hedef alan terör eylemleri gerçekleştirmeleri bu açıdan dikkat çekicidir.
Yine bazı örgütlerin dinî bir kimlikle ortaya çıkmalarına rağmen en başta kendilerine
rakip olarak gördükleri dinî oluşumları hedef alan terör eylemleri gerçekleştirmeleri, bu
grupların da aslında kendi ideolojilerini ve fikirlerini temsil etmediklerini
154
göstermektedir .
Barış ve güvenliğin olduğu yerde özgürlük ortamı vardır. Hürriyetin dayatıldığı içine
alındığı ortamlarda barış, güvenlik ve de istikrar olmaz olamaz. İslâm’ın ve İslâm’ı
yaşayan Müslümanların terörizm gibi bir kavramla özdeş tutulması, bu dini ve bu dini
153
David Framkin; Barışa Son Veren Barış – Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? Epsilon Yayınları,
İstanbul 2004, s.62.
154
Ingmar Karlson; Din, Terör ve Hoşgörü, (Çev.: Turhan Kayaoğlu), Homer Kitabevi, İstanbul 2005,
s.47–48.
50
yaşayanları lekelemek için kullanılan bir kavram durumuna düşürülmesi gerçek niyeti
oluşturmaktadır155.
Terörün kavram olarak dünya literatüründe ortak kabul edilmiş bir kavram
olmamasından dolayı çoğu zaman çarpıtıldığına tanıklık etmekteyiz. Dünya
kamuoyunda teröre karşı bir tepki oluştuğunda herhangi bir fiili mücadelenin terör
olarak nitelendirilmesi çoğu zaman, onun kitlelerin nazarında mahkûm edilmesi için
yeterli olmaktadır. Örneğin Rusya, haksız bir şekilde Çeçenistan’ı işgal etmesine karşı
verilen haklı mücadeleyi terör olarak niteleyerek dünya kamuoyunun nazarında kendini
haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Gerçi Rusya bu konuda başarılı olabilmiş değildir. Fakat
İsrail, hizmetindeki medya organlarının gücünden yararlanarak bunu kısmen
başarabilmiştir. Oysa Filistin’de verilen mücadelenin esas itibariyle Çeçenistan’daki
mücadeleden, Kosova'daki hak mücadelesinden hiçbir farkı yoktur. İsrail, o topraklara,
işgal, gasp ve şiddet yoluyla girmiştir. Filistin'de verilen mücadele de bugün ortaya
çıkmış bir mücadele değildir. İsrail’in haksız yere Filistin topraklarına girmesiyle
meydana gelmiş, insanları katletmeye başladıkları tarihten bugüne kadar devam ederek,
bir sorun oluşturmuştur. Yani teröre karşı savunma mücadelesi olarak ortaya çıkmıştır
ve öyle de devam etmektedir. Filistin'deki mücadele bütün yönleriyle incelendiği zaman
Türkiye’deki İstiklal savaşından, Çeçenistan’da ki, Bosna–Hersek’teki ve Kosova'daki
mücadeleden hiçbir farkı yoktur156.
155
Şerif Mardin; “Oryantalizmin Hasıraltı Ettiği”, Doğu–Batı Dergisi, Sayı: 20, Ankara 2002, s.113.
156
Mim Kemal Öke; Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002, s.85.
51
hâkim gücünü sürdürmek isteyen emperyal güçlerin, İslâm coğrafyasındaki kendi değer
ve güçlerini bu devletlerin kullanmalarına imkân vermemesinden kaynaklanmaktadır157.
İslâm’ın kelime manası dahi (barış, esenlik ve mutluluk) İslâm ile terörün
bağdaşmayacağını, “İslâmî terör” olamayacağını açık bir biçimde ortaya koymaya
kâfidir160. Amaca ulaşmak için her yolu mubah görmek, İslâm’a yakışmayacak bir
söylemdir. Müslüman bir insan davasını haklı gördüğü takdirde uygulayacağı yöntem
de haklı olmalıdır. Haklı olduğu savunmada haksız yöntemler kullanamaz. Fakat böyle
157
Seyla Benhabib; “Kutsal Olmayan Savaşlar”, (Çev.: Fatma – Koray Tütüncü ), Doğu – Batı Dergisi,
Sayı: 20, C.II, Ankara 2002, s.55.
158
Deniz Ülke Arıboğan; Küreselleşme Senaryosunu…, s.98–102.
159
Giddens; Elimizden Kaçıp Giden…, s.131–134.
160
Yaşar Nuri Öztürk; “Siyasal İslâm’ın Omurga Sorunu ”, Star Gazetesi, 05.07.2003.
52
“Ben Müslüman’ım”, “Ben İslâm için savaşıyorum” diyen bir kişi kendine göre bir
İslâm dini oluşturursa bu kişi İslâm dinine hizmet etmiş olmaz bilakis İslâm’ın ruhuna
ve özüne zarar veren bir duruma düşer. Kur’ân–ı Kerim’de bu durum şöyle
özetlenmiştir. “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirecek olursanız,
Peygamberimizin üzerine düşen görev ancak apaçık tebliğidir. (Tegabün 64/12 )”
buyrulmaktadır162.
Hukuk literatürüne ait bazı kitaplarda savaş durumunda yapılması gereken hükümler
apaçık belli iken, bu durum tarihin ilk yazılı kanunu sayılan Hamburabi kanunlarında
bile yalın ve anlaşılır bir dille belirtilmiştir. Tarihin ilk zamanlarında dahi bu kadar
modern bir söylem yer alırken, her çağ ve devre hitap edebilen İslâm dini tüm evreni
kendi ışığı ile aydınlatmaya çalışırken, İslâm insanlık dışı bir olayın vuku bulmasına ve
bu tarz söylemlere kimse alet edemez.
Kur’ân–ı Kerim’de “Bir adamın cinayetiyle başkaları mesul olmaz. Hem bir masum,
rızası olmadan, bütün insana da feda edilemez. Kendi ihtiyariyle, kendi rızasıyla kendini
feda etse, o fedakârlık bir şahadettir ki, o başka meseledir.” (Maide 5/32) âyetiyle
anlatılmaktadır. İslâm’ın özü ve ruhu hiç kimsenin hayatını yok etme hakkını bir insana
vermemiştir. Hiç kimse Allah’ın bahşettiği canı alma yetkisine sahip değildir.163.
Radikal hareketler ve marjinal söylemlerle gündeme gelen İslâm; terör ile anılması
İslâm’ı zedelediği gibi İslâm’ın yıkıcı ve bozguncu bir din olarak tanınmasını
sağlayarak, İslâm dinine mensup olan Müslümanların birer terörist gibi dünya
161
Kur’ân-ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.28.
162
Kur’ân-ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.113.
163
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.23.
53
İslâm ülkelerinin sosyo – ekonomik geri kalmışlığı, anti demokratik dikta rejimleri,
yüksek doğum oranları ve doğum oranlarına göre yeterli eğitim seviyesinin
verilememesi, bu bölgenin bilimsel ve akademik çalışmalardan yoksun olması,
düşünmeyen kitleler yetiştirilmesi düşünüldüğünde durumun oldukça vahim olduğu
görülmektedir. Bu durumda umutsuz ve çaresiz insanları terör gibi karşılığı bulunmayan
bir savaşın içine çekmiştir164.
Batı uygarlığını “öteki” uygarlıklardan ayıran en önemli özelliği hiç şüphesiz ki belirgin
bir şekilde din dışı özellikler taşımasıdır. Bu da Reform, Rönesans, Aydınlanma
Dönemi, Fransız İnkılâbı ve Sanayi Devrimi gibi tarihsel süreçlerin ve toplumsal
dönüşümlerin sonucunda meydana gelmiştir.
Avrupa’da üç yüz yıl önce bilinen bir medeniyet vardı ve o da “Hıristiyanlık” olarak
adlandırılıyordu. Kimse Batı Medeniyeti diye bir medeniyet tanımıyordu. Reform ve
Rönesans gibi dönemlerden sonra “Hıristiyan Medeniyeti” kavramının yerini Avrupa
Medeniyeti kavramı almaya başlamıştır. Bu kavram da yerini yirminci yüzyılın
başlarında “Batı Medeniyeti” kavramına bırakmıştır. ABD’nin keşfi “Batı Uygarlığı”na
taze kan getirmiştir. ABD’liler Batı Medeniyeti’ne yeni bir muhteva kazandırmıştır.
Artık Batı Medeniyeti, liberalizm, eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü, demokrasi,
serbest piyasa ekonomisi gibi kavramaların önemini artırırken devlet işlerinin kilise
hayatından çıktığını göstermiştir165.
ABD sahip olduğu güç sayesinde Batı Ülkeleri’ni bütün dünyanın gözünde
meşrulaştırmaya çalışmıştır. İkinci Dünya Savaşı ve takip eden yıllardaki Soğuk Savaş
164
Choamsky; Terörizm…, s.99.
165
Marisal Touraine; Altüst Olan Dünya: 21.Yüzyılın Jeopolitiği, Ümit Yayını, İstanbul 1997 s.71–72.
54
İslâm bir inanç olmasının yanı sıra siyasî ve medenî bir dindir. Yani hem siyasî hem de
medenî bir yanı vardır. İslâm Peygamberi bu siyasî nizam ve sistemi kurarak, bu
yapılanmanın nasıl oluşturulacağını insanlığa gösterip hayata geçirmiştir. Vahiy ve din,
siyasî bulguları açıklamaya ve özellikle siyasî düzen, devlet ve siyasetin çerçevelerini
çizmeye çalışmaktadır.
İslâmiyet esas olarak evrensel bir din olup tüm beşeriyeti kapsamaktadır. Geçmişteki
peygamberler siyasî ve medenî olmuşlardır. İslâm dini, medeni bir yaşam için gerekli
olan tüm fonksiyonlara sahiptir168.İslâm dini çağdaş düzen ve yaşam için her açıdan
evrenseldir. Kültürel, iktisadî, sosyal ve stratejik açıdan da üniversal bir din olup bütün
insanlığa kapılarını açmış bir dindir. Medeniyet, hoşgörü, akılcılık İslâm dinin en
belirgin özelliklerindendir169.
20. yy. içerisinde yaşanan savaşlar, politik değerler, fikirler, ideolojiler; geçen
yüzyıllardan beri kendini hissettiren Doğu ve Batı arasındaki farkı ortaya çıkardığı gibi
166
Davutoğlu; Stratejik…,s.25.
167
Öztürk; İslamı Anlamaya Doğru, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 1997, s.75–78.
168
Öztürk; İslamı Anlamaya…, s.91–93.
169
Öztürk; İslâm’ı…, s.32–33.
55
Uygarlık seviyesi, İslâm dinini barış ve dostluk içerisinde onu hak ettiği seviyeye
çıkarırken, İslâm’ın en büyük öğretisi olan Kur’ân bize medeniyeti, barışı, dostluğu ve
adaleti emretmektedir.
“Ey insanlar, gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirlerinizle
tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin
en üstün (kerim) olanınız ırk yada soyca) değil takvaca en ileri olanınızdır. Şüphesiz
Allah bilendir. Haber alandır.” (Hucurat suresi,49/13)171.
“İçlerinde zulmedenler hariç olmak üzere, kitap ehline en güzel olan bir tarzın dışında
karşılık vermeyin ve deyin ki; bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımızda sizin
ilahınızda birdir. Ve biz ona teslim olmuşuz.”(Ankebut Suresi 46)172.
“Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.” (Alî Ümran Suresi 3/110) Allah
insanlığın iyiliği için İslâmiyet’i yaratmıştır173.
170
Kömeçoğlu; “Oryantalizm...”, s.38–39.
171
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.100.
172
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.72.
173
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.16.
56
İnsanlığı, yapılan zulümle baş başa bırakmasıyla kendini gösteren terör, İslâm’ın
kesinlikle yasakladığı bir günahtır. Terörü yapanların kullandıkları vahşice yöntemler
insanlık dışı, insanlıktan nasibini almamış kişilerin uyguladığı bir yöntemdir. İslâm’a
tamamen zıt bir etik anlayıştır. Bu yüzden dünyadaki bütün Müslümanlar haksız bir zan
altındadır. Bu gerçekten önemli bir mesele olup İslâm’ın hak ettiği saygınlığı yeniden
kazanması gerekiyor ki; buda ancak İslâm’ın özünün, ruhunun yeniden bütün dünyaya
anlatılmasıyla ile mümkündür174.
Terörü, siyasî amaçlı olarak sivil hedeflerin vurulmasıdır. Bunun hiçbir insanî, ahlakî
geçerliliği yoktur, olamaz. İnsanlığa gönderilen son din olan ve “barış” kelimsiyle aynı
anlama gelen İslâm dinin kitabı olan Kur’ân–ı Kerim bütün insanlığa yol gösterici bir
rol üstlenmektedir. Çünkü İslâm güzel ahlâkı emretmektedir. Sivil insanların siyasî
amaçlı kullanılmasının ve yok edilmesinin Kur’ân–ı Kerim’in tüm insanlığa yaydığı
ışıkla alâkası yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de insanlar merhamet, şefkat, hoşgörü ve barışın
yaşanabileceği İslâm’a davet edilmektedir. “Ey iman edenler hepiniz topluca barış ve
güvenliğe girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.”
(Bakara Suresi 2/208)175. Ayette görüldüğü gibi Allah insanların gerçek adaleti, barışı,
esenliği ve huzuru Kur’ân–ı Kerim’de yer alan ahlâkının, gerçek hayata geçirilmesiyle
yaşayabileceklerini bildirmektedir.
Buradan şu sonucu çıkarıyoruz ki Kur’ân ahlâkına göre bir Müslüman diğer tüm
insanlara karşı adaletli, merhametli ve hoşgörülü davranmakla ve zayıfları güçlülere
karşı korumakla sorumludur176.Açıkça görülüyor ki gerçek bir Müslüman, terörün ve
benzeri radikal bir hareketin engelleyicisidir. Müslüman, bozguncuları durdurmakla ve
topluma huzur ve güveni getirmekle sorumludur. Din ile terör iki zıt faktördür. Din
insanlığa barışı, huzuru ve sevgiyi getirmektedir. Terör acımasızdır, öldürmek acı
çektirmek istemektedir. Dolayısıyla bir terör olayından sonra fail ararken kaynağını
dinde aramak yanlış olur. Bir insan, hiç suçu yokken karşısındaki insanları gözünü
kırpmadan katlediyorsa o şahıs cani olmakla beraber aynı zamanda dinden de
habersizdir. Bu nedenle “İslâmî Terör, Yahudi Terörü, Hıristiyan Terörü” gibi
kavramalar bu dinlere karşı yapılmış bir hakarettir. İslâm dininde ve diğer ilahî dinlerde
174
Süleyman Saydi; “Batı’nın İslâmî Teröre Yaklaşımı”
http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_ 01.html, Haziran 2005.
175
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.11.
176
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.23.
57
teröre kesinlikle yer yoktur. İslâm dinine göre Müslüman bu eylemleri engellemek,
adalet ortamı oluşturmakla hükümlüdür. İslâm dininin her asra ve her insana hitap
etmesi ve kolaylıklar dini olması, diğer semavî dinlerden ayıran en önemli
özelliklerinden biridir177.
“Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak
gönderdik.” (Sebe 34/28)178.
“Ey Muhammed! De ki: Ben Allah’ın hepiniz için gönderdiği Peygamberiyim.” (El-
Araf 7/158)179.
Kur’ân; insanlara baskı yoluyla, düşünmeden, araştırmadan hiçbir emri kabul ettirmez.
Kur’ân insanlara baskı kurma yerine, onları özgürce, düşündürme metodunu
seçmiştir.“Yoksa Kur’ân uydurma mı diyorlar? De ki, uydurulmuş on sure getirin, eğer
gücünüz yetiyorsa, davanızda doğru iseniz, Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri
çağırın.” (Hud 11/13)181. Bu âyet İslâm’ın yaklaşımını gösteren en güzel örnektir.
Muhaliflere tanınan bu düşünce özgürlüğünü, dünyada hiç rejim kendi muhaliflerine
tanımamıştır. İslâm kendisine karşı çıkanlara da suçlamak, baskı yapmak yerine,
kendilerine serbestçe düşünme fırsatı tanıyarak İslâm’ı kabul etmelerini benimsemiştir.
Böyle düşünerek Müslüman olanları da en değerli Müslüman olarak kabul etmektedir.
İslâm, beşeriyetin sahip olabileceği uygarlığın temel taşlarını taşıyan medeniyet timsali
bir din olup, onun özünde savaşa, kine ve teröre yer yoktur 182.
Bugünkü Batı kendi hegemon gücünü korumak ve dünya üzerinde daha da baskın hâle
gelmek için demokrasi, insan hakları, eşitlik, hürriyet gibi kavramları kalkan olarak
177
Öztürk; İslâm’ı Anlamaya…,s.67–68.
178
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.79.
179
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.31.
180
Öztürk; Batı Sömürgeciliği …, s.45–46.
181
Kur’ân–ı Kerim Meali; Milliyet Yayınları, İstanbul 1982, s.39.
182
Öztürk; Batı Sömürgeciliği…, s.67–68.
58
Değişen ve gelişen teknoloji ile beraber gelişen bireysel ve kitlesel iletişim araçları 20.
yy.’dan itibaren savaş taktiklerini ve stratejilerini değiştirmiştir. Oldukça karışık o kadar
da çarpıcı hâle getirmiştir. 20. yy.’dan 21. yy.’a geçişi bir çağ olarak adlandırırsak buna
çeşitli isimler verebiliriz. Fakat bu çağa en layık olarak iletişim ve teknolojinin
gelişmesi ile karşılıklı sıcak bağlantıların yerine, bu yüzyılın girift ve bilinmezliğine
yaraşır olan soğuk ve katı tutumun yer alması bu çağı bilinmezler ve sürprizler çağı
yapmıştır184.
İkinci dünya savaşından sonra başlayan soğuk savaş dönemi; 1989’da Berlin Duvarı’nın
yıkılışı, küreselleşen dünyada savaş stratejilerini de değiştirmiştir. Soğuk Savaş’ın
kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan psikolojik savaş türü terör kavramına da zemin
hazırlamış ve geliştirmiştir.
Daha çok bilinen adıyla soğuk savaşın devamı niteliğinde olan terörizm; zaten var olan
zıt fikirlerin, ihtilâlci akımların harekete geçirilerek belirli bir hedef için
yönlendirilmesiyle ortaya çıkmıştır185.
Terör ve terörizm kavramları özellikle 20. yy.’da atılım yapan teknoloji ile birlikte
gösterdiği güç limitini daha da artırmakta ve güç gösterisini daha seri ve büyük olarak
meydana getirmektedir. Demokratikleşme ile birlikte terör kavramının ölçülebilen
miktar ya da yaptığı eylem sayısı azalması gerekirken; kendi içinde oluşturduğu
paradoksla demokratik ortamlarda terör faaliyetlerini daha da artırmaktadır. Terör,
kavram olarak, Türkçede “korkutma, yıldırma” ve tedhiş anlamına gelmektedir. Fakat
bu korkutma eylemi uzun vadede oluşan bir korkutmadan ziyade, ansızın ortaya çıkan
etkisi büyük olan korkutma ve yıldırma taktiği niteliğindedir.
183
Süleyman Saydi; “Batı’nın İslâmî Teröre Yaklaşımı”
http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_ 01.html, Haziran 2005.
184
Jean Baudrillard; Terörizmin Mantığı, (Çev.: B. Tözer), İstanbul 2002, s.59–60.
185
Said; “Batı İslâm…”, s.25–26.
59
Ortalığa korku ve yılgı salmak, çevredekileri sindirmek için yapılan her türlü silâh
eylem ve tedhiş hareketidir186.
Terör, kavram olarak, sahip olunan fikir, düşünce ve yaşayış biçiminin, insanlara
gözdağı vererek ve korkutarak bu düşünceye meyillerini sağlamak için uygulanan
yıldırma politikası ve tehdit hareketlerinin diğer adıdır. Daha genel bir ifade ile
toplumun küçük bir grubu hedef alarak daha büyük bir kesimi yıldırmak, korkutmak ve
de sindirmek için siyasal ve stratejik amaçlarını, bu insanları hedef alarak şiddet
uygulama yöntemidir. Terör içinde barındırdığı; şiddet, baskı ve korkudan yola çıkarak
siyasal, politik, sosyo – kültürel düzeni bozup moral değerleri çökerterek, devletin temel
felsefesini yok edip, milletin varlığını ve bütünlüğünü yok etmek için uygulanan
eylemelerin bütünüdür187. Terörün en önemli özelliklerinden biri hedefini rasgele
seçmesidir. Toplumun her katmanından hedef belirleyebilmesidir.
Terör, büyük çaplı korku veren ve bireylerde yılgınlık yaratan bir eylem durumunu
ifade ederken; terörizm, siyasal amaçlar için mevcut durumu yasadışı yollardan
değiştirmek amacıyla örgütlü, sistemli ve sürekli terör eylemlerini kullanmayı bir
yöntem olarak benimseme durumudur. Terör kavramı uzun vadede genel bir korkuyu
ifade ederken; terörizm kavramı ise bu uzun süreli korkunun ortaya çıkarılmasındaki
izlenilen rotayı ifade etmektedir. Literatür de politik hedeflere ulaşmak için korku ve
yıldırma uygulanarak psikolojik etki yaratan bir mücadele durumudur188.
Terörizm; devletin siyasî gücünü, milletin bölünmez bütünlüğünü yok sayarak; kendi
politik amaçlarını topluma empoze etme çabasına düşen, her türlü inandırma
politikasından uzak, kendi güç ve felsefelerini savunarak devlet hukukunu, bütün sosyo
– kültürel değerleri basit ve küçük bir konuma düşürerek, hiçbir kural tanımayarak,
masum insanları hedef alan, diğer kriminal suçlardan farklı olarak meydana gelen
düzenli, örgütsel ve sistemli korku salıverme ve amaçlarını oldukça büyük kitlelere
duyurma çabasında olan tehdit hareketleridir189.
186
Ana Britannica, C.14, Ara Yayıncılık, İstanbul 1987, s.468.
187
Karbut Tuna; “Sosyo Yapı ve Terör”, Türkiye’de Terörizmin Dünü, Bugünü, Gelişimi ve Alınması
Gereken Tedbirler, TTK, Ankara 2005, s.129.
188
Fatih Karaosmanoğlu; “Terör ve Temel Hak ve Özgürlükler, Uluslar arası Perspektiften Bir Bakış”,
Türkiye’de Terörizmin Dünü, Bugünü, Gelişimi ve Alınması Gereken Tedbirler, TTK, Ankara 2005, s.58.
189
http:/www.teror.gen.tr/turkce/teror_nedir.html, Ağustos 2005.
60
Terör ve terörizm kavramları insanlık tarihinin başlangıcıyla paralel olup, çok eski
zamanlardan beri var olan kavramlardır. Bu kavramlar yeni karşılaşılan olaylar olmayıp
gelişen hayat ve değişen yaşam şartlarına göre boyutu, niteliği ve niceliği
değişmektedir. Çok gariptir ki insanlık tarihini bu kadar zaman etkileyen bu olgu
üzerinde ortak bir tanım yapılamaması terör üzerinde ki tartışmalara da yeni bir boyutlar
getirmektedir. Uluslar arası literatürde geçerliliği olan bir tanımın olmadığı terör;
siyasal durumlara dışarıdan korku, yıldırma, tehdit ve tedhiş yoluyla tesirini
hissettirmek için tatbik ettiği simgesel bir durumdur. Terörizm, önce kendini ufak
protestolar şeklinde gösterirken daha sonraları, toplumun daha çok dikkatini çekmek
için masum insanları hedef alarak yoğun bir şekilde ölümlere sebep olmuştur.
Terörizm, kendi içinde birçok faktör taşıyan kültürel, siyasal ve sosyal yönü bulunan bir
durumdur. Terörizmin var olmasının sebepleri, demokratik bir ortamda mesajlarını
duyurabilmek için masum insanların hayatlarını riske atıp, kendi parametreleriyle aktif
hâle gelmeleridir.
Terörizmin gerçek niteliği yapmak zorunda olduğu maddeyi tahribatta, fiziksel yıkımda
değil; kitleler ve toplum üzerinde uyguladığı psikolojik baskı ve duygusal yıkımdadır.
Teröristler, büyük ve coşkulu eylemlerle yerel ve uluslar arası bazda kamuoyunu
etkilerken, bu etkilerle savlarını savunabilir hâle getirdiklerine inanırlar.
Terörizm, organize bir suç ve eylem olup, hukukî meşruluğundan hiçbir şekilde
bahsedilemez. Kitleler üzerinde uygulanacak herhangi bir güç otoritesinden
bahsedilecekse bu da yine hukukun belirlediği kıstaslar çerçevesinde meydana
gelmelidir. Terörü; diğer kriminal olaylardan ayıran en önemli özelliği kendine has
61
anlayışının küresel bir nitelik taşıyor olması ve kendi iddiasının doğruluğuna inanarak
bağnaz bir doğruluk oluşturmasıdır190.
Terörizmi karşılıklı bir savaş olarak algılamak yanlış olur. Her hangi bir saldırıya karşı,
savunmadan yoksun insanların uğradığı bir eylemdir. Zamandan ve saldırıdan haberdar
olmayan bu savunmasız insanları yok etmek; terörün hedefi olduğu gibi, daha büyük
hedeflerde bu saldırılar sadece piyon vazifesi görmektedir (devlet, toplum, büyük
kuruluşlar vs.).
İçerisine birçok ülkeyi alan terörizm olgusu; bir ülkeye dâhil olan teröristlerin, başka
ülkenin yöneticilerini, iş adamlarını öldürmeleri ve o ülkenin sahip olduğu hakları gasp
etmeleri uluslar arası terörizm olgusudur. Kendi ülkelerinde yaptıkları bu tarz bir saldırı
uluslar arası terörizm tanımına girmez.
Uluslar arası terörizm de ulusal sınırları aşan bir şiddet ve korku vardır. Bu tarz uluslar
arası saldırılarda, uluslar arası hukuk ve siyasal tedbirler devreye girer. Bu uluslar arası
saldırılarda alışagelmiş savaş taktikleri ve kurallar yoktur. Özümsenmiş bütün tedbirlere
karşı koyarak kendine has bir yıldırma taktiği oluşturmaktadırlar.
Bugün bulunduğumuz konum, küreselleşen ve her geçen gün sınır kavramını yok eden
yeni dünya düzeni kavramı ile 11 Eylül saldırıları coğrafî sınırları kapsayan güvenlik
stratejisini yok ederken, asimetrik bir tehdidi konvansiyonel tehdidin önüne geçirmiştir.
Şu an için gelişen teknoloji ve iletişim araçları ile her hangi bir zaman diliminde
meydana gelebilecek bir saldırı, küreselleşen terörün de değişen boyutunu
göstermektedir.
Terörizmle mücadele bugün daha da girift hâle gelirken, bu mücadelenin temel amacı
hem bireysel, hem ulusal, hem de uluslar arası bazda doğruyu bulma ve dengeyi bulma
arayışıdır. Terörizmde ortak bir tanımın yapılmamış olması bu sorunun ortak bir payda
da buluşulmasını engelleyen en büyük faktördür. Bir ülke için terörist sayılan bir
başkası için sayılmıyorsa aksine kendi ekseni doğrultusunda kendi haklılığını
savunuyorsa terörizm konusunda başarı sağlanamaz. Böylesine dünyayı kavuran, içine
alan bir tehlikeden kurtulmak da mümkün olamaz. Sosyal bilimler literatüründe bu
190
Yılmaz Altuğ; Terörün Anatomisi, Altın Kitaplar, İstanbul 1995, s.18–19.
62
Siyasal terör, 20. yy. ve 21. yy.’a has kavramlar olmayıp, tarihi daha da eskilere
gitmektedir. Değişen terör değil, değişen dünya ile birlikte terörün vukuu buluş tarzıdır.
İletişim, haberleşme ve bilimsel gelişmeler yeni yeni örgütsel faaliyetleri meydana
getirmektedir. Giderek ve gelişerek artan iletişim araçları ve metropol düzeyindeki
yerleşimcilik, terör faaliyetleri için olumlu imkânlar sunmaktadır. Kitlelerin burada
daha çok olması, yoğun hareketlilik, hedef tayin etmede zorluk çekilmemesi, terör
faaliyetlerine daha cazip davetiye çıkartmaktadır. Kısaca tarihin başından beri bir
oluşum olan terör kavramı, gelişen ve değişen dünya düzeni ve yaşam tarzı içerisinde
kendini bu düzene göre adapte eden bir yapılanma olup, var oluşunu geliştiren, insanlığı
etkileyen saldırma ve yıldırma taktiğidir192.
191
Touraine; Altüst Olan …, s.97.
192
Emin Demirel; Dünyada Terör, IQ Yayını, İstanbul 2000, s.45.
193
Baudrillard; Terörizmin Mantığı…, s.78.
63
Terörizmin; hedef aldığı kişileri, grubu, rejimi, sistemi, şiddet ve saldırı yolu ile imha
ederek, yok ettikleri rejimin yerine kendi ideolojileri doğrultusunda yeni bir yönetim
inşa etmektir. Bu durum terör olaylarına hukukî temel bir nitelik kazandırmaktadır.
Terör örgütleri, savundukları, sahip oldukları temel fikirleri doğrultusunda, topluma
veya gruba yapılan haksızlık ve kıygı olarak gördükleri yönetim biçimlerini ve
yöneticileri bertaraf etmeyi sağlarken; daha düzenli, daha adaletli, özünde herkesin
mutlu olacağı bir yaşama biçimi oluşturmaya çalıştıklarını söylemektedirler.
Terör gibi bir mücadeleye atılan şahısların sahip oldukları mantalite şudur. Sahip
oldukları savaşçı ruhlarıyla, fedakârca kendi nazarlarında bilinçli olmayan toplumda
liderlik vazifesine bürünerek, kendi rotalarıyla kitleleri peşlerine takmayı
hedeflemektedirler. Toplumun bilinçleneceği süreye kadar liderlik vâsfını kendi
himâyelerinde barındırırlar194.
Terör olgusu ve bu olguda en büyük rolü üstlenen insanın böyle bir davaya
başvurmasındaki temel sebep nedir? Böyle bir olgunun oluşmasında ve insanların gözü
kara bir şekilde bu dava için her şeyi göze almasındaki temel faktörler nelerdir? Kendi
amaçlarına ve hedeflerine ulaşmada demokratik yolların imkânsızlığıdır. Hedefledikleri
sistemin silâhlı mücadeleyi gerektirmesidir. Bundaki en önemli faktör ise kendilerine
düşman gördükleriyle arada güç dengesizliğinin mevcudiyetidir.
194
http:/www.teror.gen.tr/turkce/nedenleri.html, Ağustos 2005.
64
bakımıyla yüksek bir mertebeye sahip olması, meydana gelecek olayın şiddetini
artırmaktadır. Bu eylem kişinin şahsına direkt bir saldırı niteliği taşımazken, seçilecek
kurban bu durumda simgesel bir özellik göstermektedir195.
Bu durumda terörü sadece lokal ve uluslar arası veya iç ve dış terör diye adlandırmak
yeterli olmayabilir. Terörü toplumun ekonomik ve sosyo-kültürel yapısından da
ayırmamak gerekmektedir. Temelde var olan eksikliklerden oluşan zaaflar, bilinçsiz
insan faktörüyle de birleşince, zaten var olan asabiyet terör şeklinde dışa tezahür
etmektedir196. Terörizmin nedenleri aşağıdaki şekildedir.
195
Demirel; Dünyada Terör …, s.98.
196
Altuğ; Terörün Anatomisi, …, s.67.
65
Toplumda kaçınılmaz olan şudur ki; her insanın aynı fikri paylaşması aynı düzlemde
olması mümkün değildir. Ancak minimum seviyede ortak paydalar etrafında
birleşilmesi, toplumun uzun süre devamlılığı için gereklidir198.
Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu kabul edersek insan ve toplum sürekli bir
değişim içerisindedir. Fakat bu değişme yerine, çözülme şeklinde tezâhür ediyorsa
sistemde bir arıza yaratıyorsa ve toplumun huzurunu bozuyorsa buradaki değişme
toplumun temel fonksiyonlarında arıza meydana getirecektir. Fakat toplum uzun vadede
197
Noam Choamsky; Terörizm Kültürü, (Çev. : Dost Körpe), Om Yayını, İstanbul 2001, s.69.
198
Touraine; Altüst Olan Dünya…, s.51–52.
66
199
Fuat Keyman; Küreselleşme, Devlet, Kimlik / Fark, Alfa Yayınları, İstanbul 2001, s.34.
67
Temelsiz ve asılsız bir eğitimin, düşünceden ve yeni bir fikir oluşturmaktan yoksun
anlayışı, köhne bir zihniyeti kendisine hedef alacak kadar bağnaz insanlar
yetiştirmesidir.
Bugün ekilen ve yarın biçilecek olan fikir ve inançları anlayabilmek için, zemini ve
şartları iyi hazırlamak gerekmektedir. Bir gençliğe verilen eğitim imkânı, bu
memleketin yarın ne olacağı hakkında geniş fikirler ortaya koyabilecek niteliktedir.
Sağlam temele oturtulmamış bir karakter gerekli donanımdan da yoksun olunca onu
daha kör bir hedef olan korku ve şiddete yönlendirmektedir200.
Kişisel becerisi, yetisi, yeteneği yetersiz olan insanlar, içinde bulundukları toplumsal
durumu, konumu, rolü ve yeri beğenmezler. Bu tip insanlar, toplum tarafından
engellendiklerini gereken ilgi, sevgi ve saygıyı görmediklerini düşünmektedirler. İlgi
görmek, saygınlık kazanmak ve kendilerini gerçekleştirmek için saldırgan davranışlara
ve şiddet eylemlerine değer veren davranış kalıplarını ve örneklerini kullanmaktadırlar.
Saygınlık kazanacak, kendini geliştirecek doğru, güzel, iyi, olumlu, yaratıcı, üretici yol
ve yöntem bulamayan insanlar, ruhsal çatışmalarını, kaygılarını, korkularını, öfkelerini,
saldırgan davranışlarla, şiddet eylemleriyle gidermeye çalışmaktadırlar. Gerekli
gereksiz saldırı ve şiddet olayları yaratırlar yada ilgili ilgisiz bu tip olayların içinde yer
almaktadırlar.
200
Engin Gençtan; Psikoanaliz ve Sonrası, Remzi Kitabevi, İstanbul 1995, s.122–125.
68
şiddeti eylem biçimi olarak benimsemektedirler. Din, mezhep, tarikat, etnik kökenden
kaynaklanan terör örgütlerinde bulunan genç militanlar saldırgan davranışlar ve şiddet
eylemleri içinde bulunarak bağlı oldukları alt kültüre şan, şeref ve üstünlük
sağladıklarını sanıp, insanı ve çevreyi yakıp yıkıp yok etmektedirler.
İnsan psikolojisinde intihar, kendine güvensizliğin ruhsal bir çöküntünün bir ifadesidir.
İntihar çaresiz kalan bir insanın, umutsuzluğu olarak da analiz edilebilir. Kişi olaylar
karşısında düştüğü durumda çıkış noktası olarak intiharı görmektedir. Kendini ezilmiş
köşeye sıkıştırılmış hisseden bir kişi içindeki bu öfkeyi kendine yönelterek
boşaltmaktadır. Bir kişinin intihar etmesi hem kendini cezalandırma hem de bu duruma
düşmesinden öç almasıdır. Terör örgütlerinin intihar eylemlerine ihtiyaç duymaları
örgütün gelişmesi daha da büyümesi anlamını taşımamaktadır. Terör örgütlerinin böyle
bir faaliyet göstermelerindeki temel sebep faaliyet alanlarının daraldığını hissedip kitle
desteğini kaybetme korkusudur. Bir terör örgütü böyle bir eyleme başvuruyorsa, bu
durum bize örgütün çıkmazda olduğunu göstermektedir. İntihar eylemi çaresizliğin
eylemidir. İntihar eylemi bir insanın iç dünyasındaki bunalımlarını dışa vurduğu gibi,
örgütün iç yaşamındaki bunalımlarını da ortaya koymaktadır201.
Kendilerine güven duyarak, kurulu düzene, devlete ve yönetime büyük bir kin
beslemektedirler. Bunu da yalnızca ortak duyguları paylaştıkları kişilerle bölüşürler202.
21. yy. teknolojik gelişmelerin yüzyılı olarak damgasını vururken, bir taraftan
demokrasinin neredeyse tüm uluslarca kabul görmesi, diğer taraftan bu değerle
tamamen zıt olan terörün gitgide küresel bir korkuya dönüşerek, 20. yy.’ın son
çeyreğinde büyük fanatikler yaratması, dini eğilimler üzerinde etkili olması, bütün
dünyayı kuşatmıştır. Din; modern ve geleneksel ülkelerde şaşırtıcı bir yükselişe geçerek
201
Gençtan; Psikoanaliz…, s.87.
202
Engin Gençtan; Psikodinamik Psikiyatri ve Normal Dışı Davranışlar, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975,
s.67–68.
69
dini kendisine kalkan eden birçok fanatik insan yaratmıştır. Siyasal şiddetin doruğa
çıktığı geçen yüzyılda dinî referanslarla yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışanlar din
olgusunu da zedelemektedirler.
20. yy. demokratik düşünce ve değerlerin kurumsallaştığı bir yüzyıldır. Soğuk Savaş’ın
son bulmasıyla demokrasi küresel zaferini ilân etmiştir. Birçok diktatörlük yıkılarak
ulus idaresi egemen olmuştur. Her ne kadar insan onuruna yaraşır bir sistem kurulsa da,
demokrasi; şiddetin, zorbalığın, terörün kökünü kazıyamadı. Demokrasi
kuramsallaşırken tam bir paradoks halinde terörde küresel bir tehdit hâline gelmiştir.
Özgürlükleri artırmak bir demokratik düşünce biçimi olduğundan, koşulların daha da
iyileşmesi farklı ideolojilerin sesini duyurmada kullandıkları ilkel yöntemlerin de bu
rejim içerisinde gelişmesine yol açmıştır. Bu yüzyılda uluslar arsası terör, bütün
dünyanın en tehditkâr öğelerinden biri olma yolunda ilerlemiştir.
Terörizmin uluslar arası boyutta olup nükleer ve kimyasal silâhlar yanında, bütün
şartları silâh olabilecek nitelikte kullanmaları, gelişen terörün kapladığı alanlarda
sofistike bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Geçen yüzyıl ve şu an
bulunduğumuz yüzyıl din olgusunu terör ile bağdaştıran söylemelere yer verse de din
orijinde sevgi ve esenlik kökenlidir. İlahî ve kutsal olan değerlerin terör ile
özdeşleştirilmeleri dinleri etkilediği gibi bir din olan İslâm’ı da etkilemektedir.
Tek kutuplu dünyanın hâkim olduğu 1990 yılından sonra demokrasi, bu yıldan sonra
kendi zaferini ilân ettiyse de büyük diktatörlüklerin ve komün rejimlerin yıkılması,
203
Kaynak; Büyük Ortadoğu…, s.98–102.
70
Çeşitli inanç, düşünce ve ideolojileri barındıran terör sınırları aşarak marjinal bir tavırla
dünyayı etkisi altına alırken İslâmîyet bu tavırla yeni milenyumda en çok darbeyi alan
din imajına bürünmüştür.
İslâm’ın bu tarz bir söylemle, İslâm’a aykırı bir yaklaşımla anılması İslâm’ı özünün
farklı algılanmasına sebep olmaktadır. Bu yaklaşımda tabiî ki Batı’nın “öteki” diye tabir
ettiği alan olan Ortadoğu’da kendi yaşam faaliyetlerine gerekli zemini bulmak için
gerekli siyasal bahanelerin bitmez çıkışını oluşturacaktır. Terörün ilahî bir kılıfla
şekillendirilerek kutsal bir imaj şeklinde yansıtılması; dinî söylemlerin kutsallığını yok
ederken, özellikle İslâm’ın dinî inanç, anlayış ve tavrını zedeleyici bir rol de
üstlenmiştir. Bu durumda zaten belli bir model ve düşünceye sahip olan Batı, İslâm’ın
prototipini çağdışı ve yoz bir din olarak algılamakta ve algılanmasını sağlamaktadır.
Zaten terör söylemi yeterince ürkütücü bir tabir olma özelliği taşırken, İslâm’ında böyle
bir yanılgı içine sokulması İslâm antipatisi yaratırken, İslâm’ın orijinini, ruhunu,
felsefesini ve saf İslâm anlayışını yok etmektedir205.
204
Kaynak; Büyük Ortadoğu…, s.119–121.
205
Keyman; “Küreselleşme…”, s.11–19.
71
3. BÖLÜM
Filistin’in “mesele” olarak dünya politikasına gelişi Siyonizmin ürünüdür. Siyonizm ise
bir ideoloji olarak programına Musevilerin dini özlemlerine ve Yahudi düşmanlığına
206
Mim Kemal Öke; Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları Yayınları, İstanbul 2002, s.23–24.
72
borçludur. Anti–Semitizm, Siyonizmi eylem safhasına iten bir güç unsuru olmuştur.
Anti–Semitizm ise Batı’ya Hıristiyan Avrupa’nın oluşturduğu siyasal bir süreçtir207.
Bu durumda yaşayan Yahudiler 19. asrın sonlarına doğru devlet kurma çalışmalarına
başlamışlardır. Arz-ı mev'ut (vaat edilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları
ilk önce İngiltere'de düşünülmüş, 1848'de İngiliz hükümeti Filistin’deki konsoloslarını,
Yahudileri himaye etmekle görevlendirilmiştir.
Milliyetçilik akımı Avrupa’da tesirini sürdürürken aynı kıtada yaşayan Musevilerin fikrî
gelişimi siyasal düşüncelerin etkisi altında yeniden şekilleniyordu. Museviler arasında
millî bilinçlenmenin en temel örneği Moses Hess’in kimliğinde yer almıştır. 1812’de
Bonn’da doğan Hess, kendisine Karl Marx ile sosyalizme adamıştı. Hess’in düşünce
yapısının Musevi milliyetçiliği temelinde yükselmesi Kalischer’in ve ünlü İtalyan
yurtseveri Mazzini’nin eserlerini okumasıyla başlamıştır. İtalyan Birliği’nin
kurulmasına tanık olan Hess, 1862 yılında kendi fikirlerini içeren Roma ve Kudüs adlı
kitabını yayınlamıştır. Bu eserde “her halk kendi özgü nitelikleri geliştiriyor ve millî
amacına doğru yürüyor: Hıristiyan Roman’ın yıkıntıları altından yepyeni bir İtalya
fışkırıyor” demiştir. Hess böylece İtalya’nın başarısının Yahudiler tarafından örnek
alınması gereğini savunmuştur208.
Yahudi sorununa diğer bir öneri getiren kişi ise Theodor Herzl’dir. Herzl’e göre Yahudi
sorunu Anti–Semitizm’in209 bir sonucuydu. Gelişen fikirlerini 1895 yılında yayınladığı
Yahudi Devleti adlı kitabında sunmuştur. Buna göre, Museviler toplu halde kendilerine
ait olan bir ülkeye göçmeden Yahudi sorunu çözümlenemezdi210.
Bu durumda yaşayan Yahudiler 19. asrın sonlarına doğru devlet kurma çalışmalarına
başlamışlardır211.
207
Mim Kemal Öke; Filistin..., s.31.
208
Mim Kemal Öke; Filistin..., s.26.
209
Sıkıntılı Dönemlerde toplumun geçirmekte olduğu krizlerin bedelini ödeyecek birini bulmak ve
toplumsal ayaklanmayı bu grubu doğru yönlendirmek çoğu zaman devletleri siyasal çalkantılarından
koruyan bir kalkan olmuştur. Almanya ve bazı diğer Avrupa ülkelerinin 1870 ekonomik krizi döneminde,
halkın şimşeklerini siyasal rejimden uzaklaştırarak üzerine çeken Musevilere Anti–Semitikler denilmiştir.
210
Mim Kemal Öke; Filistin..., s.28.
211
Mim Kemal Öke; Filistin..., s.31.
73
İkinci Abdülhamit Han, devletin mali durumunun kötü olmasına rağmen bu teklifleri
kabul etmemiş ve şu cevabı vermiştir: “ Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu
vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu Devleti kanlarını dökerek kazanmış ve
yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardı”.
Birinci Dünya Savaşı Yahudilerin işine çok yaramıştır.. İngiliz ve Fransızlar gizli bir
anlaşma yaparak, Yahudilere teminat vermişlerdir. Osmanlı Devleti elbirliğiyle
yıkılacak ve Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulacaktı. Bu vaadi alan Yahudiler,
Filistin'de Türkler aleyhine büyük bir casusluk faaliyetine girişmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda, Ortadoğu'da İngiltere'ye dost bir devlet kalmamıştı.
İngiliz menfaatleri, bu bölgede bir dost devletin bulunmasını icap ettirmiştir. Filistin'de
kurulacak bir Yahudi devleti bu boşluğu doldurabilecekti. Bundan dolayı 2 Kasım
1917'de İngiltere meşhur Belfor vaadini açıkladı. Birleşmiş Milletler Cemiyeti de 1920
74
yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanımıştır. Bundan sonra kurulan bir Yahudi
bürosu İngiltere nezdinde Yahudi haklarını temsil etmeye başlamıştır. Sultan İkinci
Abdülhamit Hanın kabul etmediği şartlar arasında bulunan üniversite 1925 yılında
Skopus Dağında kurulmaya başlanmıştır212.
Filistin ulusal hareketi çerçevesinde mücadele veren birçok örgütü bir pota altında
toplamak hedefiyle kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 1967 Arap–İsrail Savaşı
sırasında etkinliğini artırmıştır.
212
Armaoğlu; 20. Yüzyıl…, s. 356.
213
Mim Kemal Öke; Filistin..., s.378.
214
Mim Kemal Öke; Filistin..., s. 426 – 427.
75
FKÖ içindeki en büyük örgüt olan El–Fetih’in lideri Yaser Arafat, 1969’da FKÖ
Yürütme Kurulu başkanlığına getirilmiştir. Arafat yönetimi, 1973’ten sonra diplomasiye
ağırlık veren FKÖ'ye sürgün hükümeti niteliği kazandırmıştır.
Örgütün merkezi 1967 savaşından sonra Ürdün’e, 1970’te Lübnan'a, 1982’de İsrail’in
Lübnan’ı işgaliyle Tunus’a taşınmıştır. FKÖ içinde Arafat yönetimine karşı bir ret
cephesi oluşmuş bu sorun 1987 kongresinde çözülmüş ve FKÖ aynı yıl İntifada hareketi
başlatmıştır.
FKÖ içindeki başlıca örgütler, Arafat’ın lideri olduğu El–Fetih, George Habbaş’ın
kurduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ile Nayef Havatme'nin kurduğu Filistin
Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi olarak sıralanmasına karşın, çeşitli zamanlarda
ortaya çıkan Suriye Baas Partisi tarafından desteklenen El–Saika, El–Fetih’e bağlı Kara
Eylül, FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) Genel Komutanlık gibi birçok irili ufaklı
grup da FKÖ şemsiyesi altında yer almaktadır. Hamas gibi bazı büyük yeni
örgütlenmeler ise bu yapının dışında bulunmaktadır.
1967 yılının Haziran ayında İsrail’e karşı verilen Altı Gün Savaşı sonrasında İsrail
egemenliği altında yaşayan Arap sayısı 250.000’den 1.300.000’e yükselmişti. 1968
yılında Filistin Milli Konseyi, örgüt çatısını değiştirerek tüm Filistin kurtarılana kadar
sürecek silahlı mücadeleye başlama kararını almıştır. Filistin Arap cephesinde ağırlığını
artıran Yaser Arafat, 1969 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başına seçilerek,
Arafat’ın El–Fetih hareketinin yanı sıra çok sayıda direnişçi grup FKÖ çatısı altında
toplamıştır. 1974 yılı, örgütün ve Ortadoğu sorununun tarihinde bir dönüm noktası
olmuştur. Yaser Arafat başkanlığındaki Filistin Kurtuluş Örgütü 1974 Ekim ayındaki
Arap Birliği Zirvesi’nde Ortadoğu’daki Filistinlilerin tek meşru temsilcisi ilân
edilmiştir.
215
Süleyman Seydi; “Filistinli Mülteciler Sorunu”, Süleyman Demirel Üniversitesi Dergisi, Isparta 2004,
s.35–37.
76
13 Kasım 1974’te BM Genel Kurulu’nda 91 dakikalık bir konuşma yapan Arafat tüm
dünya gündeminin başına oturmuştur. Bu konuşmayı tarihi kılan, o ana kadar Filistin
sorununun uluslar arası politikada ilk kez BM’de bir devlet ya da hükümeti temsil
etmediği halde bir kuruluş adına konuşma yapılmasına izin verilmesiydi216.
Filistin Kurtuluş Örgütü 80’li yıllarda içten ve dıştan birçok yıpranmaların etkisinde
kalmıştır. Bu da bu hareketin zayıflamasına sebep olmuştur. 70’li yıllardan başlamak
üzere çeşitli çözüm önerileriyle karşı karşıya kalan bu problem için kalıcı bir çözüm
bulunamamıştır. Camp David Anlaşması’nın217 imzalanmasından sonra Siyonistler,
Beyrut’u işgal etmişlerdi. Bu işgal ardından, hiç bir tepki ile karşılaşmayan Siyonistler,
Beyrut’u üç ay süreyle işgal altında tutmuşlardı. Bu olay Filistin Kurutuluş Örgütü’nün
zayıflamasına ve Lübnan’dan çıkarılmasına sebep olmuştur218.
Büyük kayıpların yaşandığı bu olaydan sonra, siyasî bir çözüm oluşturma çabasında
Filistin halkı için iki olmazsa olmaz şart ön koşul olarak sunulmuştur. Bu şartlar
şunlardı. Birincisi Siyonist hâkimiyetini ve onun Filistin toprakları üzerindeki
yerleşimini resmen tanımak olup, ikincisi Filistin topraklarının büyük bir kısmından
ödün vermesi idi. Bu şartlar Filistin kurtuluş Örgütü’nün ileri gelenleri tarafından kabul
edilince başta Arap Dünyası olmak üzere bütün dünyanın bu meseleye verdiği önem
azalmıştır.
Özellikle Irak – İran savaşının başlamasından sonra uluslar arası platformda ve tüm
Arap âleminde ikinci dereceden sıradan bir olay haline dönüşmüştür. Buna karşılık
Siyonist yönetim, kendini her gün biraz daha güçlü ve etkili hâle getirmeye başlamıştı.
1981 yılında ABD’nin İsrail ile imzaladığı antlaşmadan sonra, ABD’nin bu ülkeye
yardımları ve desteği daha da artmıştır.
216
Seydi; “Filistinli…”, s.67–68.
217
Lübnan iç savaşının sona ermesinden hemen sonra Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın İsrail’e
gitmesi ve bundan on ay sonrada İsrail’le Camp David Antlaşmasını imzalaması, Arap dünyasını çok
daha fazla karıştıracak ve günümüze kadar gelen bir dizi yeni gelişmelere de yol açacaktır. 1978
Ağustosunda İsrail’in bir yandan ABD, bir yandan da Mısır ile münasebetleri tatsız hale gelmiş, barışa
giden yol tıkanmış gibi gözüküyordu. Bu sebeple ABD tekrar insiyatifi eline aldı. Enver Sedat ile Begin’i
bir araya getirdi. Washington yakınlarında Camp David’de müzakere masasına oturtmaya muvaffak oldu.
Bu müzakerelere Başkan Jimmy CARTHER de aktif olarak katıldı. Camp David Antlaşması 5-17 Eylül
1978’de yapıldı. 17 Eylül 1978’de Mısır, İsrail ve ABD arasında Camp David Antlaşması imzalandı.
ABD bu antlaşmaya tanık olarak imza atmıştır. Camp David Antlaşması iki kısımdan meydana gelmiştir.
Bu iki kısımdan meydana gelen antlaşmanın ilki, Ortadoğu barışının esasını çizmekte; Batı Şeria ile
Gazze ve Filistin meselesini ele almakta, diğeri ise İsrail ile Mısır arasındaki barışın esaslarını
çizmektedir. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Alkım Yayınları, İstanbul 2002, s.735–737.
218
Ali Uğur; Dünya Gündemindeki İsrail, Bulak Yayınevi, İstanbul 2001, s.81–83.
77
Bu zaman sürecinde uluslar arası platformda ABD bütün dünyadaki etkinlik alanını
genişletirken Sovyetler Birliği’ni her alanda geride bırakmıştı.
Bütün Arap topraklarında olduğu gibi, Filistin topraklarında da halkın uyanışı, İslâmî
fikir ve İslâmî düşünceler örgütleri güdümleyerek, İslâmî hareketlerin gelişmesini
sağlamıştır. Filistin meselesinde iki önemli sorun bu meselenin çözümüne giden yolu
her geçen gün biraz daha ertelemekteydi. İlk olarak bu meselenin Arap toplumları başta
olmak üzere dünya gündeminden düşmesi, ikinci olarak da işgal bitinceye kadar, silâhlı
bir direnişin yerini, Filistin halkına kabul ettirilecek bir çözüm önerisi olmamasıdır219.
Böyle bir oluşum içerisinde, Filistin halkı kendi cihad anlayışına uygun olarak İslâmî
bir uygulama başlatması gerekiyordu. Bu yapılanmanın ilk çekirdeği, 1983 yılında Şeyh
Ahmed Yasin ile başladı. 1987 yılında yeni bir oluşumun meydana gelmesi için gerekli
şartlar oluşmuş ve gereken temeller atılmıştı. Böylece Filistin Müslüman Kardeşler
Cemaati’nin bir kolu olarak, Filistin İslâmî Direniş Hareketi (Hamas), (Harakât
al–Muqawama al–İslâmîa) meydana gelmişti.
Filistin halkının bu sürecin oluşumuna kadar geçen zaman zarfında, kendi topraklarını
savunma politikaları ve direniş ile ilgili bir alt yapı elde etmeleri bu örgütün
kurulmasına ve şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Siyonist işgalcilere karşı, bir halk
tabanını oluşturarak İslâmî bir yapılanmayı yeniden şekillendirmiştir. Siyonist
işgalcilerin baskıcı tutumları, halkı yok saymayı ezmeyi hedefleyen yöntemleri, bölge
insanın tepkisini alarak direnişin şiddetlenmesini sağlamıştır220.
14 Aralık 1987 tarihinde Siyonizm221 karşısında yeni bir dönem başlıyordu ki buda
intifada (ayaklanma) dönemi idi. İntifada hareketi; kitleleri yöneten, belirli programlar
oluşturarak bir mücadele başlatmıştır.
219
Yaşar Kutluay; Siyonizm ve Türkiye, Koloni Yayınları, İstanbul 2002, s.58–59.
220
Ömer Rıza Doğrul; İsrail’i Tedhiş, İstila ve Harp Kaynağı, Yeni Zamanlar, İstanbul 2004, s.39–41.
221
Siyonizm kelimesinin kökünü oluşturan siyon sözcüğü Musevî tarihinin ilk çağlarından beri Kudüs ile
eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Siyon kelimesi yurtlarından kovulmuş Yahudi halkının Filistin’e dönme
arzu ve özlemini belirten bir kelime olmuştur. Siyon kelimesi bir siyasal düşünce akımını simgeleyen
deyim olarak ilk kez 19. yy.ın son çeyreğinde bir Rus Yahudisi olan Nathon BİRNBAUM tarafından
çıkarılan “Kendi Kendine Kurtuluş” adlı dergide bahsetmiştir. Siyonizmi Musevileri Filistin’e yerleştirme
amacı güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasal parti örgütünün kurulması olarak anladığını
dile getirmiştir. Zamanla Siyonizm Musevileri Filistin’e yerleştirme girişimlerinin tümünü kapsayacak bir
anlam kazanmıştır. Böylece 19. yy.ın ikinci yarısında batı siyasî düşünce sistemleri içinde filizlenen
78
Filistin halkının, din olarak İslâmiyet’e aşırı bağımlı olması, bu örgütün halk arasında
önemli bir güç elde etmesine sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak da İslâmî kesimin
işgallere karşı ayaklanma başlatmasıyla bu bölgedeki gençlerin bu harekete ilgisi
artmıştır. İşgal altındaki bölgelerde çeşitli İslâmî karakter taşıyan gruplar ve Müslüman
aileler yer alarak, Örgütün güçlenmesine etkili olmuşlar222.
Filistin Direniş Örgütü, 1948223 ve 1967224 felâketlerinin ardından, bölge halkının içine
düştüğü durumun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu oluşum iki nedene bağlı
olarak gelişmiştir. Birincisi Filistin’deki siyasî gelişmeler, ikincisi Filistin’deki halkın
uyanışı olmuştur.
Filistin halkı 1948 yılından sonra meselenin sadece bir bölge ve mülteci meselesi
olmadığını anlayarak, 1967’deki savaştan sonra önemli ölçüde kendisinden ödün
verdiğini düşünerek, oluşan yeni yapılanmaya karşı çıkmış, kendi davalarına sarılmaya
başlamıştır. Bundan sonrada çeşitli direniş grupları ortaya çıkmıştır.
Siyonizm Yahudilerin Filistin’e bağımsız bir devlet şeklinde yerleşmesi ve orada Yahudiliğin tüm
kurumları ile dirilmesini amaçlayan evrensel bir hareket olarak tanımlanmıştır. Mim Kemal Öke; Filistin
Sorunu, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002, s.22.
222
Abdülhamit Bilici; “İşgaller Demokrasi ile Biter mi?”, Aksiyon Dergisi, Sayı 563, Eylül 2005, s. 24.
223
Arap Devletlerinden Mısır, Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan; İsrail’in Birleşmiş Milletler tarafından
kurulmasından sonra, İsrail’i tanımadılar ve 15 Mayıs 1948’de saldırıya geçtiler. İsrail dışarıdan aldığı
destekle Arap Devletlerini geri püskürttü. Sonuç olarak Birleşmiş Milletlerin çizdiği sınırlar yerine bu
savaş sonunda oluşan sınırlar kabul edildi. Yaklaşık bir yıl süren savaş sonunda Batı Şeria, Ürdün; Gazze
Şeridi, Mısır, Tüm Necef, Galile Gölü ile Kudüs’ün batı kesimi İsrail’in hakimiyetine geçti. Arapların
yenilgisiyle sonuçlanan bu savaş sonrasında, İsrail sınırlarını beş bin km genişletti. Belirtilen kesimlerde
yaşayan yaklaşık yedi yüz elli bin Filistinli Arap Şeria, (Ürdün) ve Gazze Şerinde bulunan bölgeye göç
etti. İsrail ile Mısır’ın 24 Şubat 1949 tarihinde Rodos’ta imzaladıkları antlaşma sonucunda savaş sona
erdi. Aynı yılın 11 Mayısında İsrail Birleşmiş Milletlere katıldı. Kudüs şehrinin 30 Kasım 1948 tarihinde
İsrail-Ürdün ateşkesi ile belirlenen “de facto” bölünmesi iki ülke arasında 23 Nisan 1949 tarihinde
yapılan antlaşma ile resmi hale geldi. Fahir Armoğlu, 20. Yüzyıl, Siyasî Tarihi, Aklın Yayını, İstanbul
2000, s.695–701.
224
1960–1980 arası Ortadoğu gelişmelerinde 1967 Arap-İsrail Savaşı bir dönüm teşkil eder. Çünkü bu
savaşta İsrail’in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde topraklarını savaştan öncekinin
dört misli genişletmesidir. 1967 Arap-İsrail Savaşı ise Arapların isteği doğrultusunda meydana gelmiştir.
Şu farkla ki savaşı çıkarmak isteyen Araplar, ilk saldırganlığı İsrail’in yapmasını istemişlerdir. Bu
istekleri de gelişmiştir. Araplar için daha savaşın ilk günü bir hezimet oluştu. Bu savaş altı gün sürdüğü
için “Altı Gün Savaşı” adını aldı. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nın başlangıç gelişmelerini 1966 yılının son
aylarında oluşmaya başlayan Suriye-İsrail gerginliği teşkil eder. Arapların istediği gibi ilk saldırıyı İsrail
yaptı. Araplara ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967’de havalanan İsrail uçakları Mısır, Suriye ve
Ürdün hava alanlarını bombalamaya başladı. Mısır’a yapılan baskında İsrail uçakları radara
yakalanmamak için Akdeniz üzerinden çok alçak uçarak Mısır’ın batı sınırını bombalamıştır. Havadaki
üstünlük, kara harekatıyla da kolaylaşmıştır. Suriye de İsrail karşısında fazla üstünlük sağlayamamıştır.
Savaşın sonucu Araplar için yenilgi olmuştur. 1967 zaferiyle İsrail; topraklarını dört misli daha
genişletmiştir. Gazze ve Sina Yarımada’sı İsrail’in eline geçtiği için Sina’nın kuzeydoğusundaki Gazze
Bölgesi de İsrail eline geçmiştir. İsrail Ürdün’den Şeria Nehri’nin batsısındaki bütün toprakları alarak,
Şeria Nehri Ürdün ile sınır olmuştur. İsrail Golan Tepeleri denilen Kuneitra’ya kadar uzanan Suriye
topraklarını da işgal etmiştir. İsrail’in bu topraklardaki isteği de bu güne kadar sürmüştür. Fahir
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Alkım Yayınları, İstanbul 2002, s.701–703.
79
1993 yılında barış süreci başladığında FKÖ içinde de bir dönüşüm yaşamıştır. Örgütün
bazı bölümleri yeni kurulan Filistin hükümetinin bakanlıklarına, kurtuluş orduları
mensupları da Filistin Polis Teşkilâtı’na girmiştir. 1998’de Filistin’in BM’deki
gözlemci statüsü yükseltilerek Filistin temsilcilerine Genel Kurul’daki tartışma
oturumlarında konuşma yaparak cevap hakkı tanınmıştır. Filistin ile ilgili oturumlarda
gündem maddeleri getirme ve karar tasarılarına etkide bulunma olanağı tanınmıştır.
FKÖ bugüne kadar Filistin halkının meşru ve tek temsilcisi statüsünü koruyarak,
kurulan Filistin hükümetinin siyasî karar süreçlerinde önemli bir rol oynayan FKÖ,
siyasetin temel çizgilerini belirlemiş ve Filistin Milli Konseyi ile birlikte en yüksek
karar merciini oluşturmuştur225.
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde İsrail işgaline ayaklanma olan ilk İntifada’nın başladığı
1987 yılında doğan İslâmî Direniş Hareketi Hamas ise en büyük Filistinli İslâmî hareket
olmuştur. Hamas, kısa vadede İsrail güçlerinin işgal altındaki topraklardan sürülmesini,
uzun vadede ise Filistin'de bir İslâmî devletin kurulmasını amaçlamıştır226.
2002 Aralık ayında örgütün Gazze’deki bir gösterisine 40.000 kişi katılmıştır. İlk
bildirisi 15 Aralık 1987’de yayımlanan Hamas'ın askerî kanadı İzzeddin El–Kassam
Tugayı'nın 1991’de ortaya çıkmasıyla, örgüt yeni bir evreye girerek 1992’den itibaren
eylemlerini artırmıştır227.
Liderliğini Şeyh Ahmed Yasin’in yaptığı, İsrail–Filistin barışına muhalefet eden aşırı
dinci Hamas, daha çok intihar saldırılarıyla adını duyurmuştur.
225
Mehmet Kocaoğlu; Uluslar arası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genel Kurmay Basımevi, Ankara 1995,
s.81–85.
226
Yasemin Çongar; “Hamas İbreti, Hamas Fırsatı”, Milliyet Gazetesi, 30.01.2006.
227
http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/detay.aps?24.02.2006.
80
Hamas’ın kurucusu ve ruhanî lideri Şeyh Ahmed Yasin, 22 Mart 2003’te sabah cami
çıkışında İsrail helikopterinin füze saldırısında tekerlekli sandalyesinde öldürülmüştür.
Şeyh Yasin'in öldürülmesinin ardından yerine seçilen diğer Hamas lideri Abdülaziz
Rantissi’de, 17 Nisan 2003’te İsrail tarafından aynı şekilde öldürülmüştür. Bugün
başında ise Filistin seçimleri sonuçlanana kadar Ahmed Kurey bulunuyordu228.
Hamas, 1987’nin Aralık ayında Birinci İntifada’nın başlamasından kısa bir süre sonra
Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulmuştur229.
Filistin İslâmî Direniş Hareketi’nin temel dayanağı İslâm Dini’nin fıkhı esaslarıdır. Bu
örgüt, kurtuluşun gerçekleşmesi için tek yol olarak cihadı görmektedir231.
228
http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/detay.aps?24.02.2006.
229
Suna Ercan; İsrail’deki Arap Azınlığının Kimlik Sorunu”, Avrasya Dosyası, (Arap Dünyası Özel)
Sayı: 1, C.6, Asam Yayınları, Ankara 2000, s.29.
230
http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/detay.aps? 24.02.2006.
231
Murat Erdin; Hizbullah ve Hamas (Düşünceleri, Örgüt Yapıları ve Eylemleriyle), Kastaş Yayınları,
İstanbul 2002, s.50.
81
Hamas Örgütü, Filistin halkının vatanlarını işgalden kurtarıncaya kadar cihad haklarını
koruyacaklarını söyleyerek uluslar arası örgütlerin ve heyetlerin aldıkları bu karara ters
düşemeyeceği sürece bu gruplara ve örgütlere saygılı olacaklarını bildirmiştir. Siyonist
işgale karşı direniş alanlarını hiçbir zaman Filistin dışından başka bir alana
taşımayacaklarını da duyurmuşlardır233.
232
Doğrul; İsrail’i Tedhiş…, s.71–72.
233
http://www.mom.fr/Presentation/Equipes/Gremmo/equipegremmo/chercheurs/legrain/milliyet2000030
8.htm, Temmuz 2005.
82
İkincisi; kaynağı ne olursa olsun, hangi maddelerden oluşursa oluşsun siyasî çözümün,
İsraillilere Filistin toprakları üzerin de varlık hakkı tanınacağı inancıdır234.
Bütün bunlardan yola çıkarak Hamas böyle sonuçlanacak herhangi bir siyasî çözüm
sonucunda Filistinlerin yurtlarına geri dönmeleri imkânın ortadan kalkacağını, ayrıca
bağımsız devlet kurma haklarının tamamen ellerinden alınacağını düşünmektedir.
Dolayısıyla böyle bir oluşumu kabul etmek, Hamas’a göre caiz olmadığı için cihad
etmeleri farzdır. Hamas’a göre bu, sadece İsraillilerin bölgeye hâkimiyet kurmasından
kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda herhangi bir şekilde Filistin tarafını temsil edecek,
gerçek anlamda bu hakka sahip olmamasına rağmen kendi başına savunma yapmaya
kalkacak bir gurubun, İsrail Devleti’nin bu topraklarda ki varlığının tanınması, buradaki
en büyük tehlikeyi oluşturacaktır. Çünkü bu, Filistin dosyasının kapanmasıdır. Bütün
bunların doğurabileceği sonuçlar sadece Filistin halkını etkilemekle kalmayacak, Arap
toplumlarını ve diğer İslâmî ülkelerini de etkileyecektir235.
Ortadoğu’da yer alan ve onları destekleyen devletler yıllardır ABD’nin terör karşıtı
politikalarının esas temelini oluşturmaktadır. Çünkü 1970’ten beri ABD’nin
emperyalizminin çıkarlarına karşı girişilen her terörist eylemin arkasında Ortadoğu’da
bulunan devletler bulunmaktadır. Ayrıca ABD’nin terörü destekleyici devletler
listesinde yer alan devletlerin çoğu Ortadoğu’da bulunmaktadır. Ortadoğu’daki mevcut
terör örgütleri ayrı ideolojilerle yönetilmektedir. Bir kısmı Arap- İsrail sürecini
baltalamaya çalışırken, diğer kısmı da iktidardaki rejimleri devirmek gibi farklı amaçlar
gütmektedir. Ancak Radikal İslâmcı gruplar son zamanlarda belirgin bir şekilde ön
plana çıkmıştır. Filistin Meselesi bir ulusun topraklarını savunma meselesi olmaktan
çıkmış, emperyalist hegemonya savaşı içine yerleşmiştir236.
Tüm bunlar göz önüne alındığında Hamas Örgütü, Ortadoğu’da oynanan bu oyunları bir
parça da olsa bozmuştur. Siyonist işgalcilerin umutlarını kırarak, onların Filistin
toprakları üzerinde egemen olmak için geliştirdikleri stratejilerini değiştirmek zorunda
kalmalarına yol açmıştır. Emperyalist güçlerin İsrail’i öne atıp, arkadan da O’nu
destekleyerek başladıkları işgalin ilerlemesi yavaşlamıştır. Siyonistler ve uluslar arası
güçler Müslümanları kolayca yok edemeyecek olduklarını anlamışlardır.
Müslümanların isterlerse birlik ve beraberlik içinde topraklarını kanları pahasına
savunabileceklerini ve emperyalist emellerini kolayca bozabileceklerini kavramışlardır.
Şu anda ABD emperyalizminin yönetiminde bulunanlar özgürlük olmadan adalet
sağlanamaz, insanların özgür olmadığı yerlerde insan hakları barınamaz diyerek
dünyanın en karanlık köşesine “özgürlük” götürene kadar savaşacaklarını
açıklamışlardır. Kapitalizmin savunucuları, özgürlük gibi bir olguyu insanlığın ancak
sömürge altında olmayan toplumlarda elde edebileceğini görmezden gelerek, açıkça
yeni bir özgürlük anlayışını dünyaya deklare etmektedirler. Uluslar arası güçler
dünyanın en ücra köşelerinde bulunan kâr ve çıkarlarını garanti altına alıncaya kadar
savaşacaklardır238.
Filistinliler, emperyal gücün zoru ile iki bin yıldır üzerinde yaşadıkları bu topraklarda,
beraber oldukları sömürge kolonilerinin varlıklarını kabul etmişlerdi. Ancak işgalciler
daha fazlasını isteyerek, Filistinlileri esarete mahkûm etmeye kalkışmışlardır. Buna
karşı olarak Hamas Örgütü, kendi haklı davasını savunmak ve kendi özgürlük
237
Ceyda Karan; “Hamas, Kimin BOP’u, Neyin GOP’u”, Radikal Gazetesi, 30.01.2006.
238
Edward Said; The Question of Palestine, Pınar Yayını, İstanbul 1985, s.101–103.
84
239
Roger Garaudy; Siyonizm Dosyası, Pınar Yayını, İstanbul 1998, s.137–138.
240
Feodalizm: Özellikle Batı Avrupa’da, mutlakî monarşilerin kuruluşuna kadar devam eden, siyasî ve
toplumsal örgütlenme biçimine verilen addır. Feodalizm kelimesi, Latince Feodum (Tımar) ile taşınabilir
değerli mal anlamına gelen Cermen kökenli bir kelimeden türetilmiştir. Diğer medeniyetler ve
toplumlarda da görülmekle birlikte, Orta Çağ Avrupa’sındaki Feodalizm, Feodal toplum düzeninin genel
bir örneğini teşkil etmektedir. Erol Öz; Feodalizm, BDS Yayınları, İstanbul 1996, s.25–26.
241
Başkasının işçisi olmayıp, kendi başına üretim ve kazanç yolunda çalışarak, kendine yeterli bir geçim
sağlayan sınıf. Mehmet Altan; Bürokrasi mi, Burjuvazi mi?, Liberta Yayınları, İstanbul 2004, s.41–43.
242
Toktamış Ateş; Demokrasi, Tarihi Süreç, İlkeler; Ümit Yayını, İstanbul 2000, s.50–55.
243
Garaudy; Siyonizm…, s.145–146.
85
Terör kavramı, son dönemlerin en çok konuşulan ve aynı zamanda en çok istismar
edilen kavramlarından biri olarak; insanlık dışı saldırılara, haksız zulümlere ve işgallere
verilen kavramdır. Bu uygulamaları meşrulaştırmak için terörle ilgili tüm
propagandalardan ve medyatik eylemlerden terör faaliyetleri için yararlanılmaktadır. Bu
faaliyetler anti – terör mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçekte ise terörle
mücadele, çağdaş sömürgeciliğin çıkarlarını korumak için geliştirilen devlet şiddet
politikaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bazı mücadele olayları, senaryosu önceden
hazırlanmış ve organize bir şekilde uygulanan şiddet olaylarıdır. Tabiî ki bu olaylar
sırasında fert ve toplum psikolojisinden mükemmel bir şekilde yararlanılmaktadır.
Günümüzde medya organlarının toplum üzerinde etkili olması ve çoğunun devlet terör
mekanizmalarına hizmet etmesi, işi kolaylaştırmaktadır244.
Dünya ekonomik ve siyasî arenasında söz sahibi olan ve tek süper güç olarak kabul
edilen ABD, daha doğrusu ABD’nin emperyalizmi; dünya platformunda söz sahibi
olamayan, kalkınamamış devletleri kendine bağlayabilmek için geçmişte komün
rejimlerin varlığından faydalanmaktaydı. Bu rejimin 1990 yılından sonra ortadan
kalkmasından sonra kendisine yeni bir hedef belirlemiştir. Bu düşmanı da geçmişte
yaptığı gibi tehdit unsuru olarak göstermiştir. ABD emperyalizminin seçtiği bu yeni
düşman İslâmî bilinçlenmedir. Ancak bu harekâtın “İslâmî” adıyla duyulmasının işini
zorlaştıracağını bilmekteydi. Bu yüzden terör kavramından yararlanmayı seçti.
Kendisini doğrulamak içinde şiddet ve diğer baskı eylemlerini kullanmayı tercih
etmiştir. Sonuçta bu amaçlar doğrultusunda senaryosu önceden hazırlanmış şiddet
olayları ortaya çıkarmaktaydı. Anti–Terör ise devletlerin uyguladığı politik çözümü
oluşturmaktadır. Küresel emperyalist güçlerin hâkimiyetlerinde kullanılan anti–terör
siyaseti de bu alana “terör tehdidi” olarak, ortaya çıkmış bulunmaktadır245.
Burada dikkat çeken önemli husus, haklı gerekçesi olmayan şiddet olaylarının, haklı
olarak yapılan ve meşru olan mücadelelerin karalanması ve hatta bu mücadelelerin de
terör olarak değerlendirilmesini sağlamaktadır. Böyle olunca meşru mücadelelere karşı
yapılan şiddet politikalarına da gerekçe bulunmuş oluyordu. Örneğin toprakları haksız
244
Hüseyin; Ortadoğu’da…, s.25.
245
Basil Blackwell; Samuel Eilon; The Küresel Challenge of İnnovation, Bulterworth- Heinemann Ltd.,
Oxford 1991, s.45.
86
bir şekilde işgal edilmiş, hakları gasp edilmiş insanların bunları geri kazanmak için
verdikleri mücadele haklı ve meşrudur. Üstelik bu insanlara şiddet uygulanıyorsa
onların kuvvete başvurmalarının gayri meşru hiç yanı yoktur. Filistin’de, Çeçenistan’da,
Irak’ta verilen mücadele böyledir. Ancak terör ile ilgili mücadelelerde bu istismar
politikalarının uygulandığını görmekteyiz. Böylece onlara karşı kullanılan insanlık dışı
uygulamalara gerekçe kazandırılmış olmaktaydı. Ayrıca işgale de meşrutiyet
kazandırmak için kullanılırken, bu politikalar emperyalist güçlerin Müslüman halkları
sindirmek, ezmek dünya siyasî arenasından silmek için onlara karşı terör estiren
politikaların kamuflaj adını oluşturmaktaydı246.
ABD ve diğer emperyal devletler Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile emperyalizmi tehdit
eden büyük askerî gücün ortadan kalkmasının ardından silâhlanma stratejilerinde büyük
bir değişme yaşamaya başlamışlardı. Küçük, hareketli askerî birlikler tarafından
kullanılabilen etkili silâhlar ve nükleer silâhlanmanın yaygınlaşmasını öngören bir
politika izlemeye başlamışlardı. Bir süredir gizli hazırlanan bu stratejiler 11 Eylül ile
açıktan uygulanmaya konmuştur. Ortadoğu’dan Asya’ya, Kızıldeniz’den Pasifik’e
uzanan bir alanda kendi askerî varlıklarını ortaya koymaya başlamışlardı. Özellikle
ABD Afganistan’a askerî birlik yığarak Rusya, Çin ve İran’ın ortaklaşmasına engel
olmuştur247.
11 Eylül 2001 ABD’nin emperyalizminin amaçlarına ulaşmak için büyük bir koz
olmaktaydı. Çünkü teröre karşı dünya kamuoyuna bir portre çizmekteydi.
Mücadelelerinde haklı olduklarını medya aracılığı ile tüm dünyaya anlatırken, Filistin
meselesini de Afganistan meselesi ile bir tutarak terör diye ortak payda da yer
vermekteydi.
Filistin örgütlerinin salt bir İslâmî temeli olduğunu söylemek yanlış olur. Hatta intihar
saldırıları düzenleyenlerin sadece Hamas ve İslâmî Cihad üyesi olmadığı bilinmektedir.
246
Öke; Filistin…, s.245–248.
247
İbrahim Okur; Soğuk Savaş’ı Gözetirken – Terör Dünyaya Nasıl Yayıldı? Türkiye Nasıl Kuşatıldı?
Okursoy Yayınevi, İstanbul 2002, s.61–62.
87
Filistin’de 2004 yılının Kasım ayında Yaser Arafat’ın ölümüyle başlayan ve Ocak
2005’te Mahmud Abbas'ın devlet başkanlığıyla devam eden siyasî süreç, 25 Ocak
2006’da yapılan parlamento seçimlerinde Hamas Örgütü’nün zaferiyle sonuçlanmıştır.
İsrail, ABD ve AB'nin “terör örgütü” listesinde yer alan Hamas'ın elde ettiği bu sonuç,
uluslararası arenada şok etkisi yapmıştır.
Siyasî anlamdaki büyük çıkışını bu seçimlerde yapan Hamas, Yaser Arafat’ın ölümünün
ardından yerel seçimlere girmiş ve Gazze, Kalkilya, Nablus gibi bölgelerde birçok
sandalye kazanmıştır.
Cesaret ve yüreklilik anlamına gelen “Hamas” İntifada’nın ilk yıllarında büyük bir
siyasî güç olarak çıkmıştı.
Batı Şeria ve özellikle Gazze bölgesinde etkin bir güç konumunda olan Hamas’ın üye
sayısı tam olarak bilinmemektedir ve onbinlerce sempatizanı yer almaktadır.
hem de İsrail ile bir barış anlaşması sağlayamamış olması nedeniyle bu örgütten
desteğini çekmişti.
Filistinliler’in Başkanı Mahmud Abbas, Hamas ile koalisyonu düşünebileceğini
belirtmiştir. Fakat Abbas, İsrail ile diyalog ve barış politikalarını Hamas’ın kabul
etmesini şart koşmuştur.
İsrail Başbakan Vekili Ehud Olmert ise terörist bir örgüt olarak gördükleri Hamas’ın
içinde olduğu hükümetlerle pazarlık yapmayacaklarını söylemiştir. Hamas, Avrupa
Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail tarafından “terörist örgüt” olarak
değerlendirilmiştir.
Bundan sonra, bu sonuçlarla birlikte asıl merak edilen konu Ortadoğu’daki barış
sürecinin bundan sonra nasıl bir rol izleyeceğini oluşturmaktadır. Parlamentoya girseler
bile silâhlı direnişi bırakmayacaklarını açıklayan Hamas’a karşı İsrail tepkili ve
Hamas’la müzakerelerde bulunmayı reddetmektedir. Nitekim İsrail Başbakan Vekili
Ehud Olmert, Hamas'ın rol aldığı bir Filistin yönetimine güvenemeyeceklerini dile
getirmiştir.
İsrail’in yok edilmesi amacını güden örgüt olan Hamas’ın silâh bırakmadan Filistin
yönetimine gelmesini onaylamayacaklarını kaydeden Olmert, terörle mücadele
konusundaki yükümlülüğüne bağlı kalmayan bir hükümetle masaya oturmayacaklarını
belirtmiştir. Olmert, Filistin halkına ve Filistin lideri Mahmud Abbas'a, ancak terör
örgütlerini dağıtması durumunda yardım edebileceklerini açıklanmıştır.
Ortadoğu Bölgesi bu sürecin ardından yeni bir yapılanmaya yol alarak, İsrail ve Filistin
için yeni bir dönemin başlangıcını da oluşturacaktır249.
Seçimlerden zaferle çıkan Hamas Örgütü, Ocak 2006’dan sonra, Örgüt olarak
adlandırılmaktan ziyade; siyasî bir kimlik kazanmıştır. Uluslar arası kamuoyunun
“İsrail’i Tanıyın” baskılarının ardından yurt dışı gezilerine ağırlık veren Hamas Heyeti
Halid Meşad liderliğinde 16 Şubat’ta ilk olarak Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir.
Muhammed Ebu Ömer, HAMAS'ın bugün bir yönetimi devralma konumunda olduğuna
dikkat çekerek bu konuda kazanılmış tecrübelerden yararlanmak istediklerini,
Türkiye'nin tecrübesinin kendi açılarından önem arz ettiğini dile getirmiştir.
Kendilerinin işgal edilmiş bir vatan toprağını işgalden kurtarmak için mücadele
ettiklerini, herhangi bir terör faaliyeti içinde olmadıklarını, aksine Türkiye'nin geçmişte
249
http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/haber_detay.aps? 24.02.2006.
89
gerçekleştirdiği İstiklal Savaşı benzeri bir mücadele içinde olduklarını böyle bir
mücadelenin PKK faaliyetiyle kıyaslanmasının bir diplomasi cambazlığı olduğunu ama
bu cambazlığın tutmayacağını vurgulamıştır. İsrail'in PKK - HAMAS benzetmesi
aslında Türkiye'ye yönelik ağır bir itham olduğunu söyleyerek, Türkiye'nin böyle bir
durumda PKK'nın faal olduğu bölgelerde işgalci konumunda olduğu iddiasında
bulunmaktır. ABD, İsrail ve AB HAMAS konusunda en çok rahatsız eden terör örgütü
olarak kabul ettirmeye çalıştıkları hareketi bugün uluslar arası alanda diplomatik
muhatap olarak görmek zorunda kalmış olmalarıdır. Çünkü artık hükümet olmuş bir
Hamas dünya siyasetinde boy göstermektedir.
Türkiye bu görüşmelerde silâhları bırakarak, İsrail’i tanımasını ve barış sürecini kabul
etmesini önermiştir. İsrail Başbakanlık Sözcüsü Raanan Gissin “Ziyaret iki ülke
ilişkilerinde derin yara açacak büyük bir hata. Biz Abdullah Öcalan ile bir araya gelsek
siz ne dersiniz?” demişti. Dışişleri Bakanlığı’nın 20 Şubat’ta verdiği brifingi
reddetmiştir. İsrail Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi, bir gün sonra ilişkileri
yumuşatmak için AKP genel merkezini ziyaret etmiştir. Aynı gün Başbakan Tayyip
Erdoğan Türkiye’nin Ortadoğu’da barış sürecine seyirci kalmayacağını açıklamıştır.
Hamas Örgütü 2006 Ocak ayından sonra, siyasî bir unvan kazanarak; Hamas Örgütü
yerine “Hamas Heyeti” kimliği ile Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra Tahran’ıda ziyaret
ederek umduğu desteği almış daha sonra da Moskova’yı ziyaret etmiştir. Rusya’da
Türkiye gibi “İsrail’i Tanıyın” çağrısında bulunmuş fakat Hamas Heyeti bu çağrıları
yanıtsız bırakmıştır.
29 Mayıs 2006’da Türkiye’yi resmî ziyarette bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile görüşmüştür. Bu görüşme sonunda yapılan ortak
basın açıklamasında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül kalıcı barış için Filistin ve İsrail’in
barış ve karşılıklı diyalog içinde nihaî çözüme ulaşacaklarını ve ortak plan dâhilinde
anlaşacaklarını bildirmiştir250.
Türkiye’nin Ortadoğu politikasında uzlaşmacı bir tavır sergileyerek hem İsrail ‘in hem
de Filistin ‘in ortak memnuniyetini istemektedir. Türkiye bu bölge için taraflı bir
politika gütmekten ziyade bu bölge için tarafsız bir barış süreci talep etmektedir.
250
Hürriyet Gazetesi, 30 Mayıs 2006.
90
Hamas Örgütü bugün Ortadoğu’da kendi yapılanmasını siyasî bir oluşum içerisinde
gerçekleştirirken, legal bir süreç içerisine girmiş olup, sesini dünya kamuoyuna
duyurmaya çalışmaktadır251.
Tek kutuplu dünyaya zaferini ilan eden Amerika’ya etkin güç sağlama çabasında olan
Rusya tekrar etkinliğini sağlayabilmek için Ortadoğu siyasetinde aktif olarak rol alıp bu
bölgenin liderliğine soyunarak dünyada söz sahibi olma çabası gütmek de olup, bu
bağını İran ve Afganistan ile de perçinleyerek politik sahnede varlığını hissettirmek
istemektedir. Rusya’nın dünya sahnesinde yeniden güç arayışına gitmek istemesi
Rusya’yı hem Uzak Doğu’ya Çin’e yönlendirirken diğer taraftan da Ortadoğu
politikasında etkin konuma geçebilmek ve daha güçlü olabilmek istemesidir. Nitekim
Hamas’ın siyasi zaferinden sonra Rusya tarafından davet edilmesi, Rusya’nın hem
Ortadoğu’da baş aktör olma arzusu kendi harekât alanını genişletmek istemesindedir252.
Aslında Rusya Amerika’nın kendisini çevirmek isteyecek bir politikadan uzaklaşarak
bölgesel ortaklık arayışı içine girmiştir. Rusya tek kutuplu dünya sistemini sona
erdirecek oluşumlar içinde en önemlisi İran’a yakın durmasıdır. Ortadoğu’ya olan
yakınlığı, zengin yeraltı kaynakları, sahip olduğu nüfus, Rusya’ya Çin’e olan yakınlığı
ve kilit noktada bulunuşu İran’ı siyasi ekonomik ve askeri olarak odak noktası
yapmaktadır. Bütün bunlardan daha önemlisi sahip olduğu yönetim anlayışı bu
coğrafyanın önemini daha da artırmıştır. Amerika’nın Irak operasyonu Ortadoğu’daki
etkinlik kurma ve Ortadoğu’yu kendi şekillendirme siyasetindeki ikinci yapılandırma
olmuştur. Körfez savaşından sonra bu operasyon daha kalıcı ve daha etkin bir şekilde
Ortadoğu’ya hâkimiyet çabası gütmektedir253.
251
http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/haber_detay.aps?PID=319&haberID=161366.
252
Paul Kennedy; Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1996, s.
298 – 299.
253
Kennedy; Yirmi…, s. 415 -146.
91
SONUÇ
Bugün, bütün dünyada herkesi etkisi altına alan küreselleşme olgusu, yeni bir süreç
olmayıp, uzun zamandan beri var olan ve bütün insanlığı etkisi altına alan bir olgudur.
Her geçen gün değişen ve gelişen bu olgu salt bir müdahaleden ziyade, etkisini bütün
olgular ve sistemler üzerinde gösteren emperyal gücün diğer adıdır. Özde siyasal,
kültürel ve ekonomik alanda değişim ve gelişim gösteren küreselleşme olgusu; yeni
modelleri, oluşumları ve yapılanmaları ile zamanın şartlarına göre değişim gösteren
kendi yapılanmasını oluşturan bir mekanizmadır.
Ortadoğu içinde bulunduğu şartlar bakımı ile oldukça karışık bir yapı arz etmektedir.
Bu bölgenin bulunduğu şartlar bütün dünyanın etkilendiği küresel hareketlerden
etkilenmektedir. Etnik ve dinî olarak oldukça karışık bir yapı arz eden Ortadoğu, terör
faaliyetlerinin de çıkış noktasını oluşturmaktadır.
11 Eylül 2001 olayı, bütün dünyada ses getirirken terörü belli bölge ve coğrafyadan
dışarı çıkarmaktaydı. Terör daha önce faaliyet gösteren bölgeler için şekillendirilip,
anlamlandırılırken; 11 Eylül 2001 olayı bütün bu yaklaşımları değiştirmekteydi.
Ortadoğu Bölgesi İslâm dinine inan Müslümanların çoğunlukla bulunduğu alan olup,
terör ve İslâm burada birlikte anılma yanılgısı oluşturmuştur. Gerek diğer semavî dinler
ve gerekse de İslâmiyet kendi özü itibariyle terör gibi şiddet ve korku içeren bir olguyu
ruhunda barındırmaz.
Ortadoğu Bölgesi her bakımdan bir kargaşa ortamına elverişli iken, burada meydana
gelen örgütlenmeler, bu bölgenin yapılanması ve bulunduğu konumun etkisi ile
şekillenmiştir.
Hamas Örgütü de Ortadoğu’nun karışık yapısında meydana gelmiş bir örgüttür. 1987
yılından sonra faaliyete başlayan bu örgüt, Filistin topraklarının haklı davasında kendi
savunmasını ve iddiasını yürüten ve kollayan bir direniş harekât grubu olmuştur. Kendi
tanımında da olduğu gibi küçük bir azınlığı yok ederek, büyük kitleleri etkisi altına
almayı hedefleyerek, oluşturdukları ütopik siyasî yapılanmayı halka empoze etmeyi
amaçlamaktadır.
Hamas Örgütü, Filistin halkına ait toprak parçası üzerinde ezelden beri idealleri olan
Siyonizm düşüncesini hayata geçirmek isteyen Yahudi topluluğuna karşı haklı savunma
örgütüdür. Terör ile aynı değerlere sahip olmayan Hamas Örgütü Filistin halkının
özgürlük ve bağımsızlık yolunda verdiği mücadelenin haklı sembolüdür.
Hamas Örgütü 2006 Ocak ayından sonra, siyasî bir unvan kazanarak, legal bir kimlikle
ülkeler bazında karşılıklı temasa geçmiştir. Örgüt tanımlamasından ziyade, bugün
bulunduğu politik yapılanma içerisinde Ortadoğu’daki “Hamas teşkilatının oluşturacağı
yeni oluşumlar ve izleyeceği siyasi yol bu sürecin devam etmesinde “rota vazifesi”
görecektir.
Hamas’ın legal bir oluşum süreci içerisine girmesi ve Filistin Devleti’ni temsil
konumuna yükselmesi, Hamas Örgütü tanımını arka planda bırakarak, onun siyasî
varlığını ve kimliğini dünya kamuoyunda yeniden tanımlayarak şekillendirmiştir.
Ortadoğu yeniden yapılanma sürecinde, Hamas’ın izleyeceği politik rota ile yeniden
şekillenip, yeniden tanımlanacaktır.
93
KAYNAKÇA
1. Kitaplar
Ateş, Toktamış; Demokrasi, Tarihi Süreç, İlkeler, Ümit Yayını, İstanbul 2000.
Aydın, Mehmet S.; Erdoğan, Mustafa; Sarıbay, Ali Yaşar ve Diğerleri, Siyasî,
Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme, Ufuk Yayınları, İstanbul 2002.
Bal, Mehmet Ali; Savaş Stratejilerinde Terör, IQ, Yayıncılık, İstanbul 2003.
Barret, Richard; Cavanogh, John; Küresel Düşler: İmparator, Şirketler ve Yeni Dünya
Düzeni, Sabah Yayını, İstanbul 1994.
Chomsky, Noam; Terörizm Kültürü, (Çev.: Taha Cevdet), Pınar Yayını, İstanbul 2000.
94
Chomsky, Noam; Dünya Düzeni: Eskisi, Yenisi, Metis Yayını, İstanbul 1995.
Davutoğlu, Ahmet; Stratejik Derinlik / Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayını,
İstanbul 2001.
Doğrul, Ömer Rıza; İsrail’i Tedhiş, İstila ve Harp Kaynağı, Yeni Zamanlar, İstanbul
2004.
Ferhad, İbrahim; Wedel, Heidi; Ortadoğu’da Sivil Toplumun Sorunları, ( Çev. : Erol
Özbek), İletişim Yayınları, İstanbul 1992.
Framkin, David; Barışa Son Veren Barış – Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? Epsilon
Yayınları, İstanbul 2004.
Gürses, Emin; Kaynak, Mahir; Büyük Ortadoğu Projesi, Timaş Yayınları, Nisan 2005.
Graudy, Roger (Reca Garudi); Afarozdan Dialoğa, Birey Yayıncılık, İstanbul 2000.
Garaudy, Roger; İsrail Siyasetini Oluşturan Efsaneler, Çizgi Yayınları, İstanbul 2000.
Herman, Willis; Küresel Zihniyet Değişimi, (Düşünce Tarzında Yeni Çağ Devrimi),
(Çev. : Muhammed Şeviker), İz Yayını, İstanbul 2002.
Johannes, Jonsen; The Dual Natural of İslamic Fundamentalizm, Hurst and Company,
London 1997.
Karlson, Ingmar; Din, Terör ve Hoşgörü, (Çev.: Turhan Kayaoğlu), Homer Kitabevi,
İstanbul 2005.
Kaynak, Mahir; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva
Yayınları, İstanbul 2005.
Keyman, Fuat; Sarıbay, Yaşar; Küreselleşme, Toplum ve İslâm, (Der.: Fuat Keyman,
Ali Yaşar Sarıbay), Vadi Yayınları, Konya 1998.
96
Kocaoğlu, Mehmet; Uluslar arası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genel Kurmay Basımevi
Ankara 1995.
Kutub, Seyid; Din Bu, (Çev. : Furkan Hocaoğlu), Özgün Yayıncılık, İstanbul 1995.
Mcghee, Georgego; ABD – Nato – Türkiye – Ortadoğu, ( Çev. : Belkis Çorakçı), Bilge
Yayını, İstanbul 1992.
Okur, İbrahim; Soğuk Savaşı Gözetirken – Terör Dünyaya Nasıl Yayıldı? Türkiye Nasıl
Kuşatıldı? Okursoy Yayınevi, İstanbul 2002.
Oran, Baskın; Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, C.2, İletişim Yayınevi, İstanbul 1980–2001.
Öztürk, Osman Metin; Uluslar arası Terörizm ve Dış Politika, Biltek Yayınları, Ankara
2002.
Özcan, Zeki; Din Felsefe Yazıları, Alfa Basım Yayını, İstanbul 2001.
97
Öztürk, Yaşar Nuri; İslâm’ı Anlamaya Doğru, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 1997.
Öztürk, Yaşar Nuri; İslâm Nasıl Yozlaştırıldı / Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler,
Bid’âtlar / Bütün Eserleri 31, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2000.
Öztürk, Yaşar Nuri; Batı Sömürgeciliği ve İslâm Dünyası, Yeni Boyut Yayınları,
İstanbul 2003.
Said, Edward; Oryantalizm: Sömürgeciliğin Kesit Yolu, (Çev.: Nezih Uzel), Pınar
Yayınları, İstanbul 1998.
Stiglitz, Joseph; Küreselleşme (Büyük Hayal Kırıklığı), (Çev. : Arzu Taşçıoğlu, Deniz
Vural), Planb Yayını, İstanbul 2002.
Touraine, Marisal; Altüst olan Dünya: 21. Yüzyılın Jeopolitiği, Ümit Yayını, İstanbul
1997.
Turan, Osman; Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1979.
98
Vahiduddin, Han; Din Bilim Çağdaşlık, (Çev. : Önder Nar), Boğaziçi Yayınları,
İstanbul 2001.
Web Sayfaları
http://www.mom.fr/Presentation/Equipes/Gremmo/equipegremmo/chercheurs/legrain/m
illiyet20000308.html, Temmuz 2005.
http://www.enfal.de/filistin.htm
99
Gazeteler
Gürcanlı, Zeynep; “ Büyük Ortadoğu Projesi Başladı Bile”, Star Gazetesi, 22.03.2004.
Karan, Ceyda; “Hamas, Kimin BOP’u, Kimin GOP’u”, Radikal Gazetesi, 30.01.2006.
Öztürk, Yaşar Nuri; “ Gerçek İslâm ve Öteki İslâm”, Star Gazetesi, 01.09. 2002.
Öztürk, Yaşar Nuri; “ Siyasal İslâm’ın Omurga Sorunu ”, Star Gazetesi, 05. 07. 2003.
Ansiklopediler
Makaleler
Arslan, Zühtü; “11 Eylül’ün “Öteki” Yüzü: Leviathan’ın Dönüşü” ,Doğu – Batı Dergisi,
Sayı: 20, C.II, Ankara 2002, s.85.
Arslan, Zühtü; “11 Eylül’ün “Öteki” Yüzü: Leviathan’ın Dönüşü”, Doğu – Batı Dergisi,
Sayı: 20, C.II, Ankara 2002, s.82.
Bal, İdris; ABD’nin Orta Asya Politikası’na Yön Veren İç ve Dış Dinamikler, Stratejik
Analiz, No: 22, Ankara 2001, s.70
100
Benhabib, Seyla; “Kutsal Olmayan Savaşlar”, (Çev. : Fatma – Koray Tütüncü), Doğu –
Batı Düşünce Dergisi, Sayı: 20, C.II, Ankara 2002, s.55.
Bilici, Abdülhamit; “İşgaller Demokrasi ile Biter mi?”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 563,
İstanbul 2005, s.24.
Ercan, Suna; “İsrail’deki Arap Azanlığın Kimlik Sorunu”, Avrasya Dosyası (Arap
Dosyası Özel), Sayı: 1, C.6, Asam Yayınları, Ankara 2000, s.29.
Knoke, William; Cesur Yeni Dünya Düzeni (Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Bir Yol
Haritası), (Çev.: Zühtü Dicleli), Türk Henkel Dergisi Yayınları, Sayı: 7, İstanbul 1997.
101
Mardin, Şerif “Oryantalizmin Hasıraltı Ettiği”, Doğu – Batı Dergisi, Sayı: 20, C.II,
Ankara 2002, s.113.
Rubenstein, Richard L.; “Yirmi Birinci Yılda Din”, (Çev.: Bekir Zakir Çoban) Doğu –
Batı Dergisi, Sayı: 20, C.II, Ankara 2002, s.98.
Said, Edward; “Batı İslâm Terör Olgusu Olarak Görüyor”, (Çev.: Lütfullah Göktaş ),
İzlenim Yayını, Sayı: 6, İstanbul 1993, s.34.
Said, Edward; “Batı İslâm Terör Olgusu Olarak Görüyor”, (Çev.: Lütfullah Göktaş),
İzlenim Yayını, Sayı: 6, İstanbul 1993, s.25–26.
Tuna, Karbut; “Sosyal Yapı ve Terör”, Türkiye’de Terörizmin Dünü, Bugünü, Gelişimi
ve Alınması Gereken Tedbirler, TTK, Ankara 2005, s.129.
Tütüncü, Koray “Seyla Benhabib ile Söyleşi”, Doğu – Batı Dergisi, Sayı: 20, C.II,
Ankara 2002, s.70–71.
DİZİN
Globalleşme, 8, 9, 12, 13, 18, 20, 29, 31, 67, 71
1 Güney Kore, 21
11 Eylül 2001, 3, 25, 29, 30, 48, 92
H
A Hamas, 1, 4, 49, 72, 78, 81, 82, 83, 84, 85, 87, 93
Hamas Örgütü, 81, 93
Afganistan, 25, 30, 87 Hıristiyan, 54, 57, 82
Allah, 26, 49, 53, 56, 57, 82 Hukuk, 53
Almanya, 3, 21, 22
Amerika, 1, 9, 22, 24, 25, 29, 30, 35, 45, 46, 54, 78,
86 I
Arap, 50, 77, 78, 83, 85
Avrupa, 7, 9, 15, 18, 24, 25, 35, 36, 46, 54, 55 Irak, 25, 55, 77, 87
Avrupa Konseyi, 37
İ
B
İkinci Dünya Savaşı, 7
Batı, 23, 25, 27, 29, 30, 31, 36, 46, 51, 52, 54, 56, 57, İletişim, 11, 37, 63
58, 59 İmparator, 11
Bilgi, 20, 22 İnternet, 22
Bilgisayar, 22 İslam, 1, 3, 4, 16, 23, 26, 27, 29, 30, 45, 46, 48, 49,
Bilim, 7, 11, 16, 26 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 70, 71, 81,
Bilişim, 11, 19, 21 82, 85, 92
Birey, 15 İslami Cihad, 87
Birleşmiş Milletler, 37 İslamiyet, 4, 30, 45, 50, 54, 55, 71, 79, 92
Bizans, 17 İsrail, 50, 51, 55, 77, 82, 83, 84, 85
Bosna-Hersek, 51
J
Ç
Japon, 17
Çeçenistan, 51, 87 Japonya, 3, 21, 24
Çin, 21, 87
K
D
Kapitalizm, 32
Demokrasi, 16, 17, 37, 70, 71 Kimlik, 67
Devlet, 17, 27, 35, 36, 38, 67 Kitle, 34
Din, 26, 27, 28, 57, 69 Komünizm, 23
Doğu, 1, 3, 4, 27, 29, 30, 36, 46, 51, 52, 56, 84 Kosova, 51
Dünya, 1, 3, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 13, 14, 17, 20, 23, 25, Körfez Savaşı, 55
28, 30, 32, 36, 37, 38, 51, 54, 66, 85, 86, 88, 92 Kuran-ı Kerim, 53, 57
Kültür, 7, 16, 33, 34, 35, 66
küreselleşme, 1, 2, 6, 7, 8, 12, 13, 15, 16, 17, 19, 20,
E 21, 25, 29, 31, 32, 35, 36, 37, 38, 54, 92
Küreselleşme, 2, 3, 4, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 13, 14, 16,
Eğitim, 67 17, 18, 19, 20, 22, 25, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 38
Emperyalizm, 19
Enformasyon, 22
Evrensel, 33 L
Literatür, 60
F Lokal, 35
Filistin, 51, 55, 77, 78, 79, 81, 82, 83, 84, 85, 87, 93
M
G Mezopotamya, 16
Modern, 13, 35, 38
Global, 6, 86 Müslüman, 48, 52, 53, 56, 57, 58, 78, 82, 87
Globalizm, 17, 92
103
O T
Ortadoğu, 45, 46, 47, 49, 50, 56, 71, 83, 85, 87, 92, Televizyon, 34
93 Terörist, 63
Terörizm, 54, 60, 61, 66
Ticaret, 25
P Toplum, 7, 11, 15, 16, 22, 68
Pazar, 38, 46
U
R Ulaştırma, 21
Ulusal, 35, 82
Reform, 54
Rekabet, 38
Rönesans, 18, 54 Ü
Rusya, 3, 22, 28, 51, 87
Üretim, 38
S
V
Sanayi Devrimi, 54
Savaş, 24, 28, 49 Vahiy, 55
Sermaye, 13
Soğuk Savaş, 25
Sovyetler Birliği, 24, 28, 78, 85, 87 Y
SSCB, 24
Yahudi, 57, 93
Yerel, 17, 35, 36
104
EKLER
105
EK–1
Önemli şehirleri: Kudüs (Nüfusu: 550.000), Yafa, Hayfa, Gazze, Nablus, Eriha, Akka.
Yüzölçümü: 28.220 km2 (20,000 km2'lik kısmı "yeşil hat" içinde, kalan kısmı bu hattın
dışında yer almaktadır. "Yeşil hat" içinde kalan bölge BM kararlarında "İsrail" olarak
gösterilen bölgedir.
Nüfusu: 8 milyon 500 bin (2000). Bu nüfusun 6 milyonu "yeşil hat" içindeki bölgede, 1
milyonu Gazze'de, 1 milyon 500 bini Batı Yaka bölgesinde yaşamaktadır. “Yeşil hat”
içindeki nüfusun yaklaşık 1 milyonu Filistinli kalanı Yahudidir. “Yeşil hat” içinde
yasayan Filistinlilere “İsrail Vatandaşı” sıfatı ve “İsrail” kimliği verilmektedir.
Gazze'deki Yahudi yerleşim birimlerinde 5–6 bin kadar Yahudi yaşamaktadır. Kalan
nüfusun tamamı Müslümandır. Batı Yaka'daki Yahudi yerleşim merkezlerinde 150 bin
civarında Yahudi yaşamaktadır. Kalanı Filistinlidir. Filistinlilerin % 5'i Hıristiyan, %
95'i Müslümandır. Nüfusun % 87'si şehirlerde yaşamaktadır.
Genel ortalama: 300. Ancak nüfus yoğunluğu konusunda bölgeler arasında büyük bir
dengesizlik mevcuttur. Gazze’nin alanı 400 km2 kadar olduğundan bu bölgede km2
başına düsen insan sayısı 2500'ü bulmaktadır. Bu bölgedeki nüfus yoğunluğunun bu
kadar fazla olmasının sebebi 1948'de işgal edilmiş topraklardaki Filistinlilerin
birçoğunun bu bölgeye göç etmeye zorlanmış olmasıdır. Bu yüzden Gazze’deki nüfusun
üçte ikisi mülteci kamplarında yaşamaktadır. Batı Yaka bölgesinde nüfus yoğunluğu
200 civarındadır. “Yeşil hat” içinde kalan bölgenin yaklaşık 12 bin km2’lik bölümünü
Nakab ve Eylat çölleri oluşturur ve bu bölgelerde nüfus yoğunluğu oldukça düşüktür.
Bu yüzden bu topraklardaki 6 milyon nüfusun büyük çoğunluğu 8 bin km2’lik alana
yayılmıştır. Dolayısıyla bu bölgede de ortalama nüfus yoğunluğu 700 civarındadır.
106
Genel ortalama: % 3.7 Yahudiler arasındaki doğal nüfus artış hızı % 2’nin altındadır.
Yahudilerin nüfuslarının artmasının sebebi dünyanın değişik ülkelerindeki Yahudi
azınlıkların işgal altındaki Filistin topraklarına nakledilmesidir. Filistinlilerde ise doğal
nüfus artış hızı Gazze'de % 4,3, Batı Yaka’da % 3,5 civarındadır.
Etnik Yapı
1948'de işgal edilmiş olan topraklarda yaşayanların % 82'si Yahudi, % 18'i Filistinlidir.
1967'de işgal edilmiş oluşturmaktadır. Batı Yaka’da ise nüfusun % 90'ini Filistinliler, %
10'unu Yahudiler oluşturur. (Doğu Kudüs'teki nüfus bu oranlamanın dışındadır.)
Filistinlilerin tamamına yakını Araptır, az sayıda Çerkez vardır. Dünyanın değişik
yörelerinden getirtilen Yahudiler sürekli yenileri inşa edilen Yahudi yerleşim
merkezlerine yerleştirildiğinden, Filistinliler de göçe zorlandığından etnik yoğunluk
devamlı Yahudilerin lehine değişmektedir. Örneğin 1993'te “yeşil hat” içinde kalan
bölgede Filistinlilerin oranı % 21'di. Bugün bu oran yaklaşık % 18'e düştü.
Dil
Din
“Yeşil hat” içindeki topraklarda yaşayanların % 82’si Yahudi, % 5’i Hıristiyan, % 11’i
Müslümandır. 1967’de işgal edilmiş olan Doğu Kudüs ve Batı Yaka bölgelerinde ise
nüfusun % 76’si Müslüman, % 17.5’i Yahudi, yaklaşık % 5.5’i Hıristiyan, kalanı da
diğer dinlere mensuptur. Müslümanların geneli Sünni ve Şafiidir. Gazze'de 5–6 bin
civarında Yahudi bulunmaktadır, kalan nüfus Müslümandır.
107
Coğrafi Durumu
Yönetim Şekli
Gazze ve Batı Yaka’nın bir bölümünde kurdurulan özerk yönetim ise işgal yönetimine
bağlı bir yerel yönetim niteliğindedir. Özerk yönetim Gazze’nin Yahudi yerleşim
merkezlerinin dışında kalan kısmının tamamında, Batı Yaka’nın ise sekiz vilayet
merkeziyle kırsal bölgesinin bir kısmında söz sahibidir. Ancak vilayet merkezlerinden
El–Halil'in % 20'lik kısmı işgal yönetiminin kontrolüne bırakılmıştır. En son
anlaşmalarla birlikte verilen de dâhil olmak üzere Batı Yaka bölgesinde özerk
yönetimin kontrolüne verilen topraklar bu bölgenin % 41'ine tekâbül etmektedir. Ancak
bu topraklar bir bütünlük arz etmemektedir. Birbirinden ayrılmış gettolar şeklindedir.
Dolayısıyla Filistinliler özerk yönetimin kontrolündeki bir bölgeden diğer bölgeye
geçerken dört ayrı kontrol noktasından geçmek zorunda kalmaktadırlar. Bunlardan ikisi
özerk yönetimin ikisi de işgalci Siyonistlerin kontrol noktalarıdır. Özerk yönetim dış
işlerinde tamamen işgal yönetimine bağlıdır. Emniyet güçlerini sadece Filistinlilere
karşı kullanma hakkına sahiptir. Örneğin kendi kontrolündeki bölgelere Yahudi
yerleşimciler girseler bile onlara karşı güvenlik güçlerini kullanma yetkisi yoktur. Bu
bölgede oturan Yahudi yerleşimcilere karsı özerk yönetime bağlı emniyet güçlerinin
kullanılmaması imzalanan anlaşmalarda şarta bağlanmıştır. Özerk yönetim aynı
zamanda despotik bir baskı rejimi sıfatı almıştır. Filistinlilere baskı ve zulümde işgalci
Siyonistlerden geri kalmamaktadır.
108
Ekonomi
Yahudilerde kişi başına düşen ulusal gelir 11.330 dolardır. Bu miktar Batı Yaka
bölgesindeki Filistinlilerde 1200 dolar, Gazze’deki Filistinlilerde ise 550 dolar
civarındadır. “Yeşil hat” içinde kalan topraklarda yaşayanların % 21’i sanayi
sektöründe, % 3.3’ü tarım alanında, Batı Yaka’da yaşayanlarınsa % 13’ü sanayi
sektöründe, % 20’si tarım alanında çalışmaktadır. “Yeşil hat” içinde kalan toprakların %
28’i, Batı Yaka topraklarının % 32’si tarıma elverişlidir. Yahudilerde ortalama 5 kişiye,
Batı Yaka bölgesindeki Filistinlilerde 16 kişiye, Gazze bölgesinde de 30 kişiye bir
motorlu ulaşım aracı düşmektedir.
Gazze bölgesinin ekonomik durumu: Bölge ekonomisi daha çok tarım, sanayi ve
balıkçılığa dayanmaktadır. Yetiştirilen tarım ürünlerinin basında çeşitli sebze ve
meyveler gelmektedir. Tarım ürünlerinden elde edilen gelirin gayri safi yurtiçi
hasıladaki payı % 22’dir ve çalışan nüfusun % 19.5’i bu alanda iş görmektedir. Önceleri
daha çok balık avlanıyor ve nüfusun % 11’i geçimini balıkçılıkla sağlıyordu. Ancak
sözde özerk yönetimle işgal devleti arasında imzalanan anlaşmalarla "özerk yönetim"in
sınırlarının deniz kıyısında bittiği kabul edilerek Gazzeliler’in Akdeniz'de balık
avlamalarına yasak kondu. Bu ise on binlerce insanin işsiz şekilde ortada kalmasına
sebep olmaktadır. Yine söz konusu anlaşmalardan önce çok sayıda Gazzeli “yeşil hat”
içine girerek çalışma imkânı bulabilmekteydi. Ama bu anlaşmalardan sonra girişler
zorlaştırıldığından on binlerce insan da bu yüzden işsiz kalmıştır. Dolayısıyla Gazze
bölgesinde bugün işsizlik oranı % 60’a fakirlik oranı ise
% 97’ye çıkmıştır. Bu durum söz konusu anlaşmaların gerçek yüzünü gösteren
hakikatlerden biridir. Anlaşmaların gerçek yüzü incelendiğinde ne büyük ihanetler
içerdiği çok daha belirgin bir şekilde anlaşılacaktır.
Sağlık
“Yeşil hat” içindeki topraklarda ortalama 350 kişiye, Batı Yaka’da 1500 kişiye,
Gazze’de ise 2000 kişiye bir doktor düşmektedir254.
254
http://www.enfal.de/filistin.htm.
109
EK–2
Kaynak: http://www.atlasharita.com/haritalar/00098
110
ÖZGEÇMİŞ
e–mail : ftmtombak@yahoo.com
fatma.tombak@gmail.com