You are on page 1of 122

I

T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

BUDİZM’DE NİRVANA ANLAYIŞI

Tezi Hazırlayan
Fatih ŞAHİN

Tez Danışmanı
Prof. Dr Harun GÜNGÖR

Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı

Dinler Tarihi Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Eylül-2005
KAYSERİ
II
III

T.C.

Erciyes Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Budizm’de Nirvana Anlayışı

Tezi Hazırlayan

Fatih ŞAHİN

Tez Danışmanı

Prof. Dr Harun GÜNGÖR

Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı

Dinler Tarihi Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Eylül-2005

KAYSERİ
IV
I

ÖNSÖZ

Uzak Doğu dinlerinden birisi olan Budizm, Dinler Tarihi’ne Hint kaynaklı bir inanç
sistemi olarak geçmiştir. Budizm MÖ VI. yüzyılda Buddha tarafından kurulmuş ve
zaman içerisinde evrensel nitelik kazanmış bir inanç sistemidir. Hindistan’da doğmuş
olmakla birlikte, belirli bir zaman diliminden sonra Hindistan’da tutunamamış, ancak
dünyanın bir çok ülkesine yayılmış ve evrensel bir din hüviyetine bürünmüştür. Şu an
itibariyle dünya üzerinde 350- 400 milyon civarında Budist’in var olduğu kayıtlarda yer
alsa da, bu sayının çeşitli amaçlara hizmet etmek için aşırı şekilde abartıldığını
savunanlar olduğu gibi, bu sayının gerçek Budist sayısından daha az olduğunu
düşünenlerde mevcuttur. İçinde bulunduğumuz modern çağda Budizm; Hindistan, Çin,
Mançurya, Moğolistan, Seylan, Japonya, Tayland, Tibet, Kore, Birmanya, Bhutan,
Laos, Kamboçya, Vietnam, Singapur, Malezya, Doğu Bengal ile bir çok Uzak Doğu ve
Güney Asya ülkelerinde, hatta Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine kadar yayılmayı
başarmıştır.

Budizm’in bir din kurucusu, kutsal kitabı, öğretileri ve bir cemaati mevcut olmasına
rağmen müşahhas bir Tanrı, ruh ve ahiret anlayışı mevcut değildir. Bu dini, ilginç kılan
hususların başında da işte bu özellik gelmektedir. Bu sebeple Budizm’in bir din, tarikat,
mezhep yada ahlaki bir ekol olup olmadığı yıllardır tartışılagelmiştir. Budizm’i
Buddha’nın yaşam öyküsü çerçevesinde dine dönüştürülmüş bir yaşam felsefesi olarak
tanımlayanlar mevcut olduğu gibi onu bir ahlak ve felsefe sistemi olarak tanımlayanlar
da mevcuttur. Ancak dinin tek bir tanımı mevcut olmadığı için Budizm: Budist’lere
göre din, Brahmanizm mensuplarına göre Hinduizm’in bir mezhebi, bir başkasına göre
de bir ahlak sistemi olarak kabul edilebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus
şudur:İnanan kimse,inandığı şeyin din olduğunu iddia ediyorsa, başkalarının bu iddianın
tersini savunması, inanan kimsenin inanmış olduğu değerlerinde bir farklılık meydana
getirmez.

Budizm’in kurucusu olan Buddha, vedalar kanunlarının otoritesine karşı çıkmış, kast ve
rahiplik doktrinlerini ortadan kaldırmıştır. Buddha, saray hayatı ve çile gibi iki aşırılık
II

arasındaki orta yolu telkin etmiş, bu iki aşırılığı ızdıraplı bulurken, orta yolda bilgi,
kurtuluş ve mutluluk bulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki bu orta yol kişiyi bu dünyadan, bir
daha dönmemek üzere kurtarır ve Nirvana’ya ulaştırır. Kişi, ızdırap ve onun giderilmesi
hakkındaki gerçekleri öğrenir, iyi bir Budist olarak yaşarsa Nirvana’ya ulaşır. Bir
Budist’in Nirvana’ya erişebilmesi için, arzu ve ihtirası yok edip hikmet olgunluğuna
kavuşması gerekmektedir. Zaten kişi, tenasühten ancak Nirvana’ya erişerek kurtulabilir.
Budizm’de temel hedef Nirvana’ya ulaşmaktır. Buddha’nın kendisi, yaşarken
Nirvana’ya ulaşmış ve talebelerine de Nirvana’ya ulaşmayı temel hedef olarak
koymuştur. İşte Budizm için temel hedef olacak kadar önemli olan Nirvana anlayışını,
araştırmama tez konusu olarak seçmekle, Budizm’in daha iyi anlaşılmasına bir nebze
olsun katkı sağlayacağım kanaatindeyim.

Bu gün pek çok kimse, Nirvana kavramının hangi dinle ilgili bir kavram olduğunu
bilmeden, hatta Nirvana’nın tam manasıyla ne anlama geldiğini dahi anlamadan günlük
hayatlarında pek çok kez kullanmaktadır. Bazı kimseler Nirvana’yı ölümden sonraki
hayat, bazıları dünya hayatından kurtuluş, bazıları ise ebedi mutluluğa erişme anlamında
kullanmaktadır. İşte bu yanlış ve farklı kullanımları ortadan kaldırmak ve Nirvana’nın
gerçek anlamını ortaya koymak arzusu, beni bu tezi hazırlamaya teşvik etmiştir.

Bu çalışmamın amacı, Budizm’de Nirvana’ya giden yolu ve tekniklerini ortaya koymak,


Nirvana’dan kastedilenin ne olduğunu, derinlemesine bir inceleme yaparak gözler
önüne sermektir. Ancak unutulmamalıdır ki, Nirvana öldükten sonra değil, burada ve şu
anda, yaşarken gerçekleştirilebilen ruhsal bir durumdur. Bu nedenle Nirvana’nın
gerçekleştirilebileceği belirli bir yer de yoktur: Ne doğuda ne batıda, ne kuzeyde ne
güneyde. Kişi yaşamını doğru bir çizgi üzerine oturtabilirse ister Çin’de olsun ister
Türkiye’de, Nirvana’ya erişebilir.

Araştırma konumuz olan “Budizm’de Nirvana Anlayışı”nı ortaya koymak için öncelikle
ilk kaynak olan Budistlerin kutsal yazılarından hareket etmemiz gerekmektedir. Zira,
Buddha düşüncesini anlamanın en iyi yolu, Budist kitaplarını dikkatlice incelemektir.
Ancak, Budist kutsal kitapları olan Tripitaka’nın yani üç sepetin dili Palice’dir. Pali dili
ise ölü bir dildir. İşte araştırmamızdaki en önemli sınırlılıkta buradan
kaynaklanmaktadır. Budistlerin kutsal metinlerine doğrudan ulaşamamamız ve Pali
dilini bilmiyor olmamız, yine de bu çalışmayı yapmamıza engel teşkil etmemiştir. Bu
III

çalışmamızın neticesinde, Budizm’de Tanrı anlayışı ile Nirvana anlayışı arasında bir
ilişki olup olmadığı, Buddha’nın Nirvana anlayışı ile ölüme çare bulup bulmadığı,
Nirvana’nın diğer dinlerdeki ahiret anlayışıyla ne derece ilgili olduğu gibi pek çok
husus da belirli bir dereceye kadar anlaşılma imkanı bulacaktır.

Bu çalışma boyunca yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr. Harun GÜNGÖR’e, Doç. Dr.
Mustafa ÜNAL’a, Yrd. Doç. Dr. Huzeyfe SAYIM’a teşekkürü bir borç biliyorum.

Bu çalışmamızla bir takım eksik bilgileri tamamlamış isek veya yanlış bilgileri
düzeltmiş isek ne mutlu bize.
IV

BUDİZM’DE NİRVANA ANLAYIŞI

Budizm, Hindistan’da Buddha tarafından kurulmuş bir dindir. Bu din, kendisine temel
hedef olarak da Nirvana anlayışını seçmiştir. Budizm’de son derece önemli olan
Nirvana anlayışını araştırmama tez konusu yaparken amacım, Nirvana kavramı ile ilgili
gerçekleri göz önüne sererek Budizm’in daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve bu
kavramın tam olarak neyi ifade ettiğini ortaya koymaktır.

Araştırma konumuz olan Budizm’de Nirvana Anlayışı’nı dört bölüm altında incelemeyi
uygun bulduk. Birinci ve ikinci bölümü Buddha ve onun öğretilerine ayırırken, üçüncü
ve dördüncü bölümü ise asıl konumuz olan Nirvana ve onun içeriğine ayırdık. Birinci
bölümde Budizm’in kurucusu olarak kabul edilen Buddha’nın hayatını ele aldıktan
sonra ikinci bölümde Buddha’nın öğretileri başlığı altında Budizm’in inanç, ibadet ve
ahlak esasları ile Budist mezhepleri ve Budizm’in yayılışını konu edindik. Üçüncü
bölümde asıl tez konumuz olan Nirvana’nın lügat ve terim anlamını ele aldıktan sonra
Nirvana’nın içeriğine değinip dördüncü bölümde ise Budizm’deki doğum ölüm dengesi,
karma ve tenasüh inancı ile bu inançların Nirvana ile olan ilişkisine değinip tezimizi
bitirmeyi uygun bulduk.

Bu çalışma sırasında Budizm’in asıl metinleri olarak kabul edilen Tripitaka’ya


doğrudan ulaşamamamız ve tercümelerden hareket ederek bu çalışmamızı
hazırlamamız, tezimizdeki bilgilerin kesinliğine gölge düşürse de elimizden geldiği
kadar titizlikle sağlam kaynaklardan bilgi edinmeye çalıştık. Yine Budizm’in asıl
metinlerinin Buddha’nın ölümünden uzun bir süre sonra yazıya geçirilmiş olması ve
efsanelerin zaman zaman bu metinlere karışması elimizdeki bilgilerin kesinliğine darbe
vuran bir başka husustur. Bu çalışmamız yukarıda belirttiğim gerçekler göz ardı
edilmeden okunmalı ve buna göre yorumlanmalıdır.

Netice itibariyle bu çalışma sonucunda Nirvana’nın bu dünyadan sonra değil, yaşarken


şu anda erişilebilecek bir mevki olduğu kanaatine vardık. Eğer bir Budist sekiz dilimli
yolu takip ederse mutlaka Nirvana’ya erer ve neticesinde tenasühe (reenkarnasyona) son
vererek ruhunu da rahatlatmış olur. Böylece Budist Nirvana’ya ererek hem ruhunu
doğum-ölüm silsilesinden kurtaracak hem de ebedi mutluluğa ermiş olacaktır.

Anahtar Kelimeler: 1. Buddha 2. Nirvana 3. Karma 4. Tenasüh 5. Mutluluk


V

THE NIRVANA CONCEPT IN BUDHISM

Budhism is a religion founded by Buddha in India. This religion has chosen the Nirvana
concept as the main objective. The purpose that we have decided to work on this
concept in this work is to make Budhism to be comprehended better revealing the truth
about Nirvana.

We have examined the subject “Nirvana Concept in Budhism” throughout four


chapters. The first and second chapters are related to Buddha and his doctrines while the
last two chapters are concerned about the main subject Nirvana and its content. We have
mentioned about the life of Buddha, who is known as the founder of Budhism in the
first chapter. In the second chapter, the concern is the principles of belief, pray and
morality of Budhism, and the sects of Budhism along with its spread. We have handled
the literal and terminological meaning of Nirvana and mentioned about its content in the
third chapter. The fourth chapter is about the balance between birth and death in
Budhism, the belief of ‘karma’ and rebirth, and the relation of these beliefs to Nirvana.

During the research, although we could not reach Tripataka, which is accepted as the
major scriptures of Budhism directly, and we tried hard to use reliable resources as
much as we could. Becaues the major scriptures of Budhism was inscribed long after
the death of Buddha and sometimes legends were entered in the texts, we had
difficulties during our research. Our work should be read and interpreted without
ignoring the truths mentianed above.

Consequently, we have come to the decision that Nirvana is a state that can be achieved
while surviving, but not after death. If a Budhist follows the eight-step way, he can
achieve Nirvana and, as a result, can release his sool calling off rebirth. By achieving
Nirvana, the Budhist can both save his sool from rebirth, and can obtain eternal
happiness.

Key words: 1. Buddha 2. Nirvana 3. Karma 4. Rebirth 5. Happiness


VI

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ....................................................................................................................... I

ÖZET.......................................................................................................................... IV

ABSTRACT................................................................................................................ V

İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... VI

I. BÖLÜM

BUDDHA’NIN YAŞAM ÖYKÜSÜ

I-BUDDHA’NIN KİMLİĞİ ....................................................................................... 2

II-BUDDHA’NIN DOĞUMU, GENÇLİĞİ VEAYDINLANMAYA ERİŞMESİ .... 6

III-BUDDHA’NIN SON GÜNLERİ VE ÖLÜMÜ .................................................. 11

II. BÖLÜM

GENEL HATLARIYLA BUDİZM

I-BUDDHA’NIN ÖĞRETİLERİ .............................................................................. 14

II-İLK BUDİSTLER VE BUDİST KONSİLLERİ ................................................... 19

III-BUDİZM’İN HAYAT ANLAYIŞI ..................................................................... 21

A) İNANÇ ESASLARI............................................................................................. 22

B) İBADET ESASLARI ........................................................................................... 26

C) AHLAK ESASLARI............................................................................................. 30

IV- BUDİZM’DE SEKİZ DİLİMLİ YOL................................................................. 33

V- BUDİST MEZHEPLERİ ...................................................................................... 37

A) HİNAYANA MEZHEBİ ...................................................................................... 38

B) MAHAYANA MEZHEBİ .................................................................................... 40

VI- BUDİZM’İN YAYILIŞI...................................................................................... 42

VII- HİNDİSTAN DIŞINDA BUDİZM…………………………………………….44


VII

A) ÇİN BUDİZMİ .................................................................................................... 45

B) JAPON BUDİZMİ ................................................................................................ 46

C) SEYLAN BUDİZMİ............................................................................................. 47

D) BURMA BUDİZMİ.............................................................................................. 48

E) TAYLAND BUDİZMİ.......................................................................................... 49

III. BÖLÜM

A) NİRVANA KAVRAMI

I- NİRVANA’NIN TERİM VE LÜGAT ANLAMI.................................................. 51

II- HİNAYANA MEZHEBİNİN NİRVANA ANLAYIŞI ........................................ 61

III-MAHAYANA MEZHEBİNİN NİRVANA ANLAYIŞI ..................................... 63

B) NİRVANA’NIN İÇERİĞİ

I- NİRVANA’YA GİRMEK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER…………………69

II- NİRVANA’YA ERİŞEN KİMSENİN DURUMU............................................... 75

III-NİRVANA’YI AMAÇLAYAN KİMSEDE BULUNMASI GEREKEN


ÖZELLİKLER……………………………………………………………………….78

IV- NİRVANA VE ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYATIN BİLİNMEZLİĞİ……...…82

IV. BÖLÜM

BUDİZM’DE DOĞUM ÖLÜM DENGESİ İÇERİSİNDE NİRVANA’NIN YERİ

I-BUDİZM’DE KARMA VE TENASÜH İLİŞKİSİ................................................. 87

II-NİRVANA’NIN KARMA VE TENASÜHLE İLİŞKİSİ .................................... 100

SONUÇ .................................................................................................................... 104

BİBLİYOĞRAFYA ................................................................................................. 105

ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................. 111


1

I. BÖLÜM

BUDDHA’NIN YAŞAM ÖYKÜSÜ


2

I- BUDDHA’NIN KİMLİĞİ

Buddha, Budizm’in kurucusuna verilen isimdir.1 “Beden isteklerini yenerek Tanrısal


bilgiye ulaşan ermiş”2 anlamına gelen Buddha ismi, “uyanmak, bilincinde olmak,
bilmek anlamına gelen BUDH kökünden türemiş bir kelimedir.”3 Buddha sözcüğünün
Sanskritçe’de “aydınlanmış” anlamına geldiği de kitaplarda sık sık geçmektedir.4

Buddha, tahminen M.Ö. 563/483 yılları arasında yaşamış bir Hint düşünürüdür.
Buddha’nın asıl ismi Siddharttha (amacını gerçekleştiren)dir.5 O’na ailesinin ve
kabilesinin verdiği isim ise Gautama’dır.

Gautama, Hindistan’da Kapilavastu’da şimdiki Nepal’de Lumbini Koruluğu’nda


dünyaya gelmiştir. Yaşamış olduğu yer ‘Tarai’ adındaki ormanlık ve bataklıkla kaplı,
havası nemli bir bölgedir. Bu konudaki ilk tarihi belge, 1896 yılında ele geçirilmiş olan
Kral Aşoka’nın M.Ö. 250 yılında diktirdiği bir abidedir. Üzerinde “Burada ulu zat
doğdu” yazısı vardır. Yine aynı bölgede, 1898 yılında “Piprava” denen yerde ki bir
mezarlıkta bulunan kaplardan birinde eski dil ile “Bu kap Sakya kabilesinden Ulu
Buddha’nın kutsal eşyasıdır” ibaresi bulunmuştur. Bu belgeler bize, Buddha’nın doğup
büyüdüğü bölgeye işaret etmektedir.6

Buddha’nın hayatını anlatmaya geçmeden önce şunu açıkça ifade etmeliyiz ki,
Gautama’nın hayatı sadece onun takipçilerinin şifahi sözleri ve gelenekleriyle
bilinmektedir. Bu gelenekler ise Buddha’nın ölümünden sonra, yaklaşık yedi asır sonra
yazıya geçirilmiştir.7

1-A.S.Geden, Buddha, Encylopedia Of Religion And Ethics, Tandu 1909, V.II,P.881-


885;Ö.Rıza Doğrul, Yeryüzünde Dinler Tarihi, İstanbul 1947,s.117
2-Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü, İstanbul 1993,s. 90
3-Juan Mascora, Dhammapada Gerçeğe Giden Yol, Çeviren:M. Ali Işım, İstanbul 1992,s.78
4-M. Kemal Atik,Budizm, İslami Kavramlar, Ankara 1997,s.136-137
5-Paul Carus, Buddha’nın Öğretisi (Çeviren:Teoman Uçkun), İstanbul 1984,s. 15
6-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000,s. 180
7-Hayrettin Şahin, Japon Budizmi, Y. Lisans Tezi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1990,s. 22
3

Buddha’ya Buddha olduktan sonra verilen lakaplardan birisi de ‘Tathagata’dır.8


Buddha’nın babası Suddhadhana, Sakya kabilesinin zengin bir prensi olup, kşatriya
sınıfına dahildir.9 Annesinin ismi ise Maya, diğer adıyla Mahamaya’dır. Rivayete göre
annesi Maya, Buddha’nın doğumundan önce bir rüya görmüş ve bu rüyada da ona
doğacak çocuğunun ileride bir mürşit, evrensel bir imparator ve üstat olacağı
bildirilmiştir. Buddha kşatriya sınıfından bir babadan dünyaya geldiği için kşatriya
(savaşçılar,asiller) kastına mensup bir kimsedir.10

Buddha’nın hayatına bakıldığında Buddha bir din kurmak, bir lider olmak vs gibi bir
amaç gütmemiştir. Buddha’nın vaazları dahi Upanişadların öğretisinin bir uzantısı
niteliğindedir. Belki de, “Buddha’nın öğretilerinin yani Budizm’in, Brahmanizm’den
ayrı bir din, ayrı bir akım olarak gelişmesinin nedeni, felsefi içeriğinin farklılığından
ziyade, kurulu düzenin kurumlarını onaylamamasında aramak gerekmektedir.”11

Buddha’yı çalışan, uğraşan, vaaz eden ve devamlı olarak Nirvana’ya ulaşmaya çalışan
bir insan olarak nitelemek mümkündür. O, sadece ilkeleri doğrultusunda çalışmış ve
buna uygun olarak yaşamıştır. Neticede de kendi yolunu kendisi çizmiş ve aradığı
hakikate ulaşmıştır. Bazen de Buddha, tamamen mucizelere sahip, sihirli ve olağanüstü
yetenekleri bulunan birisi olarak tanımlanmıştır.12

A.Mithat Efendi ise Buddha’nın hayatının MÖ 622/542 tarihleri arasında geçtiğini


savunmuştur.13 Buddha’nın hayatının hangi tarihlerde geçtiğinin önemi şuradan
anlaşılmaktadır: “Buddha’nın böyle bir hayatı seçmesinde onun içinde doğup büyüdüğü
ailesinin, ailece mensubu bulundukları mezhebin, onun karakterinin teşekkülünde
büyük rolü olan hayat mücadelelerinin ve bu mücadeleler sırasında karşılaştığı çeşitli
karışık problemlerin çok büyük tesiri olmuştur.”14

8-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi,Ankara 1997,s. 159


9-Ali Şeriati, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 160
10-Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya 1995, s. 344; Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı
Dinler Tarihi, Ankara 1966, s. 201
11-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 81
12-A.Ö. Hilmi Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1935, s. 236
13-Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan, İstanbul 1329, s. 318
14-Abidin İtil, “Buda Tanrı’yı Reddetmiyor mu?”, AÜİFD,11.sayı,1963, s. 11-15
4

Buddha, hayatının hiçbir safhasında kendisinin uluhiyetini iddia etmemiştir.


Kendisindeki “Buddha’lığın en büyük mabut tarafından verilmiş bir feyz olduğunu
söylerken, sonraları kendi taraftarları onu uluhiyete kadar çıkartmış ve onun dini
telkinlerinde bir takım değişiklikler meydana getirmişlerdir.”15

Başlangıçta Buddha ‘Gerçek Tanrı’yı değil, onun yaşadığı devirlerde, Brahmanların


vasıflandırdıkları bir Tanrı tipini inkar etmişti.”16 Buddha’nın aklının almadığı nokta;
kulları tarafından zarar görebilecek, birinci defasında yapmış olduğu şeyden ikinci
defasında pişmanlık duyabilecek, alelade bir yeryüzü kralı gibi bir takım hediyelerden
hoşlanabilecek, aldatılabilecek, bir takım zaafları ve düşkünlükleri bulunabilecek bir
Tanrı karakteriydi. Ancak Buddha’nın ölümüyle birlikte, Buddha’nın öğrencileri onu bir
Tanrı olarak vasıflandırmışlar ve onun heykellerini yapıp tapınaklara koyarak, ibadet
maksadıyla o heykellere hediyeler sunmaya başlamışlar ve bunu dini bir zorunluluk
haline dönüştürmüşlerdir. Belki de Budizm’de ki en büyük bozulma ve değişim burada
baş göstermiştir.

Buddha ve öğrencileri, kendi rahiplerinin topladıkları sadakalarla ve aldıkları


hediyelerle geçinmeye çalışmışlardır. Oysa Buddha fakir bir kimse değildi. Fakat onun
için önemli olan; inandığı şey uğruna, her türlü zevkten ve sefaletten uzak orta bir yol
takip etmekti. Bunun için o, davet edildiği her eve gider ve vaazlarda bulunarak, kendi
öğretilerini yaymaya çalışırdı. Ona göre her insan birbirine eşit mesafedeydi. Bir kralla
esirin onun gözünde farkı yoktu.

Sonuç itibariyle Budizm’i çok sayıda başka dinlerle karşılaştırdığımız zaman onun
özgün yanı şudur; “bazı kırılma noktalarında toplumsal çevrenin geleneklerine karşıt
olan bu din, kurucusu tarafından kendi yaşam deneyiminin içinden çekilip
çıkartılmıştır.”17 Bu sebeple Nirvana’yı anlatmaya geçmeden önce Buddha’nın yaşamını
tanımanın önemi büyüktür.

Bazıları, Buddha’yı Hindistan’ın en büyük toplum reformcusu olarak kabul

15-Abidin İtil, “Buddha Tanrı’yı Reddetmiyor mu?”, A.Ü.İ.F.D.,11.sayı, 1963, s. 11-15


16-Felicien Challeaye, Dinler Tarihi (Çeviren:Semih Tiryakioğlu), İstanbul 2002, s. 66
17-Charles Sammuel, Buddhism, The Worlds Religions,New York1954, s. 119-120
5

etmektedir. Oysa Buddha’nın, hiçbir zaman Hindistan’ın toplumsal yapısında bir


değişiklik yapmak, insanların yaşam şartlarını düzeltmek gibi bir amacı olmamıştı.
Buddha, sadece insanların yaşamlarındaki yanılgılarının farkına varıp mutluluğa
erişmeleri için bir yol göstermiştir. Aslında Buddha’nın bu davranışı, tutumu Hint
kültüründen kaynaklanıyordu. Batı kültüründen kaynaklanan ve İsa’dan beri sürdürülen
eğitimde kişinin, yalnız kendisini değil başkalarını da düşünmesi gerektiği, kişisel
isteklerinin, amaçlarının toplumun düzenine uyması gerektiği düşüncesidir. Halbuki
Hint kültüründe temel olan çocuğun başkalarının etkisi altında kalmaması düşüncesidir.
Bu düşüncenin en ileri boyutunu yoga öğretisinde görürüz. Hint kültüründeki bu
düşüncenin kökeni çok eskilere dayanan pasif ve kötümser bir düşüncedir. Bu düşünce
biçiminin bir başka kalıtçısı da Buddha olmuştur. “Çileci Buddhacı keşişlerin de tek
amacı kendilerini diğer insanlardan soyutlanarak, diğer insanlara karşı pasif kalarak,
istekleri , tutkuları yok edip kurtuluşa erişmekti.” 18

18-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan: Lütfü Bozkurt, İstanbul 1995, s.
123-124
6

II- BUDDHA’NIN

DOĞUMU-GENÇLİĞİ VE AYDINLANMAYA ERİŞMESİ

Buddha’nın hayatını anlatmaya geçmeden önce, Siddhartha Gautama’nın hayatının


sadece onun takipçilerinin şifahi sözleri ve gelenekleriyle bu günlere geldiğini belirtmek
uygun olur. Bu şifahi sözler ve gelenekler ise Buddha’nın ölümünden asırlarca sonra
(yaklaşık 6-7 asır sonra) yazıya geçirilme imkanı bulmuştur. İşte bu süreç neticesinde
Buddha’nın doğumu ve yaşamı öylesine efsaneleştirilmiş ve öylesine olağan dışı
simgesel motiflerle süslenmiştir ki, çoğu zaman gerçeği hayalden ayırmak olanağı
ortadan kalkmıştır.

Buddha’nın babası Suddhadhana, kşatriya sınıfına dahildir ve Sakya kabilesinin zengin


bir prensidir. Bir başka ifadeyle “Buddha’nın babası, Himalaya eteklerinde şimdiki
Nepal’in bulunduğu bölgede başkenti Kapilavastu olan bölgede küçük bir
hükümdarlığın kralıdır.”1 Buddha’nın annesi ise Maya veya bir başka ifadeyle
Mahamaya’dır.

Buddha, Kuzey Hindistan’da Himalaya eteklerinde 2 Lumbini Koruluğu’nda annesine


hiçbir ağrı ve sızı vermeden dünyaya gelmiştir.3 Sakya kabilesine mensup bir birey
olarak doğduğu için daha sonraları ona Sakyamuni, yani “Sakya Kabilesi’nin Bilgesi,
Sakyalıların Sessiz Zahidi” denilmiştir.

Rivayete göre Maya, Buddha’nın doğumundan önce bir rüya görmüş ve bu rüyada ona,
doğacak olan erkek çocuğun ileride meşhur bir mürşit, evrensel bir imparator ve üstat
olacağı bildirilmiştir. Hatta Maya Buddha’nın, kendi karnına beyaz bir fil şeklinde
girdiğini de görmüştür ve bu sebeple fil, bütün Budistler için kutsal sayılmıştır. Doğum
yapma zamanı gelince Maya, kendi ailesini ziyarete giderken yolda, Lumbini
Koruluğu’nda, kutsal bir incir ağacının dalından tutunarak, sağ tarafından hiçbir ağrı ve
sızı hissetmeden Buddha’yı dünyaya getirmiştir.4 Buddha’nın doğduğu gün olan 8
Aralık gecesi de, Budizm’in kutsal gecesi olmuştur.5

1-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 160


2-Jhoseph Gaer, How The Great Religions Began, New York 1956, s. 181
3-Walter Ruben, Budizm Tarihi ( Çeviren:Abidin İtil), Ankara 1947, s.52
4-Felicien Challeaye, Dinler Tarihi (Çeviren:Semih Tiryakioğlu), İstanbul 2002, s. 66
5-Ömer Rıza Doğrul, Yeryüzünde Dinler Tarihi, İstanbul 1942, s. 113
7

Konunun başlangıcında Buddha’nın hayatının simgesel motiflerle süslendiğini ifade


etmiştim. Buna örnek olarak şu hadiseleri gösterebiliriz: “Buddha doğarken bir zelzele
olmuş, otuz iki mucize vuku bulmuş, körlerin gözleri açılmış, aksaklıklar düzelmiş ve
cehennemlerin ateşi sönmüştür.”6 Buddha doğduğunda Tanrılar onu beyaz bir çamaşır
içinde bulmuş ve ona banyo yaptırmışlardır. Sonra da ona, arzusuna kavuşan anlamına
gelen Siddhartha adını vermişlerdir. Buddha doğduktan yedi gün sonra, annesinin vefat
ettiği de rivayetler arasındadır. Buddha, teyzesi ve üvey annesi tarafından
büyütülmüştür.

Buddha’nın babası, falcılara baş vurarak oğlunun geleceği hakkında bilgi almak istemiş
ve falcılardan oğlunun ileride bir Buddha olacağını öğrenmiştir. Bunun üzerine
Suddhadhana, oğlunun bir Buddha olmasını engellemek için Buddha’yı saray hayatı
içine hapsetmiş, refah ve zevk içinde iyi bir hayat ve iyi bir eğitim imkanı sağlamıştır.
Buddha yaklaşık yirmi yaşına kadar bu saray hayatını devam ettirmiştir.

Efsaneye göre Buddha’nın doğumundan önce onun doğumuyla ilgili haberler verildiği
gibi, onun evrensel bir hükümdar olacağı, evini ve ailesini terk edip bir rahip kaftanı
giyeceği, Buddha ( insanlığın kurtuluşu için bir aydınlatıcı) olacağı önceden kahinler
tarafından haber verilmiştir. 7 “O, tamamen mucizelere sahip, sihirli ve insan üstü
yetenekleri olan bir kişi olarak gösterilmiştir.” 8

Babası Suddhadhana, Siddharta’nın kendisine varis olacağını belirterek, oğlunu


kendisine vasi tayin etmiştir. Buddha on altı yaşına kadar saraydan dışarı çıkmamış,
zevk ve eğlence içinde yaşamış, hiçbir yoksulluk ve sıkıntı çekmemiştir. On altı yaşına
geldiğinde ise kuzeni Yasadhara ile evlenmiş ve yirmi yaşına kadar, sarayın dışındaki
hayattan, halkın çektiklerinden habersiz, bolluk ve refah içinde yaşamını sürdürmüştür.
Buddha, yirmi bir yaşında iken, babasının bütün gayret ve çabalarına rağmen, kendi
yolunu kendisi çizmeye karar vermiştir. Bir gün babasının yasağına uymayarak
saraydan dışarı çıkmış ve gerçek hayatın saray hayatından çok farklı olduğunun farkına

6-E.A.Burrt, The Teaching Of The Compassionate Buddhism,160, London 1955, s. 160


7-A.S.Geden, Buddha, Encylopedia Religion and Ethics ,New York 1909, V.2,P.881
8-Walter A. Clark, Buddha, Encylopedia Amerikana, New York 1954, V.4,P.675
8

varmıştır. Çünkü Buddha, sarayın dışına çıktığında önce bir ihtiyar görür, ertesi gün
hasta birisine, bir sonraki gün bir cenazeye, daha sonraki gün de dilenci bir kişiye
rastlar. Bunun üzerine oldukça sarsılan Buddha, yıllardır yaşadığı zevk ve refah
hayatından, dünya nimetlerinden vazgeçip gerçeği aramaya, ızdırap bilmecesini
çözmeye karar verir.

Bu arada Buddha’nın kuzeni Yasadhara’dan bir erkek çocuğu dünyaya gelir ve adını da
Rahula koyarlar. Buddha yirmi dokuz yaşına gelince bir gece yarısı eşini ve oğlunu terk
ederek ormana gider, üzerindeki mücevherleri uşağına verir ve at ile uşağını geri
gönderir. Daha sonra saçlarını köklerinden kesip suya atarak, üzerindeki elbiselerini de
gezginci bir rahiple değiştirir. Bunu takiben aydınlanma için çalışmalarına başlar.
Buddha artık, dünyanın acı ve ızdıraplarını çözmek için harekete geçmiştir. Buddha
zihni gelişmeyi sağlayan yoga metotlarını öğrenerek manevi sükun ve huzura ulaşmada
ehliyet kazanmak istemiştir. Buddha, Gautama ismini kullanarak altı yıl bir deri bir
kemik kalıncaya kadar sert bir züht hayatı yaşamıştır. “Nerede ise ölmeye yakın
olmuştur.”9 Gautama bir süre sonra bu hayatın kendisine sükunet, huzur ve ilham
vermediğini anlayarak bu hayattan vazgeçer, tekrar yiyip içmeye başlar. Onun bu
tutarsızlıklarına olanak vermeyen beş zahit arkadaşı da onu terk eder.

Buddha, böylece önce zevk ve sefa hayatını sonra da zahitlik hayatını tadar. Gautama
bu ikisi arasında bir orta yol bulmaya karar verir. Bunun neticesinde “Uruvela
yakınındaki Neranjera Nehri kıyısındaki yabani bir incir (Boddhi) ağacının altında” 10

oturup tefekküre dalar. Gautama otuz beş yaşlarında bir Temmuz dolunayında
gayesine ulaşmış 11 ve zihni aydınlanarak “Buddha” olmuştur. Bu aydınlanma yeri,
Budistler için kutsal bir mekan haline gelmiştir. Buddha, bulmuş olduğu hakikati
yaymaya karar verir ve ilk vaazını Benares’deki Sarnath Geyik Parkı’nda kendisinden
ayrılan beş zahide yapar 12 ve bu vaaz “Kanunun Tekerleğini Döndürmek” diye
isimlendirilir. İşte bu sebeple sekiz dilimli tekerlek Budizm’in sembolü olmuştur.

9-Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999, s. 126


10-L.Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (Çeviren: Sadrettin Karatay), Ankara 1986, s. 237
11-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983, s. 155
12-Ekrem Sarıkçıoğlu, age , s.158
9

Buddha, aydınlanmaya eriştikten sonra bir çok havari ve öğrenci toplamaya başlamış
ve cemaatini oluşturma yolunda ilk adımını atmıştır. Bu cemaat Sangha diye bilinen ilk
rahipler topluluğudur. Buddha, uzun zaman kadınların Sangha’ya alınmasını reddettiyse
de halası ve karısının ısrarıyla kadınlarda bu teşkilata girmeyi başarmışlardır.
Buddha’nın oğlu Rahula’nın da bu teşkilata girdiği bilinmektedir. 13

Buddha bulduğu hakikati tüm insanlığa yaymak için harekete geçmiş ve kırk rahibini
misyoner olarak görevlendirmiş ve onlara dünyanın dört bir tarafına dağılarak
inançlarını insanlara yaymalarını emretmiştir. Buddha’nın yapmak istediği şey,
insanların hayatlarını kendi kendine kontrol, sadelik ve iffetle düzenlemelerini
sağlamaktı. Onun ilk mühtedileri ise Sariputta ve Moggallana idi.14

İlk Budist konsillerine göre de Gautama toplumun kurucusu olarak kabul edilmiş,
Buddha ismi ise daha sonra verilmiştir.15

Buddha, bundan sonra kırk beş yıl daha yaşayarak Mogadha Krallığı, Ragagriha
civarındaki ülkeleri, Sravasti, Kuzeybatı Hindistan ve Pencap’ta uzun süre dolaşarak
ilke ve doktrinlerini yaymaya çalışmıştır. Öğrettiği doktrinler ise genelde kabul gördü
ve hızla dünyanın bir çok yerine yayıldı.16

Buddha, bütün bu çalışmaları yaparken hiçbir zaman kendisinin uluhiyetini iddia


etmemiştir.17 Buddha’lığın kendisine verilmiş fazilet olduğunu savunurken, aynı
zamanda müşahhas bir Tanrı fikrini de ortaya çıkarmamıştır. Sadece o günün şartlarında
Tanrı olarak kabul edilen varlıkların varlığını inkar etmiştir. Ancak Buddha’nın
ölümünden hemen sonra, Budistler onu uluhiyete kadar çıkartmışlar ve onun koymuş
olduğu dini telkinleri değiştirmişlerdir.18

13-A.Ö. Hilmi Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1935, s. 241


14-Ekrem Sarıkçıoğlu, age, s. 260-261
15-Frank E. Roynalds, Charles Hollisey, Buddhism, The Encylopedia Of Religion, London
1987, V.II,P.334-351
16-A.S. Geden, Buddha, Encylopedia Religion and Ethics, New York 1909 ,V.2, P.883
17-Walter A. Clark, Buddha, Encylopedia Amerikane, New York 1954,V.IV, P.675
18-A. Mithat Efendi, Tarihi Edyan, İstanbul 1329, s. 260-261
10

Buddha ve öğrencileri kendi rahiplerinin topladıkları sadakalarla ve aldıkları hediyelerle


geçinirlerdi. Çoğu kere prensesler ve zenginler, Buddha ile birlikte ileri gelen
talebelerini de yemeklere davet ederlerdi. Buddha da yemeklerde vaaz ederek, inandığı
hakikati yayardı. Buddha’nın rahipleri sarı elbiseler giyerler ve saçlarını
kazıtırlardı. Ancak bu dinde sınıf farkı yoktu. Her insan birbirine eşit mesafede idi.
11

III- BUDDHA’NIN SON GÜNLERİ VE ÖLÜMÜ

Siddharta Gautama Buddha’nın hayatının son günlerine geçmeden önce, onun yaşam
hikayesini kısaca özetlememiz gerekirse şunları söyleyebiliriz: Buddha Himalaya
eteklerinde Sakya kabilesinin hükümdarının oğlu olarak şimdiki Nepal’de Lumbuni
Koruluğu’nda dünyaya gelmiş, yirmi bir yaşına kadar saray hayatı yaşayıp, bu yaştan
sonra evini ve ailesini terk edip altı sene çile hayatı çekmiş ve sonunda iki hayattan da
(zevk hayatı ve çile hayatı) tat almayıp, otuz beş yaşlarında Neranjera Nehri kıyılarında
kendince gerçeği bulup, aydınlanmaya ulaşmış bir şahsiyettir. Buddha ölene kadar da bu
bulduğu hakikati insanlara yaymak için çaba sarf etmiştir.

Buddha, Kusinagara’daki (Patna’nın kuzeybatısına 160 km mesafede küçük bir şehir)


Uttar Prateşt’te seksen yaşında ölünceye kadar, hayatının son kırk elli yılını
Hindistan’ın kuzeyinde ve ortasında vaazlarla geçirmiştir. 2 Bu vaazlarında inandığı
hakikati anlatmış ve taraftar toplamaya çalışmıştır. Kendisinden sonra bu doktrini
devam ettirmeleri için de birçok öğrenci yetiştirmiştir.3

Geleneğe göre seksen yaşını geçtiğinde artık öleceğini, böylece şakirtlerini ve görevini
bırakacağını anlayan “Buddha, beraberinde Ananda ile Uttar-Pradesth’te Malla’lıların
ülkesinde bulunan Kushinagara’ya gitmiştir.”4 Bu yolculuktan önce ilk sancıları
başlayan Buddha, bütün rahiplerin üç ay içinde Kushinagara’daki toplantı yerinde
toplanmalarını istemiştir. Hatta Kushinagara’ya giderken yolda durumu ağırlaşmıştır.
Toplantı yerinde Buddha, bir sedir hazırlatılıp başı kuzeye gelecek şekilde sağ yanı
üzerine yatırıldıktan sonra Ananda ve keşişlere son öğüdünü vermiş ve son sözlerini
söylemiştir. Bunun neticesinde Buddha’nın ruhu bilginin en yüksek dört mertebesinden
geçerek sükunete ermiştir.5

Buddha ölmeden önce toplantı yerinde beş yüz şakirdine, telkininde ve Sangha
kurallarında anlamadıkları bir şey olup olmadığını sormuş, soruyu üç kez

1-Korhan Kaya, Budistlerin Kutsal Kitapları, Ankara 1999, s. 14


2-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 162
3-Walter Ruben, “Budizm’in Menşei ve Özü”, An.Ü.D.T.C.F.D, I cilt, sayı 5,Ankara, 1943
4-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 166
5-Ö. Hilmi Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1935, s. 226
12

tekrarlamasına rağmen, hayır cevabını almıştır. Buddha ise bu cevaptan sonra, orada
bulunan beş yüz kişinin nihai kurtuluşunun garanti olduğunu açıklamış ve onlara şöyle
hitap etmiştir: “Kardeşlerim, şimdi sizden ayrılacağım. Her şey geçicidir.
Kurtuluşunuza gayret edin”. Buddha bu sözlerinin ardından Nirvana’ya ulaşmıştır.

Buddha ölmeden önce muritlerine veda ederken, kendi yakınlarından en sevdiği şahıs
olan Ananda’nın ağlamak için saklandığını öğrenir ve sevgi dolu bir sesle onu yanına
çağırarak şunları söyler:”Ey Ananda, böyle ağlayıp sızlama, umutsuzluğa kaptırma
kendini. Sana daha önce de demedim mi? İnsanın sevdiği her şeyden, hayran olduğu her
şeyden, bunların hepsinden ayrılması, yoksun kalması, sıyrılması gerekir. Doğan,
yaratılan, elle yapılan, dolayısıyla geçici olan her şeyin yok olmaması mümkün müdür
ey Ananda? Olur şey değildir bu. Fakat sen ey Ananda, sen uzun zaman Mükemmel’e
karşı sevecenlikle, iyilikle dolu bir saygı gösterdin: bunu yapmacığa sapmadan
sevinçle,sınırsız biçimde, düşüncenle olduğu kadar sözlerin ve eylemlerinle de yaptın.
Sen iyilik yaptın, ey Ananda;tuttuğun yolda direnirsen, çok geçmeden tüm
günahlarından arınacaksın.”6 Müritlerine son olarak: “Yılmadan savaşınız” dedikten
sonra da ölür.

O, yalnızca kendi fikirleri doğrultusunda çalışmış ve hayatını bu fikirlerin mücadelesini


vermekle geçirmiş olan 7 bir Hintli düşünürdür.8

Netice de, seksen yaşında iken, öğretmeye ve vaaz etmeye adadığı ömrü sona eren
Buddha, öğrencilerinden ve rahiplerinden ayrılmış, sonsuz olan Nirvana’ya ulaşmıştır.
Buddha’nın ölümü, aynen doğumu gibi semadan gelen haberciler ve işaretlerle önceden
bildirilmiştir. Cenazesi şehir dışına taşınarak, güzel kokulu bir ormana kaldırılmış,
cesedi törenle yakılmış 9 ve mukaddes kalıntıları Kushinagara’da muhafaza altına
alınmıştır.10

6-Felicien Challeaye, Dinler Tarihi, Çeviren: Semih Tiryakioğlu, İstanbul 2002, s. 69


7-Walter A. Clark, Buddha,Encylopedia Amerikane, New York 1954, V.IV, P.675
8-S. Radha Krishan, Buddha And His Religion, İndian Religions, New Delhi 1979, s. 159-172
9-İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1994, s. 67
10-A.S. Geden, Encylopedia Of Religion And Ethics, Tandu 1909, VII, P.881-883
13

II. BÖLÜM

GENEL HATLARIYLA

BUDİZM
14

I-BUDDHA’NIN ÖĞRETİLERİ

Budizm, MÖ VI. Yüzyılda Buddha tarafından kurulmuş ve evrensel nitelik kazanmış bir
dindir.1 Uzak Doğu dinleri arasında yer alan Budizm, Hint kaynaklı bir inanç sistemidir.
Budizm, Hindistan’da doğmuş olmasına rağmen, daha sonra dünyanın birçok ülkesine
yayılmayı başarmıştır. Dünya üzerinde 350-400 milyon 2 civarında Budist olduğu
kitaplarda yer alsa da, bu sayısının çok aşırı şekilde abartılı olduğunu savunanlar olduğu
gibi, bu sayıyı çok az bulanlar da mevcuttur. Bu din, Hindistan’daki kısa bir kabul
görme sürecinden sonra, zamanla birçok mensup toplamaya ve dünyanın çok değişik
yerlerindeki insanlar tarafından benimsenmeye başlanmıştır. Hatta günümüzde de
birçok kimseyi cazibesi içine almaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Oysa bazı
düşünürler, Budistlerin sayısını aşırı şekilde abartıldığını, bunun sebebinin de Batı’nın
kendi dininde tutamadığı insanların müslüman olmasını engellemek olduğunu
savunmaktadırlar.3 Günümüzde Budist mensupları; Hindistan, Çin, Mançurya,
Moğolistan, Seylan, Japonya, Tayland, Tibet, Kore, Birmanya, Bhutan, Laos,
Kamboçya, Vietnam, Singapur, Malezya, Doğu Bengal, Güney Asya ve Uzak Doğu
ülkeleri 4 ile Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde yaşamlarını sürdürmektedirler. 5

Ayrıca Türk’ler arasında da bu dini kabul eden boylar olduğu bilinmektedir. 6

Budizm dini, adını kurucusu Buda’dan almıştır. Asya ülkelerinde bu din, Buddha
disiplini anlamında “Buda-Sasana” diye bilinmektedir. Budizm’in bir din kurucusu,
kutsal kitabı ve bir cemaati mevcut olmasına rağmen tanrı, ruh ve ahiret anlayışı söz
konusu değildir. Bu sebeple Budizm’in bir din, tarikat, mezhep yada felsefi bir ekol
olup olmadığı tartışmalara neden olmuştur. Budizm’i “Buddha’nın öğretisi ve yaşam
öyküsü çevresinde dine dönüştürülmüş bir yaşam felsefesi” 7 olarak tanımlayanlar
olduğu gibi, bir ahlak ve felsefe sistemi 8 olarak da tanımlayan mevcuttur. Ancak dinin

1-Frank E. Roynalds, Charles Hollisey,, Buddhism, The Encylopedia Of Religion, London


1987, V.II, P. 334-351
2-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara, 1997, s. 159
3-Osman Cilacı, Günümüz Dünya Dinleri, Ankara, 1995, s. 132
4-Günay Tümer ,Abdurrahman Küçük, age, s. 159
5-Ahmet Güç, “Budizm”, Şamil İslam Ansiklopedisi, I. cilt, İstanbul 1990, s. 212-253
6-İ.Kafesoğlu, Türk Tarihi, TDEK, I. cilt, Ankara, 1992, s.11-229
7-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 79
8-Hüseyin G. Yurtaydın, Mehmet Dağ, Dinler Tarihi, Ankara 1978, s. 122
15

tek bir tanımı mevcut olmadığı için hangisinin din, hangisinin felsefi ekol, hangisinin
ahlak sistemi olduğunu kesin çizgilerle birbirinden ayırma imkanı pek mümkün
görünmemektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur; inanan kimse, inandığı
şeyi din olduğu iddia ediyorsa, başkalarının tersini iddia etmesi bu hususu değiştirmez.

Bazı Müslüman araştırmacılar, Budizm’in Hz. Muhammed zamanındaki büyük


dinlerden birisi olduğu iddia etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim doğrudan doğruya Buddha’dan
bahsetmemesine rağmen, bazı araştırmacılar Kur’an’daki “Zül-Kifl” kelimesini,
Buddha’nın doğum yeri Kapilavastu ile mukayese ederler ve “Zül Kifl” kelimesindeki
besteleyici ve gıda manalarından hareketle Buddha’nın babasının ismi Suddhadana (saf,
temiz olan gıda) ile bağlantı kurmaya çalışırlar. Yine Kur’an’ın Tin Suresi’ndeki incir
ağıcının, Buddha’nın altında ilhama kavuştuğu Boddhi ağacını ifade ettiği de ileri
sürülmüştür.9 Ancak yapılan bu yorumlar bir zorlamadan öteye geçemeyecek kadar
dayanaksız görünmektedir. Şahsi kanaatim; Kur’an’ı Kerim ayetlerinde geçen bir
kelimeye zoraki bir anlam yüklemenin, bazı çevrelere veya şahıslara fayda sağlamaya
çalışmak amacından öteye geçemeyeceğidir.

“Budizm, Hindistan’daki Brahman şekilciliğine ve kast taassubuna karşı, protesto


hareketi olarak ortaya çıkmış bir dindir.”10 “Buddha, Veda’ların otoritesini, Vedik
kurban sistemini, kişinin kendisine yoga vb. yollarla eziyet vermesini, ferdi ruhu ve
manastır düzeninde kast ayrımını reddederek” 11 kendi yolunu çizmiştir. Buddha’nın
doktrinine Budizm’de “Dhamma” adı verilmektedir. Buddha Dhamma’yı ilk vaazı
“Kanunun Tekerleğini Döndürmek” şeklinde açıklamıştır ve bu sebeple sekiz dilimli
tekerlek Budizm’in sembolü olmuştur.

Budizm’in kaynağı, Brahmanizm gibi Upanişatlara dayanmaktadır. Fakat Budizm,


Brahmanist doktrinleri reddeder. Buddha, vedalar kanunlarının otoritesine karşı çıkmış,
kast ve rahiplik doktrinlerini tamamen ortadan kaldırmıştır. Budizm’e göre aklın
kontrolü altındaki dini hayat zaruridir. Budizm, aşırı sert bir münzevilik hayatı ve

9-Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi (Çeviren: Salih Tuğ), I. cilt, İstanbul 1980, s.
700-701
10-Charles Sammuel, Buddhism, The Worlds Religions, New York 1954, P.119-154
11-Günay Tümer, “Budizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,VI. cilt, İstanbul
1992, s. 353
16

bu hayattan zevk arama anlayışı (ifrat ve tefrit) arasında orta bir yol takip etmiştir.
Neticede tabiat üstü otoritelere, insan üstü olaylara ilgi duymayan Budizm, zihni ve
duygusal nitelikleri reddeden, vedaların şekilciliğine karşı çıkan, ahlaki bir protesto
hareketi niteliği kazanmıştır.

“Budizm, dünya dini olması ve misyoner faaliyetlerinden ötürü Hristiyanlık’a benzer”.


12 Çünkü Budizm’de milliyetçilik ve sosyal hayatın belirli şekillerinden ayrı kalma gibi
prensipler yoktur. Budizm, manastır hayatına önem vermekle birlikte aktif dünya
hayatından çekilen rahiplere ve Nirvana‘yı hedefleyen mü’minlere sahiptir.

Budizm’in ana özellikleri ise şunlardır:

- Pratik ahlaki telkin eder, sakinliğe ve aklın huzuruna sebep olur.

- Budizm, düşünce ve şahsi tecrübeler üzerine kurulmuş olup, teolojik


doktrinlere karşıdır.

- Hayatın tamamı öteki dünya gayesine (Nirvana’ya) doğru yönlendirilmiştir.

- Amaç, karma ve tenasühten kurtulup, Nirvana’ya ulaşmaktır.

- Bu din, mitolojiyi, gelenekçiliği, ayin ve ibadetleri, büyücülük ve sihirbazlığı


reddeder.

- İnsanın akli bilgisini sınırlayan agnostik bir davranış vardır.

Bütün bu özelliklerden sonra, Buddha’nın etrafındaki insanlara verdiği dersler


neticesinde doğan bu din,13 “başlangıçta bir ahlak sistemi görünümündeyken, gelişerek
tam bir din haline dönüşmüştür.”14

Buddha, saray hayatı ve çile gibi iki aşırılık arasındaki orta yolu telkin etmiştir. İki
aşırılık ızdıraplı iken orta yolda bilgi, mutluluk ve kurtuluş vardır. Bu orta ızdıraplarla
dolu bu dünyadan insanı kurtararak, Nirvana’ya ulaşmasını sağlar. Nirvana’ya ulaşmak
ise, Budizm’de ki temel hedeftir. Buddha’nın kendisi yaşarken Nirvana’ya ulaşmış ve
talebelerine de Nirvana’ya ulaşmayı temel hedef olarak göstermiştir.

12-Hayrettin Şahin, Japon Budizmi, Y. Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1990, s.
88
13-“Budizm”, Türk Ansiklopedisi, VIII. cilt, Ankara 1956, s. 299
14-A. Abdullah Masdusi, Yaşayan Dünya Dinleri (Çeviren: Mesut Sadık), İstanbul, 1981, s. 125
17

Budizm üzerine yapmış olduğum bu araştırmadan sonra kesin olarak şunu


söyleyebilirim: Budizm, yerel bir din olarak ortaya çıkıp daha sonra evrensel nitelik
kazanan ve bu kadar fazla mensup toplayabilmiş ender öğretilerden biridir.
Budizm Hindistan’da doğmuş, ancak Hindistan’da tutunamayıp diğer ülkelerde varlığını
devam ettirmiş ve evrensel bir din haline dönüşmüştür.

Budizm bu özelliğini kazanırken asla savaşmamış, devamlı nefislerin terbiye edilmesi


gayesine hizmet etmiştir. Bunun neticesinde miskinlik ve tembellik bu dinin en açık
alameti haline gelmiştir. Nitekim Türklerin Budizm’le tanışmasına rağmen, bu dinin
Türkler arasında genel bir kabul görmemesinin sebebi de bu husustur.15

Evrensel dinler arasında kendini kabul ettirmek ve yayılmak için savaşmamış olan tek
din olan Budizm’de insanın kurtuluşu kendisine aittir, Tanrısına değil. Çünkü
Budizm’de karma doktrini itikadın temeli sayılır. Bunun neticesinde de kurtuluş,mutlu
sona erme, insanın kendi amellerine bağlı olmaktadır. Budizm’de Tanrının bu düzene
bir müdahalesi söz konusu değildir ve insan bu dünyada ne ekerse onu biçer.

Budizm’de karma ve tenasüh anlayışı,insanların hayatını düzenleyen iki düzenektir. Bu


karma ve tenasühten kurtuluş yolu ise Nirvana’ya ulaşmaktır. Çünkü Budistler için
Nirvana, ebedi saadet ve mutluluk,acı ve ihtiraslardan kurtulmak demektir. Kişi ancak
Nirvana’ya ulaşarak tenasüh denilen doğum-ölüm silsilesinden kurtulabilir.

Budizm’in kurucusu Buddha, öğretilerini yayma hususunda her ne kadar savaşmamış


olsa da kendisi kşatriya (savaşçılar) sınıfına dahildir. Onunla ilgili anlatılan bir çok
hadise öylesine efsaneleşmiştir ki, onun hakkında söylenilenlerin hangisinin doğru,
hangisinin yanlış olduğu bilinemeyecek kadar karmaşık hale dönüşmüştür. Aslında
Buddha’nın doğum öncesi ve doğum anındakine ait olarak anlatılan bir çok olay, Hz
İsa’nın durumu ve Hz Muhammed’in doğumu anında cereyan eden hadiselerle
benzerlik taşımaktadır. Örneğin, Hz İsa gibi Buddha da Tanrı olmadığını söylediği
halde daha sonraki taraftarları, onları Tanrı ilan etmiştir. Yine Buddha’nın doğumu
esnasında vuku bulduğu iddia edilen bir çok hadise, Hz Muhammed’in doğumu
esnasında meydana geldiği rivayet edilen olaylarla hayli benzerlik taşımaktadır.

15-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, age, s. 159; İ.Kafesoğlu, Türk Tarihi,
TDEK, I. cilt,Ankara 1992, s. 11-229
18

Budizm’e göre bütün insanlar eşittir. Aradaki tek fark bilgi ve şehvetle galip gelmekle
mümkün olabilir. Bütün bunlarla birlikte Budizm’de, başlangıçta müşahhas bir Tanrı
fikri ve ruh kavramı yer almazken, Buddha’nın ölümünden sonra Budizm’de gözle
görülür değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Örneğin Buddha’nın ölümünün ardından
Budistler onu ilah ilan etmişler ve onun heykellerini tapınaklara koyup, heykellerine
tapmaya, çiçek ve tütsüler sunmaya başlamışlardır. Aydınlanmaya erdiği yeri, hac yeri
ilan etmişler ve Budizm’de olmayan birçok hususu dinin içine sokmuştur.

Aslında Budizm’in ortaya çıkışı bir protesto hareketi niteliğindedir. Hinduizm’deki kast
sistemine, Brahmanların otoritesine, savaşmaya ve bunun gibi pek çok hususa karşı
çıkan ve bunları protesto eden Budizm, daha sonra kendi doktrini ortaya koymuştur.
Ancak bu yeni doktrini ortaya koyarken Hinduizm’deki bir çok inanç ve gelenekten
yararlanmayı da ihmal etmemiştir.

Budizm’in kuzey mezhebi Çin, Japonya,Tibet, Nepal ve Sumatara’da yayılma imkanı


bulurken,16 güney mezhebi ise Burma, Seylan ve Siyam’da yayılmıştır. Budizm bu
ülkelere yayılırken aynı zamanda bir çok değişikliğe de uğramıştır. Yayıldığı
bölgelerdeki kültür, coğrafya ve yaşam biçimi Budizm’i etkilemiş, neticede Budizm bu
bölgelerdeki yaşam standartlarına uygun hale getirilmiştir.

Netice itibariyle bu öğreti her şeyden önce kişinin her konuyu özgürce incelemesi,
özgürce denemesi esasına dayanmaktadır. İşte bu noktadan hareketle de diğer tüm
dinsel öğretilerden ayrılmaktadır. Biz bu yargıya ise Buddha’nın şu sözlerinden
hareketle varmış bulunmaktayız: “Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye inanmayın,
birkaç kuşaktan beri değer veriliyor diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın.
Sırf hocalarınızın otoritesine dayanıyor diye de hiçbir şeye inanmayın. Ancak kendi
hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul ettiğiniz, kendinizin ve başkalarının
iyiliğine olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara duyurun”. 17

Bugün itibariyle, Buddha’nın ölümünden 2400 yıl sonra, onun öğretileri milyonlarca
insan tarafından yaşatılmaktadır.18

16-Nakamura Hajima, Mahayana Buddhism, The Encylopedia Of Religion, London 1987, V. II,
P. 457-472
17-Felicien Challeaye, Dinler Tarihi (Çeviren: Semih Tiryakioğlu), İstanbul 2002, s. 771
18-By Joseph Gaer, How The Great Religions Began, New York 1956, s. 41
19

II- İLK BUDİSTLER VE İLK BUDİST KONSİLLERİ

Buddha’nın ilk şakirtleri, beraber zühd hayatına girip, onun zühd hayatını terketmesiyle
ondan ayrılan, daha sonra kendilerine bulduğu gerçeği ilk vaaz ettiği, böylece
Sangha’ya aldığı beş zahit ve incir ağacı altında ona yiyecek getirip onun doktrinini
kabul eden iki tacirdir.1 Daha sonra başta toprak sahipleri,ticaret ehli, esnaf olmak üzere
yığınla insan Budist olmuştur. Bunlardan bazıları Sangha’ya keşiş olarak kabul
edilmiştir.

Buddha Sangha’ya dahil olan keşişlerine, Budist doktrinlerini yaymalarını emretmiştir.2


Onlar, bu görevi her yerde dolaşıp insanlara kendilerini tutma, basit ve sade bir yaşayış,
alçakgönüllülük öğreterek yerine getireceklerdi. Bu kişiler arasında Buddha’nın iki
önemli öğrencisi Sariputta ve Maggalana da vardı. Ancak Buddha’nın gözde şakirdi
Ananda idi. Ananda sağlığında Buddha’ya ihtimamla hizmet etmiş, kadınların da
Sangha’ya alınması konusunda üstadı ikna etmiş bir şahsiyetti.

Buddha, Magadha Krallığı sınırları içinde Rejagaha ve Sravasti etrafında, geleneksel


olarak Kuzeybatı Hindistan’a, Pencap’a kadar uzandığı söylenen alanda kırk seneden
fazla dolaşmış, herhangi bir yere bağlanıp kalmamıştır. Devamlı olarak doktrinini
anlatmak için seyahat etmiş ve hayatının sonuna kadar vaaz etmiştir. Geleneğe göre
seksen yaşını geçtiğinde öleceğini anladı ve keşişlerini bir araya toplayıp, onlara son
vaazını verdikten sonra Kushinagara’da öldü. Bu son vaazında Buddha telkininde ve
Sangha kurallarında anlaşılmayan bir şey olup olmadığını sordu ve hayır cevabını aldı.
Buddha’nın cesedi yakıldı, kemikleri ve kalıntılar muhafaza edilip on parçaya ayrıldı.

Buddha’nın ölümünden hemen sonraki devrede Rajagaha’da bir konsil toplandı ve


konsile Kosyapa başkanlık etti. Konsile beş yüz rahip katıldı. Bunun arkasından
yaklaşık bir yüzyıl sonra, keşişler arasında fikir ayrılığı nedeniyle yedi yüz rahibin
katıldığı Vesali’de ikinci bir konsil toplandı. Bu konsilde Sutta ve Vinaya’nın yeni
düzenlemesi yapıldı. MÖ III. Yüzyılda doktrinde çıkan bir ihtilaf üzerine kendisi de

1-Ömer Hilmi Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1935, s. 226


2-Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan, I. cilt, İstanbul 1329, s. 253
20

bir Budist olan İmparator Aşoka zamanında üçüncü konsil toplandı.3 Yaklaşık bin
rahibin katıldığı konsilde Aşoka, daha ikinci konsil öncesi başlamış olan doktrindeki
fikir ayrılığının yeniden alevlenmesi üzerine, tebaası arasındaki ahengi sağlamak ve
mezhep kavgasını önlemek için böyle bir konsile destek vermiştir. Konsil sonrası
Budizm, o günün Hindistan’ındaki dört krallıktan birisi olan Magahha’dan Hindintan’a
yayılmıştır.

“Aşoka zamanında Magadha, tabi kaynakları, madenleri, tarım ve milletler arası


ticaretiyle bir imparatorluk haline gelmiştir.”4 Aşoka Budist olmadan önce topraklarını
genişletmek için giriştiği savaşlarda kanlı katliamlardan iğrenmeye ve canlılara acımaya
başlamış, bunun üzerine eşlerinden birinin telkiniyle Budist olmuştur. Düşmanla
savaşmayı bırakan Aşoka, bundan sonra nefsiyle savaşmıştır. Budizm,Aşoka ile birlikte
büyün Hindistan’a yayılmış ve kuvvetlenmiştir. Hatta Hindistan’ın çeşitli yerlerinde taş
ve kitabelere, Budist düşüncelerini yazdırtmıştır.

3-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 160


4-Kemal Çaşdaş, “Reformcu Yönleriyle Buddha ve Aşoka”, Ank.Ün.D.oğu Dilleri Dergisi,
Ankara 1970
21

III- BUDİZM’İN HAYAT ANLAYIŞI

Budizm’de “Buddha’nın doktrinine Pali dilinde “Dhamma” adı verilmektedir.”1


Buddha, ulaştığı hayat kanununu ilan ettiğinde saray hayatı ve çile gibi iki aşırılık
arasındaki orta yolu telkin etmiştir. İki aşırılığı ızdıraplı bulurken orta yolda mutluluk ve
kurtuluş olduğunu savunmuştur. Kişi, bu gerçekle kendisine yön tayin eder ve iyi bir
Budist olarak yaşarsa Nirvana’ya ulaşır. Bunun neticesinde de tenasüh ve karmadan
kurtulur.2

Buddha!nın doktrininin felsefi yönü, kötümser olarak addedilir. Çünkü Buddha, hayatın
tabii olaylarını (doğum, ölüm, ihtiyarlık, çocukluk vb. gibi) bir ızdırap olarak görmüş
ve bundan kurtuluşu bütün arzu ve ihtiraslardan uzaklaşmaya bağlamıştır.

“Budizm’in hedefi, kişinin kendini bilmesi, yenilemesi ve geliştirmesidir.”3 Temel


amaç, sonrasız bir hayat değil, Nirvana’ya yani değişmez mutluluğa ulaşmaktır.
Neticede Budizm ilke olarak bilgisizlik ve şiddetli isteklerden doğan varoluşun
kötülüğünü öğretir. Bu sebeple Tanrı’nın varlığını bile dikkate almaz.

Budizm, bir hikmet (akıl) dinidir. Buddha,nın öğretileri başlangıçtan sonuna kadar
hikmet üzerine kurulmuştur. Buddha,nın tüm amacı ve gayesi, kurtuluş ve serbestliği
tamamen hikmet, ilim ve irfanla gerçekleştirmektir. Bütün vehim ve aldanmalar ilim
yoluyla ortadan kalkar bütün şehvet ve hırslar bilgiyle yenilir iman ise fazileti
kaynağıdır.

Budizm’e göre tam serbestlik ve hürriyetin yolu Nirvana’dır. Her şey bu noktadan
başlar. Bu nedenle herhangi bir kararsızlığa gerek yoktur. Zaten “herhangi bir
kararsızlığa düşmeden fikir ve yaşantıda birliği sağlamak, Hint felsefesi ve dinlerinin en
belirgin özelliğidir”.4

1-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 163


2-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı,İstanbul 1995, s. 74-75
3-Bozkurt Güvenç, Japon Kültürü, Ankara 1980, s. 107
4-Y.Hikmet Bayur, Hint Dinleri, İstanbul 1935, s. 212
22

A) İNANÇ ESASLARI

Aslında Budizm, bir tapma ve ibadetten farklı bir öğretidir. Buddha, hakikatin sahibi,
nizamın idarecisi ve hayatın aydınlatıcısından başka bir şey değildir. Bununla birlikte
bu din, “Buddha’nın kişiliği ve şahsiyeti üzerine bina olunmuştur.”5

Budizm’in tembelliği Triratna’da toplanmıştır. Buna üç kısım cevher denilir. Bunlar:


Buddha, Dharma ve Sangha’dır. Dharma Buddha’nın bulup geliştirdiği doktrin ve
akidedir ki, Budizm’in hayat merkezini teşkil etmektedir. “İslamiyet’te Kur’an-ı
Kerim’in, Hristiyanlık’ta ise Hz .isa’nın tuttuğu yeri Budizm’de Dharma tutmaktadır.”
6 Yani Budizm’deki en önemli kural ve kaide Dharma’ dır. Sangha ise, başlangıçta
erkek rahipler cemaati iken, daha sonraları içerisine kadınlarında dahil edildiği Budist
rahip ve rahibeler cemaatidir. 7 Akide bu üç temeli şu şekilde ifade etmektedir:
“Buddha’ya sığınıyorum, Dharma’ya sığınıyorum, Sangha’ya sığınıyorum.”

Buddha’nın Tanrı, ruh ve ölüm sonrasıyla ilgili sorulara verdiği cevaplara gelince,
aslında Buddha’nın bu durumda uyguladığı metot, Sokrates’in diyalektik metotunun bir
benzeridir. Bu tür sorular karşısında Buddha, sadece itirazlarını belirtir ve bu konularda
ilgili makul olan başka şeyler gösterirdi. Sorulara tam cevap vermeyip, kendi görüşünü
ortaya koymaya çalışırdı.

Budizm’de inanç bazında dört önemli soru vardır.

-Kainatın yaratılıp yaratılmadığı,

-Kainatın sonlu olup olmadığı,

-Hayatın bedenle aynı olup olmadığı,

-Ölümden sonra bir insanın varolup olamayacağı.

5-Ömer Budda, Hint Dinleri, İstanbul 1935, s. 141


6-Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1960, s. 121
7-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 189-190
23

Kainatın yaratılıp yaratılmadığı ve sonlu olup olmadığı soruları, Tanrı fikrini konunun
merkezine taşımaktadır. Budizm’de özellikle Tanrı’yı ve ruhu anmak, yani zikretmek
yoktur. “Budizm, başlangıçta dünyanın hakimi ve yaratıcısı olan zati bir Tanrıyı
reddeder.”8 Bu Tanrıları insanlardan daha çok kudretli ve daha yüksek bir varlık olarak
görmez.

Budizm, ilk ortaya çıktığında Hinduizm’e karşı bir tepki hareketi niteliği taşıyan, ateist
karakterli, ibadet fikrine sahip olmayan bir dindir. Ancak buradaki “ateist karakterden
maksat, Tanrıyı inkar değil, şahsi kurtuluşu Nirvana’da bulmaktır.”9 Zamanla şekil
değiştiren Budizm’de Buddha’nın bizzat kendisi tanrısallaştırılmış ve heykelleri
yapılarak tapınılmaya başlanmıştır. Zamanla bazı Budist mezhepleri ruhun varlığını ve
tenasühü, bazıları da Tanrı ve ibadet şekillerini geliştirerek ve yeni bir boyut katarak
inanmaya başlamışlardır.

Oysa başlangıçta Budizm’de müşahhas bir Tanrı fikri yoktur. Mevcut olan ilahlara ve
meleklere benzeyen ruhani varlıklar doğumların silsilesine bağlı olarak görülmektedir.
Yaratıcı bir tanrının varlığı ise, Buddha tarafından açıkça münakaşa edilmez. Buddha
gerçek Tanrıyı değil, onun yaşadığı devirlerle de Brahmanların vasıflandırdığı tanrıları
reddetmiştir.10 Aslında Budistler de Buddha gibi kainatı kimin yarattığı konusunda
ilgisizdirler. Tanrıyı reddetmezler ama onunla ilgilenmezler de. Dünya Tanrı’nın
dünyası değildir. Dünya insanların hırs ve arzularından ortaya çıkmıştır. Bu nedenle
dünyevi her şeyi reddederler.

Budizm politeizme karşı çok müsamahalıdır. Bu sebeple Budizm’de pek çok koruyucu
ve yardım edici uluhiyetlere dua edilir. Tanrılara dua edilmesine de itiraz edilmez.
Çünkü Budist ilahiyatçılar bu Tanrıları halkın ihtiyacı olarak görürler. Ayrıca, genel
itibariyle “Budizm’de monoteizm tasavvuru da yoktur.”11

8-Abidin İtil, “Buddha Tanrıyı Reddetmiyor mu” A.Ü.İ.F.D, 11. sayı, Ankara 1963, s. 11-15
9-Günay, Tümer,Abdurrahman Küçük, age., s. 114
10-Abidin İtil, age, s. 11-15
11-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000, s. 160-161
24

Budistlerin temel kaynakları olan kutsal kitaplarına gelince, onlara Tiripitaka (Kanunun
üç sepeti) adı verilir. Bu üç sepet Budist öğretilerinin ilk kaynağıdırlar. Tripitaka’ların
sözlü şekli kral Aşoka dönemine (M.Ö 242) kadar devam etmiş ve yazıya Buddha’nın
üç öğrencisi tarafından geçirilmiştir.

Buddha, inandığı hakikatleri insanlara yaymak için bir ömür harcamış, ancak kendisi
geriye hiçbir kitap bırakmamıştır. Budistler Buddha’nın vaazlarını Pali-kanan adlı bir
kitapta toplandığı, bu vaazların orijinal şeliyle 400 yıl kadar sözlü olarak rivayet
edildiğini ve nihayet yazılarla tesbit edildiğini kabul ederler. Pali- kanan büyük sayıda
kitaplar teşekkül eder ve içinde pek çok tekrarlar ihtiva eder. Budizm’in kutsal kitabı
olan Tripitaka, MÖ I. ve II. Yüzyıllarda yazıya geçirilmiştir.12

Bu üç sepet şunlardır:

“1-Viyana pitaka ( Disiplin sepeti ) : Bu sepet, Sangha yani rahiplik teşkilata ile ilgili
usul ve kaidelerin, bunların nasıl ve ne şekilde yerine getirileceği gibi konuları ihtiva
eder. Bu bölümde rahip olmayanlarla ilgili hususular yer alır. Rahip ve rahibelerin
oyması gereken kural ve kaideler, ayin usulleri, beslenme, giyinme ve vaazla ilgili
hususlar bu bölümün içeriğini oluşturur.

2-Sutta Pitaka ( Vaazlar ve Öğretiler sepeti ) : Bu bölüm Tripitaka’nın en önemli


bölümüdür. Buddha’nın fikirlerini açıkladığı çoğu konuşma bu bölümde yer alır. Bu
sebeple bu bölüme Doktrin “Dharma” sepeti de denir.

3- Abdidihamma Pitaka ( Genişletilmiş Doktrin, felsefi ve psikolojik yorumlar sepeti):


Buddha’nın vaazlarının yorumunu ihtiva eder. Yedi eserden meydana gelmiştir.
Budizm’in felsefesi ve psikolojik yanı bu bölümde yer alır.” 13

12-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s.187


13-Budizm, Türk Ansiklopedisi,VIII.cilt, Ankara 1956, s. 301
25

Budizm’de inançla ilgili bir başka hususta, Hristiyanlık’taki Paraklit


(Faraklit) gibi gelecekte varolacak ve ortaya çıkacak olan bir şahsiyete Budizmde de
inanılmasıdır. Budistlere göre Buddha, dinini tamamlayamadığını, kendisinden sonra
Maitreya yani “herkese, alemlere rahmet” bir kimsenin gelip, bu dini tamamlayacağını
ifade etmiştir.

Bu inanç, İslamiyet’teki Mehdi ve Hristiyanlık’taki Mesih inancının bir benzeridir.


Hristiyanlık’ta Hz İsa’nın beklenen bir kurtarıcı olduğu, İslamiyet’te ise Mehdi’nin
yeryüzüne inerek tüm insanlığı ıslah edeceği fikri vardır. İşte Budizm’de de Maitreya
denilen ve Budizm’i tamamlayıp, tüm insanları kurtaracak bir şahsiyetin varlığından söz
edilmektedir. Budizm bu inanç anlayışıyla, sami dinlerle benzerlik göstermekte ve
belki de sami dinlerden alıntı yapmaktadır. Her ne kadar Budizm, hem Hristiyanlık hem
de İslamiyet’ten önceye dayanıyorsa da bir çok inanç esasında olduğu gibi, Maitreya
inancında da sonradan bir teşekküle gitmiş olabilir.
26

B) İBADET ESASLARI

Başlangıçta ibadet fikri yer almayan Budizm’de, daha sonraları bir takım ibadetler ihdas
edilmiştir. Budizm’de ibadet sayılabilecek tek husus, oruç günü merasimidir. Budist
rahipleri ay başında ve ayın on dördünde olmak üzere her ay iki defa toplanırlar ve bu
toplantılarda Budizm’in ilkelerinin tam olarak uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir.
Budizm’de Buddha’nın doğduğu, yüksek ilhama kavuştuğu, şeriat tekerleğini
döndürdüğü ve Nirvana’ya kavuştuğu yerler mukaddes kabul edilir ve buralara
ziyaretler yapılır. Her dinde olduğu gibi Budizm’de de her Budist’in uymak zorunda
olduğu kurallar vardır ve bunlar ibadet sayılır:

- Tıraş olmak,
-Sarı elbise giymek,
-İki ayda bir defa oruç tutmak,
-Oruçlu iken günahları itiraf etmek,
-İbadeti tefekkürle yapmak.14

Budizm’de yüce varlığa karşı yapılması gereken bir dua ve ibadet söz konusu
değildir. Ancak Buddha, ölümünden sonra Tanrılaştırıldığı için ona karşı bir takım
ibadetler yapılmaya başlanmıştır.Önce Buddha’nın heykelleri yapılmış sonra yapılan
bu heykeller Pagadolara yerleştirilip onlara tapınılmaya başlanmıştır. Bununla
birlikte Budistlerin önem verdiği üç şey vardır: Buddha’nın heykelleri, Buddha’nın
hatıraları ve Buddha’nın altında ilhama kavuştuğu Bodhi ağacı.

Budist’lerce kutsal kabul edilen ve ziyaret edilen dört büyük yer vardır.

Bunlar:

-Buddha’nın doğum yeri olan Nepal’deki Lumbuni Koruluğu

-Buddha’nın ilk vaazını verdiği Benares’deki Sarnatha Geyik Parkı

-Buddha’nın öldüğü yer olan Uttar-Pradeş şehri

-Buddha’nın aydınlanma yeri olan Bihar’daki Bodhi Gaya

14-Mehmet Aydın, Osman Cilacı,Dinler Tarihi, Konya 1995, s.145


27

Buddha, insanların sayısız putlara taptıklarını görmüş ve bunun doğru olmadığını


savunmuştur. Bu nedenle başlangıçta Budizm’de put ve heykel yok iken Buddha’nın
ölümüyle birlikte onun taraftarları tarafından Buddha heykelleri yapılmaya başlanmıştır.
Budizm’de yalnız Buddha’ya değil, önemli şahsiyetlerin mezarına’da çiçek konur ve
mum yakılır. Budist cemaatine girmek ise herkese serbesttir. Bütün kötülüklerin
kaynağı ise cinsi tatmin olarak görülmektedir.15

İslam dinindeki tavaf gibi, Budizm’de de mabetlerin etrafında bir veya en fazla iki defa
dönerek tavaf yapmak ibadet sayılmaktadır.16

Budistler arasındaki en büyük ayrılık ise, rahiplerle normal halk arasındadır. Rahiplik,
Budizm’in çekirdeğini teşkil ederken, Budizm’de yüksek hedefe yönelik şartlara da
ancak rahipler riayet edebilir. Budizm’in bütün kural ve kaidelerine uyan rahiplerin
bazıları münzevi olarak yaşıyorken, bazıları da toplum içinde yaşarlar. Rahipler aynı
zamanda Sangha‘yı teşkil ederler ve hakiki Budistler olarak kabul edilirler.

Rahiplik hayatının üç temel esası ise: fakirlik, bekarlık ve sükunettir. Rahiplerin dünya
ile ilgili hiçbir mal ve mülkü yoktur. Bir Budist Rahip olduğu andan itibaren sadece
şunları bulundurabilir; bir sadaka tası, bir iğne, bir tesbih, iki hafta da bir saçını tıraş
edebilmesi için bir ustura ve geniş ve uzun yünden yapılmış bir entari. Rahipler, evsiz
ve yurtsuz yaşamak zorundadırlar. Yiyeceklerini ise aldıkları sadakalarla temin
ederler. Para sahibi olmaları (zengin olmaları ) yasaktır. Bekarlık, Rahiplik hayatının
temelini teşkil eder. “Bekaret en yüksek ideal, cinsi hayat ise küfür sayılır.”17

Budizm’de rahiplik teşkilatına Sangha adı verilir. Sangha Buddha tarafından


oluşturulmuştur ve dünyanın en eski bekar rahipler topluluğudur. 18 Sangha’da
rahipler olduğu gibi rahibelerde mevcuttur. Ancak rahibeler bu teşkilata daha sonradan
dahil edilmişlerdir. Sangha’daki rahiplere “Bhiksu” ismi verilirken, rahibeler ise
“Bhiksuni” diye isimlendirilir.

15- Günay Tümer, Abdurrahman küçük, age, s. 100


16- Mehmet Aydın, Osman cilacı, age, s. 31-32
17- Ekrem Sarıkçıoğlu, age, s. 165-168
18- Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan, İstanbul, 1329, s. 320-321
28

Rahip olmak için belirli yeteneklere sahip, on beş yaşını bitirmiş, anne babasının iznini
almış kimseler, teşkilatın ilk basamağına kabul edilir. Teşkilata giren kimse önce saç ve
sakalını keser, sarı elbiseler giyer, bir imtihandan geçer ve başarılı olursa Sangha’ya
katılır. Sangha’ya dahil olan kimse erkek veya kadın hiç fark etmez. Bu teşkilattan
ayrılamadıkları sürece evlenemezler. Ancak eğer teşkilattan ayrılırsa isterse
evlenebilirler ve normal hayatlarına devam edebilirler.

Rahiplerin saç ve sakallarını ustura ile kazıma, dinlenme, öğle yemeğinden sonra ertesi
gün öğle yemeğine kadar ağızlarını bir şey koymama, hiçbir eğlenceye katılmama,
mecburi birkaç eşya dışında bir mala sahip olmama gibi kurallara uyması da bir
zorunluluktur.19 Sangha üyesi rahipler Japonya’da siyah, Burma’da portakal rengi,
Seylan, Kamboçya ve Tayland’da ise sarı renkli elbiseler giymişlerdir. Manastırlarda
yaşayan rahip ve rahibeler, her Budist’in yapması gerektiği sarhoş eden içki ve esrar
gibi uyuşturuculardan uzak durmalıdırlar. Sabah ve öğle arasında katı yemek yemeleri
yasak olan rahipler aynı zamanda hal ve hareketlerinde de her zaman iffetli olmak
zorundadırlar.

Rahipler on Budist emrini öğrenip yerine getirmekle mükelleftirler.20 Bu on emir


şunlardır:

“Öldürmeyeceksin,

Zina etmeyeceksin,

İçki içmeyeceksin,

Kimseyi aldatmayacaksın,

Az yemek yiyeceksin,

Şarkı söyleyenleri dinlemeyecek, dans edenleri izlemeyeceksin,

Süslü elbiseler giymeyecek, süs eşyaları ve kokular kullanmayacaksın,

Rahat ve konforlu yerlerde yatmayacaksın,

19- Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 102


20- Gerald L. Berry, Religions Of The World, New York 1956, P.47
29

Sana verilmeyenleri almayacaksın,

Altın ve gümüş kullanmayacaksın.”21

Budizm, başlangıçta özellikle alçakgönüllü ve sade, münzevi şahsiyetler tarafından


yayılmıştır. Buddha’nın yaptığı gibi onlarda, kendilerinin peşlerinden inançlarını
yayacak ve devam ettirecek öğrenciler bırakmamışlardır. Az önce sıraladığımız on emir,
her Budist için bir yol gösterici rehber olmuştur ve Budist’ler hayatlarını bu emirlere
göre yönlendirmişlerdir.

Bunun neticesinde, her ne kadar başlangıçta mevcut olmasa dahi, her mezhep belirli bir
tapınak ve mabedi merkez tayin etmiştir. Buralar kutsal sayılmış ve buralara ihtimam
gösterilmiştir. Hatta her mabedin bir ismi vardır. Ancak “Budist mabetlerine isim
vermek için özel ve geleneksel bir sistem oluşturulmuştur. Mabetlere çift isim verilir.
San-Zen (Yama), Ji-var- in ( Tera), Koyasan- Kongöbuji gibi.”22

Budist tapınakları,dünyanın bir çok ülkesinde eğitim faaliyetlerine de karışmaktadır.


Kolejlerden ortaokullara hatta anaokullarına kadar yayılmış bir eğitim sistemi vardır. Bu
okullarda rahiplik hakkında bilgiler verilmektedir. Bu eğitime katılan öğrencilere ise
burs vb. gibi maddi yardımlarda bulunulmaktadır.

Budist mabetleri, bulundukları ülkelere göre farklı modeller ihtiva ederler. Bunlardan en
önemlilerinden birisi ve Japonya’da kullanılanı ”Garan” modelidir. “Bu modelin
özelliklerine göre yapılan bir Budist mabedi, üstü çatılı, bir balkonlu, kare veya
dikdörtgen şeklinde olur. Mabetlere bir giriş kapısından girilir ve bu giriş kapısı güneye
doğru olur. Mabette bir konferans salonu ve pagoda (Budistlerin mabetlerine verilen
genel isim, ayin ve rahiplerin toplantı yeri) bulunur. Salon ise taş kaide üzerine
yükselip, köşeler bitişik ve çatı altı üç kenarlı duvarla yapılır.” 23

21-Hayrettin Şahin, Japon Budizm’i, Y. Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1990, s.
114
22-İlhan Güngören, Buda ve öğretisi, İstanbul 1994, s. 118
23-Sanat Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul 1998, s. 42
30

C) AHLAK ESASLARI

Budizm, teoride ve pratikte merhameti ve müsamahayı esas alan bir dindir. Buddha’nın
merhameti sınırsız olduğu için Budistlerde onun yolunu takip eder. Budizm, aslında bir
eşitlik ve kurtuluş dinidir. Bu dinin ideal olan davranışları da müsamaha ve
merhamettir.

Suç işlemek ahlaksızlık, saadet ise fazilettir. Sıkıntıya tahammül etmek, doğru
söylemek, güzel olanı sevmek ve itaat ahlaki kuralların başında gelir. Budizm’in ahlak
anlayışına göre insan öldürmek,hırsızlık yapmak, gasbetmek, yalancılık, iftira,
dedikodu, kin, tamahkarlık ve çekememezlik gibi kötü huylar yasaktır. Sarhoş olmak,
esrar kullanmak, çok yemek yemek, şarkı türkü vb. gibi müzik dinlemek, yüksek ve
rahat yataklarda yatmak, altın gümüş gibi ziynet eşyası takmak, bunları almak ve
satmak ise hoş karşılanmaz. 24

Budizm’in bu yasaklara karşı dört temel emri vardır:

-Sabır ve tahammül
-Sebat ve metanet
-Akıl ve hikmet
-Ataya iyi davranmak

Bunlara ilave olarak işlerinde düzenli olmak ve verilen sözü tutmakta sayılabilir.

Buddha’ya göre ahlak; dünyadaki bütün arzu ve isteklerden kurtulmaktır. Aslında bu


husus, Budizm’in temel hedefidir. Ahlak için ise şunlar gereklidir:

-“Canlı varlıkları öldürmemek,


-Başkalarının malını almamak,
-Cinsel arzulardan vazgeçmek,
-Yalan söylememek,
-Sarhoş edici içecekler içmemek.”25

24-Ahmet Mithat Efendi,age, s. 260-261


25-Ömer Hilmi Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1935, s. 303; Gerald L. Berry, age, P.47
31

Bu dinde canlıları öldürmeme fikri olduğu için, Budistler et yemez,kasaplık yapmazlar.


İçki yasak olduğu için meyhanecilik yapmazlar. Ayrıca silah,zehir ve uyuşturucu imal
etmez, bunları satmaz ve satın almazlar. İyi bir Budist ava çıkmaz, balık tutmaz, ateş
etmez ve kanlı sporlara girişmez.

İyi bir Budist, aynı zamanda cömert ve eli açık olmalıdır. Zira cömertlik, Budizm’in
maddi şeylere bağlanmama tavsiyesinden hareketle bir zorunluluk teşkil etmektedir.
Yeni bir Pagoda (Budist manastırı) yaptırmak, yardımda bulunmak,rahip adaylarına
kefil olmak,manastıra su sağlamak, rahiplere yiyecek yardımında bulunmak ve
misafirperverlik ise en büyük faziletler arasındadır. 26

Budizm’de iyi bir Budist olmak için bir takım özelliklerin ihtiva edilmesi
gerekmektedir. Bunlar:

“Birincisi dört düşüncedir. Bunlar, vücudun düşüncesi, aklın düşüncesi, fikirlerin


düşüncesi ve mantığın düşüncesidir.

İkincisi dört kat büyük ihtiva sarf eder. Sıkıntı doğuran şeyleri önlemek için gayret
etmek, yanlış fikir doğuran şeyleri saklamak için gayret etmek, evvelce yaşayanlara
iyilik etmek için gayret etmek ve varolan insanlara iyilik yapmak için gayret sarf etmek.

Üçüncüsü Iddhi’dır ki,dört kat sepet demektir. Iddhı’yı elde etmek, Iddhı’yı elde etmek
için çaba sarf etmek, Iddhı’nın araştırılması ve kalbin doğru olması.

Dördüncüsü ve beşincisi beş bölümden ibarettir. Uygulama, inancın zevki, gayret,


düşünce-tefekkür ve akıllılık.

Altıncısı aklın yedi çeşidinden ibarettir. Bunlar: gayret, anlayış, düşünce,


araştırma, sevinç, rahatlık ve sükunet.”27

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, Budizm’de insanın kurtuluşu ne olduğuna değil,
ne yaptığına bağlıdır.

26-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 101-102


27-Ali İhsan Yitik,Hint kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi,
İstanbul 1996, s. 128
32

Budizm’e göre atalara saygı, anne ve babaya itaat esastır. Bununla birlikte mahalli
örf ve adetlere saygı gösterilmesi iyi bir Budist’te aranan şartlar arasındadır. Örneğin
bir çocuğun ailesine karşı görevleri şunlardır:
-Ailesinin işlerine bakmak,
-Ailesinin arzu,istek ve ihtiyaçlarını karşılamak,
-Kendi şahsi arzu ve isteklerinden vazgeçmek,
-Yaptığı her şeyi onlara itiraf etmek.

İyi bir ailenin çocuklarına karşı görevlerine gelince:


-Küçük bir çocukken ona sevgi ve ilgi göstermek,
-Onun yiyeceğini temin etmek,
-Onu borç içinde kalmaktan kurtarmak,
-Çocuğuna güzel bir evlilik sağlamak,
-Bütün mal ve mülkünü çocuğuna bırakmak.

Bunları karşılıklı olarak gerçekleştiren çocuk ve aile, büyük bir mutluluk,maddi bir
refah ve karmayı temin eder.
İslamiyet’te olduğu gibi Budizm’de de, bir kimse annesini sol omzunda, babasını da sağ
omzunda taşısa bile onlara olan borcunu ödeyemez. Budizm’de anne ve babaya saygının
ödülü, bir sonraki hayatta başarılı olmaktır. Anne ve babasına saygı gösteren çocuk,
gelecek hayatını garanti altına almış demektir. Bir anne çocuğunu dokuz ay
karnında taşır, doğduğu zaman beslenme ve büyümesini sağlar. Bu nedenle bütün
dinlerde anneye olan borç, ancak anneye karşı tam bir itaatle ödenir. annesine sırtını
dönen çocuk üç büyük kötülüğe maruz kalır. Bunlar: cehennem,aç bir hortlak ve hayvan
olmak. Budizm’de karma inancı hakim olduğu için, bir önceki hayatta kişinin yapmış
olduğu işler bir sonraki hayatının şeklini belirlemiş olur.

Budizm’de aile, yaşayanlarla sınırlandırılamaz. Yedi ile dokuz nesil önceki atalar dahi
aileye dahildir. Ölen aile fertleri yaşıyormuş gibi nezaket ve saygı isterler. Onlara
yapılan saygısızlık canlı bir varlığa yapılan saygısızlık gibi kabul edilir.

Herva Ressau Budizm’in bütün bu ahlak esaslarından yola çıkarak “Budizm’i, varlığın
esrarını çözmeye çalışan, hayatın ızdırap ve zevklerinden vazgeçerek kamil ve olgun
insan olma yollarını araştıran bir ahlak felsefesi” 28 olarak nitelendiriyor. Bütün dinlerde
anneye olan borç, ancak anneye karşı tam bir itaatle ödenir. Annesine sırtını dönen
çocuk üç büyük kötülüğe maruz kalır.

28- Herva Ressau, Dinler, İstanbul 1970, s. 168


33

IV- BUDİZM’DE SEKİZ DİLİMLİ YOL

Buddha’nın ortaya koymuş olduğu bu din her ne kadar Buddha’nın ölümünden sonra
değişiklik kazansa ve değişik coğrafyalarda farklı şekiller almış olsa da, Budizm’in
kendine has bir iç bütünlüğü söz konusudur. Budizm’in yapı taşı olarak kabul edilen ve
yine arzu ve ihtirasların giderilmesinde başvurulan temel yöntem Sekiz Dilimli Yol’dur.
Budizm doktrininin felsefi yönü kötümserdi. Çünkü “Buddha hayatın tabii olaylarını bir
ızdırap olarak görüyor ve bundan kurtuluşu, bütün arzu ve ihtiraslardan uzaklaşmaya
bağlıyordu.”1 Aslında bu, Upanişatlarda rastlanan hayat görüşünün geliştirilmiş bir
şekliydi. Bazı araştırmacılar ise bu durumu, bir kötümserlik olarak
değerlendirmemişlerdir.2

Budizm’in ana telkini, inanç ile hakikat arasında hayatın ızdıraplarla dolu olmasıdır.
Dört kutsal temel gerçek ise Buddha’nın kurtuluş telkininin özünü oluşturmuştur.

Birincisi: Izdırap nedir? İnsan varlığının mahiyeti ızdırap, acı, kötülük ve tatminsizliktir.
Dünya hayatındaki doğum, hastalık,yaşlılık, ölüm vb. gibi bir çok hadise ızdıraptır. Bu
sebeple dünya hayatına dalıp, dünyaya sarılma, hayatın gerçeklerinden uzak kalma acı
ve ızdıraptır.

İkincisi: Izdırabın sebebi nedir? Izdırabın sebebi arzu ve ihtirastır. Budizm’e göre
insanın dünya ile ilgili arzu ve ihtirasları, acı ve ızdıraba sebep olur.
İnsanların arzu ve ihtirasları iki grupta toplanabilir. Birinci grup, nefis ve nefis
hazlarına düşkünlükten gelen tutkular... Mala, mülke, paraya, üne,
hazza düşkünlük,yenmek başarmak, kazanmak gibi hırslar, aşırı cinsel tutkular gibi
şeyler... İkinci grup tutkularsa manevi olanlardır. “Ruhun ölmezliğine tutunmaya
çalışmak, öldükten sonra da varlığını sürdürmeye çalışmak, genedoğumda bu
yaşamdakinden daha iyi bir durum elde etmek gibi dinsel tutkulardır.”3

1-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 114


2-Mircea Eliade, Dinler Tarihi Sözlüğü, İstanbul 1997, s. 5
3-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 94
34

Üçüncüsü: Izdırap durdurulmadığı sürece dünyadaki, fani ve süreksiz işler devam


edip gidecektir. Bu fanilikten ve devam edip giden olaylar zincirinden kurtulmanın
yolu ise Nirvana’ya ulaşmaktır.

Nirvana’ya ulaşmak acı ve ızdırabı yok etmektir. Budizm’de genellikle Nirvana’ya


ulaşmak denince Buddha’lığa ulaşmak amaçlanmaktadır. Zaten Budizm’deki temel
hedef Nirvana’ya ulaşmaktır. “Nirvana maya yanılgısının, doğum-ölüm döngüsünün
tam karşıtıdır. Yani karmanın etkisini yitirdiği bir alandır.”4 Bu konu ile ilgili ileride
daha ayrıntılı bilgi verilecektir.

Dördüncüsü : Dördüncü yüce gerçek, acıyı ızdırabı yenip Nirvana’ya ulaşmak için
Buddha’nın gösterdiği yol, yöntemdir.

Buddha’nın önermiş olduğu yöntem ne aşırı çile, perhiz yoludur, ne de aşırı nefse, nefis
hazlarına düşkünlük yoludur. Bu yol ikisinin ortasındaki orta yoldur. Yani sekiz
basamaklı yüce yoldur. Uyanmak, aydınlanmak, Nirvana’ya ulaşmak, Buddha olmak
ancak bu sekiz dilimli yol ile mümkündür.

“Bu sekiz madde, Maha Parinibbara Sutta’da geçen üç ana maddenin sonradan
genişletilmiş şeklidir.” 5 Bu yüce yolun ilk iki basamağı düşünceyle sonra gelen dördü
davranışla, en sonda gelen ikisi de uyanmayla, aydınlanmayla ilgilidir. Üç ana madde
halinde toplayabileceğimiz sekiz basamak şunlardır: Sila, Samadhi, ve Panna’dır.
“Sekiz dilimli yolun basamakları şunlardır:

1- Doğru görüş
2- Doğru anlayış
3- Doğru sözlülük
4- Doğru davranış
5- Doğru yaşam biçimi
6- Doğru çaba, doğru uygulama
7- Doğru bilinçlilik

4-İlhan Güngören, age, s. 95


5-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s.114
35

8-Tam uyanıklık.”6
Sila’ya sekiz dilimli yoldan üç madde girer. Doğru söz, doğru davranış ve doğru geçim.
“Doğru söz ve davranışa her Budist’in uymak zorunda olduğu beş emir açıklık getirir.
Bunlar: öldürmemek, zarar vermemek, çalmamak, duyularını yanlış yola yöneltmemek,
yalan yanlış konuşmamak, içki ve uyuşturucu kullanmamak.”7 Aslında bu beş emir,
bütün dinlerde uyulması gereken temel emir ve yasaklar arasındadır. doğru geçim ise
beş yasağı içerir: kasaplık, meyhanecilik, esrarcılık, silah ve zehir imalatçılığı
yapmamak. İyi bir Budist avlanmaz, balık tutmaz, sigara içmez, zina etmez vs.

“Samadhi, bir hedefe zihnini yöneltmek, konsantre olmak anlamında meditasyona


delalet eder. Samadhi’ye sekiz dilimli yoldan doğru muhakeme ve doğru murakebe
girer. Doğru muhakeme, Budist’in söylediği, yaptığı, düşündüğü, işlerde gösterdiği
zihin keskinliğine delalet eder. Doğru murakabe ise, akla gelen düşüncelerin tahlili,
nefsin kontrolü, zihnin bir konuya yönelmesi ve kin, hırs, hile vb. şeylerin neden
kaynaklandığının belirlenmesini ihtiva eder.”8

“Samadhi, derinlemesine bir iç suskunluk, bir iç barış, gücünü bütünü birden kavrayan
uyanıklıktan olan bir coşku halidir.”9 Bir kere Samadhi ye ulaşıldımı,Samadhi etkisini
her durumda sürdürür. Yürürken, gezerken, otururken yatarken, samadhinin vermiş
olduğu iç suskunluğu, iç barışı beraberimizde hissederiz.

Budizm’in samadhiye ulaşmak için önerdiği yol dhyanadır. Yani Batı dillerine
meditasyon olarak çevrilen uygulama. Çince’ye Ch’an diye geçmiş olan bu sözcük yazı
özellikleri nedeniyle Japonca’ya da Zen olarak geçmiş ve uygulama Zazen adını
almıştır. Dhyana hem zihni tam uyanık tutmak, hem de samadhi anlamlarını içerecek
bir genişlikte kullanılır. Dhyana denince Buddha heykellerinde görülen bağdaş kurup
kımıldamadan oturmak akla gelir. Aslında bu tür oturma pek çok kimsenin sandığı gibi
bir tutum değil, Budist’e göre oturmanın doğal biçimidir. Yapacak başka bir şeyi
olmayınca öylece oturup zihnini de kendi haline bırakmak Budist’e çok olumlu, çok
uygun bir davranış olarak görünmektedir.

6-İlhan Güngören, Buda ve öğretisi,İstanbul 1994, s. 126-127


7-Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999, s. 128
8-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 463
9-İlhan Güngören, age, s. 9
36

Panna ise Budist’in en yüksek seviyesine delalet eder. Pannaya sekiz dilimli yoldan
doğru anlayış, doğru düşünce ve doğru niyet girer. Doğru anlayış; alemi ve insan
varlığını doğru yorumlamak, doğru düşünce, zihnin duygusal arzu, kötülük,zulüm gibi
tutumlarından arındırılması,doğru niyet ise,sonunda pişman olunacak veya başarısızlığa
düşülecek yollara gitmeyip ihlasla zihinde iyi duygular beslemeyi ifade eder.

Bütün bu prensiplerden sonra Buddha geride bir kitap bırakmayıp, yerine geçecek
kimseyi de belirlememiş, sadece bu sekiz dilimli yolun takip edilmesini istemiştir.10
Buddha’nın amacı, dünyayı olduğundan iyi veya kötü göstermek değil, onu olduğu gibi
bütünlüğü içinde görmemizi sağlamıştır.

Netice itibariyle “sekiz basamaklı yüce yol, ağırlığını meditasyon (dhayana) üzerine
koymuş bir tür yoga öğretisidir.”11 Buddha’nın yogasını uygulayan kimse, kişiliğinin,
benliğinin dar kabuğunu kırar, sınırsız sonsuzla bütünleşir, böylece en temel, en yüce
gerçekle kendini özdeşleştirmiş olur.

Sekiz basamaklı yüce yol, aydınlanmayla, Nirvana ile aramızdaki engelleri birer birer,
basamak aşmamıza yardımcı olmak amacını güdüyor. Her basamak bizi biraz daha
ızdırabı yatıştırıp zihni sakinleştirmeye, yaşamı, var oluşu, gerçekliği, varlığımızı
kendimizle, çevremizle bütünleştirmeye yaklaştırıyor.

İşte bu sekiz dilimli yolu başarıyla aşan kimse için artık sonsuz, sınırsız bir mutluluk
vardır. O mutlulukta Nirvana’ya ulaşmaktır.

10-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 463


11-Maurice A. Conney, Buddhism, Encylopedia Of Religion, Delhi 1976, V.II, P.80-81
37

V- BUDİST MEZHEPLERİ

Sirddhartha Gautama Buddha, hayatı boyunca kendi öğretilerini ve telkinlerini takip


edecek birçok öğrenci bulmuştur. Ölümünden yaklaşık bir asır sonra Buddha’nın
takipçileri, onun prensiplerini farklı açılardan değişik şekillerde yorumlayarak, farklı
mezhepler meydana getirmişlerdir. Budizm’de Buddha’dan sonra iki büyük mezhep
ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi Mahayana Mezhebi (Büyük Araba ), diğeri ise
Hinayana Mezhebi (Küçük Araba)dır. Hinayana Mezhebi’nin diğer adı ise Threvada
Budizmi’dir. Hinayana Mezhebi daha çok Seylan, Burma, Tayland, Laos ve
Komboçya’da yayılma imkanı bulurken, Mahayana Mezhebi ise Çin ,Tibet, Kore ve
Japonya’da yayılmıştır.

Bütün Budist inançlarında Buddha’nın yolunu takip etmek esastır. Bu nedenle Budist
mezhepleri, Buddha’nın şahsiyetine büyük saygı gösterirler. Aslında Budizm’in hemen
hemen bütün şekilleri manastıra ait emirleri, yani inziva hayatını ihtiva eder. Fakat
Budizm’in çeşitli kolları, inançlarında ve uygulamalarında büyük farklılıklar gösterirler.
Şimdi, bu farklı uygulama ve inanç esaslarına sahip, Budizm’in iki büyük mezhebini
ayrıntılı bir şekilde incelemeye çalışalım.
38

A) HİNAYANA ( THREVADA ) MEZHEBİ


Budizm, Hindistan’daki kısa bir kabul görme sürecinden sonra, Hindistan’ın dışına
yayılmaya başlayınca Buddha’nın öğretileri, çeşitli ırklardan farklı kültüre, geleneğe,
töre ve alışkanlıklara sahip insanlarla karşılaştı. Değişik coğrafi şartlar altında, farklı
iklimlerde yaşayan insanlarla karşılaşan Budist öğretilerinde de elbette ki belirli
farklılıklar meydana gelmiştir.
Hinayana Budizm’i Buddha’nın en iyi öğrencilerinden olan Sariputta tarafından
kurulmuştur.1 Bu mezhep, daha çok güneydeki ülkelere yayıldığını için Güney Mezhebi
diye de bilinmektedir. Seylan, Burma, Tayland, Laos ve Kamboçya Threvada
Budizmi’in yayıldığı ülkeler arasındadır.

Aslında bu mezhep, Budizm’in en eski biçimini, ortadoks biçimini, görünüşünü


sürdürmekten başka bir şey yapmamıştır. “Bu mezhep, Budizm’in temel üçlü
(Buddha,Dharma, Sangha ) fikir üzerinde kurulmuş, Tanrılara ve ruhlara pek önem
vermeyen, olayların geçiciliğine, hayatın ve yeniden doğmanın acı verdiğine, insanın
ancak Nirvana’ya erişerek kurtulacağına inanan bir Budist topluluğudur.”2

Bu mezhep, Buddha’yı üstün ve mucizevi bir şahsiyet olarak görürken, Buddha’yı asla
Tanrılaştırma cihetine gitmemiştir. “Hinayanistler, Budizm’in tarihi öğretilerine saygı
gösterirken, insan hayatının ızdıraplardan kurtulması için yardım etmeyi kurtuluşu
gerçekleştirmeyi, aklın sükuna kavuşması için yardım etmeyi amaçlar.”3 Bu mezhep,
Buddha’nın tavsiye ettiği doğru davranışları uygular ve günahlarından kaçınır. Hülasa
Hinayana Mezhebi’nde sessizlik ve sükunet hakimdir.

Hinayana Mezhebine göre “Buddha bir Tanrı değil, bir öğretmen, örnek ve rehber
niteliğinde bir kimsedir.”4 Zaten Hinayanistler, Tanrı fikrine fazla önem vermeyen, bir
başka ifadeyle o günün şartlarındaki Tanrı anlayışını kabul etmeyen Buddha’nın Tanrı
fikrini aynen kabul eden kimselerdir. Buna mukabil olarak Hinayana Mezhebi
Dharma’yı Buddha’nın öğrettiği hakikat, Sangha’yı da Buddha’nın öğrencilerinin sınıfı
ve kardeşliği olarak kabul eder.

1-Abdülkadir Şeybe, Yaşayan Dünya Dinleri ve Mezhepleri, İstanbul 1995, s. 154


2-Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999, s.131; “Budizm”, Dinler Tarihi
Ansiklopedisi, İstanbul, Tarihsiz,VIII.cilt, s. 689
3- İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1994, s. 165
4-İlhan Güngören, age, s. 165
39

Hinayanist manastırlarındaki rahipler insanlarla diyalog kurmaktan men edilemezler.


Her köyde bir manastır vardır ve manastırlarda da Buddha’ya karşı ayinler düzenlenir.
Manastırlar genellikle dini ayin ve törenlere uygun olarak döşenmiştir. Hinayanistler
ibadet maksadıyla bu manastırlara giderek, Buddha’nın bu tapınaklarda yer alan ziyaret
ederler.

Hinayana Mezhebi’nde temel amaç; insanın kendi kurtuluşu ile uğraşıp, ne kadar çabuk
olursa olsun Nirvanaýa erişmeye çalışmaktır. Ona bu yolda yardım eden kurtarıcı bir
ilah da yoktur. Bu sayede de bu fırka, asli Budizm’in adet ve tasavvurlarına sadık
kalmıştır.5

5-Annamaria Schimmel, ege, s. 131


40

B) MAHAYANA MEZHEBİ

Ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmeyen (tahminen MÖ I. yüzyıl –MS I. yüzyıl


arası) Mahayana Budizm’i, Büyük Araba Mezhebi diye de bilinir. “Bu mezhebin
ülküsü, ilhama kavuşup Nirvana’ya varmış Buddha değil, mahlukatın saadetini kendi
kurtuluşuna tercih eden Buddha’dır”.1 Bu mezhebe dahil olan insan, bir tehlike anında
yalnız kendisi değil hem cinslerini de kurtarmaya çalışmalıdır.

İnsanın Buddha’ya inanması, ona teslim olması, onun ezeli akdine güvenmesi bu
mezhebin temel özelliğidir. Bu mezhebin ortaya çıkmasıyla birlikte, o zamana kadar
dinin merkezini teşkil eden Dhamma’nın yerini Buddha’nın şahsiyeti almıştır.

Mahayanacılar, Hinayana Mezhebi mensuplarının belirli ama sınırlı bir alandaki


kimselere kurtuluş yolu gösterdiklerini, kendilerinin ise Hinayanacılar kadar akıl,hikmet
ve irfana yer vermekle birlikte onlardan daha fazla sevgi,şefkat üzerinde durduklarını
açıklarlar.2

Bu mezhebin bir diğer özelliği de “Bodhisattava” (Buddha adayı) kavramına getirdikleri


önem ve genişliklerdir. Onlara göre bütün inananlar hatta nefse sahip bütün varlıklar
dahi Buddha olabilir, aydınlanmaya erişebilir. İnsan hayatının en büyük gayesi ve ideali
bu olmalıydı. Mahayana Mezhebine göre fert yalnızca kendiliğinden Nirvana’ya
ulaşmak zorunda değildir. Fakat Buddha olmak zorundadır.3

Hinayanistler Buddha’yı tanrılaştırmazken, bunun aksine Mahayanistler Buddha’yı her


ne kadar bir Tanrı olarak ilan etmişlerse de onu Tanrının bütün sıfatlarına malik olan,
sonsuz ve her şeyi kapsayan,hikmet ve bilgiyi temsil eden bir şahsiyet olarak kabul
etmişlerdir.

Bu mezhep, kimi Budistlerin Hinayana öğretilerini şekilde eksik, uygulama da yetersiz


görmelerinin neticesinde eski Hinayana yazı ve metinlerini derinden incelemeleri
neticesinde ortaya çıkmıştır. “Mahayana, Hinayana Mezhebi’ne göre daha az ferdiyetçi

1-Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999, s. 131


2-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi,Ankara 1997, s. 169
3-Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara, 1966, s. 156
41

ve daha çok toplumcudur.”4 Daha öncede belirtmiş olduğumuz gibi bu mezhepte her
Budist Buddha olmak zorundadır, ancak fert olarak kendiliğinden Nirvana’ya ulaşmak
zorunda değildir.

Budizm’de Dharma denilen doktrinler, Budizm’in dünyanın farklı bölgelerine


yayılmaya başlamasıyla birlikte zorunlu olarak dinsel ve esrarlı bir karakter almaya
başlamıştır. Bu nedenle de entelektüel yapısını kaybetmiştir. Çok fazla zıt kültürel
faaliyet ve değişikliklerden etkilenerek insanlar arasında yayılan Mahayana
Mezhebi’nin temel hedefi de sadece kendi yasası için kutsal olmayı başarmış bir ermiş
değil, Nirvana’nın eşiğine kadar ulaşıp Nirvana’ya geçemeyen, arkada kalanları
kurtarmak için arkasına dönen kişidir.5

Öğreti ve doktrin alanında yeni bir biçimde insanların karşısına çıkan Mahayana
Budizm’i, Çin, Kore ve Japonya’da daha fazla yayılma imkanı bulmuştur. Mahayana
Mezhebi’nin, yan mezhepleri ise Husso, Sanron, Kegon, Tendai, Shingon ve
Nichiren’dir.

“Ne zaman doğduğu tam olarak bilinemeyen bu mezhebin, geniş edebiyatına gelince,
hayalle dolu hikaye ve lejondlarda, Buddha’nın hayatından bahsederek kerametlerini
anlatmaktadır; hemen hemen bütün din kurucularında olduğu gibi Buddha’nın da bir kız
tarafından doğrulduğu, doğuşunun en harikulade olaylarla vuku bulduğu
anlatılmaktadır.”6

Mahayana Mezhebi’nde büyük miktarda mevcut olan Buddha ve Bodisattava’lar,


çoğunlukla Tanrı haline getirmişlerdir. Gautama Siddhartha yirmi beşinci Buddha
sayılmaktadır ve tarih boyunca bu dünyada tecelli eden her Buddha’nı birer ruhani
Buddha’sı ve onun Bodisattava’sı vardır.

4-Hayrettin Şahin, Japon Budizmi, Y.Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1990,
s. 56
5-Mehmet Taplamacıoğlu, age, s. 156
6-Annamaria Schimmel,age, s. 131
42

VI- BUDİZM’İN YAYILIŞI

Buddha’nın telkinleriyle bir inanç sistemi haline gelen Budizm, yayılmak ve gelişmek
için kendisine has bir yol tutmuştur. Budist bir kimse, sekiz dilimli yoldan yürürse
huzura erer ve Nirvana’ya ulaşır prensibini ortaya koyan Buddha, adeta bir ihtilal
yapmıştır.

Buddha ilahlara, kahinlere, dua ve ibadetlere yer vermeyerek Brahmanizm’i tamamen


reddediyor onun ilke ve inançlarını kabul etmiyordu. Bunun neticesinde hayatın
emniyetsizliğinden kurtulmak için yeni bir inanç sistemi getirmiştir. Temel
amaçlarından birisi de Brahmanizm’in getirdiği kast sistemini ortadan kaldırmaktı.
Çünkü Buddha’ya göre insanlar arasında ayrım olmayıp yüksek ve alçak insan yoktu.
İnsanlar hareketlerine ve davranışlarına göre mukayese edilmeliydi. Bu sebeple
Buddha, sosyal ahlaka değer vererek, ferdiyetçiliğe karşı çıkmış ve yardımlaşmayı
tavsiye etmiştir.1

Buddha “Putperestlik ve kötülüğe karşı mücadele eden, cazibesini halka karşı


gösterdiği demokratik saygıdan alan bir şahsiyetti.”2 Onun ölümü Budizm için, çok
önemli bir dönüm noktası olmuştur. Buddha sağlığında iken inandığı hakikatlerini
kendisi yaymış, rahiplerine de kendisinden sonra yaymalarını emretmiştir.Buddha’nın
ölümü üzerine, rahipleri onun öğretilerini yaymaya başlamıştır. Ancak bu saatten sonra
Budizm’de köklü değişiklikler yaşanmaya başlamıştır. 3 Buddha’nın kendisinin hiç
önem vermediği ve üzerinde durmadığı ilahlık makamı farklı bir bünyeye bürünmüştür.
Bizzat Buddha’nın kendisi ilahlığa yükseltilmiştir. Bu ilah fikrini esas alan
Mahayana Mezhebi ortaya çıkınca, artık Budizm Buddha’nın yolundan
ayrılmıştır. Mahayana Mezhebi ile birlikte “Brahmanizm’de Buddha’yı
isyana sürükleyen ne varsa, onun adına izafe olunmuş ve Budizm’e karışmıştır.”4 Bunun
akabinde Budizm, putlarla süslendikten ve çeşit çeşit hikayelerle renklendirildikten
sonra yayılmasına hızla devam etmiştir. Burada şu hususu da belirtmeliyiz: Mahayana
Mezhebi’nin Buddha’yı ilah ilan etmesine karşılık, Hinayana Mezhebi mensupları

1-Ö. Rıza Doğrul, Yeryüzünde Dinler Tarihi, İstanbul 1947, s. 124-131


2-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir yaşama sanatı, İstanbul 1995, s. 14
3-Abdullah Masdusi, Yaşayan Dünya Dinleri, Ankara 1995, s. 138
4-İlhan Güngören, Buda ve öğretisi,İstanbul 1994, s. 174
43

Buddha’yı normal bir insan, bir rehber olarak kabul etmişlerdir.

MÖ 264’te Hindistan imparatoru olan Aşoka, kendisini Budizm’in yayılmasına


adamıştır. Fethettiği bölgelere bizzat kendisi giderek, civar ülkelere de misyonerlerini
göndererek Budizm’i büyük bir coğrafyaya hakim duruma getirmiştir. Aşoka taş
sütunlar diktirip, üzerine Budizm’le ilgili metinler yazdırmak suretiyle bir takım
bilgilerin bu günlere kadar gelmesini de sağlamıştır.5 Aşoka’dan sonra gelen Maurya
kralları zamanında, Budist İmparatorluğu önce duraklama sonra da küçük prensliklere
bölünme sürecine girmiştir.6

Buddha bir ahlak sistemi kurmuş ve bu şekliyle inançlarını yaymıştır. Fakat onun
öğrencileri ahlak öğretilerinin yerine ayinler ihdas ederek, bunlarla meşgul olmuşlardır.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki: Budizm her aşamada aklı kullanarak gelişmiştir.7
Buddha’nın öğrencilerine göre ilah Buddha’ya itaat etmek insanın kendisini kurtarması
için yeterliydi. Nirvana’ya ulaşmak da putların ayaklarını öpmek sayesinde
kazanılıyordu. Velhasıl, Budizm yayıldıkça değişiyor 8 ve farklı bölgelere yayıldıkça
esas özünden daha fazla ödün veriyordu.

Yayılma esnasında Budizm büyük değişikliklere uğramış, başka inançlardan etkilenmiş


ve mahalli kültürlerle uzaklaşarak amacına ulaşmış nihayetinde de “bir dinden ziyade,
bir dinler ailesine dönüşmüştür.”9 “Seylan,Burma, Siyam, Moğolistan ve Japon
Budilikleri arasında o kadar büyük fark vardır ki bunların her birini müstakil
addetmek derecesine kadar varmak mümkündür.”10

Budizm, Çin’de Taoizm’in Japonya’da Şintoizm’in, Hindistan’da ise Hinduizm’in etkisi


altında kalarak, orjinalliğini belli bir süreçten sonra devam ettirememiştir.

5-Walter Ruben, Budizm Tarihi, Ankara 1947, s. 8; Kemal Çağdaş, “Reformcu Yönleriyle
Buddha ve Aşoka”, Doğu Dilleri Dergisi, Ankara 1967
6-Walter Ruben, Eski Hint Tarihi( Çev: Ziya Şenbay ), I. cilt, Ankara 1947, s.192
7-Korhan Kaya, Budistlerin Kutsal Kitapları,Ankara 1999, s. 31
8-Ö. Rıza Doğrul, age, s.124-131
9-Abdullah Masdusi, Yaşayan Dünya Dinleri,İstanbul 1981, s.129
10-Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya 1995, s. 335
44

VII- HİNDİSTAN DIŞINDA BUDİZM

Budizm, Hindistan da ortaya çıkmış ancak Hindistan la sınırlı kalmayıp dünyanın bir
çok ülkelere yayılarak evrensel bir niteliğe bürünmüştür. Budizm’in Hindistan dışında
yayılması ise Budist mezheplerinin ortaya çıkmasından sonra meydana gelmiştir.
“Mahayana Mezhebi, Çin’e Çen-Yen, Japonya’ya ise Shingon adlarıyla intikal
etmiştir.” 11 O sıralarda Budizm , misyoner keşişleri sayesinde Hint yarım adasının
batısında ve Deken’de de yayılmaktadır. Budizm’in Seylan’a girişi ise Kral Aşoka
zamanında gerçekleşmiştir. Tayland ve Burma’ya geçişi ise Mahayana şeklinde vuku
bulurken daha sonraları Seylan’dan gelen Therava’da Budizm’i buralara hakim
olmuştur.

On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda ise Therava’da Budizm’i Seylan ve


Tayland’dan Kamboçya ve Laos’a yayılırken Mahayana Budizm’i de Çin’den
Vietnam’a geçmiştir. Bütün bu ülkelerde ve diğerlerinde “Budizm tarihi, coğrafi,
milli ve mahalli şartlara göre şekillendiği gibi iki önemli Budist Mezhebi elemanlarının
da yer yer kaynaştığını görmekteyiz.”12

Bu gün itibariyle Seylan’ın yüzde atmışı, Tayland, Burma, Laos ve Kamboçya’nın


yüzde doksanı hala Budist’tir. Pali diline dayanan Budizm ile ilgili bilgiler XIX.
yüzyılda Avrupa ve Amerika’ya kadar yayılmıştır. Böylece başta İngiltere olmak üzere
Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, Buddha’nın hayatı ve doktrinine ilgi
hayli artmıştır. Bu gün bu ülkelerde doğudan gelme keşişlerle birlikte, keşiş olmayan
Budist’lerin sayısı da hayli fazladır. Günümüzde Hindistan’da, aydınlar arasında
Hinduizm’den memnuniyetsizlik sonucu bu eski mirasa dönenler olduğu gibi, kast dışı
kimselerden Budizm’e girmiş ayrı bir topluluk da bulunmaktadır.13

Günümüzde ise Budist mensupları başta Hindistan olmak üzere Çin, Mançurya,
Moğolistan, Seylan,Tayland, Burma, Kamboçya, Laos, Doğu Bengal, Vietnam, Bhutan,
Birmanya, Singapur, Malezya, Tibet, Kore ve Japonya olmak üzere bir çok ülkede yer
almaktadırlar.Ancak Budizm, bu ülkelerde bir takım değişiklikler geçirmiş ve neredeyse

11-Mircea Eliade, Dinler Tarihi Sözlüğü, İstanbul 1997, s. 60


12-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 172
13-P.T.Raju, Wing-tsit Chen, Joseph M. Kitagova, Asya Dinleri, Hazırlayan: İsmail R. Faruki,
İstanbul 2002, s. 353
45

başlangıçtaki Buddha’nın doktrinlerinden çok farklı bir anlayış içine girmiştir. Şimdi
Budizm’in Hindistan dışındaki ülkelere nasıl girdiğini ve ne şekilde bir gelişme
gösterdiğinin üzerinde duralım.

A) ÇİN BUDİZMİ

Çin’de hakim olan üç dinden birisi de Budizm’dir. Budizm’in Çin’e ne zaman girdiği
kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar Budizm’in Çin’e girişini Çin
kaynaklarına dayanarak MÖ 69 yılına dayandırırken,14 bazı araştırmacılar ise
Budizm’in Çin’deki geçmişini en azından MÖ iki bin yılına kadar geri götürmektedir.15
“Bu tarihten daha önce Çin’in Budizm’le ilgisi olmuşsa bile bu ilgiden geriye kalan
belirgin bir iz yoktur.”16 “Budizm’in Çin’de resmi olarak tanınması ise imparator
Mingati devrinde ve miladi atmış bir tarihinde vuku bulmuştur .”17

Çin, Tibet ve Japon Budizmi’nin her birinin kendisine mahsus özellikleri vardır.
Bununla birlikte üçünün de en bariz özelliği Mahayanist olmalarıdır.18

Birinci yüzyıldan itibaren Budizm, Asya ipek Yolu boyunca Çin’e kadar uzanmıştır.
Han Hanedanının yıkılması sonucu Kuzey Çini işgal eden Çinli olmayan halklara 300
senelik hakimiyetleri sırasında Mahayanacı keşişler siyasi ve askeri işlerde danışmanlık
yapmışlar, sihirbazlıkla da büyük şöhret kazanmışlardır. Budist vaizler, özellikle Tu-
teng zamanında hemen hemen bütün kuzey çini Budist yapmayı başarmışlardır. Ancak
şunu da unutmamak gerekir:Budizm Çin’e Orta Asya’dan girdiğinde 19 iyice eskimiş,
kendi içinde bir takım değişikliklere uğramıştır. “Mahayana metinlerinin çevirisi ise,
Kuşan’dan gelen Yüe-ci Lokarakşa’yla birlikte başlamıştır.”20

14-C.P.Fitzgerald, A. Cosize, History Of East Asia, Penguin Books, 1974, P.64


15- Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 172
16-D.T. Suzuki, On İndian Mahayana Buddhism, New York 1968, P.33
17- M. Şemsettin Günaltay, Tarihi Edyan, Tarihsiz, s. 300-301
18-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 19
19-Bahattin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, III. cilt, Ankara 1991, s. 60
20-D.T.Suzuki, On İndian Mahayana Buddhism, New York 1968, P.33
46

“Budizm’in Çin’de geniş bir şekilde yayılması, Buddha’nın doğrudan doğruya


uyanıklığı elde etmek için meditasyon özel tekniklerini öğreten Chan (Japonya’da Zen;
Sanskitçe’de Dhyana, meditasyon ) ekolü tarafından gerçekleştirilmiştir.”21 Tien Tai
ekolü, Çin’deki Tien Tai dağındaki manastırlarda ortaya çıkmış, IV. Yüzyılda Kore’nin
güneyinde tutunmuş ve IX . yüzyılın ortalarında da japonya’da Tendai adıyla varlığını
sürdürmüştür. Temiz ülke ekolü ise, muhtemelen bir Mahayana topluluğudur. Bu
ekolün temel felsefesi, kişiye sonsuz inayet, güç, fazilet verebilecek olan Buddha ve
Bodisadvalan döndürerek onların yardımını kazanmaktadır. Huan yan ekolüne gelince,
bu ekol Cihanşumul tezahürlerin temeli olan sürekli bir zihni telkin eder.

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki, “Çin’deki Budist rahiplerin en aşağı sınıftan oldukları
cihetle, cahil, son derece pis ve bayağı adamlar olmaları Çin’de Budizm’in yayılmasını
etkilemiştir.”22

B) JAPON BUDİZMİ

Günümüzde entelektüel olarak en yaratıcı Budizm, şüphesiz Japon Budizmi’dir.


“Budizm, Japonya’ya VI. Yüzyılın ikinci yarısında girmiş ancak başlangıçta başarısız
olmuştur.”23 Daha sonraları ise Budizm, getirmiş olduğu yeni manevi disiplin ve
yetiştirme sistemleri ile teşkilatlı rahip teşekkülleriyle Japon halkının hayatında başlıca
dini güç haline gelmiştir. Bu ekol, bir halk dini olarak dünyevi çıkarlar için büyüsel ve
tabiat üstü yardım iddiasında bulunmuştur. Bunun için Doğu Asya Buddha’nın yoluna
çok şey borçludur.”24

Budist Jodo ve Shingon mezhepleri Japonya’da doğmuştur. Bunlardan Jodo, Honen


tarafından ortaya çıkarılmış, Shinram tarafından da geliştirilmiştir. Jodo, Çinlilerin
temiz ülke ekolülün karşılığıdır ve bu ekole göre Buddha; ezeli nur hikmet ve sevgi
sahibidir. Jodonun Japonya’da dört faklı kolu vardır. Bunlar: Sihinshu, Jodo,
Yuzunembutsu ve ji’dir.

21-Mircea Eliade, age, s. 64


22-M.Şemsettin Günaltay, age, s.65
23-Eugene Herrigel, Zen Budizm Yolu( Çeviren: Sedat Ümran ), İstanbul 1995, s. 9
24-Mircea Eliade, age, s. 65
47

Japonya’daki bir başka Budist mezhebi ise Tendaidir.Tendai’yi Japonya’da kuran


Dengyo Daishi’dir. Tendai mezhebine göre bütün sırlar fazilettir ve bir kimse kendi
şuurunda Buddha’lığı gerçekleştirebilir. Japonya da Tendai ile birlikte Shingon
mezhebi de inanç ve felsefi düşüncenin itici gücü olmuştur. Shingon, Çin’e yolculuk
yapan ve Keşmirli bir Hintliden eğitim alan Kukai tarafından sistematize edilmiştir.
Shingon ikonografisi Japon dini sanatında çok önemli bir yere sahiptir.

Sonunda Çin’de “Chan” diye bilinen, Japonya’da Zen adını alan Budizm’in bir ekolü,
Budist ekoller içerisinde patladı ve sadece Japonya’da kalmayıp bütün dünyaya
yayılmıştır. Zen Budizm, kutsal metinlere, söz ve kavramlara, omlara dayanan
yorumlara değil, Budizm’in esas özünü ve ruhunu aksettirdiğini iddia ettiği kendi
telkinatına önem verir. Bu çok önemli ve etkili mezhep, bir iç tecrübeyi geliştirme
yoluyla hakikatin doğrudan ve mistik olarak kazanılmasına dayanır. Zen Budizm’in
Japonya’daki kollarına gelince, bunlar Soto, Rinzai ve Obaku’dur.

Japon Budizmi’ndeki inanç esasları, genel Budizm’deki inanç ve ibadet esasları ile
benzerlik gösterir. Zira Japonya’da yayılan Budizm, temelde Budizm’in iki ana
mezhebinden biri olan Mahayana Mezhebi’ne dayanır. Japon Budizmi’nin kendi
mezhepleri ise temel konularda genel Budizm ile aynı iken, teferruatta farklılık
göstermektedir.

C) SEYLAN BUDİZMİ

Kral Aşoka zamanında, Seylan kralının Budizm’i kabul etmesiyle birlikte, Budizm
Seylan’a girmiştir. Seylan’ın başkenti Anuradhapura’da bir “vihara” (manastır) açılmış
ve böylece Budizm Seylan’a iyice yerleşmiştir.

Seylan Theravada geleneğinin en önemli iki eseri, Buddhaghosa’nın Tripitaka üzerine


yayılmış Sinhalese şerhlerini Pali dilinde yeniden kaleme aldığı eser ile yine
Buddhaghosa’nın Budist telkinatının geniş bir özetini yaptığı eserdir. Seylan’da
Budizm’in gelişinden 1815’teki İngiliz işgaline kadar olan devrede ülkeyi idare
edeninde Budist olması irtenmiştir. Miladın ilk yüzyılında yaşamış bir Seylan kralının
Mahavira’ya değilde, münferit keşişlere hediye vermesi ise Abhayagini mezhebini
doğurmuştur.
48

Bu mezhep etkilerin ocağı olmuştur. Mahavira’nın keşişleri ise Thravada


gelenekçiliğinin koruyucu bekçileri olarak, Abhayagini doğmadan önce, Tripitaka’yı I.
Yüzyılda yazılı hale getirmişlerdir. Bunun üzerine Abhayagini mensupları, hem
Thravada hem de Mahayana telkinatını inceleyerek dışa açık bir yıl tutmuşlardır.
Daha sonra bir üçüncü mezhep, Jetoana da bir önceki mezhebin yolunu tutmuştur.
Sonraki yüzyıllarda bu üç mezhep Seylan’daki Sangha’nın temelini oluşturmuştur.
Bu yüzyıllarda Güney Hindistan ve Hindu etkisi giderek artmış ve hatta Hindu Tanrıları
Şiva ve Vişnu için tapınaklar yapılmıştır. Bununla birlikte XI. yüzyıldaki milli uyanış
sonucu Budizm yeniden güç kazanmış ve Thravada gelenekçiliği altında mezhepler
birleştirilmiştir.25

Seylan’da halk, keşişlerin yaşadığı viharaları kutsal ziyaret yeri olarak görürler. İlk
viharalar içinde bir yadigarın gömülü olduğu dagabalar (pagoda) ve bir de “Bo
Ağacı”ndan oluşan bir büyündür. Anuradhapura’daki bu Bo Ağacı’nın Buddha’nın
altında ilhama kavuştuğu Gaya’daki ağaçtan kesildiği ve Mahinda’nın kız kardeşi
tarafından Seylan’a getirildiği iddia edilmektedir. IV. yüzyıldan bu yana, Buddha’nın
heykelleri ve Bo Ağacı, viharaların değişmez aksesuarları arasındadır. Daha sonra XII.
yüzyıldan itibaren “Devalaya” denilen Hint Tanrılarının putları da viharalarda yer
almaya başlamıştır.

Seylan’da Budizm’in gelişip, etkili olmaya başlamasıyla birlikte 1947’den bu yana milli
bir kalkınma devam edip günümüze kadar gelmiştir. Hatta Seylan’da iki Budist
üniversitesi dahi kurulmuştur. Seylan Budizmi hakkında bilinmesi gereken bir diğer
husus ise, Seylan Budizmi’nin eski Budizm’in en önemli merkezlerinden biri
olduğudur.
D)BURMA BUDİZMİ
Budizm Burma’ya III. yüzyıldan itibaren girmiştir. Burma’da önce Sarvastiva’da
Sanskritçe’ye dayanan Budizm varken, daha sonra Pali Budizmi’de kendisini
göstermeye başlamıştır. Çin’li seyyahların kayıtları, VII. yüzyıldan itibaren hem
Thravada hem de Sarvastivada mensuplarının Burma’da bulunduğunun ortaya Budizm
tantrik bir yapıya ulaşmış ve neticede Yukarı Burma’da XI. yüzyıllarda Budizm’in
bozulmuş bir şekli hakim olmuştur.

25-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 177


49

VIII-IX. yüzyıllarda aşağı Burma’da Kuzeydoğu Hindistan’daki Bengal’den gelen


Mahayana Budizmi’nin bulunduğu görülmektedir. Çok geçmeden bu Thravada Budizmi
ile yerli, mahalli inançların zaman içinde karışımı ise Burma Budizmi’ni oluşturmuştur.
Burma Budizmi, Güneydoğu Asya ve diğer bölgelerde olduğu gibi, manastır hayatına
girenler ve girmeyenlerden oluşmuş iki veche arz eder. Burma’da Thravada dışında, az
sayıda tecrit edilmiş Mahayana manastırı da mevcuttur. Mahayana mensupları,
kuzeydeki dağlık bölge ve Doğu Burma Shen eyaletlerinde yaşayan mahalli Gurka ve
Rangoon’daki Çin topluluğudur.

Burma’da manastırlar halkın moral ve eğitim işlerinde yardımcı olmaktadır. Krallar


tarafından yaptırılan pagodalar (tapınaklar) ise dikkat çeken ibadethaneler arasındadır.
Bir çok şehir ve kasabalarda keşiş olmayanlarda manastırlara bağlıdırlar. Halk
tarafından hibe edilmiş, altın yapraklarla kaplı Rangoon Dagon Pagodası
Mandalaydakiler gibi ziyaret yeri kabul edilir ve şenliklerde bütün Budistler tarafından
toplanır.

E) TAYLAND BUDiZMi

Tayland’da Budizm’in tarihçesi VI. yüzyıla dayanmaktadır. Tayland halkının yüzde


doksan dördü Budist’tir. Tayland Budizmi, diğer Güneydoğu Asya ülkeleri gibi
Thravada mezhebine dahildir.

Tayland’ın güneyinde, önceleri Hinayana Mezhebi hakimdi. VIII-XIII. yüzyıllar


arasında etkin olan Hinayana Mezhebi, XI-XIV. yüzyıllarda Kimmerler’in ülkeyi ele
geçirmesi sonucu Hindu geleneğine yenik düşmüştür. XIV. yüzyılda Tayland’ın milli
tarihi başlamış ve bu yüzyılda Seylan’a giden Siyam’lı keşişler, dönüşlerinde
Tayland’da kaldılar ve oradaki yeni Budist gelişmeleri yaydılar. Bundan sonra ise
Tayland’da Thravada Budizmi hakim olmuştur.

1851’de tahta çıkıp on yedi yıl hüküm süren Mongkut, Sangha teşkilatı ile ilgili
yenilikler yapmış ve modern Tayland’ın temellerini atmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan
bu yana Tayland’ın şehir bölgelerinde Batı etkisi kendisini göstermekteyse de şehir dışı
bölgelerde Budizm kültür, inanç ve gelenekleri de ağırlığını hissettirmektedir.
50

III. BÖLÜM

A) NİRVANA KAVRAMI
51

I- NİRVANA’NIN LÜGAT VE TERİM ANLAMI

“Nirvana kelimesinin kökü olarak “nibbati” fiili kabul edilir. Bu fiil ise üfleyerek
serinletmeyi ifade eder. İlk Budist geleneğinde bu kelime “serinlemiş”, “arzu ve
ihtirasların, kötülüklerin ateşinden kurtulmuş, sakinleşmiş ideal adam” olmayı dile
getirmekteydi. Böyle bir insan, aydınlanmaya kavuşmuş, Nirvana’ya ermiş olarak
nitelendiriliyordu.”1

Nirvana, sözlük anlamı olarak “yok olmak yada ateşin sönmesi” anlamına gelir.2
Buddha vaazında “Her şey yakıcı, yok edici bir ateştir. Peki bu yakıcı, yok edici ateş
nereden geliyor? Kardeşlerim bunu size söyleyelim. Bu ateş, istek ve tutku ateşidir; bu
ateş öfke ve nefret ateşidir; bu ateş görünümün yanıltıcı çekiciliğine kapılmaktan gelen
ateştir” demiştir.3 Doğum, ölüm, hastalık, ızdırap, göz yaşı, tedirginlik, umutsuzluk, işte
bunların hepsi bu ateşi beslemektedir.

Şinasi Gündüz ise Nirvana’yı “Budizm’e göre aydınlanmış ruhun tekrar tekrar vücut
bulma kısır döngüsünden kurtulması, buna son vermesi” olarak tanımlamıştır.4

Nirvana (Nibbana) Pali metinlerinde ise durgunluk, dinginlik, huzur, arınmışlık ve


ölümsüzlük şeklinde nitelendirilmektedir. Bazı batılı bilginler Nirvana’yı yok olma
şeklinde anlamışlarsa da bu doğru değildir.5 Buddha, insanın duygu ve arzularını bir
ateşe benzetmiş, Nirvana’yı da bu ateşin sönmesi şeklinde açıklamıştır.

Orhan Hançerlioğlu, Nirvana’nın Satskritçe’de acıdan kaçma anlamına geldiğini ifade


eder.6 Bir başka açıdan ise Nirvana, “arzunun yok olması, doğru yoldan çıkışın yok
olmasıdır.”7 Bu dört kutsal gerçeğin cahili olmanın artık sona ermesidir.

Buna göre Nirvana bireysel arzunun yok oluşu, ayrılma parçası olan acının sönmesidir.8
Fakat bireysel varlığın yok olması acaba tüm varlığın yok olması, salt yokluk mu

1-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 194


2-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm,Hazırlayan: Lütfü Bozkurt, İstanbul 2000, s. 139
3-İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1981, s. 117
4-Şinasi Gündüz, Din ve İnançlar Sözlüğü, Konya 1995, s. 286
5-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 194
6-Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü, İstanbul 1993, s. 367
7-Felicien Challeaye,Dinler Tarihi (Çeviren:Semih Tiryakioğlu), İstanbul 2002, s. 73
8-Ananda Coomaraswamy, Hinduizm ve Budizm, İstanbul 2000, s. 99
52

demektir? Yoksa, tersi olarak, bizim bireysel varlığından çok farklı olduğu için
kendisinden ancak olumsuz terimler söz edebileceğimiz bir varlık; her bireyselliğin
sınırlarını Mutlak’ın içinde silindikleri üstün bir varlık mı demektir. Bu önemli soru
çeşitli Budist okullar ve Budizm’in çeşitli kuralcıları tarafından çeşitli tarzlarda
çözülmüştür.

Osman Cilacı ise Nirvana kelimesinin Sanskritçe, acıdan kaçma anlamına geldiğini
ifade etmekle birlikte “Budizm’de ruhun bir bedenden diğerine geçmek suretiyle onu
türlü yaratıklar halinde yaşamaktan kurtaran en yüksek mertebe olan Nirvana, yok olma
değil, ruh göçüne son verme” anlamına gelir demektedir.9

Nirvana kavramı bundan yaklaşık 25 asır önce Kuzey Hindistan’da Siddhartha Gautama
tarafından ortaya konulmuştur. “Sanskritçe bir kelime olan Nirvana, temel olarak Budist
yaşam yolunun kutsal amacı olarak anlaşılmıştır. Bu kelime İngilizce “enlightenment”
(aydınlanma) teriminin yerine kullanılmıştır.”10 Annamaria Schimmel ise Nirvana’nın
kelimelerle ifade edilemeyeceğini, akıl ile erişilemeyeceğini, bunun için de aklın
Nirvana’yı bir yokluk olarak algıladığını savunmaktadır.11

Budizm daimi bir gerçeklik olan Nirvana’nın varlığında ısrar eder. “Nirvana dini
gayelere uygun, sürekli bir varlık gibi anlayış huzuru demektir. Nirvana, hiddet, öfke,
hırs, istek ve arzu ateşinden uzak durmaktır.”12 “Gerçek saadette işte bu ızdıraplardan
nihai kurtuluşla, yalnız Nirvana’ya ulaşmakla olur.”13 Nirvana ölümsüzlük, ölmezlik,
kurtarma, serbestlik, saadet ve diğer taraftan istirahat ve sevgi kelimesiyle de eş
anlamlıdır.

Ayrıca “Nirvana terimi Vedalar ve Upanişadlar gibi eski dönemlere ait Hindu
metinlerinde geçmemekle birlikte Bhagavad Gita ve Mahabharata gibi metinlerde yer
alır. Buralarda Nirvana, Tanrısal alemle birlik içindeki kurtulmuş ruhların mekanı
anlamına gelir.”14

9- Osman Cilacı, Dinler ve İnançlar Terminolojisi, İstanbul 2001, s. 268


10-Thomas P. Kasulus, Nirvana, The Encylopedia of Religion, London 1987, V.X, P.448
11-Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999, s. 129
12-Budizm, Türk Ansiklopedisi, Ankara 1956, VIII. cilt, s. 301; Juan Mascora, Dhammapada
Gerçeğe giden Yol ( Çeviren: M. Ali Işım), İstanbul 1992, s. 77
13-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000, s. 189
14- Şinasi Gündüz, age, s. 26
53

Bir başka açıdan bakıldığında “Nirvana’ya ulaşmak acı ve ızdırabın yok edilmesidir, bir
mutluluk durumudur.”15 Nirvana mutluluğa, algılar ötesi, aşkın gerçeğe verilen ad
olarak da tanımlanır. Yine alevin, duygusal birikimlerin yok olması anlamını da içerir.16
Ayrıca Nirvana’nın bağımsızlık ve iç özgürlük sözcükleriyle de eş anlamlı kullanıldığı
yerlerde olmaktadır.

Buddha’nın baş şakirdi Sariputta Upatissa ise Nirvana’yı “istek ve tutkuların, kin ve
nefretin yok olması, yanılarak yolunu şaşırmışlıktan kurtulma” şeklinde tarif etmiştir.17
Kimilerine göre Nirvana, psikolojik bakımdan sevinçsiz ve ızdırapsız huzur, kozmoloji
bakımından insanın doğum silsilesinden kurtulmuş olması, metafizik bakımdan ise en
yüksek kıymet, yeni müsbet bir mahiyettir.18

“Erken Budist metinlerinde ise, Nirvana her şeyden önce, kederli insan problemlerinin
varlığına dair uygulamalı (pratik) bir çözüm yoluna benzetilmiştir.”19

Buddha’ya göre Nirvana, görültülü bir ummana benzeyen dünyanın gidişinde sakin bir
adadır. Ama onun sırrı, bütün mistikliğin arayıp bulduğu son hakikatın sırrı gibi
kelimelerle ifade edilemez, akıl ile erişemez; bunun için, akıl onu yalnız yokluk olarak
anlamaktadır. Nirvana ölümde değildir; bilakis, insan bu hayatta iken Nirvana’ya
kavuşabilir; maddi sıfatlarını ölümünden sonra büyük Nirvana’ya gideceği zaman
kaybeder. Fakat varlık arzusu kadar tehlikeli bir istek de ölüm arzusudur;ölüme susayan
bir insan Nirvana’ya ulaşamaz.20 Nirvana’ya ancak aklın bir safhası olan zihni ve
düşünce sistemi ile ulaşılabilir.21

Halka verilen vaazlarda ise “Nirvana altın göklü bir cennettir ki, içinde devimsi lötüs
çiçekleri vardır; burada insan her türlü acıdan sıyrılır, hoş bir müzik kulakları okşar, tatlı
bir ışık içinde güzel dansözler olan Apsaraları seyreden kimse, gözleriylede zevk
duyar.22

15-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 94


16-L.De La Vallee Poıssın, Nirvana,Encylopedia Religion and Ethics, London 1909, IX.cilt, s.
377
17- Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s.194;İlhan Güngören, age, s. 117
18- Annamaria Schimmel, age, s. 126
19-Thomas P. Kasulus, age, s.448
20-Annamaria Schimmel, age, s.126-127
21-Gerald L. Berry, Religions Of The World, New York 1958, s. 44
22-Felicien Challeaye, age, s.78
54

Budizm’de Nirvana, henüz dünyada iken kavuşulan bir yerdir. Oysa diğer dinler
insanlara öbür hayatta mesut ve bahtiyar geçirilen bir hayat vaad ederler.23 Bu nedenle
Budizm’de insanın kurtuluşu, diğer dinlerden farklı olarak ortaya çıkar. Çünkü insanın
kurtuluşu kendisine bağlıdır.24

“Nirvana’ya ulaşmak, murakebe ve kendini kontrol etmekle mümkündür. Bu


murakebenin dört derecesi vardır. Bunlar:

1-İnzivaya çekilmek
2-Dünyadan el etek çekmekten haz duymak
3-Bu hazdan sonra, sakin ve durgun bir zevk haline ermek
4-Ne sevinç ne de üzüntü duymadan, iyilik ve kötülükten uzaklaşmak;huzur ve
sükun içinde yaşamak.
Bunlardan dördüncü dereceye ulaşabilen kişi artık Nirvana’ya ulaşmıştır.”25
Nirvana, akıl için yokluk olduğundan dolayı, Buddha metafizik meselelerden hiç
bahsetmemiştir. Nirvana’ya kavuşmuş olan orada var mı, yok mu? Bu dünya ezeli ve
ebedi mi, muvakkat mı? diye soranlara cevap vermemiştir. Çünkü bu “meseleler, ne
murakebeyi icra etmek ve doğru yoldan yürümek için gereklidir, ne de kurtuluşa
yardımcı olur.”26

Buddha’nın mü’minleri, yalnız bu hayatın ötesinde, dünyanın sona erdiği yerde bu


saadete kavuşmayı beklememişlerdir. Bu hayatta Nirvana’ya varmanın saadetinden
istifade etmeyi ümit etmişlerdir. Pek çok metin, henüz yaşadığı esnada Nirvana’ya
ulaşmış bir çok şahsiyetin varlığından bahsetmektedir:

“Zevk ve arzuyu gidermiş, hikmet sahibi olan talebe, bu dünyadan itibaren ölümden
kurtulmuş, sükunet, ezeli ikametgah olan Nirvana’ya kavuşmuştur”.27

23-Walter Ruben, Budizm Tarihi, Ankara 1947, s. 107


24-Challes S. Braden, Buddhism, The Worlds Religions, New York 1954, P.119/34; Abdulkadir
Şeybe, Yaşayan Dünya Dinleri ve Mezhepleri (Çeviren:Osman Cilacı), İstanbul 1995, s. 111
25-Şaban Kuzgun, Dinler Tarihi Ders Notları, Kayseri 1983, s. 61; Annamaria Schimmel, age,
s. 129
26-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 194
27-Ömer Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1938, s. 299-300
55

Budist öğretisinin temelinde, ruhların çeşitli varlık şekillerinde yeniden vücut bulmaları
yer alır. Kötü amellerde bulunanların ruhların, ölümden sonra kötü karmalarıyla uzun
zaman cehennem azabı görürler ve daha sonra da yeryüzünde yeni bir vücutla doğarlar.
İyi amellerde bulunanlar ise, tanrılar aleminde ikamet etme mükafatını
kazanırlar. Kemalatlarına göre, gök tabakalarından birine giderler,bir müddet orada
yaşarlar. Bilge kişiler ise Tanrılar dünyasının zevkli hayatına da önem vermezler, çünkü
semavi varlıklarında bir gün gelip dünyanın ızdıraplı hayatına geri döneceklerini
bilirler.28 Tanrılarında saadet hayatları geçicidir. Gerçek saadet ise, ızdıraplardan nihai
kurtuluşla, Nirvana’ya ulaşmakla elde edilebilir.

Budizm’de insanın yönelmesi gereken amaç, arzunun yok edilmesidir. Bu inanç


sisteminde hiç bir çıkar gütmeyen insan, kendini doğum ve ölüm dünyasından sıyırır,
bencilliği ile birlikte bireyselliğini de yok eder ve o kimse artık Nirvana’ya erer. Zaten
“Nirvana bencillik ve bireysellikten kurtulmuş bir kimsenin oturduğu yer olarak
anlaşılmıştır.”29
Nirvana, “arzunun yok olması, hıncın yok olması, doğru yoldan çıkışın yok
olması”dır.30 Budizm’deki dört kutsal gerçeğin cahili olmanın artık sona ermesidir. Bir
başka ifadeyle Nirvana, bireysel varlığın yok oluşu ve bunun ayrılmaz parçası olan
acının sönmesidir.
Bir insan çıkar gütmediği için yüceldikçe, insanlığın çeşitli aşamalarında da daha çok
yükselir ve Buddha’nın haline daha çok yaklaşır. Yaşamaya olan susamışlığı iyice alt
ettiği zaman da kurtuluşa erer, Nirvana’ya ulaşır.31
Budizm’de sosyal düzeyi ne olursa olsun, her insan kurtuluşa kavuşabilir. Bununla
birlikte daha kanaatkar bir yaşayışı yeğleyen erkekler keşiş, kadınlar da rahibe
olabilirler. Keşişler bekar kalmak ve yoksul olmak zorundadırlar ama, sevince erişme
arzusundan vazgeçmiş oldukları için, yine de sevinç içinde yaşarlar. Nitekim günün
birinde tüm dünyalardaki bütün varlıklar ve en ufacık toz zerrecikleri bile Nirvana’ya
ulaşacaktır.32

28-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000, s. 189


29-Ömer Budda, age, s. 298
30-Felicien Challeaye, age, s. 74; Ömer Hilmi Budda, age, s. 300
31-İlhan Güngören, age, s.118; Felicien Challeaye, age, s. 76
32-Felicien Challeaye, age, s. 76
56

Budizm’in genel inancına göre ruh ölmez ve bedenden bedene geçer. Böylece
gerçekleşen ruh göçü,sürüp giden bir yaşam acısını simgeler. Daha açık bir ifadeyle acı
çeken ruh bedenden bedene geçmekle acıyı da sürdürmüş olmaktadır. Budizm’e göre bu
acının son bulması ancak aydınlanma ve eğitimle mümkündür. Aydınlanan ruh
Nirvana’ya geçebilir; eş deyişiyle artık ruh göçü son bulur, ruh da acı çekmekten
kurtularak rahata kavuşur.33 Bu anlamda Nirvana ruh göçünün son bulması demektir.
Orhan Hançerlioğlu Nirvana’nın Alman düşünür ve felsefenin kurucusu Schopenhaver
tarafından “dünyadan vazgeçme” anlamında kullanıldığını bildirir. 34 De La La Vallee
Poussın ise Nirvana’yı “doktrinel bir ifade ile saf kurtuluş ve basit (anlaşılır) bir yok
olma hali” olduğunu ifade eder.35

Buddha’nın öğretisinin tek amacı, Nirvana’ya götüren yolu bulmaktır.36 Kuşkusuz bu


yolu izleyen kimsenin tüm çalışmasının hedefi de, Nirvana’ya doğru yol almaktan başka
bir şey olamaz.

Nirvana’ya ulaşmak isteyen insan, zevk ve sefadan kaçınmalıdır. Fakat nefsini zorlama
ve çile zihniyetinden de kaçınmalıdır. Yani orta yolu takip etmek gereklidir. Budizm’e
göre insan; “ölmek için doğar, doğmak için ölür.” Yeniden doğum ve ölüm Nirvana’ya
kadar devam eder. Budizm’de Nirvana’ya ulaşanlar bütün sıkıntı ve felaketlerden
kurtulur. Bir daha da hayata ve onun kötülükleriyle sıkıntı ve eziyetlerine dönmez.
Nirvana’ya ulaşan, rahat bir hayata ve sükunete kavuşur. İnsanlığın felaketinin sebebi
cehalettir. İhtiyarlık, hastalık ve ölüm de bu sebeplerdendir. Cehaleti ve dolayısıyla
insanlığın felaketini ortadan kaldıracak olan tek şey ilimdir. Bu ilim talimi ilim değil,
nefsidir. Büyün ruh kuvvetleri bu ilim için hareket etmelidir. Bütün bunları
gerçekleştiren Nirvana’ya ulaşmış olur.37

Nirvana denilen şey, kişinin kurtuluşa ermesi, bu dünyada değil, öbür dünyada
beklediği bir mükafat olmayıp, bu hayatta iken ulaşılabilip kemalinden istifade
edilebilen bir saadettir. Bu kemale erenlerde sönmesi lazım olan istek, ihtiras, kin,
delalet, korkular ve ümitler sönmüştür.

33-Orhan Hançerlioğlu, age, s. 367


34-Orhan Hançerlioğlu, age, s. 367
35- De La La Vallee Poussın, The Religion and Ethics, London 1909, V.X, P.377
36-İlhan Güngören, age, s. 115
37 -Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan, İstanbul 1329, s. 329
57

Peki Nirvana hiçlik, yokluk demek midir? Dünyevi varlıktan kurtuluş varlığın
tamamıyla sonu demek midir? Kemale erişmiş olan kimse ölünce bu yokluğa, bu hiçliğe
mi girmiş oluyor?
Bu soruların cevabının bizzat Nirvana (sönme veya söndürme) kelimesinin kendisinde
verildiğini zannedenler mevcuttur. Hakikaten de Hint edebiyatında kurtuluşu yokluktan
ibaret gösteren bir çok metin bulunmaktadır. Bu metinlerden bazıları insanı, ilmi bir
surette başlayarak, onda devam eden bir şey olmadığını öğütlemişlerdir. Bir vaka olarak
“insan” Prusha, yahut “varlık” Sattua, ruh yahut şahıs atta yoktur. Bu gibi tabirler,
unsurların imtizacının basit adlarından başka bir şey değildir. Bunlar ölümle dağılırlar.38

Fakat Nirvana’yı yoklukla, hiçlikle birleştiren fikir, Budizm’in ilk ve asli


doktrinlerinden biri değildir. Budizm’i “yokluk dini” diye tasvir ederek onu her şeyin
künhü olarak olarak gösterilen bu vasıftan çıkarmaya çalışmak, Buddha ve ilk
müminlerinin görüşlerinden en esaslı olan şey hakkında aldanmaktan başka bir netice
vermez. Buddha böyle bir kurtuluş fikriyle hareket etmemiştir.

Nirvana sözcüğü batı dünyasında, henüz Budist metinlerinin batı dillerine ters düşecek
bir tarzda yorumlanmıştır. Batı, Nirvana’yı ölümden sonra gerçekleşecek ve sonsuza
kadar sürecek aşkın bir mutluluk durumu mu olduğu, yoksa şu varlığımızla ilgili her
şeyin ölümle yok olması anlamına mı geldiği konusunda çelişkili görüşler ortaya
koymuştur.39 Oysa Buddha’nın öğretisinde Nirvana, ölümden sonra değil, yaşarken,
burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. Nirvana şu anda
gerçekleştirilebilen bir mutluluk durumudur.40

Buddha bilgelik ağıcı altında tam ve anlaşılmaz aydınlanmaya eriştiği zaman, aynı
zamanda Nirvana’ya’da ulaşmıştı. Buddha eriştiği Nirvana’yı ise şöyle açıklamıştır:
“Nirvana’ya erişince onun doğmamış, oluşmamış, eşsiz, bozulmamış, tüm
bağımlılıktan arınmışlık olduğunu anladım. Bu eriştiğim durum gerçekten derin,
sezilmesi anlaşılması güç, dingin, yetkin, mantığın sırlarından taşan, çok ince, ancak
bilgelerce gerçekleştirilebilecek bir durum.”41

38-Ömer Budda,age, s. 101


39-İlhan Güngören, age, 117
40-De La La Vallee Poussın, The Encylopedia Religion and Ethics,London, 1909,V.X,P.377
41-S. Spencer, Mysticism in World Religion,London, 1963,77
58

Buddha bunları söylerken bu yaşantısının gizemlerini ayrıntılı olarak açıklamaktan çok,


bu hedefe nasıl varılacağını anlatmayı daha uygun gördüğü anlaşılmaktadır.

Nirvana’nın bulunabileceği belirli bir yer yoktur.42 Nirvana ne doğuda, ne batıda, ne


kuzeyde ne de güneyde, ne gökte nede yerdedir. Ama her kim ki, yaşamını doğru bir
çizgiye oturtabilir, kendini yanılgının kışkırttığı isteklerden, tutkulardan kurtulabilirse,43
akılcı bir çabayla ister Yunanistan’da, ister Çin’de, ister İskenderiye’de, isterse
Türkiye’de otursa Nirvana’yı bulabilir.

Bu ruhsal durumda insan kuşkusuz düşünce alanının da, dil olanaklarının da


yetişemeyeceği bir düzeye yücelmiş oluyor. Ancak Nirvana hayatı, normal yaşantıyı da
yok etmiyor. Nirvana’yı gerçekleştiren kimsenin bir yandan da günlük yaşantısını daha
da büyük bir beceriyle, her şeyi daha bir kolay yanından tutarak yürütmesine de engel
olmuyor. Nirvana’ya erişen kimsenin başkalarından tek farkı, özgür istencinin ürünü
olan eylemlerinde beğenilmek yada beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı
işlerde alkış beklemiyor, başarı yada kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık
yada yitimde fazla üzmüyor.44 Acı da çekiyor, korkuda duyuyor ama bütün bunlara
bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini biliyor.45

Nirvana , bir bakıma bütünden kopuk, ayrı bir yaratık olarak sürdüğümüz yaşamın
sonucudur. Bireysel varlığımızı bütün içinde eritip bütünle bütün olmak, benlikten
soyunmak, değişip duran koşulların, nedensellik bağlarının ürünü olan beni değişmez,
kalıcı bir şey sanmak yanılgısından kurtulmaktadır.46

Bir yoruma göre de Nirvana yalnızca yok olmak, sönmek anlamında değil, oluşum,
değişim ardındaki, nedenselliği etkisinin dışında temel gerçeğe erişmek
anlamındadır. Nedenselliğin egemen olduğu varoluş alanını algılıyoruz. Ya
nedenselliğin dışında olan nedir? sonsuzluk mu? yokluk mu? Bildiğimiz tek şey, orada
nedenselliğin geçerli olmadığıdır.

42-İlhan Güngören, age, s. 116; Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s.195
43-Ananda Coomaraswamy, Hinduizm ve Budizm, İstanbul 2000, s.96
44-İlhan Güngören, age, s.118
45-Walter Ruben, Buddhism Tarihi, Ankara 1947, s. 83
46-İlhan Güngören, age, s. 118
59

İlhan Güngören’in H. Oldenberg’in Le Bouddha isimli eserinden yaptığı alıntıda


Buddha diyor ki “Doğmamış, oluşmamış, biçim almamış, bileşmemiş bir şey var. O şey
olmasaydı doğmuş, oluşmuş, biçim almış, bileşmiş de olmayacaktı.”47 “(O zaman)
doğmuş, oluşmuş, biçim almış, bileşmiş için bir kurtuluş yolu da olmayacaktı.”48

“Bir görüşe göre doğmuş olanda, doğmamış olanda içinde bir şeyler saklıyor. O halde
Nirvana: görünümün, oluşumun, değişimin ardında görünmeden, oluşmadan,
değişmeden kalan temel gerçeğe verilen isim midir? Ancak bu görüş tüm Budist
okullarının benimsediği bir görüş değildir. Çünkü böyle bir yorum yokluğu, hiçliği bir
tözmüş gibi görme eğilimine yol açabilir. O zamanda Upanişatların Atman’ı yerine
yokluk, hiçlik konmuş olur. Böylelikle de yokluk, hiçlik yaşantıyla doğrulanamayacak
fizik ötesi bir insana dönüşebilir. Buddha’nın tözsüz evren öğretisiyle, tek gerçeğin
oluşumun sürekliliği olduğu ilkesiyle bu görüşün çelişebileceği düşünülebilir.”49

Konuyu toparlayacak olursak “Nirvana kelimesi, nihai bir sonuçtur ve halen yanmakta
olan kimselerin daha fazla üzerinde soru soramayacağı bir şeydir. Başka bir ifadeyle
yol, bir yandan pratik diğer yandan müşahedeye dayalı iki disiplin içermektedir.
Nirvana aynı zamanda ahlaki bir denge durumunu da içerir. Bu konuda Buddha “iyiye
ve kötüye bağlanmanın ötesine geçen, saf olup kendisine hiçbir tozun karışmadığı,
dingin olan kimseye ben gerçeke Brahman derim” ifadesini kullanmıştır.”50

The Encylopedia of Religion’da ise psikolojik ve ontolojik düşünceye göre Nirvana’nın


doğasının hakikatleri kapsadığını ve bu sebeple Budist tarihi boyunca bu iki düşüncenin
bir arada varolup birinin diğerini tamamlayarak, tek taraflı bir perspektifin ortaya çıkıp
çarpıtılmasını engellediğinden bahsedilmiştir.51

Buddha şöyle der: “Her şey, her varlık yakıcı bir ateştir. Göz yakıcı bir ateştir. Gözün
gördüğü her biçim, her nesne yakıcı bir ateştir. Görmekten doğan bir izlenimle,
duygularda yakıcı bir ateştir. Acaba bu yakıcı ateş nereden çıkıyor, nereden alevleniyor?
Bu ateş isteğin, hırsın, öfkenin, çekememezliğin ateşidir.”52

47- İlhan Güngören,age, s. 120


48- İlhan Güngören,age, s. 120
49- İlhan Güngören,age, s. 120
50-Ananda Coomaraswamy, age, s. 101-103
51-Thomas P. Kasulus, age, s. 454
52-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan:Lütfi Bozkurt, İstanbul 1995, s.137
60

İşte Buddha’nın konuşmalarında simge olarak sık sık kullandığı ateş kavramı Hint
kültüründe hayli önemli bir yer tutmaktadır. Buddha bu ateşi ızdırabın simgesi olarak
görmekte ve bu ızdıraba, bu ateşe bir çare bulma arayışına girerek neticede Nirvana’yı
yani aydınlanmayı keşfetmiştir. Her Budiste düşen görev de imkan ve şartlar ne olursa
olsun Nirvana’ya ulaşmak ve doğum ölüm silsilesinden kurtulmaktır.

Nirvana’nın içeriği ile ilgili olan şu dörtlükle Nirvana’dan kasdedilenin daha iyi
anlaşılacağı kanaatindeyim.

“Sağlık en büyük servettir.


Halinden hoşnut olma ise en büyük hazine
Kendine güven en büyük dosttur
En büyük mutluluksa NİRVANA.”53

53- Walter Ruben, age, s. 142-143


61

II- HİNAYANA MEZHEBİNİN NİRVANA ANLAYIŞI

Hinayana ve Mahayana mezhepleri Budizm’in temel hedefi olan Nirvana’yı farklı


şekillerde algılamışlardır.

Hinayana Mezhebi’ne göre Nirvana acı ve ızdırapların durdurulması demektir.1 Kişi


Nirvana’ya ulaştığı zaman arzu ve isteklerden kurtularak, onlardan vazgeçer. Bu
nedenle rahipler arzu ve isteklerden mahrumdurlar. Onlar ölümsüzlüğü, barışı ve
Nirvana’ya ulaşmayı gaye edinmişlerdir. Nirvana’da ise ölüm ve yaşlılık yoktur. Çünkü
Nirvana süreklidir. Nirvana kusursuz ve tükenmez bir gayretle, özel bir idrakle
ulaşılabilen bir mertebedir.

Bir başka ifadeyle kelime anlamı sönmek, dinmek anlamına gelen Nirvana, henüz bu
dünyada iken üç büyük yükten kin, hırs ve boş ümitlerden kurtulmayı ifade eder. Bunu
gerçekleştiren kutsal kimse ölümüyle, varlığını teşekkül ettiren sebeplerin bütün
çeşitlerini imha etmiş olur. Tekrar vücut bulma imkanlarını ortadan kaldırmış olur. Bu
durumda “Nirvana bir yokluk demektir”.2 Fakat bu izafi bir yokluktur, mutlak değildir.
Ona ulaşabilenler, ifadesi mümkün olmayan dünya üstü zevklere kavuşabilirler.3

Yine Hinayana mensuplarına göre Nirvana: varlık, ihtiyarlık, ölüm ve ızdıraplardan


kurtulmadır. Ancak Nirvana yok olma değil, yüce gerçeğin gerçekleşmesi, ihtirasın yok
olması, 4 acı ve ızdırapların durdurulmasıdır. 5

Hinayana Mezhebi’nde insan yalnız kendi kurtuluşu ile uğraşıp, ne kadar çabuk olursa
olsun Nirvana’ya erişmeye çalışmalıdır. Ona bu yolda yardım edecek kurtarıcı bir ilah
da yoktur.6 Bu düşüncesinden dolayı “Budizm’in bireysel mutluluğu gaye edinmesine
Hinayana, sosyal saadeti gaye edinmesine ise Mahayana denir.”7

1-Hayrettin Şahin, Japon Budizmi, Y. Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1990, s.
100
2-Şinasi Gündüz, Din ve İnançlar Sözlüğü, Konya 1995, s. 268
3-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000, s. 189
4-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 194
5-Buddha ve Buddhism, Colliers Encylopedia, Kanada 1974, V.IV, P.667
6-Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1965, s.133;Mehmet Taplamacıoğlu,
Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1966, s.156
7-Osman Cilacı, Dinler ve İnançlar Terminalojisi, İstanbul 2001, s. 67
62

Hinayana Budizm’inde Buddha denince, yalnızca tarihsel Buddha, yani Gaotama


Buddha’dan söz edildiği anlaşılır. Buddha’nın aydınlanma olayından önceki durumu
konu edilince de Bodhisattva sözcüğü kullanılır. Buddha’nın önerdiği yolu izleyerek
aydınlanmayı başarmış Nirvana’yı gerçekleştirmiş kimseleri tanımlamak için kullanılan
sözcükse Arhat’tır. 8

“Hinayana Budacılığına bağlı okullara göre “kurtuluşu” tarif etmek, açıklamak, belirli
kavramlarla yorumlamak imkansızdır. Hinayana Budacılara göre, mademki bütün
yaşam ve acılar geçici ve bir diğerinin meydana gelmesine neden olan olguların sürekli
yenilenmesinden oluşuyor, o halde kurtuluş da bu oluşumun durması demektir. Öyle ise
kurtuluşu yalnızca yeniden beden bulma bitimi biçiminde açıklamak gerekir diyorlardı.
Ancak Budacılığın bu ekolü kurtuluş için açık bir tanım bulamamış ve öğretisi olan
yeniden beden bulmanın bitimini yeterince açıklayamamıştır.”9

Sonuç itibariyle Hinayana, Budizm’in ilk şekillerine verilen isimdir.10 Hinayana


Mezhebi olayların geçiciliğine, hayatın ve yeniden doğmanın acı verdiğine, insanın
ancak Nirvana’ya erişerek kurtuluşa erişeceğine inanır.11 Bu fikirleri neticesinde de
Hinayana Mezhebi bazı farklarla Seylan, Kamboçya, Laos, Tayland ve Burma’da
ağırlık kazanmıştır.12

8-İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul,1994, s. 176


9-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan: Lütfi Bozkurt, İstanbul 2000, s. 144-
145
10-Andrea Bareau, “Hinayana Buddhism”, The Enyclopedia Of Religion, London
1987,V.II,P.444-457
11-“Buddizm”,Dinler Tarihi Ansiklopedisi, III. cilt, İstanbul, Tarihsiz, s.689
12-Francois Houang, Buddhism,İntroduction To The Great Religion, İndia 1964, P.57-66
63

III- MAHAYANA MEZHEBİNİN NİRVANA ANLAYIŞI

Sanskritçe acıdan kaçma anlamına gelen Nirvana, ruh göçünün son bulması anlamına da
gelmiştir.1 Budizm’de ruh göçü inancı gereği her Budist iyi veya kötü amellerinin
neticesinde yeniden dünyaya gelmekte ve daha önceki davranışlarının ve hayat
serüveninin karşılığını bir sonraki doğumunda almaktadır. İyi amellerde bulunanlar
Tanrılar aleminde ikamet etme mükafatını kazanırken, kötü amellerde bulunanların
ruhları, ölümden sonra kötü karmalarıyla uzun zaman cehennem azabı görürler. Bütün
bunlar gelip geçici şeylerdir. Gerçek saadet ise, ızdıraplardan kurtulmakla, yani
Nirvana’ya erişmekle mümkün olmaktadır.

Mahayana Mezhebi , Buddha’nın takip ettiği yolun yanında başka yollar bulmuş, başka
din ve doktrinlerden faydalanmakta bir mahsur görmemiştir.2 Bu hususu da göz önünde
bulundurmak şartıyla Mahayana Mezhebine göre Nirvana kurtuluş ve mükafattır, hiçlik
ve yok etme değildir.3 Bir başka ifadeyle Nirvana, dünyevi sıkıntı ve acıların insanı
etkileyemeyeceği bir ruh huzuru halidir.4 Nesne ile öznenin, benle evrenin yok olması,
yani katışıksız yokluk demektir.5

Yine Mahayana’ya göre Nirvana yok olma değildir, fakat o bir barış, mükemmellik
kazanma, hikmet kemaline ulaşma, sonsuz mutluluğa kavuşmadır.6

Mahayana Mezhebi Nirvana’yı bir lambanın sönüşüyle karşılaştırır ve Hinayana


Mezhebi’nin görüşünü kalitesiz bir Nirvana olarak vasıflandırır. Önemli olan
Bodhisattva’nın ulaştığı yüksek ve gerçek Nirvana’dır ki,bu hareketli bir durumdur. Bu
duruma yükselmiş kutsal kişi cehaletten, ızdıraplardan ve karmadan kurtulmuş olur;
bütün canlıların saadeti için çalışır.

1-Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü, İstanbul 1993, s. 367


2-Nakamura Hajima, Mahayana Buddhism, İntroduction The Great Religions, İndia 1964, P.57-
66
3-Buddha ve Buddhism, Colliers Encylopedia, Kanada 1994, V.5,P.667
4-Felicien Challeaye, Dinler Tarihi ( Çeviren:Semih Tiryakioğlu), İstanbul 2002, s. 77
5-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s.194
6-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000, s.189
64

Mahayana Mezhebi’ne mensup bir Budist’in amacı, büyük bir arabası olduğu için
tehlike anında bir çok arkadaşını da kurtarabilen bir insan nevinden, hemcinslerine de
kurtuluşa giden yolu göstermektir. Bundan dolayı Mahayana Mezhebi’nin ülküsü;
ilhama kavuşup, Nirvana’ya varmış Buddha değil, mahlukatın saadetini kendi
kurtuluşuna tercih eden Bodisattva (yani Buddha namzedi), mümkün olduğu derecede
insanlara kurtuluş yoluna kılavuzlukla uğraşıp bütün insanlara da sevgi, saadet ve
bahtiyarlık verip Nirvana’nın mesut sükunetine erişmekten vazgeçendir.7 Bir başka
ifadeyle Bodisattva, kalabalığı kurtarmak için ebedi huzurunu feda eden bir uludur.8

Mahayana’da dinin sırrı: eski Budizm’in ülküsünü teşkil eden “Buddha yolundan
yürüyerek Nirvana’ya uğramak” prensibi değil, insanın Buddha’ya inanması, ona teslim
olması, onun ezeli ahdine güvenmesidir. O zaman kader dinin merkezini teşkil eden
Dhamma’nın yerine Buddha’nın şahsiyeti geçmiştir.9

Mahayana’nın asıl amacının sırf kurgusal, akla seslenen bir fizik ötesi, bir Tanrı bilim
sistemi kurmaktan daha çok, Nirvana yolculuğunda karşılaşılacak ruhsal sorunlara
çözüm getirmek, uygulama alanında yolu kolaylaştırıcı yöntemler bulmak olduğunu
söylemek, sanıyorum ki Mahayana’nın konumunu daha iyi belirtmiş olacak.
Mahayanacı’nın da temel ilgisinin tıpkı Nihayana’da olduğu gibi kurtuluş olduğu, fizik
ötesi yada tanrı bilimsel konuların bu amaca yardımcı olmak için ve yardımcı olduğu
oranda ele alındığı her durumuyla belli oluyor.10

Mahayana’da, Buddha sözünün anlamı, Hinayana dan farklıdır. Mahayanacı’lar


aydınlanan, Nirvanayı gerçekleştiren herkese Buddha ününü vermekte cimrilik
etmezler. Bu bakımdan yola giren, kendini bu amaca adayan herkes Mahayana’cının
gözünde bir Buda adayı, bir Bodhisattva’dır. Bodhisattva Nirvana’yı
gerçekleştirebilecek bir aydınlanma aşamasına gelipte, dünyadan kaçma anlamındaki bir
Nirvana’yı geri çeviren, tüm insanların, tüm canlıların iyiliği için çalışmayı,
başkalarına yararlı olmayı bir tutku durumuna getiren bir yiğit, bir insanlık simgesi, bir
örnek insandır.

7-Annamaria Shimmel, Dinler Tarihine Giriş, age, s. 132


8-Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, İstanbul 1979, s. 65
9-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s.195
10-İlhan Güngören, Buddha ve Öğretisi, İstanbul 1994, s. 175
65

Mahayanacı’nın görüşüne göre Nirvana’yı sırf kendi yararları için isteyenler, yalnızca
kendi ruhsal esenliklerin, ruhsal ve maddesel bağımsızlıkların peşinde koşan kimseler
bencillikle suçlanmalıdır. Mahayanacı bu gibi kimseleri aşağılamak için dinleyici,
seyirci (Srvaka, Pratyeka Buddha) gibi deyimler kullanmadan edemez.
Boddhisattva’lara gelince, onlar yalnız seyretmekle kalmazlar, tüm dünyanın acısını,
çilesini içlerinde taşırlar. Acıma duygusu,sevecenlik (karuna) onların seyirci
kalmalarına izin vermez. Buddhisattva’lar cömertce, şimdiki yaşamlarını da, gelecek
yaşamlarını da, tüm canlıların iyiliğine adamış kimselerdir. Boddhisattva olabilmek için
Buddha’nın faziletlerini yapmak ve her bilgisini öğrenmek zorunluluğu vardır.11 Aşk,
merhamet ve faziletle geçen bir ömür sonunda her insan Boddhisattva olabilir.12
Boddhisattva tutkuların yakıcı ateşiyle, zevk ve hazzın peşinde koşmaz ama arkasından
koşmadığı, kendiliğinden önüne çıkan zevk ve hazzına hayır demez. Boddhisattva
yaşamdan kaçmayan, korkusuzca yaşamı göğüsleyen, üstlenen bir yaşam ustasıdır. 13

Mahayana göre “her Boddhisttva zihnini öyle eğitmelidir ki şöyle düşüne bilsin: ne
türden olursa olsun,tüm duyarlığı olan varlıklar benim çabamla Nirvana’nın sınırsız
özgürlüğüne ulaşabilmelidir. Çünkü sayısız,sayılamayacak kadar çok varlık kurtuluşa
ulaşmadıkça hiçbir varlık kurtuluşa ulaşmış olamaz. Niçin bu böyledir Subhuti? Çünkü
hiçbir Boddhisattva, gerçekten bir Boddhisattva’ysa, bir benlik,bir kişilik büyünden
kopuk, aylık bir bireylik savunda olamazda ondan”.14

Bu bakış açısı bizi Boddhisattva öğretisinin Buddha’nın Anatman öğretisinin doğal bir
uzantısı olduğu sonucuna götürüyor. Boddhisattava, bir yanılgıdan köklenen ben’in
bencil çıkarlarının önüne toplumsal yararı geçirmiş olmakla gene de kendi yararına
hizmet etmiş olmuyor mu? Kendiside bütünün ayırtılmaz bir parçası olduğuna göre,
toplumsal yarar kendi yararını da içeriyor kuşkusuz. Topluma zarar veren bencil
çıkarlarının kendide toplumun bir parçası olduğuna göre kendi kendisine de zarar
vermemesi olanaksız.

11-Ömer Budda, Dinler Tarihi, İstanbul 1935, s. 311


12-Cemil Meriç, age, s. 65
13-D.T.Suzuki, On indian Mahayana Buddhism, s.79-85
14-Alan Watts, The Way of Zen, s. 81
66

Mahayana sutraları Bodhisattva’nın uyanıp aydınlanınca dünyayı bir başka, daha bir
güzel, daha büyülü, daha coşku verici görmeye başlayacağından söz eder dururlar.
Bunun böyle oluşu, Bodhisattva’nın böylesiliği ardında gizlenen dinginliği, uyumu,
dengeyi algılamakta ve bundan mutluluk duymaktaki becerisine bağlanabilir belki.
Bizim karşımızda da durup duruyor bunlar ama alıcı gözle bakmadığımızdan,
baktığımız zaman da yanılgı ve bencillik gözlüğüyle baktığımız için, bizim gördüğümüz
dünya Bodhisattva’nın dünyasından adam akıllı değişik yada dünyanın öteki kıyıdan
görünüşü bir başka...
Mahayana Tanrı bilimi ise, herkesin kolaylıkla anlayacağı basit bir önerme üzerine
oturtulmuştu. “Herkeste, her canlıda, her varlıkta Buddha doğası vardır. Hepimiz
Buddha’yla aynı yapıyı, aynı yaratılışı paylaşıyoruz. Kendi içine bak, Buddha olduğunu
göreceksin. Eğer sen bir şey, Buddha’lık başka bir şey olursa, o zaman ikilik var
demektir. Oysa her türlü ikilik yanılgıdır. Bunun için Buddha’lık sende zaten varolan
bir şey olmalı.” İşte Mahayana’nın bildirisi buydu ve Mahayana Tanrı bilimi bu bildiriyi
kendine temel yapmıştı.15
Ayrıca “zaman zaman mitolojinin aşırı gelişmesi Mahayana Budizmi’nin şu
kurtarıcılarında görüldüğü gibi tarihsel olan her şeyi yok eder: Avida ve Avalokiteşvera
ve Manjusri, Maitra ve Vairo Cano. Bu kurtarıcılarda eski mistik şahsiyetlerle birlikte
evvela kendisinden zuhur ettikleri tarihsel Gautama Buddha’yı çok az bir şekilde ayırt
edebilmekteyiz.”16

“ Mahayana Budacılığına göre gerçek olan tek şey ancak diğer bir nedende beden
bulmayan, oluşmayan şeydir. Bu ekolün düşüncesi Buddha’nın kurtuluşun Nirvana’nın
hiçbir nedenden doğmadığı düşüncesine dayanmaktadır.”17

İşte bu Tanrı ve Bodhisattva anlayışı, Mahayana Mezhebi’nin Nirvana anlayışının


şekillenmesini sağlamıştır. Netice itibariyle Mahayana’ya göre kurtuluş ve hayat aynı
şeylerdir. Kurtuluş, varolan ve mutluluk olan şeyin kendisidir. Bu da alemin
kendisinden başka bir şey değildir.18 Velhasıl Mahayana Mezhebi Hinayana’ya göre

15-D.T. Suzuki, On Indian Mahayana Buddhism, s.63


16-Joachim Wach, Dinler Tarihi, İstanbul 2004, s. 276
17-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm,Hazırlayan: Lütfi Bozkurt, İstanbul 2000, s.145
18-Walter Ruben, Budizm Tarihi, Ankara 1947, s. 109
67

daha az bireyci ve toplumcudur.19

Mahayana Mezhebi bu görüşleri doğrultusunda şu anda Nepal, Tibet, Çin, Vietnam,


Kore, Japonya ve Kamboçya’ya kadar yayılmayı başarmış misyoner hüviyete sahip bir
ekoldür.20

19-Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1966, s. 156


20-Nakamura Hajima, Mahayana Buddhism, The Encylopedia Of Religion, London
1987,V.II,P.457-472
68

B) NİRVANA’NIN İÇERİĞİ
69

I- NİRVANA’YA GİRMEK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER

Nirvana’nın ne anlama geldiğini, bu kelimenin içeriğini, ne ifade ettiğinin anlaşıldığını


düşünerek şimdide Nirvana’ya ulaşmak için yapılması gerekenlerin neler olduğunu
kısaca özetlemeye çalışalım.

Budist öğretisi dört yüce gerçek etrafında toplanmıştır. Bunlardan birincisi (dukkha) acı
ve ızdıraptır. İkincisi ise boş şeylere, boş kalıplara karşı duyulan istek ve duygulardır. 1
Bu aşırı istek ve duygular ise birinci gerçek olan acı ve ızdırabın asıl nedenidirler. Bu
aşırı istek ve tutkular iki bölümde irdelenebilir. Birinci bölüm nefis ve nefis hazlarına
duyulan düşkünlükten gelen tutkulardır. Bunlar mala, mülke, paraya, üne, hazza
düşkünlük, yenmek, başarmak, kazanmak gibi hırslar ve aşırı cinsel tutkulardan
oluşur. Bütün bu istek ve arzuların kökenine inildiği zaman, bunların hepsi gücünü
cahillikten, yanılgıdan alır. İkinci bölümdeki tutkular ise manevi olanlardır. Bunlar da
ruhun ölmezliğine tutunmaya çalışmak, öldükten sonrada varlığını sürdürmek, gene
doğumda bu yaşamdakinden daha iyi bir durum elde etmek isteği gibi dinsel istekler,
tutkulardır. Bu tutkular da günah işleme kaygısı, dinsel vecibelerini yerine
getirememekten kaynaklanan kaygı gibi binlerce nedenle acı ve ızdıraba neden olurlar.

Birinci ve ikinci yüce gerçekler birbiriyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Biri varoluşun bir
hastalığıysa ikincisi de bu hastalığın sebebidir. Üçüncü ve dördüncü yüce gerçekler ise
bu hastalığa nasıl çare bulunabileceğini ve bu hastalıktan kurtulmak için izlenecek yolu
gösteriyorlar.2

Üçüncü yüce gerçek ise Nirvana’dır. Nirvana’ya ulaşmak bir bakıma acı ve ızdırabı yok
etmektir. Genel anlamıyla alevin sönmesi,dalgaların yatışması, zihindeki duygusal
birikimlerin yok olması gibi anlamlara gelen Nirvana’ya ulaşmadaki temel amaç,
Buddha’lığa erişmektir.

Dördüncü yüce gerçek ise acıyı, ızdırabı yenip Nirvana’ya ulaşmak için Buddha’nın
gösterdiği yöntemdir. Bu yol, ne aşırı züht hayatı, çilekeşlik ve perhiz yolu ne de

1-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 93


2-Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 2000, s. 189
70

nefsani arzuları tatmin etme yoludur. Bu yol bu ikisinin arasındaki orta yoldur. Bu yol
sekiz basamaklı yüce yoldur. Uyanmak, aydınlanmak, Nirvana’ya ve Buddhalığa
ulaşmak ancak bu sekiz dilimli yol sayesinde gerçekleştirilebilir. 3 Bu yüce yolun ilk
iki basamağı düşünceyle sonra gelen dördü davranışla, en sonda gelen ikisi de
uyanma ve aydınlanma ile ilgilidir.

Buddha’nın kendiside bu yoldan giderek aydınlanmış, Nirvana’yı gerçekleştirmiş,


böylece başarılı sonuçlarını kendi üzerinde sınamış olduğu bu yöntemi tüm insanlar için
bir kurtuluş yolu olarak önermiştir. Böylece Buddha’nın öğretisinin sekiz basamaklı
yüce yolun son noktasına varılmakla gerçekleştirileceği ortaya çıkmaktadır. Sekiz
basamaklı yüce yol, ağırlığını meditasyon üzerine kurmuş bir tür yoga öğretidir.4Bu
öğretinin Brahmanların yogasıyla ve Cainaların yogasıyla benzer yanları olmakla
birlikte, onların ikisinden de önemli bazı noktalarda ayrılıp farklılaşır. Buddha’nın
öğretisinin Upanişadlardan farkı, Buddha’nın önerdiği bu yogada Tanrıyla yada Atman
adı verilen evrensel tözle özdeşliğinin bilişine varma gibi bir amacının olmayışıdır.
Buddha’nın yogasını uygulayan kimse kişiliğinin, benliğinin dar kabuğunu kırar,
sınırsız dipsiz ve sonsuzla bütünleşir, böylelikle de en temel en yüce gerçekle kendini
özdeşlemiş olur. Buddha'nın öğretisinin diğer öğretilerden bir başka farkı da,
Buddha’nın kendi nefsine eziyet etmeye çileciliğe karşı çıkmış, nefse acı vermek eziyet
etmekle aşırı nefis hazlarına düşkünlük arasındaki orta yolu seçmiş olmasıdır.5

Sekiz basamaklı yüce yolun temel amacı, aydınlanmayla (Nirvana’yla) aramızdaki


engelleri birer birer, aşmamıza yardımcı olmaktır. Her basamak bizi biraz daha ızdırabı
yatıştırıp zihni sakinleştirmeye, yaşamı varoluşu gerçekliği böyleciliğiyle kavramaya,
ayrık bütünden kopuk varlığımızı kendimizle çevremizle Sekiz basamaklı yüce
yolun her basamağının adına Samyag sözcüğü öncülük ediyor. Samyag, tam yada
eksiksiz demektir ve genellikle eski çevirilerde doğru sözcüğüyle karşılıklandırılmıştır.

Bu yüce yolun ilk iki basamağı daha çok zihinsel işlevlerle ilgilidir.
1-Tam görüş
2-Tam anlayış

3-Mehmet Aydın, Osman Cilacı, Dinler Tarihi, Konya Tarihsiz, s.118


4-İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul1994, s. 124; Ananda Coomaraswamy, age, s.103
5-Annamaria Schimmel, age, s. 124-130; Şaban Kuzgun, age, s. 61-62
71

Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, bütün gerçekliğiyle, her şeyin
oluşum ve değişim içinde olduğunu, sürekli bir tözün olmadığı anlayışını kazandırmayı
amaçlıyor. Sekizinci basamak ise tam görüş, tam anlayışın en son, en kesin yetkinliğe
ulaştırıldığı basamaktır. Tam görüş, tam anlayış sekiz basamaklı yolun hem başı hem
de sonudur. Temel hedef, adım adım tam görüş ve tam anlayışın gerçekleştirilmesidir.
Aradaki basamaklar ise bu amaca varmamızı kolaylaştıran yöntemler yada amaçla
aramızdaki engelleri ortadan kaldıran uygulamalardır.
Sonra gelen dört basamak ise davranışlarla, eylemlerle ilgilidir.
3-Doğru sözlülük
4-Doğru yaşam biçimi
5-Tam çaba, tam uygulama

Doğru sözlülük adından anlaşıldığı gibi sözlerinde, konuşmalarında doğruluk, içtenlik,


sevecenlikten ayrılmamak, yalan söylememektir. Tam davranış, bencil bir amaç
gütmeden, önceden tasarlamadan, içtenlikle, içten geldiği için yapılan davranıştır.

Doğru yaşam biçimi ekmeğini kazanmakla, yaşamını sağlamakta yetkinlikten,


doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.
Tam çaba tam uygulama ise amacın yanılgıdan kurtulma, aydınlanma olduğunun bir an
bile gözden uzak tutulmamasıdır.

Sekiz basamaklı yüce yolda yol almak her Budistin yapabileceği bir iş değildir. Kendi
kurtuluşumuzu kendimiz sağlamak için, kesinlikle sürekli bir çaba içinde olmak, tüm
varlığımızı bir arada bir bütünlük içinde tutan istenci kurtuluşa, aydınlanmaya,
Nirvana’ya doğru yönlendirmek gerekmektedir.
Bu yüce yolun son iki basamağı ise meditasyonun uygulanmasıyla ilgilidir. Bu
basamaklar:
7-Tam bilinçlilik
8-Tam uyanıklık

Meditasyon, Sanskritçe dhyana sözcüğünün karşılığı olup, derin derin düşünmeyi değil,
belki bunun tam tersini, düşüncenin anlaşılmasını; gidimli, çıkarımlı düşünceden
arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı, uyanık olmayı amaçlayan bir yöntemdir. Zihni
72

belirli bir şey, örneğin nefes alıp verme sürecinde yoğunlaştırıp, her yöne yönelik bir
dikkat, bir uyanıklıkla gerçeğe bir içgörü kazanıp bilgeliğin filizlenip sürgün vermesini,
gelişip büyümesini sağlayacak ortamı yaratmak için yapılan bir uygulamadır.6

Meditasyon hem tam bilinçliliği hem de tam uyanıklığı içine alan bir uygulamadır. Tam
bilinçlilik gerçekleştirince, tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Tam uyanıklık ise sekiz
basamaklı yüce yolun sekizinci ve son basamağıdır. İşte bu son basamağa kadar
ilerleyen kimse için artık Nirvana ‘nın yolu açılmış demektir. Bundan sonra o kimse
için üzüntü ve keder söz konusu olmayacaktır. Her şeye daha güzel bir yanından
yaklaşacak hem bu dünya işleri hem de diğer taraftaki hayatı kolaylaşacaktır.

Buddha ölmeden önce bütün yoga aşamalarını, basamaklarını geçip Nirvana’ya,


aydınlanmaya erişmiştir. Buddhacı geleneklere göre Buddha bu seviyeye, bu dereceye
bütün yoga basamaklarını, yani hayali gökteki tabakaları geçmiştir. Bu ise mükemmel
bir ruh gezisi idi. Halbuki Buddha’nın aydınlanmaya, Nirvana’ya erişmeden önce incir
ağacının dibinde yaptığı içe dalınç uygulamasının amacı başkaydı. Buddha’nın bu içe
“anadan kör olarak doğan birini tasavvur ediniz. Bu adam na siyahi ne beyazı, ne
maviyi ne de sarıyı birbirinden ayırt edebilecek ve görecek durumdadır. Onun için düz
dalıncında (meditasyonunda) amacı her şey hakkında tam bir bilgeliğe sahip olmaktı.7
Nirvana’yı açıklamak üzere Buddha’nın vermiş olduğu bir misal ise şöyledir: Mesela
olanla olmayanın hiçbir farkı yoktur. O ne semadaki güneşi ne ayı ne de yıldızları
görmüştür. Bir gün ona birisi gelse ve beyaz, temiz ve lekesiz gömleğin çok hoş bir şey
olduğunu ve giyince çok güzel göründüğünü ona söylese; kör insan böyle bir gömleği
o zamana kadar beyaz, temiz ve lekesiz bir gömleği var zannıyla duyduğu muazzam
sevinç nasıl birden bire kedere, utanca ve hiddete terk edecektir. O ana kadar sevgi ve
minnettarlık hisleriyle bağlı bulunduğu kötü almak istediği zaman fena bir satıcı ona
sokularak yağlı, isle kirletilmiş bir gömleği ona satsa kör bilmeden bu gömleği giyecek
ve onu güzel bilerek ötede beride sevinçle dolaşacaktır. Bir zaman sonra körün gözü
tedavi yoluyla iyileşirde kör görmeye başlarsa kötü kalpli satıcıya ne kadar da düşman

6-İlhan Güngören, age, s. 130


7-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan: Lütfi Bozkurt, İstanbul, s.109-112
73

kesilecektir. Ama o, bu hileli ve kötü adamın şerrinden kurtulduğu için de büyük bir
sevinç içerisindedir. Tadına doyulmaz bir sevinç, fırtınalardan kurtularak sahile ayak
basabilmiş olanlardaki sevinç, işte Nirvana budur. Nirvana’yı ağır bir hastalık atlatmış
bir kimsenin, eski hastalığını her hatırladığında duyacağı ferahlık ve saadet hissine
benzetebiliriz.”8

Buddha’ya göre Nirvana, bir kaynağı olmayan, şekil değiştirmemiş olan, bir çok
unsurlardan meydana gelmemiş olan bir durumdur. Yaşadığımız sürece bir takım işler
yaparız. İşlerimizin mahiyetine göre ya cezalarını çeker, ya da mükafatlarını toplarız.
Bu cezalar ve mükafatlar neticesindedir ki, fert boyuna doğar ve tekrar ölür. İşte bu
yıpratıcı ve üzücü doğum-ölüm silsilesinden kurtulmak gerekmektedir. Bunun tek çaresi
ise sekiz dilimli yolu takip ederek Nirvana’ya ulaşmaktır.

Nirvana nihai bir sonuçtur ve halen yanmakta olan kimselerin daha fazla üzerinde soru
soramayacağı bir şeydir.9 Nirvana, zincirleme devam eden doğup ölmelerin,
sebeplerleneticelerden ibaret olan bütün bir hayatın durması ve sönmesidir. Şiddetli
arzular, nefret hisleri ve bilgisizce davranışlardan müteşekkil bir hayat! Ferdin bu
akışı üzerinde hiçbir etkisi yoktur; oda kendini bu akıntıya kaptırmış durumdadır. Bu
akıntı onu istediği yere sürükler.

Akıntının kesilmesiyle ferdi varlıkta ortadan kalkar. Şiddetli arzular, nefret hisleri ve
bilgisizce davranışlar, bir kandil alevini besleyen ve yaşatan yağa benzer: Yağını
kestiğiniz de alevdeki ışık da söner gider.

Görülüyor ki Buddha, Nirvana ile bir bitiş anını tesbit ediyor veya hastanın, nekahat
devrinde, eski hastalığını her hatırladığındaki ruh alemini tasvire çalışıyor. Hiçbir
sözünde O, Brahmanlar Tanrı’yı yanlış anladılar, gerçek Tanrı o değildir budur
zamanda Buddha Tanrıları da Nirvana’ya muhtaç kabul eder ve Tanrılara Tanrılıktan
sıyrılarak Arhatlığa yükselmelerini ve Buddha olmalarını tavsiye eder.10 demektedir.
Onun ölçüsüne göre Tanrıların yaşamakta olduğu alemde de gerçek saadet yoktur.

8-Abidin İtil, “Buddha Tanrı’yı Reddetmiyor mu?”, AÜİFD,Ankara, 1963,11.sayı,16


9-Ananda Coomaraswamy,age,101
10Abidin İtil, age, s.16
74

Tanrılarında gerçek saadete ihtiyaçları vardır. Binaenaleyh, Buddha’nın Nirvana’sı ile


“gasıp bir Tanrı Beyaz Taht’tan indirilmiş ve gerçek olan Tanrı, layıkıyla ve hakkı
bulunduğu mevkiye yeniden yükseltilmiş ve oturtulmuş” diyemeyeceğiz. Aynı
Mahatma Gandi, “Budizm’de diyor “Nirvana’yı büsbütün yanarak ortadan kaybolmak
anlamında almamak icabeder, Nirvana’da bizde mevcut olan düşük değerler, kötü
taraflar ve günahlar yanar ve kül haline gelirler. Mesela Nirvana’yı, ateşle yakılmış bir
kadavradan arta kalmış siyah kömürlere benzetmek doğru değildir. Nirvana geri kalan
kısım; gerçekten benliğini bulmuş ve sonsuzluğun kalbine sığınabilmiş olan bir ruhun
ölmez saadetidir.11 İşte bu sebeple herkes mutlaka bir gün arhatlığa yükselip
Nirvana’ya ulaşmalıdır.

Nirvana’ya ulaşmak isteyen insan, zevk ve sefadan kaçınmalıdır. Fakat nefsini zorlama
ve çile zihniyetinden de kaçınmalıdır. Yani orta yolu takip etmek gereklidir. Budizm’e
göre insan ölmek için doğar, doğmak için de ölür. Hayat ve ölüm Nirvana’ya kadar
devam eder. Nirvana’ya ulaşanlar bütün sıkıntı ve felaketlerden kurtulur. Bir daha da
onun kötülükleriyle sıkıntı ve eziyetlerine dönmez. İnsanlığın felaketinin sebebi
cehalettir. İhtiyarlık, hastalık ve ölümde bu sebeplerdendir. Cehaleti ve dolayısıyla
insanlığın felaketini ortadan kaldıracak tek şey ilimdir. Bu ilim, talimi ilim değil,
nefsidir. Bu ilim için bütün ruh kuvvetleri hareket etmelidir. Bütün bunları yapan
Nirvana’ya ulaşmış demektir.12 Nirvana’ya ulaşmak ise “Münzevinin Münzeviye doğru
uçuşu”nu tamamlamasıdır.13

Netice itibariyle “her kasta mensup insan, gayret göstermek suretiyle kurtuluşa, yani
Nirvana’ya ulaşabilir”.14

Zaten “Nirvana’ya giren kişi, kişiliğini yitirip evrensel barışın bir parçası olur.
Nirvana’ya geçen ruh, tıpkı kırılan bir vazonun içindeki havanın uzaya karışması gibi
sonsuzluk içinde erir.”15

11- Abidin İtil, age, s. 16-17


12-Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan, İstanbul 1329, s. 329
13-Ananda Coomaraswamy,age,s.112
14-OsmanCilacı,age,6
15-Orhan Hançerlioğlu, age, s. 367
75

II- NİRVANA’YA ERİŞEN KİMSENİN DURUMU

Budizm’de temel hedef hiç şüphesiz Nirvana’ya ulaşmaktır. Her ne kadar Hinayana ve
Mahayana mezhepleri Nirvana’yı farklı şekillerde algılamış olsalar da bu gerçek
değişmemiştir. Zira Budizm’de Nirvana kavramı daima en büyük mutluluk ve
ulaşılması gerekli olan temel hedef olarak kabul görmüştür.1 Nirvana’dan kast edilenin
ne olduğunu uzun uzun anlattıktan sonra sıra, Nirvana’ya erişen insanın nasıl bir haleti
ruhiye içinde bulunduğunu açıklama konusuna geldi.

Buddha’nın bizzat kendisi Nirvana yaşantısını şöyle ifade etmiştir: “Nirvana’ya erince
onun doğmamış, oluşmamış, eşsiz, bozulmamış, tüm bağımlılıklardan arınmış olduğunu
anladım. Bu eriştiğim durum gerçekten derin, sezilmesi, anlaşılması güç, dingin, yetkin
mantığın sınırların da taşan,çok ince ancak bilgelerce gerçekleştirilebilecek bir durum.”2
Buddha bu kadarını söylemekle yetiniyor,bu yaşantısının gizlerinin ayrıntılı olarak
açıklamaktan çok,bu hedefe nasıl varılacağını anlatmayı daha uygun gördüğü
anlaşılıyor.

Hiç şüphesiz ki Nirvana ölümden sonra değil, yaşam sırasında gerçekleştirilebilecek bir
ruhsal durumdur. Buna en iyi örneği Dhammapada’dan verebiliriz: “O kimse ki
yanılgının çıkmazından, doğum ölüm döngüsünden (samsara) kendini kurtarmış, öteki
kıyıya geçmiştir: tutkuları, istekleri bir yana bırakıp Nirvana’yı gerçekleştirmiştir, işte
ben ona gerçek brahman derim.”3

Buddha’nın öğrencilerinden Sariputta Nirvana’yı “istek ve tutkuların yok olması:


yanılgı içinde yolunu şaşırmışlıktan kurtulma” 4 şeklinde tarif etmiştir. Her kim ki
yaşamını dogru bir çizgiye oturtabilir, kendini yanılgının ateşinden kurtarabilirse
dünyanın neresinde olursa olsun Nirvanaya erişebilir. Çünkü Nirvana’yı
ulaşabileceğimiz bir yer yoktur. Ne doğuda ne batıda ne kuzeyde ne de güneyde. 5

1-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan: Lütfi Bozkurt, İstanbul 2000, s.139
2-S. Spenser, Mysticism in World Religion, London 1963, s. 77
3-Juan Mascora, Dhammapada Gerçeğe Giden Yol (Çeviren: M. Ali Işım), İstanbul 1992, s. 414
4-İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1994, s. 117
5-A.K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, Harper and Row 1964, s. 117
76

“Buddha’nın görüşlerini tam anlamıyla anlayabilmek için şu iki nokta üzerinde durmak
gerekir. Bunlardan birincisi Buddha’nın kurtuluştan, Nirvana’ya erişmekten ne
anlatmak istediğidir. Buddha’ya göre kurtuluş kişinin yanılgılarını fark edip nedensellik
yasasından, tutsaklığından kendisini kurtarmasıdır. Bu dünyada var olan her şey gelip
geçici olgulardan oluştuğu ve bu olguların da on iki halkalı neden sonuç zincirine bağlı
bulunduğuna göre kurtuluşa, Nirvana’ya erişmek bu zinciri kırmakla mümkün olacaktı.
İkinci nokta ise kurtuluşun bir yoga durumu olarak kabul edilmesidir. Bir yogi, yerli
halkların dokuz gök tabakası şemasına uygun olarak içe dalınç (meditasyon) aşamaları
geçirir. Aşama aşama yükselerek en üst tabakaya yani kurtuluş tabakasına erişir. Bu
aynı zamanda simgesel kozmik tabakaları da geçmek demektir. Budacılıkta Nirvana’ya,
kurtuluşa erişme aynı zamanda bu kozmik tabakalardan da kurtulma anlamına gelir.”6

Bu ruhsal durumda insan kuşkusuz düşünce alanın da, dil olanaklarının da


yetişemeyeceği bir düzeye yücelmiş oluyor. Ama Nirvana yaşantısı deneysel yaşantıyı
da yok etmiyor. Nirvana’yı gerçekleştiren kimsenin bir yandan da günlük yaşamını,
hatta daha da büyük bir beceriyle, her şeyi daha bir kolay yanından tutarak yürütmesine
de engel olmuyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması
da olanaksız elbette. Nirvana’ya erişen kimsenin başkalarından tek farkı, bu
zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi...Bir örnek vermek gerekirse özgür
istencinin ürünü olan eylemlerin de beğenilmek ya da beğenilmemek gibi bir güdü etkin
olmuyor, yaptığı işlerden alkış beklemiyor, başarı yada kazanç onu fazla sevindirmediği
gibi başarısızlık yada yitimde fazla üzmüyor.

Nirvana’ya erişen kimse kuşkusuz acı da çekiyor. Buddha’nın bile yaşamının son
dönemlerinde ciddi bir hastalığa tutulduğunu ve acı çektiğini biliyoruz. Korku da
duyuyor ama bütün bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun
eğmesini biliyor. Çocuğunu yitiren acılı anaya Buddha’nın verebileceği ilaç, ölümün
evrenselliğine vurgu yapmaktan fazla bir şey olmamıştı.

6-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan: Lütfü Bozkurt, İstanbul 1995, s.143
77

Nirvana bir bakıma bütünden kopuk ayrı bir yaratık olarak sürdürdüğümüz yaşamın
sonudur. Bireysel varlığımızı bütün içinde eritip bütünle bütün olmak, benlikten
soyulmak, değişip duran koşulların, nedensellik bağlarının ürünü olan ben’i değişmez,
kalıcı bir şey sanmak yanılgısından kurtulmaktır.

Bir yoruma göre de Nirvana yalnızca yok olmak, sönmek anlamında değil, oluşumun,
değişimin ardındaki, nedenselliğin etkisinin dışındaki temel gerçeğe erişmek
anlamındadır. Nesnelliğin egemen olduğu varoluş anını algılıyoruz. Ya nedenselliğin
dışında olan nedir? Sonsuzluk mu? Yokluk mu? Bildiğimiz tek şey, orada nedenselliğin
geçerli olmadığıdır.

Bir kez Nirvana’ya erişen kimse artık ölene dek o durumda mı kalır? Kuşkusuz
Nirvana’nın gelip geçici daha önemsiz, daha hafif biçimleri de vardır. Ama bunlara
Nirvana demeye değmez. İnsanın yanılgıyı fark edip zihninin gözünü açması, duygusal
biçimlenmeleri yok etmeye yetmiyor. İçgörünün bize kazandırdığı anlayışla
duygularımızı, davranışlarımızı, eylemlerimizi tutarlı bir ayar, bir uyum içine
girebilmemiz için güçlü bir istence de gerek var. Gözünü açmakla iş bitmiş olmuyor,
içgörünün gösterdiği yeni yol, çok kez eski inanlarımızdan, davranışlarımızdan, durmuş
oturmuş yeni düzenimizden vazgeçmemizi de zorluyor. Bunun için de yüreklilik pek
gözlülük gerekli. Yaşadığımız sürece önümüze her an yeni yeni tuzaklar çıkması
kaçınılmaz bir yazgı. Hatta Nirvana’ya erişme yada Nirvana’yı sürdürme isteği de böyle
bir tuzak olabilir. Gene de Nirvana’yı sürdürebilmek için sürekli, bir çaba içinde
olmaktan başka bir yol yok. Ama bir kez Nirvana’yı gerçekleştiren kimse, zaman zaman
eriştiği yüceliklerden aşağı düşse bile Nirvana’yı gerçekleştirmeden önceki durumuna
geri dönmesi de söz konusu değil. Yanılgının zincirlerinden kendini bir kez olsun
kurtarmış olan artık dünyaya eski gözlükleriyle bakmayacağı kesin.
78

III- NİRVANA’YI AMAÇLAYAN KİMSEDE BULUNMASI


GEREKEN ÖZELLİKLER

Hepimizin mutluluğu arayan ve acının üstesinden gelmeye çalışan tabii bir isteği vardır.
Bu içgüdüsel bir şeydir. Mutluluk hepimizin başarmayı hedef edindiği temel bir amaç
olduğuna göre, bu amacı gerçekleştirmek için neler yapılması gerektiği de başlı başlına
özel bir konudur. Budizm’de mutluluğa ulaşmanın anlamı, bize acı veren her türlü istek
ve tutkulardan kurtulmaktır. Peki bu nasıl sağlanabilir? Elbette ki Nirvana’ya ulaşarak.
Bilindiği üzere Buddha öğretisini dört temel gerçek etrafında toplamıştır. Bunlardan ilki
acı ve ızdırap, ikincisi acının ve ızdırabın asıl nedeni olan istek ve tutkular, üçüncüsü
Nirvana, dördüncüsü ise acıyı ızdırabı yenip Nirvana’ya ulaşmak için izlenmesi gereken
yoldur.1

Nirvana acı ve ızdırabın etkisiz kaldığı bir alan olarak tanımlanır ve Nirvana ulaşmak
istemekle elde edilebilecek bir durum değildir. Her istek, her tutku gibi Nirvana’ya
ulaşmak isteği de huzursuzluk, sabırsızlık, umut kırıklığı, ızdırap nedeni olabilir. O
zaman Nirvana’ya ulaşmayı istemek de bizi Nirvana’dan uzaklaştıracaktır. O halde
Nirvana istenmeden, çaba harcanmadan ulaşılacak bir durum olmalı. Nirvana’ya
ulaşmaya çalışmak Nirvana’ya ulaşmayı olanaksızlaştırır. Bütün istekler, tutkular gibi
Nirvana’ya ulaşmak tutkusu da bırakılmalıdır.2

Peki ızdıraptan kurtulup aydınlanmak, Nirvana’ya erişmek için neler yapılmalı?


İzlenecek yöntem nedir? Bunu belirleyen Buddha’nın sekiz dilimli yoludur. Nirvana’yı
amaçlayan kimsenin de işte bu sekiz dilimli yolda ki her türlü görevi harfiyen yerine
getirmesi gerekmektedir.

Sekiz basamaklı yüce yol aydınlanmayla, Nirvana’yla aramızdaki engelleri birer


birer, basamak basamak aşmamıza yardımcı olmak amacını güdüyor.3 Her basamak bizi
biraz daha ızdırabı yatıştırıp zihni sakinleştirmeye, yaşamı, var oluşu, gerçekliği
kavramaya, ayrık, bütünden kopuk varlığımızı kendimizle çevremizle bütünleştirmeye
yaklaştırıyor.

1-İzzet Karaağaç, Kutsal Dalai Lama Dört Yüce Gerçek, İstanbul 2002, s. 37-38
2-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 95
3-İlhan Güngören, Buddha ve Öğretisi, İstanbul 1994, s. 127
79

Nirvana’ya ulaşmayı amaçlayan kimsenin şu sekiz maddeye harfiyen uyması gereklidir.

1- Tam görüş
2- Tam anlayış
3- Doğru sözlülük
4- Tam davranış
5- Doğru yaşam biçimi
6- Tam çaba, tam uygulama
7- Tam bilinçlilik
8- Tam uyanıklık 4

Tam görüş, tam anlayış sekiz basamaklı yüce yolun hem başı hem de sonudur. Adım
adım, basamak basamak hedef tam görüş, tam anlayışı gerçekleştirmektir. Aradaki
basamaklar ya bu amaca varmamızı kolaylaştıran yöntemler ya da amaçla aramızdaki
engelleri ortadan kaldıran uygulamalardır. Bu basamaklar kendimizi de dünyayı da
olduğu gibi görmeyi, her şeyin oluşum değişim içinde olduğu, değişmeden kalan sürekli
bir tözün olmadığı anlayışına ulaşmayı, böyle bir görüş ve anlayışı kazandırmayı
amaçlıyor.

Sonra gelen dört basamak davranışlarla eylemlerle ilgilidir. Doğru sözlülük adından da
anlaşıldığı gibi sözlerinde, konuşmalarında doğruluk, içtenlik, sevecenlikten
ayrılmamak, yalan söylememektir. Budizm’in ahlak yasası olarak bilinen beş kuraldan
biri de yine yalan söylememektir.5

Tam davranış, bencil bir amaç gütmeden, önceden tasarlamadan, içtenlikle, içten geldiği
için yapılan davranıştır. Eğer iyilik diye yaptığınız şeylerden bir ödül bekliyorsanız,
beğenilmek, alkışlanmak yada onaylanmak istiyorsanız bu yaptığınız şeylerin size
özgürlük getirebileceğini ummanız boşunadır. Tam davranış özgür istencinizin ürünü
olan, içten geldiği için, hiçbir amaç gütmeden yapılan davranıştır. Örneğin yalnızca
iyilik olsun diye yoldaki bir taşı kaldırıp kenara koymak gibi. Üstelik hiçbir çıkar
gütmeden.

4- Annamaria Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 1999, s. 124


5- Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 194
80

Doğru yaşam biçimi, ekmeğini kazanmakta, yaşamını sağlamakta yetkinlikten,


doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.
Tam çaba, tam uygulama amacın yanılgıdan kurtulma, aydınlanma olduğunun bir an
bile gözden uzak tutulmasıdır. Her şeyin eksiksiz tam bir özenle yapılmasıdır. Bir
Budist’in oturması, kalkması, yürümesi en önemli işleri bile bir dinsel törenin
gereğiymişçesine büyük bir dikkatle, büyük bir özenle yapılmalıdır.

Sekiz basamaklı yüce yolda yol almak öyle aylakların, gevşek kimselerin yapacağı bir iş
değildir. Kendi kurtuluşumuzu kendimiz sağlamak için, kesinlikle sürekli bir çaba
içinde olmak, bir tutkalmışçasına beş kümeden oluşan tüm varlığımızı bir arada bir
birlik bütünlük içinde tutan istenci kurtuluşa, aydınlanmaya, Nirvana’ya doğru
yönlendirmek gerekir.

Sekiz basamaklı yüce yolun son iki basamağı meditasyon ile ilgilidir. Meditasyonun
Budizm’deki önemini Dhammapada’dan aldığımız şu sözlerden de anlıyoruz: “Bilge
olmayan meditasyon yapmaz, meditasyon yapmayan da bilge olmaz. Ama bilge olan,
meditasyon yapan kimse Nirvana’ya çok yaklaşmış olur.”6

Budist meditasyonunun ilk aşaması, tam bilinçliliği gerçekleştirmektir. Tam bilinçliliğin


belki en anlaşılır tanımı, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin, ruhsal durumların
ardında olacak biçimde bir alıcılık, bir uyanıklık durumunun sürdürülmesi olarak
yapılabilir. Algının kapıları öylesine açık tutulsun ki her algı hiçbir engelle
karşılaşmadan bilince ulaşabilsin.

Meditasyon hem tam bilinçliliği , hem de tam uyanıklığı içine alan bir uygulamadır.
Tam bilinçlilik gerçekleştirilince, tam uyanıklıksa sekiz basamaklı yüce yol un sekizinci
ve sonuncu basamağıdır.

İnsan bir kez tam uyanıklık, durumuna girince tüm ikilikler yok oluyor; düşünenin
düşünceden, bilenin bilişinden, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor;
zihinle yaşantı arasında bölüntü kalkıyor.

6-İlhan Güngören, age, s.113


81

Bir yanda zihin bir yanda yaşantı diye iki ayrı şey kalmayınca gören görülen
görme,bilen bilinen bilme bir yaşantı içinde bütünleşiyor. yalnızca görme ya da bilme
yaşantısı kalıyor geriye. Ben’le, ben olmayan arasındaki çizgide yok oluyor.Ben aradan
çekilince ben’in yok olmasıyla oluşan boşluk mutlak mutluluk bilinciyle oluyor. Artık
Nirvana’nın kapıları açılmıştır.
82

IV- NİRVANA VE ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYATIN BİLİNMEZLİĞİ

Buddha’nın talebeleri tarafından sorulan soruların başında “Buddhalık seviyesinde


erişmiş bir kimsenin öldükten sonra varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği” sorusu gelir.
Buda bu sorulara yanıt vermekten her zaman kaçınmıştır. Buda izdeşçilerinin bu tür
konularla uğraşmalarının kendilerine bir yarar sağlamayacağını söylüyordu. O bu tür
konular üzerinde konuşulmasına bile taraftar değildi. Buda’nın ölümden sonra ne
olacağının, Budalık seviyesine ulaşmış bir kimsenin öldükten sonra var olup
olmayacağını konularının izdeşçileri tarafından konuşulmasının bir yararı olmayacağını
söylemesine rağmen Buda’nın ölümünden sonra ortaya çıkan Budacı okullarda üzerinde
en fazla tartılışan konuların başında bu gelmiştir. Bu okullarda ölümden sonraki yaşam
üzerine değişik felsefi kuramlar ortaya atılmıştır.1

Budanın ölümüyle gerçekleştirdiği durumu dile getirmek için kullanılan sözcük


parinirvana’dır (Pali: parinibbana) Pari sözcüğüyse nirvana’nın anlamını, yani yok
olma, sönme durumunu şiddetlendirmek, vurgulamak için kullanılan bir öntakıdır.
Parinirvana tam olarak sönmek, yok olma anlamındadır.2 Buda kendisinin öldükten
sonra ne olacağı ya da nirvana’ya erişmiş bir kimsenin ölümünden sonrasıyla ilgili
sorulara yanıt vermek istemediğini açıkça belirtmişti. Bu konuda kendisine soru soran
Malunkyaputta’ya: “Nirvana’ya erişmiş olan kimse öldükten sonra varlığını sürdürür de
demiyorum, sürdürmez de demiyorum, şimdi var, öldükten sonra yok da demiyorum,
şimdide yok, öldükten sonra da yok da demiyorum. Hem niçin bunları açıklayayım?
Bunları bilmekten elde edilecek hiçbir yarar yoktur. Bunları bilmek ne öğretinin temel
ilkeleriyle ilgilidir, ne istenci etkiler, ne de isteklerin, tutkuların yok edilmesine, yüce
bilgeligin, Nirvana’nın elde edilmesine yarar. Onun için açıklamaya gerek
görmüyorum”3 diyordu. Bir yandan da, “Rüzgarın söndürdüğü alev nereye gidiyor?
Sönüyor, gözden yitiyor. Bunun gibi doğum ölüm döngüsünden kendini kurtaran bilge
de ad ve bedeninden sıyrılıyor, sönüp gözden yitiyor.”4

1-Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, Hazırlayan: Lütfü Bozkurt, İstanbul 1995, s. 143
2-İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1994, s. 121
3-A.K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, Harper and Row, s. 120-121
4- H. Oldenberg, Le Bouddha, s. 320
83

Ya da “Ocaktaki kızgın korlar birer birer sönünce ateşin nereye gittiğini kim bilebilir?
Tam aydınlanmaya, özgürlüğe erişen kimse de öyledir. İstek ve tutkular selini geçen
kimse dingin, sakin denizin sularına varınca ondan hiçbir iz kalmaz.”5“Beş katışmaçtan
(khanda,skr:skhanda) oluşan bütünlüğü dağılacağından bu katışmaçlarla sınırlanan
kısıtlı kişiliğinden kurtulur. Onu tanımlamaya yarayacak hiçbir şey kalmaz ortada.
Böyle bir durum içinse varolma yada varolmama gibi sözcüklerin bir anlamı olmaz.
Artık o kimse her türlü bilişin dışındadır. Okyanus gibi dipsiz ve sınırsızdır.” diyordu.
Öğrencileri direterek, “O yok mu olmuştur, yoksa gene doğumun zorunluluğundan mı
kendini kurtarmıştır?” diye Buddha’yı sıkıştırdıkları zamansa: “Onun varlığını
bilebilmek için elimizde hiçbir ölçek yok. Ancak olmadığını bilebiliriz. Bütün nitelikleri
yok olunca ondan söz edebilmek olanağıda ortadan kalkar.”6 diye yanıt veriyordu.

Buddha’nın kuşkusuz bu tutumuyla anlatmak istediği şey Nirvana’ya erişen kimsenin


yalnız bu dünya ile ilgili istek ve tutkulardan değil, ölümden sonrasıyla ilgili bütün istek
ve kaygılardan da vazgeçmesi gerekliliğiydi. Diyordu ki :“İşte bu ben, bu da dünya
diyorsanız, ben öldükten sonra da sürekli, değişmeden kalacak bir benliğim olacak, diye
düşünüyorsanız, böyle bir düşünce tam anlamıyla kendini beğenmişlikten gelen bir
akılsızlık değil mi?”7

Bir başka açıdan da Buddha ölümden sonrasıyla ilgili istekleri, umutları olmanın
kaygılara, ızdıraba yol açabileceğini, böyle bir durumunsa kurtuluşa engel olacağını
düşünüyordu. Buddha’ya göre aydınlanabilmek, Nirvana’ya erişebilmek için
anlaşılması kesinkes gerekli bir yanılgıydı.

Nirvana’ya erişince insan bütünden ayrı kopuk, bölünmüş benliğinden sıyrılıyor, o


zaman da geriye ölecek bir şey kalmıyor. Bundan 2500 yıl önce Hindistan’da kent kent,
köy köy dolaşıp “İşitmedik demeyin! Ölüme çare bulundu,” diye herkesi Buddha’nın
öğretisini benimsemeye çağıran dervişlerin anlatmak istediği şey herhalde bu olmalıydı.
Eğer ben yoksa ben’in gerçek, değişmez, kalıcı bir birliği, bütünlüğü yoksa, o zaman
ortada ölecek olan, ölümlü olan bir şey de yok demektir. Epikurus’un “Yaşadığımız
sürece ölüm yok” sözleriyle bu görüş arasında bir benzerlik kurmadan edemiyor insan.

5-S. Spenser, Mysticism in World Religion, London 1963, s. 79


6- İlhan Güngören, age, s. 122
7- H. Oldenberg, age, s. 310
84

Ama kanımca Buddha’nın öğretisi en basit, en anlaşılır bir dille İÖ IV. yüzyılda
yaşamış Taocu bilge Chuang-Tzu’nun şu sözleri özümlüyor:

“Bir zamanların gerçek insanı, yaşama sarılmayı da, ölümden korkmayı da bilmezdi.
Fazla keyiflenmeden gelir, sorun çıkarmadan da giderdi. Bir bakarsın gelmiş, bir
bakarsın gitmiş. Hepsi bu kadar...Nerede başladığını unutmaz, nereye gideceğini
öğrenmeye çalışmazdı. Kendisine verilenlerle yetinip, keyfini çıkarmayı, sonradan da
uzatmadan geri vermeyi bilirdi.” 8

Buddha’nın kendisi, şu anda ve olduğu yerde kendisinin bilinemez olduğunu söyler. Ne


tanrılar ne de insanlar onu görebilirler. Onu bir takım suretlerde gören veya onu bir
takım kelimelerle düşünenler, onu kesinlikle görmezler. Buddha ben ne rahibim, ne
şehzadeyim, ne çiftçiyim, ne de herhangi bir sınıftan biriyim; bilen birisi ve aynı
zamanda hiç kimse olmayan insani niteliklerin hiç bulaşmadığı birisi olarak dünyayı
dolaşıyorum, bana aile soyadımı sormak boşunadır diyordu. O kendisini tam olarak
takip edilebileceği hiçbir iz bırakmaz. Şu anda ve burada olan Buddha, kavranamaz ve
bu aşkın şahsiyetle ilgili olarak, bedensel ve psişik çözülmeden sonra bir oluşum geçirip
geçirmediğini söyleyemeyiz. Bu her iki imkandan ne biri ne de ötekisi bu konuda kabul
edilir veya reddedilir. Onunla ilgili söyleyebileceğimiz tek şey, onun var olduğudur;
onun kim olduğunu veya nerede olduğunu sormak boş bir sorudur.9

Nirvana’ya bu ülküsel amaca, varlıklar ancak bir yaşam boyunca ilerleyerek ulaşırlar.
Buna karşın, böyle ilerleyişin bir yaşamdan ötekine geçen aynı ruhun sürekliliği
anlamına geleceği ve böylece de Brahman’ların öz ruhuna dönülmüş olacağı gibi bir
karşı çıkış ileri sürülebilir. Budist düşünürleri buna da şöyle cevap veriyorlar. Yaşamlar
dizisinde nöbetleşe yer alan varlıklar ne tıpatıp aynı, ne de birbirlerinden tümüyle başka
varlıklardır: Tıpkı gece boyu yanan bir alevin hiç bir zaman tümüyle aynı,yada tümüyle
başka olmayışı gibi. Herhalde şurasını bilmekte ahlaksal yarar vardır: Yaşamlar
dizisinde kötü eylemler “akılsız kimsenin ayağına dolaşırlar,” ve “iyilik yapan kimse
bu dünyadan ötekine geçtiğinde yaptığı iyilikler onu, tıpkı bir yolcuyu dönüşünde
karşılayan hasımları ve dostları gibi karşılarlar.

8-İlhan Güngören, age, s. 123


9-Ananda Coomaraswamy, Hinduizm ve Budizm, İstanbul 2000, s. 108
85

Ali İhsan Yitik’in Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının tenasüh İnancıyla İlişkisi
isimli eserinde çağdaş Budist araştırmacılardan birisi olan W.Sri Rahula’nın
What the Buddha Taught isimli eserinde ölümden sonraki hayat konusunun
Budizm’de cevaplandırılamayan sorular kategorisine girdiğini belirttikten sonra
şöyle devam ettiğinden bahsediliyor: “Buddha bile bu konuda konuştuğunda, bir
arahata ölümden sonra ne olduğunu tasvir edecek bir kelimenin dilimizde
bulunmadığını belirtti. Vaccha isimli müridinin bu konudaki bir sorusuna verdiği
cevapta Buddha, doğmak, doğmamak vb. sözlerin arahatın durumunu açıklamak için
uygun kelimeler olmadığını; çünkü madde, duyum, algılama, zihni aktiviteler, bilinçlik
gibi dünyevi varoluşla ilgili bütün özellikler, arahatlık derecesindeki bir kimse için
tamamen tahrip edilmiş ve yok olmuş özelliklerdir. Bunlar arahatın ölümünden sonra
artık hiçbir zaman yeniden ortaya çıkmayacaklardır”.

Ali İhsan Yitik aynı eserde bir başka Budist araştırmacı E. W. Hopkins’in ise,
Buddha’nın öğrencilerini ve araştırmacıları, kişinin ölümünden sonraki kaderini
araştırmaktan ve bu konuda soru sormaktan alıkoymak için her yolu deneyeceğini
belirtmiş ve görüşlerini şöyle ifade etmiştir. Buddha Nirvana’ya ulaşmanın varlığın yok
oluşuna yol açtığına inanmış ve hiçbir zaman ölümsüz bir varlık fikrini
benimsememiştir. Onun ısrarla üzerinde durduğu konu herkesin karma ve yeniden
doğuş doktrinlerini tam anlamıyla kabul ederek, mümkün olduğu kadar çabuk,, içinde
bulunduğu bu sıkıntılı doğum- ölüm çemberinden bir an önce kurtulmaya gayret
göstermiştir.

“Rahula ve Hopkins’in ifadelerine dayanarak şunları söyleyebiliriz: Buddha’ya göre


kişinin kendini içinde bulunduğu sıkıntılı doğum-ölüm çemberinden kurtaracak orta
yolun gereklerini ifa etmek yerine, geçmiş ve gelecek durumunu araştırması, hatta şu
andaki varlığının mahiyeti ile ilgili kafasında ürettiği problemlere çözümler önermesi
hayal ortamında dolaşmak olarak kabul edildiğini; ve hakim kimselerin ise, böyle boş
şeylerle uğraşmak yerine dört temel hakikat üzerinde düşünmelerinin önerildiğini
söyleyebiliriz.”10

10-Ali İhsan Yitik, Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi, İstanbul
1996, s. 129-130
86

IV. BÖLÜM

BUDİZM’DE DOĞUM ÖLÜM

DENGESİ İÇERİSİNDE

NİRVANA’NIN YERİ
87

I- BUDİZM’DE KARMA VE TENASÜH İLİŞKİSİ

Bütün Hint dinlerinde mevcut olan ortak inançlardan birisi de “Karma”ve “Tenasüh”
inancıdır. Hint kaynaklı bütün dinler, kozmoloji ve ahiret anlayışlarını karma ve tenasüh
inançları üzerine bina etmişlerdir. Ancak bu karma ve tenasüh inançlarının anlamı ve
yorumu bütün Hint dinlerinde aynı anlamı karşılamamaktadır. Nitekim bizim üzerinde
duracağımız Budizm ahiret anlayışı ve kozmolojisi de, karma ve tenasüh anlayışını
Hinduizm’in karma ve tenasüh anlayışından farklı algılamış ve bu doğrultuda bir takım
yorumlarda bulunmuştur.

“Karma, zaman ve uzay içinde oluşan tüm olaylarda etkinliğini sürdüren nedensellik
yasasının Doğu kültüründeki karşılığı” 1 olmakla birlikte; “iş davranış anlamına gelen,
fakat çoğu defa işleri yürüten, bu ve gelecek hayatta bir çok maddi etkileri bulunan
kanunu da ifade eden bir terimdir.”2 “Bu terim Sanskritçe’de “yapmak, etmek”3
anlamındaki Kri kökünden türeyen ve “aksiyon, fiil, yapıp etme vb.” anlamları ifade
eden bir isimdir.”4 Karma eski vedalar devrinde gözükmeyip, Upanişadlarla ortaya
çıkmakla birlikte, bu ve gelecek hayattaki sosyal farklılıkların, iyi-kötü kaderin önceki
hayatta yapılan iyi-kötü işler sonucu olarak oluştuğunu ifade eder.

Budist kutsal literatürünün dili olmamakla birlikte günümüzde kullanılmayan bir dil
olan Pali dilinde ise bu kavram “Karma” şeklindedir ve içerdiği anlam itibariyle aynı
anlamı ifade etmektedir.5 Ancak bununla birlikte karmanın delalet ettiği anlam her
halükarda dünyevi sevinç ve üzüntüleri mutlaka yaşayarak bir hayattan diğerine
geçmeye mecbur edilmemiş ve karma, kendimizi ister istemez teslim etmek zorunda
olduğumuz esrarengiz bir yaratanın bize zorla kabul ettirdiği kader olma anlayışından
uzaklaştırılmıştır.6

Budizm’de karma, iş ve vazife demektir. Bu sebeple Budizm’de karma fikrinin etkisi ve


hayatın tenasühü iki açıdan değerlendirilebilir. Biri ahlaki, diğeri duygusaldır. Ahlaki

1-İlhan Güngören, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul 1995, s. 65


2-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1997, s. 192
3-Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü, İstanbul 1993, s. 316
4-Ali İhsan Yitik, Hint kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi,
İstanbul 1996, s. 132-135
5-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 192
6-Abdullah Masdusi, Yaşayan Dünya Dinleri, İstanbul 1987, s. 127
88

etki, ferdi varlığın bütün bölümlerindeki günah anlayışıdır. Bu ahlaki duygular,


hayatın sefaletiyle karşılaşanlarda uysallık uyandırır. Karma fikri, insanın duygularını
etkiler ve insan ilişkileriyle doğan duygularla desteklenen cemaat anlayışını geliştirir.
Karma fikrinin diğer sonucu da hayır severlik duygusunu ve uygulamasını geliştirmede
görülmektedir. Ahlak ve duygu birleştirilerek,başkalarının faydası için niyet edilen
hayırlı bir işe ithaf edilebilir.7

Budizm karma doktrini, “itikadın temeli” olarak kabul eder. Bu, yaşayan varlıkların
dönen bir tekerleğidir. Fakat mutlak olan her şeyi reddeder görünür. “Kozmos, devamlı
ve ebedi bir akım, benlik ise bir hayaldir.”8

Ayrıca “Karma, acımasızca işleyen bir ahlak kuralı”9 olarak da kabul edilebilir.
“Budizm’de canlıların ruhu devamlı olarak dünyaya gelir ve bu işleyen kurala karma
denir.” 10 Bu kural hiç aksamadan sürüp gider. Ta ki Nirvana’ya erene kadar. “Normal
yaşamda kast değiştirmenin yasak olduğu Hint düşüncesinde kast değiştirmenin tek
yolu gibi düşünülmektedir.”11 Budizm’de alt mertebeden bir üst mertebeye geçmenin
tek yolu da denebilir.

Karma terimi Budizm’de, Hinduizm’de ifade ettiği anlama nazaran daha sınırlıdır. Zira
karma veya kamma terimi, Budist düşünce sistemi içerisinde, sadece belirli bir arzu
sonucu iradi olarak icra edilen ve ahlaki öneme sahip fiziki ve zihni fiilleri ifade eder.

Karma; mükafat beklemeksizin hareket etme, kişinin davranışının, içinde yaşadığı kast
sisteminden değil, insanın kendi iradesinden geldiğini ifade eder.12 Ayrıca bazen bu
terimin, “fiillerin meydana getirdiği tesir veya fiil ile sonucu arasındaki doğru orantıyı
düzenleyen prensip”13 anlamında kullanıldığı da görülmektedir. Yani karma, bir
anlamda irade etmedir. İradenin dışında gerçekleşen tırnakların veya saçın, sakalın
uzaması, yenilen içilen yiyeceklerin midede hazmedilmesi vb. gibi şeyler karma olarak
nitelendirilemezler.

7-Hayrettin Şahin, Japon Budizmi,Y. Lisans Tezi,Sosyal Bilimler Enstitüsü,Kayseri 1990,s. 102
8-Herwe Ressau, Dinler, İstanbul 1970, s. 96
9-Şinasi Gündüz, Din ve İnançlar Sözlüğü, Konya 1998, s. 213
10-Osman Cilacı, Dinler ve İnançlar Terminolojisi, İstanbul 2001, s. 67
11-Şinasi Gündüz, age, s. 213
12-Hayrettin Şahin, age, s. 101
13-Ali İhsan Yitik,age, s.133
89

Karma,kişinin içinde bulunduğu kast dilimine göre değişmeyen görevi, bir nevi mecburi
kader anlayışıdır. Buddha burada iradi davranışa işaret etmiştir. Dolayısıyla karma,
kişinin iradesiyle yaptığı şeyi ve bunun neticesini kapsar.

Kişinin yapmış olduğu şeyler, kişi için kaçılamayacak bir sonuç doğurur. Bütün insanlar
böyle bir karmayı miras alır ve bunu diğer bir karma takip eder. Bu devam edip giden
süreç bir determinizmi çağrıştırsa da aslında öyle değildir. Çünkü kendi karması içinde
her birey iyi veya kötü iş yapmakta hürdür. Kişinin kendi karması, bir işi yapması için
kişiyi asla zorlamamaktadır. “Budist görüşe göre yeni karma için önemli olan, davranış
değil iradedir.”14 Zira karmanın semerelerini fail, ya bu hayatta yani doğumda veya
daha sonraki doğumda görecektir. İyilik yapıp ahlaki davranışlarda bulunan kimsenin
karması iyi; kötülük yapıp, hırs, kin ve hilenin esiri olan kimsenin karması ise kötü
olacaktır. Bunun başka izah edilir bir tarafı da yoktur.

Dolayısıyla karma, bir sebep sonuç kanunudur. Kim ne yapmışsa, onun semeresini
mutlaka olacaktır. Her davranış kişiye geribildirim olarak dönecek ve meyvesini iyi
veya kötü verecektir. İyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün karşılığı da kötülük olarak
alınacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur. İslam dinindeki “Kim zerre kadar iyilik işlemişse
mükafatını, kim de zerre kadar kötülük işlemişse karşılığını alır”15 ayetinde olduğu gibi.

“Karma; fiziki alemde olduğu gibi, ahlaki ve zihni alemde de insanın takip etmesi
gerekli bir kanun bulunduğunu ifade eder.”16 Bu karma kanuna göre, bu hayatta işlenen
her türlü amel, canlının kaderine tesir eder ve onun tekrar vücut bulmasına neden olur.
Bunun neticesi olarak bütün canlılar, kendi kanunlarını kendi amelleriyle
belirlerler.17Bütün insanlar ne ekerlerse onu biçerler. Bundan kaçış söz konusu değildir
Karma doktrini, Budizm’den öncede varolmasına rağmen, Buddha ve Sangha cemaatı
tarafından bir hayli genişletilmiştir. Neticesinde “Budist karma kanununa göre insan,
her halükarda dünyevi sevinç ve üzüntüleri mutlaka yaşayarak bir hayattan ötekine
geçmeye mecbur edilmemiş ve karma, kendimizi ister istemez teslim etmek zorunda

14-Günay, Tümer , Abdurrahman Küçük, age, s. 193


15-Kuran-ı Kerim, Zilzal Suresi, 7.8. ayetler
16-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 194
17-İlhan Güngören, age, s. 66
90

olduğumuz esrarengiz bir yaratanın bize zorla kabul ettirdiği kader olma anlayışından
uzaklaştırılmıştır.”18

Netice itibariyle Budizm’de bir ferdin önceki hayatında yapmış olduğu iyi veya kötü
hareketler onu bu hayattaki, şu andaki mevcut konumuna getirmiştir. Yapılmış olan iyi
hareketlerin mükafatı, kötü hareketlerin de cezası kişinin kaderini belirlemiştir. Karma
kanunu bir nevi, monoteist dinlerin tanrısını andıran bir rol oynamaktadır. Ferdin
yaptığı ve başına gelen her şey kendisine aittir. Bir fert, iyilik yaparak gelecek hayattaki
durumunu ıslah edebilir, hatta yükselerek tanrılar seviyesine gelebilir.19

Budizm’de karma, klasik Hint sisteminde olduğu gibi başlıca üç kısımdan oluşur. Bu üç
kısım bazı araştırmacılar tarafından karmanın temel unsurları olarak kabul edilir.
a)“Cetana: Bir kişiyi eyleme iten, içindeki gizli güç, arzu-istek veya faili o fiili icra
etmeye sevk eden sebep demektir. Başka bir ifadeyle cetana, herhangi bir eylemin
ortaya çıkmasından önceki hazırlık dönemi ve bu devrede kişiyi eyleme yönelten arzu
ve istek anlamına gelir. Budizm’de kişiyi eyleme yönelten sebepler başlıca beş gruba
ayrılır. Bunlar; Avidya (cehalet), asmita ( egoizm), raga (muhabbet), duesha (nefret) ve
abhinevasa (inatçılık)tır. Bu tür huylar tamamen yok edilmeden kişinin karma ve onun
ortaya çıkaracağı sonuçlardan kurtulması mümkün değildir.

b)Samudacara veya vijnapti karma: Eylemin bilfiil ortaya çıktığı andır. Yani karmanın
başkaları tarafından gözlemlenebildiği yegane safhadır.

c) Vasana veya samskara: Bir eylemin sonucunda ortaya çıkan ve failinden


bundan sonra sadır olacak fiili belirleyebilme kudretindeki etkidir. Bir
kimsenin ömrünün son anında icra ettiği bir fiilin ortaya çıkardığı vasana, onun yeniden
doğuş formunu ve statüsünü belirler. Bireylerin son andaki karmaları farklı olduğu için
bireyler arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar ortaya çıkmaktadır.”20 Nitekim Ali
İhsan Yitik’in The Questions of Milinda adlı eserden aldığı pasajda Nagasena, Kral
Milinda’nın bu konudaki bir sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Nasıl ki, değişik meyvelerin

18-Abdullah Masdusi, age, s.127


19-Budizm, Türk Ansiklopedisi, VIII: cilt, Ankara 1956, s. 300
20-Ali İhsan Yitik,age, s. 133
91

tatlarının birbirinden farklı oluşu, onların tohumlarının farklılığından kaynaklanıyorsa,


insanlar arasındaki sosyal statü farklarının ve eşitsizliklerin nedenleri de, meyveler gibi
onların tohumlardan meydana gelmeleri, yani bu insanların karmalarının farklı oluşu
nedeniyledir. Çünkü Buddha’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ey Brahminler! Şunu
bilin ki, herkes kendi karmasına sahiptir ve herkes kendi karmasının mirasçısıdır. İşte
insanları aşağı ve yukarı tabakalara ayıran da bu karmadır.”21

Budizm’de karmanın bir çok tasnifi yapılmıştır. Bu tasnifleri kısaca tanıtmaya çalışalım.

A- Budizm’de en yaygın tasnif, karmanın ahlaki niteliği göz önüne alınarak yapılan
tasniftir. Buna göre fiiller akusala, kusala ve avyakrita olmak üzere üç temel gruba
ayrılır. Akusala olarak nitelendirilen ve sonucunda kötülük olan on fiil şunlardır:

1- Her hangi bir canlı varlığı incitmek veya öldürmek


2- Hırsızlık yapmak
3- Zina etmek
4- Yalan söylemek
5- Gıybet etmek ve dedikodu yapmak
6- Küfretmek
7- Boş veya lüzumsuz konuşmak
8- Açgözlülük
9- Başkası hakkında kötü zan beslemek
10- Yanlış ve hatalı görüş sahibi olmak

Kasula denilen davranışlar ise bu on fiilin olumsuzlarıdır ve iyi sonuç, fazilet ortaya
çıkaran davranışlardır.
Avyakrita fiiller ise, Nirvana’ya kavuşmuş Buddha’ların, Nirvana’ya ulaşma anından
Parinirvana olarak kabul edilen ölümlerine kadar geçen zaman dilimi içerisinde icra
etmiş oldukları fiillere verilen isimdir

21-Ali İhsan Yitik age, s. 133


92

B- İkinci bir karma tasnifi, fiilin kaynağına göredir. Buna göre fiiller, kaya karma
(bedeni fiil), vaci karma ( sözel fiil) ve mana karma ( zihni fiil) olmak üzere üç
gruba ayrılır.

C- Üçüncü bir tasnif, ortaya çıkardıkları sonuçların kayıtlayıcı nitelikte olup


olmamasına göredir. Buna göre fiiller sasrava ve anasvara karmalar olmak üzere
ikiye ayrılır. Sasvara karma adı verilen fiiller dünyevi bir arzu istek sonucu icra
edildikleri için ortaya çıkardıkları sonuç iyi gözükse de, faili doğum-ölüm çarkına
bağlayıcı nitelikte olmasından ötürü nihai noktadan kötüdür. Anasvara karmalar ise,
düzenli meditasyon sonucunda aydınlanmaya kavuşan kimselerin, aydınlanmadan
ölümlerine kadar geçen süre zarfında yaptıkları fiillerdir.

D- Bir başka tasnif ise fiillerin ortaya çıkardığı sonuçların ahlaki niteliğine göre
yapılan tasniftir. Bu tasnifin birinci tasniften farkı, bu tasnifteki ahlaki niteliğin yani
sıra fiillerin ortaya çıkardıkları sonucun bilfiil ortaya çıkma süresi de göz önüne
alınmıştır. Buna göre fiiller şu kategorilere ayrılır.
a)Semeresini anında veren en kötü beş fiil şunlardır: Anne katli, baba katli, bir
Arahat’ın öldürülmesi veya yaralanması ve Sangha teşkilatının içinde hizipçilik
yapılmasıdır.

b)Neticeleri mutlak anlamda kötü olan fiiller

c)Neticeleri mutlak anlamda iyi olan fiiller

d)Hem iyi hem de köyü netice veren fiiller: Böyle fiillere örnek olarak, bir kimsenin
ailesinin geçimini sağlamak için çiftçilik yapması gösterilebilir. Böyle bir davranış,
kişinin ailesine karşı olan sorumluluğunu yerine getirmesi açısından iyi, gözle
görülmeyen pek çok canlının yok edilmesine neden olduğu için de kötüdür.

e)İyi veya kötü sonuç vermeyen fiiller: Azizlerin yapmış olduğu eylemler bu tür fiillere
örnek olarak gösterilebilir.
93

E- Beşinci bir tasnif ise karmaların semerelerini verdikleri zaman dilimi açısındandır.
Buna göre fiiller;

1-Semeresi şu andaki varoluş sürecinde ortaya çıkan fiiller


2-Bir sonraki varoluş aşamasında semeresini verecek olan fiiller
3-Bundan sonraki ikinci varoluş aşamasında semeresini verecek fiiller
4-Semeresini ne zaman vereceği belli olmayan fiiller

F- Son karma tasnifi ise, fiilin ve onun ortaya çıkaracağı sonucun etkili olduğu alana
göredir. Buna göre fiiller ferdi ve kollektif olmak üzere ikiye ayrılır.

Hülasa karma yasası aslında kolay anlaşılır bir yasadır: “Ne ekersen onu biçersin.” O
halde düşünce ekersen davranış, davranış ekersen alışkanlık, alışkanlık ekersen huy, huy
ekersen yazgı biçersin 22 dediğimiz zaman karma yasasını özetlemiş oluyoruz.

Her düşünce, her davranış, her söz, her eylem hem kendi zihnimizde hem de dışımızda
bir takım tepkiler yaratıyor. Ancak unutmamalıyız ki, her düşüncemiz, her davranışımız
bizim geçmişimizin, önceki düşünce ve davranışlarımızın toplamından başka bir şey
değildir. Böyle düşündüğümüz, böyle söylediğimiz zaman daha önceki düşüncelerimiz,
sözlerimiz, davranışlarımız bizi böyle düşünmeye, davranmaya zorladığı için böyle
düşünüp, davranıyoruz.

22-İlhan Güngören, age, s. 68


94

Tenasüh ise, bir ruhun bir bedenden diğerine geçmesini ifade eder.23 Tenasüh yeniden
doğuş, tekrar tekrar gelme anlamına gelen Samsara’yı ifade eder. Tenasühten yani
yeniden doğuştan kaçınmak ise mümkün değildir. 24 Tenasühten kurtulmanın tek yolu
var. Oda Nirvana’ya ulaşmaktır.25 Tenasüh inancı gereği ölen her insanın ruhu yeni bir
bedene girmek suretiyle yeniden doğar. “Ruh sahibinin geçirmiş olduğu ömrün iyi veya
kötü olmasıyla, ruh da iyi veya kötü bir sonuca ulaşır.”26

“Batı dillerindeki karşılığı Reenkarnasyon olan tenasüh, tekrar doğma bedenlenme,


yeniden doğuş olarak da tarif edilmektedir.27 Istılah da ise tenasüh, ölümünden sonra bir
ruhun yeniden insan bedenine girerek dünyaya tekrar gelmesi inancıdır.”28 Tenasüh
inancı daha ziyade Hint menşeli olmakla birlikte İran, eski Mısır ve Yunanistan’da da
bu inanca rastlanılmaktadır. Yorum ve anlayış farklılıkları bir tarafa bırakılacak olursa
bu inancı, Hindistan’da bulanık bir mistisizm, Mısır’da mucizevi bir natüralizm,İran’da
ise tabiatüstü antropomorfizm şeklinde görülmektedir.

Budizm’de tenasüh adı verilen ruh göçü, yani ruhun bir bedenden başka bir bedene
geçme fikri çok önemli bir yer tutar.29 Budizm’e göre her insan yapmış olduğu
amellerin neticesini bu tenasüh anlayışı sayesinde elde eder. İyilik yapmışsa sonraki
hayatında mutlu yaşar,kötülük işlemişse sonraki hayatında kötü bir hayat sürer.

“Tenasüh,bitmek bilmeyen bir yeniden doğuş silsilesidir ve içinde bir eziyet ve çile
yumağı taşır.”30 Tenasüh, sadece insan şeklinde değil, en küçük sinekten insana kadar
olan bütün canlı kategorilerini içine alan, bir yeniden hayata dönüştür. Bu yeniden
doğuşa bir son vermenin çaresi ise, Nirvana’ya ulaşmak ve orada mutluluğun doruğuna
çıkmaktır
“Bu nazariyeye göre, günah işleyen kimse, cehenneme gidip cezalandırılmaz;
günahkar olan kimse ancak öldükten sonra üç şekilde doğarak cezalandırılır.

23-Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan,I. cilt, İstanbul 1329, s. 329


24-Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 193
25-Abidin İtil, “Buda Tanrı’yı Reddetmiyor mu?”, AÜİFD,11. Sayı, 1963, s. 114-115
26-Walter Ruben, Budizm Tarihi, Ankara 1947, s. 10
27-Orhan Hançerlioğlu, age, s. 874
28-Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1960,s. 156
29-Ahmet Mithat Efendi, age, s. 329
30-Ali İhsan Yitik, age, s. 145-150
95

Birincide şeytan olarak doğar, ikincide cehennemde doğar, üçüncüsünde ise bir domuz,
bir köpek veya bunlara benzer bir hayvan olarak doğar.”31 İnsan iyi davranış ve
hareketler yaparsa yeniden dünyaya gelişte daha yüksek mertebe elde etmiş olur.32

Tenasüh zihniyet olarak, Hindistan’ın bütün din, felsefe ve moral sistemlerinin esasını
teşkil eder.33 Tenasüh inancı, “ölümsüz olan ruhun ya sürekli olarak ya da
günahlarından arınıncaya kadar bir bedenden diğerine tekrar doğması” 34 veya bir başka
yorumla “ölümsüzlük ve ebedilik anlamında ruhun bir bedenden diğerine insandan
hayvana veya hayvandan insana geçmesi” 35 anlamına da gelir. Kişi öleceği zaman
parlak bir ışık görür ve ölümü anında zihni karışır ve şaşırır. Her şeyi rüya gibi görecek
aklı karışan kişi, baba ve annesinin gelecekteki durumunu sevgi içinde görür ve onlara
bakar. Bu anda bir düşünce aklını karıştırır ve kendi içinde isyankarlık zuhur eder. Şayet
yeniden bir erkek olarak dünyaya gelecekse, kişi kendisini annesiyle birlikte mutlu
olarak görür. Bu durumda babası ile çelişkili duruma gelir. İşte bu anda hayat ve şuur
ortaya çıkar, ölüm ortadan kalkarak geniş bir hayat başlar.36 Buda ancak Nirvana’ya
erişmekle mümkündür.

“Buddha’dan önce Hindistan’da tenasüh ve karma inanışı var mıydı? Buddha bu iki
kavramı insandan sürekli bir nefs, ruh bulunmadığını ifade eden “anatta” doktrini ile
nasıl uzlaştırdı? sorusu Budistler için önemli bir sorunu ortaya çıkarır. Zira bu,
Hindistan’da tamamen Budistlere has bir doktrindir. Budistler, ayrı bir ruh yerine,
ruhsal tezahürleri bedenle bir bütün olarak almak yoluyla insan kavramına giderler.
Yani insan, bedenle zihni özelliklerin bir bütünüdür. Bunlar güzel bir anda, doğumda bir
araya gelmiştir; acı bir anda, ölümle ayrılacaklardır.” 37

Netice itibariyle Budizm, ortaya çıkmış olduğu bölgelerin diğer felsefe ve dini
sistemleri gibi tenasüh anlayışını benimsemiş ve samsara çarkındaki her canlının, en
yüksek gaye olarak kabul edilen Nirvana’ya ulaşıncaya kadar, işlediği fiillerin ahlaki
niteliğine bağlı olarak, değişik varlık kategorilerinde varlığını devam ettirdiğine

31-Walter Ruben, age, s. 34


32-“Budizm”, Türk Tarihi, VIII. cilt, Ankara 1956, s. 299-303
33-Şaban Kuzgun, Dinler Tarihi Ders Notları, Kayseri 1983, s. 62
34-Şinasi Gündüz, age, s. 365
35-Osman Cilacı, age, s. 354
36-Buddhism, Colliers Encylopedia, Kanada 1974,V.4,P.676
37-Günay, Tümer, Abdurrahman Küçük, age, s. 193
96

inanmıştır. 38 Yani Budizm’de karma - tenasüh prensibinin bütün aleme hakim olan
ve buradaki ahengi düzenleyen bir prensip olduğuna kesin bir inancın mevcudiyeti
aşikardır.

Daha öncede belirtildiği gibi Budizm’de ruh anlayışının olmayışı, ruh göçü dediğimiz
tenasüh anlayışında bazı sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Ancak Budist mantığının
özünde şu gerçeğin yattığı da yadsınmamalıdır. “Budizm’de sürekli ve değişmez bir
cevherin varlığını kabul etmek, tekamül veya sürekli gelişim fikriyle uzlaşmaz.”39

Budist anlayışında sabit ve sürekli bir cevherin kabul edilmesi, bazı araştırmacıları,
Budizm’de yeniden varoluş olayını ifade etmek için transmigrasyon (ruh göçü)
teriminin yerine, reenkarnosyon (yeniden bedenlenme) terimini kullanmaya sevk
ettiğini görüyoruz.40 Ayrıca Budist sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilen
ruh göçü anlayışının, hiçbir şekilde Buddha tarafından öğretilmiş olamayacağını ve
onun bu düşünce sistemine intikalinin Buddha’nın ölümünden çok sonralara rastladığını
savunan düşünürler de mevcuttur.41

Karma inancı, ister Buddha hayatta iken ister ölümünden daha sonra olsun Budizm’e
girmesinden sonra, Budist insanların eylemlerinin sonucuna doğrudan etki eder bir
vazifeye bürünmüştür. Bu sebeple bu noktada karma-sonuç ilişkisinden bahsetmek
zorunluluk almıştır.

Budizm’de karma-sonuç ilişkisi söz konusu olduğunda, insan fiillerini başlıca iki
kategoride ele alabiliriz. Bunlar :
a) Önceden yapılan bir davranışın zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan fiiller
b) Belirli bir arzu, istek sonucu, iradi olarak icra edilen fiiller

Önceden yapılan bir eylemin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan fiiller otomatik olarak
yapıldıkları ve ferdin herhangi bir müdahalesi bulunmadığı için ahlaki bakımdan bir
önem arz etmezler.42

38-Ali İhsan Yitik, age, s.144


39-T.R.V. Murti, The Central Philosophy of Buddizm, London 1980, s.31-32
40-A.L. Herman, The Problem of Evil and Indian Thought, New York 1994, s.159-164
41-T.W. Rhys Davids, Indian Budizm, s.91-92
42-Ali İhsan Yitik, age, s.140
97

Çünkü bu tür davranışlarda iradenin rolü yok denecek kadar azdır. Belirli bir istek
neticesinde iradi olarak icra edilen fiiller ise, failini olumlu ya da olumsuz yönde
mutlaka etkileyecekleri için ahlaki açıdan önem arz ederler.

Nitekim Budist ahlaki doktrinlerinin kaynağı olan Dhammapada’da kişilerin şu anda


içinde yaşadıkları sosyal çevre ve sahip oldukları sosyal statünün geçmişteki amellere
göre belirlendiği ifade edilerek, insanların bir daha benzer acı ve sıkıntılı durumlara
düşmemeleri için, geleceklerini olumsuz yönde etkileyebilecek kötü amellerden şiddetle
kaçınılması öğütlenmektedir.43

Budist düşünce sisteminde irade ön plana çıkarılarak yapılan her türlü eylemin iyi veya
kötü mutlaka bir semere vereceği kesin olarak kabul görmekle birlikte, yapılan eylemin
neticesinde ortaya çıkacak olan etkinin ne zaman, nasıl olacağı tam anlamıyla
belirlenebilmiş değildir. Ancak anne veya baba katli, bir arahatın öldürülmesi ve Budist
cemaati arasında hizipçilik yapılması gibi en kötü kabul edilen dört fiilin yapılması
neticesinde yapılan bu davranışın semeresini hemen, anında vereceği kesin kabul
görmüştür. Çünkü bu fiillerin işlenmesi neticesinde, kişinim kefaret veya tövbe ile bu
fiillerin semeresinden kurtulması mümkün değildir. Oysa Budizm’de bazı kötü
davranışların neticesinde kişi, yapılacak tövbe veya kefaret töreni, günahkarın oğlu
veya kızının rahip veya rahibe olması ve kişinin ölümünden sonra yapılması lazım gelen
cenaze törenlerinin tam anlamıyla icra edilmesi gibi fiillerle cezadan kurtulabilmektedir.
Yine Budizm’de ölmek üzere olan Budist’in son anındaki durumu da, kişinin
karmik birikimleri üzerinde olumlu veya olumsuz etki yapabileceği kabul görmüş bir
görüştür.44

Yine Budizm’de önemli bir nokta da her fiilin belirli bir tek bir sonucu olduğunu
söylemek mümkün değildir. Çünkü Budizm’de benzer fiillerin, failin önceki veya o
fiilden sonraki karmik birikimlerine bağlı olarak değişik şahıslar için farklı sonuçlar
ortaya çıkabileceği kabul edilir.

43-Juan Mascora, Dhammapada Gerçeğe Giden Yol (Çeviren: M. Ali Işım), İstanbul 1992, s. 40
44-L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (Çeviren: Sadrettin Karatay), Ankara 1986, s.
98

“Diğer yandan karma tenasüh ilişkisiyle ilgili Budizm’deki en önemli sorun ruh, ego ve
atma gibi herhangi sürekli bir cevherin varlığını kabul etmeksizin t1 anında yapılan bir
F fiilinin ortaya çıkaracağı karmik birikimin t2 anına nasıl taşındığıdır.”45 Ayrıca her
şey sürekli bir değişim içerisinde ise, fail ile fiilin semeresini gören kimse
arasındaki özdeşlik nasıl kurulabilir? Halbuki böyle bir özdeşlik kurulamadığı sürece
karma tenasüh inancının hemen hemen bütün Budist düşünürler ve araştırmacıların
iddia ettiği gibi evrensel bir ahlak yasası olduğunu söylemek mümkün olamayacaktır.

Bu konuda Kral Milinda’nın karma inancı ile anatma inancının birbiriyle nasıl
uzlaştırılabileceğine dair sorusuna Magasena’nın verdiği cevap şu iki misalle
açıklanabilir.

- “Ey Kral! Düşünün ki, bir mango bahçesinden mango çaldığı için bahçe sahibi
tarafından yakalanarak, hakim huzuruna getirilen bir hırsız ona şöyle diyor:
“Efendim, benim aldığım mangolar, bu adamın toprağa koyduğu mangolardan
farklıdır. Onun için ben cezayı hak etmedim.” Öyleyse bu hırsız suçlu değil midir?

- Kesinlikle efendim. O cezaya layıktır.

- Peki, o niçin suçludur?

- Çünkü o ne derse desin, onun almış olduğu mango, bahçevanın ektiği


mangoların bir sonucu olduğu için o suçludur.

- İşte böyle Aziz Kralım. Hırsızın çaldığı meyve, bahçe sahibinin toprağa ektiği
mangonun bir meyvesi olmasından dolayı, bu olayda bahçevanın haklı olması gibi,
insanların bu isim ve formla yaptığı fiiller, başka yeni bir isim ve formun ortaya
çıkmasına neden olur. Dolayısıyla bu yeni isim ve formun önceki fiillerinin
sonuçlarından kurtulabilmesi mümkün değildir. 46

45-Ali İhsan Yitik, age, s.142


46-Ali İhsan Yitik, age, s.142-143
99

- “... Veya soğuk bir mevsimde, ısınmak isteyen bir kimsenin kendi tarlasında ateş
yaktığını düşünelim. Bu kimse bir süre yaktığı ateşle ısındıktan sonra ocağı
söndürmeden bırakır gider. Yanar halde bırakılan ateş komşunun arazisine sıçrar ve
oradaki mahsülün yanmasına neden olur. Şimdi mahsülü yanan kimse, ateşi yakan
“Efendimiz! Ben bu adamın mahsülünü yakmadım. Benim yanar halde bıraktığım
ateş, bu adamın tarlasını yakan ateşten farklıydı. Ben suçlu değilim.” kimseyi, suçlu
olduğunu ileri sürerek yakalayıp, kral önüne getiriyor. Komşusunun mahsülünü
yakmakla itham edilen bu kimse, kendini şu şekilde savunuyor.

- Aziz Kral, size göre bu adamın savunması doğru mudur?

- Kesinlikle değil efendim.

- Peki niçin?

- Çünkü, o ne derse desin, adamın tarlasına sıçrayan ateş, onun yaktığı ateşin bir
sonucu olması dolayısıyla itham edilen kimse suçludur.

- İşte aynen böyle Ulu Kral... Bu isim ve form (varoluş) tarafından icra edilen iyi veya
kötü ameller yeni bir isim ve form ortaya çıkarır. Söz konusu bu ikinci isim ve form,
birincinin sonucu olmasından ötürü, onun karmik birikimlerinin etkisinden azade
kalması söz konusu değildir.47

Sonuç itibariyle bütün bu örneklerdeki ortak nokta, olaylar arasında doğrudan, gözle
görülebilir bir ilişki söz konusu değilse bile, mutlaka bir sebep sonuç ilişkisinin mevcut
oluşudur. Karma tenasüh ilişkisinde de böyle bir sebep sonuç münasebeti vardır. Bu
nedenle fail ile semeresini gören arasında bir ayniyet olmasa dahi, söz gelişi A’nın
işlediği bir suç sebebiyle B’nin ceza alması veya mükafat görmesi Budizm’e göre
normal kabul edilmiştir.48

47-Ali İhsan Yitik, age, s. 143,


48-Ali İhsan Yitik,age, s. 144
100

II-NİRVANA’NIN KARMA VE TENASÜHLE İLİŞKİSİ

Budizm’de Nirvana karma ve tenasüh ilişkisine geçmeden önce Budist kozmoloji ve


ahiret anlayışı hakkında kısaca bilgi vermenin bu konunun anlaşılmasını daha da
kolaylaştıracağı kanaatindeyim. Her şeyden önce Budizm’de üzerinde yaşadığımız
dünyayı yaratan, onu koruyup gözeten ve varlığını sürdürmesini temin eden şahsi bir
Tanrı fikri mevcut değildir.1 Bu sebeple Budizm, bir çok araştırmacı tarafından ateist,
yani Tanrı tanımaz bir din, bir ekol olarak kabul edilmiştir. Ancak ateist teriminin
“sadece Tanrının değil, bunun yanı sıra ruh, ahiret gibi ruhani ve manevi hakikatler
varlığını topyekün inkar eden kimseler” 2 için kullanıldığı göz önüne alınacak olursa,
ateist teriminin bir din olarak Budizm için kullanılması uygun değildir.3

“Budizm’de her ne kadar müşahhas bir Tanrı fikri mevcut olmasa da, Budist kutsal
literatürünü oluşturan Sutta’larda Sakka ve Brahma gibi Tanrıların beşeriyetin ve
tanrıların üstadıBuddha’nın tarafına geçtikleri için övgüyle zikredilmeleri, bize
Budizm’de semitik kökenli dinlerdeki gibi yaratıcı, koruyucu vb. sıfatlara sahip bir
Tanrı anlayışı olmasa dahi, Tanrı fikrinin Budizm’de en azından bir varoluş kategorisi
olarak kabul edildiğini düşündürmektedir.” 4

Budizm’le ilgili hatırdan çıkarılmaması gereken bir diğer hususta şudur: Buddha’nın
kurmuş olduğu sistemin mantığı onu, bu dünyada mutlu olmamış kimselerin mutlu
olabileceği başka bir alemin varlığını kesin inkara götürmüştür. O sadece öteki dünyayı
inkar eden görüşünde ısrar etmekle kalmamış; bunun ötesinde öğrencilerini ve
araştırmacıları, kişinin ölümden sonraki kaderini araştırmaktan ve bu konuda soru
sormaktan alıkoymak için her yolu denemiştir.Ali İhsan Yitik’in E. W. Hopkins’in The
Religions of İndia isimli eserinden yaptığı alıntıda “Buddha Nirvana’ya ulaşmanın
varlığın yok oluşuna yol açtığına inanmış ve hiçbir zaman ölümsüz bir varlık fikrini
benimsememiştir.”5 Onun ısrarla üzerinde durduğu husus, herkesin karma ve yeniden
doğuş doktrinlerini tam anlamıyla kabul ederek, mümkün olduğu kadar çabuk, içinde

1-Abidin İtil, “Buddha Tanrı’yı Reddetmiyor mu?”, An.ÜİFD, Ankara 1998, s.11-16
2-S.H. Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ankara 1990, s. 40
3-Juan Mascora, Dhammapada Gerçeğe Giden Yol (Çeviren:M. Ali Işım), İstanbul1992
4-Ali İhsan Yitik, Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi, İstanbul
1996, s. 124
5-Ali İhsan Yitik, age, s.148-152
101

bulunduğu bu sıkıntılı doğum-ölüm çemberinden bir an önce kurtulmaya gayret


göstermesidir. Bunun için de uyanık, aydın ve iyi bir mü’min olmak başarının temel
şartıdır.

Budizm’deki temel hedef, en yüksek iyi veya mutlak kurtuluşu ifade edern Nirvana’ya
erişmektedir. Bir Budist için en yüksek gaye, içinde bulunduğu sıkıntılı varoluş
çemberinden kurtulacak, bir an önce mutlak kurtuluş düzeyini ifade eden Nirvana’ya
yükselmektedir. Onun bu hedefe ulaşabilmesi için sekiz dilimli yolu izlemesi ve onu
katetmesi gerekir. 6

Buddha’nın talebelerine önerdiği yöntem (dharma) ne aşırı çile, perhiz yoludur, ne de


aşırı nefse ve nefsin arzularına düşkünlük yoludur. Bu yol ikisinin ortasındaki orta
yoldur. Bu yol sekiz basamaklı yüce yoldur. Bu yüce yoldan giderek uyanmak,
aydınlanmak, Nirvana’ya, Buddha’lığa ulaşmak gerçekleştirilebilir.7 Bu yüce yolun ilk
iki basamağı düşünceyle sonra gelen dördü davranışla, en sonda gelen ikisi de uyanma,
aydınlanma ile ilgilidir.

Bu sekiz dilimli yolu halis iman, halis irade, doğru konuşma, doğru hareket, doğru
çalışma, doğru fikir ve doğru düşünme olarak ta özetleyebiliriz.8 Görüldüğü gibi, ferdin
doğum-ölüm çemberinden kurtulabilmesi için tavsiye edilen bu yolun en azından doğru
konuşma,doğru hareket,doğru yaşama-ve doğru çalışma basamakları zaten doğrudan
doğruya karma teriminin muhtevası içerisine girmektedir. Buradan hareketle Budizm’de
karma inancının nihai gayeye (Nirvana’ya) ulaşmada önemli bir faktör olduğunu kabul
etmek bir zorunluluk haline gelmektedir.

Zaten “Budist kutsal literatürünü oluşturan metinlerde de ısrarla, her türlü dünyevi
mutluluğun yanı sıra, en yüksek gaye kabul edilen Nirvana’nın da ancak faziletli
ameller neticesinde elde edileceği vurgulanır. Örneğin Khuddakapatha’nın Nidhikanda
Sutta’sında, Nirvana’ya ulaşmada faziletli fiillerin rolünün ifade edildiği bölüm, ihtiyaç
duyduğu anda kullanmak üzere, sahip olduğu hazineyi toprağa gömen bir kimsenin
tasviriyle başlamaktadır. Daha sonra bu şekilde toprağa gömülen hazinenin unutulması

6-E. A. Burrt, The Teachings of The Compassinate Buddha, New York 1955, s.28-30
7-İlhan Güngören, Zen Budizm bir Yaşama sanatı, İstanbul 1995, s.96
8-Ali İhsan Yitik, age, s.149
102

veya çalınması imkanlarının mevcut olduğu hatırlatılarak, onu arzu edildiği zaman
kullanabilme ihtimalinin çok az olduğu ifade edilir. Buna karşılık, faziletli amellerle
elde edilecek manevi hazinenin ise sahibine sağlayacağı yararlar şöyle dile getiriliyor:
Her erkek veya kadının sahip olduğu öyle bir hazine vardır ki, o, hürriyet, fazilet,
ölçülülük, ve soğuk kanlılık içerisinde çok iyi muhafaza edilir.
O, muhteşem bir binada, Sangha’da, fertte, yabancılar arasında anne-babada ve ilk
doğan çocuklarda saklıdır.
İşte bu çok iyi muhafaza edilen ve korunması zor hazine, ölümle birlikte her şeyin onu
terk ettiği bir anda sahibine arkadaşlık eder.
O hiçbir hırsızın çalamayacağı, başkalarıyla paylaşılamayacak bir hazinedir. Öyleyse
bütün hakimler iyi ameller işlesinler. Çünkü ölümden sonra sahibini yalnız
bırakmayacak gazine işte budur.
O tanrılar ve insanlara haz ve mutluluk veren bir hazinedir. Onlar, arzu ettikleri her şeyi
onun sayesinde elde edebilecektir.
Beşeri olgunluk ve semavi dünyalardaki her türlü hazzı yakalama, Nirvana’ya ulaşma
da bu hazineyle mümkündür.
Hakimane bir tavırla bilgi, kurtuluş ve üstünlüğü kendisine arkadaş edinmek isteyen
kimse de bütün bu isteklerini söz konusu hazine sayesinde elde edebilir.
Ayrıca kılı kırk yaran feraset, her türlü kurtuluş, muridin kemale ermesi, zahidane
aydınlanma ve Buddha’lığın temelleri yine bu hazine sayesinde elde edilebilir.
İşe faziletli, iyi fiiller ve bunların ortaya çıkardığı karmik birikim, böyle büyük bir
potansiyel oluşturur. Bu nedenle iyi ameller icra etmek hakim ve aydın kişilerce takdir
edilir.”9
Yapılan bu uzunca açıklamalar göstermektedir ki, ahlaken iyi karmalar hem dünyevi
varoluş ve bu esnada tecrübe edilen hazlar, hem de mutlak kurtuluş ve aydınlanmanın
elde edilmesinde tek sebep olarak kabul edilmektedir.
Ali İhsan Yitik’in The Questions Of Milinda’dan yaptığı alıntıda “Milindapanha’da ise,
iyi fiillerin ortaya çıkardıkları sonuçlar Pazar analojisiyle anlatılmıştır. Burada ilk olarak
kişinin ihtiyaç duyduğu her şeyi rahatlıkla bulup, satın alabileceği bir Pazar tasvir
sayesinde bütün bunların satın alınabileceği vurgulandıktan sonra Nagasena’nın şu
ifadelerine yer verilir:

9-Walter Ruben, “Budizma’nın Menşei ve Özü”, An.ÜDTCFD,I,sayı 5,Ankara 1943


103

Uzun ömür, sağlık, güzellik, semavi alemde yeniden doğuş, asilzade veya üst kastlardan
birine mensup olarak tekrar doğma, Nirvana-ki bütün bunlar o pazarda satışa arz
olunmuştur. Buddha’nın pazarındaki bütün bu eşyalar, az veya çok karma ile satın
alınabilir. Ey kardeşler! İmanını ücret olarak göster ve hoşuna giden bu malları satın
al.”10

Yukarıda almış olduğumuz iki alıntı göstermektedir ki, Budist inanç sisteminde
karmaya yüklenen fonksiyon, Hinduizm’in yüklediği fonksiyondan hem farklı hem de
daha zordur. Zira karma, geleneksel Hindu düşünce sistemlerine göre en yüksek
gayenin elde edilmesinde zorunlu şart olarak kabul edilmekte, ancak yeterli şart olarak
görülmemekteyken, Budizm’de karma Budist öğretisinin temel hedefi olan Nirvana’ya
ulaşmanın hem zorunlu hem de yeterli sebebi olarak görülmektedir.

Ancak şu ana kadar anlattığımız karma Nirvana ilişkisi, Budist inanç sistemi içerisinde
yaygın biçimde benimsenen “Nirvana’ya ancak her türlü karmanın terk edilmesi ve
yoga eksersizlerinin sıkıca uygulanmasıyla ulaşılabilir” anlayışıyla bir tezat
içermektedir. Ancak böyle bir anlayışın Budizm’in orijinal anlayışı olmaktan ziyade,
Hindu dini içerisinde bu sistemin savunucusu konumundaki Advaita Vedanta
sisteminden ona geçmiş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü Buddha kurtuluşa
ulaşmanın, insanlardan uzaklaşıp inzivaya çekilmekle veya şan, şöhret ve lüks içinde
geçirilen bir hayatla değil, ancak orta yolun takip edilmesi ve kendisinin gösterdiği
sekiz dilimli yolun takip edilmesi neticesinde gerçekleşebileceğini de her vesilede
vurgulamıştır. Buddha bizzat kendi hayatında, aşırı riyazet ve mücadelenin de, sadece
zenginlik ve maddi servet gibi insanların rahatını ön plana çıkaran işlerinde mutluluğu
yakalamakta yetersiz kaldığını idrak etmiş bir kimsedir. Bu nedenle böyle bir
tecrübeden sonra onun, sadece yoga egzersizleriyle nihai mutluluk olarak da kabul
edilen Nirvana’ya ulaşabileceğini söylediğini düşünmek pek sağlıklı ve tutarlı
görünmemektedir. Budizm’deki bu konu ile ilgili temel görüş, her Budist’in yaptığı iyi
veya kötü eylemlerin karma ve tenasüh anlayışı gereği bir karşılığının bulunduğu ve
sekiz dilimli yolu takip eden her Budist’in Nirvana’ya erişeceğidir.

10-Ali İhsan Yitik, age, s.150


104

SONUÇ

Yapmış olduğumuz bu araştırma ile Budizm’deki Nirvana kavramının ne ifade ettiğini


ve Nirvana kavramının Budizm’deki diğer inanç esasları ile olan ilişkilerini ortaya
koymaya çalıştık ve şu sonuçları elde ettik:

Her şeyden önce Nirvana’nın diğer dinlerde varolan cennet kavramından farklı bir
içeriğe sahip olduğu, Nirvana’nın ölüm sonrasından ziyade bu dünyada iken
ulaşılabilecek bir mertebe olduğu, dünyevi (nefsi) istek ve arzuların oluşturduğu her
türlü isteğin son bulması anlamına geldiği, tenasüh denilen doğum-ölüm silsilesinden
kurtulmanın tek yolunun Nirvana’ya erişmek olduğu kanaatine vardık.

Budist inançlarına göre Nirvana normal yaşantıyı yok eden bir mertebe değildir.
Nirvana’ya erişen insan bir yandan da günlük yaşantısını devam ettirir ve hatta işlerini
daha kolay bir şekilde ve daha büyük bir beceriyle yapar. Aynı zamanda Nirvana’ya
erişen bir Budist günlük işlerini yaparkaen beğenilme yada beğenilmeme gibi bir kaygı
taşımaz. Nirvana’ya erişen insana kazanmak bir sevinç vermediği gibi, kaybetmek de
üzüntü vermez. Nirvana’ya ulaşan kişi acıda çekiyor, korku da duyuyor fakat bunlara
boyun eğmesini biliyor.

Bu çalışma sonucunda Budizm’de sosyal statüsü ne olursa olsun, ister fakir olsun ister
zengin sekiz dilimli yolu takip ederse her insan Nirvana’ya erişebilir. Bunu
gerçekleştirmek Budistin kendi elindedir. Nitekim günün birinde bütün varıkların ve
hatta ufacık toz taneciklerinin dahi Nirvana’ya ulaşacağına inanılmaktadır.

Ayrıca Nirvana’nın bulunabileceği belirli bir yer de yoktur.Nirvana ne doğuda ne


batıda ne kuzeyde ne güneyde ne yerde ne de göktedir. İnsan dünyanın neresinde olursa
olsun Nirvana’ya erişebilir. Yeter ki insan yaşamını doğru bir çizgi üzerine oturtsun ve
nefsinin istek ve arzularından tamamen kurtulabilsin.
105

- BİBLİYOĞRAFYA-

- AYDIN, Mehmet, Din Fenomeni, Konya, 1965

- AYDIN,Mehmet, CİLACI, Osman, Dinler Tarihi,Konya, Tarihsiz

- ATİK, Kemal, İslami Kavramlar, Ankara, 1997

- BAYUR,Y. Hikmet, Hindistan Tarihi, Ankara, 1947

- BAYUR, Y.Hikmet, Hint Dinleri, İstanbul, 1935

- BERRY, Gerald L,.Religions Of The World, New York, 1956

- BUDDA, Ömer, Hint Dinleri, İstanbul, 1935

- BUDDA, Ömer, Dinler Tarihi, İstanbul, 1938

- BURRT, E.A., The Teachings Of The Compassinate Buddha, New York, 1955

- BOLAY,S.H., Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ankara, 1990

- CARUS, Paul, Buda’nın Öğretisi, Çeviren: Teoman Uçkun, İstanbul, 1984

- CHALLEAYE, Felicien, Dinler Tarihi,Çeviren: Semih Tiryakioğlu, İstanbul,1972

- CİLACI, Osman, Günümüz Dünya Dinleri, Ankara,1965

- CİLACI, Osman, Dinler ve İnançlar Terminolojisi,İstanbul, 2001

- Colliers Encylopedia, Buddha ve Buddhism, Kanada, 1974,V.4, P.677


106

- CLARK; Walter, Buddhism Encylopedia Amerikane, New York, 1954,V.4, P.674

- ÇAĞDAŞ, Kemal, “Reformcu Yönleriyle Buddha ve Aşoka”, AÜDD Dergisi, Ankara,


1970

- DAĞ, Mehmet, YURTAYDIN, Hüseyin G., Dinler Tarihi, İstanbul, 1942

- Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Ankara, 1956

- DOĞRUL, Ömer Rıza, Yeryüzünde Dinler Tarihi, İstanbul, 1942

- EFENDİ, Ahmet Mithat Efendi, Tarihi Edyan, İstanbul, 1329

- ELİADE, Mircea, Dinler Tarihine Giriş,İstanbul,2002

- ELİADE, Mircea, Dinler Tarihi Sözlüğü, İstanbul,1997

- Encylopedia Americane, New York, 1954

- Encylopedia Of Religion and Ethics, London, 1909

- FİTZGERALD; C:P., History Of East Asia, Penguin Books, 1974

- FROM, Erik, Psikanaliz ve Zen Budizm, Çev: İ. Güngören, İstanbul,1981

- GEAR, Jhoseph, How The Great Religions Began, New York, 1956

- GÜNALTAY,M. Şemsettin, Tarihi Edyan, Tarihsiz

- GÜNDÜZ, Şinasi, Din ve İnançlar Sözlüğü, Konya, 1995

- Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Sözlüğü, İstanbul,1990


107

- GÜNGÖREN, İlhan, Buda ve Öğretisi, İstanbul,1994

- GÜNGÖREN, İlhan, Zen Budizm Bir Yaşama Sanatı, İstanbul, 1995

- GÜNGÖREN; İlhan, Meditasyon ve Zazen, İstanbul, 1992

- GÜVENÇ, Bozkurt, Japon Kültürü, Ankara, 1980

- HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, Çev: Salih Tuğ, İstanbul,1980

- HERMAN, A.L, The Promlem Of Evil and İndian Tought, New York, 1994

- HERRİEGEL, Eugene, Zen Budizm’in Yolu, İstanbul, 1995

- HANÇERLİOĞLU, Orhan, Dünya İnançları Sözlüğü, İstanbul, 1995

- HOPKİNS, E.W., Religions of İndia,

- İNDİAN RELİGİONS, New Delhi, 1979

- İTİL, Abidin, “Buddha Tanrı’yı Reddetmiyor mu?”, AÜİFD, Ankara, 1963

- KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Tarihi, TDEK, Ankara, 1998

- KAYA, Korhan, Budistlerin Kutsal Kitapları, ANKARA, 1999

- KİTAGOVA; Josph, MRaju P.T., Chen Wing-tsit, Asya Dinleri, İstranbul, 2002

- KUZGUN, Şaban, Dinler Tarihi Ders Notları, Kayseri, 1993

- LİGETİ, L., Bilinmeyen İç Asya, Çev: Sadrettin Karatay, Ankara, 1986

- MASDUSİ, Abdullah, Yaşayan Dünya Dinleri, İstanbul, 1983


108

- MASCORA, Juan, Dhammapada Gerçeğe Giden Yol, Çev: M. Ali Işım, İstanbul,
1992

- MERİÇ; Cemil, Bir Dünyanın Eşiğinde, İstanbul, 1979

- MURTİ, T.R.V, The Central Philosophy of Buddhism, London, 1980

- ÖGEL, Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara, 1991

- RAHULA, Sri, Wat The Buddha Tought

- RESSAU, Herwe, Dinler, İstanbul, 1970

- RHYS, Davids,T.W.İndia Buddhism

- RUBEN, Walter, Eski Hint Tarihi, Çev: Ziya Şenbay, Ankara, 1947

- RUBEN, Walter, “Budizm’in Menşei ve Özü”,An. ÜDTCF Dergisi, Ankara, 1993

- RUBEN, Walter, Eski Metinlere Göre Budizm, İstanbul, 2000

- RUBEN, Walter, Budizm Tarihi, Çeviren: Abidin İtil, Ankara, 1947

- ROYNALDS,Frenk E, Charles Hollisey, Buddhism The Encylopedia of Religion,


London, 1987

- ÖGEL, Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara, 1991

- Sanat Tarihi Ansiklopedisi, İstsnbul, 1998

- SAMİ, Şemsettin, Tarihi Edyan, İstanbul, Tarihsiz


109

- SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 2000

- SAMMUEL, Charles, Buddhism, The Worlds Religions, New York, 1954

- SCHİMMEL, Annamaria, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul, 1999

- SPENSER, S.,Mhyticism İn World Religion, London, 1963

- SUZUKİ, D.T., On İndian Mahayana Buddhism, New York, 1968

- ŞAHİN, Hayrettin, Japon Budizmi, Y. Lisans Tezi, Kayseri, 1990

- Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1990

- ŞERİATİ, Ali, Dinler Tarihi, Ankara,1997

- ŞEYBE, Abdulkadir, Yaşayan Dünya Dinleri ve Mezhepleri, İstanbul, 1995

- TAPLAMACIOĞLU, Mehmet, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara, 1960

- The World Religions, New York, 1954

- TÜMER, Günay, KÜÇÜK, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara, 1997

- Türk Ansiklopedisi, Ankara, 1956

- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, 1997

- USLU, Şükrü, İslam Öncesi Türklerde Budizm, Y. Lisans Tezi, Kayseri, 1993

- YİTİK, Ali İhsan, Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla
İlişkisi, İstanbul, 1996
110

- WALTER, A. Clark, Buddha, Encylopedia Amerikane, New York, 1956,

- WATT Alan, The Way Of Zen, Penguin Books, 1962


111

ÖZGEÇMİŞ

27.08.1980 tarihinde Yozgat’a bağlı Sarıkaya ilçesinde dünyaya geldi. İlkokulu


Sarıkaya Yavuz Selim İlkokulunda, orta öğrenimimi ve liseyi Sarıkaya İmam Hatip
Lisesi’nde tamamladı. Liseyi bitirdiği yıl Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi
İlahiyat Fakültesini kazandı. S.D.Ü. İlahiyat Fakültesinde iki sene öğrenimimi devam
etti. 1999 ÖSS sınavına girerek Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesini ilk tercihten
kazandı ve E:Ü İlahiyat Fakültesi Yönetim Kurulu’nun vermiş olduğu karar
doğrultusunda ikinci sınıftan öğrenimine devam etti.

05.07.2002 tarihinde E.Ü. İlahiyat Fakültesini birincilikle bitirdi. Aynı yıl Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Dinler
Tarihi Bilim Dalı’nda yüksek lisansa başladı. Tez konusu olarak “Budizm’de Nirvana
Anlayışı”nı seçti ve iki senedir bu konu üzerinde çalışmalarda bulundu.

29.09.2005 tarihinde Erzurum / Çat Çok Proğramlı Lise’ye Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi öğretmeni olarak atandı. Halen bu görevi yürütmektedir.

Battalgazi Mahallesi Özkonut Yapı


Kooperatifi No:8 Sarıkaya / Yozgat
Ev telefonu: 0354 772 42 58
Cep telefonu : 0537 381 69 50 / 0505 8152537

You might also like