You are on page 1of 56

HARİCİYE

ODTÜ DIŞ POLİTİKA ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUĞU AYLIK DÜŞÜNCE DERGİSİ * KASIM 2010

ARAFTAKİ MÜSLÜMAN GÖÇMENLER FRANSA'DA ROMAN SÜRGÜNÜ


 
AVRUPA'DAKİ GÖÇMENLER, YÜKSELEN WIKILEAKS: DUYULMASI İSTENMEYENLERİ
MİLLİYETÇİLİK VE İSLÂM KARŞITLIĞI DUYURMA HAKKI
 
GÂİBİ KURCALAYAN ÇİLİNGİR: LATİN AMERİKA'DA SOL YÜKSELİŞ:
NECİP FAZIL KISAKÜREK BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN MÜ?
HARİCİYE AYLIK DÜŞÜNCE DERGİSİ

ODTÜ DIŞ POLİTİKA ve ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUĞU

GENEL YAYIN YÖNETMENİ


UĞUR CEM GÜRPINAR

EDİTÖR VE GÖRSEL TASARIM


A. CEM ÇAKIR

YAZARLAR
DENİZ AKKUŞ
SEDEF ARDA
GONCAGÜL ATA
ÖZGE BOZTAŞ
UTKU CANİKLİ
MERVE DİYAR
NAİL ELHAN
AYŞEGÜL ERYİĞİT
FATİH HAFIZMEHMET
TUĞBA KARA
MURAT KAYA
İPEK MİSCİOĞLU
GÜLBAŞAK ÖZCAN
CANSIN ÖZDOĞAN
BARIŞ ONUR ŞAHİN
FURKAN USTA
DİLEK UYANIK

ADRES
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ B BLOK KAT:1 ULUSLARARASI İLİŞKİLER TOPLULUK ODASI

İLETİŞİM
TEL: (537) 513 01 31
www.hariciyedergisi.blogspot.com
hariciyedergisi@gmail.com

YAYIN TÜRÜ
SÜRELİ, YEREL, ÜCRETSİZ

20 Mart 2003 tarihinde ABD liderliğindeki koalisyon aşikar. Irak’ta nüfusun %23’ü fakirlik sınırının altında
güçleri Irak’ta bulunan kitle imha silahlarını yok yaşıyor. Yolsuzluk savaştan sonra had safhaya ulaştı.
etmek ve Irak’a ‘demokrasi’ getirmek vaadiyle ‘Irak’a Kamu hizmetlerinde elzem bir yere sahip olan
Özgürlük Operasyonu’ adı altında 7 yıl süren işgal elektrik, evlerin büyük çoğunluğuna günde sadece
sürecini başlatmıştır. Aradan geçen 7 yılın içinde ne birkaç saat verilebiliyor.1 ABD’den geriye kalan
sözü edilen kimyasal silahlar bulunmuş ne de yolsuzluğun, fakirliğin, terörün, şiddetin, parçalanmış
vadedilen ‘demokrasi’ ülke sınırlarına girebilmiştir. 7 iradenin, istikrarsız politikaların ağırlığı altında ezilen
yıl içinde 4400 askeri kayıp veren ABD bir yandan Irak’ın ciddi bir reform sürecine girmesi gerekiyor.
da işgalin ekonomik yükü altında ezilmektedir. İşgalin Bu noktada ülkenin ihtiyacı olan şey; dış güçlerin
Amerikan ekonomisine 1 trilyondan fazlaya oyunlarından bağımsız, Irak’a ihtiyacı
mal olduğu belirtiliyor ki ABD aynı olduğu istikrarı sağlayabilecek ve
zamanda küresel ekonomik bunun için ülkede hem iç

5
kriz dolayısıyla da sancılı hem dış güçler
bir dönem geçiriyor. tarafından yürütülen
Eğer ABD çekilme etnik, dini ve
takvimine bağlı mezhepsel
kalırsa, 2011 politikalara karşı
sonunda Irak’taki çıkarak Irak için,
askeri varlığını Iraklılık için
sona erdirmeyi çalışacak bir
planlamaktadır. hükümet.
Peki Irak kendi
ayakları üstünde Irak, yeniden bir
durmak için hazır mı ? yapılanma sürecine
ABD vaat ettiği girebilmek için onu
‘demokrasi’yi Irak’a getirebildi merkezi birliğe kavuşturacak
mi ? Getirse dahi Irak bu demokrasi bir hükümete ihtiyaç duyuyor. Tam
için yeterli seviyedeki olgunluğa ulaşabildi mi? ABD da bu ihtiyaç anında karşımıza çıkan tablo bizleri
akıllarda birçok soru işareti bırakarak çekiliyor. derinden sarsıyor. Çünkü Irak’ta yaklaşık 7 yıl süren
işgalin ardından birlikler geri çekilirken, ülkede
Reuters Haber Ajansı’nın yetkili kurumlardan elde geçtiğimiz Mart ayında yapılan seçimlerin üzerinden
ettiği verilere göre Irak’ta durum vahim. Mezhep 7 ay geçmesine rağmen hala yeni bir hükümet
çatışmaları nedeniyle en az 1,5 milyon Iraklı evlerini kurulamadı. 13 Ekim itibariyle Irak’ta 219 gündür bir
terk ederek ülke içinde başka bir bölgeye taşınmak hükümet kurulamaması siyasi tarihe bir rekor olarak
zorunda kaldı. Her ay 200 ya da 300 sivil, bombalı geçti. Yeni bir hükümet kurabilmek için dünyanın
saldırılarda yaşamını yitiriyor. Resmi açıklamarda hiçbir yerinde bu kadar uzun zaman harcanmadı. Bu
%18 olarak belirtilen işsizlik oranının gerçekte %30 bir dünya rekoru.
olduğunu düşünüyor uzmanlar. İşsizliğin gençlere
şiddete meyletme yolunda yaptığı artırıcı etki ise Seçim sonuçlarına göre, Irak Eski Başbakanı İyad
Allavi liderliğindeki Irakiye İttifak’ı 91 sandalye, Irak Bugünlerde Irak’ın gündemine baktığımızda ise
Başbakanı Nuri El Maliki liderliğindeki Hukuk Devleti gazetelerin manşetlerini siyasi liderlerinin hükümet
Koalisyonu ise 89 sandalye kazanmıştır. Hiçbir blok kurmak için bazı ülkelere yaptıkları geziler süslüyor.
Irak’ta hükümet kurmak Allavi’nin Suudi Arabistan
için gerekli olan salt 163 gezisi, Maliki’nin Suriye
çoğunluğuna gezisi gibi. Kürt
ulaşamamıştır ve buna parlamenter Sami Soreş
ek olarak Allavi, Maliki geçtiğimiz günlerde
liderliğindeki herhangi yaptığı açıklamada “Nuri
bir koalisyonda yer Maliki Suriye’ye Irak’taki
almayacağını açıklamıştır. siyasi krizin aşılması için
Şii din adamı Mukteda el yardım istemek amacıyla
Sadr’ın önderliğindeki gitti. Fakat sorunların
bir diğer Şii ittifak ise çözümünün komşu
seçimlerden 39 sandalye ülkelerde aranması Irak
ile çıktı ve geçtiğimiz günlerde Maliki’nin Şii ağırlıklı halkının istemlerine cevap veremez. Maliki, Allavi ve
ittifakını desteklediklerini açıkladı. Fakat bu destek diğer Iraklı üst düzey yetkililerin yeni Irak
Maliki’ye hükümet kurmak için gerekli olan hükümetinin kurulması konusunda yaşanan
çoğunluğu kazandırmıyor. İşte bu noktada Kürtler sorunların çözümünü dışta değil içeride araması
devreye giriyor çünkü seçimlerde 57 sandalye gerekiyor. Bu krizin çözümlenebilmesi için komşu
kazanan Kürtler, Hukuk Devleti Koalisyonlarını ülkelerden medet ummamaları gerekiyor” diye
desteklerlerse Maliki başbakan olacak ve Allavi bunu belirtti.3 Çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü Irak’ta,
kesinlikle istemiyor. Iraklı Kürtler bu hassas terazide içeride bulunacak çözümün kapısını aralayacak olan
durdukları yerin bilincindeler ve yapmak istedikleri grup Allavi ve Maliki’nin birleşmeyecekleri, ortak bir

6
şey bu durumdan azami bir şekilde faydalanmak. çözüm bulamayacakları ya da bulmayacakları
Yani, taleplerine karşılık verecek bloğu neredeyse kesin olduğundan dolayı Iraklı Kürtler.
destekleyeceklerini net bir şekilde belirtiyorlar.
Bunun için ellerinde halihazırda 19 maddelik bir Diyelim ki Kürtler Maliki’yi destekleme kararı aldı
talep listesi bile var. Kendi bölgelerinde kontrolü tam peki ABD buna izin verir mi? İşte bir açmaz da
anlamıyla ellerine geçirmek, Kuzey Irak’ta ayrı bir burada karşımıza çıkıyor.Eğer Kürtler Maliki’yi
otorite ve peşmerge varlığı, bölge ülkerinin Irak’ın iç destekler ve Şiiler tek başına hükümet kurma
işlerine karışmasını engellemek fakat aynı zamanda hakkını elde ederse bu İran’ın yeniden Irak siyasetine
ABD desteğini yitirmemek, petrol zengini Kerkük’ün dönmesi anlamına gelecek ki ABD’nin asla
statüsünü tamamen hakimiyetleri altına almak ve istemeyeceği bir tablo olur bu.
özel Kürt bölgesine ait petrol anlaşmalarını imzalama
hakkının kendilerine verilmesi gibi talepler bunlardan ABD, işgal sonrası Baas’la bağlantılı grupları
birkaçı. siyasetten dışlamış, ülkeyi bir nevi Şiilere emanet
etmişti. Saddam’ın devrilmesinden sonraki süreçte
Bu seçimlere Iraklı Kürt grupların dört ayrı listeyle Irak siyasetinden dışlanan Sünni Araplar, Şiilerin
girmesi Kürtlerin Irak parlamentosunda daha az giderek güçlenmesi sebebiyle ­Şii iktidarı ve İran
temsil edilmesine yol açtı. Seçimlere ayrı listeler ilişkisi bakımından düşünüldüğünde­ ABD’yi Şiilerin
halinde katılan Kürtlerin özellikle Kerkük’te 2 gücünü kırmaya ve ülke siyasetindeki etkisini
sandalye, Diyala ve Musul’da da en az birer sandalye azaltmaya yönelik politikalara sevk etti. ABD’nin
kaybettiği belirtiliyor.2 Fakat yeni hükümetin hassas duyduğu rahatsızlığı son genel seçimlerde de net bir
dengeler üzerine kurulacak olmasından dolayı şekilde görüyoruz ve İran faktörünü de hesaba
Kürtler bu sandalye kaybından asgari düzeyde kattığımızda Allavi’yi desteklemesine şaşırmıyoruz.
rahatsızlık duyuyorlar çünkü seçim sonuçları çok Siyasetin pamuk ipliğine bağlı olduğu Irak’ta eğer
hassas dengelerin ve güç pazarlıkların olacağının Şiiler güçlenirse ABD ülke siyasetinin daha da karışık
işaretini veriyor ve bu da Kürtler’e hayati bir önem bir hal alacağını düşünüyor, İran’ın ülkede nüfuzunu
atfediyor. artırmasından çekiniyor ve bu çerçeveden
bakıldığında Irak’tan çekilme takviminde gerileme
yaratabileceğinden korkuyor. Fakat tüm planlarını çatışmalar ise dış güçlerin iç siyasette bu kadar rol
Irak’ta önce askeri varlıklarının azaltılması ve 2011 oynama potansiyeline sahip olmasını başka hiçbir
yılının sonuna kadar tamamen bitirilmesi üzerinden yerde göremediğimiz Irak’taki siyasetin gerçeğinin
yapmış olan ABD bu planlarının bozulmasını sadece iç sebeplerden kaynaklanmadığını bir kez
istemiyor. Sünnilerin dışlandığı yeni bir hükümetin daha gözler önüne seriyor.
yaratacağı kaos ortamını da bildiğinden Allavi’yi
desteklemek kaçınılmaz oluyor ABD için. Irak’ta seçim sistemi, seçim sonrası beklentiler
görüldüğü gibi çok karmaşık. Ülkeye hakim olan
etnik, dini ve mezhepsel kimlikler üzerinden yapılan
siyaset ve dış güçlerin müdahale olasılıkları Iraklılık
kimliğini daha uzun bir süre arka plana atacak ve
Irak’ın istikrarlı geleceği için umudumuz daha uzun
bir süre ‘umut’ olarak kalacak gibi gözüküyor.
Aristoteles, ‘Umut insanı uyandıran bir rüyadır’ diyor
ama içeride; zaten ‘demokrasi’ getireceğini söyleyen
işgal sebebiyle siyasi, ekonomik ve sosyal bakımdan
parçalanan ve etnik, dini ve mezhepsel kimliklerin
bölünmüşlüğü sebebiyle parçalanma süreci daha da
hızlanan Irak’ta herhangi bir uyanma belirtisi yok. Bu
İşgal Irak’ı Sünni Araplar, Şii Araplar ve Kürtler yüzden Irak’taki genel durum aklıma geldiğinde
olmak üzere böldü ve bu, yapılan seçimlerde açıkça gerçekliği ve çarpık düzeni anlatması açısından
karşımıza çıkıyor. Seçmenlerin oy verme dayanakları Yılmaz Güney’in ‘Umut, düzen bozukluğunun
kimlikleri olmuştur. Yani Sünni Araplar Sünni simgesidir.’ sözünü hatırlıyorum. Düzen o kadar
Araplara, Şiiler Şiilere, Kürtler Kürtlere oy vermiştir. bozuk ve umut edecek o kadar çok şey var ki… Ve biz

7
Şu an Sünni ve Şiiler arasında olan hükümet Irak’taki bu düzen bozukluğunu malesef daha uzun
mücadelesinde Kürtler sahip oldukları yerin farkında yıllar izleyecek gibiyiz.
ve bunu en iyi, en etkili şekilde kullanmaya çalışıyor.
ABD ve İran’ın ülke iç siyaseti üzerinden yaptıkları

Referanslar
1.http://www.cnnturk.com/2010/dunya/08/26/abd.cekilirken.geride.kalan.irak/587863.0/inde x.html
2.http://www.dengeazad.com/en/NewsDetailN.aspx?id=3401&LinkID=114
3.http://www.dengeazad.com/En/NewsDetailN.aspx?id=7532&LinkID=116
4.http://www.haberturk.com/haberdetay/bbchaber/homepage/6666963

'Halka ait ilk istihbarat örgütü' dahil olmak üzere, sitede


olma söylemiyle ortaya çıkan kuruluşundan itibaren bir yıl
Wikileaks , açıkladığı belgelerle içinde yaklaşık 1.2 milyon
dünya kamuoyunun ilgisini doküman yayınladı. Ancak
çekmeyi başarırken ,özellikle yayınlanan belgelerden en çok
Amerika ve İngiltere'deki üst ilgi çekenleri kuşkusuz Irak ve
düzey yetkililerden büyük tepki Afganistan Savaşları ile ilgili
topladı. Ayrıca geleneksel medya olanlarıydı. Irak'ta iki Reuters
anlayışına karşın 'yeni medya' muhabirinin Amerikan askerleri
olgusununun ortaya çıkmasına sebep olan tarafından öldürüldüğünü gösteren video
Wikileaks nasıl bir örgüttür ve dünyada büyük yankı yarattı. Ancak Wikileaks'in
önemli ölçüde bir farkındalık yaratmasının yayınladığı belgelerden en etkili olanı
ve aynı zamanda tepki toplamasının nedenleri Afganistan Savaşı ile ilgili belgeler içeren
neler olabilir 'Afganistan Günlükleri' oldu.

8 Geleneksel habercilik anlayışının dışında Wikileaks'in alternatif habercilik anlayışını


alternatif bir medya olgusu yaratan, anlamak için öncelikle şu anki hakim medya
hükümetler ve diğer organizasyonlarla ilgili düzenini ve bunun kamuoyu üzerinde
önemli belgeler toplayan ve bağımsız yayın yarattığı etkiyi irdelemek gerekmekte. Liberal
yaptığı sitesinde bu belgeleri yayınlayan bakış açısı, kitle iletişim araçlarınn özel
Wikileaks, örgütün kurucusu Julian Assagne mülkiyetin elinde bulunması ve doğru
ve dünyanın çeşitli yerlerindeki gönüllülerin düşünceye düşüncelerin serbest pazarı içinde
katkıları aracılığıyla yayın yapan uluslararası ulaşılabilmesini savunur. Ancak medyanın
bir organizasyondur. Yılda yaklaşık 200.000 endüstriyelleşmesi ve haberciliğin medya
dolarlık gideri olan sitenin giderleri bağışlar kuruluşlarının ekonomik yapısına göre
aracılığıyla sağlanmaktadır. Organizasyonun şekillenmesi, haber özgürlüğü yerine
merkezi, modern medya insiyatifi yasası tekelleşmeye yol açmıştır. Bazı çevrelerce
çıkaran İsviçre'de bulunuyor ve Assagne yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü
önemli telefon görüşmelerini telefon kuvvet olarak kabul edilen hakim medyadan
dinlemenin yasak olduğu Belçika'da yapma farklı olarak alternatif habercilik ihtiyacı
şansı buluyor. Ulaşan haberlerinin doğruluğu doğmuştur.Geleneksel medya niteliğindeki
hakkında bilgi toplamak için sürekli seyahat haber kaynaklarında sürekli yer alan Orta
eden ve bu sebeple belirli bir adresi Doğu'daki patlama ve bunun sonucu olarak
bulunmayan Assagne hackerlıktan haberciliğe asker ve sivil ölümleri haberlerine hemen her
geçmiş bir aktivist. gün rastlanır olması, kamuoyu üzerindeki
etkisini iki şekilde gösterdi: aynı anda hem
Uluslararası Af Örgütü tarafından yeni medya sözde duyarlılık hem de duyarsızlık. Sürekli
ödülü verilen bu örgüt; Guantanamo'da tekrarlanan bu tip haberleri duymak dünya
esirlere yapılan işkenceler, İzlanda'daki kamuoyunda bir çeşit duyarsızlığa sebep
bankacılık yolsuzlukları ve Kenya'daki yargısız oldu. Irak’ta bir pazar yeri ya da hastanenin
infazlar ile ilgili çeşitli bilgi ve belgeler de bombalanması haberi günlük hayatın bir
parçası, duyulması alışıldık bir havadis haline yayınlamasında yatmaktadır. 92.000 belge
geldi. Haberlerin sürekliliği, bu tip olayların içeren 'Afganistan Günlükleri' ile ilgili
bu bölge için olağan karşılanmasına sebep haberler dünyanın büyük medya kuruluşları
oldu. Bu normallik algısı, şiddet olaylarının ve The New York Times, Der Spiegel ve The
kaos ortamının buraya özgü gibi düşünülmesi Guardians ile Wikileaks tarafından iş birliği
'duyarlılığına' yol açtı. Tezat olan nokta şu ki yapılarak yayınladı.Belgeler farklı yayın
bir yandan, azınlık olan savaş karşıtları kuruluşları tarafından farklı manşetlerle
dışında, insanlar bu olaylara kayıtsız kalırken; habere sunuldu. The Guardians sivil
diğer yandan şiddetin bu bölgeye ve hatta bu ölümlerini ,The New York Times Pakistan'ın
bölgenin insanlarına özgü olduğu anlayışı Taliban'a desteğini, Der Spiegel ise Alman
körüklendi. Edward Said'in 'Oryantalizm' askerlerinin yaşadığı zorlukları vurguladı.
söyleminde belirttiği üzere, Batıdaki bakış Haber kuruluşlarının aynı belgeleri çok farklı
açısına göre, Doğudaki insanlar şiddete yatkın şekillerde haber yapması, habercilikte
olarak tasvir edilmekte. Bu şarkiyatçılık algısı yorumun ne kadar önemli olduğunu
11 Eylül olaylarıyla etkisini güçlendirmiş ve gösteriyor. Aynı zamanda bir noktanın daha
Huntington'ın kuramı 'Medeniyetler Çatışması' önemini gözler önüne seriyor ki, o da
nda bahsedilen dini, kültürel ve bölgesel alternatif haberciliğin kamuoyunda ses
ayrışmalar ,Orta Doğu'nun şiddet olgusu ile getirebilmek için yine hakim medyaya ihtiyaç
yaftalanmasının yolunu açmıştır. Bu bakış duyuyor olmasıdır. Yeni medya akımı
açısıyla ülke giriş çıkışlarında Arap habercilikte çok sesliliğin artmasına önemli
kökenlilere ve Müslümanlara vize verilmesinin etkilerde bulunabilir ancak medya
zorlaşması, onların terörist olarak algılanması düzenindeki birtakım değişiklikler uzun bir
ve ayrımcılığa maruz kalmalarının bir çeşit süreçte mümkün olabilir . Değişimin şu anki
göstergesi. başlangıç sürecinde hak haberciliğinin

9
geleneksel medyaya gereksinim duyduğunu
görüyoruz. Ancak beklendiği üzere, yaygın
medyadan Wikileaks' e tepkiler gecikmedi.
The Times, 'Afganistan'dan Çıkarsak Ne Olur'
başlığı altında, kendisine işkence eden
ailesinden kaçtığı için Taliban'ın kararıyla
burnu ve kulakları kesildiği belirtilen Ayşe adlı
Afgan kadını kapak resmi yaptı. Wikileaks'in
Afganistan ile ilgili belgelerinin açıklanmasının
hemen ardından yayınlanan bu haber cevap
niteliğinde. The Washington Post'tan Richard
Cohen ise ''ne idüğü belirsiz Wikileaks'in
sağladığı muazzam veri çöplüğünün verdiği
haber, ortada haber filan olmadığıdır.''
Wikileaks'in ilgi çekmeyi başarmasının bir yorumunu getiriyor. Bunun aksine Colombia
sebebi olarak Assagne'nin 'Batılı' imajı Journalism Review'a yazan Avustralyalı
görülebilir. Assange Avustralya yerine Orta gazeteci Joel Meares' e göre ise ''son
Doğu kökenli ya da Müslüman olsa hakim zamanlarda savaşa dair doğru dürüst bir şey
oryantalist bakış açısı sebebiyle ortaya yazılıp çizilmediğini ve belgelerin sakladığı
koyduğu belgeler bu denli rağbet görüp ekstra bilginin işe yaramayacağını düşünmek
ciddiye alınmayabilirdi. Batının içinden bir ise zaten gazetecilik fikrinin kendisine
bireyin Batıyı eleştirmesi elbette ki dünyanın aykırıdır.'' diyor.
gözlerinin o yöne çevrilmesinde önemli bir
faktör oldu.Ancak Wikileaks'in yeni medya Assagne'e göre belgeler 1970'lerde Vietnam
akımının dünya kamuoyunda bu kadar ses Savaşı'nı bitiren 'Pentagon Belgeleri(Pentagon
getirmesinin en büyük sebebi, hakim medya Papers) ve Berlin duvarının yıkılmasıyla Doğu
kuruluşlarının desteğiyle haberlerini
Alman gizli servisi Stasi'nin arşivlerinin olumsuz yorumlar bile bu örgütün sesini
açılmasına denk ölçüde bir vaka olma duyurmakta şimdiden ne kadar başarılı
özelliğini taşıyor. Hatta daha kısa zamanda olduğunu göstermekte. Yeni medya akımının
daha çok belgenin dünya kamuoyuna ulaşması geleneksel medyanın iç dinamiklerinde bir
sebebiyle daha çok etki yaratacağına inanıyor. takım değişikler yaratabilmesi , Wikileaks'in
92 000 belgeden açıklanmayan 15000 belgeyi kamuoyu üzerinde yarattığı etkiye ve hakim
de açıklamaya hazırlanan Wikileaks şimdiden medyanın buna vereceği cevaba göre
dünya kamuoyundan olumlu ve olumsuz şekillenebilir.
tepkiler toplamış durumda. Aslında aldığı

10

Referanslar

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1216909898&news_code=1280488297&day=30&month=07&year=2010
http://www.milliyet.com.tr/wikileaks­gazeteciligi­degistiren­site/guncel/haberdetay/30.07.2010/1270029/default.htm
http://www.newsweekturkiye.com/haberler/detay/41142/Wikileaks­devler­liginde
http://www.siyasaliletisim.org/dr­bahadr­kaleaas/yrd­doc­dr­emel­akca/455­habercilikte­yeni­araylar­ve­hak­habercilii.html
http://www.dunyatimes.com/?p=8363
http://wikileaks.org/
http://anniepaulose.files.wordpress.com/2010/08/wikileaks_cartoon_main.jpg

Tarihlerinde çok sayıda darbe, isyan ve ülkeleri lehine yönlendirmeyi amaçlayan


ekonomik karışıklık görmüş, ekonomilerini Dünya Bankası ve IMF'nin ürettiği
düzeltmeye çalışırlarken daha da borç politikaların başlıca laboratuarı olmuştur.
batağına saplanmış ülkelerin yeridir Latin
Amerika. Yıllarca diktatörler tarafından Özellikle son 15 yıl içerisinde demokratik
yönetilen kıta, bugün geçmişinden çok farklı yollarla iş başına gelen solcu liderler mevcut
bir yerde durmakta. Yıllar önce kıtaya sisteme karşı yaptıkları ortak çıkışlarla ve
damgasını vuran sol rüzgârlar bugün de Latin “başka bir dünya mümkün” sloganlarıyla
Amerika sahillerini kasıp kavurmakta… küreselleşen dünya politikasına yeni bir boyut

11
kazandırmışlardır.
ABD’nin Vietnam kuşatmasıyla başlayan 68
Hareketi sonrasında, Sovyetler ve Çin’in Soğuk Savaş Dönemi’nde askeri vesayet
rekabete dönüşen sosyalizm macerası, özgür gölgesi arkasındaki “Amerikan Vesayeti”
Rusya’nın büyük komünizm rüyalarını tersine tarafından yönetilen ülkelerin çehreleri ve
çevirişi ve modern Avrupa’nın sosyal kaderleri seçimlerle iş başına gelen liderlerle
demokrasiyi keşfedişi; dünya solu için dönüm değişmeye başlamaktadır:
noktaları olmuştur. Ancak unutulan bir
dönüm noktası daha vardır, o da Latin BOLİVARCI SEÇENEK 4
Amerika’nın sol bilinci kazanma sürecidir.2

Dünya ekonomisiyle İspanyol ve Portekiz


sömürgesi olarak bütünleşen Latin Amerika,
ABD'nin 1823'te Monroe Doktrinini3 ilan
etmesinden itibaren ABD'nin siyasi nüfuzu
altına girmeye başlamıştır. II. Dünya
savaşından sonra ABD'nin dünyanın iki süper
gücünden biri haline gelmesiyle Latin
Amerika'daki ABD etkisi de zirveye ulaşmış,
bölgenin neredeyse tamamı Amerika'nın siyasi
ve ekonomik hegemonyası altına girmiştir.
Bu dönemden 1980'lere kadar bölge ülkeleri
çoğunlukla Amerikan güdümündeki askeri
diktatörlükler tarafından yönetilmiştir.
Üzerindeki Amerikan hegemonyası sebebiyle Latin Amerika’nın devrimci lideri Libertador
Latin Amerika doğal olarak dünya Simon Bolivar (1783­1830); ulusal temelde
ekonomisini başta ABD olmak üzere Batı büyük bir Latin Amerika Devleti’nin
kurulması, bölgedeki sömürgeci feodal kamulaştırma gerçekleştirmiştir. Sağlık ve
düzenin tasfiyesi ve Aydınlanma Devrimi’nin eğitimde köktenci adımlar atarak, bu
Latin Amerika’ya taşınması için çalışmıştır. hizmetleri ücretsiz hale getirmiş, toprak
Günümüz Latin Amerika liderleri Bolivar’ı reformu ile topraksız köylüye toprak dağıtmış
örnek bir şahsiyet olarak ele almaktadırlar. ve tarımda yaygın bir kooperatifleşmeye
Örneğin Chavez’in ülke içindeki ve dışındaki yönelmiştir. 2002 yılı Nisan ayında dışarıdan
politikalarına yön veren olgu, çerçevesini ABD’nin, içeriden ise ülkenin önde gelen
kendisinin çizmiş olduğu Bolivarcı Devrim’dir. zenginleri, büyük toprak sahipleri ve medya
Latin Amerika konusunda tanınmış bir uzman patronları tarafından desteklenen bir darbeye
olan Marta Harnecker Bolivarcı Devrim’in beş maruz kalmıştır. İki gün için Başkanlık
farklı uzantısı olduğunu belirtmektedir. Sarayı’nı terk etmiş olsa da, sokaklara dökülen
Harnecker’e göre devrimin siyasi uzantısı milyonlar, ordunun darbeye destek vermeyen
Bolivarcı demokrasiyi oluşturmayı kesimi ve Latin Amerika’nın diğer liderlerinin
amaçlamaktadır. Ekonomik uzantının amacı destek açıklamalarıyla daha güçlenmiş olarak
neoliberal/kapitalist sistemlere alternatif bir görevine dönmüştür.6
insancıl, sürdürülebilir, üretken ekonomik
sistemin kurulmasıdır. Devrim’in sosyal adaleti Kendisine karşı yapılan diktatör suçlamasına
inşa etmeyi hedefleyen sosyal uzantısı, ülke karşın Chavez, yöntem olarak doğrudan
genelinde kalkınmayı savunan bölgesel demokrasiyi benimsediğini, olabildiğince geniş
uzantısı ve çok kutuplu dünyada ülke ölçekli katılımdan yana olduğunu ve temsili
egemenliğinin güçlenmesini öngören bir de demokrasiye eleştirel yaklaştığını
uluslar arası uzantısı mevcuttur.5 Barışçıl bir vurgulamıştır ve bu yönüyle “jakoben” bir
devrim olarak nitelediği Bolivarcı Devrim ile tavır aldığını göstermiştir. Rousseau’nun
Chavez; Simon Bolivar’ın hayal ettiği bölgesel “Temsili demokrasi halk egemenliğini

12
entegrasyonu amaçlamaktadır. engeller” sözüne gönderme yapan Chavez, çok
kutuplu bir dünyadan ve bölgesel
Peki, kimdir bu Chavez? Nasıl bir liderdir? dayanışmadan yana tavır alan bir liderdir.
İktidara nasıl gelmiştir? ABD’nin İran’la
ilişkisinin en gergin olduğu dönemde Tahran’a Venezüella’nın yanı sıra Bolivya da da, 500
giden, ABD işgalinden önce Irak lideri yıldır, yerli halkın yaşam kültürüyle batının
Saddam’ı Bağdat’ta ziyaret eden, Libya’ya dayattığı kültürün çatışmasının galibi yerli
gidip Kaddafi ile el sıkışan, Rusya ve Çin’den halk olmuştur. Aynı zamanda eski bir sendika
silah satın alan, Küba’ya ucuz petrol veren bu lideri de olan Bolivya’nın ilk Kızılderili başkanı
lider gücünü nereden almaktadır? Ülkesinin Evo Morales, 2005 yılında seçimleri kazanarak
dünyanın en çok petrol satan dördüncü ülkesi işbaşına gelmiştir. Sömürge valisi gibi
olmasından mı, OPEC içindeki etkinliğinden davranan Amerikan Büyükelçisinin net olarak
mi, ABD’nin Venezüella’nın en büyük petrol “Terörist Morales seçilirse Bolivya’nın izole
müşterisi olmasından mı? Chavez’in edileceğini” söylemesi bile Morales’in
antiemperyalist tutumunun temelleri nelerdir? kazanmasını engelleyememiştir. Amerikan
Büyükelçisi’nin bu yaklaşımına “Dünya’da
tanıdığım tek bir terörist vardır, o da
1998 yılında oyların yarısından çoğunu alarak Bush’tur!”7 cevabını veren Morales, tıpkı
devlet başkanlığına gelen ve eski bir asker mevkidaşı Chavez gibi anti­Amerikancı
olan Hugo Chavez, kısa süre sonra ülkesinin söylemlerle politikasını sürdürmektedir.
adının önüne Latin Amerika’nın
antiemperyalist, aydınlanmacı ve kamucu Morales ve Chavez’in aksine daha az agresif
büyük devrimcisi Bolivar’ın adını ekleyerek bir politika izleyen Brezilya Devlet Başkanı
Venezüella’nın resmi adını Bolivarcı Lula Da Silva 2003 yılında devlet başkanlığına
Venezüella Cumhuriyeti olarak değiştirmiştir. seçilmiştir. Göreve geldiğinde önceki başkan
Petrol üretimi, dağıtımı ve satışında devletçi Cardoso’dan dış borçlu ve özelleştirilen karlı
politikalara yönelmiş ve büyük çapta kuruluşlar yüzünden çok fazla devlet geliri de
kalmamış bir ülke devralan Lula da Silva Allende’nin başına geldiği gibi,9 demokratik
hemen bir dizi ekonomik düzenlemelere hükümetler darbe oyunlarıyla kolayca
girişmiştir. Dünya’nın en büyük 20 ekonomisi devrilmemektedir. Aksine Chavez’e ve
arasında bulunan Lula liderliğindeki Brezilya, Ekvador’un solcu lideri Correa’ya10 karşı
sol bir politika izlemesine rağmen Venezüella yapılan darbe girişimlerinde olduğu gibi geri
kadar muhalif olmamakta ya da Amerikan püskürtülmektedir veya Honduras’ın yakın bi
karşıtı çıkışlar yapmamakta, yapamamaktadır. zamn önce darbeyle görevinden
Bunda küreselleşen dünya ekonomisine bağlı uzaklaştırılan11 solcu lideri Manuel Zelaya gibi
olarak orta ve uzun vadede geleceğin en daha güçlü bir biçimde görevine geri
gelişmiş ülkeleri arasında yer alacağı söylenen dönmektedir.
Brezilya’nın dünya ekonomisine entegre
olmuş olmasını ve bu yüzden söylemlerine Yıllarca bölgeyi “arka bahçesi” olarak kabul
dikkat ettiğini vurgulamak gerektiği eden ABD açısından olaya baktığımız zaman
kanısındayım. Lula döneminde Brezilya, dünya ise 11 Eylül saldırılarından beri Washington’un
politikasında etkili bir aktör olma çabası içine bölgenin meselelerine hep uluslararası terör
girmiştir. Örneklemek gerekirse İran ve ABD merceğinden bakmış ve bu bölgedeki
arasında ilişkilerin gerilmesine yol açan ülkelerin kendilerine has problemleri ile
nükleer enerji­nükleer silah konusunda yardım ve işbirliği çağrılarını ikinci plana
Brezilya da tıpkı Türkiye gibi sorunun atmış olduğunu görmekteyiz. Bu ihmal, ilginç
diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini dile olmayan bir biçimde, teröre karşı savaşta
getirmiş, İran ile masaya oturmuş, üstelik BM Amerika’nın izlediği yol (özellikle
Güvenlik Konseyi’nin İran’a karşı yaptırımları Guantanamo Üssü’ndeki insan hakları
onayladığı oylamada Türkiye ile beraber hayır ihlalleri) ve karşılaştığı hezimetlerle birleşince,
oyu vermiştir. Bunların yanı sıra uluslararası ABD karşıtı söylemlerin bölgede itibar

13
platformlarda daha çok ses getirmek isteyen kazanmasına ve kimilerine göre “sol popülist”
Lula Brezilyası, BM Güvenlik Konseyi’nin olarak adlandırılan solcu liderlerin Latin
daimi üyesi sayısının Amerika ülkelerinde
arttırılmasından ve güç kazanmalarına
çok kutuplu hale sebep olmuştur.
gelen dünyada Yeni Başkan
temsiliyetin daha Obama’nın bölge ile
adil bir hal alması ve ilgili sözleri, Latin
değişmesinden Amerika’ya yönelik
yanadır.8 güçlü ihtirasları olan
eski ABD
Brezilya başkanlarının
Anayasası’nın gereği söylemleri ile büyük
üçüncü kez devlet benzerlikler
başkanı olmasına göstermektedir.12
izin verilmeyen Lula, Roosevelt’in “Dört
eski bir gerilla lideri Özgürlük”13
olan Roussef'i halefi retoriğinden ve
olarak göstermiştir ve Roussef seçimlerde J.F.Kennedy’nin “İlerleme için İttifak”
zafere en yakın adaydır. söyleminden yararlanan Obama, Latin
Amerika’nın kurtarıcısı gibi davranmakta ve
Sonuç olarak belirtmek gerekirse Soğuk Savaş bu da haliyle tepkiyle karşılanmaktadır.
boyunca diktatörlerle yönetilmiş ve askeri Obama’nın Latin Amerika ülkelerinin geçmiş
darbelerle yönlendirilmiş Latin Amerika artık dönemlere kıyasla zaman içinde ciddi
çehresini değiştirmekte ve geçmişi bir kenara boyutlarda ilerleme kaydettiklerini, kendi
atmaktadır. Artık kıtada 1973’te Şili’de seçimle bağımsız demokrasilerini kurduklarını ve
işbaşına gelmiş sosyalist lider Salvador diktatörlük yönetimlerini geride bıraktıklarını
göz önünde bulundurması gerekmektedir. Dünya çok kutupluluğa doğru hızla
Zira bu durum, onların birçoğunun artık ilerlemekteyken ve yeni güç merkezleri ortaya
geçmişte olduğu gibi ABD ile kolaylıkla çıkarken, eski güç merkezleri sömürge
işbirliğine gitmeyebilecekleri anlamına da zihniyetinden artık vazgeçmelidirler. Dünya
gelmektedir. Aksine ABD’nin bu tip her Sosyal Forumu’nun sloganında da olduğu gibi
davranışı bölgede popülaritelerini ABD “Başka bir dünya mümkündür!”.
hegemonyası karşıtlığı üzerine kurmuş olan
liderlerin elini güçlendirmektedir.

14 Referanslar
1. Barış DOSTER, Hugo Chavez, Cumhuriyet Strateji, sayı: 112
2. http://blog.milliyet.com.tr/Latin_Amerika_da_sol_ruzgarlar/Blog/?BlogNo=114899
3. Doktrinin öngördüğü hususlar şunlardır:
1. Elde ettikleri ve sürdürdükleri özgür ve bağımsız durumları ile Amerika Anakarası bundan böyle Avrupa devletlerinden herhangi
birinin kolonileştirme isteklerine konu olamaz.
2. Kutsal İttifak Devletleri'nin siyasal sistemi Amerika'nınkinden tamamen farklıdır. Kendi sistemlerini bu yarım kürenin herhangi bir
yerinde yaymak için yapacakları herhangi bir girişimi barış ve güvenliğimiz için tehlikeli görürüz.
3. Avrupa ülkelerinin herhangi birinin mevcut kolonilerine; ya da ona tabi olan bölgelere hiç müdahale etmedik ve etmeyeceğiz.
4. Avrupa devletlerinin kendilerini ilgilendiren sorunlar yüzünden yaptıkları savaşlarda hiçbir zaman taraf tutmadık ve böyle bir
davranış siyasetimize de uymaz (izolasyon ilkesi).
4. Günümüzde Latin Amerikalı solcu liderlern dünyaya ilan ettikleri Bolivarcı Seçenek’in temel esasları şunlardır:
­ABD emperyalizminin ve siyasal­kültürel hegemonyasının kırılması ve Amerikan işbirlikçiliğinin temellerinin yıkılması
­İşbirlikçilerin yarattığı geri ekonomilerin yarattığı yoksulluğun aşılması
­Toprak reformu, kamulaştırma, yoksulluk ve cehaletle mücadele
­Demokratik hakların genişletilmesi ve bölgesel dayanışmanın arttırılması
5. Marta Harnecker’in “Hugo Chavez: Venezuella” adlı çalışmasından aktaran; Şerife Başaran, Chavez Venezuellası, Stratejik Analiz, sf:
70, sayı: 97, Mayıs 2008.
6. Barış DOSTER, Hugo Chavez, Cumhuriyet Strateji, sf: 17, sayı: 112.
7. http://www.haberpan.com/morales­butun­anlasmalar­gozden­gecirilecek­madrid­haberi/
8. http://www.economist.com/media/pdf/LulaInterview.pdf
9. http://bultenler.ankara.edu.tr/dergiler/51/863/sayi863.pdf
10. http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2010/10/101001_vid_ecuador.shtml
11. http://www.ntvmsnbc.com/id/24979380/
12. Şerife Başaran, Barack Obama’nın Latin Amerika Vizyonu, Stratejik Analiz, sf: 97, sayı: 102, Ekim 2008.
13. http://bianet.org/bianet/dunya/117283­dort­ozgurluk­uzerine

2003’te Irak’a giren Amerika, Saddam rejimini alacağı herhangi bir kararla çok büyük sarsıntılar
devirmeyi başardı ama bu ülkeyi başta vaat edilen geçireceği malum. Bugünün İran dış politikasında,
noktaya halen getirebilmiş değil. Irak’ta 8 yıldır ülkenin batısında kalan, ekonomik açıdan daha
kurulamayan hükümet ve mezhepsel çatışmaların avantajlı bir konuma sahip olan Ortadoğu’nun,
devamlı tırmanması, en iyi model olduğu sanılan ülkenin doğusunda ve kuzeyinde kalan bölgelerden
yönetim biçimlerinin zorla uygulandığında nasıl daha fazla ilgi gördüğü ve daha aktif bir dış politika
sonuçlar verdiğinin en yürütüldüğünü görüyoruz.
büyük göstergeleri. Bugün İran’ın elinde, koz
Amerika, her ne kadar Irak olarak, devam etmekte
Savaşı’nda büyük zararlar olan nükleer faaliyetleri ve
verse de, Ortadoğu için ülkenin Şii kimliği
birincil hassasiyetlerini bulunuyor. Bugün İran,
tehdit eden büyük bir halen bir nükleer silaha

15
engeli kaldırmış durumda. sahip değil ama bu
Saddam gibi despotik ve yöndeki çalışmaları, diğer
agresif bir liderin bu ülkelerin haklı olarak
bölgede ki varlığı, tepkisini çekmekte ve bu
Amerika’nın bölgedeki çalışmalar bir yerde
çıkarlarının hem kısa vadede hem de uzun vadede en İran’ın elinde yaptırım gücüne dönüşebilmekte.
büyük engeliydi. Amerika’nın çıkarları açısından İran’ın Ortadoğu’da aktif politika izlemesinin ikinci
bölgedeki iki büyük hassasiyetini görüyoruz ki, faktörü de buradaki devletlerin içinde yaşayan Şii
bunlar İsrail’in güvenliği ve petrol akışı. Saddam nüfus. Hemen her Ortadoğu ülkesinde bulunan Şii
rejimi, bu noktada, hem petrol kaynaklarına sahip nüfus, bu ülkelerin birçoğunun egemenliğini tehdit
olmak isteyen hem de İsrail in varlığı için bölgede edici, potansiyel bir etkiye sahip. Bugün İran, Şii
tehdit oluşturan bir yapıdaydı. Böyle bir rejimin gruplarla yakın ilişkiler kurmakta ve bu grupların,
yıkılmış olması, Amerika açısından, birincil bulundukları ülkelerde ki siyasal varlığını
önceliklerin güvence altına alınması anlamına geliyor. desteklemektedir. Böylece, İran, Ortadoğu’da kendini,
Fakat ülke içinde çıkan farklı grupların iktidar sözü geçen ve ağırlığı olan bir ülke konumuna
kavgaları ve İran gibi bir ülkenin Şiiler üzerinden getirmeye çalışmaktadır. Böyle bir hareket, Ortadoğu
gücünü arttırmak istemesi, birincil önceliklerin yeni devletlerinin egemenliğini de tehdit eden bir hal
bir tehditle karşı karşıya olduğunun göstergesi. almaya başlamaktadır. İran’ın Ortadoğu’daki bu
Bugün, İran, Amerika’nın bahsedilen hassasiyetleri agresif ve yayılmacı politikaları, doğal olarak İsrail ve
açısından, bölgedeki en tehlikeli güç. Rafsancani ve Amerika’nın bölgedeki çıkarlarıyla çatışmaktadır.
Hatemi gibi liderlerle; uluslararası arenada daha ılımlı İran’ın bu alanda gelişmesinden en çok endişe duyan
politikalar güden İran, Ahmedinejad’dan sonra daha İsrail için, kendisine karşı agresif politikalar güden
radikal ve daha çıkarcı politikalar gütmeye başladı. İran’ın böyle bir yapılanmaya gitmesi, kendi varlığı
Bugün İran, %11’in üstünde işsizliğe sahip ve artan iş için en büyük tehdit. Bu iki ülkenin yanı sıra, komşu
gücünün istihdam edilmesi için, büyümenin % 5’in ülkeler de yakınlarındaki herhangi bir ülkenin
üstünde olması gerekiyor. Genellikle petrol ve nükleer silahlara sahip olmasına ve bunu bir koz
doğalgaz satışına dayanan ekonominin ülkelerin olarak kullanmasına karşıt durumdalar, fakat
sorunun silahla çözülmesine karşıt durumdalar. diplomasi seçeneğini birinci sırada kullanmakta ve
komşu ülkelerde ortaya çıkma ihtimali olan sorunları
Bugün, İran’ın nükleer sorununun çözümünde tam daha gerçekleşmeden, diplomasi ve işbirliği yolu ile
bir çözümsüzlük ile karşı karşıyayız. “Zero önceden engellemektedir. Geçen Mayıs ayında İran­
enrichment”, sıfır zenginleştirme, Batılı ülkeler Brezilya­Türkiye arasında imzalanan uranyum
tarafından İran için dile getirilmekte, fakat böyle bir zenginleştirme anlaşmasıyla Türkiye, anlaşmalar
şey teknik olarak imkansız çünkü İran NPT (Nuclear yoluyla sorunların çözümünde ilerleme
Non­Proliferation Treaty)’nin bir üyesi ve uranyumu kaydedileceğini göstermiş ama bu Amerika’yı ve
%5 oranında zenginleştirmek İran’ın en temel hakkı. diğer ülkeleri halen tatmin olmuş durumda değil.
Fakat bu konuda, İran’ın dünya kamuoyuna tam bir Brezilya­Arjantin arasında 1991’de imzalanan nükleer
güvence verememiş olması, uluslararası arenada işbirliği anlaşması (ABACC)’nın benzeri İran­Türkiye
yaptırımlara kadar giden kararların alınmasının en arasında uygulanabilir. Önümüzdeki günlerde
büyük nedeni. Ortada varılan ortak bir anlaşmanın nükleer tesis açma hazırlığında olan Türkiye ile bu
yokluğu, hem İran açısından hem de diğer ülkeler aktivitelerini devam ettirmekte olan İran arasında
açısından halen bir problem olarak durmakta. yapılacak olan benzer işbirliği, iki taraf için de
Sorunun çözümünde yaptırım kararları almaktan çok, birbirlerinin nükleer faaliyetlerinin denetlemesini
bölgesel ülkelerin bu yolda atacağı adımlar ve mümkün kılacaktır. Uluslararası kamuoyunu tatmin
oynayacakları rol çok daha önemli. Çünkü İran’ı edecek düzeyde bir anlaşma sorunun çözümünde
tatmin etmeyecek ve soruna diplomatik yollardan önemli bir rol oynayacaktır. Mısır’da İran­Türkiye
çözüm bulamayacak olan her karar, İran’ı daha da arasında yapılabilecek olan nükleer işbirliğine
agresif olmaya itecek ve sorunun daha da katılabilir. Bu üç ülke arasında, Avrupa’da ki
derinleşmesine neden olacaktır. Son yılarda ülkelerin kurduğu “Euratom” gibi bağımsız bir
Amerika’nın en büyük tehdit unsuru olarak gördüğü işbirliği topluluğu model olarak uygulanabilir. Her ne
İran, nükleer faaliyetlerinin yanında Ortadoğu’da Şii kadar Mısır, son yıllarda bölgede güç kaybetmiş gibi

16
yanlısı politikalarıyla da Amerika’nın bölgedeki gözükse de, geçmişten gelen Arap milliyetçiliği ve
çıkarlarını tehdit eder durumda. Irak ta kaybedilen Amerika ile olan yakın ilişkileri, bu ülkenin
milyar dolarlar, askerler ve devam etmekte olan Ortadoğu’da halen güçlü bir konuma sahip olduğunu
Irak’ın yapılanması, Amerika’ya çok pahalıya mal gösteriyor. Mısır’ın İran’a yapılacak herhangi bir
olmuştur. Bugün olası İran harekatının, arkasında saldırıya karşı çıkması ve mevcut rejimin zorla
belki de yıllarca sürecek bir değiştirilmesinin sorunlara
direniş ve milyarlarca çözüm olmayacağı görüşü,
dolarla birlikte bir çok can Mısır’ın, Türkiye’nin İran’la
kaybına mal olması yapacağı olası işbirliğinde,
muhtemel. Bunun da üçüncü bir aktör olarak yer
ötesinde, Amerika’nın alması tezini güçlendiriyor.
dünyadaki prestiji de Körfez ülkelerinde ise, 1981
büyük oranda zarar yılında GCC (Körfez
görecektir. Sorunun İşbirliği Konseyi), devrimle
çözümünde, komşu ülkeler, agresif politikalar gütmeye
hem İran’a yakınlığı ile başlayan İran’a karşı, ortak
hem de var olan ekonomik hareket etme amacıyla
ilişkiler bakımından çözüme ulaşılmasında çok önemli kurulmuştur. İran’ın Bahreyn üzerinde hak iddia
roller oynama kapasitesine sahipler. Aralarında ortak etmesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Hürmüz
çıkarların daha fazla olduğu bölgesel ülkeler, işbirliği Boğazı’ndaki üç ada konusunda İran’la anlaşmazlığı
açısından birbirleri arasında daha sağlıklı ilişkiler düşmesi gibi sorunlar, bu ülkelerin İran’la aralarında
kuracaklardır. Komşu ülkelerden Türkiye’ye olan sorunlardan bazıları. Körfez ülkelerinin coğrafi
baktığımızda, Sünni nüfusu, hızla gelişmekte olan açıdan küçüklüğü ve askeri imkanlarının yetersiz
ekonomisi ve güçlü bürokrasisiyle Türkiye, öteki oluşu, bu ülkelerin güç dengelerini Amerika ve İran
ülkelerden daha sağlam bir yer arz ediyor. Son arasında kurmasına neden olmuştur. Amerikan
yıllardaki “komşularla sıfır sorun” politikasıyla askerlerine üslerini açan bu ülkeler, aynı zamanda
Türkiye, sorunların çözümünde her zaman için İran’ı kışkırtacak seviyede
bir Amerikan yakınlaşmasından da kaçınmaktadırlar. gerçekleşmesi, Amerika ve İsrail’in, olaya yanlarına bir
İran a uygulanacak herhangi bir yaptırım, İran’la başka bölge devletini de alarak, sorunu güç
ticaret bağları olan bu ülkelerin ekonomisini olumsuz kullanarak çözmesi anlamına geliyor. Olası bir
yönde etkileyecektir. Bu ülkelerin, İran’ın nükleer savaşta, Amerika ile birlikte Suudi Arabistan tarafının
sorununu çözmesi karşılığında yapacağı ticari tam üstünlük kurup kuramayacağı bilinemez fakat
anlaşmalar, iki tarafa da fayda sağlamasının yanında, sorunun çözümünde diplomasi yetersiz kaldığında,
tüm diğer bölge ülkeleri ve Batılı ülkelerin Amerika’nın Suudi Arabistan üzerinden İran’a
kaygılarının sonlanmasına neden olacaktır. Bölgedeki saldırma ihtimali yüksek. Suud kralının Amerika ve
diğer bir ülke olan Suudi Arabistan ise, dünya petrol Batı ile olan ilişkilerinden bakıldığında, Suudi
rezervlerinin dörtte birine sahip olması ve dünya Arabistan’ın diplomatik yollardan, sorunun
pazarında ki en büyük petrol ithal eden ülke olması çözümünde çokta etkili bir rol oynayacağı
nedeniyle, İran sorununun çözümünde önemli bir rol gözükmüyor.
alma potansiyeline sahip bir ülke. Sünni yapısıyla,
Arabistan, İran’ın Şiileri kullanarak bölge ülkelerde Son resme baktığımızda, bir çok güç odaklarını
üstünlüğünü arttırmasında, en rahatsız olan ülke görüyoruz. Hem ekonomik açıdan hem siyasal açıdan
konumunda. Körfezin, nükleer silahlardan Ortadoğu’da güçlenmek isteyen İran, bölgesindeki her
arındırılmasını her fırsatta belirten Suudi Arabistan olası çatışmayı engellemek isteyen Türkiye, ekonomik
için İran büyük bir tehdit. Dış ticaret verilerine varlığını devam ettirmek isteyen Körfez Ülkeleri,
baktığımızda İsrail ve Amerika, Arabistan için İran İran’ın nükleer gücünü koz olarak kullanmasından
dan daha yakın konumdalar çünkü bu ülkenin petrol kuşku duyan Avrupa, kendi güvenliği için her adımı
satışı büyük ölçüde Amerika ve Batılı şirketlere bağlı. atmaya hazır olan İsrail, zenginliği, kimliği ile bölgede
Geçtiğimiz günlerde Amerika ve Suudi Arabistan ki avantajlı konumunu devam ettirmek isteyen Suudi
arasında imzalanan 60 milyar dolarlık silah anlaşması, Arabistan ve Ortadoğu’da hegemonyasını kurmak
Amerikan tarihinin en büyük bütçeli silah satış isteyen bir Amerika. Bir noktada tıkanan diplomatik

17
anlaşması olmasının yanında akıllara da bir çok soru ilişkiler, yerini silah kullanımına bıraktığında ortaya
işaretini getirmekte. Yürüttüğü dikkatli diplomasiyle çıkacak durum, salt çatışmadan daha öte bir durum
birlikte içeride ve dışarıda silah kullanımını ve sadece savaşan ülkeleri değil, Ortadoğu’daki tüm
gerektirecek hiçbir sorunu bulunmayan Suudi ülkeleri etkileyecek bir niteliğe sahip. Irak’ta olduğu
Arabistan’ın, bu silahlarla İran ı vurma olasılığı gibi, belki mevcut yönetim uzaklaştırılır fakat yeni ve
akıllara gelen ilk senaryo. Bölgede ki en ufak bir daha büyük sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz
silahlanma hareketinde bile sarsılan İsrail in, bu kadar olur. Sorunun barışçıl, diplomatik yollardan çözümü,
yüklü bir silah satışına karşı çıkmaması, bu senaryoyu sadece İran’a değil bölgedeki diğer ülkelere de çok
gerçekçi kılar nitelikte. Böyle bir senaryonun önemli avantajlar sağlayacaktır.

Referanslar
1. Shenna, John.C (2010). The Case Against The Case Against Iran: Regionalism as the West’s Last Frontier; Middle East Journal;
Volume 64, No:3

Filmlerinde göçmenlerin Almanya'ya uyum düşünmeye itmiş durumda. Yıllarca Alman


sorunlarını, kültürel çeşitliliği, kökleriyle yaşadığı halkının kafasını kurcalayan fakat kimsenin dile
ülke arasındaki arafa sıkışmış insan hikayelerini getirmeye cesaret edemediği göçmen sorunu,
konu alan, büyük bir sadelik ve açık yüreklilikle Sarrazin'in hem Almanya ham de dünya
Almanlar ile Türkler arasındaki toplumsal gündemine birinci sıradan giriş yapan kitabı
farklılıkları işleyen Fatih Akın geçtiğimiz ay vesilesiyle tartışmaya açılmış oldu.
Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff
tarafından 'Alman kültürüne yaptığı katkılardan Müslüman olmayan ülkelerden gelen
ötürü' liyakat nişanı (verdienstroden) ile göçmenlerin Almanya'ya başarıyla uyum
onurlandırıldı.¹ Göçmenlerin Alman kültürüne sağladığını kabul eden Sarrazin, iddialarının
uyumunun bir göstergesi sayılabilecek bu başarı merkezine tüm göçmenleri değil, Türk, Arap
adına Berlin'de düzenlenen törende, bu nişanı ayırt etmeden Müslüman göçmenleri koymasıyla

18 alan ilk Türk kökenli Alman vatandaşı Akın ve


Cumhurbaşkanı Wulff objektiflere gülümserken
klasik ırkçı söylemlerin dışına çıkıyor. Kitapta
bugün üçüncü, dördüncü jenerasyona kadar
salonu dolduran kalabalığın aklındansa, şüphesiz, dayanmış olan Müslüman göçmenlerin hala tam
önlerindeki bu umut verici mutlu tablonun olarak Alman kültürüne uyum sağlayamamasının
gerçeği ne kadar yansıttığı vardı. sebebi olarak İslam gösteriliyor. İslam
dünyasının büyük ölçüde içine kapanık
olduğunu, bunun da ’İslamcı saldırganlığın’
kaynağını oluşturarak birçok insanı
korkuttuğunu iddia eden Sarrazin, Müslüman
göçmenleri 'Devlet yardımıyla yaşayan ve
devleti tanımayan, çocuklarının eğitimi için çaba
göstermeyen ve devamlı olarak başörtülü küçük
kızlar üreten insanlar' olarak tabir etmekte.
Kitapta geçen her milletin kendine has genler
taşıdığı ve aptallığın genetik olduğu gibi
Ağustos ayında yayınlanan Eski Alman Merkez iddialarsa Hitler'in yasaklı kitabı 'Mein Kampf' (
Bankası Yönetim Kurulu ve Sosyal Demokrat Kavgam) ile benzerlikler taşımakta. Sarrazin' e
Parti üyesi Thilo Sarrazin'in ırkçı söylemle göre Müslüman göçmenler eğitim seviyelerini
kaleme aldığı kitabı ' Deutschland schafft sich arttırmak için çaba göstermediğinden
ab' (Almanya Kendini Yok Ediyor ) ülkedeki her Almanya'yı 'aptallaştırarak' ülkenin entellektüel
kesimi göçmen sorunu üzerine tekrar geleceği için tehlike arz etmekte.²
'Almanya Kendini Yok Ediyor'un en can alıcı kısmıysa işçilerinin yetenekleri, talepkar Alman ekonomisinin
içerden ve dışardan gelen tepkilere rağmen arkasına yeni işçileri eğitmek için fazla cimri olması gerçeğiyle
şaşırtıcı oranda kamuoyu desteği almış olması. Eski birleşince, işçilerin oturma iznini sınırlayan madde
Almanya Başbakanı Helmut Schmidt ve Türk asıllı anlaşmadan kaldırıldı. Askeri darbelerle giderek
sosyolog ve yazar Necla Kelek, Sarrazin'i haklı bulan belirsizleşen Türkiye’nin politik ve ekonomik durumu,
isimlerden sadece ikisi. Stern dergisi tarafından Forsa bir gün mutlaka eve dönme hayalleriyle bavullarını
Araştırma Şirketi’ne yaptırılan kamuoyu her daim hazır tutan işçilerin ülkelerine dönüşü
araştırmasına göre , Sarrazin'in tezleri, Almanlar erteleyip durmasına yol açtı. İş yerlerinin ve sanayi
tarafında % 46 oranında kabul görmekte. Yeşiller sitelerinin etrafındaki , Almanların pek de rağbet
Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir yaptığı açıklamada etmediği mahallelerde bir arada yaşayan çoğu Türk
“Beni endişelendiren Sarrazin’in savundukları değil işçi, Almanca kullanmaya ihtiyaç duymadan kendi
Alman toplumunun büyük çoğunluğunun da Sarrazin sözde 'paralel toplum'larında yıllarca hayatlarını
gibi düşünmesi” dedi.³ sürdürdü. 70 li yıllar misafir işçilikten 'göçmen'liğe
geçişin dönemi oldu. Ne yazık ki bu göçmelik trendi
Yeni doğan her üç çocuktan birinin yabancı kökenli devlet organları tarafından yakalanamadı ve 90 lara
olduğu Almanya'nın hazır olduğundan çok daha hızlı kadar uyumdan çok eve dönüşü teşvik eden
‘çokkültürlü’ hale geldiği bir gerçek. Fakat mevcut politikalar izlendi.4
göçmen sorunu Thilo Sarrazin’n iddia ettiği gibi İslam
ya da başka bir etmenden değil, göçmeleri yıllarca Bu dönemde pek çok okul, müfredatlarına Türkçe
işleri bitince evlerine geri dönecek 'misafir'ler olarak dersleri ekledi­ elbette çok dillilik gibi masum bir
gören yanlış Alman politikalarının bir sonucu. amaçla değil, çocukların Türkiye'de bir gelecek
kurmasını tetiklemek için! Sonuç ne kendi dilini tam
Almanya'nın göçmenlerle 'imtihanı' 1960 sonrası olarak öğrenebilmiş ne Almanca’yı iyi konuşabilen
döneme dayanmakta. Berlin Duvarı yıkılmadan önce, nesiller oldu. Göçmen kökenli ailelerden gelen gençler

19
iki Almanya'nın ( Federal Almanya Cumhuriyeti 'FAC' arasında diploma almadan okulu terk edenlerin sayısı
(Batı Almanya ) ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti hâlâ çok yüksek. Bunun yanı sıra göçmen kökenli
'DAC' ) var olduğu dönem her iki ülke de yabancı iş gençler arasında, üniversitede öğrenim görmeye
gücüne ihtiyaç duydular. FAC bu işçileri Türkiye, doğrudan olanak sağlamayan orta dereceli okul
Yunanistan, İtalya gibi ülkelerden getirirken, DAC ise ”Hauptschule”ye gidenlerin sayısının yüksek olduğu
Vietnam, Mozambik gibi ülkelerden yabancı işçi vurgulanıyor. İyi Almanca bilmenin iyi bir eğitim için
alıyordu. %14 ile mevcut göçmenlerin en kalabalık olmazsa olmaz bir koşul olduğu aşikarken, kötü
kesimini oluşturan Türkler aynı zamanda ülkenin en Almanca’nın kökeni ilkokul öncesi eğitimden geliyor.
geniş Müslüman kesimini meydana getirerek Kreşler, gelen çocuğun zaten Almanca bildiğini
tartışmasız Sarrazin’in asıl hedef aldığı kitle. varsayarak çalışıyor. Kreşlerde göçmen kökenli
öğretmen sayısı ise yeterli değil.5 Fakat ne yazık ki
1961 ‘de Türkiye ve Batı Almanya arasında imzalanan eğitimde dil öğrenme durumunun düzeltilmesi hızlı
'İş Gücü Takviyesi Anlaşması' , Almanya’nın hızla sonuç alınabilecek bir süreç değil. Eğer şimdi
büyüyen ekonomisine büyük katkı sağlayacak Türk başlanırsa ancak on yıl kadar sonra bir ilerleme
işçilerinin ülkeye gelişinin ve yıllara yayılan bir kaydedilinebilir.
kendini kandırış hikayesinin miladını oluşturuyor.
Berlin Nüfus ve Gelişim Enstitütüsü'nün yaptığı
Dönemin Alman şirketleri ve fabrikaları düşük maaşlı araştırmalara göre sayıları yaklaşık 3 milyon olan
ve tercih edilmeyen işler için donanımsız ve Müslüman göçmenler diğer gruplara nazaran daha
yeteneksiz işçilere odaklanırken kimse Anadolu’nun düşük seviyede eğitim, daha az ücret karşılığı
ücra köşelerinden gelen bu insanların çoğunun okuma çalışmak ve daha yüksek oranda işsizlik gibi en kötü
yazma bile bilmiyor oluşunu umursamıyordu. Çünkü verilerine sahip.
bu işçilerden beklenen Alman toplumuna uyum
sağlamak değil, fabrika etrafına inşa edilmiş binalarda
bir arada yaşayıp, bir süre çalıştıktan sonra işlerini
bitirip memleketlerine dönmeleriydi. Fakat Alman
meslektaşlarından çok daha az talepte bulunan Türk
Bu kaygan yüzeyde hayatlarını devam etirmeye Almanya'nın 20. yılı kutlamalarında yaptığı
çalışan, ne kendi ülkelerine tam olarak aidiyet hissi konuşmada, "Sadece Hıristiyanlık ve Musevilik değil,
geliştirebilen ne yaşadıkları ­hiç de dost canlsı İslam da Almanya'ya aittir" deme ihtiyacı hissetti.
olmayan ­ ülkeye ve onun disiplinine uyum
sağlayabilen göçmenlerin giderek içlerine kapanmaları Bugün Sarrazin'e ve onunla aynı fikirleri paylaşan
ve tutunabilecek son dal olarak gördükleri dine aşırı kesimlere aksini kanıtlayabilmek için başarı
sarılmaları şaşılacak bir durum değil. hikayelerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç
duyan ülke futbola sarılmış durumda.
Bu durumda Almanya'daki Çokkültürlülüğün bir
hayat tarzına uyum sağlamak sembolü haline gelen,
şühhesiz Müslümanların en kadrosundaki 23
çok zorlandıkları konu. oyuncusundan 11'i yabancı
Kadın­ erkek eşitliğinin kökenli olan Alman mili
günlük hayata uygulanması futbol takımı ve onun
hala ciddi bir sorun teşkil parlayan yıldızı Mesut Özil,
ediyor. Zorla evlendirmeler, ilahiyat profesörü Rauf
akraba evilikleri, hatta namus Ceylan gibi göçmen sorununa
cinayetleri gibi uygulamalar optimistik bakış açısıyla
bu zorlanmanın birer yaklaşan uzmanlara göre
yansıması. akademik ve politik çabalar kadar önem arzediyor.4

Uzun vadeli göçmen politikası uygulayan ülkelerde ise Yaşadıkları ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesi
Almanya'daki mevcut sorunlara rastlanmıyor. görmeye devam eden, kendi ülkelerinde ise 'Almancı'
Cambridge Üniversitesi eğitim görevlisi Sara olarak kategorize edilen göçmenler, içine

20
Silvestri, Pakistan ve Hindistan kökenli göçmenlerin sürüklendikleri dipsiz araftan hangi kimliğe sarılarak
entegre başarısıyla öne çıkan İngiltere'de, yerel çıkacaklarını bilemiyor. Bu insanları kimlik arayışına
politikadan sosyal hayata pek çok alanda Türklerin en itecek politik,ekonomik ve sosyal tavırlardan artık
uyumlu göçmen gruplarından biri olduğunu vazgeçilmesi gerekiyor. Kendi ülkelerinde tehdit
belirtiyor.4 altında yaşadıkları inancına saplanmış Almanların ise
artık korkularını dindirmesi ve farklılıkları dışlamak
Ne yazık ki son dönemde popülerleşen argümanlar yerine içinde bulundukları kültürel zenginliği kabul
dikkatleri asıl sorundan uzaklaştırarak Almanya'yı bir etmesi gerekiyor. Çünkü dünyanın hiçbir demokratik
tür İslam fobisi geliştirmeye ve bir toplumu sistemi, kendi içinde dışlanmış ikinci sınıf bir
çözümsüzlüğün çıkmaz sokağına doğru itiyor. Bu topluluğun barınması gibi bir aksaklıkla ayakta
sebeptendir ki Cumhurbaşkanı Wullf, Birleşik kalamaz.

Referanslar
1.http://www.ntvmsnbc.com/id/25137702/
2.http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1016338&Date=30.08.2010&CategoryID=100&rf=1&ver=6
3.http://www.spiegel.de/international/germany/0,1518,714643,00.html
4.http://www.spiegel.de/international/germany/0,1518,716067­2,00.html
5.http://www.dw­world.de/dw/article/0,,5770996,00.html

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin yasadışı Roman inanıyor . Bu yardımın o insanlara faydası olacağına
kamplarının kapatılmasına ilişkin almış olduğu karar inanmak çok komik bir yaklaşım.Bu konuda tarşılacak
(Temmuz 2010) son dönemde ciddi tartışmalara diğer konulardan bi tanesidir.
neden oldu. Bu kararla beraber 300 Roman kampının
kapatılmasını ve burada yaşayan Romanların sürgün Fransa’da bulunan Romanların birçoğu Bulgaristan
edilmesi ve Sarkozy’nin Roman kamplarının kapatma veya Romanya etnik kökenlidir. Bu ülkeler AB üyesi
nedenini olarak o kampların bir suç yuvası haline olup kendilerine verilen yasal süre içerisinde diğer AB
gelmiş olduğunu iddia etmesi üyesi ülkelerde serbest
kamuoyunda Fransa’nın insan dolaşım hakkına sahiptir.
hakları ve AB serbest dolaşım Üç aydan daha fazla süre
ilkesinin ihlalini gündeme Fransa’da kalmak isteyen
getirdi. Romanlar ise çalışma izni
veya oturma izni almak
Genel olarak sayıları 10­12 zorundadırlar. Fakat
milyon arasında olduğu tahmin Fransız hükümetinin bu
edilen Romanlar Avrupa'nın insanların yasal
birçok yerinde dağılmış prosedürleri yerine
durumda ve bu nüfusun getirirken karşılaşmış

21
yaklaşık 15 bin kadarı da halen oldukları engelleri ve
Fransa’da yaşamaktayken Fransa onların yaşam koşullarının
‘nın Roman sürgünü bir kaç senelik bir uygulama yetersizliğini dikkate almadığını söyleyebiliriz. Tabii ki
olup 2009 yılında 12 bin Romanın sınır dışı Fransız hükümeti Romanların belirtilen süre
edilmesiyle başlamıştı. içerisinde gerekli izinleri almadığı konusunda haklı
bile olsa Fransa’nın Romanların yaşam koşullarını ve
Veriler göz önüne alındığında olağan hale gelen imkânlarını göz ardı etmemesi ve bu koşulların
sürgünlere rağmen, Sarkozy’nin 300 Roman kampının iyileştirilmesi için önceden gerekli düzenlemeleri
kapatılmasına ve bu kapsamda 700 Romanın sınırdışı yapması gerekirdi. O yüzden bu durum göz önüne
operasyonuna ilişkin verdiği son kararın, kamuoyunda alındığında Romanlara karşı orantısız, sistematik ve
bu kadar dikkat çekmesinin nedeni ise kampların ayrımcı sınır dışı uygulamalar olduğu söylenilebilir.
insan kaçakçılığı, çocuk istismarı ve fuhuş yuvası Ayrıca bir suç–göç ilişkisi içerisinde değerlendirilen
olduğu gerekçelerine dayandırılarak suç­göç ilişkisinin bu halkın topluma nasıl sağlıklı bir şekilde entegre
Romanlar üzerinden tartışma konusu haline olması beklenilir? Yine aynı şekilde bu suçlamalar
getirilmesidir. Fransız hükümeti, “kamplardaki yaşam altında bu insanların toplum içerisinde tutunmaları
şartlarının şok edici olduğu” üzerinde durarak veya iş bulmaları ne kadar mümkün? Bu çerçevede
çoğunluğu Romanya ve Bulgaristan’dan gelen kaçak düşünüldüğünde çalışma ve ya oturma izni almak
göçmenlerden oluşan kampların suç merkezi haline Romanlar için uzak görünüyor.
geldiğini savunuyor.1 Açıkçası Sarkozy'nin yapmış
olduğu bu savunma pek gerçekçi görünmüyor çünkü Birleşmiş Milletler (BM) Irk Ayrımcılığının Önlenmesi
yapılan bu sürgünler insan haklarına ve AB ‘de Komitesi (CERD) de Fransız hükümetinin Romanları
serbest dolaşım ilkesine aykırı.Bu durumda Fransa sınır dışı etme politikasını sertçe eleştirerek bunun
yasaları çiğnemiş oluyor.Ayrıca bu sürgünler, ülkedeki ırkçılığı ve ayrımcılığı artıracağını belirtti.
ülkedeki ırkçılık ve ayrımcılığın hangi noktaya Ayrıca uygulanan bu politika AB’nin de
geldiğini gösteriyor. Fransa hükümeti ülkeden gönüllü gündemindedir. 29 Eylül 2010 tarihinde bir araya
ayrılanlar için 300£ lük bir yardımın göç etmeye gelen Avrupa Komisyonu üyeleri önümüzdeki süre
mecbur bırakılan bu insanlara faydası dokunacağına içerisinde Fransa’ya karşı ihlal prosedürünü
Sonuç olarak Sarkozy’nin birçok yasal gerekçenin
arkasına sığınarak başlatmış olduğu Roman sürgünü,
zorla yerinden edilen bu insanlar düşünüldüğünde hiç
de adil bir uygulama değildir. Bu yüzden uluslararası
toplum Romanları yalnız bırakmamalıdır.

işletebileceklerini belirtmişlerdir. Avrupa


Komisyonu’nun dikkat çektiği en önemli nokta ise
Roman sürgünün ayrımcılıktan ziyade serbest dolaşım
ilkesinin ihlalini konusundadır.. Fakat Fransa
uluslararası komitelerden büyük tepkiler almasına
rağmen Romanlara karşı yapılan sınır dışı politikasını
devam ettirmektedir. Aslında Sarkozy’nin uluslararası
kamuoyunda ayrımcılık suçlamalarına maruz
kalmasına rağmen bununla pek ilgilendiği söylenemez

22
çünkü Sarkozy’nin asıl amacı bu sınır dışı
politikalarıyla dikkatleri kendi hükümeti etrafında
dönen yolsuzluk iddialarından başka tarafa çekmeye
çalışmaktır. Ayrıca Sarkozy’nin yolsuzluk iddiaları ile
zedelenen popülaritesini arttırarak sağ seçmenlerin
desteğini almayı planladığı da söylenilebilir.
Sarkozy’nin ülkede başlatmış olduğu ulusal kimlik
tartışmalarıyla aşırı sağcı bir yaklaşım sergilemesi
milliyetçi ortamdan faydalanarak aşırı sağdan oy
toplamaya çalışmasının diğer kanıtıdır. Bu durumun
ilginç yanı ise birçok Avrupalı’nın Roman sürgününe
karşı sessiz kalmasıdır. Hatta bazılarının bu sürgünü
desteklediği de söylenilebilir. Fransa’nın bu yaklaşımı
diğer Avrupa ülkelerinin de buna benzer uygulamalar
yapmaya başlamasına neden olabilir. Avrupa’daki REFERANSLAR
genel durumu da göz önüne aldığımızda yükselen
milliyetçiliğin ırkçılığa dönüşmesi bu noktada başlıyor 1.http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=454
olabilir çünkü göçmenlere karşı hoşgörüsüz olmak, 2.http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&Ar
kültür farklılığını bir çeşitlilik olarak görememek ve ticleID=1021328&Date=12.10.2010&CategoryID=83&rf=1&ver=28661
onları ötekileştirmek ırkçılığı tetikleyen şeylerdir. Her 013641190111155208213737490115871509877316644517261423057
zaman hoşgörüsü ve örnek demokrasisi ile anılan 2832804898364508115929
Fransa’nın Romanlara karşı bu ayrılıkçı tutumu 3.http://www.euractiv.com.tr/abnin­gelecegi/analyze/recep­
Avrupa’nın farklılıkları kucaklayıcı yapısından korkut­fransann­roman­srgn­012038
uzaklaştığını da gösteriyor. Herkes bilir ki göçmenler 4.http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/07/100729_france_ro
Avrupa’nın yapısını oluşturan parçalardan ma_camps.shtml
birisidir.İşte bu yüzden bu zenginliğe sahip çıkmak 5.http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1706
gerekir. 6.http://www.yenihayat.de/?p=1941

Yüzyıllar boyunca dünyanın yönetim merkezi olma talihsizliğini yaşamaktadırlar.


olmuş Avrupa, yarım asır önce bu birincilik Avrupa’daki aşırı milliyetçiler, refah devleti
mevkiini A.B.D.’ye devrederken, ilk işçi anlayışına da sert eleştiriler yönelterek,
göçlerini de almaya başlamıştı. Savaştaki bundan göçmenlerin yüksek düzeyde fayda
kayıplar ve daha sonra refah düzeyinin sağladığını ve devleti zayıflattıklarını öne
yükselmesiyle düşen doğurganlık oranı, sürmektedirler.
Avrupa’yı daha fazla göçmen işçi almaya
mecbur etti. Göçmenler, bugün 731 milyon Bu noktada, Avrupa’daki aşırı milliyetçilerin
nüfuslu Avrupa’nın 70,6 milyonunu artık sembolü haline gelmiş Geert Wilders’ten
oluşturacak kadar büyüdüler.1 söz etmek yerinde olacaktır. Hollandalı
siyasetçi, ateist olmasına2 rağmen Avrupa’nın
Her ne kadar AB’nin geleceğin yegane gücü Hıristiyan­Yahudi değerlerine sahip olduğunu,
olacağı yönünde fikirler olsa da, Avrupa’nın bugün de Avrupa’da en büyük tehlikeyi,
yavaş yavaş fakat sürekli gerileyen bir güç çoğalan Müslümanlar olarak gördüğünü
olduğu artık su götürmez bir gerçek. Bir belirtmektedir.3 Ayrıca kendisini bir
zamanlar bölgedeki güç birikiminin etkisiyle liberteryen4 olarak göstermektedir. Wilders’in
bütün dünyaya yayılıp egemen hale gelen, partisi PVV’nin 2010 seçimlerinde Hollanda
ayrıca kendi nüfusu dünyanın muhtelif
yerlerine göç eden Avrupa, şimdi baktığımızda
meclisindeki sandalye sayısını 9’dan 24’e
çıkarması ve hükümeti dışarıdan destekleyen
23
sanki bu sürecin kısmen tersini yaşıyor gibi parti olması, yükselen göçmen karşıtlığının ve
bir tabloyla çıkıyor karşımıza. Sürekli artan refah devleti ilkesinden duyulan rahatsızlığın
göçmen nüfusunun dışında, eskiden bütün bir yansımasıdır.
dünyanın sanayi üretimini yaparken, bugün
kıtaya girişi gittikçe artan yabancı ürünlerle Göçmenlerin büyük bir bölümünü oluşturan
karşılaşılıyor. Avrupa’nın bu gerileyen Müslümanları ele aldığımızda ise
gücünün ve özellikle 2008 krizinin en çok Müslümanlar diğer göçmenlere göre daha zor
burayı vurmasının, milliyetçiliği arttıran entegre olan topluluk olarak göze çarpmakta
sebeplerden olduğunu söylersek abartmış ve bu nedenle de Avrupa’daki İslam karşıtı
olmayız. Zira tarihe baktığımızda, lider hareketlere zemin hazırlanmaktadır. Özellikle
devletlerin bu konumlarını yitirdiklerinde 11 Eylül’den sonra İslam’ı bir tehdit olarak
milliyetçi akımlara ev sahipliği yapmış algılayan ve Batı medeniyetine tam zıt,
oldukları görürüz: Osmanlı’nın son düşman bir olgu olarak görmeye başlayanların
dönemindeki milliyetçi İttihat ve Terakki sayısında önemli bir artış olmuştur. Fakat
hareketi veya 18.yy başında kısa bir süre Avrupa’da ateizmin ne kadar yaygın olduğunu
dünya lideri olmuş Fransa’nın bu konumu düşünürsek bunun dini bir tepki değil
yitirmesiyle gerçekleşen Fransız Devrimi’ndeki kültürel bir tepki olduğunu anlarız. Konuya
milliyetçi ruh. yerli halk açısından bakarsak, muhafazakâr
kesimde, tarihsel önyargının yanında,
Fakat Avrupa’da milliyetçiliği asıl körükleyen Müslümanları her yerde görmek, ülkelerinin
göçmen sayılarındaki artıştır. Farklı yaşam yabancılar tarafından ele geçirildiği zannına
tarzına sahip göçmenler, bölgede yaşanan kapılmalarına yol açıyor. Öte yandan
sorunlarda, örneğin 2008 ekonomik krizinde, Müslümanlar da entegre olmamak için sanki
sorunun sebebi olarak hep ilk hedef gösterilen elinden geleni yapıyor. Yeni bir kültür
karşılarına çıktığı zaman ya tamamen Müslümanların maalesef çok azı bunu
çizgilerini kaybedip değerlerini yitirmiş başarabilmiş durumda.
insanlar olarak potansiyel suçlulara dönüşüyor
ya da tamamen içlerine kapanıp yobazlık Görüldüğü gibi Avrupa’nın gerileyen gücü,
derecesine varacak kadar dinin bile artan göçmen sayısı ve şiddetli milliyetçi
emretmediği bazı davranışlarda ısrar edip rüzgarları yakın geleceğini değişimlere gebe
entegrasyona karşı çıkıyorlar. Mesela, hale getiriyor. Umarım bu değişimler yeni
Floransa’nın merkezindeki bir camide savaş acıları da beraberinde getirmez. Temennim
narası atar gibi bir cuma hutbesi okunabiliyor; odur ki, göçmenler dinlerini, değerlerini
sanki düşmanlarla çevrilmiş gibi bir ruh halini koruyup, yeni buldukları kültürün de güzel
sezebiliyorsunuz. Halbuki kendi değerlerini taraflarıyla bütünleşip yerli Avrupalılarla
muhafaza edip yeni kültüre entegrasyon beraber parlak bir medeniyete doğru yol
mümkün, ama bugün Avrupa’daki alırlar.

24

Referanslar
1. "Rich world needs more foreign workers: report", FOXNews.com. 2 December 2008
2. Geert Wilders (July 19, 2010). "Moslims, bevrijd uzelf en u kunt alles [Muslims, you can free yourself and everything]" (in Dutch
(translations: BabelFish;Google)). NRC Handelsblad. Retrieved 2010­10­03. "Zelf ben ik agnost.
3. http://www.geertwilders.nl/
4. Liberteryenizm: devletin mümkün olduğunca küçültülmesi hatta ortadan kaldırılması ve bütün ahlaki sınırların kaldırılmasını
savunan ideoloji.

R ü z g a r ı n k a l d ı r d ı ğ ı d u v a ğ ı nı n a ç ı k t a b ı r a k t ı ğ ı k u z g u ni s a ç l a r ı i l e b e m b e y a z g e l i nl i ğ i
k a d a r z ı t v e y a ny a na y d ı h e r ş e y . İ s y a n v e b o y u n e ğ i ş , i f t i r a v e m a s u m i y e t , ş i d d e t v e
ç a r e s i z l i k … S ö y l e y e c e k b i r ş e y i v a r s a d i y e s o n b i r ş a ns v e r m i ş l e r d i o na . D i m d i k d u r d u
k a nı na s u s a m ı ş k a l a b a l ı ğ ı n ö nü nd e , y a l v a r m ı y o r d u . O nu k o r k u t a n ö l ü m d e ğ i l d i ; a m a
t a ş l a r , a c ı … “ B u nu b a na na s ı l y a p a r s ı nı z ? S a nk i b e ni h i ç t a nı m ı y o r m u ş s u nu z g i b i !
K a r ı l a r ı nı z ı n a r k a d a ş ı y ı m , k o m ş u nu z u m , s o f r a l a r ı nı z ı p a y l a ş t ı m ! N a s ı l y a p a c a k s ı nı z
b u nu ; a nne ni z e , k ı z ı nı z a , k a r ı nı z a ? H e r h a ng i b i r i ne na s ı l y a p a r s ı nı z k i b u nu ! ” C e v a p
ne t t i : “ K a nu n A l l a h ’ ı nd ı r ! ” v e t e k b i r s e s l e r i y ü k s e l d i . K a z ı l a n ç u k u r a b e l i ne k a d a r
g ö m ü l d ü ğ ü nd e e l l e r i a r k a s ı nd a n b a ğ l a nm ı ş t ı . S o nr a s ı t a ş l a r , k ı r m ı z ı y a b o y a nm ı ş
g e l i nl i k …

''The Stoning of Soraya M.''nin unutamayacağım Sakine davası her gün yeni bir hal alıyor.
sahnesinden bunlar. 2008 yapımı filmi Cyrus

25
Nowrasteh, Freidoune Sahebjam’ın 1990 tarihli ''La Sakine Aştiyani 2006’da zina suçu ve kocasını
Femme Lapidée'' adlı gerçek hikayeye dayanan öldürme komplosuna karışmaktan tutuklanmış ve
romanından sinemaya uyarlamış. Filmde izleyenin recm cezasına çarptırılmıştı.Uluslararası kamuoyunda
tüylerini diken diken eden Soraya Manutchehri’nin insan hakları örgütlerinin, siyasilerin, sanatçıların
dramına sadece “seyirci” kalıyor olmak. İnsanlıktan yoğun tepkisinden sonra İran, Aştiyani hakkındaki
nasibini almamış kocası ondört yaşında bir kızla taşlama cezasını kaldırdığını açıkladı.Ancak cezanın
evlenecekti ve Soraya’dan boşanma için vermek “asılarak idam”a çevrilmiş olması kimseyi bu habere
zorunda olduğu parayı ödemeden kurtulmanın bi sevindiremedi.Bunu izleyen gelişme Sakine’nin avukatı
yolunu arıyordu; dayak, hakaret işe yaramamıştı onu Muhammed Mustafa hakkında olayları dünya
ikna etmeye, artık çok oluyordu. Ne oğullarını basınına sızdırdığı gerekçesiyle çıkarılan tutuklama
annelerine karşı doldururken ne tehdit ve şantajla emriydi. Mustafa önce Türkiye’ye sığındı ardından
recm için tanık toplarken ne de Soraya’ya ilk taşı Avrupa’ya. Bunlar konuşulurken İran devlet
atarken tereddüt etti. televizyonu Aştiyani’yi ekrana çıkardı. Güvenlik ve
mahremiyet gerekçesiyle yüzü kapatılan Sakine,
Bugün dünya Soraya’ya ağlamıyor belki ama Sakine hakkındaki suçlamaları kabul ediyordu. İran’dan kaçan
Muhammedi Aştiyani için tüm gözler İran’da. İki avukatına da olayları dünya basınına duyurarak
kadının ortak noktası ise “recm” cezası. Diyanet İşleri saygınlık ve onuruna zarar verdiği iddiasıyla sitem
Başkanlığı’nın resmi sitesinde recm şöyle açıklanıyor: “ ediyordu. Bu konuşma batı dünyasında tartışmalar
Sözlükte taşla öldürmek, birine taş atmak, taşa yarattı. İngiliz The Guardian gazetesine konuşan
tutmak, sövmek, lanet etmek, kovmak, birinin Sakine’nin avukatlarından Hautan Kian ise “ Kamera
namusuna iftira etmek gibi anlamlara gelen recm, önüne geçmeyi kabul edene kadar çok yoğun şekilde
klasik fıkıh kitaplarında zina eden evli erkek ve dövüldü ve işkenceden geçirildi.” dedi. Sakine’nin iki
kadınlara uygulanan bir nevi cezayı ifade etmektedir. çocuğuna ne olacağı merak konusuyken 11 Ekim
Kur’ân­ı Kerim’de recm cezası ile ilgili bir hüküm tarihli gazeteler İran’da bir mülakat sırasında
bulunmamakta; bu ceza hadis kaynaklarında yer alan Sakine’nin oğlu, avukatı ve iki Alman gazetecenin göz
bazı rivayetlere dayanmaktadır. (İ.P)”¹ İran ceza altına alınmış olabileceğini yazdı.² Almanya başbakanı
hukuku hangi kaynaklara dayanıyor bilinmez ama Angela Merkel Alman gazetecilerin serbest bırakılması
için gerekli çalışmaları yapacaklarını belirttikten sonra bütün dünya gibi bizim yaptığımız şey de bu şimdi.
artık onlar için endişelenmeye gerek yoktu. Yazdığımız maile ya da mektuba adımızı soyadımızı
eklemek ve İran’a “Dur!” demek. Kaza halinde kadının
Evlilik sözleşmelerinin altını imzaladıkları anda alacağı diyetin (kan parası) erkeğinkinin yarısı kadar
kocalarının iznini almadan çalışamayacaklarını, olduğunu, yani kadın hayatının erkek hayatının anca
boşanma halinde çocuklarının yasal varisi yarısı ettiğini kanunlarla belirlemiş bir ülkede bu ne
olamayacaklarını; yani ikinci sınıf olduklarını kabul kadar anlamlı olacak korksam da Soraya’ya olduğu
ediyor İranlı kadınlar. İşte bu yüzden bir imza bazen gibi Sakine’ye de seyirci kalamayacağımdan, ben
hayatlarından vazgeçmek demek oluyor onlar için Hürriyet’in hazırladığı
bazense; hayat. “Bir Milyon İmza”³ kampanyası http://proje.hurriyet.com.tr/mailgonder/mailiran.aspx
düzenlemeleri de bundandı. Sakine için “hayat” olur adresine girdim, ''Taşlama barbarcadır!'' dedim ve
umuduyla bu çağdışı uygulamayı durdurmak için tıkladım. Ya siz ?

26

Referanslar
1. http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=130
2. Davanın içeriğiyle ilgili bilgiler şu sayfalardan derlendi: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15394861
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15488671
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15544417
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1023221&Date=11.10.2010&CategoryID=81
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/07/100709_iran_stoning.shtml
3. http://bianet.org/bianet/dunya/114900­iranda­kadin­haklari­adina­sonu­olmayan­bir­kampanya

1904 yılında, Çemberlitaş’ta, Necip Fazıl’ı doğuracak bakmaktadır. Hastalığından dolayı Selma beş yaşında
olan Mediha Hanım, acaba biliyor muydu neye gebe ölür. Necip Fazıl şöyle anlatır ilk vicdan azabım dediği
olduğunu, ya da içinden çıkacak bu çocuğun, eşya, olayı:
zaman, hadise ve kelimelerle nasıl mücadele
edeceğini? Necip Fazıl da bütün bunlardan bihaber,
büyük bir konakta, ömrü boyunca sırrını ve
hakikatlerini anlamaya çalışacağı dünyaya adımını attı.

Daha çocukluk yıllarında zekâ parıltılarını


hissettirmeye başlayan Necip Fazıl, 9 yaşlarındayken,
mahallesindeki yaşlı bakkalın şişmiş damarlarına,
çizgili yüzüne bakarken, yıllar sonra da kendisinin
böyle olacağını düşünmeye başlamıştır ve fikir
çilesinin öncülerini hissediyordur.

İlk Vicdan Azabı

Bir ceza hâkimi olan büyükbabasının en sevdiği


torunudur küçük Necip. Konakta
en çok onunla ilgilenir, sık sık ona harçlık verir. Kız Bahriye Mektebi
kardeşi Selma ise, çelimsiz, devamlı hastadır ve dedesi
tarafından fazla önemsenmez. Necip Fazıl’a hep yeni Bahriye Mektebi, Necip Fazıl’ın hayatında önemli bir
ayakkabılar, elbiseler alınırken, kardeşi boynu bükük yere sahiptir. Şiire burada başlar. Hocaları arasında
Yahya Kemal, Hamdullah Suphi gibi ünlü isimler de Hasan Ali Yücel vasıtasıyla Peyami Safa’yla da
vardır. Nazım Hikmet de ondan birkaç sınıf önde, tanışmıştır; ama Peyami Safa da, Necip Fazıl dava
aynı okuldadır. Okuldaki lakabı şairdir ve kendi hayatına atılınca, onunla ilişkisini kesecektir.
tabiriyle “Şeyh Galip’e kadar Divan şiirinin ve
Anadolu halk şairlerinin soylu ve köklü hüviyetleri bir Paris Hayatı
tarafa; Abdülhak Hamid’ine ve Tevfik Fikret’ine kadar
bütün Tanzimat ve Tanzimat sonrası edebiyatı, Cumhuriyetin ilanından sonra, Avrupa’ya
gözünde her an kuklalaşmakta.”dır. Şiire olan ilgisi gönderilecek olan ilk öğrenciler arasında Necip Fazıl
iyice artar ve yalnız Türk edebiyatına değil, Batı da vardır ve karşılaşacağı büyük helezonlardan
klasiklerine de merak sarmıştır. habersiz Paris’in yolunu tutar. Paris’i anlattığı
kelimelerden, girdiği bunalımın gölgelerini sezmek
İçinde hayatının en güzel dört senesi geçmesine ve mümkündür:
kişiliğinin temellerinin burada atılmasına rağmen,
Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’nde sıkılmaya
başlamıştır ve aklına üniversiteye gidip felsefe
okumayı koymuştur. Bahriye Mektebi’ne sonradan
eklenen bir seneyi okumak istemez, sınavlarda boş
kâğıt verir ve kaydı silinir. On yedi yaşında girdiği
üniversite imtihanını kazanan Necip Fazıl,
“Darülfünun”a girmeye hak kazanmıştır.
Paris’te, ayalarca gündüzü görmeden
İlk Şiir bir yaşayış ve yakasına yapışan
kumar illeti… Bir yandan bu
O zamanların meşhur gazetelerinden durumdan kurtulmaya çalışmak ve
biri “İkdam” gazetesi ve başında iyice batmak. Yine bir gün,
Yakup Kadri bulunmakta. Necip Fazıl, gecenin en geç saatlerinden
onu görmek için bu gazeteye gider ve birinde kumarhanenin birinden
elindeki şiir defterini masasına bırakır. çıkar, tüm parasını kumarda
Felsefe talebesi olduğunu, beğenecek kaptırmıştır. Paris sokaklarında
olursa, kendisinden bu şiirlerini yalnız ve çaresizdir, kendi haline
yayınlamasını ister ve cevap beklemeden baktıkça akan gözyaşları… O gece,
çıkıp gider. “Yeni Mecmua” da Yakup ünlü “Kaldırımlar” şiirinin oluştuğu
Kadri’nin idaresindedir. Bir kaç hafta sonra, en gecedir:
genç yazarı bile 35–40 yaşlarında olan Yeni
Mecmua’da, 17 yaşındaki bir çocuğun şiiri yayınlanır:

Ona göre, dünyada geçirdiği bunalımın zerresine


aşikâr kimse yoktur. Yalnızdır ve hep yalnız
kalacaktır. Can verecek yumuşak bir kucak dahi
yoktur onun için:

Bu dönemde üniversitede iyi arkadaşlıklar kuran


Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Kutsi
Tecer’le vakit geçirmektedir; fakat onlar da dâhil, hiç Derslere gitmediği ve imtihanlarda başarı
kimsenin kendini tam olarak anladığını düşünmez. gösteremediği için, üniversiteyle ilişkisi kesilen Necip
Fazıl, yurda döner. Çeşitli bankalarda memurluk sohbetinde bulunma ve ondan hiç ayrılmama
yapar, İstanbul’da daralır, Anadolu şehirlerine gider. durumu. O zamana kadar ki hayatı boş geçmiştir
Kısa zamanda geri döner ve bu gidiş dönüşler devam sanki:
eder. Yirmi yaşını daha yeni bitiren Necip Fazıl’da
sürekli derin bir bunalım, kendinden kaçma gayreti ve
bataklığa iyice gömülme hali… 1928 yılında
Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlayan Necip
Fazıl’ın tüm şiirleri daha 120 sayfa civarındayken, ünü Abdülhakim Arvasi’nin yanında yıllardır aradığı,
bunun kat kat üstündedir. Yakup Kadri, yazdığı kafasını delik deşen eden soruların cevaplarını tek tek
makalelerde onu kendisi tarafından keşfedilmiş bir bulmaya başlamıştır. Artık yazdığı şiirler, romanlar,
dahi olarak adlandırır. İsmail Habib, Necip Fazıl’daki makaleler tamamen cemiyetin sorunlarına dairdir.
his ve hayal yüksekliğine hiçbir şairin çıkmadığını Şiir, Allah’ı aramaktır, topluma hizmettir artık Necip
söyler. Yaşar Nabi ise “bir mısrası bir millete şeref Fazıl’a göre. Şairi tanımlarken “Cemiyet, iç ve gizli
verecek şair” diye bahseder ondan. Necip Fazıl’a göre hayatiyle uyur; ve rüyasını şair görür ve
bunların hepsi “teneke madalya”dır; çünkü hemen sayıklamalarını şair zapt eder” der. Artık büyük
hemen hepsi, Necip Fazıl’ın tabiriyle “O tepenin sanatkârlıktadır gözü:
rüzgârını aldıktan ve Müslümanlığını
bayraklaştırdıktan” sonra kendisinden yüz çevirmişler
ve “sanatına kıyan adam gerici adam” diye kendisini
yaftalamışlardır.

Ona göre herkes, hayata sanki bir kartpostala


bakıyormuş gibi bakmakta, onu resminden Doymayan nefsinden çok çeken Necip Fazıl,
tanımaktaydı; fakat Necip Fazıl, içine girmeyi, ötesine Abdülhakim Arvasi’den sonra, eski günlerini
geçmeyi istiyordu ve bunu yapamadıkça buruşturup bir kağıt gibi çöpe atacaktır. Gençliğin
huzursuzluğun dibinde ve bohem hayatında geçiciliğini, nefsin doymadığını iliklerine kadar idrak
buluyordu kendini; ama aslında çektiği bu sancılardan etmiştir şair:
içine doğuyordu ilerde ne büyük meyveler vereceği:

Necip Fazıl, atıldığı dava hayatını ve savunduğu


ideolojiyi topluma yaymak için 1943’te Büyük Doğu
dergisini çıkarır ve Büyük Doğu’nun 35 yıllık
macerası başlar. Yayın hayatı boyunca çeşitli zulüm
ve baskılarla karşı karşıya kalacaktır Büyük Doğu. Tek
parti dönemi ve ardından da Demokrat parti
Bu hâl, onda “efendim, kurtarıcım, mürşidim” dediği döneminde çeşitli baskılar ve fikirlere vurulmaya
Abdülhakim Arvasi ile tanışmasına kadar devam eder. çalışılan kelepçeler.1943’ten 1978 yılına kadar, Büyük
Hep fikir acısı, hep çile, ta ki O’nu tanıyana kadar… Doğu tam 16 kere kurulup kapatılır. Her defasında
Necip Fazıl defalarca sorgulanır, yargılanır ve hapis
O'nu Tanıdıktan Sonra yatar. 1960 ihtilâli öncesinde, hakkında mahkûmiyet
kararları toplamı 101 yıla ulaşmıştır.
1934 yılına kadar içine düştüğü amaçsız, nerde akşam
orda sabah şekline girmiş hayatı ile Necip Fazıl, her Büyük Doğu, sadece dergininin değil Necip Fazıl’ın
geçen gün kendisine acımakta ve geceler boyu düşünce sisteminin de adıdır. Aslında yeni bir
ağlamakta. En sonunda kurtarıcısı Abdülhakim Arvasi ideolojidir. Necip Fazıl’ın tabiriyle “kökü ezelde ve dalı
ile tanışır. Aslen Vanlı olan Arvasi’yi camide vaaz ebedde olan bir ağacın meyvesidir Büyük Doğu:
verirken dinler ilk defa. Sonra defalarca onun
Her ne kadar yollara taşlar koyulsa da, fikirlere
hapisle karşılık verilse de, başlar yüksektedir,
zindanlar gül bahçesidir:

Batı taklitçilerini ise bir maymunun, sahibinin


şapkasını giyinip, bastonunu eline alıp ayna karşısına
geçmesine benzetir. Bizim Avrupalı olduğumuz kadar,
o maymun da insandır aslında onun gözünde.
Hedefinde tabiki Avrupa’nın sadece kabuğunu
Necip Fazıl, dava hayatına atıldıktan sonra başlıca iki anlamış kişiler vardır. Batı’dan alınan her türlü
grupla ölene dek mücadele etmiştir: Birincisi: Batı teknoloji ve ilim, Necip Fazıl’a göre Müslümanın
taklitçiliğine kendisini kaptıran din düşmanları; diğeri kaybolmuş malıdır, nerede görülse alınır.
ise sözde İslam’ı yaşayan din yobazları. Din
yobazlarını, İslam’ı anlamayan ve onu kendi nefisleri Allah’ın varlığını inkar edenlere, basmakalıp terimlerle
için kullanan, Güneş’i ceketlerinin astarı altında değil, gerçek anlamda fikirle cevap verir:
söndürmüş, marka Müslümanları diye tanımlar üstâd.
Bugün, Necip Fazıl’ı anlayamayan, ya da anlamak
istemeyen zümrelerin Necip Fazıl’ı din yobazı diye
yaftalaması aslında ne kadar da gülünçtür ki Necip
Fazıl’ın “ham yobaz ve kaba softa”lar hakkında
söyledikleri aşikârdır:
Şiirlerinde, ölümden sıkça bahseden Necip Fazıl, baskın rahmet” derken, içinde ne bir ümitsizlik ne de
karamsar değil, iyimser bir tablo çizer. Tıpkı bir korku vardır:
Mevlana’nın düşündüğü gibi, bu dünya bir gurbettir
ve “ölmemek için ölünür” aslında. Peygamber bile
öldüğüne göre, ölümden korkmak manasızdır:

Üstâd Necip Fâzıl, 25 Mayıs 1983’te bu hayata veda


Önemli olan geride kalanların dudaklarında manalı bir eder. Ölmemek için ölmüştür artık. Doğduğu gün
şarkı bırakmaktır. “Hayattan canlı ölüm, günahtan olan 26 Mayıs’ta, Eyüp sırtlarında toprağa verilir.

1985’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin başına geçen Mihail Gorbaçov’un izlediği perestroika
(yeniden yapılanma) ve glasnot (açıklık) politikalarının sonunda 1991’de Gorbaçov’un istifasıyla dağılan SSCB,
Avrupa ve Asya’nın siyasi haritasının değişmesine neden olmuştur. Kırgızistan bu dönemde bağımsızlığını
kazanmış ve Kırgızistan Cumhuriyeti adıyla yoluna devam etmeye başlamıştır. Kırgızistan, enerji ve diğer
kaynaklara erişimin yanı sıra, ticaret yollarının ve Afganistan’daki operasyonlara malzeme tedarik yolunun
üzerinde yer almasından dolayı önem taşımaktadır.1 Bağımsızlığından bu yana da Kırgızistan oldukça hareketli
bir siyasi yaşam geçirmiş ve geçirmeye de devam etmektedir. Kırgızistan, 1991’deki bağımsızlığından sonra
sadece 20 yıl zarfında birçok iç çatışma ve 2 devrim geçirmiştir.

1991 yılında yapılan seçimlerde %95 oy alan Askar Akayev bu yeni bağımsız
cumhuriyetin başkanı olmuştur. Akayev’in başkanlığında Kırgızistan 1991’de
Bağımsız Devletler Topluluğuna(BDT) katılmış ve ardından 1992’de de
Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ’nün temeli olan Kolektif
Güvenlik Antlaşmasını imzalamıştır. 15 yıllık görev süresinin sonunda,
toplumun hükümet konusunda duyduğu rahatsızlıklar sonucunda
2005 lale mevsiminde iktidar el değiştirmiş ve bu devrimin
adına da lale mevsimi olması bakımından lale devrimi
denmiştir.2

32 Akayev’in ardından, muhaliflerden Bakiyev yeni devlet


başkanı olmuştur. Ne yazık ki Akayev iktidarını suçlayan ve
Akayev’i devleti ailesinin malı haline getirmesini eleştiren
Bakiyev de aynı şeyleri yapmaktan çekinmeyip üstüne bir de
kendinden sonra yerine oğlu Maksim Bakiyev’in geçmesi
için kurultaya sunduğu yeni yönetim paketi gibi
çalışmalar yapması büyük tepki toplamıştır. Eski
iktidardan beridir var olan sorunlara hiçbir
çözüm bulunmaması ve bunların görmezden
gelinip üstüne bir de küresel ekonomik krizle
sorunların çığırından çıkması halkın sabrını iyice
zorlamaya başlamıştır. Rüşvetçiliğin, yolsuzluğun,
mafya
gruplarının faaliyetlerinin ve adam kayırmanın artmasına bir de Bakiyev’in aile siyaseti yapması, sosyal
ve ticari işlerde kendi yakın çevresini en önde tutması ülke genelinde tepki uyandırmıştır. Hatta Bakiyev’e karşı
çıkanların içinde, onları temsil eder göründüğü halde, güneyliler dahi mevcuttur.

Bir diğer taraftan ülkenin etnik problemleri de artık göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir hal almış ve
siyasette yer tutmaya başlamıştır. Kırgızlar ve nüfusun %15’ini oluşturan ve yoğunlukla ülkenin güneyinde yer
alan Fergana Vadisi içerisindeki Oş, Celalabad ve Karasu şehirlerinde yaşayan Özbekler arasındaki etnik sorun
Sovyetler Birliğinin kuruluşuna değin dayanmaktadır. Bu iki etnik arasındaki sorun, güney Kırgızistan’da
kaynakların kullanılması ve siyasi temsil konularından kaynaklanmaktadır. Bağımsızlıktan önce de var olan
sorunlar bağımsızlıktan hemen önce 1990’da patlak vermiş ve ortaya çıkan çatışmada resmi kayıtlara göre 1200
kişi ölmüştür.3 Bağımsızlıktan sonra Akayev bu etnik gerilimi yatıştırmak için “Kırgızistan ülkedeki tüm
halkların ortak evidir” sloganını kullanarak ortamı yatıştırmaya çalışmıştır.
2005’ten sonra iktidarda yer alan Bakiyev ise zaten Güney kesimin temsilcisi olarak görülmüştür. Bunu da
başbakanı Kuzey kesimini temsil etmesi amacıyla Feliks Kulov’un yapılmasıyla hükümet kadrosu bir anlamda
dengeye oturtulmaya çalışılmıştır. Fakat Bakiyev’in otoriter tavrı, yönetimde güneyli Kırgızlara ağırlık vermesi
ve dengeyi bozar şekilde hareket etmesi Özbekleri bir hayli kışkırtmıştır.4 Sonuç olarak da, Bakiyev’in iktidara
gelmesi güney klanlarını güçlendirmiş ve kuzeydeki elitlerinin ülke yönetiminden uzaklaşmalarına neden
olmuştur.5 Bütün sorunlara karşı olarak bir de hükümetin zayıflığı, güçlü bir liderliğin eksikliği onun
devrilmesini kolaylaştırmıştır. Ve beş yıl sonra yine laleler açtıklarında Bakiyev alaşağı edilmiş ve İkinci Lale
Devrimi gerçekleşmiştir. Rusya’nın önde gelen gazetelerinden İzvestiya’nın yorumcusu Maksim Yusin “ Bakiyev
bütün politik güçleri karşısına aldığı için muhalefetin Bakiyev’i yıkması kolay oldu” yorumunda bulunarak
olayın bir başka yönünü gözler önüne sermiştir. Rusya “Politik Fonu Başkanı” Vyaçeslav Nikonov ise
Kırgızistan’da artık alışıldık hale gelen olaylar hakkında devrim döngüsü benzetmesini yapmıştır.6 Ülkede
süregelen istikrarsızlık bu devrimle bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

Geçtiğimiz Nisan ayında ortaya çıkan olaylardan sonra parlamento seçimlerine kadar iktidarda kalacak geçici,
teknik, bir hükümet kurulmuş ve başına da Roza Otunbayeva
getirilmiştir. Bu hükümet istikrarı sağlamak istemiş fakat
yönetim değişiminden sonra geçici hükümete karşı
olanların çıkardığı olaylar ve Haziran ayında Oş
kentinde yine ortaya çıkan etnik çatışmalar
süregelen istikrarsızlığın devam ettiğini ve bir
süre daha devam edeceğini gösterir niteliktedir.
Yaşanan hükümet karşıtı protestolarda yer alan
Bakiyev yanlıları da bu karmaşaya epeyce katkıda
bulunmaktadır. İktidar kavgasının yanında bir de belli

33
çevrelerce ortaya atılan Bakiyev’in etnik çatışmaları da tetikler ve
destekler olması iddiaları kafaları karıştırmaktadır. Bu iddiaların
doğruluğunu kanıtlayan birçok veri de ele geçmiştir. Zaten kendi
iktidarı döneminde de Güneye yönelerek Kuzey­Güney ayrışmasını
artırmış ve aynı zamanda oğlu Maksim’in ele geçen ses kayıtlarında bu çeşit
olayların içerisinde yer aldığını kanıtlayan sözler sarf ettiği ve planladığı kaydedilmiştir.7 Yani
Kırgızistan’da çıkan olaylar hem etnik hem de politik temele dayandırılabilir bir nitelik
taşımaktadır.

Olaylara bir de uluslar arası güçler dengesi açısından bakarsak, Kırgızistan konusunda etkili olan 3 büyük güç
ABD, Rusya ve Çin’in etkilerini görmek mümkündür. ABD’nin Kırgızistan’da bulunan askeri üssü Afganistan’da
yürütülen operasyonlara malzeme tedarik etme bakımından çok önemli bir merkezdir. Buranın kapatılıp
kapatılmaması durumu yeni iktidarın ABD ile olan ilişkileri ışığında belirlenecektir. Ancak Bakiyev döneminde
Manas üssü ile alakalı problemler ortaya çıkmıştır. Bakiyev, Rusya’ya üssün kapatılacağı sözünü verip ardından
ABD ile yeniden anlaşma yapınca, bu durum Rusya ile olan ilişkileri gerginliğe sürüklemiştir. Rusya ile olan
gerginliğin başka bir unsuru da Bakiyev’in Çin ile olan yakınlaşmasıdır. Bakiyev’in verdiği sözleri tutmaması,
Çin ve ABD ile yakınlaşması Rusya’yı epey rahatsız etmiş olacak ki seçimler öncesi açık açık Bakiyev karşıtlarını
desteklediğini açıklamış ve Bakiyev’e karşı bir karalama politikası uygulamaya başlamıştır. Kırgızistan her ne
kadar hukuki olarak bağımsız bir ülke de olsa politikalarını bağımsız bir şekilde yürütme gücüne sahip
olmadığını ve politikalarının etrafında güçlere göre yönlendiğini açıkça görebilmekteyiz. Bu durumda ORSAM’ın
hazırladığı raporda dendiği gibi Kırgızistan bir “failed state” yani “müteşekkil olmamış” devlettir ve bu
nedenledir ki ülke istikrarı sağlanamamış ve devrimler süre gelmektedir.8

Haziran ayında yapılan anayasa değişikliğiyle Kırgızistan başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçiş
yapmıştır. Bu değişikliğin ışığında yapılan 10 Haziran seçimleri bu değişikliğe gösterilecek tepki bakımından
önem taşımaktaydı.
120 sandalye bulunan meclis için 29 partinin yarıştığı ve ülke
genelinde katılımın yüzde 56,50 oranında gerçekleştiği seçimde
Ata Yurt ili Partisi yüzde 8,67, Sosyal Demokrat Parti (SDPK)
yüzde 8,17, Ar­Namıs Parti yüzde 7,59, Respublika (Cumhuriyet)
Parti yüzde 7,10, Ata Meken Sosyalist Parti yüzde 5,77 oranında
oy aldı. Merkez Seçim Komisyonu’nun (MSK) web sayfasında yer
alan sonuçlara göre 5 partinin ülke ve bölge seçim barajını aştığı
seçimde milletvekilliği dağılımının şu şekilde olması beklenmekte:
Ata Yurt 29, Sosyal Demokrat Parti (SDPK) 26, Ar­Namıs Parti
23, Respublika (Cumhuriyet) Parti 23 ve Ata Meken Sosyalist
Parti 19 milletvekili. Bu durum, hükümet kurmak için en az 3
partili bir koalisyon yapılmasını zorunlu kılmaktadır.9 Seçime
katılımın bu derece olması herkesi sevindirerek, yeni sistemin
kabul gördüğünü de gözler önüne sermiştir. Seçimler sonrası ABD Dışişleri Bakanlığının Güney ve Orta Asya
ilişkilerinden sorumlu üst düzey yetkilisi Susan Elliott, basın toplantısında. “ Washington, Kırgızistan’ın yeni
liderleriyle çalışacaktır. Manas askeri üssündeki varlığımızın devam etmesi konusunda da anlaşmaya ulaşmayı
bekliyoruz” dedi.10 Buradan da anlaşılacağı üzere seçimlerde en yüksek oyu Bakiyev yanlısı olarak bilinen Ana
Yurt partisi almasına rağmen, hükümet hangi partilerden oluşursa oluşsun ABD bu ülke içerisindeki
çıkarlarından vazgeçmeye hiç de niyetli olmadığını göstermektedir. Ülkemizin Dış İşleri Bakanlığından seçim
üzerine yapılan açıklamaya göre ise Kardeş Türk Cumhuriyetleriyle olan dayanışma ve işbirliğinin öneminden
bahsedilerek seçimlerin demokratik olgunluk ve huzur içinde yapılmasından duyulan memnuniyet
belirtilmiştir.11 Meclise giren partilerin 2 hafta içerisinde hükümet kurması gerekmektedir. Bu beş partiden
ikisi, SPDK ve Ata Meken, iktidar yanlısı bir tutum sergilerken, Ata Yurt ve Ar­Namıs muhalefeti
oluşturmaktadır. Respublika ise kilit nokta konumundadır ve diğer partilerle koalisyon kurmaya hazır

34
olduğunu açıklamıştır.12 Koalisyon hükümeti kurma sürecinde ve sonrasında hükümetin üzerine çok büyük
görevler düşmektedir. Farklı fikirleri konusunda uzlaşarak ülkenin yolsuzluk, etnik ve ekonomi gibi temel
sorunlarına acil şekilde çözüm getirmeleri gerekmektedir. Bir diğer konu da Bakiyev’in izlediği devleti aile
mülkiyeti haline getirme politikasından dolayı, Bakiyev iktidarının yatırımlara dair anlaşmalarının gözden
geçirilmesi gerektiğidir.

Seçimler ülkeye henüz bir istikrar getirmemiştir ve şuan için getirmesi de çok olası gözükmemektedir.
Koalisyonu oluşturacak olan partiler arasındaki görüş ayrılıkları ve etnik problemler de bu amaca ket vuracak
sebepler arasındadır. Hükümete giren 5 partiden hiçbiri tam olarak ülke genelinin görüşlerini
yansıtmamaktadır. Ancak ülkede istikrarın sağlanması için yabancı ülkelerin desteğinin alınması ki bu durum
ülkenin yine bağımsız bir şekilde hareket etmesini engeller bir durumdur ve etnik problemlere çözüm olarak
da kullanılan dini söylemlerin ne derece etkili olacağı da henüz belli değildir. Yani Kırgızistan seçimleri
sonucunda şu an için bir belirsizlik durumu hakimdir ve nelerin olacağını görmek için bekleyip izlememiz
gerekmektedir.

Referanslar
1. http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/04/100407_kyrgyz_analysis.shtml
2. http://bianet.org/bianet/bianet/121175­kirgizistan­lale­devri­ve­lale­devrimleri­arasinda
3. http://www.sde.org.tr/tr/kose­yazilari/436/kirgizistan­olaylari­ve­tarihsel­dusunceler.aspx
4. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1530
5. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010108_orsam.krg1tr.pdf
6. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1536
7. http://www.usakgundem.com/yazar/1623/k%C4%B1rg%C4%B1zistan%E2%80%99da­etnik­%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fma­bakiyev%E2%80%99in­
g%C3%B6lgesi­mi.html
8. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010108_orsam.krg1tr.pdf
9. http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=26763
10. http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=26814
11. http://www.mfa.gov.tr/no_­228_­11­ekim­2010_­kirgizistan_da­gerceklestirilen­parlamento­secimleri­hk_.tr.mfa
12. http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=26681

“Modernizm” ve “postmodernizm” ; öncelikle M O D ER N İS T B İR D Ü N Y A


ülkemiz açısından baktığımızda, hem yaşamakta geç Modernist bir dünyada geleneksel ve
kalınmış daha doğrusu geç farkına varılmış hem de toplumsal olan zamanını doldurmuştur ve bundan
bugün bile tam olarak anlaşılamamış ve dolayısıyla dolayı onlar, icat edilecek yeni bir kültüre tabi
anlatılamamış iki kavram olarak çıkar kılınmalıdır.
karşımıza. Modernizm ile
19.yüzyıl ortalarının Fransa’sında birlikte birey;
ortaya çıkan, Batı’da etkisini 1884­1914 edilgenlikten
yılları arasında gösteren ve “klasik ve kurtulmuş, kendini
geleneksel olana karşı bir varoluş biçimi” keşfetmekle
olarak tanımlayabileceğimiz modernizm,
bizde 1950’lerden sonra anlaşılabilmiştir.
yetinmeyip yaşam
tarzını kendinden 35
J.M. Bernstein’ın “Sunuş” yazısında başka bütün
“modernizmin elitizmi karşısında oluşumların
demokratik bir tepki” olarak ele aldığı üzerine çıkarmış ve
postmodernizm ise edebiyatımızda ancak davranış biçimini
1980 li yıllara gelindiğinde tanınmış ve otoriteden
içselleştirilmeye başlanmıştır. bağımsızlaştırıp
Modernist ile postmodernist öykü ve roman sınırsızlaştırma kararlılığıyla kendini yüceltmiştir.
anlayışlarının bizde Batı’daki kadar hızlı bir şekilde Seçkin kültürü kitle kültüründen ayrı tutan
farkına varılıp içselleştirilememesinin suçunu direkt modernist dünya toplumu,endüstrileşmekte olan bir
yazarlarımızın kendisinde değil de onlarda baştan bu toplum olmanın yanı sıra kendinden sonra oluşan
yana yüksek bir sorumluluk duygusunu yaşatmaya düşünce tarzlarının sahip olmadığı bir bakış açısına
çabalayan edebiyatımızda aramamız gerekir. Bu geri sahip olmuştur.
kalmaya ek olarak, yazınsal ve modernist değerler de Modernist dünyada hiçbir şey göründüğü gibi
edebiyatımızdaki bu çabaların yıkıcı etkisiyle karşı değildir,özellikle de insan; duygu, düşünce ve
karşıya kalmış ve hiçbir dönemde öne çıkmayı davranışlarıyla karmaşık bir varlıktır.Bu karmaşıklık
başaramamıştır. nedeniyle modernist dünya romanında yazar,
Birbirlerinden son derece farklı görüş ve karakterlerin anılarını, bilgilerini, akıllarından
düşüncelerle örülü olan modernizm ve geçenleri ve dillerinden dökülmeyenleri okuyucuya
postmodernizmi, ne aynı kefeye koymak doğru bir iletmek amacıyla bilinç akımı, iç konuşma ve iç
davranış olur ne de bir karşılaştırmaya tabi tutmak. diyalog gibi teknikler geliştirip bunları sıklıkla
Bu yüzden biz de bu sık sık sözü edilen ama bir türlü kullanmışlardır. Dahası modernist roman içe
açık seçik anlatılamayan iki önemli düşünce ve yaşam dönüktür; bireyin iç dünyasına, ruhuna, bilinçaltına
biçimini hem Türkiye hem de Dünya açısından şu yönelir ve olay örgüsünü estetik kaygılarla ve insana
şekilde inceleyebiliriz : özgü gerçekliği ifade etmek üzere düzenler.
MODERNİST BİR TÜRK EDEBİYATI görülüp sonrasında ise yoksullaştırıcı niteliğinin de
1930’lara doğru edebiyatımızda yaşanan değişimlerle bulunduğu anlaşılan bir aynılaştırma çabası içine
modernizm atılımının ülkemizdeki başlangıcı girerler.
oluşturulmuş olsa da 1950 Kuşağı’na kadar hiç kimse
modernist akımın olanaklarını tam olarak POSTMODERNİST BİR TÜRK EDEBİYATI
keşfedememiştir. Dahası 1950 Kuşağı’nda bile Postmodernizm, ondan çok da haberdar olmadığımız
modernist bilincin açıkça görülmüş, görülebilmiş bir dönemde, 1980’den sonra edebiyatımızda kendini
olduğu söylenemez. göstermeye başlamıştır. Orhan Pamuk bu dönem
edebiyatında postmodernizmin ilk örneklerini veren
Edebiyatımıza kazandırdıkları ve edebiyatımız için isim olmuştur. Başlangıçta tam anlamıyla geleneksel
taşıdığı anlam kendi zamanlarında yeterince roman anlayışı içinde olan ve daha çok modernizme
derinleştirilememiş olsa bile günümüzde bu kuşağın yakın duran Pamuk, Berna Moran’ın Kara Kitap’ı
önemi hiçbir kesim tarafından yadsınmıyor. ‘postmodern bir roman’ olarak yorumlamasının
Yadsınmaması da gerek zaten, çünkü 1950 Kuşağı’nın ardından bir yüzüyle hâlâ modernizme dönük
başlattığı bu yazınsal hareket edebiyatımızdaki en olmasına rağmen postmodernizme yakın durmaya ve
önemli dönüşümü, değişimi sağlamıştır. onunla bir düşünce ve duygu iletişimi kurmaya
başlamıştır.
1950 Kuşağı ile tanımlandırabildiğimiz modernizm,
1960’lı yıllara geldiğimizde hem yoğun bir verimlilik Aslına bakalırsa Orhan Pamuk da dahil olmak üzere
dönemiyle hem de postmodernizme doğru giden edebiyatımızda postmodern olarak tanımladığımız
hareket için hazırladığı zeminle çıkar karşımıza. yazarlarımız, kendi roman anlayışlarıyla
1980’lerde ise eski ve yeni kuşaklar arasına giren postmodernizm arasındaki ilişkiden hiç söz
kopukluğun etkisiyle artık edebiyatımız gözlerini etmemişlerdir. Bu durumu, geleneksel
postmodernizme çevirmeye başlamıştır bile. tutuculuğumuzun, yazarları ürkütmüş olabileceğine

36
bağlayanlar olduğu gibi romancılarımızın böyle
POSTMODERNİST BİR DÜNYA düşünsel kaygılar taşımadığını savunanlar da vardır.
“Modernizm sonrası, ötesi” anlamına gelen
postmodernizm, oluşturacağı dünyanın ilk ışıklarını, Edebiyat öyle bir oluşumdur ki ne kendinden bıktığı
1939 yılında Arnold Joseph anda yenisini üretmekten çekinir ne de içinde oluşan
Toynbee’nin “Bir Tarih boşlukları doldurmakta gecikir. Bir
İncelemesi” adlı eserinde yandan kendini sürekli yenilerken
yakmış olmasına rağmen diğer yandan da geride kalanların
postmodern bir dünyanın değerlerini korumaya devam eder.
oluşum evresi ancak II.
Dünya Savaşı’ndan sonra Edebiyatın merkezini insan
başlar. oluşturur. Çünkü edebiyat başka
hiçbir yerde bulamadığı zenginliği
Postmodern dünya, hem insanda bulur . İnsanların çokluğu,
globaldir hem de kültürler çeşitliliği oranında edebiyat da
arası sınırları kaldırıp melez renklenir, gelişir. Edebiyatın
bir popüler kültür icat doğasındadır zaten çok renklilik,
etmiştir. Yenilikçi olanın yerini romantik olanın aldığı farklılık ve orada tek tipliliğe yer yoktur.
postmodern dünyada modernizmin derinlere saklayıp
unuttuğu benzerlik tekrar günyüzüne çıkarılırken, İşte modernizm ve postmodernizmin çatışma noktası
kültür ürünleri endüstriyel ürünlere dönüşmeye da burada kendini gösterir. Birbirlerini tamamladıkları
başlamıştır. imajını verseler bile aralarındaki tartışma ve
hesaplaşma bugün bile bitmemiştir. Modernizm bireyi
Kitabı ucuz bir meta olarak gören postmodernistler, merkezinde görürken, postmodernizm bireyler arası
edebiyatın herkesçe anlaşılır, popüler romanlarla geniş sınırları kaldırıp global bir dünya oluşturur ve
yığınlara indirilmesini savunurlar; yazınsal dilin yerine farklılıkları ortadan kaldırır. Modernizmi seçkincilikle
işlevsel dili oturturlar ve başlangıçta demokratik olarak suçlayan postmodernistler, “rüya görmeyen”,
M o d e r ni z m i n v e P o s t m o d e r ni z m i n
T ü r k v e D ü ny a E d e b i y a t ı nd a k i
B e l l i B a ş l ı İs i m l e r i
M o d e r ni z m
D ü ny a E d e b i y a t ı T ü r k Ed e b i y a t ı
Karl MARX Oğuz ATAY
J.S. MILL Vüsat O. BENER
Thomas Stearns ELIOT Yusuf ATILGAN
Ezra POUND Nezihe MERİÇ
James JOYCE Bilge KARASU
Virginia WOOLF Leyla ERBİL
Franz KAFKA Sevim BURAK
William FAULKNER Sait Faik ABASIYANIK
Thomas MANN Orhan DURU
Marcel PROUST

P o s t m o d e r ni z m
D ü ny a E d e b i y a t ı T ü r k Ed e b i y a t ı

Umberto ECO
Italio CALVINO
Orhan PAMUK
İhsan Oktay ANAR 37
Jacques DERRIDA Murat GÜLSOY
Paul AUSTER Latife TEKİN
Philippe SOLLERS Murathan MUNGAN
Jorge Luis BORGES Cemil KAVUKÇU
Julio CORTAZAR Hasan Ali TOPTAŞ
Cabrera INFANTE Faruk ULAY
William S. BURROUGHS Doğan YARICI
Joyce Carol OATES Murat YALÇIN
Thomas BERNARD Sema KAYGUSUZ
Peter HANDKE Faruk DUMAN
John BERGER Hakan ŞENOCAK

Referanslar
1. GÜMÜŞ, Semih (2010); MODERNİZM ve POSTMODERNİZM (Edebiyatın Dünü ve Yarını)(1.Baskı) İstanbul: Can
Yayınları
2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Modernizm ve http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodernizm
3. YILDIZ, Pınar (2009); Modernizm­Postmodernizm http://www.on5yirmi5.com/genc/content.aspx?c=726
4. TOSUN, Necip (2007); ÖYKÜDE BİR İMKÂN OLARAK POSTMODERN AÇILIM
http://www.edebistan.com/index.php/necip­tosun/oykude­bir­imkan­olarak­postmodern­acilim/2007/11/
5. http://www.edebiyatforum.com/cumhuriyet­donemi­turk­edebiyati/modern­ve­postmodern­eserler.html
6. ÖNALAN, Cihangir (2008); Modernizm & Postmodernizm http://www.fatihbasaran.com/cihangir­onalan­modernizm­
postmodernizm/
7. ASLAN, Seyfettin & YILMAZ, Abdullah ; MODERNİZME BİR BAŞKALDIRI PROJESİ OLARAK POSTMODERNİZM ,C.Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 2
8. http://www.aydinsofu.com/sanatpedi/Postmodernizm

İ s r a i l na s ı l k u r u l d u ?
Vaat Edilmiş Topraklar
637 yılında Hz. Ömer önderliğinde yapılan Yermuk
Savaşı’nda Bizanslıların yenilmesiyle, bölge Tevrat’ta Tanrı’nın İbrahim’e “Nil’den Fırat’a kadar
Müslümanların kontrolüne geçmiş oldu. Bu gelişme olan toprakları senin milletine veriyorum” iddiası
Yahudilerin bu alanda yaşamalarına imkan sağladı. nedeniyle Yahudiler topraklar üzerindeki haklarını
buna dayandırıyorlar.
1099’da Haçlılar bu bölgeyi işgal etti ve buraya Kudüs
Latin Krallığı kuruldu. Krallığın kurulması bölgeye S es s i z A d ı m l a r
olan Yahudi göçünü engelleyen bir güç olmasının yanı
sıra burada yaşayan Yahudilerin de Filistin’den Basel Kongresi
gitmelerine sebep olmuştur.
1897yılında İsviçre’deki Basel kentinde 1. Dünya
1187’de Yahudilerin Filistin’e Selahaddin Eyyübi’nin Yahudi Kongresi yapılmıştır. Theodor Herzl’in
Haçlıları yenmesiyle döndüler. Birçok çevre ülkeden 1896’da Der Jugendstatt ismiyle çıkan kitabındaki
(Mısır, Suriye, Mezopotamya, Fransa, İngiltere ve Siyonizm kaynaklı görüşleri toplantıda konuşuldu.

38
diğer Avrupa ülkelerinden) gelen Yahudiler tekrar Herzl kitabında bir “Yahudi ulusu olduğuna göre bir
Kudüs’e ayak bastılar. Yahudi devleti de olmalıdır.” fikrini
savunmuştur.Diğer bir görüşü de maddi açıdan güçlü
Antisemitizm ve Sonuçları bir devletin desteği olmadan bir Yahudi devleti
kurulamayacağıdır. Bu fikirler Kongre’de
Antisemitizm Yahudi düşmanlığı olarak da bilinir ve desteklenmiştir.
kökleri çok eskiye dayanır. İlk çağlarda Roma ve 1904’te Theodor Herzl’in ölümüyle yerine geçen
Bizans’ta başlayan bu düşmanlık, 1290’da Fransa’dan, Weizmann 1914’te C.P. Scott’a yazdığı mektupta
1392’de İngiltere’den, 1492’de İspanya’dan ,1497’de Yahudilerin Süveyş Kanalı için bir koruma
Portekiz’den ayrılmalarına sebep olmuştur. Böylece sağlayacağından ve bu yüzden bölgenin İngiltere
buralardan ayrılan Yahudiler Doğu Avrupa ve sömürgesi olmasına takiben İngiltere’nin Yahudileri
Osmanlı Devleti topraklarına sığınmışlardır. desteklemesi gerektiğine değinmiştir.

1517’de ise artık Filistin, Osmanlı Devleti topraklarına Balfour Deklarasyonu


dahil edilmişti. Bu da bölgenin Yahudi göçü almasını
büyük oranda etkiledi. Osmanlı Devleti onların 1917’de Lord Rotschild’e yazılan mektupta açıkça bir
Filistin’e yerleşmesine engel olmamıştır. Yahudi devleti kurulmasının İngiltere hükümeti
tarafından desteklendiği, Yahudi ve Yahudi olmayan
Antisemitizmin bu büyük tırmanışı esasen Fransız halka hiçbir şekilde zarar verilmeyeceğinden
Devrimi’nin ülkeler arasında yayılmasıyla gelişen bahsedilmiştir. 25 Nisan 1920’de Milletler Cemiyeti
süreçte ortaya çıkmıştır. Ülkelerde artan milliyetçilik İngiltere’ye Filistin mandasını vermiştir. King Crane
fikirleri yabancı düşmanlığını da tetiklemiştir. Komisyonu’nda yerli halkın buna karşı olduğu ve
Yahudiler böylece bulundukları yerlerden gitmek yaptırımlara zorlamanın hukuksal açıdan yasalara
zorunda kalmışlardır. Bu zincirleme olaylar Yahudileri uygun olduğu bilinse de, bir devletin geleceğine
tek bir devlet olma ülküsü altında toplanmasına yol yönelik aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerine
açmıştır. zarar verecek olduğu da belirtilmiştir. Ancak, bu ne
Yahudilerin ne de İngiltere’nin önemsediği bir şeydi.
Peel Komisyonu
FKÖ­Filistin Kurtuluş Örgütü
1937’de yapılan eski İngiltere Dışişleri Bakanı Peel
Komisyonu’nda Filistin’in İngiliz mandasından 1964’te İsrail saldırılarına direniş amaçlı bağımsız bir
çıkmasını ve bölgenin Yahudi ve Arap devleti olmak örgüt kurulması isteniyordu. 1948’den bu yana İsrail’e
üzere ikiye ayrılmasını desteklemekteydi. Peel saldırılar düzenleyen El Fetih örgütü Araplar için
Komisyonu Yahudilerin tam da beklediği gibi bir büyük övünç kaynağıydı. 1969’da kendisi de bir inşaat
anlaşma sunmuyordu. Göçlerle ilgili bazı kısıtlamalar mühendisi olan Arafat Filistin Kurtuluş Örgütü’nün
ve İsrail Devleti’nin sınırlarının daraltılması başına geçmiştir.
konusunda görüşler belirince Yahudiler bu kararı iyi
karşılamadılar. Kısıtlamalar yılda 12.000 Yahudinin göç M er m i s es l er i
etmesini içeriyordu. İleriki beş sene içinde de göç
sayısının 75.000’de kalmasını önermişlerdi. 6 Gün Savaşları

Birleşmiş Milletler’e Uzanan Süreç 1967’de 5 Haziran 7:45’te başlayan İsrail tarafından
Mısır’a yönelik bu savaş daha en başında İsrail’in
1945’te Harry Truman’ın başkanlığı devralmasıyla büyük üstünlüğüyle sürmekteydi. Mısır’da İsrail’e
1946’da güç durumdaki 100.000 Yahudinin Filistin’e cevap verecek hava güçlerinin olmayışı ve diğer kara
göçü gündeme gelmiş ve Amerika tarafından bu konu yolundan gitmekte olan tankların hava güçlerince
İngiltere’ye iletilmiş ancak İngiltere Hükümeti ve inflak edilmesiyle sonuçlanmıştır. İsrail, Gazze ve Sina
Araplar buna karşı çıkmıştır.Amerika, İngiliz Yarımadası’nı Suriye’den de Golan Tepeleri’ni aldı.
mandasının sürekliliği, Filistin’in ikiye bölünmesinin BM ‘de 242 sayılı kararla İsrail’in işgal edilen
engellenmesi, Yahudilere yerleşke edinimini sağlamada bölgeden çıkması isteniyordu. Böylece vatanlarından
kısıtlamaya gidilmemesini desteklemiştir. Böylece 2 olan Araplar Mısır, Filistin,Ürdün ve Suriye’ye göç

39
Nisan 1947’de İngiltere, Yahudi ve Filistin sorununu ettiler. Bu savaştan aralarında çekişmeler bulunan
Birleşmiş Milletler’e götürdü. 1920’den beri hızla göç Arap Devletleri İsrail’e karşı birlik olmaya başlamış,
alan Filistin toprakları 1947’ye kadar ki süreçte ancak Ürdün, Batı ile ilişkilerini de iyi tutmak
toplam nüfusun üçte birine ulaşmıştı. istemiştir.

İsrail Devleti kuruluyor 1969’da dönemin İsrail Başbakanı Golden Meir “bir
Yahudi Devleti istiyorum. Ezici bir Yahudi çoğunluğu
1948’de İngiliz askerlerinin bölgede ölmesiyle artan olsun…Ben her zaman Siyonizm’in bu olduğunu
tansiyon Amerika’nın baskılarıyla daha da düşündüm.” demiştir.
hiddetlenmişti ve Filistin’de bir etnik temizlik
yapılması istenmekteydi. 400 Filistin köyü, bağımsız 1973’te 6 Ekim’de Yahudilerin kutsal gününde (Yom
İsrail Devleti’nin yanında bir başka bağımsız Filistin Kippur Günü) Mısır tarafından başlatılan çatışmada
Devleti’ne yol açacak şekilde kurulmaması için yok İsrail ve Filistin arasında arasında ateşkes yapıldı. BM,
edildi. Araplardan kalan mallar yasayla Yahudilerin ateşkese varılmasının ardından bölgede barış
eline geçmiş oldu.Böylece %6 lık toprakla başlayan destekçisi olarak bulundu. Çarpışmalar durdu ve
Yahudi hareketi 1947’den sonra % 90 lık toprak müzakereler başladı.
hakimiyetine yükselmiştir.
Z ey t i n D a l ı
Tel Aviv’de 14 Mayıs 24:00’la biten İngiliz mandası
sonrasında 14 Mayıs 16:00’da Yahudi Devleti 1974’de barış sürecinde İsrail’e “Zeytin dalını
kurulmuştur. düşürmeyin” sözünün üzerine geçen bir yıllık sürenin
ardından ABD Dışişleri Bakanı Harnold Saunders
Bu süreçte Mısır, Suriye, Ürdün, Irak ve Lübnan Filistinlilerin haklarının da korunması gerektiğini dile
;bölgenin doğusuna ve güneyine saldırdılar ancak getirmiştir.
İsrail tarafından püskürtüldüler. Ürdün eski Kudüs’ü
,Mısır da Gazze Şeridi’ni aldı. Bu işgaller 1967’ye
kadar devam etti.
İlk Barış Harekatı­Camp David yerine Şimon Perez başbakan olarak geçti.

1979’da Sina Yarımadası İsrail tarafından terk edildi 20 Ocak 1996’da Yaser Arafat, %88 oy oranıyla
ve bölge Mısır’a bırakıldı. Böylece Araplarla ilk barış Filistin Özerk Yönetimi’nin başkanı oldu.
anlaşması sağlanmış oldu. 1980’de Kudüs İsrail’in
başkenti ilan edildi 29 Mayıs 1996’da Natenyahu Perez’in yerine geldi.

1982’de İsrail Lübnan sınırını korumak için içeriye 17 Ocak Hebron Protokolü imzalandı.
asker sokarak ve aynı zamanda bombalayarak FKÖ’yü
buradan çıkarmıştır. 23 Ekim 1998’de Wye Anlaşması, Oslo’nun tekrardan
uygulanması için görüşüldü ve onaylandı.
İlk intifada 1987 yılında başladı 1992’ye kadar devam
etti. Diğer adı Filistin ayaklanmasıdır. Bu protestolar 17 Mayıs 1999‘da Ehud Barak başbakan oldu.
sonucunda binlerce Filistinli hayatını kaybetmiştir.
1987’de Hamas kuruldu. B el i r s i z B i r Y o l H a r i t a s ı

15 Kasım 1988’de Bağımsız Filistin Devleti Cezayir 2000’ li yıllar­ İkinci intifada ­ İsrail’in Lübnan’dan
topraklarında kuruldu. çekilmesi üzerine Arafat’la birlikte ABD ve İsrail
yeniden müzakerelere başladılar. Camp David’te
Oslo Süreci Filistinli mülteciler sorunu ve Kudüs’ün durumu
tartışıldı. Ancak, bir sonuca varılamadı. Ariel Şaron’un
1993 yılında Washington’daki müzakereler sonucunda Kudüs’te ki Mescid­i Aksa’ya gidişi yine tansiyonun
karşılıklı tanıma ve İsrail’in Gazze ve Eriha’dan yükselmesine yol açtı ve 28 Eylül 2000’de ikinci
çekilmesi gündeme gelmiştir. 13 Eylül 1993'te imzalan ayaklanma başladı. Ehud Barak 10 Aralık’ta istifa etti

40
İlkeler Anlaşması sonucunda her iki taraf da birbirinin ve George Mitchell’in kontrolündeki grup, ayaklanma
hakkına saygı duyacağını ve barış ortamını için araştırmalar yürüttü. Mitchell komisyonu barışı
destekleyeceğini bildirmekteydi. Böylece Gazze ve getirmek adına görüşmelerin yapılmasını destekledi.
Eriha’da geçici özerk bir yönetim kurulacak ve dört ay
içinde İsrail askerleri bu bölgelerden çekilecekti. 2002 ­ Uluslarası Af Örgütü İsrail ordusunu Cenin ve
Nablus’taki saldırılarını savaş suçu olarak nitelendirdi.
4 Mayıs 1994’te imzalanan anlaşmayla resmen Gazze İki yıldır ilerlemeyen barış sürecini canlandırmak için
ve Eriha Filistin topraklarına katıldı. AB, ABD, Rusya ve BM tarafından bir yol haritası
belirlendi.
İkinci Oslo Anlaşması
2003­ Bush’un politikası teröre taviz verilmemesini
28 Eylül 1995’te Gazze Şeridi’nde uzun süredir devam öngörüyordu.
eden çatışmalar sonucunda Mısır’ın Taba kentinde
imzalan anlaşmayla Batı Şeria Bölgesi üç parçaya 2004­25 Şubat’ta İsrail’in Batı Şeria’daki güvenlik
bölündü. duvarı Lahey Adalet Divanı’nda ele alındı.1­3 Nisan’da
İsrail Batı Şeria ve Gazze’den çekileceğini bildirdi. 15
A bölgesi : Toprakların %7 ‘si olan Doğu Kudüs ve El Nisan’da bu hareket Bush tarafından tarihi ve cesur
Halil dışındaki bölgeler Filistin’e teslim edilecekti. bir karar olarak adlandırıldı. 11 Kasım’da Arafat öldü.
Yerine Mahmud Abbas getirildi.
B bölgesi: Batı Şeria’nın % 21’i olan bölge Yahudi ve
Arapların kontrolü altında olacaktı. 2005­ Arial Şaron Gazze’den çekildi.

C bölgesi: Filistinli esirler serbest kalacak ve bu bölge 2006­Filistin’deki seçimler Hamas’ın galibiyetiyle
kontrolü İsrail’de olacaktı. sonuçlandı. Hamas iktidara geldi. Ehud Olmert sağlık
problemleri yaşayan Şaron’un yerine geldi.
Bu sonuçların ardından sinirlenen aşırı dinci bir
Yahudi, başbakan Yitzak Rabin’i öldürdü. Sonrasında, 2007­Çatışma ortamının artmasıyla iç savaş tehlikesi
yüzünden Mekke’de Hamas ve El Fetih bir araya geldi
ve ulusal birlik hükümeti kurulmasında anlaşıldı.
George Bush Barış müzakerelerinin devam etmesi
gerektiğini yineledi ve uluslararası bir toplantı
yapılması gerektiğinden bahsetti.

Bu tarihi gelişim sürecinden de anlaşılacağı gibi


bitmek bilmeyen bir mücadelenin varlığı gün kadar
açık. Peki bu süreci barışa bağlayabilmek için neler
yapılabilir? Temel konulardan biri iki halkında
uzlaşmasıdır. Aynı çatı altında yaşamayı
kabullenmesiyle sağlanabilir. Ancak üstünde
anlaşılamayan birçok sorun var. Bunların ilki Oslo
sürecinde de askıda kalan mültecilerin Filistin’e
dönüşü. Şayet bu sağlanırsa Yahudi nüfusu Araplara
oranla azınlık durumuna düşecek. Yahudiler bu
durumun güvenliklerini tehlikeye sokacağını
düşünüyor. Bu yüzden bu teklifi şiddetle
reddediyorlar. Kudüs meselesine gelince kutsal
yerlerin paylaşımı oldukça tartışılmaktadır. Yıllar boyu
3 dinin egemen olduğu bu bölge sadece İsrail ve
Filistin’in değil dış devletlerin de gündemindedir.
Ayrıca yönetimde de belli zafiyetler vardır. Filistinin
iki ayrı koldan yönetilmesi ve fikir uyuşmazlığı, süreci
Filistin aleyhine çevirmektedir. Bunu gidermek için
her iki taraf da temel konularda anlaşmalıdır. Ülkede
çatışmaların dinmesi için iki ülke yetmeyecektir. Barış
süreci kesin suretle diğer ülkelerin özellikle ABD’nin
Filistinli mültecilerin durumunu gözeten ve Arapların
bu bölgede yaşama hakkını kanıksayan bir politika
gütmesine bağlıdır. Her iki taraf da barış istemeden
bu kanlı mücadele bitmeyecektir.

Referanslar
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201093_bar
is.sureci.orsam.pdf
http://www.filistinzulmu.com/siyonizmneyihedeflera.html
http://www.turkcebilgi.com/peel_komisyonu/ansiklopedi
http://arsiv.sabah.com.tr/ozel/arafat206/dosya_212.html
http://bianet.org/bianet/bianet/53881­israil­filistin­sorununun­
tarihcesi#1917
http://www.bilgiportal.com/v1/idx/54/1910/Tarih/makale/Filistin­
Tarihi.html
Arı, Tayyar [2004] (2008). Geçmişten Günümüze Orta Doğu:
Siyaset, Savaş ve Diplomasi. Mkm yayıncılık. ISBN: 978­605­5911­
06­5.

Ö nc e l i k l e r ö p o r t a j i s t e ğ i m i z i k a b u l e t t i ğ i ni z i ç i n H a t a d e r k e n D a y t o n’ u m u k a s t e d i y o r s u nu z ?
t e ş e k k ü r ç o k e d e r i z h o c a m . M a l u m u nu z g e ç e n p a z a r ,
B o s na ­ H e r s e k ’ d e b i r s e ç i m o l d u . İ s t e r s e ni z i ş e Anlaşması yapılırken Holbrooke burada en önemli
s e ç i m l e r i n b i r a na l i z i y l e b a ş l a y ı p d a h a s o nr a 1 9 9 2 ­ aktörlerden birisiydi. Aslında Dayton Anlaşması’nın
1 9 9 5 a r a s ı s ü r e n s a v a ş a r d ı nd a n g e l e n D a y t o n mimarı da o. Orada imzacılar da çok ilginçtir:
A nl a ş m a s ı v e b u a nl a ş m a ü z e r i nd e n b u g ü ne g e l e l i m . Miloseviç oradadır daha sonra savaş suçlusu olarak
S e ç i m l e r i B o ş na k l a r d a n B e k i r İ z z e t b e g o v i ç , yargılandı, Aliya İzzetbegoviç oradadır ki onun orada
H ı r v a t l a r d a n Z e l i j k o Ko m s i ç v e S ı r p l a r d a n N e b o j s a olması çok doğal çünkü Bosna­Hersek üzerine yapılan
R a d m a no v i ç k a z a nd ı . B u k o nu d a y o r u m l a r ı nı z l a bir anlaşmanın en doğal üyesi o bence. Diğer
ba şl a y a l ı m . üçüncüsü Tudjman ki onun da orada olması bence
tuhaf. Bu anlaşmaya göre ortada sürekli transforme
Üçlü başkanlık üyelerinden bahsediyorsunuz. Burada edilen, A formundan B formuna taşınan bir sorun var
ilginç olan nokta bunun Hırvatlar ve Sırplar ve bu sorun devam ettiriliyor. Bosna­Hersek’te asıl
tarafından beklendik bir sonuç olması iken Boşnak sorun olarak karar alınamaması gibi bir durum ortaya
tarafı için böyle olmaması. Bilindiği üzere Sladziçin çıktı. Niye karar alınamıyor ? Seçimleri yakından takip
yeniden kazanabileceği ihtimalinden söz ediliyordu edenler ayrıntılı bilirler; bir üçlü başkanlık sistemi

42
ama Sladziç üçüncü sırada yer alabildi. Onun dışında için bir yarış var ve bunu etnik gruplar kendi içinde
aslında sonuçlar beklendiği gibi, yani daha önceki seçiyor. Tabii diğerleri de oy kullanabiliyor. Ama
genel eğilimin dışında bir şey değil. normal olarak hiç kimse başka bir etnik gruba oy
vermiyor . Bu üçlü başkanlık 8 aylık dönemlerde
B u nl a r d a n İ z z e t b e g o v i ç i l e K o m s i ç B o s na ­ H e r s e k ’ t e değişiyor. Aslında onlar(başkanlar) çok belirleyici
b i r b i r l e ş m e d e n y a na y k e n R a d m a no v i ç v e S ı r p t a r a f ı değil, onların üstlendiği rol daha çok devlet
b i r a y r ı ş m a d a n s ö z e d i y o r . H a t t a s e ç i m k a m p a ny a s ı nı düzeyinde. Mesela Bosna­Hersek devleti içindeki Sırp
d a b u nu n ü z e r i nd e n y ü r ü t t ü . B u nu na s ı l cumhuriyetinde ayrı bir başkanlık var. Parlamento
d e ğ e r l e nd i r i y o r s u nu z ? başkanı var, Devlet Başkanı var, Başbakan var. Yani
aslında Dayton Anlaşması’na göre tanımlandığı
Bu seçim kampanyaları sürecin aslında geldiği noktayı biçimde devlet tanımlıyorsun, yani devletin bütün
gösteren bir şey. Biraz geçmişe doğru gitmekte yarar ayrıntılarını tanımlıyorsun. Ondan sonra da diyorsun
var. Bosna Hersek Devletinin, altını çiziyorum burası ki hadi bu birlikteliği koruyalım. Karar alma sürecine
bir cumhuriyet değil, Bosna Hersek Devleti, iki gelince Sırp tarafı diyor ki benim hoşuma gitmeyen
birimden oluşuyor: Biri federasyon diye tanımlanan noktaya ben evet demem. Dolayısıyla süreci
Hırvat ve Boşnaklardan oluşan federasyon diğeri ise tıkıyorsun. Peki nasıl tıkıyorsun? Karar alınırken,
Sırplardan oluşan Sırp cumhuriyeti. Şimdi nasıl oldu isimleri de tuhaftır, Represantatives of House of
da böyle bir yapılanmaya gidildi, aslında asıl sorun bu People diye geçer, aslında bunlar bu üçlü etnik yapı
ve Bosna­Hersek’teki yaşananları anlayabilmek için içerisindeki seçimler sonrasında oluşturulan
bu bir anahtar. Ben burada açıkçası, son meclislerin merkeze atadığı isimlerdir. Orada mesela
söyleyeceğimi ilk söyleyeyim, Holbrooke’u suçlu o üçlü yapı içerisinde üçte iki oy çoğunluğu olması
buluyorum. Önemli devletlerin önemli insanları çok gerekir, ama bu da yetmez karar alınması için.
sorun çözdükleri iddiasındadırlar ama buradaki Üçüncü taraftan en az bir oy da olması gerekir. Yani
duruma baktığımız zaman çok ciddi bir hata yaptılar: Hırvatlarla Boşnaklar, Hırvatlarla Sırplar veya
Devlet içindeki bir bölgeye cumhuriyet adı verildi: Sırplarla Boşnaklar bir araya gelip üçte iki çoğunluğu
Sırp Cumhuriyeti. biz oluşturuyoruz, dolayısıyla karar alırız diyebilirler.
Ama böyle değil, sistem böyle çalışmıyor. Çok
demokratik bir toplum da olsa bu sistemin çalışması zaman daha güçlü olarak yenide ortaya çıkmasına yol
yine zor. Yani başta böyle adem­i merkeziyetçi bir açtı. Şimdi bu durumda söylem olarak bakıyorsunuz
yapıyı, demokratikleşmenin ön adımı olarak bir taraftan deniyor ki milliyetçi partilerin
görebilirsiniz ama burada sorun demokratikleşmeyle zayıflatılması gerekir. Niye? Çünkü eğer bu üç tane
sınırlı bir sorun değil. Başka bir sorun var ve bunu farklı etnik grup bir araya gelecekse, milliyetçi
doğru okumak lazım.Demokratik olmadıkları için söylemlerle olmaz bunlar, başka, liberal söylemlerle
karar alınamıyor, böyle değil. Burada aslında üç farklı gerçekleşmesi beklenebilir. Böyle bir varsayımdan
kimlik kendi pozisyonunu sürdürebilmek için hareket ediyorlar. Ama izlenen politika bunu
mümkün olduğunca diğerlerinin yolunu tıkamak gibi destekliyor mu? Hayır desteklemiyor. Ben uzunca bir
bir yöntem izliyor ve bunun dışındaki formülleri süre seçimleri gözlemci olarak takip ettim ve her
ancak pazarlık usulüyle götürmeye çalışıyorlar. Şimdi seferinde açıkça gördük. Uluslararası toplum açıktan,
sorunuza dönersek seçimlerle yapı arasındaki ilişkisi çok açık olarak söylüyorum bunu, milliyetçi olmayan
bağlamında, seçim sonuçları süregelen bu yapıyı partileri, liberal partileri, açıktan desteklerdi. Buna
yansıtıyor. Burada iki tane farklı duruş var son 15 yıl rağmen her seçimin sonucunda milliyetçi partiler
içerisinde ve tartışmalar şu noktada: Boşnaklar ve kazanırdı. Şimdi bunun nedeni açıkçası şu: Toplumlar
uluslararası toplumun önemli bir kısmı diyor ki karar kendilerini güvende hissetmiyorlar. Yani öyle bir
alınabilmesi için bir merkezileşme sürecinin ortamdalar ki, güvenli hissetmedikleri için sürekli
yaşanması gerekli. Uluslararası toplumun kendisi milliyetçi söylemlere sarılmak durumunda kalıp kendi
açısından şöyle bir açmazı ortaya çıkıyor, yani varlıkları idame ettirmeyi o söylem üzerinden
tutarlılığını bu anlamda tartışmaya açan bir şey: gerçekleştiyorlar. Ben bu durumu normal bir süreç
Birçok ülkeye adem­i merkeziyetçiliği yani diye düşünüyorum. Çünkü başka türlü neye
decenralization’ı bir temel politika olarak sarılacaklar? Düşünün bir toplum kendini idame
benimsenmesini önerirken burada bu adem­i ettirmek istiyor ve ilişkiler bütününe baktığı zaman,
merkeziyetçiliğin sorun yarattığının farkına geçmişte yaşanılanlara baktığı zaman dayanacağı şey

43
varıyorsun. Burası aslında üzerinde durulması gereken neresi? Uluslararası toplum dediğin bugün var yarın
bir nokta. Her adem­i merkeziyetçi, decentralizasyon, yok. Dolayısıyla bunun ileride garantisini, güvencesini
demokratikleşme mi getir bunun hakikaten hiçbir zaman hissedemez. Toplumsal dayanakları da
düşünülmesi gerekir. Şu, şu olduğu zaman yok. İşsizlik %45 civarında Bosna Hersek’te. %45
demokratikleşme olur diye algılamanın eksik işsizliğin olduğu yerde senin hiçbir şeye güvencen
olabileceğini görme açısından önemli bir örnek teşkil olamaz. Dolayısıyla burada milliyetçi söylemlerin var
ediyor Bosna’daki tartışmalar. Şimdi bu üçlü yapıdaki olması bence kendi içinde normal, beklendik bir
etnik kimlik olarak tanımlanan pozisyonda karar şeydir. Olmaması bence tuhaf olurdu. Varılan
almanın adeta imkânsız olduğu bir noktaya sonuçlarda da görüyoruz ki toplum mühendislikleri
gelindiğinde dönüp uluslararası toplum diyor ki bu hep fiyaskoyla sonuçlandı.
üçüne de ‘siz anayasanızı değiştirin’. Peki, bu anayasa
ne zaman yapılmıştı? 1995’te Dayton imzalanırken H ı r v a t l a r ı n H ı r v a t i s t a n’ ı , S ı r p l a r ı n S ı r b i s t a n’ ı v a r k e n
ona ek bir anayasa monte edildi. Burada üçlü yapının B o ş na k l a r ı n b ö y l e d e r t l e r i ni a nl a t a b i l e c e k l e r i v e
eşit koşullarda bütün politikaları sürekli müzakere s a r ı l a b i l e c e k l e r i b i r d e v l e t l e r i y o k . S o nu ç o l a r a k
edeceği varsayılmış. Ama uluslararası toplum k e nd i l e r i ni B o ş na k m i l l i y e t ç i l i ğ i ni n y a nı nd a k e nd i l e r i ni
kendisine çok fazla güveniyor bu tür şeylerde. Yani İ s l a m ’ a , d i ne k a y d ı r m ı ş d u r u m d a l a r . B u k o nu d a ne
bence bu çok ciddi bir açmaz. Biz her şeyi d ü ş ü nü y o r s u nu z ?
yaptırabiliriz. Nasıl yaptırırız? Gerekirse mali sıkıntıya
sokarız ya da birilerini mali olarak destekleriz ve (Gülüyor) Tabii şimdi burada şöyle bir sonuç
dolayısıyla ortaya bir tablo çıkar ve sonuçta biz çıkarmak üzere sorulmuş bir soru olmadığını
istediğimiz kararı aldırırız ve bu politikalarla düşünüyorum. Onların her birisinin bir ana devleti
demokratikleştiririz .Fakat burada yanıldılar çünkü var ve Boşnakların ana devleti de Türkiye olsun. Böyle
önce Sırp Cumhuriyetine ciddi bir mali baskı şeyleri dile getirenler var ama senin sorunun
uygulandı ama bu model işlemedi. Bu mali arkasında böyle bir şey yatmadığını biliyorum.
konulardaki belli dönemlerde pompalama, belli Boşnakların durumu hakikaten kolay değil. Çünkü
dönemlerde sıkıştırmanın yarattığı şey, o kendilerini federasyon içinde dahi ilişkiler aslında pamuk ipliğine
milliyetçi partiler diye tanımlayan aktörlerin her bağlı. Niye pamuk ipliğine bağlı? İddia ediyorum siz
yaşınız itibariyle göreceksiniz bunu, Hırvatistan AB’ye B o s na ­ H e r k e s l i l e ş m e k m ü m k ü n m ü s i z c e ? Y e ni b i r
katıldıktan sonra Bosna Hersek’teki Hırvatların u lu s y a r a t ı lm a s ı ?
tutumu bugünkünden çok farklı olacak. Niye farklı
olacak? Şu anda Hırvatistan yönetimi Bosna Tito dönemindeki Yugoslavya’ya baktığımız zaman
Hersek’teki Hırvatlardan desteklerini çektiler önemli aslında herkes kendini Bosnalı diye tanımlardı. Bu
ölçüde. Niye çektiler? Çünkü AB’nin uyarıları var ve Bosnalı tanımlaması şimdi neye dönüştü? Kendi
ilişkilerde sorun yaşamak istemiyorlar. Yani şart içinde üçe ayrıştırdılar: Sırp, Hırvat ve Müslüman
koşma politikasının değişik bir versiyonunu görüyoruz Boşnak. Artık herkes kendini Bosnalı olarak değil,
burada. Bu politika daha ne kadar sürdürülür Sırp, Hırvat,Müslüman olarak tanımlıyor. Savaş
bilemiyorum. Nasıl ki Slovenya Hırvatistan’ın AB’ye hakikaten acı ve kalıcı etkisi olan bir olay. Yani 2­3
üye olduktan sonra tabiri caizse canına okudu jenerasyon geçmeden bu insanların o yaşananların
Hırvatlar da üye olduktan sonra Boşnaklara çok ciddi unutması hiç kolay olmaz diye düşünüyorum. Hele
eziyet çektireceklerini düşünüyorum. Bunu isteyerek hele ­burada yani biraz Kültür Bakanı’na da
beklediğim anlamında düşünmeyin. Tam aksine bu referansta bulunalım­ bu tür çıkışlar, o geçmişi hiç
çok ciddi sorunlar ortaya çıkaracak ve sorun başka unutturmaz. Tam aksine onu yeniden üretmek ve
boyutuyla yeniden transforme edilmiş olacak. canlı tutmak için araç haline gelebilir. Burada esas
Sırpların pozisyonuna geldiğimizde burada aslında nokta, geçmişte yaşanmış olan acılı şeyleri yeniden
devleti muhafaza etmek isteyen üçünün arasında kim? üretmemek. Kültür Bakanı’na ben kişisel olarak
Boşnaklar. Çünkü varlıklarını ancak ve ancak böyle bir açıklamalarını yakıştıramadım.
devlet olduğu ölçüde sürdürebilir. Aksi halde Sırpların
bağımsızlığını ilan ettiğini düşünün. Bir de Hırvatların E m i r K u s t u r i c a , s i z c e y a nl ı ş m ı a nl a ş ı l d ı y o k s a ı r k ç ı
Hırvatistan’la belli ilişkiler yumağı içerisinde s ö y l e m l e r i v a r m ı g e r ç e k t e n b u k o nu d a ?
federasyondan ayrıldığını düşünün. Bu durumda
Boşnakları orada muhafaza edebilecek yapılanma çok “Underground” filmi, Yugoslavya’nın parçalanışının

44
zor olacaktır. Dolayısıyla burada Bosna hersek hikâyelendirilmesi olarak ürettiği bir şeydir. Orada
devletinin varlığının devam ettirilmesi ve de “Yugoslavya’yı acaba muhafaza etmek mümkün
merkezileşmiş devletin devam ettirilmesi Boşnaklar müdür?” tartışmasını açar. Şimdi bu bağlamda o
açısından elzem. Yani bu olmadığı durumda Boşnaklar duruşu bence yanlış bir duruş değil; ancak savaş
zaman içerisinde kaybolup çok ciddi sorunlarla başladıktan sonraki süreçte artık Yugoslavya’yı bir
karşılaşabilirler. Bütün bunlara rağmen AB’nin kendi arada tutmanın mümkün olmadığı çok hızlı bir
içerisinde farklı kültürleri bir arada yaşatabilme gibi şekilde ortaya çıktı. Ondan sonraki süreç de
bir derdi var. Aslında Bosna’ya da hep böyle baktı. Kusturica’nın tutumu Sırpların tarafında yer almak
Onu bir laboratuar olarak gördü. Birçok şeyi burada oldu. Emir Kusturica’nın filmlerine baktığınız zaman
test etti. Şimdi bütün bunların sonucu Bosna tutarlı bir çizgi çizer ama günlük yaşamında sıradan
Hersek’in tamamen dağılıp ortadan kalkması gibi bir insanların büyük bir çoğunluğunda olan aymazlıklar,
durum söz olursa bu AB açısından da büyük bir onda da vardır. Hani, ‘bu konuyu çok da abartmayın’
felaket olur. Böyle bir durumda basta şaka yollu demiş olması bile ciddi bir durumdur, ciddi bir
söylediğim ‘mother state’ kim tartışması gündeme yanlıştır; ama buna oradaki sıradan insanların büyük
geliyor.Boşnaklar Müslüman, Müslüman ise o zaman bir çoğunluğu da böyle bakar, böyle tanımlar.
kim bunlara hamilik yapacak. Yani farklı aktörler
devreye girecek, oradaki bu insanların masum H o c a m s i z c e B o s na ’ nı n b u b e l i r s i z l i ğ i nd e S ı r p
kimliklerinin artık global düzlemde araçsal bir hale C u m h u r i y et i bi r a y r ı l m a y a g i t m i y o r m u ?
geldiği bir süreç yaşanacak. En makul şey burada
Bosna Hersek’in varlığını muhafaza edecek bir Ayrılmaz demiyorum. Sırp Cumhuriyeti’nin yakın
formülün yerel düzlemde üretilmesi. Yerel düzlemde gelecekteki politikası şu: merkeziyetçilik tartışmasını
üretilmeyen ve yerel düzlemde bir uzlaşma olmadığı açıyorsanız o zaman ya bize referandum yapma hakkı
durumda sorun global düzleme çekilir ancak yine verir ve sonucunu tanıyacağınızı garanti edersiniz, ya
çözümler buna katkı sağlamaz: Sorun ya dondurulur, da yeniden bir anayasa yapılacaksa burada Sırp
ya belli bir seviyede tutulur, ya da transforme edilir. tarafının avantajlı olacağını sağlarsınız, yoksa Dayton
yapısını muhafaza etmek isterim. Onun dışında
gerekli olursa bağımsızlığımı da ilan edebilirim.
Bu ilginç bir konu, mesela Kosova adalet divanının da politikasındaki ana odak bu ülkelerin ne tamamen
net olarak söylediği, Kosova’nın bağımsızlığı için bir hızlı bir entegrasyonu ne de tamamen dışarıda
uluslararası hukuk engelinin olmadığıdır. Bu herkes bırakılmasıdır. Onun için kusursuz çözüm diye
için geçerli olan bir şeydir. Fakat gelecekte ne olacak tanımlanabilecek bir şey maalesef yok. Herkesi tatmin
diye sorulması pek mantıklı değildir. Zira 18. Yy.da edecek bir çözüm yok, bir tarafın üstün konuma
belki 50 sene sonrasını tahmin etmek mümkün gelmesi gibi bir şey de yok. Boşnakları bir kenara
olabilirdi ama 19.yy’da bu 20 seneye, 20yy’da da 10 koysan Sırp­Hırvat rekabeti ortaya çıkıyor, bu da
seneye indi. 21.yy’da ise ne olacağını tahmin etmek hiç sorunların kolay çözülmeyeceğini gösteriyor. Sırplar
kolay değil. Mesela Sovyetler Birliği’nin çökeceğini hiç bağımsızlık ilan etse sorun çözülecek bir şey de söz
kimse tahmin edemedi. Onun için Sırp Cumhuriyeti
şu tarihte bağımsız olur diye bir şey kesinlikle
konusu değil. Madem öyle hepsi ayrılıp devlet
kursunlar, sorun kökten çözülsün diye bir şey 45
söyleyemeyiz. Avrupa Birliği bu gibi durumlarda söylenemez, çünkü kursalar başka sorunlar ortaya
bütünleşmeyi hızlandırmaya çalışıyor fakat bu Bosna çıkacak. Sorun çözelim diye atılan bir adım başka
için hiç de kolay değil. Zaten üye olsalar sorun sorunlar yaratıyor.
ortadan kalkmayacak aksine oraya da taşınacak,
Avrupalılar da bunu biliyor. Göksu Göz ile birlikte bir B e l k i d e e n i y i ç ö z ü m b e l i r s i z l i ğ i n d e v a m e t m e s i d i r ...
makale yazmıştık.Yaptığımız araştırmalar sonucunda
‘Neither Total Explosion Nor Rapid Entegration’adlı Bu çözüm değil gerçeklik. Belirsizlik her zaman
bir sonuç çıkarmıştık. Bu şu anlama geliyor: Aslında süregelen gelen bir şeydir ve o belirsizliğin içinde
Avrupa Birliği’nin Batı Balkanlara yönelik politikalar üretiliyor.

Sanırım 18 yaşına bastığım yılın yazıydı onunla tanıştığım zaman.


Afyon gibi küçük bir şehirde kitap satan yer sınırlı olduğundan,
satılan kitapların orijinal olduğu bile şüpheli olduğundan ben de ikinci
el kitap okumaya alışmıştım. Gittiğim yer de hep aynıydı bu yüzden.
İşletenleri tanımasam da, onlar beni tanımasa da yazın artan okuma
seanslarım sayesinde haziran ayından itibaren sık sık gitmeye
başlardım oraya. Bu sık ziyaretler ağustosa kadar sürerdi ya, bu süre
içinde işletmecilerle bir aşinalığımız olurdu.,

İşte o yaz, o kitapçıya her gidişimde gözüme bir kitap takıldı, "Baba
ve Piç". Kitabın kapağında bir nar. Kitabın isminden dolayı bir türlü
elime alıp da incelemiyordum kitabı, çekiniyordum. "Piç" de neyin
nesiydi öyle? Bu kitap nasıl bir kitaptı, ne anlatıyordu? En sonunda
cesaret edip elime aldım, inceledim kitabı. Sonra evde romanı okurken
buldum kendimi. Özellikle geceleri okurdum, herkes yatınca, ortalık
sessizleşince. Elif Şafak'la bir sırrı paylaşıyor gibiydik, baba kimdi, piç
olan kim?

Kitap bir solukta okundu bitirildi tabii. Altı çizili bir dünya cümle
bıraktı kendinden geri. Bu cümleler adeta birer atasözüydü ne bir
kelime ekleyebiliyordun ne bir kelime çıkarabiliyordun. Okudukça da
anlamı değişiyordu, her seferinde başka bir açıyla bakabiliyordun.
Divan Edebiyatı da öyledir ya hani, özellikle tasavvufi şiirlerde, her bir
mısrada binbir sanat vardır. Sen yüzeysel olanı görür okur geçersin
ama bilen bilir o mısra pek çok şey anlatır. Bu cümleler de öyleydi
işte. En son okuduğum "Aşk" da öyleydi, iştah açan çikolataları
kendine kapak edinen "Araf" da, ismi beni cezbeden romanlar olan
"Bit Palas" ve "Siyah Süt" de...

Elif Şafak'ı ben de hayli tanındıktan sonra, yazar popülerleştikten, en


çok satanlar listesine girdikten sonra tanısam da "Aşk"tan sonra iyice
genişleyen o kitleden kıskanmaya başladım kendisini. Onun kitapları
ve ben gizliydik "Mahrem"dik. Ben romanları okurken eğer ki
seversem, o sayfaları, cümleleri, sözcükleri birer sokağa benzetirim.
Size de olur mu bilmem, hani bazı sokaklar vardır, "Şehrin
Aynaları"ndan uzaktır, oraya adımını attığın anda bir ferahlık
hissedersin, esaretliğinden kurtulmuş gibi olursun, ince bir çizgiyle sağlayan bir yazar Elif Şafak...
ağaçların yeşillendirdiği o havayı ciğerlerine
doldurursun, "Baba ve Piç" o sokaktı, "Araf", ”Siyah O romanlarını ince ince kurguladığı için ince ince
Süt”, "Aşk"... Sıkıntılı olduğun zamanlarda "Pinhan" okumak gerekir. Kitabın bir yerinde hiç dikkat
kalmak ister, uzaklaşmak ister, yalnız başına volta atar etmediğin bir ayrıntı romanın sonunda yine pek hoş
ya insan, ben de o sayfalarda, kendi sokaklarımda volta bir raslantıyla karşına çıkabilir. O yüzden yüzeysel
atıyordum. okumamak gerekir onun romanlarını ya da hızlı
okumaya çabalamamak gerekir. Şafak'ın kitapları
Kitaplarını okudukça fark ettim ki Şafak'ın karakterleri aceleye getirilmemelidir. Aslında onun kitabını okumak
de romanın konusu, olayların akışı kadar sıradışı ve ilgi için en güzel zamanlar şu yağmurlu günlerdir.
çekiciydi. Hep kadın çoğunluğu vardı zaten Dışarıda kıyametler koparken kurulursun bir koltuğa,
okuduklarımda. Kadının onun hayatındaki yeri ayrıydı. sarılırsın yumuşacık battaniyene, sıcacık kahveni
Bu da hayli hoşuma gitmişti. Çünkü çoğu romanda, yudumlarlarsın onun sözcüklerini yudumladığın gibi.
çoğu türk romanda, pek çok romancıda bu görülmez. Kadınlara çokça yer veriyor dedik ya toplulumuzda
Karakterler, özellikle güçlü, kahraman, baskın kadınların bütünleştiği mutfağa,yemek sofralarına,
karakterler hep erkeklerdir. Ama yazar bunu kırmıştı iştah açıçı yemeklere de yer verir, kitabını bu ince
işte. Pekala bir kadın karakter de güçlü olabilirdi, ayrıntılarla süsler. Onu okurken kendinizi canınız fena
hayata karşı dimdik durabilirdi tek başına da olsa, halde aşure isterken bulabilirsiniz.
omzuna yüklenen onca yük olsa da. Romanlarında

47
idealize ettiği kadın karakterler bana göre Elif Şafak'ı Yerleşik hayata alışamamış, göçebeliği seven, herhangi
yansıtıyor. O da tek başına onca yükün, babasızlığın bir kadının aksine fotoğraflarında güzel çıkmaya
altından kalkmış, şimdiyse hem "anne" kimliğinin uğraşmayan hatta bundan rahatsız olan (ki bence bu
elinden tutmakta, hem "yazar" kimliğiyle daha önce hiç yüklemlerinin güzelliğini öznesi örtmesin diyedir), bir
kitap okumamış anne­babalarımıza bile kitap okuma oğlu, bir kızı olan, Habertürk'te köşe yazarlığı yapan,
şevki kazandırıyor. Onun kitaplarını okudukça hem bunlar gibi içinde pek çok farklılık yatan bir yazar Elif
gündelik hayatın yoruculuğundan kaçıp farklı şeyler Şafak. O içinde varolan tüm farklılıkları pek güzel
buluyoruz, hem de karakterlerin, olayın, kurgunun harmanlayıp yazarlık serüvenine devam ediyor. Bize de
gündemden olmasıyla kitap bizi kendine çekiyor. Bunu kitaplarını diğer okuyuculardan kıskanmak kalıyor.

“Futbol asla sadece futbol değildir.” Simon Kuper'ın oyuncusu olan Cesar'ı Lazio kadrosuna katmışlar. Peki
bu sözü futbolu ve etrafındaki dünyayı anlatmak için ya sonuç? Laziolu taraftarlar oyuncunun evine bomba
en iyi söz olabilir, fakat konu İtalya olunca biraz koymuşlar. Ertesi gün Cesar ülkesine gönderilmiş
yetersiz kalıyor bence. 58 milyonluk bu Akdeniz haliyle. Lazionun efsane oyuncusu ve kaptanı Paolo di
ülkesinde 37 milyon futbol fanı olması sadece Canio ise faşist olduğunu her fırsatta dile
futbolun güzelliğiyle, çekiciliğiyle açıklanması pekte getirmektedir. Hatta yine bir Roma­Lazio maçında
mümkün gözükmüyor. İtalyan halkının sosyokültürel Roma tribünlerine nazi selamı yapmaktan da geri
yapısının, dinsel görüşlerinın,ekonomik durumlarının kalmaz.
futbol ile birleşmesi, anlaşılması zor bir futbol kültürü
kurmuş İtalya için. Adeta dünyanın içinde varolan bir Roma taraftarı ise daha çok sosyal konularla ilgilenir,
futbol değil de futbolun içinde varolan bir dünyada fakat konu Lazio olunca her Romalı'nın yüzünde

48 yaşamaktır İtalyanlar için hayat... Kuzeyi, güneyi,


doğusu, sahil kesimi, hatta başkenti bile ayrı bir
oluşan kızgınlık ifadesini rahatlıkla görebilirsiniz.
Romalı taraftarlar laziolular için “her Laziolu faşist
hikaye barındırır içinde İtalyanın... değildir ama bütün faşistler Lazioludur” der. Bu ifade
aralarındaki uyuşmazlığın en basit örneklerinden
Başkent'te İki Ayrı Kutup: Roma ve Lazio birisidir.
Lazio bölgesinin ve İtalya'nın başkenti olan Roma
belki de dünyanın en büyük derbisine ev sahipliği Maalesef iki kulüp de aralarındaki bu husumeti
yapmaktadır. Bir tarafta sağ görüşlü, zengin ve faşist gidermek için hiçbir çaba göstermemektedir. Aksine
S.S. Lazio; diğer tarafta ise sol görüşlü göçmenlerin daha geçen sezon yaşandığı gibi bir tarafın kendi
kurduğu, maçını kaybetmesi diğer tarafın aleyhine oluyorsa
nispeten fakir ve i hiçbir çekince göstermeksizin antremanı basıp kendi
şçi takımı olan oyuncalarını maçı kaybetmeleri yönünde tehdit
A.S. Roma. Ortak edecek kadar düşmandırlar hala birbirlerine.
noktaları olarak
adlandırabileceği Forza Livorno
miz ender İtalya'nın Toscana bölgesinde küçük nüfuslu bir şehir
şeylerden birisi olarak gözükebilir Livorno gözünüze. Fakat işçi ve
olan Roma Olimpiyat stadında (diğeri roma polisine komünist hareketlerin en ateşli merkezi olan bu
karşı olan tutumları) laziolıların bölgesinde gamalı şehrin futbol tribünlerinde dünyanın en “kızıl”
haçı her maç görme şansınız vardır. Bir çok klüp görüntülerini bulabileceğiniz aşikardır. Açtıkları koyu
faşizmin uyandırdığı nefret duygusundan kurtulmak kızıl bayraklarının üstünde orak ve çekiç, boyunlarına
için isimlerinin başındaki S.S. Kısaltmasını kaldırırken; doladıkları koyu kızıl atkılarının üzerinde ise che
lazio ise taraftarın yoğun baskısıyla bunu guevara'nın resmi bulunuyor bu taraftarların.2003
yapamamıştır. Zamanında Lazio kulübü yöneticileri senesinde Irak'ta ölen 17 asker için yapılan saygı
üstlerinde ki bu faşist damgayı biraz olsun kırmak duruşu sırasında Livorno tribünlerinde “on, yüz, bin
için çok uğraşmışlar. Hatta Lazio tarihinin ilk siyahi nasiriye” tezahuratı yükseliyordu. Daha sonra bu
davranışlarını şu şekilde açıkladılar: “ Bunlar işgalci takımları artık bir başarı kazansın ve kuzeylilerin
askerlerdi. İtalya'da her yıl 1500 kişi iş kazasında egemenliğine son versin diye takımları için ­onca
ölüyor. onlar için niye devlet töreni düzenlenmiyor? “. parasızlığa rağmen­ kendi aralarında para toplayarak
Standart tribün şarkıları olan “bandiera rossa” ve Maradona'nın transferini gerçekleştirmiştir. Maradona
“bela ciao” ise başbakana hakaret içerdiği için kulüp da bu olaya kayıtsız kalmamış İnter'in dudak
neredeyse her maç binlerce euro ceza ödemek uçuklatan teklifini geriye çevirmiş, kalbinin Napoli'den
zorunda kalıyor. Kaptanları, taptıkları oyuncuları yana olduğunu ve
(artık eski oyuncuları) Lucatelli ise daha henüz 16 oraya gideceğini
yaşındayken milli bir maçta attığı golden sonra söylemiştir.
formasının altından bir Che t­shirtü gösterdi ve o Arkasından gelen 4
zamandan beri İtalya milli forması giyemiyor. Pablo di sene içersinde
Canio'nun karşıt kutbu olarak nitelendirebileceğimiz kazanılan iki
Luca her fırsatta şampiyonluk ve iki
başbakan Berlusconi'ye tane lig ikinciliği bizi
saldırmaktan geri unutulmaz 1990 İtalya
kalmıyor. Luca sol Dünya Kupasına getirmiştir. Çeyrek finalde İtalya
görüşlü takımların Arjantin ile eşleşmiştir ve maçın oynanacağı yer
yönetim tarafından Napoli'dir. 80.000 Napolili o gün kendi ülkelerini
küme düşürüldüğünü destekleyeceğine Arjantini desteklemiş, top italyan
gayet keskin bir dille: oyuncuların ayağına geldiğinde tüm stadta ıslıklar
"Geçen yıl Serie A'da yükselmiştir. Hatta italyan milli marşına bile çok az
dört kulübün taraftarı Che Guevara bayrağı açtı. Bu sayıda insan eşlik etmiştir. Napolililer bu durumu
kulüpler Modena, Perugia, Ancona ve Empoli idi. Belki şöyle ifade etmişlerdir: “(kuzey İtalya'da yaşayanları
bu bir tesadüf ama bu dört takım da küme düştü.” kastederek) Bizi adam yerine koymazlar. Ayrılmak

49
sözleriyle dile getirmiştir. isterler. Kuzey takımlarında İtalyan bile oynatmazlar.
Hiç şüphesiz kuzeyin bu küçük takımı her zaman Milli takım’a Güney'den oyuncu almazlar. Üstelik
ezilenin yanında olacak ve aykırı tutumuna devam onların bize karşı oynadıkları her maçın topu da
edecek. İnsanın sadece saygı duyası ve FORZA yuvarlak değil dört köşedir. Bir köşesinde para,
LİVORNO! diyesi geliyor içinden. öbüründe mafya, üçüncüde şike, dördüncü köşede de
başkanlarının ismi vardır. Hep ezildik, ezdiler bizi.
Güney ve Kuzey Başımızı, ilk defa bizi şampiyon yapan Maradona ile
İtalya tarihine baktığımızda gerek sanayi kaldırdık gururla. 80 bin Napolili 1990 Dünya
anlamında gerekse tarihi anlamda hep öne çıkan Kupası’nda boşuna mı bağırdık Arjantin diye.” Bu
şehirlerin kuzey şehirleri olduğunu görmekteyiz. sözler güneylilerin olaya ne kadar duygusal
Ekonomik durumu iyi olan kuzeyliler, güneylilerin yaklaştıklarını en güzel şekilde gösterir.
kendileri için bir nevi ayak bağı olduğunu
düşünmektedirler. Hatta bir grup aşırı İtalyan Her ne kadar Napoli taraftarlarının Roma maçına
milliyetçisinin “ lega nord” ismi verilen bağımsız bir yetişebilmek için trenlere el koyduğunu görseniz de,
Kuzey İtalya kurma düşüncesi bile mevcuttur. Tabii ki sadece Napoli'de değil bütün güney kesimde aynı
bu durum güneyliler arasında, kıskançlık ve duygular yaşanır. Leccelileri bir kuzey galibiyetinden
dışlanmışlık duygularını kabartıyor, buna paralel sonra sokaklarda kutlama yaparken görebilirsiniz,
olarak kendilerini sürekli kuzeylilerle karşılaştırma ve Barililer Catania'yı yendikten sonra sevinmezler, ama
yenme isteği içinde oluyorlar. Bununda en bariz bir Milan galibiyetinden sonra erken kapanan bir
örneklerini futbolda rahatlıkla görebiliyoruz. barı, “kutlamaları erken bitiriyor” diye taş yağmuruna
tutabilirler.
Güneyin başkenti olarak görülen ve sayılan Napoli,
futbol konusunda hiç kuşkusuz en başarılı güney İtalya'nın bu mozaik yapısının ve iç çekişmelerinin
şehri olmuştur geçmişten beri. 1986'da Maradona futbola yansıması İtalya ligini çok daha keyifli hale
önderliğinde kazanılan şampiyonluk güneyin Serie getiriyor. Ülkeyi sadece tribünlere bakarak
A'nın kuruluş yılı olan 1930 dan beri güneyin gözlemleyebilmek herhalde İtalya dışında hiçbir
kazandığı ilk şampiyonluktur. Napoli halkı, futbol ülkeye nasip olamayacak bir güzelliktir.

Resimde gördüğümüz kişi Bertolt Brecht, kendisinin Komisyonu" tarafından sorgulanıyor. Komünizmin
kim olduğunu araştırırken genelde rastlayacağımız yayılması korkusu ile yaşayan bu bölgeden ayrılıp,
fotoğrafıyla karşımızda. 1898 yıllında doğup 1954 İsviçre’ye geçiyor. 1948’de Doğu Berlin’e dönüp
yılında ölen Alman şair, oyun yazarı ve yönetmeni ve burada tiyatro topluluğu Berliner Ensemble’i kuruyor.
epik tiyatronun kurucusu… Dünya tarihinin önemli
zamanlarında yaşamış, I. Dünya Savaşı ve sonrasını, Başta dediğimiz gibi Brecht’in siyasi düşünceleri

50 Nazizmin yükselişini, II. Dünya Savaş ve sonrasının


yakından görmüş ve yaşamış birisi... Ve kendisinin de
yazdığı metinlerde vücut buluyor; hani söz uçar da
yazı kalır ya o misal… Düşüncelerini, sömüren, ezen
söylediği üzere o bir komünist. sisteme karşı eleştirilerini yazıya aktarıyor ve onları
kalıcı hale getiriyor. Brecht’in yaşamında bir şeyler
Bu yazımızda daha çok Brecht’in sahip olduğu politik değiştikçe ama gene Brecht’in siyasi düşüncesinin
düşünce ve bu düşünce ile birlikte gelişen Epik tiyatro olgunlaşması ile paralel olarak Epik Tiyatro kuramı da
üzerinde durmaya çalışacağız. adım adım gelişiyor.

Brecht’in kendisini tanımladığı gibi o, Marksist bir Peki, Epik Tiyatro İçin?
dünya görüşüne sahip. Brecht varolan dünya
sisteminin değiş(tiril)ebileceğine; insanların özgürce
konuşabilecekleri, fırsat eşitliğine ulaşabilecekleri,
adaletli bir dünya düzenine inanıyor.1 Herkesin
düşüncelerini ifade etmek için bir yol seçtiği gibi,
Brecht de düşüncelerini ifade etmek için tiyatro ve Tiyatro için böyle diyor, Bertolt Brecht. Peki, epik
edebiyatı seçiyor. İşçi sınıfını, ezilen, sömürülen tiyatro için ne diyor? Haydi bakalım…
emekçileri bilinçlendirmeye, durumu veya olayları ve
onların çelişkilerini gözler önüne sererek insanlarda Brecht Epik Tiyatro Üzerine adlı kitabında belirttiğine
farkındalık yaratmaya çalışıyor. Fakat yazdıkları Nazist göre, artık seyircisinin oyun kahramanları ile
dönemde olumlu karşılanmıyor, Almanya’dan ayrılmak özdeşleşmesini, oyun karakterleri ile gülüp ağlamasını
zorunda kalıyor ve böylece sürgün hayatı başlıyor. istemiyor; ama seyircinin oyunu uzaktan izlemesine,
Bazı Avrupa ülkelerinde sürgün hayatı yaşarken, gözlemci olarak kalmasına çalışıyor. Bunun birkaç
1935’te Alman vatandaşlığından çıkarılıyor. sebebi var. Öncelikle özdeşleşme ile izleyenlerin
Avrupa’dan sonra 1941’de ABD’de yaşamaya başlıyor; sahnedeki olayı doğru bir şekilde irdeleyemeyeceğini,
ama orada da politik düşünce yapısı yüzünden seyircinin duygularının esiri olacağını düşünüyor.
1947’de "Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Sonra oyunun içinde yer alan izleyicinin oyundaki
karakterle bütünleşip günlük hayatında yapmadığı
ya da yapamadığı şeyi karakterin yapması ile topraklarında onların orada olmadığı dönemde o
üzerindeki yükün kalkmasını ve bir arınma yaşıyor toprağa emeğini vermiş olan başka bir kolhoz
olmasını istemiyor, Brecht. Bu sebeple de bulurlar. Anlaşma yolu ile “Toprak kimindir?”
yabancılaştırmayı (oyunun olay örgüsünde veya sorusunu çözmeye çalışırlar. İç oyunun bir
metninde ya da sahneye aktarılırken ) kullanarak bölümünde; Valinin sarayında çalışan Gruşa’nın
seyircinin sahneye uzaktan bakmasına çalışıyor. Vali’nin çocuğuna anne olma süreci işlenir. Başta
Seyirciyi oyunu izlerken aktif olmaya, düşünmeye, sahiplenmek istemediği çocuğa, Gruşa oyun süresince
yorumlamaya, çıkarımlar yapmaya –belki de oyundaki başlarına gelen olaylarla ona bağlanır ve onu evlat
eleştirilen konular için­ yeni çözüm yolları bulmaya edinir. Verdiği emekle ona sahip olur, fakat çocuğun
davet ediyor. Çünkü Brecht’e göre insan, sorgulayan, biyolojik annesi çocuğu geri almak için mahkemeye
değişen ve değiştiren olmalıdır. Brecht’in söylediğine gider. İç oyunun ikinci kısmında ise mahkemenin
göre Epik Tiyatro seyircisi şöyle demeli: yargıcı olan Azdak’ın nasıl yargıç olduğu ve davaları
anlatılır. Kargaşa döneminde yargıç olan Azdak’ın,
daha çok duyguları doğrultusunda karar verdiği
görülür; ama verdiği kararlar doğrudur, yani baş
aşağı duran adalet sistemini ayakları üzerine oturtur.
Bu oyunda açık bir şekilde “Mülk kimindir?” sorusu
üzerinden giderek emek­mülkiyet ilişkisi ortaya
Brecht oyunlarında toplumsal olayları ezen­ezilen, koyuyor; zira Brecht oyunun sonunda çocuğu
sömürülen­sömüren ilişkisi içinde eleye alıyor. Epik Gruşa’ya vererek mülkün onun için emek verenin
tiyatro ilk aşamada ahlak dersi vermeyi amaçlamaz. olduğunu söyler. Böylece de bu oyunda Brecht’in
Onun yerine seyirciye bazen durumların görüldüğü diyalektik materyalizm, Marksist bakış açısını
gibi olmadığını göstermeye, farkındalık yaratmaya, görebiliyoruz. Bana göre, bu oyunda sistem eleştirisi,
uyandırmaya, bilinçlendirmeye çalışır. Adam Adamdır, sınıf farklılıkları(en azından feodal düzendeki), ezen­
Üç Kuruşluk Opera, Galile’nin Yaşamı, Cesaret Ana ve
51
ezilen ilişkisi net bir şekilde görülüyor.
Çocukları, Sezuan’ın İyi İnsanı, Kafkas Tebeşir Dairesi,
Turandot ya da Aklayıcılar Kongresi... Brecht’in bu Odtü Oyuncuları, dış oyunda bahsedilen Gürcistan ile
amaçla yazdığı sadece birkaç oyunu. günümüz Gürcistan’ı arasında fark olduğu için ve
“ülkeler işgal edilmiş ve bununla birlikte kendi
Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi Oyunu ülkelerinde sığınmacı konumuna düşmüş insanların
oynamasını” uygun buldukları için oyunda bazı
güncellemeler yapmaya çalışmışlar. Eğer, Epik tiyatro
örneklerinden birini izlemek isterseniz, Kafkas Tebeşir
Dairesi Odtü Oyuncuları tarafından 29, 30 ve 31
Ekim tarihlerinde oynanacak.

Gelin sizinle bu sene Odtü Oyuncuları tarafından


oynanmış Kafkas Tebeşir Dairesi üzerine biraz Referanslar
konuşalım. Bu oyunda iç içe iki oyun var. Metnin 1. Bertolt Brecht Biyografisi,
orijinalinde dış oyun, Sovyet döneminde Gürcistan’da http://www.muhsinyazici.com/egitim/index.php/cocuk­ve­
varolan iki kolhozlar arasında geçiyor. Savaş nedeni ile tiyatro/1771­bertolt­brecht­1898­1956­biyografisi.html, Erişim
topraklarından ayrılan bir kolhoz halkı savaş Tarihi: 15 Ekim 2010.
bitiminde topraklarına geri döndüklerinde 2. Bertolt Brecht, Epik Tiyatro Üzerine, s. 27.

Her zaman adı duyulan, ‘’bu fotoğraf da Pulitzer sağduyulu olmasına bağladığım bir başka yönü medya
almış canım’’ diye insanların bahsettiği bilinen, ancak dünyasına bu günün gazetecilik değerlerinin kapısını
pek de ne olduğundan emin olunamayan Pulitzer adlı açmış: hükümet yolsuzlukları ve vergi kaçıran iş
ödüle dair gerçekten birkaç gerçek bilmek adamları hakkında yazdığı makaleler döneme ve hatta
isteyenler..Buraya! genel gazetecilik anlayışına damgasını vurmuş.
Pulitzer’ün başarısı bazı çevreleri rahatsız etmiş
Pulitzer ismi nereden geliyor ? olacak ki Yahudi kökeni temel alınarak olusturulmuş
asılsız aiddialara zaman zaman maruz kaldigi
soyleniyor.

Joseph Pulitzer’ün medya ve Amerikan politik


yaşamına etkileri hakkında bazı örnekler portresini
daha görünür kılacaktır: 1896­98 yılları arasında
Küba’nın İspanya’ya karşı isyan etmesi ve bir
Amerikan zırhlısının Havana Limanı’nda batması

52
medya kurumları arasındakı rekabete yansımış ve
durum The World’ün İspanya’ya karşı savaş
çığırtkanlığı yapmasına kadar gitmiştir. Mesele ise
Joseph Pulitzer 1847 yılında Macaristan’dan Macar­ Kongre’nin savaş ilan etmesiyle sonuçlanınca
Yahudi kökenli bir baba ve katolik bir annenin oğlu medyanın ne kadar etkili olduğu anlaşılmış ve Pulizer
olarak dünyaya gelmiş.Hayatını sıradışılık sınırlarına ‘’yellow journalism ‘’ denilen bu tur girşimlerden elini
sokacak kararı 17 yaşında asker olmak isteyerek eteğini çekmiştir. Yolsuzluk ve haksızkların üstüne
vermiş. Sağlık sorunları dolayısıyla katılma isteği gidişi ve sosyal adalete katkıları dolayısıyla ‘’yellow
reddedilmiş,ancak Hamburg’da şansı yaver giden journalism’’ hatası The World’ün kamuoyundaki
Pulitzer Amerikan İç Savaşı’na katılmak için adını değerini düşürmemiştir. Bir diğer önemli olay ise,
listeye yazdırmayı başarmış.Amerika’da, iyi Fransızcası 1909 yılında The World’ün, Amerika Birleşik
ve Almacası dolayısıyla St Louis’de Alman askerlere Devletleri’nin French Panama Canal Company’e $40
katilan, ayni zamanda İngilizce’sini geliştirmek için milyon dolar değerinde usulsüz bir ödeme yaptğını
Mercantile Library’de çalışan Pulitzer, hayatını ortaya çıkarmasıdır. Buna karşılık federal hükümet
değiştirecek hamleyi kütüphanenin satranç odasında The World ‘e başkan Theodore Roosevelt ve J.P
iki oyuncuya hamleleri üzerine fikirlerini söylerek Morgan ‘ı suçladığı için dava açmış, dava ise
yapmış. Bu oyunculardan biri dönemin önde gelen gazetenin aklanması ile sonuçlanmıştır.Bu olay The
Alman gazeteleriden Westliche Post un editörü imiş World’ün ve Joseph Pulitzer’ün basın özgürlüğü
ve kendisi Pulitzer’e medya dünyasındaki ilk iş konusunda önemli bir yere ulaşmasını sağlamıştır.
teklifini yapmış. Takip eden seneler içinde Pulitzer
başarılı bir gazeteci olarak nam salmış ve 25 yaşında 1912 yılında hayatını kaybeden Joseph Pulitzer
batmanın eşiğinde olan bir gazetenin başına gelerek arkasında bir medya efsanesi bırakmış ve Columbia
medya dünyasında yerini oluşturmaya başlamış. Universitesi’nde Basın departmanı kurulmasiyla
600.000 tirajlı gazetesi The World ile beraber Joseph beraber 1917 yılında Universite Pulitzer adına ödül
Pulitzer asıl ününe kavuşmuş. Çalışkanlığı ve vermeye başlamıştır.
gaztesinin her detayına eğilmesini sağlayan titizliği
başarısının temel taşlarını oluşturmakla beraber;
Pulitzer Ödülü’nün kazanılmasına dair : bir Amerikan askeri getirildiğinde Sezer’in çektiği 3
gizli kare arasından çıkmış. Ertesi gün Irak’taki
• Edebiyat, müzik, drama ve gazetecilik gibi alanlarda Amerikan işgalinin birici yıl dönümü haberlerini
verilen ödülleri almak için ilginç kriterler var. gözden geçiren Sezer, 1yıl önce­1yıl sonra
Gazetecilik alanında herkes ödüle aday olabiliyor, fotoğraflarına bakarken Saddam’ın yıkılan heykelinin
ancak haberin veya resmin Amerikan basınında yer fotoğraflarının yanında kendi karelerini bulmuş. Daha
almiş olması gerekiyor. Edebiyat ,drama ve muzik fazla söze gerek yok, Murad Sezer diyor ki:
alanlarında ise sadece Amerikan vatandaşları aday
olabiliyor. Amma ve lakin, tarih alanında herkes aday
olabiliyor eğer konu Amerikan tarihiyle alakalı ise!
• Ernest Hemingway, John Steinbeck, John F. Kennedy
ve William Faulkner, Pulitzer almış ünlü isimler.
• Aday olabilmek için 50 dolarlık bir katılım ücreti
alınıyor ve kişinin aday olduğu dalın spesifik katılım
dallarından birine uyması bekleniyor. Bununla
beraber, adayların değerlendirilmesinde net bir kriter
yok. Herşey ödülü verecek jüriye bırakılıyor. Doğal
olarak her yıl her dalda ödül de verilmiyor.
Gördüğümüz gibi çok katı bir sistemi yok aslında
Pulitzer’ün.
• Ödülü alan bir kişi, grup veya bir gazetenin
çalışanları olabilir. 21 kategoride verilen ödül, 10.000
dolar ve de bir sertifikadan oluşuyor. Ayrıca,
gazeteciliğin ‘’public service’’ alanında,ödül bir Gerçek sanat Pulitzer ile ölçülebilir mi?

53
gazeteye veriliyor ve altın madalya da ödüle dahil.
• Pulitzer ‘’ Pull­it­sir’’ şeklinde okunuyor. Sona yaklaşırken eleştirel bakış açılarına da değinmek
istiyorum.Genel olrark ödül sadece Amerikan
Pulitzer Almış Bir Türk vatandaşları veya Amerika ile ilgili meselelere dair
verildiği için eleştiriliyor. Buna ek olarak internette
gezerken Seth Godin adlı bir blog yazarının
görüşlerine yer vermek istiyorum. Kendisi bu ödülün­
her ne kadar belirli bir kriteri yok dense de­ aynı tıp
romanlar veya filmler ortaya çıkardığını, bunun sanat
olup olmadığını ve sanatçıların asıl yapmak
istediklernin bu ödülü almak mı yoksa gerçek sanat
eserleri üretmek mi olduğunu sorguluyor.

Pulitzer, dünyaya mal olmuş, gazetecilik anlayışını


modernize etmiş bir nevi geçtiğimiz 93 yılın­özellikle
Amerikan tarihi tabii­ özetini çıkarmış olan bir
Bahsetmiş olduğum şartlar altında herkes gazetecilik ödüldür. Çarpıcı haberlerde, kült filmlerde, çok satan
alanında ödül alabildiği için araştırmam sırasında bir romanlarda veya Amerikan başkanlarında onun izine
Türk’ün de Pulitzer almış olduğunu fark ettim. Murad rastlamamız mümkün. Bu yazıyı okuduktan sonra
Sezer ,1997­2009 yılları arasında Associated Press’te Pulitzer için internette şöyle bir gezinmenizi
savaş muhabirliği yapmış. Kosova, İsrail­Filistin, öneririm, tabii bahsettigim bilimum eleştirileri de
Afganistan ve Irak görev yapmış olduğu yerler. Ödül aklınızda bulundurarak!
getiren fotoğrafını ise 8 Nisan 2004’te Irak­Felluce’ de
çekmiş. Sunni direnişin sembolü olan ve yoğun
Amerikan işgaline maruz kalan bu şehirde Sezer’in
fotoğraf çekmesi özellikle Amerikan askerlerince pek
hoş karşılanmamış, fakat ödüllü fotoğraf birliğe yaralı
Erasmus'tan Mektup Var

“Kültür şoku grafiği” size ne ifade eder? Yeni bir ülkeye


gittiğiniz ve tüm seyahat süresinin bitiminde kendi ülkenizin
şartlarına tekrar alışma sürecinin aşamalarını gösteren bu grafiği
bize İngiltere’deki geldiğimiz günün sabahı gösterdiler. Grafikte yeni
gelinen ülkeyle ilgili tüm o pozitif hisleri keskin bir düşüşle yaşanan “şok” takip eder.
Uzmanların söyledikleri şudur; istisnasız herkes, fark etmese bile bir noktada bu şoku
yaşayacaktır. Benim bu 2. aşamaya geçmem uzun sürmek bir yana, olabildiğince keskindi.
Koskoca kampusun tüm lavabolarındaki sıcak su ve soğuk suyun ayrı çeşmelerden
çıktığını ve iki suyu birbiriyle karıştırıp ılıtmanın imkansız olduğunu fark etmemle kendimi
o eğrinin dibinde buldum. “Ee şimdi nasıl yapacağız bunu?” sorusu ve çeşme gerçeği
şoku Keele Üniversitesi’ne bu sene giriş yapmış 77 uluslararası öğrencinin istisnasız ilk
kültür şoku olduğuna dair istatistikler mevcut.

1949 yılında Newcastle­under­Lyme’de


kurulmuş bir kampus üniversitesi Keele.
Ormanlar, göllerin ve 16. Yüzyıldan kalma
idari binaların içerisinde yağmuru eksik
olmayan bir kampus burası. Buraya
alışamayanların başında gelen Türkler ve
Yunanlılar, tarihi çatışmalarını bırakıp güneşe
özlemlerini birbirleriyle paylaşıyorlar. Bir de
Kıbrıslı buldular mı işte o zaman topluluktaki
Kültür Şoku Grafiği diğer en az altı milletten insan sohbete Fransız
kalmak deyimini yaşıyor. Tüm aklınızdaki o stereo tipleri kenara bırakın zaten. Çünkü
Erasmus’ta içki içmeyen Alman, fast­food sevmeyen Amerikalı, hayatı ferah içinde
olmayan İsveçli, çat pat Fransızcanızı duymaktan zevk duyan Fransız ve hiç de soğuk
olmayan onlarca İngilizle tanışabilirsiniz. Adlarını düzgün söyleyemediğiniz bu
insanlarla hayatınız boyunca süreceğini hissettiğiniz arkadaşlıklar kuracaksınız.

Her şeyden önemlisi, zaman içerisinde ne kadar bulunduğunuz yere ayak


uyduracağınızı fark edecek, Türkiye’de alışık olmadığınız kadar özür dilemeyi
öğreneceksiniz. Tek kişilik, yüksek standartlı odalarınızda sabahlara kadar
arkadaşlarınızı kimseden izin almadan ağırlayabilecek ve her gün yeni yerler, yeni
kültürler keşfedeceksiniz. Yerel halka uyum sağlayıp birbirinize “Hey
Duckie/Duck/Love!” diye selamlayıp “Cheers/ Taa” diyerek teşekkür etmeyi
öğrenceksiniz.

Sonra yürürken ülkenizde bıraktığınız bir arkadaşınıza ya da ailenizden birine çok


benzeyen bir gölge görüp koskocaman bir iç çekme eşliğinde o an itibariyle ne
bulunduğunuz şehre ne de geldiğiniz ülkeye ait olmadığınızı fark edecek ve kendinizi
kayıp hissedeceksiniz. İçerisinde bulunup katkı sağlayabileceğiniz tüm çalışmalarınızı
kilometrelerce uzakta bırakmış olmanın, özlemenin ve bununla başa çıkıp hayatta
kalmayı öğrenmenin yollarını öğreneceksiniz. Erasmus’a hoş geldiniz! Buraya
alıştığınızı fark ettiğiniz anda geri dönme yolunda uçakta olma ihtimaliniz hayli yüksek.
Şaşırmayın. Cheers!!

Deniz Akkuş
Atatürk Bulvarı 127 / Kat: 6­7 Ümitköy Şubesi: Mutlukent Mah.
06640 Bakanlıklar 1964. Sok. 5­A
0(312) 418 79 73 ­ 0(312) 419 03 10 0(312) 235 70 60 ­ 0(312) 235 70 39
Wireless

30 Dk.dan Sonra Yeni Yönetim ve Kadromuzla!


Gelen
Siparişlerden
Ücret Alınmaz

0 (312) 210 00 16­17

You might also like