Professional Documents
Culture Documents
SABETAYCILIK
VE
TÜRKİYE SABETAYLARI
(Dönmelik)
REOSTA
“OPERASYON PROJESİ”
İSTANBUL/MAYIS 2000
GİRİŞ
Dikkat çeken çok önemli bir gelişme de Ağustos 1999’dan başlamak kaydı
ile zirveye ulaşan, Sabetaycıların gayrı-menkullerini satışa çıkartmış
olmalarıdır. 17 Ağustos sonrasında zirve noktasına ulaşan bu gelişmenin
gayrı-menkul değerlerin alım/satımlarının son derece durgun bir dönemine
rastlaması, son derece değerli gayrı-menkullerin arz/talep dengesinin uygun
olmamasına karşın, son derece uygun ve hatta düşük seviyelerde tutulan
rakamlarla satışa sürülmesinin ardında yatan gerçek Sabetay Cemaati’nin
İsrail tarafından büyük bir gizlilikle vatandaşlığa kabul edileceklerinin ilk
işaretleri olarak algılanabilir.
Sabetaycılık, 17.yüzyılda ortaya çıkan mistik bir hareketin genel adı olarak
Rav Sabetay Zwi’nin Mesihlik iddiaları üzerine kurulmuştur.
Beklenen Mesih olduğunu iddia eden Zwi, Yahudi cemaatleri arasında bir
anda dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış, Avrupa’dan Afrika’ya değin ünü
yayılmış ve pek çok Yahudi kendisini görmek üzere Türkiye’ye gelmiştir.
Yahudiliğin diyalektiğinde var olan melânkonlik atmosferinin zirveye
ulaştığı bir dönemde Mesihi hareket Zwi ile yepyeni bir ivme kazanmış ve
hemen herkes kıyamet günün geldiğine ve İsrail’in kurulacağına inanmıştır.
Bu gerçek yola çıkılarak Rav Sabetay Zwi, siyonizmin teorisyeni olarak
tanımlanabilir.
Baskı ile din değiştirmek zorunda kalan Zwi, büyük bir düş kırıklığı ile
Yahudi dünyasını karşı karşıya bırakmış, öğretisine inanan ve onun
peşinden giden 200 ailelik bir grubun lideri olarak
“Gizli/Etnik/dinsel/İdeolojik Sabetaycılık Hareketi”ni kurmuştur.
Gerek Zwi’nin yaşamında ve gerekse onun ölümünün ardından giderek
güçlenen ve Kabalistik geleneğin katı takipçiliğini üstlenen bu gizli cemaat,
Osmanlı İmparatorluğu ve pek çok Avrupa ülkesinin siyasal yaşamında 19.
Yüzyıldan sonra “aktif” olarak adını duyurmaya başlamıştır.
Son derece sinsi bir tezgâh sonucunda devlete hizmet verecek, adeta radarı,
sonar sistemi olacak olan entelektüeller ve sanatçılar bu nedenle ilk
tırpanlanan kişiler olmuşlardır. Ve bu yanlış politika hâlâ uygulanmaktadır.
Bunun sonucu olarak da Türkiye Cumhuriyeti Devleti, elinin altındaki
tarihsel arşiv bilgilerinden yararlanabilmekten bile mahrum kalmıştır.
Ayrıca, tarihi arşiv bilgileri ile günümüz dünyasında süratle geliştirilen
siyasal entrikalar arasındaki düğümü çözebilecek donanım ve yetenekte
analizciler ile karşı/teoriler üretebilme yeteneğine sahip kadrolar
oluşturulması hiç ama hiç düşünülmemiş son derece önemli bir yanlışlıktır.
Bu yanlışlıktan dönülmesi gerektiği anlaşıldığında hem çok geç kalınmış
olacak, hem de böyle bir oluşumun sağlanabilmesi için kadro oluşturulması
mümkün olmayacaktır. Çünkü hiçbir entelektüel ve sanatçı, vizyondaki
sistemin sonsuza değin devamına katkıda bulunmalarının bir vatandaşlık
sorumluluk ve yükümlülüğü olduğu gerçeğini kabul etmeyeceklerdir. Neden
mi? Çünkü, sistemin kendi halkına ihanet üzerine temellendirilmediğini,
ama halka ihanet eden yönetim kadroları ile bu kadroların denetlenmesinden
sorumluların sistemi yıkıp yok ettiklerine yürekten inanmış olacaklardır.
RAV SABETAY ZWİ KİMDİR?
1
Sabetay Zwi’nin ailesinin Mora’dan İzmir’e geldiği bilinmektedir. Bazı
kaynaklar onun Aşkenaz olduğunu, bazıları Sefarad asıllı olduğunu öne
sürer. Ancak ailesinin Romanyor Yahudileri’nden olması daha yüksek bir
olasılık olarak görülmektedir.
2
Kabala düş gücüne dayalı bir Yahudi mistik felsefe sistemidir. Bu
düşünme tarzı Kabala adındaki mistik felsefi eserde toplanmıştır. İnsan
benliği ve varlığını düş ile birleştiren bir karakterde olması onun İsrail
kökenine dayanmadığı kuşkusu doğurmaktadır. Kabala’nın ana kitabı
Zohar’dır. Bir iddiaya göre M.S. 2.yy’da Rab Şimon Baryohay tarafından
yazılmıştır. Diğer bir teori ise, 13.yy’da tamamının ya da bir bölümünün
Rabi Şimon Deleon tarafından yazıldığıdır. Zohar Tora’nın Giz ve Esrarı
açıklamalarını içerir.
1666’da Musul dolaylarında Seyid Abdullahoğlu Muhammed mehdiliğini
ilân etmiştir. Tüm bu koşullar ve gelişmeler Sabetay’ın üzerinde derin
etkiler bırakmıştır. O beklenen Mesihin (Maşiah) kendisi olduğuna
inanıyordu. 1650-51’de İstanbul’da Avrahan Yaqini adlı bir kişi kendisine
beklenen Mesih olduğuna dair bir belge vermiştir. Bu dönemde dördüncü
karısı Sara yaşamına girmiştir. 1665 yılı Sabetay’in yaşamının dönüm
noktasıdır. Çünkü onun Mesih olduğuna inanan Gazzeli teolog Nathan
Benjamen Levi Eskenazi ile tanışacaktır.(3) Nathan ona beklenen Mesihin
habercisi olduğunu söyler, kendisi de Mesihin geleceğini haber verecek olan
kişidir. İstanbul/Balat Ahrida Sinagogu’nda verdiği vaazlarla Yahudi
cemaatini etkilemiştir. 31 Mayıs 1665’te İzmir’e dönen Sabetay Mesihliğini
ilân etmiştir.
Gazze hahamı ve cemaati onun Mesihliğini ilk kabul edenler olur. Kudüs
Yahudileri ona inanmazlar ve onu kadıya şikayet ederler. Sabetay, kadıyla
görüşür ve ikna eder. Nata’nın tüm Yahudi cemaatlerine Mesih’in habercisi
olarak gönderdiği mektuplar, Ortadoks din adamlarının tüm karşı
çıkmalarına karşın Sabetay’a inananları hızla arttırmıştır. Polonya’dan
Kiev’e, Osmanlı topraklarından doğuya kadar her yerde Mesih’e inananlar
çoğalmıştır, Yahudiler’in çektiği sıkıntılar artık son bulacaktır!
Sultan:
“Şimdi senin belden yukarını soyuyorum, okçularım karşına geçip nişan
alacaklar, eğer Mesih isen oklar nasıl olsa sana bir şey yapmaz. Yok eğer
bir sahtekâr isen, ölürsün,” der.
Sabetay Zwi:
“Efendim ben sıradan bir hahamım. Ben, Mesih olduğumu söylemiyorum.
Beni size şikâyet edenler Mesih olduğumu iddia ediyorlar,” diye yanıt verir.
Ve Sultan’ın isteği ile Müslüman olur, devlet kendisine bir rütbe ve aylık
bağlamıştır. Huzurdan çıkınca kaftanını açmış, koynundan bir kuş çıkartmış
ve bunun üzerine,
“İşte can bedenden çıktı Şema Yisrael” demiştir.
Bir başka söylenceye göre de Musa Firavunların sarayında bir Mısırlı gibi
yaşamıştı. Sabetay da kendi halkını kurtarmak için Müslüman olmalı ve bir
Türk gibi yaşamalıydı!
Zahor’a göre Mesih kendi cemaatinde tanınmayacağı için bir başka dine
geçecek ve orada yeni bir inanmışlar grubu oluşturacaktır ve böylece 19.
Beden olarak dünyaya yeniden geldiğinde bu topluluk önderliğinde kutsal
İsrail Krallığı kurulacaktır. Sebatay Zwi’nin Ram-bam’ın benzet-benmeze
prensibine sadık hareket ettiği görülmektedir.
SABETAY SONRASI
Osmanlı devletinin yaşadığı sorunlar, 19. yy. sonrasında ortaya çıkan
milliyetçi hareketler içinde Sabetaycıların yer alışı dikkat çekicidir. İttihat
ve Terakki ve Mason localarında siyasi roller üstlenmişlerdir. Örneğin:
Maliye Nazırı Mehmet Cavid (Karakaş grubu), Dr. Nazım, Faik Nüsher
Bey, Halide Edip (Yakubi grubu), Abdülkadir Gölpınarlı, Sabiha Sertel
(Kapancı grubu), Ahmet Emin Yalman (Yakubi grubu), sinema
endüstrisinde önemli bir yeri olan İpekçi ailesi ile gazeteci Abdi İpekçi,
günümüz medya kartelleri arasında ikinci sıradaki güç durumunda olan
Dinç Bilgin ve ailesi, Halil Bezmen ailesi, Halit Refiğ, CNN-Türk Paris
muhabiri Sabetay Varol, Bilgi Üniversitesi Rektörü İlter Turan, Asaf
Savaş Akad, Siyaset Bilim Profesörü Ahmet Yücekök, Memduh Paker,
Mihriban Paker, Dr. Can Paker, Mecbure Canan Barlas, Mehmet
Barsal, Fatih Dural, Bora Gönenç, (Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar
Derneği’nden yolsuzluk nedeniyle çıkartılmıştır) Haluk Arığ, Av. Reşat
Atabek ve emekli Orgeneral Çevik Bir gibi isimler Sabetaycı kökenlidirler.
Örneğin:
“...Türk milletinin inanç, örf, adet ve ahlaki değerlerini zayıflatma
yolunda bir tavır sergilemeleri, Jön Türkler hareketinde İttihat ve
Terakki içinde, 31 Mart vakasında ve Sultan Abdülhamid’in “Hal”inde
önemli roller üstlenmeleri bu kimselerin kimliklerinin ortaya
çıkartılmasını sağlayan amillerdir. I. Dünya Savaşı’nın ve gelişmelerin
Türkler aleyhine sonuçlanmasından sonra bazı insanların Türkler’e
pamuk ipliği ile bağlı bulunduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. O güne
kadar, Türkler kendilerinden uzaklaştırmamak üzere azami gayret
gösterdikleri dönmeleri yakinen tanıma fırsatı bulmuştur ve bu
vesileyle onları imtihandan geçirmiştir.” (Prof. Küçük/ Dönmeler ve
Dönmelik Tarihi)
Kabala her zaman gizlidir, gerek sözlü olan kısım ve gerekse “Zahor”a ve
“Sefer Yetzirah”a dayalı olan bölümler her zaman gizli bir atmosferde
incelenmiştir. Kabalist Tanrısal gücü keşfetmek için dinsel kurallara uymak
gerekliliğine inanmakta ve eğer bunları yapmadan kabala yaparsa Felâketler
yaşayacağına inanmaktadır. Bu o denli büyük bir gizliliktir ki, binlerce
yıllık metinler yalnızca sözlü olarak Zfat’ta veya Galil’de (İsrail) tarikat
üyeleri arasında dış dünyaya kapalı olarak tartışılmaktadır.
Şemsi Efendi (Şimon Zwi), 1852 yılında aslen Sabetaycı bir ailenin ferdi
olarak doğmuştur. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenen Şemsi Efendi,
Selanik’te açılan bir yabancı okulda çalışmaya başlamıştır. Burada
öğrendiği modern metotları kendi kuracağı bir okulda uygulama amacında
olmasına karşın, maddi olanaksızlıklar nedeniyle gerçekleştirememiştir.
Ancak, Sebataycı Şemsi Efendi’ye aradığı desteği mensubu olduğu
“Kapancı Grubu” üyeleri sağlamıştır. Kapancı grubunun bu desteği
vermelerinde iki önemli etken neden olmuştur: 1). Sürekli ticaret ilişkileri
içinde olmaları nedeniyle Batı’yı tanıyan grup üyeleri, teknolojik ve kültürel
aşamalara erişmek istemişler, Sabetaycılar ilerlemenin ilk basamağının
eğitim kurumlarından geçtiğinin bilincine ulaşmışlardı. 2). 19.yy’la değin
sürekli kendi içlerinde kapalı yaşayan cemaat üyelerinin Türkçe’yi yeterince
konuşamamalarıydı. O döneme değin aile ve cemaat içinde İspanyolca
konuşulmuştur.
“Tarz-ı Cedit” adı verilen yeni öğretim usulünü ilk uygulayan okul İsmail
Hakkı’nın Selanik’te harap bir mescidi okula dönüştürerek Halil Vehbi ve
Derviş Efendilerle birlikte çalıştıkları okuldur. 1872 yılında Selanik’te
Şemsi Fendi’nin Sabra Paşa Caddesi’ndeki “Çarşamba Dergahı”anda açtığı
okul da ilk olma özelliğine sahiptir. Ve bu okulların ortak özelliği Sabetaycı
aydınlarca finanse edilmiş olmalarıdır.
Atatürk’ün ilk eğitimini veren öğretmeni Şemsi Efendi’nin bir başka özelliği
de yaşadığı dönemin en büyük Sabetaycı Kabalistlerinden biri oluşudur.
1800’lerde yaşanan Osman Baba(4) olayından sonra ayrılan Karakaş
grubuyla kendi grubunu birleştirmekti. Bu amaçla Karakaş grubuna ait
okullara giderek tartıştığı bilinmektedir.
4
Büyük Sebataycı grubun içinden Osman adlı Baruhya Ruso’nun
Mesihliğine inanan Karakaşlar’ın –ya da onyollular- ayrılmasıyla bölünme
gerçekleşmiştir ve bu son grup kapancılar adıyla anılmaktadır.
Şemsi Efendi’yi cemaatten dışladılar, 1912’de Türkiye’ye gelen Şemsi
Efendi ilk öğretim müfettişliğine tayın edildi, ancak sıkıntılı ve parasız bir
yaşam sürdürdü, 1917 yılında öldüğünde Üsküdar’daki “Selanikliler
Mezarlığı”nda Karakaşlar’a ait bölüme gömüldü. Mustafa Kemal
Atatürk’ün ilk öğretmeni olan ve onun Nutku’nda adı geçen Şemsi efendi,
devrinin yalnız büyük bir eğitimcisi değil, aynı zamanda siyasi yönleri de
olan bir Kabalistiydi. Yaşamının büyük bir bölümünü Zohar’ı inceleyerek
geçiren Şemsi Efendi, Karakaş ve Kapancılar grubunu birleştirerek
Sebataycı cemaatin yaşamasını amaçlamıştır. Ancak bu idealinde başarılı
olamadan ölmüştür. Türk eğitim yaşamına büyük katkıları olan bu kişi
gerektiği biçimde incelenmemiştir.
SABETAYCILARIN GÖRÜŞ VE
SON DÖNEM FAALİYETLERİ
1996’da İsrail’e yarı resmi bir ziyarette bulunan Ilgaz Zorlu, Kendisinin
İstanbul’da yaşayan Sabetay kökenli olduğunu, muhasebecilik yaptığını,
Türkiye’de dönme Müslüman çevrelerin (Sabetaycıların) çeşitli baskılardan
bunalarak topluca İsrail’e göç etmek istediklerini Dr. Gad Nassi aracılığı ile
İsrailli yetkililere yaptığı açıklamalarda:
“Bizleri korumak için İsrail vatandaşlığına almak zorundasınız. Aksi
takdirde bizler bunu uluslar arası bir insan hakları ihlali olayı haline
getireceğiz” dediği literatürlerde yer almıştır.
Şişli terakki Lisesi, 1879’da “Terakki Mektebi” adı ile Şemsi Efendi’nin
Selanik’te kurduğu “Şemsi efendi Mektebi” ile temeli atılmıştır. Sabetaycı
bir haham olan Şemsi Efendi (Şimon Zwi) kendi aralarında üçe bölünen
cemaati bir araya toplamak ve dini eğitimle birlikte gençleri modern bilim
eğitiminde yetiştirebilme amacıyla okul kurmuştur.
Limited şirketin kurucuları Fahri Refik Refiğ, Halil Bezmen, Aziz Refik
Refiğ ve diğerleridir. Okul daha sonra 1967 yılında 903 sayılı yasayla vakıf
haline dönüştürülmüştür. Yönetim kurulu üyeleri halen Sabetay
cemaatinden seçilmektedir. Mütevelli heyetine girebilmenin yolu bu heyet
üyelerinden birinin önerisi ile gerçekleşebilmektedir. Vakıf ana senedinde
yapılan bir değişiklikle mütevelli heyeti üyeleri ömür boyu görevde
kalmaktadırlar.
Şişli Terakki Lisesi’nin sahibi bulunduğu bina günümüz koşulları içinde
trilyonlarla ifade bulan bir değere sahiptir. Çünkü, İstanbul/Nişantaşı’nın en
pahalı mevkiinde yer almaktadır. Okulun sahibi bulunduğu bina ve alan
günümüz değerleri ile trilyonlarla ifade bulan bir rant değerine sahip olması
nedeniyle fırsatçılar için “kaçırılmaması gereken bir değer unsuru” olarak
ele alınmış ve okul Dinç Bilgin’e düşük bir değerle kiralanmıştır. Bu durum
tüm Sabetay Cemaati üzerinde derin bir üzüntüye neden olmuş ve yasal
başvuruda bulunan Sabetaycılar olmuştur.
2). Şişli Terakki Lisesi Vakfı’na ait malların satışı ve üçüncü kişilere devri
gerçekleştirilmiş midir? Belli değildir.
3). Okul mütevelli heyeti, üyelerinin “kayd-ı hayat” koşulu ile göreve
geldikleri ve ancak kendilerinin önerecekleri kişilerin görevlendiriliyor
oluşu dikkate değerdir.
5). Şişli Terakki Lisesi mütevelli heyeti üyelerinin son on yıl içinde vakıf
gelirlerinden aldıkları paylar nelerdir? Bu kişilerin mal varlıklarının mercek
altına alınması gereği vardır.
İLİŞKİLER
Haluk Arığ, Şişe Cam Fabrikası’nda görev yaptığı dönemde sekreteri olan
Gülcan Akdindar’ı terakki Lisesi’ne Halkla ilişkiler müdürü olarak
almasıyla dikkat çekmiştir. Arığ, Mason Derneği’nden yolsuzluk iddiaları
ile çıkartılmıştır. Arığ, Şişli Terakki Lisesi’nin bahçesini eski şoförüne ihale
açmaksızın çok ucuz bir fiyatla otopark olarak kiraya vermiş olmasıyla da
dikkat çekmiştir. Arığ, Sabah yayın Grubu’nun patronu Dinç Bilgin’in
danışmanlığı görevinde bulunuşuyla da çeşitli spekülasyonlarda adı en çok
geçen kişiler arasındaki yerini korumaktadır. CHP eski İstanbul milletvekili
Bülent Tanla ile ortak bir reklam şirketi bulunmaktadır.
Dr. Can Paker: Dünyaca ünlü bir Alman kimya fabrikasının yönetim
kurulu başkanıdır. Uzun yıllar politika ile yakından ilgilenmiş bir dönem
Deniz Baykal’ın danışmanlık görevini üstlenmiştir. 1970’li yıllarda Ankara
Üniversitesi Siyasal bilgiler Fakültesi içinde Turan Güneş Ahmet Yücekök
ve Deniz Baykal ile çok yakın olmuştur. CHP’nin bazı taşınmazlarına sahip
olduğu hakkında söylemler vardır. Paker, Şişli Terakki Lisesi Yönetim
kurulu Üyesi Lütfü Paker’in kızkardeşi olan Mihriban Paker ile evlidir.
Mihriban Paker’in babası Sabetaycı hareketin önemli bir lideri olan
Memduh Paker’dir. Memduh paker, İspanyolca dini bilgisinin yanısıra geniş
Kablastik bilgiye sahip olarak bilinmektedir. Can Paker eşinin soyadını
taşımaktadır. Dr. Can Paker, Amerikan Fullbright ve A.F.S. burs kursları ile
temaslarda bulunmuş, bir dönem AFS bursunun Türkiye başkanlığını
yapmıştır. Lise yıllarında bu burs ile ABD’de eğitim görmüştür. Can
Paker’in kız kardeşi gazeteci Mecbure Canan Barlas’tır. (Sabetaycılarda çift
isim zorunluluğu vardır, bunlardan birisi Yahudi ismini temsil eder) Can
Paker, Şişli Terakki Lisesi’ne Reşat Atabek tarafından getirilmiştir.
FUNDAMENTALİS TUZAK
Ojalvo:
“İsmet Paşa’ya haksızlık edilmektedir. Sırf Irak ve Suriye7den pasaportsuz
olarak 1948 senesinden son iki sene öncesine kadar, hatta hatta 73’teki
Erbakan-Ecevit iktidarı bile dahil 125 bin kişi vizesiz ve pasaportsuz olarak
Türkiye’ye gelmiş ve oradan da İsrail’e sevkedilmiştir. Yani siz bakmayın
politik yönden insanlar çok şeyler söyler. Fakat iş tatbikata gelince,
iktidarda olunca herşey değişir. Kazın ayağı öyle değildir. İktidarda olduğun
zaman hem milli bir mesuliyet hem de dini bir mesuliyet taşıyorsun. Artık
palavra sıkmaya gelmez.”
Ojalvo:
“..bunu o kadar sıkı tuttuk ki Avrupa’da toplantılara gittiğimiz zaman bile
açıklamadık. Niçin? Çünkü Arap devletleri öğrenirlerse sefirler gelecek,
itiraz edecekler, ‘bırakmayın geçmesinler’ diyecekler. Bize hep şu
söyleniyordu: ‘500 senedir oradasınız kimseyi kurtaramadınız mı Suriye,
Irak’tan’ Onlar İsrail’e çoktan gitmişlerdi ancak biz sesimizi
çıkartmıyordum. Bunu size vesikalarla göstereceğim. Türkiye 1948’den beri
İsrail’i tanıyan üçüncü devlettir. Ve ilk Müslüman devlettir. 1949’da ilk
konsoloshane açılmıştır Türkiye’de. Düşünebiliyor musunuz ve o gün bugün
hiç kapanmamıştır orası. Artık İsrail mefhumu diye bir şey yoktur. Sığıntı
insanların can havli ile gittikleri yerleştikleri bir yerdir. Yani eğer böyle bir
mezalim yapılmamış olsaydı, bugün öyle bir problem de olmazdı. Bu
müzede yaşanan mezalimi karşı Türkiye’nin büyüklüğünü göreceksiniz.”
Ojalvo:
“Museviler 6 kez muhtelif yerlerden Osmanlı Devleti’ne iltica etmişler ve
kabul edilmişlerdir. Ve bu bir an’ane doğurmuştur. Şunu görüyoruz ki hiçbir
zaman ne Türkiye Cumhuriyeti ne de Osmanlı devleti ezilen bir millete
kapılarını kapatmamıştır.”
Ojalvo:
“Sabetaycılık yok. Bitti artık canım. Bu akımın neticelerini konuşuyoruz.
Anlatabiliyor muyum? Ne İspanyolca bilir, ne bir şey bilir, hatta su
katılmamış bir Türk’tür bu insanlar. Zaten her şeyi açıkça konuşmak icap
ederse Türkiye kaç etnik kökenden müteşekkildir biliyor musunuz? 50
muhtelif etni var. Bu 50 muhtelif etni evlerinde 40 muhtelif lisan konuşur.
Bunu Hürriyet gazetesi yazdı. Bu bir sır değildir. Amerika’ya en çok
benzeyen ülke Türkiye’dir. Akerika’da 75 muhtelif etni var. Amerika’nın
eritme politikası nedir? İngilizce lisan. Adam kalkıyor Polonya’dan geliyor,
cepheye gidiyor. Amerika için ölüyor. Halbuki Polonya’dan geldiği daha
kaç yıl olmuş değil mi? Ama işte bir yaşama tarzının düzeninin müdafaası
var orada. İşte bu muhtelif etni Türkiye'’e Atatürk'’n vermiş olduğu bir
eritme potasına girmiştir. Nedir bu eritme politikası? Sadece Türkçe lisanı
mı, değil. Bir çok şey söylemiş, “Ne mutlu Türk’üm diyene” demiş. Ben
Türküm diyen herhangi bir insan Türklüğün muhteşem tapusunun altına
girmiştir artık. Bu iş biter. Ama denilebilir ki, sen Çerkezsin, Kürtsün işte o
olmaz. O bazı odakların manasız, aptalca tezahüratından başka bir şey
değildir. Bugün Türküm diyen herkes Türktür.”
Ojalvo:
“Türklerle Yahudilerin en aşağı 850 senelik bir beraberliği var. Anadolu’da
Urfa’da, Gaziantep’te, Hatay’da bir çok yerleşik Yahudi topluluğu vardı.
İspanya’dan gelenler sonradan gelmişler ve o da 506 sene olmuştur. Halk
partisi zamanında muhalefette olanlar yapılmadık rezalet bırakmadılar.
Ojalvo:
“Ermeniler ve Rumlar Yahudiler’e diyorlar ki, “Lozan’a hep birlikte
girelim, ekalliyet statülerimizi alalım” Cemaat büyükleri Türkiye
Cumhuriyeti devletine bir istida veriyorlar. İstidada: “Yahudilerin dış
tazyiklere itibar etmeyecekleri ve Cumhuriyet kanunlarına itimatlarının tam
olduğunu, kat’iyen ekalliyet statülerini reddettiklerini belirterek, “Musevi”
dininden Türkler olduklarını beyan ve ikrar ederler” deniyor. Ermeni ve
Rumları kendi başlarına bırakıyorlar. Daha sonra Cumhuriyet kanunlarına
göre herkes vatandaşlığa giriyor başka.. Enteresan olan o zaman böyle bir
istidanın verilmiş olmasıdır.”
REOSTA OPERASYONU
“Ulusal Sebataycılar Derneği” adı ile kurulacak olan bir dernek çatısı altında
toplanacak Sabetaylar’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal çıkarları
ve Kemalist ideoloji doğrultusunda, Uluslararası plâtformlarda etnik
ayrılıkçı faaliyetleri ve insan hakları ihlâlleri iddiaları karşısında
Türkiye’nin uluslararası plâtformda savunulması ve öne sürülen iddiaların
çürütülmesinde yararlanabileceği önemli bir etnik gruba dönüştürülmelidir.
Böylece yıllardır öne sürülen Ermeni soykırım ve Süryani insan hakları
ihlalleri vb. iddialara karşı da yeni bir savunma argümanı elde edilmiş
olacaktır. Aksi halde Sabetaycılık, Türkiye’nin karşısına çıkartılan sorunlara
21. yüzyılda bir yenisini eklenmeye aday gizli/etnik/dinsel/ideolojik bir
cemaat olarak ilk olumsuzluk işaretlerini vermiş bulunmaktadır.
Saygılarımızla,
12. 05. 2000