You are on page 1of 149

ÖZELLEŞTİRME VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ, ÇİMENTO

SEKTÖRÜ (SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI ÖRNEĞİ)

Esra KORKUT

Cumhuriyet Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Lisansüstü Eğitimi, Öğretim Ve Sınav Yönetmeliğinin Çalışma Ekonomisi Ve


Endüstri İlişkileri Ana Bilim Dalı/Çalışma Ekonomisi Bilim Dalı İçin Öngördüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Olarak Hazırlanmıştır.

TEZ DANIŞMANI

Yrd. Doç. Dr. Mehmet ASLAN

SİVAS

Mart, 2008
I

ÖZET

1970’lerden sonra değişen ekonomik koşullar sonucunda KİT’ler toplumun


gelişebilmesini sağlayacak girişimlerde bulunamamışlar ve rekabet şartlarının
ağırlaşması sonucu devletin ekonomide yetkilerinin sınırlandırılması gündeme
gelmiştir. Devletin Ekonomide yetkilerinin azaltılması ve yeniden yapılandırılması
düşüncesi ile birlikte ekonomik refah koşullarının artırılması için bir süreç
başlamıştır. Böylece 1980’lerden itibaren küreselleşme eğilimi ile birlikte
küreselleşmenin iktisadi politika aracı olarak belirtilen özelleştirme süreci ön plana
çıkmıştır. Türkiye de ise özelleştirme 24 0cak 1980 kararlarıyla programa
alınmıştır.1980’li yıllardan bu yana gündemdeki en önemli konu haline gelmiş, kamu
kesimi borçlanma gereğinin azaltılmasından, demokratikleşmeye kadar birçok
sorunun çözümü için özelleştirmeye ilişkin birçok programlar sunulmaya başlamıştır.
Bu süreçte devletin her türlü müdahalesinin en aza indirilmesi düşüncesi
yaygınlaşmış, serbest piyasa ekonomisine geçiş amaçlanmıştır.

Özelleştirmeyi endüstri ilişkilerinin tarafları olan işçi, işveren ve devlet


açısından incelediğimizde ise; istihdam, verimlilik, üretim kapasitesi, sendikalaşma
ve ücretler üzerinde değişikliklerin yaşandığını gözleriz. Bu bağlamda Özelleştirme
ve Endüstri İlişkileri, Çimento Sektörü ( Sivas Çimento Fabrikası Örneği ) üç
bölümde incelenmiştir. Birinci bölümde özelleştirmenin kavramsal ve tarihsel süreç
içerisinde amaçları, yöntemleri ve nedenleri incelenmiştir. İkinci bölümde
özelleştirmenin endüstri ilişkileri tarafları açısından incelenmesi yapılmıştır. Üçüncü
bölümde ise çimento sektörü incelenerek, özelleştirmenin endüstri ilişkileri
tarafından incelenmesi Sivas Çimento Fabrikası örneği üzerinde yapılmıştır.
II

ABSTRACT

As a result of the changing economical conditions after 1970s; state-


controlled entities failed to realize enterprises needed for the development of the
society and due to harsh rivalry conditions it became the agenda that the authority of
the state on economy should be limited. With the limitation of state control over
economy and idea of restructuring of economy, a process was started with aim of
increasing economical welfare. Therefore, from 1980s onwards, alongside with the
disposition towards globalization, process of privatization, this was stated to be as a
means of globalization on economic policy, came into prominence. In Turkey,
privatization was added to the program after the declaration on 24th January 1980.
From then on, it has been one of the most important agenda and for the solution of
many problems such as the reduction of public sector borrowing requirement and
democratization; many projects have been presented related to the privatization. In
this process, the idea of reducing any intervention of the state to the lowest level
became widely common and the transition to the free market economy was aimed.

A close examination of industrial relations from the perspective of parties,


employer, employee and the state, provides us with the observation that there has
been changes on employment, productivity, productive capacity, syndication and
wages. In this connection, Privatization and The Industrial Relations; Cement Sector
(Example of Sivas Cement Factory) has been analysed in three chapters. In the first
chapter, the aims of privatization in its conceptual and historical process have been
dealt with. In the second chapter, privatization has been examined from the
perspective the parties of the industrial relations. And in the last one, the cement
sector has been deeply studied and the examination of privatization in accordance
with the industrial relations has been exemplified on the example of Sivas Cement
Factory.
III

İÇİNDEKİLER

ÖZET............................................................................................................................I

ABSTRACT................................................................................................................II

İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ III

TABLOVE ŞEKİLLER LİSTESİ ....................................................................... VIII

ÖNSÖZ........................................................................................................................ 1

BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL AÇIDAN ÖZELLEŞTİRME, ÖZELLEŞTİRMENİN


TARİHSEL SÜREÇTEKİ GELİŞİMİ

1. ÖZELLEŞTİRME KAVRAMI................................................................................ 5

1.1. Dar Anlamda Özelleştirme.................................................................... 6

1.2. Geniş Anlamda Özelleştirme ................................................................ 7

2. ÖZELLEŞTİRMENİN TARİHSEL SÜREÇTEKİ YERİ ....................................... 8

3. ÖZELLLEŞTİRMENİN AMAÇLARI .................................................................. 11

3.1. Ekonomik Amaçlar ............................................................................. 11

3.1.1. Serbest Piyasa Ekonomisini Geliştirmek ..................................... 12

3.1.2. Verimlilik ve Etkinliği Artırmak.................................................. 13

3.1.3. Sermaye Piyasasını Geliştirmek................................................... 14

3.1.4. Döviz Gelirlerini Artırmak........................................................... 15

3.1.5. Hazinenin KİT’lere Sağladığı Mali Desteğin Asgariye


İndirilmesi .............................................................................................. 16

3.2. Mali Amaçlar....................................................................................... 17

3.2.1. Devlete Gelir Sağlamak ............................................................... 18

3.2.2. Yabancı Sermayenin Teşvik Edilmesi ......................................... 19

3.2.3. Modern Teknoloji ve Yönetim Tekniklerinin Cezp Edilmesi...... 19


IV

3.3. Toplumsal ve Siyasal Amaçlar............................................................ 19

3.3.1. Sermayenin Tabana Yayılmasını Sağlamak................................. 19

3.3.2.Siyasal Felsefeyi Yürürlüğe Koymak ........................................... 20

4. ÖZELLEŞTİRMENİN YÖNTEMLERİ................................................................ 22

4.1. Hisse Senedi Satış Yöntemi ................................................................ 23

4.2. Blok Satış Yöntemi ............................................................................. 25

4.3. Doğrudan Satış Yöntemi ..................................................................... 26

4.4. Çalışanlara Satış veya Devir Yöntemi ................................................ 26

4.5. Kiralama Yöntemi ............................................................................... 27

4.6. Yönetim Devri Yöntemi...................................................................... 28

4.7. Ortak Girişim Yöntemi........................................................................ 28

4.8. İhale Yöntemi ...................................................................................... 28

4.9. İmtiyaz Yöntemi.................................................................................. 29

5. ÖZELLEŞTİRMENİN NEDENLERİ ................................................................... 30

5.1. Özelleştirmenin Genel Kabul Görmüş Nedenleri ............................... 30

5.1.1. Kaynaklardan Optimum Yararlanma ........................................... 30

5.1.2. KİT’lerin Kurulma Amaçlarının Ortadan Kalkması .................... 31

5.1.3. KİT’in Ulusal Ekonomiye Zararlı Sonuçlar Vermeye Başlaması 31

5.2. Siyasal Tercihler.................................................................................. 32

5.2.1. KİT’lerin Zararlı Olduğuna Dair Düşünceler............................... 32

5.2.2. Özel İş Çevrelerinin İktidarı Etkilemeleri.................................... 33

5.2.3. Uluslararası Kuruluşların Zorlaması ............................................ 33

5.3. Mali Nedenlerle Özelleştirme ............................................................. 34

6. ÖZELLEŞTİRMENİN AŞAMALARI .................................................................. 35

6.1. Genel Olarak Yapılması Gerekli Çalışmalar....................................... 36


V

6.2. Şirket Bazında Yapılacak Çalışmalar.................................................. 37

İKİNCİ BÖLÜM

ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KAVRAMI VE ÖZELLEŞTİRMENİN ENDÜSTRİ


İLİŞKİLERİNE ETKİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNİN TARAFLARI
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KAVRAMI .................................................................. 40

1.1. Endüstri İlişkileri Tanımı .................................................................... 40

1.2. Endüstri İlişkileri Tarihçesi................................................................. 42

1.3. Endüstri İlişkileri Sisteminin Gelişme Aşamaları............................... 49

1.3.1. Kitle Üretim Dönemi.................................................................... 49

1.3.2. Müdahaleci Dönem ...................................................................... 50

1.3.3. Liberal Dönem.............................................................................. 50

1.3.4. Sendikasız Endüstri İlişkileri ....................................................... 51

2. ÖZELLEŞTİRMENİN ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNE ETKİSİ VE


ÖZELLEŞTİRMENİN ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNİN TARAFLARI AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ .......................................................................................... 52

2.1. İşçiler Açısından Değerlendirilmesi.................................................... 54

2.1.1. Özelleştirmenin İstihdam Üzerine Etkileri................................... 55

2.1.2. Özelleştirmenin Sendikalaşma Üzerine Etkileri .......................... 62

2.1.3. Özelleştirmenin Ücretler Üzerine Etkileri.................................... 66

2.2. İşverenler Açısından Değerlendirilmesi.............................................. 70

2.2.1. Özelleştirmenin Verimlilik Üzerine Etkileri ................................ 70

2.2.2. Özelleştirmenin Toplu Pazarlık Sistemine ve Üretim kapasitesi


Üzerine Etkileri ...................................................................................... 72

2.3. Devlet açısından Değerlendirilmesi .................................................... 76

2.3.1. İşveren Olarak Devlet................................................................... 79


VI

2.3.2. Hakem Olarak Devlet................................................................... 80

2.3.3. Düzenleyici Olarak Devlet ........................................................... 81

2.3.4. İşçi ve İşveren Taraflarının İşveren Devlete Bakışı ..................... 82

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ÇİMENTO SEKTÖRÜ, SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI’NIN KURUMSAL


YAPISI, GELİŞİMİ VE ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN SİVAS ÇİMENTO
FABRİKASI AÇISINDAN İNCELENMESİ

1. ÇİMENTO SEKTÖRÜ .......................................................................................... 84

1.1. Kapasite............................................................................................... 87

1.2. Üretim.................................................................................................. 89

1.3. Tüketim ............................................................................................... 91

1.4. İthalat................................................................................................... 92

1.5. İhracat.................................................................................................. 92

1.6. Fiyat Politikası..................................................................................... 93

2. TÜRK ÇİMENTO SEKTÖRÜNDE ÖZELLEŞTİRME ....................................... 95

3. SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI’NIN KURUMSAL YAPISI VE GELİŞİMİ .. 104

3.1. Sivas Çimento Fabrikası’nın Kuruluşu ve Tarihçesi......................... 104

3.2. Sivas Çimento Fabrikası’nın Sivas ve Bölge Ekonomisi Bakımından


Önemi....................................................................................................... 107

4. ÖZELLEŞTİRMENİN SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI AÇISINDAN


İNCELENMESİ .............................................................................................. 108

4.1. Özelleştirme Sürecinde Sivas Çimento Fabrikası ............................. 108

4.1.1. Özelleştirme Süreci ve Yöntemi ................................................ 108

4.1.2. Sivas Çimento Fabrikası’nın Özelleştirme Gerekçeleri ............. 110

4.2. Özelleştirme Sonrası Uygulamalar.................................................... 110


VII

4.2.1. Üretim İle İlgili Uygulamalar..................................................... 111

4.2.2. Yönetim ve Personel İle İlgili Uygulamalar .............................. 112

4.2.3. Pazarlama İle İlgili Uygulamalar ............................................... 117

4.2.4. Sosyal Sorumlulukla İlgili Uygulamalar.................................... 119

4.3. Özelleştirme Sürecinde Sivas Çimento Fabrikası’nın Endüstri ........ 120

İlişkileri Çerçevesinde İncelenmesi ......................................................... 120

4.3.1. İstihdam Üzerine Etkileri ........................................................... 120

4.3.4. Üretim Kapasitesi Üzerine Etkileri ............................................ 126

4.3.5. Ücretler Üzerine Etkileri ............................................................ 128

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME........................................................................ 130

KAYNAKÇA .......................................................................................................... 135


VIII

TABLO VE ŞEKİLLER LİSTESİ

Tablolar ve Grafikler Sayfa No

Tablo 1: 1986-2005 Dönemi Gerçekleştirilen Özelleştirme İşlemleri .......... 29

Tablo 2: Çimento Fabrikalarında Özelleştirme Sonrası İstihdam................. 59

Tablo 3: Çimento Fabrikalarının Sektörel dağılımı (1994 yıl sonu


itibariyle) ........................................................................................................ 88

Tablo 4: Çimento Sektöründe Üretim Miktarları.......................................... 90

Tablo 5: Çimento Üretim, Tüketim ve Kişi Başına Tüketimleri .................. 91

Tablo 6: Çimento İthalat ve İhracatı ............................................................. 93

Tablo 7: 1997-2007 Yılları Çimento Üretimi, İç Satış ve İhracat Miktarları 94

Tablo 8: Özelleştirilen Fabrikalar Hakkında Bilgiler.................................... 98

Tablo 9: Blok Satış Yöntemiyle Özelleştirilen Fabrikalar ............................ 99

Tablo 10: Blok Satış ve Halka Arz Yöntemiyle Özelleştirilen Fabrikalar.. 100

Tablo 11: Halka Arz Yöntemiyle Özelleştirilen Fabrikalar ........................ 100

Tablo 12: İMKB’de Hisse Senedi Satışı Gerçekleştirilen Çimento


Fabrikaları .................................................................................................... 101

Tablo 13: 24 Çimento Şirketinin Özelleştirme Öncesi ve Sonrası Finansal


Performansının Değerlendirilmesi ............................................................... 102

Tablo 14: Klinker ve Çimento Üretim Prosesi............................................ 111

Tablo 15:Özelleştirme Sonrası Organizasyon Değişikliği .......................... 112

Tablo 16: Personel Yaş Bilgileri ................................................................. 114

Tablo 17: Personel Tahsil Bilgileri ............................................................. 114

Tablo 18: Personel Kıdem Bilgileri ............................................................ 115

Tablo 19: 1992-2007 Arası Çalışan Personel Sayısı................................... 121


IX

Tablo 20: Sivas T. ÇİMSE – İŞ Sendikasının Üye Sayısının Yıllara Göre


Değişimi (1990 – 1997) ............................................................................... 124

Tablo 21: Özelleştirme Öncesi ve Sonrası İşgücü Verimliliği


Karşılaştırması ............................................................................................. 126

Tablo 22: Özelleştirme Öncesi ve Sonrası Dönemlerdeki Ortalama Çimento


Üretimi ve Klinker Üretimi Bin ton/Yıl....................................................... 127

Grafik 1: Toplam Kapasite, Üretim ve Satışlar ......................................... 103

Grafik 2: Özelleştirme Sonrası Fiili Yatırım Harcamaları......................... 103

Grafik 3: Fabrikada Verimlilik Artışı ........................................................ 125


1

ÖNSÖZ

Özelleştirme kavramı, dünyada 1970’li yıllarda itibaren, ülkemizde ise


1980’li yıllardan itibaren yoğun bir şekilde gündemdedir. Özelleştirme, ister
gelişmiş, ister az gelişmiş olsun, farklı siyasi rejimlerdeki, farklı ekonomik
yapılardaki ülkelerde tartışılmış ve uygulanmıştır.

1980’lerden itibaren, küreselleşme eğilimi ile birlikte küreselleşmenin iktisadi


politika aracı olarak belirtilen özelleştirme süreci ön plana çıkmıştır. Özelleştirme
1980’li yıllardan bu yana gündemdeki en önemli konu haline gelmiş, kamu kesimi
borçlanma gereğinin azaltılmasından, demokratikleşmeye kadar birçok sorunun
çözümü için özelleştirmeye ilişkin birçok programlar sunulmaya başlamıştır. Bu
süreçte piyasa mekanizmasının gerektirdiği şekilde ekonomi politikalarının
belirlenmesi kabul görmeye başlamış ve devletin her türlü müdahalesinin en aza
indirilmesi düşüncesi yaygınlaşmıştır. Özellikle uluslar arası mal, hizmet ve sermaye
akımları önündeki her türlü korumacı engellerin kaldırılması ve böylece bunların
ülkelerarasında serbestçe dolaşımının mümkün hale getirilmesi amaçlanmıştır.

KİT.ler uygulanan ekonomi politikaları doğrultusunda, bir yandan ulusal


sanayinin oluşturulmasında doğrudan yatırım ve işletmecilik faaliyetlerinde yer
alırken, diğer taraftan özel sermayeyle birlikte tamamlayıcı bir özellik taşıyarak alt
yapı ve ara malı yatırımlarında yoğunlaşıp, düşük fiyat politikaları uygulamak
suretiyle özel sektörün gelişimine katkıda bulunmuştur. Yani KİT.lerin sorunlarının
çözümlenememiş olması ve geniş bir toplum kesimince ekonomik sıkıntıların sebebi
olarak görülmesi özelleştirmenin temelinde yatan en önemli gerçektir. Cumhuriyetin
kuruluş yıllarından beri düşünsel anlamda varolmasına rağmen özelleştirme alanında
düzenlemeler yapılması 24 Ocak 1980 kararlarının alınmasıyla olmuştur. 24 Ocak
kararları ile Türkiye ekonomisi yapısal bir dönüşüm sürecine girmiş ve dünyadaki
gelişmelere paralel olarak özelleştirme ekonomide kalıcı bir çözüm olarak
gösterilmeye başlamıştır.

Özelleştirme geniş anlamda devletin yeniden yapılanması, ekonomiye


müdahalenin azaltılması, rekabetçi serbest piyasa mekanizmasının uygulanabilmesi
için gerekli ortamın sağlanabilmesi, devletin ekonomideki rolünün sağlık, eğitim,
2

adalet, ulusal güvenlik ve büyük ölçekli alt yapı yatırımlarına yoğunlaşması ve


serbest girişimin faaliyette bulunması için yasal ve yapısal çerçeveyi
hedeflemektedir. Dar anlamda ise özelleştirme, iktisadi faaliyette bulunan kamu
teşebbüslerinin yönetim ve mülkiyetinin özel sektöre devredilmesi ya da daha açık ve
kısa ifade ile KİT.lerin özel sektöre satılması demektir.

Dar yada geniş anlamda nasıl ele alınırsa alınsın özelleştirme, bireysel
girişimciliği dayalı, rekabetçi piyasa ekonomisinin ilk ve temel şartıdır. Sınırlı
ekonomik kaynakların rasyonel dağılımı, verimlilik ve etkinlik için serbest piyasa
mekanizmasının lehinde oluşan görüşler, toplumsal mülkiyete dayalı ekonomik
sistemin çöküşü ile artmıştır. Özelleştirme sadece bir araçtır. Nihai amaç daha
verimli, daha etkin ve daha rasyonel olduğu konusunda geniş bir mutabakat bulunan
serbest piyasa ekonomisine geçebilmektir.

Konunun evrenselliği, uygulamanın yaygınlığı yanı sıra özelleştirmenin


sürekli tartışıldığı da bir gerçektir. Tartışmalar gerek, özelleştirme kavramına
ideolojik olarak tümden karşı çıkmak şeklinde ortaya çıkmakta, gerekse
özelleştirmeden beklenen amaçlar, uygulanan yöntemler, öncelikler ve zamanlama
hususlarında yoğunlaşmaktadır.

Özelleştirmenin devletçi zihniyetle yapılamayacağı ve özelleştirmeye


özelleştirme ili ilgili kurum ve kuruluşlardan başlanılması gerektiği de sıkça ileri
sürülmektedir. Özelleştirmenin hazırlıksız ve alt yapısız yapıldığı için kamu
birikiminin çarçur edilmesine yol açtığı, devletin özel sektöre peşkeş çekilmesine
sebep olduğu ve günü kurtarmak için sadece gelir elde etme politikalarının sonucu
uygulandığı iddiaları da ortaya atılmakta, özellikle işçi sendikaları konunun işçi
çıkarılması boyutunu eleştirmektedir. Ayrıca özelleştirmeyi değişim arcı olarak
görenlere, mevcut durumdan yana olanlar arasında tartışma konusu olarak ta görmek
mümkündür.

Türkiye’de özelleştirme programı ağırlıklı olarak çimento sektörüne


yöneliktir. ÇİTOSAN’a bağlı olarak faaliyet gösteren fabrikaların özelleştirmeye
nispeten hazır olmaları, özelleştirmenin olumsuz etkilerinin en az bu sektörde
hissedilir olması gibi dayanaklara sektördeki tüm fabrikaların özel sektöre devriyle
3

sonuçlanacağını göstermektedir. Çimento sektöründe yatırımın kârlı olması ve


özelleştirme kapsamına alınan fabrikaların satış bedellerinin makul düzeyde
belirlenmesi uygulamaları hızlandırmıştır. Gelişmiş ülkelerde arza göre talebin
yetersiz kalması, çevre korumaya yönelik tedbirlerin maliyetleri artırması gibi
sebeplerle yatırımların kârlı olmamasına karşın, Türk Çimento sektöründeki mevcut
görünüm ve olumlu beklentiler yerli yatırımcılar kadar yabancı sermayenin de
ilgisini çekmiştir.

Türkiye’de özelleştirme uygulamalarının değerlendirilmesinde çimento


sektörünün seçilmesinin sebepleri, bütün gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi
Türkiye’de de çimento sektörünün imalat sanayi içinde önemli bir yere sahip olması,
özelleştirmenin ilk ve ağırlıklı olarak bu sektörde uygulanmakta olması, daha da
önemlisi kıyaslama ve değerlendirme yapılmasını sağlayacak verilerin mevcut
olmasıdır. Çalışmada; özelleştirme öncesi belirlenen hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı,
mülkiyet değişiminin bu hedeflere ulaşmada ne derece etkili olduğu istatistiksel
yöntemlerden de faydalanılarak incelenmiştir. Özelleştirme sürecinde ve sonrasında
yaşanan gelişmelerin bir muhasebesi yapılmış, olumlu gelişmelerin yanı sıra bölgesel
tekelleşme gibi tehlikelere de dikkat çekilmiştir. Bu kapsamda cevaplandırılması
gereken temel sorulardan biri, özel sektördeki kuruluşların kamu kuruluşlarında daha
etkin çalışıp çalışmadığıdır.

Çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde özelleştirme kavramsal


açıdan incelenmekte olup tarihsel süreçteki gelişimi anlatılmaktadır. Bu süreçler
doğrultusunda özelleştirmenin amaçları, yöntemleri, nedenleri ve aşamaları
açıklanmaktadır. İkinci bölümde endüstri ilişkileri kavramı incelenmiş olup,
özelleştirmenin endüstri ilişkilerinin tarafları açısından değerlendirilmesi yapılmıştır.
Bu bölümde özelleştirmenin tarafları olan işçi, işveren ve devlet açısından endüstri
ilişkileri değerlendirilmekte olup, özelleştirmenin istihdam, verimlilik, sendikalaşma,
üretim kapasitesi, ücretler üzerindeki etkileri sırayla incelenmiştir. Ayrıca devletin
rolleri de bu kapsamda belirleyici olarak açıklanmıştır. Üçüncü bölümde ise çimento
sektörün incelenerek, Sivas Çimento Fabrikası’nın kurumsal yapısı, gelişimi ve bu
çerçevede özelleştirmenin Sivas Çimento Fabrikası açısından incelenmesi
yapılmıştır. Bu bölümde özelleştirme süreci ile birlikte Sivas Çimento Fabrikası’nda
4

yapılan uygulamalara değinilmiş ve endüstri ilişkilerinin süreç değerlendirmesi


içinde fabrikada yaşanan istihdam, sendikalaşma, verimlilik, üretim kapasitesi ve
ücretler üzerindeki yaşanılanlar incelenmiştir.
5

BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL AÇIDAN ÖZELLEŞTİRME, ÖZELLEŞTİRMENİN


TARİHSEL SÜREÇTEKİ GELİŞİMİ

1. ÖZELLEŞTİRME KAVRAMI

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devlet tarafından kurulan bütün


kuruluşlar, ülkelerin kalkınmasında önemli roller üstlenmiştir. Doğal olarak kamu
sermayeli kuruluşların sayısı büyük ölçüde artmıştır. 1930’lu yıllarda gelişmiş
ülkelerde yaşanan ekonomik modeller sosyal ve ekonomik problemlerin çözümü
karşısında yetersiz kalmış ve bunun sonucu olarak devlet ekonomide etkinliğini
artırmış, kamu mülkiyeti hemen her alanda kendini daha çok göstermeye
başlamıştır. Ancak daha sonraları değişen ekonomik koşullar sonucunda kamu
kuruluşları toplumun gelişebilmesini sağlayacak girişimlerde bulunamamışlardır.
Rekabet şartlarının ağırlaşması sonucu devletin ekonomide yetkilerinin
sınırlandırılması gündeme gelmiştir. Devletin ekonomide yetkilerinin azaltılması ve
yeniden yapılandırılması düşüncesi ile birlikte ekonomik refah koşullarının
artırılması için bir süreç başlamıştır. Bu süreçte ön koşul özel sektöre rahat çalışma
imkanlarının sunulması olarak belirlenmiştir. Ve böylece bu yeni yapılanma süreci
ile birlikte özelleştirme kavramı ortaya çıkmıştır.

Özelleştirme konusu ilk olarak millileştirilmiş işletmelerde uygulanan kamu


hukuku kurallarının sistemi etkisiz kılması, kamu işletmelerine tahsis edilen mal
varlığının yönetiminde, finansman kaynaklarının ve yöneticilerinin seçiminde gerekli
esnekliğin bulunmaması sonucu bu işletmelerde yeniden etkinliği sağlamak amacıyla
gündeme gelmiştir1.

Özelleştirme kavramının ortaya çıkışındaki bu süreçlerle birlikte


uygulamalarının farklılıkları özelleştirmeyi dar ve geniş anlamda özelleştirme olarak
ayırmaktadır.

1
CEEP, L. Entreprise Publique dans la Communaute Economique Europence, Annales du CEEP 1990,
cilt 2, s. 53’den aktaran,ATASOY Veysel,Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme
Sorunu, Ankara,1993, s. 181
6

1.1. Dar Anlamda Özelleştirme

Dar anlamda özelleştirme, ekonomik faaliyette bulunan kamu iktisadi


teşebbüslerinin yönetiminin ve mülkiyetinin özel girişimlere devredilmesi, yani
kamu iktisadi teşebbüslerinin özel şahıs ve şirketlere satılması olarak
anlaşılmaktadır.

Dar anlamda özelleştirmede, kamu iktisadi teşebbüslerinin özel sektöre


devrinde bazı farklar önem taşımaktadır. Zira bu tür özelleştirmede kamu iktisadi
teşebbüslerinin özel sektöre devri kısmen olabileceği gibi tamamen de
olabilmektedir. Bir kamu işletmesinin tamamen özel sektöre devrinin öngören şekil,
katı özelleştirme olarak tanımlanırken, yumuşak özelleştirme olarak nitelendirilen bir
diğer şekil de, kamu işletmelerinin içine özel sektörün girmesi söz konusu
olmaktadır. Bu durumda işletmenin kamu sektöründen çıkarılması söz konusu
olmayıp, hisse senetlerinin bir kısmının özel sektöre satılmasıyla, sonuçta bir karma
ekonomi şirketi meydana gelmektedir. Ortaya çıkan bu yeni yapıda kamu iktisadi
teşebbüsü hisse çoğunluğunun kamuya ait olması halinde bir kamu şirketi, özel
sektöre ait olması halinde de bir iştirak haline gelmektedir2.

Özelleştirme dar anlamıyla, “mülkiyeti ve yönetimi kamuya ait olan iktisadi


üretim birimlerinin özel sektöre devri olarak tanımlanmaktadır. Bu devir genel olarak
ya iktisadi birime ait hisse senetlerinin halka arzı yoluyla ya da iktisadi birimin bir
bütün olarak (blok satış) kişi ya da kurumlara satışıyla gerçekleşmektedir. Bu
çerçevede, tarihin çeşitli dönemlerinde hemen her ülkede, kamu mülkiyetindeki
birimlerin, özel sektöre devri söz konusu olduğu halde, bu devirlerden hiç birisi
özelleştirme olarak adlandırılmamıştır. Özelleştirme, basit bir mülkiyet veya yönetim
transferinin ötesinde, bütün bir iktisadi organizasyonu, serbest piyasa mekanizmasına
göre işleyen yapıya kavuşturmak ve bunun için gerekli dönüşümü sağlamaktır3.

2
RIVERO, Jeon, “Rapport de Synthese”, Les Privatisations en Europe, Editons du CNRS, Imprimerie
Paul Rubaud, 1989, S. 240’den aktaran, Y.a.g.e., s.183
3
http://www.canaktan.org/ekonomi/özelleştirm/turkçe.giriş-htm (22.02.2007)
7

1.2. Geniş Anlamda Özelleştirme

Geniş anlamda özelleştirme, devletin ekonomik faaliyetlerinin azaltılması


amacıyla kamu sektörünün denetimi altındaki ekonomik kuruluşların özel sektöre
devredilmesidir. Bu anlamda özelleştirme “kamulaştırmanın (millileştirme) tam
tersidir4.”

Özelleştirme geniş anlamıyla tanımlandığında devletin ekonomideki payının


azaltılmasını yada ekonomik yönden yeniden yapılanmasını kapsamaktadır.
Özelleştirme, devletin sahip olduğu mal varlıklarının devlet mülkiyetinden ayrılması
(denatianolization) veya satış yoluyla elden çıkartılması, piyasanın işleyişi üzerindeki
devlet denetiminin veya müdahalesinin azaltılması veya kaldırılması (liberalization)
rekabete yönelme ve bunlarla birlikte sosyalist ülkelerde özel mülkiyete geçiş ve
piyasanın düzenlenmesi konularını ihtiva etmektedir5.

Geniş anlamda özelleştirmede, mülkiyet devrinin yanı sıra, bu tür kuruluşların


özel kesime kiralanması kamu kesimi tarafından üretilen mal ve hizmetlerin
finansmanının özel kesimce sağlanması, yönetimin özel kesime devri, mal ve hizmet
üretimindeki kamusal tekellerin kaldırılması ve kurumsal serbestleşme ve
özelleştirme kavramı içinde yer almaktadır. Bu çerçeve içinde özelleştirme bir bütün
olarak devletin iktisadi faaliyetlerinin sınırlandırılmasını ve ekonomide piyasa
güçlerinin etkili kılınmasını ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kısacası geniş anlamda özelleştirmenin tanımı “devletin ekonomik


faaliyetlerinin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması şeklinde ifade
edilmektedir6.” Kamu hizmetlerinin belli bir bedel karşılığında satılması, ekonomide
kurumsal serbestleştirme yapılarak devlet tekellerinin ortadan kaldırılması ve özetle,
serbest piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu bir ortama geçiş faaliyeti geniş
anlamda bir özelleştirmedir.

4
KARLUK Rıdvan, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Gerçek Yayınevi, Ankara, 1990, s.123
5
Keinth Hartley and David Parker, Privazation and Economic Effidency, Edward Elgar, 1993, S.11
6
GİZ Deniz, Özelleştirme ve Karşılaştırmalı Türkiye Uygulaması, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2003,
s.13
8

Buraya kadar yapılan açıklamaları toparlayarak ifade etmek gerekirse,


özelleştirme, serbest piyasa ekonomisini güçlendirecek ve devletin iktisadi etkinliğini
azaltacak uygulamaları kapsayan bir “şemsiye” kavram görünümdedir7.

Kısacası özelleştirme kavramı, “devletin ekonomik faaliyetlerini azaltmak


veya tamamen kaldırmak amacıyla, dar anlamda kamu iktisadi teşebbüslerinin, geniş
anlamda devletin sahip olduğu her türlü mal varlığının özel mülkiyete devredilmesi”
olarak tanımlanmaktadır.

2. ÖZELLEŞTİRMENİN TARİHSEL SÜREÇTEKİ YERİ

Günümüzde yaygın bir hale gelmiş olan özelleştirme tartışmaları, ilk olarak
1970’lerin ortalarında Şili’de Pinochet önderliğindeki askeri darbe sonrasındaki
uygulamalarla gündeme gelmiştir. Bu tarihe kadar tek tek ülkelerin bir politika
çizgisine dayandırmadan belirli işletmeleri özel sektöre devri şeklinde yürüyen ve
henüz bir kampanyaya dönüşmemiş olan uygulama, bu tarihten sonra ve özellikle
Reayan ve Thatcher iktidarlarıyla birlikte, tekil bir olgu olmaktan çıktı8.

Kit’lerin özelleştirilmesi akımının doğuşu ile 1970’ler de ortaya çıkan iktisadi


kriz birbiriyle yakından ilgilidir. 1960 ve 70’lerde devletin ekonomideki payı
artarken iktisadi büyümenin yavaşlaması, devlet müdahalelerinin iktisadi büyümenin
yavaşlaması, devlet müdahalelerinin iktisadi dalgalanmaları hafifleteceği yolundaki
Keynesyen görüşleri sorgulamaya başlamıştır. Diğer taraftan büyüme yavaşlarken
artan kamu harcamalarının finansmanı ve bütçe açıklarının azaltılması sorunu
gündeme gelmiştir. Bu sorun, devleti vergileri ve borçlanmayı, artırmak ile
harcamaları kısmak arasında seçim yapmaya zorlamıştır.

Bununla birlikte, devlet müdahalelerinin enflasyon ve durgunlukla birlikte


ortaya çıkması, kamu hizmet ve kalitelerinin yetersizliği, konudaki yönetim

7
AKTAN Çoşkun Can, Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine; Özelleştirme,,Aksıelim
matbaası,İzmir,1992, s.70-71
8
KAZGAN Gülten, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri,Altın Kitaplar
Yayınevi,İstanbul,1994, s. 96
9

bozuklukları, büyük işletme açıkları ve zararları, ileri teknoloji kullanan kamu


projelerinin başarısızlığa uğraması gibi nedenler devlet müdahalesini savunanları
azaltmıştır.

Kamuda ortaya çıkan bütün bu olumsuzlukları eleştirenlere göre, devletin


büyümesi dinamik bir özel kesim ve sağlıklı büyüyen bir ekonomi için tamamlayıcı
değil engelleyici bir olgu olarak gelişmiştir.

Devletin hizmet üretirken özel kesime kıyasla verimsiz olduğu görüşü


devletin aşırı büyüdüğü, kısaca “daha küçük devlet” sloganıyla özetlenebilecek bir
akıma dönüşmüştür. İşte, KİT’lerin özelleştirilmesi, yani özelleştirme bu akımın en
temel nedeni olmuştur.

Özelleştirme akımının doğuşunda önemli rol oynayan çağdaş iktisadi düşünce


okullarını ve öğreticilerini üç ana başlık altında toplayabiliriz9.

- Chicago iktisat okulunun öğretisi: Monetorizm ve Rasyonel Beklentiler


Teorisi

- Virginia Politik iktisat Okulunun öğretisi: Kamu Tercihi Teorisi ve


Anayasal İktisat.

- Arz Yönlü İktisadi Düşünce

Gerek Monetaristler gerekse Rasyonel Beklentiler Teorisyenleri devletin


ekonomiye müdahalesini şiddetle eleştirmekte ve özelleştirme düşüncesini
savunmaktadırlar.

Kamu Tercihi Teorisyenleri ise kamu ekonomisinin başarısızlığı teorisi


geliştirmişler ve devletin kamu harcamalarına, vergilendirmeye, para arzına ilişkin
uyması gereken belirli ilkelerin anayasaya da yer almasını ve devlet müdahalesini
sınırlayan ve rekabetçi piyasa oluşturulmasını destekleyen düzenlemeleri
savunmaktadırlar.

9
AKTAN, a.g.e., s. 94
10

Arz yönlü iktisat teorisyenlerine göre ise, iktisadi sorunların temelinde


üretimin talebe cevap verememesi yatmaktadır. Onlar devletin fonksiyonlarının
giderek genişlemesinin iktisadi sorunların temel kaynağını oluşturduğunu
benimserler. Bu iktisatçılar milli ekonomi içerisinde kamu ekonomisinin etkinliğini
azaltacak ve piyasa ekonomisine işlerlik kazandıracak politikaların uygulanmasını
savunurlar.

Tarihsel süreç içerisinde özelleştirmenin Türkiye’deki uygulaması ise 24


Ocak 1980 kararlarıyla başlamıştır.

1960 yılı sonrasında kamunun ekonomi içerisinde kapsamlı işler üstlenmesi


devletin olması gereken etki alanının kapsamını değiştirerek her alana müdahale
etmesi sonucu devletin zayıflamasına sebebiyet vermiştir. Türkiye bu izlediği devlet
ve ekonomi anlayışına paralel olarak sanayisini dış dünyaya ve ihracata kapalı bir
şekilde yüksek koruma duvarları arkasında büyütmeye çalışan fakat kaynak israfının
hat safhada olduğu ithal ikameci politikalar uygulamıştır. Böylelikle dış rekabetten
yoksun olan Türkiye ekonomisi, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren döviz
darboğazına ve bunun yol açtığı şu an bile en büyük ekonomik sorununuz olan
enflasyon ve borç yükü gibi kronik problemlerle karşı karşıya gelmiştir10.

Türkiye ekonomisinin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuş olan KİT’ler


1960 ve sonrası yıllarda ekonomi üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaya
başlamışlardır. KİT’lerin verimliliğini artırmak ve hazine üzerindeki yükünü
hafifletmek amacı ile yapılan mevzuat değişiklikleri, yeniden yapılanma ve
yönetimin iyileştirilmesine yönelik çalışmalar başarılı olamamıştır. Bunun
sonucunda 24 Ocak 1980 yılında serbest piyasa ekonomisine geçilmiş ve 1983
yılından itibaren özelleştirme politikaları uygulanmaya başlamıştır11.

10
YALOVA Yüksel, Türkiye Avrupa İlişkileri Ilığında Özelleştirme, Nobel Yayınları,Ankara,
2004, s. 9
11
AKTAN, a.g.e, s. 175
11

3. ÖZELLLEŞTİRMENİN AMAÇLARI

Özelleştirmenin amaçları dendiği zaman bununla kastedilen ulaşılmak istenen


hedefler ve elde edilmek istenen sonuçlardır. Bunun içindir ki özelleştirmenin
amaçları, stratejileri çok iyi belirlenmelidir. Etkin bir özelleştirme için stratejilerin
önceden belirlenmesi ve de tesbit edilmesi özelleştirme sürecine hız kazandıracaktır,
hedeflere daha çabuk ulaşılacaktır. Birazdan detaylı olarak açıklayacağımız
etkinliğin esas alınması, özelleştirme gelirlerinin bütçe açıklarının kapatılması için
birinci derecede kullanılmaması, sermaye piyasasının gelişmesine yardımcı olması,
hisse senetlerinin kısa vadeli amaçla dağıtımından kaçınılması, rekabet ortamının ön
plana çıkması, yatırımların özelleştirmeden sonrada alıcı şirket tarafından devam
etmesi amaçları temel prensiplerdir.

Genel olarak bir ülkenin ekonomisinin rekabet şartları, gelir seviyesi, eğitim
seviyesi, nitelikli iş gücü ve makro ekonomik dengelerin uyum içinde olması
özelleştirmede başarı için ön şart olarak ortaya çıkmaktadır.

Özelleştirme programının en önemli amacı, piyasa güçlerine karşı ekonomiyi


duyarlı kılmak, endüstriyel etkinliği artırmak ve gerçek büyümeyi sağlamak
biçiminde genel bir ifade olarak özetlenebilir12.

Özelleştirmenin amaçlarını bu doğrultuda ekonomik amaçlar, mali amaçlar,


toplumsal ve siyasal amaçlar olarak ayırıp incelemek yerinde olacaktır. Çünkü böyle
bir ayırım özelleştirmenin etkilerinin ve sonuçlarının ne denli geniş bir alana
yayıldığının anlaşılmasına önemlidir.

3.1. Ekonomik Amaçlar

Özelleştirmenin gerçek amacı, aynı zamanda makro ekonomik amaç olarak


da tanımlanan, devletin ekonomik alandaki ağırlığını azaltmak ve piyasa
mekanizmasını yeniden düzenlemek, böylelikle ekonomik düzenin etkinliğini

12
UZUNOĞLU Sadi, KİT’lerin Sorunları ve Özelleştirme, Türkiye’de Özelleştirme, Alfa
Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 50
12

artırmaktır. İkinci ekonomik amaç ise mikro ekonomik bakış olarak tanımlanan,
özelleştirilmiş şirketlerin işleyişini ekonomik alanda olduğu kadar mali alanda da
iyileştirmektir13.

Ekonomik amaçları, serbest piyasa ekonomisini geliştirmek, verimlilik ve


etkinliği artırmak, sermeye piyasasını geliştirmek, döviz gelirlerini artırmak,
hazinenin KİT’lere sağladığı mali desteğin asgariye indirilmesi sağlamak şeklinde
sıralanabilir.

3.1.1. Serbest Piyasa Ekonomisini Geliştirmek

Özelleştirme politikasının temel amacı serbest piyasa ekonomisine işlerlik


kazandırmaktır. KİT’lerin bir kısmının “Tekel” statüsünde olması tam rekabeti
engellemektedir14.

KİT’lerin piyasada doğal tekel olmalarından dolayı fiyat ve kalite yönünden


piyasa taleplerine duyarlı değillerdir. Çünkü piyasanın kontrolü ellerindedir. İflas
tehlikelerinin bulunmaması sebebiyle hiçbir kamu iktisadi teşebbüsü pazar payını
kaybetmek istemediğinden dolayı ne fiyatlarını düşürmek ne de kaliteyi yükseltmek
isterler. Özelleştirme işlemi sonucu KİT’lerin daha verimli ve kaliteli çalışması
rekabet şartları altında fiyatların ucuzlamasını sağlar. Ancak özelleştirme işlemi
yapıldıktan sonra kamu tekelinin özel tekele dönüşmemesi gerekmektedir. Bunun
içinde diğer hukuki ve ekonomik kurumların oluşturulması gerekmektedir.

Bugün KİT’lerin bir çoğu tekel veya tekel niteliğindeki kuruluşlardır. Bu


nedenle serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak amacının
gerçekleştirilebilmesi kamu tekellerinin özel sektör tekelleri haline gelmesini
önleyecek tedbirleri almaya ve piyasa ekonomisine geçişin diğer hukuki ve

13
SANTIN Jean-Jacgues, Les denationalisations au Royaume Uni, Les Privatisations al Etranger,
1986, S. 33’den aktaran,ATASOY, a.g.e, s.184
14
AKTAN, a.g.e. , s. 83
13

ekonomik kurumlarını oluşturmaya bağlı olacaktır15. Bu düzenlemeler KİT’lerin


faaliyet alanlarının yeni firmalara açılması ve yasaların çıkarılması vb.
uygulamalarını kapsar.

Bütün bu açıklamalar sonucunda; özelleştirmeyle, ekonomideki devlet


müdahalesi azaltılıp serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak istenirken
temel gerekçe bir ülke ekonomisinde sınırlı kaynakların rasyonel kullanımında,
bireysel mülkiyete ve rekabete dayalı piyasa ekonomisinin, toplumsal mülkiyete
dayalı devletçi bir ekonomik sistemden daha etkin olduğudur. Başta eski SSCB
olmak üzere toplumsal mülkiyete dayalı devletçi ya da kollektivist tüm sistemlerin
çöküşü bu düşüncenin kanıtı olmuştur16.

Kısacası, özelleştirme taraftarlarına göre, iktisadi yaşamdaki dengesizlik ve


istikrarsızlıklara son vermek serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmakla
mümkündür.

3.1.2. Verimlilik ve Etkinliği Artırmak

Tüm dünya ülkelerinde kamu sektöründeki ortalama verimlilik oranı hemen


her zaman özel sektördekinden düşüktür. Kamunun verimliliğini yükseltecek çağdaş,
teknolojik gelişmelerin yakından izlenmesi, işgücü maliyetini yükselten siyasal
tercihli istihdam politikası uygulanması, ücretlerin düşüklüğü ve rasyonel yatırım
programlarının uygulanmaması kamudaki verimsizliğin başlıca nedenleridir17.

KİT’ler politik baskılar ve bürokratik engellerden dolayı işletmecilik


esaslarına göre yönetilmektedirler. Teknolojik gelişmelerin yakından izlenememesi
aşırı istihdam, ücretlerin düşüklüğü, rasyonel yatırım programlarının
uygulanamaması gibi faktörler KİT’leri verimsiz kılmaktadır. Bu anlamda

15
TÜSİAD Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği, “Özelleştirme KİT’lerin Halka Satışında
Başarı Koşulları”, yayın no: TUSİAD T/86-5-88, İstanbul, 1986, s. 17
16
TOBB, Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilmesi Sorunu ve Sistematik Bir Yaklaşım Önerisi,
Ankara, 1993, s.8
17
CEVİZOĞLU Hulki, Özelleştirme, Beyaz Yayınları, İstanbul, 1998, s. 18
14

özelleştirmenin amacı bu kuruluşların daha etkin ve verimli çalışmasını sağlamak


olacaktır18.

Devletin bütün faaliyetlerinin nihai amacı toplum refahının artırılmasıdır. Ve


ekonomik teori açısından refahın artması için ekonomide verimliliğin artması
gerekir. Bu durumda özelleştirmede ana amaç verimliliğin artırılması olmalıdır.
KİT’ler en büyük eleştiriyi verimliliklerini kaybetmeleri, kamuya ve ekonomiye bir
yük haline gelmeleri ve alternatif fayda-maliyet analizleri düşünüldüğünde genel
olarak toplum refahını azaltıcı bir etkiye sahip olmaları dolayısıyla almaktadırlar. Bu
nedenle verimlilik hedefinin ön planda tutulması durumunda özelleştirme ekonomik
refah üzerinde önemli bir pozitif etkiye sahip olacaktır. Özelleştirme, verimliliği
artırmak için önemli unsur olan rekabeti artırmak ve tekelci davranışlara karşı
rekabeti koruma için kullanılmalıdır19.

Kısacası KİT’lerin düşük verimlilikte çalışmaları, ekonomide genel verimlilik


düzeyini olumsuz etkiler. O halde verimliliği yükseltici tedbirler yanında kamu
sektörünün daraltılması da ekonomide verimliliğin artışına katkıda bulunacaktır.

3.1.3. Sermaye Piyasasını Geliştirmek

Orta ve uzun vadeli arz ve talebin yer aldığı piyasalar olan sermaye
piyasalarının amacı, gerçek ve tüzel kişilerin ellerinde bulunan tasarrufların menkul
kıymetler aracılığı ile yatırım alanlarına dönmesini sağlamaktır. Türkiye’de yeni
gelişmekte olan sermaye piyasasının en büyük sorunu menkul kıymet arzıdır.
Özelleştirme yoluyla, sermaye piyasalarına yeterli miktarda hisse senedi sunulması,
yeni ve çok sayıda yatırımcıyı ortaya çıkaracak, böylece piyasalar gelişecek ve
derinleşecektir. Tasarrufların daha büyük oranda hisse senedi alımına yönelmesini
teşvik etmek, halkın elindeki birimlerin altın, döviz, gayrimenkul gibi yatırımlardan
hisse senedi arzı sayesinde sermaye piyasasına çekilmesi trilyonlarca liranın

18
BEDİR Eyüp, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesinden Doğan Problemleri ve
Çözüm Önerileri, Ankara, 1992, s. 25
19
TERZİ Cihan, Özelleştirme, Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Yayınları yayın no:7, 1998, s. 19
15

ekonomiye kazandırılmasını sağlayacaktır. Özelleştirme, hisse senedi ihracı ile


sermaye piyasasının gelişimini sağlayarak, ülkedeki tasarrufların yatırıma
dönüşmesini sağlamaktadır. Ayrıca özelleştirme kapsamında hisseleri halka arz
edilen firmaları ile halka açılma oranını yüksek tutan firmalar diğer firmalara göre
uzun dönemde daha başarılı olmaktadırlar20. Yalnız burada belirtilmesi gereken
önemli bir husus vardır. Piyasada oluşan şartların hisse senedi arzına uygun olması
gerekmektedir.

Özelleştirmede KİT hisse senetlerin ihracı ile sermaye piyasası arz ve talep
dengesinin geliştirilmesi sağlanır. Özelleştirme sonucunda piyasaya sunulacak hisse
senetleri piyasada varolan menkul kıymetlerin miktarını yeterli düzeye çıkaracak,
piyasayı geliştirecektir. Ve böylece de ülkedeki tasarrufların yatırıma dönüşmesini
sağlayacaktır.

3.1.4. Döviz Gelirlerini Artırmak

Özelleştirme yolu ile döviz gelirlerini artırmak, özellikle gelişme yolundaki


ülkelerde görülen ödemeler dengesi açığını kapatmaya yöneliktir. Bu ülkelerin
hükümetleri, dış dönemlerinde döviz darboğazı içindedirler. Özel yabancı sermaye
yatırımlarının ülkeye girişini özendirecek döviz gelirlerini artırmak olanağı vardır.
KİT’lerin pay senetlerinin, öncelik sırasını gözeterek dış yatırımcılara satışını
sağlamak da ivedi döviz kaynağı yaratılmasında düşünülen çözümlerden biridir21.

Döviz gelirlerinin arıtılması, dış ödemeler dengesi açık veren ülkeler


açısından önem arz eder. Dış ödemeler açığını kapatmanın en sağlık yolu yabancı
yatırımcıları teşvik ederek ülke yatırım yapmalarını sağlamaktır. Yabancı yatırımları,
dolaysız yatırımlar ve partfoy yatırımları olarak ikiye ayrılır22.

20
KIYMAZ Halil, “İMKB’de Halka Arz Edilen Hisse Senetlerinin Uzun Dönem Performansları
ve Bunları Etkileyen Faktörleri”, İMKB Dergisi, 1997, s. 64
21
CEVİZOĞLU, a.g.e, s. 21
22
ERDOĞAN Aklın, Uluslar arası Ekonomik İlişkiler, Güney Matbaası, İstanbul, 1980, s. 203
16

Dolaysız yatırımlar bir firmanın yabancı bir ülkede doğrudan ve iştirak


halinde, yatırım yapması ve yatırımın yönetimine katılmasıdır. Bu tip yatırımlar daha
çok, çok uluslu şirketlerce yapılmaktadır.

Portfoy yatırılması ile tasarruf sahiplerinin Raiz yada temettü geliri elde
etmek için uluslar arası sermaye piyasalarından menkul kıymet satın alınması
şeklindeki yatırımlardır23. Bugün Newyork, Tokyo, Londra, Zürih gibi uluslar arası
borsalara hisse senedi arz etmek döviz geliri elde etmek istediğinden başka bir şey
değildir.

Döviz gelirlerini artırmanın bir yolu da yabancı ülkelerde çalışan Türk


işçilerine acayip fiyatlarla senet satmak ya da uygun ortamı hazırlayarak yatırıma
teşvik etmektir.

3.1.5. Hazinenin KİT’lere Sağladığı Mali Desteğin Asgariye İndirilmesi

KİT’ler genellikle zarar etmekte, gelirlerini giderlerini karşılayamadığında bu


açıklar hazineden ve genel bütçeden karşılanmaktadır. Zarar eden Kit’lerin
özelleştirilmesi, bu kuruluşlara bütçeden yapılan sübvansiyonları ortadan
kaldıracağından, bu teşebbüsler bütçeye yük olmayacaklardır24.

Açık amaçları karlarını artırmak olmayan şirketlerin muhtemel zararları dış


bir kaynak tarafından karşılanmak zorundadır. Kamu iktisadi teşebbüsleri söz konusu
olduğunda bu finansman hazine tarafından karşılanır. Bugün bir çok ülkede karşı
karşıya bulundukları bütçe açıklarını kapatacak kaynaklardan yoksundur. KİT’lerin
dış finansman ihtiyacı, hazine yardımları, görev zararları, borçlanmalar v.b gibi –
yöntemlerle karşılanmakta ve bu durum para arzını artırarak enflasyonu
hızlandırmaktadır. Bu yönü ile özelleştirme KİT’lerin hazine üzerindeki yükünü
azaltırken, para arzına etkisi yönü ile enflasyonun düşürülmesine yardımcı olabilir.

23
Y. a.g.e. s. 204
24
TÜSİAD, Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, İstanbul 1992, s. 27
17

KİT’lerin enflasyonun nedeni olarak görülmesinin temelinde bu kuruluşların


gelirlerinin giderlerini karşılamadığı dolayısıyla açıklarının hazineden ve genel
bütçeden karşılanması para arzının artmasına ve böylece enflasyonun hızlanmasına
neden olduğu görüşü yatar. Gerçektende başlangıçtan bu yana KİT açıkları emisyon
yoluyla kapatılmış ve KİT’lere mal ve hizmet fiyatlarını maliyetlerine göre serbestçe
belirlemelerine izin verilmişse de zarar etmeleri önlenememiştir. Bu durumu
KİT’lerin sürekli zam yapmalarını gerekli kılmıştır. Bu zamlar ise enflasyonun
kaynağı olmuştur.

İşte KİT’lerin özelleştirilmesiyle yukarıdaki olumsuzlukların önüne geçilmek


istenmektedir. Peki bu mümkün mü? KİT’ler hazineye yük olmaktan çıkarılabilir.
Ama enflasyon kaynağını oluşturmasının önüne geçilemez. Çünkü özel kesim kamu
kesiminden daha zamcı bir anlayışa sahiptir. Diğer taraftan KİT’lerin özel kesim
elinde daha verimli çalışacağı umulmaktadır. Eğer durum böyleyse karşı kuruluşlar
değil zarar eden kuruluşlar özel sektöre satılması daha doğrudur.

3.2. Mali Amaçlar

Özelleştirmede asıl amaç ekonomik olmakla birlikte, doğrudan doğruya mali


sonuçlar elde edilmek amacıyla da özelleştirme yoluna gidilebilir. Bu durumda
ekonomik bir sonuç elde etmekten çok, bazı mali sonuçları elde edebilmek amacıyla
KİT’lerin satılması söz konusudur. Ancak mali amaçlarla özelleştirme, bu yolla
devlete gelir sağlama açıkça ifade edilemeyen ve zımmen kabul edilen bir konu
olmaktadır. Mali amaçlarla özelleştirme yapılmasına, aldatıcı bir finansman kaynağı
olması nedeniyle de itiraz edilmektedir25.

Mali amaçlar, devlete gelir sağlamak, yabancı sermayenin teşvik edilmesi ve


modern teknoloji ve yönetim tekniklerinin cezp edilmesi şeklinde ait başlıklarla
incelenebilir.

25
AKALIN Güneri, KİT’ler ve Özelleştirmeleri, AÜSBFYYO Basımevi, Ankara, 1987, s. 460
18

3.2.1. Devlete Gelir Sağlamak

Devlet, büyük mali bunalımlara girdiği dönemlerde, KİT’lerin özelleştirilmesi


ile gelir sağlayabilir. Dış kredi itibarının olmaması, IMF ve Dünya Bankası gibi
uluslar arası kuruluşlardan destek görülmemesi gibi nedenlerle dış borç çeken
hükümetler, özelleştirme ile gelir sağlama yoluna gidebilirler. Devletin KİT’leri
satarak gelir sağlamasının bir başka nedeni de, ülke içindeki küçük tasarrufçuların
devlet tahvili ve hazine bonosu gibi kamunun menkul değerlerine olabilecek
güvensizliğidir. Devletin kendisine gelir sağlama yöntemleri arasındaki vergilerin
teknik olarak toplanmasındaki eksiklikler ve halkın oyuna gereksimi olan
politikacıları sevimsiz göstermesi de, özelleştirmeyi vergi gelirine karşı alternatif
gelir kaynağı durumuna getirmektedir26.

Şöyle ki, özellikle mali kriz dönemlerinde hükümetler krizden kurtulmak için,
iç borçlanma, dış borçlanma, emisyon, yeni vergiler koyma yollarından birine
başvurular. Ancak son yıllarda önemli bir gelir kaynağı da KİT’lerin satılması yada
kiralaması yoluyla özel kesime devridir. Kamu iktisadi girişimlerin özelleştirmesiyle
gelir elde etme size muhalefet eden olmadığı sürece çok basittir. Seçimle iktidara
gelen bir hükümet vergileri pek kullanmak istemez. Emisyonda yapısı itibariyle
enflasyonisttir. Bunun yanında bir hükümetin dış itibari yoksa ve uluslar arası mali
kuruluşlarda destek göremiyorsa, diğer taraftan iç tasarruf sahipleri hükümetin
piyasaya sürdüğü menkul değerlere güveni olmayabilir. İşte bütün bu
olumsuzlukların var olduğu durumlarda en önemli gelir kaynağı KİT’lerin
özelleştirilmesidir.

Dünyanın her yanında özelleştirme programının belirgin amaçlarından biri,


hazine fonlarının kullanımının asgariye indirilmesi ve devlete gelir sağlanmasıdır.
Ancak bazı ülkelerde verimlilik ve karlılığın artırılması, gelir elde edilmesinden daha
büyük önem taşımaktadır. Fakat ülkelerin kronik bütçe açığı sorunu ile karşı karşıya
bulunduğu durumlarda gelir sağlanması amacının önemi şüphesiz daha da artacaktır.

26
CEVİZOĞLU, a.g.e., s. 32
19

3.2.2. Yabancı Sermayenin Teşvik Edilmesi

Özellikle gelişmekte olan ülkeler kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek,


sermaye kaynaklarını genişletmek yönünden yabancı sermayeden de azami ölçüde
faydalanmak için günün koşullarına uygun yabancı sermayeyi teşvik düzenlemeleri
yapmaktadırlar27. Özellikle Türkiye gibi sermaye darlığı olan ülkelerde yabancı
sermayenin hayati önemi vardır. Birçok ülke, kamı girişimlerinin satışı sayesinde
yabancı sermaye için çekici hale gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında sermaye ihtiyacı
olan ülkelerde KİT’lerin özelleştirilmesi büyük ölçüde ihtiyacı duyulan yabancı
sermayenin ülkeye çekilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

3.2.3. Modern Teknoloji ve Yönetim Tekniklerinin Cezp Edilmesi

Özel sektör ve yabancı şirketler, genellikle kamu sektörüne göre daha üstün
yönetim teknikleri ve daha modern teknolojilere sahip olma eğilimindedirler.
Yabancı yatırımlar ile özel sektör yatırımlarını cezp etmenin en başarılı yollarından
biridir özelleştirme.

Hisselerin satışı yanında yönetim devri, kiralamaya da ortak girişimler de,


gelişmiş yönetim tekniklerini ve ileri teknolojileri cezp edebilir.

3.3. Toplumsal ve Siyasal Amaçlar

Özelleştirmenin toplumsal ve siyasal amaçları arasında sermayenin tabana


yayılmasını sağlamak ve siyasal felsefeyi yürürlüğe koymak bulunmaktadır.

3.3.1. Sermayenin Tabana Yayılmasını Sağlamak

Sermayenin tabana yayılması amacıyla yapılan çalışmaları, aynı zamanda


ekonomik amaçları gerçekleştiren önemli bir araç olarak da ortaya çıkmaktadır.

27
Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği, İktisadi rapor,
Kurutuluş ofset Basımevi, Ankara, 1986, s. 228
20

Hisse senedi sahipliğinin yaygınlaştırılması, serbest piyasa kurallarının daha geniş


kitleler tarafından benimsenmesini sağlarken, başlı başına özelleştirmenin bir sosyal
bir amacı olarak da ortaya çıkmaktadır. Burada güdülen sosyal amaç geniş KİT’leri
sermayenin tabana yayılması amacıyla hisse senedi sahibi yaparak gelir düzeylerini
artırmak, bu yolla refahı biraz daha yaygınlaştırmaktır. Bu amaçla gerçekleştirilen
özelleştirmeler, “sosyal özelleştirme” olarak da nitelendirilmektedir28. Halkın hisse
senedi sahibi yapılması bu amaçla mevcut tasarrufların ekonomiye kaymasını
sağlayacağı gibi, bu KİT’leri hisse senedi sahibi olmak amacıyla ek tasarruf imkanı
yaratmaya da zorlamaktadır. Böylece salt bir sosyal amaçtan ekonomik sonuçlar elde
edilmesi mümkün hale gelmektedir.

Sermayeyi tabana yayma amacına, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde


öncelikle önem verilmiştir. Ancak sermayeyi tabana yayma aracındaki nedenler
ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Örneğin İngiltere’de hedeflenenler, servet
mülkiyetini yaygınlaştırmak, geniş bir KİT’lerin gelirden pay almasını ve işçi işveren
arasındaki ilişkileri yumuşatmaktır. Fransa’daki hedefi özelleştirilen ise tekelci
güçlerin birkaç elde toplanmasını önlemektir. Türkiye’deki amaç ise sermayeyi
tabana yayarak gelir dağılımında adaletin sağlanması ve sermaye piyasasının
gelişmesine katkıda bulunmaktadır29.

3.3.2.Siyasal Felsefeyi Yürürlüğe Koymak

Özelleştirme hangi amaçla gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, bundan siyasal


sonuçlarda elde etmek mümkündür. Nitekim bu alanda sağlanan başarıların bir
sonucu olarak İngiltere’de üst üste seçimleri kazanarak iktidarı muhafaza etmesi
bunun çarpısı örneği olmaktadır. Siyasal sonuçlar elde edilebilen özelleştirme,
siyasal amaçlar da uygulamaya konulabilmektedir. Özellikle siyasal partilerin

28
DİLİK Sait, Halk Hisse Senetleri Yoluyla Kamu İşletmelerinin Özelleştirilmesi, AÜSBFD, 1982,
s. 132
29
ALBAYRAK Cemil, “Özelleştirme ve Sermayeyi Tabana Yayma Amacı, Dünyada ve
Türkiye’de Özelleştirme Konulu Sempozyum”, O.D.T.Ü, Ankara, 1990, s. 63
21

görüşlerinin sosyalizme veya liberalizme yatkın olması halinde, özelleştirme


özellikle siyasal amaca yönelik olarak, yani liberalizme uygun ortam yaratmak
amacıyla ortaya çıkabilmektedir.

Bireylerin ekonomik özgürlüğünü öne alan liberal felsefe devletin ekonomiye


karışmasının bu özgürlüğü kısıtlayacağını savunmaktadır. Neo-klasik ekonomistler,
özelleştirmenin de toplumsal gönencin optimizasyonu (en iyileştirilmesi) için gerekli
olduğu vurgulanmaktadırlar. Bu görüştekilere göre özelleştirme, ekonomik
bireysellik için bir araçtır30.

Özelleştirmenin siyasi amacı devletin ekonomik yapı içinde piyasaya


karışmasını azaltmak ve liberal ekonomik sisteme geçisi sağlanacaktır.

Kısacası günümüzde bireylerin ekonomik özgürlüklerine önem verilmektedir.


Özellikle liberal doktrin bireylerin ekonomik özgürlüklerinin birinci derecede önemli
olduğunu, devletin ekonomik hayata müdahalelerinin birey özgürlüklerini
sınırlayacağını kabul etmekte ve savunmaktadır. Bugün liberal doktirin temel
felsefesini değişik bir yorumla iktisadi yaşama uygulamaya çalışan arz yönlü
iktisatçılar ve neoklasik iktisatçılar bireylerin ekonomik davranışlarını diledikleri
biçimde düzenleyebilmelerini, devletin birey özgürlüklerini hiçbir şekilde
sınırlandırmaması gerektiğini savunmaktadırlar. Ekonomik endividuvalizm adı
verilen bu felsefe, sosyal refah optimizasyonu için gerekli görülmektedir31. Bu yönü
ile özelleştirmenin siyasi ve ideolojik yanı ortaya çıkmaktadır.

Genel olarak bir değerlendirme yaptığımızda, özelleştirme programının en


önemli amacı, piyasa güçlerine karşı ekonomiyi duyarlı kılmak, endüstriyel etkinliği
artırmak ve gerçek büyümeyi sağlamak biçiminde genel bir ifade olarak
özetlenebilir32.

Türkiye’de özelleştirme programının amaçlarına baktığımızda ise; Türkiye’de


özelleştirme ile devletin ekonomideki sınai ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesi

30
CEVİZOĞLU, a.g.e., s. 23
31
AKTAN, a.g.e., s. 101
32
UZUNOĞLU, a.g.e., s. 50
22

hedeflenirken, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi


üzerindeki KİT finansman yükünün azaltılması sermaye piyasasının geliştirilmesi ve
atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması, bu yolla elde edilecek kaynakların alt
yapı yatırımlarına kanalize mümkün olacaktır.

Özelleştirmenin temel amacı nihai olarak, devletin ekonomideki işletmecilik


alanından tümüyle çekilmesini sağlamaktır. Öte yandan borsa ve sermaye
piyasalarını geliştirmeden Türkiye’de sağlıklı bir ekonomik gelişmeden bahsetmek
mümkün değildir. Şirketlerin yalnızca bankacılık sektörüne bağlı olmadan hisse
senedi tahvil ve bana ihracı yoluyla kaynak temin edebilmeleri ve bu kaynak maliyeti
ile enflasyon arasında sağlıklı bir ilişkinin olabilmesi için, sermaye piyasalarının
geliştirilmesi gerekir. Sermaye piyasasının gelişimi ise, tasarruflarının daha büyük
kısmının mali piyasalara yönlendirilmesi ve suretle oluşan fonların sermaye
piyasasına akışına imkan verecek bir ekonomik yapının oluşturulması ile
mümkündür.

Bu açıdan bakıldığından özelleştirme uygulamaları ile bir yandan mali


piyasalar ve dolayısıyla sermaye piyasalarına yönelmeyen yerli ve yabancı
tasarrufları bu piyasalara yönlendirilecek yeni kaynaklar yaratılması, diğer yandan
kamu kemsinin fonlar üzerindeki talebi nedeniyle sıkışan mali piyasa üzerindeki
olumsuz baskının engellemesi hedeflemektedir.

4. ÖZELLEŞTİRMENİN YÖNTEMLERİ

Bir kamu kuruluşunun özelleştirilmesine karar verildiğinde, özel sektöre


devrin hangi yöntemle gerçekleştirileceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Yöntemin
doğru olarak saptanması, gerek hızlı bir özelleştirme yapmak gerekse kamuoyu
desteğini sağlamak açısından üzerinde zaman harcaması gereken bir süreçtir.

Dünyadaki uygulamalara bakıldığında, belirli kamu kuruluşları için belirli


özelleştirme şablonları olmadığı görülmektedir. Kamu otoriteleri özelleştirme
konusunda en uygun yöntemi, kamu kuruluşunun niteliği ve piyasa talep yapısına
göre her durumda ayrı ayrı belirlemektedirler. Türkiye’de bu durum farklı değildir.
23

Bir ülkede özelleştirme yöntemlerinden hangisinin uygulandığı o ülkelerin


genel ekonomik şartlarına, sermaye piyasasının durumuna, özelleştirilecek kuruluşun
niteliğine, kuruluşun içinde bulunduğu mali şartlara ve özelleştirmenin amaçlarından
hangisine ağırlık verileceğine bağlıdır33.

Özelleştirmede kullanılan yöntemleri sıralayacak olursak; hisse senedi satış


yöntemi, blok satış yöntemi, doğrudan satış yöntemi, çalışanlara satış veya devir
yöntemi, kiralama yöntemi, yönetim devri yöntemi, ortak girişim yöntemi, ihale
yöntemi imtiyaz yöntemi olarak sıralayabiliriz.

4.1. Hisse Senedi Satış Yöntemi

Bu yöntemde KİT’lerin hisselerinin tamamı yada bir bölümü satılır. Satış


işlemi genellikle bir banka veya uzman kuruluşun hazırladığı detaylı bir proje
ışığında mevcut kamu hisselerinin veya yeni çıkarılan hisse senetlerinin satışı
yoluyla olabilir. Hisse senetlerinin satışında piyasada arz ve talebe bağlı olarak
oluşan fiyat dikkate alınır veya sabit bir fiyat belirlenir. Hisse senetleri, yurtiçi veya
uluslar arası sermaye piyasalarında işlem görebilir. Hisse senetleri satışında sınırlama
veya teşvik gibi önlemler getirebilir. Satış işlemlerinin başarısı, hisse senetleri
satılacak kuruluşun finanssal yapısına bağlı olduğu kadar ülkenin yasal ve kurumsal
yapısındaki istikrara da bağlıdır. Hisse senetleri satışı yoluyla özelleştirmede değişik
amaçlar güdülebilir. Tek hedef mülkiyet devri olabileceği gibi kuruluşların finanssal
yönden desteklenmesi de hedeflenebilir. Açık ve şeffaf bir uygulamaya olanak
sağlaması açısından bu yöntemin uygulanmasında hisse senetleri satılmak istenen
kuruluşun güçlü bir finanssal yapıya sahip olmaması kuruluşun hisselerinin belirli bir
yatırımcı grupta yoğunlaşıp mülkiyetin tabana yayılması hedefinden uzaklaşılması,
değerleme ve fiyatlamanın doğru yapılamaması, sermaye piyasasının gelişmemiş
olması, sermaye piyasalarında ortaya çıkan yanıltıcı bilgi akışı, halkın sermaye
piyasası hakkında yeterince bilgilendirilmemesi, tasarrufların yetersizliği gibi
sorunlarla karşılaşılabilmektedir.

33
DİKBAŞ Yılmaz, Özelleştirme Sömürgeleştirme, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s. 68
24

Yani bu yöntemde hisseler doğrudan halka arz edilebildiği gibi sermaye


piyasası aracılığı ile de satılabilir. Sermaye piyasasında hisse senetlerinin arzı “sabit”
veya “taban fiyatı artırma” şeklinde olabilmektedir. Sabit fiyatı da hisseler üzerinde
yazılı nominal değerlerden satışa sunulmakta, ikincisinde ise hisseler için bir taban
fiyat belirlenmektedir. Sonra aracı kurumlara senetler artırmayla toptan
satılmaktadır. Bazen hisselerin fiyatları kademeli olarak da belirlenmektedir. Eğer
en yüksek fiyatı veren alıcı hisselerin tümünü almak istemez ise istediği miktarda
senet kendisine verilmekte ve kalan senetler ikinci en yüksek fiyatı verene
devredilmektedir.

Hisse senetlerinin halka arz yöntemi ile özelleştirme, teoride istenilen


sonuçları vermesi bakımından en fazla üzerinde durulan ve ilk olarak uygulanması
düşünülen yöntemdir. Sermayeyi tabana yaymak ve halkın gelir seviyesini
yükseltmek gibi amaçlara yönelmiş olan yöntemin uygulamada çıkardığı sorunlar
özellikle halkın yeterli sermaye birikimine sahip olmadığı gelişmekte olan ülkelerde
görülmektedir. Gelir seviyesi yanında, örgütlenmiş bir sermaye piyasasının
bulunması da yöntemin uygulanması ve başarı şansını fona sokmaktadır. Yöntemin
başarılı bir şekilde uygulanabilmesi, halka arz edilecek hisselerin değerlerinin doğru
olarak belirlenmesine bağlıdır. Harika arz yönteminin devamlığının sağlanabilmesi
bu koşulla yakından ilgilidir34. Fiyatın doğru olarak saptanmasının yanında,
hisselerin ikinci el piyasasında değerlerini korumaları da gelecekteki özelleştirme
uygulamaları için iyi bir reklam mekanizmasıdır. Türkiye’de ise IMKB’de işlem
gören özelleştirilmiş kamu kuruluşlarına ait kağıtların düşük geliri oranları, halkın bu
yönteme güvenini azaltmıştır.

34
SARIARSLAN Halil-EROL Cengiz, Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilmesi Sorunu ve
Sistematik Yaklaşım Önerisi, TOBB Yayınları,Ankara, 1993, s. 16
25

4.2. Blok Satış Yöntemi

Bu yöntem KİT’lerin aktiflerin bir bölümünün, müesseselerin, işletmelerin


yada bağlı ortaklıklarının, belirli bir veya birkaç firmaya yahut konsorsiyuma
pazarlık yoluyla doğrudan satılması işlemidir35.

Bu yöntemde KİT hisselerinin tamamı veya bir kısmı alıcı veya alıcılar
grubuna satılabilir. Satışı yapılacak olan kuruluş, özel hukuk hükümlerine tabi bir
şirket olmalıdır. Blok satış yöntemi, hisse satışından önce veya aynı anda
gerçekleştirilebilir. Blok satış yönteminin tam rekabet, doğrudan pazarlık gibi
uygulamaları vardır. Tam rekabette, alıcılar tekliflerini sunduktan sonra bir
değerlendirme yapılır ve karara varılır. Doğrudan pazarlık yönteminde ise alıcılarla
pazarlık yapılması suretiyle nihai karar alınır. Blok satış yöntemi çoğunlukla sermaye
piyasasının olduğu durumlarda tercih edilmektedir. Bu yöntem genellikle fiyat
tespitinin sağlıklı yapılmaması ve gelirin adaletsiz dağılımına yol açması konularında
eleştirilmektedir.

Blok satış, yöntem olarak başarı şansı yüksek olmasına rağmen özelleştirme
sonrası rekabet koşullarını bozma olasılığı nedeniyle eleştirilmektedir. Yöntem
olarak özelleştirilecek kuruluşlara ait mülkiyetin topluca devrini öngören blok satışın
özellikle gelir seviyesi düşük halk arasında gördüğü tepki büyüktür.

Blok satış yöntemine karşı genelde, hisse senetlerinin blok satışına karşı da
özelde kamuoyunun olumsuz tepkileri söz konusudur. Bu tavrın temelinde devlet
malının imtiyazlı çevrelere devrediliyor olması düşüncesi yer alır36.

Sosyal adalet ve gelir dağılımının dengeli hale getirilmesi ilkeleri ile


bağdaşmasına rağmen, blok satışın gerçekleştirilmesi gerekiyorsa, yöntem şeffaflık
içinde ve kamuoyu desteği de sağlanacak uygulamalıdır.

35
TÜRK DEMOKRASİ VAKFI, Türkiye’de Özelleştirme, Araştırma Raporu, Ankara, 1994, s. 57
36
SARIASLAN-EROL a.g.e., s. 16
26

4.3. Doğrudan Satış Yöntemi

Bu yöntem, KİT’lerin bağlı ortaklarının müesseselerinin ve küçük


işletmelerinin, bir defada gerçek veya tüzel yerli yada yabancılar “pazarlık” yoluyla
satılmasıdır37

Holding yapısındaki kamu işletmelerinin bir defada gerçek veya tüzel, yerli
yada yabancılara pazarlık yoluyla satılmasıdır. Daha çok nihai mal ve hizmet üreten
birimler bu yöntemle özelleştirilirler.

Ana kuruluş olan holdingin bir bütün olarak satış mümkün olmayabilir.
Holding zarar ederken daha küçük birimlere ayrılan parçaları önce rehabilite edilip
sonra satılırlarsa daha kolay alıcı bulurlar. Doğrudan satış yöntemi çerçevesinde
kamuya ait işletmelerin maddi varlıklarını bina, arsa ve makinelerin satılması,
hastalıklı aktiflerinin temizlenmesi şeklinde uygulamaları da görmek mümkündür.

Holding yapısındaki kamu işletmelerinin fazla istihdamı verimsiz atıl


varlıkların merkeze kaydırılıp, rehabilite ile verimli ve karlı çalışan ünitelere
dönüştürüldükten sonra parça parça satılarak özelleştirilmesi uygulaması ülkemizde
de Sümerbank ve Etibank’ın özelleştirilmeleri örneklerinde görülmektedir.

4.4. Çalışanlara Satış veya Devir Yöntemi

Kamu işletmelerinin mülkiyetinin ve/veya yönetim kontrolünün işletme


çalışanlarının kendi kaynaklarını kullanarak veya borçlanılarak eline geçmesine
imkan veren yöntemdir. Borçlanılarak elde edilen işletme konrolüne “neveraged bay-
out” denir38. Çalışanların ortaklığı, yönetim ve mülkiyete katılmaları, verimliliği ve
oto kontrolünü artırmaktadır. Ancak gelişmekte olan ülkelerde kişisel tasarruflar
yetersiz olduğu için bu yöntemin başarılı işlemesi beklenemez.

Bu tür özelleştirmenin en mahzurlu yönü, yönetim ilişkileri açısından


doğabilecek güçlüklerdir. İşletmeye sahiplenme, moral motivasyonu teşvik unsuru

37
DİKBAŞ a.g.e, s.69
38
SARIASLAN-EROL,a.g.e., s. 18
27

olur iken, aynı zamanda hem yönetilen hem de patron durumunda olan çalışanların
bu ortamı sağlıklı ilişkilerle yürütülebilecek kültür ve eğitim düzeyine sahip olmama
durumunda bir yönetim bunalımının önemli sebebi olabilirler.

Kuruluşların çalışanlarına kıdem tazminatı sorumluluklarının olması ve


bunların bir hayli yüksek tutarlara ulaşması, kıdem tazminatlarına karşılık
özelleştirilen kuruluşun hisse senedini almayı cazip hale getirdiği gibi özelleştirmeyi
de kolaylaştırmaktadır.

Bu yöntemi, çalışanlarının kuruluşları ile kader birliği yapmalarının neticesi


onlara devredilmelerinin ve bunun da çok uygun koşullarda yapılmasının sosyal
adalet ilkeleri çerçevesinde uygun görenler vardır. Ancak, tüm ülkenin kaynakları ile
oluşturulan kuruluşların mülkiyet ve yönetimini, yalnız orada çalışan ve
çalışmalarının karşılığını ücret, pirim, kıdem tazminatı olarak alan insanlara imtiyazlı
şekilde vermenin adil bir uygulama olmayacağını savunanlarda mevcuttur.

Türkiye’de yapılan uygulamalardan Karabük Demir Çelik Fabrikası


(KARDEMİR) nin özelleştirilmesi çalışanlara satış yönetiminin başarı ile
uygulandığı bir model olmuştur. Zarar ettiği gerekçesi ile çalışanlara ücretsiz olarak
devredilen KARDEMİR, çalışanlara devirden sonra kar eder hale gelmiştir.

4.5. Kiralama Yöntemi

Bu yöntemde, özelleştirilmek istenilen kamu kuruluşu, özel veya tüzel


kişilere belirli bir süre için kiralanmaktadır.

Finansal kira sözleşmesi ile devlet mülkiyeti kendisinde tuttuğu kuruluşları


belirli şartlarda kiralama yöntemiyle kiralayabilir. Bu yöntem bir nevi ön
özelleştirme olarak da nitelendirilebilir. Büyük kamu işletmeleri için bu yöntem
uygun olmamaktadır. Devletin elindeki kömür ve maden işletmelerinin bu yöntemle
performanslarının yükseltilmesi ve özelleştirilmeye hazır hale getirilmesi
uygulamada sıkça görülmektedir.
28

4.6. Yönetim Devri Yöntemi

Kamu işletmelerinin profesyonel yönetim tarafından yönetilmesi ile bağımsız


bir yapıya kavuşturulmalarını sağlamaktadır. Yönetim sorumluluğu ile mal
sahipliğinin birbirinden ayrılması, yönetim mal sahibinin çıkarlarına uygun davranıp
davranmadığının kontrolü gibi sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bu yöntemle, bir nevi ön
özelleştirme ya da özelleştirmeye hazır hale getirme uygulanmasıdır.

Yönetim devri uygulamasında KİT’lerin özel sektöre devri, 29.02.1984 tarih


ve 2983 sayılı yasa ile 27.08.1984 tarih ve 84/8495 sayılı Kamu Ortaklığı Fonu
Yönetmeliğinde bu uygulama “İşletme Hakkı Devri” olarak Türk mevzuatında
vardır39.

Yönetim devri ileride oluşturulabilecek ortakların da başlangıcı olabilir.


Özelleştirme esnasında yönetimin devredildiği özel sektöre hisselerinden pay alma
opsiyonu tanınabilir. Bu uygulamalar özellikle otelcilik ve turizm gibi sektörde
görülmektedir.

4.7. Ortak Girişim Yöntemi

Kamu ve özel sektör teşebbüslerinin ortak faaliyet yürütmelerini amaçlayan


ve kamu ortaklığı payının %51’den daha az olmasını gerektiren açık bir özelleştirme
yöntemidir. Bu yöntem, bir kamu şirketinin, başka bir yabancı ve yerli şirketle öz
kaynak ortaklığına girişmesidir. Bu tür teşebbüslerin tam bir özerklik içinde
bulunması şartı, “deregulation” ve imtiyazlı anlaşmalar politikalarının bir parçası
olarak değerlendirilebilir40.

4.8. İhale Yöntemi

Bu yöntem, mülkiyet transferini gerektirmeyen, sadece hizmet arzını özel


kesime devreden bir yöntemdir. Örneğin; Belediye, Hastane vb. kurumlar, temizlik

39
KARLUK, a.g.e., s. 124
40
GİZ, a.g.e., s. 31
29

ve benzeri hizmetlerini ihale yöntemi ile özel kesime yaptırabilmektedir. Ülkemizde


de 2886 sayılı devlet ihale yasası ile, il özel idareleri ve belediyelerin, alım satım,
hizmet vb. işleri özel kesme yaptırabilecekleri belirtilmektedir.

4.9. İmtiyaz Yöntemi

Bu kavram, genelde tabii monopollerin güçlü olduğu iktisadi faaliyet


alanlarında ve rekabet yokluğu ile karakterize olmuş piyasa şartlarında, mal ve
hizmetin üretim veya dağıtım haklarını vermeyi ya da kullandırmayı amaçlayan bir
özelleştirme aracı olarak bilinmektedir. Bu yöntemin uygulamaları başlangıç olarak
20. yy başlarına kadar uzanmakla birlikte, daha sonraları Dernsetz (1968) tarafından
ya kamu ya da özel işletmelerin devletçe düzenlenmesine muhtemel bir alternatif
olarak geliştirilmiştir41.

Belirtilen özelleştirme yöntemleri ışığından gerçekleşen özelleştirme


işlemlerinin bir genellemesini tablolaştıracak olursak;

Tablo 1: 1986-2005 Dönemi Gerçekleştirilen Özelleştirme İşlemleri

Özelleştirme Yıllar 1986-2004 2005 2006 Toplam


Yöntemi ($) ($) ($) ($)
Blok Satış 3.923.951.478 7.054.000.000 6.910.000.000 17.887.951.478

Tesis Varlık Satışı 1.469.981.073 399.412.482 434.030.000 2.303.423.562

Halka Arz 2.860.019.875 273.719.603 0 3.133.739.478


İMKB’de Satış 800.819.126 460.234.642 0 1.261.053.768

Yarım Kalmış Tesis 4.368.792 0 0 4.368.792


Satışı

Bedelli Devirler 377.836.828 28.351.395 208.779 406.397.002

TOPLAM 9.436.977.172 8.215.718.129 7.344.238.779 24.996.934.080

Kaynak:Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı

41
Y.a.g.e., s. 29
30

5. ÖZELLEŞTİRMENİN NEDENLERİ

Genel olarak özelleştirme nedenlerini üç ana başlık altında inceleyebiliriz.


Bunlar; genel kabul görmüş nedenler, siyasal tercihler ve mali nedenlerdir. Şimdi
bunları ayrıntılı olarak inceleyelim.

5.1. Özelleştirmenin Genel Kabul Görmüş Nedenleri

Özelleştirmenin genel kabul görmüş nedenleri arasında kaynaklardan


optimum yararlanma, KİT’leri oluşturma amaçlarının ortadan kalkması ve KİT’lerin
ekonomideki varlığının zararlı sonuçlar vermeyse başlaması gösterilmektedir.

5.1.1. Kaynaklardan Optimum Yararlanma

Günümüzde KİT’ler, özel sektörün verimli çalıştığı birçok alanda faaliyette


bulunmaktadır. Tekel koşullarında faaliyette bulunan KİT’lerin gerçekleştirdiği
üretim düzeyi, tam rekabet koşullarında faaliyette bulunan bir firmaya göre daha
küçüktür. Bunun nedeni; tam rekabet koşullarında firmaların optimum maliyetle
(uzun dönem maliyet eğrilerinin en düşük noktasında) yalnızca normal kâr elde
etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu koşullar altında tekel, tam rekabet koşullarının
geçerli olduğu bir piyasaya oranla, daha düşük miktarda üretim yapar ve yaptığı
üretimi daha yüksek fiyattan satar42.

Kaynak dağılımında etkinlik marjinal maliyetin fiyata eşit olduğu noktada


gerçekleştirmektedir. Bu noktada aynı zamanda marjinal maliyet ortalama hasılat
eşitliği gerçekleşmiş olur. Böyle bir durum ancak tam rekabet şartlarında sağlanır. Bu
nedenle, kaynak dağılımında etkinliği önleyen KİT’lerin özelleştirilerek serbest
piyasaya kazandırılması sağlanmalıdır.

42
KOUTSOYIANNIS A, Modern Mikro İktisat, çev. M. SARIMEŞELİ, Teori Yayınları,Ankara,
1987, s. 215
31

5.1.2. KİT’lerin Kurulma Amaçlarının Ortadan Kalkması

KİT’lerin kurulma amacını ortadan kaldıran nedenler bu kuruluşların


özelleştirilmesini gerekli kılar. Bu nedenler şunlardır:

a) KİT’lerin ideolojik nedenlerle oluşturulmadığı durumda, ülkelerde en


önemli oluşum nedeni üretim yetersizliğinin giderilmesidir. Özellikle Türkiye’de
KİT’lerin oluşumunda etken olan bu amaç, diğer pek çok ülke için de geçerlidir.

Üretim yetersizliği olan ülkeler genellikle gelişmekte olan ülkelerdir. Böyle


ülkelerde kaynaklar son derece yetersizdir. Bu ülkeler, gelişmiş ülkelerin ekonomik
baskıları altındadır. Bu koşullar altında; ülke yönetimi bir yandan temel
gereksinimleri bir an önce karşılamak, bir yandan da alt yapıları ve savunmayı
güçlendirmek durumundadır. Böyle ülkeler, ikinci nedenle zayıf kaynaklarını
ekonomik amaçlara yöneltme gereğini duyarlar. Aynı zamanda, halka daha fazla iş
ve emek vermek için ekonomik kuruluşları hızlı oluşturmak zorundadırlar.
Ekonomik gelişme hızlanıp özel girişimler eliyle yeterli miktarda ve uygun
koşullarda ürün arzı başlayınca, KİT’in varoluş amacı ortadan kalkar.

b) KİT’lerin varoluş amacı bölgesel dengesizliği gidermek için yeni iş


alanları açmak olabilir. Fakat bölgede yeni kaynaklar ve beklenmedik diğer olanaklar
ortaya çıkaracak, işsizlik problemi ortadan kalkabilir. Bu durumda KİT’in amacı
ortadan kalkar.

c) Ekonominin herhangi bir dalında teknolojik gelişmeler açısından önemli


bir kesim vardır. Özel kesim kısa dönemde maksimum kâr peşinde olduğundan, bu
alanlara harcama yapmaktan kaçınabilir. Bu boşluğu gidermek için KİT kurulur, KİT
öncülüğünde önemli aşamalar gerçekleştirilir ve teknolojik atılım sağlanır. Bu
durumda da KİT’in varlık nedeni ortadan kalkar ve KİT’in özelleştirilmesi gerekir.

5.1.3. KİT’in Ulusal Ekonomiye Zararlı Sonuçlar Vermeye Başlaması

KİT, mülkiyet ve yönetim ilişkilerinin sonucu olarak, kamu yönetimi ile iç içe
olmasından dolayı, tüm ekonomiyi olumsuz etkileyen gelişmeler meydana getirebilir.
Bunların giderilmesi, çoğu kez özelleştirme ile sağlanır. Örneğin KİT’ler, devlet
32

kalkınma planlarının hazırlanmasında ve uygulanmasında önemli kamu araçlarıdır.


Bu kuruluşlar kendi çıkarlarını değil, ülke çıkarlarını gözetmek durumundadırlar.
Fakat zaman içinde, KİT için tanınan avanta ve ayrıcalıklar ulusal ekonomiye zarar
verecek biçimde kullanılabilir. Örneğin, KİT’ler çalıştıkları alanda avantajlarını
kullanarak kendi ağırlıklarını korumak ve kârlarını artırmak için yanlış yollar
önerebilirler. Bu tür davranışlar, tüm ekonominin dengesini bozmakta ve zararlı
sonuçlar doğurabilmektedir. Bu durumda KİT’lerin özelleştirilmesi gereklidir.

5.2. Siyasal Tercihler

Devletlerin ekonomik olaylara doğrudan veya dolaylı karışmaları serbest


piyasa imkanlarını kısıtlamakta, serbest piyasanın işleyişine gölge düşürmekte ve
bireysel girişimcilik özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Devletin bu tip müdahalelerinin
ancak KİT’lerin özel teşebbüse devredilmesi ile mümkün olacağı kesindir43.

İşte özelleştirmenin önemli nedenlerinden biri de, siyasal tercihlerdir. Bunun


çeşitli kaynakları vardır. Bunlar, KİT’lerin zararda olduğuna dair düşünceler, iş
çevrelerinin iktidar etkilemeleri ve uluslararası kuruluşların zorlamasıdır.

5.2.1. KİT’lerin Zararlı Olduğuna Dair Düşünceler

Bir kısım çevrelerde KİT’lerin ülke ekonomisi için zararlı olduğu inancı
mevcuttur. Bu inanışlara örnek olarak şunlar gösterilebilir:

a) KİT’lerde verim düşüklüğü olduğu düşüncesi: KİT’lerin verimliliğinin


düşük olması en önemli sebepleri arasında, bu kuruluşların faaliyetlerine yapılan
politik müdahaleler gösterilmektedir. Bu ciddi olumsuzlukların varlığını düşünenler,
KİT’lerin özelleştirilmesinde yanadır.

b) KİT ürünlerinin maliyetlerinin yüksekliği düşüncesi: KİT’lerin ana


sektörlere girdi vermeleri halinde, maliyet yüksekliğinin bütün ekonomiyi olumsuz

43
GİZ, a.g.e., s. 16
33

etkilemesi ve yurt içinde enflasyona yol açarak ülkenin uluslararası rekabet gücünün
azalmasına sebep olması kaçınılmazdır. Ancak, KİT maliyetinin yüksekliği
ekonomide hissedilmeyebilir. Hükümet sübvansiyonları, vergi muafiyetleri vb. gibi
araçlarla KİT maliyetleri yapay olarak düşük tutulabilir. Bu durumda, işletme
açıkları nedeniyle toplumun ödeyeceği bedel daha büyük olacaktır. Bu
olumsuzlukları düşünenler KİT’lerin özelleştirilmesini savunmaktadırlar.

c) KİT ürünlerinin kalitesinin özel kesim ürünlerinden daha düşük olduğu


düşüncesi: Bu düşüncenin kökeninde, KİT’in daha düşük teknoloji kullanması ile
manül üretiminde nitelikli malzeme ve işgücü kullanmaması yatar. Bununla birlikte
denetim ve teşvik yokluğunun veya yetersizliğinin de etkili olduğu söylenebilir. Bu
olumsuzlukları düşünenler, KİT’lerin özelleştirilmesini savunmaktadır.

5.2.2. Özel İş Çevrelerinin İktidarı Etkilemeleri

Gelişmekte olan ülkelerde, KİT’ler sayesinde gelişen kesimler ve toplum


yararı nedeniyle işletmeleri ellerinden alınan sermaye sahipleri, KİT’lerin
özelleştirilmesi için kendilerinden yana olan partileri desteklerler. Bu partilerin
iktidara gelmesi durumunda özelleştirme yapılarak, KİT’ler sermaye sahiplerine
satılır.

5.2.3. Uluslararası Kuruluşların Zorlaması

Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşlar KİT’lere


karşıdırlar. Bu kuruluşlar KİT’lerin, kaynakların israf edilmesine, bütçe açıklarına,
enflasyona, paranın değer kaybına ve ekonominin daha yavaş gelişmesine neden
olduğuna inanmışlardır44.

Dünya Bankası ve IMF, ekonomik yardım için başvuran ülkelere KİT’lerin


ekonomideki rollerinin azaltılması ve uluslararası rekabet koşullarının tesis edilmesi

44
NELLIS J. Ve KIKERIS, “Public Enterprise Reform: Privatization and the Word Bank”, Word
Development, Vd. 17, No:5, 1989, s. 659
34

gibi belli reçeteleri verirler. Bu kuruluşlar kendilerinden istenen kredilerin temel şartı
olarak, KİT’lerin işletme açıkları için bütçeden yardıma kesinlikle karşıdırlar.
KİT’lerin özelleştirilmesi için yeterli iç tasarruf bulunamayacağı gerçeğini fazla
ciddiye almayarak belli koşullar sağlanırsa, uluslararası sermayenin KİT’leri satın
alacağına inanırlar45.

5.3. Mali Nedenlerle Özelleştirme

Yeterli verimi elde edemeyen ve mali yılı zararla kapatan KİT’lerin


sübvansiyonlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bunun karşılanması için başvurulan
borçlanmalar, hazinenin finansman sorumluluğunu ağırlaştırmaktadır. Vergi
gelirlerinin yetersiz olduğu durumlarda açığın, Merkez Bankası kaynaklarından
karşılanması halinde enflasyona sebep olmaktadır. Bu görüşe göre özelleştirme,
kamu kesiminin finansman yükünü azaltması yanında, enflasyonla mücadelede etkili
rol oynayacaktır46.

Yani KİT’lerin verimsiz ve zararla çalışması, sübvansiyonlar ve borçlanmalar


kanalıyla, hazinenin finansman yükünü ağırlaştırmaktadır. Artan finansman yükünün
vergi gelirlerinin yetersiz olduğu durumlarda Merkez Bankası kaynaklarından
karşılanması, enflasyona yol açmaktadır. Bu durum karşısında özelleştirme, kamu
kesiminin yükünü azaltacak ve enflasyonla mücadeleye yardımcı olacaktır. Üstelik
KİT’lerin özel kesime satılması devlete ek gelir sağlayacaktır. Böylece özelleştirme,
vergi yükünün büyümesine yol açmadan kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine ve
yatırımların finansmanına olanak verecektir.

Bütün bu açıklamalar ve ayrımlar ışığında özelleştirmenin nedenlerini


özetleyecek olursak şöyle bir sıralama yapabiliriz47.

45
ÖZMEN Selahattin, Türkiye’de ve Dünyada KİT’lerin Özelleştirilmesi, İstanbul, Metler
Matbaası, 1986, s. 19
46
GİZ, a.g.e., s. 15-16
47
AKALIN, a.g.e., s. 137
35

1) Piyasa ekonomisi tezinin, devletçi, sosyal demokrat ve Marksist


yaklaşımlarla, devletin ekonomik işlevleri konusunda girdiği tartışmalardan üstün
çıktığı inancının kabul görmesi ve yaygınlaşması

2) Genel olarak halkın, 2. Dünya Savaşı sonrasında desteklediği


devletleştirme ve refah devleti anlayışının, enflasyon, aşırı vergi yükü, dış ticaret
açıkları ve bütçe sınırlarını zorladığına ikna olmaları.

3) Sosyal refah devleti + KİT’ler + planlamadan oluşan bir modeli seçen ülke
ekonomilerinin iddia edildiği ve beklendiği gibi bir performans göstermemesi,
merkezi planlı ekonomilerde ortaya çıkan genel tıkanma ve çöküntü.

4) Özelleştirme uygulamaları sonucu ilave bir takım ekonomik faydaların


elde edileceğine yönelik görüşlerin yaygınlık kazanması ve bu görüşlere alternatif
olabilecek ekonomik politiklerin ortaya konulamaması.

5) Ekonomik ve siyasal gücün aynı elde toplanmasının yaratacağı


sakıncaların ancak özelleştirme ile giderileceği düşüncesinin güçlenmesi.

6) Kamunun hakim olduğu ekonomik modellerde, yapısal özelliklerinin bir


sonucu olarak, rekabetin gerçekleştirilememesi.

Bu yukarıda sayılan unsurlar, özelleştirme programı ile devletin ekonomideki


rolünün azaltılması ve temel fonksiyonlarına döndürülmesi taleplerinin temel
nedenlerini oluşturmaktadır.

6. ÖZELLEŞTİRMENİN AŞAMALARI

Özelleştirme hangi boyutta olursa olsun yürütülecek programın başarısı


ekonominin genel koşullarına ve şirket bazında yapılacak çalışmalara bağlı olacaktır.

Bu nedenle önce özelleştirme için genel olarak yapılması gerekli çalışmalar


üzerinde durulacak, daha sonra özelleştirilecek şirket bazındaki hazırlık çalışmaları
sırasıyla verilecektir.
36

6.1. Genel Olarak Yapılması Gerekli Çalışmalar

Özelleştirme programının başarıya ulaşması her şeyden önce programın ülke


çapında benimsenmesine bağlıdır. Çeşitli ülkelerdeki özelleştirme uygulamalarında
ekonomik ve politik kökenli engellerle karşılaşılabilmektedir. Çünkü halkın büyük
bir kesimi (işadamı, işçi, yönetici, memur, küçük tasarruf sahibi vb.) yalnız gözlemci
olarak değil (hisse senedi sahibi, tüketici, yönetici vb.), programla doğrudan
ilgilenmekte ve etkilenmektedir48. Örneğin özelleştirilecek kamu işletmelerinde
çalışmakta olan işçilerin kaybetme korkuları, üst düzey yöneticilerinin konumlarının
belirsizleşmesi bir takım engeller doğurabilir.

Bu tür kaygılar, değişik özelleştirme yöntemleri yardımıyla, özelleştirme


işleminden etkilenen gruplara bir pay verilerek giderilmeye çalışılabilir.

Aynı zamanda programı uygulayan hükümetlerin de özelleştirmeyi sadece bir


gelir kaynağı veya serbest piyasa ekonomisine geçişin bir aracı olarak görmeyip, çok
yönlü ekonomik ve sosyal sonuçlara ulaşmanın bir aracı olarak düşünmesi gerekir.
Örneğin özelleştirmenin sadece serbest piyasa ekonomisinin gereği olarak alınması,
konunun kamuoyu tarafından hükümetin siyasi bir tercihi olarak değerlendirilmesine
yol açabilir. Hükümetin bu tercihi halkın bir kısmı tarafından benimsenirken, diğer
bir kısmı tarafından benimsenmeyebilir. Bu durum ise konunun ağırlıklı olarak
ideolojik platformlara çekilmesine ve bir süre sonra özelleştirmenin yerini
Devletleştirmeye bırakmasına neden olabilir.

Bu nedenle özelleştirme operasyonunda en önemli konu, programın bir


hükümet politikası olarak değil, fakat devlet politikası olarak ortaya konmasıdır.
Konuyu devlet politikası olarak ortaya koymak için ülke çapında iyi tanıtılması,
çokça tartışılması ve benimsenmesi gereklidir.

Tüm bunların yanı sıra özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde


sermaye piyasasının geliştirilmesi, programın yürütülebilmesi için gerekli finansman
sağlanması, özel kesimin gelişimini kolaylaştırıcı makro ekonomik politikaların
yürürlüğe konması ve kamu tekellerin özel tekeller haline gelmesini önleyici

48
TÜSİAD, a.g.e., s. 61
37

tedbirlerin alınması, özelleştirmeni,n başarıyla uygulanması için gerekli diğer ön


hazırlık çalışmalarıdır.

6.2. Şirket Bazında Yapılacak Çalışmalar

Özelleştirmede şirket bazında yapılması gerekli çalışmalar, özelleştirme


amaçlarına ve yöntemlerine göre değişebilse de genel olarak halka satılacak bir kamu
girişimi satışı şu aşamaları kapsamaktadır;

a) Özelleştirilecek kuruluşun tesbiti,

b) Özelleştirilecek kuruluş ile ilgili yapısal ve yasal düzenlemelerin


gerçekleştirilmesi,

c) Kuruluşun mali tablolarının dış denetimi

d) Değerlemenin yapılması

e) Kimlere satış yapılacağının ve yönetimin belirlenmesi,

f) Özelleştirilecek kuruluşun reklam kampanyaları, aracılığıyla kamuoyuna


tanıtılması ve prospektüsünün (eğer hisseler halka arz edilecekse) hazırlanması.

Özelleştirme işleminin başlayabilmesi için gerekli olan ilk şart,


özelleştirilecek olan şirketin seçilmesidir49. Bu şirketler, ülke ekonomisine yaratacağı
parasal kaynak, kalite ve maliyet açısından sağlayacağı yararlar ölçüsünde
belirlenmeye çalışılmalıdır. Özelleştirilecek şirketin veya şirketlerin
belirlenmesinden sonra bazı önemli kararların da alınması gerekir. Bunların başında
fizibilite raporlarının hazırlanması, satış şeklinin belirlenmesi, özelleştirme amacıyla
danışman seçimi gibi kararlar gelir. Bütün bu çalışmalar tamamlandıktan sonra,
özelleştirilecek şirket veya şirketler hakkında, yetkili makamlar tarafından
özelleştirme kararının alınması ile ilk aşama tamamlanmış olur.

Özelleştirilecek şirket tespit edildikten sonra ikinci aşamada ise bununla ilgili
yapısal ve yasal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Eğer gerekiyorsa yeni bir ana

49
SANTIN, a.g.e., s. 46’dan Aktaran Atasoy,a.g.e., s.186
38

sözleşme hazırlanmalı ve yürürlüğe konmalıdır. Kuruluş bir sermaye şirketi değilse,


ona şirketler kanununa uygun bir sermaye şirketi özelliği verilirken,
organizasyonunda yapılan gerekli düzenlemelerle rekabetçi şartlarla çalışmaya hazır
hale getirilmelidir. Özellikle tekel durumun olan KİT’lerin rekabetçi bir yapıya
kavuşturulması için kamunun sahip bulunduğu avantajlardan ve teknik alt yapıdan,
özel kesimde bulunan firmaların yararlandırılması ve piyasaya girmelerine izin
verilmesi gerekli olmaktadır ki bundan amacı kamu tekellerinin özel tekeller haline
gelmesini önlemektir. Bunun yanı sıra kamunun koruması altında faaliyetlerini
sürdüren verimsiz kuruluşların ekonomide kaynak yaratır duruma getirilebilmeleri
için de; şirketin organizasyonunda, çalışma ilkelerinde ve mevzuat yapısında gerekli
düzenlemelerin yapılması gereklidir50.

Bu aşamada danışmanların hazırladıkları raporlar değerlendirilir, şirketin


gerçek değeri tespit edilerek, satış şekline göre banka ile ilgili işlemler tamamlanır.
Şayet satış yabancılar da açık olacaksa da bununla ilgili işlemler de bu safhada
tamamlanır. Bu aşamada yapılacak işlerden belki de en önemlisi tanıtım
çalışmalarıdır. Özelleştirmede tanıtım çok büyük önem taşımaktadır. Öncelikle,
kamuoyunun özelleştirme çalışmalarını benimsemesi ve özelleştirmeye karşı tepki
koyan çeşitli kişi ve kuruluşların tepkilerinin azaltılması veya etkisiz hale getirilmesi
gerekmektedir. Bununla beraber, özelleştirmede başarı sağlayabilmek için gerekli
ortamın hazırlanmasından sonra, yerli ve yabancı yatırımcıların ilgisinin çekilmesi
oldukça büyük önem taşımaktadır51.

Özelleştirmenin başarısı açısından işletmenin piyasa değerinin tespiti büyük


önem taşımaktadır. Zira piyasa değerinin yüksek tespit edilmesi halinde
özelleştirilecek kuruluşa ilginin azalması tehlikesine karşılık, piyasa değerinin düşük
tespit edilmesi kamuoyunda kamu değerlerinin bazı çıkar çevreleri lehine ucuza
elden çıkarıldığı imajının oluşması tehlikesi ile karşı karşıya kalınacaktır. Bu nedenle

50
T. İş Bankası, “Özelleştirme İş Bülteni”, Ankara, 1987
51
ATASOY Veysel, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme Sorunu, Ankara,
1993, s. 186
39

değerleme uzman kuruluşlar yardımıyla, kuruluşun ve piyasanın şartları dikkate


alınarak yapılmalıdır.

Özelleştirmede satışın kimlere ve ne oranda yapılacağının önceden


belirlenmesi de önemli olmaktadır. Bu konudaki genel yaklaşım, hisselerin satıştan
önce belli oranlar dahilinde belli gruplara önceden tahsis edilmesi şeklindedir.
Özelleştirme için potansiyel talebi oluşturan gruplar; özel sermaye, bireysel
yatırımcılar, çalışanlar, yöneticiler ve kurumsal yatırımcılar (sosyal güvenlik
kuruluşları) olmaktadır.

Hazırlık çalışmalarının sonuncusu; özelleştirilecek kuruluşun reklam


kampanyaları aracılığıyla tanıtılması ve prospektüsünün hazırlanması. Tanıtım
aşamasında reklam ve danışmanlık firmaları aracılığıyla şirketin mali durumu halka
iyi anlatılmalıdır. Satış prospektüsünün yüklendiği fonksiyonlar bu aşamada önem
kazanmaktadır. Prospektüste; işletmenin faaliyet alanı, aktif ve pasif yapısı, geçmiş
yıllara ilişkin beklentiler, kuruluşun faaliyette bulunduğu sanayi dalının yapısı,
rekabet şartları, yöneticilerin öz geçmişleri ve prospektüs tarihi itibariyle borç
sertifikaları52 dahil özelleştirme programının zamanlaması, çalışanlara, küçük
tasarruf sahiplerine uygulanacak ayrıcalıklar hakkında ayrıntılı bilgiler yer almalıdır.

52
KARA Halit, Şirket Kârlarının Tabana Yayılması ve Özelleştirilmesi, Para ve Sermaye
Piyasası, Sayı:108, Şubat 1988, s. 34
40

İKİNCİ BÖLÜM

ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KAVRAMI VE ÖZELLEŞTİRMENİN ENDÜSTRİ


İLİŞKİLERİNE ETKİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNİN TARAFLARI
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KAVRAMI

1.1. Endüstri İlişkileri Tanımı

Endüstri ilişkileri, sanayileşmenin bir ürünü olan, işçi ile işveren arasındaki
bireysel ilişkilerden örgütlü gruplar arasındaki ilişkilere geçişle ortaya çıkmıştır.
Devletin az veya çok müdahale ettiği, merkezinde bölüşümün ve çalışma koşullarının
sermaye örgütleri arasındaki kurumsallaşmış ilişkileri ifade etmektedir53.

Endüstri ilişkileri kavramının birçok tanımlaması yapılmıştır. Örneğin;


Britanica Ansiklopedisi’ne göre endüstri ilişkileri kavramı, işverenler ve işçiler
arasındaki gündelik ilişkilerin doğurduğu tüm sorunları içerecek kadar geniş bir
anlama sahiptir. Buna göre, endüstri ilişkilerinde birbirinden açık biçimde ayrılmış
üç eylem alanı bulunmaktadır. Bunlar; işçi ve işverenler arasındaki bireysel ilişkiler,
sendikalarla işverenler arasındaki toplu ilişkiler, bireysel ve toplu ilişkilerin
düzenlenmesinde kamu makamlarının rolüdür54.

Yani endüstri ilişkileri dar ve yerleşmiş kullanımıyla örgütlü ve toplu işçi-


işveren ilişkilerini ifade eder. Ancak bu sözcük günümüzde aynı zamanda her çeşit
çalışma ilişkilerini yansıtmak bağlamında da kullanılmaktadır.

Endüstri ilişkilerinin, endüstrileşmenin bir sonucu olduğu ve endüstrileşme


ile yakın ilişkisi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçeklikle endüstri ilişkileri
önceleri endüstri kesiminde, sendikalarla işverenler arasında ortaya çıkmış zamanla
ise geniş bir içerik kazanmış ve bu kavram ekonominin her kemsinde çalışan
ücretlilerle işverenler arasındaki endüstri ilişkileri için kullanılmaya başlamıştır.

53
ÇETİK Mete – AKKAYA Yüksel, Türkiye’de Endüstri İlişkileri, Numune Matbaacılık, İstanbul,
1999, s. 13
54
TOKOL Aysen, Endüstri İlişkileri ve Yeni Gelişmeler, Bursa, 2001, s. 1
41

Endüstri ilişkileri kavramı, çalışanlar ile işverenler arasında, merkezinde ücret


temelinde oluşan bir bölüşüm mücadelesinin, çalışma koşullarının ve kurallarının
belirlenmesinin yattığı kurumsallaşmış sahip olunan gücün belirleyici olduğu,
çatışmacı ve barışçı süreçlerle kontrolü içeren ilişkileri ifade etmektedir. Burada beş
önemli unsur karşımıza çıkmaktadır. bunlar55;

1) Çalışanlar ile işverenler arasında çalışmadan kaynaklanan bir ilişkinin var


olması,

2) Taraflar arasındaki ilişkinin üretim sonucu elde edilen artığın ücret ve kâr
olarak bölüşümünü içermesi,

3) Çalışma koşulları ve kurullarının karşılıklı belirlenmesini kapsaması,

4) Bütün bu ilişkilerin kurumsallaşmış olması,

5) Çözüm yollarının çatışmacı veya barışçı süreçleri içermesidir.

Endüstri ilişkileri kavramı, çalışma ilişkilerinde etkili kontrollerin


kullanılmasında kabul edilen belli başlı bazı değişkenlerin sistematik bir şekilde
işbirliğini sağlamaya yönelik tedbirler anlamında kullanılmaktadır. Ve bu
değişkenler “normal” zamanlarda üç ana çıkar grubundan ibarettir. Bunlar işçiler,
işverenler ve devlettir. Endüstri ilişkileri sistemi ise, bu gruplar arasında geçerli olan
karşılıklı anlayış ve kurallara göre işler56. Şeklinde bir genellemeye gidebiliriz.

Endüstri ilişkileri alanında kavram ve tanım birliğinin sağlanmasına rağmen,


endüstri ilişkilerinin konusu hakkında neredeyse bütüncül bir görüş birliği
oluşmuştur. Endüstri ilişkileri ister geniş ister dar anlamda kullanılsın, daha çok
kurumlaşmış ilişkileri kapsamaktadır. Sendikalar, merkezinde üretimde artı değerin
bölüşümünü içeren kâr ve ücretin tespitinin olduğu toplu pazarlıklar, yanı sıra
örgütlenmeler ve örgütler aracılığıyla oluşturulan kurumsallaşmış ilişkiler endüstri
ilişkilerinin konusunu oluşturmaktadırlar. Kurumsallaşmış ilişki ve eylemleri içeren

55
Çetik-Akkaya, a.g.e. , s. 15-16
56
ROY J. Adams, Küreselleşme ve Endüstri İlişkileri Sistemlerinin Dönüşümü, IV. Endüstri
İlişkileri Kongresi, (Çev. Toker Dereli), 1995, s. 61
42

bu süreçler, temelde çalışma yaşamını ve koşullarını düzenleyen kurallar üretilmesi


amacına yöneliktir57.

Bununla birlikte kural biçiminde bir uzlaşmayla sonuçlanmayan veya yeni


kuralların üretilmesine yönelik eylemlerle somutlaşan ya da yeni kuralların
üretilmesine yönelik eylemlerle somutlaşan uyuşmazlıklar da endüstri ilişkilerinin
konusuna girmektedir. Bütün bu genellemelerle endüstri ilişkileri belli bir alanda
konulan ve uygulanan kuralların statik bir incelemesi olmaktan çıkıp,
kurumsallaşmış bu tür ilişkileri kapsayan yeni kurallar üretilmesinde yarar sağlayan
çatışma ve uyuşmazlıklara yer veren, işçilerin ve işçi örgütlerinin sistemin üzerindeki
etkilerini süreç içerisinde değişmelerde bir disiplin olarak belirleyen bir ön
gelişmedir. Bu disiplinler arası bir gelişme olarak belirlenen endüstri ilişkilerinin çok
disiplinli bir inceleme alanı niteliği taşıdığı konusunda farklı görüşler ileri
sürülmektedir. Bu disiplinler arası ve çok disiplinlilik arasında farklılık diğer
disiplinlerle yapılan işbirliğinin yoğunluk ve derecesinden kaynaklanır.

Endüstri ilişkilerinin disiplinler arası nitelikte bir inceleme alanı olduğu


görüşünü savunanlar çoğunluktadır. Örneğin Dunlop’a göre endüstri ilişkileri tarih,
ekonomi, siyaset bilimi, psikoloji, hukuk gibi birçok disiplinin yalın bir birikimi
olmaktan öte bu disiplinlerin karşılaştıkları bir kavşak alanıdır58.

1.2. Endüstri İlişkileri Tarihçesi

Sanayi Devrimi ile başlayan sanayileşme hareketi, endüstri ilişkileri


sisteminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak endüstri ilişkileri ile
ilgili teorik ve felsefi çalışmalar ve yasal düzenlemeler yapmak zorunlu hale
gelmiştir.

Endüstri ilişkileri Teorisini açık olarak geliştiren Amerikalı iktisatçı John


Dunlop’tır. Dunlop, endüstri ilişkileri sistemini, toplumun ekonomik sisteminin bir
parçası olarak değil, fakat onun ayrı bir alt sistemi olduğu ve sadece kısmen

57
ÇETİK-AKKAYA, a.g.e. , s. 16
58
TOKOL, a.g.e. , s. 4
43

ekonomik ve politik karar verme mekanizmaları ile ilişkisi olduğu üzerinde


yoğunlaşmıştır.

Dunlop için endüstri ilişkileri sistemi, belirli aktörlerden, çerçevelerden ve


endüstri ilişkileri sistemini bütünleştiren ideolojilerden ve işyerindeki aktörlerin
yönetilmesi için oluşturulan kurallar bütününden ibarettir. Aktörler yönetim
hiyerarşisini ve temsilcilerini, işçiler ve temsilcilerini ve devlet yetkilileri gibi
uzmanlaşmış üçüncü taraf kurumlarını içerir. Aktörlerin kararlarını ve faaliyetlerini
etkileyen çevresel çerçeve ise, işyerinin teknolojik özelliklerini ve iş topluluğunun
piyasa veya bütçesel kısıtlamaların yapısını ve daha büyük topluluktaki gücün
konumunu ve dağılımını içerir. Farklı çevresel çerçeve içindeki taraflar arasındaki
ilişki her bir aktörün yerini ve rolünü tanımlayan ideoloji ve ortak inançlar
manzumesi tarafından yönetilir.

En iyi ihtimalle sistem analizi, teori değil endüstri ilişkilerinin


tanımlanmasıdır. Endüstri ilişkileri tamamen endüstrideki istikrar ve düzenlemenin
sağlanması ile ilgilidir. Sistem teorisi, Dunlop’un orjinal görüşünden belli ölçüde
farklı olsa da, değişkenler ve değişkenler arasındaki geridönüşüme ne kadar dikkat
edilirse edilsin yine de vurgunun düzen ve istikrar üzerine devam ettiği görülür.

Oxford Okulu da, endüstri ilişkileri sistemini, kurallar sistemi olarak


belirtmektedir. Bu kurallar farklı şekillerde olabilir. Bunlar, yasal ve politik
düzenlemelerde, sendika düzenlemelerinde, toplu anlaşmalarda, sosyal anlaşmalarda,
yönetim kararlarında, gelenek ve uygulamalarda görülür. Benzer şekilde, Hugh
Clegg, endüstri ilişkilerinin “kuralların yapılma, değiştirilme, yorumlanma ve
yönetilme yöntemleriyle birlikte istihdam ilişkilerinin incelenmesi ve yönetilmesi”
olduğunu ileri sürmektedir. Kurallar süreçte yer alan sendikalar, işveren kuruluşları,
devlet organları gibi örgütlerden soyutlanarak anlaşmaz. Çünkü bu örgütlerin her
birinin kendilerine özgü otorite kaynakları vardır. Sonuç olarak, kurallar birlikte, tek
taraflı sendika düzenlemesi veya kanuni yükümlülük yoluyla yapılır. Fakat endüstri
ilişkilerini iş düzenleme kurumlarının incelemesi şeklinde tanımlanarak kanunun
kişiler arasındaki ilişkilerden ziyade kurumlar arasındaki ilişki şeklinde
algılanmasına neden olabilir. Böyle bir inceleme, faaliyetler endüstri ve çalışma
ilişkileri olan gerçek ve aktif durumdaki çalışanların ihmal edilmesine yol açabilir.
44

Bir süreç olarak incelemeye devam ettiğimizde sanayi devriminden sonra


başlayan sanayileşme hareketi ve sanayileşme hareketinin ortaya çıkardığı yeni
sosyal sistem içinde endüstri ilişkilerinin de yapısı yavaş yavaş belirlemeye
başlamıştır. Bu dönemde çerçevesi belirmeye başlayan endüstri ilişkileri sistemi,
ilkel bir özellik arz etmekteydi. Çünkü bu dönemde ekonomik hayatı ve çalışma
ilişkilerini belirleyen temel etkenler loncalardı. Loncalar olarak adlandırılan bu
teşkilat kapalı ve disiplinli bir topluluk ruhunu yansıtmaktaydı59.

Ortaçağın üretim sisteminde egemen olan loncalarda çalışanlar günümüz


anlamında işçi değildi. Bu düzenin işçileri durumunda bulunanlar kalfalar ve
çıraklardı. Bunları işçiden ayıran en önemli fark; kalfa ve çıraklar sürekli olarak işçi
kalmak zorunda değillerdi. Belirli bir zaman ve vasıf seviyesine ulaştıktan sonra
ustalık statüsüne geçmeleri mümkündü. Yani işçiler işveren olabilirlerdi. Bütün
hayatları boyunca işçi kalmak zorunda değillerdi60. Usta-çırak ilişkisi daha çok örf
adet kurallarına göre işliyordu. Lonca düzeninde çalışma ilişkilerinin belirlenmesine
etkin olan usta idi.

Endüstri ilişkileri sisteminin gelişimindeki diğer önemli adım, işçilerin


mesleklerinde önemli bir değişim ve yenilik ortaya çıkaran el sanatları sisteminin
gelişmesidir. Bu değişimin önemli özelliği, zanaatkarların hizmetlerinden ziyade
ürettiklerini satmak için gerekli ortamı oluşturmasıdır. Yeni sistemle beraber yeni
meslekler, yeni istihdam biçimleri ve yeni otorite şekilleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu
dönemde tüccarlar ürettiklerini satmak, hammaddeyi sağlamak, mallarını
61
pazarlamalarıyla ticaret hayatı yeni bir boyut kazanmış oluyordu .

Sanayi Devrimi’nden günümüze kadar olan dönemde, çalışma ilişkilerinin


geçirdiği uzun gelişme dönemi incelendiğinde, bu gelişme dönemi bütün safhaları
açık bir şekilde göze çarpmaktadır. Bu değişkenlerin ayırt edilmesindeki değişmeler
ve dönemler endüstri ilişkileri sisteminin de çerçevesini belirlemektedir. Örneğin

59
TÜRKDOĞAN Orhan, Sanayi Sosyolojisi, Türkiye’nin Sanayileşmesi, Töre Devlet Yayınevi,
Ankara, 1981, s. 130-131
60
TALAS Cahit, Toplumsal Politikaya Giriş, S. Yayınları, Ankara, 1992, s. 25
61
SOMÇAĞ Selim, Avrupa Feodalizminin Evrimi, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1994, s. 33
45

Edward Gross, bu sistemde, belli başlı dört değişkene işaret etmektedir. Bunlar, 1-
Kurumsal çevre, 2- Statüler ve otorite, 3- Bireylerin mesleği ve 4- Yüz yüze çalışma
gruplarının doğası. Gross bu model ile toplumların endüstri ilişkileri sistemlerinin bir
analizini yapmıştır. Buna karşılık endüstri ilişkilerinde sistem yaklaşımını ilk defa ele
alan Dunlop olmuştur. Dunlop endüstri ilişkileri sistemine aktörlerden,
bağlamlardan, ideolojilerden ve kurallardan oluşan bir bütünlük içinde bakmıştır.
Bütün bunlardan hareketle biraz farklı bir model tanımını vermektedir. Dunlop
değişen endüstri ilişkileri sisteminde üç temel aktör grubunu tanımlamaktadır.
Bunlar, 1- Çalışanlar ve örgütleri, 2- Yöneticiler ve örgütleri, 3- Çalışanlardan ve
çalışma şartlarından sorumlu hükümet kuruluşlarıdır62. Yine Dunlop’a göre endüstri
ilişkilerinde temel amaç, endüstri ilişkileri sistemini oluşturan her bir aktörün sistem
içindeki mevcut yerinin ve rolünün ne olması gerektiğidir.

Günümüzde endüstri ilişkileri sisteminin birden çok anlamı ve ifade edilme


biçimi mevcuttur. Sanayileşmenin günümüzde olanca hızıyla devam etmesi hiç
kuşkusuz endüstri ilişkileri sisteminin önemi ve kapsamının genişlemesine neden
olmaktadır. Bu yüzden ekonomik ve sosyal alanda ne zaman köklü bir değişim
yaşansa endüstri ilişkileri sistemi bundan etkilenmektedir.

Endüstri ilişkileri sistemi dinamik bir yapıya sahiptir. Zaman içinde meydana
gelen gelişmelerin de etkisiyle bir başkalaşım geçirir. Sanayi devriminden günümüze
kadar olan dönem boyunca endüstri ilişkilerinin gelişim süreci incelendiğinde bu
durum bariz bir şekilde görülmektedir. Fakat sistemi meydana getiren ve esaslarını
belirleyen kaideler hiçbir zaman değişmemiştir. Bu kaideler işçi, işveren ve devlettir.

Endüstri ilişkilerinin gelişim sürecini incelediğimizde ise değişik dönemlere


ayrılabiliriz.

Bunlardan ilki işçi ve işveren ilişkilerinin bireysel sözleşmeler çerçevesinde


belirginleştiği, devlet müdahalesinin olmadığı, iş piyasasının arz ve talep dengeleri
içinde çalıştığı başlangıç safhasıdır. Bu döneme Fransız Devrimi’nin düşünceleri etki

62
DUNLOP John, The Challenge of Human Resarces Devolopment, Industrial Relations, Vol:31,
Winter, 1992, s. 7’dan aktaran TOKOL,a.g.e. , s.7
46

olmuştur. Liberal düşünce hukuki ve ekonomik sisteme yansımış, birey ile devlet
arasında yer alan ekonomik ve sosyal örgütlerin ortadan kaldırılması öngörülmüştür.
Bu düşünce işçi ve işveren ilişkilerine etki yapmıştır. Kişilerin kendi haklarını
kendilerinin savunacakları bir düşünce sistemi oluşmuştur.

Endüstri kesimindeki işçilerin asgari gücü etkileyecek kadar güçsüz oluşu ve


birtakım olumsuz gelişmeler devletin sosyal sorunlara daha uzak kalmasına neden
olmuştur. Ve art arda gelen ekonomik krizler ve etkileri ise devleti ekonomik ve
sosyal alana müdahaleye zorlamıştır.

İkinci dönemde ise; örgütlenme haklarının yaygınlık kazanmasıyla ulaşılan


toplu ilişkiler oluşmuştur. Bu dönemde devletin rolü artmış sosyal devlet anlayışına
ulaşılmıştır. Hukuksal bir gelişme ile bireysel iş hukuku ve toplu iş hukuku
kavramları yaratılmış, böylece işçi ve işveren taraflarının örgütlenmesiyle endüstri
ilişkileri toplu ilişkiler, kurumsal ilişkiler biçimine dönüşmüştür.

Bu süreçte üçüncü bölümde ise, devletin müdahaleci rolü ve yasal


düzenlemelerin rolü varlığını sürdürmekle birlikte kazanmış devlet taraflar arasında
denge ve uzlaşma sağlayıcı rol oynamaya yönelmiştir.

Dördüncü ve son dönem ise, 1970 sonrası başlayan ve günümüze kadar


devam eden dönemdir. Bu dönemde endüstri ilişkileri çok sayıda mikro ve makro
düzeyde değişimden etkilenmiş ve etkilenmeye devam etmektedir. Bu değişimler
arasında dünya ekonomisindeki yapısal değişimler (1970 sonrası başlayan ekonomik
kriz, güç dengesinin Atlantik’ten Pasifiğe kayması, Japonya’nın yükselişi, artan
rekabet, küreselleşme, doğu bloğunun çözülmesi, liberal Pazar ekonomilerinin
üstünlüğü, çokuluslu şirketlerin yükselişi), yeni teknolojilerin ortaya çıkışı,
istihdamın sektörel dağılımında ve işgücünün niteliğindeki değişimler, yönetim ve
organizasyondaki değişimler sayılabilir63.

Bütün gelişmeler ışığında rekabet koşulları, bireysel haklara yönelik artan


talepleri, yönetim şekillerinde artan işbirliği olanakları endüstri ilişkilerinde
kurumların öneminde azalmaya, bireyin öneminde artışa neden olmuştur.

63
Kurtulmuş (1996)’dan aktaran, TOKOL, a.g.e. , s. 9
47

Bu süreç ışığında üç genel eğilimden söz edilebilir. Bunlar endüstri ilişkilerini


düzenleyen normların deregülasyonu ile çalışma koşullarının geliştirilerek sistemin
ekonomik değişmelere uyumunu sağlamak, devletin endüstri ilişkilerine
müdahalenin nitelik değiştirmesi, sendikaların daha savunmacı pozisyona çekilerek
işverenlerin aktifliğini artırmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde yeni gelişmeler içinde sendikasız endüstri ilişkilerine


kadar giden senaryolar üretilmiş ve tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. Çok taraflı
geleneksel sistemin devam etmesi halinde işbirliğine dayanan korporatist sistemin
gelişeceği ileri sürülmektedir. Ancak gelecekte ortaya çıkan gelişmeler sonucunda
sendikaların zayıfta olsa varlıklarını sürdürememeleri halinde inisiyatifin tamamen
yönetimin eline geçeceği bir endüstri ilişkileri sistemi ortaya çıkacağı da
belirtilmektedir. Bu durumda sendikasız endüstri ilişkileri gelişebildiği gibi insan
kaynakları yönetiminin endüstri ilişkilerinin yerini almasının söz konusu olabileceği
ileri sürülmektedir. Sanayi ötesi ekonomilere geçiş sürecini yaşayan ülkelerde her iki
yönde gelişmelere de rastlandığı belirtilmektedir64.

İşte bu dönem ve süreçler ışığında baktığımızda ise, endüstri ilişkileri


açısından 1980’ler ve sonraları oldukça heyecan verici dönemler olmuştur ve olmaya
devam etmektedir. Çünkü 1930 ve 40’lardan bu yana endüstri ilişkileri alanında en
hızlı ve yoğun değişme hiç kuşkusuz 1980 sonrasında yaşanmıştır. 1940 sonrasındaki
yaklaşık otuz yıl içerisinde sivil hakları, yabancı rekabeti özellikle Japon rekabetinin
artışı ve birçok sanayide rekabetin gündeme gelmesi, tekellerin kırılması,
bilgisayarın hızla yayılması gibi önemli gelişmeler yaşanırken, endüstri ilişkileri bu
gelişmeler karşısında yapısal bir dönüşün süreci geçirmektedir65. Bu sürecin özünde
sendikaların endüstri ilişkileri sisteminin ortaya çıkışından günümüze kadar olan
dönem boyunca ileri sürülen bütün tezlerde sendikalar bu stratejilerin odak noktası
olmuşlardır. Sendikalar çoğunlukla örgütlü endüstrilerde sendikasız modelden

64
EKİN (1996)’dan aktaran, Y.a.g.e. , s. 10-11
65
STRAUSS George, Human Resource Manaqement in USA, The Handbook of Human Resource
Management, Edited by Brion Towers, Blackwell Published Oxford, 1992, s.1(çev. Toker Dereli)
48

korunarak 1980’lere, işçi maliyetlerinin artmasıyla ortaya çıkan krize kadar


geleneksel rollerini sürdürmüşlerdir.

Günümüzde ise durum oldukça değişmiştir ve değişmeye devam etmektedir.


Nitekim 1980’lerden sonra başlayan ekonomik ve sosyal alandaki gelişmelerin
etkisiyle artık ileri sürülen senaryolarda sendikalar ya yoktur ya da çok az bir role
sahiptir.

Özellikle günümüzde yaşanan hızlı değişim süreci içinde sendikal hareketin


ve endüstri ilişkilerinin temel geleneklerini ve varsayımlarını değerlendirmek
oldukça zordur. Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak, endüstri ilişkileri sisteminin üç
ayağından biri olan sendikalar ortadan kalkmasa bile rolleri azalacak gibi
görülmektedir. Bu sistemde devlet, sisteme seyirci fakat yasal çerçeveyi de oluşturan
ve piyasanın rekabetçi yapısına göre hareket eden bir koruma gelmektedir. Sistemde
etkin olan güçler devlet düzenlemeleri, işveren ve piyasa şartlarıdır. Dolayısıyla
sistemin genel çerçevesini de bunlar belirleyecek ve sistem içinde daha etkin bir hale
geleceklerdir.

Endüstri ilişkileri tarihi, üretimden daha fazla pay almak isteyen işçiler ve
işverenlerin birbirleriyle giriştikleri kıyasıya mücadelelerle doludur. Bu yüzden
Sanayi Devrimi’nden günümüze kadar olan dönem bir çatışma özellikle 1970’lerden
sonra başlayan sanayi-ötesi dönüşüm hareketi ile birlikte yumuşamaya başlamıştır.
Bundan dolayı sanayi devriminden sonra 1970’lere kadar olan çatışmacı dönemin
sona ermekte olduğunu söylemek mümkündür. Günümüzde ise, çatışma ve
mücadelenin yerini uzlaşmanın aldığı görülmektedir. 1970’lerden sonraki dönem
uzlaşmacı bir dönem özelliği göstermektedir. Sendikasız endüstri ilişkileri sistemin
doğuşuna yol açan olaylardan birisi de budur.

Endüstri ilişkileri yerine sendikasız endüstri ilişkileri kavramını kullanmak,


tüm istihdam ilişkilerini içine alacak şekilde konunun sınırlarının yeniden
tanımlanmasını gerektirmektedir. Endüstri ilişkileri sisteminde meydana gelen
değişikliklerle ilgili olarak ortaya çıkan tartışmaların çoğu kurumsal seviyedeki
değişmelerle ilgilidir. Bununla beraber, kuruluş ve firmaların genel ekonomik
başarısı, yeni teknoloji yatırımı, verimlilik ve ücret düzeyleri olarak endüstri
49

ilişkilerinde elde edilen sonuçların incelenmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu sonucun elde


edilmesinde sendikalı kuruluşlara mı yoksa sendikasız icraatının mı daha önemli
olduğu söz konusu olmuştur.

1.3. Endüstri İlişkileri Sisteminin Gelişme Aşamaları

Endüstri ilişkilerinin geçirdiği gelişim süreci incelendiğinde, endüstri


ilişkilerinin farklı ülkelerde, farklı siyasi, kültürel, iktisadi ve sosyal şartların etkisi
altında kalarak farklı bir gelişme trendi izlediği görülmektedir. Bu nedenle her
ülkenin endüstri ilişkileri sistemi kendine özgü birtakım özelliklere sahiptir.

Endüstri ilişkileri ile ilgili sınıflandırmalarda belirli ölçütler etkili olmaktadır.


Burada aşamalar sınıflandırılırken, temel kıstas devletin endüstri ilişkiler
sistemindeki müdahaleci niteliğidir. Çünkü devlet, her dönemde, endüstri ilişkileri
sisteminin çerçevesinin sınırlarını çizen, sistemin yönünü belirleyen önemli bir aktör
olmuştur.

1.3.1. Kitle Üretim Dönemi

Kitle üretim dönemi, sanayileşmenin ilk dönemlerine tekabül eden başlangıç


dönemini kapsar. Bu dönemde toplu sözleşme ve örgütsel anlamda etkili ve güçlü
sendikalar mevcut değildi. İşçi ile işveren arasında günümüz anlamında bir akit
anlayışı yoktu. Çünkü bu dönemde toplu pazarlık gelişmediği gibi, işçiler de çok
zayıf bir konumdaydılar.

Makinelerin ortaya çıkması ile kütle üretim dönemi başlamıştır. Makineler


gelişip yaygınlaştıkça uzun çalışma saatlerini düşük ücretler ve işsizlik izlemiştir.
Yine bu dönemde kadın ve küçük yaştaki çocuklar zor şartlar altında çalışmaya
zorlanmışlardır. Devletçe korunmadığı ve örgütlenmelerine izin verilmediği için
burjuva karşısında zayıf durumda kalan işçiler işverenlerin kendilerine önerdikleri
ücretleri kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Bu dönemde devletin sosyal hayata müdahalesi pek hoş karşılanmıyordu.


Bunun da nedeni sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan sosyal kuram ve felsefeler idi.
50

Bu yeni felsefeye göre hükümet iktisadi ve sosyal hayattan kaçınabildiği sürece,


genel refahın oluşmasına hizmet etmiş olacaktı. Liberal düşünce biçimi kendini
endüstri ilişkiler alanında da hissettirmiş ve endüstri ilişkileri sisteminden devletin
dışlanmasına neden olmuştur.

1.3.2. Müdahaleci Dönem

Bu dönemde ekonomik ve sosyal yapıda meydana gelen bazı gelişmeler,


devletin sosyal hayata, özellikle çalışma hayatının karışmasını ve çalışanları
koruyucu bazı hukuksal düzenlemeleri getirmesi sosyal yapıdaki değişiklik sonucu
bir zorunluk olarak kendini hissettirmektedir. Devletin çalışma hayatına müdahale
ederek iş hukuku kurallarını meydana getirdiği ve müdahaleci dönem olarak anılan
ikinci aşamadan sonra bu dönemi izlemiştir. Bunun sonucu olarak da sosyal devlet
anlayışı gelişmiştir. Bu amaçla çalışma hayatında ilk önce bireysel iş hukuku
uygulamaları, ardından çalışanların örgütlenmeleri ile toplu iş hukuku gelişmiştir66.

1930’lu yıllarda sendikalar, çağdaş toplumların ekonomi politikalarını


belirleyecek fikirlere kaynaklık etmişlerdir. Çoğu sendikalar 1929 krizinden sonra
ekonomik krizlere karşı kitle üretimini artıracak Keynesci politikaları belki
Keynesten biraz önce savunmuşlardır. Devletin müdahaleci anlayışıyla paralellik arz
eden bu yaklaşım sendikaların ekonomik politikaların belirlenmesindeki rollerini de
artırmıştır67.

1.3.3. Liberal Dönem

Endüstri ilişkileri sistemi açısından bu dönem “altınçağ” nitelendirilmektedir.


Bu dönemin diğer bir önemli özelliği, sosyal devlet anlayışının hakim olmasıdır.

66
KORAY Meryem, Değişen Koşullarda Sendikacılık, TÜSES Yayınları, İstanbul, 1994, s. 33
67
DELİCAN Mustafa, ‘Sanayileşmenin Endüstri İlişkilerine Etkisi’, (Yayımlanmamış Doktora
Tezi), İ.Ü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1995, s. 75
51

Liberal dönemde çalışma hayatının işlemesinde belirleyici olan faktör,


devletin müdahaleci rolü ve yasal düzenlemeleri olmakla birlikte, çalışma hayatında
taraflar arasındaki ilişkileri belirleyen asıl etken toplu pazarlık ve toplu sözleşmelerin
önemli bir ağırlıkta olmasıdır. Burada devletin asıl fonksiyonu, taraflar ve değişik
çıkar grupları arasında denge ve uzlaşma sağlayıcı bir rol oynama şeklindedir68. Bu
dönemin diğer bir özelliği endüstri ilişkilerinde “kurumsal” yaklaşımların etkin hale
gelmesidir69. Bunun sonucu olarak, çalışanların korunmasını sağlayacak
düzenlemeler, daha sonra işçilerin örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını güvence
altına alan toplu iş hukuku ortaya çıkmış ve bu konuda yasal düzenlemeler
yapılmıştır.

1.3.4. Sendikasız Endüstri İlişkileri

1970 sonrası küreselleşme ile birlikte düşünsel alanda ortaya çıkan en önemli
gelişme neo-liberal akımların güç kazanmaları olurken, sendikalar için de yeni
oluşumlar ve senaryolar ortaya çıkmıştır. Bu yeni gelişmeler, endüstri ilişkileri
sisteminde ortaya çıkan post-endüstriyel dönüşüm sürecinin tamamlanmasıyla
birlikte ortaya çıkacak yeni sistemin ne gibi bir yapıya kavuşacağı ile ilgilidir. Bu
senaryolar içinde en önemlisi sendikaların etkinliğinin azalacağı konusundaki
görüşlerdir. Eğer gelecekte sendikaların varlıklarını zayıfta olsa sürdürememeleri söz
konusu olursa inisiyatifin tamamen yönetiminin eline geçtiği bir endüstri ilişkileri
gelişecektir.

Sendikasız endüstri ilişkileri sistemi ilişkileri gelişecektir. Başlayan post-


endüstriyel dönüşüm sonrası gündeme gelmiştir. Bu dönemin önemli özelliği bireyi
ön plana çıkaran bir anlayış içinde olmasıdır. Ve bu dönemin diğer bir özelliği ise, bu
dönemde çeşitli sanayi dallarındaki birçok işletme sendikasız yönetimi benimseyerek

68
KORAY Meryem, Endüstri İlişkileri, Basisen Kültür ve Eğitim Yayınları Naizz, İstanbul, 1992,
s.33
69
KURTULMUŞ N.,’Endüstri İlişkilerinin Model İnsan Tipi Açısından İncelenmesi’,
(Yaygınlaşmış Doktora Tezi), İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1992, s. 95
52

ve yeni sendikasız yönetim teknikleri geliştirerek, sendikasız çalışma tarzının


sendikalı endüstri ilişkileri yerine ikame etmeye çalışılmasıdır.

Tezin bundan sonraki bölümünde ise endüstri ilişkilerini özelleştirme


bağlamında, endüstri ilişkilerinin tarafları olan işçi, işveren ve devlet açısından
değerlendirmeye çalışacağız.

2. ÖZELLEŞTİRMENİN ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNE ETKİSİ VE


ÖZELLEŞTİRMENİN ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİNİN TARAFLARI
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Özelleştirmenin sosyal etkileri öncelikle, özelleştirme konusu olan iktisadi


birimlerin çalışanları ve onları çevreleyen endüstri ilişkileri sistemini etkilemektedir.
İstihdam, sendikalaşma, ücretler ve toplu sözleşme uygulamaları üzerindeki kısa
dönemli etkileri yanında bir bütün olarak endüstri ilişkileri sistemini etkileyen uzun
dönemli etkileri vardır. Yalnızca çalışanlarla sınırlı olmamak üzere gelir olarak refah
seviyesini etkileyen özelleştirmenin bu yönü iktisadi amaçlarından daha az önemli
değildir70.

İşte endüstri ilişkileri sistemi dinamik bir yapı olup zaman içinde meydana
gelen gelişmelerin etkisiyle başkalaşım geçirir. Sistemi meydana getiren ve esaslarını
belirleyen kaldeler vardır ve değişmemiştir. Bunlar işçi, işveren ve devlettir.
Özelleştirmeyi işte bu endüstri ilişkilerinin tarafları açısından incelediğimizde
istihdam, verimlilik, sendikalaşma, ücretler ve üretim kapasitesi şeklinde bir süreçle
karşılaşmış olacağız. Bu süreçlerle birlikte etkiler incelenip devletin rollerini
anlatmaya çalışacağız.

Şöyle özelleştirmenin endüstri ilişkilerine etkisini kısaca anlatmaya


çalıştığımızda sendikalaşmayla ilgili kısa bir giriş yapmak doğru olacaktır.

70
ALPER Yusuf, İktisadi Amaçları ve Sosyal Sonuçlarıyla Özelleştirme, Sağlık İş Yayınları,
Ankara 1994, s. 95
53

Bilindiği gibi, Türkiye sendikalaşma oranının oldukça düşük olduğu bir


ülkedir. Her ne kadar sendikalaşma oranı % 66.41 olarak gösterilmekteyse de
çalışanların büyük bir bölümünün resmi kayıtlarda yer almadığı ve mükerrer
kayıtların yetki alabilmeleri için fazla sayıda gösterildiği bilinmektedir. Bu
çerçevede, sendikalaşma oranı olarak sivil istihdam içinde sendikaların oranı dikkate
alındığında % 13.3 gibi oldukça düşük oranla karşılaşırız.

Sendikal örgütlenmenin bu denli düşük olduğu ülkemizde, sendikalaşma


oranının önemli bir bölümünü, istihdam içindeki düşük payına karşın, kamu kesimi
çalışanları oluşturmaktadır.

Özelleştirme ile ilgili bütün tartışmalarda, özelleştirmenin istihdamdan


sonraki ikinci önemli sosyal etki alanının sendikal faaliyetle ilgili olacağı ağırlıklı
olarak dile getirilmektedir.

Sendikal hareket üzerine olan etkinin olumsuz yönde olması, özelleştirme


faaliyetlerine yönelik ilk ve en büyük tepkinin sendikal hareket üzerine olması,
özelleştirme faaliyetlerine yönelik ilk ve en büyük tepkinin sendikal örgütlerden
gelmesine yol açmaktadır. Sendikalar bir yandan çalışanların menfaatlerini koruma
amacına yönelik bir özelleştirme karşıtı hareket başlatırken, diğer yandan da, çok
doğal olarak özelleştirmenin kendi faaliyet alanlarını daraltmasını veya sona
erdirmesini önlemeye çalışmaktadırlar71.

Özelleştirmenin sendikal hareket üzerine etkileri iki yönlüdür. İlk etki


sendikalı işçi sayısının toplam işçi sayısına oranı ile ilgili olan sendikalaşma, ikincisi
ise sendikaların faaliyetleri ve endüstri ilişkileri içindeki yeri ve rolleri ile ilgili olan
sendikacılığa yöneliktir.

71
Y.a.g.e., s. 112
54

2.1. İşçiler Açısından Değerlendirilmesi

Sanayi devrimi ile birlikte fabrikaların doğuşu beraberinde işçi sınıfını ortaya
çıkarmıştır. Yeni sistemin temel düşüncesi olan liberalizm ile birlikte yeni
makinelerin üretim hayatına girmesi, lonca düzeninin sona ermesine sebep olmuştur.
Bu dönemde ortaya çıkan sanayileşme hareketi, ihtiyacı olan vasıflı işgücünü küçük
zanaatçılardan, vasıfsız işgünü de kırsal kesimden şehirlere göç eden kişilerden temin
ederek, yeni bir sanayi işçi sınıfını ortaya çıkarmıştır72. Ortadan kalkan loncalarla
birlikte usta, kalfalar da birer emekçi durumuna geldiler.

Sanayi devriminin bir sonucu olarak ortaya çıkan işçi denilen yeni emekçi
sınıfın yaşam ve çalışma koşullarında zamanla büyük değişiklikler olmuştur. İnsanın
işgücünü aşan ve insanlıkla bağdaşmayan çalışma koşulları, kadın ve çocukların zor
çalışma şartlarına maruz kalmaları, bu dönemin temel özellikleri olarak ortaya
çıkmıştır. Fabrikaların hızlı bir şekilde artışı, emek sahiplerinin sayısında da büyük
miktarlarda artışlara neden olmuştur. İşçilerin bu artışlardan faydalanarak kurdukları
birlikler yasa koyucu tarafından kesin bir şekilde yasaklanmıştır. Bu dönem işçiler
için oldukça zor bir dönemdi. Çünkü Franzsı ihtilali ile ortaya çıkan ferdiyetçi
düşünceler, kurulacak bütün mesleki kuruluşları, kişinin çalışma özgürlüğü ile
bağdaşmadığı gerekçesiyle yasaklanmıştı. Ayrıca işçilerin işveren kesimine karşı
birleşmeleri ve mücadeleye girişmeleri, iktidarı elinde bulunduran burjuva sınıfını
endişelendirmiştir. Bütün bunlara rağmen, işçiler önceleri mesleki teşekkül şeklinde
kurdukları ve daha sonra geliştirdikleri örgütlerini geliştirmeyi başarmışlardır. Ayrıca
işçiler bu dönemde grev silahını kullanmaktan da geri kalmamışlardı.

Sanayileşmenin ilk dönemlerinden itibaren, yeni gelişen sendikalara karşı


tepkiler sert olmuştur. Hatta bu dönemde sendikalar gereksiz, ekonomik ve sosyal
hayatın gelişimi üzerinde hiçbir faydası olmayan, anarşist örgütler olarak
görülmüşlerdir. Bu durum II. Dünya Savaşı’ndan sonraki döneme kadar sürmüştür.
Bu dönemde ise sendikalara daha ılımlı yaklaşılmış, ekonomik ve sosyal hayatın
işleyişinde olumlu etkileri olduğu konusundaki inanç yaygınlık kazanmıştır. Fakat bu

72
EKİN N., Endüstri İlişkileri, 5-Baskı, İstanbul, 1989, S. 10
55

seferki görüşlerin niteliği öncekilerden biraz daha farklıdır. Sanayileşmenin ilk


dönemlerinde, sendikalara karşı olan tepkiler, hem işveren ve hem de devlet
tarafından doğrudan desteklenmiş ve sendikalara karşı şiddet kullanma yoluna
gidilmiştir. Hatta bu örgütler belirli dönemlerde devlet tarafından kapatılmışlardır.

Siyasi rejimin işçi hareketine karşı takındığı sert ve acımasız tavır,


sendikacılığın gelişmesi üzerinde büyük ölçüde etkili olmuştur. Bundan başka,
işçilere sendikalaşma hakkının tanınması da sendikacılığın gelişmesine yardımcı
olmuştur. Buna karşılık işçi hareketlerini şiddet kullanarak bastırmaya yönelik
faaliyetler sendikacılığın yasa dışı yollara sapmasına yol açmıştır.

Bir iktisat politikası aracı olarak kullanılan özelleştirme uygulamaları ile ilk
etkiler sosyal alanda ortaya çıkmakta ve önemli sorunlar doğmaktadır.
Özelleştirilecek işletmelerde çalışanlar ve onları temsil eden, onların haklarını ve
çıkarlarını korumaya çalışan sendikalar, bu sorunlarla doğrudan karşılaşmakta ve
özelleştirme uygulamalarına karşı mücadele vermektedir.

Bugün gelinen noktada özelleştirme, çalışanların iş güvencesi, çalışma


koşulları, ücretler, sendikal hak ve özgürlükler ve kazanılmış haklar açısından olduğu
kadar toplumun genel çıkarı ve hatta ulusal bağımsızlık ve bütünlüğümüz açısından
da ciddi sorunları gündeme getirmektedir.

Özelleştirmenin çalışanlar ve sendikalar üzerindeki etkileri tüm ülkeler


açısından benzer özellikler göstermekle birlikte, Türkiye gibi sendikal hak ve
özgürlüklerin ciddi engellerle karşılaştığı, işsizliğin ağırlaştığı iş güvencesinin
bulunmadığı gelişmekte olan ülkelerde tahribat çok daha derin olarak yaşanmaktadır.
Ülkemizde 14 yıldır yoğun olarak sürdürülen özelleştirme program ve uygulamaları
işsizlik, sendikasızlaştırma, ücretlerde düşüş, çalışma koşullarında gerileme gibi
sonuçlarla karşımıza çıkmaktadır.

2.1.1. Özelleştirmenin İstihdam Üzerine Etkileri

Özelleştirme ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenen bütün tarafların


tartışmasız kabul ettikleri hususların başında özelleştirmenin en önemli sosyal
56

sonuçlarının istihdamla ilgili olacağı hususu gelmektedir. Özelleştirmenin


sonuçlarından doğrudan etkilenen tarafların başında özelleştirilen sonuçlarından
doğrudan etkilenen tarafların başında özelleştirilen kuruluşlarda çalışanlar
gelmektedir. Bu etkinin yönü de, mülkiyetin tabana yayılması dışında genel olarak
olumsuz görülmektedir. Bu sonuçlar dikkate alınarak bakıldığında, özelleştirme
faaliyetlerine yönelik en sert tepkilerin çalışanlar ve sendikalardan geldiği
görülmektedir.

Özelleştirme karşıtı olanlar, istihdam üzerindeki olumsuz etkilerin bütün bir


özelleştirme politikasını olumsuz etkileyeceğini ileri sürmektedirler. Özelleştirme
taraftarları ise, özellikle mülkiyet ve yönetim devrini öngören dar anlamdaki
özelleştirmenin kısa dönemde istihdam seviyesi üzerinde olumsuz etkileri olacağı
kabul etmekle birlikte, uzun dönemde ekonomide sağlanan genel nitelik artışının bu
olumsuzluğu gidereceğini iddia etmektedirler. Ancak, özelleştirmenin istihdamla
ilgili etkileri yalnızca istihdam seviyesi ile sınırlı değildir. İşçi devrine ve çalışanların
statülerine yönelik etkileri de vardır73.

Hemen belirtelim ki, özelleştirme uygulamaları kısa dönemde istihdamı


daraltacak ve işsizlik oranını artıracaktır. Ancak uzun dönemde ise özelleştirilen
kamu iktisadi teşebbüsleri özel sektör elinde karlılık ve verimlilik ilkeleri
doğrultusunda çalıştırılabilirse yeni yatırımlara girişilecektir. Bu yeni yatırımlarla
hem özelleştirmeyle işsiz kalacaklara hem de ekonomide var olan işsizlere iş imkanı
sağlanmış olacaktır74. Fakat özelleştirilen kuruluşlar karlılık ve verimlilik ilkeleri
doğrultusunda çalıştırılmazlar ise ortaya çıkacak işsizlik muhtemel problemleri de
beraberinde getirecektir. Her şeyden evvel özelleştirmeyle işini ve ücretini kaybeden
insanların topluma ve devlete karşı nefret duyguları artabilecektir. Sosyal
huzursuzlukların artmasıyla birlikte suç işleme oranı da artacaktır75. İşsizlik sigortası
yasa tasarısının gerekçesinde denildiği gibi;

73
ALPER, a.g.e. , S. 96
74
GÖÇER İlhan, Hak-İş 16. yıl Etkinlik, Hak-İş Yayınları, Ankara, s. 198
75
BEDİR Eyüp, Hak-İş Dergisi, say. 18, s. 50
57

- İşsizlik, bireylerin fiziksel ve düşünsel sağlığını etkileyerek hırçın, suç


işlemeye yatkın olmalarına, ulusal dayanışmanın bozulması,

- Toplumun değer yargılarının yitirilip sosyal karışıklıkların oluşmasına,


bireylerin belirli bir gelirden yoksun kalmaları nedeniyle yaşamsal ihtiyaçlarının
öncelik kazanmasına eğitim ve kültüre ayrılan zaman ve gelirin yok olmasına,

- Ülkenin insangücü kaynaklarının israf edilmesine neden olmaktadır.

Özelleştirmenin istihdam seviyesine etkileri yalnızca özelleştirme sonrasında


ortaya çıkmaz. Bu etkiler özelleştirme öncesi dönemde başlar. Özelleştirilecek
işletmenin özel sektör tarafından satın veya devir alınmasını sağlamak için yapılan
çalışmalar arasında, aşırı istihdamın daraltılması da vardır. İstihdam daralmasına
yönelik tedbirler ile siyasal iktidarlar özelleştirmenin sosyal yükünü kısmen
üstlenmekte ve teşebbüsün yeni sahibinin karşılaşacağı problemleri hafifletmeyi
amaçlamaktadır.

Özel sektörün istihdam politikası verimlilik ve işe göre adam politikaları


çerçevesinde şekillendiği için, özelleştirme ile birlikte aşırı istihdam ortadan
kaldırılacaktır. Yönetim ve mülkiyeti özel sektöre devredilen kurumlarda işten
çıkarmalar başlayacak ve öncelikle aşırı istihdam eritilmeye çalışılacaktır.

İktisadi birimin özelleştirme sonrası sosyal problemlerini azaltmak için


hükümetler istihdam fazlasını, sosyal haklarını vererek eritmeye çalışırlar. Bu eritme,
erken emeklilik, sosyal hukuka göre almaları gereken tazminatlara ilave olarak ayrıca
tazminat verilmesi, işten çıkarılanların öncelikli ve ayrıcalıklı olarak işsizlik sigortası
kapsamına alınması gibi uygulamalarla gerçekleştirilmeye çalışılır76. Öte yandan
özelleştirme dolayısıyla işten çıkarılanların iş bulmalarını kolaylaştırıcı tedbirlerin
alınması, özelleştirme öncesi ortaya çıkacak istihdam daralmasının sosyal sonuçlarını
azaltmaya yönelik tedbirlerden birisidir.

Ülkemizde özelleştirme öncesi istihdam seviyesinde daralmaya ilişkin ilk


örnek, özelleştirme uygulamalarının ilk olarak yapıldığı çimento sektöründe

76
ALPER, a.g.e. , s. 100
58

görülmüştür. ÇİTOSAN’a ait işyerlerinde özelleştirmeye ilişkin yasaların çıktığı


1984 yılına kadar istihdamda toplam %20.4 oranında azaltmaya gidilmiştir. Çimento
sektöründe 1985 yılında 12.136 olan toplam istihdam 1989’da 9.658’e düşmüştür.
İstihdamı azaltarak satışı cazip hale getirmek, özelleştirilecek işletmeleri daha rahat
satmak hedeflenmiştir77.

Özelleştirmenin istihdam seviyesine en kapsamlı ve olumsuz sonuçları ise


özelleştirme sonrasında ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme tipi ile istihdam seviyesine
etkileri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Mülkiyet ve yönetim devri ile
gerçekleştirilen dar anlamda özelleştirmenin istihdam seviyesine etkileri daha kısa
zamanda ortaya çıkmaktadır.

Daha önce de belirtildiği üzere, özelleştirme ile ilgili bütün tarafların


tartışmasız kabul ettiği husus, özelleştirmenin ilk tesirlerinin istihdam seviyesini
azaltacağıdır. Bu düşünce, kamu kesiminde çeşitli sebeplere bağlı olarak olması
gerekenden daha fazla kişinin istihdam edildiği, teşebbüsün özel sektöre geçmesi
halinde verimlilik kriterinin hayata geçirilmesi ile bu fazla istihdamın eritileceğidir.
Kamu kesiminde istihdam fazlası olduğu, sendikalar ve çalışanlar tarafından da kabul
edilmekte, özelleştirme karşısındaki tutumlarını bu azalmanın sonuçlarını bertaraf
etme yönünde yoğunlaştırmaktadırlar.

Özelleştirmenin özellikle KİT niteliğinde kurumlardaki istihdam seviyesini


azaltmasını dikkatli değerlendirmek gerekir. Çünkü özelleştirme olmadan dahi,
KİT’lere yönelik reform çalışmalarında, aşırı istihdamın eritilmesi için düşünülen bu
kurumları reorganize etmekti. KİT’lerin reorganizyonu için yürütülen bütün
çalışmalarda bu kuruluşların başta gelen problemleri arasında aşırı istihdam öncelikle
sayılmıştır. Hatta KİT’lerin sosyal amaçlarından bahsedilerek, aşırı istihdam
işsizlikle mücadelede bilerek tercih edilen bir yöntem olarak sunulmuştur. Bu
bakımdan bir özelleştirme faaliyeti söz konusu olmasa bile, KİT’leri verimli olarak
çalıştırmak isteyen bütün hükümetler için aşırı istihdamın eritilmesi kaçınılmaz bir

77
PETROL-İŞ, Petrol İş Yıllığı – 1992, Yayın No:33, İstanbul, 1993 s. 524
59

yol olacaktır. Özelleştirilen KİT’lerde ortaya çıkacak olan istihdam daralmasını bu


gerçeği de dikkate alarak değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.

Özelleştirilen belli başlı kamu kuruluşlarında özelleştirme ile işten atılmaların


izlediği seyri ortaya koyan bir örnek verecek olursak buna en güzel örnek çimento
sektörüdür. Çimento sektöründe ÇİTOSAN’a ait 5 fabrikanın Fransız Societe Des
Ciments Francois (SCF) firması tarafından alınması ile istihdam daraltılmıştır. Daha
sonra çeşitli Türk şirketlerince alınan çimento fabrikalarında da satıştan kısa bir süre
sonra benzer istihdam azaltmaları olmuştur.

Tablo 2: Çimento Fabrikalarında Özelleştirme Sonrası İstihdam

Çitosan Özelleştirme 1990 1992 1993 1994 1995 1996


Çimento Tarihi
Fabrikaları
1)Afyon 8.9.1989 281 153 133 125 124 122
2)Ankara 8.9.1989 309 136 132 123 118 116
3)İstanbul 361 164 158 151 144 140
Yunus
4)Pınarhisar 8.9.1989 308 154 150 151 151 151
5)Balıkesir 8.9.1989 337 150 144 125 123 120
6)Gaziantep 3.12.1992 320 138 238 142 123 118
7)Çorum 25.12.1992 317 166 248 117 117 117
8)Denizli 4.12.1992 256 165 138 56 10 10
9)Trabzon 3.12.1992 267 185 182 119 108 99
10)Sivas 25.12.1992 313 277 267 122 122 121
11)Niğde 1991-1992 323 168 168 89 96 84
12)Ladik 21.4.1993 257 246 246 159 145 144
13Aşkale 17.6.1993 233 178 151 126 118 115
14)Şanlıurfa 21.4.1993 237 229 223 148 132 131
15)Bartın 6.5.1993 253 227 218 124 114 113
16)Lalapaşa 14.6.1996 16 99 178 167 158 157
17)Gümüşhane 5.7.1996 - 38 46 46 46 46
18)Kars 18.6.1996 243 208 197 162 152 144
19)Elazığ 12.6.1996 289 257 246 221 213 203
20)Van 12.6.1996 224 150 139 130 125 121
Toplam Kalan İşçi 5.144 3.788 3.602 2.603 2.433 2.372
Sayısı:5.400
Toplam Çalışan İşçi Sayısı 256 1.612 1.798 1.798 2.967 3.028
Kaynak: T.Çimse İş,1997,Petrol-İş,1997
60

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere, Çimento Fabrikalarında yoğun olarak


yaşanan iş akdi fesihleri ile ÇİTOSAN’a bağlı 20 fabrikada çalışan 5400 işçinin
3.028’i (%56,65) işten atılmış ve 1996 yılında 2.372 işçi kalmıştır. 1992 yılı sonunda
özelleştirilen Denizli Çimento’da 1992’de 265 işçi çalışırken 1995’te sadece 10 işçi
(işten atılma oranı %96), Niğde Çimento’da ise 1992’de 323 işçi çalışırken 1995’te
84 işçi (işten atılma oranı %73,9) kalmıştır. Pek çok fabrikada özelleştirme öncesinde
işçi çıkarma yoluna gidilmişken; Lalapaşa ve Gümüşhane fabrikalarında işçi
sayısında artış görülmektedir.

Özelleştirme ile birlikte gerek aşırı istihdam, gerekse geri teknolojilerin


yenilenmesi sonucu işten çıkarılan işçiler, özellikle kentlerde önemli boyutta olan
işsizliği daha da yükseltmektedir. İşgücü piyasasında emek arz ve talep dengesinin
emek arzı aleyhine bozulması ile işçi daha düşük ücret ve daha olumsuz çalışma
koşullarını kabullenmek zorunda kalmaktadır. Böylece işçi sendikalarının da toplu
pazarlık gücünde önemli ölçüde kayıplar ortaya çıkmaktadır.

İstihdamla ilgili olarak özelleştirmenin, en azından kısa dönemde ortaya


çıkacak etkilerinden biri de işçi devrinin artması olacaktır. Kamu kesimi işyerlerinde
uzun süreli istihdam ve bu kurumlarda emekli oluncaya kadar çalışma yaygın bir
uygulamadır. Özel sektör bu endişeleri taşımaksızın bir yandan daha verimli olanları
çalıştırmak, diğer yandan koruyucu iş mevzuatının getirdiği kıdem tazminatı ve
benzeri yükümlülüklerden kurtulmak için işçi devrini artırabilir. Bu da çalışanların
istihdam güvencesinin önemli ölçüde azalması anlamına gelir.

Bu durumların doğal sonucu olarak ortaya çıkan bu işsizlik ise pek çok sosyal
muhtevalı problemlerin kaynağını teşkil etmektedir. Suç işleme eğilimleri
artmaktadır. Özellikle bir iş bulmuş iken, özelleştirme uygulamaları sonucunda
işlerini kaybeden insanların ortaya çıkması, bu eğilimleri daha da artıracaktır. İşini ve
ücretini kaybeden insanlarda dejenerasyon daha hızlı olacağı için bu insanlarda
61

topluma ve devlete karşı nefret duyguları artabilir. Bu durum ise, ülkemiz açısından
arzu edilen bir durum değildir78.

Özelleştirme sonucu KİT’lerin mülkiyet ve yönetiminin özel kesime devrinin,


belli ölçüde bu kamu işletmelerinde çalışanların işlerini kaybetmelerine neden olması
doğaldır. Çünkü bu kuruluşlarda fazla bir işgücü istihdamı olduğu bilinen bir
gerçektir. Öte yandan, bu kuruluşlardaki personel mevcut nitelikleri ile kamu
işletmelerini satın alan ya da devralan özel kesimin beklentilerine uymayabilir. Bu
nedenle özelleştirme sonucu KİT ve bağlı kuruluşlarda çalışanların işlerini
kaybetmeleri kaçınılmaz bir sonuçtur79.

Dar anlamdaki özelleştirme, özelleştirilen teşebbüslerde çalışanların istihdam


statülerini ve ilişkilerini doğrudan etkileyecektir. Özelleştirilen kuruluştaki devlet
hissesi %50’nin altına düştüğü zaman teşebbüsün hukuki niteliği değişecek ve özel
hukuk hükümlerine tabi bir tüzel kişilik halini alacaktır. Bu durumda, daha önceki
çalışma statüleri ne olursa olsun, bütün çalışanlar herhangi bir işletme gerek
kalmaksızın hizmet akdi ile çalışan kişiler haline geleceklerdir80.

Daha önce hizmet akdine bağlı olarak çalışanların statülerinde bir değişme
olmamakla birlikte, memur statüsünde çalışanların statüleri tamamen değişecek ve
hizmet akdine bağlı olarak çalışmaya başlayacaklardır. Bu değişme, istihdam
güvencelerinden ücretlerine kadar bütün çalışma ilişkilerini köklü şekilde
değiştirecektir. Memurlar için söz konusu olan değişiklik, sözleşmeli personel için de
geçerli olacaktır. Sözleşmeli personel de hizmet akdi ile çalışan kişi statüsünde,
çalışma hayatını devam ettirecektir.

Çalışma statülerinin değişmesi, daha önce memur ve sözleşmeli personel


olarak çalışanların işe alınmaları, işyeri değiştirmeleri, atanmaları, yükselmeleri,
ücretleri ve işten çıkarılmaları ile ilgili bütün prosedürü değiştirecektir. Bu

78
BEDİR Eyüp, “Özelleştime Uygulamalarının İşten Çıkarmalara ve İstihdam Daralmasına
Neden Olacağı Açıktır”, Hak-İş Dergisi, Say:18, Ankara, 1992, s. 50
79
SARIASLAN, a.g.e. , s. 17
80
TUNCAY Can, “Özelleştirme ve iş Hukukuna İlişkin Sonuçları”, Çi,mento-İşveren, Cilt:5,
sayı:5, 1991, s. 7
62

değişiklik, çalışanlar arasında statü farklılığından kaynaklanan ilişkilerin de


değişmesine yol açacaktır. Çalışanlar arsındaki bürokratik yapıdan kaynaklanan alt-
üst ilişkisi tamamen değişecektir.

Özelleştirme işe alma, çalıştırma ve işten çıkarma ile çıkarma ile ilgili
istihdam ilişkilerinde de köklü değişiklikler meydana getirecektir. Bu değişikliklerin
kaynağı, teşebbüs yönetimindeki anlayış farklılığıdır. Siyasi iktidarın politik
tercihlerine uygun bir yönetim anlayışının yerini teşebbüs sahiplerinin menfaatlerini
ön planda tutan bir yönetim anlayışı olacaktır. Yönetimdeki değişiklik ilk etkisini işe
almada gösterecek, politikacıların ve bürokratların teşebbüs üzerindeki etkisi ortadan
kalkacağı için “adam kayırma” esasına dayanan işe almalar sona erecektir.
Özelleştirilen teşebbüsün sahipleri tarafından yönetici olarak atananlar, eleman
seçiminde vasıf ve işe uygunluk kriterlerine öncelik vereceklerdir81.

İşe almada meydana gelen değişme, çalışma süresince ve işten çıkarmada da


geçerli olacaktır. Vasıf ve çalışma kapasitesi olarak teşebbüs faydalı olmadığına
inanılan kişiler, herhangi bir politik endişe ile karşılaşılmaksızın işten
çıkarılabileceklerdir.

2.1.2. Özelleştirmenin Sendikalaşma Üzerine Etkileri

Tüm dünyada 1970’li yılların sonundan itibaren, piyasalara müdahale terk


edilerek, serbest piyasa ekonomisi tüm piyasalara hakim kılınmak istenmiştir.
Serbest piyasa mekanizmasının işleyişinin bir sonucu olarak, devlet küçültülmüş,
devletin çalıştırdığı insanların sayısı azaltılmış ve sendikalaşma oranları düşmüştür.

Sendikalı işçi sayısı ile sendikaların gücü ve etkinlikleri arasında doğrudan


bir bağlantı vardır. Çalışma hayatı ile ilgili temel problemlerin çözülmüş olması,
özellikle gelişmiş ülkelerde ideolojik tercihi ne olursa olsun bütün siyasi iktidarların
sosyal devlet anlayışına uygun politikalar takip etmeleri işgücünün yapısındaki
değişme ve fertlerin siyasi ve sosyal sistem hakkındaki görüşlerinin değişmesi,

81
ALPER, a.g.e. , S. 110
63

gelişmiş ülkelerde sendikalaşmayı azaltmıştır.özelleştirme sendikalaşma oranının


düşmesine neden olabilecek bir gelişme olarak ortaya çıkmaktadır. Özelleştirmenin
genel sendikalar oranında yol açacağı değişmeler, en fazla kamu sektörünü ve bu
sektörde faaliyet gösteren kamu sendikalarını etkileyecektir82.

Neo-liberaller tarafından “her derde deva bir ialç” olarak savunulan


özelleştirme ile kamu kurumlarında örgütlenmiş sendikaların güçlerinde de azalma
gündeme gelmiştir.

Serbest piyasa mekanizmasının işleyişi içinde sendikalaşma oranlarında


düşme görülürken, ekonomik kriz ve işsizlik önlenememiştir.

Özelleştirmenin sendikalar üzerinde etkisi, özelleştirme uygulamalarına


yönelik ilk ve en önemli tepkilerin sendikal örgütlerden gelmesine neden olmuştur.
Bugün sendikalar, bir yandan çalışanların menfaatlerini korumaya yönelik bir
özelleştirme karşıtı mücadele verirlerken, diğer yandan da, çok doğal olarak
özelleştirmenin faaliyet alanlarını daraltmasını veya sona erdirilmesini önlemeye
çalışmaktadır.

Türkiye’de özelleştirme ile sendikalaştırma yönünde neler yapıldığı ve üye


kaybı ile sendikaların etkinliklerinin nasıl etkilendiği bu süreçte belirtilmektedir.

Sendikaları sendikalaşma konusunda endişeye iten en büyük faktör, istihdam


seviyesinin düşmesi ve işletme ölçeğinin küçülmesinin ötesinde, özel sektör
işverenin sendikalar karşı olan tavrı ile ilgilidir. Bir genelleme yapmak mümkün
olmamakla birlikte, özel sektör işverenleri sendikalara karşıdırlar ve işyerlerinde
çalışanların sendika üyesi olmasını istemezler. Bu tavır onları sendikalaşmaya karşı
tedbirler alamaya sevkeder. Sendikayı kendi yönetim gücüne ortak olarak gören
işveren, sendikaları devre dışı bırakma yönünde faaliyet gösterebilir. Sendikaları en
fazla endişelendiren husus da, işverenlerin böyle bir tavır içine girmeleridir.

Sendikalaşma oranında düşme yaratmayacak bir özelleştirme mümkün


görülmemekle birlikte, meydana gelecek olan düşme, işletme ölçeği ve işveren

82
ALPER, a.g.e. , s. 114
64

davranışına bağlı olarak değişik şiddette kendini gösterebilir. Toplu sözleşme


geleneğinin yerleştiği ve işyerlerinin büyük ölçekli olduğu durumlarda sendikalaşma
üzerindeki olumsuz etki asgariye iner. ancak, sendikal hareketin kamu desteğinde
geliştiği gelişmekte olan ülkelerde, özelleştirmenin işveren davranışındaki değişme
dolayısı ile sendikalaşma oranını önemli oranda düşüreceği açıktır.

Özelleştirmenin sendikalaşmaya etkisi yalnızca oranı azaltma veya yükseltme


yönünde olmayacaktır. Özelleştirmenin bir başka etkisi, sendikalar arasındaki güç
dağılımını değiştirecek şekilde sendikalaşma oranına etki etmesinden
kaynaklanacaktır. Kamu ve özel sektör ayrımının önemli olduğu ülkelerde
özelleştirme işgücünün sektörel dağılımını değiştirecek ve özel sektörde çalışanların
toplam işgücüne oranı yükselecektir. Bu değişme doğal olarak kamu ve özel sektör
sendikalarının üye sayılarını ve sendikalaşma oranlarını etkileyecektir. Kamu ve özel
sektör sendikalarının güç oranlarındaki değişme ise endüstri ilişkilerinin bütününü
etkileyecek etkilere sahip olabilecektir83.

Özelleştirme nedeniyle istihdam sayesinde meydana gelen düşme;


sendikalaşma oranının düşmesinin ilk sebebini oluşturmaktadır. Dolayısıyla daha
önce açıkladığımız özelleştirme ile yaşanan işten çıkarmalar ve sendikaların üye
kaybına uğraması konuları birbirini tamamlar niteliktedir.

Özelleştirme, iktisadi faaliyet kolları arasındaki sendikalaşma oranlarını da


değiştirebilecektir. Özelleştirme dolayısıyla işgücü daralması görülen iktisadi faaliyet
kollarında işsiz kalarak sektör değiştiren işgücünün yeniden çalışmaya başladığı
iktisadi faaliyet kollarındaki sendikalı işçi sayısında artmalar görülebilecektir. Bu
değişmenin sendikalaşmaya etkisi ise, işgücü daralması ortaya çıkan iktisadi faaliyet
kolu ile işgücü genişlemesi yaşanan sendikalardaki genel sendikalaşma oranlarına
bağlı olarak ortaya çıkacaktır.

Özelleştirmenin sendikal faaliyet üzerindeki en olumsuz etkisi, henüz


sendikal hareketin yeterince gelişmediği gelişmekte olan ülkelerde görülecektir. Bir
çok gelişmekte olan ülkede sendikal hareket kamunun desteği ile gelişir. Bu

83
Y.a.g.e. , s. 116
65

sendikalaşmanın en somut alanı sendikalaşmanın kolaylaştırdığı ve hatta teşvik


edildiği kamu işyerleridir. Türk sendikacılık hareketinin önderleri, büyük ölçüde
kamu işyerlerinden çıkmıştır. Özelleştirme, sendikaları bu teşvikten mahrum
bırakmaktadır. Kuruluş ve gelişme aşamasında böyle bir destekten mahrum olma
sendikaların gelişme ve güçlenme şansını ortadan kaldıracaktır. Bu durum yalnızca
sendikal faaliyeti değil, bütün bir endüstri ilişkileri sistemini etkileyecek ve yeterince
gelişmemiş zayıf bir sendikacılığın olduğu endüstri ilişkileri sistemi sağlıklı bir
şekilde işlemeyecektir84.

Ülkemizde özelleştirme karşısında sendikaların ortaya koyduğu tavırlar


oldukça serttir. Türk sendikaları kamu işletmeciliğinden yana tavır almışlardır.
Bunun gerekçeleri ise özelleştirme ile birlikte sendikaların üye sayılarındaki azalma
ile politik ve ekonomik bir güç kaybına uğrayabilecekleri toplu görüşmelerde ortaya
çıkabilecek güç dengesizlikleri bu kayıpla birlikte ücret seviyesinde bir düşmeye yol
açacağıdır. Ülkemizde sendikaların özelleştirmeye karşı gelmelerinin diğer önemli
bir etkeni de, özel tarihsel özelliklerin yol açtığı bazı özgün nedenler de
bulunmaktadır. Kamu kesimi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren mevzuat ile
öngörülen veya uluslararası plandan kaynaklanan standartların ve sosyal politika
önlemelerinin hayata geçirilmesi konusunda örnek ve öncü uygulamalara sahne
olmuştur85.

Sendikaların üye sayısı ile sendikaların gücü arasında doğrudan bir bağlantı
olduğuna göre, özelleştirme nedeniyle üye kaybına uğrayan sendikaların toplum
içindeki gücünü de azaltmaktadır.

Sonuç olarak, sendikal mücadele bakımından özelleştirmenin tesirleri


konusundaki görüşler de değişecektir. Yaygın kanaat özel kesim işverenleri
karşısında sendikal mücadelenin daha zor olacağı şeklindedir. Bir başka görüş ise
bürokrat-politikacı niteliklerini taşıyan yönetici yerine, gerçek yönetici ile yapılacak
olan sendikal mücadele daha sağlıklı olacaktır.

84
Y.a.g.e. , s. 118-119
85
IŞIKLI Alparslan, “Özelleştirme ve Sendikalar, Dünyada ve Türkiye’de Özelleştirme adlı
sempozyum”, s. 44
66

Öte yandan, özellikle ilk kuruluş yıllarında sendikaların devlet desteğine


ihtiyaç duydukları ve özelleştirme halinde bu desteğin ortadan kalkacağı beklentileri
vardır. Bu gelişme Türkiye gibi endüstri ilişkileri sistemini belirli seviyeye getirmiş
ülkeler için geçerli olmaması gereken bir gerekçedir. Kaldı ki bu desteğin sürekli
olmasının sendikal gelişmeyi olumsuz etkilediği hususu da bizzat sendikacılar
tarafından ifade edilmektedir86.

2.1.3. Özelleştirmenin Ücretler Üzerine Etkileri

Bir ülkede uygulanmakta olan ekonomik politikaların işletme davranışlarını,


fiyat politikasını, yatırım kararlarını ve özellikle ücret yapısını ve düzeyini
etkilemektedir. Neo-liberal politikalar çerçevesinde uygulanan özelleştirme ile özel
sektör işvereni maliyetleri düşürme için öncelikle ücretleri azaltma yoluna
gitmektedir.

Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de, kamunun istihdam ve
sendikal haklar yanında ücretler bakımından da özel sektöre örnek teşkil ettiği ve
düzenleyici olduğu dikkate alındığında, özelleştirmeyle ücret azalmalarının
etkilerinin geniş kapsamlı düşünülmesi gerekliliği kaçınılmazdır.

Sendikalardaki genel kanaat, özelleştirmenin ücret seviyesinde bir düşmeye


yol açacağı şeklindedir. Düşmenin sebebini ise özel sektör işvereninin temel davranış
motifinin karlılık seviyesini yükseltmek olduğu ve bu davranışın doğal sonucu olarak
da ücretleri düşük tutma eğiliminde olması oluşturmaktadır. Burada, özel sektör
işvereninin maliyetleri düşürme vasıtası olarak ücret seviyesini düşürme aracını
kullanacağı varsayımı vardır. Eğer özelleştirme, ileri sürüldüğü gibi bir etkinlik artışı
sağlarsa ücretler genel seviyesinde bir düşme meydana gelmeyebilir. Özelleştirmenin
ücret seviyesinde düşmeye yol açması kısa ve uzun dönemde bazı şartların varlığına
bağlı olarak gerçekleşebilir.

86
ALPER Yusuf, Özelleştirme, T. Sağlık iş Sendikası, Ankara, 1 Kasım 1993, s. 44
67

Özelleştirme, büyük kamu teşebbüslerinin küçük birimlere bölünerek


satılması ile gerçekleştirilirse, bu tip özelleştirme ölçek değişikliği dolayısıyla
ücretlerde düşmeye yol açabilir. Ödeme gücü yüksek teşebbüsün yerini küçük ve
mali tedbirlerin ücretlerin seviyesini düşürmeye yönelik olarak alınmasını kaçınılmaz
hale getirecektir.

Türkiye’de 24 Ocak kararları sonrasında uygulamaya başlayan ve bugün de


uygulanmakta olan ekonomik politikaların bir ayağını düşük reel ücret ve maaş
politikası oluşturmuştur. Tüm toplumu etkileyen ekonomik kriz dönemlerinde ve
sonrasında, krizden çıkış yolu olarak, ücret gelirlerinin reel olarak geriletilmesi
yoluna başvurulmuştur.

Nitekim, ekonomik istikrarı sağlama amacıyla hazırlandığı belirtilen 5 Nisan


Kararları’nın öncelikli hedeflerinden birisini de ücretler oluşturmuştur. Maaş ve
ücretlerde çok hızlı artış, ekonomik kriz nedenleri arasında görülmüş, maaş ve
ücretlerin milli gelir içindeki payının 1989’dan itibaren yükselmeye başlaması
olumsuz gelişme olarak görülmüştür.

1989 yılından başlayarak özellikle kamu kesimi işçi ücretleri reel olarak artış
göstermiş, kamu kesiminde işçilerin ulaştıkları ücret düzeyi ve artış oranı, diğer
kamu çalışanları ile özel sektör işçileri için örnek oluşturmuştur. Ücretli ve maaşlı
kesimin geçim koşullarında görülen bu nisbi düzelme, 5 Nisan 1994’teki istikrar
paketi ile tümüyle oradan kaldırılmıştır.

Özelleştirme ile bir verimlilik artışı olursa ücretler genel düzeyinde bir düşme
meydana gelebilir. Dolayısıyla kısa ve uzun dönemde bazı şartların varlığına bağlı
olarak ücret seviyesi düşmektedir.

Özelleştirme, büyük kamu teşebbüslerinin küçük birimlere bölünüp satılması


ile gerçekleştirilirse, bu tip özelleştirme ölçek değişimi nedeniyle ücretlerde düşmeye
yol açabilir. Ödeme gücü yüksek teşebbüsün yerini küçük ve mali bakımdan zayıf
68

işletmelerin olması ile maliyetleri azaltmak için ilk tedbir olarak ücret seviyesini
düşürme yoluna gidilecektir87.

Özelleştirme ile işletmedeki işçi devri yani işe giriş çıkışlar arttığında, uzun
süreden beri yüksek ücretle çalışanların yerine düşük ücretle çalışanlar alınmakta ve
bu uygulamada ücret seviyesini düşürmektedir. İşlerine devam edenlerin ücretlerinde
kısa dönemde bir azalma meydana gelmese de uzun dönemde yeni hizmet akitlerinde
veya toplu iş sözleşmelerinde ücret artışları düşük tutulduğunda ücret seviyesi
düşmektedir.

Ancak özelleştirme ile bütün çalışan grupların ücret seviyesinde düşme söz
konusu olmayabilir. Özelleştirmeden önce toplu sözleşme kapsamı dışında çalışan
memur ve sözleşmeli personel varsa ve bunlar işçilere göre daha düşük ücret
alıyorsa, özel sektörde toplu sözleşme kapsamına dahil olma ile ücretlerde artış
görülebilir. Dolayısıyla, özelleştirme sonrasında memur statüsünden işçi statüsüne
geçenlerin ücretlerinde bir yükselmenin bekleneceğini belirtmeliyiz.

Ayrıca özel sektörde vasıf ve performansa dayalı bir ücret sistemi


benimsendiğinden, özelleştirme sonrasında vasıflı olanların ücretlerinde yükselme
olabilir. Kamu kesimi toplu iş sözleşmesinde uygulanan seyyanen zam uygulaması
yerine, vasıf ve performansa bağlı ücret zammı uygulandığında, bazı çalışanların
ücretlerinde bir yükselme beklenebilir. İstihdam seviyesindeki daralmaya bağlı
olarak çalışmaya devam edenlerin ücret seviyesinde yükselme mümkün
olabilecektir88.

Özelleştirme sonrasında ücret seviyesinde yükselmeyi mümkün kılacak ve bu


belirttiğimiz yönlere rağmen daha önce yer verdiğimiz verilere dayanarak ücretlerde
artış sağlanamadığını söyleyebiliriz.

Özelleştirme tipi, ücret seviyesindeki değişme üzerinde etkili olmaktadır.


Şöyle ki; dar anlamda özelleştirme uygulamalarında ücret seviyesindeki düşmeleri
önlemek daha kolay iken, geniş anlamda özelleştirme uygulamalarında ücret

87
ALPER, a.g.e. , s. 124
88
DERELİ Toker, Özelleştirmenin Endüstri İlişkilerine Etkisi, Basiser, say..51, Ekim 1993, s. 25
69

seviyesindeki düşmeler ciddi düzeydedir. Örneğin; taşeronlaşma ile özelleştirme


ücret düşüklüğünün bir göstergesidir.

Kamu harcamalarının kısılması ve KİT’lerin özelleştirilmesine paralel olarak,


kamu sektöründe ve belediyelerde hizmet sektöründe başlayan taşeronlaşma, giderek
doğrudan üretim işyerlerinde yaygın bir şekilde uygulanmaktadır89. İşgücü
maliyetlerini azaltmak, diğer yandan sendikasızlaştırarak özelleştirmeyi
kolaylaştırmak amacıyla yapılan taşeronlaşma ücretleri daha da düşmektedir.
İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde insanların iş güvencesi olmadan, sendikasız,
sigortasız ve düşük ücretle çalışmaya razı oldukları ortadadır.

Özelleştirmenin ücretler üzerindeki etkisi konusunda, ücret seviyesindeki


düşmelere ilişkin açıklamalardan sonra, ücret yapısı ve sistemlerinde değişme
konusuna da kısaca değinmemiz gerekecektir:

Kamu sektöründe daha ziyade kıdeme ve statüye bağlı bir ücret ödeme
sistemi vardır ve özelleştirme ile öncelikle bu yapı değişmektedir. Vasıf ve
performansa dayalı ücret sistemleri devreye girmektedir. Performansa dayalı ücret
sistemlerinde parça başı ücret, primli ücret gibi uygulamalarla ücret
bireyselleştirilmekte ve işçi işveren sendikalarınca kolektif ilişkilerle belirlenen ücret
standartlarından uzaklaşılmaktadır. Böylece, işçi sendikalarının faaliyetleri
sınırlandırılmaktadır. İşçiler güvenlik ve sağlık açısından tehlikeli olabilecek bir
hızda çalışmak durumunda kalmakta ve birbiriyle rekabete sokulan işçiler arasında
dayanışma ve örgütlenme arzusu azalmaktadır. Aslında performansa dayalı ücret
sistemi ile başarılı ve başarısız işçileri arasındaki farkın objektif bir biçimde
belirlenmesi ve başarılı olanlar lehine düzenlemeler yapılmasına imkan verme gibi
yararlı bir işlevinin olduğunu belirtmeliyiz.

89
TÜRK-İŞ, a.g.e. , s. 57
70

2.2. İşverenler Açısından Değerlendirilmesi

Endüstri ilişkileri sisteminin ikinci aktörü işverenlerdir. Sanayileşmenin ilk


dönemlerinden itibaren işverenler, işçilere ve işçi örgütlerine karşı sert bir tavır
takınmışlardır. Ayrıca bu dönemde işçilerin örgütlenmesini engellemek için her yola
başvurmuşlardır. İşverenlerin işçilere karşı tavırları ilk işçi hareketlerinin başladığı
19. yy başlarında başlamış ve bu tutum günümüze kadar devam etmiştir.

İşverenler bu dönemde yasal mercileri etkileyerek işçilerin kurdukları


dernekleri engellemeyi düşünüyorlardı. İşverenlere göre, işçi dernekleri yürürlükteki
yasalara aykırılık teşkil etmekteydi. Ayrıca işçi dernekleri taleplerini kuvvet yoluyla
kabul ettirmek istediklerinden böyle bir tutum insan haklarına aykırıydı. Böyle bir
durum ekonominin ilkeleriyle de çelişiyordu.

İşverenler hakkında kısaca bir açıklamadan sonra özelleştirme bağlamında bir


değerlendirmeye gidecek olursak verimlilik ve üretim kapasitesi ile bu süreci
açıklayabiliriz.

2.2.1. Özelleştirmenin Verimlilik Üzerine Etkileri

KİT’ler ve özelleştirme, gerek Türkiye’de gerekse dünyanın diğer ülkelerinde


son yılların en güncel konularını oluşturmaktadır. Böyle olmakla birlikte, konuyla
ilgili tartışmaların çoğunda genel yaklaşımlar egemen olmakta, analitik çalışmalara
gerektiği kadar yer verilmediği görülmektedir. Oysa özelleştirme gerekçelerinin
temelinde verimlilik ve kârlılık bağlamında, KİT’lerin başarısızlıkları bulunmaktadır.
Gerçekten de özelleştirme ile elde edilmek istenen sonuçlara baktığımızda birçok
ülkede KİT’lerin verimlilik düzeylerinin yükseltilmesi ayrı bir önem taşımaktadır.

Özelleştirme ile birlikte bu süreçteki işletmelerin verimlilik ve performans


açısından, KİT’lere göre daha olumlu sonuçlara ulaştığı görüşünden hareketle,
kamunun elinde çeşitli nedenlerle verimli işletilemeyen kuruluşların, özel kesimin
dinamizmi ve kâra motive olmuş anlayışı içinde, daha verimli çalıştırılacağı kabul
edilmektedir. Buna karşılık mülkiyet şekli ile verimlilik arasındaki ilişki konusunda
karşıt görüşler de mevcuttur.
71

Özelleştirmeyi savunanlara göre KİT’lerin mülkiyetinin kamu kesiminden


özel kesime geçmesi, işletme düzeyinde kaynak kullanımı yani verimlilik üzerinde
esas olarak mülkiyet hakları görüşü yatmaktadır. Bu görüşe göre bir işletmenin
verimliliği, büyük ölçüde işletmenin mülkiyetinin kime ait olduğuna bağlıdır90. Buna
göre mülkiyetin kamuya ait olması işletmenin verimliliğini olumsuz yönde etkiler.
Yani kamu işletmelerinde, kâr ve zararda olma durumu, verim düzeyinin yüksek ya
da düşük olma durumu işletme yöneticileri için önemli değildir. Buna karşılık özel
işletmelerde ise işletme yöneticileri tarafından kâr ve zarar durumu ile buna bağlı
verimlilik süreci önemlidir. Çünkü kâr sağlanınca yöneticilerin kazançları artar ve
işletmenin verimliliği için doğal olarak bir çalışma düzeni devreye girer.

İşletmelerin verimli çalışmasında mülkiyetin kime ait olduğundan daha çok,


işletmenin faaliyette bulunduğu piyasa yapısı etkilidir. Rekabetin geçerli olduğu bir
piyasa yapısı verimliliği olumlu etkilemektedir. Dolayısıyla KİT’lerin
özelleştirilmelerinden ziyade rekabetçi piyasalarda çalışmalarını sağlamak, verimlilik
artışı için bir gerçekliktir.

Özelleştirmeyi savunanlara göre özelleştirilen kurumlarda verimlilik


artacaktı. Buna karşılık özelleştirilen kurumlarda ayrıntılı araştırmalar yapan batılı
ekonomi uzmanlarının görüşüne göre, özelleştirme sonucunda verimlilikte kayda
değer bir artış görülmemiştir91.

Batı’nın ünlü ekonomistleri şu görüşte birleşiyorlar; verimliliği artırmak için


mülkiyetin devletin elinden alınıp özel sektörün eline verilmesi yeterli bir uygulama
değildir; hatta verimliliği arttırmak için böyle bir yöntem gerekli bile değildir92.

Verimlilik ile bağlantılı işgücü verimliliği ilişkisine bu değerlendirme içinde


bakacak olursak; işgücü verimliliği kişi başına düşen üretim miktarı veya kişi başına
düşen katma değer olarak ifade edilir. Belirli bir dönemde gerçekleştirilen üretimin, o
dönemde çalışan işçi sayısına bölünmesiyle bulunur. Üretimin aynı kalıp, çalışan işçi

90
AKALIN, a.g.e. , s. 77
91
DİKBAŞ, a.g.e. , s. 131
92
Y.a.g.e. , s. 132
72

sayısının azalması durumunda veya işçi sayısındaki gerilemenin üretimdeki


gerilemeden fazla olması halinde verimlilik artmış gibi gözükür.

İşgücü verimindeki artışlar torik olarak ya işgücünün niteliğindeki


gelişmelerden ya işletmenin sermaye donanımındaki ve teknolojik yapıdaki
yenileşmelerden ya da bunları da içerecek biçimde toplam girdilerin nitelik ve
niteliğindeki olumlu gelişmelerle, organizasyon ve yönetim biçimindeki
iyileştirmelerden ileri gelmektedir.

Gerek Türkiye’de gerekse dünyada yapılan özelleştirme uygulamalarında


özelleştirme ile verimlilik arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisi olduğu,
ekonometrik yöntemlerle açık bir biçimde kanıtlanmıştır. Özelleştirme ekonomisi
üzerinde henüz yeterince çalışılmamıştır. Çalışılabilecek gerekli verilerin
bulunmaması yanında araştırma için yeterli zaman da geçmemiştir. Özelleştirme ile
verimlilik arasında zaman da geçmemiştir. Özelleştirme ile verimlilik arasında
ilişkinin kurulabilmesi için zamansal açıdan yeterli bir süreçte zaman belirlemesinin
gerçekleşmiş olması gerekmektedir.

2.2.2. Özelleştirmenin Toplu Pazarlık Sistemine ve Üretim kapasitesi


Üzerine Etkileri

Özelleştirme endüstri ilişkileri sisteminin önemli bir süreci olan toplum


pazarlık sürecini ve toplu sözleşmeleri de etkileyecektir. Bu etki, sendikal hareket
üzerine olan etkilerinin yansıması yanında doğrudan toplu pazarlığın yapısına
yürütülme sürecine ve toplu iş sözleşmelerinin muhtevasına olan etkilerden dolayı
ortaya çıkacaktır93.

Özelleştirmenin ilk etkisi, toplu pazarlık birimini küçültmesi dolayısı ile


ortaya çıkacaktır. Mal ve hizmet üretimi yapan KİT’lerin ortak özelliklerinden en
başta gelenini, bu teşebbüslerin faaliyet konuları ile ilgili olarak bütün ülke çapında
veya sektör bazında faaliyet göstermeleri oluşturmaktadır. Özellikle doğal monopol

93
ALPER, a.g.e. , s. 120-121
73

halindeki KİT’lerde bu özellik çok belirgindir. Bu özellik dolayısı ile KİT’ler ülke
ortalamasının üzerinde büyüklüğe sahip olan ve çalıştırdıkları işçi sayısı fazla olan
iktisadi faaliyet birimleri olarak endüstri ilişkileri sistemi içinde yer alırlar. Bu
büyüklükte bir teşebbüsün bütün olarak özelleştirilmesi, KİT’lerin parçalanarak ve
küçültülerek satılmalarını gündeme getirmektedir.

Özelleştirme öncesi yalnızca bir işvereni,n bulunduğu teşebbüste sonrasında


çok sayıda işveren ortaya çıkmaktadır. İşveren sayısının artması, sendikaların aynı
sayıda çalışan için çok daha fazla toplu pazarlık görüşmeleri yapmak zorunluluğu
ortaya çıkmaktadır. İşveren sayısının artması, sendikaların aynı sayıda çalışan için
çok daha fazla pazarlık görüşmesi ve toplu iş sözleşmesi yapmasına yol açacaktır. Bu
da sendikaların faaliyetlerini zorlaştırmaktadır. Toplu pazarlık sayısındaki artış
yanında, daha önce aynı toplu sözleşme ile benzer hakları elde eden çalışanların,
işverenleri ve toplu sözleşmeleri değiştiği için elde ettikleri haklar farklılaşmakta,
yani toplu sözleşmeler arasında muhteva değişiklikleri meydana gelebilmektedir.

Özelleştirme ile birlikte kamu işyerleri, özel işyerleri haline dönüşecektir. Bu


da toplu iş sözleşmelerinden daha az işçinin yararlanmasına neden olabilecektir.
Diğer taraftan işletme toplu iş sözleşmesinin yaygın olduğu kamu işyerlerinin
özelleşmesiyle buralarda, işyeri toplu iş sözleşmeleri ve grup toplu iş sözleşmeleri
yaygınlaşabilecektir94. Bu da toplu sözleşmelerin yapısında bir değişikliğe neden
olacaktır.

Özelleştirmenin toplu pazarlık sürecine yönelik en önemli etkisi, işverenin


değişmesi ve kamu işvereni ile özel sektör işvereni arasındaki tutum değişikliği
oluşturmaktadır. Toplu pazarlık sürecinde değişme, öncelikle sendikalara daha
olumlu bakan ve bazen sendikaların talep ettiğinden daha fazla verme eğiliminde
olan kamu işvereni yerine, nasıl daha az verebilirim düşüncesinde olan özel sektör
işvereninin gelmesi ile başlamaktadır. Bu değişme, bir yandan toplu pazarlık sürecini
uzatmakta, öte yandan toplu pazarlık görüşmeleri esnasında yaşanan gerginlikleri
artırmaktadır. Sendikalar sözleşme yaptıkları teşebbüsün yönetimini değil, mevcut

94
DERELİ, a.g.e. , s. 25
74

siyasi iktidarı hedef almakta ve toplu pazarlık sürecinin yapısı değişmektedir.


Mekanizmadaki bu değişme problemin çözümüne de yansımakta, sendikalar
taleplerini siyasi iktidara yöneltmekte ve bu taleplere verilecek cevap da siyasi
iktidardan gelmektedir. Birçok uzmana göre bu mekanizma, endüstri ilişkileri sistemi
için sağlıksız bir gelişmedir ve özelleştirme, toplu pazarlık görüşmelerinden siyasi
iktidarı çekerek, bu mekanizma üzerinde olumlu etkilerde bulunacaktır95.

İşverenin değişmesi, toplu pazarlık sürecini olduğu kadar uyuşmazlıkların


çözümünde kullanılacak araçları da değiştirecektir. Kamu işyerlerindeki
uyuşmazlıkların çözümünde endüstri ilişkileri sisteminin müdahale aracı olan grev ve
lokavttan daha çok siyasi karar mekanizmaları ve siyasi iktidara yönelik baskılar
kullanılır. Devlet, işveren olarak lokavt hakkını çok fazla kullanmak eğilimde
değildir. Bu eğilimi bilen sendikalarda taleplerini bu gerçek altında şekillendirirler ve
toplu pazarlık sürecindeki davranışlarını tayin ederler.

Özelleştirmeden sonra yürütülecek olan toplu pazarlık görüşmelerinde siyasi


karar mekanizması devreden çıkacağı için grev ve lokavt daha çok başvurulan
mücadele silahı olarak kullanılmaya başlanacaktır.

Ülkemiz örneğinden hareket edildiği zaman, devletin sendikal harekete ve


toplu pazarlık sürecine sıcak yaklaşmakla beraber, siyasi endişelerden hareketle,
kamu işyerlerindeki anlaşmazlıklara müdahale ettiği ve bu müdahale şekillerinden
birinin de kamu kesimi işyerindeki grevleri erteleme eğilimi olarak çıktığı
görülmektedir. Özelleştirme, devletin ağırlıklı olarak kamuya yönelik olan grev
ertelemelerini azaltacaktır.

Özelleştirme sonrasında toplu pazarlık sürecinin uzaması ve pazarlık


esnasındaki gerginliğin artışı, özel kesim işverenlerin kamu kesimine göre daha
anlayışsız davranacakları varsayımına dayanmaktadır. Belirli ölçekteki işletmeler ile
belirli bir teşkilatlanma disiplinine sahip olan sektörlerde, endüstri ilişkileri
sisteminin mantığına uygun hareket eden özel kesim işverenlerin varlığı bu varsayım
bağlı olarak çıkması beklenen olumsuz etkilerin ortaya çıkmasını engelleyecektir. Bir

95
ALPER, a.g.e. , s. 121-122
75

başka ifade ile özelleştirmenin mutlaka endüstri ilişkileri sistemini ve toplu pazarlık
sürecini olumsuz olarak etkilemesi söz konusu olmayabilecektir96.

Özelleştirme süreci içerisinde toplu pazarlık sisteminin analizinde yaptıktan


sonra bu süreçte üretim kapasitesinden bahsedecek olursak; özel sektörün girişim
yapma amacı, kar sağlamaktır. Bu amaca ulaşmada yasalar çerçevesinde olmak
şartıyla hangi işle uğraştıkları ya da ne ürettikleri değil kar amacı sağlamaları
önemlidir.

Faizlerin yüksek olduğu, rant gelirlerine dayanan ve uzun vadede kazanç


sağlayacak yatırımların yapılmadığı bir ekonomide özelleştirmenin yararları istenen
ölçüde tutulmayacak, hatta üretim kapasitesinde düşüş ile sonuçlanacaktır.
Özelleştirme sonrası yaşanan üretim ve istihdam düşüşleri her uygulamada bu kadar
yüksek oranlarda olmamakla birlikte, kaynak dağılımında etkinliğin sağlanması ve
kapasite kullanımı oranlarının düşürülmemesi bakımından, özelleştirme ardından
devletin bazı düzenlemeler yapması gerektiğini göstermektedir.

Bu süreçte ise tezimizin bir uygulaması olan çimento sektörü açısından


üretim kapasitesine bakıldığında istihdam ile bağlantılı gerilemeler yaşandığı
görülmüştür. Özelleştirme öncesi ve sonrası karşılaştırılan veriler sonucunda üretim
yapısı ve karlılıklarının artırılmamasına karşın, istihdamın azaldığı görülmektedir.

Çimento fabrikalarında gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarında;

- Ortalama satış karlılık oranları toplamın % 92.17 oranında azalmış


bulunduğu,

- Ortalama istihdam rakamları toplamın yaklaşık % 30 oranında düşmüş


olduğu,

- Ortalama üretim rakamları, toplamın % 5,47 oranında gerilediği yükseldiği


görülmektedir97.

96
Y.a.g.e. , s. 122-123
97
SUİÇMEZ Halit, Özelleştirilen İşletmelerde Karlılık ve Verimlilik Analizi, Milli Prodüktivite
Merkezi Yayınları, Ankara, No: 569, 1995, s. 30
76

KİGEM’in yaptığı bir araştırmada; Özelleştirme İdaresinden alınan verilere


göre (2002 yılı için), özelleştirilen şirketlerin optimum çimento üretim kapasitesi
toplamları özelleştirme öncesinde 12.015.000 ton iken özelleştirme sonrasında
9.846.117 ton olarak gerçekleştiğini göstermektedir. Aynı çalışma da, fabrikaların
özelleştirme sonrasında bu sayının 3247 kişiye düştüğü görülmüştür. Özelleştirmenin
gerekliliğini savunan görüşlerin pek çoğu, 3.750 kişinin işten çıkarıldığını gösteren
bu durumun ekonomik ve sosyal yansımalarını da genelde göz ardı etmektedir.
Sosyal anlamda bakıldığında, işten çıkarılan kişilerin-özellikle Türkiye şartlarında,
güney ve doğu bölgeler başta olmak üzere yaklaşık beş kişilik bir ailenin tek gelir
elde eden ferdi olduğu düşünüldüğünde, 18.750 kişiyi etkileyen bir durum söz
konusu olmaktadır98.

2.3. Devlet açısından Değerlendirilmesi

Geleneksel endüstri ilişkileri sisteminde devlet, sisteminin önemli


taraflarından biri olarak kabul edilmektedir. Ayrıca endüstri ilişkileri sisteminin
işleyişini sağlama bakımından devletin önemli fonksiyonları vardır. Bu fonksiyonlar
ülkeden ülkeye farklı olmakla birlikte yasal çerçeveyi oluşturma bakımından tek
faktör olma özelliğini korumaktadır. Yani sistemin tarafları arasında güç kullanma
yetkisine sadece devlet sahiptir. Devletin endüstri ilişkilerine müdahalesi çok çeşitli
şekillerde olabilir. Devlet bazen çıkaracağı yasalarla işçiyi koruduğu gibi, bazen de
işvereni koruyan yasalar çıkarmaktadır. Burada devletin üstlendiği rol, genellikle
taraflar arasında dengeleyici bir rol şeklindedir.

İlk dönemlerde işverenler, işçilerin örgütlenmelerinin devlet tarafından


engellenmesi için, devlet ve organları üzerinde yoğun bir baskı uygulanmışlardı.
Onlara göre devlet işçi-işveren ilişkilerinde tarafsız kalmalıydı.

Devletin endüstri ilişkileri sisteminde tarihsel rolüne ve genel fonksiyonlarına


kısaca bakılırsa temel noktaları dört grupta toplamak mümkündür.

98
ALTUNOK M., Çimento Sektörü Raporu, Yayınlanmamış rapor, 2005, KİGEM, s. 22-23
77

- Bireysel ve toplu iş hukuku sanayileşmeyle birlikte gelişme göstermiştir. İş


hukukunun temel amacı işçiyi ve taraflar arası dengeyi yasal çerçevede korumak ve
işçiler arası uyuşmazlıkları bir düzene sokmaktır.

- Ortaya çıkan bütün bu yasal çerçeveler evrensel olarak çalışma koşullarının


asgari şartlarını kabul etmişlerdir. Bazen bu düzenlemeler siyasi mekanizma bazen
de bu mekanizmanın dışında toplu pazarlık mekanizmasıyla belirlemektedir.

- Gelişmiş Batı ülkelerde devlet toplu uyuşmazlıkların içinde yer almaktan


kaçınmış ya da bu uyuşmazlıkları çok az sınırlandırmıştır. Çünkü devlet grev hakkını
garanti etmektedir. Devlet özel ve kamu kesimindeki uyuşmazlıkların çözümüne de
üçüncü taraf olarak yer almaktadır. Devlet üçüncü taraf olarak belirlenen kurallar
çerçevesinde dışardan uzlaştırıcı ve arabulucu olarak devreye girebilmektedir.

- Devletin işçi-işveren ilişkilerinde aktif olarak yer aldığı sektör kamu


sektörüdür. Endüstri ilişkileri sisteminin gelişmesinde de kamu kuruluşlarının ve
devletin etkisi büyüktür.

1980’lere kadar olan dönemdeki eğilimin temel esası konuları olabildiğince


kavrayan, kuşatan kuralların oluşturulması ve yasal müdahale biçiminde devlet
tarafından empoze edilmesi yönünde olmuştur. Oysa 1990’ların yeni endüstri
ilişkilerinin temel niteliği daha çok esnekliği sağlayan kuralların ve düzenlemelerin
oluşturulmasıdır.

Sanayileşmenin hızlı bir ivme kazanmasıyla çalışma ilişkilerini belirleyen


kurallar demetinin ayrıntılı kurallar haline geldikleri görülmektedir. Zamanla bu
kuralların iş yerindeki çalışma ilişkilerinin belirlenmesinde etkili olduğu ve devletin
de katılımını öngördüğü bir sistemin gelişimine yol açmaktadır99.

Devletin müdahalelerine, bu müdahalelerin boyutuna, özelliklerine bağlı


olarak çıkarlar devletçe şekillendirilmekte, endüstri ilişkileri yeniden
yapılandırılmaktadır. Bunu gerçekleştirirken devletin başvurduğu yöntem ve
mekanizmalar genellikle yasal düzenlemeler olmaktadır. Devlet yasal düzenlemeler,

99
EKİN, a.g.e. , s. 45
78

kurumsallaştırmalar / kurumsalsızlaştırmalar ile var olan düzenin, sistemin


korunmasını, sürekliliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Burada temel amaç, meydana
gelebilecek olan sınıf çatışmalarını ortadan kaldırmak için emek ile sermaye arasında
gönüllü yada gönülsüz bir uzlaşma sağlamaktır. Çünkü, karma ekonomiye dayanan
müdahaleci refah devletinin karşılaştığı sorunları çözmek için dengeli büyüme
ihtiyacı, işbirliğini gerekli kılmaktadır. Bunu sağlamak için, işçi ve işveren örgütleri
birer çıkar grubu olmaktan çıkarılmakta ve onlara kamu statüsü kazandırılarak
hükümet politikalarının oluşturulmasına ve uygulanmasına ortak edilmektedir.
Böylece sınıflar arası potansiyel çatışma sorununun çözümlenmesi istenmektedir.
Ama toplumsal sınıflar açısından bunun sonuçları eşit veya simetrik olmaktadır.
Devletçe sağlanan yapısal korporatist nitelikler ve sosyal kontrol yöntemleri, işveren
örgütlerine göre işçi örgütlerini daha çok etkileyip kısıtlamaktadır.bu işbirliği ile işçi
örgütleri sistemle bütünleştirilmekte, sınıfsal talepleri kabul edilebilir sınırlara
indirgemektedir. Bu işbirliğinin ana amacının, çalışan kitleler üzerinde sosyal
kontrolün yerleştirilmesi ve işçi sınıfının kapitalist devlet ile bütünleştirilmesi olduğu
belirtilmektedir. Devlet, işçi örgütlerinin özerkliklerini sınırlayarak onları devlet
politikaları doğrultusunda harekete geçirmek ve yönetsel bir kontrol aracı olarak
kullanmak istemektedir. Devlet sermayeden taraf olduğu için, gelir politikaları işçi
sınıfının aleyhine sonuçlanmakta, bu nedenle de işçiler grevlere başvurarak devletin
zora dayanan müdahalesini adeta zorunlu ve gerekli kılmaktadır. İşte, bu asimetrik
işleyiş özelliği nedeniyle de, emek-sermaye-devlet arasındaki işbirliği istikrarsız bi
özellik taşımaktadır. Bu işbirliği sadece iktisadi politika alanıyla ilgili olup,
temelinde tam istihdamı amaçlayan belirli bir devlet müdahaleciliği anlayışı
bulunmaktadır100.

Devleti, endüstri ilişkilerinin taraflarından biri olarak gördüğümüzde devletin


bu süreçte rolünün dönemlere ve ülkelere göre değiştiğini söyleyebiliriz. Devlet
endüstri ilişkilerine iki amaçla müdahale etmektedir. Bunlar; endüstri ilişkilerinin
yasal çerçevesini çizmek ve oyunun kurallarını belirlemek, toplumda ekonomik ve

100
ÇETİK-AKKAYA, a.g.e. , s. 87
79

sosyal dengeyi sağlamaktır. Devletin bundaki amacı toplumsal barışı sağlamaya


çalışmaktadır.

2.3.1. İşveren Olarak Devlet

Türkiye’de devletin ekonomideki ve buna bağlı olarak çalışma yaşamındaki


işveren konumu, 1950’lerden sonra tartışılmaya başlanmıştır. 1950’lerden sonra
devletin işveren konumunu terk etmesi gerektiği savunulmaya başlanmakla beraber,
günümüzde devlet hızla en büyük işveren olarak endüstri ilişkilerindeki önemli
konumu muhafaza etmektedir.

Birçok ülkede devlet işveren olarak hatta en büyük işveren olarak önemli rol
oynamaktadır. İşveren devletin endüstri ilişkilerindeki rolü, özellikle istihdam
politikası ve kamu sektöründeki sendikalarla yapılan toplu sözleşmelerin özel
sektördeki toplu sözleşmelerin sonuçları üzerinde yaptığı etki nedeniyle önem
kazanmaktadır101.

Kamu kesimindeki istihdamın sektörel dağılımını gösteren istatistiki bilgiler


elimizde mevcut değildir. Ancak, Çalışma Bakanlığı İstatistiklerinde gösterilen
kamuda işçi olarak çalışanların sektörlere göre dağılımının bu konuda işçi olarak
çalışanların % 10.91’u tarım, % 41.44’ü sanayi, % 47.66’sı hizmetler sektöründeki
çalışmaktadır. Bunun anlamı şudur; kamu kesimi çalışanların sanayi ve hizmet
sektörleri içinde yoğunlaştıkları görülmektedir. Devletin KİT’ler aracılığıyla sanayi
ve hizmetler kesiminden çekilmesi buralarda çalışanların yapısını etkilemekle
birlikte, önemli bir değişime yol açmayacaktır. Ancak, informel sektör içinde
çalışanlarda veya kendi hesabına iş yapanlarda bir artış beklenebilir102.

Türkiye’de kamu kesimi genellikle tercih edilen bir işveren olmuştur. Bu


tercihin temel nedenlerinden en önemlisi, istihdam güvencesinden kamuya ait
işyerlerinden diğer işyerlerine göre daha fazla sağlanmış olmasıdır. Bunun yanı sıra,

101
TOKOL, a.g.e. , s. 14
102
LORDOĞLU Kuvvet-MÜFTÜOĞLU Özgür, “Çalışma İlişkilerinde Yeni Bir Özelleştirme ve
Etkileri, Dünya’da ve Türkiye’de Özelleştirme”, Türkiye Maden İşçileri Sendikası, 1994, s. 137
80

kamu kesimi yasalarda zorunlu olmadığı halde çalışanlara sosyal yardımlar


verilmesinde, üretimden çalışanların daha fazla pay almasında öncülük yapmıştır.
Diğer taraftan, kamu işletmeleri örgütlenmeye uygun iş yerlerine sahip olmanın da
etkisiyle sendikal örgütlenmenin özel kesime göre daha yüksek olduğu yerlerdir103.

Devlet işveren olarak, işçi sorunlarına ve sendikal taleplere özel kesim


işverenlerinden daha olumlu bir yaklaşım içinde olmuştur. 1985 yılında kamu işveren
sendikalarının üç grupta örgütlenmelerinin etkisiyle daha önce ılımlı yaklaşımı
benimsemiş olan kamu işvereni zaman zaman bu tavrını değiştirmiştir. Fakat,
çalışma yaşamında işveren olarak yer alan devlet, genel olarak işçi-işveren
ilişkilerinde istenmeyen sertlikleri önleme işlevini sürdürmüştür. Özel sektör ise, işçi
sorunlarına karşı genellikle sert yaklaşım içinde olmuştur. İşçi sorunlarına karşı
genellikle sert yaklaşım içinde olmuştur. İşçi sorunlarına karlı olan bu sert tavır, aynı
zamanda özel sektörün işçi sendikalarına bakışını da olumsuz şekilde etkilemiştir.

Görüldüğü gibi işveren devlet, genellikle çalışanlar lehinde özel kesim


işverenlerine öncülük yapmış ve işçi-işveren ilişkilerindeki yumuşak tavrıyla örnek
olmuştur. Özelleştirme ile birlikte, devlete ait işletmelerin özel kesime devredilmesi,
işveren devletin bu öncü ve örnek olma rolünü de ortadan kaldıracaktır. Bunun doğal
sonucu olarak endüstri ilişkileri daha sert müdahalelere sahne olabilecektir104.

2.3.2. Hakem Olarak Devlet

Devlet toplu pazarlık sürecinde ortaya çıkan uyuşmazlıkları engellemeye en


azından sınırlamaya çalışmaktadır. Devlet uzlaştırma, arabuluculuk, hakem
hizmetlerini düzenleyerek toplu pazarlıkların barışçı yollarla çözümü için çaba
harcanmaktadır. Bu amaçla oluşturulan örgütler genellikle devletçe örgütlenen kamu
örgütleridir. ABD ve çeşitli Avrupa ülkelerinde devlet toplu sözleşme süresi içinde
çalışma barışını devam ettirmek için katı ve güçlü yasal hükümler getirmiştir105.

103
EKİN, a.g.e. , s. 137
104
LORDOĞLU-MÜFTÜOĞLU, a.g.e. , s.134
105
AKKEYİK’den aktaran TOKOL, a.g.e. , s. 14
81

2.3.3. Düzenleyici Olarak Devlet

Hemen her ülkede devlet bireysel ve toplu iş yasaları ile endüstrileşme süreci
içinde sistemin yasal çerçevesini çizmekte, endüstri ilişkileri sisteminin temellerini
oluşturmaktadır. Devlet yasa koyucu fonksiyonu ile aynı zamanda asgari istihdam
koşullarını da saptamaktadır. Devlet asgari ücret, sağlık ve güvenlik, çalışma saatleri,
çalışanlar arasında ayırımı önleme, işten çıkarmaya karşı koruma ve tatiller gibi
birçok konuda asgari standartlar oluşturmaktadır106.

Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de siyasal yapının başta


hukuk düzeni olmak üzere toplumsal ilişkileri belirlemede etkin bir rolü vardır.
Sanayileşmeyi ve toplumsal reformları kısa bir süreye sığdırmak zorunda kalan ve
siyasal yapı dışında sivil toplum örgütlerinin gelişmediği Türkiye’de bu rol daha da
belirgindir.paternalist devlet anlayışı nedeniyle her şey devletten beklenmektedir.
Böyle bir anlayışın uzantısı olarak devlet, olumlu ve olumsuz icraatlarda
bulunmaktadır. Bu anlayış, endüstri ilişkileri açısından da geçerlidir.

Devlet, hem yasa koyucu, hem de işveren olarak endüstri ilişkileri sistemi
içinde ayrıcalıklı bir taraf almaktadır. Ücretli çalışanların büyük bir bölümü için
çalışma koşullarını belirlemede tek kaynak yasalar olurken, örgütlenmiş kesimde de
yasalar önemini korumaktadır. Ülkemizde sendikalar toplu iş görüşmelerinde
genellikle ücret pazarlığı yapmaktadırlar. Bu nedenle, ücret dışında kalan diğer
haklar için yasalar örgütlü kesim için de önemini korumaktadır. Ayrıca, işçi ve
işveren kesimlerinin ortaya çıkan uyuşmazlıkları çözmek için başvuru makamı
genellikle siyasal iktidarlar olmaktadır. Bağıtlanan toplu iş sözleşmelerine
baktığımızda genellikle ücret konusunda hüküm içerdikleri görmekteyiz. İşçi ve
işveren kesimi kendi aralarındaki ilişkiyi çok dar bir alana hapsetmişler ve
ilişkilerine ücret pazarlığı dışında bir nitelik kazandıramamışlardır107

106
TOKOL, a.g.e. , s. 13
107
KORAY Meryem, Endüstri İlişkileri, İzmir, Basisen Yayınları, 1992, s. 192
82

2.3.4. İşçi ve İşveren Taraflarının İşveren Devlete Bakışı

Endüstri ilişkileri sistemine işveren olarak pozitif katkılar sağlayan devlet


bazı eleştirilere hedef olmaktan da kurtulamamıştır. Bu eleştirileri iki grup altında
toplamak mümkündür.

Endüstri ilişkilerinde işveren olarak yer alan devlet, aynı zamanda yasa
koyucu ve arabulucu olma fonksiyonlarını da üstlenmiştir. Oysa, yasa koyucu ve
arabulucunun tarafsız olması esastır. Endüstri ilişkileri sisteminde işveren olarak yer
alan devletin tarafsız olabileceği konusunda ciddi şüpheler vardır. Uygulamaya
bakıldığı zaman, her yasa koyucu hem de arabulucu olarak karar veren işveren
devletin önemli eleştirilerine maruz kaldığı görülmüştür. Özelleştirme ile birlikte
devletin hem işveren hem de yasa koyucu olma işlevlerinin birlikte olma niteliği
ortadan kalkacağı için bu eleştiriler de temelini kaybetmiş olacaktır.

Devletin işveren olmasına getirilen bir diğer eleştiri, kamu kesimi toplu iş
sözleşmelerine ilişkindir. Bu konuda işçi ve işveren taraflar farklı yönlerden eleştiri
getirmektedir. İşveren tarafı, kamu kesimi işyerlerinde yapılan toplu iş sözleşmesi
pazarlıkların siyasi iktidarların oy kaybı kaygıları nedeniyle ekonomik kurallara
aykırı şekilde sonuçlandırıldığını öne sürmektedir. Bunun doğal sonucu; devlet
bütçeden ücretlere imkanlarının üzerinde pay ayırmaktadır. Bu da bütçe açığına ve
enflasyona neden olmaktadır108. Diğer taraftan kamu kesimindeki yüksek ücretler
özel kesim toplu iş sözleşmelerini etkileyerek bu kesimde de ücretlerin işletmeleri
zor durumda bırakacak ölçüde yükselmesine neden olmaktadır.

İşçi tarafının bu konudaki eleştirisi, toplu iş sözleşmelerinde işletme koşulları


ve işkolunun özelliklerinin dikkate alınmadığı doğrultusundadır. İşçi tarafının
değerlendirilmesine göre, kamu kesimi toplu pazarlıklarında siyasi iktidarların
görüşleri ve uyguladıkları ekonomi politikaları etken olmaktadır109.

108
ATASAYAR Kubilay, “Özelleştirmenin Sosyal ve Ekonomik Etkileri”, Toprak İşveren Dergisi,
S: 19, Eylül 1993, s.8
109
LORDOĞLU-MÜFTÜOĞLU, a.g.e. , s. 135
83

Ayrıca, yasada kamu işveren sendikalarının, aynı işkolundaki kamu


işverenleri tarafından kurulması ve aynı işkolundaki faaliyette bulunması şartının
aranmaması toplu pazarlık aşamasında işçi sendikaları aleyhine bir durum ortaya
çıkarmaktadır. Yasanın bu şekilde düzenlenmiş olması nedeniyle kamu işveren
sendikaları toplu pazarlık masasına ekonomik yönden güçlü olarak oturmaktadırlar.

Devletin işveren olarak endüstri ilişkilerinde oynadığı role ilişkin her iki
tarafın getirmiş olduğu eleştiriler, kamu kesimi toplu iş sözleşmelerinin rasyonel
kriterler dikkate alınmadan yapıldığında birleşmektedir.
84

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ÇİMENTO SEKTÖRÜ, SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI’NIN KURUMSAL


YAPISI, GELİŞİMİ VE ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN SİVAS ÇİMENTO
FABRİKASI AÇISINDAN İNCELENMESİ

1. ÇİMENTO SEKTÖRÜ

Çimento; kalker, kil, alcı ve yakıt olarak da petrokokyandan oluşan bir


maddedir. Çimentonun, daha doğrusu su kirecinin, dünyada ilk defa nerede ve nasıl
bulunduğu ya da üretildiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Milattan önce 2000
yıllarına uzandığı tahmin edilmektedir110.

Çimento ilk olarak 1824 yılında İngiltere’nin Portland Kasaba’nda imal


edilmiştir. Ve bu tarihten itibaren tüm dünya ülkelerinin en önemli inşaat malzemesi
olmuştur. Joseph Aspdin 1824 yılında Portland Çimentosu adını verdiği mamulün
patentini almış ve ilk ticari üretim 1869 yılında Amerika’da Keystone şirketi
tarafından döner fırında gerçekleştirilmiştir. Çimento endüstrisi Avrupa’ya XIX.
yüzyılın ikinci yarısında yayılmaya başlamıştır.

Türkiye’de ilk defa çimento tesisi, 1911’de İstanbul Darıcıda bir özel kuruluş
olan Aslan Çimento tarafından kurulmuştur. Ülkemizde, çimento sanayisinin
gelişimi büyük ölçüde 1950’den sonra gerçekleştirilmiştir. Bir kamu kuruluşu olan
ÇİTOSAN 1953 yılında, değişik bölgelerde 15 çimento tesisi kurmak amacıyla
devlet tarafından oluşturulmuştur111.

Türkiye’de ilk çimento fabrikası Aslan A.Ş.’nin kuruluşunda 20,000 ton/yıl


kapasite ile çalışırken 1923 yılında kapasitesi 40,000 ton/yıla yükseltilmek suretiyle
tesvi edilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle
devlet ancak 1925 yılında itibaren bu sektörde yatırıma yönelebilmiştir. 1926 yılında

110
ÇAKIROĞLU Perihan, “Bir Günün Hikayesi”, http://www.finansalforum.com.tr. İstanbul, 2001
(03.04.2007)
111
SAYGILI Şeref – TAYMAZ Erol, “Türkiye Çimento Sanayinde Özelleştirme ve Teknik
Etkinlik”, Odtü Gelişim Dergisi, Ankara, 1996, s.405
85

sektördeki ilk kamu kuruluşu olan Ankara, 1929 yılında İstanbul – Kartal, 1932
yılında İstanbul – Zeytinburnu ve 1943 yılında Sivas Çimento fabrikalarının
kurulmasıyla 1950 yılında toplam üretim kapasitesi 395,000 ton/yıla ulaşmıştır. Aynı
yılı toplam çimento tüketimi, ithalat dahil olmak üzere 529,000 ton/yıla yükselmiş,
kişi başına çimento tüketimi ise 25 kg düzeyinde gerçekleşmiştir. Özel sektör
kuruluşlarının çimento sektöründeki yatırımlarının teşvik edilmesi bu dönemin
önemli özelliklerindendir. 23.1.1953 tarih ve 4/1565 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile
150 milyon TL. başlangıç sermayesiyle Türkiye Çimento Sanayi T.A.Ş. bir kamu
iktisadi teşebbüsü olarak kurulmuştur. Şirketin kurucu ortaklarıyla Türkiye Emlak
Kredi Bankası, Sümerbank, Türkiye İş Bankası, Ankara Çimento Sanayi ve Sivas
Çimento Sanayi müessesesidir. ÇİSAN’ın kuruluş sebebi, ülkenin gelişme hızına
paralel olarak çimento ihtiyacının giderek artması e özel sektör yatırımlarının bu
alanda yetersiz kalmasıdır. Amaç giderek artan yöresel talebi yerinde ve minimum
taşıma maliyeti ile karşılamak, üretim, pazarlama ve dağıtımı düzenlemektedir112.

Toplam 500 milyon dolarlık bir vergi ödemesi yapan çimento sektörü,
üretimin %25’ini ihraç etmektedir. Ülkemizde, şuan devlete ait çimento fabrikası
bulunmamaktadır. Sektör, 52 çimento fabrikası ile üretim ve ihracatta Avrupa
birincisi, dünyada ise yedincisi olma konumuna gelmiştir.

1958 yılında Milli Korunma Kanunu’na istinaden yapılan düzenlemeyle


çimentonun alım ve satımı kontrol altına alınmış, çimento ithalatının ÇİSAN
vasıtasıyla yapılması öngörülmüştür. Ayrıca ülke genelindeki fiyat farklılaştırmasını
önlemek için, kar eden fabrikalardan zarar eden fabrikalara kaynak transferi yolunu
açık tutan 1164 sayılı karar yürürlüğe konmuştur. 1957 yılında ÇİTOSAN’ın ilk
fabrikası olan Afyon Çimento Fabrikası’nın ardından Birinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı’nın uygulanmaya başladığı yıla kadar sırasıyla Adana, Çorum, Pınarhisar,
Balıkesir, Elazığ, Gaziantep, Söke ve Bartın çimento fabrikaları işletmeye alınmıştır.
1960 – 63 yılları arasında Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle, diğer
sektörlerde olduğu gibi çimento sektöründe de duraklama yaşanmıştır.

112
ÇİTOSAN, Türkiye Çimento Sektörü Ana Planı, 40. YIL, 1994, s.23
86

Planlı kalkınma dönemlerinde yeni yatırımlara paralel olarak artan çimento


talebini karşılamak üzere büyüyen ÇİTOSAN, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
Dönemi içinde Niğde, Trabzon, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemi içinde Van,
Aşkale, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemi içinde Kars, İskenderun,
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemi içinde Şanlıurfa Çimento Fabrikaları
işletmeye almıştır. Planlı dönemler içinde karma sektör tarafından işletilen Ankara
Çimento Fabrikası ve Sümerbank tarafından işletilen Sivas Çimento Fabrikası
ÇİTOSAN’a devredilmiştir. Ayrıca Adana Çimento Fabrikası’nın hisselerinin bir
kısmı OYAK’a satılmış, OYAK ile işbirliği yapılarak Bolu, Mardin, Ünye Çimento
Fabrikaları, İş Bankası ile işbirliği yapılarak Konya Çimento Fabrikası kurulmuştur.
Özelleştirme faaliyetlerinin başladığı 1987 yılı itibariyle ÇİTOSAN 21 çimento, 3
refrakter, 1 seramik, 1 porselen, 1 kağıt torba fabrikası ve iştirakleri ile üretime
devam etmektedir. Özelleştirme çalışmalarının başlamasının ardından, 1988 yılında
Denizli Çimento Fabrikası, 1992 yılında Lalapaşa Çimento Fabrikası işletmeye
alınmıştır.

1994 yılı sonu itibariyle Türkiye’de 40 adet entegre, 8 adet öğütme –


paketleme tesisi olmak üzere toplam 48 adet çimento fabrikası faaliyet
göstermektedir. Bu fabrikalardan 40 adedi özel sektör, 8 adedi kamu sektörü
tarafından işletilmektedir. Sektörde 1989 yılında başlayan kamu fabrikalarını
özelleştirme çalışmaları sonucunda, kamunun pay ve etkinliği giderek azalmıştır.
1989 yılında kamu sektörü tarafından işletilen fabrika sayısı 22 iken, 15 fabrikanın
özelleştirilmesiyle bu sayı 8’e düşmüştür.

Ülkemizde, özelleştirme çalışmaları yapılırken beklenen amaç, çimento


sektörünün daha verimli ve kaliteli çalışmasını sağlamak, yatırım alanlarını
genişletmek, istihdamın sektörün bölünmesi sonucu gelişmesini, artmasını
sağlamaktır. Rekabet ve özelleştirme kavramlarının, her zaman birbiri ile iç içe
olduğunu belirtmiştik. Çimento sektörümüz, özelleştirme sonrası yatırım
harcamalarında yarattığı kaynak dışında büyük bir başarıya imzasını atarak iç
denetim mekanizmasını oluşturmuştur. Yani devletin, Rekabet Kurumu’nun denetimi
haricinde, kendileri de oto kontrol uygulamasını başlatmışlardır. İç Denetim Kurlu,
sanayici, devlet, üniversite, sektör temsilcilerinden oluşturulmaktadır. İç denetimin
87

yapılmasındaki amaç, üretimde ve kalitede verimliliği arttırmaktır. Bunun sonucu


olarak da üretimde, kalitede ve çevresel etkide Avrupa Birliği standartlarının da
ötesine geçmiştir.

Türkiye’de son yıllarda çimento sektöründe gözlenen hızlı teknolojik


değişimin bir sonucu olarak ürün kalitesi yükselmiştir. Yüksek ürün kalitesinin
beraberinde getirdiği rekabet gücü Türkiye’nin uluslar arası pazarlardaki önemini
artırmış, klinker ve çimento üretimi, ihracatı ve tüketiminde Avrupa ülkeleri arasında
önemli bir yere gelmesini sağlamıştır. Sektörde, kapasite artırma, modernizasyon,
teknoloji transferi ve maliyet minimizasyonu çalışmaları yürütülmektedir. Alt
bölümlerde Türkiye’deki klinker ve çimento üretim kapasitesi, planlı dönemler
itibariyle üretim, tüketim, kişi başına tüketim, ithalat, ihracat düzeyi incelenecektir.

Sektör bugün 25 binin üzerinde istihdam sağlayan yıllık 1,5 milyar dolarlık
katma değeri 200 milyon dolarlık ihracat potansiyeli ve 400 milyon dolara yakın
vergi katkısıyla sanayide ve ülke ekonomisinde önemli yere sahiptir113.

1.1. Kapasite

Çimento fabrikalarının kapasitesini, döner fırınların klinker üretim kapasitesi


belirlemektedir. Tablo 3’de Türkiye’de klinker ve çimento üretim kapasitelerinin
sektörel dağılımı verilmiştir. Türkiye’deki Çimento Fabrikalarının %83,33’ünün
mülkiyetine sahip olan özel sektör, klinker üretim kapasitesinde %90,26, çimento
üretim kapasitesinde %90,56’lık paya sahiptir.

113
ZÜLFİKAR Doğan, “Türkiye’nin Çimentosu, Betonu”, http://www.finansal forum.com.tr,
İstanbul, 2001 (03.04.2007)
88

Tablo 3: Çimento Fabrikalarının Sektörel dağılımı (1994 yıl sonu itibariyle)

Fabrikalar Optimum Klinker Optimum Çimento


Üretim Kapasitesi Üretim Kapasitesi

Adet (%) (Bin (%) (Bin (%)


ton/yıl) ton/yıl)

Kamu 8 16.67 2.755 9.74 3.290 9.44


Sektörü

Özel 40 83.33 25.535 90.26 31.565 90.56


Sektör

TÜRKİYE 48 100.00 28.290 100.00 34.855 100.00

Kaynak: ÇİTOSAN (1995: 17)

2000 yılı sonu veriler incelendiğinde kapasite kullanım oranının düştüğü


görülmektedir. İçinde bulunulan ekonomik konjöktörün etkisiyle de kapasite
kullanım oranında görülen azalma, sektörde yapılan özelleştirmenin kötü sonuçlar
doğurduğu anlamına gelmemektedir. Sektördeki ikinci azalma da istihdamdır.
Özelleştirme sonrası firmalar personel azaltımına gitmişlerdir. Ancak, beton ve diğer
yan sanayilerin gelişmesi, ayrılan işçilerin sektör içinde başka yan hizmet alanlarında
şirketleşmelerine destek verilmesine ve hizmetin buralarda arttırılması sonucu
kayıplar telafi edilmiştir114. Sektör çimento kapasitesini, üretimini, satışlarını ve kişi
başına üretimini arttırmıştır. Buradaki başarı faktöründe, sektörün ihracattaki etkisi
ve fiili yatırım harcamalarının etkisi büyüktür. Özelleştirme idaresinin 2000 yılı sonu
verileri incelendiğinde, 24 çimento şirketinin toplam fiili yatırım harcaması tutarı

114
Y.a.g.m.
89

662 milyon 253 bin 833 dolardır. Çimentonun tonu, 1988 öncesi, yani özelleştirme
öncesi dönemlerde 60 dolar iken, bugün 28 – 30 dolar arasında değişir115.

1.2. Üretim

Birici Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi’nde, çimentonun üretim yıllık


ortalama %12 artış göstermiş, 1963 yılında 2,7 milyon yon olan üretim miktarı 1967
yılında 4,2 milyon tona yükselmiştir. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi’nde
yıllık ortalama üretim artışı %15,5 düzeyinde gerçekleşmiştir. 1968 yılında 4,7
milyon ton olan üretim miktarı 1972 yılında 8,4 milyon tona yükselmiştir. Bu
dönemde üretimin iç talepten daha hızlı artması ihracat yolunu açmıştır. Yeni
fabrikaların kurulmasıyla Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi’nde istikrarlı
bir artış gösteren çimento üretimi 1973 yılında 8,9 milyon ton iken, yıllık ortalama
%11-5’lik artışla 1977 yılında 13,8 milyon tona ulaşmıştır. Dördüncü Beş Yıllık
Dönemi’nde, Petrol krizinin ardından yaşanan ekonomik bunalım ve Türkiye’de
uygulanan politikaların etkisiyle 1979 – 1980 yıllarında gerileyen çimento üretimi
1984 yılında 15,7 milyon tona yükselmiştir. Üretimi kısıldığı, hatta bazı fabrikalarda
durdurulduğu bu dönemde çimento fabrikalarında biriken aşırı stokları eritebilmek
için ihracatı özendirici tedbirler alınmıştır.

Çimento üretim metod ve teknolojisinde en önemli farklılıklar fırın


ünitelerinde kendini göstermektedir. Elektrik enerjisi tüketiminde yaş metod bir
avantaj sağlamasına karşın, kuru metod ısı enerjisi tüketiminde avantaj
sağlamaktadır. Yaş sisteminde gerekli tashihler yapıldıktan ve homgenize edildikten
sonra uzun fırınlara sevkedilen çamur, fırının giriş tarafında rutubetini kaybeder, orta
tarafta kalsine olur, çıkış tarafındaki sinter bölgesinde klinkerize olur ve soğutucuya
dökülür. Bu sistem ancak hammaddenin çok rutubetli ve sedimenter marn ve kilden
oluşması halinde ekonomik olabilir. Ülkemizde yaş fırınların çoğunluğu 1965 – 73
yılları arasında üretim kapasitelerinin arttırılması amacı ile, 1974 yılından itibaren
yakıt tasarrufu sağlamak amacı ile, 1974 yılından itibaren yakıt tasarrufu sağlamak

115
Y.a.g.m.
90

amacı ile kuru sisteme çevrilmişlerdir. Halen ülkemizde yaş sistemde küçük
kapasiteli 3 fırın faaliyetini sürdürmektedir116.

Çimento sektöründe üretim miktarlarına baktığımızda, 1984 – 1994


döneminde %30,”7’lik bir artış görülmektedir. Bu artış ancak VI. kalkınma planında
öngörülen nispetlerin önemli ölçüde altında gerçekleşmiştir.

Tablo 4: Çimento Sektöründe Üretim Miktarları

Fabrikalar 1988 1988 1990 1991 1992 1993 1994

Marmara 7.355 7.818 7.935 8.773 9.854 10.555 10.262


Bölgesi

Ege Bölgesi 3.030 3.138 3.289 3.609 4.052 4.187 4.223

İç Anadolu 3.896 3.830 3.984 3.999 4.437 5.634 4.649


Bölgesi

Karadeniz 2.286 2.369 2.453 2.761 3.006 3.416 3.382


Bölgesi

Akdeniz 3.663 4.408 3.973 4.110 4.095 4.037 4.045


Bölgesi

Doğu Anadolu 802 784 812 918 964 2.459 1.965


Bölgesi

Güneydoğu 1.691 1.814 1.970 2.083 2.195 1.078 989


Anadolu
Bölgesi

GENEL 22.675 23.801 24.416 26.261 28.607 31.366 29.515


TOPLAM

Kaynak: Türkiye Çimento Müstahsilleri Derneği

116
DPT. VII. BYKO, “Çimento Sanayi Alt Komisyon Raporu”, s.23
91

1.3. Tüketim

Çimento talebi, inşaat sektörü ve imalat sanayine dayanır. Mevsime göre


değişen çimento talebi, inşaat faaliyetlerinin hızlandığı yaz aylarında yüksek
değerlere ulaşmaktadır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri arttıkça kişi başına çimento
tüketimi düşmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde hızlı kentleşme ve alt
yapı yatırımlarının devam etmesi, kişi başına çimento tüketiminin yüksek olması
sonucunu doğurur. Gelişmiş ülkelerde ileri inşaat teknolojisinin kullanılması,
çimento tüketimini azaltan unsurlardandır.

Çimento tüketimi, planlı kalkınma dönemlerine geçilmesiyle hızlı bir artış


içine girmiştir. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Döneminde yıllık ortalama %12,7
oranında artış gösteren çimento tüketimi, 1963 yılında 2,8 milyon ton iken 1967
yılında 4,5 milyon tona çıkmıştır. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı Döneminde
1993 yılına kadar artan bir hızla artan çimento tüketimi ve kişi başına tüketim, 5
Nisan kararlarının genel ekonomi üzerindeki etkilerinin çimento talebine
yansımasıyla, 1994 yılında bir önceki yıla kıyasla %10,3 ve %12,4 oranlarında
gerilemiştir. Üreticiler, çimento tüketimindeki düşüş karşısında üretimlerini
durdurmamak için ihracata yönelmişlerdir.

Tablo 5: Çimento Üretim, Tüketim ve Kişi Başına Tüketimleri

Yıllar Üretim Tüketim Kişi Baş. Tük. Artış veya Azalış (%)
(bin ton) (bin ton) (kg/kişi) Üretim Tüketim Kişi Baş. Tük.
1985 17.581 15.797 312 11.71 14.21 11.43
1986 20.004 18.934 366 13.78 19.86 17.31
1987 21.980 23.362 442 8.88 23.39 20.77
1988 22.675 23.748 439 3.16 1.65 -0.68
1989 23.801 23.337 423 4.97 -1.56 -3.64
1990 24.416 23.799 421 2.58 1.81 -0.47
1991 26.261 24.329 422 7.56 2.23 0.24
1992 28.507 26.005 441 8.93 6.89 4.50
1993 31.366 29.778 494 9.64 14.51 12.02
1994 29.519 26.698 433 -5.89 -10.34 -12.35

Kaynak: ÇİTOSAN (1995 : 14)


92

1.4. İthalat

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi’nde çimento arzı, çimento talebi
karşısında yetersiz kalmış, talep fazlalığı ithalatla karşılanmıştır. İkinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı Dönemi’nde 1968 ve 1969 yıllarında çimento tüketiminin yurt içi
üretimden fazla olması nedeniyle ithalat yapılmıştır.

Üçüncü Kalkınma Planı Dönemi’nde arz – talep dengesi sağlanmış, 1976 yılı
dışında ithalat yapılmıştır. 1976 yılında Marmara bölgesindeki ihtiyacı karşılamak
üzere ÇİTOSAN kanalıyla 68 bin ton çimento ithalatı yapılmıştır.

1986 yılından itibaren, başta Marmara Bölgesi olmak üzere Ege ve İç


Anadolu Bölgelerinin üretim açığını kapatmaya yönelik olarak başlayan çimento
ithalatı, üretim fazlası olan bölgelerden üretim açığı olan bölgelere klinker ve
çimento nakledilmesiyle ve üretim açığı bulunan bölgelerdeki fabrikaların
kapasitelerini artırmalarıyla 1989 yılına kadar ticari amaçlar devam etmiştir.

1.5. İhracat

Türkiye’deki çimento fabrikalarının kuruluşundaki asıl etken ihracat değildir,


yurt içi talebin azaldığı dönemlerde fabrikalar kapasite kullanım oranlarını
düşürmemek için ihracat yapmaktadır. Dolayısıyla, sektörde dış ticaretin payının
düşüklüğünden söz edilebilir. Yıllar itibariyle ihracat miktarları incelendiğinde
istikrarsızlık gözlenmektedir. İhracat miktarı talep düzeyine bağlı olarak dalgalanma
göstermektedir.
93

Tablo 6: Çimento İthalat ve İhracatı

Yıllar İthalat (bin ton) İhracat (bin ton)


1985 - 1.853
1986 61 1.247
1987 2.037 343
1988 1.646 257
1989 509 1.098
1990 1.220 2.682
1991 596 3.573
1992 433 4.417
1993 245 3.203
1994 51 5.209
Kaynak: ÇİTOSAN (1995 : 14)

1.6. Fiyat Politikası

Yurt içi çimento satış fiyatını tespit etme yetkisi 6.12.1985 tarihinde
fabrikalara verilmiştir. Fabrikalar, maliyet ve rekabet faktörlerini göz önüne alarak
fiyatı belirlemektedir. Çimento fiyatlarının serbest bırakılmasının sonucunda çimento
sektöründe oluşan sermaye birikimi kapasite artırıcı yatırımlara ve yeni fabrikalar
kurulmasına yönlendirilmiştir. İhraç fiyatının belirlenmesinde ise dünya fiyatı esas
alınmaktadır.

Nakliye masrafları, ürün fiyatını etkileyen önemli bir faktördür. Özellikle,


kara yolu taşımacılığı, maliyetlerin önemli ölçüde artmasına neden olmakta, bu
yüzden fabrikalar “ekonomik satış hinterlandı” denilen bölgelerin dışına pek
çıkmamaktadır.

Çimentonun bugün için Türkiye’de iki yolla satışı yapılmaktadır.

— Fabrikadan doğrudan yapılan satışlar.

— Bayiler aracılığı ile yapılan satışlarda bayiinin yıllık satış miktarı,


mevsimsel özellikler vs. gibi hususlar göz önüne alınarak bayilerin ortalama %3 – 5
arasında değişen bir karlılık payı olduğu söylenebilir.

Türkiye’deki bütün çimento üreticileri Türkiye Çimento Müstahsilleri


Birliğinin üyesidir. Türk çimento üreticileri 15.07.1995 tarihine kadar sattıkları her
94

ton çimento için, T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca belirlenen bir fon
ödemişlerdir.

Çimento fonu 1164 sayılı kararname ile T.C. Merkez Bankası ve T.C. Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı’nın denetiminde kurulmuş bir fon olup, Müstahsiller Birliği
tarafından yönetilmiştir. Fon gelirleri, fabrikalar arasındaki klinker ve çimento nakil
masraflarının bir bölümünün sübuansiyonunda çevre koruma, dökme çimento ve
hazır betona yönelik yatırımların finansmanında kullanılmıştır. 15.07.1995 tarihi
itibariyle çimento fonu uygulaması kullanılmıştır.

Çimento sektöründe görülen gelişmelere, günümüzde bakacak olursak 97’den


günümüze kadar olan üretim, satış, ihracat şeklerini bir tabloda gösterebiliriz.

Tablo 7: 1997-2007 Yılları Çimento Üretimi, İç Satış ve İhracat Miktarları

Yıllar Çimento Üretim Çimento Satış – Çimento İhracat


Üretimi Artışı Artışı Artış İhracatı – Artış
(%) (%)
1997 36.034.855 - 32.627.876 - 3.457.268 -
1998 37.488.061 4.03 34.138.075 4.63 3.310.766 -4.24
1999 34.816.734 -7.13 31.529.876 -7.64 3.413.600 3.11
2000 35.952.515 3.26 31.515.076 -0.05 4.484.967 31.39
2001 29.959.054 -16.67 25.082.095 -20.41 5.213.104 16.24
2002 32.758.049 9.34 26.811.219 6.89 5.958.979 14.31
2003 35.094.768 7.13 28.106.061 4.83 7.362.923 23.56
2004 38.795.797 10.55 30.670.610 9.12 8.206.317 11.45
2005 42.786.835 10.29 35.083.198 14.39 7.737.666 -5.71
2006 47.400.159 10.78 41.609.584 18.60 5.698.351 -27.13
2006-6 22.310.049 - 19.400.083 - 2.924.663 -
2007-6 23.657.023 6.04 20.917.327 7.82 2.876.300 -1.65
Kaynak: T.Ç.M.B. 50 Yıl Çimento ve Beton Dünyası Sayı 12, T.Ç.M.B. Yayın
Organı Ağustos 2007

Tabloda görüldüğü üzere çimento üretimi 1997 yılında başlayarak 2001


yılında bir düşüş yaşamış, yıl itibariyle 2005 yıllına kadar düzenli bir artış yaşarken
2006’nın ikinci yarısından itibaren bir düşüş yaşamaya devam etmiştir. İhracat ise
üretimle orantılı aynı seyri yaşamıştır.
95

2. TÜRK ÇİMENTO SEKTÖRÜNDE ÖZELLEŞTİRME

Türkiye’de 1980 yılından itibaren liberal ekonomi politikalarının uygulamaya


başlamasıyla dışa açılma, devletin ekonomideki, özellikle sanayi sektöründeki sınai
ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesine yönelik politikalar ön plana çıkmıştır.
Türk çimento sektöründe faaliyet gösteren kamu kurumlarının özel sektöre
devredilme gerekçesi, sektörde rekabet ortamı yaratarak serbest piyasa ekonomisinin
işlerliğini sağlamaktadır. Özel sektör firmalarının, finansman sıkıntısı içinde olan
kamu firmalarına kıyasla tevsi ve rehabilitasyon yatırımlarına öncelik vererek gelişen
teknolojiye daha kısa sürede uyum sağlayacağı düşüncesi genel kabul görmektedir.
Özelleştirme faaliyetleri başlamadan önce kamu kesiminin sektörde söz sahibi
olduğunda dönemde devlet, çimento, klinker üretim kapasitelerini belirliyor, ithalatı
kontrol altında tutuyor, ülkenin doğusunda bulunan ve üretim faaliyetlerine devam
etmekte zorlanan fabrikalarından batıdaki fabrikalara klinker nakillerinde
sübuansiyon uyguluyordu. Yurt içi çimento satış fiyatları 6.12.1985 tarihine kadar
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından belirleniyordu. Devletin yol gösterdiği statüde
bulunduğu karma ekonomi modelinden uzaklaşıldığı 1980’li yıllarda serbest piyasa
ekonomisine geçiş için tespit edilen politikalar çerçevesinde başlatılan özelleştirme
çalışmalarıyla, devletin ekonomideki ağırlığının ek aza indirilmesi, kitlerin devamı
veya yeni yatırımların finansmanı için gerekli fonun devlet bütçesi içindeki payının
azaltılması, firmaların rekabete açılması, sermaye piyasalarının geliştirilmesi gibi
genel hedefler belirlenmiştir.

Kentleşmenin devam etmesine ve nüfus artış hızının yüksekliğine bağlı olarak


çimento talebinde artış yönündeki beklenti, ÇİTOSAN’ın bağlı ortaklığı veya iştiraki
olarak faaliyet gösteren fabrikaların ayrı ayrı özelleştirilmeye hazır olmaları,
fabrikaların satış bedellerinin çok yüksek belirlenmesi, yatırımın karlı olması gibi
faktörler Türk Çimento sektörünü özel girişimciler açısından cazip hale getirmiştir.
Afyon, Ankara, Balıkesir, Söke ve Pınarhisar çimento fabrikalarının 1989 yılında
Fransız şirketi Saciete Ciments des Francaisle toplam 105 milyon ABD Doları
bedelle satılmasıyla çimento sektöründe özelleştirme faaliyetleri başlamıştır.

30 Nisan 1987 tarih ve K. 54 sayılı Toplu Konut ve Kamu ortaklığı Kurulu


Kararı ile Türkiye Çimento ve Toprak Sanayi T.A.Ş’nin bağlı ortaklığı statüsünde
96

faaliyet gösteren Afyon, Ankara, Balıkesir, Söke ve Trakya çimento fabrikaları


özelleştirme kapsamına alınmıştır.

Toplam satış değeri 104,6 milyon ABD doları olarak belirlenen Afyon,
Ankara Balıkesir, Söke ve Pınarbaşı çimento fabrikaları için 1988 yılı Ekim ayında
açılan blok satış ihalesine altı firma teklif vermiştir. Bu firmalardan; Oyak beş
fabrikanın her birinin %51’i, Çanakkale Çimento, Balıkesir ve Pınarhisar Çimento
fabrikalarının %51’i, Eskişehir Çimento yalnızca Afyon Çimento’nun %51’i,
YİBİTAŞ Holding yalnızca Ankara Çimento’nun %51’i, Özgörkey A.Ş. yalnızca
Söke Çimento’daki kamu hisselerinin tamamı ve SCF ise Afyon Çimento’nun %51’i,
diğer dört çimento fabrikasının ise satışa çıkarılan tüm hisseleri için teklif
vermişlerdir117.

İhale ile ilgili değerlendirmelerin sonucunda, Yüksek Planlama Kurulu


tarafından SCF’nin teklifi uygun bulunmuş ve 09.05.1989 tarih ve 89/8 sayılı karar
ile Afyon Çimento’nun %51’lik, Ankara Çimento’nun %99,30’luk, Balıkesir
Çimento’nun %98,30’luk,Söke Çimento’nun %99,60’lık, Trakya Çimento’nun
%99,90’lık hisselerinin 105 milyon ABD Doları karşılığında söz konusu şirkete
satılmasına karar verilmiştir. SCF, satış bedelinin 85 milyon ABD Doları’nı peşin, 20
milyon ABD Doları’nı ise bir yıl sonra ödemeyi taahhüt etmiştir.

Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulu’nun 16.11.1992 tarihli özelleştirme kararları


uyarınca118,

— Çorum Çimento; 25.12.1992 tarihinde, 5 milyon ABD doları peşin, kalanı


24 ayda ödenmek üzere toplam 35 milyon ABD doları karşılığında Yibitaş Holding
A.Ş.’ne,

117
T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, “Türkiye Çimento Sektöründe ve Afyon,
Ankara, Balıkesir, Söke ve Trakya Çimento Fabrikalarının Özelleştirilmesine İlişkin Bir
Değerlendirme”, (1994), s.5
118
T.C. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Türkiye Çimento ve Toprak Sanayi T.A.Ş., “1992 yılı
Raporu”, s. 3 - 4
97

— Trabzon Çimento; 31.12.1992 tarihinde 11,275,500 ABD doları peşin,


kalanı 12 aylık sürece ödenmek üzere 32,550,999 ABD doları karşılığında Rumeli
Holding A.Ş.’ne,

— Sivas Çimento; 25.12.1992 tarihinde 3 milyon ABD doları peşin, kalanı 24


aylık sürede ödenmek üzere 29,400 bin ABD doları karşılığında Yibitaş Holding
A.Ş.’ne,

— Gaziantep Çimento; 31.12.1992 tarihinde 17,565,299 peşin, kalanı 24


aylık sürede ödenmek üzere 52,698,898 ABD doları karşılığında Rumeli Holding
A.Ş.’ne,

— Denizli Çimento; 4.12.1992 tarihinde 35,050 bin ABD doları peşin, kalanı
12 aylık sürede ödenmek üzere 70,100 bin ABD doları karşılığında Modern Çimento
Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne,

— İskenderun Çimento; 9.4.1993 tarihinde bedelinin tamamı peşin ödenmek


üzere 61,500 bin ABD doları karşılığında Ordu Yardımlaşma Kurumu ile Hacı Ömer
Sabancı Holding A.Ş.’ne,

— Aşkale Çimento; 9.4.1992 tarihinde 1,158 bin ABD doları peşin, kalanı
30.11.1994 tarihine kadar 4 ayrı tarihli bono ile ödenmek üzere 31,158 bin ABD
doları karşılığında Erzurum Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne,

- Bartın Çimento; 6.5.1993, 5,142,167 ABD doları peşin kalanı en son ödeme
tarihi 6.5.1995 tarihli üç bono karşılığında, tamamı 20,568,669 ABD dolara Rumeli
Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne,

— Ladik Çimento; 21.4.1993 tarihinde, 14,399,671 ABD doları peşin, kalanı


2 yıl içinde çeşitli tarihlerde ödenmek üzere üç bono karşılığında, tamamı 57,598,671
ABD dolara Rumeli Çimento A.Ş.’ne,

— Şanlıurfa Çimento; 21.4.1993 tarihinde, 14,351,497 ABD doları peşin,


kalan kısmı da 3 bono ile 2 yılda ödenmek üzere tamamı 57,405,988 ABD doları
karşılığında Rumeli Çimento ve Ticaret A.Ş.’ne sözleşme yoluyla satılmıştır.
98

Böylece 1994 yılsonu itibariyle toplam 21 çimento fabrikası


özelleştirilmiştir. Türkiye’deki 48 fabrikadan 40’ı özel sektöre, 8’i kamu sektörüne
bağlı olarak faaliyetini sürdürmektedir.

Tablo 8: Özelleştirilen Fabrikalar Hakkında Bilgiler

Fabrika Adı Statü Kuruluş ve Koline Blok Satış veya Halka


Tevsi Yılı Devir Tarihi Arz Tarihi
1) Afyon Çimento Bağlı Ortaklık 1957–65–68 30.04.1987 08.09.1989 (Blok Satış)
25-26.03.1991 (Halka
Arz)
2) Ankara Bağlı Ortaklık 1926–56–63–67 30.04.1987 08.09.1989 (Blok Satış)
Çimento
3) Balıkesir Bağlı Ortaklık 1958–77 30.04.1987 08.09.1989 (Blok Satış)
Çimento
4) Pınarhisar Bağlı Ortaklık 1958–76 30.04.1987 08.09.1989 (Blok Satış)
Çimento
5) Söke Çimento Bağlı Ortaklık 1962–65 30.04.1987 08.09.1989 (Blok Satış)
6) Bolu Çimento İştirak 1974 30.04.1987 30.04-01.05.1990
(Halka Arz)
7) Adana Çimento İştirak 1957–65–72–77 30.04.1987 18-20.02.1990 (Halka
Arz)
8) Konya Çimento İştirak 1963–65–76 30.04.1987 24-25.10.1990 (Halka
Arz)
9) Mardin İştirak 1975 30.04.1987 22-23.11.1990 (Halka
Çimento Arz)
10) Ünye Çimento İştirak 1974 30.04.1987 01-02.11.1990 (Halka
Arz)
11) Niğde Çimento Bağlı Ortaklık 1964–1977 30.03.1989 13-14.05.1991 (Halka
Arz)
23.03.1992 (Blok Satış)
12) Gaziantep Bağlı Ortaklık 1962–66–71 31.07.1991 03.12.1992 (Blok Satış)
Çimento
13) İskenderun Bağlı Ortaklık 1977–88–90 31.07.1991 02.12.1992 (Blok Satış)
Çimento
14) Trabzon Bağlı Ortaklık 1967 31.07.1991 03.12.1992 (Blok Satış)
Çimento
15) Denizli Çimento Bağlı Ortaklık 1988 31.07.1991 04.12.1992 (Blok Satış)
16) Çorum Çimento Bağlı Ortaklık 1958–6–9 31.07.1991 25.12.1992 (Blok Satış)
17) Sivas Çimento Bağlı Ortaklık 1943–52–68 31.07.1991 25.12.1992 (Blok Satış)
18) Ladik Çimento Bağlı Ortaklık 1983 31.07.1991 21.04.1993 (Blok Satış)
19) Şanlıurfa Bağlı Ortaklık 1986 31.07.1991 21.04.1993 (Blok Satış)
Çimento
20) Bartın Çimento Bağlı Ortaklık 1962 31.07.1991 31.07.1991 (Blok Satış)
21) Aşkale Çimento Bağlı Ortaklık 1971 31.07.1991 31.07.1991 (Blok Satış)

Kaynak: T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (1994)’ten


düzenlenmiştir.
99

Tablo 9’da blok satış yöntemiyle özelleştirilen fabrikalar, Tablo 10’da blok
satış ve halka arz yöntemiyle özelleştirilen fabrikalar, Tablo 12’de ise İMKB’de
hisse senedi satışı gerçekleştirilen fabrikalarla ilgili bilgiler verilmiştir. 1994 sonu
itibariyle, özelleştirme uygulamalarının başladığı tarihten itibaren 14 çimento
fabrikası blok satış yöntemiyle, 2 fabrika blok satış ve halka arz yöntemiyle, 5
fabrika halka arz yöntemiyle özelleştirilmiştir.

Tablo 9: Blok Satış Yöntemiyle Özelleştirilen Fabrikalar

Satış Bedeli
Fabrika Adı Blok Satış Satılan Satın Milyon Bin
Tar. Koi Koi Payı Alan (TL) ABD
Payı (%) (%) Kişi/Kur Doları
uluş
1) Ankara Çimento 99,30 99,30 SCF 77,097 33,000
2) Balıkesir Çimento 98,30 98,30 SCF 53,734 23,000
3) Pınarhisar 99,90 99,90 SCF 58,407 25,000
Çimento
4) Söke Çimento 99,60 99,60 SCF 25,699 11,000
5) Gaziantep 99,73 99,73 Rumeli 434,267 52,696
Çimento Holding
6) İskenderun 100,00 100,00 OYAK 509,036 61,500
Çimento H. Ömer
Sabancı
7) Trabzon Çimento 100,00 100,00 Rumeli 268,253 32,551
Holding
8) Denizli Çimento 100,00 100,00 Modern 579,377 70,100
Çimento
9) Çorum Çimento 100,00 100,00 YİBİTAŞ 296,730 39,000
Holding
10) Sivas Çimento 100,00 100,00 YİBİTAŞ 249,253 29,400
Holding
11) Ladik Çimento 100,00 100,00 Rumeli 553,063 57,599
Holding
12) Şanlıurfa Çimento 100,00 100,00 Rumeli 551,212 57,406
Holding
13) Bartın Çimento 99,78 99,78 Rumeli 200,545 20,569
Holding
14) Aşkale Çimento 100,00 100,00 ERÇİMS 328,436 31,158
AN
TOPLAM 4,189,109 539,979

Kaynak: T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, 1994, s.2


100

Tablo 10: Blok Satış ve Halka Arz Yöntemiyle Özelleştirilen Fabrikalar

Blok Satılan Satış Bedeli


Satış veya Halka Satın Alınan
Fabrikanın
veya Arz End. Kişi/Kuruluş Milyon Bin
Adı
Halka Koi Payı (TL) ABD
Arz Tar (%) Dolar
Koi Payı
(%)

1) Afyon 99,60 51,00 SCF 30,371 13,000


Çimento 48,60 39,87 Halka Arz 29,900 8,423

2) Niğde 99,84 12,72 OYAK- 10,494 2,647


Çimento Sabancı
87,12 87,10 139,329 22,500
Halka Arz

TOPLAM 210,094 46,570

Kaynak: T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, 1994, s.2

Tablo 11: Halka Arz Yöntemiyle Özelleştirilen Fabrikalar

Halka Arz Halka Arz Satış Bedeli


Tar. Koi Ed. Koi
Fabrikanın Adı
Payı (%) Payı (%) Milyon Bin ABD
(TL) Dolar

1) Bolu Çimento 34,50 10,38 20,852 8,268

2) Konya Çimento 39,87 31,13 48,620 17,664

3) Ünye Çimento 49,21 2,86 2,571 927

4) Mardin Çimento 46,23 25,46 25,464 9,162

5) Adana Çimento (A) 23,86 17,16 79,129 25,163


Adana Çimento (C) 8,792 2,796

TOPLAM 185,428 63,980

Kaynak: T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, 1994, s.3


101

Tablo 12: İMKB’de Hisse Senedi Satışı Gerçekleştirilen Çimento Fabrikaları

Fabrika Adı İMKB’de Net Net Satış Net Satış


Hisse Satış Tutarı Tutarı (bin
Oranı (%) (milyon TL) ABD doları)

1) Adana Çimento 12,96 57,514 17,132

2) Afyon Çimento 4,61 3,827 866

3) Bolu Çimento 12,63 26,865 8,173

4) Konya Çimento 8,74 23,472 7,213

5) Mardin Çimento 20,77 31,135 10,372

6) Niğde Çimento 0,02 32 3

7) Ünye Çimento 46,35 208,789 21,240

TOPLAM 351,634 65,099

Kaynak: T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı,1994,s.3.

1994 yılsonu itibariyle çimento sektöründe özelleştirmeden elde edilen


toplam satış geliri 715,628 bin ABD Doları’dır. Blok satış yöntemiyle özelleştirme
sonucu elde edilen gelirin toplam özelleştirme geliri içindeki payı %75,5’tir. Toplam
gelir içinde, blok satış ve halka arz yöntemiyle özelleştirmeden elde edilen gelirin
payı %6,5, halka arz yöntemiyle özelleştirmeden elde edilen gelirin payı %8,9,
İMKB’de hisse senedi satışı yoluyla elde edilen gelirin payı %9,1 düzeyinde
kalmaktadır.

Bütün bu bilgiler ışığında sonuç olarak diyebiliriz ki; Çimento sektöründe


serbest piyasa ekonomisinin gereği olarak başlatılan özelleştirme uygulamaları
sonucunda, fabrikaların özel sektöre devriden bu yana modernizasyona, kapasite ve
102

verimlilik düşürmeye yönelik yatırımlar verilmiştir. Bunların yanı sıra yeniden


yapılanmaya da gedilmiş, yan hizmetlerin büyük bir kısmı dış müteahhit kuruluşlara
devredilmiştir. Yapılan yatırımlar sonucunda yakıt ve özelleştirilen çimento
fabrikalarında kişi başına klinker üretiminde ve kapasite kullanım oranlarında artış
gözlenmiştir.

Çimento sektöründe yapılan sektörel değerlendirme sonucu olumludur.


Sektör kendi iç dinamizmi ile her sorunu çözebilecek güçtedir. Geçmişte kamu
desteğiyle kurulan sektör, bugün büyük başarılar elde eden, taahhüt ettiği
özelleştirme sonrası yatırımları tamamlayan, iç denetim mekanizması ile kendini
denetleyen bir yapı içindedir. Bu durum, ülkemiz ekonomisi açısından olumludur.

Tablo 13’de ise özelleştirilme öncesi ve sonrası kapasite, üretim ve satışlar,


harcamalar ve finansal performans değerlendirilmesinin karşılaştırması
yapılmıştır.Devamında ise bu değerlendirme grafikler halinde gösterilmiştir.

Tablo 13: 24 Çimento Şirketinin Özelleştirme Öncesi ve Sonrası Finansal


Performansının Değerlendirilmesi

Özelleştirme Özelleştirme Değişim


Öncesi Sonrası (%)
Toplam Çimento Kapasitesi 12.015.000 16.813.900 40
(Ton)
Toplam Çimento Üretimi (Ton) 8.995.365 10.188.805 13
Kapasite Kullanım Oranı (%) 74,9 60,6 -19
Toplam Personel Sayısı 6.997 3.626 -48
Kişi Başına Üretim (Ton) 1.286 2.810 119
Toplam Çimento Satışları (Ton) 8.998.200 10.195.839 13

Kaynak: Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Aralık 2001


103

Grafik 1: Toplam Kapasite, Üretim Ve Satışlar

Grafik 1:Toplam Kapasite, Üretim ve Satışlar

20,000,000 16,813,900

15,000,000 12,015,000
10,188,805 10,195,839
8,995,365 8,998,200
10,000,000

5,000,000

0
ÇİM ENTO KAPASİTETSİ ÇİM ENTO ÜRETİM İ ÇİM ENTO SATIŞLARI

TOPLAM PERSONELSAYISI KİŞİ BAŞINA ÜRETİM

6997
7000 3000 2809,929675

6000 2500
5000 3626 2000 1285,603116
4000 1500
3000
1000
2000
1000 500
0 0
ÖZELLEŞTİRME ÖZELLEŞTİRME ÖZELLEŞTİRME ÖNCESİ ÖZELLEŞTİRME
ÖNCESİ SONRASI SONRASI

G Özelleştirme
Grafik 2: ra fik 2 :Ö zeSonrası
lle ş tirme
FiiliSYatırım
o nra s ı Harcamaları
Fiili Ya tırım H a rca ma la rı
183,838

2 0 0 ,0 0 0
1 8 0 ,0 0 0
1 6 0 ,0 0 0
128,249

1 4 0 ,0 0 0
110,548

1 2 0 ,0 0 0
1 0 0 ,0 0 0
63,665

8 0 ,0 0 0
6 0 ,0 0 0
26,669
24,984

21,824

4 0 ,0 0 0
14,310

14,934

15,577

10,018
12,424

11,356
1,557
6,192

4,990
3,468

1,857

1,534

2,415

2 0 ,0 0 0
443
603

795
7

0
LALAPAŞA
ANKARA

GAZİANTEP

GÜMÜŞHANE
ADIYAMAN

KURTALAN
AŞKALE

PINARHİSAR

ŞANLIURFA
AFYON

BATRIN

TRABZON
ELAZIĞ

KARS

SİVAS
BALIKESİR

ERGANİ

LADİK

VAN
ÇORUM

NİĞDE

SÖKE
DENİZLİ

İSKENDERUN

NOT:Özelleştirme öncesi rakamlar satış tarihinden bir önceki yıl,özelleştirme


sonrası rakamlar ise yıl sonu verileridir.
104

Kaynak: Özelleştirme idaresi Başkanlığı Aralık 2001

3. SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI’NIN KURUMSAL YAPISI VE


GELİŞİMİ

3.1. Sivas Çimento Fabrikası’nın Kuruluşu ve Tarihçesi

Sivas Çimento Fabrikası; İstiklal Savaşı’ndan (1919 – 1922) yeni çıkmış


ülkemizin imarına katkıda bulunmak ve ülken özellikle orta ve doğu bölgelerinin
kalkınmasına destek olmak amacıyla Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulma
talimatı alınmış ve 1943’de kurulmuştur.

Sivas Çimento Fabrikası 1980 yılına kadar bir devlet şirketi olan
Sümerbank’a, sonra ise yine bir devlet şirketi olan ve 1992 yılında özelleştirilen
Sivas Çimento ve Toprak Sanayi T.A.Ş.’ye bağlı olarak faaliyetini sürdürmüştür. 25
Aralık 1992 tarihinde, 3 milyon ABD doları peşin, kalanı 24 aylık sürede ödenmek
üzere 29,400 bin ABD doları karşılığında Yibitaş Holding A.Ş.’ne satılmıştır.

Yibitaş ise; 1973 yılında Orta Anadolu’daki Yozgat şehrinde Yibitaş Yozgat
Çimento Fabrikası olarak kurulan anonim bir şirkettir. Bugün Yibitaş, nakliye,
inşaat, pazarlama, mühendislik, sigorta ve turizm dallarında çimento, beton, kraft
torba, tuğla, tahıl, un üretimi yapan ve 11 adedi üretim fabrikası olmak üzere toplam
17 şirketten oluşan bir “Şirketler Grubu” haline gelmiştir.

Lafarge, dört alanda da inşaat malzemelerinde lider konumdadır. Çimento ve


çatı malzemelerinde dünya birincisi, hazır beton ve aqreqa üretiminde dünya ikincisi,
alçı ve alçı levha üretiminde dünya üçüncüsü.

1833 yıllında kurulan Lafarge, 75 ülkede bulunan 77,000 çalışanıyla bütün


dünyada yayılmış olup 2004 yılında 14,4 milyar euroluk satış elde etmiştir.

1994’ten bu yana Sivas’a Çimento Fabrikası devlet işletmelerinin


özelleştirilmesinde başarılı bir örnek olarak Yibitaş Lafarge’in bir üyesi olmuştur.
Pazar trendlerinden sürekli haberdar olan Yibitaş Lafarge Sivas Çimento,
müşterilerine günlük yaşamlarına daha fazla güvenlik, konfor ve güzellik katacak ve
beklentilerine en iyi çözümleri sunmaktadır.
105

Güvenlik, Yibitaş Lafarge Sivas Çimento Fabrikası için öncelikli hedeftir.


Fabrikanın bütün çalışanları, müteahhit personeli ve güvenlik sistemine dahil
edilmiştir.

Çimento Müstahsilleri İşverenler Sendikası (ÇMİS) ile birlikte İş Sağlığı ve


Güvenliği Yönetim Sistemi kurulmuş ve yoğun eğitim programları uygulanmıştır.
Sivas Çimento Fabrikası Haziran 2005’te sıfır hata ile OHSAS 18001 belgesi almaya
hak kazanmıştır.

Sivas Çimento Fabrikası’nın kuruluşuyla birlikte nasıl işlendiğine bakacak


olursak, fabrikanın nelere olup olmadığıyla ilgili bilgiler vermemiz gerekmektedir.
Fabrikanın ilk kurulduğu yıllarda hammadde, ocaktan insan gücü ile çıkartılıp
vagonlarla ve teleferik ile fabrikaya nakeldirken günümüzde teknolojinin sağlamış
olduğu tüm imkânlardan faydalanılarak gerçekleştirilmektedir.

Ocaktan çıkarılan hammadde kamyonlar aracılığı ile taşınarak kırıcı ünitesine


getirilir. Bu ünitede iri parçalar kırıcı ünitesinde belli oranlarda kırılarak küçük
parçalar haline getirilir. Her biri 12 çekiçli ve çift motorlu olan kırıcının markası
Humboldt olup, 250 ton/h kapasiteye sahiptir.

Fabrikanın Alman firması tarafından yapılan iki adet Humboldt marka farin
değirmeni vardır. 1968 model değirmenler Closedcircuit tipinde olup 3,2 m çapında
ve 6m uzunluğundadır. Farin değirmenlerinin kapasiteleri ayrı ayrı 50 ton/h’dir.

Döner fırınlar üstlenici firma Humbolt tarafından 1968 yılında kurulmuş ve


Humbolt markadır. Fabrikada bulunan iki adet döner fırınların tipleri aynı olup
kapasiteye ve boyutları farklıdır. Fırınlar ön ısıtıcılı – kuru sisteme sahiptir. Birinci
fırın 3 m çapında, 67,5 uzunluğunda ve 400 ton/gün kapasiteye sahiptir. İkinci fırın
ise 3,6 m çapında 67,5 m uzunluğunda ve 600 ton/gün kapasiteye sahiptir.

Fabrikanın 1943 yılında kurulmuş olan 4 adet açık çimento değirmeni mevcut
iken 1994 yılında bu dört değirmenin toplam kapasitesine sahip yeni bir kapalı
sistem çimento değirmeni kurulmuştur. Eski değirmenler; 2,2 m çapında, 14 m
boyunda 22,22 ve 16 ton/h kapasite de, yeni değirmen ise; 3,6 m çapında 12 m
uzunluğunda ve 80 ton/h kapasitedir. Eski üç değirmenin toplam kapasitesi 60 ton/h
ve tamamen merkezi sistem bilgisayar kontrollü üretim yapmaktadır.
106

Fabrikada 1991 yılında kurulan bir adet kömür değirmeni vardır. Tipi dikey
olan kömür değirmeninin markası Loesche’dir. Kömür değirmeninin kapasitesi 15
ton/h’dir.

Fabrikada üretilen çimentolar 50’şer kiloluk torbalara doldurularak tüketime


sunulduğu gibi açık silodan siloboslara doldurularak ta alıcıya ulaştırılmaktadır.
Üretilen çimento karayoluyla ve demiryoluyla çevre illere ve diğer alıcılara
sevkedilmektedir.

Fabrika TSE standartları ve ISO 9002 kalite belgesi güvencesiyle üretimini


yaptığı ürünleri ilkeli satış politikasıyla Sivas ve çevresinin çimento ihtiyacını
karşılamak üzere pazarlanmaktadır.

Ve Sivas Çimento Fabrikasının üretimi ve gelişimine baktığımızda ise;

- 1935 yılında Sümerbank tarafından Çimento Fabrikası için jeolojik etüdler


yapılmıştır.

- 1938 yılında Humbolt firması inşaat çalışmalarına başlanmıştır.

1943 yılında (05 Haziran 1943) fabrika işletmeye açıldı. Yaş sistemle üretime
başladı. Yaş sistem bir döner fırın olarak yıllık 90,000 ton çimento üretim
kapasitesine ulaşmıştır.

- 1950 yılında ek üniteler devreye alınarak, üretim kapasitesi 190 bin tona
çıkarılmıştır.

- 1965 yılında yaş sistemden kuru sisteme geçilerek 460,000 ton/yıl proje
hazırlandı.

- 1968 yılında montaj çalışmaları tamamlandı. İki döner fırın devreye


alınmıştır.

- 1983 yılında kapasite ölçümü yapıldı. 320,000 ton/yıl çimento üretimi


yapılabileceği tespit edilmiştir.

- 1991 yılında yeni kömür değirmeni kurulmuştur.


107

1992 yılında fabrikayı özelleştirme kapsamında YİBİTAŞ HOLDİNG A.Ş.


şirketi satın almıştır. (25 Aralık 1992) İki adet elektrofiltrenin modifikasyonu
tamamlanmıştır.

- 1993 yılında soğutma çıkışına jet – pulse filtre eklenmiştir.

- 1994 yılında YİBİTAŞ LAFARGE ortaklığı gerçekleşmiş ve yeni çimento


değirmeni kurulmuştur.

- 1995 yılında 12 adet yeni torbalı filtre yapılmıştır.

- 1996 yılında istatiksel homojene sistemi kurulmuştur.

- 1998 yılında yeni kalker ocağı kullanıma açılmıştır.

- 1999 yılında klinker üretimi 401,000 ton/yıla çıkmıştır.

- 2000 yılında yeni kil ocağı alınmış ve atık su arıtma sistemi kurulmuştur.

- 2001 yılında klinker üretimi 425,500 ton/yıla ulaşmıştır.

- 2002 yılında ISO 9002 ve Emisyon Belgesi alınmıştır.

- 2004 yılında CEM II B – LL 32,5 R Kalite Çimentonun üretimine


başlanmıştır. ISO 9002:2000 Sertifikası alınmıştır.

- 2005 yılında Isı Reküperatör Sistemi kurulmuştur. Klinker taşıma çıkılına


yeni filtre alınmıştır. Torbalı çimento yükleme hattı yenilenmiştir. OHSAS 18001
sistemi kurulmuştur.

- 2006 yılında Cementum üretimine başlanmıştır.

- 2007 yılında ise Cimfor ortaklığı gerçekleşti.

3.2. Sivas Çimento Fabrikası’nın Sivas ve Bölge Ekonomisi Bakımından


Önemi

Özelleştirme ile birlikte ise alımlar, eleman seçimleri kriterleri oluşmuş,


Cumhuriyet Üniversitesi mezunları iş görüşmelerinde değerlendirilmiş ve birçok
Cumhuriyet Üniversitesi mezunu ile çalışılmaya başlanmıştır.
108

Sivas Çimento Fabrikası birçok sosyal projeleri Sivas için kullanmış ve üç


okula bilgisayar laboratuarı yaparak eğitime ve Sivas halkı öğrencilerine katkı
sağlamıştır. Ayrıca valilik tarafından yönetilen projelerde sponsorluk yapmaktadır.

Sivas Çimento Fabrikası çalışan sayısı 165, taşeron çalışan sayısı 75 kişidir.

Toplamda 240 kişi için geçim kaynağı oluşturmaktadır. Fabrikanın ihtiyaçları


(malzeme alım işleri) Sivas esnafı tarafından karşılanmakta bu da Sivas ticaretine
büyük katkı sağlamaktadır. Ayrıca çimentonun fabrika teslim yerine bayilik sistemi
ile satılması yine Sivas ticaretine katkı sağlanmaktadır. Öyle ki çimentonun nakliyesi
bile Sivas ekonomisine katkı sağlamaktadır.

Devlet zamanında açık bulunan fabrika lojmanı, misafirhanesi ve lokali


özelleşmeyle birlikte bir süre sonra kapatılmış ve çalışanların Sivas’ta oturması,
şirket misafirlerinin Sivas otellerinde konaklamaları Sivas esnaflarından
yararlanmaları sağlanmıştır.

Özelleştirmenin Uluslararası bir firma ile yapılması dünya çimento


sektöründe Sivas adının geçmesine sebep olmuştur.

4. ÖZELLEŞTİRMENİN SİVAS ÇİMENTO FABRİKASI AÇISINDAN


İNCELENMESİ

4.1. Özelleştirme Sürecinde Sivas Çimento Fabrikası

4.1.1. Özelleştirme Süreci ve Yöntemi

Sivas Çimento Fabrikası 25.12.1992 tarihinde Yozgat İşçi Birliği Anonim


Şirketi (YİBİTAŞ A.Ş.)’ne blok satış yöntemi ile 29,400.000 Amerikan dolarına
satılmıştır. Blok satış açık artırma usulü ile gerçekleştirilmiş ve en yüksek fiyat teklif
eden alıcıya satış gerçekleştirilmiştir.

Blok satış yönteminde ilk aşamada basın yayın organları aracılığı ile satış
duyuruları yapılmaktadır. Duyurularda, blok satışa sunulan şirketin adı, satılacak
KOİ payı, son teklif verme tarihi ve ihale yöntemine göre diğer bilgiler yer
almaktadır. Blok satış ihalelerinde, belirlenen son teklif verme tarihinden sonra KOİ
bünyesinde oluşturulan ihale komisyonu tarafından alınan tekliflerin
109

değerlendirilmesi işlemine geçilmektedir. Yapılan teknik değerlendirme sonuçları


Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulu’na (KOYK) sunulmakta ve Kurul bu teklifler
arasında uygun gördüğü firmaya satış onayı vermektedir. Sonra, KOİ ile alıcı firma
arasında satış sözleşmesi imzalanmaktadır. Blok satış ihalelerinde yeterli ve uygun
teklif görülmemesi durumunda, KOYK’nun alacağı karar ile yerinden ihaleye
çıkılmaktadır.

İşte blok satış yönteminin bu süreçleri ışığında, Sivas Çimento Fabrikası


16.12.1992 tarihinde özelleştirme kapsamına Kamu Ortaklığı İdaresi (KOİ)
tarafından alınmış ve dokuz günlük bir süre ile satılmıştır.

1994 yılında ise Sivas Çimento Fabrikası %50’lik hisselerinin devri ile
Fransız Lafarge Firmasına devredilmiştir. Bu devir bedeli dahi, özelleştirmedeki satı
bedelinin düşük olduğu iddialarını doğrular mahiyettedir.

Sivas Çimento Fabrikasının özelleştirilmesini “Peşkeş çekilme” olarak


nitelendirmek mümkün değilse de “düşük bedelle özelleştirilmiştir” hükmünü
vermek daha doğru olacaktır. Etkin bir tanıtımın yapılmaması, zamanlama yanlışlığı,
satış stratejisindeki hatalar bu durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Lafarge firmasına %50’lik hisse satışı ile ülkemize özelleştirme aracılığı ile
dolaylı da olsa yabancı yabancı sermaye girişi sağlanmıştır. Yabancı sermaye girişini
direk özelleştirmenin sonucu olarak göstermek doğru değilse de, özelleştirme
sonrasında özek sektörün kendisine ortak araması sonucunda yabancı sermayenin
geldiği de bir gerçektir.

Lafarge firması çimento sektöründe uluslar arası düzeyde tanınmış, pek çok
ülkede kendisine ait ve ortaklık şeklinde yatırımları olan ciddi bir kuruluştur. Yibitaş
A.Ş., Çorum ve Sivas Çimento’daki hisselerinin yarısını Lafarge’ye satarak
oluşturduğu ortaklık sonrasında 02.01.1995 tarihinse Sivas’ın şubesi olmuş ve
29.11.1995 tarihinde ise Sivas’la birlikte merkezi Ankara olan Yibitaş Lafarge Orta
Anadolu Çimento Anonim Şerketi (YLOAÇ A.Ş.) ne bağlı birer şube haline
getirilmişlerdir.

YLOAÇ A.Ş.’nin karar ve yürütme organlarında ağırlığın Fransız’larda


olduğu görülmektedir. 1994 yılından itibaren Lafarge firması YİBİTAŞ A.Ş. ile
110

kurduğu ortaklık ve yaptığı yeni yatırımlarla çimento sektöründe kalıcı olduğunu


göstermiş ve rekabetin gelişmesine de katkıda bulunmuştur.

4.1.2. Sivas Çimento Fabrikası’nın Özelleştirme Gerekçeleri

Sivas Çimento, diğer çimento fabrikaları gibi serbest piyasa ekonomisine


uyum sağlayabilecek yapıda olduğundan ve de özelleştirmeyi cazip kılmak maksadı
ile özelleştirme kapsamına alınmıştır.

İşletme kârlı çalıştığı halde özellikle teknik donanımı eskimiş ve tesisler


faydalı ömrünü tamamlamıştır. Modernizasyon ve yeni teknolojik yatırımlara ihtiyaç
duyulduğu halde devletin bu projelere ayıracak kaynağının bulunmaması en önemli
özelleştirilme nedenleridir.

Hemen tüm kamu şirketlerinde görülen merkeziyetçi ve bürokratik yapı,


eskimiş teknoloji, yetersiz özkaynaklar ve gereğinden fazla personel Sivas Çimento
içinde geçerli olan özelleştirme gerekçelerindendir.

Geniş anlamda devletin ekonomideki payının azaltılması, dar anlamda ise


KİT’lerin özel sektöre devredilerek piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılması ve bu
şekilde verimlilik ve etkinliğin artırılması amacıyla özelleştirme gerçekleştirilmiştir.
Özelleştirme sonrası gelişmelerle çok uluslu yabancı sermaye de ülkemize gelmiştir.

Sivas Çimento’nun mülkiyetinin tabana yayılması ya da çalışanlarına veya


bölge insanına devri gibi alternatifler, sermaye piyasasının yaygınlaşmaması, gerekli
organizasyonun yapılmaması gibi nedenlerle realize edilmiştir.

4.2. Özelleştirme Sonrası Uygulamalar

Sivas Çimento Fabrikası’nda özelleştime sonrası uygulamalar değişiklik


göstermiştir.Yapılan bu uygulamaları üretim ile ilgili uygulamalar, yönetim ve
personel ile ilgili uygulamalar, pazarlama ile ilgili uygulamalar,sosyal sorumluluk ile
ilgili uygulamalar şeklinde alt başlıklarla inceleyebiliriz.
111

4.2.1. Üretim İle İlgili Uygulamalar

Sivas Çimento Fabrikası’nda “Çimento” ve çimentonun temel girdisi olan ve


yarı mamul olarak de nitelenen “klinker” üretilmektedir. Bu sektörde üretim metodu
ve teknolojisi diğer sektörlere nispetle fazla değişiklik göstermemektedir.

Dünyada klinker üretim prosesi “yaş” ve “kuru” sistem olmak üzere iki
şekilde gerçekleştirilmektedir. Sivas Çimento’da yaş sistem 1943’de kurulmuş, kuru
sistem ise 1965 yılında gelmiştir. Üretimde şuan ise kuru sistem kullanılmaktadır.

Tablo 14: Klinker ve Çimento Üretim Prosesi

HAMMADDE

Kırma

Kurutma Fiziki Proses

Öğütme

Silolarda Homojene Edilme

Pişirme (Döner Fırın – 1400 C) Kimyasal Proses

Klinker (Yarı Mamul)

Alçı (Kalsiyum Sülfat)

Tras ve Diğer Katkı Maddeleri (% 19)

Öğütme – Torbalama

Çimento

Kaynak: Sivas Çimento Fabrikası İnsan Kaynakları Müdürlüğü


112

Hammadde olarak kalker ve kil kullanılmakta ve bunlar mülkiyeti fabrikaya


ait olan ve çok yakın mesafede bulunan hammadde ocaklarından temin edilmektedir.
Tablo 14’den de anlaşılacağı gibi üretim prosesi hemen hemen sabit ve basittir.

Özelleştirme öncesinde olduğu gibi bugünde üretim üç vardiya halinde


sürdürülmektedir. Çalışanlara ise sürekli olarak iş sağlığı ve güvenliği ile endüstriyel
verimliliği artırıcı eğitimler verilmektedir.

Özelleştirme ile birlikte daha az işgücü kullanılarak mühendislik


hizmetlerinin etkinleştirilmesi, hammadde ocaklarındaki aksaklıkların giderilmesi ile
birlikte üretim artışı sağlanmıştır.

4.2.2. Yönetim ve Personel İle İlgili Uygulamalar

Özelleştirme sonrasında en önemli değişim yönetim anlayışında olmuştur.


Öncelikle fabrikanın organizasyonunda yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bazı
birimlerde unvan değişiklikleri yanı sıra fonksiyonlarında değişiklikler yapılmıştır.
Buna ilaveten yeni birimler de kurulmuştur. İnsan kaynakları ve idari işler
departmanından aldığımız bilgiler çerçevesinde personel ve yönetimle ilgili
uygulamalar tablolar ile açıklanmaya çalışılacaktır.

Tablo 15:Özelleştirme Sonrası Organizasyon Değişikliği

Eski Unvan Yeni Unvan


Personel Müdürü İnsan Kaynakları ve İdari İşler Müdürü
Muhasebe Müdürü Muhasebe ve Bilgi İşlem Müdürü
Kalite Kontrol Müdürü Kalite ve Geliştirme Müdürü
Alım Şefi Satın Alma Şefi
……………………. Proses Şefi
……………………. Farin Fırın Şefi
……………………. Öğütme Paketleme Şefi

Kaynak: Sivas Çimento Fabrikası İnsan Kaynakları Müdürlüğü


113

Reorganizasyon çalışmaları esnasında, özellikle üretim departmanında tespit


edilen denetim boşluğunun giderilmesi amacı ile şeflik düzeyinde üç birim
oluşturulmuştur. Bu düzenlemelerle hem üretim kapasitesi artırılmış, hem de
kalitenin yükselmesi sağlanmıştır.

Özelleştirme sonrası en önemli değişikliklerden birisi de personel


politikasında olmuştur. Yıllar boyu yanlış işe alma politikalar politik müdahaleler
sonucu personel sayısında fazlalık oluşmuştur. “İşe göre adam” yerine “adama göre
iş” felsefesinin uygulanması, KİT’lerde norm kadroların belirlenememesi atıl gücünü
ortaya çıkartmıştır.

Sivas Çimento Fabrikası’nda özelleştirme öncesinde toplam 365 personel


istihdam edilmekte iken, özelleştirme sonrasında bu sayı kademeli olarak
düşürülmüştür. Bugün toplam çalışan personel sayısı 165’dir. İlerleyen yıllarda
tedricen, işgücü fazlalıkları, personelin yasal hakları korunarak ve emekli olanın
yerine yeni işçi almayarak çalışmak istemeyenlere kıdem tazminatlarını ödeyip
akitlerin feshetmek suretiyle eritilmeye çalışılmıştır. İşgücü fazlalığı tabii süreç
içerisinde eritilmeye çalışılmıştır.

Personel, kapsam içi ve dışı diye iki ayrı kategoriye ayrılmakta ve bizzat
üretim departmanında çalışan işçi statüsündekilere “kapsam içi çalışanlar”, memur
ve yönetim kadrolarında çalışanlara ise “kapsam dışı çalışanlar” nitelendirilmesi
yapılmaktadır. Ayrıca işçi statüsünde olan kapsam içi çalışanlar mavi yaka olarak,
memur ve yönetim kadrolarında olan kapsam dışı çalışanlar ise beyaz yaka olarak
adlandırılmaktadır. İşte biz bu beyaz ve mavi yaka çalışanlarını özelleştirme süreci
ile birlikte yaş, tahsil ve kıdem bilgilerini tablolaştıracak olursak şöyle bir şekilde
karşılaşmış oluruz.
114

Tablo 16: Personel Yaş Bilgileri

Beyaz Yaka ANA FABRİKA


18 – 25 1
26 – 30 7
31 – 40 17
41 – 50 10
50 + 1
Ortalama Yaş 37.28
Kişi Sayısı 36

Mavi Yaka ANA FABRİKA


18 – 25 9
26 – 30 34
31 – 40 42
41 – 50 41
50 + 3
Ortalama Yaş 38.2
Kişi Sayısı 129

Kaynak: Sivas Çimento Fabrikası İnsan Kaynakları Müdürlüğü

Tablo 17: Personel Tahsil Bilgileri

Beyaz Yaka ANA FABRİKA


ortaokul
Lise 6
Ön Lisans 4
Lisans 24
Doktora 2
Kişi sayısı 36
115

Mavi Yaka ANA FABRİKA


İlköğretim 20
Lise 102
Ön Lisans 6
Lisans 1
Kişi sayısı 129

Kaynak: Sivas Çimento Fabrikası İnsan Kaynakları Müdürlüğü

Tablo 18: Personel Kıdem Bilgileri

Beyaz Yaka ANA FABRİKA


0–2 8
3–5 3
6 – 10 12
11 – 20 13
20 +
Ortalama Kıdem 8.25
Kişi sayısı 36

Mavi Yaka ANA FABRİKA


0–2 26
3–5 49
6 – 10 21
11 – 20 21
20 + 12
Ortalama Kıdem 7.48
Kişi sayısı 129

Kaynak: Sivas Çimento Fabrikası İnsan Kaynakları Müdürlüğü

Tablolar ışığında görüldüğü gibi özelleştirme süreciyle birlikte işçi sayısında


ve memur ve personel sayısında belirli oranlarda bir azalma görülmüştür.
116

Personelin tahsil bilgilerine bakıldığında ise bu süreç içerisinde beyaz yaka


yan memur ve yönetim kadrosun eğitim durumunu oldukça yüksek olduğu, işçi
grubunun ise lisans seviyesine kadar yükseldiği gözlenmiştir.

Özel sektör personel alımında diploma, hemşerilik, siyasi düşünce gibi klasik
ölçülerden çok “niteliklere önem vermekte ve bu çerçevede yabancı dil ve bilgisayar
bilgisini asgari nitelik olarak değerlendirmekte ve bu şartların kademeli olarak
işçilere de uygulanacağını belirtmektedirler. Personel alımı noktasında bu bir
gerçekliktir ve özelleştirme sürecinin en büyük göstergesidir. Özelleştirme öncesi
personel alımında özellikle Sivas’ın büyük kalkınma noktası olan fabrika Sivas
hemşerileri için önemli bir yapıya sahipti. İşçiler statüsündeki bireyler Sivas
halkından oluşmaktaydı. Fabrika Sivas için önemli bir kalkınma noktası olup çok
insanın ekmek kapısı olmuştur. Şuan ise özelleştirmeyle birlikte işçi sayısının
azaltılmış olup fabrikalaşma süreciyle birlikte insanın emeğine olan ihtiyacının
azalması sonucuyla Sivas halkı için çalışma kapısı olmaktan çıkmıştır. Zaten
yukarıdaki yaş, eğitim tabloları da bunun bir göstergesidir. Fabrikanın personel alımı
denildiği gibi artık hemşerilik ve diploma standartlarından çıkmış dil, bilgisayar gibi
yabancı kökenli bir sisteme dönüşmüştür.

Personel performans yönetim sistemi bir süreç ışığında işleyip koçlukla


bağlantılı şekilde işlerliğini sürdürmektedir. Bu bir paylaşımdır. Karşılıklı istek ve
yanıtlarla dönüşümlü şekilde ilerlemektedir.

Özelleştirmeyle birlikte çalışma yöntemi ve felsefesinde de gelişmeler ve


değişmeler olmuştur. Çalışanların gelişimi ve eğitimi, memnuniyeti, performansa
dayalı çalışma sistemi, adil ücret politikaları, adil kademeleştirmeler yönetim tarzı
haline gelmiştir.

Performansa dayalı çalışma sistemi ile çalışanların gelişim planı yıl içindeki
çalışmalarının değerlendirmesi gelecek yıllarda performansı artırması için nasıl
yardım, kaynak araçlar vereceği, karşılıklı görüşmelerle saptanmaktadır.

Çalışanların gelişimi hem çalışana hem işyerine, hem Sivas’a katkı


sağlanmaktadır. Nasıl sorusuna cevap şöyle olabilir; çalışanların gelişimi ile
yetkinlik düzeyinin artması çalışma hayatlarında profesyonelleşmelerine,
117

profesyonelleşmeleri maaşlarına ve makamlarına artı getirirken, eğitimli bir birey


olarak ailelerine olumlu yansımalarda beraberinde getirmektedir. Yetkin insanlarla
çalışmak şirkete katkı sağlarken kentin kültürlü birey sayısını artırmaktadır.

Özelleştirme sonrası bir önemli değişiklik de ücret esasına dayalı kamu


sendikacılığın olumsuz yansımaları giderilmiştir. Tüm çalışanlar Türk İş’e bağlı
Çimse İş Sendikası’na kayıtlı olup aldıkları ücreti tatmin edici bulunmaktadır.

Sivas Çimento YLOAÇ A.Ş.’nin Şubesi olarak Ankara Merkezli çalışmasına


rağmen, katı bir merkeziyetçi yönetim yoktur. Merkez şubeleri ile ilgili en ayrıntılı
bilgilere anında sahip olmasına rağmen, şube yetkililerine etkin biçimde
görebilmeleri için geniş bir yetki ve insiyatif alanı bırakmışlardır. Merkezce
belirlenen genel çerçeve doğrultusunda her şube veya bağlı kurulmuş kendi şartları
doğrultusunda kararları alıp uygulayabilmektedir.

4.2.3. Pazarlama İle İlgili Uygulamalar

Özelleştirme öncesi ve sonrası karşılaştırmalı bir şekilde fabrikanın


pazarlama uygulamalarına baktığımızda ise öncelikle şunu söyleyebiliriz.

Özelleştirme öncesi üretim odaklı bir düşünce hakim olup, “üretim nasıl olsa
satarız” anlayışı hakimdir. Özelleştirme sonrası ise bu anlayış pazarda değişim,
ekonomik gelişme, yeni rakipler, yeni Pazar arayışı içerisinde değişikliğe uğramış
pazar odaklı bir düşünce sistemine dönüşmüştür.

Özelleştirme öncesinde pazarlama ötesine gidilmemiş tamamen satışa yönelik


bir işleyiş uygulanmıştır. Özelleştirme sonrasında ise satışın gerçekleşmesinden önce
pazarlama ile satışın gerçekleşmesini hazırlayan bir program sistemi uygulanmaya
konulmuştur.

Özelleştirme sonrası pazarlama sistemindeki bir başka değişim ise


organizasyon odaklı bir değişimdir. Özelleştirme öncesi satış birimi genel müdüre
bağlıyken özelleştirme sonrası satış birimi genel merkeze bağlı olup, pazarlama ve
satış birimi olarak belirlenmiştir.
118

Büyün bu oluşumlar beraberinde yapısal bir değişim olarak fabrika içi


kararların verilmesinde sistemli bir yapıya dönüşülmesini sağlamıştır. Pazarlama
satış biriminin uygulamalarıyla satışın gerçekleşmesi hızlandırılmış ve bu dinamik
bir işleyiş halinde seyrini korumuştur.

Özelleştirme sonrası satışla beraber çalışan teknik hizmetler birimi oluşmuş


ve satış sonrası bu birim müşterilere hizmet vermeye çalışmıştır. Verim artışı için
gezici laboratuar oluşturulmuş. Kalite kontrol işleyişi için katkı sağlamak
amaçlanmıştır.

Özelleştirme sonrası satış departmanında satış görevli tanıtım amaçlı satış


temsilcileri çalıştırılmaya başlatıldı. Satış temsilcileri fabrika dışı tanıtım için
görevlendirildi. Çalışmalarının daha kolay işleyebilmesi için araba verildi. Ve
böylece daha mobilize ekipler halinde çalışma sistemi uygulanmaya başlamış oldu.

Fabrika dışı çalıştırılan temsilcilere tanıtımın daha iyi gerçekleştirilmesi için


gerekli eğitimler verilip bu eğitimlerle beraber rakip firma analizlerinin daha iyi
gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda ise analiz doğru bir şekilde
gerçekleştirilip satış için gerekli promosyonlar verilmiştir. Doğru tanıtımla birlikte
fiyat karşılaştırmalar doğrultusunda satışlar hedeflenmiştir.

Özelleştirme sonrası bu çalışmalarla birlikte pazarda müşteri beklentileri


önem kazandı. Bu doğrultuda gerekli çalışma ve analizler yapılıp talepler karşılığı
çalışma sürdürüldü.

Özelleştirme sonrası satış öncesi pazarlama uygulamalarında tahminler


doğrultusunda satış hedefleri belirlendi. Müşteri bazlı bu hedefler kota uygulamalı
bir sisteme dönüştü. Temsilcilere verilen promosyon uygulamalarıyla bu sistem bir
çalışma prensibi kazandı.

Özelleştirme sonrası, rekabet ortamı içerisinde pazardan mümkün olduğu


kadar fazla pay almak, sektörde kalıcı olmak ve bunun içinde müşteriye gitmek
politikası geçerli olmuştur. Müşteri ile birebir ilişkiye önem verilmiş ve bayii
sistemine geçilmiştir. Bayilerin seçiminde titiz davranılmış, onların güvenilir
olmalarına ve tanıtım güçlerine bakılarak değerlendirmeler yapılmıştır.
119

Sipariş tesliminde gösterilen hassasiyetle birlikte, ürün kalitesi ve fiyat


avantajlarına “güvenilir firma” imajı da eklenmiştir. Sektörde mal teslimatının
anında yapılması, müşterinin bekletilmemesi alıcıların dikkat ettikleri hususlar
olmaktadır.

Müşteriler ile ilgili bilgileri edinecek müşteri ilişkileri yönetimi şeklinde bir
sisteme dönüştürüldü. Önceki yapılan ziyaretler istenilenleri destekler şekilde olup
bu sistem bilgi sistemi şeklinde işlemeye konulmuştur.

Özelleştirme sonrası raporlar geliştirilmiştir. Önceden uygulanan fiş kesimi


ile birlikte yapılan satışlar daha sonra teknik bir uygulama ile bilgisayar sistemiyle
işleyişe konulmuştur.

Pazarlama sistemi ile birlikte müşteri segmentasyonu gerçekleşmiş,


müşteriler, bayiler, hazır betoncular, endüstriyel üreticiler, müteahhitler olarak
ayrılmıştır. Bu ayrım istekleri doğrultulayıp talep ve beklentileri bu ayrımla birlikte
belirlemeye yaramıştır. Bu ayrım sistemin işleyişini kolaylaştırıp talebe göre üretimi
sağlamıştır. Kimlerin ne beklentileri var bu beklentiler nasıl giderilir şeklinde bir
sorgulama ile pazarlama ve satış işlemleri gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Özelleştirme sonrası rakipler eskiye göre daha iyi analiz edilmeye başlanmış,
pazarlama verileri incelenerek rakiplerin müşteriye sundukları karşılaştırmalı olarak
ilişkiye konmuştur. Bu analizde rakip firmaların ürün numuneleri, pazarlama
teknikleri, Pazar davranışları incelenmeye konulmuş eksiklikler ve gerekenler için
çalışma sistemi uygulanmıştır. Pazarlama stratejisinde bu sistem uygulanışı için
gereken bir teknik uygulama olup, satış için ön bir çalışmadır.

4.2.4. Sosyal Sorumlulukla İlgili Uygulamalar

Çimento sektöründe gerekli önlemler alınmadığında çevreye klinker tozları


ile zarar verilmesi söz konusudur. Sivas’ta yıllar boyu, çimento fabrikası
denildiğinde akla toz ve çevre kirliliği gelmiştir. Fabrikanın şehre yakın olması, hava
akımının tozları şehre doğru yönlendirmesi, filtre sisteminin yetersizliği gibi
nedenlere şehir sakinleri havanın ve çevrenin kirletilmesi karşısında sessiz
120

kalmışlardır. Son yıllarda çevre bilincinin oluşmasına paralel olarak duyarlılık artmış
ve yetkililerden daha etkin önlemlerin alınması istenmiştir.

Özelleştirme öncesi takılan filtre sorunu çözümlemiştir. Özelleştirme ile


birlikte özel sektör konunun önemini bilerek ve “temiz sanayi” sloganı ile önemli
çalışmalar ve yatırımlar yapmıştır. 1995 yılında 12 adet yeni torbalı filtre yapılmış ve
2005 de klinker taşıma çıkışına yeni bir filtre alınmıştır.

Hem çevreye hem de yasalara saygı çerçevesinde “çevre denetimi” birimi


oluşturulmuş ve bu birimde bir 1 çevre yönetim temsilcisi istihdam edilmeye
başlanmıştır. İlgili mevzuatla belirlenen “emisyon sınırlama” değerlerine uymaya ve
hatta Avrupa ve gelişmiş ülkelerde belirlenen limitler dahilinde çalışmaya özen
gösterilmektedir. Lafarge firmasının işçi sağlığı ve çevre kirliliği konusundaki
hassasiyeti büyüktür. Bu duyarlılık doğrultusunda fabrikada fırınların çevresinde
dahi toz istenmemektedir. Fırın çevresinin dahi yeşil alan haline getirilerek çevre
duyarlılığı gösterilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla fabrika alanında sürekli sulama
yapan 1 adet araç alınmıştır.

4.3. Özelleştirme Sürecinde Sivas Çimento Fabrikası’nın Endüstri


İlişkileri Çerçevesinde İncelenmesi

4.3.1. İstihdam Üzerine Etkileri

1992 yılında özelleşen Sivas Çimento Fabrikası’nın özelleşmesine kadar


fabrikanın elinde bulunan son verilerine dayanarak istihdam ettiği kadrolu personel
sayısı aşağıdaki şekildedir;

Özelleştirme öncesi (1992)

İşçi : 277

Memur : 70

Çalışan Sayısı : 347


121

Özelleştirme ile birlikte emekliye ayrılmak isteyenler, başka devlet kurumuna


geçmek isteyenler tercihlerini kullanarak ayrılmışlardır. 1992’den sonra emekli olan
kişilerin yerine norm kadro oluşana kadar adam alınmamıştır.

Özelleştirme sonrası baz alınan farklı yıllara göre istihdam edilen kadrolu
personel sayısı ise şöyledir;

Özelleştirme sonrası (2000) (2003) (2007)

Yönetici çalışan : 8 8 8

Mühendis : 7 7 7

Memur / Teknisyen : 25 20 20

İşçi : 92 78 130

Taşeron : 134 126 72

Özelleştirme öncesi ve sonrası olarak istihdam edilen personel sayılarını


tablolaştırarak karşılaştıracak olursak;

Tablo 19: 1992-2007 Arası Çalışan Personel Sayısı

1992 2000 2003 2007

Yönetici - 8 8 8
Çalışan

Mühendis - 7 7 7

Memur 70 25 20 20

İşçi 285 92 78 130

Taşeron - 134 126 72

Kaynak: Sivas Çimento Fabrikası İnsan Kaynakları Müdürlüğü


122

Tablodan da anlaşıldığı üzere özelleştirme ile kadrolu personel sayısında


düşüş olmuştur. İşçi sayısında görülen azalma ile birlikte özelleştirme sonrası
taşeronlaşma olgusu oluşmuş bu alanda işçi sayında görülen azalma ile taşeron sayısı
belirlenmiştir. Günümüzde ise yönetici ve mühendis sayılarında bir sabitleşme söz
konusu olup işçi sayısında geçmiş yıllara nazaran bir artış görülmüştür.

Sivas Çimento’nun üretim kapasitesine, gelişimine bakıldığında kişi sayısının


artması beklenirken, ilerleyen teknoloji, bilişim ve yapılan yatırım, otomasyon,
yetkin personel gibi etkenler istihdamı düşürmüştür.

Birçok iş,fabrikanın asıl işi ve yan işi olarak yeniden değerlendirilmiş ve yan
işler alt işverene (taşeron) verilmiştir.

Temizlik - 14

Taşıma - 5

İstifleme - 17

Nakliye - 30

Yemek - 6

Yaklaşık 72 taşeron çalışanı bulunmaktadır. 2007 verilerine göre fabrikanın


istihdam ettiği çalışan sayısı, 165 çalışan ve 72 taşeron toplam 232’dir.

Sivas Çimento Fabrikası’nda istihdam edilen personel seçilirken şunlara


dikkat edilmektedir;

1) Hangi pozisyona eleman seçileceği belirlenir. Beyaz yakaya mı (personel


ve memur kadrosu), mavi yakaya mı (işçi kadrosu) şeklinde bir pozisyon ayrımı
belirlenir.

2) Pozisyonun hangi yeterlilikte elemana ihtiyaç duyduğu, asgari niteliklerin


ne olacağı belirlenir.

Örneğin; Kalite mühendisi alımı gerçekleşirken istenilen nitelikler;

- Üniversitelerin Kimya Mühendisliği bölümünden mezun


123

- Erken adaylar için askerliğini yapan

- 30 yaşını aşmamış

- İyi derecede İngilizce bilen

- İyi derecede MS Office programlarını kullanan

- Tercihen 2 yıl aynı sektörde deneyimli

3) Eleman seçimi için internet sitelerine (kariyer.net, yenibiriş.com, vb.),


yerel gazetelere, İşkur’a ilan verilerek arama başlatılır.

4) Adaylar sözlü mülakata alınıp, işin özelliğine göre özel mülakat teknikleri
kullanılarak seçimler yapılır.

5) Özel testler (PI) kullanılır.

6) Seçilen adaya işe giriş işlemleri başlatılır ve oryantasyon eğitimleri, kişisel


gelişim planları hazırlanır ve uygulanır.

Kişisel gelişim planları, oryantasyon eğitimleri, teknik eğitimler, kurumsal


eğitimler vb. eğitimlerle çalışanın yetkinlik düzeyi ileriye taşınarak istihdam edilen
işgücünün en etkin ve verimli şekilde çalışmasına zemin hazırlamaktadır.

4.3.2. Sendikalaşma Üzerine Etkileri

Özelleştirme öncesinde varolan sendika özelleştirme sonrasında varlığını


sürdürmüştür. Kazanılmış haklarda hiçbir değişiklik yapılmamıştır/yapılamamıştır.

Sendika (ÇİMSE – İŞ Sendikası) ile işveren arasında belli dönemlerde


imzalanan toplu iş sözleşmesi sendikalı çalışanların haklarını korumada bağlayıcı
olmuştur.

Tabii özelleştirme sonrası istihdam sayısındaki düşüş, sendikalı olarak çalışan


sayıda da düşüş yaratmıştır.

Özelleştirme öncesi ve sonrası sendikal haklar incelendiğinde önceliklerin


değiştiği görülmektedir. Özelleştirme öncesi sendikal haklar daha maddi olanaklara
dayanırken özelleştirme sonrası, iş sağlığı, güvenliği koşullarının sağlanması,
124

çalışanların eğitilmesi gibi; insanların güvenli, sağlıklı ve bilinçli çalışmasına ve


yaşamasına yönelik haklar üzerinde şekillenmeye başlamıştır.

Örneğin, özelleştirme öncesi verilen elbise yardımı özelleştirme sonrası iş


elbisesi yardımına dönüşmüştür. Buradaki ayrım; özelleştirme öncesi verilen elbise
yardımı nakdi verildiği gibi 1 elbise 1 ayakkabı şeklinde verilip çalışanların iş
ortamında giymeyi tercih edebileceği malzeme olmadığı gibi, çalışanların
güvenliğini tehlikeye düşürecek düzeye de gelebilmektedir. Özelleştirme sonrası ise
bu yardım iş elbisesi şekline dönüşüp, çalışanların iş ortamında güvenliklerini
sağlayacağı standartlarda olup, verilen ayakkabı yerine çelik ayakkabıların verilmesi
koruyucu nitelik kazandırmıştır. Buradaki ayrımın kazandırdıkları ise, özelleştirme
öncesi yaşanan birçok iş kazasının özelleştirme sonrası yaşanmasını engelleyici
unsurlardan biri olarak insanların sağlık, güvenlik boyutunun ön plana çıkarılmasıdır.

Sivas Çimento Fabrikası’nda istihdamla doğru orantı biçimde sendika üye


sayısında da bir azalma görülmüştür. Özelleştirme öncesi ve sonrası 90 ve 97 yılları
arasındaki ÇİMSE – İŞ Sendikasının üye sayısının yıllara göre değişimini bir tablo
ile belirtecek olursak karşılaşılan durumun en iyi göstergesini yapmış oluruz.

Tablo 20: Sivas T. ÇİMSE – İŞ Sendikasının Üye Sayısının Yıllara Göre


Değişimi (1990 – 1997)

Yıllar 1990 1992 1993 1994 1995 1996 1997

Üye 313 277 267 122 122 121 111


Sayısı

Kaynak: T. ÇİMSE- İŞ, Aralık 1997 itibariyle yayınlanmamış rapordan


yararlanılmıştır.
125

Sivas Çimento Fabrikası’nda özelleştirme sonrası işçi sayısında yaşanan


azalma ile birlikte taşeronlaşma uygulaması sendikalaşmayı önemli ölçüde
engellemiş yani üye kaybına uğratmıştır.

Bir başka gerçeklikte emek piyasasında yaşanan işgücü arzının artmasıyla


birlikte özelleştirme sonrası sendikanın pazarlık gücü düşmüştür.

4.3.3. Verimlilik Üzerine Etkileri

Özelleştirmenin en önemli amacı verimlilik artışı sağlanmasıdır. Sivas


Çimentoda özelleştirme sonrasında klinker üretiminde miktar olarak önemli bir artış
sağlanmıştır. Bunun yanında işgücü verimliliği de büyük ölçüde yükselmiştir.
Özelleştirme sonrası verimlilik artışını bir tabloda gösterecek olursak;

Grafik 3: Fabrikada Verimlilik Artışı

0,8
0,7
0,6
0,5
0,4
0,3
0,2
0,1
0
1992 1994 1999 2007

Kaynak: Sivas çimento fabrikası insan kaynakları müdürlüğü

Tablodan da anlaşıldığı gibi verimlilik bir artış seyrini devam etmekte, bu


doğrultuda da devam etmektedir.

Verimlilikten söz edilirken ilk akla gelen işgücü verimliliğidir. İşgücü


verimliliği, bir yılda üretilen Çimento miktarının yıllık ortalama personel sayısına
bölünmesiyle bulunur. Bizde bu bulgularla özelleştirme öncesi işgücü verimliliğiyle,
özelleştirme sonrası işgücü verimliliğini kıyaslayacak olursak yaklaşık olarak şöyle
bir görüntü ortaya çıkar.
126

Tablo 21: Özelleştirme Öncesi ve Sonrası İşgücü Verimliliği Karşılaştırması

Özelleştirme Özelleştirme Özelleştirme Artış – Azalış


sonrası personel öncesi işgücü sonrası işgücü %
sayısı azalma verimliliği verimliliği

50,73 0,72 1,69 +134,72

Kaynak: Çimento miktarları ve personel sayıları bölümleriyle yaklaşık değerler


olarak hesaplanmıştır.

Elde edilen verilerden de görülüyor ki özelleştirme sonrası dönemde işgücü


verimliliğinde ki artışın nedeni, bazı kişilerin ileri sürdüğü gibi özelleştirme sonrası
dönemdeki personel sayısındaki azalmaya bağlı değildir. Özelleştirme sonrası
dönemde Sivas Çimento Fabrikası’nda işgücü verimliliğinin artmasında, özelleştirme
sonrası dönemde uygulanan personel politikalar, çeşitli verimlilik arttırma
tekniklerinin uygulanması, yapılan yeni yatırımların etkisi olmuştur.

Sivas Çimento Fabrikası’nda işgücü verimliliğini artırmada kullanılan


verimlilik artırma tekniklerine baktığımızda bunlar arasında üretim planlaması, iş
analizi ve iş değerlendirmesi, kalite kontrol, stok kontrolü, maliyet muhasebesi gibi
teknikler bulunmaktadır. Bununla doğru orantılı şekilde kapasite kullanım
oranlarında da bir artış görüşmüştür.

4.3.4. Üretim Kapasitesi Üzerine Etkileri

Sivas Çimento Fabrikası’nda özelleştirme sonrası üretim kapasitesinde


orantılı biçimde bir artış gözlenmiştir. Çimento üretimi ve klinker üretimi bunu
doğrular şekildedir. Özelleştirme öncesi ve sonrası klinker ve çimento üretimlerini
artış ve azalış şeklinde belirlediğimizde bunun en iyi açıklamasını yapmış oluruz.
127

Tablo 22: Özelleştirme Öncesi ve Sonrası Dönemlerdeki Ortalama Çimento


Üretimi ve Klinker Üretimi Bin ton/Yıl

Özelleştirme Özelleştirme Artış – Azalış


Öncesi Sonrası %

Çimento Üretimi 276,490 320,000 +15,73

Klinker Üretimi 264,550 369,000 +36,62

Kaynak: Özelleştirme öncesi veriler ilgili T.C. Başbakanlık Yüksek Denetleme


Kurulu Raporları özelleştirme sonrası ise anket cevaplarından yararlanılarak
hazırlanmış bilgilerin istatistiksel verilenmiş hali.

Fabrika da kapasite kullanım oranlarında ise özelleştirme sonrası %42’lik bir


artış gözlenmiştir. Buna karşılık istihdam edilen işçi sayısı azalmış, toplam işçilik
saatinde de düşme olmuştur. Mühendislik faaliyetlerindeki iyileştirmeler, etkin
yönetim anlayışı bu olumlu sonuçları beraberinde getirmiştir.

Özelleştirme sonrasında üretimin artması, işgücü verimliliğinin yükselmesi,


kapasite kullanımının yükseltilmesi, sahiplenme ve moral motivasyonun çoğalması
gibi göstergelerin diğer şartlar sabit iken kârlılığı olumlu yönde etkilemesi
gerekmektedir. Ancak değerlendirme ve mukayese yapılırken Sivas Çimento
Fabrikası’nın özelleştirme sonrasında mali ve idari yapısındaki esaslı değişikliğin
dikkate alınması icap etmektedir.

Ayrıca 1994 yılında Lafarge ile ortaklıkla birlikte üretim ve satış


politikalarında da önemli değişiklikler olmuştur. Bugün Sivas Çimento klinker
üretimine ağırlık vermekte ve ürettiği klinkerin %65’ini diğer şube ve bağlı
kuruluşlara maliyet fiyatı üzerinden devretmektedir.
128

4.3.5. Ücretler Üzerine Etkileri

Özelleştirme öncesi, Devlet memurları kanununa göre belirlenen kademelerde


maaşlar belirlenmekte ve aynı pozisyona sabit ücret sistemi bulunmaktadır. Örneğin,
üniversiteyi bitirmiş olmak kademe artmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte
işçiler ücret alımını toplu iş sözleşmelerinin belirledikleri fiyat üzerinden
gerçekleştirmektedir.

Özelleştirme sonrası çalışanların ücretlendirilmesi ise, pozisyonların


gerektirdiği sorumluluk, kontrol edilen bütçe, sorumlu bulunduğu eleman sayısı, vs.
etkenler değerlendirilerek ve oluşturulan fiyatlara çalışanların performans etkisi de
eklenerek adil ücret uygulaması ile yapılmaktadır.

Sivas Çimento Fabrikası’nda farklı bir ücret sistemi kullanılmaktadır. Her


pozisyonun bir puanı, her puanın bir alt – üst ücret skalası vardır. Bulunduğu
pozisyondaki alt – üst kimlerin hangi oranda maaş alacağını gösterir ve alınacak
maaş performansa göre belirlenir.

Örneğin;

Puan Ücret Aralığı

Muhasebe Memuru 10 300 – 500

Satınalma Memuru 11 500 – 700

Satış Memuru 12 700 – 900

Üretim maliyeti içerisinde işçiliğin oranı özelleştirme öncesine göre


azalmıştır. Bu durum işçi ücretlerindeki anormal artışın önlenmesi yanında, işgücü
verimliliğindeki artışın da tabii bir sonucudur.

Mavi Yaka (İşçi Grubu) ücretleri özelleştirme sonrası ise, toplu iş


sözleşmesinde belirlenen grup baremleri, grup baremleri için tayin edilen ücret
politikası ile gerçekleşmektedir. Grup baremleri için tayin edilen ücretler ise
enflasyona bağlı uygulanan zam oranları ile artmaktadır. Ve bu oranlarla birlikte
129

ücretler belirlenmektedir. Bu uygulanan ücret politikasını 5’li grup sistemi ile


değerlendirecek olursak;

1,10

1,10

1,05

1,05

1,05

585 614,25 644,9625 709,45875 780,404625

(1. Grup) (2. Grup) (3. Grup) (4. Grup) (5. Grup)

5’li grup sisteminde; asgari ücret 1. gruptan baz alınarak arttırılır. Grup
geçişlerinde ücretler yeniden belirlenir.

Yönetimdeki etkinlik, sendikalarla olan ilişkilere de yansımış ve sendikaların


özelleştirme öncesinde sergiledikleri ücret sendikacılığı ortadan kaldırmıştır. İşçi
ücretlerindeki anormal artış önlenmiş ve performansa göre reel ve dengeli ücret
uygulanmaya başlanmıştır. Ücret artışlarındaki anormalliğin sona erdirilmesi ve
işgücü verimliliğinin yükseltilmesi ürün maliyetlerinde yakıt ve enerjiden sonra en
önemli kalem olan işçilik giderlerinin payının düşmesini sağlamıştır.

Fabrika da her yıl Ocak ve Temmuz ayında enflasyon oranında ücretlere


şirketin yönetiminin onayı ile zam yapılmaktadır. Beyaz Yaka maaşlarını her ay
almak kaydıyla üç ayda bir çift maaş alarak sürdürmektedir. Beyaz Yakalı çalışanlara
her yılbaşında bir önceki yıl ki performans değerlendirerek prim verilir.
130

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

1979 sonrasının yeni bir akımı olarak, tüm dünyada ideolojik sınırları aşan bir
uygulama niteliğindeki özelleştirme, toplumsal yarar yaklaşımı ve sınai mülkiyeti
halk tabanına yaymak ya da piyasa ekonomisi mantığı yaklaşımı ile devlete gelir
sağlamak amaçlarıyla uygulanmaktadır.

Özelde, liberal bir çözüm olan özelleştirmenin niteliği, devletin ekonomik


alana müdahalesini azaltarak kamu kesiminin payını küçültmek, etkin kaynak
kullanımı yaratmak ve böylece rekabet piyasasında oluşacak fiyatlarla ekonomik
dengeyi sağlamaktır.

Özelleştirme, temel iktisadi problemlerin çözümü ile ilgili olarak iktisadi


organizasyonun yeniden yapılanması sürecinin bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır.
Bir iktisat politikası vasıtası olarak, özel sektörün kaynakları daha etkin kullandığı
inancından hareketle, iktisadi organizasyon içinde özel sektörün yerini ve rollerini
artırma amacı için kullanılmaktadır.

Özelleştirme, gelişmekte olan ülkelerde ve ülkemizde yalnızca bir iktisat


politikası aracı olarak değerlendirilmemekte, bütün bir ekonomik yapının yeniden
şekillendirilmesinin vasıtası olarak görülmektedir.

Türkiye’de uygulanan özelleştirme uygulamaları ile devletin ekonomide sınai


ve ticari faaliyetlerinin en aza indirilmesi, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin
oluşturulması, devlet bütçesi üzerinde KİT finansman yükünün azaltılması ve bu
yolla eldi edilecek kaynakların alt yapı yatırımlarına kanalize edilmesi
amaçlanmıştır. Kısacası, devlet özel sektörün başarılı bulunduğu alanlardan
çekilerek, verimsiz çalışan ve kârlı olmayan kuruluşların bütçeye olan yükünden
kurtulmaya çalışmaktadır.

Türkiye’de uygulanan özelleştirme yöntemleri incelendiğinde en fazla


uygulanan yöntemin blok satış yöntemi oldu görülmektedir. Bu yöntemin
uygulanmasının sebepleri arasında, bu kuruluşların uzun yıllar teknoloji ve yenileme
yatırımlarının yapılmaması, aşırı istihdama sahip olmaları, verimli ve etkin
çalışmaları ve sürekli zarar etmeleri gibi olumsuzluklar sayılabilir. Bu olumsuzluklar
mülkiyetin hisse senedi şeklinde satılmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de
131

sermaye piyasasının içinde bulunduğu olumsuzluklar da halka arz yoluyla


özelleştirme yöntemini zorlaştırmaktadır. Hükümet, blok satıştan doğabilecek
olumsuzlukları ortadan kaldırmak için, kuruluşları satın alan şirketlere belirli bir süre
içinde, sermayenin bir bölümünü halka açma zorunluluğu getirmiştir. Bu uygulama
ile doğabilecek olumsuz gelişmeler önlenmeye çalışılmıştır.

Özelleştirme, belirli iktisadi hedefleri gerçekleştirmek için uygulanan bir


iktisat politikası aracıdır. Bununla beraber, özelleştirme kısa ve uzun dönemde başta
çalışanlar olmak üzere geniş toplum kesimleri üzerinde ciddi sosyal etkilere yol
açabilecektir. Bu sosyal etkilerin olumsuz olacağı öngörülmektedir. Başarılı bir
özelleştirme, olumsuz sosyal etkileri ortadan kaldıran veya asgariye indiren
önlemlerin alınması ile olasıdır. Bu nedenle, özelleştirmenin sosyal etkileri ve
bunların olumsuz etkilerinin giderilmesine yönelik çalışmalar en az iktisadi hedefler
kadar önemlidir. Şayet, özelleştirme soncunda katlanılması gereken bir sosyal yük
ortaya çıkacaksa bu yükün değişik toplum kesimleri tarafından adil bir şekilde
paylaşılması gerekmektedir.

Özelleştirmenin endüstri ilişkileri tarafları açısından incelenmesi yapıldığında


ilk olarak istihdama olan etkisine bakılır. Özelleştirmeden sonra ilk gözlenen
personel sayısında azalma görülmesidir. İstihdamın azaltılmasıyla, verimliliğin
artırılması ve personel giderlerinin azaltılması amaçlanmıştır. Fakat özelleştirme
öncelikle aşırı istihdamın eritilmesi sonucunu doğurarak istihdam seviyesinde bir
düşmeye yol açmaktadır. Böyle olunca istihdam daralması yaşanmış ve
özelleştirmeye karşı tepki hareketlerinin de temel sebebini oluşturmuştur.
Özelleştirme, istihdam seviyesi yanında işçi verimi ve çalışanların istihdam
statülerini de etkilemektedir.

Sendikalaşma üzerine etki incelendiğinde, kamu kesimi sendikalaşma


oranının yüksek olduğu, sendikal faaliyetin de daha uygun ortamlarda yürütüldüğü
bir sektördür. Özel sektör ise, genelleme yapmamak koşuluyla esas olarak
sendikalaşmaya ve sendikal harekete karşıdır. Özelleştirme iktisadi birimlerin
yönetim değişikliği ile birlikte sendikalaşmaya karşı olan anlayış değişikliğini de
beraberinde getireceği için sendikal hareketin olumsuz etkilenmesi söz konusu
olacaktır. Ancak, bu olumsuz etkinin şiddeti, özelleştirme kapsamındaki kamı
132

işyerlerinin ve çalışanlarının niteliği ve özel sektörün tutumu gibi faktörlere bağlı


olarak değişebilecektir.

Verimlilik üzerindeki etki incelendiğinde ise, özelleştirme ile verimlilik


göstergelerinde artış sağlanacağı savı, kamu mülkiyetinin tabiatı gereği verimsiz
çalışmaya neden olduğu şeklindeki bir ön görüşe dayanmaktadır. Bu süreç bazında
hedeflenen verimlilik artışı özelleştirmeyle birlikte sektörel bazda birbirinden
ayrılarak farklı bir gerçekliği göstermiştir. Bu süreçte işgücü verimliliği belirleyici
bir göstergedir. Özelleşme sonrası belirlenen hedefler doğrultusunda da artışı
gözlenmiştir.

Özelleştirme, işveren değişmesi dolayısı ile toplu pazarlık sürecini ve toplu iş


sözleşmelerinin muhtevasını de değiştirmektedir. Toplu pazarlık sürecinde kamu
yöneticilerinin genel olarak ılımlı olan tutumlarının yerini özel sektör işveren ve
yöneticilerinin katı tutumu alacaktır.

Özelleştirmenin bütün bu gerçekleri ışığında çimento sektöründeki yaşanan


bulgular incelendiğinde ise şu gerçekliklere ulaşılmıştır. Türk çimento sektöründe
çimento üretim ve tüketim yıllık artış hızlarında özelleştirme öncesi dönemdeki
yüksek oranlar yakalanamasa da, 1994 yılında yaşanan ekonomik kriz dönemi
haricinde olumlu gelişme sağlanmıştır. Çalışan kişi başına klinker üretimi ve kapasite
kullanım oranlarında artış sağlanmıştır. Yine kıyaslama, özelleştirme öncesi ve
sonrası dönemler ayrımında yapıldığında, yıllar itibariyle ithalat miktarındaki düşüş
ve ihracat miktarındaki artış, üretim hedefleri olarak belirlenmemekle birlikte,
olumlu gelişmeler olarak değerlendirilebilir.

Tüm bu olumlu gelişmelerin genel değerlendirmedeki etkilerini hafifleten


olumsuzluklar, bu konudaki genel beklentilerin haklılığını kanıtlamıştır. Özelleştirme
sonrası dönemde çimento sektöründe istihdam düşmüş, yıllar itibariyle kişi başına
yıllık ortalama ücret ödemeleri artış hızı yavaşlamış, genel olarak kamu sektörü ücret
ödemeleri özek sektör ücret ödemelerinin üzerinde seyretmiştir.

Özelleştirme sürecinde özelleştirmeyi çekici hale getirmek için öncelikle


verimli ve kârlı çalışan çimento fabrikaları özelleştirme kapsamına alınmışlardır.
Sivas Çimento Fabrikası’nda da özelleştirme başarılı olmuş, özelleştirmenin temel
133

felsefesine uygun sonuçlar alınmıştır. Özelleştirme sonrasında, “rasyonel


işletmecilik” anlayışı ve “yönetimde etkinlik” sağlanarak üretimde artış sağlanmıştır.
İşçi sayısında azalma yaşanmış buna paralel işgücü verimliliğinde önemli bir
iyileştirme elde edilmiştir. Özelleştirme sonrasında verimlilik artışı korunarak, uzun
vade de daha büyük kârlar elde edilmesi için yeni yatırımlara gidilmesi işletmenin
gelecekteki kârlılığını artıracaktır.

Sonuç olarak, tezimizde özelleştime süreci içerisinde bir örneğinide incelemiş


bulunmaktayız.Bu bağlamda özelleştirmenin uygulanması ve beklenen amaçların bir
genellemesini yapacak olursak, özelleştirme sonrası istihdamda beklenilenin altında
bir düşüş sağlanmıştır.Özelleştirme yapılırken verimlilik artışıyla birlikte isihdamda
artış sağlanacağı belirtilirken bu amacın yerine getirilmediği dikkati çeker.Çünkü
yapılan değerlendirmelerde verimlilik artmış ama istihdamda yıllara orantılı bir artış
gözlenmemiştir.Özelleştirme sürecinde ücret politikasında ise yönetim kadrosunun
işçi kadrosuna oranla daha ayrıcalıklı bir yerde olduğu bir gerçekliktir.Gözlenen
şudur ki, özelleştirme kendi sürecini yapılan ayrımlarla hızlandırmıştır.İşçinin
ücretlerinin yapılan karla,enflasyonla orantılı arttığı söylenmiş ama yönetici kadroda
bu uygulamanın gerçekleşdiği gözlenmiştir.Bu da yapılan uygulamanın doğruluğunu
sorgulatmaktadır.

Başka bir açıdan genel bir değerlendirme yapacak olursak,özelleştirme


sürecinde devlet tekeli kırılmak istenmiş ama karşılığında görülen odur ki özel
tekeller yaratılmıştır.Ulusun emekle inşa ettiği tesisler birer birer
satılmaktadır.Bunun adı yabancılaştımadan başka bişey değildir.Türkiye devasa
varlıklarını bir bir elden çıkarmaktadır.Ulusal politika yok,sosyal sınıfların
örgütlenmesi yok varsa piyasanın mutlak egemenliği.Bu da gösteriyorki tamamen
batı tekellerinin piyasası haline geldik.Özelleştirmede toplumsal yarar ölçütü bir
kenara bırkıldı.Fayda zarar analizi en temel iktisat denklemine bile aldırmadan
tasarruflar sergilendi, satışlar gerçekleşti.

Ülkemizde yaratılan yabancı hayranlığı ve yabancı sermaye düşkünlüğü


hiçbir suretle bizim yararımıza olmamış olmayacaktırda.Gelen yabancı sermaye yurt
içinde yeni bir yatırıma dönüşmüyor, varolan KİT’leri satın alarak sadece yeni
sahipleri oluyor, hatta KİT’lerin kapısına kilit vurup piyasada bir rakibi elemiş
134

oluyor.Satışlardan elde edilen para ulusun yararına kullanılmıyor, ülke bu süreçte


kaynaklarından varlıklarından oluyor,KİT’lerde çalışanların iş güvenliği tehlikeye
giriyor, işten çıkarmalar yaygınlaşıyor.

Gerçek olan şudur ki, ekonomide bir kişiye istihdam sağlamak için
milyonlarca dolar yatırım yapılması gerekirken özelleştirme uygulamaları ile kapı
önüne konulan emekçiler işsizler ordumuzu büyütmüştür.
135

KAYNAKÇA

- AKALIN, Güneri, KİT’ler ve Özelleştirmeleri, AÜSBFBYYO, Basımevi,


Ankara, 1987.

- AKTAN, Coşkun Can, Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine;


Özelleştirme, İzmir, Akselim Matbaası, 1992.

- ALBAYRAK, Cemil, “Özelleştirme ve Sermayeyi Tabana Yayma Amacı,


Dünya’da ve Türkiye’de Özelleştirme Konulu Sempozyum”, O.T.D.Ü., Ankara,
1990.

- ALPER, Yusuf, İktisadi Amaçları ve Sosyal Sonuçlarıyla Özelleştirme, Sağlık İş


Yayınları, Ankara, 1994.

- ALPER, Yusuf, Özelleştirme, T. Sağlık İş Sendikası, Ankara, 1 Kasım 1993.

- ALTUNOK, M., “Çimento Sektörü Raporu”, Yayınlanmamış Rapor, KİGEM,


2005.

- ATASAYAR, Kubilay, “Özelleştirmenin Sosyal ve Ekonomik Etkileri”, Toprak


İşveren Dergisi, s: 19, 1993.

- ATASOY, Veysel, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme


Sorunu, Ankara, 1993.

- BEDİR, Eyüp, “Özelleştirme Uygulamalarının İşten Çıkarmalara ve İstihdam


Daralmasına Neden Olacağı Açıktır”, Hak – İş Dergisi, Sayı: 18, Ankara, 1992.

- BEDİR, Eyüp, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin Özelleştirilmesinden Doğan


Problemleri ve Çözüm Önerileri, Ankara, 1992.

- CEVİZOĞLU, Hulki, Özelleştirme, Beyaz Yayınları, İstanbul, 1998.

- ÇAKIROĞLU, Perihan, “Bir Günün Hikayesi”, http://www.finansalforum.


com.tr, İstanbul, 2001.

- ÇETİK, Mete – AKKAYA, Yüksel, Türkiye’de Endüstri İlişkileri, Numune


Matbaacılık, İstanbul,1999.
136

- ÇİTOSAN, Doğan, “Türkiye’nin Çimentosu, Betonu”, http://www.finansal


forum.com.tr, İstanbul, 2001.

- DELİCAN, Mustafa, Sanayileşmenin Endüstri İlişkilerine Etkisi,


(yayınlanmamış Doktora Tezi) İ.Ü., Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1995.

- DERELİ, Toker, Özelleştirmenin Endüstri İlişkilerine Etkisi, Başişen Yayınları,


Sayı:51, 1993.

- DİKBAŞ, Yılmaz, Özelleştirme Sömürgeleştirme, Kaynak yayınları, İstanbul,


1997.

- DİLİK, Sait, Halk Hisse Senetleri Yoluyla Kamu İşletmeleri’nin


Özelleştirilmesi, AÜSBFD, 1982.

- DPT, VII. BYKP, Çimento Sanayi AH Komisyon Raporu, 1994.

- EKİN, N., Endüstri İlişkileri, 5. Baskı, İstanbul, 1989.

- ERDOĞAN, Aklın, Uluslar arası Ekonomik İlişkiler, , Gürey Matbaası, İstanbul,


1980.

- GİZ, Deniz, Özelleştirme ve Karşılaştırmalı Türkiye Uygulaması, Filiz


Kitapevi,İstanbul, 2003.

- GÖÇER, İlhan, Hak – İş, 16. Yıl Etkinlikleri, Hak – İş Yayınları, Ankara, 1994.

- HARTLEY, Keinth – PARKER, David, Privazation and Economic Efficiency,


Edward Elqar, 1993.

- http//www.canaktan.org./ekonomi/özelleştirme/türkçegiriş/htm.(22.02.2007)

- IŞIKLI, Alparslan, Özelleştirme ve Sendikalar, Dünya’da ve Türkiye’de


Özelleştirme Adlı Sempozyum, 1993.

- KARA, Halit, “Şirket Kârlarının Tabana Yayılması ve Özelleştirmesi”, Para ve


Sermaye Piyasası, Sayı:108, Şubat 1988.

- KARLUK, Rıdvan, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Gerçek Yayınevi,


Ankara, 1990.
137

- KAZGAN, Gülten, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, Altın Kitaplar


Yayınevi, İstanbul, 1994

- KIYMAZ, Halil, “İMKB’de Halka Arz Edilen Hisse Senetlerinin Uzun Dönem
Performansları ve Bunları Etkileyen Faktörler”, İMKB Dergisi, İstanbul, 1997.

- KORAY, Meryem, Değişen Koşullarda Sendikacılık, TÜSES Yayınları, İstanbul,


1994.

- KORAY, Meryem, Endüstri İlişkileri, Basişen Kültür ve Eğitim Yayınları,


İstanbul, 1992.

- KOUTSOYIANNIS, A, Modern Mikro İktisat, Çev. SARIMEŞELİ, M, Teori


Yayınları, Ankara, 1987.

- KURTULMUŞ, N., Endüstri İlişkilerinin Model İnsan Tipi Açısından


İncelenmesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul, 1992.

- LORDOĞLU, Kuvvet – MÜFTÜOLU, Özgür, “Çalışma İliklilerinde Yeni Bir


Boyut; Özelleştirme ve Etkileri”, Dünya’da ve Türkiye’de Özelleştirme”,
Türkiye Modern İşçileri Sendikası, 1994.

- NELLIS, J. – KIKERIS, “Public Enterprise Reform, Privatization and the


Word Bank”, Word Development, Vd.17, No:5, 1989.

- ÖZMEN, Selahattin, Türkiye’de ve Dünya’da KİT’lerin Özelleştirilmesi, Metler


Matbaası, İstanbul, 1986.

- PETROL – İŞ, Petrol İş Yıllığı, 1992, Yayın No: 33, İstanbul, 1993.

- ROY, J. Adams, Küreselleşme ve Endüstri İlişkileri Sistemlerinin Dönüşümü,


IV. Endüstri İlişkileri Kongresi (Çev. Toker Dereli), 1995.

- SARIASLAN, Halil – EROL, Cengiz, Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilmesi


Sorunu ve Sistematik Yaklaşım Önerisi, TOBB Yayınları ,Ankara,, 1993.

- SAYGILI, Şeref – TAYMAZ, Erol, “Türkiye Çimento Sanayinde Özelleştirme


ve Teknik Etkinlik”, ODTÜ Gelişim Dergisi, Ankara, 1996.
138

- SOMÇAĞ, Selim, Avrupa Feodalizminin Evrimi, Boğlam Yayınları, İstanbul,


1994.

- STRAUSS, George, Human Resource Manaqement’in USA, The Hondbook of


Human Resource Management, Edited by Brion Towers, Blackwell Published
Oxford, 1992. (çev. Toker Dereli)

- SUİÇMEZ, Halit, Özelleştirilen İşletmelerde Karlılık ve Verimlilik Analizi,


Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, Ankara, No: 569, 1995.

- T. İş Bankası, Özelleştirme, iş Bülteni, Ankara, 1987.

- T.C. Başbakanlık özelleştirme İdaresi Başkanlığı, “Türkiye Çimento Sektöründe


Özelleştirme ve Afyon, Ankara, Balıkesir, Söke ve Trakya Çimento
Fabrikaları’nın Özelleştirilmesine İlişkin Bir Değerlendirme”. 1994.

- TALAS, Cahit, Toplumsal Politikaya Giriş, S. Yayınları, Ankara, 1992.

- TERZİ, Cihan, “Özelleştirme”, Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Yayınları, Yayın


No: 7, 1998.

- TOBB, Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilmesi Sorunu ve Sistematik Bir


Yaklaşım Önerisi, Ankara, 1983.

- TOKOL, Aysen, Endüstri İlişkileri ve Yeni Gelişmeler, Bursa, 2001.

- TUNCAY, Can, “Özelleştirme ve İş Hukukuna İlişkin Sonuçları”, Çimento –


İşveren, Cilt:5, Sayı:5, 1991.

- TÜRK DEMOKRASİ VAKFI, “Türkiye’de Özelleştirme, Araştırma Raporu”,


Ankara, 1994.

- TÜRKDOĞAN, Orhan, Sanayi Sosyolojisi, Türkiye’nin Sanayileşmesi, Töre


Devlet Yayınevi, Ankara, 1981.

- Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği,


“İktisadi Rapor”, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1986.

- TÜSİAD, Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği, “Özelleştirme KİT’lerin


Halka Satışında Başarı Koşulları”, Yayın No: TÜSİAD – T/86.5.88, İstanbul, 1986.
139

- TÜSİAD, Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, İstanbul, 1992.

- UZUNOĞLU, Sadi, KİT’lerin Sorunları ve Özelleştirme, Türkiye’de


Özelleştirme, Alfa Yayıncılık, İstanbul, 1996.

- YALOVA Yüksel, Türkiye – Avrupa İlişkileri Işığında Özelleştirme, , Nobel


Yayınları, Ankara, 2004.

-T.Ç.M.B., “50 Yıl Çimento ve Beton Dünyası”, Sayı 12, T.Ç.M.B. Yayın Organı,
Ağustos, 2007

You might also like