You are on page 1of 178

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLMLER ENSTİTÜSÜ


TARİH ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

1839-1841 YILLARINDA SİVAS’TA AİLE HAYATI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN
YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN MUŞMAL

HAZIRLAYAN
054202041002
ZEHRA HİZMETLİ

KONYA 2008
İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER……………….…………….………………………………...I

ÖNSÖZ……………………………………………………………………....IV

KISALTMALAR……………………………………………………………VI

TABLOLAR LİSTESİ……………………………………………………....VII

GİRİŞ………………………..……………….………………………………...1

A. Araştırmanın Amacı, Önemi ve Sınırları….……..…………………………1

B. Araştırmanın Muhtevası ve Metodu………………..………………………2

C. Şer’iye Sicilleri’ nin Araştırmamız Açısından Önemi……….....…………..3

BİRİNCİ BÖLÜM

1839 - 1841 YILLARINDA SİVAS'IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU

I. OSMANLI DEVLETİ’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM……………6

II. SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU…………………….…15

A. Yeryüzü Şekilleri ………………………………………………………15

B. Tarihi……………………………………………………………………16

C. Yönetimi……………………………………………………….………..23

D. Ekonomisi………………………………………………………….……27

E. Eğitimi…………………………………………………………………...30

I
II. BÖLÜM

SİVAS’TA FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPI

I. SİVAS MAHALLELERİ…………………………………………..……34

II. SİVAS EVLERİ……………………………………………………..….39

III. SİVAS’IN DEMOGRAFİK YAPISI………………………………..…46

A. Müslüman Nüfusu………………………………………………… 47

B. Gayr-i Müslim Nüfusu………………………………………………51

III. BÖLÜM

SİVAS’TA AİLE OLUŞUMU

I. AİLE VE OLUŞUMU………………………………………………………55

A. Nişan…………………………………………………………………….57

B. Evlenme…..…………………………………………………………..….59

II. EVLİLİKTE MEHİR……………………………………………………….62

III. KADINLARIN AİLE İÇİNDEKİ YERİ………………………………… 66

IV. ÇOK EŞLİLİK DURUMU…………………………………………..…….710

V. ÇOCUKLAR VE ÇOCUK SAYISI………………………………………...77

VI. AİLE FERTLERİNİN KULLANDIĞI İSİMLER VE UNVANLAR …….80

VII. KÖLE VE CARİYELER………………………………………………….85

II
IV. BÖLÜM

AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU VE SAHİP OLDUĞU EŞYALAR

I. AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU……………………………………889

II. AİLENİN SAHİP OLDUĞU EŞYALAR…………………………….…93

A. Ev Eşyaları………………………………………………………...…93

B. Tarım Aletleri ve Silahlar……………………………………….......1000

C. Gayr-i Menkuller………………………………………………........1022

D. Giyim Kuşam ve Ziynet Eşyaları………………………………...….10303

1. Kullanılan Kumaşlar………………………………………….…..10303

2. Giyim Kuşam…………………………………………………….10404

3. Ziynet Eşyaları……………………………………………………10606

V. BÖLÜM

AİLE’NİN DAĞILMASI

I. BOŞANMA……………………………………………………….………108

II. VASİ VE VESAYET KURUMU………………………………..….……110

III. AİLEDE ÖLÜMLER……………………….…………………….….…..112

IV. MİRAS PAYLAŞIMI…………………………………………………...114

V. BORÇ VE ALACAKLAR…….………………………………………….116

SONUÇ…………..…………………………………………………..….…...119

BİBLİYOGRAFYA……...…………………………………………..……....124

EKLER ………….………………………………………………..………….137

III
ÖNSÖZ

1839-1841 yıllarında Sivas’ta aile hayatı konulu araştırmada Sivas’ta aile

yapısı, belirtilen tarihler kapsamında aydınlatılmaya çalışılmıştır. Konunun

seçiminde bahsedilen yıl aralığının tercih edilmesinde, Tanzimat’ın henüz ilan

edildiği yıllar olması etkili olmuştur. Araştırmamıza kaynak olarak Sivas şer’iye

sicillerinden 20 numaralı defterden yararlanılmıştır. Bu defter içerisinde bulunan

tereke kayıtları Sivas’ta aile yapısını ortaya koyacak veriler sunmaktadır. Aynı

zamanda tereke kayıtlarından başka araştırma konumuzla ilgili yapılmış olan

bilimsel araştırmalardan da yararlanılmıştır.

1839-1841 yıllarında Sivas’ta aile yapısı ele alınırken ilk olarak bu yıllarda

Osmanlı ve Sivas’ın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum ortaya

konulmuştur. Araştırmanın I. Bölümünü oluşturan bu bölümde, belirtilen yıl

aralığında Sivas’ın tarihi, yönetimi, ekonomisi ve eğitimi ele alınmıştır.

II. Bölümde Sivas’ın fizikî ve demografik yapısı ele alınarak ilk olarak,

Sivas’ta dönemin mahalle ve evleri hakkında açıklamalara yer verilmiştir. Ardından

şehrin demografik yapısı irdelenerek dönemin Müslüman ve gayr-i Müslim nüfusu

hakkında edinilen bilgiler ve verilen tablolarla çeşitli yorumlamalara gidilmiştir.

Ailenin oluşumunun açıklandığı III. Bölümde ise Sivas’ta nişan, evlenme ve mihir

konularına yer verilmiş, çok eşlilik durumunun çocuk sayısı ile ilişkisi ve ailede

çocukların durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yine aynı bölümde aile

fertlerinin kullandığı isimler ve unvanları belirtilerek ailenin üyesi olarak

IV
değerlendirilen köle ve cariyeler, ailedeki konumları ve Sivas’ta cariye sahibi olan

kimselerin maddi durumları göz önünde tutularak değerlendirilmiştir.

Ailenin ekonomik durumunun ele alındığı IV. Bölümde Sivas’ta Müslüman

ve gayr-i Müslimlerin maddi durumları ayrı ayrı ele alınarak tereke kayıtlarından

seçilen örneklerle aydınlatılmaya çalışılmıştır. Fotoğraf örnekleriyle zenginleştirilen

bu bölümde terekelerde karşılaşılan ev eşyaları, tarım aletleri, silahlar, kişilerin

sahip olduğu gayr-i menkuller ele alınmış ailenin giyim kuşamı ve ziynet eşyalarına

yer verilmiştir.

Son bölümde ise ailenin dağılması ele alınarak boşanma, ölüm, miras

paylaşımı ve vasilik kurumu açıklanmaya çalışılmış, borç ve alacak meselelerine

yer verilmiş, nihayet borç alış verişinin sosyal dayanışma ya da ticarî boyutu

belirlenmeye çalışılmıştır.

Araştırmada yardımını ve desteğini benden esirgemeyen danışmanım Yrd.

Doç. Dr. Hüseyin Muşmal’a teşekkürü bir borç bilirim.

Zehra Hizmetli

V
KISALTMALAR

SŞS Sivas Şer’iye Sicilleri

Haz. Hazırlayan

Bkz. Bakınız

M.S. Milattan Sonra

M. Miladî

H. Hicrî

Nr. Numara

çev. Çeviren

(ed) Editör

S. Sayı

s. Sayfa

vs. ve saire

Yay. Yayımlayan

VI
TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle Adları……..……......37

Tablo 2: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Ev Fiyatları………………………………...……43

Tablo 3: 1839-1841 yıllarında Yüksek Fiyatlı Evler ve Sahipleri..................................... 45

Tablo 4: Seyyahlara Göre Sivas Nüfusu .......................................................................... 48

Tablo 5: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Cinsiyetlerine Göre Tereke Sahipleri ................. 50

Tablo 6: 1831 Nüfus Sayımında Gayr-i Müslimlerin Yoğun Bulunduğu Mahalleler........ 53

Tablo 7: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Sahiplerinin Cinsiyetlerine ve Sosyal

Durumlarına Göre Sınıflandırılması ................................................................................ 61

Tablo 8: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mihir Dağılımı .................................................. 64

Tablo 9: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta En Yüksek Mihir Sahipleri ................................ 65

Tablo 10: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Kadın Tereke Sahiplerinin Medeni

Durumları ....................................................................................................................... 68

Tablo 11: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekesine Göre Zengin Kadınlar .................... 69

Tablo 12: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Kayıtlarına Göre Çok Eşlilerin

Çocuk Sayıları ................................................................................................................ 74

Tablo 13: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Çok Eşli Evlilerin Sosyal Statüleri................... 75

Tablo 14: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Ailelerin Sahip Oldukları

Çocukların Sayı ve Cinsiyetleri....................................................................................... 78

Tablo 15: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslim Ailelerin Sahip Oldukları

Çocukların Sayısı ve Cinsiyeti ........................................................................................ 79

VII
Tablo 16: 1839-1841 Yıllarında Sivas Terekelerine Göre Mirasçılar ............................... 81

Tablo 17: 1839–1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Terekelerde Sık Karşılaşılan

İsimler ............................................................................................................................ 83

Tablo 18: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekelerde Geçen Unvanlar ........................... 84

Tablo 19: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslümanların Gelir Durumu.......................... 89

Tablo 20: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslimlerin Gelir Durumu ................... 90

Tablo 21: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mal Varlığı En Çok Olan Müslüman

Terekeleri ....................................................................................................................... 91

VIII
GİRİŞ

A. Araştırma’nın Amacı, Önemi Ve Sınırları

Araştırmamız, yalnızca bulunduğu bölgenin tarihini yansıtmakla kalmayıp, o

dönem Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu aydınlatması bakımından büyük

önem taşıyan şer’iye sicillerinden, 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilinin

değerlendirilmesinden ibarettir. Böylece adı geçen sicilin değerlendirilmesi neticesinde

1839–1841 yıllarında Sivas’ ta aile yapısı ele alınacak ve Sivas’ın bu dönemi Aile

merkezinde aydınlatılmaya çalışılacaktır. Bu vesile ile önemli bir Anadolu şehri olan

Sivas’ta, oluşumu, dağılması ve kadınların aile içindeki yeri gibi özellikler açısından

ailenin niteliğini, çok eşlilik durumu ve çocuk sayıları açısından da niceliğini, yani

Aile yapısını ortaya koyarak, Osmanlı ailesi hakkında yapılan açıklamalara ve

tespitlere katkı sağlanmış olacaktır.

Bu çalışmada, yukarıda ifade edildiği gibi H. 1255–1257, M. 1839–1841

yıllarını kapsayan 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilinden yararlanılmıştır. Özellikle

konumuzla yakından ilgili olduğundan defter içerisinde bulunan çok sayıda tereke

kayıtları kullanılarak, Sivas’ta dönemin aile hayatı ve günlük yaşamı belirlenmeye

çalışılmıştır.

Araştırmamızın içinde bulunduğu zaman dilimi Tanzimat’ın ilk üç yılını

kapsamaktadır. Bu nedenle araştırmamız henüz, Sivas aile hayatında Tanzimat’ın

etkilerinin pek hissedilmediği bir dönemde yaşanan gelişmelerin, şehir hayatına ne

kadar yansıdığını göstermesi açısından da önem taşımaktadır.

1
B. Araştırmanın Muhtevası Ve Metodu

Araştırmamıza 1839–1841 yıllarında Osmanlı’nın ve Sivas’ın sosyal ve

ekonomik durumu ile başlanmıştır. Daha sonra Sivas’ın tarihçesi, demografik yapısı,

yönetimi, mahalle ve evleri hakkında verilen bilgilerle Sivas şehri tanıtılırken, söz

konusu dönem içerisinde Sivas’ta aile kurumunda evlenme, çok eşlilik, çocuk sayısı

gibi konulara yer verilerek Sivas’ta aile oluşumu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Bununla birlikte boşanma ve miras paylaşımı gibi konularla da ailenin dağılması ele

alınmıştır. Bu çerçevede Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi temel yapısı aile

olarak bilinen Sivas toplumunun yaşadığı mekân da araştırılarak, barınma ihtiyacının

nasıl karşılandığı belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca sahip olunan eşyaların çeşitliliği ve

sayısı, ailenin zenginliğini ortaya koyduğu kadar sosyal ve kültürel durumunu

yansıttığından, konu bu yönüyle de araştırmamız içerisinde yer almıştır.

Buraya kadar, araştırmamızın amacı hakkında bilgi verilmişti. Bundan sonra, bu

araştırmanın hazırlanması safhasında kullanılan metotlara değinilebilir. Öncelikle, 20

numaralı Sivas şer’iye sicili gözden geçirilerek içinde bulunan tereke kayıtları

günümüz Türkçesine transkript edilmiştir. Bu defterde toplam 123 adet tereke kaydına

rastlanılmıştır. Tereke kayıtları transkript edildikten sonra, ayrı ayrı fişlenerek

konularına göre tasnif edilmiştir. Böylece, tereke sahiplerinin kaç eşli oldukları, çocuk

sayıları, hangi mahallede oturdukları, tereke miktarları, mal varlıkları, borçları,

alacakları ve bu konudaki muhatapları gibi özelliklerinin de tespit edilmesi mümkün

olmuştur. Bu verilerin yardımıyla da çeşitli grafikler oluşturulmuş, böylece, söz

konusu verilerin mukayese edilebilmesine imkân verilmiştir.

2
C. Şer’iye Sicilleri’ nin Araştırmamız Açısından Önemi

Şer’iye sicilleri Osmanlı Devleti’nde çeşitli mahkeme tutanaklarının ve merkezî

hükümetle karşılıklı olarak gerçekleştirilen yazışma suretlerinin kadılar tarafından

kaydedildiği defterlerdir. Şer’iye sicilleri, şer’i mahkemelerde yargı görevini yerine

getiren kadılar tarafından tutulur. Kadılar, insanlar arasında meydana gelen

anlaşmazlıkları şer’i hükümlere göre karara bağlamak için sultanlar veya onların

yetkili kıldığı şahıslar tarafından görevlendirilen, kendilerine hâkim veya hâkim-üş-şer

de denilen kimselerdir1.

Şer’i, hukukî ve idarî yönden önemli vazifeleri olan kadılar, bu geniş vazifeleri

nedeniyle, kendilerine gelen hüküm ve fermanlarla bunlara verilen cevapları, ayrıca

gördükleri çeşitli davalara ilişkin vermiş oldukları hükümleri kaydetmek için sicilleri

tutmuşlardır2. Bu defterlere şer’i mahkemeler tarafından verilen her çeşit ilâm, hüccet

ve şer’i evrak asıllarına uygun olarak kaydedilmektedir3.

Şer’iye Sicillerine kaydedilen her türlü belge belli bir usule göre

düzenlenmiştir. Sakk-ı şer’i usulü denilen bu usulle şer’iye sicilinin belli standartlarda

tutulması sağlanarak bu kayıtların tanzimi meselesi düzenli ve sağlam bir kaideye

oturtulmuştur4. Kadılar bazı hukukî meseleleri bu kayıtlara başvurarak çözdüklerinden

sicil defterlerinin korunmasına5 ve düzenli bir şekilde tutulmasına büyük özen

göstermişlerdir.

1
Ahmet Akgündüz, “İslam Hukukunun Osmanlı Devleti’nde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”,
Türkler, Ankara 2002, X, s. 54.
2
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988, s. 109.
3
Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 57.
4
Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 58.
5
M. Akif Aydın, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyet Tarihi, İstanbul 1994, s. 418.

3
Şer’iye sicilleri memleketin çok çeşitli maddi ve kültürel konuları üzerinde

yapılan mahalli araştırmaların birinci derecede kaynaklarıdır6. Bu kaynaklar toplum

hayatının durumunu ve bunun karşısında devletin tavrı ve adlî gidişatının ne durumda

olduğunu görmek bakımından büyük önem taşımaktadır7.

Şer’iye sicilleri Türk tarihi için önemli olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu’na

bağlı olan milletler için de çok değerli arşiv malzemelerindendir8. Bugüne kadar

yazılmış olan Osmanlı tarihlerinde görülen yanlışlıkların düzeltilmesi, Osmanlı tarihi

ve teşkilatı hakkında daha doğru ve eksiksiz araştırmalar yapılabilmesinde şer’iye

sicillerinden de faydalanmak mümkündür9.

Osmanlı sosyal hayatının temel kaynaklarından biri olan şer’iye sicillerinin, ait

olduğu dönemde yaşanan hayatın bütün yönlerini göstermesi açısından önemi

büyüktür10. Dolayısıyla bu kayıtlardan eski Türk aile yapısı, nişanlanma, evlenme gibi

müesseselerin nasıl işlediği, kadın ve erkeğin kullanabildiği boşanma hakkının ne

şekilde kullanıldığı gibi konularda önemli bilgilere ulaşılabilir11.

Osmanlı Devleti’nin ekonomik, sosyal ve şehircilik tarihi konusundaki

araştırmaları için vazgeçilmez kaynaklardan biri olan şer’iye sicillerinde, mahkeme

kararları, zabıtlar, hüccetler, borç senetleri, emir suretleri, avarız kayıtları, mülk

6
Feyyaz Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri Sicilleri Üzerinde Bir Araştırma” IX. Türk Tarih Kongresi, Ankara
1988, s. 765.
7
Feridun M. Emecan, “Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Mahkeme” 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te
Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 79.
8
Komisyon, Şer’iye Sicilleri, İstanbul 1988, s. 12; Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 765.
9
Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 767.
10
Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz- Ömer Demirel, “Osmanlı Ailesi İle İlgili Şer’iye Sicillerinden Seçilen Örnek
Belgeler”, Sosyo- Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 849.
11
Komisyon, Şer’iye Sicilleri, s. 13.

4
satışları ve narh fiyatları gibi belgelerin yanında, dağınık olarak tereke kayıtları da

bulunmaktadır12.

Terekeler, Osmanlı ekonomik ve sosyal araştırmalarında mühim

kaynaklardandır. Bu kayıtlar, ölen kimselerin bıraktıkları malların tespit edilip, bu

malların şeriat esasına göre bölünmesini gösteren belgelerdir13. Vefat eden

kimselerden miras kalan mallar, kadı’nın bu işlerle görevli memuru kassam’ın14

önünde sayılır ve bunlar yetkili bilirkişiler aracılığıyla kıymetleri belirlenerek detaylı

muhallefat listeleri düzenlenirdi15.

Tereke kayıtlarında Osmanlı aile yapısı ve ailenin çeşitli yönlerine ışık tutan

pek çok bilgiye ulaşmak mümkündür. Ölenlerin sosyal menşe’leri, medeni halleri, aile

yapıları, mahalleleri, her türlü giyim ve ev eşyası, mutfak takımları, tarla malzemeleri

gibi bilgileri sıralayan tereke kayıtları hem içtimaî hem de iktisadî hayat için zengin

malzemeler taşır. Bununla birlikte bu belgelerde, vefat eden kişinin borçları ve

alacakları da yer alır. Bu yönleriyle de tereke kayıtları pek çok konuda fikir sahibi

olmamıza yarayan veriler sunmaktadır. Bu nedenle de konumuz açısından ayrı bir

öneme sahiptir.

12
Alpay Bizbirlik, “Tereke Defterleri ve Edirne Tereke Defterleri Üzerini Bir Deneme”, Türkler, X, Ankara
2002, s. 731.
13
Serap Yılmaz, “İranlı Ermeni Bir Tüccarın Terekesi ve Ticari Etkinliği Üzerine Düşünceler”, Tarih
İncelemeleri Dergisi, S. VII, İzmir 1992, s. 191.
14
Kassam, sözlükte taksim eden, bölüştüren anlamına gelirken Osmanlı uygulamasında, miras davalarında bizzat
dava mahalline giderek, gerekli tahkikatı yapıp, ihtilaf hakkında bir neticeye vardıktan sonra, davayı hükme
bağlayan ve terekeyi varisler arasında taksim eden şer’i memuru ifade etmektedir. Bkz. Sait Öztürk, “kassam”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXIV, İstanbul 2001, s. 579.
15
Bayram Ürekli- Alpay Bizbirlik, “Karaman Valisi Çelik Mehmet Paşa’nın Terekesi” Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, S. 1, Konya 1994, s. 177.

5
I. BÖLÜM

1839–1841 YILLARINDA SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK

DURUMU

I. OSMANLI DEVLETİ’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM

Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıl’a gelinceye kadar, yaptığı fetihlerden kârlı

çıkarken bu yüzyıldan sonra, arka arkaya yenilgiler almaya başlamış, devletin

merkeziyetçi yapısında farklılıklar oluşmuştu. Osmanlı’nın karşısındaki batı, eskisi

gibi değildi. Osmanlılara nazaran deniz ticareti ve teknoloji açısından belirli bir

üstünlük kazanmıştı. Artık Osmanlı Devleti’nin hasımları da kuvvetliydi. Aynı

zamanda bu hasımlar çıkarları örtüştüğünde birlikte hareket edebiliyorlardı16.

Tımar sisteminin yerini iltizam usulüne bırakması, eyaletlerde merkezî otoriteyi

sarsacak sebepler doğuruyordu. XIX. yüzyılda devletin en önemli sorunlarından birisi

de kuşkusuz bağımsızlık hareketleriydi. Devletten ilk kopmalar bu yüzyılda başladı ve

devam etti. Bu dönemde ordu’nun durumu da yeterli değildi. Yeniçerilerin sayısı savaş

şartlarının değişmesinden dolayı artırılmış, bu artış beraberinde sosyal, siyasal ve

ekonomik bazı sorunları getirmişti17.

Bu dönemde Osmanlı Devletinde üretim ve tüketim esnaf loncalarının

denetimindeyken iç ve dış ticaret devletin denetiminde ve gözetiminde belirli kurallara

göre yapılıyordu18. Ancak ticarî ayrıcalıklar ve genişletilen kapitülasyonların da

16
Bu konuda bilgi için bakınız. Cemal Kafadar, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”, Osmanlı Geriledi mi?,
İstanbul 2006.
17
Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara 1987, s. 106.
18
Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, s. 6.

6
etkisiyle Osmanlı endüstrisini geliştirme çabaları sonuçsuz kalıyordu.

Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda toprak ve nüfus bakımından dünyanın en büyük

devletlerinden birisiydi. Yüzyıla gelininceye kadar büyük badireler atlatmış, haliyle

yıpranmıştı. Dünya, ekonomik, siyasî, askerî pek çok alanda değişim geçirmiş, bu

alanlarda ve özellikle savaş tekniklerinde gittikçe ilerleyen ülkelerle komşu olunmuştu.

Bu nedenle Osmanlı Devleti, gerek teknolojik gelişmeleri gerekse değişen dünya

düzenini yakalama çabası içerisine daha XIX. yüzyıl öncesinde girmişti19.

XVIII. yüzyıl’ın sonlarında dünya politika ve dengelerinde önemli bir takım

değişmeler yaşandı. Rusların, Balkanlar ve Akdeniz Bölgesinde yayılma politikasını

gütmeleri, 1774’te Ruslarla yapılan Küçük Kaynarca Anlaşması ile sonuçlandı.

Nitekim bu antlaşma ile Ruslar, Karadeniz ve boğazları kullanarak, Akdeniz

Bölgesinde yayılma politikasını harekete geçirmeye başlamışlardır. Zira Rusya, bu

antlaşmayla Osmanlı Devleti’nde serbest ticaret yapma hakkını elde ediyordu. Üstelik

Rusya, bu hakkı sadece kendisi için değil Rus bayrağı altında olmak kaydıyla istediği

yabancılar için de elde etmişti20. Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya’ya Hıristiyan

tebası üzerinde himaye hakkı tanımıştı. Rusya, bu hakkı kullanarak sürekli Osmanlı

Devletinin iç işlerine müdahale etme fırsatını da yakalamıştır21. Bu antlaşmanın Rus

çarına “padişah” unvanını vermesi ve Rusya’ya dilediği yerde konsolosluk açabilme

hakkının tanınması, Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurma çabasında etkili

19
Osmanlı sanayi gelişimi hakkına bilgi için bakınız. Edward C. Clark, “Osmanlı Sanayi Devrimi”
Tanzimat,Ankara 2006, s. 499-512.
20
Ali İhsan Bağış, “İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Toprak Bütünlüğü Politikası ve Türk
Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 45.
21
Süleyman Kocabaş, Türkiye ve İngiltere, İstanbul 1985, s. 53.

7
olmuştur22. Bu antlaşmanın acı sonuçlarından biri de Kırım’ın ilhak edilmesidir. Rusya

Kırım’ın ilhakıyla Karadeniz’e tam anlamıyla çıkmış, büyük ölçüde genişleme

politikasını gerçekleştirmiştir23.

XVIII. yüzyılın sonlarında meydana gelen Fransız İhtilali, devletler üzerinde

önemli etkiler yaratmış, dünya dengelerini değiştirmiştir. Başlangıçta ihtilalin Osmanlı

toplumuna doğrudan bir etkisinin olmayacağı, bu hareketlerin, Fransa’nın bir iç

sorunu, hatta Osmanlı topraklarına giremeyecek bir Hıristiyan sorunu olarak

düşünülmüştür24.

Osmanlı Devleti çeşitli uluslardan oluşuyordu. Ancak Fransız ihtilal’in yaymış

olduğu milliyetçilik akımı, Osmanlı Devleti’nin millet sistemiyle bağdaşmıyordu25. Bu

nedenle Osmanlı Devleti Avusturya ve Rusya ile savaş halinde olunmasının da

etkisiyle, ihtilale ilgisiz kalmışsa da26 ihtilal sonucunda Avrupa’da yayılan ulusçuluk,

hürriyet, eşitlik, prensipleri, XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı

İmparatorluğu’nu da etkilemeye başladı. Nitekim 4 Şubat 1804’te Sırp İsyanı ve 12

Şubat 1821’de Mora’da Yunan İsyanı, bu fikirlerin etkisiyle ayrılıkçı düşüncelerle

çıkarılan isyanlardı27.

İhtilal’in zararlı etkilerinden korunmak için, uluslar arası zeminde savunma

durumuna geçen Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılın sonlarından başlamak üzere XIX.

yüzyıl boyunca kendi kuvvetine dayanan bir siyasetten uzaklaşarak, devletlerin

22
Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Ankara 1998, s. 15.
23
Bağış, Türk Diplomasisinin Çaresizliği, s. 45.
24
Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 110.
25
Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu 1839–1914, Ankara 1996. s. 40.
26
İsmail Soysal, Fransız Diplomasisi Münasebetleri (1789–1802), Ankara1999, s. 101.
27
Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, I, Ankara 1985, s. 64.

8
menfaat çatışmalarından istifade etme temeline dayanan, bir denge politikası

izlemiştir28. Bu politikayı izlemekteki amaç ise Avrupa’nın büyük devletleri arasında

çıkar çatışmalarından yararlanarak, devletin siyasal bağımsızlığını ve toprak

bütünlüğünü sürdürmektir.

III. Selim padişah olduktan sonra (6 Nisan 1789) Avusturya ve Rusya ile devam

eden savaşlara, Avusturya ile yapılan Ziştovi (1791) ve Rusya ile yapılan Yaş (1792)

Antlaşmalarıyla son verilmiştir29. Bu dönemde devletin askeri bakımdan zayıflaması,

toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunmasında diplomasiyi ön plana

çıkarmıştır. Diplomasinin gerçekleşmesi içinse buna uygun kurumlar geliştirmenin ve

bu konuda uzman kişiler yetiştirmenin önemli olduğu anlaşılmıştır.30

III. Selim, devletin içine düştüğü durumdan kurtarılabileceğine inanıyordu. Bu

nedenle ıslahat girişimlerinde bulundu. Bu dönemde yapılan “Meclis-i Meşveret” adlı

toplantılarda devlet adamları, devletin gidişatı hakkında neler yapılabileceğini dile

getirmişlerdir. Bu görüş ve düşünceler rapor halinde hazırlanarak “Islahat Layihaları”

adıyla padişaha sunulmuştur. Bu raporlar doğrultusunda ve III. Selim’ in önderliğinde

“Nizâm-ı Cedit” denilen bir takım yeniliklere girişilmiştir. III. Selim’in 1789–1807

yıllarını kapsayan padişahlığı, Kabakçı Mustafa İsyanıyla tahttan indirilmesi şeklinde

sonuçlanmıştır31. Osmanlı Devleti, yapılmaya girişilen bu ıslahat girişimleriyle değişen

dünya düzenine ayak uydurmak ve eksik görünen noktalardaki boşlukları doldurmak

28
Gül Akyıldız, “ III. Selim’in Dış Politika Anlayışı ve Diplomasi Reformu Çerçevesinde Batılılaşma Siyaseti”
Türkler, XII, Ankara 2002, s. 664.
29
Vakur Versan, “Osmanlı Devletinde Tanzimat’tan Sonra Batı Devletler Hukukunun Benimsenmesi”, Çağdaş
Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 106.
30
Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 113.
31
Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri , s. 5.

9
için çabalamıştır. Ama getirilmeye çalışılan bu yeni düzen ulema ve bir kısım yönetici

işbirliğiyle, yeniçeriler tarafından durdurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek anlamda reformları başlatan kişinin II.

Mahmut olduğunu söyleyebiliriz. O, reformları gerçekleştirmekle kalmamış, onları

engelleyen unsurları da bertaraf etmeye çalışmıştır. Bu nedenle imparatorluk üzerinde

kalıcı etkileri olmuş, girişilen yenilik hareketleri başarılı sonuçlar doğurmuştur. II.

Mahmut’un reform hareketleri dönemini de aşarak kendisinden sonra da devam

etmiştir. Bilindiği gibi Tanzimat Fermanı’nın ilanı her ne kadar Abdülmecid dönemine

rastlasa da hazırlık safhası II. Mahmud dönemindedir32.

II. Mahmud tahta geçtiği ilk yıl devlet otoritesini sağlamlaştırmak için bazı

önlemler aldı. Bu önlemlerden birisi de ayanlarla imzalanan Sened-i ittifak’tır33.

Bilindiği gibi II. Mahmud tahta bir ihtilal sonucunda çıkmıştı. Bu dönemde Alemdar

Mustafa Paşa ile birlikte Rumeli ve Anadolu âyânları İstanbul’da egemen

konumdaydı34. İşte bu sözleşme âyânları meşrulaştırıp kurumsallaştırırken; aynı

zamanda onları baskı alında tutan bir belge özelliğindeydi35.

Sened-i İttifak’ı XIX. yüzyıl anayasa hareketlerinin bir başlangıç noktası

sayabiliriz. Bu sözleşmenin imzalanmasındaki asıl amaç, merkezî otoriteye kafa tutan

âyân ve valilerin bağlılıklarının yeniden sağlanmasıyken, bu belge padişahın mutlak

32
Enver Ziya Karal, “Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nda Batı’nın Etkisi”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 78.
33
Mehmet Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi 1299-1922, İstanbul 2001, s. 261.
34
Mehmet Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilâtı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 563.
35
Sina Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devletinin Uluslararası Durumu”,
Mustafa Reşit Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler, Ankara 1994, s. 8.

10
otoritesine ilk kez hukukî bir sınırlama getirmiştir36. Âyânlar, böylece padişah’ın

mutlak otoritesi karşısında, kendilerinin durumlarını garanti altına almak

istemişlerdir37. Sened-i İttifak, bütün bunların yanında bizlere o dönemde âyânların ne

kadar önemsendiğini de gösterir. Âyânlar artık onlarla aynı masaya oturulacak kadar

güçlenmiştir. Bu nedenle II. Mahmud ilk olarak çağdaş bir ordu kurup, merkezî

otoriteyi güçlendirmek istemiştir.

Sened-i İttifak’ın ardından Sekban-ı Cedid Ocağı kurularak yeniden askerî

ıslahatlara girişildi. Çok geçmeden bu olay yeniçerilerin isyanıyla sonuçlandı.

Alemdar Mustafa Paşa’yı öldüren yeniçeriler saraya yöneldiler. Bunun üzerine, II.

Mahmud sekban-ı cedid’ i dağıtmayı ve ıslahatçıları yok etmeyi kabul etmek zorunda

kalmıştır. Böylece askerî ıslahat XVIII. yüzyıl boyunca gündemden çıkmıştır. II.

Mahmud bu olaydan sonra reform hareketlerinin başarılı olabilmesi için reform

karşıtlarının yok edilmesini ve devlet otoritesini yeniden kurmayı zorunlu görmüştür38.

Bu bakımdan askerî ıslahatların yapılabilmesi için yeniçerilerin kaldırılması

gerekiyordu. Üstelik Yanya Âyânı Tepedelenli Ali Paşa’nın harekatında (1820) ve

Rumların isyanında (1826) yeniçerilerin başarısızlığı gün ışığına çıkmıştı.

Yeniçerilerin dış devletler karşısındaki durumu da hiç iç açıcı değildi. Onların bu

başarısızlıkları karşısında II. Mahmud yeniden askerî bir örgütlenmeye giderek Eşkinci

Ocağını kurdu (1826). Yeniçerilerin çok geçmeden isyan etmesi ocağı kaldırmak için

uygun bir fırsattı39. Bu fırsatı değerlendiren II. Mahmud yeniçeri ocağını kanlı bir

36
Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 115.
37
Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara, 2006, s. 86.
38
Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Server Tanilli, II, İstanbul, 1999, s. 30.
39
Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesi”, s. 9.

11
hareketle bastırdı.

Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra devlet otoritesi gözle görülür bir

biçimde yeniden kuruldu40. Zaten amaç merkezî hükümetin hâkimiyetini

güçlendirmekti. Böylece âyânlara boyun eğdirilebilecek ve dış tecavüzlere karşı

koyulabilecekti. Bazı âyânlar kendileri açısından tehlikeli olabileceğini

düşündüklerinden modern bir ordunun kurulmasının karşısında olmuşlardı. 1826

yılında âyânların korktukları başlarına geldi ve yıllar öncesinden de denenen fakat

başarısız olunan bir hareket başarıyla sonuçlandı41. Ardından Asâkir-i Mansûre-i

Muhammediyye adında bir ordu kuruldu. Avrupa orduları örnek alınarak kurulan bu

yeni orduda, Prusya subayları görevlendirildi. 42

Osmanlı Devleti Mora’da başlayan ayaklanmayı Mısır valisi Mehmet Ali

Paşa’nın yardımıyla bastırdı. Ancak 1827 yılında bir İngiliz-Rus-Fransız ortak

donanmasının Osmanlı donanmasını Navarin’de yakması, Yunanistan’ı bağımsızlığına

doğru götürdü43. Rusya’nın 1828’de Osmanlı Devletine karşı ilan ettiği savaş

Osmanlının yenilgisi ve Edirne Antlaşması ile sonuçlandı. Bu savaştan toprak

kaybederek ve Tazminat ödemeye mahkûm edilerek çıkılmıştı. Ağır şartlar taşıyan bu

antlaşma ile Yunanistan bağımsızlığına kavuştu. Yunanistan’ın bağımsızlığı Osmanlı

tebası diğer uluslara örnek olmuş, devletten kopmaların bir başlangıcını oluşturmuştur.

Doğu Akdeniz’de Mora elden çıkarken, Fransa’nın Cezayir’i işgaliyle (1830) batı

40
Stefan Yerasimos, “Tanzimat’ın Kent Reformları Üzerine”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 368.
41
Kemal H. Karpat, “Osmanlı Tarihinin Dönemleri: Yapısal Bir Karşılaştırmalı Yaklaşım”, Osmanlı Geriledi
mi, İstanbul 2006, s. 245.
42
Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi, s. 265.
43
Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara 1978, s. 19.

12
Akdeniz’de de Cezayir elden çıkmıştır44.

1831 yılında en önemli eyaletlerden biri olan Mısır’da Mehmet Ali Paşa isyanı

söz konusuydu. Kütahya’ya kadar ilerleyen isyancı kuvvetler büyük başarılar elde

ettiler45. Mehmet Ali Paşa’nın bağımsızlık isteği ve bu amaçla uluslar arası

girişimlerde bulunması Osmanlı Devletini İngiltere’ye yaklaştırdı. 1839’da İngiltere

ile yapılan Balta Limanı Antlaşması bu yakınlaşmadan kaynaklandı46. Mısır sorunu,

Osmanlı ordusunun Mehmet Ali Paşa’ya Nizip’te yenilmesinin ardından II.

Mahmud’un ölümünden sonra geçici olarak çözümlenebildi. Neticede Mısır’a yarı

bağımsızlık verildi47.

Ayrılıkçı isyanların ve devletten kopmaların yaşandığı bu dönemde, devletin bir

iç sorunu olan Mehmet Ali Paşa İsyanı, Avrupa devletlerinin desteğiyle

çözümlenebilmişti. Rusya’nın Akdeniz’deki çıkarları doğrultusunda Osmanlı

Devleti’nin yanında olması, İngiltere ve Fransa’nın doğu Akdeniz’deki çıkarlarını

tehlikeye sokmuştu. Bu nedenle yaptıkları yardımda amaç, yine kendi çıkarlarına

hizmet etmekti. Nihayet 1840 yılında Londra’da yapılan bir konferansla Mısır sorunu

devletlerin çıkarlarına uygun bir şekilde noktalanmıştır.

II. Mahmut, yoğun iç ve dış sorunların yaşandığı bu dönemde askerlik alanında

çeşitli düzeyde okullar açmış, donanma ve diğer askerî sınıflarda önemli iyileştirme

çalışmaları yapmıştır. II. Mahmut döneminde yapılan geniş kapsamlı yenilikler Yunan

isyanı ve Mısır meselesi gibi devleti uzun süre uğraştıran sıkıntılı bir zamanda

44
Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 118.
45
Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s.5.
46
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006, s. 54.
47
Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s.5.

13
gerçekleşmiştir48. Ayrıca askerî reformların yanı sıra, idare ve eğitim alanında da

düzenlemelere gidilmiştir. Hükümet şurası, Adliye İşleri Yüksek Kurulu, Askerî Şura

Dairesi bu dönemde oluşturulan idarî meclislerdir. Bunların yanı sıra modern eğitim

kurumları da açılarak Avrupa’ya eğitim için öğrenci ve subay da gönderilmiştir49.

Pek çok sıkıntının yaşandığı bu dönemde ülke yönetiminde merkezileşmeye de

gidilmiş yeni yönetin anlayışının gerektirdiği uzman memurlar ve uzman kurumlar

birbiri ardına kurulmaya başlamıştır50.

Yukarıda ifade edildiği gibi Tanzimat dönemi, II. Mahmud’un 1826’da

başlattığı yenilik hareketlerinin bir devamı niteliğindedir51. Tanzimat fermanında

hâkim olan düşünce Müslümanlarla gayrimüslimler arasında tam bir eşitlik

sağlamaktır. Tanzimatçılara göre, bu eşitlik sayesinde imparatorluğa bağlı bütün teba

birbirine kaynaşarak hep beraber imparatorluğun devamı için hizmet edeceklerdi52.

Osmanlı temel müesseselerinin batı modeline bürünmesi ve batıyı örnek alarak

imparatorluğu kurtarma gayreti, Tanzimat hareketinin temelini teşkil etmiştir53. Bu

durum kendi öz değerlerinden kopuk, batılı modellerin taklidi şeklinde ortaya

çıkmıştır. Ancak Ferman’ın getirdiği yeniliklerin uygulanması 1840-1856 yılları

arasındaki sürede büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Ne var ki, bu dönemde yapılan

48
Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi”, s. 564.
49
Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, İstanbul 1998, s. 184.
50
Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi”, s. 565.
51
Musa Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim”, Belleten, LII, Ankara 1988, s. 601.
52
Halil İnalcık, “Tanzimat Nedir?”, Tanzimat Değişim Süresinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 29.
53
Mehmet Aydın, “Tanzimatla Aranan Hüviyet”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu,
Ankara 1994, s. 15.

14
düzenlemelere tepkiler de doğmuştur54. Bu çerçevede Osmanlı Devletinin batılılaşma

çabaları değişim isteyenler için modası geçmiş olarak değerlendirilirken, geleneksel

değerlere ve yaşama şekline yapılan saldırılara direnen bir kısım halkla da

yabancılaşmasına neden olmuştur55.

Tanzimat’ın ardından yapılan düzenlemeler imparatorluğun bütününde aynı

anda başlatılmamıştır. Önce hükümet merkezine yakın yörelerde başlamış, daha sonra

uzak yörelerde uygulamaya geçilmiştir. Uygulama sırasında da yenilikleri benimsemiş

ve uygulayabilecek bir kadro oluşturulmaması, insanların yüzyıllardan beri

sürdürdükleri alışkanlıklarını değiştirmenin oldukça güç olmasından dolayı sıkıntılar

yaşanmıştır56.

II. SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU

A. Yeryüzü Şekilleri

Sivas şehri, İç Anadolu’nun kuzeydoğu kısmını oluşturan yukarı Kızılırmak

havzasında yer alan ve tarihi çok eskilere dayanan bir şehirdir57. Doğu Anadolu ve

Karadeniz Bölgesinde de toprakları bulunan şehrin bir bölümü Kızılırmak, bir bölümü

Yeşilırmak ve bir bölümü de Fırat havzasına girer. Ortalama yükseltisi 1000 metrenin

üstünde olan şehirde dağlar, dağlar arasında uzanan vadiler, çukurlarda oluşmuş ovalar

ve yüksek platolar başlıca yeryüzü şekillerini oluşturur58. Diğer taraftan Sivas şehri,

54
Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın Uygulanmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü
Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 296.
55
Kafadar, “Gerileme Meselesi”, s. 144.
56
Çadırcı, Tanzimat’ın uygulanmasında Güçlükler, 296.
57
İlhan Erdem, “Türkiye Selçuklu-İlhanlı İlişkilerinde Sivas”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum
Bildirileri, Sivas 2006, s. 65.
58
Zeki Ekmekçioğlu (ed. ), Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sivas, Ankara 1998, s. 17.

15
59
Türkiye’nin en uzun akarsuyu olan Kızılırmak’ın kaynak alanı durumundadır.

Kızılırmak Vadisine dik yamaçlar ile Merâkum Yaylası arasından gelen Mısmıl Irmak

ve Murdar Irmak, şehrin güneyinde Kızıl Irmağa dökülür60.

Sivas’ın iklimi ve bitki örtüsü, bulunduğu coğrafyanın şartlarına göre

şekillenmiştir. Sert bir kara iklimine sahip olan Sivas’ın, baharı gayet kısa, az yağışlı,

kışları çok soğuk ve kar yağışlıdır61. Kar bu şehrin özelliğidir. Bu şehirde yılın on iki

ayında beş ay kar görmek mümkündür.

Anadolu’nun doğudaki kilit kapısı olan ve tarihte büyük ticaret yollarının

üzerinde bulunmasının verdiği avantajıyla, önemli bir şehir olma niteliğini koruyan

Sivas, zaman zaman bu bölgede kurulan devletlere başkentlik de yapmış ayrıca bu

devletlerin stratejik ve ticarî açıdan en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir62

B. Tarihi

Sivas şehri, tarihin ilk dönemlerinden beri daima önemli bir yerleşim merkezi

olmuş, zamanımıza kadar burada pek çok medeniyetler ve devletler hâkimiyetlerini

sürdürmüşlerdir. Önemli yolların kavşak noktasında bulunmasının yanı sıra,

hayvancılık ve azda olsa tarım endüstrisi açısından insanlara uygun bir ortam sağlayan

şehir, Bizans döneminden itibaren siyasî bir öneme de sahip olmuştur63.

59
Ekmekçioğlu (ed), Sivas, s. 20.
60
Besim Darkot, “Sivas”, İslam Ansiklopedisi, X, s. 579.
61
Ömer Demirel, Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara
2000, s. 9.
62
Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti: Şihabuddin es- Sivasi”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006; Enver Konukçu, “Moğol Noyanları Kayılar ve Sivas”,
Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006; Abdurrahim Tufantoz, “Selçuklular Çağında
Sivas’ın Stratejik ve Ekonomik Önemi”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006.
63
İlhan Erdem, Selçuklu- İlhanlı, s. 65.

16
Tarihi süreçte, Sivas şehrinin bulunduğu bölge hakkında çeşitli bilgiler

verilmektedir. Araştırmacılar bu şehrin tarihini daha çok Anadolu’nun büyük bir

bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde incelemeyi uygun görmüşlerdir. Söz

konusu dönemde bu şehrin ilk sahiplerinin Hititler olduğu ifade edilir64. Dönemin

seyyahlarından Adrıen dupre Sivas şehri için “Kapadokya’nın Sebaste’si dir” demekte,

ve eski isminin “cabira” (kabira) olduğunu ifade etmektedir65. Önceleri Kabira,

Megolopolis, Diospolis, Talaurs ve Karana gibi isimlerle anılan şehir, Sivas adını ise,

Roma İmparatoru Ogüst’e sadakat ifade etmek üzere eski Yunancada Ogüst’ün şehri

anlamına gelen Sebast’tan aldığı kabul edilmektedir66. Sebast şehri uzun müddet Roma

idaresinde kalmış, sonradan Bizans idaresine geçmiştir. Şehrin önemli ticaret yolları

üzerinde bulunması, Bizans döneminde mühim bir vilayet merkezi olmasını da

sağlamıştır. Sivas, önceleri serbest bir vilayetken M.S. VIII. yüzyılda “Tem’a” yani,

askeri bir valilik merkezi oldu. Zira bu yüzyılda Bizanslılar Anadolu’yu “Tem’a”

adıyla bir takım eyaletlere ayırmışlardı. Sivas da bu tem’alardan birinin merkeziydi67.

Bizans Devleti’nin uçlardaki hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte uzun süre

mahalli prenslikler tarafından yönetilen şehir, VII. yüzyılın başlarında Sasani

Orduları’nın işgaline uğramıştır68. Bu işgalden sonra ise Malatya, Sivas ve Amasya’ya

kadar uzanan Emevi Ordularının akınlarına şahit olmuştur. Hatta bu akınlardan sonra

64
İsmail Hakkı Uzunçarşılı- Rıdvan Nafiz, Sivas Şehri, Haz. Recep Toparlı, Erzurum 1992, s. 4.
65
Adrıen Dupre’den nakleden Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas, İstanbul 2001, s. 51.
66
Hakkı Acun, “Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerinin Listesi ve Turistik Değerleri”, Vakıflar Dergisi, S.XX,
Ankara 1988, s. 183.
67
Kadri Erdil, Sivas Rehberi, Sivas 1953, s. 22.
68
Acun, Sivas ve Çevresi, s. 184.

17
Emevi Ordusunun komutanlarından biri olan Abdulvehhab Gazi69 Sivas yönetiminde

bulunduğu süre içerisinde şehrin imarı ve kalkınması ile halkın Müslüman olması

konusunda çalışmıştır70. Ancak Emeviler’in yaptığı bu işgaller sürekli olmamıştır.

Netice de Bizanslılar Sivas’ı tekrar ele geçirmeyi başararak XI. yüzyılın ortalarına

kadar hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir71.

Türklerin Sivas’a hâkim olmaları Malazgirt Zaferi’nden sonradır. Bu zaferin

ardından danişmendiler yönetimindeki Türkler, başta Niksar ve Sivas olmak üzere

Kayseri, Kastamonu ve Malatya arasındaki memleketleri bir Türk vatanı haline

getirmeye çalışmışlardır72. Öyle ki, Sivas Danişmentli Devleti’nin Anadolu’da

Bizans’tan ele geçirdiği ilk büyük şehir olmuştur73. II. Kılıç Arslan’ın hâkimiyetlerine

son verene kadar Danişmendiler sahip oldukları bölgelerde Türk yapı sanatının

Anadolu’daki ilk örneklerini vermişler, pek çok mimari eserler meydana

getirmişlerdir. Battal Gazi Mescidi, Yağıbasan Hangâhı, Zahirü’d-din İli Hanı adlı

mimari eserlerin yanında bugün hâlâ varlığını sürdüren Sivas Ulu Camii74 bizlere

Danişmendiler’in bıraktığı onların izlerini taşıyan muhteşem bir eserdir75.

69
Abdulvehhab Gazi, Sivas’ta şehir merkezinin doğusunda, Akkaya Tepesi üzerinde, yukarı tekke adıyla bilinen
yerde türbesi bulunan ve Anadolu’nun büyük velilerinden sayılan bir şahsiyettir. Doğum tarihi bilinmemektedir.
Emeviler döneminde Bizans içerisine yapılan akınlarda bulunduğu, Sivas’ta iki yıla yakın emir olarak kaldığı,
Bizanslıların Sivas’ı tekrar almaları üzerine yapılan bir savaşta (731) Sivas civarında şehit düştüğü
bilinmektedir. Bkz. İbrahim Yasak, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Sivas 2004.
70
Muammer Tokat- Erdoğan Dursun, Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Sivas’ta Eğitim, Sivas 1998, s. 4.
71
Uzunçarşılı-R. Nafiz, Sivas Şehri, s. 11.
72
Oğuz Ceylan, Sur ve Kaleleri İle Tarihte Sivas, Sivas 1988, s. 16.
73
Hüseyin Kayhan, “Danişmendli- Bizans İlişkileri”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas
2006, s. 97.
74
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Ulu Caminin Kılınçarslan tarafından yapıldığını yazmıştır. Bazı mahalli
rivayetlere göre ise bu eser Alaeddin Keykubat döneminin eseridir. Bir takım kaynaklarda Evliya Çelebi’nin
görüşü teyit edilmişse de, tarihi tam olarak bilinmeyen bu yapının XII. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş

18
Kılıç Arslan’ın Sivas, Niksar ve Tokat’ı ele geçirmesi ile Sivas’ın en parlak

dönemi başlamıştır. Sivas ve yöresini ele geçiren Selçuklular, buranın coğrafi ve

stratejik imkânlarından yararlanarak daha da güçlendiler. Bu dönemde uluslar arası

ticaret ilişkileri içinde önemli bir istasyon olan Sivas, bir vilayet merkezi haline

geldi76.

Alaeddin Keykubat dönemi (1219–1237) gerek ilim, gerekse bayındırlık

yönünden çalışmaların yoğunlaştığı bir dönemdi77. Bu dönemde Sivas şehri, daha da

büyüyüp gelişerek uluslar arası kozmopolit bir şehir haline geldi.

Selçuklu Devleti’nin istikrarını bozan gelişme 1240 yılında çıkan ve

Anadolu’nun büyük bir bölümünü etkileyen Babai İsyanı idi. Ardından 1243 yılında

Kösedağ Yenilgisi ile başlayan Moğol istilası, Selçukluları her açıdan olumsuz

etkiledi78. Savaşın ardından Moğollar tarafından üç gün süreyle yağma edilen Sivas

Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi İlhanlıların tayin ettiği valiler tarafından

yönetilmeye başlandı79. Böylece Sivas’a büyük bir kültür merkezi olma özelliğini

kazandıran Selçuklu dönemi sona ermiş oluyordu. Selçuklu dönemi sona ermişse de,

olabileceği, dolayısıyla Danişmentli dönemine ait olduğu bazı uzmanlar tarafından savunulmaktadır. Bkz.
Erdem, “Selçuklu-İlhanlı”, s.69. Adı geçen eserin fotoğrafı için Resim 1’e bkz.
75
Muharrem Kesik, “Danişmendliler Zamanında Sivas (1071–1175)”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum
Bildirileri, Sivas 2006, s. 119.
76
Erdem, “Selçuklu-İlhanlı”, s. 71.
77
Ekmekçioğlu, Sivas, s. 32.
78
Erdem , “Selçuklu-İlhanlı”, s. 74.
79
Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti: Şihabuddin es- Sivasi”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 223.

19
Selçuklular arkalarında Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese, Buriciye Medresesi

adıyla bu gün bile tarihe tanıklık eden ilim merkezlerini bırakmışlardır80.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Sivas şehri İlhanlıların

gönderdiği valiler tarafından yönetilmiştir. Bu valilerden biri olan Anadolu Genel

Valisi Emir Eratna, cesareti, adaleti ve akıllı siyasetiyle Sivas’ta siyasî bir otorite

haline gelmiş ve giderek Sivas’a kesin olarak hâkim olmuştur81.

1327-1381 yılları arasında hüküm süren Eratnalılar İlhanlılar’ın varisi

olmalarından dolayı Anadolu Selçuklu topraklarının büyük bir kısmına sahip

olmuşlardır. Kurucusunun ölümünden sonra gitgide zayıflayan devlet, Naib

Burhaneddin Ahmed tarafından yıkılmıştır82.

Sivas’ta Osmanlı hâkimiyetine kadarki geçen sürede Eratnalı bir vezir olan

Kadı Burhaddin Ahmet’i görüyoruz. Kadı Burhaneddin, Eratna Beyliğinin zayıflaması

ile idareyi ele alarak kendi adıyla anılan bir devlet kurmuştur83. 1381’de Sivas’a hâkim

olan Kadı Burhaneddin, kısa bir süre sonra Anadolu’da baş gösteren Timur tehlikesi

ile karşı karşıya kalmıştır84. Kadı Burhaneddin 1398 yılında Akkoyunlu beyi Kara

yülük Osman üzerine açtığı bir seferde öldürülünce, hükümet erkanı şehri Akkoyunlu

beyine değilde Yıldırım Bayezıd’e teslim etmişlerdir. Buradaki ilk Osmanlı hâkimiyeti

80
Sivas’ta Selçuklu eserlerinin fotoğrafları için Resim 2, 3, 4 ve 9’a bkz.
81
Göde, “Eratmalılar Devrin”, s. 39.
82
Göde, “Eretnalılar Devri”, s. 44; Eratna Devleti’nden günümüze kadar gelen mimari eser Sivas’ta Dabaz
Tekkesi olarak bilinen Güdük Minare’dir. Bu yapının fotoğrafı için Resim 5’e bakınız.
83
Bilal Kemikli, “Şiir ve İktidar: Hükümdar Şair Kadı Burhaneddin Örneğinde Bir İnceleme” Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 234.
84
Mustafa Öztürk, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, Sivas Kongresi IV. Uluslar arası Sempozyumu, Ankara
2005, s. 2.

20
ise çok kısa sürmüş ve Timur’un Sivas’ı kuşatmasıyla son bulmuştur85. Timur Sivas’ı

zapt ettikten sonra şehri yağmalamış halkına da büyük zulümlerde bulunmuştur.

Dilden dile anlatılan Timur’un zalimliği bu gün bile unutulmayacak kadar şiddetli

olmuştur. Evliya Çelebi Timur’un şehirde öldürdüğü insanlar hakkında şunları

anlatmıştır: “Sivas halkı ve binlerce çocuk boyunlarına Kur’an takarak Timur’u

karşılamaya çıkmışlarsa da demir yürekli nursuz adam bunları ayakları altında perişan

etmiştir. Burada yedi gün kalarak yetmiş bin bilgin ve halkı kılıçtan geçirmiştir. Bu

şekilde kaleyi dahi harap etmiştir.”86

Timur’un Sivas şehrini zaptı, yönetimin değişmesinin yanında demografik,

ekonomik ve fiziki açıdan tam bir yıkım olmuştur. Şehir ölen ve göçenlerden dolayı

önemli bir nüfus kaybına uğramıştır87. Şehrin zaptı sırasında burada bulunan ticarî

mekânların çoğu büyük ölçüde tahrip edilmiştir. En çok zarar gören ise şehrin fizikî

yapısı olmuştur88.

Kadı Burhaneddin’in damadı olduğu düşünülen Mezid Bey, 28 Temmuz 1402

Ankara bozgununun ardından Sivas’ı ele geçirerek burada beylik kurmuştur. Mezid

Bey, Çelebi Mehmet’in üzerine gönderdiği Bayezıd Paşa’ya yenilmiş ve teslim

olmuştur. Mezid Bey’in affedilip Sivas’a vali olarak atanmasıyla Sivas ikinci defa

Osmanlı hâkimiyetine girmiştir89.

85
Darkot, “Sivas”, s. 572.
86
Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1993, III-IV, s. 155.
87
Ömer Demirel, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalanması”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri -
Makaleler- Sivas 2006, s. 17.
88
Demirel, “Sivas’ın Zaptı”, s. 18.
89
Öztürk, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, s. 3.

21
Sivas Akkoyunlu tehlikesi belirene kadar Osmanlı şehzadelerinin oturduğu

sancak merkezlerinden birisi olmuştur. 1472’de Akkoyunlu Ordusunun Timur’un

Sivas’a yaptığına benzer bir hareketle şehri yağmalaması karşısında Fatih Sultan

Mehmet harekete geçmiş, 1473’te Akkoyunlulara karşı Otlukbeli Zaferini kazanmıştır.

Bu seferin hazırlıklarının Sivas’ta yapılmış olması Sivaslılar üzerinde büyük bir

memnuniyete de sebep olmuştur 90.

1533 ve 1548 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman İran Seferine giderken, 1634

yılında ise IV. Murat Revan Seferine giderken Sivas’ta konaklamışlardır. Bu durum

Sivas’ın doğu seferlerinde bir üs olarak kullanıldığını göstermektedir91.

XVII. yüzyılda gerek Celali İsyanları ve gerekse merkezî otoritenin zayıflaması

yüzünden karışıklıklar yaşanmış, yerel güçlerle merkez arasında meydana gelen

çatışmalardan şehir çok zarar görmüştür92. Osmanlı yönetimi zamanında “Rûmiye’i

suğra” veya “Eyalet’i Rum” adları ile anılan bir Beylerbeyilik merkezi ve paşa sancağı

olan Sivas, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının doğal bir sonucu olarak, ekonomik,

sosyal ve kültürel yönden eski canlılığını ve zenginliğini kaybetmeye başlamıştır93.

Sivas’ın Kurtuluş Savaşı yıllarında da Türkiye tarihi açısından önemli bir yeri

vardır. Sivas, Anadolu’nun kalbi olma özelliğini kurtuluş mücadelesinde de göstermiş,

4 Eylül 1919’da burada toplanan Sivas Kongresiyle Cumhuriyet’in temellerinin

atıldığı yer olma şerefine nail olmuştur.

90
Ömer Demirel, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri ve Esnaf Teşkilatı, Sivas 1998, s. 10.
91
Ekmekçioğlu, Sivas, s. 34.
92
Acun, “ Sivas ve Çevresi”, s. 185.
93
Ceylan, Tarihte Sivas, s. 21.

22
C. Yönetimi

Osmanlı Devleti, idarî bakımdan merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki esas

yapıdan oluşuyordu. Osmanlı taşra teşkilatında idarî sistemin en üstünde “eyalet” ve

eyaletlere bağlı “sancaklar” bulunmaktaydı. Sancaklar da “kaza” ve “nahiye” gibi alt

idarî birimlere ayrılmışlardı94.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra ilk olarak Rumeli ve Anadolu

eyaletleri oluşturulmuştu. XIV. yüzyılın sonlarında ise Rumiye eyaleti kuruldu.

Amasya Canik, Çorum, Karahisar-ı Şarkî bölgeleri de bu eyalete dâhil edildi95. XV.

yüzyılın ilk yarısında eyalet merkezi Amasya idi. XVI. yüzyıldan itibaren Sivas,

Eyalet-i Rum’un “ paşa sancağı” olarak görülmektedir. Ayni-Ali Efendi’nin H.1018

(M.1602) tarihli eserinde eyaleti meydana getiren sancaklar ise Amasya, Tokat,

Bozok, Canik, Çorum, Divriği ve Arapkir olarak belirtilmektedir96. XVI. yüzyılda

Eyalet-i Rum’a Trabzon ve Malatya sancakları dâhil edilmişse de yüzyılın sonlarında

Malatya Dulkadir Eyaleti’ne bağlanmış, Trabzon ise müstakil bir eyalet haline gelmiş,

Karahisar-ı Şarkî, Kemah ve Bayburt kazaları ise Erzurum Eyaletine bağlanmıştır.

XVIII. yüzyılın sonlarında Eyalet-i Rum’da “kaza” olarak geçen yerleşim

birimleri şöyle sıralanmaktadır:

“Sivas, Yıldızeli, Tokat, Şarpare, Niksar, Karakaya, Erak, Sonusa, Taşabad,

Zile, Karahisar-ı Behramşah, Hüseyinabad, İnallu-ballu, Kazabad, Turhal, Sivasili,

94
Adnan Gürbüz, “XV-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde İdari ve Ekonomik Yapı”, Vakıflar Dergisi, S. 26,
Ankara 1997, s. 87.
95
Saim Savaş, “18. Asrın sonlarında Sivas’ta İdari Durum Asayiş ve Ahlak”, Revak, Sivas 1991, s. 40.
96
Aynî Ali Efendi, Osmanlı İmparatorluğunda Eyalet Taksimatı, Toprak Dağıtımı ve Bunların Malî Güçleri,
çev. Hâdiye Tuncer, Ankara 1964, s. 32.

23
Gelmüfad (Gelmügat), Yakacık, Artukabat, Tibeğlü, Çepni-Çongar, Amasya, Çorum,

Canik (Samsun), Bozok, Divriği, Arapkir, Türkmanah-ı Yeniil ve Mamalu”97.

Osmanlı Devlet’inde taşrada idarî, askerî ve hukukî teşkilatlanmayı sağlamak

için beylerbeyi ve kadı görevlendiriliyordu. Devletin yürütme gücünü temsil eden

görevliler eyaletlerde “beylerbeyi”, sancaklarda “sancakbeyi” idi. Yargı gücünü ise

“kadı” temsil ediyordu98. Osmanlı Devleti’nde yargı yetkisi kadıya, verilen hükmün

uygulanma yetkisi ise ehl-i örfe aitti. Kadılarla, beylerbeyi, sancak beyi gibi ehl-i örf

arasındaki ilişki, bir astlık-üstlük ilişkisi değildi. Bunlar, aralarında işbirliği olmakla

beraber birbirlerinden bağımsız çalışan birer kamu görevlisiydiler99.

Tanzimat öncesinde şehir idaresi adeta kadı’ların tekelindeydi. Kadı bir şehrin

her türlü mülkî, beledî ve adlî işlerinden sorumlu olan memurdu. Kadı, Osmanlı taşra

teşkilatında, Tanzimat’tan önce, birçok hükümet işini ve belediye vazifelerini gören,

zabıtaya amirlik eden, bütün bunlarla birlikte adaleti tatbik eden bir memurdu100.

Osmanlı taşra teşkilatının diğer önemli görevlisi ise önceden bahsedilen “Beylerbeyi”

idi. Beylerbeyi daha çok yürütmeden sorumluydu. Önceleri sancağa gönderilen

yöneticiye “Sancakbeyi”, eyalete gönderilene ise “beylerbeyi” denilmekteydi.

Beylerbeyi’nin görev alanı “Beylerbeyilik” iken, zamanla “vilayet” ardından “eyalet”

olarak adlandırılmıştı. Bu çerçevede Beylerbeyine de zamanla “vali” denilmeye

başlanmıştır101.

97
Savaş, “18. Asrın Sonlarında Sivas”, s.40.
98
Gürbüz, “XV-XVI Yüzyıllarda Sivas”, s. 91.
99
Hasan Tahsin Fendoğlu, “Osmanlı’da Kadılık Kurumu ve Yargının Bağımsızlığı”, Osmanlı, VI, Ankara 1999,
s. 458.
100
Osman Ergin, Türkiyede Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul 1936, s. 77.
101
Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya 2001, s. 33.

24
Eyaletin merkezi olan sancağa atanan sancakbeyi/vali, hem görevlendirildiği

sancağın hem de tüm eyaletin yöneticisi konumundaydı. Bölgeden ordu için gerekli

olan askeri hazır bulundurmak, bunlarla ilgili her türlü problemle ilgilenmek, halkının

asayiş ve güvenliğini sağlamak gibi sorumluluklara sahipti102.

Tanzimat’ın ilânı sıralarında atandıkları eyalet merkezinde oturan valiler

kendilerine bağlı sancaklara da mütesellimlerini göndermişlerdir103. Ayrıca kendileri

seferde olduklarında, eyalet ve sancakların yönetimi yine “mütesellimler” tarafından

yapılmıştır. Mütesellimler ise, genellikle bölgelerinde nüfuzlu ailelerden

atanmaktaydı104. Eyalet yönetiminde “mutasarrıf” ve “muhassıl” adlı yöneticiler de

bulunmaktadır. Bunlar özel durumun ortaya çıkardığı geçici kurumlardır. Mutasarrıf,

vali ile aynı yetkilere sahiptir. Vezir rütbesini alan kimselere valilik görevi bazı

nedenlerle verilmeyince, bu kişilere geçimlerini sağlamaları amacıyla birkaç sancağın

yönetimi verilmiştir. Tanzimat’ın ilânından önce azda olsa karşılaşılan “muhassıllar”

ise eyalet ve sancağın hem valiliğini yapan hem de hâsılatını toplayan kimseler olarak

adlandırılmaktadır105. Bunların yanında şehrin alaybeyi, yeniçeri serdarı, kale

görevlileri, kadı naibi, müftüsü, nakıbü’l-eşraf kaymakamı ve şehir emini gibi

görevlileri de bulunmaktadır106.

102
Hayri Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapısı (XVII. Y. Y. İlk
Yarısı), Ankara 2001, s. 25.
103
Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlânı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1826-1839)”, Belleten, LI, Ankara 1988,
s. 1222.
104
Saim Savaş araştırmasında XVIII. Yüzyılın sonlarında Sivas’ı idare eden mütesellimlerin genellikle
Zaralızade, Sarızade ve Kenanzade ailelerine mensup olduğunu belirtiyor. Savaş, “18. Asrın Sonlarında Sivas”,
s. 42.
105
Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1227.
106
Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 25.

25
Tanzimat reformlarına kadar Osmanlı taşra idaresinin ana birimi sancak iken

reformlar sonrasında eyaletlerin yerini vilayet teşkilatı almıştır. Sivas, Tanzimat’tan

sonra vilâyet statüsüne geçmiş Amasya, Çorum, Şebinkarahisar, Tokat sancaklarını da

bünyesinde barındırmaya devam etmiştir107.

XVI. yüzyılın ikinci yarısından, Tanzimat’ın ilânına kadar varlığını sürdüren

mütesellimler, sancakları ya bir vali ya da devlet hazineleri adına yöneten memurlar

olarak karşımıza çıkmaktadır108. Sivas II. Mahmud döneminde Mukataat Hazinesi’nce

atanan görevliler tarafından yönetilirdi. Sivas’ın vali, mutasarrıf ve mütesellimleri

Mukataat Hazinesi tarafından padişaha öneriliyor ve böylece atamaları yapılıyordu109.

Tımar sisteminin giderek değişikliğe uğraması, iltizam ve mukataa usulünün

yaygınlaşması, Tanzimat öncesi en küçük yönetim birimi diyebileceğimiz

“voyvodalık” kurumunun gelişme ve yayılmasına neden olmuştur. Voyvodalar,

bölgelerinin vergilerini bizzat toplayarak hazineye veya ilgiliye ödemekle yükümlü

ayrıca bazı askeri görevleri de olan kimselerdir110.

Osmanlı şehir toplumunda devlet ile reaya arasında, hem ahalinin temsilcisi,

hem de emirlerinin reayaya ulaşmasında ve uygulanmasında resmî görevlilerin

yardımcısı olan ayanlar vardır111. Ayrıca imamla birlikte ihtiyar heyetini teşkil eden,

107
Bayram Kodaman, “XX. Yüzyıl Başında Sivas Vilâyeti (1901)”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat
Sempozyumu, Ankara 1987, s. 170.
108
Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1231.
109
Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri”, s. 15.
110
Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1233.
111
Özer Ergenç, “Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği Üzerinde Bazı Düşünceler”, VIII. Türk
Tarih Kongresi, II, Ankara 1981, s. 1269.

26
halk tarafından seçilen mahalle mümessilleri hüviyetinde olan muhtarlara da 1834

yılından itibaren rastlanmaktadır112.

D. Ekonomisi

Önemli ticaret yollarının üzerinde yer alan Sivas şehri, bu özelliğini çok eski

tarihlerden beri korumuştur. Bu ticaret yollarının birinin kuzey-güney, diğerinin ise

doğu-batı doğrultusunda, Anadolu’yu bir baştın bir başa kat ederek uzanması, Sivas’ın

ticaret ağını fazlasıyla genişletmiştir. Bu özelliği ile Sivas’ın, kuzeyde ve güneyde

önemli liman ve ticaret şehirlerini, batıda İstanbul, İzmir ve bu şehirler aracılığıyla

Avrupa’nın önemli merkezlerini birbirine bağlayan güzergâh üzerinde bulunduğu

görülmektedir113.

Sivas şehir merkezinin genel ekonomik yapısında ticaret, küçük el zanaatları ve

ziraat önemli bir yer tutmaktadır. XV. ve XVI. yüzyıllarda ticaret ve tarımın yanı sıra

boyahane ve tuzla gelirleri de şehir ekonomisi üzerinde oldukça etkilidir114.

Diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi Sivas şehrinde de, şehrin iskân

bölgesini oluşturan mahalleler ile iş sahası durumundaki ticaret ve sanayi bölgeleri,

bazı istisnalar dışında, birbirinden ayrıdırlar115. Şehirde ticaret ve sanayi bölgeleri;

kentin asıl kapalı alış veriş merkezi özelliğindeki, büyük tüccarların bulunduğu, transit

ticarete konu olan malların alınıp satıldığı “Bedestenler”116, bedesten’in çevresinde

112
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1986, s. 228.
113
Muhiddin Tuş, “XIX. Asır Ortaların Doğru Sivas’ın İktisadî Yapısı”, Revak, Sivas 1995, s. 40.
114
Galip Eken, “Tanzimat Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı Bilgiler”, Revak, Sivas
1999, s. 17.
115
Ömer Demirel, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Şehir Ekonomisi (Sivas Örneği)”, Osmanlı, III, Ankara 1999, s. 504.
116
Halime Doğru, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Eskişehir 1995, s.
116.

27
geceleme yeri ve ticaret yapılan konaklama yerleri niteliğindeki “Hanlar”117, genel

olarak zanaat ürünlerinin üretim ve alışverişinin yapıldığı üstü kapalı pazar

özelliğindeki “Çarşılar”118 ve pazaryerleridir. Ayrıca debbağhâneler, tahmishâneler,

boyahâneler, değirmenler, mumhâneler de sanayi ve ticarî özellikler gösteren

yapılardır119.

Ömer Demirel XIX. yüzyılda Sivas çarşılarında toplam 26 çarşı, 4 pazar, 14

han, 2 debbağhâne, 3 mumhâne, 5 boyahâne ve 82 değirmen, ayrıca bu çarşılarda 932

civarında da dükkân olduğunu belirtmiştir120. Bu yüzyılda Sivas, ticarî şehir özelliğini

kısmen korumaktadır. Sivas üzerinde hâlâ devam etmekte olan transit ticarette, Sivaslı

tüccarlarla birlikte Beyrutlu, Ankaralı ve İstanbullu tüccarlara da rastlanmaktadır.

Genel olarak Sivas’ın ticarî dengesini sağlayan gelir kaynaklarını ise şöyle

sıralayabiliriz:

a. Sivaslı tüccarların elde ettikleri gelir

b. Devlet personeline hizmetleri karşılığında ödenen ücret

c. Çıkarılan madenlerden elde edilen gelir

d. Geniş bir araziye sahip olması nedeniyle, ziraattan elde ettiği ihtiyaç fazlası

ürünlerin geliridir.

Sivas şehrinde arazi ve iklim, ziraat ve hayvancılık için elverişli olduğundan en

çok hububat ekimi yapılıyordu. İhtiyaç fazlası olan hububat İstanbul veya kuraklık

117
Doğru, Osmanlı Kentleri, s. 117.
118
Demirel, “ Şehir Ekonomisi ”, s. 504.
119
Demirel, “Şehir Ekonomisi”, s.504.
120
Demirel, “Şehir Ekonomisi”, s. 506.

28
yıllarında yeterli üretim yapılamayan bölgelere gönderiliyordu121. Zaten Osmanlı

şehirlerinde halk kitlelerinin ihtiyaç duyduğu en önemli yiyecek maddesi hububattı.

Bu nedenle yöneticiler hububat iaşesi konusuna büyük bir önem vermiş ve bu konuda

gerekli gördüklerinde her türlü tedbiri almışlardır122.

Osmanlı şehirlerinde, halkın ihtiyaçlarını giderecek her türlü malı üreten esnaf

grupları vardı. Sivas esnafının %46’sı mal üretimi yapmaktaydı. Bunlar aynı zamanda

alım-satım ile de uğraşıyorlardı. Bu üretim faaliyetlerine rağmen birçok hammadde ve

mamul mal Sivas dışından getiriliyordu. Gıda, dokuma, deri, maden ve küçük el

ürünleri, Sivas içinde üretilen mal çeşitleri arasında yer almaktaydı. Uzun kış

mevsimleri ve sahip olduğu sert iklim Sivas’ta zirai üretimi olumsuz yönde

etkilemekteydi123. Sivas’ta hayvancılık ise ailelerin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya

yönelik olarak yapılıyordu. İncelediğimiz terekelerde, kişilerin malları arasında,

hayvan sahibi olanların az olması, çoğunlukla az sayıda inek, koyun, davar ve keçi

beslemeleri, kendi süt, yoğurt, peynir gibi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hayvan

besledikleri tezini desteklemektedir.

Sivas’ta pek çok malın üretimi yapılmasına rağmen, üretim miktarı şehir

ihtiyacının tamamına cevap verememiştir. Şehir ihtiyacının karşılanabilmesi için şehir

dışından eşya ve erzak getirilerek, problem giderilmeye çalışılmıştır. İncelediğimiz

tereke kayıtlarında Anadolu’dan: İslambol, Diyarbakır, Erzurum, Zile, Kütahya,

Karahisar, Kayseri, Tokat, Trabzon; Arap yarımadasından: Haleb, Şam, Trablus,

121
Tuş, “Sivas’ın İktisadî Yapısı”, s. 42.
122
Ahmet Uzun, “Osmanlı Devleti’nde Şehir Ekonomisi ve İaşe”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, III, S.
6, İstanbul 2005, s. 213.
123
Demirel, Sivas Şehri, s. 92.

29
Bağdat, Hama; Asya’dan: Acem, Tebriz; Rumeliden: Selanik ve Osmanlı haricinden:

Amelikan, İngiliz, Fransız menşe’li mallara rastlanılmıştır.

II. Mahmud döneminde Sivas’ta pek çok mesleki dalda üretim yapılıyorsa da

genel bir iktisadi kriz söz konusuydu. Hammadde kıtlığı, satışlarda narhın düşük

olması, vergi artışları ve özellikle de dışardan gelen yabancı malların imparatorluğu

istilası ile bu dönemde Sivas esnaf gruplarında hızlı bir çöküş başlamıştır124.

E. Eğitimi

İnsan kültürünün yeni nesillere aktarıldığı yegâne sistem olan eğitim, toplumun

kendini savunma mekanizmasıdır. Bir toplum eğitimle, hem kendini koruyacak yeni

nesiller hazırlar, hem de kendini geliştirecek bir ortam yaratır. Bu yüzden eğitim, her

toplumda ilk ele alınan, temel müesseseler arasında yer almaktadır125. Anadolu ve

Büyük Selçuklu devletleri gibi, Osmanlı Devleti de eğitimin bir devletin

yükselmesinde ve geri kalmasında önemli bir etkiye sahip olduğunun idrakine vararak,

eğitim ve öğretime gereği kadar önem vermişlerdir. Devlet yöneticilerini yetiştirmek

üzere okullar kurmuş, halk için sıbyan mektepleri ve medreseler tesis etmiştir126.

Mektepler; padişahlar, valide sultanlar, büyük devlet adamları, zenginler ve

diğer hayır sahipleri tarafından yaptırılır, kurucuları tarafından bağışlanan vakıflarla,

çocuklardan alınan haftalıklarla ve halkın yardımıyla desteklenirdi. Hemen hemen her

camide yapılmış olduğundan ve genellikle de camisiz köy ve mahalle

124
Demirel, Sivas Şehri, s. 105.
125
Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 148.
126
Ömer Demirel, “1876–1909 Yıllarında Sivas’ta Egitim”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas
2006, s. 160.

30
bulunmadığından mekteplerin yaygın bir öğretim verdiğini söyleyebiliriz127. Ömer

Demirel ilkokul düzeyi eğitim öğretim veren mekteplerin Sivas’ta bilinen ilk örneğinin

1514 tarihli Kerimçavuşzâdeler’in mektebi olduğunu ve bu mektepten itibaren 1850

tarihine kadar 34 mektep ismine rastladığını ifade etmiştir128. Evliya Çelebi Sivas’ta

140 adet mektebin bulunduğunu ve kırkının vakfının kuvvetli olduğunu belirtmiştir129.

Bir eğitim merkezi olan medreselerde eğitimin yanı sıra birer mescit, türbe,

çeşme, kütüphane ve bir dönem için dârü’z-ziyafe adlı bölümlere sahip olup,

medreselerin buna göre fonksiyonları farklılık gösterirdi130. Evliya Çelebi,

seyahatnamesinde Sivas’ta Hamam, Aşağıhisar, Hasanpaşa Medreselerinin varlığından

söz etmişse de131 günümüze kadar gelebilen 4 medrese vardır. Bunlar: Gökmedrese,

Çifteminare, Şifaiye ve Buruciye medreseleridir.

Gökmedrese 1271 yılında yaptırılmıştır. İki minaresindeki mavi çinilerden

dolayı Gökmedrese olarak bilinir. Zengin ve fonksiyonel bir medresedir. Osmanlı

dönemi içerisinde en fazla talebe sayısına sahip olan bu medrese bulunduğu mahalleye

kendi ismini de vermiştir132. Uzun yıllar büyük tahribe uğramış olan bu eser şimdilerde

restore edilmektedir133. Çifteminare yine 1271 yılında Dârü’l-Hadis olarak

yapılmıştır134. 1217–1218 yıllarında, Sultan I. İzzeddin Keykavus tarafından yapılan

127
Cahit Yalçın Bilim, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi (1734–1876), Eskişehir 2002, s. 2.
128
Demirel, Sivas Şehri, s. 46.
129
Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 159.
130
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 152.
131
Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 159.
132
Demirel, Sivas Şehri, s. 45.
133
Gökmedrese’nin fotoğrafı için Resim 14’e bkz.
134
Demirel, Sivas Şehri, s. 45. Çifte Minare’nin fotoğrafı için Resim 3 ve 4’e bkz.

31
Şifahiye Medresesi ise Anadolu’nun en büyük şifahanesidir135. İlmiye medresesi

olarak yapılan Buruciye Medresesi ise yine 1271 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev

zamanında yaptırılmıştır136.

Mektep ve medreselerin dışında eğitim öğretim yeri olarak camileri ve

zaviyeleri de sayabiliriz. Camilerde halkın namaz dışındaki bazı ibadet ve eğitimleri de

gerçekleştirilmektedir. Buralarda devletin halkı kendi istekleri yönünde eğitmesi ve

kendine bağlaması yönünden vaizlerin halka yaptıkları nasihatler halk eğitimini

etkilemiştir137. Zaviyeler de önemli ölçüde halk kitlelerini etkilemiş halk eğitimine

katkı sağlamışlardır. Ayrıca zaviye şeyhleri okul eğitimini destekledikleri gibi çok

sayıda kitap telif etmişlerdir. Bu da zaviyelerin eğitim faaliyetlerinin farklı bir yönünü

gösterir138.

Verilen eğitim hizmetlerinden biri de cami, medrese ve zaviye bünyelerinde ya

da başlı başına bir müessese olarak ayrı yerlerde inşa edilen kütüphanelerdir. Numan

Efendi Kütüphanesi, Hayri Efendi, Süleyman Paşa ve Ömer Efendi kitap vakıfları

Sivas şehrinde kurulan nadir kitap vakıflarıdır139.

Birçok yönüyle bir medeniyet beşiği olan Sivas, geçmişinden miras kalan

mimarî eserleriyle, eskiden beri kültüre verdiği değeri göstermektedir. Çünkü

şimdilerde maalesef yıkık dökük olsa da bizlere kalan bu mimari eserlerin çoğu,

dönemlerinde eğitim yuvaları olmuşlardır. Sivas’ı gezerken bir kültür eseri görmemek

135
Acun, “Sivas ve Çevresi”, s. 186.
136
Erdil, Sivas Rehberi, s. 27. Buruciye Medresesi’nin fotoğrafı için Resim 2’ye bkz.
137
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 146.
138
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 150.
139
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 154.

32
mümkün değildir. Çifte Minare’nin hemen karşısında Şifahiye’yi, Buruciye

Medresesi’ni görürsünüz. Türk tarihinde büyük önem taşıyan, kongre binası ise bu üç

mimari eserin karşısında bulunmaktadır.

33
II. BÖLÜM

SİVAS’TA FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPI

I. SİVAS MAHALLELERİ

Osmanlı şehirlerinde mahalle genel olarak birbirini tanıyan, belirli ölçüde

birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyo-kültürel, ekonomik, dinî ve hatta siyasî

dayanışma içinde bulunan kişilerin oluşturduğu topluluğun yaşadığı bölgedir. Her bir

mahalle şehri/bütünü oluşturan bir parçadır. Başka bir deyişle mahalle, aynı mescide

ibadet eden cemaatin aileleriyle birlikte yerleştikleri alandır140.

Mahalleler eski Osmanlı idaresinde mülkî, beledî ve adli teşkilatın ilk

basamağını oluştururdu. Nahiyeler mahallelerden önce, kazalar da nahiyelerden önce

gelirdi. Kazaları kadılar, nahiyeleri naibler, mahalleleri de imamlar idare ederdi141.

Mahallenin hem dinî hem sosyal yöneticisi olan imamlar, XIX. yüzyılın ikinci yarısına

gelene kadar bu vasfı korumuşlardır. Halkın toplandığı yer olan camiler, onların

yönlendirilmesinde ve uyarılmasında etkili bir mekândı142. İmamların cemaatlerine beş

vakit namaz kıldırmak ve ölenler için gerekli dîni hizmetleri yapmanın yanında başka

sorumlulukları da vardı. Mahalleyi ilgilendiren bütün işlerle yakından ilgilenirlerdi.

İmamlar halkın birbiriyle olan küçük anlaşmazlıklarının çözümünden, mahallelerin

güvenliği, temizliği ve düzeninden sorumlu tutulurlardı143.

140
Ömer Demirel, “Osmanlı Dönemi Sivas Şehrinde Sur, Saray, Mahalleler ve Sosyo-Kültürel Eserler”, Osmanlı
Dönemi Sivas Şehri -Makaleler-, Sivas 2006, s. 41.
141
Ergin, Türkiyede Şehircilik, s. 103.
142
Doğan Kuban, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, ? 1995, s. 186. Sivas’ta bulunan tarihî camilerle
ilgili örnek fotoğraflar için ekler bölümüne bkz.
143
Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s. 40.

34
1839–1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı Şer’iye Sicili kayıtlarında

incelediğimiz terekeler içerisinde mahallelerin farklı nitelikleri nedeniyle

adlandırıldıkları görülür. Mahallelerin adlandırılmasında esnaf isimleri, çarşı ve pazar

isimleri, cami, mescit, medrese, zaviye, imaret isimleri, derviş, şeyh, hoca isimleri gibi

nitelikler etkili olmuştur. Ancak, çoğunlukla medrese, zaviye ve cami ismini aldıkları

anlaşılmaktadır. Sivas mahallelerinden Şeyh Çoban, Tokmak, Sarı Şeyh, Ali Baba ve

Abdulvehhab Gazi mahalleleri zaviyelerin isimleriyle adlandırılmıştır. Bu durum

isimlendirmelerde dîni motifin kullanıldığını gösterdiği gibi aynı zamanda zaviyelerin

dîni ve sosyal hayattaki fonksiyonlarını göstermekte ayrıca bunların bölgenin imar ve

iskânında oynadıkları rolü ortaya koymaktadır144.

Cami’-i Kebir Mahallesi adını Ulu Camiden almıştır. Bu mahalle Kale-i Atik’in

güneyinde, çarşılara birleşik merkezi bir yerdedir145. Sivas’ın ilk mahallerinden olan

“Mescid-i Hoca Hüseyin” Cumhuriyet dönemine kadar gelmiş ve Demircilerardı

Mahallesi ile birleşerek zamanımıza kadar varlığını sürdürmüştür146.

XVI. yüzyıldan beri varlığı bilinen ve Cumhuriyet dönemine kadar varlığını

sürdüren mahallelerden birisi de Ganem Mahallesidir. Bu mahalleyi, muhtemelen

Sivas civarında bulunan Ganem Köyü’nden gelenler kurmuştur147. Günümüzde Ganem

Mahallesi, Billur Mahallesi sınırlarında kalmıştır. Bir mescit etrafında oluşun Billur

Mahallesi ise tahminen 1500–1501 yılında kurulmuş olabilir148.

144
Saim Savas, “Sivas Zaviyeleri”, Toplumsal Tarih, V, S. 28, İstanbul 1996, s. 55.
145
Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 41.
146
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 24.
147
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 28.
148
Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 42.

35
1553–1554 tarihlerinde kuruduğu muhtemel olan Veled Bey Mahallesi, Paşa

Hamamı yakınında yer almaktadır. Bu mahalle Cumhuriyet dönemine kadar varlığını

ve ismini korumuştur149.

Bu dönemde Üryan-ı Müslim adıyla anılan mahalle günümüzde Murdar Irmak

yanında olmasından dolayı Sularbaşı Mahallesi adını almıştır150. Murdar Irmak

boyunda bulunan diğer mahallelerden biri de Kösedere-i Zımmi Mahallesidir. Bu

mahalle. şehrin kuzeyinde bulunan en dış mahallelerden birisidir151.

Kösedere-i Zımmi Mahallesi ile birlikte Murdar Irmak boyunda bulunan diğer

mahalle Kösedere-i Müslim mahallesidir. Bunlarla birlikte şehrin kuzey-batı yönünde

bulunan Ece, Kurt Mescidi Mahalleleri en dış mahalle özelliğini gösterirler. Merkeze

yakın, şehrin kuzeyine doğru Bahtiyar Bostan Mahallesi ve onun ilerisinde Gökçe

Bostanı Mahallesi günümüzde de ismini korumuştur.

Bu dönemde ismi geçen Ferhat Bostanı, Keçi Bula, Hacı Veli şehrin kuzeydoğu

yönünde bulunmaktadır152. Ferhat Bostanı, Hamurkesen ve Keçibula Mahalleleri,

Cumhuriyet’in başlarından itibaren birleşerek Ferhat Bostanı adıyla günümüze kadar

gelmiştir153. Osman Paşa Mahallesi, 1703 tarihinden itibaren kaynaklarda cami ve

mektep olarak geçmekte, bu mahalle Kale-i Cedid, Veled Bey ile Örtülüpınar
154
Mahalleleri arasında bulunmaktadır . Aşağıda Osmanlı döneminde Sivas şehrinde

149
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 32.
150
Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 43.
151
Demirel, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 217.
152
Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 46.
153
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 44.
154
Demirel, Vakıf-Şehir, s. 45.

36
bulunan ve tereke kayıtlarından tespit edilen mahalle isimlerine bir tablo halinde yer

verilecektir155.

Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle Adları

Çavuşbaşı Küçükminâre
Bahtiyar Bostan Şems-i Firuş
Hoca Hüsam Hamam Ardı
Osman Paşa Tokmak Kapu
Kurtmescidi Hacı Veli
Kal’a-i Atîk Hacı Mahmut
Kal’a-i Cedîd Hoca Ali Çavuş
Oğlançavuş Hacı Mehmet
Köhnecivan Paşabey
Hacı Zâhid Hamırkesen
Klavuz Hoca Mahmut
Kırcuk Şeyh Çoban
Zilkar Değirmen
Ağcabölge Ferhat Bostan
Uryan-ı Müslim Ece
Uryan-ı Zımmi Baldızbazarı
Kayseriye Kapusu Şah Hüseyin
Keçibula İmaret
Kösedere-i Zımmi Örtülüpınar
Mümezgin Abdulkerim
Temürcilerardı Veledbey
Zaviye Alibabadan Sarı Şeyh
Câmi’-i Kebir Billur
Ganem Karbad
Gök Medrese Bab-ı kayseriye
Küçükbengiler Abdulvehhabgazi
Gökçebostan Kaleardı

155
Sivas’ta bulunan mahallelerle ilgili örnek fotoğraflar için Resim 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20’ye bkz.

37
Tablo 1’den anlaşılacağı gibi 1839-1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı şer’iye

siciline göre, Sivas’ta 54 farklı mahalle ismine rastlanılmıştır.

İncelediğimiz tereke kayıtlarında 16’sı ev sahibi olmak üzere 24 adet gayr-i

Müslim terekesine rastlanılmıştır. Evler 14 farklı mahalleye dağılmıştır. Gayr-i

Müslimlerin Müslümanlarla aynı mahallede yaşamalarından, birbirleriyle komşuluk

yaptıkları anlaşılmaktadır. Hatta incelediğimiz şer’iye sicilinden şehirde yer alan bir

çok mahallede Müslim ve gayr-i Müslimlerin birbirilerinden ev alıp sattıkları

anlaşılmaktadır. Bu da gayr-i Müslimlerin istediği mahallede mülk edinebilme

özgürlüklerini ispatladığı gibi Müslümanlarla Hıristiyanların karşılıklı olumlu ilişkiler

kurduklarını gösterir156.

XIX. yüzyılın başlarına kadar imamla birlikte mahalle ileri gelenlerinin de

mahalle halkı adına hareket ettikleri, mahalleyi ilgilendiren konularda bunların da

etkin oldukları görülmektedir. Yani muhtarlık örgütlenmesi öncesinde mahallede

imamla birlikte küthüda, ihtiyar adlarıyla anılan temsilciler de bulunmaktaydı157.

II. Mahmud döneminde özellikle taşradan göçü önlemek amacıyla, mahalle

düzeyinde yeni bir örgütleme gereği duyularak, ilk kez 1829’da İstanbul

mahallelerinde muhtarlık örgütü kurulmuştur. Bu örgüt köy ve kent mahallelerinde

1833-1836 arasında faaliyete geçmiştir158. Ardından Tanzimat ile ele alınan reform

hareketleri toplumun sosyal yapısında birçok değişiklik meydana getirmiş, iskân

156
SŞS, Nr. 20, s. 83-1, 92-1, 129-2, 132-2, 146-2, 162-1.
157
Musa Çadırcı, “Anadolu Kentlerinde Mahalle (Osmanlı Dönemi), Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve
Yerleşme, İstanbul ?, s. 258.
158
Çadırcı, “Mahalle”, s. 260.

38
birimlerindeki eski mahalle düzeni yerini, mahalleyi idare edecek resmî kuruluşlara

bırakmıştır159.

II. SİVAS EVLERİ

Ev, insanın her türlü fizyolojik, sosyolojik, estetik ve ekonomik ihtiyaçlarının

karşılandığı güvenliğinin sağlandığı bir korunak, ihtiyaç duyduğu bir yapıdır. Türk

toplumunda ev, vatan ve devlet gibi kutsal bir kavramdır. Çünkü bu kutsal kavramların

çekirdeği ailedir. Aile’nin yaşam yeri olan evlerde ise gelenek görenekler, edinilmiş

olan ahlâki değerler yaşatılır ve nesilden nesile aktarılır. Vatanı, milleti oluşturan

aileler sonraki nesilleri ilk burada sosyalleştirir ve topluma kazandırır. İşte evlerin

oluşmasında dini, ekonomik ve sosyal endişelerin olması taşıdığı büyük önemden

kaynaklanır160.

Osmanlı ev mimarisinde en çok Orta Asya, Orta Doğu, İslam ve Anadolu

gelenekleri etkili olmuştur. Bunların yanında coğrafi mekân, malzeme, ekonomik güç,

mimari bilgi ve ustalık gibi bazı etkenlerde Osmanlı evinin şekillenmesinde önemli rol

oynamışlardır. Tüm bu özelliklerin etkisiyle Anadolu evlerinde çeşitlilik arz eden bir

yapı ortaya çıkmıştır161. Diyebiliriz ki bu çeşitlilikte imparatorluğun etnik yapısı da

etkili olmuştur. Özellikle kırsal kökenli etnik grupların oluşturduğu ev tipinde önemli

ölçüde çeşitlilik söz konusudur. Belirli bir bölgede oturan grupların, aynı etnik

topluluğa ait olmaları ile inşa ettikleri konut tipleri arasında bir uyum varsa da, her

159
Kemal Ahmet Arû, “Osmanlı-Türk Kentlerinin Genel Karakteristikleri Üzerin Görüşler”, Tarihten Günümüze
Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul ?, s. 332.
160
Haşim Karpuz, Erzurum Evleri, Ankara 1984, s. 9.
161
Ömer Demirel- Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz, “Osmanlı Anadolu Ailesinde Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”,
Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 703.

39
etnik grup aynı bölgede veya imparatorluğun bütün topraklarında birbirlerinin

kullandığı tarz ve tiplerden yararlanmıştır. Çünkü halklar öylesine kuvvetli ve derin

karışmıştır ki her etnik grup için çoğunluğu oluşturdukları bir bölge varsa da her bir

kentte bütün etnik gruplar beraberce varlıklarını sürdürmüşlerdir162. Bu da hayatın

içinde olmanın gereği birbirlerinden etkilenmelerini sağlamış ve birçok etkenle birlikte

kent evlerinin çeşitlenmesine katkı sağlamıştır.

Osmanlı şehirlerinde sokak ya da caddeler, ev şehir bağlantısını sağlayan

unsulardır. Burada iki tür sokaktan bahsedebiliriz. Birisi herkesin kullanabileceği iki

tarafı açık yol anlamına gelen tarîk-i âmm, diğeri sokak sakinlerinin kullanımına açık

tarîk-i hass yani çıkmaz sokaklardır163. Mahremiyetin ve korunmanın bütün

avantajlarına sahip olan çıkmaz sokakların amacı, alanı, sokak sakinlerinin en fazla

yarar sağlayabilecekleri şekilde özelleştirmektir164.

Osmanlı evinin konumunda bir nevi dinî imar planı diyebileceğimiz kıble

faktörü etkilidir. Müslüman Türk ailesi için çok önemli olan bu durum evlerin bir yöne

uyum göstermelerini gerektirmiştir165. Sivas’ta evlerin yönünü etkileyen diğer bir

faktör de iklimidir. Burada evler sahip olduğu sert iklimi kırmak için cepheleri güneye

yönelik olarak yapılmıştır166.

162
Maurice M. Cerası, Osmanlı Kenti Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. ve 19. Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve
Mimarisi, çev. Aslı Ataöv, İstanbul 2001, s. 25.
163
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 704.
164
Paul Dumont, François Georgeon (ed), Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, çev. Ali Berktay, İstanbul
1999. s. 13.
165
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s.704.
166
Burhan Bilget, Sivas Evleri, Ankara 1993, s. 53.

40
Osmanlı evlerine dışardan bakıldığında yüksek duvarlarla kuşatıldığı görülür.

Evlerde barınabilmek için; ahır işleri, tezek yapımı, bahçe temizliği, erişte, pekmez,

etlik, bulgur gibi işlerin yapılması gerekirdi. Bütün bu işlerde kadına düşen pay büyük

olduğundan, evleri kuşatan yüksek duvarlar, birazda kadınlara serbestçe çalışabileceği,

kapalı bir ortam hazırlama amacı taşıyordu167. Bu duvarlardan bahçeye ya da avluya

geçilirdi. Avlu ve bahçe Osmanlı ailesinin yoğun olarak kullandığı mekânlardandı.

Avlunun bir uzantısı olan ahır, samanlık ve ambar gibi elemanlar evin zemin katında

bulunurdu168. Böylece kış aylarında evleri ısıtmak daha kolay olurdu169.

Mobilyasız olan odalarda her türlü kullanma ve yaşama ihtiyacı duvara bağlı

veya gömülü mobilya ile gideriliyordu. Evlerde her türlü yaşama ihtiyacı aynı odada

temin edilirdi. Bir odada yemek yenilir, oturulur, abdest alınır, namaz kılınır, yatılırdı.

Odaya pabuçla girilmez dışarının pisliği içeriye getirilmezdi170. Evin asıl odası

“tabhane” yani başoda’ydı. Ziyaretçiler buraya davet edilir, özellikle kışın ev sakinleri

için oturma odası olurdu171. Odanın bir duvarı ocak duvarıydı. Ocak hem ısıtıcı hem de

havalandırıcı görevi görüyordu. Ocak duvar hücre ve dolaplarla zenginleştirilmişti.

Öyle ki Türk evinde ocak, yuva ile özdeşleşecek kadar önemliydi172.

Buraya kadar Sivas evlerinin genel özellikleri hakkında bilgiler verilmiştir. Bu

genel girişten sonra, gerek bu bilgileri teyit etmek ve gerekse inceleme dönemimizde

167
Necdet Sakaoğlu, Divriği’de Ev Mimarisi, İstanbul 1978, s. 16.
168
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s.704.
169
Galip Eken, “XVIII. Yüzyıl Ortalarında Antep’te Aile”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 6, Konya 2000,
s. 479.
170
Sedat Hattı Eldem, Türk Evi Osmanlı Dönemi, ? 1987, s. 15.
171
Suraiya Faroqhi, “Şehir Evinin Fiziki Şekli”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s.
1152.
172
Cengiz Bektaş, Türk Evi, İstanbul 1996, s. 108.

41
evlerin özelliklerinin ne olduğunu tespit edebilmek için bazı değerlendirmeler

yapılacaktır. Ancak öncelikle tereke kayıtlarından hareketle Sivas’ta, bulundukları

mahalle ve fiyatlarına göre evlerin farklı niteliklerini gösteren bir tabloya yer verilecek

ve değerlendirmeler söz konusu tabloya istinaden yapılacaktır.

42
Tablo 2: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Ev Fiyatları

0-500 kuruş 500-1000 kuruş 1000-5000 kuruş 5000-… kuruş

Kösedere-i Müslim Tokmakkapı Hoca Ali Çavuş Hoca Mahmut


Billur Bahtiyar Bostan Paşabey Hamırkesen
Ganem Demirciler Ardı Ağcabölge(5) Uryan-ı Müslim
Ece Abdulvehhabgazi Uryan-ı Müslim(3) Demirciler Ardı
Hoca Hüssam Abdülkerim Çavuşbaşı(4) Cami-i Kebir
Kayseriye Kapusu Kale Ardı Kayseriye Kapusu(2) Veled Bey
Klavuz Keçibula Bahtiyar Bostan
Ganem Küçük Minare Baldır Pazarı
Cami-i Kebir Mümezgin Küçük Minare
İmaret Veledbey Abdulkerim
Ece Şems-i Firuş
Şems-i Firuş Billur
Ali Baba Hamam Ardı(2)
Gök Medrese Sarı Şeyh
Karbad
Bab-ı Kayseriye(2)
Bahtiyarbostan
Kösedere Zımmi(3)
Ece
Cami-i Kebir(4)
Şah Hüseyin
Hacı Mehmet
Hacı Veli
Küçük Bengiler(2)
Örtülü Pınar
Gökçe Bostan

43
Yukarıdaki tabloda terekelerde geçen evlerin Sivas’ta hangi mahallede ve hangi

fiyat aralığında olduğu gösterilmiştir. Mahallelerin bazılarında birden fazla eve

rastlandığından mahalle isimlerinin yanlarındaki sayılar o mahallede o fiyat aralığında

bulunan ev sayısını gösterir. Tabloya göre, evlerin çoğu 1000–5000 kuruş arasındadır.

Değeri 500 kuruşun altında olan 6 ev, 5000 kuruş ve üzerinde olan 11 ev vardır.

Evlerin çoğunun değeri 1000–5000 veya 500–1000 kuruş arasındadır. Bu durum,

Sivas’ta, 500 ila 5000 kuruş arasındaki evlerin genelin %77’sini teşkil etiği ve şehir

halkının daha çok mütevazi evlerde oturduğunu göstermektedir.

Terekelerde sadece iki yerde mülk-ü menzil’in konak olduğu belirtilmiştir.

Konakların biri Uryan-ı Müslim diğeri Hamırkesen mahallesindedir. Anlaşılan, bu

mahallelerde mütevazı evlerle konaklar bir arada yer almaktadır173. Terekelerde

diğerlerine göre bazı evlerin çok pahalı olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıda, bu konuda

bir tablaya yer verilecektir.

173
Sivas evleri ve konakları hakkında örnek fotoğraflar için Resim 21, 22, 23 ve 25’e bkz.

44
Tablo 3: 1839-1841 yıllarında Yüksek Fiyatlı Evler ve Sahipleri

Sayfa No Mahallesi İsim Ev Fiyatı Toplam


(kuruş) Tereke
(kuruş)

28-2 Cami-i Kebir El-Hac Mehmet 8500 1255, 5


Ağa bin Halil Ağa

62-1 Baldızbazarı Ali Ağa bin 10 000 20562, 5


Abdullah

140-1 Hamırkesen Ayvazzade 8000 23 800


Kerimesi Fatıma
binti Ömer Ağa

146-1 Uryan-ı Müslim Zaralızade Es- 25 000 32 072


Seyyid Lütfullah
Paşa İbn-i Osman
Bey

Görüldüğü gibi yüksek fiyatlı evlere sahip olanlardan ikisi “Ağa” ünvanına

sahiptir. Diğer ikisi ünlü ailelerden iken, aynı zamanda bunlardan biri de “Es-seyyid”

unvanına sahiptir. İlk tereke sahibinin borçları ve giderlerinden dolayı terekesinden

yalnızca 1255,5 kuruş kalmıştır. Diğer tereke sahiplerinden birinin “Ayvazzâde”

ailesinden bir kadın olması dikkat çekicidir. En son tereke sahibi ise “Zaralızâde”

ailesindendir174.

174
Zaralızâde aile mensuplarının genellikle ehl-i örf olarak görev yaptıkları bilinir. Zaralızâde ailesinden Osman
Paşa ilk olmak üzere Mehmed Paşa, Feyzullah Paşa, Recep Paşa, Lütfullah Paşa valilik ve mütesellemlik veya
Muhassıllık görevi yapmışlardır. Ömer Demirel, “Sivas Şehri Vakıf Kurucularına Dair”, Osmanlı Dönemi Sivas
Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 140-146.

45
III. SİVAS’IN DEMOGRAFİK YAPISI

Toplumların sosyal ve ekonomik durumlarının izah edilebilmesinde çeşitli

faktörlerden yararlanılabilir. Bu çerçevede toplumu oluşturan nüfusun özelliklerinin

bilinmesi de önem arz etmektedir. Bu nedenle toplum bilimleriyle uğraşanlar için

demografik veriler önemli kaynaklardır. Gerek sosyoloji ve gerekse tarih araştırmaları

ile uğraşanlar için en büyük sorun, olayları birçok yönden ele alırken bunları

oluşturanların sayısal ve yapısal durumlarını saptama güçlüğüdür175.

Nüfus, çok eskiden beri, gerek askerî ve gerekse malî konulardan dolayı

üzerinde önemle durulan, verdiği sayısal değerlerden yararlanılarak çıkarımlar

yapılabilen, halkın niceliksel yönünü sergileyen verilerdir. Bu nedenle sahip olunan

nüfusun miktarını tespit etmek amacıyla dönemin şartlarına ve ihtiyaçlarına göre

tahrirler yapılmıştır. Eski dönemlere ait tahrirleri değerlendirmek üzere “tarihi

demografi” diye bir ilim dalı da oluşmuştur. Osmanlı Devleti de bu ihtiyacı hissederek

fethedilen bölgede ilk olarak, nüfus ve arazi tahriri yapmıştır. Bu tahrirler XVII.

yüzyıla kadar periyodik denilebilecek nitelikte devam etmiş daha sonraki dönemlerde

yapılmamıştır. Bu tahrirlere, her ne kadar yapıldığı döneme ait bilgiler veriyorsa da,

günümüz anlayışına uygun nüfus sayımı demek mümkün değildir176.

Osmanlı Devletinde modern anlamda ilk nüfus sayımı II. Mahmud döneminde

yeniçeri ocağı’nın kaldırılmasıyla 1826–1828 yılları arasında yapılmıştır. Genel bir

nüfus sayımı için bir nevi tecrübe olan bu sayım Rusya’ya karşı girişilen harp

dolayısıyla sonuçsuz kalmıştır. Bu harbin Edirne Antlaşmasıyla sonuçlanmasının

175
Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s. 44.
176
Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 119.

46
ardından 1831 yılında Osmanlı hükümeti yeni bir sayıma girişmiştir177. Bu sayımda

amaç, yeniçeri ordusunun kaldırılmasından sonra, yeni bir ordu kurulması maksadıyla,

vergi kaynaklarının bulunması ve askerlik yapabilecek kişi sayısının tespit

edilmesidir178. Tanzimat’tan sonra yapılan sayımlarda ise, getirilen mâli yeniliklerin

ardından toplumun sahip olduğu gelir düzeyinin belirlenmesi ve bunun sonucunda

alınacak vergilerin tespit edilmesi amacı güdülmüştür179.

A. Müslüman Nüfus

Rum Eyaleti’nin merkezi olan Sivas, tarihin çok eski devirlerinden itibaren

önemli bir yerleşim alanı olmuştur. XV. ve XVI. yüzyıllarda şehir nüfusunda gayr-i

Müslimler çoğunluktadır. Nitekim 1454–1455 yıllarında Sivas’ta 216 Müslüman hane

varken 351 Gayr-i Müslim hane bulunmaktadır. Gerek Müslüman gerekse gayr-ı

Müslim hane miktarında zamanla bir artış gerçekleşmiştir. Ancak bu artış Müslüman

hane sayısında gayr-i Müslimlere oranla daha hızlıdır. 1519 ve 1520 yıllarında

Müslüman hane sayısı 333 iken, gayr-i Müslim hane sayısı ise bu rakamın nerdeyse üç

katı, yani 994’tür. 1553–1554 yıllarına gelindiğinde Müslüman nüfusu üç buçuk kat

artarak 1149 hane olmuştur. Gayr-i Müslim hane sayısındaki artış ise 236 ile toplam

1230 hanedir. Zamanla gözle görülür bir şekilde Müslüman hane sayısında hızlı bir

artış söz konusuyken, gayr-i Müslim hane sayısındaki artış daha yavaştır. Zaten

ilerleyen yıllarda Müslüman hane sayısındaki artışın devam etmesiyle birlikte nüfus,

Müslümanlar lehine gelişecektir180.

177
Enver Ziya Karal, Osmanlı İmparatorluğunda İlk Nüfus Sayımı, Ankara 1997, s. 8.
178
Karal, İlk Nüfus Sayımı, s. 11.
179
Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 120.
180
Saim Savaş, Bir Tekkenin Dini ve Sosyal Tarihi Sivas Ali Baba Zaviyesi, İstanbul 1992, s. 24.

47
Tanzimat dönemine gelene kadar, belirli yıllarda Sivas’a gelen seyyahların

verdiği bilgilerden faydalanarak Sivas nüfusu hakkında fikir edinilebilir. Biz de Adnan

Mahiroğulları’nın eserinden yararlanarak farklı yıllarda seyyahların Sivas nüfusu

hakkında verdiği şu bilgilere ulaşıyoruz181.

Tablo 4: Seyyahlara Göre Sivas Nüfusu

Tarih Seyyah Belirtilen Nüfus

1826 Victor Fontanier 40000

1827 Felix Lebaujour 50000

1835 Baptistin Poujoulat 15000 üzeri

1838 Eugene Bore 40000

1839 W. F. Ainsworth 16000

1851 A. D. Mordtmann 50000

Görüldüğü gibi seyyahların verdiği bu rakamlar değişiklik arzetmektedir.

Seyyahlar Sivas’a farklı yıllarda gelmişlerse de geldikleri yıllar birbirlerine yakındır.

Eugene Bore isimli seyyah 1838 yılında Sivas’ın nüfusunu 40000 olarak göstermiş,

hemen bir yıl sonra W. F. Ainsworth adlı başka bir seyyah nüfusu, 16000 olarak

göstermiştir. Belki bu durum göç ya da başka nedenlerle açıklanabilirse de daha çok

verilen değerlerin subjektif olduğunu hissettiriyor.

1830–1831 yıllarında yapılan ilk nüfus sayımının verileri daha güvenilir

sonuçlara götürebilir. Yapılan bu ilk nüfus sayımında Sivas’ta Veli Paşazade Selim

181
Mahiroğulları, Seyahatnamelere Göre Sivas, s. 60–88.

48
Sırrı Bey görevlendirilmiştir. Buna göre Sivas Livası’nın nüfusu 97253 Müslüman,

18537 gayr-i Müslim, toplam 115790 kişidir182. Bu yönüyle Sivas 1831 yılında

Anadolu’da büyük ve bölgesel ana merkezlerden birisidir183. Diğer taraftan XIX.

yüzyılın sonlarında Müslüman nüfus 442509, gayr-i Müslim nüfus ise 93165 kişidir184.

XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise nüfus daha da çok artarak 1220250 kişiye

ulaşmıştır. Bunların 214250’si gayr-ı Müslimdir185.

Buraya kadar Sivas’ta bulunan Müslüman ve gayr-i Müslimlerin nüfusları

hakkında bilgi verilmiştir. İnceleme dönemimizin daha iyi anlaşılabilmesi için

Müslüman ve gayr-i Müslim nüfusun tereke kayıtlarına ne oranda yansıdığı hakkında

bir tablo oluşturulmuştur. Aşağıda söz konusu tabloya yer verilecektir.

182
Karal, İlk Nüfus Sayımı, s. 215.
183
Suraiya Foraqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, çev. Emine Sonnur Özcan, Ankara 2006, s. 48.
184
Fikri Karaman “Sivas ve Salnâmeler Üzerine”, Revak, Sivas 2002, s. 115.
185
Kodoman, “Sivas Vilayeti (1901)”, s. 179.

49
Tablo 5: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Cinsiyetlerine Göre Tereke

Sahipleri

Tereke Sahipleri

Gayr-i

Müslüman % Müslim %

Erkek 84 68,2 24 19,51

Kadın 15 12,19 _ _

Toplam 99 80,4 24 19,51

İncelediğimiz 123 adet terekeden 99’u Müslümanlara ait olup toplam

tereke miktarının %80,4’ünü teşkil eder. Geriye kalan 24 tereke gayr-ı Müslim terekesi

olup %19,51 oranındadır. Tereke sahiplerinin %87,8’i erkek, %12,19’u kadındır.

Dikkat çekici noktalardan biri de gayr-i Müslim kadın terekesine rastlanmamasıdır.

Bazı zımmi terekelerinde, terekede gösterilen eş ya da çocuklardan yani varislerden

ölenler de olmuş ve terekede bu durum da belirtilmiştir. Büyük çoğunlukla bu kişilerin

mal varlıkları sıralanmayıp sadece ölümlerine değinilmiştir. Bu durum hem zımmi

terekeleri hem de Müslüman terekeleri için geçerlidir. Zımmi kadın terekesi yoksa da

varis ölümlerinde görülmektedir. Terekeler içerisinde bu durumda olan ve mal

varlıkları da sıralanan iki zımmi kadın da vardır186.

186
SŞS, Nr. 20, s. 55-1, 114-3

50
B. Gayr-i Müslim Nüfus

Osmanlı aile yaşamında farklılıklar dini ve etnik olmaktan çok bölgesel ve

coğrafidir. Osmanlı devletinde milletler uzun yıllar boyunca aynı coğrafyayı

paylaşmışlardır. Böylece oluşan tarihî-kültürel dokuda, imparatorluğun her dinden

halkları, aile yaşamları, âdetleri ile birbirine paralellik göstermiştir. Böylece “Osmanlı

Ailesi” terimine dini ve etnik unsur gözetilmeksizin Osmanlı olanlar dâhil olmuştur187.

Bu durumu, incelediğimiz belgelerde açıkça görebiliyoruz. Gayr-i Müslim olan aileler

ile Müslüman aileler aynı mahallelerde, aynı tarz evlerde yaşıyor, aynı eşyaları

kullanıyordu. Birbirileriyle komşuluk ediyor, borç alışverişinde bulunuyordu. Çünkü

her ne kadar etnik ve dinî yapıları farklı olsa da aynı hayatı paylaşıyor, beraberce

Osmanlı Devleti’nin tebasını oluşturuyorlardı.

Kayıtlarda gayr-i Müslimleri Müslümanlardan ayırmak için zımmi sıfatı

kullanılmıştır. Müslümanlardan ölenler için fevt, gayr-ı Müslimlerden ölenler içinse

hâlik tâbiri kullanılmıştır. Miras paylaşımı konusunda Müslümanlara tanınan hakların

hepsi zımmilere de tanınmıştır. Öldükten sonra tıpkı Müslümanlar gibi zımmilerin

malları da yakınlarına paylaştırılmıştır. Bu duruma dair örnekleri miras paylaşımı için

mahkemeye başvuran zımmi terekelerinde görmekteyiz188.

Gayr-ı Müslimler sosyal yaşamlarında İslam hukukuna uygun muameleye tâbi

tutulmuşlardır. Nikâh, boşanma, nafaka gibi hallerin çözümünde şer’i mahkemelere

başvurmuş ve kanun-i şer’i üzere işlem görmüşlerdir189.

187
İlber Ortaylı, Osmanlı Tolumunda Aile, İstanbul 2006, s. 2.
188
SŞS, Nr. 20, s. 18-1, 35-1, 55-1, 143-1, 158-2.
189
Mehmet İpcioğlu, Konya Şeriyye Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi, Ankara 2001, s. 131.

51
Osmanlı kentlerinin ekonomik yaşamında önemli rolleri olan gayr-i Müslimler

ticaret ve her türlü el sanatı ile uğraşmışlardır. Zamanla kendilerine tanınan

ayrıcalıklar artırıldıkça dil, kültür, din ve milliyetlerini yitirmeden Osmanlı sınırları

içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir190. Gayr-i Müslimler Müslümanlarla her türlü

sosyal ilişkide bulunmuşlardır. İncelediğimiz sicil defterinde böylesi kayıtlara

fazlasıyla rastlanılmaktadır Uryan-ı zımmi Mahallesi’nden Osman bin Ali adlı kişinin

mülkü menzilini Keşiş Agob veled Agob adlı zımmiye sattığını gösteren belge bu

kayıtlara bir örnektir191.

XV. ve XVI. yüzyıllarda şehir nüfusunda gayr-ı Müslimlerin yoğunlukta

olduğunu daha önce ifade etmiştik. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Müslüman nüfusunda

hızlı bir artış olmuş, gayr-ı Müslim nüfus oranı hızla düşmüştür. 1827 ve 1831

yıllarında yapılan nüfus sayımlarında gayr-i Müslim hanelerin Müslüman hanelerden

az olduğu görülmüştür. İlk sayımda 1830 Müslüman hanesine karşılık 1804;

ikincisinde 2005 Müslüman hanesine karşılık 1842 gayr-i Müslim hanesi olduğu

görülmüştür. Bu sayımlarda askerî grup hariç tutulduğundan bu farkın daha da fazla

olduğu anlaşılır192.

Sivas’ta gayr-i Müslim nüfusu yoğun olan Zilkâr Mahallesi Cumhuriyet

dönemine kadar ismini korumuştur. Bu mahalle önemli sayıda gayr-ı müslim nüfusa

sahip iken 1827–1831 yıllarında tamamen Müslüman nüfusun barındığı bir mahalle

hüviyetini kazanmıştır. Bazar Mahallesi de XIX. yüzyılda büyük çoğunluğu gayr-ı

190
Doğru, Osmanlı Kentleri , s. 221.
191
SŞS, Nr. 20, s. 129-2.
192
Demirel, Sivas Şehri, s. 63.

52
Müslim olan bir mahalle halindedir193. Aşağıda 1832 yılında Sivas’ta yaşayan gayr-i

Müslimlerin nüfusları hakkında bir tablo verilecektir. Bu tablodan gayr-i Müslimlerin

Sivas Mahallerinde dağılışı görülebilir.

Tablo 6: 1831 Nüfus Sayımında Gayr-i Müslimlerin Yoğun Bulunduğu

Mahalleler; 194

Mahalleler Hane Sayısı

Hoca İmam 58
Cami-i Kebir 72
Bazar 178
Köhne Civan 49
Sarı Şeyh 42
Üryan-ı Müslim 64
Üryan-ı Zımmi 119
Kösedere-i Zımmi 97
Akdeğirmen 105
Kilise 143
Ağcabölge 80
Ece 129
Örtülüpınar 87
Baldır bazarı 96
Küçük Bengiler 98
Küçük Minare 23
Temürciler Ardı 110
Bâb-ı Kayseriye 79

Bu nüfus sayımında gayr-i Müslim nüfusun çoğunluğunu Ermeniler

oluşturmuştur195. Ermenilerden sonra ise Rumlar gelmektedir. Gayr-i Müslim nüfusun

193
Demirel, Vakıf Şehir, s. 26.
194
Ömer Demirel, “ Sosyo-Ekonomik Açıdan Osmanlı Dönemi Sivas Ermenileri”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri
-Makaleler-, Sivas 2006, s. 185.

53
çoğunluğunu oluşturanların milliyetleri konusunda daha sonraki kayıtlardan edinilen

bilgiler de bunu doğrulamaktadır196.

195
Demirel, “Sivas Ermenileri”, s. 184.
196
Kodoman, “Sivas Vilayeti (1901)”, s. 179.

54
III. BÖLÜM

SİVAS’TA AİLE OLUŞUMU

I. AİLE VE OLUŞUMU

Aile, evlilik neticesinde ortaya çıkan ve akrabalık ilişkisiyle birbirlerine

bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluktur197. Fertlerin bir araya gelmesiyle aile,

ailelerin bir araya gelmesiyle de toplumlar oluşur. Toplumların ekonomi, siyaset,

eğitim, din gibi temel kurumlarının yanında en temel öğelerinden biri de ailedir. Her

toplumun kendi gelenekleri, görenekleri, örfleri, âdetleri, ekonomileri, dinî inanç ve

değerleri ailenin oluşumu ve biçimlenişi üzerinde etkili olmuştur198.

İnsanlığın başlangıcından itibaren var olan aile, toplumun varlığının devam

etmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Ekonomik hayata yön veren, sosyal ve siyasî

hayatı düzenleyen, dinî ve kültürel fonksiyonlar icra eden ailenin en önemli görevi

insanların varlığı ve yeni nesillerin teşekkülü hususundadır199.

Tüm toplumlarda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde toplumun temelini aile

oluşturur. Aile; anne, baba, çocuklardan, bazen torunlardan meydana gelebiliyordu.

Sadece eşlerden oluşan ailelere rastlanmakla birlikte, hala, dayı, teyze ve onların

çocuklarının da dahil olduğu geniş ve büyük ailelere de tesadüf edilmekteydi.

Aralarında kan bağı bulunmayan, ama aile ile birlikte yaşayan köleler de bu kurum

içerisinde sayılmaktadır. Osmanlı toplumunda gerek erkek ve gerekse kadın köleler

197
Mehmet Akif Aydın, “Aile”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, s. 196.
198
Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 31.
199
Ömer Demirel, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, I,
Ankara 1992, s. 97.

55
aile bireylerinden kabul edilir ve onlar arasında yer alırdı. Ayrıca kimlikleri bağlı

bulundukları aile ile beraber açıklanırdı200.

Osmanlı’da aile kurumuna yönelik uygulamalar İslam aile hukuku çerçevesinde

tayin edilirdi. Bu nedenle Osmanlı aile hukukunu İslam aile hukukundan bağımsız

olarak düşünmek mümkün değildir. Aslında İslam aile hukuku Hanefî mezhebine bağlı

olan Osmanlılarda titiz bir uygulama alanı bulmuştur. Kadı ve müftülere ait belgelerde

özellikle XVI. yüzyıldan itibaren hüküm ve fetvanın Hanefî mezhebinin en sahih

görüşlerine göre verileceği belirtilmiştir201.

Osmanlı ailesinin kaç kişiden meydana geldiği konusunda henüz ortak bir

kanaat oluşmamıştır. Bununla beraber geleneksel şehir ve köylerde “geniş aile” daha

işlevseldir. Ailenin üretimi, yıllık tüketim stoklarının hazırlanması, kırsal alandaki iş

bölümü, ailenin güvenliğinin sağlanması bakımından büyük ailenin tercih edilmesi

mümkündür202. Ayrıca Osmanlı ailesinde anne ve babanın, evlatları tarafından bakım

ve barındırılması, dini bir vecibe olmasının yanında yaygın bir kültürdü203. Geniş

ailede gelirler tek elde toplanır, harcamalar tek elden yapılırdı. Toplumda aile

üyelerinin aileden kaynaklanan bir saygınlığı vardı. Geniş ailede bireylerin eğitim,

korunma, dini, eğlenme ve dinlenme ihtiyaçlarını aile karşılardı. Geniş ailenin bu

özelliklerine karşılık çekirdek aile daha sınırlıdır204. Bütün bunların yanında

incelediğimiz terekelerin çoğunda tereke sahiplerinin evlerinin olması, kişilerin

200
İbrahim Güler, “Sinop’ta Medeni Durum”, Tarih ve Düşünce Dergisi, S. 3, İstanbul (Mart 2001), s. 23.
201
Mehmet Akif Aydın, İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstanbul 1996, s. 158.
202
Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 4.
203
Ömer Demirel, “1700-1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”, Belleten, LIV, S. 211, Ankara
1990, s. 953.
204
Faruk Kocacık, Sivas’ta Kentsel Aile, Sivas 1997, s. 6.

56
ebeveynlerinden farklı evlere sahip olduklarını dolayısıyla bir arada bulunmadıklarını

düşündürse de tüm ölümlerin şer’iye sicillerine yansımadığı göz ardı edilmemelidir.

Terekeleri inceleyen Ömer Demirel ve İbrahim Güler Osmanlı ailesinin geniş aile

olmadığını belirtmişlerdir205.

Osmanlı ailesinin önemli ölçüde değişmesi Tanzimat ile başlayan süreç

içerisinde olmuştur. Bu süreçte özellikle tarım ve eğitim alanında görülen yapısal

değişmeler, tüm dünyada yaşanan haberleşme ve teknolojik devrim, klasik aile

yapısını değişmeye zorlamıştır206.

A. Nişan

Nişan erkeğin kadına evlilik teklif etmesi, muayyen bir mihir üzerinde

anlaşmaları ve karşılıklı rızanın meydana gelmesi sadece akdin bulunmamasıdır. Nişan

bir evlilik değil bir evlilik vaadidir ve bu evlilik vaadinde İslami kurallara

uyulmaktadır. Aynı soydan veya sütten dolayı nikâh düşmeyen akrabayla, evli ya da

iddet bekleyen kadınla ayrıca başkasının istediği kadınla ki bu kadın teklifi kabul

etmişse, nişan teklifi yapılamazdı207. Evlilik öncesi bir hazırlık dönemi olan Nişan,

evliliğin sağlam temeller üzerine oturtulması için bir tedbir mahiyetindeydi. Çünkü

nişanın bozulması boşanmaya nispetle daha hafif bir hadiseydi208.

205
Demirel, “Demografi Aile”, s. 113; Güler, “Sinop’ta Medeni Durum”, s. 23.
206
Kocacık, Sivas’ta Aile, s. 9.
207
Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İstanbul 2001, s. 296.
208
Karaman, İslam Hukuku, s. 298.

57
Sivas’ta nişan öncesinde kız bakma, nişan yapılacak kızın belirlenmesi, dünür

gitme aşamaları tamamlanırdı. Ardından nişan töreni yapılırdı209. Sivas’ta eski nişan

törenlerini Vehbi Aşkun şöyle anlatıyor: 210

“Nişanın adı ‘şerbet içme’ dir. Söz kesildikten sonra derhal nişan hazırlıkları

başlar. Erkek tarafından büyük bir kalabalık kız evine giderler. ‘Peşkir Sallama’ tabir

edilen nişan çağrısına erkeğin en yakın tanıdıkları ile yakın akraba ve komşuları iştirak

ederler. Şekerleme, lokum ve kahveden başka özel bardaklarla şerbetler gelir. Ve

bütün konuklar büyük bir neşe içinde şerbetlerini içer, duasını yapar bu suretle nişan

törenini yapmış bulunurlar. ”

Nişan dönemi eğer kurban bayramına rastlarsa, oğlan tarafından bir koç

süslenerek hediyelerle, bayramdan bir hafta evvel kız evine gönderilirdi211.

Nişanlılık dönemi kızın yaşça küçük olması ya da kız tarafının hazırlığı

tamamlayamaması gibi nedenlerle uzayabilirdi212. Nişandan en az 15 gün sonra düğün

başlar, bunu ‘okuyucu’ adlı kişiler ilan ederdi213.

Nişan ve evlenme, vefat, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığın ortaya

çıkması gibi nedenlerle sona erdirilebilirdi. Ayrıca tek tarafın bozmak istemesi ile de

bozulabilirdi. Nişan erkek ya da kız tarafından bozulduğu takdirde duruma göre maddi

ve manevi tazminat ya da verilen hediye ve mihrin iadesi istenebilirdi214. Hanefi

mezhebine göre verilen hediyeler nişan bozulduğunda aynen iade edilirdi. Maliki

209
Kadir Üredi, “Eskiden Sivas’ta Düğün Gelenekleri”, Revak Sivas, 1998, s. 62.
210
Vehbi Cem Aşkun, Sivas Folklorü I-II, Sivas 2006, s. 34.
211
Üredi, “Sivas’ta Düğün”, s. 64.
212
Aşgun, Sivas Folklorü, s. 39.
213
Aşgun, Sivas Folklorü, s. 40.

58
mezhebine göre ise hediye veren nişanı bozan taraf ise hediyeyi geri alamaz, hediyeyi

alan nişanı bozmuşsa iade eder veya öderdi215.

B. Evlenme

Yukarıda ifade edildiği gibi Osmanlı Devleti toplumunun temelini aile

oluşturur. Ailenin temeli ise yapılan evliliklerle atılır. Osmanlı toplumundaki

evliliklerde, Şer’i hukuk hâkim ve geçerli olmakla birlikte, kimi durumlarda örfi

davranış biçimlerinin de uygulandığı bilinmektedir216.

İslamî yönden evliliğin dayandığı prensipler Osmanlı toplumu için büyük önem

taşır. Öncelikle evliliğin gayesi aileye huzur ve saadet, cemiyete de iyi bir nesil temin

etmektir. Evlilik medeni bir akit olmakla birlikte şenliklerle kutlanılabilecek sevinç ve

neşeyle karşılanan bir kurumdur. Çünkü cemiyetler böylece çoğalır. Zenginlik ve

kuvvet kazanır. Hukuken ailenin oluşabilmesi için karı ve koca adaylarının kendi

özgür iradeleriyle kıydıracakları bir nikâha ihtiyaç vardır. Hanefi mezhebine göre

yetişkin erkek ve kadınlar kendi rızaları olmaksızın evlendirilemezler. Bu şekilde

kıyılmış bir nikâhın taraflar üzerinde bir etkisi olmadığı gibi hukukî bir geçerliliği de

yoktur. Çünkü sahih bir nikâh olma özelliğini yitirmiş olur. Sahih bir nikâh ise

taraflardan birinin evlilik teklifinde bulunması, diğerinin bu teklifi kabul etmesiyle

olur. Ayrıca nikâhta iki Müslüman erkek şahidin veya bir Müslüman erkek ile iki

Müslüman kadın şahitlerin hazır bulunması şarttır. Şahitlerin bulunmaması ya da

hepsinin kadın olması, bir gayr-ı Müslim şahit olması gibi nikâhın şartlarının biri eksik

214
Karaman, İslâm Hukuku, s. 297.
215
Hamza Aktan, “İslâm Aile Hukuku”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, II, Ankara 1992, s. 398.
216
İbrahim Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile: Sinop Örneği”, Türkler, XIV, Ankara 2002, s. 29.

59
olursa nikâh sahih olmaz217. Şahitlerin bulunmasındaki amaç, bu birleşmenin gizli bir

şey olmayıp meşrû bir evlenme olduğunu bildirmek ve tarafların haklarını

korumaktır218.

Önceleri Osmanlı devletinde kadınların, kendi iradeleriyle bizzat nikâh

merasimine katılarak veya vekil aracılığıyla kendilerini temsil ettirerek, velilerinin

rızası aranmaksızın evlenebilirlerdi. Bu durum 1544 tarihinden itibaren değişikliğe

uğradı. Artık ancak velilerinin izniyle evlenebileceklerdi. Bu tarihten sonra kadılar

XX. yüzyıla kadar nikâhta velilerin iznini aramışlarsa da Kanuni devrinden itibaren bu

izin olmadan akdedilen nikâhların feshine gidilmemiştir219.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren nikâh akitleri ya bizzat kadılar ya da

kadıların verdiği izinname ile yetkili kılınan din adamları tarafından yapılmıştır220.

Kadıdan izin alınmadan kıyılan nikâhlara rastlanmazken, Tanzimat’a kadar bazı idarî-

kazai düzenlemelerle kadıdan izin alınmadan nikâh kıyılmamasını ve böylece evlenme

akitlerinin devletin kontrolü altında kıyılmasının teminine çalışılmıştır221.

Osmanlı toplumunda ayrı dinden gruplar arasında evlenme çok azdı. Müslüman

erkek gayr-i Müslim bir kadınla evlenebilmekteydi. Fakat gayr-i Müslim cemaatler

böylesi gelişmeleri önlemekteydiler222. Osmanlı Devleti içinde dil, din ve gelenek

yönünden tamamen serbest yaşayan zımmiler aile hukuku ile ilgili bazı konuları, kendi

cemaatleri arasında hallederken bazılarının çözümü için şer’iye mahkemelerine

217
Aktan, “İslam Aile Hukuku”, s. 398.
218
H. Mehmet Soysaldı, Kur’an ve Sünnet’e Göre Evlenme ve Boşanma, İstanbul 1999, s. 21.
219
Gül Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 366.
220
Aydın, İslâm ve Osmanlı, s. 162.
221
Aydın, İslâm ve Osmanlı, s. 165.
222
Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 63.

60
başvurabiliyorlardı. Kendi dinlerine göre evlenip boşanabilen zımmilere devlet, aile

hukuku ile ilgili konularda herhangi bir müdahalede bulunmuyordu223.

İncelediğimiz terekelerde Müslüman ve gayr-ı Müslimleri cinsiyetlerine göre

evli, dul ve bekâr şeklinde sınıflandırarak tabloda gösterebiliriz.

Tablo 7: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Sahiplerinin Cinsiyetlerine

ve Sosyal Durumlarına Göre Sınıflandırılması

Evli Dul Bekâr

Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın

Müslüman 66 11 7 3 10 1

Gayr-ı 21 _ 2 _ 2 _

Müslim

Toplam 87 11 9 3 12 1

Yukarıdaki grafiği oluştururken terekesinde eşleri olanlar evli olarak; eşleri ve

çocukları olmayanlar bekâr olarak gösterilmiştir. Varisleri arasında çocukları olup

eşleri olmayanlar dul olarak kabul edilmiştir. Buna göre toplam 123 tereke içerisinde

13 bekâr 110 evlenmiş kişi vardır. Toplam terekeler içerisinde evlenme olayını

gerçekleştirenlerin bekârlara oranı % 89, 4’tür. Bekârların oranı ise % 10, 56 olarak

tespit edilmiştir.

223
Rıfat Özdemir, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe
Tokat Sempozyumu, Ankara 1987, s. 107.

61
II. EVLİLİKTE MİHİR

Mihir, evlenirken erkeğin kadına verdiği veya vaat ettiği para veya değerli olan

mallardır. Mihir doğrudan doğruya kadının malıdır ve istediği şekilde tasarruf edebilir.

Hediye şeklinde olan mihir kadının bedeli değil bir ömrü birlikte paylaşmanın bir

anlamda sembolik alametidir224. Mihrin nikâh sırasında peşinin ödenen kısmına ise

mihr-i müeccel denilmektedir225. Mihr-i müeccelin verildiğini zevcenin mahkemede

tasdik etmesi gerektiği gibi aynı zamanda mihrinden vazgeçtiğini mahkeme önünde

beyan ederek kaydettirmesi de gerekirdi226. Mihir miktarının tespit edilmesi de önemli

bir konudur. Bazı fıkıhçılar mihir miktarını en az on dirhem olarak göstermişlerdir.

Asgari olarak yirmi, kırk, elli dirhemi kabul edenler de vardır. 227

İslam hukuku mihrin mutlak surette kadının hakkı olduğunu ve bu parada kadın

dışında ne eş ne de baba, abi gibi akrabanın hakkı olduğunu savunmuş ve kesin

kurallara bağlamış, günün şartlarına, ailenin zengin veya fakir oluşlarına göre değişen

belirli bir paranın kıza verilmesini şart koşmuştur228. Kur’an-ı Kerim’de mihir

hakkındaki ayetler de İslam hukukunda mihrin önemini göstermektedir. 229

İslamiyet öncesinde de mihir tarzı uygulamalara rastlanılmıştır. Moğollarda

“kalın” olarak bilinen uygulama Orta Asya Türklerinde de aynen uygulanmıştır.

Cahiliye dönemi Arap toplumunda mihir adıyla uygulanmışsa da farklı özellik

224
Said Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul 1995, s. 220.
225
İpcioğlu, Konya Şeriyye Sicilleri, s. 30.
226
İlber Ortaylı, “Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk
Ailesi, II, Ankara 1992, s. 459.
227
Karaman, İslâm Hukuku, s. 338.
228
Özdemir, Tokat’ta Aile, s. 108.

62
göstermiştir230. İslamiyet öncesi Arap toplumlarında kadın, herhangi bir eşya gibi

düşünüldüğünden, mihir, bir satış akdi gibi görünse de bu dönemde mihrin menşei ve

fonksiyonları farklı şekilde izah edilebilmektedir. Bu toplumlarda kadınla evlenmek

isteyen erkeğin kadının babasına veya sahibine, onun hizmetlerinden mahrumiyetine

karşılık, belirli bir bedel ödemesi gerekirdi231. Mihir, İslam hukuku ile birlikte kadın

lehine düzenlemeler getirilerek kadına verilen değeri simgelemiştir.

XIV. ve XVII. yüzyıllarda Orta Anadolu Bölgesinde namzetlik akçesi ya da

mihir adıyla kız tarafına para ödeniyordu. Bu para iktisadi bir tazminat görüntüsünde

bir işgücünün kız evinden alınması karşılığında veriliyordu. Zirai geleneksel

toplumların çoğunda görüldüğü gibi bu âdetin nedeni iktisadidir232.

Osmanlı toplumunda mihir miktarları belirli dönem ve bölgelere göre

farklılıklar göstermiştir. Mihir miktarının fazla olması evlenmeyi güçleştirdiğinden

Osmanlı Devleti özellikle Tanzimat Dönem’inde sık sık bu konuya müdahale etmiştir.

Fakir, orta halli ve zenginler için farklı miktarlarda mihir belirlenmişse de buna riayet

edildiğini söylemek zordur233.

İncelediğimiz terekelerde mihir, vefat eden kadın ise, terekesi içerisinde alacak

olarak, eğer vefat eden erkek ise terekeden eşine ödenmesi gereken borç olarak

kaydedilmektedir. Toplam 123 tereke sahibinin 52 adedinin terekesinde mihire

229
“Kadınlara mihirlerini gönül hoşluğuyla verin…” Nisa suresi 4. Ayet (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini
Kur’an Dili, II, İstanbul ?, s. 496.
230
Mehmet Akif Arıcan, Tanzimat Dönemi’nde Amasya’da Aile, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2002,
s. 15.
231
Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya 1988, s. 226.
232
Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 55.
233
Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 127.

63
rastlanmıştır. Aşağıda incelenen terekelerde geçen mihir fiyatlarının dağılımına ilişkin

bir tablo verilecektir.

Tablo 8: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mihir Dağılımı

0-100 kuruş 100-300 300-500

kuruş kuruş

2 39 11

Tablo 8’e göre En düşük mihir 54 kuruş ile Ece Mahallesi sakini Hüseyin bin

Mustafa’nın terekesinde kaydedilmiştir234. En yüksek mihir ise 500 kuruş ile 4

terekede geçmektedir. Aşağıda söz konusu veriler hakkında değerlendirme yapılarak

terekesinde mihir fiyatı en yüksek olanlar sosyal statülerinin anlaşılması bakımından

bir tablo ile gösterilecektir.

234
SŞS, Nr. 20, s. 87-2.

64
Tablo 9: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta En Yüksek Mihir Sahipleri

Belge No Mehir Kocası Mehir Terekenin

Sahibi Miktarı Toplam Geliri

16-1 Fatıma binti Emirbalızade 500 kuruş 6248 kuruş

Ali Osman Ağa bin ?

28-2 Asiye binti El-Hac Mehmet 500 kuruş 1255, 5 kuruş

El-Hac Ali Ağa bin Halil Ağa

Efendi

62-1 Zeliha binti Ali Ağa bin 500 kuruş 20562, 5 kuruş

Ahmet Abdullah

127-1 Aişe binti Ali Dede Oğlu 500 kuruş 2799, 5 kuruş

Ebubekir Abdullah bin

Ahmet

Görüldüğü gibi yüksek fiyatlı mihir sahiplerinin bulunduğu terekelerden üçünün

eşi ağa unvanlıdır. 28-2 numaralı terekede ise ağa unvanının yanında iki eş el-Hac

unvanına sahiptir.

16-1 numaralı tereke sahibinin iki eşi vardır. Eşlerinden Fatıma binti Ali’ye

mihir borcu 500 kuruş, diğer eşi Aişe binti el-Hac Mustafa’ya ise 310 kuruş olarak

gösterilmiştir. İncelediğimiz defterde tereke sahiplerinden iki eşli olanların

65
terekelerinde, iki eşine de mihir verildiği görülmüştür235. Bununla birlikte mihrin iki

eşe farklı miktarda verildiği terekeler de mevcuttur236.

En yüksek mihir sahibi terekelerin toplam gelirlerine bakıldığında, en düşük

gelir sahibinin 28-2 numaralı tereke sahibi olduğu görülür. Bu tereke sahibinin borçları

çıkarılmadan önce 14954 kuruşluk terekesi mevcuttur. Borçlarının fazlalığı 13699,5

kuruşluk gelirini götürmüştür.

İncelediğimiz terekelerde mihir fiyatları 54 ile 500 kuruş arasında

değişmektedir. 100 ve 300 kuruş arasında mihir alanlar % 78. 8 ile çoğunluktadır.

Sonuç olarak incelediğimiz terekelerde, mihir fiyatlarında, belirgin farklar

görülmemekle birlikte fiyatlar makul seviyededir denilebilir.

III. KADINLARIN AİLE İÇİNDEKİ YERİ

Osmanlı toplumunda bir kadın ve bir erkeğin evlenmesiyle oluşan ailede, kadın

ve erkeğin belirli rolleri vardı. Osmanlı ailesinde sanıldığının aksine baba otoritesi

sınırlıdır. Babanın erkek evlatlar ve eşleri ve torunlar üzerinde otoritesi vardır. Ama bu

hukukî bir yetki olmayıp ailenin ilişkileri, malî işleri, etrafla olan sorunların çözümü

ve aile bireyleri arasındaki hakemlikten ibaret geleneksel bir görevdir237.

Osmanlıda aile ve evlilikte geleneklerin önemli etkisiyle birlikte, öncelikle

İslam hukuku hükümleri uygulanmaktaydı. Bu nedenle İslam’ın kadını

küçümsemeyip, onların erkekler üzerinde hakları olduğunu savunması, İslam dininin

olduğu kadar Osmanlının da savunduğu düşünceydi. “Cennet anaların ayakları

235
SŞS, Nr. 20, s. 112-1, 143-3, 153-2, 21-1, 93-3.
236
SŞS, Nr. 20, s. 30-1, 104-1.
237
Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 77.

66
altındadır” düsturu Osmanlıda vücut bulmuş, anneliğin mukaddesatı ve anneye

duyulan saygı, Osmanlı toplumunda ve kültüründe daha etkin bir şekilde yer almıştır.

Bu çerçevede toplumda anne, bir kadın olarak değer taşıyordu. Çocuk anneye saygı

duyulan bir ortamda yetiştiğinde, anneye saygıyı özümseyerek gelecek nesillere de

bunu aktarmaktaydı.

Osmanlı toplumunda evlilik kadının şahsiyetini ortadan kaldırmazdı. Kadın,

kendine ait mallar üzerinde kimsenin rızasına ihtiyacı olmaksızın tam bir tasarruf

hakkına sahiptir. Kadının hiçbir hukukî muamelesine kocanın karışmadığı gibi engel

olma hakkı da yoktu. Kadın mallarını bizzat idare edebilir, kocasından başka bir şahsa

bırakabilir ve kocasının rızasını almaksızın serbestçe vakıflar kurabilirdi. Eşler

arasında tam bir mal ayrılığı rejimi kabul edilmişti. Bu rejim çerçevesinde kocanın

eşine verdiği mihir de kadının mal varlığına dâhil olurdu ve ne koca ne de baba

mihirde hak iddia edemezdi238. Nitekim kadının mihrinin kendi terekesinde mal varlığı

olarak, kocasının tereksinde kocanın borcu arasında gösterilmesi bu durumu açıkça

ortaya koymaktadır.

İncelemiş olduğumuz 123 terekenin içerisinde 15 kadın terekesi vardır. Bu

kadın terekelerinin içinde gayr-i Müslim yoktur. Terekelerde bulunan kadınların

medeni durumlarına göre dağılımları şöyledir.

238
Akyılmaz, “Aile Kadın” , s.368.

67
Tablo 10: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Kadın Tereke Sahiplerinin Medeni

Durumları

Evli Bekâr Dul

11 1 3

Tablo 10’ta görüldüğü gibi tereke sahibi olan kadınların sadece biri bekârdır.

Bu durumun toplumda evliliğin yaygın olmasıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim Tablo 7’ye bakıldığında da toplam terekeler içindeki bekâr kişilerin oranının

az olduğunun görünmesi de toplumda evliliğin yaygın olmasıyla açıklanabilir.

Kadın terekelerinin içeriği doğal olarak erkek terekelerinden farklıdır. Nitekim

bu terekelerde daha çok, çiçekli entariler, ipekli şallar, hamam takımları, çiçekli

bohçalar, ipekli bezler göze çarpar. Erkek terekelerindeki silah, tüfek, silahlık,

palaskanın yerini zir kol bağları, yüzükler, küpeler, gerdanlıklar, sim kemerler almıştır.

Ziynet eşyalarının çeşitlerine zengin tereke sahiplerinde rastlıyoruz.

İncelediğimiz kayıtlarda kadın tereke sahiplerinden mal varlığı fazla olanları aşağıda

bir tablo halinde gösterebiliriz.

68
Tablo 11: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekesine Göre Zengin Kadınlar

Tereke No Tereke Sahibi Eşi Toplam Geliri

Ayvazzade Asakir-i Mersure

140-1 Kerimesi Fatıma Kol Ağalarından 13653

binti Ömer Ağa Saadetli Hüseyin

Ağa

Emine binti Mustafa (önceden

37-1 Süley- fevt olmuş) 17498

man Ağa

51-2 Şems binti İsmail bin Ahmed 6753

Hüseyin

Fatma binti Musa bin el-Hac

76-1 Veleddin Hüseyin 5576, 5

Emine binti Süleyman Ağa isimli kadın zengin olmakla birlikte mal varlığının

önemli bir kısmı eşinden ve kardeşinden kendisine kalanlardan oluşmaktadır. Ancak

adı geçen kişinin terekesinde ziynet eşyaları özellikle dikkat çekicidir.

Ayvazzâde Kerimesi Fatıma binti Ömer Ağa’nın terekesi ise hem çeşitlilik hem

de gelir bakımından zengindir. Değerli ziynet eşyalarına sahip olduğu gibi Hamırkesen

Mahallesinde bir Konağı, 2000 kuruş değerinde bir cariyesi vardır. Terekenin

giderlerinden sonra dahi, geriye 23800 kuruşluk mal varlığı kalıyor. Bu terekede

ayrıca tereke sahibinin borç verdiği ve borçlu olduğu kişiler de bulunmaktadır. Borç

verdiği kişilerden biri zımmidir. Görüldüğü gibi borç-alacak ilişkisi, kadın tereke

69
sahiplerinde de görülmektedir. Borç verdiği anlaşılan kadınlardan biri de Bahtiyar

Bostan Mahallesi sakini Kerime binti Süleyman’dır239.

Şems binti Hüseyin Efendi’nin terekesi de kadınların vazgeçilmezi olan ziynet

eşyalarından payını almıştır. Yine bu terekede vefat eden kadının bazı kişilerden

alacakları olduğu görülmektedir.

Fatıma binti Veleddin’in terekesinde Hacı Veli Mahallesinde 3000 kuruşluk evi

bulunmaktadır. Terekesinin içinde ve varislerinden olan ve sonradan öldüğü anlaşılan

eşinin terekesi de verilmiştir. Musa Bin El-Hac adındaki eşinin terekesi 23329

kuruştur. Ancak bu terekedeki kayıtların çoğunluğu, Musa bin el-Hac’ın

alacaklarından oluşmaktadır. Nitekim terekedeki kayıtlara göre Musa bin el-Hac’a 66

kişinin borçlu olduğu görülmektedir. Bu durum, adı geçen kişinin niteliği hakkında,

çeşitli ihtimalleri düşündürmektedir.

İncelediğimiz terekelerde mal varlığı en düşük olan kadın, Hamırkesen

Mahallesi sakini, Vahide binti Yusuf’tur. 505,5 kuruşluk terekesi eşi, kızı ve emmi

zadesine paylaştırılmıştır 240.

239
SŞS, Nr. 20, s. 51-1.
240
SŞS, Nr. 20, s. 127-2.

70
IV. ÇOK EŞLİLİK DURUMU

Çok eşlilik eski toplumlardan beri var olan evrensel bir olgudur. Bu olgu

İslamiyet öncesi Türklerde hanımlarının farklı yerlerde oturması şartıyla, sadece

Kırgızlarda görülmüştür241.

Konumuz itibariyle birçok yerde hatırlattığımız gibi yine bu başlık altında da

Osmanlı aile hukukunun, İslam aile hukukunun ilkeleri doğrultusunda oluştuğunu,

ayrıca bu ilkelere ters düşmeyen bazı örf ve adetten kaynaklanan uygulamalara

müsaade edildiğini tekrar hatırlayalım. İslam ilkeleri bir erkeğin aynı anda evli

bulunabileceği eş sayısını belirlemiştir. Buna göre toplumda ancak dörde kadar

evliliğe müsaade edilmiş ve konu bazı şartlara bağlanmıştır242. İslamiyet çok eşliliğe,

kadınlar arasında adaleti sağlayabilme şartıyla, zaruret halinde müsaade etmiştir. Bu

nedenle diğer Müslüman toplumlarında olduğu gibi Osmanlı toplumunda birden fazla

evliliklere rastlanılmaktadır. Ancak Osmanlı toplumuna baktığımızda sanılanın aksine,

bu tür evliliklerin yaygın olmadığı görülür243.

Bu konuda çalışmış olan bazı araştırmacılar çeşitli şehirlerde çok eşlilik oranını

tespit etmişlerdir. Ankara için XVIII. yüzyılda yapılan bir araştırmada çok eşlilik oranı

%12 olarak belirlenmiştir244. Yine aynı yüzyılda Kayseri için bu oran % 8,69 olarak

bulunmuştur245. Tanzimat dönemini konu edinen Amasya için bu oran % 10 olarak

241
Arıcan, Amasya’da Aile, s. 31.
242
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III, İstanbul ? , s. 95.
243
Said Öztürk, “Osmanlı’da Çok Evlilik”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 375.
244
Demirel, “Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”, s. 951.
245
Muhiddin Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma (1700–1730)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 4, Konya 1999, s. 163.

71
tespit edilmiştir246. XVIII. yüzyılda Sinop şehrinde yapılan bir diğer araştırmada bu

oran % 8,6 değerindedir247. 1756–1856 yıllarını kapsayan Konya için yapılan bir

araştırmada çok eşlilik oran %9,45’tir248.

Görüldüğü gibi değerler birbirine yakındır. XVIII. yüzyılda Antep için yapılan

araştırmada %15 ile değerlerine kıyasla değer biraz yükselse de tek eşlilere oranla

düşük seviyededir249.

İncelediğimiz terekelerde Tablo 7’de görüldüğü gibi 83 Müslüman erkekten

66(%79,5)’sı evli, 7 (% 8,4)’si dul, 10 (% 12)’u da bekârdır. Evli 66 adet Müslüman

erkeğin 53’ü yani % 80,3’ü tek kadınla evlidir. 13 (% 19,7) erkek ise iki eşlidir. İki

eşten fazla eşli erkeğe rastlanılmamıştır.

Çok eşlilik konusunda dikkat çeken hususlardan biri de bu durumun niçin tercih

edildiğidir. Said Öztürk çok eşliliğin nedenlerini şöyle açıklar.

1. Nesebin devamını sağlama ve çocuk sahibi olma isteği

2. Tıbbın bu günkü gelişiminden çok uzak olmasından dolayı gerek kadın

gerekse erkekten kaynaklanan, çocuk sahibi olmayı önleyen hastalıkların önüne

geçilmediğinden erkeğin tek çıkış yolu olması.

3. Erkek çocuğa sahip olma isteği

4. Gazalar sonucu savaşılan ülkelerin ikinci eş olarak alınması

5. Evlilik yaşındaki kadın nüfusunun fazlalığı

246
Arıcan, Amasya’da Aile, s. 34.
247
Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 30.
248
Tuş, “Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya”, s. 138.
249
Eken, “Antep’te Aile”, s. 485.

72
6. Kadının gebelik, doğum ve doğum sonrası sütten kesilmesine kadar erkeğin

karısından çekinmek zorunda kalması durumunun erkeği ikinci bir eşe itmesi

7. Kadınların erkeklere göre daha genç yaşta evlenmesiyle doğum, çocuk

büyütme gibi yüklerin altında yıpranması sonucu güzelliklerini yitirmeler, zevcelik

vazifesini yerine getirememeleri250.

Çok eşlilik konusunda araştırma yapan çoğu araştırmacı, çok eşliliğin çocuk

edinme arzusundan dolayı olduğu konusunda fikir birliğindedirler. Bu durumun

incelediğimiz terekeler için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıda bu durum,

incelediğimiz kayıtlarda geçen çok eşlilerin, çocuk sayısı ve çocukların cinsiyetleri,

büyüklük ve küçüklüklerine göre dağılımını gösteren bir tabloyla ortaya konulmaya

çalışılacaktır.

250
Öztürk, “Osmanlı’da Çok Evlilik”, s. 376, 377.

73
Tablo 12: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Kayıtlarına Göre Çok

Eşlilerin Çocuk Sayıları

Tereke No Çocuk sayısı Kız Çocuk Erkek Çocuk

Sagir Kebir Sagir Kebir

16-1 5 1 3 1

21-1 2 2

30-1 6 2 2 2

93-3 5 1 2 2

99-3 7 3 1 2 1

104-1 3 2 1

105-1 1 1

112-1 3 1 2

143-1 ---

146-1 ---

149-2 1 1

153-2 ---

161-3 2 1 1

Toplam 35 11 4 16 4

Tabloda görüldüğü gibi 3 çocuğun altında çocuk sahibi olan 4 kişi ve iki eşli

olduğu halde hiç çocuğu olmayan 3 kişi var. Çocukların sagîr ve kebir olmaları ve

cinsiyetleri de çok eşliliğin nedenleri konusunda aydınlatıcı olabilir. Çok eşlilerin

74
sahip oldukları toplam çocuk sayısının %77,14’ü sagîrdir. 13 kişiden toplam 4 kişinin

kebir çocuğu vardır. Bu durumda çok eşlilerin çocuk sahibi olamadıklarından dolayı

ikinci bir eşle evlenerek çocuk edinmek istedikleri düşünebilir. Ayrıca çok eşlilik,

sadece kız çocuğa sahip olanların, erkek çocuk edinme arzusundan kaynaklanabilir. Bu

durum çocuk edinme konusunda kadının kusurlu görüldüğünü bu nedenle birden fazla

eş edinildiğini düşündürmektedir.

Birden fazla evliliklerin kimliklerine bakarak toplumu oluşturan sosyal gruplar

arasında çok eşli evliliklerin dağılımını şu şekilde gösterebiliriz.

Tablo 13: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Çok Eşli Evlilerin Sosyal Statüleri

Ağa Seyyid El-Hac Efendi Yok

2 3 2 1 5

Görüldüğü gibi toplumun her kesiminde çok eşli evlilik yapılabilmektedir. Çok

eşlilerin en çoğunu herhangi bir statüsü olmayanlar oluşturmaktadır. Seyyid unvanına

sahip olanlar da ikinci sıradadır.

Çok eşlilikte zenginliğin etkisinin olup olmaması da üzerinde durulması

gereken bir konudur. İncelediğimiz terekelerdeki çok eşlilerin toplam tereke miktarları

değişiklik göstermektedir. En yüksek gelire sahip olan, Uryan-ı Müslim Mahallesi

sakini Zaralızâde Es-seyyid Lütfullah Paşa bin Osman Bey’dir. Osman Bey’in mal

varlığı 32072 kuruştur251. Mal varlığı çok olan diğer bir tereke Uryan-ı Müslim

Mahallesi sakini, Kâtip Abdullah Efendi Bin Mehmet’e aittir. Onun toplam terekesi

11240 kuruştur252. Çok eşlilerin içerisinde rastladığımız en düşük miktardaki tereke ise

251
SŞS, Nr. 20, s. 146-1.
252
SŞS, Nr. 20, s. 21-1.

75
Hacı Mahmut Mahallesi sakini Hüseyin bin Mehmet’in terekesidir. Terekesinde 4

kalem eşyası, 3 kişiden alacağı, eşlerine mihri ve resm-i kısmet dışında 5 kişiye borcu

vardır. Toplam terekesi ise 204,5 kuruştur253. Bunların dışında çok eşli diğer terekeler

1071–6731 kuruş arasında değişmektedir.

Birden fazla eşle evlenmenin, genellikle maddi durumları yüksek olan zümrede

olduğu yolunda yaygın kanaatlerin aksine her kesimde kişilerde bu durum

görülebilmektedir. Ekonomik durumların iyi ya da kötü olması evlilik sayısını

etkilememektedir254. Zaten incelediğimiz terekelerde de bu durum açıkça

görülmektedir.

253
SŞS, Nr. 20, s. 104-1.
254
Demirel, “Demografi Aile”, s. 104.

76
V. ÇOCUKLAR VE ÇOCUK SAYISI

Çocuk hiçbir şey bilmeden geldiği dünyada öğrenmeye ilk olarak ailede başlar.

Bilgiyi, görgüyü, iyiliği, kötülüğü ilk olarak burada öğrenir. Bu nedenle çocuğun

yetişmesinde ailenin rolü büyüktür. Ailenin devam etmesi için temel unsur ise

çocuklardır.

İslam hukukuna göre aile kutsal bir yuvadır ve evlilikteki asıl maksat neslin

bekası anlamına gelen çocuk sahibi olmaktır255. Elbette ki ebeveynlerin tek

sorumluluğu çocuk sahibi olmak değildir. Çocukların her türlü ihtiyacı, yetişmesi

onlara daha ağır sorumluluklar yükler. Bu nedenle kurulan yuvanın mimarı anne ve

baba, sorumlulukları paylaşırlar. Anneler aile içinde çocukların terbiyesi ve

yetişmesinden sorumluyken, babaların vazifesi, çocuğun yiyecek, elbise ve barınma

ihtiyacının karşılanmasıdır256.

Osmanlı toplumunda çocukların, devlet tarafından hukuken himaye ve koruma

altına alındığı bilinmektedir. Kimsesiz kalan çocukların her türlü ihtiyaçlarının

karşılanması ve yetiştirilmesi için şer’iye mahkemeleri tarafından vasiler tayin

edilmiştir. Devlet, kimsesiz veya yetim kalan çocuklara vasi tayin ederek onları, sosyal

ve ekonomik güvencesi altına almış, bunu hukuken ve denetleyici bir şekilde

gerçekleştirmiştir257.

255
Eken, “Antep’te Aile”, s. 487.
256
İpcioğlu, Konya Şeriyye Sicilleri, s. 36.
257
Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 31.

77
Osmanlı toplumunda ailelerin sahip oldukları çocuk miktarı merak edilen bir

konudur. Bu konu, farklı şehirler için yapılan araştırmalarda aydınlatılmaya

çalışılmıştır. Konunun aydınlatılmasında tereke kayıtlarının önemi büyüktür.

Biz de inceleme konumuz olan Sivas ailesinde, ailenin niceliksel özelliklerini

ortaya çıkarabilmek maksadıyla gerek çocuk miktarı gerekse aile başına düşen çocuk

sayısını belirleyebilmek için terekelere müracaat ettik. Ancak, söz konusu

değerlendirmeler, bazı yönleriyle ihtiyatla ele alınmalıdır. Öncelikle bütün terekelerin

mahkemeye intikal ettirilip ettirilmediği meçhuldür. İkinci husus, terekelerde varislerin

arasında sadece yaşayanların kaydedilmiş olmasıdır. Bu durumda, tereke sahibinin

kendisinden önce ölmüş çocukları olabileceği hesaba katılmalıdır. Terekelerde çocuk

sahibi olan aileler, çocuk sayısına ve cinsiyetlerine göre aşağıda bir tablo halinde

gösterilmiştir.

Tablo 14: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Ailelerin Sahip

Oldukları Çocukların Sayı ve Cinsiyetleri

Sahip Olduğu Aile Toplamı Erkek Kadın Toplam


Çocuk Sayısı
Bir Çocuklu 18 7 11 18
İki Çocuklu 18 17 19 36
Üç Çocuklu 16 22 26 48
Dört Çocuklu 14 37 19 56
Beş Çocuklu 3 9 6 15
Altı Çocuklu 4 8 16 24
Yedi Çocuklu 1 3 4 7
Toplam 73 103 99 204

Yukarıdaki tabloda bahsedilmediği halde, Müslüman terekelerinde, hiç çocuğu

olmayan 16 tereke sahibi vardır. Bunlardan üçü, iki eşlidir. Terekesinde bekâr olan 11

78
Müslüman tereke sahibi vardır. Bunların dışında 18 tereke sahibinin 1 çocuğu, 17

tereke sahibinin iki çocuğu, 16 tereke sahibinin 3 çocuğu, 14 tereke sahibinin 4

çocuğu, 3 tereke sahibinin 5 çocuğu, 4 tereke sahibinin 6 çocuğu, 1 tereke sahibinin ise

7 çocuğu vardır. Buna göre Müslüman ailelerin çoğu 1–4 arasında çocuk sahibidirler.

Bu da toplam aile sayısının %90,41’i demektir. Müslüman ailelerin sahip olduğu

ortalama çocuk sayısı ise 2,79 olarak ortaya çıkmaktadır.

Müslüman terekelerinde eşi olduğu halde çocuğu olmayan 16 tereke sahibi

vardır. Müslüman evli ve dul tereke sahipleri arasında çocuksuz olanlar %18,39

civarındadır. Gayr-ı Müslimlerde bu durum biraz farklılık gösterir.

Tablo 15: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslim Ailelerin Sahip

Oldukları Çocukların Sayısı ve Cinsiyeti

Sahip Olduğu Aile Toplamı Erkek Kadın Toplam


Çocuk Sayısı
Bir Çocuklu 6 3 3 6
İki Çocuklu 4 4 4 8
Üç Çocuklu 5 9 6 15
Dört Çocuklu 3 4 8 12
Beş Çocuklu 1 5 --- 5
Altı Çocuklu 1 2 4 6
Yedi Çocuklu --- --- --- ---
Sekiz Çocuklu 2 11 5 16
Toplam 22 38 30 68

Tablo 15’e göre, gayr-ı Müslim ailelerin çocuk sayıları ortalama 1–4 arasında

değişmektedir. Ancak Müslüman ailelerde en fazla 7 çocuğa rastlanılırken, gayr-ı

Müslimlerde bu sayı 8’e yükselmiş ve 8 çocuklu iki aile tespit edilmiştir. Gayr-i

Müslimlerin sahip olduğu ortalama çocuk sayısı ise %3,09’ dur.

79
Neticede Müslüman veya gayr-i Müslim olmasına bakılmaksızın terekelerde

kayıtlı toplam 272 çocuğun % 48, 5 (132 adet)’i büyük ve % 51, 4 (140 adet)’ünün de

küçük olduğu görülmektedir.

Kişilerin gelir oranları ile çocuk sayıları arasında bir ilişki olup olmadığına

bakacak olursak, gelir oranı ile çocuk sayısı arasında herhangi bir paralellik ya da

pozitif bir ilişki kurulamadığını söyleyebiliriz. Bilakis, bazı zengin ailelerin diğer

ailelilere göre daha az çocuğu vardır. Geliri 10000 kuruşun üzerinde olan aileler

arasında 1 çocuk sahibi bulunduğu gibi258, 8 çocuk sahibi de bulunmaktadır259. Öte

yandan geliri 10000 kuruşun üzerinde olan Müslüman ailelerde üçten fazla çocuğa

rastlanmazken zımmiler de rastlanılmaktadır. Gayr-iMüslimlerde bulunan 8 çocuklu

iki terekenin de şehir merkezinde olmaması dikkat çekicidir.

VI. AİLE FERTLERİ’NİN KULLANDIĞI İSİMLER VE ÜNVANLAR

Tereke kayıtlarında, tereke sahibinin eşi ve çocuklarından başka varisler

arasında gösterilen ve tereke sahibi ile akraba ilişkisi olan başka kişiler de

bulunmaktadır. Bunların başında, ailenin diğer üyeleri olarak da düşünebileceğimiz

anne ve baba gelir. Nitekim incelediğimiz 99 adet Müslüman terekesinin 11’inde (%

11,11) anne veya baba varisler arasında gösterilirken gayr-i Müslimlerde ise 7 kişinin

terekesinde (%29,16) gösterilmektedir. Görüldüğü gibi Müslüman terekelerinde, anne

ve babasından önce ölen kişilerin oranı gayr-i Müslimlere göre düşüktür.

Terekelerde mirastan pay alanlar arasında kız ve erkek kardeşler de

bulunmaktadır. Miras paylaşımında kardeşlerin mirastan pay almaları eşlerin ve

258
SŞS, Nr. 20, s. 121-3, 141-1.
259
SŞS, Nr. 20, s. 108-3.

80
çocukların mevcudiyetine göre değişiklik gösterir260. Kardeşlerin dışında terekelerde

amcalar, kardeş çocukları, torunlar, amcaoğulları da tespit edilmiştir. Aşağıda

terekelerde, mirasçıların aile içindeki sosyal rollerine göre sayıları verilecektir.

Tablo 16: 1839-1841 Yıllarında Sivas Terekelerine Göre Mirasçılar

Varisler Müslüman Gayr-ı

Müslim

Koca 11 ---

Karı 66 21

Anne 10 5

Baba 4 2

Kız Çocuk 102 30

Erkek Çocuk 102 38

Kız Kardeş 6 1

Erkek Kardeş 8 ---

Diğer 3 ---

Toplam 302 97

Tablo 16’dan anlaşılacağı üzere tereke sahiplerinin varisleri arasında 8 farklı

kişi bulunmaktadır. Kız ve erkek çocukların aynı sayıda çıkmış olması ilgi çekicidir.

“Diğer” grubunda ise, nadiren terekelerde karşılaşılan ümmüzâde ve ümmüzâde

çocukları bulunmaktadır.

260
Arıcan, Amasya’da Aile, s. 25.

81
İncelediğimiz dönemde kişilere verilen isimler de önem taşımaktadır.

Müslüman terekelerinde peygamberlere ya da sahabelere ait isimler göze çarparken,

tereke sahiplerinin çocuklarına kendi babaları ya da annelerinin isimlerini verdikleri de

sık rastlanan bir durumdur.

1839–1841 yıllarında Sivas’ta tereke sahiplerinin ve varislerinin isimlerine

bakıldığında 233 farklı şahıs ismi geçmektedir. Toplam 115 Müslüman isminin 61’i

kadın 54’ü erkek ismidir. Gayr-ı Müslimlerin kullandığı farklı isim sayısı ise 118’dir.

Bunun da 72’si erkek, 46’sı kadındır. 123 terekeden 24 tanesi zımmi olduğuna göre

zımmilerin isimleri Müslümanlara oranla daha çok farklılık göstermektedir.

Müslümanların aynı isimlerde yoğunlaşması dini bir takım özelliklerden kaynaklanır.

Daha önce de ifade edildiği gibi bu durum peygamber ve sahabe isimlerinin

çocuklarına verilmesinin Müslüman aileler için büyük önem taşımasındandır.

Zımmi isimlerindeki farklılık belki zımmi topluluk arasında, gerek milli

bütünlüğün olmaması gerekse aynı din içinde mezhep ayrımının çok kuvvetli

olmasından kaynaklanabileceği gibi, zımmi isimlerinin yazılırken farklı harflerle

yazılabildiğinden dolayı dönemin kâtiplerinin yazımından ya da yanlış okumamızdan

kaynaklanmış da olabilir261.

261
Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri”, s. 168.

82
Tablo 17: 1839–1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Terekelerde Sık

Karşılaşılan İsimler

Erkek Adet Kadın Adet

Mehmet 58 Fatma 35

Mustafa 34 Ayşe 25

Ali 31 Şerife 19

Ahmet 29 Emine 16

Hüseyin 28 Hatice 14

Ömer 28 Mevlüde 10

Osman 27 Zeynep 8

İbrahim 24 Keziban 5

Hasan 23 Medine 5

Tablo 17’de görüldüğü gibi, Müslüman isimleri arasında en fazla tercih edilen

ismin Mehmet olduğu, bunun yanında, Mustafa ve Ali isimlerinin de çok kullanıldığı

anlaşılmaktadır. Tabiatıyla bu durum yukarıda birkaç kez ifade ettiğimiz gibi İslam

Dini’nin peygamberi olan Hz. Muhammed’in ve onun halifelerinin isimlerinden

kaynaklandığı çok açıktır. Bu durum kadın isimlerinde de görülmektedir. Nitekim

kadın isimlerinde en fazla Fatma ve Ayşe ismine rastlanılmıştır.

Zımmilerde kadın isimleri erkek isimlerine oranla daha fazla çeşitlilik

göstermektedir. Erkek isimlerinden Karabet, Artin, İshak, Agop, Gabril, Kivyork,

Mikail gibi isimlere, diğer isimlere nazaran daha sık karşılaşılmıştır. Zımmilerde

83
bazılarının çocuklarına Türkçe ya da Türklerle ortak kullanılan Arslan, Elmas, Nazlı,

Meryem isimlerini vermeleri de ayrıca dikkat çekici bir husustur.

Terekelerin bazılarında isimler belirtilirken unvanlarıyla birlikte verilmektedir.

Tereke sahiplerinde ve varislerinde altı ayrı unvana rastlıyoruz. Aşağıda bu unvanlar

bir tablo ile verilecektir.

Tablo 18: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekelerde Geçen Unvanlar

el-Hac Ağa Seyyid Efendi Hafız Bey

26 26 25 18 5 4

Terekelerde karşılaşılan “El-Hac” ya da “Hacı” unvanı, O kişinin hac vazifesini

yaptığını belirtiyor olmalıdır. El-Hac kadar yaygın olan diğer unvan ise “Ağa”

unvanıdır. Ağa unvanı yüksek askerî sınıfa mensup olanlarda bulunmaktadır. Osmanlı

devlet ricalinin orta tabakasından olanların büyük bir kısmına bu unvan verilmiştir262.

Terekelerde sık karşılaşılan diğer unvan “Es-Seyyid” dir. Seyyidler genel

anlamda peygamber soyundan olan kimselerdir263. Karşılaştığımız 25 seyyid

unvanının isim olarak kullanılanlarının olma ihtimali de vardır. Nitekim Seyyid

unvanının babasında olmadığı halde kendisinde olanların mevcudiyeti bu ihtimali

düşündürüyor264. İncelediğimiz terekeler içinde en zengin tereke seyyid ve ağa

unvanının ikisini birden taşıyan Es-Seyyid Mustafa Ağa İbn-i İbrahim adlı kişiye aittir.

262
Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri”, s. 178.
263
Murat Sarıcık, “Osmanlı Devleti’nde Nakîbü’l – Eşrâflık Kurumu”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 385.
264
SŞS, Nr. 20, s. 37-1, 71-1, 89-1.

84
Bu tereke, toplam geliri 86476 kuruşla incelediğimiz terekeler içinde en yüksek

miktara sahiptir.

Terekelerde bazı kişilerin Nazmizâde, Ayvazzâde, Zaralızâde, Emirbalızâde,

Osmanzâde, Ahmetzâde şeklinde aile isimleriyle kaydedilmiş olmaları dikkat çekici

bir husustur. Terekeler içinde 24 kişinin babasının adının “Abdullah” olduğunu

görüyoruz. “Abdullah” adının köle ve devşirmelere, sonradan Müslüman olanlara

verilmesinden dolayı, bu şahısların sonradan İslam dinini seçtikleri veya köle ya da

devşirme oldukları düşünülebilir265.

“Efendi”, “Hafız” unvanları, o kişilerin ilimle uğraştıklarını belirtmektedir.

Yine “Derviş” unvanı da ilim ehline verilen unvanlardandır ve terekelerimiz içinde bir

kişi bu unvana sahip bulunmaktadır266.

VII. KÖLE VE CARİYELER

İslamî tanımlamada aile içerisindeki hizmetçiler anlamına gelen köleler, içinde

yer aldıkları aile ile sıhhî ve kan bağı yolu ile bir akrabalığı bulunmamasına rağmen

aynı çatı altında ailenin üyeleri sıfatına sahiptiler267. Aileye dışarıdan katılan bu üyeler,

diğer hizmetçiler gibi ev içi çalışmalarında aile üyelerine hizmet edip onlarla

arkadaşça ilişkiler kurabiliyorlardı. Bu durumun nedenleri, köle ve cariyelerle

efendileri arasında kurulan münasebetler üzerinde İslami değerlerin etkili olması,

265
Arıcan, Amasya’da Aile, s. 66.
266
SŞS, Nr. 20, s. 145-3
267
Demirel, “Demografi Aile”, s. 112.

85
ayrıca onların ailenin bir ferdi gibi hizmet görmesinden dolayı bir yakınlaşma

oluşması şeklinde açıklanabilir268.

İslam hukukuna göre köle ve cariyeler, sahiplerinin insafına teslim edilmeyerek,

onlar için belli kurallar getirilmiştir. Köleyi bir mal veya eşya değil de insan olarak

değerlendiren İslam hukuku, köleye, köleliği devam ettiği sürece ailenin diğer fertleri

gibi muamele gösterilmesinden yanadır269. İslâm’a göre hürriyet her insanın tabiî ve

dokunulmaz hakkı olarak görülmektedir. Nitekim İslam dini, savaş sırasında

Müslümanların eline esir düşerek köle olanların kötü muamelelere uğramamaları için

bir çok hüküm getirmiştir270.

Aile ile bütünleşen köleler belli şartlar dâhilinde mirasçı olabiliyorlardı. Çocuk

sahibi olması durumunda cariyeler, eş statüsüne kavuşuyorlardı271. Azad edilen erkek

kölelerde mensup olduğu aile içerisindeki kadınlarla evlenebilmekteydiler272.

İncelediğimiz terekeler arasında sadece iki terekede cariyeye rastlanılmıştır. Bu

durum ailelerin ekonomik gücüyle alâkalı gibi görünmektedir. Cariye sahibi

olanlardan biri en zengin terekeye sahip olan Es-Seyyid Mustafa Ağa İbn-i İbrahim

adlı kişidir. Sahip olduğu cariyenin değeri ise 3500 kuruştur273. Diğer cariyeye bir

kadın terekesinde rastlıyoruz. Ayvazzâde Kerimesi Fatma binti Ömer Ağa adlı kişiye

268
Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 104.
269
Yusuf Küçakdağ, Lale Devri’nde Konya, (Selçuk Üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi), Konya 1989, s. 99.
270
İzzet Sak, 16. ve 17. Yüzyıllarda Konya’da Kölelik Müessesesi, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimleri
Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1987, s. 6.
271
Sahibinden hamile kalan cariye, efendisi hayatta kaldıkça cariye olarak kalır, efendisinin ölümüyle de
efendisinden hamile kaldığını iki şahitle ispat etmesi veya mirasçıların ikrarıyla cariye, hürriyetine kavuşurdu. (
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 199).
272
Demirel, “Demografi Aile”, 112.
273
SŞS, Nr. 20, s. 36-2.

86
ait bu terekenin toplam geliri ise 23800 kuruş değerindedir. 2000 kuruş değer biçilen

bir cariyesi vardır. Bu toplam gelirden vasiyetleri çıkarılırken cariyenin değerinde 800

kuruşluk bir düşme olduğu ve asıl değerinin 1200 kuruş olduğu kaydedilmiştir274.

Ailelerin bir nevi hizmetlisi görevinde olan cariye ve erkek köle anlamına gelen

gulam’ın dışında, zengin ailelere hizmet etmek için verilen çocuklar da vardı. Mehmet

Bin Derviş Ömer adlı kişinin 12 yaşındaki kızını Osman Paşa Mahallesi’nde ikamet

eden, Ahmet Ağa’nın haremine hizmet etmesi için vermesi, bu konuya uygun bir

örnektir. Şer’iye mahkemelerine başvuran baba 6–7 gündür kayıp olduğunu öğrendiği

çocuğunun bulunmasını istemektedir275.

Köleler herhangi bir karşılık beklemeksizin sadece Allah rızası için azad

edilebileceği gibi276 “Mükatebe” yoluyla yani belli bir süre hizmet etmek koşuluyla da

azad edilebiliyorlardı277.

Bir başka azaldık şekli ise sahibinin ölümüne bağlı olarak yapılan tedbir yoluyla

azaldıktı. Bu durumda köle sahibi, yaşadığı sürece kölesinin hizmetinden yararlanır,

kiraya verebilirdi. Sahibi ölünce köle azaldık kazanırdı. Tedbir’in başka bir şekli de

şart koşularak yapılan muallâk tedbirdi. Sahibinin köleye “Sen şu işi yaparsan azatsın”

demesi ve kölenin o işi sahibi hayattayken yapması durumunda azat olmasıydı. Yine

köle sahibinin “Sen yarından itibaren azatsın”, “Bu hastalığından kurtulursam azatsın”

274
SŞS, Nr. 20, s. 140-1.
275
SŞS, Nr. 20, s. 137-2.
276
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 191.
277
Hüseyin Muşmal, XII. Yüzyılın İlk Yarısında Konya’da Sosyal ve Ekonomik Hayat, (Selçuk Üniversitesi
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2000, s. 78.

87
gibi şartlara bağlı olarak yapılan azatlık da tedbir’ e giriyordu ve şartlar olduğu

takdirde köle azal edilmiş oluyordu278.

Azat edilme şekillerinden biri de kitabete kesmektir. Kitabet kölenin belli bir

bedel karşılığı hürriyetini satın alması için sahibiyle yaptığı bir anlaşmadır. Kitabete

bağlanan köle, kitabet süresi içinde çalışarak, ticaret yaparak borcunu ödemeye

çalışırdı. Parayı kazanması sırasında sahiplerinin yanlarında kalma mecburiyetleri de

yoktu279.

Azat edilen kölelere azat edildiklerine dair “Itakname” veriliyordu. Bu belge

kölenin hürriyetinin ispatında büyük önem taşıyordu. Özellikle yer değiştirecek ya da

ticaret yapmak için başka yerlere gidecekse yolda kaçkın köle (abd-i âbık) zannıyla

tevkif edilmemesi için azad edilen kölenin ıtaknamesini üzerinde taşıması gerekiyordu.

Aksi takdirde hürriyetini ispat için günlerce hapis yatabilir, hatta tekrar köle olarak

satılabilirdi280.

Kölelik müessesesinin kaldırılması konusunda ise ilk defa Abdülmecid

zamanında kararlaştırılarak, köle ticaretinin engellenmesi hususunda bazı valiliklere

emirler verilmiştir. Hatta köle ticaretinde ısrar edenlerin şiddetle cezalandırılmasına

ilişkin fermanlar gönderilmiştir. 1847 yılında köle ticareti yasaklanarak köle pazarları

kapatılsa da köle alım-satımı 1908 yılına kadar devam etmiştir281.

278
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 192.
279
Muşmal, Konya’da Sosyal ve Ekonomik Hayat, s. 80.
280
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 195.
281
Sak, Kölelik Müessesesi, s. 13.

88
IV. BÖLÜM

AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU VE SAHİP OLDUĞU EŞYALAR

I. AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU

Toplumun temelini teşkil eden aileyi pek çok yönden ele aldığımız gibi

ekonomik yönden de irdelememiz gerekir. Ailenin ekonomik durumunu terekelerden

izleyerek sağlıklı bilgiler elde etmemiz mümkündür. Çünkü terekelerde, vefat eden

kişinin hayattayken kazanmış oldukları bütün malları ve servetleri kaydedilmiştir.

Böylece, bu kayıtlar kullanılmak suretiyle ailenin ekonomik durumu hakkında bilgilere

ulaşılabilmektedir.

Sivas tereke kayıtları incelendiğinde, şehirde yaşayan ailelerin, ekonomik

durumları hakkında bazı tespitler yapılabilmektedir. Bu tespitler ışığında, bazı aileler

ekonomik yönden diğerlerine göre iyi durumda iken, bazı ailelerin ise daha az gelire

ve ekonomik güce sahip oldukları söylenebilir. Söz konusu tespitlerin daha iyi

anlaşılabilmesi için aşağıda tereke kayıtlarından istifade edilerek hazırlanmış bir

tabloya yer verilecektir. Müslüman ve gayr-ı Müslimlerin ekonomik özellikleri

hakkındaki veriler ayrı tablolara yansıtılmıştır.

Tablo 19: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslümanların Gelir Durumu

0-500 500-1000 1000-5000 5000-…

Kuruş Kuruş Kuruş Kuruş

9 14 53 23

89
1000 kuruşun altında mal varlığına sahip olanlar değerlendirmelerimizde en alt

seviyedeki gelir grubunu teşkil edecektir. Buna göre Müslümanların % 23,23’ünün bu

gruba girdiği görülür. 1000–5000 kuruş arasında mal varlığı olanları orta halli olarak

nitelendirilebilir. Bu çerçevede Müslüman ailelerin % 53,53’ü orta hallidir diyebiliriz.

5000 ve üstünde mal varlığı olan tereke sahipleri de zenginler olarak sınıflandırılabilir.

Şu halde bu gurubun oranı da % 23,23 olarak ortaya çıkmaktadır Buna göre Sivas’ta

yaşayan ahalinin büyük çoğunluğu orta halli olarak değerlendirebileceğimiz ekonomik

güce sahiptir. Aşağıda gayr-i Müslimlerin ekonomik durumu hakkında bir tabloya yer

verilecektir.

Tablo 20: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslimlerin Gelir Durumu

0-500 500-1000 1000-5000 5000-…

Kuruş Kuruş Kuruş Kuruş

3 3 11 7

Tablo 20’de gayr-i Müslimler için ortaya konulan veriler üzerinden yukarıdaki

gruplandırma geçerli kılınırsa, gayr-i Müslimlerin Müslümanlara nazaran ekonomik

açıdan daha iyi durumda olduğu görülür. Bununla birlikte orta halli şeklinde

sınıflandırdığımız grup gayr-i Müslimlerde de fakir ve zenginlerden fazladır. Buna

göre gayr-ı Müslimlerde mal varlığı 1000 kuruşun altında olanlar; % 25, 1000–5000

kuruş arasında olanlar; %44, 5000 kuruş ve üstünde olanlar; % 29, 16’dır.

90
Aşağıda Müslümanlar arasında ekonomik durumun ayrıntılarının tespiti

yapılabilmesi için, dikkat çekici özellikte gelire ve ekonomik güce sahip olanlar

hakkında bir tabloya yer verilecektir.

Tablo 21: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mal Varlığı En Çok Olan

Müslüman Terekeleri

Tereke Tereke Sahibi Gelir Miktarı

No

36-2 Es-seyyid Mustafa Ağa 86476

İbn-i İbrahim

89-1 Tatar Ağası Ali Ağa bin 53995

İbrahim

117-2 Nazmizâde Es-seyyid 33072

El-Hac Hasan Ağa bin

Mehmet Efendi

146-1 Zaralızade Es-seyyid 32072

Lütfullah Paşa bin

Osman Bey

140-1 Ayvazzâde Kerimesi 21980

Fatıma binti Ömer Ağa

Terekelerindeki mal varlığı açısından zengin olarak nitelendirilebilecek olan

tereke sahipleri Tablo 21’de görüldüğü gibi “Es-seyyid” ya da “Ağa” unvanını

taşımaktadır. Zengin kişilere ait terekelerde “derzimmet” olduğu belirtilerek çok

91
sayıda isim sıralanmıştır. Anlaşılan zengin tereke sahipleri çok sayıda kişiye borç

vermişlerdir.

Müslüman zengin terekelerinden birisi de Ayvazzâde kerimesi Fatıma binti

Ömer Ağa adlı bir kadına ait olanıdır. Bu terekelerde göze çarpan ziynet eşyaları vefat

eden kişinin sosyal statüsü hakkında bir fikir vermektedir. Yine varlıklı bir kadının

olan Emine binti Süleyman’ın terekesinde, 17498 kuruşluk mal varlığının oluşmasında

sahip olduğu ziynet eşyalarının yanında kendinden önce vefat eden eşi ve kardeşinden

kalanlar da bir yekûn teşkil etmektedir282.

Gayr-ı Müslimlerden en zengin tereke sahibinin gelir miktarı 17316 kuruşla

Balik Veled Ohannes’tir. Bu kişinin terekesinde bol miktarda bez topları, yastık

topları, İngiliz şalı topları gibi eşyalar bulunmaktadır. Bu terekenin ilgi çekici bir

özelliği de toplam 278 kişinin tereke sahibine borcunun olmasıdır. Bu kişinin

borçlularının genelde kadın olmasına ve terekesinde bulunan eşyalara bakılırsa kumaş

ve bez topları satan bir esnaf olduğunu düşünebiliriz283. Yine terekesinde bez topları

bulunan Gürün kasabasından tüccar olduğu belirtilen Ragob Veled Serkez adlı

zımminin gelir miktarı 10658 kuruştur284. Bu örneklere göre Sivas’ta seyyar bir

şekilde, köyleri ve kasabaları gezmek suretiyle ticaret yapan bazı gayr-i Müslimlerin

olduğu da net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Mal varlığı bakımından zengin terekeler olduğu gibi mal varlığı düşük olan

terekeler de mevcuttur. Hatta gelirinin tamamının borçlarına ancak karşılık geldiği

terekeler de vardır. Böylesi bir tereke, bir kahvehanede halik olan ve terekesinde üç

282
SŞS. Nr. 20, s. 37-1.
283
SŞS. Nr. 20, s. 121-3.

92
dört kalem eşya bulunan, Karabet Veled Manuk adlı zımmidir. Mirasçıları olmayan

zımminin bütün geliri resm-i kısmet, delâliye, memura hizmet, kahveciye, hekime

verilen meblağ şeklinde paylaştırılmıştır285.

Bazı terekelerde tespit ettiğimiz inek, öküz, keçi, koyun gibi hayvanların

adedine bakıldığında Sivas’ta hayvancılığın ailenin kendi ihtiyacını ancak karşılamak

maksadıyla yapıldığı anlaşılır. Sivas halkı belli ki süt, peynir, yoğurt gibi ihtiyacını

karşılamak için inek, koyun, keçi gibi bazı havyanlar beslemekteydi. Bu yönüyle Sivas

şehrinin Orta Anadolu’daki diğer Osmanlı kentleriyle benzerlik gösterdiği

söylenebilir. Bu şehirlerde insanlar ticarî ve sınaî faaliyetlerle meşgul olsalar dahi,

kendi ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla ziraî faaliyetlerde de bulunmuşlardır.

Demirciler Ardı Mahallesi sakini Altunoğlu Seyyid Osman Efendi bin

Mustafa’nın terekesinde ise 5 adet arı kovanı tespit edilmiştir. Bu da Sivas şehir

merkezinde az da olsa arıcılık yapıldığını göstermektedir286.

II. AİLENİN SAHİP OLDUĞU EŞYALAR

A. Ev Eşyaları

Ev eşyaları kişinin sosyal yaşantısını yansıtan unsurlardır. Öyle ki terekelerde

kayıtlı eşyalar bizlere ailenin, eşyaları ve ev düzeni hakkında bir fikir verebilir. Ayrıca

o kişinin kültürü, sosyal çevresi, gelir seviyesi gibi konularda bir kanaat oluşturabilir.

Bu eşyalara dair listeler incelendiğinde, hemen hemen herkesin asgari ihtiyaçlarını

karşılamak maksadıyla kullandığı bazı ev eşyaları bulunurken, bazı ailelerin ise gelir

284
SŞS. Nr. 20, s. 139-1.
285
SŞS. Nr. 20, s. 159-2.
286
SŞS, Nr. 20, s. 153-3.

93
durumuna göre daha lüks olarak nitelendirebileceğimiz eşyalara da sahip oldukları

düşünülebilir. Kişilerin eşyaları göz önüne alınarak yapılan değerlendirmeler

neticesinde bir şehrin hatta devletin sosyal yaşantısı tasvir edilebilir.

Eşyaların niteliği ve niceliği, kişinin veya ailenin, sosyal, ekonomik ve kültürel

durumunu yansıtmakla birlikte, aynı zamanda hayat tarzını da ortaya koyar. Bu

eşyaların çeşitlilik arz eden görünümünü tereke kayıtlarından kolaylıkla görebiliriz.

Tereke kayıtlarında tereke sahibinin bütün eşyalarının, fiyatı ve taşıdıkları

özellikleriyle dökümünün yapılması ev eşyaları hakkında önemli bilgiler sunar. Ayrıca

bu kayıtlar, kadın, erkek, Müslüman, gayr-i Müslim, zengin, fakir gibi Osmanlı

toplumunun farklı kesimlerine ait ailelerin eşyaları hakkında fikir edinmemizi

sağlaması açısından önem taşır287.

Ev eşyalarından sergiler, Osmanlı evinin özellikle kilimiyle ünlü Sivas şehrinin

vazgeçilmezi haline gelmiştir. Osmanlı evlerine ayakkabı ile girilmediğinden her evin

sergili olduğunu söyleyebiliriz. İncelediğimiz terekelerde de bunu görmek

mümkündür. Birçok terekede halı, kilim, minder, makat şiltesi, çul, halı döşemesi

adıyla ev sergilerinin adı geçmektedir. Ayrıca çoğu terekede rastladığımız halı’nın;

yan halısı, köhne halı, beyaz halı, kırmızı beyaz halı, çadır yan halısı, orta halı, çit halı

gibi özellikte olanlarının olması Türklerdeki halıcılık ve dokumacılık sektörünün

zenginliğini ve bu sergileri kullananların zevkini ortaya koyar.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, kilimin Sivas’ta çok ayrı bir yeri vardır. Sivas

kilimine dair yazılan bir makalede kilim şöyle anlatılır:288 “Onlardaki renk cümbüşü,

287
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 706.
288
S. Elikaraoğlu, “Kilime Özenti”, Su Dergisi, S. 4, Sivas 1961, s.16.

94
renk armonisi; müzik gibi, şiir gibidir. Anadolu’nun sarı sıcağı ile kırmızı kaderlerini

bir arada görür, Ayşe’nin, Fatma’nın aşklarını onlarda yaşarsınız… Şekillerdeki

incelik, geometrik güzellikler, şaşmaz bir saat gibidir. Ana tema etrafında meydana

getirilen motifler, işlemeler onlara apayrı bir güzellik, bir renk verir. Onlardaki tema

hiç bitmez. Binlerce, on binlerce motif, coşkun ve fıkır fıkır oynaşan renklerin yan

yana kaynaşışı… Nakışların yerli yerine konuşu, kabartmalarla gölgelerin meydana

getirilişi… Anladım senin sanat değerin parayla ölçülmez.”

Yukarıdaki ifadeleri teyit edecek nitelikte bazı bilgilere de ulaşabilmekteyiz

Nitekim terekelerde rastladığımız kadarıyla kilimin; köhne kilim, orta kilim, yan

kilimi, kırmızı kilim, sağîr kilim, boz kilim, çadır nakışlı kilim, güllü kilim, kırmızı

nakışlı kilim, devetüyü kilim gibi özellikte olanları vardır. Kilime de neredeyse her

terekede rastlamakla beraber, kilimin çeşitlerinin en fazla bulunduğu tereke sahibi

Ayvazzâde Kerimesi Fatıma binti Ömer Ağa’dır289. Bu durum kişinin zenginliğini

göstermekle birlikte, kilime olan ilgisinden de kaynaklanmış olabilir.

Ev sergilerinden minderler ve yastıklar günümüzdeki sandalye ve koltukların

görevini yerine getirmektedir. Minderler sergiler üzerine konulur, yaslanmak amacıyla

da yastıklar kullanılırdı. İçleri yün, çaput ve kuş tüyü olan, yüzleri çit, dimi gibi

kumaşlarla kaplanan minder ve yastıklar kullanıldıkları yere göre köşe minderi, köşe

yastığı adını almaktaydılar290.

289
SŞS, Nr. 20, s. 140-1.
290
Demirel, Sivas Şehri, s. 74-75. Ev sergilerinden halı, kilim minder ve yastıkların örnek fotoğrafları için Resim
25 ve 26’ya bkz.

95
İnsanların geceleri yatıp uyumak için kullandığı yastık, yorgan, döşek istisnalar

olsa da291 hemen hemen her terekede bulunmaktadır. Terekelerde yastığın; çit yüzlü,

sagîr, dimi yüzlü, şilte, derunları çaput, Sivaskârı, yüz yastığı gibi özelliklerde olanları

vardır. Yorganlar; çit, çit yüzlü, köhne, alaca yüzlü, mitil, sagîr, çarşaflı çit gibi

özellileriyle ifade edilmişlerdir. Son olarak döşekler de; çit yüzlü, sagîr şilte, köhne

şilte, köhne çiçekli, tire, alaca gibi özelliklere sahiptirler.

Osmanlı ailesinde yatak takımları gündüzleri ortalıkta bulunmazdı. Geceleri

serilerek kullanılan yataklar gündüzleri toplanarak yüklüklerde muhafaza edilirdi292.

Müslümanlar tarafından namaz kılmak amacıyla kullanılan seccadeler, çeşit itibariyle

terekelerde; sagîr, kebir, halı, kilim, zile, çadır halı seccadesi gibi adlarla geçmiştir.

Müslümanların ibadet amacıyla kullandığı seccadelerin gayr-i Müslim terekelerinden

bazılarında da geçmiş olması293 Ömer Demirel’in belirttiği gibi Osmanlı evinde

seccadenin sergi amacıyla da kullanıldığını düşündürmektedir294. Aynı zamanda gayr-i

Müslimlerin, günlük hayatta Müslümanlarla iyi ilişkiler içerisinde olmalarından

dolayı, evlerine gelen Müslüman misafirler için seccade bulundurduklarını düşünmek

de mümkündür.

Osmanlı evine geceyi gündüz etmeye yarayan şamdan, fenar, kandiller

bulunurdu. Şamdanların ve fenarların kebir ya da köhne olanları, kandillerin kebir,

cam olanları vardı. Yine ocağı tüttüren ocaklar da evin aydınlatılmasında

kullanılabiliyorlardı. Ocakların diğer kullanım alanları yemek yapmak ve ısınmaktı.

291
SŞS, Nr. 20, s. 17-3, 17-2.
292
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 710.
293
SŞS, Nr. 20, s. 79-1, 141-1.
294
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 710.

96
Terekelerde ocakla ilgili ocak demiri, maşa ve mangallara rastlıyoruz. Daha çok

ısınmakta kullanılan mangalların Erzurumkârî, nühas ve köhne olanları vardır295.

Eski evlerimizin mangallarını Müjgan Üçer şöyle anlatır:296

“Mangal, eski evlerimizin süsü olduğu kadar baharın serin günlerinde içimizi de

ısıtırdı. Kışın bile odalara, ocaktan ateş alınarak mangallar konup, ısınıldığı gibi,

yemek bile pişirilebilirdi. Eski büyükler mangal ateşinde pişen yemeğin ve kahvenin

daha lezzetli olduğunu söylerdi. Mangallar evin yakışığı idiler…

Tereke kayıtlarında temizlikte kullanılan eşyalardan hamam tası, hamam takımı,

sabun, sabun kalıbı, su tası, havlu, peşkir, abdest leğeni, leğence, el leğeni gibi eşyalar

bulunmaktadır297. Bu eşyalar Osmanlı toplumunda bedeni temizliğe önem verildiğini

göstermesi açısından dikkate değerdir. Bununla birlikte Osmanlı evinde bedeni

temizlik için hamamlar ve bunun dışında odalarda yer alan, bazen üzerinde yatak ve

yorganların muhafaza edildiği, aynı zamanda hamamlık olan “yüklük”

kullanılmaktadır298.

Yemekler “evâne-i nühas” denilen bakır kaplarda yapılıyordu. Bakır kaplara

hemen her terekede rastlanılması halkın bakır eşya kullanımına itibar etmesiyle

ilgilidir. Bu nedenle Sivas dâhil bazı merkezlerde bakır atölyeleri kurulmuştu. Bu

295
Osmanlı evinde kullanılan aydınlatıcılar ve mangalın örnek fotoğrafları için Resim 27’ye bkz.
296
Müjgan Üçer, Anamın Aşı Tandırın Başı Sivas Mutfağı, İstanbul 2006, s. 354.
297
Temizlikte kullanılan eşyaların ve hamam takımlarının örnek fotoğrafları için Resim 29’a bkz.
298
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 714.

97
atölyelerde bakır, toplumun sosyal ihtiyacını karşılayacak şekilde

biçimlendiriliyordu299.

Tereke sahipleri arasında Kütahyakârı tabak ve tasları bulunan kişiler de

vardır300. Bu kişilerin gelirlerine bakıldığında bunların toplam geliri 10000 kuruş’un

üzerinde olduğu görülür. Öyle anlaşılıyor ki bu gün bile ününü koruyan Kütahyakârı

tabaklar o dönemde ancak gelir düzeyi yüksek kimselerin mutfaklarına girebiliyordu.

Kütahyakârı tabaklar dışında takım olduğu anlaşılan ve adetleri fazla olan tabak, sahan

ve tasları bulunan bir kişinin terekesinde yıldızlı kahvaltı tabağı, yıldızlı sahan, yıldızlı

Suriye tasları da vardır301.

Terekelerde gıda maddelerinin isimlerine de rastlamak mümkündür. Bu

çerçevede revgan, don yağı, dakik, bulgur, yarma, hınta, tuz gibi yiyecekler ailenin

yemekte kullandıkları malzemeleri hakkında da bilgi edinilebilmektedir. Bir kişinin

terekesinde 15 batman pirinç bulunmaktadır302. Ayrıca bazı terekelerde yiyeceklerin

dövülmesi ve öğütülmesinde kullanılan havan ve dibek gibi aletler de bulunmaktadır.

Kahve, Türk dünyasında çok erken zamanlarda kabul görmüş etrafında bir

kültür ortamı oluşturmuştur. Misafire kahve ikram etmek adeta ailenin refahının ve

misafire olan saygınlığın bir ifadesi olarak algılanmıştır303. İncelenen terekelerde

kahve ile ilgili; fincan, zarf ( sarı, sim ), kahve ibriği, kahve değirmeni, kahve tavası,

kahve kutusu, kahve güğümü gibi eşyalara da sık sık rastlanılmıştır. Osman Bin İslam

299
Emine Karpuz, “Anadolu Mutfaklarında Kullanılan Bakır Kaplar ve Osmanlı Dönemi Örnekleri”, Türkler,
XII, Ankara 2002, s. 426. Bakır kapların örnek fotoğrafları için Resim 30 ve 31’e bkz.
300
SŞS, Nr. 20, s. 21-1,62-1,108-3.
301
SŞS, Nr. 20, s. 146-1.
302
SŞS, Nr. 20, s. 89-1.
303
Cengiz Yıldız, “Türk Kültür Tarihinde Kahve ve Kahvehane”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 636.

98
adlı kişinin terekesi bu açıdan dikkat çekicidir. Zira terekesinde 5381 kuruş değerinde

55 batman kahve bulunmaktadır. Paşa hanında fevt olan kişinin kahve satan bir tüccar

olduğu anlaşılmaktadır304.

Tereke kayıtlarında duhan, duhan çubuğu ve duhan tablası da sıkça

geçmektedir. Tütün içimi ile ilgili bu terimlerle birlikte, tütünün farklı bir şekilde

içimine sağlayan nargile’nin geçtiği terekeler de bulunmaktadır305. Diğer taraftan

ortamın güzel kokmasını sağlayan “Buhurdan ve gülabdan’ın306 yanı sıra bazı

terekelerde enfiye kutusuna da rastlanılmıştır.

Terekelerinde kitap bulunan tereke sahipleri de vardır. İncelenen terekelerde

yedisinde kitaba rastlanılmıştır. Bunlardın ikisi gayr-ı Müslimdir. Bunlar arasında

Tatar Ağası Ali Ağa bin İbrahim’in 330 kuruş değerinde Mushaf-ı Şerif (Kur’an-ı

Kerim)’i vardır. Bu terekede çok çeşitli kitaplar bulunmasa da sahip olduğu değerin,

diğer terekelerdeki kitapların fiyatının toplamından daha fazla olduğu

görülmektedir307. En çok kitap ise Es-seyyid Koca Mustafa Ağa bin Ali’nin

terekesindedir. Bu kişinin 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitaplarının arasında En’âm-ı

Şerif, El-Hayat, Ali Paşa Risalesi gibi kitaplarda bulunmaktadır. Bunların değeri

toplam 75 kuruştur308. Diğer terekelerden birinde 150 kuruş değerinde Kelâm-ı

Kadim309, diğerinde de 30 kuruş değerinde Vehbi Tahfesi, Tabirnâme, Delâil-i Şerif

304
SŞS, Nr. 20, s. 133-1. Kahve takımlarının örnek fotoğrafları için Resim 32’ye bkz.
305
SŞS, Nr. 20, s. 72-2, 45-3, 89-1. Nargile ve tütün içiminde kullanılan ağızlıkların örnek fotoğrafları için
Resim 33’e bkz.
306
Gülabdan’ın örnek fotoğrafı için Resim 34’e bkz.
307
SŞS, Nr. 20, s. 89-1.
308
SŞS, Nr. 20, s. 105-1.
309
SŞS, Nr. 20, s. 81-1.

99
adlı kitaplar da bulunmaktadır310. Başka bir terekede de 8 kuruş değerinde bir En’âm-ı

Şerif bulunmaktadır311. Zımmilerin terekesinde ise Ermeni Kitabı adıyla bir kitap

dikkat çekmektedir. Bu kitap bir terekede 50 kuruş312, diğerinde 10 kuruş

değerindedir313. Terekesinde yazı yazmak için kullanılan makas, kalemtıraş, divit gibi

araçlarının bulunduğu kişilere de rastlanmaktadır. Hatta zımmi birinin terekesinde 300

kuruş değerinde sim divit bulunmaktadır314.

Bunların dışında terekelerde; mektup mumu, çekmece, cicim315, heybe, sanduka

(selvi), sacayağı, pencere perdesi, kapı perdesi, kutu316, (yıldızlı sim, maden, sagîr

çekmeceli, sakal tarağı (ağaç, zir, sim ), tespih (mercanlı) gibi eşyalar da yer

almaktadır.

B. Tarım Aletleri ve Silahlar

Tarım, insanoğlunun yaradılışından itibaren temel geçim kaynağını sağlayan

ana uğraşlardan biridir. Tarımın Türklerde ayrı bir önemi vardır. Göçebe Türkler

tarımla uğraşmaya başladıklarında yerleşmek lüzumu hissetmiş ve o andan itibaren

kalıcı eserler bırakmaya başlamışlardır. Tarıma verilen önem giderek artmış ama

verimliliği artırabilmek için iklim şartlarıyla mücadele etmek de gerekmiştir.

Sivas’ta tarım, iklimin olumsuzluklarından epeyce etkilenir. Şehir topraklarının

oldukça engebeli olması ve yörede karasal iklimin hüküm sürmesi tarımda verimliliği

310
SŞS, Nr. 20, s. 128-2.
311
SŞS, Nr. 20, s. 149-2.
312
SŞS, Nr. 20, s. 79-1.
313
SŞS, Nr. 20, s. 158-2.
314
SŞS, Nr. 20, s. 141-1.Kitaplar ve yazı takımlarının örnek fotoğrafları için Resim 36’ya bkz.
315
Cicim’in örnek fotoğrafları için Resim 26’ya bkz.
316
Kutu’nun örnek fotoğrafları için Resim 35’e bkz.

100
ve ürün çeşitliliğini olumsuz yönde etkilemiştir317. Bu gün bile bu durumun değiştiğini

söylemek güçtür.

İncelediğimiz dönemde kullanılan tarım aletlerinin günümüzde hâlâ

kullanılmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Tarım teknolojisi gelişmiş olsa da alım

gücünün olmaması başta olmak üzere bazı sebepler eski usullerde tarımın devam

etmesine neden olmaktadır. İnceleme dönemimize ait bazı terekelerde tırpan, orak,

tırmık, saban demiri gibi tarım aletlerine rastlıyoruz. Bununla birlikte inceleme

dönemimizde tarımda hayvan gücünden yararlanıldığı da bilinmektedir. Öküzü olan

tereke sahiplerinin terekelerine bakıldığında çoğunlukla 2 adet öküze sahip oldukları

görülmektedir. Çift öküzü şeklinde kaydedildiğine göre bunlar tarlaların sürülmesinde

kullanılıyorlardı. Bu şekilde öküzlerin yanında atların da tarımda kullanıldığını

söyleyebiliriz.

Terekelerin çoğunda, gerek ateşli gerekse delici silahlara rastlanılmıştır. Silahlar

terekelerde şu şekilde geçmektedir: Piştov, filinta tüfenk, hakkaki filinta tüfenk,

Sivaskârı köhne kılıç, tabanca çift, köhne silah, köhne filinta tüfenk, sagîr tüfenk, kılıç,

kara takım tabanca çift, karahisari tabanca gibi. Silahla ilgili olarak silahlık, köhne

silahlık, çadır silah abası gibi eşyalar da terekelerde geçmektedir318.

Terekelerde bulunan ateşli ya da kesici silahların bazen zevkli birer sanat

eserine dönüştükleri simli, hâreli, kakmalı olmalarından anlayabiliriz.319 İncelediğimiz

317
Adnan Mahiroğulları, “Seyahatnâmelere göre Osmanlılar Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı”,
Revak, Sivas 1995, s. 104.
318
Silah çeşitleri ve silahlığın örnek fotoğrafları için Resim 37’ye bkz.
319
Yavuz Cezar, “Bir Âyanın Muhalefatı”, Belleten, S. 161, Ankara 1977, s. 63.

101
terekelerde de sim bilerzikli tüfenk ve sim bilerzikli kılıç’a rastlanılmıştır320.

Terekesinde silah bulunanların içinde gayr-ı Müslimler de bulunmaktadır321.

C. Gayr-i Menkuller

Tereke sahiplerinin bazılarının gelirlerini oluşturan mallar arasında, çeşitli

taşınmaz mallar da bulunmaktadır. Gayr-i Menkul mallar adıyla tanımlanan bu

malların bazen terekede bulunan diğer eşyalara nazaran daha büyük bir paya sahip

olduğu görülür.

Terekelerde en sık rastladığımız gayr-i menkul mal “mülk-ü menzil” adıyla

kaydedilmiş olan evlerdir. Konak, oda, havlu, bağ, bahçe, bostan, samanlık,

kahvehane, han da mülk hissesi karşılaştığımız diğer gayr-i menkullerdir.

Önceden de bahsettiğimiz gibi incelediğimiz terekelerde çoğu kişi mülk-ü

menzil sahibidir. Tereke sahipleri, fiyatları ve mahalleleri farklılık gösteren evlerden

en çok 1000–5000 kuruş değerleri arasında evlere sahiptirler. Diğer taraftan konak

sahibi olan iki kişi vardır. Konak sahibi olmak zenginlik gerektirdiğinden bu tereke

sahipleri de varlıklı insanlar olmalıdır322.

Çeşitli gayr-i menkulleri bulunan Nazmizâde Es-seyyid El-Hac Hasan Ağa bin

Mehmet Efendi’nin aynı zamanda Börekçi dükkânından 24 sehimde 9 sehim hisse,

kahvehaneden de 40 sehimde 5 sehim hissesi vardır323. Buradan anlaşıldığına göre bazı

gayr-i menkuller üzerinde ortak mülkiyet söz konusudur. Bir başka örnekte gayr-i

menkul çeşitliliğinin fazla olduğu tereke sahibi Zaralızâde Es-seyyid Lütfullah Paşa

320
SŞS, Nr. 20, s. 76-1, 89-1.
321
SŞS, Nr. 20, s. 141-1.
322
SŞS, Nr. 20, s. 140-1, 146-1.

102
bin Osman Bey’dir. Bu kişinin Taşhan’da ve bezirci tarlasında mülkü vardır. Aynı

zamanda 25 000 kuruş değerinde bir konağa sahiptir324.

D. Giyim Kuşam ve Ziynet Eşyaları

1. Kullanılan Kumaşlar

Kumaş, pamuk, yün, ipek gibi maddelerden makinede dokunmuş her türlü

dokuma ürünüdür. Kumaşlardaki çeşitlilik insanların mevsimlere göre giyinme arzusu

ve süslenme gibi isteklerinden ortaya çıkmıştır. Osmanlı sosyal hayatında bu çeşitliliği

en geniş anlamda görebiliriz. Çünkü Osmanlı toplumunda kumaşın ayrı bir yeri

vardır325.

Osmanlılar Selçuklulardan devraldıkları kültür mirasını, Anadolu’da karşılaştığı

farklı uygarlıklardan gelen etkileri kendi benliğinde eriterek oluşturduğu sentez

sonunda, kendisine has bir Türk sanatı üslubu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle ileri

düzeyde bir dokumacılık bilgisine sahiptir326.

Dokumacılığı, bitkisel kökenli olanlar, pamuklular ile hayvansal kökenli olan;

yünlü ve ipekliler olarak hammaddesine göre çeşitlendirebiliriz. Osmanlı

kaynaklarında pamuk, “pembe” olarak geçer327. Tereke kayıtlarında keten bezi,

dülbent, dimi gibi bez türlerine rastlıyoruz. Dimi, sık dokulu kaba bez diye

tanımlanırken, adı geçen bez türlerinin geneli pamuk veya ketenden dokunmuştur328.

323
SŞS, Nr. 20, s. 117-2.
324
SŞS, Nr. 20, s. 146-1.
325
Ömer Özkan, Divriği Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı, İstanbul 2007, s. 565.
326
Fikri Salman, “Osmanlı Dönemi Türk Kumaş Sanatı”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 410.
327
Hülya Tezcan, “Osmanlı Dokumacılığı”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 404.
328
Bahaeddin Yediyıldız, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar Üzerine Bir Tahlil Denemesi”, II. Milletlerarası Türk
Folklor Kongresi Bildirileri, V, Ankara 1983, s. 273.

103
Terekelerde elbise ya da cübbe gibi giysiler kaydedilirken hangi tür kumaştan

yapıldığı belirtilmiştir. Buna göre giysiler, değirmi, saten bezi, altıparmak, kemha,

kutnu, çit, şal, çuka, ipekli, atlas, boğasi, pike, selimiye, bürümcük, alaca şeklinde

dokumaları da belirtilerek kaydedilmiştir.

Bunlardan alaca; kırmızı zemin üzerine sarı çubuklu pamuktan dokunmuş

olanıdır. Altıparmak ise alaca’nın bir çeşidi olup, sarı, siyah, beyaz, mavi, yeşil ve mor

altı ayrı renkte çubukları bulunan kumaş türüdür. Çuka ve Selimiye, pamuklu

dokumalardan, bürümcük ise ham ipeğe keten ipliği katılarak dokunan bir kumaştır329.

Atlas, çoğunlukla kadın giyiminde kullanılan, ipekten dokunan parlak bir

kumaştır. Genellikle düz renklidir. Nakışlı olan çeşitleri de vardır330. Boğasi dokuması,

seyrek olan ve kaput bezini andıran ince pamuklu kumaştır. Birçok çeşidi olan boğasi

kaftan, kapama, zıbın gibi giyecek ve döşemelik olarak kullanılırdı331. Diğer taraftan

Kemha, altın ve gümüş tellerle nakışlı elbiselik ipekli bir kumaştır. Çoğunlukla kuşak,

sarık, omuz ve boyun için kullanılan şal ise özellikle İran ve Hindistan’da dokunan

elbiselik yünlü kumaşlardı332.

2. Giyim Kuşam

Giysilerin kumaş türlerine bakıldığında erkek ve kadınların çok çeşitli kumaş

türlerinden giysilere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Giysi çeşitliliğinde ise Sivas’a

Anadolu dışından getirilen giyim eşyaları etkili olmaktadır. Nitekim incelediğimiz

kayıtlarda geçen giysi türlerinin getirildiği yerle birlikte kaydedilmesi, Sivas’a

329
Yediyıldız, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar”, s. 274.
330
Özkan, Osmanlı Toplum Hayatı , s. 566.
331
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 719.

104
Anadolu’nun bazı şehirlerinden ve Anadolu dışından da giysiler geldiğini teyit

etmektedir. Anadolu’dan Diyarbakır, Ankara, İstanbul’dan gelirken Anadolu dışından,

İngiltere, Amerika, Şam, Hama gibi yerlerden geliyordu.

Terekelerde çok sayıda kadın, erkek, Müslüman ve gayr-i Müslim elbiselerini

de belirleyebiliyoruz. Bunlardan kadın baş giyecekleri arasında çoğunlukla dülbend,

çevre, değirmi, yemeni’ye rastlanılmıştır. Dülbent ince beyaz bir bez türüdür. Bu bez

türünden dört köşe, kare şeklinde kesilenine de değirmi denir333.

Erkek baş giyecekleri arasında fes, takye, sarık, çevre, başlık, kavuk gibi

başlıkları sayabiliriz. Bunlardan takye, tek başına da kullanıldığı gibi kavuk, sarık ve

fesin altına, başın terini emerek başlığın kirlenmesini önlemek amacıyla da

kullanılmaktadır334. Kavuklar üzerine mutlaka sarık, dülbent, destar denilen kumaşlar

sarılarak kullanılırdı335.

Diz kapaklara kadar gelen don, içlik ve iç gömlek başlıca iç çamaşırlar

arasındandır. Bu iç çamaşırlar hem kadınlar hem de erkekler tarafından

kullanılmaktadır.

Kadın ve erkeklerin ortak kullandığı kıyafetlerin başında entari gelir. Entariler;

Saten bezi, altıparmak, Diyarbakırkârı, köhne, kutnu, çit, beyaz, Sivâsi, Şamkârı, atlas,

pike, Selimiyekârı gibi özelliklerde idi. Belden yukarıya giyilen gömlekler de hem

kadın hem de erkek giysileriydi. Gömleklerin ipeklisi, bez ve bürümcük olanları vardı.

Elbiselerin altına giyilen şalvarların siyah, çit ve alaca olanları vardı. Bu şekildeki

332
Özkan, Osmanlı Toplum Hayatı , s. 573-574.
333
Yediyıldız, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar” , s. 274.
334
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 719.

105
giysilerden biri de pantolondu. Şalvarların içine sokulan mintanların kadife olanları

vardı. Mintanların üzerine cepkenler, hırka ve kaftanlar giyilirdi.

Pardesü gibi giysilerden cübbeler, kırmızı ve çuka özelliklerinde olabiliyorlardı.

Bu giysilerden biri de kürklerdi. Kürk herkesin sahip olabileceği bir şey olmadığından

terekelerde sınırlı miktarda bulunduğu görülmektedir. Nitekim kürk sahibi olan tereke

sahiplerinin gelirlerinin yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Kürklerin; çit yüzlü, acem,

sarı yüzlü ve çuka olanlarına rastlıyoruz336.

Kayıtlarda bunlardan başka ayaklar için kadın ve erkeklerin giydiği çorap,

pabuç, çizme gibi giyecekler de yer almıştır. Ayrıca bele sarmak için kullanılan kuşak

çeşitleri arasında Trablus ve şal olanları en sık rastlanılanlarıdır. Genellikle belden

aşağı giyilen don, çakşır, şalvar ve pantol gibi giyecekleri tutturmak için de uçkur

kullanılırdı337.

c. Ziynet Eşyaları

Osmanlı döneminde, gümüş ve altın üzerine vurulan damgalar İstanbul, Sivas

ve Van illerinin adını taşırdı. Kuyumculuk, Sivas’ta çok gelişmiş olan bir sanattı. Bu

sanatla altına, gümüşe şekil verilen Sivas’ta gümüşün en incesi üretilirdi. Telkârı

tarzında yaptıkları gümüşlerle, kemerler, bilezikler, fincan zarfları ve tabakları,

broşları, yaka çiçeklerini, ağızlık gibi şeyleri süslerlerdi338.

Genellikle kadınların kullandıkları ziynet eşyalarına, doğal olarak kadın

terekelerinde rastlıyoruz. Kadın terekelerinde envai çeşidine rastladığımız ziynet

335
Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 720.
336
SŞS, Nr. 20, s. 62-1, 141-1.
337
Giysilerin örnek fotoğrafları için Resim 40’a bkz.

106
eşyaları arasında; zir yüzük, zir kol bağı, incili küpe, sim bilezik, saç bağı, sim kol

bağı, sim küpe, sim dolama, mercanlı kol düğmesi, zir incili küpe, sim kemer, zir

mühür, sim sürme sayılabilir. Bunlardan kadın terekelerinde hemen hepsinde

rastlanılanı ise zir incili küpedir. Gayr-i Müslim terekelerinde ise bunlardan farklı

olarak kendi dinlerini simgeleyen sim haç’a rastlanılmıştır339.

Terekelerde rastladığımız saatler; İngilizkârı, sim zarflı, sim mahfazalı,

Fransızkârı gibi özellikler taşımaktadır. En çok da İngilizkârı olanlarına rastlanılmıştır.

Toplam terekeler içerisinde saat sahibi olanların az olmakla birlikte genellikle geliri

yüksek olan kişiler de bulunması dikkat çekicidir340.

338
Müjgan Üçer, “Sivas’ta Kuyumculuk”, Revak, Sivas 1997, s. 73.
339
SŞS, Nr. 20, s. 74-1. Ziynet eşyalarının örnek fotoğrafları için Resim 38’e bkz.
340
Saatlerin örnek fotoğrafları için Resim 39’a bkz.

107
V. BÖLÜM

AİLE’NİN DAĞILMASI

I. BOŞANMA

Evlilikle birlikte eşler bazı sorumlulukları üzerlerine alırlar. Artık eşlerin

belirli statülerinin gereği olarak yerine getirmeleri gereken bazı rolleri vardır. Eğer

eşler kendilerinden beklenen rolü başarıyla karşılayabiliyorlarsa, birbirlerine karşı

olumlu ilişkileri devam edecek ve aile işlevselliğini devam ettirecektir. Eşlerin

birbirlerine karşı olan rol beklentilerini karşılayamadıkları durumlarda ise

uyumsuzluklar meydana gelecektir. Bu durumda evlilik işlevini sağlıklı ve huzurlu bir

şekilde yerine getiremeyeceğinden boşanma yoluna gidilecektir. Aslında böylesi bir

durumda boşanmanın tercih edilmesi, hem eşler hem de toplum açısından evliliğin

sürdürülmesinden daha faydalı görülse de, boşanmanın bir toplumda fazlaca ortaya

çıkmasının toplum yapısında eksikliklere neden olacağı da bilinmektedir341.

İslâm’da aile, ömür boyu sürdürmek niyetiyle kurulmuş olmalıdır. Bir süre

sonra ayrılmak şartıyla yapılmış olan evlilikler geçerli değildir. Evlilikte süreklilik

esas olmakla birlikte boşanmanın gerçekleştiği durumlar da vardır342.

İslam hukukunda üç tür boşanmadan bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi,

kocanın tek taraflı bir irade beyanıyla karısını boşamasıdır. Buna terim olarak “talâk”

adı verilir. Kocanın talak için mahkeme kararına ihtiyacı yoktur. Karısına boşanma

isteği sözlerle beyan etmesi yeterlidir343. Fakat boşanmayı gerçekleştiren koca iddet

341
Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri , s. 106.
342
Aktan, “İslam Aile Hukuku”, s. 408.

108
nafakasını ve kadının mihr-i müeccelini ödemek zorundadır. Sebepsiz boşanmalar

dinen hoş görülmese de koca, talâk için bir sebep ileri sürmek zorunda da değildir344.

Osmanlı hukukunda koca, karısını şartlı talâk ile de boşayabilirdi. Şartlı talâkta

boşanma, ileri sürülen şartın gerçekleşmesine bağlıydı. Talâk yetkisine esas itibariyle

koca sahipken, nikâh anında veya daha sonra karısına bu yetkiyi verirse, kadın bu

yetkiyle boşanma hakkını kullanabilirdi. Boşama hakkını kadına vermek anlamına

gelen bu duruma “tefviz-i talâk” denirdi345.

İslam hukukunda boşanmanın bir başka çeşidi de muhâla’a yoluyla ayrılmadır.

Bu ayrılıkta kadın, genellikle mihir alacağı karşılığında ya da her hangi bir mal

karşılığında kocasını ayrılmaya razı ederdi346. Osmanlı ailesinde muhâla genellikle;

eşler arasındaki geçimsizlik, kocanın başka bir yere gitmeye karar vermesi, gittiği

yerden gelmemesi veya sefer-i hümâyuna gitmesi gibi sebeplerle yapılırdı347.

Mahkeme kararıyla boşanma anlamına gelen tefrik ise kadına boşanma

konusunda en fazla esnekliği tanıyan metottur. Kadın; kocanın iktidarsızlığı veya bazı

hastalıklarının olması, kocanın gaipliği, nafaka mükellefiyetini yerine getirmemesi,

şiddetli geçimsizlik ve fena muamele gibi sebeplerle mahkemeye başvurarak evliliğin

sona erdirilmesini isteyebilirdi. Burada kadı uygun görürse evlilik sona erebilirdi.

343
Aydın, İslam ve Osmanlı Hukuku, s. 168.
344
Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, s. 369.
345
Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, s. 369.
346
İzzet Sak- Alaaddin Aköz, “Osmanlı Toplumunda Evliliğin Karşılıklı Anlaşma ile Sona Erdirilmesi:
Muhâla’a ( 18. Yüzyıl Konya Şer’iye Sicillerine Göre)”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, Konya 2004, s.
92.
347
Sak-Aköz, “Muhâla’a”, s. 97.

109
Tefrikte kocanın rızasının olması aranmazdı. Kadının mehir ve iddet nafakasından

vazgeçmek zorunluluğu yoktu348.

Kadınlar mihr-i müecceli karşılığı kocalarından ayrıldığı gibi kocanın doğrudan

boşanmış olduğu kadınlar da vardı. Böylesi kadınların ayakta kalabilmesi, bu sıkıntılı

dönemi atlatması ve yeni bir aile hayatına kavuşmasında mihir kurumu alt bir aile

kurumu olarak işlevini yerine getirmiştir349.

II. VASİ VE VESAYET KURUMU

Tereke kayıtlarında mirasçılar arasında hukukî korumaya ihtiyaç duyan küçük

veya doğmamış çocuklar varsa vasi tayin edilirdi. Aynı şekilde terekenin taksimi

sırasında orada hazır bulunmayan ve gâib olanlar için de vasi tayin edilirdi350. Vesayet

kurumu ise haklarını kullanma ehliyeti bulunmayan ya da noksan olan bir kişinin

mallarını koruma, işletme ve tasarruf etme hakkının başka bir kimseye tanınmasıdır351.

Vasilerde aranan özellikler ise dürüst, ehliyetli, dindar ve vasilik işlerini

yapmaya muktedir kimseler olmasıydı. Devlet vasi olacak kişiyi seçerken bu

özellikleri taşımasına dikkat ediyor, öncelikle çocuğun kendi ailesinden ve

yakınlarından, yakını yoksa dışarıdan güvenilir insanlar olmasına özen gösteriyordu.

Böylece devlet çocukların güvence altında yetişmesini sağlamayı amaçlıyordu352.

Vasi tayininde, ölen kimse küçüklerin annesi ise ve babaları da hayatta ise

mahkeme tarafından bir vasi tayinine gerek yoktur. Çocukların babası vasi olarak

348
Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, s. 370.
349
Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 128.
350
Mehmet Akif Aydın, “Eyüp Şeriye Sicillerinden 184, 185, 188 No’lu Defterlerin Hukukî Tahlili”, 18. Yüzyıl
Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 65.
351
Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 128.

110
çocukların haklarını koruma görevini üstlenmektedir. Ancak baba vasi olma

özelliklerine sahip değilse mahkeme tarafından vasi tayinine gidilebilir. Eğer ölen

anne değilde baba ise önceden baba tarafından bir vasi tayin edilmediği takdirde

mahkeme vasi olarak çocuğun en yakın akrabasını tayin etmektedir353.

Vasiler, çocukların mallarını onlara zarar verici bir tasarrufta bulunmadan idare

etmek mecburiyetindeydiler. Çocuğun adına mal bağışlama ya da aleyhte tasarrufta

bulunamazlardı. Kişiler vasileri olduğu çocukların taşınmaz mallarının satışında

kadı’nın iznini almak zorundaydılar354.

Vasilik görevi verilen kişiler devlet tarafından denetleniyordu. Bu görevin

suiistimal edilmemesi için vasilerin görev ve sorumluluklarını yerine getirip

getirmedikleri denetleniyordu. Bunu mahkemece tayin edilen nazırlar yapıyordu.

Mahkeme çocukları büyütüp beslemek, yedirip giydirmek, terbiye etmek, babanın

çocuklarına bıraktığı terekeyi koruyup tasarruf etmek amacıyla vasi; vasi ve çocuklar

üzerine de nazır tayin ediliyordu355.

Vasi tayin edilen kimselere, görevlerini lâyıkıyla yerine getirmeleri için

mahkeme tarafından günlük olarak para veriliyordu. Ayrıca devlet sadece dünyaya

gelmiş çocukları değil henüz doğmamış fakat babası ölmüş çocuklar için de vasi

belirliyordu. Vesayet kurumu Osmanlı toplumunda gayr-i Müslimler için de

geçerliydi. Mahkemeler gayr-i Müslimlerin çocuklarının korunması, himaye edilmesi,

352
Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 31.
353
Aydın, “Eyüp Şeriye Sicilleri”, s. 65-66.
354
Aydın, “Eyüp Şeriye Sicilleri”, s. 66.
355
Özdemir, “Tokat’ta Aile”, s. 124.

111
işlerinin görülmesi, miras mallarının korunması için Müslümanlarda olduğu gibi, en

yakınlarından olan kimseleri çocuklara vasi olarak tayin etmişlerdir356.

III. AİLEDE ÖLÜMLER

Doğum gibi ölüm de tabiî bir hadisedir. İnsan da her canlı gibi doğar, büyür ve

ölür. Bir didinme ve çabalama yeri olan dünya ölümle son bulur357. Ölüm dünya

üzerindeki tüm dinlerde kutsal bir olay olarak görülmüştür. Özellikle ilahî dinler ölüm

olayını öteki âleme atılan bir adım olarak görmüşlerdir. Bu anlayış ölümle ilgili pek

çok âdetin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı

toplumundaki ölüm düşüncesi ve onun kültürel boyutu daha çok İslâm dininden

beslenmiştir358.

Ölenin bir vasiyeti varsa buna çok önem verilirdi. Çünkü bu, ölenin sağlardan

istediği son arzudur. Tereke sahiplerinin techiz ve tekfin, eşine mihir borcu, resm-i

kısmet ve kaydiyesi gibi giderlerinin ardından kalan terekesi içinden vasiyetleri

düşülmüştür. Bunun ardından kalan tereke varislere paylaştırılmıştır. İncelenen

kayıtlarda bu şekilde vasiyet bırakan tereke sahipleri de bulunmaktadır359.

Terekelerin çoğunda techiz ve tekfin için yapılan harcamaların kaydedildiği

görülmektedir. Vefat eden kişinin gömülme masrafı anlamına gelen techiz ve tekfin,

tereke sahibinin giderleri bölümünde borçlarıyla birlikte kaydedilir. Erkek

terekelerinde bu durum değişmezken kadın terekelerinde farklılıklar görülür.

356
Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 32.
357
Aşkun, Sivas Folklorü, s. 238.
358
Ömer Özkan, Divan Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı, İstanbul 2007, s. 433.

112
Genellikle kadın terekelerinde bu masraf, kendi giderlerinden değil de, eşine düşen

hisseden kesilmektedir. Nitekim inceleme dönemimizde Ayvazâde Kerimesi Fatıma

binti Ömer Ağa’nın 313 kuruşluk techiz tekfin masrafı gâib eşinin hissesinden şer’en

zevcinden alınması gerektiği belirtilerek düşülmüştür360. Kadınların techiz ve tekfin

masraflarının kocalarına ait olduğu bazı kaynaklarda belirtilmiştir361. Bununla beraber

eşleri sağ olduğu halde defin masrafının kendi borçları kısmında yer alan tereke

örnekleri de bulunmaktadır362.

Terekelerin bazılarında tereke sahiplerinin aslen nereli oldukları ve nerede vefat

ettiklerine ilişkin bilgilerde verilmektedir. İncelediğimiz kadarıyla kayıtlar arasında

Diyarbakır’da vefat ettiği kaydedilen dört adet tereke bulunmaktadır363. Diğer bir

terekede ise tereke sahibinin Trablus’ta fevt olduğu bildirilmiştir364.

Kayıtlar arasında aslen başka şehirden olup da Sivas’ta vefat edenler de

bulunmaktadır. Sivas’ın Hafik Kazası’nın Yarhisar Köyü’nde halîk olan Manuk Keşiş

Veled İshak adlı zımmi’nin aslen Erzincanlı olduğu belirtilmiştir365. Ragob Veled

Serkez adlı zımminin ise aslen Gürünlü bir tüccar olduğu ve Sivas’ta Küçük Han’da

ikamet ederken halîk olduğu belirtilmiştir366. Bir diğer kayıtta ise, mirasçıları olmadığı

kaydedilen Ahmet adlı kişinin aslen Muş eyaletinden olduğu ve Sivas’ta zabıta askeri

359
SŞS, Nr. 20, s. 127-2.
360
SŞS, Nr. 20, s. 140-1.
361
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 95.
362
SŞS, Nr. 20, s. 127-2.
363
SŞS, Nr. 20, s. 17-3, 17-1, 36-2, 45-2.
364
SŞS, Nr. 20, s. 83-3.
365
SŞS, Nr. 20, s. 74-1.
366
SŞS, Nr. 20, s. 139-1.

113
olduğu kaydedilmiştir367. Sivas’ta hâlik olduğu belirtilen başka bir kişi ise aslen

Ankaralı olan bir zımmiye aittir368. Ayrıca kayıtlar içerisinde, Hatice binti Ali’nin eşi

Seyyid Osman Ağa’nın Hacda iken vefat ettiği belirtilmiştir369.

Bunların dışında ölen kimselerin kahvehanede iken fevt olduğunun belirtildiği

terekeler de bulunmaktadır370. Han’da ölümlerde han isimlerinin verildiği gibi bazen

de kahvehanedeki vakalarda kahvehane isminin verildiği de görülmektedir.

IV. MİRAS PAYLAŞIMI

Tereke, terk etmek, bırakmak anlamlarındaki fiilden türeyen Arapça bir

kelimedir. Kişi öldüğünde sahip olduğu bütün varlıklarını terk ettiğinden, Osmanlı

hukukunda ölen kişinin geride bıraktığı bütün varlığına tereke denmektedir. Miras

kelimesi de Arapça olup, ölen kişinin bıraktıklarının kanunen yaşayan ve hak eden aile

üyelerinin her birine düşen payları anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi Osmanlı

hukukunda kullanılan tereke ve miras kavramları içerik olarak birbiriyle ilişkilidir. Bu

ilişki çerçevesinde öncelikle tereke tespit edilerek maddi değeri saptanmakta ardından

her bir hak sahibine düşen miras belirlenmektedir371.

Vefat eden kişinin terekesi sıralandıktan sonra terekeden öncelikle techiz ve

tekfin masrafının ardından, tereke sahibinin olan borçlarının çıkarıldığını ve daha

sonra vasiyetlerin yerine getirildiğini daha önce belirtmiştik. Bütün bu aşamalardan

sonra sıra terekeden kalan miktarın varisler arasında paylaşılmasına gelir.

367
SŞS, Nr. 20, s. 157-2.
368
SŞS, Nr. 20, s. 141-1.
369
SŞS, Nr. 20, s. 94-1.
370
SŞS, Nr. 20, s. 21-1.
371
Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 34.

114
Terekenin varisler arasında taksim edilmesi İslam Miras Hukuku içinde belli

kaidelere göre yapılırdı. Mirasa hak kazanma derece dereceydi. Buna göre birinci

derecede mirasa hak kazanan grup Ashâbu’l- Ferâiz adı verilen gruptur. Bu grupta yer

alanlar şunlardır; Koca (zevc), karı (zevce), baba (eb), dede (cedd-i sahih), ana bir

kardeşler (evlâdu’l-umm, benu’l- ahyâf), kız (bint, sulbiyye), oğlunun kızı (bintu’l-ibn,

ibniyye), ana-baba bir kız kardeşler (ahavât lehüma), baba bir kız kardeş (uht li’l- eb),

ana (umm), nine (cedde)372.

Neseb bakımından asabe olan hısımlar ise ölüye baba tarafından hısım olup,

Ashâb-ı Ferâiz hisselerini aldıktan sonra geriye kalan terekeye hak sahibi olan ve

birinci dereceden mirasçı yoksa bütün terekeye sahip olanlardır. Bunlar üç kısma

ayrılır373. İlki Binefsihi Asabedir. Bunlar Ölen ile aralarında kadın girmeyen erkek

hısımlardır. Mesela; oğul, oğlun oğlu, baba, babanın babası, baba tarafından erkek

kardeşler, bunların erkek çocukları, amcalar ve erkek çocukları gösterilebilir374.

İkincisi Bigayrihi Asabe’dir. Bunlar yalnız başlarına bulununca asabe olmayıp, ashâb-ı

ferâizden olan hısımlardır. Bunlar dört kısım kadındır ve ancak erkek kardeşleriyle

beraber bulununca asabe olmaktadır375. Mesela; oğul ile beraber oğul kızları, oğul ile

beraber kızlar, ana- baba bir erkek kardeşlerle beraber, ana- baba kız kardeşler, baba

bir erkek kardeşlerle baba bir kız kardeşlerdir376. Sonuncusu ise, Ma’a gayrihi

372
Karaman, İslâm Hukuku, s. 441-459.
373
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 99.
374
Karaman, İslam Hukuku, s. 462.
375
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri s. 99.
376
Karaman, İslâm Hukuku, s. 464.

115
asabe’dir. Bunlar da ana baba bir kız kardeşler, kızlar veya oğul kızları ile beraber

bulunmasıyla olur377.

Eğer bu mirasçılardan hiçbirisi olmazsa miras; azad sebebiyle asabe olanlara,

Red yoluyla mirasçı olan ashâb-ı ferâize, zevi’l-erham denilen kan hısımlarına,

mukaveleli vârislere, nesebi muristen başkasına ikrar yoluyla nisbet edilen hısımlara

ve kendisine üçte birden fazla vasiyet edilen kimselere verilirdi. Son olarak da vefat

eden kişinin hiç mirasçısı bulunmadığı ya da bulunup da mirastan geriye bir miktar

kalırsa terekenin tamamı ya da geriye kalan kısım beytülmale teslim edilirdi378.

V. BORÇ VE ALACAKLAR

Osmanlı toplumunda borç- alacak ilişkileri sosyal, dinî ve iktisadî hayatın bir

neticesi olarak çeşitli şekillerde meydana gelmiştir. Bu ilişkilerin izlenmesi Osmanlı

toplumuyla ilgili bazı konularda fikir edinmemizi sağlayabilir. Borç ve alacak

ilişkilerinin izlenmesinde ise tereke kayıtlarından faydalanabiliriz. Zira bu kayıtlarda

vefat eden kişilerin borç ve alacakları oldukça titiz bir şekilde tutulmuştur. Yüzlerce

alacağı olan kişiler bile itinayla kaydedilmiştir. Öyle ki 1 kuruşluk alacakların bile

kaydedildiği terekelerde borç- alacak ilişkisini izlemek mümkündür379.

Öncelikle incelediğimiz terekelerde, Müslüman erkeklerin çoğunda eşlerine

olan mihir borcunun yer aldığını belirtmek gerekir. Bunun dışında tereke sahiplerinin

içinde borçlu olanlar fazla olmamakla birlikte, borçlu olanların da önemli ölçüde

377
Karaman, İslâm Hukuku, s. 465.
378
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 100-101.
379
Ömer Demirel, “Borç- Alacak İlişkileri Açısından Kayseri’li Gayr-ı Müslim Tüccar ve Esnafı”, Prof. Dr.
Ramazan Şeşen’e Armağan, İstanbul 2005, s. 191.

116
borçlanmadıkları anlaşılmaktadır380. Terekesinde en fazla borcu olduğu tespit edilen

Hurşit Mehmet bin Abdullah’ın 11 kişiye borçlu olduğu kaydedilmiştir. Toplam borcu

2159 kuruştur. Adı geçen kişinin bezzaz’a ve terziye olan borçlarının dışında 1100

kuruş evinden kaynaklanan gideri kaydedilmiştir381.

İncelediğimiz kayıtlarda çoğu tereke sahibinin ise alacaklı olduğu anlaşılır.

Alacaklı olanlardan biri Nazmizâde Es-Seyyid el-Hac Hasan Ağa bin Mehmed

Efendi’dir. Bu tereke sahibine 45 kişi borçlu olmakla birlikte alacaklarını toplamı

19840 kuruştur382. 45 kişinin kendisine borçlu olduğu bir diğer tereke sahibi de Kara

Ahmetzâde Çırağı Es-Seyyid Mehmed bin Hasan adlı kişidir. Bu kişinin toplam

alacağı ise 3700 kuruştur383.

Daha önce gayr-i Müslimlerin gelir durumları açıklanırken bahsedilse de borç

ve alacak konusuyla yeniden ele alacağımız bir diğer tereke sahipleri de Balik veled

Ohannes ve Kivyork veled Karabet adlı zımmilerdir. Balik veled Ohannes adlı

zımminin terekesinde 278 kişiden alacağının bulunduğu kaydedilmiştir. Toplam 11458

kuruş tutarında olan alacaklarının arasında 1 kuruşluk borcu olanların bile kaydedildiği

görülür. Terekesindeki eşyalar arasında çok sayıda bez topları bulunmasından dolayı

bu kişinin esnaf olması muhtemeldir. Borçlu olan kişilerin çoğunun kadın olması

edinilen bu fikri pekiştirmektedir384. Terekesinde bez topları bulunan Kivyork veled

Karabet adlı kişininse tüccar olduğu düşünülebilir. Nitekim tereke sahibine 25 kişi

borçlu olarak kaydedilmiştir. Aynı zamanda bu borçlular belirtilirken farklı karye

380
SŞS, Nr. 20, s. 133-1.
381
SŞS, Nr. 20, s. 50-1.
382
SŞS, Nr. 20, s.117-2.
383
SŞS, Nr. 20, s. 74-2.

117
isimleri ile birlikte yer almıştır. Kivyork veled Karabet’in tereke kayıtları içerisinde

Müslüman isimlerine de rastlanılmaktadır. Hatta bu isimler arasında imam olduğu

belirtilen bir kişi bile vardır385. Öte yandan Müslüman kişilerin borçluları arasında da

zımmi kişiler bulunmaktadır386. Anlaşılan o ki Müslümanlarla zımmiler arasında hem

sosyal dayanışma hem de ticarî açıdan borç alışverişi söz konusudur.

Tereke kayıtlarında görülen borçlanma miktarının fazlalığının tefecilikten

kaynaklandığı düşünülebilirse de borçların içeriğine bakıldığında farklı tahminlerde

bulunmak mümkündür. Terekelerde bulunan borçlar arasında mihir borcu, karı-koca,

evlatlar, kardeşler veya diğer akrabalar arasındaki borçlar, ya da günlük ihtiyaçlardan

kaynaklanan, hamam, terzi, bakkal borçlarını tefecilik olarak nitelendiremeyiz. Ancak

borçlular arasında farklı esnaf isimleri ile adları geçen kimselerin yüklü miktarda borç

almış olmaları tefecilik fikrini desteklemektedir. Borç verme olayının yaygın alması

ise şehirde ve Osmanlı genelinde para vakıfları için verilen % 10-15 faiz fetvasının

yaygın olarak uygulanmasına dayandırılabilir387.

384
SŞS, Nr. 20, s. 121-3.
385
SŞS, Nr. 20, s. 158-1.
386
SŞS, Nr. 20, s. 117-2.

387
Ömer Demirel, “Kuruluşundan Günümüze Çeşitli Yönleriyle Bir Osmanlı Mahallesi: Sivas Küçük Minare
Mahallesi”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 34.

118
SONUÇ

Bu çalışmada Tanzimat’ın ilk yıllarında, Sivas’ta aile hayatı üzerine

değerlendirmelerde bulunulmuştur. Değerlendirmelerin tutarlı bir şekilde

yapılabilmesi için aileden önce şehir tanıtılarak nasıl bir coğrafyada, hangi şartlar

altında aileyi araştırıyoruz? sorusu cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla bir

Osmanlı şehri olan Sivas, doğal olarak bağlı bulunduğu devletle ilişkili olacağından,

öncelikle araştırılan dönemin şartları ele alınmıştır.

Fizikî ve demografik yapı, hiç kuşkusuz aileyi etkileyen unsurlardandır. Ailenin

mekânı evler, mahalleler hakkında fikir sahibi olunmadan aileyi açıklamaya çalışmak

araştırmada bir takım eksikliklere neden olabilir. Bu nedenle ailenin zamanının çoğunu

geçirdiği evler ve evlerin bulunduğu mahallelerin işlevleri ve özellikleri hakkında da

bilgi sahibi olunmalıdır. Bu doğrultuda 1839–1841 yıllarında Sivas’ta bulunan

mahalleleri incelediğimiz şer’iye sicilinden belirlenmeye çalışılmıştır. Buna göre

araştırma döneminde Sivas’ta 54 farklı mahalle adı geçmektedir. Mahalle adları

terekelere kişilerin sahip oldukları evleri aracılığıyla kaydedilmiştir. Tereke

sahiplerinin evleri farklı mahallelere dağılırken fiyatları da farklılık göstermektedir. Ev

sahibi olan gayr-i Müslim ve Müslümanların aynı mahallelerde oturdukları

anlaşılmaktadır. Bu da bize Osmanlı toplumunda bir arada yaşamanın doğal sonucu

olarak, din ve milliyet ayrımı gözetmeksizin insanların, komşuluk ilişkisi

çerçevesinde, dostça münasebetler geliştirdiklerini düşündürmektedir.

XV. ve XVI. yüzyıllarda Sivas şehrinde gayr-i Müslim nüfusu çoğunluktayken

giderek Müslümanların nüfusunda gayr-i Müslimlere oranla hızlı bir artış

119
gerçekleşmiştir. 1827 ve 1831 yıllarında yapılan nüfus sayımlarında Müslüman

hanelerin gayr-i Müslim hanelerden çoğunlukta olduğu görülmektedir.

Osmanlı ailesinin, kırsal alanda yaşamanın bir gereği olarak geniş aile

olabileceği mümkünse de terekelerin çoğunda tereke sahiplerinin ev sahibi oldukları

anlaşılır. Bu durum, kişilerin ebeveynlerinden farklı evlerde yaşadıklarını, dolayısıyla

geniş aile olmadıklarını düşündürse de tüm ölümlerin şer’iye sicillerine yansımadığını

unutmamakta fayda vardır.

Osmanlı toplumunda mihir miktarı, çeşitli yıllara ve bölgelere göre farklılık

göstermektedir. İncelediğimiz kayıtlara göre Sivas’ta mihir miktarı 54 kuruş ile 500

kuruş arasında değişmektedir. Anlaşıldığı üzere mihir fiyatlarının gelir seviyesinin iyi

olmasıyla ilişkilidir. Kayıtlarımıza göre Sivas’ta ortalama 100 ila 300 kuruş arasında

mihir alanlar %78,8 ile çoğunlukta görülmektedir. Bununla birlikte incelediğimiz

dönemde 500 kuruşun üstünde mihir sahibinin olmaması, Sivas’ta mihir fiyatlarında

belirgin farklar görülmediğini ve fiyatların makul seviyede olduğunu gösterebilir.

İslâmiyet’in çok eşliliğe müsaade etmesiyle ilişkili olarak, diğer Müslüman

toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı toplumunda da çok eşlilik görülmektedir.

Araştırmalara konu olan ise çok eşliliğin Osmanlı toplumunda yaygınlığı, niçin tercih

edildiği, maddi durum ve sosyal statüyle ilişkili olup olmadığıdır. Bu konuda Ankara,

Kayseri, Amasya, Sinop, Konya ve Antep şehirlerinde yapılan araştırmalara göre çok

eşlilik %8,6 ila %15 arasında değerler almaktadır. Araştırmamızın temel

kaynaklarından olan tereke kayıtlarına göre 1839–1841 yıllarında Sivas’ta çok eşlilik

oranı %19,7 ile diğer şehirlerden fazla görünmektedir. Bu oranın fazla olmasında

çocuk sahibi olma isteğinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim 66 adet Müslüman

120
erkeğin 13’ü iki eşlidir ve bu iki eşlilerden 4’ünün hiç erkek çocuğu yoktur. Hatta

3’ünün de hiç çocuğu bulunmamaktadır. 13 kişinin toplam 35 çocuğu varken bu

çocuklardan 27’sinin küçük 8’i büyük olduğu belirtilmiştir. Tereke sahipleri öldükleri

halde küçük çocuklarının fazla olması çocuk sahibi olamadıklarından, ilerleyen

yaşlarda ikinci bir evliliği tercih ettiklerini düşündürmektedir. Diğer taraftan

incelediğimiz kayıtlara göre Sivas’ta çok eşliliğin sosyal statü ve zenginlik seviyesiyle

ilişkisi görünmemektedir.

Osmanlı toplumunda ailelerin sahip oldukları çocuk miktarı da merak edilen bir

konudur. İncelenen terekelere göre 1839–1841 yıllarında Sivas’ta hem Müslüman hem

de gayr-i Müslim ailelerin çoğu 1-4 arasında çocuk sahibidir. Buna karşılık Müslüman

aileler en fazla 7 çocuk sahibi iken, gayr-i Müslim aileler en fazla 8 çocuk sahibidir.

Gayr-i Müslim ailelerin ortalama çocuk sayısı da Müslüman ailelerden fazladır.

Nitekim Müslüman ailelerde ortalama çocuk sayısı %2,79 iken, gayr-i Müslimlerde bu

oran %3.09’dur. Ayrıca ailelerin sahip olduğu çocuk sayısı ile gelir durumu arasında

da bir ilişki kurulamamıştır.

İncelediğimiz dönemde Müslüman erkek isimleri arasında en fazla Mehmet

Mustafa ve Ali bulunurken, Müslüman kadın isimleri arasında Fatma, Ayşe, Şerife’nin

yaygın olduğu görülmektedir. Zımmilerde ise kadın isimleri erkek isimlerine oranla

daha fazla çeşitlilik göstermekte, erkek isimlerinden de en çok Agop, Gabril, Kivyork,

Artin, Karabet gibi isimlerin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Müslüman terekelerin

bazılarında isimler ile birlikte unvanlar da yer almaktadır. Terekelerde en çok el-Hac,

ağa, seyyid, efendi, hafız, bey unvanlarından el-Hac, ağa ve seyyid unvanları ile

karşılaşılmıştır. Unvan sahibi olan kişilerin diğerlerine nazaran gelir seviyelerinin

121
yüksek olduğu göze çarpar. Es-Seyyid ve ağa unvanını taşıyan bir kişinin cariye’si

bulunmaktadır.

Terekeler içinde iki kişide cariye’ye rastlanılmış olup, cariye sahibi olan diğer

kişinin ise babasının ağa unvanıyla kaydedildiği görülmektedir. Neticede unvan sahibi

olmak gelir seviyesinin yüksek olması ile ilişkiliyken, aynı zamanda cariye sahibi

olmakla, sahip olunan servetin ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.

Sivas’ta incelenen dönemde kişilerin mal varlığına bakıldığında hem Müslüman

hem de gayr-i Müslimler’in çoğunlukla 1000–5000 kuruş arasında mal varlığı olduğu

ortaya çıkmaktadır. 1000 kuruş’un altında mal varlığı olanlar fakir, 5000 kuruşun

üzerinde mal varlığı olanlar zengin olarak değerlendirilirse, şehirde çoğu kişinin mal

varlığı bakımından orta halli olduklarını düşünmek mümkündür.

İncelenen tereke kayıtlarında, ailenin sahip olduğu eşyalar hakkında kişinin

eşyalarının dökümü yapılmasından dolayı, geniş ölçüde bilgi sahibi olmak

mümkündür. Kişilerin kullandıkları ev sergileri, yatak yorgan ve döşemeleri,

kandilleri, mangalları, hamam takımları, mutfak malzemeleri, kahve takımları gibi pek

çok eşyanın farklı özellikleriyle birlikte listelendiği bu kayıtlarda o dönemde

kullanılan eşyalar hakkında ayrıntılı bir şekilde bilgi edinilebilmektedir. Yine bu

kayıtlarda vefat eden kişinin sahip olduğu kitaplar da kaydedildiğinden, kültür ve

okuma seviyesi hakkında fikir edinmek mümkündür. Ancak bu yönde kesin bir kanaat

hasıl olmamıştır.

Eşyaları arasında tarım aletleri bulunanlar muhtemelen tarımla uğraşmaktadır.

Yine terekeleri içinde silah sahibi olan kişiler de bulunmaktadır. Bu kayıtlarda

silahların gerek ateşli gerekse delici olanları farklı özellikleriyle sıralanmıştır. Kayıtlar

122
arasında ev sahibi olanlar fazla ise de az da olsa ev dışında gayr-i menkul sahibi

olanlarda bulunmaktadır.

Tereke kayıtlarında giyim eşyaları da sıralanmaktadır. Giyim eşyaları

kaydedilirken gerek renkleri gerekse kullanılan kumaşlar da belirtilmiş, bu nedenle

hem kullanılan giysiler hakkında hem de dönemin dokumacılığı hakkında bilgi

edinebilmek mümkün olmuştur. Bu çerçevede ziynet eşyaları ve saatler maddi geliri

yüksek olan kişilerin terekelerinde bulunurken, bunlardan ziynet eşyalarının çeşitlerine

çoğunlukla kadın terekelerinde karşılaşılmıştır.

Kurulan aile boşanma ile isteğe bağlı bir şekilde dağılma aşamasına girerken,

vuku bulan ölümlerle de mecburi olarak dağılabilmektedir. Her iki durumda da sahip

olunan çocukların haklarının korunması için vasi tayin edilmektedir. Bu durum sadece

Müslüman çocukları için değil gayr-i Müslim çocukları için de geçerlidir. Kişinin

ölümünden sonra sıra terekesinin paylaşılmasına gelmektedir. Varsa terekesinden

vasiyetleri ve borçları çıkarılmaktadır. Ölümle son bulan hayatta, kişinin varislerine

paylaştırılan mal varlığından son harcama ise son yolculuğuna defnedilme masrafı

anlamına gelen techiz ve tekfin’dir.

123
BİBLİYOGRAFYA

Arşiv Kaynakları

Şer’iye Sicilleri: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilleri

Diğer Kaynaklar

ACUN, Hakkı, “Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerinin Listesi ve Turistik

Değerleri”, Vakıflar Dergisi, S. 20, Ankara 1988, s. 183-219.

AKGÜNDÜZ, Ahmet, “ İslam Hukukunun Osmanlı Devleti”nde Tatbiki:

Şer”iye Mahkemeleri ve Şer”iye Sicilleri”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 54-68.

AKŞİN, Sina, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı

Devletinin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşit Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler,

Ankara 1994, s. 5-12.

AKTAN, Hamza, “İslâm Aile Hukuku”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde

Türk Ailesi, II, Ankara 1992, s. 397-433.

AKTAŞ, Ümit, Osmanlı Çağı ve Sonrası, İstanbul 1998, s. 176-184.

AKYILMAZ, Gül, “III. Selim’in Dış Politika Anlayışı ve Diplomasi Reformu

Çerçevesinde Batılılaşma Siyaseti”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 660-670.

___________, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, Türkler, X, Ankara 2002, s.

365-374.

ARICAN, Mehmet Akif, Tanzimat Dönemi’nde Amasya’da Aile, (Cumhuriyet

Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2002.

124
ARÛ, Kemal Ahmet, “Osmanlı-Türk Kentlerinin Genel Karakteristikleri

Üzerine Görüşler”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul ?, s.

329-334.

AŞKUN, Vehbi Cem, Sivas Folklorü I-II, Sivas 2006.

AYDIN, M. Akif, “Aile”,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul

1989, s. 196-200.

_______, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyet Tarihi, İstanbul

1994, s. 375-441.

_______, İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstanbul 1996.

_______, “Eyüp Şeriye Sicillerinden 184, 185, 188 No’lu Defterlerin Hukuki

Tahlili”, 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 65-

72.

AYDIN, Mehmet, “Tanzimat’la Aranan Hüviyet”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü

Uluslararası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 15-19.

AYNÎ ALİ EFENDİ, Osmanlı İmparatorluğunda Eyâlet Taksimatı, Toprak

Dağıtımı ve Bunların Mali Güçleri, çev. Hâdiye Tuncer, Ankara 1964.

BAĞIŞ, Ali İhsan, “İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Toprak

Bütünlüğü Politikası ve Türk Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi:

200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 45-53.

______, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Ankara 1998.

BEKTAŞ, Cengiz; Türk Evi, İstanbul 1996.

125
BİLGET, Burhan, Sivas Evleri, Ankara 1993.

BİLİM, Cahit Yalçın, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi (1734-1876), Eskişehir

2002.

BİZBİRLİK, Alpay, "Tereke Defterleri ve Edirne Tereke Defterleri Üzerine Bir

Deneme", Türkler, X, Ankara 2002, s. 731-735.

BOZKURT, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu

1839-1914, Ankara 1996.

C. CLARK, Edward, “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Tanzimat, Ankara 2006, s.

499-512.

CERASI, Maurice M., Osmanlı Kenti Osmanlı İnparatorlu’nda 18. ve 19.

Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve Mimarisi, çev. Aslı Ataöv, İstanbul 2001.

CEYLAN, Oğuz, Sur ve Kaleleri İle Tarihte Sivas, Sivas 1988.

CEZAR, Yavuz, “Bir Âyanın Muhalefatı”, Belleten, S. 161, Ankara 1977, s. 41-

78.

CİN, Halil, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya 1988.

ÇADIRCI, Musa, “Anadolu Kentlerinde Mahalle (Osmanlı Dönemi)” Tarihten

Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul ?, s. 257-262.

________, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim”, Belleten, LII, Ankara

1988, 601-625.

________, “Tanzimat’ın Uygulanmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”,

Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 295-299.

126
________, “Tanzimat’ın İlânı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1926-1839)”,

Belleten, LI, Ankara 1988, s. 1215-1240.

________, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik

Yapılar, Ankara 1991.

DARKOT, Besim, “Sivas”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, X,

İstanbul 1989, s. 569-577.

DARTMA, Bahattin, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti:

Şihabuddin es-Sivasi”, Selçuklular Dönemi Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006,

s. 222-233.

DEMİREL, Ömer- Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz, “Osmanlı Anadolu Ailesinde

Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, II, Ankara

1992, s. 703-755.

_________, Adnan Gürbüz, Muhiddin Tuş; “Osmanlılarda Ailenin Demografik

Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, I, Ankara 1992, s. 97-161.

__________, “1700-1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”,

Belleten, LIV, S. 211, Ankara 1990, s. 945-961.

__________, “1876-1909 Yıllarında Sivas’ta Eğitim”, Osmanlı Dönemi Sivas

Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 160-167.

__________, “Osmanlı Dönemi Sivas Şehrinde Sur, Saray, Mahalleler ve

Sosyo-Kültürel Eserler”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 37-

65.

127
__________, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına

Dair Bazı Tespitler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 217-224.

__________, “Sivas Şehri Vakıf Kurucularına Dair”, Osmanlı Dönemi Sivas

Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 140-146.

__________, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalanması”, Osmanlı

Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 13-21.

__________, “Sosyo- Ekonomik Açıdan Osmanlı Dönemi Sivas Ermenileri”

Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 182-190.

__________, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Şehir Ekonomisi (Sivas Örneği)”,

Osmanlı, III, Ankara 1999, s. 504-521.

__________, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri ve Esnaf Teşkilatı, Sivas 1998.

_________, Osmanlı Şehir-Vakıf İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında

Vakıfların Rolü, Ankara 2000.

_________, “Borç-Alacak İlişkileri Açısından Kayseri’li Gayr-ı Müslim Tüccar

ve Esnafı”, Prof. Dr. Ramazan Şeşen’e Armağan, İstanbul 2005, s. 189-197.

_________, “Kuruluşundan Günümüze Çeşitli Yönleriyle Bir Osmanlı

Mahallesi: Sivas Küçük Minare Mahallesi”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-,

Sivas 2006, s. 22-36.

DOĞRU, Halime, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve

Ekonomik Görüntüsü, Eskişehir 1995.

128
DUMONT, Paul, François Georgeon (ed), Modernleşme Sürecinde Osmanlı

Kentleri, çev. Ali Berktay, İstanbul 1999.

EKEN, Galip, “ XVIII. Yüzyıl Ortalarında Antep’te Aile”, Sosyal Bilimler

Enstitüsü Dergisi”, S. 6, Konya 2000, s. 477-490.

______, “Tanzimat Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı

Bilgiler”, Revak, Sivas 1999, s. 14-27.

EKMEKÇİOĞLU, Zeki (ed. ), Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sivas, Sivas 1998.

ELDEM, Sedat Hakkı, Türk Evi Osmanlı Dönemi, ? 1987.

ELİKARAOĞLU, S.,“Kilime Özenti”, Su Dergisi, S. 4, Sivas 1961.

EMECAN, Feridun M., “Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Mahkeme”, 18.

Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp”te Sosyal Yaşam, İstanbul 1988, s. 73-81.

ERDEM, İlhan, “Türkiye Selçuklu- İlhanlı İlişkilerinde Sivas”, Selçuklular

Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 65-82.

ERDİL, Kadri, Sivas Rehberi, Sivas 1953.

ERGENÇ, Özer, “Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği

Üzerinde Bazı Düşünceler”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1981, s. 1265-1274.

ERGİN, Osman, Türkiyede Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul 1936.

ERTEN, Hayri, Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve

Kültürel Yapısı (XVIII. Y. Y. İlk Yarısı), Ankara 2001.

EVLİYA ÇELEBİ, Seyahatname, III-IV, İstanbul 1993.

129
FAROQHİ, Suraiya, “Şehir Evinin Fiziki Şekli”, Sosyo-Kültürel Değişme

Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 1151-1178.

_________, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, çev. Hatice Sonnur Özcan,

Ankara 2006.

FENDOĞLU, HASAN TAHSİN, “Osmanlı’da Kadılık Kurumu ve Yargının

Bağımsızlığı”, Osmanlı, VI, Ankara 1999, s. 453-469.

GÖDE, Kemal, “Eratnalılar Devrinde (1327-1381) Sivas”, Selçuklular

Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 39-45.

GÜLER, İbrahim, “Sinop’ta Medeni Durum”, Tarih ve Düşünce Dergisi, S. 3,

(Mart 2001), s. 22-28.

______, “XVIII. Yüzyılda Aile: Sinop Örneği”, Tükler, XIV, Ankara 2002, s.

28-40.

GÜRBÜZ, Adnan, “XV-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehıinde İdari ve Ekonomik

Yapı”, Vakıflar Dergisi, S. 26, Ankara 1997, s. 87-95.

GÜRKAN, Feyyaz, “ Şer”i ye Mahkemeleri Sicilleri Üzerinde Bir Araştırma”

IX. Türk Tarih Kongresi, II, Ankara 1988, s. 765-769.

İNALCIK, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Tanzimat

Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 83-100.

_________, “Tanzimat Nedir?”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı

İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 13-35.

130
İPCİOĞLU, Mehmet, Konya Şeriyye Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi, Ankara

2001.

KAFADAR, Cemal, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”, Osmanlı Geriledi

mi?, İstanbul 2006, s. 101-164.

KARAL, Enver Ziya, Osmanlı İmparatorluğunda İlk Nüfus Sayımı 1831,

Ankara 1997.

_______, “Gülhane Hattı Hümâyunu’nda Batı’nın Etkisi”, Tanzimat Değişim

Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 65-82.

KARAMAN, Fikri, “Sivas ve Sâlnâmeler Üzerine”, Revak, Sivas 2002, s. 113-

118.

KARAMAN. Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İstanbul 2001.

KARPAT, H. Kemal, “Osmanlı Tarihinin Dönemleri: Yapısal Bir

Karşılaştırmalı Yaklaşım”, Osmanlı Geriledi mi?, İstanbul 2006, s. 225-252.

KARPUZ, Emine, “Anadolu Mutfaklarında Kullanılan Bakır Kaplar ve

Osmanlı Dönemi Örnekleri”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 425-432.

KARPUZ, Haşim, Erzurum Evleri, Ankara 1984.

KAYHAN, Hüseyin, “Danişmendli- Bizans İlişkileri” Selçuklular Döneminde

Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 97-107.

KEMİKLİ, Bilal, “Şiir ve İktidar: Hükümdar Şair Kadı Burhaneddin Örneğinde

Bir İnceleme”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s.

234-246.

131
KESİK, Muharrem, “Danişmendliler Zamanında Sivas (1071-1175)”,

Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 108-120.

KOCABAŞ, Süleyman, Türkiye ve İngiltere, İstanbul 1985.

KOCACIK, Faruk, Sivas’ta Kentsel Aile, Sivas 1997.

KODAMAN, Bayram, “XX. Yüzyıl Başında Sivas Vilâyeti (1901)”, Türk

Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu, Ankara 1987, s. 170-183.

KOMİSYON, Şer”iye Sicilleri, İstanbul 1988.

KONUKÇU, Enver, “Moğol Noyanları Kayılar ve Sivas”, Selçuklular

Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri, Sivas 2006, s. 52-64.

KUBAN, Doğan, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, ? 1995.

KÜÇÜKDAĞ, Yusuf, Lale Devri’nde Konya, (Selçuk Üniversitesi Basılmamış

Doktora Tezi), Konya 1989.

KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara 1978.

MAHİROĞULLARI, Adnan, Seyyahların Gözüyle Sivas, İstanbul 2001.

_________________, “Seyahatnâmelere göre Osmanlılar Döneminde Sivas’ın

Sosyo-Ekonomik Yapısı”, Revak, Sivas 1995, s. 104-109.

MAKSUTOĞLU, Mehmet, Osmanlı Tarihi 1299-1922, İstanbul 2001.

MANTRAN, Robert, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Server Tanilli, II,

İstanbul 1999.

MUŞMAL, Hüseyin, XII. Yüzyılın İlk Yarısında Konya’da Sosyal ve Ekonomik

Hayat, (Selçuk Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2000.

132
ORTAYLI, İlber, “Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf”, Sosyo-

Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, II, Ankara 1992, s. 456-467.

_________, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006.

_________, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul 2006.

ÖZDEMİR, Rıfat, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”,

Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu, Ankara 1987, s. 81-144.

ÖZKAN, Ömer, Divriği Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı,

İstanbul 2007.

ÖZTÜRK, Mustafa, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, Sivas Kongresi IV.

Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 2005, s. 1-15.

ÖZTÜRK, Said, “Osmanlı’da Çok Evlilik”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 375-

384.

________, İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul 1995.

________, “Kassâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXIV,

İstanbul 2001.

PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, I, Ankara 1985.

SAK, İzzet-Alaaddin Aköz, “Osmanlı Toplumunda Evliliğin Karşılıklı Anlaşma

İle Sona Erdirilmesi: Muhâla’a (18. Yüzyıl Konya Şer’iye Sicillerine Göre)”, Türkiyat

Araştırmaları Dergisi, S. 15, Konya 2004, s. 91-140.

____, İzzet, 16. ve 17. Yüzyıllarda Konya’da Kölelik Müessesesi, (Selçuk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1987.

133
SAKAOĞLU, Necdet, Divriği’de Ev Mimarisi, İstanbul 1978.

SALMAN, Fikri, “Osmanlı Dönemi Türk Kumaş Sanatı”, Türkler, XII, Ankara

2002, s. 410-415.

SANDER, Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara 1987.

SARICIK, Murat, “Osmanlı Devleti’nde Nakîbü’l – Eşrâflık Kurumu”, Türkler,

X, Ankara 2002, s. 385-393.

SAVAŞ, Saim, “18. Asrın Sonlarında Sivas’ta İdari Durum Asayiş ve Ahlak”,

Revak, Sivas 1991, s. 40-52.

________, “Sivas Zaviyeleri”, Toplumsal Tarih, V, S. 28, İstanbul 1996, s. 52-

57.

________, Bir Tekkenin Dini ve Sosyal Tarihi Sivas Ali Baba Zaviyesi, İstanbul

1992.

SERTOĞLU, Midhat, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1886.

SEYİTTANLIOĞLU, Mehmet; “Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilâtı”,

Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 561-576.

SOYSAL, İsmail, Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri

(1789-1802), Ankara 1999.

SOYSALDI, H. Mehmet, Kur’an ve Sünnet’e Göre Evlenme ve Boşanma,

İstanbul 1999.

TEZCAN, Hülya, “Osmanlı Dokumacılığı”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 404-

409.

134
TOKAT, Muammer- Erdoğan Dursun, Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Sivas’ta

Eğitim, Sivas 1998.

TUFANTOZ, Abdurrahim, “Selçuklular Çağında Sivas’ın Stratejik ve

Ekonomik Önemi”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006,

s. 141-155.

TUŞ, Muhiddin, “Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma (1700-

1730)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 4, Konya 1999, s.

157-191.

____, “XIX. Asır Ortalarına Doğru Sivas’ın İktisadî Yapısı”, Revak, Sivas

1995, s. 40-45.

____, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya 2001.

____, Adnan Gürbüz-Ömer Demirel; “ Osmanlı Ailesi İle İlgili Şer”iye

Sicillerinden Seçilen Örmek Belgeler”, Sosyo- Kültürel Değişme Sürecinde Türk

Ailesi, Ankara 1992, s. 849-875.

UZUN, Ahmet, “Osmanlı Devleti’nde Şehir Ekonomisi ve İaşe”, Türkiye

Araştırmaları Literatür Dergisi, III, S. 6, İstanbul 2005, s. 211-235.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı- Rıdvan Nafiz: Sivas Şehri, Haz. Recep Toparlı,

Erzurum 1992.

_____________, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988.

ÜÇER, Müjgan, “Sivas’ta Kuyumculuk”, Revak, Sivas 1997, s. 73-76.

135
______, Anamın Aşı Tandırın Başı Sivas Mutfağı, İstanbul 2006.

ÜREDİ, Kadir, “Eskiden Sivas’ta Düğün Gelenekleri”, Revak, Sivas 1998, s.

64-67.

ÜREKLİ, Bayram-Alpay Bizbirlik, “Karaman Valisi Çelik Mehmet Paşa”nın

Terekesi” Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 1, Konya (Kasım 1994), s. 175-220.

VERSAN, Versan, “Osmanlı Devletinde Tanzimattan Sonra Batı Devletler

Hukukunun Benimsenmesi”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara

1999, s. 105-112.

YASAK, İbrahim, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Sivas 2004.

YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, II-III, İstanbul ?.

YEDİYILDIZ, Bahaeddin, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar Üzerine Bir Tahlil

Denemesi”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V, Ankara 1983, s.

271-284.

YERASİMOS, Stefan, “Tanzimat’ın Kent Reformları Üzerine”, Tanzimat

Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 365-380.

YILDIZ, Cengiz, “Türk Kültür Tarihinde Kahve ve Kahvehane”, Türkler, X,

Ankara 2002, s. 635-639.

YILMAZ, Serap, "İranlı Ermeni Bir Tüccarın Terekesi ve Ticarî Etkinliği

Üzerine Düşünceler", Tarih İncelemeleri Dergisi, S. VII, İzmir 1992, s. 191-213.

136
EKLER

137
Resim 1: Ulu Cami Resim 2: Buruciye Medresesi

Resim 3: Çifte Minare ve Kale Cami

138
Resim 4: Çifte Minare Resim 5: Güdük Minare

Resim 6: Zincirli Cami

139
Resim 7: Meydan Cami Resim 8: Behram Paşa Hanı

Resim 9: Ahi Emir Ahmed Bin Zelne’l- Hac

140
Resim 10: Taş Han

Resim 11: Kurşunlu Hamamı

141
Resim 12: Çay Hamamı Sokağı (1927)

Resim 13: Baldırbazarı Mahallesi (1927)

142
Resim 14: Gökmedrese Mahallesi (1932)

Resim 15: İmaret Mahallesi (1963)

143
Resim 16: Nalbantlarbaşı Mahallesi (1928)

Resim 17: Nalbantlarbaşı Mahallesi ve Ziyabey Kütüphanesi (1927)

144
Resim 18: Çayhamamı Sokağından Görüntüler

145
Resim 19: Atatürk Caddesi ve Paşa Cami Mevki 1924

Resim 20: Atatürk Caddesi ve Paşa Cami Mevki 2008

146
Resim 21: Kangal Ağası Konağı

Resim 22: Osman Ağa Konağı

147
Resim 23: Abdi Ağa Konağı

148
Resim 24: Sivas Evleri

149
150
Resim 25: Ev Sergileri

151
152
153
Resim 26: Cicim ve Minderler

154
155
Resim 27: Aydınlatıcılar

156
157
Resim 28: Semaverler ve Mangal

158
Resim 29: Hamam Takımları

159
Resim 30: Bakır Kaplar

160
Resim 31: Bakır Kaplar

161
Resim 32: Vazolar ve Kahve Takımları

162
Resim 33: Nargile ve Ağızlıklar

163
Resim 34: Gülabdan

Resim 35: Kutular

164
Resim 36: Kitaplar ve Yazı Takımları

165
Resim 37: Silahlar

166
Resim 38: Ziynet Eşyaları

167
Resim 39: Saatler

168
Resim 40: Giysiler

169

You might also like