You are on page 1of 259

John F.

Baddeley _ Rusların Kafkasya'yı İstilası ve Şeyh Şamil


Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.
U
UYARI:
w
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...
Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak
gördüğümüz sitemizdeki
tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine
istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla
ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma
ekran
vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi
formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik
karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için,
hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki
e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç
gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük
esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği
sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin
istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna
aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.
Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin
amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com
web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek
ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi,
bilginin de paylaşıldıkça
pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap
okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve
yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Y
Yaşar MUTLU
İLGİLİ KANUN:
5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE
11" : "ders
kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin
engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa
hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü
bir kişi tek nüsha olarak
ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi
kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri
formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi
bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir
şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve
kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin
b
bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitabı Tarayan ve Düzenleyen
Arkadaşa
çok çok teşekkür ederiz. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet
verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme
engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu
sevinci paylaşabilmek
tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı
tarayıp,
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.
Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu
açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
Not sitemizin birde haber gurubu vardır.
Bu Bir mail Haber Gurubudur. Grupta yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeniz gerekmektedir.
Grubumuza üye olmak için
kitapsevenler-subscribe@googlegroups.com
adresine boş bir mail atın size geri gelen maili aynen yanıtlamanız yeterli
olacaktır.
Grubumuzdan memnun kalmazsanız,
kitapsevenler-unsubscribe@googlegroups.com
adresine boş bir mail gönderip, gelen maili aynen yanıtlayarak üyeliğinizi
sonlandırabilirsiniz.
Daha Fazla Seçenek İçin, grubumuzun ana sayfasını
http://groups.google.com.tr/group/kitapsevenler?hl=tr
Burada ziyaret edebilirsiniz.
saygılarımla.
John F. Baddeley _ Rusların Kafkasya'yı İstilası ve Şeyh Şamil
RUSLARIN KAFKASYA'YI ISTLLASl
ŞEYH ŞAMİJOHN F. BADOELEY

Kayman Yayınları

ŞEYH ŞAMİL
RUSYA'NIN KAFKASYA'YI İSTİLASI
VE ŞEYH ŞAMİL
ÜÇÜNCÜ BASKI
Tel; 513 51
Kayıtan
Vnyıntan
Ticarethane Sok. T.Kuşoğluişhanı No; 41 Daire: 33-34 SULTANAHMET/ıST-
Yazan: JOHN F. BADDELEY
İngiiizceden Tercüme Eden:
Sedat ÖZDEN
«TIH YURDU SAHN-I
S
SEMÂN KİTAPLIĞI Tasnif No; J3*
«ıra
No:
RUSLARIN KAFKASYA'Yi İSTİLASI ve ŞEYH Ş
ŞAMİL
Yazan : J
John F. BADDELEY
İngilizceden çeviren : S
Sedat ÖZDEN
Copyright . . : K
Kayıhan Yayınevi
Üçüncü Baskı : KEREM MATBAASI Nisan 1 995
İstanbul
İÇİNDEKİLER
ŞEKİLLER ÜSTESİ . ." '? 11
Resimler Listesi JJ
Haritalar Listesi 11
ARAKANI - 12,
TAKDİM 13
ÖNSÖZ 15
GİRİŞ ; 19
İLK ÇAĞLARDAN 1829'A KADAR OLAN OLAYLAR
BİRİNCİ BÖLÜM
Rusların Kafkaslara Yaklaşması-İlk İlişkiler-Özgür Kazaklar-Gür-
cistan İle İlk Münasebetler-Yerlilerle İlk Anlaşmazlıklar-Kazak
Kolonileri-Büyük Kazak Hattı'mn Kurulması-Dağ Silsilesini İlk
Ceçiş-Gürcülerin Ruslarla Birleşmesine Yo! Açan Olayların Öze¬
ti 35
İKİNCİ BÖLÜM
1722-1771
Petro'nun Seferi-Derbend'in Îşgali-Petro Moskova'ya Dönü-
yor-Petro'nun Kumandanları Baku'yu Alıyorlar-Rus İlerlemele-
ri-Anne'in Yönetiminde Ruslar Terek'e Çekiltyorlar-Büyük Kate-
rina-Hat'tın Tahkim Edilmesi-Türkiye İle Savaş, Todtleben Dağ¬
ları Aşıyor-Platof Harekatı-Kalmuklann Firarı 52
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1771-1796
Türkiye ile barış-Derbend'tn yeniden işgal edilmesi ve terkedil-
mesi-Hat ilerliyor-Kuban-Nogay Tatarları-S uvarov Nogaylara
boyun eğdiriyor-Kont Potyemkin, Kafkasların ilk Çar naibi-Kolo-
nizasyon-Şeyh Mansur-Çeçen Zaferi-Ormanlardaki Rus faciaia-
rı-Tatartub savaşı-Şeyh Mansur Batı kabilelerine sığınıyor-Türki-
ye ile savaş-Anapa'nın birinci ve ikinci işgal girişimferi-Hermann
Battal Pâşa'yı yenilgiye uğratıyor-Anapa düşüyor-Şeyh Mansur
esir ediliyor-Ölümü-Hat'tın takviye editmesi-Ağa Muhammed'in
Tiflis'i yağmalaması-İran ile savaş-Zubov, Başkomutan tayin
ediliyor *"

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1796-1806
1796 İran seferi-Derbend'İn yeniden işgali-Rus başarı!an-Kateri-
na'nın ölümü-Paul, Terek'in gerisine çekilmeyi emrediyor, fakat
yeniden müdahaleye zorlanıyor-Cürcistan ile işbirtiği-1 .Alexan-
der-Tsitsianof-Kraliçe Marie-Lazaref'in ölümü-Tsitsianof'un poli-
" ı u- mn w,ı snnra Gürcistan yeniden birleşi-
80
BEŞİNCİ BÖLÜM
1806-1816
Derbend'in dördüncü ve son kez almması-Yine Cudoviç-Her iki
tarafın problemleri-Niebolseen'in zaferi-Türkiye ile savaş-Anapa
yine atınıyor-Gudovİç, Ahilkelek ve Erivan önlerinden püskürtü-
(üyor-Poti'nin Ruslar tarafından alınması-!meritya'nın ilhakı-Ht-
rtstiyan halkların bir! eştiril mesi'Ah îlke I ek'in duvarları dibinde Pa~
lucci'nin kazandığı zafer-Rus!arın tehlikeli konumu-Türk ve
İranlıların ortak harekatı-Hareketten bir sonuç elde edilemi-
yor-Kotliarevsky Ahilkelek'i alıyor-Rus felaketleri-General Rte-
estcheff-Türkiye ile banş-Rusya, kazandığı topraklan terkedi-
yor-Kotltarevsky'in Aslandüz'deki zaferi-Lenkoran-tran ile ba-
nş-Rus başarıları 94
ALTINCI BÖtÜM
1816-1817
Yermolov-Daha önceki karİyeri-Politİkası-İran'a gidiş-
Hat'ta 110
YEDİNCİ BÖLÜM
1818
Grozny'in inşası-Velyaminof-İlk kariyeri, politikası ve karakte-
ri-Anılan ve Pasikevİç'in mektubuyla ilgili açıklamalan-Kazaklar-
la Kafkaslılarm karşılaştırtlması-Kafkaslan ilk işgal plan¬
ları 123
SEKİZİNCİ BÖLÜM
1819
Vnezepnaya'nın yapılışı-Karakaytag'daki isyan-Rus yenilgisi-Rus başarıları-Rus
ordusunun mevcudunun arttırılması-Kafkas piya¬de alayının kurulması-Madatoff-
Tabassaran, Karakaytag, Sekin
ve Avarya'nın boyun eğmeleri-Yermolov'un zalimliği-Akuşalıla-
nn yenilmesi 138
DOKUZUNCU BÖLÜM
1820-1825
Gazi Kumuk'un işgal edilmesi-Şirvan yutuluyor-İran ve Türkiye
arasındaki savaş-Karabağ'in işgati-Kabarde/in mahvedilme-
si-Ammalat Bek-Müridizm gelişiyor-Crekof-Çeçen ayakianma-
sı-Bipolat-Amir Hacı Yurt'un yokedilmesi-Gerzel Avul'un kuşa-
tılması-Grekof ve Lissanieviç'in öldürülmesi 148
ONUNCU BÖLÜM
1826-1827
Yermolov, Hat'ta dönüyor-1 .Alexander'in ölümü-İran ile sa¬vaş-Yermotov'un
pasifliği-Paskieviç-Madatof'un Şamhordaki za¬fer i-Yermolov, Kafkasları terkediyor-
Kariyeri ve politikası .. 163
ONBİRİNCİ BÖLÜM
1827-1828
Paskieviç Erivan't kuşatıyor-Nahçıvan'a giriş-Abbas Abad alını-
yor-Aştarak savaşı-Krasovsky-Serdar Abad ahnıyor-Erivan-Teb-
riz-Urmia-Erdebil-Türkmençayı antlaşması-1800'den 1827'ye
kadar Anglo-İran ilişkileri \ 175
ONİKİNCİ BÖLÜM
1828
Türkiye ile savaş-Rusların hedeflerİ-Kars'ın kuşatılması ve ahn-ması-Anapa'nın
düşmesi-Veba-Ahilkelek'in kuşatılması ve alın-ması-Ahıska üzerine yürüyüş-Türk
yardım kuvvetlerinin yenil-
190
mesı
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1828
201
Ahiska'nın kuşatılması-Alınışı-Poti'nin teslimi-Guria'nın işgali-
Paskteviç'in ikinci yıl için sefer planları-Griboyedof'un öldürül-
m
mesi-Türklerin Ahıska'yı geri alma teşebbüsleri
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1829
Ahıska üzerindeki baskı kaldırıtıyor-Hesse'nİn Lİmani'deki başa-nsı-İran ile savaş
tehlikesi-Pasikeviç/in başarılı diplomasisi-Abbas
2. ST
OX) .
cr
ff"
' 3 3 ~£:
r
O
O
3 0: 'J-CrQ = Ç0
2
CD
O
ı
O
2
£
£1
DJ C ^- ~ (^>
OJ fD
3. 3 CT <- 3 3 ^ 3 -- -î T ^ x- ÛJ ~ re >

CD
cre: o S|
c =-
BJ CO Q
o
CD
3 ÛJ 5 O-" £ cr 3
3 İ2.
- C < tu¬rn OJ
O ft» C; 7T O
3 7 C: ~

U)
cn
3"

? O 55 2. 3
1 > ~t 3

fî) ~ EJ <T)
woo
3$
ÛJ £}
2.
3 0) CL3
10
11

YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM
1846
Şamtl'in Kabardey bölgesine girişi-Freitag'ın takibi-Şamil'in planı
başarısızlığa uğruyor-Geri çeRilişi-Şamil Akuşa'ya giriyor-Kutişi'
de yeniliyor-Rus kayıpları 386
YİRMİALTINCI BÖLÜM
1847-1848
Rusların Gergebil'e saldırması-Salti'nin alınışı-Gergebil'in düş-
mesi-Ahti savunması 402
YİRMİYEDİNCİ BÖLÜM
1849-1856
Şamil gücünün zİrvesİnde-Argutinsky Çoh'da yeniliyor-Haci
Murad-O'nun Şura baskını-Hacı Murad'ın Şamil tarafından
Kaytag bölgesine gönderilmesi-Boynak'a yaptığı akın-Şamil'in
şüphelerİ-Hacı Murad'ın ölümüne karar veriliyor-Hacı Murad
Ruslara teslim oluyor've onlardan kaçıyor-Hacı Murad'ın ölü-
mü-Slieptsof'un öldürülmesi-Baryatinsky Sol Kanat kumandanı
oluyor-Ormanların kesilmesi-Baskınlar-Ovalık bölgedeki Çe¬
çenlerin yerlerinden kaldtrıiması-Kırım Savaşı-Küçük Asya (Ana¬
dolu) daki operasyonlar-İran ile savaş tehlİkesi-Gizli antlaş-
ma-Şamil'in Kahetya'yı işgali ve Gürcü prenseslerinin tutsak
alınması-Prenseslerin tutuklulukları-Şamil evde 411
YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM
1857-1859
Baryatinsky Başkumandan ve Çar naibi olarak atanıyor-Miliou-
tine onun kurmay başkanı oluyor-Savaş planlan-1857-1858 se-
ferleri-Aukh ve Salatav bölgeleriyle Argun geçidi ele geçirili-
yor-Burtunay ve Argun'da kaleler geçidi ele geçiriliyor-Burtunay
ve Areun'da kaleler yapılıyor-Vrevsky'in Lezgi Hattı'ndan girişti¬
ği sefer-Onun Ölümü-Nazran'da isyan-Şamil'in şaşırtma hare-
Retlerİ-Miştçenko tarafından yenilmesi,1859-Veden'in alınma-
sı-Üç ordunun yürüyüşü-Çöküş-Şamil'in geri çeki!mesi-Gu-
nib-Son 429
ŞEYH ŞAMİL'İN İLAHİLERİ 454
KAYNAKÇA 458
HARİTALAR 460
RESİMLER LİSTESİ
RESİM
1. ARAKANI (Tipik bir Dağıstan avulu) 12
2. YERMOLOV 114
3. YERMOLOV (Yaşlı hali) 174
4. FELDMAREŞAL PRENS PASİKEVİÇ
VARŞOVA PRENSİ 200
" 5. NAİB SANCAĞINI TAŞIYAN BİR MÜRİD
(Ressamı Theo. Horscheldt'tir) 243
6. GALGAY ÜLKESİNDEKİ SAVAŞ KULELERİ 256
7. GALGAY ÜLKESİNDEKİ LİALAKH AVULU 256
8. GENERAL KLUG VON KLUGENAV 299
9. PRENS VORONTSOV , 361
10. TODTLEBEN 410
11. HACI MURAD 414
12. GENERAL KONT YEVDOKİMOV 440
13. İMAM ŞAMİL'İN CUNİB'DE TESLİM OLUŞU
25 Ağustos 1859 451
14. İMAM ŞAMİL (yaşlı hali) ' 452
HARİTALAR ÜSTESİ
HARİTA
1. AHULGOH 34
2. VORONTSOV'UN 10.000 KİŞİLİK ORDUSUNUN
1845'DE GERİ ÇEKİLİRKEN İZLEDİĞİ YOL 385
3. ŞAMİL'İN VE ONU TAKİB EDEN RUSLARIN
1846'DAKABARDEY'DE İZLEDİKLERİ YOL 394
4. 19. YÜZYILDA DAĞISTAN'IN ETNOGRAFİK YAPİSİ VE
KAFKASYA 460
5. DAĞISTAN VE ÇEÇENİSTAN'DA SAVAŞ AWNI .. 461

ARAKANİ
TAKDİM
İmam Şamil ve Kafkasya isimleri, Türkiye'de hemen hemen hiç kimseye yabancı
gelmemesine rağmen gerçek anlamları ve tarihte yüklendikleri işlev bakımından tam
olarak bilinememektedirler.
Bilindiği gibi 18. yy.daki Sanayi Devrimi'nin ardından Batılı Ül¬keler,
endüstrilerine hammadde sağlamak amacıyla bütün dünyayı yağmalamaya girişmişler ve
bu arada Rusya da, henüz tam batılı sa¬yılmamasına rağmen bu yağmaya katılmıştır.
İngiltere ile açık-gizli bir çok rekabete girişen Rusya'nın hedefi/Türkiye, İran ve
Kafkasya olmuştur.
Tarihteki bütün İstilalardan kurtulmayı başarmış olan Kafkasya, bu yeni paylaşım
savaşında, kendi isteğinin dışında, Ruslarla Osman¬lılar arasındaki savaş ve
çekişmelerin alanı olmuştur. Osmanlı ve İran topraklarını yutmak İsteyen Rusya,
onlardan önce kendisine geçit vermeden uzanan Kafkasları dize getirmek zorunda
kalmıştır. Müs¬lüman Çerkesler de, Dînî inanışları yüzünden sempati, duydukları
Osmanlıları Ruslara karşı genelde desteklemişlerdir. Fakat kendilerine aynı şekilde
karşılık verildiği söylenemez.
Tek başına bütün Avrupa'yı Napolyon'dan kurtarmış olmakla övünen Rusya, korkunç
insan gücü potansiyeliyle korkunç bir şekilde Kafkaslara yöneldi. Kendi aralarında
küçük hanlıklar, köyler halinde yaşayan Dağlılar ise Şarnil'in idaresi altında
Şeriat yönetimini kabul¬lenerek Ruslara direndiler.
İşte bu aşamadan sonra Şamil'in gerçek kişiliği farklı olarak su¬nulmaktadır.
Türkiye'de onun hakkında yapılmış tutarlı çalışmalar çok azdır. Ve Şamil, sadece
Ruslara karşı savaşmış bir kahraman ola¬rak anlatılır.
Burada asıl önemli olan, Şamil'den ziyade; O'nu ve Ondan ön¬ceki İmamları
hazırlayan ortam; insanlar ve onların inançları, yaşa-

*" s? =;?
O C 3
~ Ç_ ÛJ
5T c SL 2
3 °-
Is
CL ÛJ
ÛJ C C ^3 3
7T 3 3
3°2- P-
ÛJ 7İ
35
SrnT
îf
ÛJ Û>
=- 2 CO
N O3 =>
** 2.
o sr
3 -*
a ÛJ
7
§"§"
* 3
O 37-
ÖT
9- 2.
< İs
(B ÛJ
ÛJ CL
^ O O" Ş2.
fD 3 S2. ?T
- C:
o -<
Oft
5Tİ
t N £-
£?. fl) Û)
2. S- w
sr " a
^3 O $ ^ S" g. ,
S fl °" - °
=r 57 3
"S- aT cr rt> cr ÛJ
ro* 3
İT 5"
ÛJ 7^
9- 3- n>
cr
3. ö
- fl) 3-
3 £"
0 3"
QJ
o 5_ w' cr'
N Ö". 2_
5 3 g-
CL D 3
3 3
5Ü *< 2. m ?r
(D 3 û) 2. C
3 57
ÛJ i
O 3 7s- 7T
3 İ' 3 g
O"
* J (D
3. "-< =T
3 Si ~
c~
fU ÛJ
CL
Q. CD
ÛJ 2_
=- 3
Cro
Q.
CL -t \A
00
Cİ <
3
fü *< 7T
33
C
CL ÛJ
2 Cro
O 9- <*%
tu di -
ot ŞT.
3 gj =j
a. 9-
3. 3 12 9- =:
?< O: 2 ÛJ
D) a; i CL"
D "ö C: ÛJ 7~
Crq<
2 6=
Sİ. 3-fl) £U 2. N
§-£~ »İ. 03
3 3 p_ =;?
iT) ^J: n^
C
Cro 2

O O
2_ 7T ÛJ
?? £o
r* fl) ÛI Q.
3 û)
CT -*
^N
CO Lt!
qo.Tr -yi ^
A T 3 ^
^ 3_ ÛJ
ÛJ Cm
5 3. 2
ai fl) rT
ÛJ
Q. fl)
O
ÛJ
3 fD
3 era
?
2
! * --s f i
1> -i ÛJ 3 3 C;
Q- 3 *< =ı Z. İ2-- U OI (t w C:
fl) -j
2. 3 N" "a
3 3 T 3 5T 3
>
^ O
3 Û)
9
S_ U/ r-. <n 2
57 Cr y.
3- 3" * ^
3 s:
~ 12 <
_ 3. CU
Cro
"Ü' Cr
cr =
3 Ocra
5 3

3 --
FIl-Si
flT 9: < ca w
C: N O
a. m a.

?^ * * ^3 İ^* ~- ^T~ C" ( -- irfft ?* n


/t\ ^^
-' 3 « rr-
i=: -* C CL
ÛJ 2
Cr
3 3
JB JSt O x= ÛJ
3 5.
cra
3 =- ÛJ rjTQf
ÛJ ;=r ^ CTQ ÛJ tş
O.
cro< ~ 2* 3
3 < £L =" çr
3 3=-
fij ü
2. CL fl)
Cro<
cr
C CL ^.ü = "
İT" D
92
2. cr
H. cr 2
^ A. CLCTO -< < i. - (t it B) fl) = ÛJ o 2 3
K^ 3
12 OJ O 3 ÛJ
3 ü.
_ CL ru
o- =-
ro 92.
£? -~ =f &J rF CL
ÛJ cr -._. 3 <. ûi cr * =L
CL X-
35
- ^ âTfT
CL
°S. 3. 3. o =- 7f ^ ÛJ
&2.İ
02r 3 3
p1 ÛJ ~ 3" o
£^ & û, on
o "îg 6> ÛJ O:
ÛJ S 7T -t 3
CL 9- 3
2. 3 cT
ÛJ
O 3.
3
C: 5'92f
fD fl) 2
CL S.
o 27
._ , ÇL O
3 < Ü İ.
& Cr
«? CL & 3
ÛJ 7T -1
3^flS
S" < 3 g ^Ş
3 ~- 2.
^- X û. 3 7T CL C =-ÛJ O < ÛJ
O ÛJ
ÛJ Cro w
2* 3 5' 9- 3-
o _
O Ü,
C- d. O~-< 2 £U 2
N O
fl) 3 Cra<
O O. 3_ 2_v<.
' ÛJ O - - -?-
o* |-^ i? 3 a flT
S 3*
r?-£^
< Z?
3-
ÛJ =? =; w ÛJ 3
m o. 3
3 fD _2' ÛJ ÛJ
O:
~< w -x- 3.
- E? Ş f t
o 5 ti
2 ÛJ fl) £ 3 _=İ
Q-Q
3- 3
cr 3* N r<"
3 5İ 2. d: flJ 3
S Û. =; ~
3 2. P
2 ŞİÛJ 3 ^L K- S £ 5r 3. o.
3 rc
ÛJ N
İS- T- ÛJ
fD < O_ Cf g ~* flj T" C
O
00
16
Kafkasların işgal tarihi olmamasına karşın, yine de, geniş Kafkas lite¬ratüründe
çeşitli savaşlarla İlgili olarak çok zengin bilgiler elde ettim. Tuğgeneral
Doubrovin'İn büyük çalışması(1) 1827 yılındaki olaylarla sona ererken, General
Potto'nun geniş kapsamlı ve şu anda yayın¬lanmak üzere olan eseri de(2> 1829 Türk
savaşlarıyla bitmektedir. Bu yüzden her iki eserde de Mürid savaşlarına yeteri
kadar değinilme¬mektedir. 1860 yılında basılan Albay Romanovsky'in ders notları,
Şa-mil'in bütün zamanını kapsamakla birlikte bu konuda âdil olarak ka¬rar
verilemeyecek kadar kısa tutulmuştur. Rusçanın dışında, Özellikle İngilizce, bu
konuyla ilgili olarak bölük pörçük çok az eser bulabil¬dim. Savaşın belli
safhaiarındaki gelişmelerle İlgili bu eserler de, ge¬nellikle yanlışlıklar ve
şartlanmalarla doluydu.
Bu şartlar altında; Rusların Kafkasya'yı işgal tarihinin İngiliz oku¬yucularının
dikkatini çekeceğini düşündüm. Tabii kî, yazar, askerî ko¬nularla ilgili her türlü
uzmanlığı reddederek bu konuda çıkarılacak sonuçları, bu işi daha iyi bilenlere
bırakmaktadır. Kamuoyuna sundu¬ğum bu kitabın, gerçekleri kavrayabildiğim oranda
peşin hükümsüz ve dengeli olarak ele aldığım konuları doğru olarak yansıttığını
umu¬yorum.
Daha detaylı olarak kaynaklarına inemediğim olayların geçtiği dönemlerle ilgili
konularda yukarıda adı geçen yazarların eserlerine baş vurdum. Bununla beraber,
esas kaynağımı, Kafkas Arkeoloji Ko¬misyonu tarafından yayınlanan çok geniş
dokümanlardan topladığım bol miktardaki yazılar oluşturmuştur*31. Bu eser,
yazılarımda "Akti" olarak belirtilmiştir. İkinci önemli kaynağım, 20 ciltten oluşan
Kav-kazsky Sbornik dergisiydi. Grandük misel tarafından derlenerek ya¬yınlanan bu
eser, çok düzensiz bir şekilde, değişik kimseler tarafım . dan kaleme alınan
savaşla ilgili makalelerden oluşmasına rağmen eş¬siz bir kaynaktır/41 Kullanılan
diğer kaynaklar, Özellikle değinmeyi gerektirmemektedir. Fakat Profesör
Miansarofun "Bibliographia
(D
İstoria voinee vladeetchestva rousskikh na Kavkazye, St.
Petersburg,
1871-1880,6 cilt.
(2) Kavkazskayavoiııâ, St.Petersburg, 1887-97,4 cilt, dörder bölüm,
(3) Akti Sobranniye Kavkazskoyou arkheografeetcheskoyou Kommİssieyou, 13
cilt, Tiflis (Çeşitli tarihler)
(4) Kavkazsky Sbornik, 20 cilt, Tiflis, 1876-1899.
17
Caucasica et Transcaucasica"^ adlı çalışmasına bir göz atıldığında hayranlık
verici, Kafkasya ile ilgili çok zengin bir literatüre sahip ol¬duğu ve İngiliz
yazarların bu konuya ne kadar az katkıda bulunduk¬ları görülür. Bununla beraber
İngilizlerin kutlayacakları bir olay da, Elbruz ve Kazbek'in zirvelerine ilk
çıkanların kendi vatandaşları ol¬masıdır. İngilizlerin gelecek kuşakları, Hazar
denizi ile Kara Deniz arasında başka bir geniş "Avrupa'nın oyun alanı"
bulduklarında Freshfield'in(6), Grove'in(7) ve Mummery'in(8> kitablarını
okuyacak¬lardır.
Rusların Türklerle ve İranlılarla yaptıkları savaşlardan ayrı olarak özellikle
Kafkas kabilelerinin Ruslarla yaptıkları çarpışmalarla ilgili eser veren İngiliz
yazarları, sadece Be!l(9> ve Longworth'dır(10\ Bu eserde, hemen hemen Doğu
Kafkasya'da ki mücadeleyle aynı za¬manda başlayarak ondan daha uzun süre, 1864'e
kadar devam eden Batı Kafkasya'daki mücadeleye neden çok az değindiğimi kısaca
açıklamak istiyorum.
Albay Romanovsky'in de, ortaya koyduğu gibi, Batı'daki bu mü¬cadele, Rusya İçin hiç
bir zaman Doğu'da Çeçenistan ve Dağıstan'da sürdürüleni kadar Önemli olmamıştır. Ve
"30"larda olduğu gibi, Rus¬ya, bütün dikkatini Doğu'da yoğunlaştırdığında bu hata
ona çok pa¬halıya mal olmuştur. Bununla birlikte, Balı kabileleri, Şamü'in Doğu
Kafkasya'da gerçekleştirdiği gibi bir birleşme meydana getirememiş¬ler ve gerçekten
büyük bir lider çıkaramamışlardır. Buradaki savaş, düzensiz olarak dağınık bir
şekilde sürdürülüyordu. Tamamen ba¬ğımsız bir savaş olan bu olayların kronolojik
sırasını vermek, çalışma¬larımın bütünlüğünü bozacaktı. Buradaki gelişmeleri,
Gunib'deki
(5) St.Petersbuıg, 1074-7&, 1 cilt.
(6) "TheCentralCaııcasıısandBashan'tOrtaKafkaslarveSaşhan), Londra, 1869,
1 cilt. "The exploration of the Caucasus" (Kafkasya'nın keşfi), Londra, 1902, 2
ciit.
(7) "The Frosty Caucasus" (Soğuk Kafkaslar), Londra, 1875, 1 cilt.
(8) "My climbs in the Alps and Caucasus" (Alplere ve Kafkaslara tırmanışlarım),
Londra, 1895, 1 cilt.
(9) "journal of a Residence in Circassia during the years 1837-39" O837-39yılla-
rında Çerkezistan'da bir kalışın öyküsü), 2 c, Londra, 1840.
(10) "A year among the Circassians" (Çerkesler arısında bir yıl), 2 ciit, Londra,
1840.
19
18
dramatik sondan sonra tek başına ele almak da, zirveye ulaşıp da
tekrar inmek riskine sebep olabilirdi.
Bu yüzden bu eserde, en kısa ve gerekli referansların dışında bu konu ile ilgili
olarak yapılan bütün çalışmaları atlamaya karar ver¬dim. Yine de buradaki
mücadelenin de çok şiddetli geçtiği ve Doğu' daki mücadeleden 5 yıl daha fazla
sürdüğü unutulmamalıdır.
Sonuç olarak yakın dostlarım Albay Ernest Pemberton ve Cecil Floersheim'e çok
yararlı tavsiyeleri ve bayan Tyrrel Lewis'e de çok güzel çizdiği Şamil'in portresi
için şükranlarımı sunarım/11J
Sistem'e göre
Aksi belirtilmediği takdirde bütün tarihler Eski alınmıştır.
Yeni Sİstem'e göre 12 gün geride olmaktadır.
. GİRİŞ '
Kafkasya veya Kafkas Dağları adı, Eschylus ve Heredot zama¬nından beri
kullanılmaktadır. Önceleri Hazar Denizi ile Kara Deniz arasındaki berzahda, batı
kuzey batı yönünden doğu-güney doğu yönüne uzanan dağ zincirini tanımlamak için
kullanılan bu isim, bu gün, Astrahan eyaletinin güneyi ve Don'dan başlayarak Türk
ve İran sınırlarına kadar uzanan toprakları içine alan ülkeye verilmektedir.
Böylesine değişik ve geniş bir ülkeyi özet olarak olsa da tasvir etmeye kalkışmak,
kısa bir bölümün sınırlan içinde imkansızdır. Hat¬ta bîr cilt dolduracak kadar bir
çalışma da, bu konuda çok yetersiz olacaktır. Aşağıdaki sayfalarda, sadece,
okuyucuya Kafkasya, onun insanları ve Rusların işgali sırasında karşılaşılan
problemler hakkında bir fikir verilmesi amacı güdülmüştür.
Kafkasya, esas İtibarıyla dağlık bir ülkedir. Kafkas halklarının büyük çoğunluğu
da, Rion ve Kura ırmağının vadilerinde yaşayan Hı¬ristiyan halkları saymazsak,
genellikle dağlık bölgelerde yaşarlar. Bü¬yük bir yükseltiye sahip olan merkezî dağ
zinciri, diğer bütün fiziksel özellikleri de etkileyerek nüfusun yapışının
oluşmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Kafkaslılar, bu dağlara, sadece
herkesten değişik olan karakteristik Özelliklerini değil, fakat bu günkü
varlıklarını da borçlu¬durlar. Fazla bir abartmaya kaçmadan şunu söyleyebiliriz:
Dağlar, in¬sanları şekillendirirken onlar da, ateşli bir cesaret ve enerjiyle bu
çok sevdikleri ve onun erişilmez yerlerinde tehlikeye karşı koyabildikleri dağları
için dövüşerek borçlarını ödediler. Fakat, buna rağmen, her yerde bir çelişki
karşımıza çıkar ve güçlülükle zayıflığın el ele olduğu¬nu görürüz. Kendilerini
düşmanlarına karşı koruyan engebeli ve yük¬sek dağlar, dik ve derin vadiler ve ilk
çağlardan kalan gür ormanlar,
20
aynı zamanda Kafkaslıların birleşmelerini önledi. Bu birleşme olma¬dan da, Kafkas
kabileleri, uzun vadede Rusların korkunç gücüne bo¬yun eğmek zorundaydı.
Bir zamanlar "Kafkas" adının sınırlı olarak tanımladığı dağ zinci¬ri, 650 mil (1000
km kadar) uzunluğundadır. Fakat esas dağlık bölge¬nin uzunluğu 400 mil kadardır.
Fakat 150 mil kadar süren eteklen, Hazar kıyısına kadar, Baku yakınlarına uzanırken
aynı şekilde Kara Deniz kıyılarındaki Novorosseeks'e kadar 100 mil uzunluğundaki
etekleri yayılmaktadır. (Freshfield, c.1, s.27) Dağ zincirinin genişliği, önemli
miktarlarda değişiklik göstermektedir. Tam orta yerde, konik yükseltilerin olduğu
yerlerde çok daralan zincirin kabaca genişliği, 100 mil civarındadır. (170 km)
Kafkasya'ya sahip olmak için sürdürülen bu uzun mücadelenin safhalarına, pek
bilinmeyen sebeplerle, savaş alanı olarak görülen üçlü bir bölüntü vardır.
Elbruz'un yakınlarından başlayarak Kara De¬niz kıyılarına kadar uzanan ormanlık
bölgede dağlar, 3200 m'den deniz seviyesine alçalırlar. Burada yaşayan Adigeler ve
diğer kabile¬lerin hepsine birden "Çerkeş" adı verilmektedir. Çerkesler, kuzeyden
gelen işgalciye karşı, dağınık bir şekilde, 1864 yılına kadar çok şid¬detli bir
direnme gösterdiler. Doğu'da, ormanlarla kaplı tepelerde ve çorak dağ platolarında
yaşayan bir çok Dağıstan kabileleri, Ruslara karşı hemen hemen aynı uzunlukta çok
daha geniş kapsamlı ve şid¬detli mücadelelerde bulundular. Bu iki bölgenin arasında
dağlar, en yüksek değerlere erişmekte ve özellikle 100 millik bir uzantı boyunca
3200 m'nin aşağısında bir geçit yerine rastlanmazken 400 mil'lik me¬safe boyunca da
çok az geçit bulunmaktadır. Gürcü askerî yolunun batısında yaşayan Osetler,
Kabardeyler ve Tatar kabileleri ile yolun doğusunda yaşayan inguşlar, Galgaylar,
Kevsurlarve Pşavlar, yapıla¬rı gereğince devamlı olarak bir yağma hayatı
sürdürdüler ve birden fazla kereler Ruslara karşı ayaklandılar. Fakat bu kabileler,
genelde Rus egemenliğini kabul ettiler ve Ruslara çok az sorun çıkardılar. Böylece,
iki ana savaş alanı, birbirlerinden ayrılmış bulunuyordu. Aralarında kuzeyi güneye
bağlayan tek yolun geçtiği büyük bir ayrılık vardı. Şamil'in 1846 yılında giriştiği
umutsuz atılıma rağmen bu açık¬lık hiç bir zaman doldurulamamıştır. Kafkasların
işgal edilmesinde bu durumun önemi çok büyüktür.
21
Dağ zincirinin güney tarafında ise, çeşitli Cürcü kabileleri yaşa¬maktaydı.
Kendilerini korumak bahanesiyle İlk defa dağlan aşan Rus¬lara sık sık isyan
etmelerine rağmen, bundan dolayı Çar'a bağlı kal¬mışlardır, onların güneyinde de,
doğuda, İran'a bağlı yarı bağımsız Müslüman Hanlıklar; batıda ise Türkiye'nin yan
bağımsız Paşalıkları bulunmaktaydı.
Kafkaslara tamamen boyun eğdirmek için Rusya'nın bundan sonra yapacakları açıktı:
Batı'da, Türkiye'den yardım bekleyen Çer-keşleri ve Doğu'da da Dağıstan ile
Çeçenistan'ı yola getirirken Trans-kafkasya'da da Gürcü kabileleri birleştirilerek
Türklere ve Acemlere -karşı kuvvetlendirilip savunulurken bu iki ülke aleyhine
kendi sınırla¬rı genişletilip emniyete alınacaktı. Bu amaçlara nasıl ulaşıldığı, bu
ki¬tabın konusunu oluşturmaktadır. Kafkasların gerilerinde yapılan Türk-Rus
savaşları, ancak ikinci dereceden bir etkide bulunmuşlar ve özellikle savaş
zamanında buralarda kuvvetli Türk birlikleri tutularak Rusya'nın Avrupa'daki yükü
azaltılmıştır.
Kafkasların ele geçirilmesi için, kabaca bir varsayımla, Dağlılara karşı devamlı
olarak 60 yıl boyunca savaşılmış ve daha uzun zaman¬lar boyunca da Türklere ve
İranlılara karşı savaşlar verilmiştir. Eğer Transkafkasya'yı da bir mücadele alanı
olarak ele alırsak, üç değişik yerde sürdürülen mücadele, pratik olarak
birbirlerinden tamamen ayrı bulunuyordu. Fakat yine de İran, Dağıstan ile
ilişkilerini sürdü¬rürken Türkiye de, Batı'daki kabileleri destekliyordu. Girişte
de sözü I edildiği gibi bu kitapta Batı'daki kabilelerin savaşlarına çok az
değini¬lecektir. Türkiye ve İran sınırları da çok iyi bilinen şeyler olduğundan
biz, sadece Mürid Savaşlarını ve bunların geçtiği yerleri ayrıntıN ola¬rak
araştıracağız ve Dağıstan ile Çeçenistan halklarını inceleyeceğiz. Fakat buna
başlamadan önce Kafkas halklarının kökeni ve onların yapıları hakkında genel bir
bilgi vermek için bir kaç kelime söylemek gerekiyor. Bu, aslında bir zamanların en
hayranlık verici ve en çö¬zümlemesi zor problemidir.
Strobo'nun kitabında çok iyi bilinen bir pasajda, şimdiki Sohum Kale veya onun
yakınlarındaki bir yerde kurulmuş olan Dioscurias'ın çeşitli dillei konuşan
insanlar tarafından ziyaret edildiği anlatılmakta¬dır. Strabo, bu dillerin sayısını
yetmiş olarak verirken Pliny, Timoste-nes'den aktardıklarında bu dillerin sayısının
300 kadar olduğunu be-
22
lirtmekte ve şöyle demektedir; "Sonraları, biz Romalılar, oradaki işle¬rimizi 130
tercüman eşliğinde sürdürmek zorundaydık." Ve Et-Aziz, Doğu Kafkasya'ya "Diller
Dağı" anlamına gelen "Cebel es-sine" adını vermiştir. Çünkü Aziz'e göre, Doğu
Kafkasya'da yaşayan insanlar 300 ayrı dil konuşmaktadırlar. Bu rakamlarda,
doğuluların hayal güç¬lerinin zenginliğinden kaynaklanan etkilerin payını düşünsek
bile da¬ha temkinli Avrupalı yazarların da, verdikleri rakam kırk'ın altına
düşmemektedir. Yalnızca Dağıstan'da konuşulan bu dillerin büyük çoğunluğu da, yapı
bakımından birbirlerinden tamamen farklı özel¬liktedirler. Fakat son yıllarda
yapılan çalışmalar, filoloji alanına yeni boyutlar getirmiştir. F.Müller'e göre
Kafkasya'daki dillerin çoğunlu¬ğu, üç ana gruptan oluşan bağımsız bir dil
ailesinden gelmektedir. Bunlar; Kartvel, Batı Kafkasya ve Doğu Kafkasya dilleridir.
Hepsi de bir ortak kökten gelmelerine rağmen, bir kaynaktan gelerek daha sonraları
bir çok .dallara ayrılan Hamit-Semitik diller gibi, zamanın aşaması süresince
farklı yapılar kazanmışlardır. Bu yolla Gürcü dili ve buna akraba Kartvel clili,
Semitîk dillere karşılık gelirken Dağ kabile¬lerinin dilleri de, Hamitik
diyalektiklere karşılık gelmektedir. Bu sonuç¬lara, karşılaştırmalı metodlar
sonunda ulaşılabilir. Bütün bu söylenen¬lere rağmen, Kafkas dilleri hakkında henüz
son söz söylenmedi. Kaf¬kaslar, dünyanın başka hiç bir yerinde görülemeyen bir
şekilde çok sayıdaki kabilelerinden, ırklardan ve insanlardan oluşmaktadır ve
bunlar, çok çeşitli diller kullanmaktadırlar. General Komarov'un da belirttiği gibi
onların yaşadıkları yerlerin yüksekliği arttıkça grupların sayıları azalmakta buna
karşılık konuşulan düler arasındaki linguistik yapı, daha keskin bir farklılık
kazanmaktadır.
Şamil'in söylediğine göre Büyük İskender, Dağıstan toprağına ve İkliminin
sertliğine fazla bir hoşgörü besîeyemediğinclen burayı, tüm dünyadaki bölgelerden
yolladığı mücrimlerle doldurmuştur. Ye¬nilgisinin sebeplerini, düşmanın gücünden
çok, kendi insanlarının olumsuzluklarında arayan bu lider, halkın bazı kötü
alışkanlıklarının sebebini bu kötü geçmişe bağlamaktadır. Fakat biz, Büyük
İskender' in kafkasya'ya yüzlerce kilometreden fazla yaklaşmadığını biliyoruz. Kara
Deniz ile Hazar Denizi arasında uzanan Kafkaslar, tarih boyun¬ca, ülkeleri işgal
edilen mültecilerin sığınak yeri olmuştur. Daha sonra bu işgalciler de, kuzey ve
güneyden gelen istila akınlarına dayana-
23
mayarak işgal edilen duruma düşerek bu sefer onlar da, Kafkaslara sığınmışlardır.
Dünyanın birçok bölgesinden gelen insanların, buraya sığınmaları, tamamen
Kafkasların coğrafi konumu ve fiziksel yapısın¬dan kaynaklanmaktadır. İstilalara
uğrayan bura halkı, savunmanın daha kolay olduğu ve kendilerinin daha zor
izlenebildiği dağlara sığı¬narak daha önce buralara gelmiş olanlara katılarak
onlara karışıp ya¬şamlarını sürdürmüşlerdir. Bunu başaramayanlar ise dünyadaki'mil-
letler arasından silinerek tarih sahnesinden yok olmuşlardır. Yaşam¬larını
sürdürebilenler de, bir çok konularda hususiyetlerini devam et¬tirerek görünüş, dil
ve gelenekler ile inanışlar arasında bir çok deği¬şiklikler gösteren farklı ve daha
çok sayıda klanlara ve kabilelere ? bölünmüşlerdir. Eğer bu durumun asıl
sebebinin dağlar olduğunu söylersek, Humboldt'ın Brezilya düzlüklerindekî yoğun
ormanlar yü¬zünden benzer durumların ortaya çıktığını söylemesi, bizi Kafkasya'
daki durumun o kadar hayret verici olmadığı sonucuna götürecektir.
Çok eski çağlarda ve şüphesiz ki, uzun yıllar Önce Kafkasların . ovalık
bölgelerinde askerî birlikler kaynaşırken bu dağlar, tarih sah¬nesinden silinmiş
bir çok ırklara sığınak yeri olmuşlardır. Mısırlılar, Medler, Alanlar ve İskitler;
Grekler, Romalılar, İranlılar ve Arablar; Moğollar, Türkler, Tatarlar ve Slavlar,
bütün bu ırklar, bir birferi ar¬dınca ve bir çok defalar, sinirli bir şekilde
kıyıya vuran dalgalar gibi, Kafkasları süpürüp geçtiler. Fakat işin ilginç yanı;
bütün bu milletler veya bir kısmı, Kafkaslılann oluşumunda bir takım etkilerde
bulun-muşlarsa da, günümüzde bulunan filolojik bulgulara göre (en azın¬dan Uslar'ın
düşüncesine göre) Kafkas halkların kökeni, bu ırklardan hiç birisinden gelmemekte,
fakat tarih öncesi çağlarda Asya İle Avru¬pa arasındaki geniş düzlüklerde yaşayan
artık her tarafta kaybolmuş olan bir ırktan geldiğini ortaya koymaktadır.
Şimdi özelde Dağıstan'a dönersek; bu ülkenin dar bir sahil boyu ve yüksek bir
platodan oluştuğunu görürüz. Bu yüksek platoda ır¬maklar, yüzlerce metre
derinliklerden kendilerine yollar açarak akar¬ken güneyden ve batıdan uzanan
dağlar, bir çok yerde 4000 rn'den fazla yükseklikleriyle uzanırlar.
Dağıstan ismi, ilk önceleri, Hazar Denizi, ana dağ silsilesi ve An-di zinciri
arasında kalan ve Sulak nehrini izleyerek Terek'in ağzına aogru kuzeye hafif bir
şekilde yönelen üçgenin içinde kalan bölgeye
24
veriliyordu. Şimdiki Dağıstan ismi, hemen hemen eski Dağıstan ile aynı yerler olan
Rus eyaletine verilirken ayrıntılarda bir takım farklı¬lıklar olmasına rağmen en
önemli farklılık; güney-doğu sınırının Aşa¬ğı Samur hattını İzleyerek üçgen yerine
oldukça düzgün bir dörtgen oluşturmasıdır. Bu dörtgen, en büyük boyutlarına
ulaştığı güney-do¬ğu sınırına doğru biraz daralmaktadır.
Kafkas dağların bu kadar olağanüstü bir kompleks yapıda ol¬maları, jeologlar
tarafından, bu dağların, yer kabuğunun iki hareke- ? tiyle oluştuğu söylenerek
açıklanmaktadırlar. Birinci hareket, ku-zey-batıdan güney-doğu yönünde başlayarak
ana dağ zincirini ve iki su havzasını oluşturmuştur. Kuzeyde İse yanal diziler
meydana gel¬miştir. İkinci hareket, birincisine dik olarak; güney-batıdan kuzey-do-
ğuya doğru başlamış ve ana zincir İle kıyı arasındaki bölgeyi dolduran dağ
dizileriyle yüksek zirvelerin bulunduğu serileri ortaya çıkarmıştır. En yüksek
zirveler, Orta Kafkaslarda olduğu gibi; büyük oranlarda yanal ve dış hatlarda, su
havzasında ve ana zincirde, Şavikildİ'den Bazar düzü'ne kadar uzanır. Burada 4710 m
yüksekliğe ulaşan dağ¬lar, 300 km'ye yakın bir mesafe boyunca daha alçak bir yapı
göste¬rirler ve hiç bir yerde, 3770 m'nin üstüne çıkmazken yanal dağlar, çok seyrek
olarak 4100 m'nin altına düşmekte ve bir çok yerde daha yüksek zirvelere sahip
bulunmaktadır. Avar ve Andi Koysular arasın¬daki su havzasını oluşturan ve ana dağ
zincirinden güney-doğu yö¬nünde uzaklaşan Bogos grubunun, 4100 m'den yüksek en
azından üç zirvesi bulunmaktadır. Daha da güneydoğuda, Dolti Dağ zincirin¬de 4100
m'nin yukarısında iki zirve bulunurken Dolti Dağ'ın kendisi¬nin yüksekliği 3980
m'dir. Yine aynı yönde, daha da ileride 4370 m' lik Şal Buz Dağı ve Baku eyaleti
içindeki 4460 m yüksekliği bulunan Şah Dağ uzanmaktadır. (Merzbacher, c.1, s.21,
Leipzig, 1901)
Dağıstan'da iki ırmak sistemi bulunmaktadır. Bunlardan daha önemlisi olan Sulak,
dört Koysu'nun birleşmesinden oluşmaktadır: Gazi Kumuk, Kara, Avar ve Andi
Koysular. Sadece Andi Koysu, Da¬ğıstan sınırları dışında, Tuşetya'da doğmaktadır.
Bütün bu ırmaklar, yer kabuğunun ikinci hareketinde oluşan dağlara paralel olarak
ku¬zey ve kuzey-doğu yönünde akarlar. Ve olağanüstü derinlikte ve darlıkta
kanallar, su akış yolları oluşturarak dağlardan sonra Dağıs¬tan'ın özelliklerinin
şekillenmesinde önemli bir rol oynayan bir ortam
25
oluştururlar. Diğer ırmak sistemi olan Samur, Kara Koysu ve Avar Koysu'nun doğduğu
yerlerden pek fazla uzak olmayan bir yerde do¬ğarak güneye doğru bir kavis
yapmasına rağmen genellikle doğu yö¬nünde akar. Irmağın alt tarafları daha önce de
belirtildiği gibi eyaletin sınırlarını çizmektedir.
Dağıstan'ın jeolojik yapısı, hâla bir takım izah ve açıklamalar gerektirmektedir.
Fakat açık olan bir gerçek, Orta Kafkasların tersine, burada, dağların temelini
oluşturan kristal yapıların tamamen örtül-düğü ve onun yerine her türlü jura,
krates ve üçüncü jeolojik zamana ait taş ve yapılarla kaplı olduğudur.
Savaşın başlangıcında Kafkaslardaki toplam nüfus, 4 milyon ci¬varında olarak
verilebilir. Dağıstan'ın nüfusu yarım milyon civarına erişirken Avarlar, bunun
125.000 kadarını oluşturuyorlardı. Dağıstan' in tarihî yönden en önemli ve
kalabalık kabilesi olan Avarfar, kuzeyde Çir Yurt'tan başlayarak güneyde
Zakatali'ye kadar uzanan 170 km'ltk bir uzunluğu olan ve Hunzah meridyeninde 75
km'lik bir genişliğe ulaşan alan üzerinde yaşıyorlardı. Dilleri, birbirlerinden
oldukça fark¬lı olan Hunzah ve Antzuk diyalektiklerine ayrılmakta, daha sonra da
kendi içlerinde daha küçük bölünmelere uğramaktadır. Fakat Erc-kert, bu farklılığı
reddetmektedir, (s.257)
ilk üç İmam'ın konuştukları dil, Hunzah lehçesi olduğundan ve bir çok mürid
liderleri de, aynı dili konuştuklarından Mürîdizm'in res¬mi dilini Hunzah lehçesi
oluşturmuştur. Bu özellik ve Lezgilerin, Da¬ğıstan'daki merkezî konumları, onları
diğer kabilelerle direk ilişkiye sürükelyerek karşı karşıya getiren etkenler
olmuştur. Diğer Dağıstan dilleri gibi Avar dilinin de, Avrupalılalr tarafından
telafuz edilmesi çok zordur. Örneğin, haritalarda çok görülen "t!" sesi, Rusçada
dört ayrı ses çıkarılarak ifade edilen bir sesin yerini tutmaktadır. Yine aynı
şe¬kilde "K" harfinin de altı değişik söyleniş şekli bulunmaktadır. Grama-tik
yapısı da daha kolay değildir.
Avar, Türkçede başı boş gezen ve yerinde duramayan anlamına gelmektedir ve Ruslar
tarafındanKumuklardan alınmıştır. (Avare?) Bu !smi reddeden Avarlar, kendilerini,
mensup bulundukları avullar ve kabilelerinadlarıyla çağırırlarken herkese, ortak
olarak Mârutal (Dağ¬lılar) derler. Dillerini de Marul Mats (Dağlı dili) diye
adlandırırlarken Kuzeyli Avarîar, güneyli kardeşlerini "Bagüaia!" diye çağinriar.
Fakir ve
26
kaba insanlar anlamına gelen bu kelimenin bu insanlar için kullanıl¬ması, iki
farklı lehçenin de varlığını vurgulamakta ve ayrılığın hemen Hunzah'ın güneyinde
başladığını göstermektedir. Uslar, Schiefner, Komarov ve Çirkeyev'in çalışmalarını
özetleyen bir Rus yazarı, Avar-ların, bir zamanlar.çok daha kuzeye yayıldıklarını
ve Kumuk düzlük¬lerinde göçebeler şeklinde yaşadıklarını ileri sürmektedir.
Gerçekten bu insanların, Hazar'ın kuzeyinde bile yaşadıklarına dair işaretler
vardır. Eğer bu durum tamamen gerçekse onların, kuzeyden gelen çok daha güçlü
kabileler tarafından güneye, dağlara sürülmüş olma¬ları gerekir. Bu Dağıstan
Avarlarının, 5. ve 9. yüzyıllararasında Avrupa sahnesinde bulunan ve onlar
tarafından çok iyi bilinen Avarlarla hiç bir ilgileri yoktur. Çünkü, Şarlman
tarafından tarih sahnesinden sili ? nen o Avarlar, Ural-Altay (Fin-Türk-moğol)
ırkına mensup bulunurken Kafkas Avarlarının dil yapısı, bu insanların kesinlikle
Ural Altay ırkına mensup insanlardan farkh olduğunu İspat etmektedir. Aynı şekilde,
Klaproth'ın ileri sürdüğü gibi Avarların, Hunlularla ve dolayısıyla Madyarlarla
da akraba olduğu tezi de yanlıştır, (c/2) Fakat Erckerî, burada da Avarların farklı
oldukları tezine karşı çıkmaktadır. Şimdiki Avarlar ile bir zamanlar Avrupa'yı
işgal etmiş olan Avarları karşılaştı¬ran Erckert, her halükârda bir bağlantının
imkansız olmadığını söyle¬mektedir. Bulduğu antropolojik verilere bakarak (kafa
yapısı ve özel¬likleri) Avarların karışık bir ırktan oluştuğunu İleri sürmektedir.
Yazar, elde ettiği bir takım diğer bilgilerle de Avarlar ile Ural-Altay insanları
arasında benzerlikler bulduğunu söylemektedir: "Hunzah civarında bulduğumuz,
kafatası Ölçülerinin(!) Fin ölçüleriyle benzeşmesi bizi çarpmıştı. Halbuki biz,
böyle bir bağıntının peşinde değildik." diyor ve daha sonra Hunzahlılar ile Hunlar
arasında bir ilişkinin olması gerek¬tiğini İfade ederek Hunlann, 4. ve 6.
yüzyıllarda Kafkasların kuzeyin¬de yaşadığını ve daha sonraları, yine Ural-Altay
grubu insanlarından olan Bulgarlar, Sabirler, Avarlar ve Hazarlar tarafından
yerlerinin dol¬durulduğunu iler; sürmektedir. Bunlar da, daha sonraları Turanlar
(Türkistan'dan gelen Tatarlar) tarafından buralardan atılmışlardır, Erckert'e göre.
Diğer bütün bilim adamlarının görüşlerinin tersine, sadece bir¬kaç kafatası
ölçümüyle bu. yargılara varan Erckert'in bu varsayımları¬na karşın, bu konuya çok
güzel bir yorum getiren kmail Berkuk'un
27
temel eserinden bu konuyla İlgili yazıyı aktararak durumu, olduğu gi¬bi ortaya
koyabiliriz:
"Dağıstan sekenesinde 'Avar' adını taşıyan bir kavim vardır. Da¬ğıstan'ın en yalçın
ve çetin kısımlarında oturan Avarlar, aynı zaman¬da Kafkasya'nın kuvvetli ve
enerjik bir unsurunu teşkil eder.
Taşıdığı isim dolayısıyla bu kavim, ötedenberi, şarktan gelerek Macaristan'a kadar
Avrupa'ya sokulmuş olan Avarlar addedilmekte ve buna kendileri de inanmış
bulunmaktadırlar. Halbuki tarihteki son inkişaflar, bu telakkinin doğru olmadığını
gösterir. Çünkü:
1) Ayarların asıl adlan "Avar" değildir. Bu Avar ismi, Ruslar tara¬
fından Kumuklardan alınmıştır. Kumuklar da, bunu bir isim olarak de- '
ğjl, fakat onların akıncılıklannı anlatmak için bir sıfat maksadıyla "A-
vare" olarak kullanmışlardır. Ruslar, bunu değiştirerek "Avar" şeklinde
kullanmaya başlamışlardır.
2) Bu gün dahi idari bir mıntıka olan Andi ismi ve Şamil'in doğ¬
duğu köyün adı olan "Gİmri" kelimeleri bu halkın, daha Önceleri Kaf¬
kaslarda yaşamış olan Cimrilerle olan ilişkisini göstermektedir. Cimri
hakimiyetinin Azak Denizi ve Kırım'da izlerine rastlanmasından çıka¬
rılacak sonuç, Gimriltlerin çökmesinden sonra geride kalanların, Da¬
ğıstan'ın dağlık bölgelerine çekilerek varlıklarını devam ettirdikleridir.
3) Avrupa'yı istila etmiş olan Avarlar, tamamen Moğol'dur. Hal¬
buki Kafkaslı Avarların toplum ve fert olarak Moğollukla ilişkisini gös¬
terecek hiç bir iz bulunmamaktadır. Dil, morfolojik durum ve karak¬
ter bakımından Avarlar tamamenKafkaslı bir Özellik göstermektedir-
. ler.
Dil, Kafkaslıların bariz özelliklerinden birini teşkil eder. Genellik¬le aynı
mahreçten çıkan sessiz harflerin iki türlü telafuz edildiği gö¬rülmektedir. Mesela
(ç) ve (c) gibi. Fakat Kafkas dillerinde, bunun üçüncü ve daha keskin okunan bir
şekli daha vardır. Bu kaide bü¬tün sessiz harfler için geçerli olabilir.
Bununla birlikte Dağıstan'a başka unsurların girmediği iddia edilemez. Tarih
boyunca bu memleketde cereyan eden hadiselerde, kendisine sığınacak bir yer arayan
bir çok ufak tefek unsurlar, şüphe¬sizdir ki, Dağıstan'a ve Kafkasya'nın diğer
yerlerine girmiş olabilirler. Fakat bu durum, Avarlar hakkındaki görüşümüzü
sarsmaz." (Bkz, İs¬mail Berkuk, Tarihte Kuzey Kafkasya, s.145, ç.n)
Dağıstanlılar, kasaba ve köylerinin yerlerini seçerlerken her şey¬den önce
savunmaya uygun olmasını ön plana alıyorlardı. Bu yüzden yerleşim yerlerinin çoğu,
yüksek bir tepenin üstünde veya bir tepenin ya da kaya parçasının karşısında
kurulurken grisinin de erişilmesi imkansız dik bir uçurumla emniyete alınmasına
dikkat edilirdi. Re-
29
28
simde de görülen Arakanı köyü, bunun tipik bir örneğidir. Evler, iki katlı olarak
taştan yapılırlar ve her türlü ihtiyaca uygun olurlardı. İç duvarlar ve taban,
killi topraklarla sıvanır ve genellikle de beyaz top¬rak suyuyla boyanırdı. Evler,
mümkün olduğunca bir arnfitiyatro şek¬linde düzenlenir ve birbirlerine siper olacak
şekillerde dizilirlerdi. Sa¬dece iki atlının yanyana geçebileceği kadar dar yapılan
dolambaçlı . sokaklar, b ir parmaklığa veya ağaçtan engele sahip evlerin bulundu¬ğu
yerlerde bunlarla kesilir ve hiç kimsenin geçmesine izin verilmez¬di. Bu durumda,
yolu savunanların hepsi oradan çıkarılmadan veya öldürülmeden oradan geçilmesi
imkansız olurdu. Hemen hemen bü¬tün bu köyler, günümüzde, bir kaç yere
yerleştirilecek modem silah¬larla yerle bir edilebilirlerdi. Fakat savaşın olduğu o
zamanlarda ya topların yerleştirileceği tepelerden yeterince uzak bulunuyorlar, ya
da onlardan yeterince korunma sağlayarak, düşmanın ateşine fazla maruz kalmadan
daha aşağıda bulunan işgalcilere etkili darbeler in-direbiliyorlardı. Bütün bu
köylerin, aslında hücumla alınması gereki¬yordu ve bu da, yerine getirilmesi çok
zor bir işti. Çünkü her Dağıstan köy evi, buraları savunan kararlı erkekler ve
hatta kadınlara karşı sa¬vaşılarak teker teker alınmak zorundaydı.
Yakıtların azlığından dolayı yerleşim sırasında göz önünde bu¬lundurulan ikinci
etken, sıcaklıktı. Bu yüzden bütün köyler, kuzey ta¬raflarını kayalar ve dağ
sıralanyla korumaya alırken yönleri, güneye dönük bulunuyordu. Böylece kışın, güneş
ışığından yeterince yarar¬lanmayı sağlıyorlardı. Diğer bütün etkenler; içilecek
soyun getirilece¬ği yer ve yakınlarda işlenecek toprak parçasının bulunup
bulunmadı¬ğı gibi şeyler, tamamen ikinci derecede kalıyorlardı. Toprağın az
ol¬ması, sadece nüfusu sınırlandırıcı bir etkendi. Ondan ötesi önemli değildi. Su
konusuna gelince, eğer su alınacak yer, kendi silahlarının koruması altındaki bir
alanda İse o konuda bir an bile düşünmeye gerek yoktu. Çünkü bu tür işleri tamamen
kadınlar yürütüyordu. Hiç bir Dağlı, böyle bir şeyle kendisini küçültmezdi.(!)
Erkeklerin işi, ye¬mek, uyumak, güneşlenirken sopa yontmak ve savaşmaktı. Bütün ev
işleri, karısına ve kızlarına bırakılmıştı. Bu yüzden bir kız ne kadar ça¬lışkan
ise evlenmesi de o kadar kolay oluyordu. Bir kaç yıllık ağır ça¬lışma koşullarından
ve doğrulan çocuklardan sonra tamamen yıpra¬narak çoküyorlarsa buna kim bakar?
Gerçekten Dağlarda kadınların
durumu, o kadar imrenilecek bir şey değildi.
Çeşitli Dağıstan kabileleri, bir çok yönlerden birbirlerinden ayrı¬lırlarken
karakteristik birtakım ortak noktalan vardı. Kültür açısından oldukça gelişmiş,
sabırlı, zeki, marifetli, bir bakışta karşısındakini okuyarak bir kelimeyle onun
hakkında karar verme yeteneğine sa¬hip, onurlarına çok düşkün ve son derece
Dinlerine bağlı insanlardır. Yeme ve içmelerde son derece itidalli davranıyorlar,
aşırıya kaçmı¬yorlar ve çok az uyku uyuyorlar. Kusur derecesinde çok cesur
olduk¬larını belirtmeye gerek yok savaş sırasında komşuları Çeçenlerden daha yavaş
ve az atılgan olmalarına rağmen çok daha inatçıydılar ve son hadlerine
zorlandıkları zaman çok daha şiddetli bir şekilde kor¬kunç bir kavga verirlerdi.
(General Okolniçi)
Dağıstan'ın İnsanları, işte böyleydi. Onlara karşı girişilen savaş¬ları izlerken de
bu olayların geçtiği ortamın yapısı, kesinlikle hatırda tutulmalıdır, bu savaşların
çoğu, hiç bir ağacın bulunmadığı ve yük¬sekliği binlerce metreyi bulan ve bir çok
zirveleri her zaman karlarla kaplı olan yerlerde geçmiştir. Plato adı verilen bu
bölgeler, aslında bu ismi haketmeyecek kadar engebeliyken dar yataklarında
kendilerine bir yol açmaya çalışan ırmakların, derinlikleri bazı yerlerde 1.000 m''
ye kadar yaklaşıyordu. Genellikle gözden ırak olan ve avulîann bu¬lunduğu vadiler
ve kanyonlarda üzüm bağları, meyva ağaçlan, mısır ve diğer yiyecekler bol olarak
yetişirken bunlara gerçekten muhteşem denecek bir itinayla özenilirlerdi. Böylesine
çorak bir arazide, teras çalışmaları ve sulama kanallarıyla meydana getirilen bu
.bahçeler, başka yerlerden gelen insanların sonsuz hayranlığını kazanmaktadır. Bir
çok kayalık tepelerin zirvesinde işlenmiş topraklara rastlanır. Çok yorucu bir
tırmanıştan sonra ulaşılan buralardaki bütün toprak avuç avuç buraya insan emeğiyle
taşınmıştır. Bu tarlalardan bazıları o ka¬dar küçüktür ki, bu konuda anlatılan
fıkranın fazla abartmalı olduğu sölenemez: Avar veya Andiîinin biri, tarlasının
yanıbaşnıda uykuya dalmış. Fakat uyandığında ne görsün? Tarlası kaybolmuş, yerinde
yok! Telaşla tarlasını ararken burkasmı kaldırınca sevinçle tarlasının burkanın
altında kaldığını görmüş!
Dağıstanlılar, fert olarak tam dağlıdırlar; sağlam, kıvrak, aktif ve yorgunluğa
dayanıklı. Şekil olarak kaynaklarının zenginliğini gösterir-cesine farkiıiıkiar
gösterirler. Fakat çoğunlukla güzel insanlardır.
30
Özellikle üst tabakalarda olanların mavi gözlen, sarı saçları, uyumlu çehreleri ve
hafifçe çıkıntılı elmacık kemikleri vardır. Bu tip, Tweed'in kuzeyinde her yerde
görülebilir. Bu karakteristik yapılarından dolayı bu insanların, Heredot'un
söylediğine göre Hazar kıyısındaki şeridi
izleyerek aşağı inen ve iran'ı işgal eden Kimmerler (Gimrililer) ve İs-kitlerin
torunları olduklarını söyleyebiliriz.
Savaşın başlaması sırasında Dağıstan'ın büyük kesiminde, Arab-lar tarafından ülkeye
getirilen hanlık sistemiyle yönetilirken bir çok yerlerde de demokratik bir yaşam
süren Özgür kabileler, küçük veya büyük gruplar halinde, yaşamlarını
sürdürmekteydi.
"Çeçenistan" ismi Ruslar tarafından, doğuda Sulak nehri, batıda Yukarı Sunja ve
kuzeyde Aşağı Sunja ile terek arasında kalan alana verilirken ülkenin güney sınırı,
Dağıstanlı Andilerve Avarlar ile Tu-şenlerin ve Kevsurlarm yaşadığı dağlık
bölgelere'kadar uzanıyordu. Şimdi bile büyük bir kısmı ormanlarla kaplı bulunan
Çeçenistan, bir zamanlar tamamen ormanlık bir ülkeydi. Ormanlar, sık sık, derin
yataklarında büyük bir hızla akan sayısız ırmak ve derelerle bölünü-. yorlardı.
Bu ırmaklar, güneye doğru gittikçe daha çok yükselen ve birbiri ardınca uzanan
dağlardan doğuyorlardı. Bu ırmakların kenar¬larında Çeçenler, birbirlerinden ayrı
büyük çiftliklerde veya sayılan bazen bir kaç yüzlere varan evlerin bulunduğu avut!
arda (köylerde) ? yaşıyorlardı. Evler, tek katlı olarak sazlardan ve kerpiçlerden
yapılı¬yor ve dam, düz olarak örtülüyordu. Ağaçlarla desteklenerek sağ-
lamlaşttrılan evlerin içi ve dışı çok temiz tutuluyor ve çeşitli .şekillerde
süsleniyordu. Yaşayanların rahatlığı İçin halı, kilim, yastık, minder, yorgan,
bakır kaplar ve benzeri diğer bütün ev eşyaları hazır bulu¬nurdu. Her evin,
kendisine ait bahçesi veya üzüm bağı bulunurken köyün çevresinde ormanlık bölgeden
arta kalan düzlüklerde mısır, arpa, yulaf veya darıyla dolu işlenmiş tarlalar
uzanırdı. Köylerin yapı¬sı savunmaya uygun olmadığından köyün bir ucu her zaman
orman ile temas halinde bulunur ve bir tehlike anında kadınlar ve çocuklar,
yanlarına alabildikleri eşyalarla birlikte ormana sığınırlardı. Onda do¬kuzunu dev
kayın ağaçlarının oluşturduğu bu ormanlar, bir felaket anında Çeçenlerin sığınacak
yeri oluyor ve Rusların İlerlemesine en büyük engeli teşkil ediyordu. Çeçenlerin
komşuları olan Kumuklar-
31
dan ve Dağıstan platosunda yaşayan Dağlılardan farklı bir yapı ka¬zanmaları, büyük
ölçüde bu ormanlara bağlıdır. Ormanlar, onların coğrafi yapılarını belirleyen tek
etken olduğundan savaşın şeklini ve süresini de etkileyerek yönlendirmiştir.
Gelecek sayfalarda bu duru¬mun yol açtığı sonuçları bol bol göreceğiz. Ormanlar
ayakta kaldıkça Çeçenlerin baş eğdirilmeleri imkansızdı. Ruslar, dev kayın
ağaçlarını kesmeye başlayıncaya kadar Çeçeniere karşı kalıcı bir başarı elde
edememişlerdir. Aslında uzun vadede, Çeçenlerin kılıca değil, fakat baltaya yenik
düştüklerini söylersek yanılmış olmayız. Ormanların hayatî önemini kavramış olan
Şamil, çok kesin emirler vererek onları korumaya almıştı. Sadece sebepsiz yere
ağaçları kesenleri değil, fa¬kat aynı zamanda, meşru İşlerde kullanılmak üzere ama
kendi izni olmadan ağaç kesenleri de şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır.
Kesi¬len her ağaç için bir inek veya boğa ceza olarak alınırken en kötü durumlarda
suçlu asılırdı.
Çeçenistan'da herhangi bir hükümet sistemi olmadığı gibi halk arasında bir sınıf
sistemi de oluşmamıştı. Her Çeçen, doğuştan sahip olduğu bir hakla kendisini
herkese eşit sayardı. Fakat bütün demok¬ratik toplumlarda olduğu gibi Çeçenler de,
her zaman asil bir ruhun etkisi altında kalmaya hazırdılar. Şan ve şeref kazanmak
için önlerin¬de tek bir yol vardı; savaş! Ve içlerinde en hırslı olanları, bu yolda
bütün güçleriyle yürüyerek her türlü cesaret ve atılganlığı sergileye¬rek savaş
atanlarında kendilerinin sınırlarını zorluyorlardı. Bir kere şan ve ün elde
edildikten sonra saygı ve etkililik de onunla birlikte geli¬yordu. Fakat yine de
hiç bir Çeçen,, kendi halkı ve hatta sadece ken¬di bölgesinde, diğerleri üzerinde
mutlak bir etki kurarak hükmede-memiştir. ?
Her Çeçen, doğuştan müthiş birer binici, keskin birer silahşor ve iyi birer atıcı
özelliklerini taşıyordu. Elden ele, babadan oğula geçen silahları; tüfek veya
tabanca, kılıç ve kinjal, onların en değerli varlık¬larıydı. Silahlardan sonra bir
Çeçen için en önemli şey, atıydı. Bir Çe-Çen'in, duyduğu derin ve sökülüp atılması
imkansız duyguları, en iyi Şekilde bir İngiliz şairinin sözleriyle anlatılabilir:
"Bir at, bir at! Eşsiz hızı olan, Bir kılıç, keskin metalden;
32
Bunlardan başka herşey, değersizdir Soylu kalbler için,
Bunlardan başka herşey, gereksizdir Dünyada olan."
Çeçenler, daha önce pagan olmalarına rağmen şimdi hepsi Müslümandırlar. En azından
önceleri fazla keskin olmayan bu duy¬guları, Ruslarla başlayan mücadeleden sonra
kuvvetlenerek olaylara hakim olmuştur. Köylerdeki camilerde Mollalar, Kur'an'ı
tefsir eder¬ler. Arapça, Dağıstan'da da olduğu gibi Dinî di! olarak konumunu
sürdürürken aynı zamanda Kafkaslarda yazılıp okunan tek dildir. Fa¬kat Şamil'in
zamanına kadar bütün sivil problemler ve suç davaları, yerel gelenek ve göreneklere
göre çözümleniyordu. Dil olarak da Çeçence kullanılıyordu. Bu adetler, kan davasını
şiddetli bir şekilde destekleyerek körüklüyordu.
Fert olarak Çeçenler, uzun boylu, kıvrak, ince ve sağlam yapılı, genellikle
yakışıklı, atik, cesur ve sert, düşmanlarına karşı korkulu ve kurnaz; fakat
bunların yanında, kendi ilginç düsturlarına göre son derece şerefli ve onurlu
insanlardır. Öyle ki, bunun derecesi ve şid¬deti, daha gelişmiş ırklarda çok az
bilinmektedir. Misafirperverlik, bütün Dağlılarda olduğu gibi, en kutsal bir
ödevdir. Bir Çeçen'in, şans eseri olarak karşılaşıp oldukça cüzî bir kazanç uğruna,
hiç bir acıma duygusu ve vicdan azabı çekmeden Öldürebileceği bir kimse, davetsiz
de olsa evinin eşiğinden adımını içeri attığı anda Çeçen, ha¬yatını, istediği
takdirde onun ayakları dibine fırlatırdı. Başkalarının sü¬rülerini sürüp götürmek,
yolları kesmek ve düşmanlaını öldürmek gi¬bi şeyler, bu ilginç yaşam düstürüne göre
şerefli işler sayılıyor ve bu durum, genç kızlar tarafından da teşvik ediliyordu,
öyle ki, böyle bir işte kendisini ispatlamadan genç bir kıza talip olan kimse onlar
tara¬fından hakir görülürdü. Bu değer yargılarının zorlamaları ve bir düş¬mana,
özellikle nefret edilen Ruslara karşı yürütülen savaşla birleşin¬ce yetişkin bir
kimsenin, bütün uğraşları bunlar oluyordu. Ev ve tarla işleri kadınlarla savaşta
esir alınan kölelere bırakılıyordu.
İşte Kafkasya, kısaca böyle bir ülkeydi ve insanları da, böyle in¬sanlardı. Öyle ki
bunlar, dışarıdan hiç bir yardım almadan, düşman¬dan ele geçirdikleri hariç, hiç
bir topçu kuvvetine sahip olmadan, Al-
33
lah ve Peygamber'den başkasına güvenmedensağ ellerinde parlayan çeliklerle yarım
asırdan fazla bir zaman korkunç Rus fücünü hakir görmüşler, ordularını yenmişler,
yerleşim yerlerini basmışlar ve onun zenginliği, gururu ve nüfusuyla kahkahalarla
gülerek alay etmişler¬dir. Ve bu kahramanca mücadelenin hikayesinin, İngiliz
okuyucuları¬nın sempatisini çekmeye hakkı var! Doğru, onlar, kendileri için
sa¬vaştılar; İnançları, özgürlükleri ve ülkeleri için. Fakat aynı zamanda, farkında
olmadan İngilizlerin Hindistan'daki güvenliğini de sağlamış oldular, şöyle diyor,
Sir Henry Rawlinson; "Dağlıların, mücadelesi de¬vam ettiği sürece ileriye doğru
sürdürülen işgal hareketinin önünde kuvvetli bir engel oluşturdular, onların bu yol
üzerinden atılmaların¬dan sonra Rusların, Aras'tan İndus'a kadar yürümelerini
engelleyecek askerî ve fizikî hiç bir engel kalmamıştı." (s.264, 1875)

,<-c ,' < ,-' ,-s f İ f S'ec


,jÖ&ı Milis (Cı**«ef/&-ı
fA 12 H01-- 4 Te**1 Swrh«T( KaJe almtyc BirfiNerin Yerlefhrilmesi J
fi
if 7ir«. - A ^?I- -An-*' ^su Ol>« s^ino
KISIM 1 İLKÇAĞLARDAN 1829'A KADAR OLAN OLAYLAR
BÖLÜM 1
Ruslar'ın Kafltaslar'a yak(aşması-İlk ilişkiler-Özgür Kazak¬lar-Gürcistan İle ilk
münasebetler-Yerlilerle ilk anlaşmaz-lıklar-Kazak kolonileri-Büyük Kazak Hattı'nın
kurulması-Dağ silsilesini ilk geçişGürcüler'in Ruslarla birleşmesine yol açan
olayların özeti.
35

SURHAY
Keıidinin ^«nd«r> ( Avnı «(Set
,C'D Keiidinitı -janda almmrffır)
Kafkasya İle Ruslar arasındaki ilişkiler M.S.914 yılına kadar uza¬nır. Dinyeper'in
ağzından yola çıkan bir Varangian akın kolu, Don ve Volga ırmaklarını izleyerek
Hazar'a kadar inmiştir. Bu seferde gemi ve botlarını Don nehrinden volga'ya karadan
çekerek götürmüşler¬dir. 941 yılında Kiev Prensi İgor, Constantinople'(İstanbul)ya
bir akın yapmıştır. Bu olaydan üç yıl sonra "Russ" veya "Ros" diye adlandırılan
başka bir Varangian kolu, Hazar kıyılarında yeniden görünerek, İran' 'n bazı
bölgelerini ele geçirmiş ve Araplar'dan da Arran'ın başkenti
36
Berdaa şehrini almıştır. Bu şehir, daha sonraları Karabağ adını almış¬tır,
(Solovioff, 1 .kitap, s.129)
Bu olaylardan kısa bir süre sonra Büyük Prens Svtatoslav, sınır¬larını kuzeybatı
Kafkasya'daki Kuban nehrine kadar genişletti. Bura¬da, bu günkü Çerkeş ve
Osetler'in ataları oldukları sanılan Yassi ve Kossoglar'la savaşmıştır. (Solovioff,
I. kitap, s.142) Bu yüzyılın biti¬minden önce, Russ veya Ros diye adlandırılan
Variaglar, bugünkü . Taman Yarımadası'nda Tumatarkan Prensliğini kurdular. Fakat
Rus tarihinde bu Prensliğin izi 1094 den sonra kaybolmaktadır.
Onuncu asrın sonlarına doğru Ruslar'a Hıristiyanlığı kabul etti¬ren Büyük Prens
Vladimir, ölümünden sonra Tumatarkan'ı Misti-salv'a bıraktı. "Mistislav, Bizans
İmparatoru Basil'in yardımıyla Hazar Türkleri'nİ yenilgiye uğratarak büyük bir ün
kazandı. Daha sonra Çerkeslere yönelerek onların liderini teketek bir çarpışmada
öldür¬dü." (Aynı, s.19l, Rambaud, 1879, s.61)
Sonraları, Çerkesler ve diğer kabilelere karşı başarılar kazanan Vladimir
Monomakh'i (1113-1125) görüyoruz.
Oldukça karışık bir konu olan "Russ" kelimesinin kökenini araş¬tırmaya girmeden
olayların akışını izlersek 13. Yüzyıl'da Gürcü krali¬çesi Tamara'nın, Büyük Prens
Andrew Bogolioubsky'nin oğlu George . ile evlendiğini görüyoruz. 1319 yılında
Moskova Büyük Prensi'nin kışkırtmasıyla çıkan bir İsyan sonunda Tver'li Mikail,
Derbend yakın¬larında katil Romanetler tarafından öldürülmüştür. Ruslar'ın bir halk
olarak Kafkas kabileleriyle karşılaşması ki, bu karşılaşma Rusların Kafkasya'yı
işgal etmesiyle sonuçlanmıştır. 16. yüzyılda Kazaklar'ın Terek ırmağının ağzıyla
civarını işgal etmesiyle başlar.
Kazaklar'ın kökeni, oldukça karanlıkta kalmış bir konudur, tarih sahnesine ilk defa
özgür ve'yasa tanımayan topluluklar olarak Po¬lonya ve Moskova'nın güney ve doğu
d
,ominyonlarında çıkmışlardır. Bu toplulukların, uzun yıllar süren Moğol ve Tatar
istilalarından sonra ortaya çıktıkları sanılmaktadır. Önceleri ırmak çetecileri
şeklinde gö¬çebe bir yaşam süren bu topluluklar, daha sonra fırsatlar elverdikçe
ırmak kıyılarına yerleşmişler ve zamanla, İlkel yöntemlerle yapılan balıkçılık ve
hayvancılığa tarımcılık da eklenmiştir. Fakat bu arada es¬ki alışkanlıklarını
sürdürmeye devam etmişler, Müslüman komşuları¬na karşı devamlı akınlarda
bulunmuşlar ve hatta bu saldırılarını ken-
37
di dindaşları, Polonyalılar ve Ruslar'a karşı da yönetmişlerdir, böylece Don Volga
ve Ural Kazakları ortaya çıkmıştır. Rus prenslikleri hâkimi¬yet sahalarını
genişlettikçe bu Kazak grupları da, onların otoritelerini kabul etmişlerdir.
Ukrayna veya Küçük Rusya'da yaşayan ve Polonya krallarına bağlı olan Kazaklar da,
bu ırkın yöneticilerinin yersiz zul¬mü cizvit baskısı ve Yahudi soygunculuğu
etkisiyle Moskovalı düş¬manlarının kollarına itilmişlerdir.
Bütün bu gruplardan ayrı olarak, "poıoghi" adı verilen Dinye-per'in çağlayanlarının
alt taraflarında yaşadıkları İçin Zaporej adını alan ve genellikle bu ırmak
üzerinde, takviye edilmiş bir ada üzerinde yaşayan Kazaklarda vardı. Örgütlenme
bakımından tamamen diğer Kazak topluluklarından farklı bir görünüme sahip olan bu
Kazaklar, aralarında kadınlara yer vermiyorlar ve bir çeşit savaşçı papazlar
cumhuriyeti oluşturuyorlardı. Fakat her halükârda Fransız Devrimi' nin ideallerini
yaşatıyorlardı: özgürlük, eşitlik, kardeşlik.
Zaporejlar da o zamanlar Polonyalıların hakimiyetlerini kabu etmişlerdir. Fakat bu
bağlılıkları o kadar hafifti ki Lehlilerin, Türkler ve Tatarlarla barış içinde
olmaları bife onların bu ülkelere akınlarda bu¬lunmalarına engel olmuyordu. "Hiç
bir zaman ne merhamet dilendi¬ler ne de verdiler. Düşmanlarını yağmalamakla
hayatlarını geçirirler¬ken tehlikeyi ve bu uğurda ölümü arayıp durdular." (Rambaud,
s.316) Irk olarak Küçük Ruslar'dan oluşmakta, fakat Litvanya ve Polonya
elementlerini de bünyelerinde barındırmaktaydılar. Erckert (1882, Berlin) "Der
Urpsrung der Kazaken" adlı eserinde bu gruplara Çerkesler'i de eklemektedir.
Din olarak Kutsal Ortodoks Kilisesi'ne bağlıydılar. Don ve Volga boylarındaki
kuzenleri gibi "Sektarien" (mezhepçi) veya "Eski İnanan¬lardan değildiler. Her
zaman Kırım Tatarları ve Osmanlılar'a karşı savaşmaya hazır bir şekilde "Rus
öncülerinin öncülerini oluşturmuş¬lardır. Bu tehlike dolu ortamda özgürlüklerini
hem Ruslar'a, hem Os¬manlılar'a ve hem de diğer kuvvetli komşularına karşı korumayı
ba¬şarmışlardır. Çar Petro, İsveçlileri Poltova Savaşı'nda yendikten son-fa
Kazaklar'ın yerleşim bölgelerini işgal etmiş, onlar da Kırım'a göç etmişlerdir.
Fakat Çariçe Anne zamanında tekrar Dinyeper'in aşağı kısımlarına dönmelerine izin
verilmiştir. Ne var ki geçen zaman için¬de çok şey değişmişti. Özgürlüklerine
düşkün Kazaklar, eski ülkeleri-
38
ni bu yeni durumda tanıyamadılar. Artık onların buradaki varlıkları, kendileri
yokken yerleştirilen Rus kolonistleri için bir tehlike teşkil ediyordu. Nihayet
2.Katerina, 1775 yılında cumhuriyetlerine son ver¬di. Onun emirleriyle yola çıkan
Potyemkin, Kazak ülkesini işgal ede¬rek yerleşim yerlerini imha etti. Razaklar'ın
bir kısmı, Suttan'ın ülkesi¬ne sığındılar. Geride kalanlar da yeniden organize
edilerek "Kara De¬niz Kazakları" adıyla Kafkas cephesine gönderildiler. 1792
yılında Azak Denizi'nin doğu kıyıları onlara tahsis edildi. (Potto, 1897, 1, s.168)
Böylece Kazaklar, yavaş yavaş Rusya ve Polonya'nın doğu ve güneyindeki mücadele
alanına yerleştiler. Zaman geçtikçe müslüman birlikleri geri iterek, asırlar süren
savaşlardan sonra verimli toprakla¬rına yenilerini eklerken çarların da hâkimiyet
alanlarını genişletmiş oluyorlardı.
ilerleyen zamanlarda Kazaklar, kendilerine yapılan bir çok hak¬sız ve kötü
muamelelere rağmen Ruslarla bütünleşmeye zorlandılar. Fakat merkezî gücün Kazakları
emmesi yavaş bir süreçti. Önceleri, bazı Kazak grupları Rus prenslerinin, ardından
da çarların himayesi altına girdiler. Fakat bu hayatı sıkıcı ve yeni efendilerine
itaati bıktırıcı bulan birtakım Kazaklarda, eski yaşam şekillerini sürdürmeye devam
ettiler. Tehlikelerin çok olduğu o dönemlerde cesur ve maceracı ruha sahip
insanların sayısı da çoktu: Haksız yargılanmalardan, ezici ver¬gilerden, dîni
baskılardan kaçanlar... Daha sonraları Çar Feodor İva-noviç'in (1584-1598)
fermanıyfa köylüler toprağa bağlanınca oralar¬dan kaçan serfler de bu gruplara
katıldılar. Fakat Kazaklar'daki artışın tek sebebi bu değildi. Kazak topluluklarına
katılanların çoğunluğunu tabiî ki erkekler oluşturuyordu. Zaporejler'in dışında
hiçbir toplulukta bekârlık çekici olmuyordu. Bulmak zorunda oldukları kadınlar,
onla¬rın komşularına yaptıkları akınların ana sebebini oluşturmuş ve ya¬şamlarını
bu şekilde sürdürmüşlerdir. Kazaklar'ın tamamen Rus ol¬duğu iddiası onların
Hazarlarla Türkler ve Tatarlar'ın torunları oldu¬ğu varsayımı kadar yanlıştın Onlar
hakkında kesinlikle bilinen tek şey varsa, o da karışık bir ırk olduklarıdır.
Atalarının din ve dillerine baka¬rak onların slav olduklarını söylersek de
kadınlarının genellikle kom¬şularından veya savaştıkları kabilelerden alındığını
biliyoruz. Ve bu kadınların alındığı kabilelerdeki çok sayıdaki erkeğin de gruplar
ha-
39
|inde Kazaklar'a katıldıkları bilinmektedir.
Başlangıç safhalarında cesur ve atik akıncı, casus ve sınır jnuha-fızi görünümünde
olan Kazaklar, zamanla güçleri arttıkça artan bir verimlilikle Rus düşmanlarına
karşı bir siper oluşturmuşlar ve sonuç¬ta artık yerleşik hayat yaşayan, kanunlara
itaatkâr birer kolonist ve askerî ayrıcalıklar sayesinde geniş topraklan ellerinde
bulunduran ki¬şiler görünümünü almışlardır. Bütün kusurlarına ve sapıklıklarına
rağmen Rusiar'a büyük hizmetlerde bulundular. Başlangıçta, yaptık¬ları eylemlerinin
gerçek anlamını kavrayamadan kendi çıkarları için yaptıkları bazı işler, daha
sonraları çarların hizmetine sunularak on¬ların hizmetkârları olarak işlevlerini
sürdürmüşlerdir. Her iki durumda da, özgür mızraklı süvariler, hırsızlar, korsanlar
veya merkezî otorite¬ye bağlı askerî birimler olarak, işgal ve kolonizasyon
işlerini büyük bir gayretle yerine getirmişlerdir. Başlangıçta, kendiliğinden ve
olay¬ların doğal gelişimlerine uyarak yapılan eylemler, o sıralarda hiç bir Rus
hükümetinin elde edemeyeceği sonuçlar sağlamıştır. Böylece çeşitli Rus
prensliklerine birer İmparatorluk sayılabilecek topraklar eklenmiştir. Şu da doğru
ki; Kazaklar'ın, bu aşamaya gelinceye kadar sürdürdükleri yasa tanımaz ve
bağımsızlık ruhuyla dolu yaşam şekil¬leri, efendilerine bir çok defalar korkulu
anlar yaşatmışlardır. Ve bazı olaylarda Ruslar'ı, onların can düşmanı Türkler ve
Tatarlar'clan daha fazla uğraştırmışlardır. Hatta Rus topraklarımla hanedanlarının
gele¬ceğini birden fazla tehlikeye düşürmüşlerdir.
Kazak saflarından 1. ve 2.Sahte Dimitri'ler ve daha birçok çarlık naîbleri
çıkmıştır. 1671 yılında öldürülen Stenka Razeen isyanı, 1706' daki Boulavine ve
altı yıl sonraki Mazeppa ve nihayet, Büyük Kateri-na zamanındaki ünlü Pugaçev
başkaldırıları hep Kazaklar'dan kay¬naklanmıştır. Bu isyanlar, uzun süreler boyunca
güney ve doğu Rus¬ya yi kan ve ateşe boğmuştur. Fakat unutulmaması gereken bir
başka usus da, bu kanunsuz ve özgürlükçü ruhun Ruslar tarafından kulla¬ndığıdır. Bu
Rus prenslerinin yaptıkları tek şey; sınırda olaylar çıkar-maK, Müslümanlara
baskınlar yaptırmak, Kazaklar başarılı olduğu zaman onların kazançlarına sahip
çıkmak ve Sultan veya Han, Ka-a 'ar dan şikayetçi oldukları zaman da onlara söz
geçiremediklerini »en sürerek sorumluluktan kurtulmaktı.
Nihayet, belli bir süreç sonunda Kazaklar devletin hâkimiyeti al-
40
tına alındılar. Bundan sonraki işgal hareketleri, akıllı bir merkezî poli¬tikayla
daha kesin çizgilerle belirlenmeye başlandı. Fakat daha son¬raki başarıların, bu
düzenlemelerle daha da arttığı söylenemez.
Burada Kazaklar'ın büyümeleriyle tarihini İncelemeye pek gerek yoktur. Fakat
aşağıda, Velyaminof'un deyimiyle "büyük bir doğal ka¬le" olan Kafkasiar'a Ruslar'ın
ilk yaklaşmalarını incelerken Kazaklarla da karşılaşacağız.
Bİr anâneye göre, 3.İvan (1462-1505)'ın öfkesinden kaçan Ria-zan Kazakları,
çocukları, eşleri ve hayvan sürüleriyle beraber Don boyunca ilerlediler. Oradan
Volga nehrine geçtiler, ardından Hazar'a ve Terek kıyılarına ulaştılar. Burada,
Tioumen olarak adlandırılan, ya¬rı ticarî yarı korsanî bir yerleşim yeri kurdular.
Fakat yollarına devam eden Kazaklar, daha da içerilere sokularak Argun ve Sunja
ırmakları¬nın birleştiği ve günümüzde Grozny'den fazla uzak olmayan bir yer¬de
yerleştiler. Çevredeki tepelerin özelliğinden dolayı "Crebentsi"(1i adını aldılar.
4.İvan (Korkunç İvan) zamanında Moskova'ya bir heyet göndererek af dilediier.
Sunja'nm ağzında bir kale kurarak onu Çar adına korumak koşuluyla affedildiler.*2*
Kazaklar, burada sadece Çeçenler değil, fakat Kabardey prens¬leriyle de
karşılaştılar. Kabardeyler, Terek'le Kuban arasındaki top¬raklarını doğuya doğru
genişleterek Kumuk düzlüklerine kadar yayıl¬mışlardı. Kabardeyler, Çerkesleri içine
alan Acligeler'in en asil soyun-dandı. Korkunç İvan'ın eşlerinden birisi, Maria,
bir Kabardey prensi¬nin kızıydı.'3*
(1) Creben, tepe, yükseklik anlamına gelmektedir.
(2) O zamanlardan kalma bir şarkı olayı anlatmaktadır:
"ilerdeki tarlalardan hiç bir kaz sesi yükselmiyor;
Mavi GÖk'ün altında duyulmuyor hiçbir kartal ıslığı;
Yükseliyor, Çar'ın önündeki Greben Kazakları'nın sesi,
Çar İvan Vasiliyeviç'in.
"Ey bizim küçük babamız ortodoks Çar,
Bize ne verecek, neyi bağışlayacaksın?"
"Benim küçük Kazaklarım, size verip bağışlıyorum,
Bu kadar özgürcesine akan'Terek'i
Kendisinin doğduğu dağdan geniş mavi denize dek,
Geniş mavi denize, Hazar'a kadar."
(3) Kabardeyler, Kafkasya'nın genellikle ovalıkbir bölge olan orta yerlerinde bu¬
lunmaları itibarıyla merkezî bir konum kazanmışlar ve dış güçlerle kurulan \w
kilerde belirleyici roller oynamışlardır. Bu durumun bir sonucu olarak Ruslar'a
da bir takım ilişkiler kurulmuş ve büyük Kabardey Prensi Temiryuko'nun kıZ'
Marian Rus çarıyta evlenirken erkek kardeşi de lalaların ir) gezelim; slv,r.Ö2 $2'
raya gönderilmiştir.
41
1579 yılında, Yermak ve yanındaki diğer iki kanun kaçağı, Vol-eanın ağzında bir
toplantı düzenleyerek nereye gideceklerini tartıştı¬lar Yermak, adamlarıyla
birlikte kuzeye, sonra doğuya gitti ve so¬nunda Sibirya'yı Rus topraklarına kattı.
Arkadaşlarından Andreya Shadrin, anlatılanlara göre, güneye yelken açarak Terkee
adıyla anı¬lan Tioumen'i takviye etti ve daha sonra Andreyovo olarak anılan bugünkü
Enderee'ye ulaştı.
Şimdiye kadar Rus devleti, bu gelişmelerle yakından ilgilenme¬mişti. Fakat 1586
yılında İberya(4j kralı Alexander, Moskova'ya elçiler göndererek Tarku (Tarho)
Şamhal'ına*5'1 karşı yardım İstedi. Bu baş¬vuru üzerine 1594 yılında Boyar
Khvorostin kumandasındaki bir kuv¬vet, Şamhal'ın başkentine saldırarak ele geçirdi.
Fakat Ruslar şehirde tutunamadılar ve Sulak nehri kıyılarına sürülerek 7000 kişilik
ordunun tamamı ırmak kenarında imha edildi. Bu korkunç hezimete rağmen Çar feodor
İvanoviç, sanki geleceği görmüşeesine, kendisine; "İberya toprağının, Gürcü
krallarının, Kabardeyler'in, Çerkesler'İn ve Dağlı Prenslikler'in efendisi"
unvanını vermiştir. 1596 yılında Rus elçileri Tif¬lis'e gittiler ve 1599'da geri
döndüler, beş yıl sonra Çar Boris Coclu-nov, uğranılan yenilginin öcünü almak
amacıyla biri Boutourün ku¬mandasında Kazan'dan, diğeri de Pleshtcheyef
kumandasında Astra-han'dan olmak üzere iki ordu yola çıkardı. Fakat sonuç, bîr
öncekin¬den farksızdı. İşbirliğine söz veren Kral Alexander zamanında yetişe¬medi.
Bir takım Terkee ve Crebentsi Kazakiarı'yla desteklenen Rus ordusu, yine Şamhal'ın
birlikleri tarafından yokedildi.
Bütün bu olaylar, anlatımlara dayalı olduğundan Ruslar'ın kesin olarak Terek
kıyısında görünmeleri hala kesinlik kazanmamıştır. Bu¬nunla beraber, 16.yüzyılın
ortalarında, önce Tioumen ve sonra da Terkee'nin botlarla gelen kaçak Kazaklar
tarafından kuruldukları bü¬yük ihtimaldir. Daha sonra Shadrin, adamlarını Terek'e
ulaştırarak -Aktaş ve Sunja nehirlerine dek götürmüş ve bunlardan da ünlü Gre-
bentsi ve Terek Kazakları ortaya çıkmıştır.
içj Yunanl'lar ve Romalıların Gürcistan'a verdiği isim.
8-yüzyıldaki Arap fetihlerinden beri Kumuk yöneticilerine "Şamhal" adı
veril¬miştir. Başkentleri Tarku şehriydi.
42
1628 yılında, hükümet jeologları Fitch ve Herald, Çeçenistan dağlarının eteklerinde
yaşayan Grebentsİ Kazakları'na rastlamışlar¬dır. Bu Kazaklar, sonraları 1685
yılında kuzeye, Terek'e çekilerek Bragounee'ye gitmişlerdir. Bu aralarda ünlü
Stenka Razeen, 1668 yı¬lında Tarku'ya saldırmış, fakat Şamhal tarafından yenilerek
püskür-tülmüştür. Bunun üzerine İran kıyılarını yağmalamak üzere güneye yelken
açmıştır. 1707 yılında, Terek Kazakları Küba Han'ı Kayıb Sul-tan'ın elinden ağır
bir yenilgi tatmışlardır. Beş yıl sonra, Batıdaki Çer¬keş kabilelerine karşı bîr
seferde bulunan general (Amiral?) Apraxin, Terek ırmağının güneyinde (sağ
yakasında) rastladığı Kazakları, ırma¬ğın karşı kıyısına geçirerek bu topraklan Çar
adına herkese karşı ko¬rumaya onları ikna etti.
Apraxin, buradaki herkese Petro adına birer ruble ihsan etti ve tüm Kazak
topluluğuna şimdiye kadar Dîni bir saygıyla korunan bir şeref asası ve daha bir çok
hediyeler verdi. Bunların arasında Çar Alexey Mihailoviç (1645-1676)'in sancağı da
bulunmaktaydı.
Grebentsi Kazakları, 18.yüzyılın başlarına kadar, bazı Kabardey ve Kumuk
toplukıklanyia dostluk seviyesinde olmasa da arkadaşlık düzeyinde ilişkiler kurarak
yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu Kazaklar, 1716-1717 yılında, Hıristiyanlığı kabul
ederek kuşaktan kuşağa Rus-lar'a hizmet etmiş bir Kabardey ailesinin üyesi olan
Prens Bekoviç Çerkaski'nin Hiva Hanlığı'na yaptığı sefere 800 kişiyle
katılmışlardır. Fakat bu sefer büyük bir felaketle sonuçlanmış ve bu gidenlerden
sa¬dece İki kişi, başlarından geçen korkunç olayları anlatabilmek için geri
dönebilmişlerdir. Ruslar büyük bir yenilgiye uğramış; caniı ola¬rak yakalanan
Çerkaski'nin derisi diri diri yüzülerek içine saman dol¬durulmuş ve Hiva'nın ana
giriş kapısına asılmıştır.
Bu olaydan altı yıl sonra (1722) bizzat Petro'nun kendisi Kaf-kaslar'a yürüdü.
Derbend'in işgalinden dönerken Sulak nehrinin ağ¬zında "Holy Cros Fort" (Kutsal Haç
kalesİJ'ı kurdu. 1735 yılında Kız-lar'ın kurulmasıyla burası terkedildi. 1763
yılına kadar Ruslar'ın Kaf-kaslar'daki başkenti Kızlar olmuştur. (Akti, c.1 önsöz)
Terek Kazakla¬rı, bu ırmağın aşağı kıyılarındaki eski yerleşim bölgelerine
döndüler. Don Kazakları ve diğer bazı gruplardan oluşan 450 kadar aile, Sulak' in
Agrakan Çağlayanı civarında yerleştirilerek Terek ve Grebentsİ Ka¬zakları
arasındaki boşluk dolduruldu. Potto (Kavkazskaya Voina, c.1,
43
?zg) aile sayısının 1000 olduğunu söylemektedir. Bu yeni gelenler Terek-Semeiny
(aile) Kazakları adını aldılar.
Terek Kazakları arasında yabancıların sayısı çok fazlaydı. Bazı tüm stanitsa (Kazak
köyü) ların tamamen Hıristiyan olmayan kişiler¬den oluştuğu görülebilmekteydi.
Fakat Grebentsi Kazakları, aralarına sadece Hıristiyanları veya bu dine girmeyi
kabullenmiş olanları alı-vorlardı. Kazak eşlerini genellikle komşu halkları ve
özellikle Çeçen¬ler ve Kumuklar oluşturuyordu. Kazakları'nın sahip oldukları iieri
de¬recedeki tarım teknikleri ve bir takım diğer hasletlerin bu etkilerden
kaynaklandığı söylenmektedir. Yine de bu karşılaşma vahşi ve mede¬nî toplumalr
arasında olmuyordu, gelişmişlik açısından Kazaklar, en fazla Çeçenler ve Kumuklar'a
eşit olabiliyor; fakat kesinlikle Kabar-deyler'in gerisinde bulunuyorlardı:
"Kabardeyler, t amamen Gere-bentsi Kazakları'nın kanun yapıcıları durumundaydılar.
Kazaklar, on¬lardan giyimlerini, her ortama uygun ve hafif olan silah ve savaş araç
gereçleriyle savaş m. etodunu ve "cigitovka" (at binme sanatı) yi al¬mışlardır.
(Makseemoff, s.15) M.Popko, (Terskoe Voisko, s.116) Ka¬zaklar için şöyle
demektedir: "Bu insanlar, yaşam tarzlarını ve anâne¬lerini Ödünç aldıkları
komuşlarının pahasına ve savaşlardan elde et¬tikleri ganimetlerle yaşamlarını
sürdürüyorlardı."
Bu gelişmelerin bir sonucu olarak tipik Rus evi "İzba" unutularak klasik Kabardey
evi "VVıına", açfk girişi ve kendine özgü iç dekoras¬yonuyla Kazak köylerinde
ortaya çıkmaya başladı. Bir Rus köyünü hatırlatabilecek sadece iki işaret kalmıştı.
Bunlar, dışarıda sokak içe¬ride ise ocakdı. Dört tekerlekli Rus arabası "Teleyga"
da koşum ta¬kımları ve atlarıyla birlikte terkedîlerek öküz ve boyunduruğuyla
bir¬likte Kabardeyler'in iki tekerlekli kağnısı benimsendi. Kabardeyler ta¬rımla
uğraşmasını bilen bir halktı. Yeni gelenler de kendilerine yararlı olacak bu tür
şeyleri taklit edecek kadar akıllıydılar. Özellikle o za¬mana kadar Ruslar'a
yabancı olan iki tarım metodu Kumuklar'dan alınarak benimsendi. Bunlar, bağcılık ve
bu gün bile Terek kıyılarında varlığını sürdüren ipekböcekçiliğiydi. Elbette ki,
tehlikeler içinde ya-Şayan Kazaklar'ın içkiye düşkünlükleri ve karılarını güzel
giysiler 'Cinde görme arzuları da bu durumu etkilemiştir.
Crebentsi kadınları, yarı doğulu elbiseleri içinde; çeşitli renk ve n amlarla dolu
olarak göze çarparken güzellikleri ve rahat tavırları
44
da dikkat çekiyordu. Bütün bunlar, onlardaki Kafkas kanını ve süre¬gelen Kabardey
etkisini gösteriyordu.
Yerlilerden alınan daha az imrenilecek bir âdet de, bütün bağ ve bahçe
çalışmalarıyla ev işlerinin kadınlara bırakılmasıydı. Fakat se¬bepler koşulları
yaratmaktadır. Baskına giderken sudaki bir ördek ka¬dar atik olabilen Kazak,
komşularının, çalışmanın insanın asaletine uygun olmadığı şeklindeki fikirlerine
katılmasa da, bu alana ayıracak-zaman bulamazdı. Bununla beraber Kazaklar, kendi
hükümet sis¬temlerini devam ettirdiler. Toplumu ilgilendiren bütün kararlar, belli
bir yaşa gelmiş her kazağın katılma hakkının bulunduğu bir "askerî meclis"de
alınırdı. "Meclis"in hem yasama hem de yürütme yetkilen vardı. Kanunları yapar, bir
hakimler kurulu gibi davranır, jüri ve cellat olabilir ve kamu görevlilerini,
Ataman'dan başlayarak aşağı doğru se¬çerdi. Bütün bunlar, Kazaklar'ın askerî bir
sınıf.olarak ortaya çıkma¬larına sebep olmuştur. Bu sistem, ayrı yerleşim
bölgelerinde, kasaba ve stanitsalar da uygulanmıştır. Kanunları atadan gelme
gelenekler¬di. Kararlar, alındıktan sonra tüm topluluğa sunulur ve onların
onay¬larıyla kesinleşirdi.
Bu şekilde örgütlenen Kazaklar, mücadeleler ve savaşlarla dolu bir yaşam
sürdürdüler. Öyle.ki, yerli müttefiklerine ve komşularına yönelttikleri
saldırılarını Hazar kıyılarına kadar uzatmışlardır. 1573 yı¬lında, Thomas Banister
ve Ceoffry Ducket, bir Rus şirketi adına İran' dan yüklendikleri değerli mallarla
dolu gemiyle dönerlerken yasadışı Kazaklar'ın saldırısına uğrayarak tüm mallarını
yitirdiler. Bu malların çok az bir kısmı, Astrahan valisinin baskılarıyla iade
edilebildi. Fakat Kazaklar'ın asıl kurbanları göçebe Nogay Tatarları ve
Aİtınordu'nun kalıntılarıydı.
Fakat herşeye rağmen Kazaklar, siav atalarının dinlerine bağlı kaldılar. Bu, belki
de Ruslar için en hayatî durumdu. Çünkü Kazak¬lar'ın yaptığı her akın ve işgal
hareketi Rusya adına yapılmış oluyor¬du. Yine de aptal ve bağnaz bir kilise
anlayışı, onları yabancılaştırmak ve Ortodoks kilisesiyle Grebentsler arasındaki
farklılığı arttırmak için elinden geleni yaptı. Aslında aradaki farklılıklar da
oldukça önemsiz şeylerdi; kendilerini iki parmakla kutsamaları ve evlilikte, vaftiz
tö¬renleri yerine güneş batarken mihrabın çevresinde dönmeleri gibi şeylerdi.
Şamhal'ın topraklarına sığınmış bulunan "mezhepçi" Raskot-
45
'kiler, crebentsi ve Terek Kazakları'nı tanımayı reddederken; Astra¬han piskoposu,
kendi yetki sahasında gelişen bu ayrılıklara göz yu¬muyor ve pek fazla müdahale
etmiyordu. Hatta Çar Petro, mezhep¬leri şiddetli bir baskıya tabii tutarak büyük
bir kısmını imha etmesi¬ne rağmen; sayıları az olan ve zayıf bir muhalefette
bulunan Cre-bertsler'e pek dokunmadı. 18.yüzyılın ortalarına doğru Raskolnikî
pa¬pazlarının eline düşen Kazaklar, oldukça ağır baskılara maruz kaldı¬lar. 1768
yılında Grebentsler'in neredeyse yarısı mezheplerinden dönmüş bulunuyorlardı.
19.yüzyılın başlarında ise bütün Grebents¬ler, Ortodoks kilisesiyle açık bir
çelişki içindeydiler.(6)
Şimdiye kadar Terek'in aşağı kıyılarında yaşayan Terek, Te-rek-Semeiny ve Grebentsi
Kazakları'nı inceledik. 1763 yılında bir Kü¬çük Kabardey prensi Ortodoks
hıristiyanlığı benimseyerek adamla¬rıyla beraber Ruslar'a sığındı. Ruslar da, bu
adamı himaye amacıyla Terek kıyılarında, Mozdok'ta(7^ bir kale kurarak onu
yerleştirdiler. 1770 yılında kale, kuvvetli bir askerî merkeze dönüştürüldü ve
kale¬nin garnizonunu temin etmek maksadıyla 350 Don Kazak'ı buraya yerleştirilirken
517 Volga Kazak'ı da Mozdok'la Grebentsiler arasın¬daki boşluğa yerleştirildi.
Bütün bunlar, Mozdok Kazak Alayı'nı oluş¬turdular. Sonraları Saratof'dan da 200
Kalmuk ailesi getirildi.
Zaman geçtikçe Don, Volga ve Dinyeper'den aktarılan Kazak-lar'la takviye edilmek
suretiyle yeni yeni kaleler ve stanitsalar inşa edilerek Hat'tın Azak Denizi'ne
yaklaştırılmasina devam edildi.
Bu suretle 1832 yılında Kuzey Kafkasya'da, tüm bölgeyi boydan boya kateden 700
Verst(ö> uzunluğunda, birbirine kaleler ve tarımcı topluluklar tarafından bağlanan
ünlü Kazak Hattı tamamlandı.
Fakat bununla işler bitmiyordu. Kazaklar, kendi hallerine bıra¬kıldıktan zaman
komşularının yaşam tarzlarını benimseyerek bazen birbirleriyle düşman olarak
mücadele dolu yaşamlarını sürdürüyor¬lardı. Dağlılarla devamlı bir mücadele halinde
olmalarına rağmen aralarında millî bir düşmanlık yükselmiyor ve büyük sorunlar
ortaya
*6) 1888 yılında Terek Kazakları arasmda % 15.5 oranında Raskolnikniler
bulun¬maktaydı.
Mozdok, Kabardeyce "Sağır Orman" anlamına gelen "Mezdoğ'dan alınmış-> Verst: 1
km'ye yakın bir uzunluk ölçüsü.
çıkfnıy'ordu. Fakat merkezî gücün saldırganlığı arttıkça ve özellikle Yermo*l°v'un
1816 yılında Kafkasİar'a gelmesiyle, olaylar daha hızlı geljşmieye başlayarak
mücadele çok daha şiddetli bir hai aldı. Bu ğe-'işmel^srin sonunda Dağıstan'ın
büyük kısmıyla Çeçenistan, "Müri-dizm" adı altında örgütlenerek Ruslar'ın karşısına
dikildiler. Bu birle¬şik PÜÇÇ karşısında Kazaklar'ın dışarıdan yardım almadan
tutunmaları Ve her 'hangi bir ilerleme kaydetmeleri imkansızdı. Kazaklar'ın
güven¬likleri bundan böyle artan bir hızla Kafkasya'da kaleler ve askerî
(Tierk^zler kuran çarın düzenli askerleriyle işbirliği yapmaya, belli Ooktaflardaki
büyük stanitsalarda toplanmaya ve bazen de Rusiar'ın desteğiyle düşman topraklarına
akınlar yapmaya bağlıydı.
ta
işlerin
O günlerde Terek Kazaktarı'na yüklenen yükler gerçekten çok- sıkıntılıydı. Askerî
görevlerine ek olarak yollan korumak, pos¬ l yerine getirmek, ırmaktardaki geçiş
yerlerini kontrol askerî birliklere erzak ve atlarına da yem sağlamak, yaptıkları
büyük bölümünü oluşturmaktaydı. Bunun sonucunda kadm- bile? tarladaki işleri
yetiştiremez bir duruma düştüler. Bu İşlerin ya- iÇ'n köleler satın almaya veya
komşularına yaptıkları baskın-Urda bu işleri yürütecek kişileri kaçırmaya
başladılar. Bununla be^ raber Kazaklar arasında gerçek bir köleci hayattan da
sözedilemez. ^u ka çınlan talihsiz insanların çalışmaları her yıl belirli bir
oranda he-Saplar"tır ve tesbit edilen bir sürenin doldurulması halinde
özgürlükle¬rine k avuşa bil iri erdi.
/Askerî yükümlülük olarak herGrebentsi Kazak ailesi orduya bir asker vermek
zorundaydı. 19.yüzyılın başlarında bu sayı 1000'e uîa-Şıyorcdu. Bunların yarısı
süvari olarak orduda hizmet verirken diğerle¬ri de stanitsaların korunmasıyla
görevliydiler. 1818 yılında, aktif gö-revde bulunanların sayısı 700'e çıkarıldı.
Kazaklar'ın sarhoşluklarını Ve düzensizliklerini çok aşırt bulan Yermolov, 1819
yılında onların kendi atamanlarını ve subayların seçme hakkını kaldırdı. Bundan
böyle bu görev, devletin temsilcisi olan kendisi ve sonraki halefleri tarafımdan
yürütülmeye başlandı. Diğer Kazak grupları da, sayılarına göre belirli oranlarda
katkılarda bulunmak zorundaydılar. Zaman geçtikçe yeni yeni alaylar kurularak
yerleşim bölgeleri genişletilerek ileride yapılacak geniş boyutlu işgal
hareketlerine hazırlık amacıyla geçjcî yardımcı hatlar ortaya çıkarıldı. Bilindiği
gibi Kazaklar atlı bir-
47
İlklerdi ve her Kazak kendi atını temin etmek zorundaydı.
1832'lerde Hat'tın tamamlanmasıyla bu çok değişik alay ve bö¬lüklerden oluşan
Kazaklar'ın disiplinli bir şekilde imparatorluğun ge¬nel askerî organizasyonu
İçinde yerlerini almaları sonuçlanır. 1845 yılından daha ileriye bir adım daha
atılarak alaylar Yüzer kişilik altışar gruplara ayrıldılar. Bunlar, binlerce
kişinin yaşadığı kendi bölgelerini temsil ediyor ve alayla stanitsanın
birleşmesinden oluşan askerî ve sivil kurumlar tarafından yönetiliyorlardı.
Kazaklar, yüklendikleri so¬rumluluklarının yanısıra bir takım ayrıcalıklara da
sahip bulunuyorlar¬dı: Vergilerden ve askerî harcamalardan muaf tutulmaları, orduya
düzenli asker vermeye mecbur tutulmamaları ve düşmanlarından alınan toprakların
onların mülkiyetlerine bırakılmaları...v.b.
Şamil i!e yapılan savaşlar sırasında kuzey-doğu Kafkasya'ya karşı kurulan bu Hat'tı
tam olarak anlayabilmek için bazı noktalan daha detayiı belirtmek gerekmektedir.
Her hangi bir olay anında bu stanitsalarda silah taşıyan herkesin orduya katılması
istenebilirdi. Çünkü her Kazak, neredeyse bebeklik devresinden başlayarak ata
binmeye, tüfek atamaya ve kılıç sallamaya alıştırılır ve biraz kalıtım¬sal biraz da
yaşam koşullarının etkisiyle cesaret sahibi, kendine gü¬venen ve her türlü zorluğa
dayanıklı biri olarak yetiştirilirdi.
Hat'îı oluşturan bu kaleler ve stanîtsalar zinciri, hayranlık verici bir sistemle,
her türlü saldırı ve savunma durumunda karşılıklı olarak yardırnlaşacak şekiJde
kurulmuştu. Sunja kıyısındaki yerleşim yerleri birbirlerinden 12 millik (20 km) bir
mesafeyle ayrılıyorlardı. Her sta-nitsa veya kalenin, bir gözleme kulesi, alarm
çanı ve gece gündüz görevi başında olan gözcüleri vardı. Bütün hareketler,
gerektiğinde top atışıyla tüm hatta duyrulurdu. İki atış, silah başına anlamına
geli¬yordu. Dört atış ise önemli bir olayı, meselâ hayvan sürülerinin
götü¬rüldüğünü, çobanların öldürüldüğünü veya küçük gruplar halindeki Çerkesler'in
Hat'tı geçtiğini bildiriyordu. Sekiz atış ise çok ciddi bir tehlike anlamına
geliyordu; bu durumda çok kuvvetli bir düşman ko¬lunun saldırıya geçtiği
bildiriliyor ve en yakın yerlerden yardım isteni¬yordu.
Ruslar'ın Hazar kıyılarına ve dağların kuzey eteklerine yaklaş¬malarını izledikten
sonra, şimdi de, kısaca, onların ana dağ silsilesini aşmasını ve bunun sonucu
olarak denizden denize, İran ve Türkiye

^7^ntovun "Şeytan" ve -Tamara" pirlerinde işlediği ve As- ili kahramaniçesiyle


kan5t.nlmamal.d1r.
48
Asya's.yla temasa geçmesini sağlayan olaylar, inceleyelim.
Şimdi kada? geçen olaylarda Rusların Kata a yaklaşma-lann. Kaza lar'ın yJa tan.maz
ak.nlarına ve Petro ,le hateHenn. hırs, na bağlarsak da conlar.n dağlar.n güneyine-
geçmelerin ^ da farklı sebeplere bağlayabiliriz. Gerçi burada da h.rs ve politika
rollen-n oynad f L esafs motivler çok daha farkhydı. Dağlar, güneyinde üzerinde
Kartvel ı- rkının yaşadığı Gürcistan (Kaketya ve Karta,na), imertiya, Minerelya ve
Curia bulunmaktaydı. Hatan buyuk bı ço¬ğunluğu H, istıyan : olan bu bölge, uzun
yıllar Osmanlı ve Iran sa d.n-fanna mar kalrm* ve bölünmüştü. Bölgedeki tek
buyuk Hmstryan güç olma dotyts.-yla Rusya, politik ve coğrafi zorlamalar sonucu
on-fann ,üve Hklerin i yüklenmeyi en doğal hakkı olarak görüyordu.
C, nehirlerinin sulad.ğ. verimli vadilerde Hıristiyanlık iyi ve k Cbir ço^k
devrelerden geçerek 4.as,rdan ben, saylan pek 4la olamayan ffakat kişisel
cesaretleri ve ^zel , eny e pek unK. olan bu insanlar arasındaki varl.ğ.n. devam
e tırm.şt.. Gu cu krallığı, 12.yüzy,i « KraliçeTamara (1184-121 ^»^^Tn dorueuna
erişti we kraliçenin otoritesi, rak.psız olarak Kafkaslar n büyü! Sümünü. tfne
aid,. Fakat korkunç olaylar hemen kapriayd, 13. ve 14.yûzy.H^rda birbiri ardına
tekrarlanan ve herbın korkunç b rer zuicjgetler, Moğol ve Tatar akınları,
Gürcülerin bu güzel -kesine ölüm ve 'yık.m getirdi. Tamara'n.n ülkesi bıraz
yukarıda ad, gecen b "k prinsl.klere bölündü. Daha dağhk bölgelerde yaşayan Lanlar
d , kenedi hallerine b,raküd,lar ve onlar da hızla genye g de-rek yeniden
pag.anlast.lar ve henüz içinden ç,kamad.klan barbarhga
SzHaO ve Timur'dan son. Osmanlı Sultanlar, ve iran Şah-lan, bcSSe bir-er güç olarak
ortaya çıktılar. Bundan sonrak, 4 yuz-yrtlk CSS tariMI bir çok felâketlerle
doludur. 1795 yd.nda iran a Ağa Muhammecd Han'ın Tiflis'i işgal ederek tahrip
etmes, ve halk.n.n bir kısmını öldürrtmesiyle bu acılar zirvesine erişir.
7 târte il
k
49
Bu yüzyıllar boyunca Kaketya ve Kartalina kralları, bir çok defa¬lar vardım için
Rusya'ya başvurmuşlar, fakat bir sonuç elde edeme¬mişlerdir. 1685 yılında İberya
(Gürcistan) kralı Taymuraz, bizzat Moskova'ya giderek Türk ve İranlılar'a karşı
Alexis'ten yardım iste¬miştir. Petro zamanında da Şah'ın Tiflis'te bir kumandanıyla
garnizo¬nu bulunuyor ve Gürcü kralına bir vasalı gibi davranıyodu. (Akti, c.1, s
70) Ama o sıralar Ruslar çok uzaklarda ve komşuları da çok kuv¬vetliydi. Fakat en
sonunda Todtteben, 400 asker ve 4 topla Daryal Boğazı yoluyla dağları aşarak
Tiflis'e girdi. Ertesi yıl, geniş miktarda takviye aldıktan sonra İmeritya'ya
yürüyerek güçlü Bağdat'ı aldı. Sonra da 120 yıldır Osmanlılar'ın elinde bulunan
başkent Kutais'i ele geçirdi. 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca anlaşmasıyla
Türki¬ye'nin Gürcistan ve İmerİtya'deki hakimiyetine son verildi. Kuzey ba¬tıda
Kuban ırmağı, Türklerle Ruslar arasında sınır olarak kabul edildi. Böylece Kaketya
ve Kartalina kralı 2Jrak!i, Türkler'den gelebi¬lecek direk saldırılardan kurtulmuş
bulunuyordu. Fakat bundan sonra da Türkler, Müslüman Dağlılar'ı desteklemeye devam
ederek onlarla olan ilişkilerini sürdürdüler. Bu sırada İran tahtına geçen Ali
Murad, selefi Kerim Han'ın politikasını değiştirerek Gürcistan'ın kendisine boyun
eğmesinde ısrar etti. Çaresizlik içinde kalan İraklı, atalarının yaptığını
tekrarlayarak, artık sınırları kendisininkinden bir dağ dizisiyle ayrılan kuzeyli
komşusuna başvurarak kendisini korumasını İstedi. Bu sırada (1738) Kafkas Orduları
Baş kumandanı Korgeneral Kont Paul Potyemkin'di. Çariçe Katarenia'nın gözdesi ünlü
Potyemkin'in yeğe¬ni. Bu gözde, o sıralarda Türkler'den aklığı Kırım
topraklarındaki Rus hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışırken güney Kafkasya'da da
Rus etkisinin yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başlamasını istiyordu. Onun
emirleriyle harekete geçen yeğeni, kendisine sunulan bu fırsa¬tı kaçırmak
istemeyerek hızla işe girişti. O sıralarda bir kaç dağ pati¬kası dışında ana dağ
silsilesini aşan bir yol yoktu. Daryal'dan geçerek Kazbek ve Kobi yönünde devam
eden yol da bir çok tehlikelerle do-yau. Aşağılarda kaya ve buz yuvarlanması,
yukarı kısımlarda ise çığ düşmesi çok sık olaylardı. Yolun kuzey kısmının yarısı
Osetler'in elin-eydı ve tüm geçenlerden haraç alırlardı. O günlerde bu kabileler o
^dar güçlü ve cüretliydi ki, Tiflis'ten dönerken Kazbek civarındaki n Tsiminda köyü
yakınlannda Osetler tarafından yakalanan bi-
50
51

? arkadaşlarını kurtarmak için 600 askerU


lim adamı Guldenstedt v«
top gerekmişti.
Potyemkin'in yaptığı ilk iş, Terek kıyılarında Vladikavkaz adı v. rilen bir kale
kurarak onu takviye edilmiş postalarla Mozdok'a bağ!, mak olmuştu. Daha sonra,
dağları aş^.n patikayı bir yol haline get;: meye çalıştı. Bu İş için 800 Rus askeri
çalıştı. Nihayet 1.783'ün Ekim' inde 8 atin .çektiği bir arabayla bu yolu izleyerek
dağlan aştı ve Tiflis'e
ulaştı.'"101
Bu sırada Ka ter İha ola, 2.İrakli'yi koruması altına almıştı. 24 Ha-ziran'cla
Cöri'de imzalanan anlaşmayla, Gürcü, kralı, bir Rus vasşalı olmayı kabul ediyordu.
3 Kasım'da iki Rus taburu, 4 topla birlikte ve-ni.yapılan yoldan aşarak zafer
içinde Tiflis'e girdiler. Hava kapalı ve soğuktu. Titreşen Gürcüler, yeni
dostlarının kendileriyle beraber ik¬limlerini de getirdiklerim düşünüyorlardı.
Fakat yanlarında en azından başka şeyler de getsı mislerdi, ya da Öyle olması
umuluyordu. Bu da Osmanlılar ve İranlılar'a karşı.korunmaydı. Yorgun vr acılı
Gürcüler, bu şekilde düşünerek olayı kutladılar. Fakat çok acı bir sürprize mah¬kum
edilmişlerdi. Katerinn'nın Gürcü kralını himayesine a ki iğini bildi¬ren duyurunun
25 Ocak 1784 tarihinde Tiflis'te ilan edilmesinden kısa bir süre sonra-kus
askerleri geri çağrıldı. Askerî bir koruma olmadan Rus Çariçesi'nin müdahalesi,
lüzumsuz olmaktan çok daha kötü so¬nuçlar doyurdu. Bu durum İranlılar'* kızdırarak
>\ea Muhatnmed Han'ın Tiflis'i işgaline yol açtı. Bu oiay üzerine Rusya iran'a
savaş ilan etti ve Kont Zubov komutasında bir ordu gönderildi. 1796 yılında
Derbend, kuba, Baku ve hu şehirle Gürcistan'ın doğu sınırları arasın¬daki tüm iran
Hanlıklar! Rusiar'ın eline geçti. Fakat kısa bir süre sonra Katerina öldü ve yerine
oğlu Paul geçti. Rus birlikleri bir kez daha dağların kuzeyine çekildiler. Derbend
ve Baku, terkedıkli. Bu şehirler ancak 1806 yılında kalıcı olarak
elegeçihlmişler.dir.
Bu olaylar sırasında terkedilerek tahrip edilen Vladikavkaz 1799 da yeniden
onarıldı. Rus kuvvetleri, üçüncü defa Tiflis'e gitmek üzere dağ silsilesini
aştılar. Ertesi yıl kral l2.George'nin ölümünden çok kısa
(10)
Vladikavkaz'İa Tiflis arası 145 nıii kadardı. Dr.Merzbacher, bu yolun yapıldıktan
sonra üç kere alçaittldığmi yazmaktadır. (Leipzig, 1*101)
bir süre önce, 18 Aralık 1800 yılında yayınlanan Paul'ın manifesto-
suyla Gürcistan Rusya'ya ilhak edildi. Bu sırada Paul, yoğun bir şekil¬
de Hindistan'ın işgal planlarıyla uğraşıyordu/11} Gürcistan'ın Rusya'
ya bağlanmasıyla bu ülkenin sınırlan Türkiye ve İran topraklarına da¬
yanıyordu. Bu durum onlar için büyük bir tehlike teşkil ettiğinden ar¬
tık o ülkeleri tamamen karşılarına almış bükmüyorlardı'. Civardaki
dağlık bölgede yaşayan kabileler de hiç bir ülkenin gönüllü olarak ta¬
lip olamayacağı tehlikeleri Ruslar için taşıyorlardı. Bu yüzden bu böl¬
gedeki özgür Dağlıların boyun eğdirilmeleri Ruslar için kaçınılmaz bir
zorunluluk olarak görülüyordu. .
m) 1800 yılının Eylül ayında Rus sularındaki bütün ingiliz gemilerine bir ambargo
konuldu. Ertesi yılı Paul saldırıya geçmeye karar verdi. 12 Ocak 1801'da Don
Atamanı Orlof'a bütün kuvvetleriyle Hindistan'a yürümesini emretti. .Bir aydan
biraz daha fazla zaman alan bir hazırlanma surecinden sonra sayıları 225O7'ye varan
Kazaklar, 2.4 topla birlikte; erzak ve miih.mmat taşıma araçları, yedeke
malzemeleri ve haritaları olmadan harekete geçtiler. Dört koldan ilerleyen Ka¬zak
birliklerinin birisine başında bu görev için özel olarak St.Petetsburg'dan
getirilen Piatof kumanda etmekteydi. BÜ sefer sırasında büyük güçlüklerle kar-
Ş^aşanı Kazaklar, henüzVolga ırmağını geçmişlerdi ki, 18 Mart'da Çar Paul'un °lüm
haberini aldılar. (Rus Biyografi Sözlüğü, 1 .Paul makalesi.)
53
İÜ
BÖLÜM 2
1722-1771
Petro'nun seferi-Derbend'in işgaH-Petro Moskova'ya dö¬nüyor-Petr o'nun kumandanları
Baku'yu alıyorlar-Rus iler¬lemeleri Anne'in yönetiminde Ruslar Terek'e çekil'ıyor-
Bü-yük Kat er in a-Hat'tın tahkim edümesi-Türkiye ile savaş-Todtleben dağlan
aşıyor-Platof harekâtı-Kalmukların fira-
rı...
Kazakların hareketlerinden ayrı olarak olaya baktığımızda, Kaf¬kasların işgal
hareketinin Petro'nun seferiyle başladığını görürüz. Doğru veya yanlış; onun
politik amaçlarını içeren vasiyetnamesi, 1. Paul'den başlayarak tüm haleflerinin
hedefi olmuştur. 1717 yılında Hive Hanlığı'na yapılan ve büyük bir felaketle
sonuçlanan sefer, mümkünse Hindistan'la bir ticarî yol kurabilmek amacıyla
yapılmıştı-İsveçlilerle yıllardır süren savaşın bitmesiyle serbest kalan Petro, il*
seferin korkunç akıbetinden umutsuzluğa kapılmadan doğuda ve güneyde şansını bizzat
kendisi denemek istedi. Bu sırada İran, Afgan - kralı Mahmud'un işgali altında
bulunuyor ve tarihinin en karanlık b'"" dönemini yaşıyordu. Osmanlılar da, bu
fırsattan yararlanarak Kaf-
a'daki topraklarını komşularının aleyhine genişletmeye başla-Lrdt. Gelecekteki
ticaret yollarının Türklerin eline geçmesinden rkan Petro, Türklerden önce
davranarak Hazar kıyılarını işgal et¬meye karar verdi.
Gerçi o sıralar Rusya ile İran barış halindeydiler ve hiç bir şey Rusların
hareketini haklı çıkaramazdı. Ne var ki tam bu sırada Rusla¬rın eline istedikleri
bahane geçti. Şah'ın hakimiyet alanı içinde kalan Şirvan'ın başkenti Şemha'da bir
Rus tacirinin yarım milyon rublelik malı Dağıstanlılar tarafından yağmalandı, Fakat
Şah'ın onlara karşı çıkacak ve engelleyecek bir gücü yoktu. Biraz da gecikerek 1722
yı¬lında İsfahan'daki saraya gelen Rus elçisi bu malların tazminatını is¬tedi. Bu
sıralar İran Şah'ı Sultan Hüseyin'i tahttan indirmiş bulunan Afgan'lı Mahmud,
herhangi bir sorumluluk yüklenmeyi reddederek akıllı ve savaşçı bir kimse olarak ün
yapmış bulunan Çar Petro ile ba¬rış içinde olmayı istediğini belirtti ve bu yağmayı
yapan Dağlıların müttefiki olmadığını ve onlara söz geçilemediğini söyleyerek
onların davranışlarından dolayı bir sorumluluk alamayacağını ifade etti. Fa¬kat bu
andan itibaren o topraklar içinde geçen kervanları korumak amacıyla kuvvetli
birlikler vermeyi teklif etti. Bu cevap, Petro'nun ha¬rekete geçmesi için
yeterliydi. Zaman geçirmeden İran'ın İşgali için
hazırlanmaya başladı.
Bu sefer sırasında Terek Kazakları, ilk defa savunmada olduğu kadar saldırıda da
çok faydalı olabileceklerini Petro'nun ordusuna önemli bir askerî güç vererek
ispatladılar. Ordunun piyade ve topçu kuvvetleri her türlü savaş mühimmatı;
cephane, erzak ve araç gereç¬ler Astrahan'da toplanarak oradan gemilerle Sulak
nehrinin ağzına taşınırken, süvariler de Mozdok yoluyla Kumuk steplerinden geçerek
aynı bölgeye ulaştılar. Düzenli piyadelerin sayısı 220Q0'e ulaşıyordu. DU
piyadeler, İsveç savaşları sırasında pişmiş çok tecrübeli askerler¬den oluşuyordu.
Ağır süvarilerin sayısı 9.000'e ulaşırken 70.000 ka¬dar Kazak, Tatar ve Kalmuk
atlısı da orduya eşlik ediyordu. (Solovi-
°ff,böl.i8,s.671)
Donanma, 27 Haziran 1722'de karaya çıkılacak yere ulaştı. Su¬yun sığ olması
Petro'nun bindisi mavnanın kıyıya yaklaşmasını önle-
\yjj_ t . O ill*
r içe 4 denizci tarafından, omuzlarında taşınarak karaya çıkan ilk ki-§»oldu.
55

8u ssrada Ruslar için pek de hoş olmayan haberler ulaştı: Aktas ırmağı
yakınlarındaki Endree köyünü ele geçirmek için gönderilen bir süvari birliği,
burada Çeçenlerle karşılaşarak püskürtülmüşler ve olay bir felaket olarak
bildirilmişti. Bu, düzenli (disiplinli) Rus askerlerinin Kafkaslılarla kendi doğal
kalelerinde ilk karşılaşmalarıydı ve gelecek¬teki 130 yıl içinde bir çok defalar
tekrarlanacak olan kanh olayların uğursuz muştucusu gibiydi. Şu da belirtilmelidir
ki, Ruslar'ın ormanlik -bölgede Çeçenlere karşı yürüttükleri savaşlar, önem
bakımından sa- ? dece Dağıstan'ın dağlık bölgelerindeki kabilelere karşı yürütülen,
sa¬vaşlardan sonra geliyordu. Hatta buradaki savaşiar, çok daha pahalı¬ya mal olmuş
ve,Rusların kanlı feiaketleriyle sonuçlanmıştır.
Kısa bir zaman sonra Endree'deki olayın abartıldığı anlaşıldı. Tuğbay Veterani,
ormanlık bölgede Çeçenlerin saldırısına uğrayarak bir miktar kayıp vermiş, fakat
Albay Naimof un yardımıyla gen çekil¬meyi başarmıştı. Petro, Çeçenleri
cezalandırmak amacıyla onlara karşı Kalmukian gönderdi. Kendisi de ordusunu
toplayarak, yanında Çariçe de olduğu halde 12 Ağustos'da Şamhai'm başkenti Tarku'ya
girdi. Üç gün sonra deniz kıyısındaki karargahına dönerek Preobraz-hensky alayının
düzenlediği kilise kampanyasına katılarak bıı kaç taş topladı. Yanındakiler-de
kendisini jzleyerek ortada bir höyük oluşun-, caya kadar taş yığdılar.'Yüz yıl
sonra kurulacak PV'^ovsk kasabanın ?.yakınlarındaki bu höyük o olayın anısı olarak
kahret ir. î'rtesi günü Petro, ordusuyla birlikte1 Derbend'e doğru yola nk!:.
Donanma ela,' ağırlıklarla birlikte kıyıdan orduyu İzlemeye başladı.
Bu arada Derbernd'e, Şemha'ya ve Bakû'ye bir takım bildiriler gönderildi. Bu
bildirilerde Petro, esas amaçlarını gizleyerek burada bulunmasını "İran Şahı İle
İran halkını Afganlıların zulmünden kurta¬rarak onları Ruslara karşı İşledikleri
suçlardan dolayı cezalandırmak (Hanway) amacıyla açıklıyordu. Bruce, tahtı
gasbedilen Şah'ırı ger¬çekten Rusları çağırdığını yazmaktadır.
Bütün Kumukların yöneticisi Şamhal Adil GiVay, Petro'yu dostça karşılayarak ona her
türlü yardımı teklif etti. Fakat buradaki Kumuk-lar, Güney Dağıstan'da yaşayan Gazi
Kumuklarla karıştırılmamalı 1'-Şamhalların iktidarı, 8.yüzyılda Arapların
Dağıstan'ı hakimiyetleri altı¬na almalarına kadar uzanır. Dağıstan'da'Şamhallıktan
sonra önen1 bakımından ikinci sırada gelen Karakaytagların Usmi'sİ Ahmet Ha*1'
tok daha değişik bir yol izledi. Aldatıcı vaatlerle dolu bir mektubu kendisine
getiren bir kazak subayıyla üç adamını idam ederek 16.000 isilik bir ordu topladı
ve Rusların yolunu kepmek üzere Kayakent'fn bir kaç mil ilerisindeki Outemish'de
bekie; ; ba<' , Savaşın so¬nucu önceden tahmin edilebilirdi. Aynı koşı ;-'a cî. mm
her tara¬fında aynı sonucu veren durum burada el <rarl- Dağıstan'ın askerî
disiplinden yoksun savaşçıları, ne kadar cesur vr atik olurlar¬sa olsunlar açık bir
sahada yapılan meydan savaşında goitşmiş bir üi-
ına sahiı
değil
? kenin disiplinli askerlerine karşı biç bîr başarı şan; Bu tür düzenli birliklere
karşı ancak Çeçenistan orman'anneia've Da¬ğıstan'ın yalçın dağlarında.bir başarı
elde edilebilirdi.
' Bu savaşta Petro, Karakaytagİarın büyük bir cesaret ve müthiş bir enerjiyle
çarpıştıklarını belirtiyor, fakat boşuna! Sonunda disiplin üstün geldi ve Ruslar
kesin bir zafer kazandılar. Oulernısh iilın^rnk yakıldı. Be geçirilen bütün
esirler, öldütüleıı Rus elçilerinin intikam! .uğruna asıldılar. Bu savaşın sonucuna
göre hareketlerini belirleyecek 0İan Derbend halkı, Rusların galibiyetini görünce
boyun eğmekte ge-?tikmedi. 23 Ağustos günü Han, mollalar, asi Her-ve şehrin üeıi
gekn-ferin eşliğinde yamna tuz, ekmek ve üstünde şehün aiti1 .htannın. bulunduğu
pümüs bir tepsi olduğu halde Petro'vu ka.ı-> ?.ıva'çık-ti. ]) Çar, birliklerinin
başında şehre girmeye başkidi. Fai :m o ss¬rada hafif bir yer sarsıntısı oldu ve
Petro, Pevensey'dekı \orman fati¬hinin ruh hali içerisinde bu durumu kendi yararına
kutlandı: To" diye bağırdı; "Doğanın kendisi de beni vakur bîr selamla karşılıyor
ve gü¬cüm karşısında titiriyor!"
Derbend'in önemi Asya ile Avrupa adasındaki yüksek ulaşım yollarının tek geçit
yerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Da¬ğıstan'ın dağiık bölgesiyle Hazar
kıyılan arasındaki dar bir toprak parçası, burada alçalarak Petrovsk'dan Apşeron
yarımadasına kadar uzanır ve tüm Kafkasların kuzeyden güneye geçişlerini sağlar.
Ger¬çekten de dağların zirvelerinden aşan ve her biri, binbir türlü tehlike¬lerle
dolu patikaları saymazsak Derbend yolu, tek ulaşım yeri olarak
ı hediyeler ha!^ StPötersburg'da bulunmaktadır. (1908)
J
?»i r
56
kalmaktadır. Samur nehrinin Hazar'a döküldüğü yer dışında hiç bîr yerde bir kaç
milden fazla genişlemeyen bu geçit, bazı yerlerde ger¬çekten o kadar daralıyordu
ki, her iki taraf da düşmana karşı az bir kuvvetle kolaylıkla savunulabilirdi. Eski
devirlerde Derbend'in hem karadan hem de denizden kuşatılması çok zordu. Çünkü
burada de¬niz her zaman fırtınalıdır ve dalgakıransız kıyılara sokulmak çok
teh¬likeli olurdu. Şehrin kara tarafı ise üzerinde savaşçı kabilelerin yaşa^ dığı
dağlara geniş uçurumlar ve yalçın tepelerle bağlanıyordu.
Derbend'in kaderi genellikle İranlılara bağlı kalmıştır. Burada yaşayan bütün
yöneticiler, yerli veya yabancı olsun, şehrin stratejik Önemini kavrayarak ona göre
davranmışlardır, Araplar da, Sâsânileri mağlup ettikten sonra bir an önce Derbend'i
ele geçirmek için acele etmişlerdir.
Derbend'de kaldığı sıralar Han'ın sarayından donanmasının ge¬lişini izleyen Petro,
Hazar'ın sularını daha iyi görebilmek için kaldığı odanın penceresini kendi
elleriyle kırdı. Horace, Hazar'ın çok fırtınalı olmadığını söylemesine rağmen bazen
çok şiddetli boralara ve tay¬funlara rastlanabilir. Donanma, işte böylesine
şiddetli fırtınalardan bi¬risine yakalanarak 12 gemi battı. 30 kadarı da daha fazla
ileri gide¬meyecek bir halde Agrakan'a sığındılar. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan
erzak ve cephane kıtlığı, yılın bu mevsiminden sonra daha ileri gitmeyi imkânsız
kıldı. Boş oturmak istemeyen Petro, Derbend'e bir garnizon bırakarak Terek'e
çekiidi. Oradan Astrahan'a yeiken açarak 13 Araiık'da Moskova'ya muzaffer bir
şekilde girdi.(2)
Fakat Astrahan'dan ayrılmadan önce o sırada Afganlılar tarafın¬dan tehdit edilen
Rest yöneticisi ve halkı onu davet etti. petro da, bunun üzerine Albay Sheepoff'u 6
Kasım'da, Gilan bölgesini ele ge¬çirerek elinde tutması için güneye yolladı. Aniden
Rest önlerine varan Shepoff bu arada fikirlerini değiştirmiş olan İranlılardan
erken davra¬narak şehri ve limanı ele geçirdi.
Ruslar, kendilerini genç şah Tahmasb'ın dostu olarak lanse edi¬yorlar ve "asi" ya
da "işgalci" olarak tanımladıkları Afganlıların düş-
(2) Petro'nun dönüşü Rus kaynaklarında bu şekilde anlatıl m aktadır ve büyük
bir ih¬timalle gerçek böyledir. Bruce ise, Petro'nun Türk elçisinin onu savaşla
tehdit etmesi üzerine geri çekildiğini yazmaktadır. (Anılar, s.289)
57
nları olarak gösteriyorlardı. Fakat ilk andan itibaren şehir halkı on-
düşmanca bir tavır takındı. Ruslar, yakacak için ormandan odun keserken,
"ormanlarımız şahın vergilerini ödemeye yarıyor." diyerek homurdanmaya başladılar.
Ve Rusları kendilerinin davet etmedikleri¬ni ileri sürdüler. (Solovioff, s.680)
Çok geçmeden İranlılar, 15000 kişilik bir kuvvet toplayarak Rus¬ları tehdit etmeye
başladılar. Bunun üzerine Ruslar siperlerine çekil¬diler. Bu hareket İranlıların
daha da taşkınlaşmalarına yol açtı. Şubat ayında Şah'ın temsilcileri gelerek
Rusların şehri boşaltmalarını istedi¬ler. Eeer bu isteğe boyun eğilirse kovulmanın
utancını yaşayacaklar¬dı. Mart ayının sonlarına doğru İranlılar kasabaya ateş
etmeye başla¬yınca Sheepoff, bir çıkış harekâtı yaptı. Acemleri hem geriden hem de
cepheden vurarak yenilgiye uğrattı. Savaş alanında 1.000 kadar Ölü bırakıldı. Bu
sırada gemileri ele geçirmek isteyen 5.000 kişilik bir grup da 100 (!) kişilik bir
birlik tarafından püskürtüldü. (Solovioff, s.681)
Bu tarihten 1732 yılına kadar geçen süredeki Rus-iran ilişkileri gerçekten çok
karışıktır. Rus tarihçileri, bu zaman diliminde pratikte bir savaş olduğunu
yazıyorlar. Düşman, bazen Afganlılar, bazen de bizzat iranJıların kendileriydi.
Fakat bu arada görüşmelere de devam edildi ve Şah Tahmasb'le bir ittifak anlaşması
imzaladılar. Bu çarpış¬malara sebep olan olayların gerçeği şuydu: Afganlıların
ülkenin bü¬yük kısmıyla İsfahan'ı ele geçirmeleri üzerine harekete geçen
Os¬manlılar ve Ruslar da İran'ın geri kalan bölgelerini ele geçirmek iste¬mişler ve
neredeyse karşı karşıya gelerek bir savaşın eşiğinden dön¬müşlerdi. Bu
anlaşmazlığın asıl sebebi de, Petro ve haleflerinin, ha¬zar kıyılarının Türklerin
eline geçmemesine çok önem vermeleriydi.
Ertesi yılı General Matiouskin, Baku'yu aldı. (25 Haziran 1723) Her şeyin anahtarı"
dediği Baku'nun alınması Petro'ya büyük bir mutluluk verdi. Ardından İran
Hanlıkları, Gilan, Mazanderan ve As-trabad hızla işgal edildi. Bu sırada İngiliz
muhalefetine rağmen Rusla¬rın Türklere yaptıkları kısa süreli bir anlaşma onların
konumunu güc¬endirirken İran'ın sıkıntılarını daha da arttırdı. Böylece Rus işgali,
da¬ha da içerilere yayıldı. 12 Eylül'de Ruslarla İranlılar arasında bir an-aşma
imzalandı. Buna göre Ruslar, Afganlıları ülkeden çıkararak anmasb'a tahtını iade
etmeyi taahhüt ediyorlar; İranlılar da buna
58
karşılık olarak Cilan, Mazanderan, Astrabad, Derbend ve Ruslara bırakmayı kabul
ediyorlardı. (Kanvvay, c.3, s.181) Fakat erlV-si yi!, bu İş için özel yetkiyle
donatılan Prens Meshtchersk, anlaşma¬nın tasdik edilmesini sağlayamadı ve bu iş
için gidip gelirken de ha¬yatına kastedildi.
? Anne.Ajanja an-, akları tekrar İran'a serbest
rdından
Bu ilk Rus-iran savaşı, Rusların başarılan, bir kaç kişinin kaiaba-hk orduları
bozmaları, kalelerin kuşatılıp alınması ve toprakların \ş<\ü\ edilmesi olaylarıyla
doludur. Fakat sonuçla Ruslar, hemen hemen hiç. bir şey elde edemedüe.!. Bu parlak
Rus basanlarının Kafkasların işga¬line doğrudan bir etkisi olmadı. Bu şifalarda
Dağıstan'ın güneyindeki kabileler, gün geçtikçe daha çok soru! i yaratmaya
başladılar. İç karı¬şıklıklar vü^ündm parçalanan İran," Nadir Şah'ın yönetimi
altında ye¬niden birkaç:* "içlendi. 1724 yılında kusva ile bir anlaşma imzala¬yan
istanbul - .imeh de Ruslara karşı düşmanca laurbr almaya başlamış'h. C\v \nne,
tahta geçmesinden 2 yıl sonra 1732'de İran' a Kura nehrinin güneyindeki tüm işgal
edilen topraklarını iade etti. Üç yıl sonra da Türkiye ile savaş, kaçınılmaz olunca
\.3c|ir Şah, eğeı Baku ve Derbend kendisine geri verilmezse Ruslara karşı Osmanh-
d B ii AeÇanja an
İarla birleşeceği tehdidini savurdu. Bunur.
laşmasıyla Petro zamanında ele geçirileni' ı
(? i. ı:-o
verdi.- Rus kuvvetleri, eski Terek Hat'tına (.
kalan Nadir, Türklere yönelerek o'nUn VÜİ.
da Kandahar ve Hindistan';-, yürüdü. (1 ~39i
Nadir Şah'uı tehdidiyle- çekilip gitmek °er çekten Rr.v > için çok
oruır kına bir durumdu; F-ıkaf iki şey, yine de bu acı darbenin şitlde-,
tini azaltıyordu. Birincisi; Giian'ın ölümcül iklimi, o beldeyi Rusasker-
leri için büyük bir mezarbğa çevirmişti. İkincisi ise; bu savaşlarla Rus¬
ya'nın İran üzerinde izîemek istediği politika sağlanmış buunuyorve
Nadir tahtda kaldığı sürece Türklerden herhangi bir tehlike beklen¬
miyordu. "
Diğer bazı açılardan da bu fedakârlık ve çabaların tamamen so¬nuçsuz kaldıkları da
söylenemezdi. Züsserman (İstonV* K.Polka, <- c-, 1881)'m belirttiği gibi, daha
sonraları büyük bir ün kazanacak olan Kafkas Alaylarının temelleri burada
atılmıştır. Bu alayların bu'^u ^°* ğunluğu Matiouskin'in haleflerinin zamanında
kuruldu ve tarihlerin.; her ulusun gururlanacağı anılarla doldurdular.
59
1735 yılında imzalanan Ganja antlaşmasından sonra Anne'in ^üne kadar geçen beş yıl
boyunca ve ondan sonra tahta geçen Eiizabeth'in yirmi bir yıllık ikidan süresince-
Rusların Doğu Kafkaslar¬daki tek düşüncesi,,, Iferek HaUı'nda savunmada kalmak ve
Hat'tı Hazar'dan içerilere, Sulak'a do-ğru kaydırmaktan ibaret olmuştur. Bnrada
bile merkezî kuvvetin Kazakları kendi h ;ıerine. bıraktiğî gö¬rülmektedir.
ve Dağıstan böi-
oian bir "Birleşik
ısanüstü çabalara
akat şurasını ke-
Düzenji. Rus birilkicünii lamen imha1 edilirler y-" ? bulunulan bu tehlike I
Kafkaslardaki müca. MV\\ \^\r ^'ivaş içincîe ?
il sürmeye gl'Jr-n 'lan çıkaraınn/dı. .iiıda kahf ve ba-a avnt tür SriluiP-
rrıiştîr. L'
bir Kaz.-! Çoğu ko zen de c larda bu1
1761 \ ilmin Aralık avında Elizabeth öldü. Yerine 3. Pei.îo.geçti. Fakat çok kisa
bir süre sonra kafledildi ve yerine 'İ762'de K geçti. Kafkasya'daki durum bir anda
Çariçe'nih dikkatini çekti.
. Sahip olduğu sezgi dehasıyla Kazak j-iattr'nı güçlendirip daha ileriye taşımanın
önemini hemen kavradı. Bu sırada-49 kadar aileyle Dirlikte ülkesinden kaçan bir
Kabardey prensi Mozdok çevresinde
Rus tarihçisi Potto, Kabardev, Kumuk. Çr geîerinin bir araya gelmesinden meydana
çık. Kafkasya" ile mücadele edebilmek için gerekec ve müthiş mücadele gücüne dikkat
çekmekteci sinlikle belirtmek gerekiyor ki, yukarıda adı geçen bu kabileler
Ka¬zaklara karşı hiç bk zaman birleşerek beraber hareket edememişle'ı-ciir.
Eğer.bunu gerçekleştirmiş olsalardı KV/akların bu birleşik kuvvei-!er karşısında
tutunmaları imkansızla: desteğinden mahrum olan Kazaklar > ? buralardan :-ürülüp
çıkanlırlardi.'" şam koşuilanndan dolayı Kazaklar ? nin baylaırosnıdan juınümüze
k.»1 .
t.'l
inünü top I a m ay r1
belinden ve lüferi".! elc ? -.ildtriiara karşı korum,ı <M
;aş'ar
rdu.
linin
birlikte kendisi ele koın^t
^ Kafkaslara yaklaşmalarından başlayarak diğer kabilelere
diğer (S?r i? , Çok yakmtlk gösteımisler ve bazen de onlarla birleşerek
tında K I ? ka'ş> b^kım hareketlerde bulunmuşlardır. Nitekim 1764 vt-
vardn?""!?' y!d! yi' °nce Çe?enlere yapılan baskın sırasında gösterdikleri T
«"mardan dolayı Kabardey prenslerine 3.000 ruble göndermiştir
61
60
yerleştirildi. Daha 1763 yılı içerisinde bölgede bir ortodoks kilesesi yükselmeye
başlamış ve yoğun bir yerleşim merkezi ortaya çıkmıştı Mozdok bölgesindeki bu
gelişmeler ilerideki Rus hareketleri İçin çok önemli sonuçlar doğuracak ve bölge
halkının bir kısmının Hıristiyan¬lığı kabul etmesi sağlanacaktı. Terek kıyısındaki
bu koy, Rus işgalinin köşe taşlarından biri olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de
bu koy, daha sonra Osetlere karşı yürütülecek olan misyonerlik hare-. ketlerinin
merkezi olmuştur. Katerina bile, başlangıçta hareketlerinin sonuçlarını tam olarak
idrak edemiyordu. Fakat bu durum tarihde her zaman karakteristik olarak göze
çarpmıştır. Genellikle deha sa¬hiplerinin sezip yaptıkları bazı girişimler, onları
aşarak kendi anlayış
ve beklentilerinin dışına taşarlar.
Bu arada Ruslar için hiç de hoş olmayan gelişmeler kendisini göstermeye başlıyordu.
Ruslar, Mozdok'un Belgrad anlaşmasıyla kendilerine bırakılan sınırlar içinde
kaldığını savunurken, Kabardey Prensleri de haklı olarak, asırlardır hayvan
sürülerini otlattıkları ve odun ihtiyaçlarını karşıladıkları bu toprakların
kendilerine ait olduğu¬nu belirttiler. Kendi topraklarının içinde bir Rus.
kalesinin yükselişini izlemek zaten yeterince dayanılmaz bir durum oluştururken
burası bir de kaçan kölelerin sığınak yeri olmaya başlayınca Kabardeylerin artık
dayanacak güçleri kalmayarak sabırları taştı. St.Petersburg'a el¬çiler göndererek
bu durumu protesto ettiler ve haklarının İade edil¬mesini dilediler. Fakat oradan
tatmin edici bir cevap alamayınca açıkça savaş ilan ettiler. 1765'den başlayarak
1779'a kadar süren sa¬vaşlar, Kabardeylerin sayısız kahramanlık ve cesaretlilik
olaylarıyla doludur. Çünkü medeniyet bakımından tüm Kafkas kabilelerinin
İleri¬sinde bulunan Kabardeyler, savaşçılık ve cesaret bakımından da on¬ların hiç
birisinden geri kalmıyordu.^
Ne var ki bütün sorunlar bununla bitmiyordu. Türkiye de, bu gelişmelerdeki konumu
ne olursa olsun, Mozdok'da bir Rus kalesinin
(4) Bir durumu belirtmeden geçmek Çerkesler için gerçekten büyük bir haksızlık
oturdu: Ruslarla Çerkeslerin ilk karşılaşmalarından onların yüz kızartıcı bir
şe¬kilde vatanlarını terketmeye zorlanmalarına kadar geçen süre içinde Rusların her
zaman Çerkeslere zalimce ve haince davrandıkları kullandığımız Rus kay¬nakları
tarafından doğrulanmaktadır.
mim büyük bir endişe ve şüpheyle izliyordu. Vakit geçirmeden de o hükümeti
nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmaya başladı-Rus Dışişleri Bakanlığı,
Türklerin şüphelerini yatıştırmak için elin-, ' ge|eni yaparken, Kızlar'daki Rus
komutanı Korgeneral Potapoff'a lice emirler göndererek Mozdok'un tahkim işinin bir
an Önce ve fazla dikkat çekmeden tamamlanmasını istiyordu. Böylece 1765 yı¬lında bu
yeni bölge, artık hatırı sayılır askerî bir güce erişmiş bulunu¬yordu. Aynı yılın
Haziran ayında, artık daha fazla bu duruma daya¬namayan Kabardeyler, saldırıya
geçerek Kızlar'ı kuşattılar; şehri ala¬mayınca da çevredeki bölgeleri vurarak
yağmaladılar. Bu saldırılar, Volea Kazaklarının, atamanları General Savalieff
komutasında Terek kıyılarına gönderilmelerine yol açtı. 1769 yılında olan bu olay,
Hat'tın büvük ölçüde güçlenmesini sağladı. Yeni gelenler, sadece Kabardey¬ler ve
Çeçenlerin değil, fakat aynı zamanda Kalmuk kabilelerinin de düşmanlıklarını
göğüslemek zorundaydılar. Fakat Kazaklar, cesaret¬leri ve ırklarına has olan
dayanıklılıklarda yerlerini korudular ve İngi¬lizlerden sonra dünyanın en iyi
kolonicileri olmayı başardılar. İşte bu Özellikler; Kazakların silahlarıyla
pulluklarını aynı maharetle kullana¬bilme özellikleri, Rusların güneyde ve doğudaki
başarılarının temel faktörü olmuş ve oralarda Rus otoritesinin hakim olmasını
sağlayarak sınırlarını güvenceye almışlardır.
Rusya'nın teklifleri ve verdiği garantilerden tatmin olmayan Tür¬kiye, 18 Kasım
1768'de Rusya'ya savaş ilan etti. Tarihte benzeri bir çok olayda olduğu gibi bu
sefer de Kafkasya savaş alanı içinde kaldı. Rusya, Türkiye'nin güçlerini bölmek
amacıyla savaşın ana sahnesi olan Tuna, Dinyester ve Kırım taraflarındaki Türk
kuvvetlerini başka taraflara çekmenin yollarını ararken; Türkler de, Dîni duyguları
çok kuvvetli olan ve bu yolla kolayca harekete geçebilecek Kafkas kabi¬lelerinden
çok şeyler bekliyorlardı.
Savaş, çok değişik gelişmeler göstererek sürüp gitti. Dağlı Çe¬çenler ve Kistler,
Kızlar şehrini ele geçirerek Rusların büyük kısmını kılıçtan geçirdiler.
Todtleben'in yüksek dağ silsilesini geçmesi, aslında az' bakımlardan başarısızlığa
uğramış olmasına rağmen, onun Gür¬cistan ve İmeritya'daki varlığı, Dağlıların bu ve
bunun benzeri basan¬ını Ç°k daha fazlasıyla dengelemiştir. Todtleben, o zaman
tarihin annesinde bulunan kişiler arasında çok ilginç biri olarak göze çarp-
Ü-
63
62
maktadır. Alman asıllı olan bu adam, tüzabeth'in hizmetine girdikler
sonra 1760 yılında Berlin'i beklenmedik bir şekilde aniden ele, geçire
rek büyük bir ün kazanmıştı. Ertesi yi! büyük bir ihtimalle kendişirm
de rolünün bulunduğu Eİizabeth'in Ölümünden sonra isyana hazırla¬
nırken kendi subayları tarafından tutuklanarak yargılanmasına bak¬
landı. Mahkemede detaylı bir sorgulamadan sonra mahkum edildi,
fakat Katerina, bu cezayı sürgüne çevirdi. Türklerle savaş çıkınca da
ona Korgenerallik rütbesini iade ederek Kafkasya'ya yolladı. Daha
Önce de belirtildiği gibi 1769 yılında dağ sil-silesini aşan Todtleben,
imeritya kralı Süleyman'a krallığının başkentini yeniden kazandırdık¬
tan sonra (Kütayis) Poti üzerine yürüdü. Yolunu kesmek .isteyen
12.000 kişilik bir Türk birliğini yenerek bu önemli kaleyi kuşattı. Fakat
bu andan itibaren, o zamana kadar yaver giden şansı onu terketti.
Poti kalesi büyük bîr dirençle karşı koymaya devam etti. Bu arada
kendisi de atılgan ve esrarengiz.kişiliği dolayısıyla, büyük bir ihtimalle -
bir takım entrikalara bulaşmış bulunuyordu. Kendisinin Gürcüler,
İmerityaiılar, Günahlar ve hepsinin Ötesinde Ruslarla olan karşılıklı
suçlamaları o dereceye ulaştı ki, böyle durumlardan doğabilecek kö- ;|
? tu sonuçlardan çekinen Katerina,. kendisini geri çağırdı ve onun1 da |
esrarengiz askerî hayatı bu şekilde sona erdi. . .- .;'
Onun yerine atanan Soııkhotın, Poîİ'nin kuşatmasına devam . etti. Fakat kalenin
alınamayacağını anlayınca hastalığını bahane ede- ? rek Tiflis'e döndü. Kral
Süleyman, bu durumu Kateh-na'ya şikayet et¬ti. Kafkaslardaki bu gelişmelreden çok
rahatsız olan Çariçe, tüm Rus askerlerinin Hafta çekilmelerini emretti. 1772 yılı
baharında yeni bir
sefer daha düzenlendi.
Savaş, KuzeyKafkasya'da devam etti. Don Kazaklarının Atama-, ru Platoff, Nogay
düzlüklerinde 2.000 adamıyla 25.000 (!) kişilik Ta¬tar ve Osmanlı orudlanna karşt
direnerek büyük bir ün kazandı. Bu 'f olay, daha sonraları kutlanmaya başlanmıştır.
Ayrıca Nour stanitsası da 8.000 kişilik Türk ve Kafkas drdularına karşı Mozdok
Kazakları ta¬rafından savunulmuştur. Bu savaşlar sırasında Kazak kadınları da
er¬keklerinin yanıbaşlarında savaşmışlardır. Kuşatma kuvvetlerinin ani¬den çekilip
gitmeleri de, Regillus Gölü savaşı sırasında görünen "Kut¬sal İkİzler"in
hayaletlerine bağlanmıştır. Hıristiyanların zor duruma^ olduklarını gören, kutsal
havariler, Bartholomev ve Barnabas, beyaz
İ rinde bevaz atlara binmiş olarak yardıma gelip düşman ıçı-e|bise|en.ç ,
. ^ ^ ^^ yaraîmışlardır ki; on!ar da panik ^
ne 7 atmışlardır! Nour'dakt küçük bir kilise hem olanları hem de tüneği
hatırlatırken 11 Haziran günü de uzun yıllar büyük feshval-
ierleR^sav^arında (.1771) Rusların kendilerine karşı gösterdikle-,l«ız tavi'rve
davranışlardan bıkkınlık getiren, Kaimuklar, bir ge-ftaC'len çad,rlann, toplayarak
Vojga dolaylarından Çin'e kaçt.iar. "n S" da. bifazdaha batıya kayarak Hazar ve
Kara Deniz arsındaki ovalık bölgelere yerleştiler.^
Bukonudadahafazlabilfi içinDequince/in-RevoltortheTartars" adlı kitabı-na bakınız.
Eser, tarihî bilimsellik açısından, oldukça düşük bir seviye gösterir¬ken literatür
açısından muhteşemdir. Profesör Masson, bu kitaba yaptığı bazı eklemelerle (c.7, s.
368) gerekli düzeltmeleri yapmıştır. Ayrıca EugeneScnuy- leı"in "Türkistan"
kitabına da bakınız, (c.7, s.171, 1876)

BÖLÜM 3
1771-1796
Türkiye ile banş-Derbend'İn yeniden İşgal edilmesi ve ter-kedilmesi-Hat ilerliyor-
Kuban-Nogay Tatarlan-Suvarof No-gaylara boyun eğdiriyor-Kont Potyemkin, ilk kral
naibi-Ko-lonizasyon-Şeyh Mansur-Çeçen zaferi-Ormanlardaki Rus faciaları Tatartub
savaşı-Şeyh Mansur Batı Kabilelerine sığı-nıyor-Türkiye ile savaş-Anapa'nın birinci
ve ikinci işgal giri-şimleri-Hermann, Battal Paşa'yı yenilgiye uğratıyor-Anapa
düşüyor-Şeyh Mansur esir düşüyor-Ölümü-Hat'tın takviye edilmesi Ağa Muharnmed'in
Tiflis'i yağmalaması-İran'la sa-vaş-Zubov'un Başkumandan atanması
19 Haziran 1774'de imzalanarak 13 Ocak 1775'de onaylanan Küçük Kaynarca
antlaşmasıyla Türkiye, Kafkas kabilelerini artık açık¬ça desteklemekten mahrum
kalmasına rağmen, gizlice onlara cesaret veriyor ve eskiden olduğu gibi bazı
yardımlarda bulunuyordu- Ruslar ise, bir kere daha güçlerini toplayarak Hat'tı
kuvvetlendirip hem do¬ğuda hem de batıda sağlam bir şekilde yerleşmeyi başardılar.
Çerkeş kabileleri de, Ruslara karşı ilan edilmiş bir savaş olmamasına karşın,
eskiden olduğu gibi yıpratıcı gerilla savaşlarına devam ettiler. Bu tür akınlarda
bir takım başarılar elde edilmesine rağmen, Rusların ilene'
bir engel sağlayacak özelliklerde değillerdi. Hazar kıyı-'vakın bölgelerde yaşayan
Karakaytagların Usmi'si, uzun süreli klueundan faydalanarak bir takım saldırılarda
bulunmaya baş-ıstı O sıralarda İran'a yaptığı ilmî bir geziden dönen Gmelin, Han ?f
şahsen tanışmasına rağmen, bölgeden geçerken Dağlılar taraf ın-j va|<alanarak
götürüldü. Gmelin, kalbi kırık bir halde esarette, Kavakentte öldü. Gmelin'e büyük
önem veren Katerina, ona yapılan bu hareketi kendisine bir hakaret olarak aldı ve
Hat kumandanı Ge¬neral Medem'e Usmi'ye saldırarak bütün ülkesini yağmalamasını
emretti. Medem, 1775 yılının Mart ayında Derbend yakınlarına ulaş¬tığında şehrin,
dokuz aydır kuşatmayı sürdüren Karakaytaglara teslim olmak üzere olduğunu gördü.
Rusların geldiğini gören Dağlılar, ku¬şatmayı kaldırarak geri çekilmek İstediler.
Fakat yolda Ruslarla karşı¬laştılar ve yapılan meydan muharebesini kaybettiler. Rus
kumandanı, büyük bir zAlimÜkle Katerian'nın emirlerini yerine getirmeye koyul¬du.
Bununla da yetinmeyen general, İran valisi Feth ali tarafından idare edilen
Derbend'i de işgal etti. Bu tutum, Rusya'nın İran'a karşı takındığı ve fırsatların
elvermesi anında da uygulamaya koyduğu haksız ve acımasız tavırların en açık bir
göstergesiydi. Eğer o andaki şartlar bu şekilde davranmaya uygun değilse aynı
hareket gelecekte yine tekrarlanabilirdi.
Derbend'de bir birlik bırakan Medem, Hafta döndü. Kısa bir süre sonra Derbend
kıyılarına bir Rus ticaret gemisi vurdu. Ali Han'ın emriyle geminin yükü
yağmalandı. Bu olayı gizlemek amacıyla da geminin mürettebatı susturuldu, fakat
kısa bir süre sonra gerçek an¬laşıldı. Bu sırada İran ile bozuşmak istemeyen
Katerina, bir savaşa sebep olmamak için hiç bir tazminat davasında bulunmadı. O
sıralar civardaki dağlık bölgede Dağıstanlılarla çarpışırken yenilen ve iki de
sancak yitiren Rus kuvvetlerinin kumandanı Yarbay Krudener'in rüt-oeleri söküldü ve
Rus kuvvetleri geri çağrıldı. Böylece Derbend ikinci defa terkedildi.
1777 yıhmn sonbaharında Medem'in yerine Yakobi atandı. Bu
sırada bölgedeki askerî birlikler iki ktsma ayrılmış bulunuyordu: Kaf-
as ve Kuban orduları. Yakobi, Kafkas ordularının kumandanlığına
nırken Kuban ordusu kumandanlığına da ünlü Suvarov getirildi.
66
67

Bu iki generalin işbirliğiyle, daha sonraki beş yıl |çmde Rı^a nm Bat,
Kaftandaki Hat't olduğa ^f^f^İ^^
rek'le Kara Deniz arasmda yaşayan kabilelere ^^* Şu da
uzun ve kani, savaşların * yapıları to^J^X da böyle-
ileri sürülüyor ki, eğer daha sonra gelen R"s^" lerj buiunsay-
sine enerjik ve kabiliyetli olup, Katenna g.b. b.r deekçüe y
di Kafkaslardaki savaş bu kadar uzun surmeyeb " £J^ ,bu iş için seçen Prens
Potyemkin'di ve bu ^r TurWe^e g
çirdıği Kırım'ı sindirmekle meşgul olan bu adam Kafkasya B
lamalarında en büyük sorumlusu durumundaydı ?d
Yakobi, Mozdok'un babandan olmak ^-^Wannd8a ya.
Gheorehievskve Stavrapol kalelerini kurdu. Devlet topr
'avUöyiüierig^^^^
lece Mozdok'tan Rostof'a kadar kuzeybat, yönünde Ha ^
m.ş oldu. Bu iş için ara yerlerde alt, tane daha kuç"
Bu çal.şmalann sonunda Mozdok'tan Azak DeM - kad ^
stanitsalan ve askerî kolonilerle desteklenen on tane ye § ^
kezi kurulmuştu. Bu bölgede yaşayanlar ge l.kleVolff B
mak boylarından buraya aktarılan Kazata^^düşkün, £rt
soydaşlar, gibi iyi birer savaşçı ve b«nıc«, ozgurluWer. 5
yalam koşullarına alıŞmış kişilerdi. İlk şiarda ^ e ^
"grup olan Don Kazaklar, arasında, tarhla Wa^ de baş,a-masına rağmen sonraki
yıllarda Kazaklar, toprağı surmey
1 ar"General Yakobi, bu işlerle uğrakken ^^
ban'a kavuştuğu yerden başlayarak, ayn. .mıa
karşı k,yis.nda denize döküldüğü r^^^kaya, Mare
sağlamiaşt-rmaya çalıyordu. Bunun ,ç,n de^ ^ pa-
enskaya, Kopil Novotroitskaya kalelenn kurarak ara m
langa.ar.a birleştirdi. ^^^/^^^^ Hatt.'m^
Azak'a doğru kuzey-bat. yönünde bir yol 'z>er^n' batı yönünu
Kavkazskaya'dan başlayarak hemen hemen ^ ^
izleyerek Kuban ırmag, boyunca güneye krjnWiff g ?§
Bu Hat'tın önemini ve gerekWig.ni an amak '«'" . k |erek-topraklar, ve burada
yaşayan insanlar, Y^^^ KavkaZs-mektedir. Ana hatlanyla özetlersek; Kızlar'dan
başlayara
kaya'ya kadar uzanan Ana Hat'tın güney kısmıyla Kuban Hatti'njn ortalarından
itibaren doğu kısmında kalan bölüm ormanlarla kaplı-(lir. Bu ormanlar, sadece alçak
tepeleri değil, fakat binlerce metre yüksekliklerde parlayan kireç taşları ve
granitlerle kaplı dağları da süsler. Bu ormanlar, çeşitli yönlerden akan sayısız
ırmaklar, seller ve çağlayanlarla sık sık kesilirler. Bunlar, her zaman karın
bulunduğu zirvelerden gelerek Terek, Kuban veya Malka'ya katılmak için yolla¬rına
devam ederler. İşte bu ırmak ve ormanlıkların yerleşime elverişli bölgelerinde
çeşitli Kafkas kabileleri yaşamaktadır. Vladikavkaz'ın-doğusunda Çeçenler,
batısında ise Kabardeyİer ve onların yakın ak¬rabaları olan Adigeler
yaşamaktadırlar. Terek'in kuzeyinde ise gür or¬manların yerini verimli ovalar alır.
Bu ovaların hemen ardından da çöl stepleri başlar. Bu geniş sahanın doğu tarafında
göçebe Kalmuk-lar, yaşamlarını sürdürürlerken batı bölgelerine de son zamanlarda
Bessarabya'dan gelen Nagaylar da yerleşerek, Kuban, Maniç ve Don hattını kaplamış
bulunuyorlardı. Bu kabilelerin ataları da Tatar akın¬ları yüzünden Çerkeslere
sığınmışlardı.
Kırım'ın en doğu ucundaki Taman ve Anapa kaleleri, ister Ta¬tarların isterse
Türklerin elinde olsun, Yenîkale geçitlerini devamlı kontrol altında
bulunduruyorlar ve Nogaylarla olan İlişkilerini sürdü¬rerek onların Ruslara karşı
duydukları düşmanlık hislerini canlı tutu¬yorlardı. Normal koşullar altında
Nogayların çok savaşçı bir millet ol¬dukları söylenemez. Ne var ki bu konularla
ilgilenen bir tarihçi, sade¬ce Rus arşivlerinden yararlansa biîe onlardan Hafta
iskan edilen göçmenlerin ve Don Kazaklarının uğradıkları baskılar ve onların
şika¬yetlerinin ana sorumlusunun Ruslar olduğunu görebilir. Kuzeyden gelen işgalci
güç, verimli ovaları yavaş yavaş ele geçirerek Nogayların yaşama imkanlarını
kısıtlamaya başladı. Rusların bu yayılmasına, 'ürk, Tatar ve Çerkeslerin.
kışkırtmaları da eklenince Nogaylar, umutsuzluk içinde son kozlarını ortaya alarak
kendilerinin sonu ola¬cak.olan savaşları başlattılar. Onların harekete geçmesinde
Rusların ol ve yönet" ilkesinin yol açtığı hoşnutsuzluğun da büyük payı var-
Bütün Nogay kabilelerinin, Mavi Ordu'yu kurmak için Altın Or-aevletinden
ayrıldıkları ve aynı ismi taşıyan bir liderden geldiği 1 Ve destanlarda
anlatılmaktadır. Bir zamanlar çok güçlü olan bu
69
68

Nogaylar, daha sonraları iç çekişmeler yüzünden çok kısa bir zaman içinde
parçalanarak zayıfladılar ve 1552 yılında kendi ırkdaşları olan Astrahan Hanı'nın
baskılarına karşı Rus Çar' ı Korkunç İvan'dan yardım isteyerek Ruslara bağlandılar.
Nogaylar, sekiz ana aile veya kabileye ayrılmışlardır. Bunların en önemli boyu da
Kara Nogaylar olarak anıl¬makta ve tamamen göçebe bir yaşam sürerek Terek'in
kuzeyindeki bozkırları doldurmaktaydılar. Kendileri Sünnî Müslümanlardır. Çok
misafirperver, hırsız ruhlu ve fazla temiz olmayan bir yaşam sürmek-' leydiler.
Birkaç kişi dışında çoğunluğu fakir insanlardan oluşmaktay¬dılar. Adet ve
geleneklerinin çoğu, komşuları olan Kabardeyler, Ku-muklar ve Çeçenlerden
alınmıştır. Fakat kendilerine has şarkıları, destanları, hikayeleri bulunmakta ve
bunların içinde hurafelere de
rastlanmaktadır.
M.Seminoff, (Touzemtsi ? Sievero-V.Kavkaza, St.Petersburg, 1895, s.395)
Nogayların savaşçv Cengiz Han moğollanndan değil ele Peçeneklerden geldiğini iddia
etmektedir. Polovotsi ve bir takım Rus tarihçileri de, Nogayların Moğolların bir
kolu olduklarını, fakat Avru¬pa'ya sonradan gelen bu insanların, diğer ırkdaşlarına
göre daha geri ve az savaşçı olduklarını ileri sürmektedirler. Onlara göre, kültür
ve cesaret eksikliği, Nogayları bir zamanlar Rusya'yı kasıp kavuran altın Ordu'nun
müthiş savaşçılarından ayırmaktadır.
Küçük Kaynarca anlaşmasından sonraki yedi yıl içerisinde (1782) Rusya, Kırım'ı
ilhak etmişti. Bu sıralar Kabardeyler, Çerkesler, Kasayvetler ve Nogaylar, devamlı
bir huzursuzluk içinde bulunuyor¬lar ve duruma göre ikisi bir üçüncüsüne karşı
birleşerek kendi arala¬rında sonu gelmez çarpışmalarını sürdürüyorlardı. 1777
yılında hepsi de birleşerek Ruslara karşı ortak bir cephe oluşturmayı başardılar ve
hep birlikte Ruslara saldırdılar. Fakat onları, kendilerini bekler bir va¬ziyette
ve tetikte bulunca fazla bir şey yapamayarak geri çekilmek zorunda kaldılar ve
eskisi gibi tekrar birbirleriyle boğazlaşmaya baş¬ladılar. Çerkesler, stepleri
yağmalarken Nogaylar da, Kuban'ı geçerek iç taraflara akınlarda bulundular. Bir
tarafta göçebe çadırları, diğer tarafta İse, köyler ve evler imha edildi. Bir
tarafta sürüler sürülüp gö¬türülürken diğer tarafta da mısırlarla kaplı tarlalar
çiğnenerek yakıldı-Arada çok kanlı savaşların olduğu bu zaman süresince zafer,
bazen Çerkeslere bazen de Nogaylara güldü. Bu savaşlarda, Çerkesler, or-
manlık ve dağlık bölgelerde kendilerini kolayca savunabilirlerken açık alanlarda
yaşayan Nogaylar, bu avantajdan yoksun bulunuyorlardı. Ayrıca Nogayların kuzeyinde
Ruslar bulunmaktaydı ve her an iki ateş arasında kalabilirlerdi.
Üç yıl kadar süren bu amansız savaşları izleyen veba, açlık ve çıkan iç savaş,
Nogayları tamamen güçten düşürerek Rusların işini kolaylaştırdı. Bu sıralar Prens
Potyemkin'in elleri boştu. Kırım nihayet bir Rus eyaleti olmuştu. Potyemkin,
13.yüzyıldan beri Rusya'yı ege¬menlikleri altına alarak dehşete düşüren Altın Ordu
DevSeti'nin en son kalıntılarını da temizleyerek onları Kırım'dan çıkararak,
Pugaçev isyanından beri boş bulunan Ural ve Volga bölgelerine sürmenin za¬manının
geldiğini düşünüyordu. Potyemkin, bu görevi Suvarov'a tev¬di etti.
Suvarov, binlerce Nogayı Azak kıyısındaki Yeİsk'de toplayarak onlara büyük bir
tören düzenledi. Daha sonra, son Kırım Hanı Şahin Ciray'ın Kırım Hanlığı'ndan
Çariçe Katerina adına feragat ettiğini, böylece sahip olduğu tüm hak ve
ayrıcalıkları ve bu arada Nogaylar üzerindeki hakimiyet haklarını da ona
devrettiğini açıklayan fermanı onlara okudu. Toplanan Nogaylar, sessizlik içinde
kumandanı dinle¬diler ve itiraz etmeden yeni yöneticilerine itaat yemini ettiler.
Ardın¬dan yüz sığırla sekiz yüz koyunun kesildiği büyük bir ziyafet verildi. Daha
sonra yapılan at yarışları ve cigitovkayı takiben tören sona er¬di. Ortada hakim
olan olumlu hava, gelecekteki Nogay ve Rus ilişki¬lerinin büyük bir dostluk ve
barış içinde geçeceği kanısını uyandırı¬yordu. Fakat kısa bir zaman sonra bazı
kabile reislerini kendi safına çeken Suvarov, Potyemkin'in planlarını uygulamaya
koymaya başla¬dı. Nogaylar arasındaki hayal kırıklığı müthişti. Korkunç haber,
yıldırım hızıyla steplerde, kamptan kampa yayıldı. Memnuniyetsizlik homur¬tuları,
kısa zamanda yüksek sesli protestolara dönüştü. Sözden eyle¬me geçmek, bu Tatarlar
için bir adım meselesiydi. Silahlanma çağrı¬ları her tarafta yankılandı. Kılıçlar
bellere takılırken ok ve yaylar da kavrandı. Kısa bir süre sonra kibitkaların
(odundan kafeslerin keçeyle kaplanmasından oluşan çadır) arasındaki boşluklar,
öfkeden çağla¬yan silahlı kalabalıklar tarafından doldurulmuştu. Çok geçmeden de
seller gibi kan akmaya başladı. İlk kurbanlar, Rusların altın ve vaad-'eriyle
baştan çıkarılan sultanlar ve mirzalar oldular. İntikam harekâtı
"?î
70
o kadar hızlı başlamıştı ki, daha Ruslar müdahaleye fırsat bulamada bütün hainler,
ihanetlerini canlarıyla ödediler. Fakat Suvarov, büyük bir ileri görüşlülükle bu
olacakları Önceden tahmin etmiş ve ona eörp tedbirlerini almıştı. Kızgın Nogaylar,
en yakındaki Rus birliğine saldır¬mak için harekete geçtiklerinde bütün Rus
birlikleri, alay alay her ta¬raftan yetişerek savaş alanına katıldılar. Çok
geçmeden hefşey olun bitmişti bile. Bataklık alana sürülen Nogaylar, artık kurtuluş
umudla-' rının- kalmadığını görünce değerli mallarını yokederek kadın ve
ço¬cuklarını da kendi elleriyle öldürdükten sonra Ruslara karşı hayatları¬nın son
kavgasını verdiler.
Fakat bu kıyıma uğrayanlar, tüm Nogayların sadece bir kısmıy¬dı. Diğerleri de
toplanarak Çerkeslerden yardım isteyerek savaşa atıl¬dılar. Bu çağrıya anında cevap
vererek yardımcı birlikler gönderen Çerkeslerin yardımıyla Nogaylar, ülkelerini
kurtarmak ve özgürlükle¬rini korumak için son bir mücadeleye başladılar. Büyük
kuvvetler toplayarak Yeisk'i bile. kuşattılar. Fakat Rusların disiplinli ve
eğitilmiş askerleri karşısında tekrar ve tekrar yenilerek geriye sürüldüler.
Niha¬yet tamamen dağılarak Suvarov ve Don Kazakları Atamanı llovaisky' in acımasız
soy kırımına uğradılar. Kııban'ın uzaktaki kıyılarında top¬rağa serildiler.
Kalanlardan bir kısmı, Ruslara boyun eğmeyi reddede¬rek Çerkeslere sığındılar ve
aralarında yerleştiler. Diğerleri ise, Rusla¬rın Kırım'da uyguladıkları korkunç
zulmün etkisiyle Tatarların büyük sayılarda Türkiye'ye göçetmeleri üzerine boşalan
bu topraklara su- ,
rüldüler.
Bu seferin sonunda Suvarov, 1. dereceden 5t. Vladimir nişanını
aldı. İlovaisky'den en alâlede Kazak atlısına kadar herkes Katerina ? tarafından
bol bol ödüllendirildi. Artık Stavropol'un verimli toprakları yeni göçmenlere
açıktı ve kolonizasyon hızla devam etti. Artık bun¬dan böyle Çerkeslerin Kuban'ın
ötesinde başvuracakları bir müttefik¬leri kalmamıştı. O tarafta sadece can
düşmanları olan Ruslar vardı ve onların da güçleri durmadan artıyordu.
1783'dekİ Gürcistan seferine daha Önce değinilmişti. Kumandan Kont Paul Potyemkin,
bu seferden Hafta döndüğü zaman her tarafta barışın hüküm sürdüğünü gördü. Gerçi
"barış" kelimesinin Dağlık için pek bir anlam ve ağırlığı yoktu ya! Zaman zaman
bölgedeki Kaı-kaslılarla ve özellikle de Çeçenlerle olan şiddetli çarpışmalara rag-
71
Potyemkin, önündeki bir kaç yıl için tüm enerjisini yönetim ka-melerindeki
reformlara ve kolonizasyon işlerine vakfetti. 1784 yı-j 5UVarov Rusya'ya döndü.
Bunun üzerine Potyemkin'in şahsın-H iki ordu birleştirildi. 1785 yılının Mayıs
ayında ilk Kafkas naibi ola-k atandı. Çar naibinin yetki sabasının Astrahan ve
Stavropol bölge-iprini kapsamasından başka Hat'tın İlerisinde hiç bir hükmü
olmama¬sına rağmen bu unvan, yine de oldukça gösterişli ve parlaktı. Pot-vemkin,
Mozdok, Kızlar ve diğer bir takım stanitsalan kasaba dere¬cesine yükseltti.
Bunların arasında bulunan Ekatereennograd'ı da kendi yerleşim yeri olarak seçerek
askeri karargahının içinde kalan debdebeli bir naiblik sarayı yaptırdı. Bundan
sonra da Kafkas tarihin¬de onurlu bir yer almasını sağlayacak bir takım işlerin
yapımına giriş¬ti.
Rusya, Stavropol bölgesinde, Haftaki askerî yönetimden çok
farklı, sivil bir yönetimin bulunmasını ona borçludur. İtk defa o, Al¬man
göçmenlerini Kafkasya'ya getirerek yerleştirdi. Böylece zaten bölgede faaliyete
geçmiş bulunan bağcılık ve ipek böcekçiliğini daha da geliştirmeyi umuyor ve yeni
bir takım tarım tekniklerinin de onla¬rın yardımıyla uygulamaya konulmasını
planlıyordu. Rusya'nın iç böl¬gelerinden ve devlet köylerinden göçmenler davet
ederek onlara toprak verdi. Başlangıçta yeni gelenler, kendilerine verilen
topraklar¬dan ve sunulan hayat şartlarından pek memnun kalmamalarına rağ¬men zaman
geçtikçe uygulama başarılı olmaya başladı. Ticareti ge¬liştirmek için Ermenilere
yakınlık gösteren Potyemkin, bu konuda on¬ları destekledi. Uzun yıllar Kafkasya'nın
ticaretiyle afiş veriş işleri Er¬menilerin tekelinde kalmıştır. 1787 yılında
Türkiye ile yeniden savaş çıkınca Potyemkin, naiplik unvanını koruyarak Tuna
cephesine gön¬derildi. Orada Suvarov'un emrinde savaştı ve İsmail kalesinin alın-
ası sırasında kendisini göstererek ön plana çıktı. Fakat onun naipli¬ğinin son
yıllarında meydana gelen bir olayın daha sonraları su yüzü-ne Çıkması ününü oldukça
îekelemiştir, Bu olaydan çok kısa bir süre sonra da Ölmesi, olayla tamamen ilgisiz
değildir: İran Şahı Ağa Mu-ammed Han'ın baskısından kaçan kardeşi, Terek kıyılarına
kaçarak ^2 ar kumandanından yardım istedi. Görünüşte ona yardım etmek kearjeSadıyia
bir askerî birlik, botlarla olay yerine gönderildi. Fakat as-r' veri'en bir emirle
veya kendiliklerinden, İran prensiyle arka-

75
74
'4
rüldü. Kaçarak canını kurtarabilen çok az kişinin arasında Gürcü ha¬nedanına mensup
Bagratin de bulunmaktaydı. O zamanlar henüz stajyer bir subaydı. Daha sonra
şöhretli bir general oldu ve 1812 yı¬lındaki Rusların "Kurtuluş Savaşfnda
yaralanarak büyük bir kahra¬man olarak ünlendi. Bu zaferi İmam'a büyük bir şöhret
sağladı ve Kafkasya'nın her tarafından akın akın gelen savaşçılar ona katılmaya
başladılar.
Disiplinden yoksun bir ordu toplayarak Kızlar üstüne yürüyen
İmam, kasabanın dış hatlarını ele geçirdi. Fakat şehrin merkezine ulaşamadan
bataklık bölgede, arkadan gelen Kazakların saldırısına uğrayarak biraz kayıp verdi
ve düzensiz bir şekilde geri çekilmek zo¬runda kaldı. Bu yenilgi, kısa bir süre
İçin onun takipçilerinin güvenini sarstı. Fakat bu başarısızlıktan yılmayan Mansur,
yeniden çalışmaları¬na başlayarak bu sefer Kabardeylerİ de davet ederek Mozdokla
Val-dikavkaz arasında küçük bir kale olan Grigoriopolis'i kuşattı. Fakat garnizon,
büyük bîr inatla direndi. Takviyelerin yetişmesi üzerine geri çekilmek zorunda
kalan Mansur, Kızlar'a ikinci bir akında bulundu. Bu sefer bağlar ve bahçelerle
kasabanın dış hatları ele geçirilerek im¬ha edildi. Ne var ki ana siperlere yapılan
saldırının başarısızlığa uğra¬ması üzerine Çeçenler, bir kere daha geri çekilmek
zorunda kaldılar. Başarısızlıklarının temelinde cesaretten ziyade disiplin
eksikliği yatan Dağlılar, zafer isteğiyle o kadar doluydular ki, bu yenilgilerin
hiç bi¬rinden bir yılgınlık duymadan ve liderlerine olan inançlarını yitirmeden
mücadelelerine devam ettiler. Sonunda yine tehditkâr bir tavır ta¬kınmaları üzerine
Potyemkin, Albay Nagel komutasındaki bir askeri birliği onların üzerine yolladı.'3'
İmam'ın ordusu ise, Kumuk, Kabar-dey, Çeçen ve hatta Dağıstanlılardan oluşan çok
renkli bir görünüm¬deydi, iki ordu 2 Kasım'da Terek kıyılarında, şimdiki Oset köyü
Elk-hovoto yakınlarındaki Tatartub'da karşılaştılar. Her iki taraf da büyük bir
azim ve cesaretle çarpıştı. Fakat sonunda disiplin.galib geldi ve Dağlılar büyük
bir yenilgiye uğradılar.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi burada da yenilgi, disiplinsiz
(3) Rus ordusu, 4 piyade taburu, 2 ağır süvari bölüğü, Mozdok Kazak Alayı,
Ter Don, Terek ve Creben Kazak bölüğünden oluşuyordu.
askerlerin dağılmalarına sebep oldu. Kumuklar, doğudaki düzlükleri¬ne dönerlerken
Çeçenlerle Dağıstanlılar savaşarak ülkelerine çekildi¬ler. Savaş, Kabardeylerin
ülkesinde cereyan ettiği için onların gidecek bir yerleri yoktu. Ülkelerinde
kalarak bir süre sonra Ruslarla barış yaptılar/4' İki yıl sonra Türkiye'ye savaş
ilan edilince orduya iki bölük asker verdiler. Bu birlikler, Sucuk Kale civarında
bir Türk birliğini ye¬nilgiye uğratarak daha önce yitirilmiş olan iki topu tekrar
ele geçirdi¬ler.
Bu yenilgi üzerine Şeyh Mansur, Kara Deniz kıyısındaki Türkle¬re sığındı. Bir yıl
gibi kısa bir zaman içinde Çerkesler arasındaki ünü ve nüfuzu, daha önce doğuda,
Çeçenler ve diğer kabileler arasında sahip olduğu etkiye ulaşmıştı. Bu olay, doğumu
nere olursa olsun, İmam Şamil ve Gazi Muhammed'in bu seleflerinin sahip olduğu bir
sürü üstün hasletleri ortaya koyuyor ve onun anadan doğma bir lider ve teşkilatçı
olduğunu ispatlıyordu.
Mansur'un kumandası altında, onun ilhamiarıyla "Çerkesler, Ruslara karşı olan
saldırılarını yoğunlaştırchlar. Kuban'ı geçerek onun -gerisinde bulunan köyleri
yakıp yıktılar. Yüzlerce esir ve binlerce' hayvan sürüp getirdiler. Hatta Roztov'u
bile tehdit ederek Don Ka¬zaklarının başkenti olan Çerkesk'aya kadar yaklaştılar.
Tatartub'un yıldönümünde, Yei ırmağı kıyısındaki Bolduireff kalesi yakınlarında üç
Don Kazağı alayına saldırıp tamamen yokettikleri söylenmektedir.
Kafkasya'da bu olaylar gelişirken 1787 yıhncla Türkiye ile Rusya arasında savaş
çıktı. Türklerle savaşa girmeden öcne Çerkeslerle on¬ların liderini ezmek isteyen
Potyemkin, Kuban'ın gerisine üç ayrı ordu yolladı. Birden fazla kere yapılan
çarpışmalarda Ruslar üstünlük sağ¬ladılar. Fakat her seferinde İmam kurtulmayı
başardı. Ertesi yılı yeni naib General Tekelli tarafından da yenildi ve
taraftarlarının çoğunu yitiren Mansur, Anapa'daki Türklere sığınmak zorunda kaldı.
Tarnan Yarımadası'nda, Kuban'ın ağzından 33 km kadar uzak-l'kta bulunan Anapa, çok
Önemli bir deniz merkeziydi. Burası, Os-
') Günümüzde büyük bir minareyle, gelişen bir köyün bulunduğu Tatartub'da
1395 yılında Timur, Altın Ordu hükümdarı Toktamış'ı yenmiş ve Şamil de 1846 yılında
buradan ırmağı geçmişti.
76
D
inanlıların bölgedeki Çerkeş kabilelerinin arasında yürüttükleri Dinî ve
politik propagandalarının başlangıç yeri olmuş ye Türkle¬rin, Kafkasya'daki
varlıklarının odağını oluşturmuştur. İlk önceleri stratejik hiç bîr önemi olmayan
küçük bir kale durumundaki Anapa, Kırım'ın Ruslar tarafından ele geçirilerek
Osmanlıların Kafkaslarla ka¬radan olan ilişkilerinin kesilmesi üzerine büyük bir
önem kazandı. Anapa, Fransız mühendislerinin de yardımıyla birinci sınıf bir kaleye
dönüştürüldü. İşte bu sıralarda patlayan savaşın Kafkasya ile ilgili bö¬lümü
tamamen bu kalenin ele geçirilmesi amacına yönelik olarak ce¬reyan etmiştir. Eğer
bir kere Anapa'dan çıkarılırlarsa Türklerin, bun¬dan sonraki mücadeleye doğrudan
katılmaları İmkansızlaşırdı. Gerçi İstanbul'un, Kafkasların Müslüman halkları
üzerinde hâla diri.etkileri vardı. Fakat Ruslar, eğer bu etki askerî bir destekten
yoksun kalırsa zamanla onun zayıflayarak ortadan kalkacağına inanıyorlardı, işte bu
sebepler yüzünden Anapa, savaşın devamlı bir merkezi oldu ve niha¬yet Rusların
üçüncü girişimlerinde savunucuların dikkatsizliği yüzün¬den, yine ele büyük bir
mücadele ve ağır kayıplar sonunda düştü.
Rusların ilk seferi 1788'ın sonbaharında yapıldı. Kale duvarının dibine kadar gelen
general Tekelli, emrindeki kuvvetlerle Anapa'yı alamayacağını anladı ve bu
koşullarda uğranılacak bir yenilginin felâ¬ketle sonuçlanacağının farkında
olmasından dolayı ihtiyatlı bir hare¬ketle KubaıVın gerisine çekildi. Onun yerine
kumandayı almış olan Bibikov, ertesi yılı aynı hareketi tekrarladı. Fakat henüz
ırmakları kaplayan buzların geçiş İçin emniyetli olmadığı ve yolların karlarla
kaplı olduğu Ocak ayının sonlarına doğru yola çıkan Bibikov, Tekelli-nin
ihtiyatlyta önlediği bir yığın tehlikeye doğrudan atıldı. Yolda, sa¬dece
Çerkeslerin saldırılarıyla değil, fakat aynı zamanda ulaşımın aman vermez
güçlükleriyle de mücadele eden ordu, nihayet 8.000 kişiyle Anapa Önlerine vardı.
Ancak ordu, o kadar güç bir durumday¬dı ki, bu koşullarda böylesine güçlü bir
kalenin alınması İmkânsız gi¬biydi. Bununla beraber Ruslar, bir yandan kaleden
çıkan Osmanlı as¬kerlerine diğer yandan da geriden saldıran Çerkeslere karşı
başarılı savaşlar verince Bibikov, kaleye saldırı emrini verdi. Saldırı, önceden de
görüleceği gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Bunu da, Rusların Kaf¬kaslardaki askerî
tarihlerinin en felaketli geri çekilme harekâtı izledi. Rusların erzağı bitmiş ve
bin bir türlü engellerle dolu yolları, çok kötü
77
hava şartları içinde aşmaya mecbur olmuşlardı. Açlık ve soğuktan perişan bir hale
düşen Ruslar, aynı zamanda adım adım geri çekilir¬ken, kendilerine devamlı saldırı
halinde bulunan Çerkeslere karşı da savaşmak zorunda kalıyorlardı. Bu durum,
Kuban'm gerisine ulaşın¬caya kadar devam etti. Resmî kaynaklar, Rus kayıplarını
1100 olarak gösterirken diğer kaynaklarda, 8.000 kişiden sadece 3.000 askerin geri
dönebildiği belirtilmiştir. Bu dönen askerler de,.en acınacak du¬rumdaydılar ve
kendileriyle birlikte 1.000 kadar hasta ve yaratı arka¬daşlarını da getirmişlerdi.
Onlardan çoğu da iyileşemedi. Katerİna, olayla ilgili olarak Potyemkin'e şöyle
yazdı: "Bu adamın askerleri, he¬men hemen ekmeksiz olarak 40 gün suda tutması için
deli olması gerekiyor. Ordudan bir kişinin bile sağ kalması bir mucize! Onunla çok
az kişinin dönebildiğini biliyorum. Fakat kaç kişinin kaybolduğu¬nu bana tam olarak
bildirin ki onların yasını tutayım: Eğer bu olaylar sırasında askerlerin bir takım
itaatsizlikleri olduysa onları suçlama¬malı, tam tersine 40 günlük dayanım
güçlerine saygı duymalıyız." Bi¬bikov, bu olay sonunda görevinden alınırken
askerler de üzerinde "Sadâkatiniz İçin" yazısı kazınmış gümüş madalyalarla
ödüllendirildi¬ler.
Bu felaket, Rusları Anapa'dan yapılacak bir saldırıya açık bıra¬kırken Türkleri de
cesaretlendirdi. Kırım'ın elden çıkmasını hiç bir za¬man kabullenememiş olan
Türkler, Rusların bu kötü durumundan ya¬rarlanarak Kuban bölgesine doğru harekete
geçmeye karar verdiler. Bu sefer sırasında Rusların üzerine karadan ve denizden
yürünmesi planlanmıştı. Fakat Osmanlı donanmasının Ushakov kumandasında¬ki Rus
donanması tarafından Yenikale Boğazı'nda imha edilmesi üze¬rine planın ikinci kısmı
askıda kalmış oldu. Yine de aynı yılın sonba¬harına doğru Serasker Battal Paşa,
ordusuyla birlikte Kara Deniz kıyı¬larına çıktı ve iç bölgelere doğru yürüyüşüne
başladı. Zaferden ke¬sinlikle emin olan Serasker, yol boyunca bütün Kuzey Kafkas
kabile¬lerini bayrağı altına çağırdı. Bu sırada Rus kuvvetlerine yeni atanmış
bulunan baş komutan Kont De Balmen, Gheorghİevsk'cle ağır hasta olarak ölüm
döşeğinde yatıyor ve hareketleri doğrudan yönetmek¬ten mahrum bulunuyordu. Bunun
sonucu olarak büyük miktardaki askerî birliklerin koordineli olarak hareket
etmeleri sağlanamadı. Türk birlikleri, Podpaklea kıyılarında Ruslarla ilk temasa
geçtikleri zaman,
79
78
Doğu ordusunun bir tümeni, 80 km kadar ötede hareketsiz olarak yatarken tüm Batı
veya Kuban Ordusu da, Lâba'da toplanmış bulu¬nuyordu. Sonradan anlaşıldığına göre
bu birliklerin Türklerin hare¬ketlerinden haberleri olmamıştı bile. Bunun pratikte
anlamı şuydu: Bütün Türk Ordusu'nun ağırlığı, doğuştan Saxon kökenli olan Gene¬ral
Hermann'ın tek tümeninin üstüne düşmüş bulunuyordu. Cesare¬tiyle askerleri arasında
büyük ün kazanan bu generalin askerî kari¬yeri, York Dükü'nün komutası altında
İngilizlerle birlikte savaşırken Bergen-op-Zoom'da Fransızlara esir düşmesiyle sona
ermiştir.
Bu savaş sırasında General, kendisini büyük bir zaferle kapladı. Emrindeki 3600
asker ve 6 topla Battal Paşa'nın 40.000-50,000 kişi tahmin edilen ordusunu bozarak
tamamen yendi. Serasker esir düş¬tü.^ Türklerin kayıpları ağırdı. Ruslar, sayıların
az olmasından dolayı fazla esir alamadılar. Rus kayıpları, ölü ve yaralı olarak 150
olarak gösterilmiştir. Geri çekilen Osmanlı ordusu, Kuban ordusuyla karşı¬laştı ve
Rozen, savaştan geri kalanları da tamamen ortadan kaldır-.dt.(f'* De Balmen,
Harmann'ın başarılarını haber alacak kadar uzun süre yaşadı. Bu kadar büyük emekler
ve fedakârlıklarla hazırlanan ordunun bu başarısızlığı Rusların Bi.bikov felaketini
dengeleyerek Anapa'nın üçüncü defa kuşatılmasına yolaçtı.
Kont Paul Potyemkin, 1787 yılından beri Kafkaslardan ayrı bu¬lunmasına rağmen
"naiplik" unvanını sürdürüyordu. Nihayet 1790 yı¬lında Kont Gudoviç, onun yerine
atandı. Ertesi yılın Ocak ayında Gheorgîevsk'e gelen Gudoviç, 15 piyade taburu,
3.000 keskin nişan¬cı, 54 savarı bölüğü, 2 kazak alayı ve 50 topla birlikte,
Anapa'yı ku¬şatarak 22 Haziran'da ele geçirdi. Kale muhafızlarının büyük bir di- .
renmeyle mücadele etmeleri sonunda Rus kayıplarının çok büyük ol¬ması üzerine,
sayılan 15.000'e varan kale muhafızları, Kafkas savaş¬larında sık sık görüleceği
gibi, Ruslar tarafından katledildiler. Rus ta¬rihçileri de, bu tür davranışları,
son derece doğal olaylarmış gibî an¬latmaktan çekinmemişlerdir. "Bir düşman ne
kadar cesur olursa o
(5) Bu sefer sırasında ihtiyatsızca İlerleyen bir takını birliklerin
Ruslartarafından bozulması üzerine geriye çekilerek ordugahı paniğe verdikleri ve
ciddi bir sa¬vaş olmadan ordunun dağıldığı ve idam edilmekten korkan Paşa'nın
İhanet edip Ruslara sığındığı tarih kitaplarında anlatılmaktadır. (Çevirenin notu.)
(6) Bu savaş alanındaki bir stanitsa Batalpashinsk adını almıştır.
kadar çok saygı hakkeder ve ona fazlasıyla merhamet verilir!" anlayı¬şı, Ruslara
tamamen yabancıdır.
Bu savaş sırasında Rusların kayıpları gerçekten çok ağırdı. Ölü ve yaralı olarak 93
subayla 4.000 er yitirilmişti. Bu rakam, neredeyse savaşa katılanların yarısını
oluşturuyordu. Ganimetler arasında 83 top, 12 havan topu ve 130 sancak vardı. Fakat
bütün bunlardan Önemlisi; savunmanın canı ve ruhu olan Şeyh Mansur'un çok az
sa¬yıdaki esirler arasında bulunmasıydı. Şeyh,'St. Petersburg'a gönderil¬di. Oradan
Çariçe ile görüşmesi için Tsarskoe Selo'ya ve ardındanda Beyaz Deniz kıyısındaki
bir manastıra götürüldü. Bir kaç yıl sonra, oradaki mahpus hayatında öldü.(7)
Türklerle işini bitiren Gudoviç, bundan sonra tüm dikkatini Hat' ti güçlendirmeye
ayırdı. Kuma ve Kuban ırmaklarının doğdukları yer-' lerden başlayarak Kuban'ın
Lâba'yla birleştiği yere kadar olan bölge¬de yeni stanitsalar kurularak buralara
Don Kazaklarının yerleştirilme¬leri İçin izin aldı. Fakat Don Kazakları, bir çok
olayda olduğu gibi bu sefer de anavatanlarını hemen terkederek yabancı bir yere
yerleşme¬yi öyle kolaylıkla kabullenmediler. Her an savaşmaya hazır bir tavır
takınarak verilen emirlere karşı geldiler. 1.000 veya 2.000 kadar Ka¬zak da,
başkumandanın emirlerini hakîr görerek yurtlarına döndüler. Kazaklar, kendilerine
Katerina'nın fermanı gösterildiği halde, emirlere uymamakta direndiler. Bunun
üzerine durumu düzeltmek ve otorite¬yi yeniden sağlamak için düzenli birliklerin
gönderilmesi gerekti. An¬cak üç yıl sonra, 1795'de 1000 kadar aile, altı yeni
stanitsaya yerleşr
tirildi.
Bu arada Ağa Muhammed Han, Gürcistan'a girerek Tiflis'i yağ¬maladı. Rusların iran
ile savaşa tutuşmaları kaçınılmaz oldu. Gııdo-viç'e emrindeki kuvvetlerle derhal
İran'a karşı yürümesi emredildi. Fakat bununla beraber, Gudoviç henüz
hazırlıklarını tamamlayama-dan Katerina, Kont Valerian Zubov'u savaşan orduya
komutan tayin etti. Bu durumdan çok alınan Gudoviç, hasta olduğunu ileri sürerek
geri çağrılmasını istedi. Çariçe, onun İsteğini kabul ederek geri çağır¬dı ve "Baş
general" unvanıyla birlikte 1800 serf (köle) vererek ödül¬lendirdi.
Giovanni Baptista Boetti imzasını taşıyan, Profesör Ottino tarafından yayınlan¬mış
mektubu "Solovietsk, 15 Eylül 1798" tarihini taşımaktadır. Mektupta Boetti;
muhterem babasından af diliyor.(t)
U*
81
BÖLÜM 4
1796-1806
1796 İran seferi-Derbend'İn yeniden işgali-Rus başarıla¬rı-Katerİna'nın Ölümü-Paul,
Terek'in gerisine çekilmeyi emrediyor, fakat yeniden müdahaleye zoHamyor-Gürcis-
tan'la işbirliği-1.Alexander-Tsitsianof-KraHçe Marıe-Laza-ref in Ölümü-Tsitsianof
un politİkası-Ve başanları-400 yüz¬yıl sonra Gürcistan yeniden birleşiyor-
Goulikoff'un ölü-
mü-İran ile savaş, Rusların büyük başarıları-Bakû-Tsitsia-
noff'un ölümü...
1796 yılındaki İran savaşları aslında bizi fazla oyalamayacaktır. Bu savaşların
Ruslar açısından oldukça başarılı geçmesine karşın üç Çeyrek asır önceki Petro'nun
seferinde olduğu gibi ve yine aynı se¬beplerle Kafkasların geleceğinde doğrudan bir
etkide bulunmamıştır. Daha önceden olduğu gibi şimdi de, bir liderin ölümü ve bir
diğerinin kaprisi yüzünden, küçük kuvvetlerle şaşılacak kolaylıklarla elde edi¬len
eyaletler terkedilmek zorunda kalındı. Büyük Çariçe Katerina'nın ölümünden sonra
tahta onun çalışma arkadaşları hakkında hiç de iyi duygular beslemeyen Paul geçti
ve annesinin İran'dan elde ettiği bü¬tün toprakları yeniden İade etti. Fakat
gelişmelerin sırasını karıştırma¬mak İçin olaylara kısaca bir göz atacağız. Bu
savaşın yararlarından birisi de, Rusların Acemlere karşı kendilerine duydukları
güvenleri ar-
tarken diğerlerinin de Ruslara karşı duydukları korkunun şiddetlen-
mesidir.
Kont Valerian Zubov, yeni Baş kumandan ve naip, Katerina'nın gözdesi Kont Platon
Zubov'un küçük kardeşiydi. Bu göreve atanma¬sını tamamen bu duruma borçlu olmasına
rağmen, fazla zorlukta sa¬vaşlar olmasa da, zor operasyonların üstesinden gelmesi
ve ordusu¬nu yonetmesiyle bu göreve layık olduğunu isaptladı. Bu sıralar Zu¬bov,
henüz 25 yaşındaydı. Ancak bu zamana kadar Suvarov'un em¬rinde Türkler ve
Polonyalılara karşı savaşarak kendisini göstermişti. Gençlik atılganlığı ve parlak
cesareti yüzünden askerleri tarafından kendisine hayranlık duyuluyordu. Emir ve
kumanda kademesindeki subaylar da, onunla çalışmayı kabul ederek bilgi ve
tecrübelerini onun emrine sunuyorlardı. Her zamanki gibi ilk hedef Derbend'di. Kısa
bir direnme gösteren şehir, dış savunma kulelerinden birinin düşmesi ve kasabayla
kalenin bir kaç gün aralıksız bombalanmasın¬dan sonra kayıtsız şartsız teslim oldu.
Henüz 18 yaşında olan Han Şeyh Ali esir düştü. Fakat daha sonra bütün Rus ordusunun
gözleri önünde çok cesaret isteyen bir kaçış eylemini gerçekleştirerek kur¬tuldu.
Bu olay, gelecekte Ruslara çok pahalıya mal olacaktı. Rahma-nov ve Bulgakov
komutasında ilerleyen Rus öncü birlikleri, Baku ve Küba'yı ele geçirdiler. Esas
orduyla arkadan gelen Zubov, Şirvan Hanlığı'nın başkenti Şemha'yı aldı ve oradan
Şekîn ve Karabağ Han¬lıklarının da üzerine yürüyerek bunlara boyun eğdirdi. Bütün
bu ha¬reketler hatırı sayılır bir zaman aldı. Bu sırada, Gazi Kumuk Hanı'nın da
yardımını alan Şeyh Ali Han, Alpani yakınlarında, Albay Bakünin kumandasındaki bir
Rus birliğini pusuya düşürerek tamamen imha etti. Bu olay da, Rus ilerlemelerini
oldukça yavaşlattı.(1) Fakat yine de yıl sona ermeden sonraları Elizavetpol adını
alacak olan ve şu anda Ganja Hanlığı'yla aynı adı taşıyan başkenti, Mugan Stepleri
ve Kura nehrinin ağzına kadar Hazar kıyısında bulunan bütün Acem Hanlık¬ları düşmüş
ve Azerbaycan yolu Ruslara açılmış bulunuyordu. Bu sı¬rada İran şahı, başka işlerle
meşgul bulunuyordu. Yoksa Rusların iler¬lemeleri bu kadar kolay olmayabilirdi.
Daha sonraları çok ünlü olacak olan Yermolov da, Bakünin'in birliğine katılmak
için boşuna ısrar etmişti.
83

?Mmhaberi Reldi ve onunlab.rhkte


A* Katerina'nın olum nau & çekilmesini em-
Tam bu strada Ka e ? Terek Haüı na «
^f d^ hemen d ^
hemen ığı Cudo ^
Paul, savlara
en»
daha bir çok
hakikat yönunu ar«"^mbaşka bir geleme Ş°f ,nmed
ri, Avrupa'nın lanhı, bam çev,rmekle >e
ran
yeğledt-
kadar ace-
*yn.
, *y
f Bu zamandan başlayarak aniden Ölümüne kadar geçen süre ^ de Kafkasya'yı
(Transkafkasya) Rusya'ya bağlamak için daha ön-'Ç ki seleflerinin yaptıklarının çok
daha fazlasını yaptı.
Bu sırada Gürcistan'da gelişen olaylar, Paul'un dikkatini bu ta-fa yöneltmesine
sebep oldu. 1798 yılında Kral 2. İrakli'nin ölümüy-ı tahta geçen 12. George, 1800
yılında İran Şahı Feth Âli'den bir mektup aldı. Tehditlerin de yer aldığı bu
mektupta Şah, onun oğlunu rehin olarak Tahran'a göndermesini istiyor ve reddettiği
takdirde Tif¬lis'i işgal edeceğini söylüyordu. Aynı anda bir Acem ordusu da sınırda
toplanmaya başladı. Rus elçisi Kovalensky'den cesaret alan Kral, bu teklifi
kararlılıkla reddetti. Gelişen olayları haber alan Paul, komutan General Knoring'e
Kuzey Kafkasya'daki kuvvetlerini toplayarak iran işgalinin başlayacağından
şüphelendiği anda 9 piyade taburu, 15 sü¬vari bölüğü ve toplarıyla birlikte yüksek
dağ silsilesini aşarak Gürcis¬tan'a girmesini emretti. Bü arada Gürcü kralına da
Çar'ın kendisini koruyacağını söylemesini bildirdi. (Aktı, 1, s.105-106-107).
Haziran ayında kralın kardeşi Çariçeviç Alexander, kardeşine karşı çıkarak
İranlılara sığındı. Bu olayın etkileri oldukça büyük ye sürekli olacaktı. Yaşamı
boyunca Rusların baş düşmanı olan bu pren¬sin hayatı, yıllarca romantik maceralarla
dolu olarak geçmiştir. Bazen İran'ı ve ona bağlı Hanlıkları Gürcistan'a karşı
saldırmaya teşvik ederken, bazen de Gürcistan'ı Rusya'ya karşı ayaklanmaya
zorladığı oluyordu. Bu çabalarının sonucunda(3t Feth Ali, Aras'ı geçerken Avar Hanı
da, Gürcistan'ı İşgal etmek (Oradaki Rus askerlerini temizlemek içinç.n.) amacıyla
dağlardan indi. İranlılar, daha ihtiyatlı davranarak Kuşlarla bir savaşa tutuşmamak
için fazla ilerlemeden geri döndüler, rakat daha az tedbirli veya daha cesur olan
Omar Han, Yora ve Ala-'rmaklarının birleştikleri yere kadar ilerledi. Burada
general La-' komutasındaki Ruslarla 7 Ekim 1800 de yapılan savaşı Ruslar
için tüm tehlikelerin geçtiği kanısı hakim oldu. Fakat Tif-olarak ölüm döşeğinde
yatan George, ülkesinin geleceği
sebebine
İlndalİeri'^rüiîTbir'[E'" «eri ^^.^Sl^^lS no^ yerleşmesine yönelik bir hareket
olarak du5unulebıl.r. (Çev.re

3
n
n>" Si FT w n ÇT

^?OC Q. N S. o. 3 t^~<
Si. ^ 7Z ÎD Si- W ^="^
5
5T n o3

92
93

Tsitsianoff'un kafasıyla elleri kesilerek zafer içinde Tahran'a gönderildi. Vücudu,


Baku'nun duvarları dibinde gömüldü. Daha son¬raları Bulgakov, Baku'yu aldığı zaman
ceset oradan alınarak büyük bir debdebe ve törenle Tiflis'e taşınarak oradaki Sion
Man astın'na kondu.
Potto, Tsitsianoff'un başarılarını ve özelliklerini şöyle anlatmak¬tadır: "Çok kısa
bir süre için Transkafkasya'da bulunmasına rağmen orasının haritasını tamamen
değiştirdi. Oraya geldiğinde ülkenin, ge¬nellikle İran'a meyleden bir sürü hanlıkla
dolu olduğunu gördü. Bun¬lar, Baku, Sekin, Karabağ, Ganjave Erivan hanlıklarıydı.
Bu hanlıklara Djaro Bielokani Lezgileri, Ahıska'daki Türk Paşalığı ve Kara Deniz
kı¬yısındaki Türk kaleleri de eklenmelidir. Bütün bu hanlıklar, toprakları ve
müstehkem yerleriyle Gürcistan'ı üç taraftan sararak bir tehlike Çemberi
oluşturuyorlardı. Mingrelya ile İmeritya, sadece kendi arala¬rında kavga
etmiyorlar, fakat zaten İç karışıklıklar yüzünden sıkıntıda olan Gürcistan İle de
savaşıyorlardı. Tsitsianoff burada üç yıl kaldı ve neredeyse haritayı bugünkü
haline getirdi. Bütün bunlar, Rusya "Bü¬yük Savaş"a*9^ hazırlanırken oldu ki,
oradan takviye alınması da im¬kânsızdı. Çünkü bu koşullarda bir bölük asker, büyük
bîr yardım ola¬rak kabul ediliyordu. Tsitsianoff, sadece sahip olduğu Kafkas askerî
ruhu sebebiyle ünlü bir askerî lider değil, fakat aynı zamanda çok seçkin bir
idareciydi. Onun zamanında Gürcistan'dan Hafta uzanan yolun yapımına başlandı/10^
Vladikavkaz yeniden inşa edildi ve dağ¬larda düzgün bir posta servisi kuruldu.
Aralıksız olarak sürdürdüğü savaşlar sırasında bile Gürcistan'ın tüm halkının
içinde boğulduğu cehaleti yenmek için bazı planlar yapmaktan da geri kalmadı.
Tiflis'te okulların açılması İçin girişimlerde bulundu. Rus dilini öğretecek
öğ¬retmenlerle kitapların oraya gönderilmesini teşvik etti.
"Aynı zamanda onun için doğru olarak şu söz söylenebilir: 'O gerçek bir insandı.'
denilebilir. Asker yoldaşlarına gösterdiği yakınlık ve insaniyet, çok nâdir ve
duygulu bir Örnektir... Cesaret, atılganlık,
anlayışlılık ve isteklerindeki tutarlılık gibi az bulunur bir çok hasletlere sahip
olan Tsitsianoff, Rus bayrağını gururla yukarılarda dalgalandı¬rarak Kafkas
savaşlarında ölmez ve zafer dolu bir hatıra bırakmıştır."
(9) Austerlitz savaşı 2 Aralık 1805 de olmuştur. (Fra. zaferi)
(10) Aslında daha önceleri, 1783 yılında Potyemkin, bu yolun yapılmasını başlatmış
ve kabaca ilk temelleri atılmış bulunuyordu. Sonraları, "Gürcü askerî yolu" adı¬
nı alarak çok ünlü bir yol olmuştur.

99
98
mek zorunda kaldılar. Böylece saldırı sırası Türklere geçmiş bulunu¬yordu. Fakat
Gümrü (Aiexandropol) civarında mevzilenmiş bulunan Niesvietayef kumandasındaki
Rusları yoketmek için girişilen üç atak başarısızlıkla sonuçlandı ve yardıma gelen
Cudoviç tarafından yenil¬giye uğratıldılar. Gudoviç, bunun üzerine mareşallik
rütbesine yük- ; seltildi. Fakat bu savaşta asıl başarının cesur bir savunmada
bulunan General Niesvietayef'e ait olduğu söylenmiştir. Bu başarının etkilen o
kadar büyük oldu ki, sözde savaş halinde olmalarına rağmen iran Şahı onu kutlamakta
acele etti. Bu sırada iran ile sürdürülen barış görüşmeleri, o aralar İran'da
bulunan Napolyon'un iyi niyet elçisi General Gardanne'ye*2' rağmen o kadar kötü bir
hal aldı ki, (Akti, s.471) Gudoviç, 1808 yılında Erivan üzerine yürüdü. Bu olay
sırasında Erivan halkına yayınladığı bir bildiri, bu yaşlı adamın kibrinin onu ne
kadar aptal ve zalim bir hale getirdiğini göstermektedir: "Kalenizin daha önceki
kuşatmalara başarıyla karşı koymasına aidanmayınız." diyordu onlara. "Şimdi durum
tamamendeğişiktir. O zamanki Başku¬mandan Tsitsianoff, savaşlarda tecrübe
kazanmamış genç bir gene- . raldi. Fakat şimdi kumandayı ben yürütüyorum ki, otuz
yıldan fazla bir zamandır kuvvetli Rus ordularını yönetiyorum." Ahilkelek'de
ol¬duğu gibi burada da kaleye yapılan saldırı ağır kayıplar verilerek bü¬yük bir
başarısızlıkla sonuçlandı ve Ruslar, bir kere daha geri çekil¬mek zorunda kaldılar.
Don, kar ve geçilmez hale gelen yollar, geri çekilmeyi çok zo da ştın yordu. Bütün
ordu, neredeyse tamamen yo-" kolmak üzereydi. Fakat Niebolseen ve Lissanİeviç'in
çekilme yollarını kesen Acemlere karşı kazandıkları başarılar, ordunun kurtulmasını
sağladı. Gudoviç, Tiflis'e bitkin bir halde ve moral yönünden çökmüş olarak ulaştı.
Yukarıdan gelen bir emirle Glazenap'ın yerini almasıyla başlayan ve Rus askerî
liderlerinde pek eksik olmayan aşırı kibrinin yönlendirmeleriyle süren iki yıllık
idaresi tam bir başarısızlık tablosu sunuyordu. Zaten Çar da, onun sunduğu
istifasını hemen kabul et¬mekte hiç bir sakınca görmedi.
Gudoviç'in yerine tayin edilen Kont Tormazof'un 1809 yılının Nisan ayında
Kafkasya'ya gelmesiyle olaylar yeniden hızlanmaya başladı. Poti ilk defa Rusların
eline geçti. Bu savaşın kahramanı, prens Orbeyani idi. Bütün kabiliyet ve
enerjisini Ruslara hizmet için kullanan sayısız Gürcü soylu ailelerinden birisinden
geliyordu, Or: belyani. Bu arada İmeritya kralı Süleyman da tahtından indirilerek
ülke doğrudan Rusya'ya bağlandı. Ayrıca Guria ve Sohum Kale de dahil olmak üzere
Abhazya, gönüllü olarak Ruslara bağlandı. Böyle¬ce Kafkasya'daki Hıristiyan
halkların birleştirilmesi, 1810 yılında ta¬mamlanmış bulunuyordu. Savaş alanında
ise, Türklerin Gürcistan'ı işgal etme tehlikesi İtalyan asıllı Marquis Palucci'nin
Ahilkelek surla¬rının dibinde Türklere karşı kazandığı bir savaşla bertaraf edildi.
Bu arada Acemler, Taliş'i işgal ederek yağmaladılar. Fakat çok geçme¬den General
Niebloseen'in kuvvetlen tarafından desteklenen Tatar milislerine yenilerek
püskürtüldüler. Yukarıda adı geçen Palucci'nin kazandığı savaş, Çar 1. Alexander'in
bir günlük konuşmasında (içti¬ma) şöyle anlatılmıştır: "Eylül'ün 5'inde 10.000
kişilik Türk ve Acem ' kuvvetine karşı Kartalina sınırlarında kazanılan zafer,
dünyada sade¬ce Rus askerlerinin yapabileceği birşeydi. 9. ve 15. keskin nişancı
ta¬burları, iki hafif top ve bir kazak süvari bölüğünün eşliğinde üç gün boyunca
soğuk ve ıslak yollardan yürüyerek; yerlilerin bile geçmeye cesaret edemediği
karlarla kaplı dağlan aştılar. Gece yarısına doğru o kadar sessiz ve düzenli bir
şekilde düşman mevzilerine yaklaştılar ki, nöbetçileri, onları ancak 100 metre
kadar yaklaştıkları zaman farket-tiler. Askerlerin ani saldırısı ve tüfekle top
atışını izleyen bir süvari hü¬cumu, düşman arasında umutsuz bir paniğin doğmasına
yolaçtı. Ce¬sur Rus askerleri, kampın bir ucundan diğerine koşarken dehşete
ka¬pılan düşman da, çareyi kaçmakta buldu."
Kazanılan bu savaş üzerine Türklerin saldın gücü kırıldığından Harekete geçen
Ruslar, kuvvetli bir Türk kalesi olan Ahıska'yı kuşattı. (Kasım 1810) Kale dibinde
kazanılan bir savaşa rağmen Türkler kah¬ramanca dayanmaya devam ettiler ve askerler
arasında veba salgını çıkması üzerine Ruslar, kuşatmayı kaldırarak geri çekilmek
zorunda Kaldılar. Ertesi yıl Tormazof, kendi İsteği üzerine geri çağrıldı.(3J

(2)
Bu sırada Tilsit'de Fransa ile Rusya arasında barış imzalanmıştı.
1812 yılında Kobrin'de parlak bir zafer kazanan general Tormazoff, bu savaşta bir
Saxon birliğini İmha etmiştir. Bu, Rusların "Büyük Savaş" sırasında kazandık¬ları
ilk başarıydı.

102
layan saldın, garnizon uyanmadan önce surların dibine ulaşmıştı bi¬le. Türkler,
büyük bir inat ve cesaretle döğüştüler. Fakat harekete geçmekte çok geç
kalmışlardı. Gün doğarken kale, Rusların eline geçmişti. Rus kayıpları sadece 30
kişi olarak verilmiştir. Bu başarının sahibi, henüz 29 yaşındayken Tuğgeneralliğe
terfi ettirildi. (Akli, s.184).
Bu sırada Dağıstan'ın güney ve doğu kısımlarında bir takım çar¬pışmalar olmuştu. O
sıralar Kafkas ordusundaki en kötü birlik olan Sivastopol alayının kumandasını
yürüten General Gourieff, Küba'da büyük bir yenilgi aldı. Bunun üzerine Gourieff
görevinden alınarak yerine cesur ve enerjik bir subay olan Katountseff atandı.
Aldığı tak¬viyelerle harekete geçen bu General, kısa bir zaman içinde Dağhlan
yenilgiye uğratarak düzeni yeniden tesis etti. Daha sonra, biraz ku¬zeyde bulunan
Kiourinlerin, Gazi Kumuklann sınırına yakın yerdeki bir müstahkem mevzilerini ele
geçirdi ve Gazi Kumuk topraklarının bir kısmı da yağmalandı.
Böylece 1811 yılı, her tarafta Rusların lehine olarak kapandı, fa¬kat Napolyon
işgalinin de başladığı ertesi yılı, büyük felaketlerle baş¬ladı. Bu felaketli
olaylar, Rusların denizden denize uzanan ege¬menliğini dağların her iki tarafında
da tehdit edecek tehlikelerin baş¬langıcı oluyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse
1812 olaylarını in¬celeyen kişi, hangi tarafa şaşacağını bilemez. Bir tarafta;
Kotlia-revsky, Portnighin ve diğer subayların komutası altındaki Rusların di-
renemsi, diğer tarafta ise Osmanlılar ve Acemlerin umutsuz girişim¬leri ve
yetersizlikleri: Bütün şartların kendi lehlerinde olduğu bu or¬tamdan tam anlamıyla
yararlanamayarak kuzeyden gelen bu işgalci devleti tekrar Kuban ve Terek'in
gerisine atma şanslarını cleğerlendi-remediler. Sayıca kendilerinden az ordulara
yenilerek bu büyük fır¬satı kaçırdılar.
Henüz yeni yıla girilmişti ki, 20.000 kişilik bir Acem ordusu, sını¬rı geçerek
Karabağ'ı işgal etti. Şuşâ'nın 80 km kadar uzağındaki Sul¬tan Buda'da Yarbay Djini
kumandasındaki Rus taburunu kuşatarak kuzeydeki Şah-bulak'ı da işgal ettiler.
Böylece Şuşâ'yla ulaşımı kes¬miş oluyorlardı. O sırada oraya doğru yola çıkmış olan
küçük bir tak¬viye birjiği, Şah-bulak'ı ele geçirmesine rağmen fazla ilerleyemedi.
Bunun üzerine 18.000 kişilik bir Acem ordusu Sultan-buda'ya saldır-
103
di. Djini ve ondan sonraki subay öldürüldü. Diğer üst rütbeli subay¬ların da
yaralanması üzerine kumandayı Yüzbaşı Oloviasnikof aldı Bu subay da kayıtsız
şartsız teslim olmayı kabul etti. Böylece Kafkas savaşlarında hiç görülmeyen bir
olay meydana geldi ve Rusların tüm bayrak ve sancakları Acemlerin eline geçti.(e)
Bu zaferin Acem sara¬yında sebep olacağı sevinç tahmin edilebilir. Ruslar artık
yenilmez değillerdi! Şah, Tatar hanlıkları ve hatta Gürcistan üzerindeki ege¬menlik
haklarına yeniden kavuşacağını umuyor ve yeni başarı haber¬lerini bekliyordu. Bu
sırada Derbend'de Dağıstan olaylarıyla ilgilenen Palucci, Türk sınırındaki
Kotliarevsky'i oradan çağırarak Karabağ ko¬mutanlığını ona verdi ve kendisi de Türk
sınırına doğru yola çıktı.
Bu gelişmelerin yanısıra çok daha ciddi olaylar da kapıdaydı. Amirlik taslayan
Rusların zorla topladıkları vergiler ve yaptırdıkları angaryaların bütün
Gürcistan'da uyandırdığı memnuniyetsizlik hava¬sı, kısa zamanda gelişerek 31
Ocak'da Ahmat Köy'cle açık isyana dö¬nüştü. Ertesi günü daha kuzeydeki Tioneti'de
bir Gürcü kadınına te-.cavüz eden bir Rus subayı adamlarıyla birlikte parçalandı.
Kısa bir jsüre içinde tüm Kaketya ateşler içinde kalmıştı. Telaf ve Signah kasa-
baları Gürcüler tarafından kuşatıldı. Telaf iyi tahkim edildiği için da¬lyandı.
Fakat Signah isyancıların eline düştü ve tüm garnizon imha edildi. Kaghobeti
köyünde, "Narva Dragoonlan"na ait bir birlik tama¬men ortadan kaldırıldı. Alayın
kumandanı Albay Martinov da ölüm¬cül olarak yaralandı. Her taraftan Telaf'a
takviyeler gönderilmesine rağmen onlardan hiç biri gidecekleri yere sağ olarak
ulaşamadılar. 280 kişiden oluşan bir "Navro Dragoon" birliği atlarından indirilerek
piyade düzeninde ilerlerken kasabanın surları dibinde kuşatıldı ve aralarında
kumandanları Yusupov olduğu halde büyük bir kısmı öl¬dürüldü. Sadece 120 er,
başlarında hiç bir subay olmadığı halde ka¬sabaya sığınabildiler. Bu da, ancak
garnizonun bir huruç hareketi yapması sayesinde olmuştu. Signah bölgesinde
vatanseverler, ünlü Kabardey Alayı'nın savunduğu Bodbiskhevi'ye saldırdılar. İki
subay
(6) Monteith'e göre Acemler, bu başarılarını bu savaşta Acem birliklerine
kumanda eden bir ingiliz subayına, D'arc/e borçludurlar. Bu savaşla Acem kuvvetleri
6 tabur ve S6 toptan oluşuyordu.(s.83)
104
ve 212 er yitiren alay, durumun umutsuzluğunu görünce Karaağaç'a çekildi. Burada,
aynı alayın iki bölüğü ve en az kendileri kadar ünlü olan "Nijni Novgorod
Süvarilerinin iki bölüğü tarafından desteklen¬melerine rağmen 12 gün boyunca,
yanlarında sadece atları için ayrıl¬mış yemlerin dışında hiç bir yiyecekleri
olmadan, mahsur kaldılar. Ayaklanmanın başlaması o kadar ani ve yayılışı da en az o
kadar hız¬lı olmuştu ki, bölgenin sorumlusu ünlü Portniaghin, sadece 50 süva¬riyle
birlikte Sagaredjio'da kıstırıldı. Ölü ve yaralı olarak adamlarının yansını
kaybettiği sırada yardıma gelen Kerson humbaracılannın iki bölüğü sayesinde büyük
bir güçlükle çemberi yararak Tiflis'e ulaşa¬bildi. Burada, başkentte de sorunlar
gittikçe büyümeye başlamıştı. Prens Orbelyani, Dağıstanlıların neredeyse şehrin
varoşlarında gö¬rünmeye başladığını söyleyerek artık Tiflis'i daha fazla
koruyamaya¬cağını Başkumandan'a bildirdi. Ayaklanma kuzeye kayarak Ananour' a kadar
ulaştı. Hatta Osetler arasında bile hareketler görülmeye baş¬ladı. Bu bölgede,
Doushet'e yürüyen 3 bölük ve bir toptan oluşan bir Rus birliği, çarpışmalar sonunda
kumandanını kaybederek geriye dönmeye zorlandı. Ne var ki bu tarafta isyancıların
başarılan çok kısa süreli oldu. Albay Oushakof, Gürcü Alayı'nın bir taburuyla hızla
Do-ushet üzerine yürüdü ve hücumla şehri ele geçirdi. (12 Şubat) Ardın¬dan
Ananour'u da düşürdü. Bu olaylardan sonra bölgedeki durum oldukça sakinleşti.
Çok geçmeden Palucci de, Tiflis'e geldi ve Telaf bölgesine kuv¬vetli takviyeler
gönderildi. İki tarafında tüm güçlerini seferber ettikle¬ri bu savaşta
vatanseverler yenildiler. Uzak yerlerde parça parça da¬ğılmış bulunan birlikler
kurtarılarak yeniden bir düzen sağlandı. Bu olaylar devam ederken 5.000 kişilik bir
Türk birliği de 21 Şubat'ta Ahilkelek'e saldırdı. Fakat kayıplar vererek geri
çekilmek zorunda kaldılar. Üç gün sonra da general Lissanieviç, emrindeki küçük
birlik¬lerin Magasberd'in hakimi KaraBek'in takviyesiyle kuwetlenmesiyle
Pargitha'da bir Türk birliğini dağıttı. Bu taraftaki sıkıntılarından kurtu¬lan
Palucci, (Çünkü Türkler, eğer Ahilkelek'i tekrar ele geçirebil-selerdi Rusların
durumu çok daha kötüleşecekti,) büyük bir hızla Te¬laf bölgesindeki isyanı
bastırmaya yöneldi. İsyancılar yenildiler. En büyük liderleri, Prens Kabouloff,
yakalanarak Rusya'ya gönderildi. (Akti, c.5, s.67-81, Patucci'nin raporu 26 Mart
1812) Şu an için tehli-
105
keler bertaraf edilmişti. Bu sırada Palucci, kendisini çağıran bir emir a|dı.
Fransızlara karşı savaşan LBatı Ordusu'na kurmay başkanı olarak atanmıştı. Aradan
çok geçmeden de Finlandiya ve Baltık eyaletlerine umumi vali olarak gönderildi.
Söylendiğine göre Barclay DeTolly ile olan çekişmeleri bu tayine sebep olmuştur.
Daha sonra da Rus servisinden ayrılarak Genova'nın genel valisi olarak görev yaptı.
1811 yılında Kafkasların kumandası İkiye ayrılmıştı. Transkaf-kasya Palucci'ye
bırakılırken Kuzey Hattı'ndaki kumanda da, Astra-han hükümeti de dahil olmak üzere
General Rteeshtcheff'e verilmiş¬ti. Paiucci'nin geri çağrılması üzerine adı geçen
general, iki bölgenin de sorumluluğunu kendi üzerine alarak buradaki yönetimleri
birleş¬tirmiş oldu. Yeni Başkumandan, son derece dürüst olmasına rağmen böylesine
savaş havasının her an hakim olduğu ortamlarda ve özel¬likle karargahlarda bulunan
subaylarda aranan bir takım özellikler¬den yoksundu. Yeni Kumandan kesin bir
kararlılığa sahip olmadığı gibi enerjik birisi de değildi. Her zaman için için
kaynayan ve bağım¬sızlıkları için kavgaya atılmaya kuzeydeki Dağlı kabilelerine
karşı ta¬kındığı uzlaşmacı tavırları da kesin bîr sonuç vermedi. Rus tarihçileri
Rteshtcheff'İ eleştirirken Dağlıların arasında bu kadar uzun süre bu¬lunan bu
generalin, onlara yapılacak olan uzlaşmacı tekliflerin Kaf-kaslılar tarafından bir
zayıflık işareti olarak yorumlandığını anlamadı¬ğını iteri sürerler. Medenîleşmiş
sayılan uluslardan farklı bir kültür ya¬pısına sahip bu İnsanlar arasında zayıflık,
yanında daima küçümse¬meyi de getirmiştir. Bu olaydaki gösterilecek tavır
farklılıklarının en iyi Örneği olarak kabul ettiği bir olayı Yermolov, şöyle
anlatmaktadır: "Rteeshtcheff, İnguşların yaşlılarından ve liderlerinden oluşan bir
gru¬bu Mozdok'a çağırmış ve yapılan görüşmelerden sonra bunlara pa¬halı hediyeler
vererek evlerine yollamış, fakat aynı gece geri dönen Inguşlar, neredeyse
Ceneral'in gözleri önünde yük katarlarına saldı¬rarak hepsini yağmalamışlardır." Bu
General'den sonra göreve gelen bir çok selefi, onun dört yıllık tevazu
politikasının yarattığı güçlük ve problemlerle kendilerinin uğraştıklarını İleri
sürmüşlerdir. Bu yargının n kadar haklı olduğunu söylemek gerçekten çok güç bir
konudur. k bu tartışmaya daha sonra yine değinilecektir.
Doğal olarak, Palucci gibi sert bir kumandandan sonra Rte-eshtcheff'in göreve
gelmesi Ruslar açısından imrenilecek bir gelişme
106
değildi. Batı'da kendi varlığını sürdürme mücadelesi veren Rusya, gü¬neyde hâla
Türkiye ve İran ile savaş halinde bulunuyordu. Zaten hiç bir zaman yeterli sayıya
erişememiş olan Kafkas orduları, durmadan uğradıkları kayıplar sonunda güçlerinin
büyük bir kısmını yitirmiş ol¬malarına rağmen bu kayıpların yerine yeni
takviyelerin gelmesi im¬kânsızdı. Hem Müslüman, hem de Hıristiyan halklar
arasındaki memnuniyetsizlikler hızla artıyor, gizli anlaşmalar, açık isyanlara ve ?
şiddet hareketlerine dönüşüyordu. Aras'tan Kuban ve Terek ırmakla-rıyla, Kara Deniz
ve Hazar Denizi arasında kalan bölgeler, devamlı bir çarpışmanın alanı oluyordu, bu
arada Vladikavkaz ile Tiflis arasın¬daki dağ kabileleri Osetler, Kevsurlar, Pşavlar
ve Tuşenler da ayakla-. narak aradaki haberleşme hattını tamamen kesmişlerdi.
Rus askerleri, geniş bir satıh üzerinde küçük parçalara ayrılmış olarak ele
geçirdikleri topraklan korumak için çarpışıp duruyorlardı. Şu anda Rusların karşı
karşıya bulundukları bu baskıların en azından bir kısmı kaldınimazsa Rus
ordularının artık daha fazla dayanmaları imkansızlaşacak ve yokolma tehlikesiyle
karşı karşıya geleceklerdi. İşte tam bu sırada Rusların beklediği imdat geldi.
Gücünün sınırlarına ulaştığını anlayan Rusya, daha fazla mücadelenin olanaksız
olduğunu anlayarak Türkiye ile barış imzaladı. Bu taraftaki tehditlerden kurtu¬lan
general Rteeshtcheff, büyük bir memnuniyetle işgal etlikleri Türk topraklarındaki
askerlerini geri çekti. 16 Mayıs 1812 de imzalanan Bükreş antlaşmasıyla Türkiye,
hemen hemen son yıllarda Kafkas sa¬vaşlarında kaybettiği tüm topraklarını geri
almayı başardı. Kafkas sa¬vaşlarında yenilmiş olan birlikleri, daha sonra zafer
içinde Anapa, po-ti ve Ahilkelek kalelerine girdiler. Fakat Sohumkale'nin de
anlaşma gereğince Türklere verilmesi gerekirken hiç bir zaman Türklere ait
ol¬madığı ileri sürülerek geri verilmedi. Bu anlaşmanın sonuçlan Ruslar için
gerçekten çok elem vericiydi. Bu kadar çabanın, verilen savaşla¬rın ve harcanan
parayla kanın boşa gitmiş olması onları kahrediyor¬du. Ne var ki, Türkiye ile
savaşın uzaması çok daha kötü sonuçlar verebilecekti. Eğer alınan bu kaleler ve ele
geçirilen topraklar nasıl olsa Türkler tarafından yeniden ele geçirilecekse bunun
daha fazla kan dökülmeden ve Kafkasya'daki Rus ordularının prestijinin daha fazla
sarsılmadan yapılması en doğru olanıydı. Böylece Türklerden kurtulan ordu, ancak
geri kalan düşmanlarıyla başa çıkabilecek bir seviyedeydi. O sıralarda güneye
inerek Tiflis'i tehdit etmeye başlamış
107
olan Osetler, Albay Petchersky tarafından yenilgiye uğratılarak dağı¬tıldılar.
Böylece Vladikavkaz yolu yeniden açılabildi. Kaketya bölge¬sinde ise Signah
civarında Prens Orbelyani, sonunda Çareviç Alexan¬der ve onun Dağıstanlılardan
oluşan ordusunu 14 Ekim 1812'de yen¬meyi başardı. Beş gün sonra da, İhtiyatlı bir
insan olan Başkumandan Rteeshtcheff tarafından devamlı olarak frenlenen ve harekete
geç¬mesi engellenen Kotliarevsky, onun Tiflis'te yokluğundan faydalana¬rak aniden
Araş nehrini geçti ve onun kıyısında mevzilenmiş olan Acem ordusunu bozguna
uğrattı. Ardından Aslandüz^ bölgesinde yaptığı bir gece saldırısıyla onları tamamen
dağıttı.(iî) (Monteİth, s.88-95 ve Aktı, s.690)
(7)
(8)
Bir aslanın öldürüldüğü bu bölgede Timur'un anısını yaşatmak amacıyla bu isim
verilerek bir de tümsek oluşturulmuştu.
Bu savaş, aynı yerde Kotliarevsky'İn kazandığı ikinci savaş oluyordu. Her iki
çarpışmada da hiç bir esirin sağ bırakılmaması konusunda kesiıi emirler veril¬miş
olmasına rağmen bu sefer S37 esirin hayatım kurtarmıştır. Bu sıralarda Acem
ordustı'nda hizmet vermekte olan iki İngiliz subayı; Yarbay Christie ve Yüzbaşı
Lindsay da bu savaşa katılmışlardır. "Christie, savaşta boy¬nundan vurularak
yaralandı ve düştü. Kendisinin kurarak bizzat eğittiği bir as¬kerî taburun hemen
hemen yarısı, onu düşman saflarından geri getirebilmek ıığıunda toprağa düştüler.
Su girişim, büyükfedakarlıklara ragmen.başaıısızlığa uğradı. Fakat sevginin,
bağlılığın ve sadakatin en büyük göstergesi olmuştuı. Christie, sabahleyin bir Rus
birliği tarafından farkediletek bulundu. Kendisine yaıdım teklif edildi. Fakat
canlı olarak Rusların eline geçmemeye karar vermiş bulunan Christie, kendisinin
yanına gelerek kaldırmaya kalkışan Rus subayını biçti. Bunun üzerine General
Kutlerousky'e haber verilerek yaralılar arasında bir ingiliz subayının bulunduğu,
fakat teslim olmayı reddettiği bildirildi. Ceneral de, yaratının derhal
silahlarından arındırılarak emniyete alınmasını emretti. Bu¬na rağmen Christie,
umutsuz mücadelesini sın dürmüş ve nihayet bir Kazak ta¬rafından kurşunlanarak
öklürüiünceye kadar 6 kişiyi öldürdüğü söylenmiştir.
(Monteİth, s.93)
Rus kaynaklarının iddialarına göre Ruslar bu savaşta 11 İngiliz topu ele
geçir¬mişlerdir. Topların üzerinde; "Kralların kralından şahların şahına" ibaresi
yazı¬lıydı.
Bu olayla ilgili olarak Lord Courzon'un "Toprakta yüzükoyun bir halde yaralı olarak
yatarken bir Rus subayı tarafından öldürüldü!" şeklindeki açıklaması lite¬ratür
yönünden doğru olmasına karşılık, onun gerçekte ifade ettiği anlamın, yu¬karıda
değinilen Monteİth'in anlatımlarından çok daha farklıdır. (Genellikle, bu sıralarda
Hint yolunu Afganlıların tehdidinden korumak isteyen İngilizlerin İran ile
İlişkileri bu amaca yönelik olarak çok yakındı ve bir çok İngi¬liz subayı, Acem
ordusunu eğitmek için İran'a gönderiliyor, fakat herhangi bir savaşa katılmaları
yasaklanıyordu. Christie'nin bu umutsuz mücadelesinin se¬bebi, ülkesinden izinsiz
bu savaşa katılıp onu kaybetmesi olabilir. (Çevirenin Notu)
108
109

Kotliarevsky, raporunda; "Allah, hurrah ve süngü, Haşmetme-ab'a zaferi kazandırdı."


şeklinde yazıyordu. Bazı özelliklerinin yanısıra bir şövalye ruhu da taşıyan
Rteeshtcheff, bu astının kendi emirlerini ihlal etmiş olmasına bakmadan onu en
içten duygularla Çar'a övdü. Aralık ayı içinde genç Kumandan, başarılarla dolu
askerlik hayatına, çok daha umutsuz görünen bir şeyi gerçekleştirerek, yeni bir
halka daha ekledi. Karlarla kaplı Mugan Stepleri'ni aşarak, son yıllarda İn¬giliz
mühendislerinin planlarıyla kurulmuş modern bir kale olan Len¬koran önlerine vardı.
İranlı kumandanın kendisine yapılan "teslim ol" çağrısını reddetmesi üzerine şehri
kuşatmaya aldı. Beş günlük bir ku¬şatmadan sonra İranlıların kahramanca direnmesine
rağmen kaleyi almayı başardı. Rus kayıpları gerçekten fazlaydı. Verilen 1.000 kadar
kayıp, tüm kuvvetlerin neredeyse üçte ikisini oluturuyordu. Bu savaş sırasında
askerlere teşvik edici bir şekilde hitap ediliyor ve "asla geri çekilmek yok!"
(Romanovsky, s.110) emri veriliyordu. Ayrıca şunun da belirtilmesi gerekiyor ki, bu
savaşta Ruslar hiç kimseye aman ver¬mediler. General Rteeshtcheff, raporunda;
"Düşmanın gösterdiği inatçılık ve direnme karşısında Öfkeye kapılan askerlerimiz,
kaledeki herkesi süngülediler. 4.000 kişilik İran garnizonundan tek bir asker sağ
bırakılmadı!" diye yazıyordu. (Akti, s.703) Kotliarevsky, bu savaş sırasında, biri
başında olmak üzere üç ayrı yerden yaralanmıştı. Daha önceki savaşlarda aldığı
yaralar da bu başındaki yaraya eklenince durumu çok kötüleşerek daha sonraki
hayatında askerliğine devam etmesini engelledi. Surların dibinde ölü ve yaralı
olarak üst üste yığıl¬mış kümelerin altından zorlukla çıkarılan Kotliarevsky oradan
Tiflis'e gönderildi. Bu olaydan sonra 39 yıl daha yaşayan Kotliarevsky'in acı ve
ağrıları bütün hayatı boyunca da devam etti. Çar, onu ikinci dere¬ceden St.George
nişanıyla taltif etti. Üçüncüsünü daha önceden al¬mıştı. Şimdiye kadar kimseye
nasip olmamış bir üne kavuştuğu za¬man henüz 31 yaşındaydı/9^
3 Nisan 1813'de albay Pestel kumandasındaki bir Rus ordusu¬nun Erivan Serdarı'nın
kardeşi olan ve o sıralar İran ordusunun en be¬ceriksiz ve yetersiz kumandanı
(Monteith, s.98) olarak kabul edilen birinin kumandasındaki Acem ordusunu Kara
Berzuk'da yenilgiye uğratması İran'ın hezimetini tamamladı. Zaten barış görüşmeleri
İn¬giliz elçisinin aracılığıyla daha önceden başlamış bulunuyordu. Çok geçmeden,
Gülistan anlaşmasının ön hazırlığı niteliğinde olan bir mütareke, Ekim ayında
imzalandı. Yapılan anlaşma sonunda Rusya, Karabağ, Sekin, Ganja, Şirva, Derbend,
Küba ve BakCı hanlıklarının tamamıyla Taliş hanlığının bir kısmı ve Lenköran kalesi
üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırdı. Bundan başka İran, Dağıstan, Gürcistan,
Mingrelya, imeritya ve Abhazya üzerindeki her türlü hak ve tasav¬vurlarından
vazgeçmeyi kabulleniyordu/10'
1813 yılında Simonoviç kumandasındaki bir Rus ordusu Kevsur-lara karşı yürüdü. Ana
dağ silsilesinin doğu kısmında bulunan müs-tehkem yerleşim yerleri kuşatıldı.
Kafkasların en İlginç ve anlaşılmsaı zor kabilelerinden olan Kevsurlann merkezi
sayılan Şatil alındı. Arka¬sından Argun ırmağının üst taraflarında yaşayan itaatsiz
Kiourenler üzerine de yapılan bir sefer başarıyla sonuçlandı.. Rusların bu
ilerle¬meleri ve artık ne Türkiye'den ne de İran'dan yeterli bir yardım alma-,
rnayacağımn anlaşılması üzerine küçük Dağlı hanlıklarının ve Gürcü vatansever
isyancılarının tüm cesaretleri kırıldı. Olaylar gittikçe ya¬vaşlayarak hızını
kaybetmeye başladı. Öyleki, 1816 yılında Rteeshtc¬heff, yerini Yermoiov'a bırakarak
giderken Kafkasya'nın her tarafında: bir barış havası hüküm sürüyor gibiydi.
Halbuki bu sıralarda, Müslü¬manların vatan aşkları sadece bir süre durulmuş gibiydi
ve yakında tüm şiddetiyle yeniden ortaya çıkarken Rusların, Kafkasların işgalini
tamamlayabilmeleri için yarım asırdan daha fazla bir zamanın geç-lesi gerekiyoıdu.
(9) 1851 yılında Kotilarevsky, ölümünden çok kısa bir süre önce yakın
akrabaları¬nın ve dostlarının gözü Önünde, her zaman yanında taşıdığı küçük bir
anahtarla bir kutuyu açtı. İçinde, Lenkoran'daki savaştan sonra kafatasından alınan
40 ka¬dar kemik kıymığı bulunmaktaydı. Onları dostlarına göstererek şöyle konuştu,
Kotliarevsky: "İşte orada, neden imparatorumun tayinini kabul ederek (1826) ona ve
ülkeme daha fazla hizmet ederek mezara kadar bunu yapmamı engelle¬yen şey!"
J10) Bu sırada İngiliz elçis'rSİr Core Ousley tarafından hazırlanan bir tasarıda
Rusya' nın bazı iran eyaletlerini İade etmesine kadar geçen süre İçinde bu ülkeye
Hin¬distan hükümeti tarafından yılda 120.000 Sterlinlik bir yardım yapılması
teklif-ediliyordu. (Monteith, s.100) Fakat bu bölüm, daha sonra onaylanan Tahran
an- ' İaşmasına dahil edilmemiştir.
111

110
BOLUM 6 1816-1817
Yermolov-Daha önceki kariyen-Karakteri Politikası-İran'a gidişi-Hat'ta
"Eğ başını ey karlı Kafkaslar; Boyun eğ; gelen Yermolov'dur!"
İşte böyle yazdı, büyük şair Puşkin Yermoiov için. Ve şairin ilan ? ettiği bu
hüküm, kuşaklar boyunca Rus inancının bir başlığı oldu. Za¬manı geldikçe Yermoiov
hakkında varılan bu yargının doğruluğunu tartışacağız. Haklı veya haksız,
Kafkasları Rus egemenliğine almak için sürdürülen uzun savaşlar ve bu arenadaki
savaşçılar arasında Yermolov, insanların kalbinde ilk sırayı uzun süre işgal etti.
Diğer bir şair Domontoviç de, onun hakkında şöyle yazıyordu: "İsmini süngü¬lerle
kayalara kazıyor!" Yermolov, şairin de dediği gibi bu işi gerçek¬leştirmede
kalmayıp aynı zamanda göreve resmen başlayarak bu işi sürdürdüğü müddetçe uzun
vadeli başarıların anahtarı olan bu po¬litikayı benimseyerek uyguladı. Onun
hakkında konuşulurken Kafkas ordusuna onun "yenilmezlik"1"0 unvanını kazandırdığı
biraz da abar-
Yermolov, Kafkasya'ya gelmeden çak önce buradaki birlikler, "Yenilmez" olarak
anılmaya başlanmıştı.
[arak ifade edilir. Ve uzun yıllar boyunca Yermolov'un başarılan, Rus halkının
gönlünü doldurdu.
Kafkasya'daki yönetiminin sürdüğü yıllar, "Yermolov Zamanı" olarak adlandırılırken
onun Kafkasya'da uyguladığı politika ve olayla¬ra yaklaşımı da "Yermolov Sistemi"
olarak tanımlanmıştır. Kısacası, Yermolov'un göreve başlaması, eskiyle yeni
arasında bir dönüm nok¬tası olarak kabul edilir. Bu ayrım yapılırken daha önceki
fikirler ve yaklaşımlar tamamen aldatıcı olarak kabul edilirken Yermolov'un
sis¬temi ve fikirlerinin, kuvvetli bir şekilde izlenerek uygulamaya kondu¬ğu zaman
Kafkasların işgalini kesin ve değişmez bir şekilde sağlaya¬rak Rusların denizden
denize ve kuzey steplerinden başlayarak Türki¬ye ile İran'a kadar olan topraklara
hakîm olmasını temin edeceğine inanılıyordu. Şimdi Yermolov'un nasıl bir yapıda
olduğunu ve gerçek-de neler başardığını inceleyelim.
1777 yılında doğan Yermolov'un askerî kariyerine Suvarov'un kumandasında başlaması
manalıdır. Henüz 16.yaşındayken Varşova' nın bir varoşu olan Praga'nın alınışı
sırasıda gösterdiği cesaretten do¬layı Suvarov tarafından St. George haçıyla taltif
edilmiştir. Polonya savaşından sonra İtalya'ya geçen Yermolov, orada Fransız
ordusuna karşı savaşan Avusturya ordusunda topçu olarak bulundu. T 796 yı¬lında
Kont Valerian Zubov komutasında İran savaşlarına katıldı. Der-bend'İn alınışında ve
iran şahı Ağa Mulıammed Han'ın savaş alanına 80 fil getirdiği Canja savaşında da
bulundu. Bu savaşı da Ruslar ka¬zanmıştır. Bu savaşlardaki hizmetlerinden dolayı
St. Vladimir nişanı¬nı kazandı. Henüz çok genç bir yaştayken yarbaylığa kadar
yükseldi. Fakat Paui'un tahta geçmesiyle şansı dönmeye başladı. Rusya'ya döndükten
sonra askerî bir suikasta karıştığı gerekçesiyle tutuklandı. St. Petersburg'da bir
müddet tutulduktan sonra Kostroma'ya sürül¬dü. Burada tutuklu olmasından dolayı
Suvarov'un İtalya seferlerine katılamadı. Fakat 1805 yılındaki Austerlitz savaşında
albaylığa yüksel¬di. "1807 savaşları ise onu Rus ordusunun gözünde daha da
yükseltti. Özellikle emir ve kumanda zinciri içinde kalan askerleri tarafından b
kahraman olarak kabul ediliyordu. Bu savaşlarda kazandığı ün, işgali sırasında
Barclay daTolly'İn kurmay başkanı olarak yaptığı çalışmalarıyla daha da arttı. O
sırada her tarafı kaplayan sa¬vaş bulutlarına kapılarak cepheye gitti. Bautzen'de
küçük bir artçı
115

114
YERMOLOV (Gençlik Hali)
hitap etmişti: "Affedersiniz beyler, aranızda Rusça konuşan birinin olup olmadığını
sorabilirmiyim?" Bütün bu tavırlarına onun müthiş kibrini ve kendini beğenmişliğini
de ekleyebiliriz. Öylesine bir kibirli ve gururlu yapıya sahipti ki, bütün ilişkiye
geçtiği kimseleri ki, bunlara kendisinden çok daha yükseklerdeki kimseler de
dahildi, kendisinden aşağı sayar ve fırsat buldukça onlara bu yolda davranırdı.
Böyle bir karaktere sahip bu adamın, o sıralarda saraya hakim bulunan Baro
lavların, VVittgensteinlerİn grubunda nasıl bir duygu uyandıracağını tahmin etmek
zor değildir.
Belki de bütün bu özelliklerinin en övgüye layık olanı, rakipleri¬nin kin ve
garezlerine rağmen her zaman kendi sınırlarını sonuna ka¬dar zorlamasıydı. Ancak
Kafkas savaşlarında bulunmuş kendi çağda¬şı veya halefi olan kişilerin unutulmasına
rağmen kendi adının Dağıs¬tan ve Çeçenistan'da hâla belleklerde yaşamasının
sebebi,kumanda kabiliyeti ve kazandığı başarılar değil, fakat onlara karşı
uyguladığı hesaplı zalimliktir. Maalesef bu zalim metodlar, Rusların Kafkas
sa¬vaşları sırasında çok sık başvurdukları bir yol olmuştur. İnsanlık açı¬sından
savunulacak hiç bir yönü olmayan bu tür zalimane metodla-rın, bu Doğulu halklar
üzerinde bazı avantajlar sağladığı belirtilmiş¬tir. Kafkas insanlarının, barışçı ve
merhametli tavırları ne oranda za¬yıflığın bir göstergesi olarak algıladıkları
tartışılabilir. Ancak Rusların, bu konuda uygulanacak metod konusunda
kararlaştırılmış bir görüş¬leri vardır: Bu politika, eski planlara uygun olarak
yürütülmeli, ateş ve kılıç eşliğinde ürünler yakılmalı, köyler yağmalanmalı,
adamlar sun-gülenmeii, kadınlar tecavüze uğramalı ve böylece Dağlılara kendi
anlayacakları dilden iyi bir ders verümeliydK?). Rus generali Erckert, onun için
şunu diyordu: "En azından Dağlıların kendileri kadar zalim-di(!)". Yermolav da, bu
konuda şöyle konuşuyordu: "Ben istiyorum ki, adımın sebep olacağı korku,
sınırlarımızı kalelerimizden daha iyi korusun. Benim bir sözüm Dağlılar için
Ölümden daha kaçınılmaz bir ferman olmalıdır. Bu Asyalıların gözünde tevazu bir
zayıflık işareti °larak kabul edilmektedir. Ve ben, tamamıyla insanî duyguların(!)
et¬kisiyle karşı konulmaz bir zalimlikle davranıyorum. Bir Dağlı'nın ida-mı,
yüzlerce Rus askerinin hayatını kurtarırken binlerce Müslümanın da bize ihanet
etmesini Önler!" Potto da, şöyle yazıyor; "Bütün bu Konuşmalarından onun tüm
sistemini kolayca anlıyoruz. O, Kafkas

116
dağlarında yaşayan herkesi, ister barışçı isterse savaşçı olsun, RUs devletinin bir
tebâsı olarak kabul ediyordu. Şu anda değillerse ele ileride, ister istemez
olacaklardı! Ve bütün bu insanlardan kayıtsız ve şartsız boyun eğmelerini
istiyordu. Onun ellerinde, eskinin rüşvet ve yardım mekanizması, yerini sert,
acımasız ve zâlimce cezalandırma¬lara bıraktı. Fakat bunun yanında her zaman adalet
ve yücegönül-lük(!) de bu tavırlarına eşlik etmiştir", (c.2, s.15)
Olaya politik açıdan baktığımız zaman adaletin ne zaman uy¬gulanıp uygulanmadığını
anlamak zordur. O sırada Rusya, sadece İngiltere ve diğer batılı ülkelerin,
kendilerinden daha geride bulunan halklara karşı yaptıkları şeyleri yapıyordu.
Uygulanan yöntemler, dünyanın hemen hemen her tarafında aynıydı. Zor ve hileyle
ülkenin bir bölümü ele geçiriliyor ve ardında çeşitli bahaneler ileri sürülerek
ülkenin diğer kısımlarının da ele geçirilmesine çalışılıyordu.
Bu arada bu kadar İddialı fikirlerle ortaya atılan görüşlerin kay¬nağı olan Rus
yönetimi hakkında da biraz konuşmalıyız. Yermolov, bir Rus memurunun sözünün kutsal
kabul edilmesini ve Çerkeslerin ona kendi Kitaplarından daha fazla itaat etmelerini
istiyordu. Ve her fırsatta bu anlayışı yerleştirmek için çabaladı.
Bundan şu sonuç çıkıyor. Eğer biz, şimdi Dağlıların Ruslara bo¬yun eğdiklerini
kabullenirsek ve bir Rus memuruna suçlunun yanında masumu da cezalandırma yetkisi
verir ve bunu ela en şiddetli biçi¬miyle yerine getirirsek işte size Yermolov'un o
ünlü "sistemi"! Halbu¬ki Din'de olan bu kadar büyük hoşgörü, sadece Yermolov'un
zalim¬liklerini değil Timurleng'in cinayetlerini bile yargılayacakken, Tevrat' ta
beirtilen insanın kendi ırkdaşlarina karşı yükümlü olduğu görevleri hatırlatmadan
da Hıristiyanlık, herzaman onu veya diğerini lanetle-
melidir.
Yermolov'un giriştiği korkunç cezalandırma seferleri hakkında
yazılmış ve ona karşı duydukları korkuyla diğer duygularını anlatan bir çok yerli
şarkıları vardır. Kendilerinin "Yarmul" diye adlandırdıkları bu gaddar adamın
Kafkaslılar üzerinde uyandırdığı etkinin benzerini General Skobelef de Asya'daki
Tekeler üzerinde uyandırmıştır. Diğer bir çok Rus generali de Kafkasya'nın değişik
bölgelerinde benzer yöntemler izlemişlerdir. Fakat Yermolov'un on yıllık
komutanlığını in¬celeyerek Özellikle onun elde ettiği sonuçları değerlendirdiğimiz
za
117
man kendi insanlarının onun hakkındaki besledikleri tüm duygularını aynen kabul
edemeyeceğimizi göreceğiz.
Şövalyelik ruhunun hakim olması taraftarı olan 1.Nikola, her zaman Kafkas
kabilelerini birbirine karşı kışkırtarak "Böl ve yönet" politikasını uygulamaya
çalışmış ve bu durumdan doğacak korkunç olaylarla iç çatışmaları kendi lehinde
değerlendirmeye yönelmekten çekinmemiştir. 1 .Alexander ise, Niikola'nın tam
tersine, oldukça insa¬nî duygularla doluydu. Kafkasya'da bu kadar büyük bir
şiddetle uy¬gulanan zulüm ve vahşet onda gerçek bir üzüntü yaratıyordu. De¬vamlı
olarak boşuna kan dökülmesinden nefret ettiğini belirterek as¬kerlerinin daha
insancıl metodlar benimsemesini sağlamak için çalış¬mıştır. Ölümünden az bir süre
önce Yermolov'un Prens Bekoviç Çer-kaski'ye St.Ceorge haçı verilmesi konusundaki
teklifini reddetmişti. Çünkü kendisi de Kabardey asıllı olan bu liderin komutasında
Ku-ban'ın gerisine cesaret isteyen bir akın düzenlenmiş ve başarılı geçen bu akın
sonunda kalabalık nüfuslu bir Adige köyü, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere
tamamen yokep'ilmişti. (Pogodin, s.325) Bu se¬beplerden dolayı 1. Alexander, haksız
yere hayalperest ve zayıf ka¬rakterli olarak tanındı. Aynı şekilde General
Rteeshtchef de, şövalye ruhlu ve merhametli olduğu için adaletsiz bir şekilde bir
çok eleştiri¬lere hedef olarak çok şey yitirdi. Sert tedbirler almada gönülsüz
dav¬ranması, yerlileri tatlılıkla ve adaletle kazanmaya çalışması, Suvarov okulunun
öğrencileri tarafından benimsenmedi. Yermolov, bu tip adamlara her zaman
hakâretvarî bir tavır takınmıştır. Bu selefini de sınırsız bir şekilde suçlayarak
onun zayıf ve yetersiz kişilikte biri ola¬rak tanınmasına yol açıp lekeledi. Fakat
biz, Rteeshtchefın hangi olumsuz şartlarda kumandayı alarak onu nasıl bir durumda
Yermo-lov'a teslim ettiğini çok iyi biliyoruz. Aynı şekilde Yermolov'un da
ku¬mandayı Paskieviç'e teslim ettiğinde Kafkasya'nın ne durumda oldu¬ğunu
inceleyeceğiz.
Yermolov'un temel düşüncesine göre, ne olursa olsun bütün Kafkasya en kısa zamanda
Rusya'nın bir parçası haline getirilmeliydi. Müslüman, Hıristiyan veya pagan olsun,
dağlarda ve ovalarda^a-ğ'rnsız veya yarı bağımsız hanlıkların ve küçük
toplulukların bulun-rnası, efendisinin onur ve şerefiyle ülkesinin kudret ve
güvenliğine ters düşerdi. İşte Yermolov'un bütün politikası, bu görüşe dayanıyor-
CO
p .
p u/i_

(/!
EJ
cr 7T n P ~ (D to
7T g 3 re =i » ~<
« 3 a 3 ^ o a, o
-< -< 3
r
re p to
5
51^5 3 3
cro« 3"
- C 3 Ç_ 3 5 ° ro ^T K
?jı oj (D
2--Q. a -j EJ re
> =r re
2 =!?£*» ^?'B.'a. f|» .*
% 5J
c. re cro* .3
rr cr to c-
V) J

"' cr 3- P < S «
7
7T 3

O =r era _,
5' g_ to re
" <fl »re S" 3 3.3 - I Si fSc î.ao^^c^
if
S- Si-
"3 c^<
S" 3
7T ' £. O
2L o
j» W q M tu
oı D"
K jJ
îî Si rc w
s» ir i1 s-
-» O 3 u>
ıo < re to 5" u>ıLo
% °" S" < 2 o-K 2-
a> rî>
m -<
02. . ü> fB
er 3
-o 3
er ^i o_
J/> rt> -< O o
n> ta cm
?3 un goı
m 'c fT
3 3ol I.

O
r;;
=r O
. (U Q lo î ? 3
P -- 4 CT -3 rraı O. uı _-. ^
7T 3 3 =?? 3 u-- rt> O" CO %
^3a
o. =;* 5 ^.3 o crc c .
w3
0
re
< -^
3
__3_ ryı P 5
Ci- CJ 3
p
.CTQ
P
P 3 7TCTQ
3 3 m>cw <
<i-_, 7T ^ P
re
S" 2. 3 ^^ ÖT re 5
3. re Si^' = w
cr S"
- N ir
? s: - =" ^
3 So ^
3 re"^ ? o^<o.5-__ _
5 1 5 a- o = i 2 £ ! 5' I
EJ
-İ < o o. £[?£
re x"
re OT' = re
«;? ^ o
n/ı
o
o. re
'?^' K g çp ı/ı P -j
3 Q 3 S
3
-< -1 re
--< o re
^_ lî_ ? ~ tfl
co 5
re 7!ıO o. w ^"5 5' ~% 5 Ş- « < =F c n;
S^
S.-Ö0,
2 a.re î3 ? -v, 9. d
N ?. s. - cr % * -* '
-< -< 3
p re r-cr-o
P
p
^3
CL
3
re
fD
S" ffi < Cl N.1^ 3 -<. ? jı Pi S" re w cro« -<? OT < S S^^-S N5İS
§1 ili i i:§
7:7 cro* 3
?r ;w c n =; w w«
v> s' "§i re 0. a- '- * ?r < o
re ûî' re
< rt t =
O: =;
(5* ^ 5" 3 -^1 5L D 3d Si n. - ty re P era oS 3
Ş- re vı
3 cr o üi. =1 ^' Q_ cu cfQ
. re =: £L 3
^ ^ o S.OT ^ S =: !T g
^^ re §? İŞ"?!
o P" n>
^ S^-S ^ P -'p 3 " £ İİ s- S İ
^ S Ş" N N 3 ?
w co p -<
2
i.- re c-
^?3
d c 3-
a^ a
vı.ig (D
re o_ r-
~: 3
cr 2.

îliüll
tllii
iiut
^ 5- S 4
s- s ;?? f ^ = I ş ş s
i o. 7r Q ^3 __n vı
? fi _J C -? _J m
p p
£
£. T' w

^ (TO W fD CfQi Cu
ÛJ «' *-^ "* fTT 1 rr1
< 2- P J- 3. -<

=?( CJ il 3 CT - < 0Q<


= C^3 CT'^-y. 3-^-iT
re CJ c =i fj- CJ ro
S
S«S.< §? 3- re* °- °

~< o p-
£D 3. fj
. re 7T EJ
?S EJ 3"
3 CJ
N
çr 3_ |r N CJ
CJ
re
' => QJ c C
era -<
o- re
§- 3 £ g- 5 g-
«ÎİIIÜİIİÜÎİ
3 -o w w
re = ?r 3 ^ <
rtJre3'e.(/,f!îÇj_fDcjfcg-3. -'3DF. CJ^ =-< re
^-Cr3 ÇT
c o =; u
D
o. o cf5<
3 =î re 3 -C jv, w fp ^

5r > -
3 EJ 5'
6)
S" rr

^4
-< N n İT C: ^ __jCro< ^ §3 ^ CJ s-* ,
3 D-
3 re
?-o ^ cro. re 3 w 3
P (U C: QI
re
E a. re
7=r 3
5 ft o. g. Q. İÜ jr E.g:ca"
re A- ^ 7T re
c = ->, -g.^ f Ş S. » !T
_ 33
Q_ CJ CJ
re £ re 3, 3 ÖT - -
CJ
r* OJ 3
2i 5" ^0 5- ?F =?
EJ -t i/i
3w 3
5 -£ <2 O
fD =i g^ 5 CJ q 31S-?:^5;3:3 3 " 3-Sr^ STcT3'n:icrQ<3 CTEJ
re_
-<CtQ<y-^ c fccra re c^_ g re
S = < 5_ 5 a-~. < "> re ^v
3
Si 3 =
!Tfl) ff
S" S1 *?
2 C £>
05 OS
CO
0= O

fD CJ 3' ?
İ-IS
7^ 5 re ¥ P T
3 3_ =>
Q. CJ re
(£ ?-< fYO< O
EJ
cr
EJ -< CJ
CJ -r
U1 ^ EJ
^ CJ 3
<5 ej
re T 3
Si a-
CL 3 cro<
re £ c=
-^ A~ (/,
re Qj =;
3 §"§.
Ş.
125
124
lelerin yapımı bittiği zaman Terek ve Sunja ırmakları arasında yaşa¬yan ve
kendilerini "barışçı" olarak adlandıran bu serserileri toplayarak onlara yeni yaşam
kurallarını tanıtacak ve şimdiye kadar iddia ettik¬leri gibi Majestelerinin bir
müttefiki değil, fakat onun birer bendesi olduklarını açıklayacağım. Eğer kabul
ederlerse ki, edeceklerdir, top^ raktarını sayılarına göre paylaştıracak ve geri
kalanının da Kazaklarla Kara Nogaylara vereceğim. Eğer bu teklifimi kabul
etmezlerse onları geri çekilmeye zorlayarak sadece ismen ayrıldıkları diğer
soyguncu ırkdaşlarının yanına süreceğim. Bu durumda ise onların sahip olduk¬ları
toprakların tümü bizim elimize geçecektir."
1817 yılında İran'a gitmek üzere Hat'tan ayrılırken şimdiki Mi-hailovskaya
stanitsasi yakınlarında Prigradi kalesinin kurulmasını em¬retti. Bu gelişme,
Çeçenler tarafından büyük bir endişe ve şüpheyle karşılandı. Ertesi yılı Hafta
döndüğü zaman Çeçenleri "barışçı" tanı¬mının dışında herşey olarak buldu. Bu durum,
onun kafasının içinde¬ki düşünceleri pekiştirmekten başka bir şeye yaramadı. Vakit
geçir¬meden taştan "tehditcisV'ni yapmaya koyuldu.t1) (Grozny)
Kuvvetli bir askerî birlik toplanarak Grozny'in çevresine yerleşti¬rildi. 10
Haziran 1818 tarihinde altı tabyalı kalenin temelleri alıldı. Yapılan törende, her
zamanki duaları top atışları İzledi. Artık Rus ku¬mandanının planlan hakkında en
ufak bir şüpheye yer kalmamıştı ve Çeçenler, çok geçmeden örgütsüz bir biçimde olsa
da açıkça Ruslara ' karşı saldırılarını başlattılar. Kamp, her gece pusu
yerlerinden ateş al¬tına alınmaya başlandı. Gece nöbetde gündüz ise işlerinde
bitkin dü¬şen askerler, günden güne zayıflamaya başladılar. Bunun üzerine "Yarımıl"
Çeçenlere bir ders vermeye karar verdi. Hazırlanan bir pla¬na göre bir top
eşliğinde dışarı çıkan 50 kişilik bir grup, daha önceden karar verilen bir noktaya
kadar ilerleyecekler ve burada Çeçenlerin saldırılarına daha fazla dayanamamış gibi
davranarak hızla geri çeki¬lirken toplarını da orada bırakacaklardı. Ruslar,
ellerindeki diğer bü¬tün toplan da o noktaya göre ayarladılar. Hile, tamamen
başarılı ol-
(1) Çar 4. ivan'ın bir lakabı olan bu kelime, "tehdit eden" anlamına
geliyordu. Fakat daha sonraları ivan "Korkunç" lakabıyla anılmaya başlanmıştır.
Yermolov da, Sunja kıyısında yaptırdığı bu kaleye bu unvanı vermekel ona
yükleyeceği işlevi de bir bakıma İlan ediyordu.
du- 50 kişilik grup kaleden çıkınca çevrede gizlenmiş bulunan Çe¬çenler hemen
saldırıya geçerek topu ele geçirdiler. Ruslar, plan gere¬ğince hızla çekildiler.
Geriden açılan şarapnel ve gülle ateşi Çeçenle¬ri biçmeye başladı. Yara almayanlar,
bir an için büyük bir şaşkınlık içinde kalakaldılar. Daha sonra kendilerine gelerek
ölü ve yaralılarını ' savaş alanından taşımak istediler. Ne var ki, bu kısa süreli
bekleme, onlar için bir felaket olmuştu. Rus topları, yine aynı korkunç etkisiyle
demirden yağmurlarını yağdırmaya devam ettiler. Yermolov'a göre 200 kadar ölü ve
bir o kadar da yaralı savaş meydanında kalarak Çe¬çenlere iyi bir ders verilmiş
oldu. Gerçekten de uzun bir süre için on¬ların geceleri yaptıkları saldırılar
kesildi. Gerçi bu davranış, çok etkili bir sonuç vermişti. Fakat onun sebep olduğu
asıl önemli sonuç, Çe¬çenlerin Ruslara karşı duymaya başladıkları korkunç ve
acımasız bir nefret olmuştur. Çeçenler, kırk yıl boyunca Rusların en amansız
düş¬manları olarak kalmışlardır. Yermolov zamanında ve ondan sonraki haleflerinin
İdaresinde bir çok defalar yine buna benzer kanlı olaylara sahne olan Grozny,
gaddar bir şekilde Sunja'nın kıyısında yükselme¬ye başlamış ve o andan itibaren
düşmanlarına tehdit edici bir görüntü sunarken Kazak alaylarıyla düzenli ordu
birliklerinin sefer öncesi toplanma yeri ve merkezi olmuştur. Burası Çeçenlerle
savaşan ordu¬nun karargahıydı. Burada hazırlanıp organize edilen askerî birlikler,
sağa ve sola yollanıyor, Çeçenlerin köyleri ve tarlaları basılıyor, saldır¬ganlar
cezalandırılıyor, yenilgilerin Öcü alınıyor, yeni posta yerleri ku¬ruluyor,
kuşatılmış garnizonlar veya Çeçenlerin baskısı altında geri Çekilen birliklerin
yardımına koşularak kurtarılıyordu. Yermolov'un kendisi de, uzun yıllar şehrin
sembolü olan bir zemlikada (yansı yerin altında olan kulübe) yaşamıştır. General
Freitag, Gerzel avuldaki Çe¬çenlere saldırmak ve sonraları 1845'de Vorontsov'un
ordusundan arta kalanları Şamil'in elinden imha olmaktan kurtarmak için
asker¬lerini Grozny'de toplamıştı. 1858 yılında Argun seferine çıkan Yevdo-kimov
da, Grozny'den yola çıkmıştı. Fakat bazen de durumların de¬ğişerek Grozny'in
kendisinin de kuşatılarak bombalandığı zamanlar olmuştur. Yine de Grozny'in
taşıdığı İsme layık olduğu söylenebilir. Şehrin ismi, yalnız Çeçenler ve Ruslar
arasında değil, onun kurucu¬sunun adının hiç işitilmediği yerlerde bile artık
barışçı temalar uyan¬maktadır. (2>
Grozny, Bakû'den sonra en zengin petrol yataklarına sahiptir.
/
126
127
Modern Grozny'in merkezinde, korkuluklarla çevrilmiş, ağaç¬larla gölgelenen ve
üzerindeki bir siper tarafından yağmur sularından korunan Yermolov'un zemlikasını,
üzerindeki yazılarla birlikte göre¬bilirsiniz. Burada aynı zamanda Yermolov'un
heykeli de, kare şeklin¬deki bir kaidenin üzerinde yükselmektedir. Mimarî veya
estetik açı¬sından eser pek bir değer taşımamaktadır. Fakat Ruslara göre, bu en
büyük askerlerinden birisinin anısını yaşatmak için bu ilkel ve kaba yapıyı ayakta
tutmak vazgeçilmez bir fikir olarak kabul edilmektedir.
Şimdiye kadar Vetyarninoff'un ismi bir kaç kere geçmiş bulunu¬yor ve bu isimle
ileride defalarca karşılaşacağız. Yermolov'un on yıllık görevi sırasında 6nun
kurmay başkanlığını yürüten bu önemli askerin kısa bir hayat hikâyesine dokunmadan
Kafkas tarihine tam bir bü¬tünlük kazandınlamaz. Aralarında Yermolov'un
hayranlarının da bu-lunduğu bir çok Rus yazarı, birbirleriyle çok İyi anlaşan bu
iki askerin kabiliyetlerini ve hizmetlerini birbirinden ayırmayı çoğu kere çok zor
ve hatta İmkânsız bulurlar. Fakat sadece şunu söyleyebiliriz ki, Yer¬molov,
liderlik ve kumanda etme yönünde daha üstün olurken Vel¬yaminof da, askerî bilgiyle
yetenek ve kültür açısından onu geçmiş¬tir.
Yermolov'dan bir yaş küçük olan Velyaminof, hemen h emen onunla eşit parlaklıkta
bir askerî kariyere sahip olmasına ve halta ba¬zı konulardan ondan üstün olmasına
rağmen onun ulaştığı ün ve ? şöhretin onda birine bile erişememiştir. Bunun
sebeplerini çok uzak¬larda aramaya gerek yok. Büyük işlerin adamı olan bu asker,
çalışkan ve oldukça verimli bir.tablo sunarken aynı zamanda askerî tarihin hırslı
bir Öğrencisi olarak geçmişin verdiği dersleri günümüze uygula¬yarak problemlere
çözüm arayan ve gelişmeleri anında kavrayarak günün gerekli stratejik ve taktik
gerekliliklerine uygulayan bir yapıya sahipti. Olaylara hemen nüfuz eden, hızla
harekete geçen, demir bir irade ve şaşmaz bir kararlılığa sahip, başarılı bir
örgütçü, savaşta ta¬mamen korkusuz olan ve bir çok ahlâkî değerler de taşıyan
Velyami¬nof, askerlerinin kendisine saygı duymasını uyandıracak bütün özel¬likleri
taşımasına rağmen onlardan çok azının heyecanlarını uyandı-rabiliyor ve hemen hemen
hiç birisini de kendisine bağlıyamıyordu, Aynı zamanda çok sessiz ve anlaşılması
zor bir yapısı olan Velyami¬nof, kendi adamlarına karşı son derece sert ve
düşmanlarına da o
derece merhametsizdi. Her iki kesim tarafından da kendisine korku ve hayranlık
duyulurken büyük bir şiddetle nefret edildi. Fakat katı ve hissiz olan dış
görünüşünün altında yine de çarpan bir kalbi vardı ve bazı olaylarda onun
hareketlerine etki etmeyi başardı. Bazı kişileri korumak için oradan oraya
koşuşturduğu zamanlar âa oldu. Fakat kendisi için asla hiç bir şey dilemedi ve
korunma istemedi.
Yermolov gibi o da bir topçu subayıydı. Fakat nerede ve ne za¬man orduya katıldığı
tam olarak bilinmiyor. Çok küçük yaşta, henüz 14'ündeyken Semionovsky alayının
piyade birliklerine katılmıştı. Fa¬kat hemen ardından 16 yaşlarındayken
asteğmenliğe ulaşmış bulu¬nuyordu. İlk başarılarını Austerlitz'de kazandı. 1819
yılında Silistre kuşatmasında bulundu. Rusçuk'un alınması için girişilen ümitsiz
sal¬dırıda yaralandı. 1812 yılındaki "Büyük Savaş"ta da kendini göstere¬rek
Borodino ve Krasnoe'deki başarılarından dolayı o sıralarda çok seyrek verilen ve
çok kimsenin İmrendiği St.George nişanını aldı. Er¬tesi yılı onu, Lutzen ve
Bautzen'de görüyoruz, 1814 yılında da Paris' in kuşatılmasında ve alınmasında. Tüm
bu savaşlar boyunca Yermo¬lov İle beraber bulunan Velyaminof, onun Kafkasya'ya
gönderilme¬sinden iki yıl sonra kendisi de oraya tayin edildi. Bir çok küçük ve
önemsiz çarpışmalardan sonra bu iki asker, Ganja'nm alınması zafe¬rini aralarında
paylaştılar. Yermolov, Kafkasya'ya Başkumandan tayin edildiği zaman kendi isteği
üzerine Velyaminof da, onun yanına kur¬may başkanı olarak verildi. Doğal olarak
Yermolov'dan sonra gelen Paskieviç/e fazla bir yakınlık beslemeyen Velyaminof,
1828-29 Türk savaşlarında Avrupa Türkiyesi'nde savaştı. (Pogodin, s.192) Fakat 1831
yılında Tuğgeneral olarak Kafkaslara yeniden döndü. Onun bundan sonraki savaşlarda
genellikle başarılı olan çalışmalarını yeri geldikçe inceleyeceğiz. Fakat onun
askerî öğrenciler arasındaki ünü, savaş alanlarındaki başarılarından çok yönetim ve
idarî işlerdeki ça¬lışmalarıyla ilgilidir. Hafta düzenin nasıl sağlanacağına
ilişkin olarak hazırladığı tüzükler, gelecekteki olaylarla ilgili bilgiler veren
"Anılar"ı ve Paskieviç'in 6 Mayıs 1830 tarihli Kafkasya ile İlgili görüşlerini
içe¬ren yazısı hakkındaki açıklamaları çok ünlüdür. Velyaminof, Çar'ın isteği
üzerine Kafkasya'daki savaşın nasıl yürütülmesi gerektiği konu¬sundaki görüşlerini
onun emri üzerine 1832 yılında kaleme almıştı. °u görevi yerine getirirken o sırada
üçüncü seferini de başarıyla so-

128
nuçlandırmış olan ve o aralar büyük bir prestije sahip Paskieviç'in dü¬şüncelerini
eleştirerek o ünlü kumandana hakaret etmiş olmaktan da çekinmemiştir. Bu ünlü "Anı
ve Açıklamalarında uzun vadede Kaf¬kasya'da yapılması gerekli şeyleri sıralayarak
başarının anahtarını su¬nuyordu. Bu görüşlerle ilgili olarak sonradan açığa çıkan
bir gerçek de şu olmuştu: Velyaminof'un bu kadar büyük bir dikkat ve özenle
hazırlayarak aynı şekilde başarılı olarak uygulamaya koyduğu bu planlardan
halefleri, ayrıldıkları sürece felaketler peşlerini bırakmadı. (Kavkazsky Sbornik,
c.15, s.522, c.7, s.78-144, c.12, s.64) Fakat bü¬tün bunlar Paskieviç'in tamamen
hatalı olduğu anlamına gelmez. Adil bir yargılamaya tabii tutulmayan bir sistem
kayıtsız ve şartsız olarak asla suçlanamaz. Son yıllarda Paskieviç ile Yermolov
karşılaş¬tırıldığı zaman birincisinin her zaman daha az bir adaletle yargılandı¬ğı
görülür. Yermolov'un sistemi, Çar 1. Nikola tarafından mecburen açıklandığı gibi,
denemeye tabii tutulduğu zaman dağılıp gitti. Ne Yermolov ne de Velyaminof, o
sırada Kafkaslarda için için kaynayıp gelişmeye başlayan iki kardeş tutkunun
korkunç gücünü anlıyamadı-lar. Bunlar, Dînî inançlar ve özgürlük aşkıydı. Daha
doğrusu bu iki etki, "Müridizm" adı altında şekillenerek ortaya çıkmıştır.^
Özellikle Velyaminof, bir çözüm yolu olarak bütün Dağlıların silahtan
arındırıl¬masında ısrar etti. Bir çok defalar uygulanmaya çalışılan bu girişim, her
seferinde tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Aradan üç çeyrek asır geçmiş
olmasına rağmen bugün bile hâla bu tasarı uygulanama¬mıştır.
Velyaminof, "Anılarında barışçı yaklaşımların çok yetersiz oldu¬ğunu ifade ederek
Dağlıların ancak ve ancak silah zoruyla baş eğdi-rilmeleri gerektiğini söyler.
Dağlıların, Ruslara karşı devamlı olarak besledikleri bu düşmanlıklarının
sebeplerini de, onların Rusların gücü ve kaynakları hakkındaki bilgilerinin
yetersiz oluşuna bağlar. Ayrıca Dağlıların kazandıkları bir takım başarılar ve
Rusların uğradıkları ka¬yıplar, onları bu konuda daha da cesaretlendirmektedir.
Velyaminofa göre Dağlılara gösterilecek her türlü yakınlık (!) ve arkadaşlık
ilişkileri eğer savaş alanlarındaki başarılarla desteklenmezse bir zayıflık alâ-
(3) Bu durum onlar hakkında methiyeler yazanlar tarafından da kabul
edilmiştir-(Kavkazsky Sbornik, c.15, $.569)
129
rneti olarak yorumlanmaktadır. Ve şöyle devam ediyor, Velyaminof: »Silahlı
kuvvetlerimiz, Kafkas kabilelerini dize getirmek için tek yol¬dur. Mesele, bunun
kesin sonuca ulaşmak için nasıl uygulanacağıdır.
"Kafkasya, tabiat tarafından muhteşem bir şekilde tahkim edil¬miş ve insanların
çalışmalarıyla daha da güçlü bir hale getirilmiş yüce bir kaleye benzetilebilir. Bu
kale, aynı zamanda büyük bir askerî bir¬lik tarafından savunulmaktadır. Sadece
düşüncesiz kişiler, böyle bir kaleye cepheden, merdivenlerle tırmanmak amacıyla
saldırıya geçe¬bilir. Akıllı bir kumandan ise bu durumda savaş sanatının diğer
im¬kânlarına başvurur. Cephe hendekleri kazdırarak istihkâm siperleri içinde
ilerler ve lağımlar açarak kaleyi bu şekilde ele geçirmeye çalı¬şır. Benim görüşüme
göre de Kafkasya'nın ete geçirilmesinde bu şe¬kilde davranılmalıdır. Eğer bu tutum,
savaşların başlarında uygulan¬mazsa gelecekteki olaylar, bizi böyle davranmaya
zorlayacaktır." Gerçekten de çok anlamlı sözler!
Hat, 1816 yılına yani Yermolov'un zamanına kadar eski statü¬sünü korumaya devam
etmişti. Burada Velyaminof ilk cepheyi açtı. Bu cephe, Kuban ve Terek ırmaklarının,
dağlarından doğarak sayısız kollar aldıkları yerden başlayarak birisinin batıya
diğerinin doğuya doğru akarak katettikleri, iki deniz arasındaki mesafenin onda
doku¬zu kadar olan mesafe boyunca onlara paralel olarak uzanıyordu.
İkinci cephe de, daha önceden değindiğimiz gibi Yermolov tara¬fından Grozny'de
açılmış, ancak bazı sebepler yüzünden Malka ır¬mağına kadar uzanabilmişti. Bu
cepheden sadece Doğu Kafkasya et¬kilenmiştir. Bundan sonra üçüncü cephe açılacak ve
kuşatma bu şe¬kilde sürdürülerek yavaş yavaş açılan hendekler ve kazılan lağımlar
yoluyla Derlenilerek kale, son bir hücumla düşürülecekti. Kitabın ile¬ndeki
sayfaları, bu planın uygulanması sırasında cereyan eden mü¬cadelelerle doludur. Ne
var ki, bu plandan yapılan bazı sapmaların, bu işgali çeyrek asırdan fazla bir
zaman uzatması da gerçekten çok anlamlıdır.
Ünlü "Açıklamalarında Velyaminof, Paskieviç'in Kafkaslarda uygulanmasını istediği
tamamen savunmaya yönelik politikasına kar-$' Çıkarak işe başlamaktadır. Çünkü ona
göre bu yol, tarihin bir çok Ornekleriyle ispatladığı gibi sefil ve olumsuz bir
metod olmakla kal-m'Vor, fakat Kafkaslardaki Hafta uygulandığı zaman bir çok deza-
w 3 çr £ ~
" re ^ 5£
S33
ro
X" O 3 tH g" °
7T
- IV)
^< tu
ey fO fjo< s
2 O ,w O.
?^ BJ
-O =- <£.CrQ<
Iff!
t/ı 3 2
^ 4 <t <*
» S^ s.
t/ı
B
BJ
7=" Si
fD W ^i n
(M "i 3 -* fî »
w -J J rt) ^ p _,_
5 O. w rt (D Q_
- s S Sı: - § s.
OJ
5 9-
clo fD 5 7T C
7T W
^ <.
«.»
p -<
P ffQ<
cr -<
K<
o- Î2 S
BJ
g: 2" 5" «İ s » ^ u ^ m ! 2 ÜT 3-^3 §-^ S--« 3
CJ
-<
p
İT a
?t
P c P Û»
X
İ. İ: P p
S p cr
w
^§"
W TC
Si)
X"
3_ P
g-|
-O 3
S 5' 3 era
O:3
Q- ı/ı
o ?
(D
.-<-<. ? p < - EJ 3 o Çf £ =; r>. <; rra J_ N
Ü
^ -<
3,^
§ ?*?« t
4 rr (D 13 -D 3
c 9-o P "*" S O 3
3 a *-£,
p 3 3: S
_ _ _ - T ' Qİ C=
< ?- w 2 ş s; ; o- î S" q
a>
3 7T
3^
3
N
c
cr QJ </)
3_
3 o-
9- o 3 D
, 3 fD P
5? 1-3 "g.
in <£ -( =^
m T fil 7
f£ş<
v. r w c p - ^
-ı _- cr u«) uy re ? CJ
=r fD 7T 3 _j rjo< . /t, ^
(D
O"
/s p
S. S"
5 g-
(D r* r o
CD O
C 7T
5T
*
*/>
era re
z> fp_

fD
co
ÛJ_ Q- fD
3 W
a. ^ 3
W DJ J^ N
N
- fD w O"
fD fD
fT^--1 fD
5 Çr
a. n. su Q_
I?
fD L5
0 a. x- « w x-
i S s.-|
£cra<
İl
(D N S?
Ts s.
ero
c
o &>
QJ
a. =
s. s
- p
-T p
C: p
3_ n
C= SU
w cra<
§ Çr QJ
c
N
3 °S
C: 7T
jt W L2-
O-" 2
S"!
<
fD
fÜ X"
re Si,
X"
s-4? 3
IV!
_. p
Eli
f
fD S
p -
era
fD
Q X"
£{ cra< p (D
X" "*
o 9-
tu
(U
cr 3
3
c
C
7T p fD ^:
Ü--<
3^' (" x-
3 cr
p p
= w O O: p un
f S3
3^^
TC§2 P D Q_ P
W
o^
X"
PJ
ro cr
3-
fD
fD
< ^ S" 5 5: =- 2. ^ ro ÇK oj o CL-< o^-
2. û.
?:" BJ
°- 5
^ QJ
S *~
fD oj
fD O-
3. SU
cr d.
3 O
O" <
C3
3
eroi 0J
-- Xs
-s- PJ
f^^
S
SU ^ fD

cr <o -r c 2 ^
P _J _ p
-T w -; ıu -? ? ^ '' fD
=: 3
N w
i* m rh T^
^ *-*~L ^j _3 SJ " 1 '? ^
£ şLg-is
CD 3. Iw
fD
3. roao
3 C !»
< 5' D x-
fD aa<CfQ< -3
3 _ p ^f-
ro
S Ş-O.3 fC -< 3 fD
(D
?=- X" i--*--
(5 İti ^ m ı?ı O
D
İS lî rr:
3-= * =
rT J CL re
uı CTCt CJ 3
Sİ E
D- X
^3
cr c=
c3
İ^
fD =;
^ ro
3 ?</!
p
X"
N /T
QJ l/l
X"
rD
fT-5^: S"3 > £ ^" D W
OJ
3
£U <
OJ
3
cr
grrD-3 a>
O 3 X"
a> g C BJ
2" 3" °" " X-
fD
£! w =î' Q fD
zr. tu ?<.
S- 5"-< O: p
9:^
x 5" o:craı *
fD CfOf
3 Q_
d) D 3 "* Jî
X fD
fiT-< ^ p
N n>
w
3
Ji;
p =
^- _K =:cra <_ J tu p!. cr fT "*
3 O _
tu ? CJ
fD
3o
XJ
1T1
cr
cr x- çf
P
, :=_ p
£ 5 f» in cr =r 3
7s N < XJ-<
tu w
3
tu
-? N C: ü. =ı g__ =3 u£
d fD p
O- 9T 3
W - g
t> N
7T
O '" OJ
3
3
&J a.
5 CfQ< i/i
ı-f' ^~) fD =?
3^
tu <n
=i. Q-CT
X" fiJ
Q-
<4A
çn ° 3
X
3 13'
fD
3^-
tU Q_
l
l/l
N *j.
CL
=r Û-
0) O _
%$? 3
fD X"
CL C ~<
ı<n
( p Ci -T" ?
p" ^CTO' 7T W
3 S N -: w S
3 S" cr ÇT 9- !£
d C ^ 3 3
=! & ÖT 2T ST e-
fD O
İÜ. lî (f
CL fD
t/ı
ET 2. x-
¥L P w -^ -

3 "O' 3'

<n
?8
3 c--
< o C m <"
-? -o
M
M/ı
s-$ 1
Sr ^ o
1 fi.
2 " 2. - £ w o- S- w
3 crow X-Zlg:^ O
j|:2 |ig-_
3
cr
3-3. EU^-^^^fD
3 ft>
fD o- =- o-^- 5 7?5J ^_C £5 r^-a.fi p
a. ro
PJ 3
_j ^- ça o 3
era. 3 c
s- ^
DJ
tu "ü. ru w KU
JSI İ, _ Q: W f- (U
PJ -fD
fD CTQ
ro
?^ 3 3 oj BJ S ft crotj
fD fD 5L-< 3 ro Ş" 5-era* c S a. 5

132
yukarıda değinilen Kafkaslıların yerine getirmekle yükümlü oldukları şeylerle dolu
değildir. Düşmanını izlerken de Öylesine büyük bir çık;a-rı yoktur. İş ve tehlike
onun vazgeçilmez iki kaderi gibidir. Sıraladığı¬mız bütün bu dezavantaj I arımıza
rağmen bizim de onlardan bir üs¬tün özelliğimiz var. O da sahip olduğumuz disiplin.
Fakat bu da, tek başına yetersiz bir telafi olarak kalmaktadır.
"Son olarak şunu söyliyebilirim. Dağlarda hüküm süren bu karı¬şıklıklar ve savaş
durumu, bir çok noktalarda Dağlılar İçin bir felaket niteliği taşımasına rağmen bir
de olumlu yanı vardır. Bu ortamda, ge. rekli yeteneklere sahip her Kafkaslı,
liderliğe ve üne giden yolu ken¬disine açabilir.
"Mareşal Prens Paskieviç'İn mektubuyla İlgili görüşlerimin yanlış anlaşılmasını
önlemek için bu Dağlıların, küçük veya büyük gruplar halinde Hat'tı geçerek bu
akınlarını nasıl gerçekleştirdikleri hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi vermek
istiyorum. Yukarıda da kısaca deği¬nildiği gibi bu insanlar, topladıkları
kuvvetlerle Rus köylerine ve sta-nitsalara saldırırlar. Bu akınlara toplu olarak
organize bir şekilde ka¬tılmak için bu hareketde bulunmak isteyen herkes, daha
Önceden kararlaştırılan yerlerde toplanarak karargahlarını da yakın avullarda
kurarlar. Toplanma süresi asla 2 haftadan az sürmez. Genellikle bu müddet daha
fazla zaman alır. Hat kumandanı veya bölgeye en ya¬kın olan subay, casusları
vasıtasıyla düşmanın hareketleri ve toplan¬masıyla İlgili haberleri devamlı olarak
alır. Fakat esas vuruşun nerede ve ne zaman olacağını kimse asla bilemez, yerliler,
niyetlerini her za¬man büyük bir gizlilikle saklarlar. Böyle durumlarda saldırının
nereye yapılacağı sadece liderler tarafından bilinir.
Bu akınların esas amacı talan olduğundan herhangi bir sebep¬ten dolayı uygun
görülen stanitsaya veya Rus köyüne saldırırlar. Bu sebepten dolayı Dağlıların
hedefinin neresi olduğunu kestirmek çok-zordur. Dağlıların toplanma yerlerine
bakılarak Hat'tın hangi bölü¬münün saldırıya uğrayacağı tahmin edilebilirse de yine
de her zaman kesin bir yargıya varılamaz. Bu yüzden her yerleşim bölgesinde oraXı
savunmaya yetecek kadar kuvvet bulundurulmalıdır. Fakat bilindi^' gibt
Kafkasya'daki ordunun mevcudu, hiç bir zaman İhtiyacı karşıla yacak sayıya
ulasamann.ıştır. Asker sayısının yetersiz olmasından de layı bu köy ve stanitsalara
gerekli muhafızlar bırakılmadığından bu
133
ralan, kendi başlarının çarelerine bakma durumunda kalmaktadır. Dağlılar da doğal
olarak bu tür yerleşim bölgelerini kendilerine hedef olarak seçmektedirler. Benim
kanaatime göre, bir saldırıyı önlemenin ep iyi yolu, yeterli sayıda kuvvet
toplayarak ilerlemek ve henüz Dağ-|,|ar saldırıya geçmeden onların kuvvetlerini
dağıtmaktır. Fakat bu yol biie her zaman kesin bir sonuç vermez. Dağlılar da,
devamlı ola¬rak birliklerimizin hareketleri hakkında bilgi alıyorlar. Bizim
durumu¬muza göre yönlerini değiştirerek başka bir hedefe saldırıp ganimetle-riyle
birlikte "hızla geri dönebilirler. Askerî birlikler olay yerine vararak dönüş
yollarını kesinceye kadar herkes, evinin yolunu tutmuş olur. Geçen yılların
tecrübeleri, bu gibi durumlarda Dağlıların her zaman başarılı olduklarını
göstermiştir.
"Yukarıda, akına katılacak kuvvetlerin toplanmasının oldukça uzun bir zaman
aldığını söylemiştim. Fakat planın son safhasının uy¬gulanması veya atağın kendisi,
çok büyük bir hızla yapılır. Bu ataklar çok seyrek olarak iki saati geçerler.
Saldırıdan sonra aklıkları esirler ve ganimetlerle yüklü olarak hızla geriye
dönerler. Fakat dönüş sıra¬sında akına giderken İzledikleri yolları kullanmazlar.
Hele bir diren¬meyle karşılaşacaklarını hissederlerse kesinlikle başka bir yoklan
gi¬derler. Burada şunu da belirtmeliyim ki, hepsi de atlı olan bu Dağlı¬lar, ağır
yüklerle dolu oldukları halde hızlarını hiç azaltmadan ve ana yollara gereksinme
duymadan tarlalar ve dağlar arasındaki patikalar¬dan kayıp giderler. Böylece, geri
dönüşlerinde piyade birliklerine rast-lasalar bile kolaylıkla onlardan sıyrılarak
kurtulurlar. Dönüş sırasında belli bir rota izlemek zorunda değillerdir. Bir kere
sınırı aştıktan sonra nereye giderlerse gitsinler, her yerde yiyecek ve barınak
bulabilirler, ilk fırsatta da baskından elde ettiklerini bölüşürler ve herkes,
payına düşen parçayla evinin yolunu tutar.
"Kafkasya'daki görevim sırasında bir çok kereler bu baskınları önlemek İçin yollar
bulmaya çalıştım. Fakat İtiraf edeyim ki uygun bir çözüm yolu bulamadım. Her an
tetikte durmak, hareketlilik, emirle¬rin yerine getirilip getirilmediğini
gözetlemek, toprağın topoğrafik ya¬pısını iyi bilmek gibi şeyler, bir dereceye
kadar Çerkeslerin akınlarını °nlemeye yardım eder, fakat kesin bir çÖ2üm sağlamaz.
"Kafkaslardaki Hat'tı Dağlılar, küçük partiler halinde genellikle »ahar ve güz
aylarında; Nisan'dan Haziıan'a ve Eylül'den Ocak'a
*<*

134
kadar olan süre içinde geçerek Rus yerleşim bölgelerini basarak yağ, malarlar.
Yılın diğer aylarında bu tür baskınlar çok seyrek görülür. Kı¬şın pek şiddetli
geçmesi ve bu mevsimde hayvanlarının yem İhtiyaç¬ları, onları saldırılardan
alıkoyarken yazın havanın fazla sıcak olması at sineklerinin varlığı ve sulardaki
hortumlar, onlar için birer engel teşkil eder. Kuban bölgesinde ise olaylar tamamen
tersinedir. Oralar¬da baskınlar, ancak Kuban ırmağının donduğu kış mevsimlerinde
ya¬pılır. Yılın diğer mevsimlerinde ise derinliği oldukça fazla olan Kuban, onlara
geçit vermez. Bu sebepten dolayı yılın diğer aylarındaki bas¬kınlar, diğer
mevsimlere göre daha seyrek ve az başarılıdır.
"Bu arada, konu açılmışken bu tür saldırılar ve Özellikle büyük kapsamlı olanlar
için Dağlıların atlarını nasıl eğittiklerine değinmek yararlı olacaktır. A.kın
mevsiminin başlamasından iki ay veya daha çok bir zaman önce sahibi, atını özel
olarak beslemeye başlar. Onu işe koşmadan dinlendirir. İlk beş ve altı haftadan
sonra hayvan, müt¬hiş bir şekilde şişmanlar ve karnı şişer. Bundan sonra atın yemi,
ya¬vaş yavaş azaltılır. Ayrıca kısa süreli olarak ata binilmeye başlanır ve her gün
yarı beline kadar su içinde bekletilir. Sahibi, ata bindiği ilk günlerde onu sadece
yürütür. Daha sonraları bu tempoyu arttırarak daha hızlı bir şekilde atı koşturmaya
başlar. Gün geçtikçe atın koşu temposunun hızı da yükseltilir ve sonunda at,
dörtnala koşturulmaya başlanır. Bu çalışma sonunda atın tüm fazla yağlan eriyerek
ince ve Çevik bir yapı kazanarak çok j.ızun mesafeleri dörtnala büyük bir hız¬la
alabilecek bir güce erişir. Bu şekilde bir atın eğitilmesi iki veya üç hafta alır.
İşte bu sürenin sonunda atın yağlan eridiği gibi şişen karnı da büzülür ve kasları
sağlamlaşmtş olur. At, artık çok uzun ve zah¬metli yolculuklara hazırdır. Her zaman
savunmada kalmak zorunlu¬luğunda bulunan Kazak savaşçısı, atını böyle bir metodla
eğitmekten
mahrumdur.
"Bir Kafkash, baskına gitmek için dağlarından inerken kendisini asla lüzumsuz
şeylerle ağırlaştırmaz. Yolda raslayacağı "Kunak"(4) la-rından kendisine gerekli
olan yiyecekleri sağlayabilir. Bir kimsenin,
(4) Kunak: Misafirperverliği denenmiş arkadaş demektir. Kafkas ananelerine
göre bir "Kırnak", misafirini canı pahasına korur ve bu uğurda ölür.
135
vola çıkarken iki ve üç günlükten fazla azık aldığı pek seyrektir. O da yol Ç°k
uzunsa ve çevrede konaklayacak yerler pek yoksa alınır. Saldırı anına kadar,
atlarını yormamak için sakin ve yavaş bir şekilde hareket ederler. Böylece
atlarının enerjilerini dönüş yoluna ayırırlar. Hedeflerine mümkün olduğunca
yaklaşarak arkadaşlarıyla buluşur¬lar ve buralarda günlerce bekledikleri olur. Bu
süre boyunca çevreye adamlar yollayarak saldırı İçin en emin yolun hangisi olduğu,
askerî .birliklerin nerelerde daha az veya dikkatsiz olarak toplandıkları veya
nerelerdeki köy ve stanitsaların saldırıya açık kaldığı konularında ge¬rekli
bilgileri toplarlar. Eğer şartların hiç biri uygun değilse grup, hare¬kâttan
vazgeçerek döner ve başka bir şeyle meşgul olurlar. Uygula¬dıkları bu metodlar
sayesinde Dağlılar, her zaman saldırının en az beklendiği veya savunmanın en zayıf
olduğu yerlerden vururlar. Emellerine ulaştıktan sonra da büyük bir hızla geriye
çekilirler. Takip edildiklerinde ise son hızla kaçarak kurtulmaya çalışırlar. Eğer
gere¬kirse tüm ganimetlerini de bırakırlar. Fakat kaçmanın tamamen İm¬kânsız olduğu
durumlarda İse durarak sonuna kadar çarpışırlar.
"Bu tür bir savaşta bütün avantajlar saldırandan yanayken tüm dezavantajlar da
savunmada kalandan yanadır. Bizim burada karşı¬laştığımız durumun aynısı Mısır'da
Napolyon'un da başına geldi. Memlûkları şehir merkezlerinden sürüp çıkardıktan
sonra kendisi de onlar tarafından savunmaya mecbur edilerek bizim Haftaki ve Kara
Deniz'deki pozisyonumuza düştü. Memlûklar ve çöldlekı göçebe Araplar, devamlı
olarak onun kuryelerine, konvoylarına ve erzağını temin- ettiği köylere saldırmaya
başladılar. Onların atlarını ve koyun sürülerini sürüp götürdüler. Ellerine
geçenleri de esir olarak alıkoy¬dular veya öldürdüler. Bu durum, Fransızların
Mısır'da kaldıkları sü¬rece devam etti. Eğer Napolyon gibi bir asker bile böyle bir
savaş tü¬rüne çare bulamadıysa o zaman, bütün Çerkeslere silah zoruyla bo¬yun
eğdirilmedikçe Kafkaslardaki bu savaşın sürüp gideceğini rahat¬lıkla
söyleyebiliriz."
Velyaminof, Paskieviç'in bazı "stratejik" bölgeleri işgalle yetin¬mek konusundaki
görünüşünü de eleştirerek tarihten gösterdiği Ör¬eklerle tezini kuvvetlendirir.
Büyük İskender'den başlayarak Napol-V°n'a kadar geçen zaman içinde bu tür
yöntemlerin uygulandığı °'ayları ortaya koyduktan sonra bunlardan hiç birisinin
Kafkaslardaki
137
136
durumla benzeşmediğini gösterir. O zamanki ortam İçin gerçekten doğru görüşlerdi,
bunlar. Fakat, eğer Velyaminof yaşasaydı savaşın sonraki safhalarında planlarının
bazı kısımlarını değiştirecekti. Şu da unutulmamalıdır ki o, çok geniş bir cephe
üzerinde, birbirinden ba¬ğımsız, sayısız liderler tarafından yönlendirilen bir
"Baskınlar Sava-Şi"na karşı uğraş veriyordu. Bütün bu akınların ortak amacı da, Rus
yerleşim yerlerini talan etmekti. Ayrıca, her zaman atlı olan bu Dağlı¬lar,
yanlarında tekerlekli vasıtalar bulundurmadıklarından dolayı bü¬yük bir rahatlıkla
her türlü ortamda; dağlık, ovalık ve ormanlık böl¬gelerdeki patikalarda ve hayvan
izlerinde at sürüyorlar ve ana yolla¬rına ihtiyaç duymadıklarından onların
"stratejik" özelliklerini kaybetti¬riyorlardı.
Paskievİç'İn yerlilerden süvari birlikleri1^ oluşturmak fikrine de karşı çıkıyor ve
bunu yaparken Bizans İmparatorluğu'nun son za¬manlarında karşılaşılan Kızlar
Kazakları ve Tatarların itaatsiz-likelrini Örnek olarak veriyordu. Hem de bu
fikrini, o sırada tahtta bulunan Çar'ın, Kafkas kabilelerini birbirine düşürerek
onların iç çatışmaların¬dan yararlanılmasını istediği bir zamanda İleri sürüyordu.
Daha ön¬celeri, Kumuklart Çeçenlere, Çeçenleri Kabarcieylere, Kabarcleyleri Kara
Nogaylara ve Kara Nogayları da Şapsığlarla Abzehlere karşı kullandıklarını, fakat
onların aralarında çıkan bunca çarpışmalarına rağmen yine de birbirlerine karşı
düşman olmalarını sağlayamadıkla¬rını belirtiyordu. En ufak bir kurtuluş ışığı
gördükleri anda hepsi de, Ruslara karşı birleşmeye hazır bir vaziyetteydiler. Bu
tür politikaların sonucunda ortaya çıkan kin ve nefret duygulan, bir kabile veya
mil¬lete değil, fakat Prens Bekoviç Çerkaski ve Musa Kasayef gibi Rus hizmetindeki
yerli liderlere yöneliyordu.
Bu şekilde Paskieviç'in görüşlerini birbiri ardınca çürüttükten sonra ilk
düşüncesine tekrar dönen Velyaminof, yerlilerin silah zo¬ruyla boyun eğdirilmeieri
konusunda ısrar eder. 20 Mayts 1833 tarih¬li bir başka memorandımda (K.Sbornik,
c.8, s.145) da bu amaca ulaşmak için geliştirdiği planlarını açıklamaktadır:
(5) Paskievİç tarafından kurulan bu yerli süvari birlikleri, 1826-29 Acem ve
Türk savaşlarında Rus ordusunda savaşmışlardır.
"Kafkasya'nın Kazak yerleşim bölgeleri ve kaleler yardımıyla ya¬vaş yavaş ele
geçirilmesi, Çerkeslerin gücünü kıracak ve hareket ye¬teneğini kaybeden Dağlılar,
şimdiye dek bu kadar büyük bir azimle sürdürdükleri saldırılarına bir son vermek
zorunda kalacaklardır. Fa¬kat sadece bu yöntemin uygulanması otuz yıla yakın bir
zaman ala¬caktır. Bunun yerine başka bir çözüm yolu daha önerilebilir: Düş¬man,
yaşamını devam ettirebilmek için tamamen tarladaki ürününe bağımlıdır. Ürünün
sonbahara kadar olgunlaşmasını bekleyelim ve tam hasat zamanı hepsini yakarak
yokedelim. Beş yıl içinde bütün Dağlılar, karşılaştıkları açlık tehlikesi yüzünden
boyun eğeceklerdir. Bu iş için altı askerî kol oluşturulmalıdır. Her askerî kolda
6.000 piya¬de, 1.000 Kazak, 24 top, 2 istihkâm bölüğü, yedek depolar, yaralılar ve
hastalarla erzak ihtiyaçlarını taşımak için 500 araba bulunmalıdır. Bu askerî
kollar, her sene yeniden teşkil edilmeli ve tam gücüne eriş¬meden sefere
çıkmamalıdır. Çünkü bu askerlerin karşılaşacakları güçlükler ve direnme gerçekten
çok korkunç olacaktır. Kalelerdeki garnizonlar ve hatta bazı müstehkem olmayan
yerleri korumakla yü¬kümlü askerler, bu kollara katılmamalı ve bu askerler, bir
kural gere¬ği olarak tamamen bağımsız bir şekilde hareket etmelidirler. Bu yüz¬den
bu birliklere yeterli askerî kapasiteye sahip subaylar kumanda etmelidir. Aksi
takdirde verilen bütün emir ve tavsiyelerin hiç bir ya¬rarı olmaz. Büyük kayıplar
karşılığında elde edilen başarılar çok cüzî olur." Bu uyarı niteliğindeki
sözlerinden sonra Velyaminof konusunu kapatabiliriz. 1838 yılında henüz 49
yaşındayken ölünce kişisel gö¬rüşlerinin doğruluğunu göremedi. Daha önce de
belirtildiği gibi, eğer Velyaminof yaşasaydı plan ve görüşlerinin bir-kısmını
değiştirerek ye¬niden gözden geçirmek durumunda kalacaktı. Fakat yine de Rusya, bir
çok felaketlerden kurtulabilir ve savaş, daha çabuk bitebilirdi.^
Velyaminof un planladığı bu baskın hareketleri, (Köylüleri ve ürünlerini yoket-me
hareketleri) onun söylediği biçimde sistemli olarak düzenlenip uygulansay¬dı belki
başarılı olabilirdi. Fakat bu tür hareketlerden pek bir şey elde edileme¬di. Sadece
Çeçenleri daha fazla kızdırmaya yaradı. 1852 yılında, Baryatinsk/in başarısızlığı
üzerine bu yöntem terkedildi.

138
BÖLÜM 8
1819
Vnezapnaya'nın yapılışi-Karakaytag'daki isyan-Rus yenilgi-si-Rus başarıları-Rus
ordusunun mevcudunun arttırılma-sı-Kafkas piyade alayının kurulması-Madatoff-
Tabassaran, Karakaytag, Sekin ve Avarya'nın boyun eğmesi-Yermolov' un zalimliği-
Akuşalıların yenilmesi...
Crozny'in tamamlanmasından sonra Yermolov, ikinci bir adım olarak 1819 yılında
Vnezapnaya (Sürpriz kalesi) kalesinin yapımına girişti. İlkine göre çok daha doğuda
yer alan bu kale, Çeçenistan'ırı doğu sınırına yakın bir bölgede, Aktaş İrmağı
kıyısındaki Andreyevo (Endree) tam karşısına kurularak küçük bir kaleler zinciriyle
Grozny'e bağlandı. Salatav bölgesinin dibinde kurulan bu kale, savaşçı Dağıs¬tan
kabilelerinin yolunu keserken Kumuk ovalarını da kontrol altında bulunduracaktı.
Nisan 1821'de Tarku'yu örten kayalar üzerinde ku¬rulan Bumaya kalesi,
Vladikavkaz'dan Hazar'a kadar olan müsteh-kem hattı tamamlamış oluyordu.
Bu sırada Dağıstan'da, gelecekteki uzun mücadeleyi haber ve¬rircesine ciddî
sorunlar çıkmıştı. Grozn/in yapılması ve Yermolov'un sahip olduğu bir takım
düşünceler, sadece Çeçenleri değil, fakat on¬ların güney ve güney doğusunda yaşayan
komşularını da alarma ge¬çirmişti. Yılda 5.000 rublelik bir maaşla Tuğgenerallik
rütbesiyle Rus hizmetinde bulunan Avar Hânı, Karakaytag Hânı, Mektûle Hânı, Ta-
139
bassaran Hânı, Gazi Kumuk Hânı ve kuvvetti bir topluluk olan Aku-salıların Kadısı,
kendilerini tehdit etmeye başlayan tehlikenin farkına varmışlardı. Hep beraber
toplanarak durumu müzâkere ettiler ve kendilerini savunmaya karar verdiler. Aslında
Yermolov'un başından beri uyguladığı politikası, bu birleşmenin temellerini
atmıştı. paha sonraları Şamil tarafından mükemmel bir hale getirilecek olan bu
birleşme, tek başına Dağlı direnmesini Rusya'ya karşr etkili kılmış¬tı. Fakat henüz
"Müridizm" doğmamıştı ve sonralan büyük bir yan¬gın şeklinde ortaya çıkacak olan
Dînî coşkunluk ve vatanseverlik ate¬şi yavaş yanıyordu. Gelişen olayları haber alan
Yermolov, Albay Pes-tel kumandasında 2 tabur asker ve bir miktar yerli süvariyi
Karakay-tag'a gönderirken kendisi de, 5 tabur asker, 300 kazak ve 14 top eş¬liğinde
Mektûİe üzerine yürümek İçin 25 ekim 1818'cle Grozny'den ayrıldı. Bu, Rusların
doğudaki dağlar ve tepeliklerle Hazar arasında kalan ovalık bölgenin dışında
dağlara yaptıkları ilk seferdi.
Yermolov tarafından Kaytag'a gönderilen Pestel, gelişen olaylar sonucunda bu göreve
layık olmadığını gösterdi. Kendisine verilen emirlerin hilâfına Karakaytagların en
önemli merkezi olan Başlİ'ye kadar yürüdü. Fakat burada çevresini saran çok
sayıdaki Dağıstanlı¬ların saldırısına uğadı. Dar sokaklarda toplarını kullanamayan
Ruslar, ağır kayıplar verdiler. Albay Meeshtchenko ve diğer bir takımsubay-ların
çaba ve gayretleri sonunda Ruslar, 12 subay ve 500 asker yitir¬dikten sonra
Derbend'e sığındılar. Bütün Dağıstan, neşeyle çalkalan¬dı. Çok uzaklardaki
Tebriz'de de.Abbas Mirza, bu zaferi ziyafetler ve
top atışlarıyla kutladı.
Fakat Dağlıların zaferi kısa ömürlüydü. Tarku yoluyla Mektûle' ye gelen Yermolov,
terkedilmiş olan başkent Paroul'u yağmaladı. Ardından Cengutey'e saldırarak
burasını da ele geçirdi. Cengutey hâ¬kimi, ünlü bir Din âlimi olan ve bu savaşların
başlamasında büyük rolü bulunan Seyyid Efendi ve Avar Hânı ile birlikte kaçmayı
başardı. Bu sırada Pestel'in yerine kumandayı almış bulunan Albay Meeshtchen-KO/
Yermolov'un emriyle Başli'yi alarak yerle bir etti. Mektûle halkı boyun eğdi ve
Hanlık ortadan kaldırıldı. Her tarafta Rus başarıları tamdı.
Yermolov, bu savaşlar sırasında toplarının oynadığı rolü, sami¬mi olarak ve biraz
da alaylı bir dille itiraf etmektedir. Yerliler, daha
140
önce ne top görmüşler, ne de sesini duymuşlardı. Anılarında şöyle yazıyor,
Yermolov: "Bizim haklarımızı böylesine ikna edici bir dille sa¬vunan böyle bir şeyi
kendi avantajımıza kullanmadan duramazdım. Bu masum aletin, karşısındaki kişi
üzerindeki etkisini görmek gerçek¬ten çok ilginç bir gözlem oluyordu. Bir anda,
karşısındakilerine gücü yetmeyecek olan birisinin bu silaha sahip olmasının önemini
kavra¬dım." (Pogodin, s.297) Bu tür alaycılık onda alışkanlık halindeydi. Fa¬kat bu
ünlü adamın ters karakterine karşı âdil olmak için onunla ilgili bir olaydaki
davranışını incelemek yararlı olacaktır. Bir gece, pelerini¬ne sarılı olarak kampı
dolaşan Yermolov, askerlerinin, kendisini çok ihtiyatlı hareketlerinden dolayı
kınadıklarını işitir. Özellikle de Yüzba¬şı Gogniev adındaki bir subay, en kaba ve
bayağı kelimeleri onun hakkında kullanır. Ertesi günü Dağlıların çok önemli bir
mevzileri, ta¬mamen Yermolov'un ihtiyatlı hareketleri sayesinde az bir kayıpla dü-
şürülür. Kumandan daha sonra, şaşkınlık içinde kalakalan kötüleyici¬sine şöyle
hitap eder: "Teşekkürler Gogniev! Sen ve bölüğün siperlere ilk çıkan askerler
oldunuz. Seni, St.Vladimir haçı kazandığın için kutluyorum. Fakat dostum, dikkatli
ol ve dün gece yaptığın gibi bir daha benim hakkımda öyle konuşma!"
Sonraki seferlerini gelecek yıla erteleyen Yermolov, Hafta dö¬nerek kendisini
tamamen işgal ordusunun sayısının arttırılmasına verdi.
Nisan 1819'da Çar, onun isteği üzerine Gürcü askerî birlikleri için aşağıdaki
düzenlemeleri kabul etti: Bu düzenleme sadece düzenli birlikler için geçerliydi.
Kazaklar bu düzenlemenin dışında kalıyorlar¬dı. "Alay sayısı, eskiden olduğu gibi
kalacak. Yani, 8 piyade 4 avcı, 2 humbaracı ve 1 tüfekçi alayı, toplam 15 alay.
Bütün bu alaylarda mevcutların 390O'e yükseltilmesini emrediyorum. Bunlar, 300 er,
ça¬vuş ve 3600'er erden oluşacaklardır. Her tabur, 1200 er ve 100 ça¬vuştan
teşekkül edecektir. Bu rakamlara ek olarak, eğer subayların sayısını arttırmak
istersen her bölük için bir subay arttırabilirsin. Bu da, her alay için 12 fazla
subay demektir. Daha önceden olduğu gibi her alayın 7 kurmay subayı olmasını
yeterli görüyorum.
Böylece, emrine verilen ordunun her an silah başı yapabilecek asker sayısı,
50.000'i aşmaktadır." (Aktic, 6, s^487)
Bu düzenlemeleri yerine getirmek için ihtiyaç duyulan 26.000
141
kişilik bir ordu da, yeni tüfeklerle donatılmış olarak tam mevcudlu alaylar halinde
Kafkasya'ya gönderildi. Bu alaylarla birlikte gönderi¬len subayların hepsinin,
Gürcü askerî birliklerindeki subay açığının kapatılmasından sonra Rusya'ya geri
gönderilmesi düşünülmüştü. Fakat onlardan bazıları, devamlı olarak Kafkasya'da
kaldılar. Birkaç yıl sonra, bu alayların güçleri arttırılarak tabur sayıları 5'e
çıkarıldı. Bu düzenlemeyle alayların mevcudu, 6000.den fazla subay ve er anla¬mına
geliyordu. Apşeron, Kioureen, Kabardey, Şirvan, Navagheenve diğer bir kaç alay,
bunlardan bazılarıydı. Bu askerler, gelecekteki sa¬vaşlar sırasında, can pazarının
çok zor olduğu meydanlarda savaşlar vererek ölmez ünler kazandılar. Bu askerlerin
örgütlenme biçimleri, Kafkasların İşgalinde çok önemli bir rol oynadıkları ve
şimdiki Avru¬pa'da fazla bilinmediklerinden, onlardan biraz bahsetmek yararlı
olacaktır.
"Bu düşünce ister Yermolov'un İsterse Velyaminofun olsun, ama temel fikir, bu
alayların karargahlarını stratejik önemi büyük noktalarda kurmak ve buraların
savunmalarını evli askerlerin koru¬duğu kalelerle yapmalı. Bu askerler, aynı
zamanda alayın bütün ekonomisini "o ilk ev işletmesi" şeklinde ele alarak
geliştirecek ve ye¬ni uygulamalarla daha çağdaş bir hale getireceklerdi. Özellikle
sa¬vaşlar sırasında uygulanacak böyle bir yöntem, askerlerin.mâli du¬rumlarını
muhafaza edecekti. Her hangi bir alarm veya savaş duru¬munda, özellikle bölge yeni
ele geçirilmiş ve bölge halkına da fazla güvenilmiyorsa, bu yerleşim yerleri, evli
askerlerin koruması altında¬ki toplanma merkezleri olarak kullanılacaklardı. Burada
yaşayan ve buraların devamlı garnizonunu oluşturan evli askerler de, artık onla¬rın
yurtları sayılan bu beldeleri savunurken son kuvvetlerine kadar savaşacaklardı.
İşte bütün bu karargahlar ve binalar, tamamen as¬kerler tarafından yapıldılar.
Ağacı kesen, civardaki dağlardan keres¬teleri yuvarlayarak getiren, taşı ocağından
kazarak çıkaran, briketle Çimentoyu yapan; kendi marangozu, duvarcısı ve boyacısı
olan, hep bu askerlerdi. Kafkas askeri, bir savaşçı olduğu kadar bir işçiydi de.
Dev gibi yapıların yükselmesi çok cüzi maliyetlerle başarıldı." (Potto, c-2, s.638)
Başka bir yazar, M.Kazbek de ş öyle diyor: "1830 lardaki bir Kafkas alayı, bir
savaş gücü olduğu kadar, yaşam için gerekli her Şeye, devamlı olarak yaşayabileceği
bir yere, kendi ekonomisine ve
142
işine sahip bir idari birimdi aynı zamanda. (Buna giyecekler ve levazı¬mı da dahil
edebiliriz.) Bu uygulamanın bir sonucu olarak her bölük de 300 kişiden oluşan
küçük, fakat oldukça gelişmiş bir birim oluştu¬ruluyordu. Kendisine özgü bir
ekonomik yapı kazanırken 4 troyka (atlarla çekilen araba) ve 4 çift öküze sahip
bulunuyor ve 25 kadar asker de, ayakkabıcılık ve terzilik işleriyle meşgul
bulunuyorlardı. Bu sistem, oradaki yaşam koşullarının bir zorlaması sonucu
oluşmuştu. Bir kaleye kapatılan ve pazar yerinden, sanatkârlardan ve tüccarlar¬dan
yoksun bırakılan bu askerler, her bakımdan kendilerine yeterli ol¬mak
zorundaydılar. Hükümet, onlara sadece yiyeceğin ve giyeceğin hammaddesini
veriyordu. Verilen parayla da hemen, hemen hiç bir şey alınamadığından pek bir işe
yaramıyordu. Bu zorlamalar ve şart¬lar sonunda bu tip yerleşim yerleri, sonraları
birer koloni durumunu aldılar. Evli askerler, bir tür banliyöde yaşıyorlar ve
alayın işlerini bü¬yük ölçüde düzenliyorlardı. Aslında bu gelişme, askerî
kolonileşme¬nin başlangıcıydı ve bu durum, medeniyetin bir göstergesi olarak
de¬ğil, fakat şartların zorlamasıyla oluşmuş birşeydi."
Bu duruma bir de o sıralarda çok uzun olan askerlik süresini de eklemek gerekiyor.
Yirmibeş yıl kadar devam eden bu sürenin so¬nunda çoğu zaman oğulla babanın
beraberce savaştıkları görülüyor¬du. Sonunda öyle bir an geldi ki, her alay kendi
başına bir büyük aile, klan halini aldı. Bu hayat şartlarında morallerinin yüksek
olması ve hemen hemen aralıksız olarak sürdürdükleri savaşlar, onları müt¬hiş birer
askerî güç haline getirmişti.t1)
O yıllarda Haftaki Kazaklar da, subay ve er olmak üzere, 9 alaydan oluşan 15.000
kişilik askerî bir güç oluşturuyorlardı. Yedek¬ler, bu rakama dahil değillerdi.
1819 yılının kış ayları boyunca yeniden toparlanmış bulunan Dağlı müttefikler,
Ruslara hem kuzeyden hem de güneyden saldır¬mak üzere harekete geçtiler. Rusların
Derbend'le olan ilişkileri kesil¬di. Küba ve Kiouren Hanlıkları tehdit edilmeye
başlandı.
(1) Yukarıdaki tanımlamalar, bu askerlerle Romalı lejyonerler arasıdaki
benzerlikel-ri ortaya sermektedir. 19.yüzyıllardaki Terek Kuban bölgelerinin,
Hıristiyanlığın ilk yıllarındaki Roma sınır bölgeleriyle karşılaştırılması
gerçekten çok ilginç ola¬caktır. .
Bu sırada, başarısızlığa uğrayan Pestel görevinden alınarak Rus¬ya'ya geri
yollanmıştı. Yermolov, onun yerine kendisi de bir Karabağ /eHisi olan (Azerî) ve
Napolyon savaşlarında kendisini göstermiş olan Tuğgeneral Madatoff'u atadı. Daha
sonraları, Yermolov'un bütün idamlarını yerlerinden alan Paskieviç, onu da
görevinden alarak ba¬sit bir süvari kumandanı haline getirdi. Fakat Madatof,
doğuştan sa-/aşçıydı ve hatta ondan da öte birşeydi. Veiyaminof'tan sonra Yer-
Jmolov'un başarılarını en çok borçlu olduğu kişiydi, o. Kendisi de bir 'Kafkas
yerlisi olan Madatof, hiç bir Rus'un başaramıyacağı şekilde yerli ruh yapısı ve
karakterini anlarken onların dillerini de konuşabil-mesi, ona bir çok avantajlar
sağlıyordu. İşte bu özelliklerinden yarar¬lanarak yerlilerden oluşan güçlü ve
kalabalık bir süvari birliği kurarak eğitti. Bu süvariler, gelecek savaşlarda, hiç
kimsenin tahmin edemi-yeceği şekilde hizmet etmişlerdir.
Fakat bu kuvvetlerin eklenmesine rağmen Madatof un 2 piyade taburu, 300 kazak, 6
sahra ve 2 süvari topundan oluşan kuvvetleri o kadar yetersizdi ki, Yermolov, çok
sıkı bir şekilde tembihleyerek onun sadece Tabassaran bölgesini gözetlemesini ve
herhangi bir harekete kalkışmamasını emretti. Bu kesin emirlere rağmen, itaatsizlik
konu¬sunda fazla hassas olmayan Madatof, şartların kendisine uygun ol¬duğunu
görünce aniden sınırı geçerek Dağlıların ülkelerine girdi. Sürprize uğrayan
Tabasaranlılar yenilerek boyun eğdiler. Ve Çar'a da bağlılık yemini ettiler.
Adamlarına karşı herzaman âlicenap olan Yer¬molov, bu kumandanını Överek
Ödüllendirdi. Fakat daha kesin ifa¬delerle onu yine ikaz etti. Ne varki yine de
hemen hemen aynı so¬nuçlar elde edildi. Derbend'e dönen Madatof, oradan
Karakaytag'a dönerek Ekim ayında Başli'ye yürüdü. Kasabayı tekrar ele geçirdi. Bunu
Usmi'nin, oturduğu yer olan Yangikent'in alınışı izledi. Usmi, dağlara kaçarak
Akuşa'ya sığındı. Adamları, artık onu tanımayarak Rusya'ya bağlılık yemini ettiler.
Bu olaylar sırasında Madatof ile bir¬likte savaş alanında bulunan Sekin Hânı,
doğrudan bir vâris bırakma¬dan savaş alanında Öldü. Bu fırsattan hemen yararlanan
Yermolov'un emri üzerine başkent Nuka bir anda işgal edilerek Hanlık Rusya'ya
bağlandı. (29 Ağustos 1819)
Ağustos ayının sonlarına doğru Avar Hânı Sultan ahmet, 6.000 Kişilik bir ordu
toplayarak Vnezepnaya önlerinde göründü. Fakat Yer-molov tarafından yenilgiye
uğratıldı ve kayıplar vererek çekilmek zo-
y
3 O.
eTS
O- O- ÇL w
n> OT. o 2
£=
7T CT fD ^
CJ C 3
"1 _
ü. I/Î =-
CJ
jğ g
OJ O
ıj Sf w
fP 77" O
fj> CtT ^_
3 r-rı Û)
I 5İ
O"
a
OJ Q_
3 CJ
--- OT -*^ ^^ rı
^ ÛJ w
CJ cro< 3.
,33
fD CJ_ (D
3 CJ ^
!2_ 3- 2-
fF s: °
3. CJ OT
s =?§.
CJ El. ~
ÇL ÎT 5
31
7T
o
fD CJ -t 7T
<a
3 CO' 3.
İS o
O fij ?«£
=J ^ 3
CJ ö" CJ ^_
3 5--İ Si
fD O Q.
~ -O: 9- '-
r1 CD __ -ı
3. 7s CD
CL
5 w j Î. w o S 3
3 5 in, S.
3 £
G_
CJ
D-
o
CJ
3 ^
re rD
3 o
un <~>
CD
3
=r
fD
n
fD fD
00
S I' CJ
~S. fD <
3" O" ^:
jU Ç _)
d. su tu
N 7T
£j CJ CTO 7T 7^"
j . ffl ro "' S, 2- 3 J5 I
İSİ:?
^- C ÛJ
CL 7T =1 C CJ
C 3= 9:
9: O ^ £ "D Û.
İ. S"?
>5-
5 _ı
Q--<_ to
İü
-o c SJ
s g;?
^ cî =' n> era' Q-
S" İt «O =.= ~
61 < O *<-<:=
= rr w
£3S
° 5' 2.
-<' ET
ıO - """ ^ [U £3*
-+ DJ CJ O TT" -ı ?;
:=r 3, r* 3 o_ =- ^ -
o
?
?r -< NJ
-^ çr ^ -< =_ r< w
Sw c o> S. 3 I*
Ç; N N ^ CJ o. O
o ~ =. 3
3
I ?
ftJ
fD
I. O S°
CJ ^-
3 <

3-lof li
CJ -ı fö T fD CJ
-s -n N 3
CJ -J fD CJ ? ,^.
' H^ -J ~- J^ r^
2 ° ?T ~-< =
CJ o " fD - CJ
çr ^ c fD oT ç>
o.
(D
D" °
3 10 ij, ^ r
ir 3 z " " 3
a. S
m o
= 2. z cT o- fI)-
O < gl ri-
^ 3 cT c^
rzı fD g CJ

&> CJ C- 3.
3" = 3 OT _fÇ 7T fi fD
^ oıera. E"
TO< &
CL çr
C- 3* 7T
OJ ~ tL
N 3 C
£5 3" v, tu ~< <
' CJ CD
C/> ÛT 3
CJ S". CJ '
O T 9;
3 ^ ö"
I» IU 3İ ^»
*?* ÛJ r
_J tü 3
« Ş «
^ * N
fD ~» P
2
3S
7T J-İ ÇL CL O ' ^^03' "< 2 V)
CL o
~^ 2 o-
=T İT ??
- S" £
CJ ? C;
~ ? 3 =r 7ş7 fD
7T <-*- CJ
~ ûı * BJ = _,
Si -1 Q
cr S1
_, aj uı J
3_ Si cro* D
CJ' 3 CJ ûJ 7T
3 kin' Q_ Q- O
(D gj ^{ c ^~
O- O- Z Cro =
CL
cr n> O 3.
N
û) O: -5. S" İ: £
3 __ 3
tn CJ 5
CL 3
ft) i '
?D
3 N
_ 3 (D
Si *- Jü
O 3<
7T fD_ CJ fD
-< CJ -;
7T
fD
N ^ 9-
ÛJ d 3
3 CJ _
CJ _-<
ı
ı/ı
-
-ı ~ ÛJ
fD
CJ fD
cr-c fD S: ST -
II
DJ CJ
5 n CJ
< -i (t
S"!
9^3 ^9-?D S. '=7 3 =,3
147
146
sonraki yolun, yüksek tepeleri tutan kuvvetli bir Dağlı birliği tarafın¬dan
kesilmiş olduğunu gördü. Konfederasyonun önde gelen kişi|eri de, aralarındaki
düşmanlığı ortadan kaldırmak amacıyla görüşmek için kampa geldiler. Kendileri en
iyi bir şekilde ağırlanırlarken her tür¬lü misafirperverlik gösterildi. Ama savaşla
ilgili olarak tek bir kelimç bile edilmedi. Yapılan görüşmeler sırasında Dağlılar,.
Ruslara göre en makul teklifleri reddettiler. Yermolov, onlara baş eğdirmek için
sa¬vaşmaktan başka yol kalmadığına karar verdi. Fakat tepelere saldır¬mak çok
riskliydi. Sonunda zafer elde edilse bile bu, çok pahalıya ? malolacaktı. Rus
Kumandanın ise, eğer herhangi bir başka yol varsa böyle büyük riskleri göze almaya
pek niyeti yoktu. Akuşalılann, nere- : deyse ulaşılmaz bir hâle getirdikleri
mevzilerini çevirebilecek bir yol vardı. Buraya da ancak düşman şaşırtılabilirse
sürpriz bir atakla ula¬şılabilirdi, Yermolov, gelen misafirlere çok iyi
davranılmasını, cömert¬çe ağırlanmasını ve onlara doğunun en büyük hazinelerinden
sayılan hitabet sanatının sunulmasını, fakat gece yarısından onca bırakılma-
malarını sıkı sıkıya tembih etti. Söylediklerinin hepsi yerine getirildi,
Ceceyarısına doğru kamplarına dönen yaşlı Dağlılar hemen cemaatı toplayarak
İzlenimlerini anlatmaya başladılar. Söylediklerine göre Rusların sayısı az,
askerleri de çok bitkindi. Hatta bu durumdaki in¬sanlara karşı silah kullanmak
onurlarına yakışmazdı. Bu rahatlatıcı haberler, büyük bir hızla bütün akuşalılar
arasında yayıldı. Sağlam mevzilerinde kendilerini emniyette hisseden Dağlılar,
büyük bir gü¬ven içinde uykuya daldılar. Halbuki korkunç sabah neredeyse gel¬mek
üzereydi. (Potto, c.2, s.257)
Dağlıların hemen kamptan ayrılmalarından sonra birlikler, bü¬yük bir sessizlik
içinde toplanarak silahlarını almışlar ve aynı sessizli ve ihtiyat içinde, 7-8 km
kadar uzaklıktaki Dağlıların mevzilerine doğru yola çıkmışlardı. Geceleyin ay
parlıyor ve gök yüzü açık olarak yolu aydınlatıyordu. Fakat bu yürüyüş Dağlılar
tarafından görülmedi Kamp ateşinin alevleri sönmeye yüz tutmuşken tüm Rus ordusu
topları Dağlı mevzilerini döğecek şekilde dizilmişti bile. Büyük tw köy olan
Lavaşi, çok uzaklardan görülüyordu. Onunla kendi tf^' rında kazılmış sayısız
hendekler ve siperlerle dolu bayırlar ve sırtlar^ zanıyordu. Köyün sol tarafı
müstehkem bir toprak yığınına daya1111 ken sağ tarafı da, altında küçük Manas
ırmağının aktığı bir uçurum"
son buluyordu. Prens Madatof, geceleyin askerlerini bu uçurumun yanından geçirdi.
İrmağı geçti ve Kazaklar tarafından bulunan bir yo¬lu izleyerek karşıdaki tepelere
çıkıp yerleşti. Buradan bütün Akuşa hatları ateş altına alınabilirdi. Artık
Akuşa'ya hatta Lavaşi'ye giden yol da kesilmiş bulunuyordu. Bu esnada esas ordu
Yermolov'un ku¬mandası altında Dağlıların önünde dizilmişti. Ordunun sağ
kanadın¬da, tamamen politik nedenlerle bu sefere İştirak ettirilmiş bulunan yerli
süvariler vardı. Bunlar, Şamhal tarafından Tarku ve Mektûle'den getirilmişti.
Yermolov, bu atlıları orduya kabul etmesinin sebeplerini şöyle açıklıyor: "Aslında
bu serserilerden hiç birisinin yardımına İhti¬yacım yok. Fakat onlarla Akuşahlar
arasında düşmanlık tohumları ek¬mek için ve ileride kopabilecek olan iç savaşlardan
yararlanmak umuduyla bunları orduya kabu) ettim!"
Aralık'ın 15'inde Lavaşi savaşı yapıldı. Sayıları oldukça fazla olan ve iyi bir
çevirme harekatını da tamamlamış bulunan Ruslar açısından her halükârda
başarısızlık şansı yoktu. Akuşalılar, tamamen yenildiler ve Lavaşi alındı.
Yermolov, bu insanların üstün meziyetlerini, etkileyi¬ci görünüşlerini ve
çalışkanlıklarını övgüyle anlatır ve onların komşu¬larından çok üstün olmalarını;
aralarında, boş gezmenin günah sayıl¬masına bağlar. Fakat ardından şöyle ekliyor:
"Ama ahlaksızlık, sert ? İçki ve onu buralarda yayan Ruslar sayesinde buralarda da
görünme¬ye başlamıştır!" Ülkenin merkezi sayılan Akuşa terkedilmiş bir halde
bulundu. Böylece, üç çeyrek asırdır Nadir Şah'a karşı kazanılan zafe¬rin gururunu
taşıyan Akuşa, Rus boyunduruğuna baş eğmek zorunda kaldı ve sonraki yedi yıl
Ruslarla barış İçinde yaşadı.
149

BÖLÜM 9
1820-1825
Gazi Kumuk'un işgal edîlmesİ-Şirvan yutuluyor-İran ve Türkiye arasındaki savaş-
Karabağ'ın işgali-Kabardey'in mahvedilmesi-Ammalat Bek-Müridizm gelişİyorGrekof-Çe-
çen ayak lan ması -Bipolat-Amîr Hacı Yurt'un yokedilmesi-Gerzel avulun kuşatılması-
Gerkof ve Lissanieviç'in öldü¬rülmesi...
Bu hızlı zaferler serisinin müthiş etkileri, sadece Kafkaslarda de¬ğil, fakat bütün
Rusya'da ve hepsinin ötesinde St. Petersburg'da büyük yankılar uyandırmaktaydı.
Yermolov'un adı herkesin dilinde ve görüntüsü hayallerindeydi. Yermolov, aslında
ordunun yüksek kade¬melerinde ve sarayda bir çok düşmanlara sahipti. Fakat ona
karşı her zaman olumlu duygular besleyen 1. Alexander, özellikle bu başarıla¬rından
sonra, görünüşte de olsa kendisine duyulan güveni davra¬nışlarıyla boşa çıkarmayan
bu kumandanını sonuna kadar destekle¬meye kararlıydı. Bu sıralar, büyük bir
başarıyla yerine getirildiği iddia edilen İran'a elçilik görevinin sonucunda ortaya
çıkmaya başlayan olumsuz görüntüler zayıf da olsa yavaş yavaş kendilerini
göstermeye başlamışlardı. Kafkasya'daki genel duruma gelince, Yermolov'un bu¬rada
uyguladığı metodları ve politikası, kesin ve kalıcı bir başarının
habercileri gibiydiler. Bütün hanlıklar ve küçük devletçikler tek tek; silah
zoruyla ve politik yollarla imparatorluğa bağlanıyorlardı. Hatta şimdiye kadar
"erişilmez" olarak adlandırılan Dağıstan'ın iç bölgeleri de, Rusya'nın bu kudretine
daha fazla dayanamayacak gibi görünü¬yordu. Rus süngüleri, dağ yollarında
parıldarken Rus topları da, vadi¬lerde ve geçitlerde gümbürdeyip yankılanıyordu.
Zaferler zaferleri izliyor ve yenilgiye uğrayan insanlar, sadece boyun eğmekle
kalmı¬yor, fakat onların hizmetine girerek teslim olmada isteksiz davranan diğer
kabilelere karşı savaşıyorlardı. Yermolov'a göre artık Dağıstan' da yapılacak çok
az şey kalmıştı. Çeçenistan'da ve Batı Kafkasya'da elde edeceğini umduğu
başarılarından da daha az emin değildi. Eli¬mizdeki deliller, onun Kafkasların
işgalinin tamamlanmasının artık bir kaç yıllık bir iş olduğuna inanmaya başladığını
göstermektedir. Kendi gücüne ve zekâsına olan güveni ve içten içe gelişmeye
başlamış olan güçlere karşı duyduğu kör cehalet, onu bu şekilde düşünmeye zor!u:
yordu. Halbuki muzaffer ordularının attığı her adımda ve o çok övündüğü
politikasının görünen basanlarının ardında yeni bir diren¬me kuvveti oluşuyor ve
gün geçtikçe de daha çok güç kazanıyordu. Kendisinin Kafkaslarda kurmaya çalıştığı
muhteşem âbidesinin teme¬li kumlardan oluşuyordu ve çok geçmeden bunlann çökerken
çıka¬racakları sesler, kurucusunun kulaklarında çınlayacaktı.
Bununla beraber, görünüşde işler yolunda gidiyordu. Türkiye ve iran ile barış
vardı. Gürcistan sakindi. Sekin Haniığı'nın ilhakı yapıl¬mıştı. Grozny, Vnezepnaya
ve Çeçenleri kontrol altında bulundur¬mak İçin yapımına girişilen diğer daha küçük
kalelerin de bütün işleri tamamlanmıştı. Bu arada Mektûle, Tabassaran, Kaytag,
Akuşa ve Avarya boyun eğmiş ve sıra artık Gazi Kumııklara gelmişti. 1820 yılı¬nın
Haziran'ında Madatof, yine büyük ölçüde Yermolov'un beklenti¬lerini aşarak bu
hanlığı İki haftalık bir süre sonunda ele geçirdi. (Van Helen, c.2, böl.19)
Şirvan'dan yola çıkan Madatof, 1 kazak bölüğü ve 1.000 yerli¬den oluşan süvari
kuvvetferini deniz kıyısındaki topraklar boyunca gönderirken kendisi de, 5 tabur
piyade ve 16 toptan oluşan kuvvet¬leriyle dağları aşmak suretiyle doğrudan hedefi
üzerine yürüdü. O Zamanki Kafkas savaşlarında mucize sayılabilecek bir eylemi
gerçek-'eştirerek karlarla kaplı dağlan aştı ve Küba'ya ulaştı. Hanlıkla aynı
151
150
adı taşıyan başkente girdi. Burada Ruslara sadık olan Kioureenlerin lideri Arslan
Han, 800 atlıyla ona katıldı. Yürüyüşüne devam eden Madatof, ülkeyi enlemesine
geçerek 11 Haziran'da Tchirag'da Gazi Kumuk sınırını aştı. Gazi Kumuklar, 20.000
(!) kişilik bir ordu toplaya¬rak Khosrek yakınlarında mevzilenmislerdi. Yapılan
savaşta kendile¬rini kahramanca savundular. Fakat harbi kaybettiler ve Khosrek
yapı¬lan hücumlar sonunda düştü. Gazi Kumuk Hânı Surhay, başkenti Kumuk'a çekildi.
Fakat şehir halkı, kapıları ona açmadı ve böylece Gazi Kumuk bölgesindeki tüm
direnme sona ermiş oldu. Madatof, . büyük bir törenle başkente girdi. Arslan Han'a
yetkiler verilerek Çar adına Gazi Kumuk Hanı ilan edildi. Buna karşılık Arslan Han
da, Rus¬lar adına bu sınırları koruyacak, gerektiğinde birlikleriyle Rus ordusu¬nu
destekleyecek, kendi topraklarında kaleler ve yollar yapılmasına izin verecek,
Kioureen'i yönetmek için bir naip tayin edecek ve Rus¬lara yılda 3.000 ruble vergi
ödeyecekti.
Ruslar, 19 Haziran'da Kumuk'tan ayrıldılar. Geri dönüşleri sıra¬sında, Hazar
kıyılarında, denizden 1500-1600 m yukarılarda Kaytag dağlarında özgür olarak
yaşayan Kubaçi topluluğu da gönüllü olarak Ruslara boyun eğdi. Bu İnsanlar, bütün
Kafkasya'da mükemmel me¬tal işçileri olarak tanınırlar. Özellikle tabanca, tüfek,
kılıç ve kama yapımında büyük bir ustalığa erişen Kubaçililer, estetik dallarda ve
tabak, çömlek ile benzeri ev eşyaları yapımında da büyük ün kazan¬mışlardır.
Yermolov, bir kere daha Madatof'a kazandığı bu başarılarından dolayı överek
teşekkür etti ve Çar'a şöyle yazdı: "Dağıstan'ın fethi, geçen sene başladı ve şimdi
tamamlanmış bulunuyor. Gururlu, sa¬vaşçı ve şimdiye kadar yenilgi nedir bitmemiş
olan bu insanlar, so¬nunda Yüce Majestelerinin önünde yere kapanıyorlar!" İşin
gerçeği ise, tamamen bundan farklıydı. Gazi Kumuk bölgesinden daha dağlık bir yer
olan Batı Dağıstan ve oranın iç bölgelerinde yaşayan Avarlar ve diğer kabileler, bu
erişilmez dağlarında henüz Ruslarla karşılaş¬mamış olarak yaşamlarını
sürdürüyorlardı. Bu insanların büyük kıs¬mı, Rusları hiç görmedikleri gibi
isimlerini duymayanlar da vardı. Fa¬kat yine de Dağıstan'ın büyük bir bölümü ve en
zengin kısmının iş¬gali tamamlanmış bulunuyordu. Bu şartlar altında, Yermolov'un
Da¬ğıstan'ın işinin bittiğini ve yapacak pek fazla bir şey kalmadığını dü-
sünmesi bir dereceye kadar affedilebilir. Sonraki olayların tamamen İspatladığı
gibi Yermolov, bu görüşünde son derece yanılıyordu. Ne varki o sıralar Avarların
kendileri ve adları bilinmediği gibi onların, ya¬kın bir gelecek içinde harekete
geçirecekleri intikam silahlarını bile¬diklerini kimse tahmin edemezdi. İşte bu pek
bilinmeyen Avarlar, bir¬kaç yi İÇinde Yermolov'un yaptıklarının çok büyük bir
kısmını yerie bir edecekler ve yarım asra yakın bir süre Rusların korkunç gücüne
karşı durarak onları yenilgiden yenilgiye uğratacaklardı. Bilinen bir gerçek de,
Yermolov'un büyük ölçüde Şamil'in geçeceği yollan ha¬zırlamış olmasıdır. Benzer
şekilde aynı büyük lider de Ruslara giden başarıya sebep olmııştur(?) Yermolov,
zalim metodiarı sayesinde, her zaman birbirlerinden kopuk olan ve devamlı bir
hareketlilik için¬de bulunan Çeçen ve Dağıstanlıların birleşmesini sağlayarak Dînî
duygularla birleşen bağımsızlık hareketlerinin ateşlenmesine sebep olmuştur. Şamil
de, bu uyanan yeni ruhu büyük bir sertlikle disiplin altına alarak onu emirlere
uyacak bir hale getirdi ve yıllar boyunca Ruslara karşı sürdürülen bağımsızlık
savaşlarındaki ana güç haline getirdi.
Bu tür olaylardan çıkarılan böylesi sonuçlar, sadece askerî yak¬laşımlarla elde
edilen sonuç ve yorumlarla karşılaştırıldığında çok da¬ha büyük bir öneme sahip
olduğu görülür. Uzuıi vâdede önemli olan, savaşlar, kuşatmalar değil, fakat
insanları böyİe davranmaya iten motivler, değer yargılarıdır. Yâni kalıcı
etkenlerdir. Yermolov, Se¬kin Hanlığını Rusya'ya bağlarken Dağlılarla yapılan
anİaşmaları işine geldiği gibi yorumladığını ve bunu da koşullara göre yaptığını
söylü¬yordu. Şimdi de sıra, "Karakterini çok iyi anladığı" ileri sürdüğü Hân'ın
sayesinde Şirvan'ı almaya gelmişti. Çok yaşlanmış olan Mustafa Han'ın "zaten
eskiden de var olan ürkekliğinin, son yıllardaki tutul¬duğu kuruntularla daha da
güçlenmiş" olması ve yaşadığı yıllar bo¬yunca başından geçen hoş olmayan olaylar ve
talihin kötü oyunları, °nda Ruslara karşı kuvvetli bir güvensizlik duygusu
uyandırmıştı. K°nt Zubov, 1796 yılında ondan tacını alarak yeğeni Kasım'a vermiş-
*' Fakat çok geçmeden Ruslar geri çekilince eski tahtına ve gücüne Ovuşan Mustafa,
Tsitsİanof zamanında, Ganja alınıp Karabağ işgal edilinceye kadar bağımsızlığını
sürdürmüştü. Ondan sonra da Rus Egemenliğini kabul etmişti. Fakat Yermolov'un
Kafkasya'ya gelmesiy-
At»
152
le değişen ortamdan şüphelenerek bu akıntının eninde sonunda onun da tahtını
sürükleyeceğini anlamış ve bu tehlikeden en ucuz nasıl kurtulacağını araştırmaya
başlamıştı. Bu felâket düşünceleri, Al¬bay Pestel'in kaçak Kasım'a karşı şüpheli
bir biçimde çok saygılı davranmaya başlamasıyla oluşmuştu. Mustafa'nın şüphe ve
kurun¬tuları, sonunda öyle bir dereceye ulaştı ki artık hiç bir şey, onu ikna
etmeye yeterli değildi, önceleri Ruslara karşı direnmeye karar vere¬rek ordusunu
topladı. Fakat Yermolov, her zamanki öfkesini ve şid¬detini göstermek için bu olayı
vesile kabul edince yaşlı Han'ın bütün cesareti kayboldu ve karısıyla çocuklarını
bırakarak İran'a sığındı. 30 Ağustos 1820'de Şirvan Rusya'ya ilhak edildi.
Bu şekilde Rusya'nın bölgedeki toprakları yutma işlemi devam etti. Olaylar, her
zaman öylesine değişmez bir benzeri başarıyla geli¬şiyordu ki, hepsini tek tek
anlatmak, monoton ve hatta sıkıcı olabilir. Hikâye neredeyse tamamdı ve biz, eğer
gelecekteki olayları tahmin ? etmek istersek fazla yanılmış olmazdık.
Daha Önce de değinilen ve Kuzey Dağlarının Hazar kıyılarında bittiği Tarku'nun
üzerinde yükselen Burnaya kalesi, 1821 yılında Vel-yaminof tarafından
yaptırılmıştı. Kalenin yapılması Dağiılan korkuta¬rak harekete geçmelerine sebep
olmuş ve buradaki olayları bastır¬mak amacıyla bölgeye bir askerî birliğin
gönderilmesi gerekmişti. Bu savaşlar sırasında Avanstan sınırındaki Aimiake
yokedilirken, savaşın lideri ve hazırlayıcısı olan Sultan Ahmet Hân da yaralandı.
1821 yılı boyunca Yermolov, Kafkaslardan çok uzaklardaydı. Ya Rusya'da ya da
Laibah'da bulunuyordu. Dört yıllık başarılı kuman¬danlığı, ona Çar'ın kişisel
övgülerini kazandırmıştı.
Bu sırada bütün Kafkaslarda barış hüküm sürüyordu. Tabii ki, bu durum barış olarak
tanımlanabitirse! Ve Yermolov'un yokluğu pek farkedilmedi. Çünkü İdare, onun
yokluğunda Velyaminof'un sert el¬lerine geçmişti. Fakat sınırların ötesindeki
beklenmedik düşmanlık hareketleri, Avrupalı güçlerin de dikkatini o noktaya çekti.
Dünya tarihini incelerken Müslümanlar arasındaki mezhep ayrı¬lıklarının geçmişe
nasıl bir etkide bulunduğunu sorgulamak gerçek¬ten sonuç vermeyecek bir uğraş
olacaktır. Fakat~geçmiş yıllarda Şiîle-rin Sünnîlere karşı besledikleri bazı
olumsuz duyular, çevredeki Müs¬lüman ve Hıristiyan topluluklarının yaşamlarını
geniş ölçüde tkile
153
mistir. Türklerle Acemler arasındaki ırk farklılığı zaten sürekli bir işbir¬liğini
engelleyecek nitelikteydi. Fakat büyük bir ihtimalle, bu ırk anlaş-mazlıkalnnın
altında Dînî anlaşmazlıklar yatıyordu. Bu anlaşmazlık-|ar(1), yıldan yıla artarak
(Hz.Hasan ve Hüseyin'in şehâdetlerini anma törenleri) öyle bir seviyeye çıktı ki,
bazı durumlarda politik şartların zorlamasıyla varılan geçici işbirlikleri ve ortak
hareketler de, imkân-sızlaştırdı. Rusya'nın Transkafkasya'daki başarılarının
temelinde Acem-Türk ve Acem-Afgan savaşları yatmaktadır. Ne yazık ki geç¬mişte,
bölgedeki Müslüman güçler, ortak düşmanlarına karşı ciddi bir şekilde ortak hareket
edememişlerdir. Zamanı gelince birleştiler. Fakat bunu, etkili bir şekilde sonuna
kadar sürdüremediler. Bu tür it¬tifaklar, elbette ki kendi aralarında uzun süreli
barışlar sağlayamazdı. Yakın tarihe bir göz attığımızda bütün Rus savaşlarının
Türklere ve Acemlere karşı ayrı ayrı, tek tek verildiğini görürüz. Çok seyrek
ola¬rak 1808-1809'da olduğu gibi Rusya, iki ülkeyle birden savaşmak zo¬runda kaldı.
Fakat bu durum, uzun süreli olmadı. Yapılan ittifaklar da fazîa bir etki
göstermedi.'2' 16. Yüzyılın sonlarına doğru, İran Şahı, Rus çarı feodor İvanoviç'e
Baku ve Derbend'i teklif ederek Türklere karşı ondan yardım istemiştir. Fakat adı
geçen şehirler o sırada zaten Türklerin e.iinde bulunduğundan dolayı bir sonuç
çıkmadı. Üstelik o sıralar bu şehirlerin ele geçirilmesi pek kolay değildi. Daha
sonraları Şah Abbas zamanında bu hanlıklar İran'a bağlanmıştır.'Sonraları Şah
Sultan Hüseyin, Afganlı Mahmud'a karşı Petro'dan yardım istemiştir. Fakat işler
tersine dönüp de Türkler ve İranlılar, beraberce orîak düş¬mana karşı tavır
aldıkları zaman da Ruslar, onları kolaylıkla birbirle¬rinden ayırarak onlarla ayrı
ayrı uğraşmışlardır. 1821 yılında, kendi
(1) Günümüzde maalesef batılı zihniyetler, Sünni ve Şiî Müslümanların aralarını
asılsız meselelerle açarak onları daha da güçten düşürmek ülküsünü sürdür¬
mektedirler. (Çev. Notu)
(2) Monteith, şöyle anlatıyor: "Bu iki orduyu etkili olarak bir araya getirmenin
tek
yolu, onlara birbirlerinden ayn birer saldırı cephesi vermek ve aralarındaki iliş¬
kiyi engellemekti. Aralarındaki bîr takım farklılıklar, iki orduyu bir anda karşı
karşıya getirmeye yeterli oluyordu. Bir zamanlat İran ordusunda bulunurken
Türk ve İranlıların birlikte Ruslara karşı savaştıklarına şahit olmuştum. 8u sırada
iki ordunun kampları ayrı ayrı yerlerde kuruluyor ve mümkün olduğunca birbir¬
lerinden uzak tutuluyorlardı. Fakat yine de bazı tatsız olayların ve kavgaların
çıkması önlenemiyordu. (s.155)

i3 "o C 5"
*> i? < ^'
3 c c re
< jj
W t/ı p 3
3C
tu C O
3 İrŞ
2. ~ 2. 3
İS
D."1
2_ C =-
o_ -
W 3
< CO
re N>
3 O - -
co
S3 ct> 3
3 =; d. p
-? IS Û,
İL 3
CL W
ft) O
£ 3
33
cr cr p
,""< 3
=; 7T
O «2 ?-< =
S. 3 C Q<
O t3
3S^"
3-
^ O>
w - Q_
03 2-İ. Ş- ET
c 5) w B -
3" =î 00 p 3
P 5i, ^ CTQ< CTQ.
CO ^ <O ~< ^
sr S g> cr tL<
?r* e. ?r s« 3,
a- £«& 33
o= SJ =;? w_ ^
3 £J
o *<
O , P
i-3
?=" 3
İ. r
3 3=
Û_ -?
fü p
3 O S vı O.
O"
"=:ö 9- O-
3
5 > sr c
f? çr 3 5, 3
_. fD
sr N
CO 3 ^ 3 <
fij
re ^1
:: û. o
~< re
S ST
^2 Q_
7T P
2 <
3 re g-
?< 1 w
p ?C *"
^ 5-
3 ~ re
S- o
=?: P Ş
N p ->
7T
P
p_- o_ re S v ens 3 P
^3 d tu Û_ S2.
*9»
o =;
z. - (t
o S =S*
. £İ £ S =-g
3 Q_CfO< JSI
?o ç. 5'"<. 3
? (/) BJ ÛJ P Û>
5 3 re o
P *- fD wy> nı
w 3 n, c=
? ^ = ero* 2-
~î ^ -TV ^^
? ^^ re ?
OP ^3 3
= a. 3 w p
w") N
=; 2s o.
9r O" D ' P -<
X 3_ 2
*"< g
er s-
o İS
3.3f5-
N ^ 5 ti
C p
d. CL
P Q_
"""5 o ^
?n f: uı Q_ ıj/ı
ÎU -1 P =? -
7T Q ^ O.
P re 2 - ,-
~ ^3 !Z!-<
^ rr, - CT
C S P fD E
3 £. Tr s era.
&? f? cr fD c
Çr Q. 5~ o-
-İ' 3. ra re
O Q_ O
w JÎ-T-S
O"
i s.
Q. 7T CL £L
p
5T
p _.
Qr X"
co^
cr ft> KJ -< era Tr 2.
*! &
? Q. = 7T
O D C:
1'? s
r* 3 p1 p ü s N ?<
CL &L £J p"
0= w o ""
C- CL -~ C-CT^1 3- g_
ç T =v S"
3 O O- SU '
11 re -< -
W -< A" Ö. -?"? 3
S 3 p3^ «-Û.
p % p « o «7
o" 2. o=
fD
N 3 1^ "^ > ^
£^_ S o 9;
3 3
5
X 5' 9T
K- 2. P 3
p p l/ı
<rç<5 £ a.
3 K-3
Q. 2
ı/ı
2 İ. > c
re
=T. -CL ^"-
NJ
p re
ı-r -T
N O
a> <_
o. ET 2
< »
CO Er

tu ^ ö. o3
5' 77
fi
r* p N O3
P -T P < P
9- o- ~ >
? ? re wP
CO 3 3N
& o. 2. re ^
(D ^ re
9 E*
O
N (D
-<cra J_
cr = re 3
"5. S
re ^
2 -a
-3 2-S
5> p p
n 3, J
^ -» 3
3 co w

s.- \
157

156
mak zorunda kaldı/31 (Akli, 1834, s.635) Orada öylesine korkunç bir zulüm uygulandı
ki buralarda artık ancak 10.000 kişi kadar kalmış bulunuyor. Yermolov, buradan,
devamlı sürüp giden savaşlar ve yanlış yönetimler yüzünden oldukça güçten düşmüş
bulunan Kata-bağ veya Şuşâ Hanlığı'nın ilhakına yöneldi. Bu ülke de, Şirvan'da
ol¬duğu gibi Yermolov'un pençesine kolaylıkla düştü. 8u sıralarda Han ile hanlık
iddiasında bulunan bir sahtekâr arasında devam eden İkti-? dar mücadelesi, Rusların
müdahalesine ve tehditlerine yol açtı. Du¬rumdan endişelenen Han, İran'a sığındı.
Han'ın rakibi de sürülerek Hanlık ilan edilen bir bildiriyle Rusya'ya bağlandı.
Böylece bölgedeki hanlıklardan sadece yöneticileri İranlıların amansız düşmanı olan
Ta-ÜŞ Hanlığı'nın dışında bağımsız hiç bir Hanlık kalmadı.
Ertesi yılı Kafkaslar, bir takım entrikalarla kaynayarak çalkalan¬dı. KuiTiuk
Şamhal'ının yeğeni olan Ammalat Bek, Avar Hânı Sultan Ahmet'in güzelliğiyle ünlü
kızı Seltanetta İle evlenebilmek için Albay Verkovsky'i haince Öldürdü. Ammalat
Bek, aslında bir devlet tutuk¬lusu olmasına rağmen albayın güvenini ve
arkadaşlığını kazanmıştı. Bir at gezisi sırasında onu öldürerek Avaristan'ın
başkenti Hunzah'a sığındı. Fakat orada karşılaştığı manzara, Bek'in işlediği bu
cinayetin zalimce olduğu kadar boşuna olduğunu da ortaya koydu. Kendisini bu eyleme
zorlayan Han ölmüştü ve acı İçindeki Hansa, talihsiz aşığı hakaretlerle saraydan
kovdu.(4) Yine de Ammalat, kendisine bir çok taraftar bularak mücadeleye devam
etti. Dağların yeniden kaynama¬ya başlaması üzerine Şamhallık İle Avarîstan
arasındaki bu hareketle¬ri bastırmak için bölgeye bir ordunun gönderilmesi
gerekmişti. Tuğ¬general Grabbe, Karanay'ı alarak yakıp yıktı, fakat 30 Temmuz
(3) Bir zamanların gururlu ve kuvvetli Kabardeyleri arasında 19. Yüzyıl başlarında
çıkarak 14 yıl süren veba salgını büyük tahribat yapmıştı. Onları bu durumda
yakalayan Yermolov, son derece zalimce ve adaletsizce davranmıştır onlara.
(Akti 24 Kasım 1834, s.635)
(4)
Bestujev'in (Marlinsky) bu romantik olaylarla ilgili olarak yazdığı roman uzur.
yıllar Rus okuyucularının en gözde eserlerinden biri olmuştur. Alexander Du-mas'ın
Fransızca'ya çevirdiği bu eser, oradan da "Şah Dağı'ndaki kar ve Am¬malat Bek" adı
altında İngilizceye çevrilmiştir,
Not: Adı geçen bu roman, başka bir ingilizce kaynaktan, "Martinsky'den Bir Kafkas
Hikayesi: Ammalat Bek" adı altında çevrilmiş, fakat henüz yayınlanama-mıştır. (Çev.
Notu)
1823'de Erpelee'de yenilerek püskürtüldü. Kendisi, Albay Yevrimof'u kumandada
bırakarak Kâfir Kumuk'a çekildi. Dağlılar, Yevrimofa saldırdılar. Ruslar, 3 subay
ve 45 er kayıp vermelerine rağmen onları püskürttüler. Dağıstan'daki bu
gelişmelerden rahatsızlık duyan Yer¬molov, bizzat kendisi Ekim'de bölgeye geldi.
Gaddar "Yarmul"un sa¬dece varlığı, yanında az bir takviye kuvveti olmasına rağmen
saldır¬ganları dize getirmeye yetti. Mektûle bölgesindeki bazı köylere de gi¬ren
Ruslar, ilk defa olarak dağlık bölgede kurulan kışlık karargahla¬rında kışı
geçirdiler. Yermolov'un kendisi başta olmak üzere subayla¬rın çoğu, yerli
kadınlarla evlendiler.
Bununla beraber Yermolov, boş durmuyordu. Artık, yavaş ya¬vaş kendisini belli
etmeye başlayan Dînî inançların etkisinin ve onun, insanları etkisi altına alan
büyük gücünün farkına varmaya başlamış¬tı. Gelişmelerin boyutları, artık onun bile
gözünden kaçamayacağı bir seviyeye ulaşmıştı. Bu sırada Tarku Şamhalı, Seyyid
Efendi tara¬fından ziyaret edildi. Yermolov, Kafkaslılar arasında büyük bir nüfuzu
olan bu din âlîmini Rus tarafına çekebilmek için bir çok defalar gizli görüşmelerde
bulunmuş fakat bir sonuç, elde edememişti. (Pogodin, s.337) Yermolov, görünüşde
amacına ulaştığını sanmış, fakat sonra¬ları yanıldığını anlamıştı. Yine de
Yermolov, Gazi Kumuk ve Kioureen Hanı Arslan'a bu gelişmeleri daha dikkatle
izleyerek tetikte durması¬nı emretti. Fırsat çıktıkça da Dağıstan'daki etkili ve
muhterem kişileri kendi tarafına çekmeye, başaramazsa onlardan tamamen kurtulma¬nın
yollarını aramaya başlamıştı. Bu politikasının sonucunda ortaya çıkan kanlı bir
olay, insancıl duygulara sahip bulunan 1. Alexander tarafından hafif bir şekilde
protesto edilmişti.
O sıralarda, tahtı gasbedilen eski Derbend Hanı Şeyh Ali'nin bir akrabası
(eniştesi, kayınbiraderi veya bacanağı), olan Abdullah, Kay-tag bölgesindeki
dağlarda yaşıyordu. Bölge henüz tam olarak itaat altına alınmadığından dolayı, baş
eğmemiş olan Dağlıların sebep ol¬dukları saldırı ve soygun olayları çok sık
oluyordu. Bu olayların baş sorumlusu olarak Abdullah gösteriliyordu. Fakat onu ele
geçirmek 'Çin yapılan bütün çabalar başarısızlıkla sonuçlandı ve sonunda, böl¬genin
kumandanı Grabbe, onu ölü veya diri ele geçirecek olana bir ödü| vadetti. Hski
Kaytag Usmisi Adil Giray'ın oğlu Mehmed Han, ba¬basının topraklann-in tekrar
kendisine verilmesi koşuluyla Abdullah'ın
',;-.i'\ ^
159
158 .
hakkından geleceğini söyledi. Yermolov'un izin vermesiyle harekete geçen Mehmed
Han, bir kaç arkadaşının eşliğinde, gizlice Abdullah' in yaşadığı yere kadar
sokuldu. O sıralarda Dağıstan'da adet olduğu şekilde ahır ve depo olarak kullanılan
alt kata el bombalan attılar Patlamadan dolayı Abdullah, eşleri, çocukları ve
hizmetkârları parça¬lanarak can verdiler. O sırada evde bulunmayan büyük oğlu Zoal
ve henüz kucaktaki bir çocuk olan en küçük oğlu mucizevi bir şekilde kurtuldu.
Olayı duyan Çar, Yermolov'a şöyle yazdı: "Bir suçlunun yanısıra 16 masum insanın
hayatının yitirilmesine yol açan bu ev bombalama olayı, bana tamamen kabul edilemez
geliyor!" Sâdık ku¬mandanı da ona şöyle bir cevap verdi: "Suçluyu yoketmek için
başka bir çare yoktu. Dahası, Abdullah'ı koruyarak evlerine alanlar ve onun
haydutluk etmesine yardım edenler de pek 'masum' sayılmazlar."
Dağıstan'ın her tarafında hüküm sürmeye başlayan barış hava¬sı, 1828'deki Türk
savaşına kadar devam etti. Fakat Kafkaslar, bam¬başka sorunlarla dolu bir ülkeydi
ve Yermolov da, gücü ne olursa ol¬sun, bir "Herkül" değildi. Artık dağların
fethedildiğini düşündüğü sıra¬da ormanlar ona meydan okuyarak gücünü hakîr gördü.
Yağmala¬nan, katledilen fakat asla baş eğdirilemeyen Çeçenler, Rusların
haka¬retleri ve Yermolov'un açıkça itiraf edilmiş olan "onların bağımsızlık¬larını
tamamen yoketme" niyeti dolayısıyla umutsuzluğun sınırlarına ' itildiler ve 1824
yılında açık olarak silaha sarılmak zorunda kaldılar. Dağıstandaki Rus işgalinin
etkisiyle uyanan, fakat bir süre için Rus top ve süngülerinin zoruyla örtü altına
itilen Cihad ateşi, Çeçen ormanla¬rında hazır bir ortam buldu. Zaten onlar arasında
uzun bir zamandır gelişmekte oian Rus nefreti ve memnuniyetsizlikleri had safhaya ,
ulaşmıştı. Ruslar, bu ve bunun benzeri olaylarda Kafkaslıları yönlen¬diren
etkenlerin başında Din'in geldiğini belirtmektedirler. Fakat gerçekte ise, bu rol
İkinci derecedeydi.(?) Çeçenlerin ayaklanarak si¬laha sarılmasının ilk sebebi,
İşgalciler, zalimler ve kendilerinin tanım¬lamasıyla medenîlerdi. Çeçenlerde
böylesine korkunç düşmanlıklar uyandıran şey, Ruslar ve onların davranışlarıydı.
Ruslara haksızlık et¬memek için onların, Dağlıları dinlerinden çevirmek için
baskıda bu¬lunmadıklarını da belirtmek gerekiyor. Fakat bu savaşlar sırasında
Müslümanlık inancının, çok büyük bir rol oynadığını kabul ediyoruz. Bu etki, zaten
alevlenmiş bulunan ateşe hava üflemek gibi bir işleV
yapıyordu. Eğer Ruslar, Kafkasya'ya barışsever ve dost komşular ola¬rak yaklaşmış
olsalardı "Müridizm" olayı ve "Gazavat" Kafkaslarda
yaşanmazdı.
Yermoiov, Hat'tı sağ ve sol kanat olmak üzere ikiye ayırarak ay¬rı kumandanlıklar
halinde düzenlemişti. Terek ve onun kollarının su¬ladığı toprakları içine alan sol
kanada Tuğgeneral Grekof kumandan tayin edilmişti. Yetenekli ve enerjik bir kimse
olan bu general, kendi şefinden de daha zâlim bir subaydı. 1818 yılında Grozny'in
tamam¬lanmasından beri kendisini, bütün kuvvetiyle Yermolov'un planlarının yerine
getirilmesine adamıştı. Kaleler inşa edilerek yollar açılmış ve ...altı yıldır
sürdürülen bu çalışmalar sonunda ormanlar kesilerek iç Dölgelere oldukça
yaklaşılmıştı.^ Düşman köyler basılarak yokedili-yor ve kendi geleneklerine son
derece bağlı bulunan bu insanlara zorla Rus kanunları uygulanmaya çalışılıyordu.
Kısacası Grekof, Yer-rpolov'un "avulları basmak, rehineleri asmak, kadın ve
çocukları bo¬ğazlamak" tehditlerini en sıkı bir şekilde yerine getirmek için çaba
harcıyordu. (Doubrovin, c.6,s.32O) Çeçenlerin hataları ne olursa ol¬sun, bu devreye
ait Rus belgelerini inceleyen herkes, (çünkü elimizde başka delil yok) Çeçenlerin
Rusların korkunç haksızlıklarına uğradık¬larını kabul edecektir. Bunun en doğal ve
hızlı sonucu da 1824 ayak-lanmasıydı. Hareketin liderliği, o sırada çok sevilen
birisi olan ve Dînî yönü de oldukça ağır basan Bipolat tarafından yürütülüyordu.
Hare¬ket kısa zamanda büyük bir hızla yayıldı ve bu davaya tam olarak İnanmayan
Çeçenler bile bu olaylara katıldılar. Burada gördüğümüz şu gerçek ortaya
çıkmaktadır: Müslümanlığın insanlara sunduğu bir şey vardı. O da, tek hasleti Dînî
tolerans olan bu düşmanın elinden kurtularak özgürlüğüne kavuşmaktı. Rus kumandanı,
boş yere her zamanki zalimane metodlarına baş vurdu. Halkın bağlandığı
liderle¬rinden birisi kırbaçlanarak Öldürülürken diğerleri de ölesiye kırbaç-
(5) Bu çalışmalar ve yoketme hareketleri, hemen hemen Velyaminofun önerdiği
şekillerde sürdürülüyordu.
160
landılar.(6) Çeçenlere karşı yöneltilen hiç bir ceza hareketi, onlarda ciddi bir
etki bırakmadı. Tam tersine bu durum, onlara daha fazla mücadele aşkı aşıladı.
Ayaklanma, Sulak'tan yukarı, Sunja bölgesine doğru yayılarak Aksay bölgesinde
yaşayan bir takım Kumukları da içine aldı. Grekof'un emrindeki askerler, böylesine
geniş bir bölgeye yayılmış olan bu tür bir hareketle başa çıkabilecek güçte
değillerdi. Buna rağmen bölgeye herhangi bir takviye kuvvetinin gönderilmesi de söz
konusu olamazdı.Çünkü Yermolov'un ele geçirdiği topraklar çok geniş bir alanı
kaplıyor ve buraların korunması için Rus askerleri, Dağıstan'da ve Transkafkasya'da
dağılmış bulunuyorlardı. Ayrıca, batıdaki Kabardeyler, Ruslarla savaş içinde
bulunuyorlar ve daha uzaklardaki Çerkeslerin de saldırıları bütün hızıyla devam
ediyordu. Grekof, hareketi bastırmak için oradan oraya koşuşturup durdu. Çe¬çenler,
her defasında onu atlattılar veya pek önemli olmayan yenilgi¬ler aldılar. Fakat 9
Temmuz 1825'cle Çeçenler, morallerini yükselten büyük bir başarı kazandılar. Rus
kumandanı, az bir kuvvetle o gün Aksay'a gelmişti. Köylüler, boyun eğmeyi kabul
ettiler. Fakat sonrala¬rı, köylülerin büyük bir bölümü kaçarak ormandaki
savaşçılara katıl¬dılar. Sayılan 2000 kadar olan karışık bir Kafkas birliği, aynı
gece, Te-rek'in 25 km kadar güneyinde küçük bir kale olan Amir Hacı Yurt'a
saldırdılar. Kale garnizonu aniden habersiz olarak yakalandı ve yapı¬lan savaşta
sayıları 184 olan askerlerin üçte ikisi öldürüldü veya esir edildiler. (Kavkazsky-
Sbornik, c.10, s.98) Ertesi günü, bu başarıların¬dan dolayı sayıları 5.000'e
ulaşmış bulunan Çeçenler, daha ela gü¬neyde bulunan Gerzel avul önlerine gelerek
kaleyi kuşattılar.(/) Ce¬sur ve atılgan bir subay olan Binbaşı Panteliyef
kumandasındaki 500
(6) Tutuş ve Erezhakof'e Kostek'de toplanmış bulunan insanlar tarafından 2000'er
kırbıç darbesi vuruldu. Taymİ Bipolar/ın en büyük yardımcısı, İnguşlar arasın¬
daki umudu, Rus ulaşım'yollarının elegeçirilemez baskıncısı ve oraların terör
adamı olan janbulat Çetçayef, sayıları 100Ö kadar olan askerler tarafından altı¬
şar defa kırbaçlandı. Bu esnada janbulat'a hiç bir tıbbî yardımda bulunulma-
clı.Son kırbaç darbeleri altında cansız düşerek can veren janbulat, diğerlerine
ibret olması maksadıyla darağacına çıkarılarak asıldı.(Kavkazsky sbornik c.10,
? s.81)
(7) Kavkazsky Sbornik dergisinin 106. ve sonraki sayfalarında Amir Hacı Yurt'un
düşmesi ve sonraki Gerzel olaylarıyla ilgili olarak geniş çaplı bilgiler verilmek¬
tedir.
161
Rus garnizonu, savunmanın elverişsiz olmasına, Çeçenlerin Aksay ırmağının yatağını
değiştirerek onları susuz bırakıp geceleri binbir güçlükle sağladıkları az
miktardaki suya bağlı kalmalarına rağ¬men büyük bir gayretle tekrarlanan Çeçen
saldırılarına karşı inatla direndiler. Nihayet General Lissanieviç ve Grekof
komutasında yeti¬şen 1500 kişilik bir takviye birliği, onları kurtardı.Lissanieviç,
Terek eyaletinin kumandanı olması dolayısıyla Grekof'un üstü durumun¬daydı.
Aceleyle toplayabildiği kuvvetlerle kalenin yardımına koşmuş¬tu. Ertesi günü Rus
kumandanları, hemen yakınlarında bulunan Ak¬say köyünün halkını kaleye çağırdılar,
kuşatma sırasında Çeçenlere katılmayan köylüler, kaleye gelerek de baş eğmemişler
ve savaş bo¬yunca şüpheli durumlarını muhafaza etmişlerdi.Lissanieviç aralarında
Ruslardan hoşlanmayan kimselerin de bulunduğu köyün ileri gelen¬lerinden ve
yaşlılarından oluşan bir liste elde etmişti. Amacı, bunları tutuklayarak
cezalandırmaktı. Yerlilerin yapı ve karakterlerini daha iyi biten Grekof,
arkadaşını uyararak onun daha tedbirli davranması¬nı önerdi ve sadece Kumuk halkını
rencide ederek onların Ruslara besledikleri duygulan kötüleştirecek bir hareketin
hatalı olduğunu belirtti. Fakat onun "üst"ü durumundaki Lissanieviç, bu tür
hirtarUş-rnayı kesinlikle reddederek eski tavırlarını sürdürdü. Ayın 16'sında,
öğteden sonra kale kapısında görünen 700 kadar köylü, içeri alınarak kumandanların
huzuruna çıkarıldılar. O sfrada garnizonun büyük kısmı, dışarıda odun kesiyor ve ot
biçiyor olmasına rağmen pek koru¬ma tedbirleri alınmamıştı. İki Rus generali,
geçici karargahlarından dışarı çıkarak bir kaç subayın eşliğinde, çoğu silahlı olan
Kumuklara doğru yürüdüler. Dağlı dilini iyi konuşan Lissanieviç, bir anda onlara
söverek en ağır hakaretleri yağdırmaya ve ihanetin en büyüğüyle suçlamaya başladı.
Aralarında en suçlu olanlarını yokedeceği tehdidi¬ni savurarak elindeki listeden
adlarını okuduklarını ileriye çıkmaya ve silahlarını vermeye çağırdı. İsimleri
okunan ilk ikisi, öne çıktılar ve hiç bir kelime etmeden kinjalleriniia> verdiler.
Fakat sırat baş suçkı sayılan
iki ağızlı ve ucu sivri olan bu Dağlı kaması, bazen Öyle ağır ve büyük olurdu ki,
"kısa kıliç" adını haklı çıkarırdı. Bununla insana dürtmek Kafkaslılar arasında
aşağılık bir hareket sayılırdı. Kafkas silahları o kadar ünlüydü ki, 1831 yılında,
Rus hükümeti tarafındanZlato-usf da çalışarak çelik yapımını Öğrenmek ama¬cıyla
Tiflis'e adamlar gönderilmişti. Yine de buralarda özellikle eski italyan yapı¬mı
olan silahlar daha çok rağbet görüyordu (Akti, c.7,s.343)

162
Utçar Hacı'ya gelince yerinden kımıldamayı reddetti. Buna ek ola¬rak, kendisine
emredildiği halde silahını çıkarıp vermeyi kabul etmç-di. Bunun üzerine Crekof'un
kendisi de, sinirlerine hakim olamadı ve adamlarına bu kişiyi zorla silahtan
arındırmalarını emrederken Hacı' nın yüzüne şiddetle vurdu. Göz açıp kapayıncaya
kadar kısa birsüre içinde kinjalını çeken Utçar, onu Grekof'un midesine
daldırarak anında öldürdü. Arkasından Lissanieviç/e dönerek ona da iki kere
sapladı. Bu general de, bir kaç gün sonra öldü.Bununla da yetinme-' yen Utçar, en
sonunda çevresindekiler tarafından parçalanıncaya kadar İki subayı daha ağırca
yaraladı. Olayın, daha Önce planlanan bir suikast olmadığı açıktır. Çünkü
köylüleri, Utçar'a yardım etme¬dikleri gibi, kaledeki küçük Rus birliğini de
yoketmeyi düşünmemişler ve bunun yerine dehşet içinde kaleden kaçmışlardır. Bununla
bera¬ber, duvara tutunarak ayağa kalkmayı başaran Lissanieviç, "Öldürün onları!"
diyerek bağırmaya başladı. İçerideki askerler de kaçanların arkasından ateş ederek
koşmaya başladılar. Dışarıda çalışan asker¬ler, kaleden çıkan bu kalabalığı görünce
onların peşlerine takıldılar ve bunların hiç biri suçlu olmamasına, bir çoğu da
ateşli Rus taraftarları olmalarına rağmen büyük bir kısmı öldürüldü.
.163
BOLUM 10
1826-1827
Yermolov, Hafta dönüyor-1.Alexander'in ölümü-İran sava-
şı-Rus felaketleri-Yermolov'un pasifliği-Paskieviç-Madatof
un Şamhor'daki zaferİ-Yermolov, Kafkasları terkediyor-Ka-
riyeri ve politikası... ?
Bu trajik olayın haberleri, Yermolov'a Tiflis'te iken ulaştı. O sıra¬larda uzaktaki
Kuban bölgesinde bulunan Velyaminof'a hemen ha¬ber göndererek Lissanieviç'in yerini
almasını emretti..Birkaç gün son¬ra kendisi de dağları aşarak Vladikavkaz'a geldi.
Burada kısa bir süre hastalık yüzünden oyalandı. Fakat Ağustos ayında Grozny
önlerinde göründü. Bu arada yolu üzerinde bulunan, kendisinin veya Grekof'un
yaptırmış bulunduğu bir takım küçük kaleleri de Çeçenlerin eline geçmesi ihtimaline
karşı boşaltarak yıktırdı. Yürüyüşüne devam eden Vermolov, Vnezepnaya önlerine
gelerek bu kalenin de hacmini kü¬çülttü. Bu sırada Bipolat tarafından tehdit
edilmeye başlayan Crozny'e ikinci defa gelen Yermolov, kendisinin daha önce
yıktırdığı Gerzel ve Aksay'ın yerine Taş-kitşov'da yeni bir köy ve kale kurmaya
karar verdi. Yeni seçilen bölge, dağlardan ve ormanlardan uzak Ku-^uk ovastndaydı.
Böylece Çeçenlerin ormandan çıkarak kolayca ka-leye sokulmaları önlenerek savunma
şartları geliştirilirken Kumuklar
165
164
da, daha sıkı kontrol altına alınabileceklerdi. Amir Haci Yurt da yeni¬den daha
sağlam olarak inşa edildi.(1)
Çeçenleri dize getirebilmek için Transakfkasya'dan 7.000 asker takviye olarak
getirtidi. Fakat daha sonraki olaylar, bu kararın çok yanlış olduğunu ortaya
koymuştur. 1825 yılının geri kalan ktsmı, bu tür yıkım ve onarım işleriyle geçti.
Fakat çok Önemli savaşlar yaşan¬madı. Aralık'da meydana gelen bir olay, Yermolov'un
bundan sonra¬ki kariyeri ve yaşamı için bir felaket olacak gelişmelere yol açtı. Bu
olay, 1.Alexander'İn Ölümüydü. Çar, aniden Taganrog'da ölmüş ve yerine herkesin
beklediği gibi kardeşi Konstantin değil de, onun kü-Çüğü 1. Nikola geçmişti. Bunun
sonucu olarak St. Petersburg'da De-kambrist isyanı patladı. Bu arada yanılan
Yermolov, iahta doğal ola¬rak Konstantin'tn geçeceğini tahmin ederek askerlerine
ona bağlılık yemini ettirmiş, fakat daha sonra durum aydınlanıp da tahta 1 .Niko- ?
la'nm geçtiği anlaşılınca Yermolov, hemen hatasını düzeltmiş ve as¬kerleri de, bu
değişikliği itirazsız kabul etmişlerdi. Ne var ki Nikola'nın Şüpheleri bir kere
uyanmıştı. Bilinen gerçek şu ki; saltanatının hemen başlangıcında veya kısa bir
zaman sonra, Kafkasya'dakrbu kuman- , danına ne bir sevgi gösterisinde bulundu ne
de onu destekledi. Yer¬molov'un sayısız düşmanları, onu Çar'ın gözünden düşürmeyi
başar-, mıstardı.'-2' Buna rağmen Yermorov, bir süre İçin görevinde kaldı. Böylece
Çeçenistan'daki ve Kafkasya'deki son seferini yaptı.
Her zamanki gibi başarılı(!) bir şekilde Çeçenlerin köylerini ya¬karak, ormanlarını
yokederek onları cezalandırdı. Bir çok küçük çap¬lı çarpışmalarda onları yendi.
Fakat Çeçenler, asla bir "savaş"ı kabul ederek ona istediği zaferi tattırmadılar ve
baş eğmediler. Yermolov, çok seyrek olarak bazı merhamet gösterilerinde bulunarak
onları kendi tarafına çekmeye çalıştı/31 Dışarıdan görüldüğü kadarıyla ba¬ti)
Çar, Çeçenistan'daki bu olaylardan çok rahatsızlık duymuştu. 18 Ağustos 1825 'de
Yermolov'a yazdığı bir mektupta onun emrine, şimdiye kadar duyulmama bir olay
olarak 6Q.00O asker verdiğini belirtiyor ve bu koşullarda somut şeytef beklediğini,
askerlerinin de düzeni sağlamak İçin yeterli olacağına inandığ"" söylüyordu.
(Kavkazsky Sbornik, c.1Û, s.221>
(2) 1326 yılında Çar, Dİebrtsch'e şöyle yazıyordu: "Üzgünüm, fakat içlerinde en
az
Yermolov'a güveniyorum."
(3) Yermolov'un metodlanndan biri olup da arkadaşı Davdov tarafından uygula"3"
yol şöyleydi: Çok sayıdaki Çeçen kadınlarını yakalamak ve bunların en giizei'6'
riyle askerlerini evlendirmek ve kalanlarını da bir rubleye satmaktı. (Pogoo"1'
s.333)
şanları tamdı. Hafta, bir an için yeniden barış sağlanmış ve hiç bir yerden
"Gazavat" sesi işitilmez olmuştu. Kafası son gelişmelerle dolu bulunan Yermolov,
talihin onun için neler hazırladığını bilemeden Tiflis'e döndü.
Artık 1826 yılının yazına girilmişti. Bu sırada, Gülistan anlaşma¬sına bir türlü
razı olamayan İran ile sınır sürtüşmeleri, son haddine ulaşmıştı. Yermolov'un büyük
bir başarıyla tamamladığı sanılan bu görevi, aslında bir başarısızlık örneğiydi. Bu
anlaşmadan dolayı İran¬lılar o kadar m uzda rip olmuşlar ve Ruslara karşı öfke
duymaya baş¬lamışlardı ki, uzağı görme yeteneğine sahip kimseler, ilişkilerin
kop¬ma noktasına doğru gittiğini sezmeye başlamışlardı.^ Rus Başku¬mandanı da aynı
fikirde olduğundan dolayı uzun bir müddettir St. Petersburg'dan takviye
kuvvetlerinin gönderilmesi için raporlar yazıp duruyordu. Fakat ne Çar, ne ele
dışişleri bakam Kont Nesselrode, bu kadar kısa bîr zaman içinde İranlıların Rusya
ile yeniden bir savaşı göze alabileceklerine inanmıyorlardı. (Pogodin, s.252 ve
Akti, c.6, s.321) Fakat yine elebir savaş durumunda eldeki kuvvetlenn herşeyin
üstesinden geleceğine kani bulunuyorlardı. Bu yüzden, yeni kuvvet¬lerin
gönderilmesi yerine Kont Menşİkov, zengin hediyelerle donatı¬larak Çar'ın tahta
geçişini duyurmak ve İran ile olan ilişkileri dostane bir hale getirmek amacıyla
Tahran'a yollandı. Bu davranışlarından dolayı onlar haksız, Yermolov ise,
görüşlerinde haklıydı. Ne varki bu tutumları, onu efendisinin gözünde daha da suçlu
bir duruma düşür¬dü. Çünkü İran ordusu, Abbas Mirza'nın komutası altında 19
Tem¬muz'da Karabağ'ı ele geçirdiğinde Rus ordusu, sürpriz sayılmasa da oldukça
hazırlıksız yakalanmıştı. Doğru, henüz savaş ilan edilmemiş ve Çar'ın özel
temsilcisi, İran'dan ayrılmamıştı. Fakat Yermotov ka¬dar kimse, bu doğuluları ve
onların metodlarını bilemezdi. Uluslara¬rası nezaket kuralları bu insanları pek
ilgilendirmezdi. Yermolov, eğer saraya daha önceleri onları uyardığını söyleseydi
kendisine yö¬neltilecek şu soruyla yıkımı tamamlanacaktı: "Mademki İran'ın savaşa
Tahran'daki Rus temsilcisi Vatsenko, 30 Mayıs 1025'de; "Burada herkes savaş¬tan
bahsediyor." diye yazıyordu. (Aktİ c.6, s.314) Ayrıca, Rus ajanı Mazaroviç'in
Tahran'dan olaylarla ilgili yazdığı mektuplar, bu konuda bilgi veriridir. {Aktic,
6, S.310)
i1*
166
167

gireceğinden bu kadar emindin, neden en hayatî önlemleri alarak gerekenleri


yapmadın?" Bu sırada Rusya'ya dönmekte olan Mensi-kov, Erivan Serdarı tarafından
yolundan alıkonuldu. Fakat İngiliz ba¬kan MacDonald'ın araya girmesiyle serbest
bırakılabildi. Halbuki Ruslar, onu savaşı çıkarmakla suçlamışlardır. (Akti, c.6,
s.361-376)
Sınır eyâletleri olan Bombak ve Şuragel, Erivan askerleri tarafın¬dan işgal
edilirken Karabağ da Abbas Mirza'nın ordusu tarafından is¬tila edildi. Geniş bir
alan üzerinde küçük gruplar halinde dağılmış bu¬lunan Rus askerleri hazırlıksız
yakalanarak bir çok yerlerde tamamen imha edildiler. Gümrü (Alexandropol)
kuşatıldı. Fakat garnizon, ka¬çarak kurtulmayı başardı. Diğer taraftan 1000 kadar
asker, Kotlia-revsky'in günlerini unutarak silahlarını indirip teslim oldular.
(Akkara-çay ırmağı kıyılarında) ardından Şuşa kuşatıldı. Fakat kalenin cesur '
komutanı Albay Reout, Binbaşı Klug von Klugenav'ın da başarılı des¬teğiyle (Bu ismi
daha sonra Dağıstan'da sık sık İşiteceğiz) altı hafta süreyle kuşatmaya dayanmayı
başardı. Şuşa'nın dayanması Gürcis¬tan'ı büyük bir tehlikeden kurtardı ve istila
edilerek nüfusunun büyük kısmı başka yerlere gönderilen Karabağ'ın durumuna
düşmesini ön¬ledi. Elizavetpol (Ganja) fazla direnmeden kapılarını İranlılara açtı.
Uzaklardaki Lenkoran kalesinin muhafızları, kaleyi terkederek küçük bir adaya
sığındılar. Baktı kuşatıldı, fakat büyük bir baraşıyla savu¬nuldu. Rus bölgelerinde
ateş ve dehşet saçan, sadece İranlılar değil¬di. Bu sıralarda Rusya, Türkiye ile
barış halinde bulunduğundan res¬mî bir anlaşmazlık yoktu. Fakat hepsi birer müthiş
binici ve baskıncı olan Kürt süvarileri, Osmanlı makamlarının kışkırtmasıyla olmasa
da, en azından onların göz yummalanyla Ekatereenenfeld'deki Alman kolonisini
basarak yokettiler. Öldürülmeyen bir kısım koloni halkı da, yaşamları boyunca
sürdürecekleri bir köle hayatına başalngıç olarak satılmak üzere İstanbul veya
diğer merkezlere gönderdiler.15'
Bütün bu süre zarfınca Yermolov'un nerede olduğu ve ne yaptı¬ğı sorulabilir. Bu
soruya verilebilecek cevap, onun en yakın arkadaş-
(5) Konuyla ilgili raporunda Yermolov, çok sıkı garantilere rağmen Ahtska
Paşası' .nın da Aralık 1826'ya kadar 3 koloniciyi alıkyoduğunu ve bunların daha
son<a bir Ermeni tarafından satın alınarak serbest bırakıldıklarını belirtmektedir,
(Aktic. 6, s.360)
larının bile pişmanlık ve üzüntü duyacakları bir şeydi. Yermolov'un yaptığı tek
şey, Tiflis'te oturarak savaşanlara ne pahasına olursa ol¬gun dayanmalarını
emretmek olmuştur. Bu tür emirleri, bütün ku¬mandanlara yollarken en ufak bir
ihmali görülenleri de büyük bir şid¬detle cezalandıracağını ekliyordu. Yâni onun
esas meşgalesi, Trans-kafkasya'da emrinde bulunan 35.000 askerle bölgeyi savunmanın
ümitsizliğini düşünmek ve Rusya'ya acil olarak takviye isteklerinde bulunmakla
sınırlı kalmıştır.^ O sırada, tahta çıkma törenleri yüzün¬den Moskova'da bulunan
Çar 1.Nikola, Yermolov'un istediği 2 piya¬de tümeni askeri göndermeyi imkânsız
bularak sadece Kırım'daki 20. piyade tümeniyle 6 Don Kazak süvari alayını
göndermeyi kabul etti. Yermolov'a da o sırada Gürcistan ve Erivan sınırında bulunan
15.000 askeri hemen toplayarak Erivan Hanlığı'nı ele geçirmesini emretti. Fakat
Başkumandan, Karabağdaki durum düzelinceye kadar o tarafa hareket etmeyi imkânsız
buldu. Çünkü Tiflis, hâla o yoklan Abbas Mirza'nın saldırısına uğrayabilirdi.
Raporunda, kendisinin sa¬vaşın sebepleri olarak gördüğü şeyleri halkın Dînî
inançları olduğunu belirtiyor ve bölgede sadece Hıristiyan olan Gürcülerin savaş
dışı kal¬dığını söylüyordu. (Aktİ, c.6, s.358) Gelişen bu olaylardan son derece
etkilenen Çar, eski fikrinde ısrar ederek Yermolov'un emrindeki kuv¬vetlerin bir
saldırıya yeterli olduklarını söyleyerek onun saldırıya geç¬mesini yeniden emretti.
Bütün bu olaylar ve Yermolov'un saldırıya geçmemesinde direnmesinden dolayı hayal
kırıklığına uğrayan Niko¬la, zaten uzun bir süredir Yermolov'un hareketlerini
olumsuz yönler¬de yorumlamaya meyilli oludğundan onun askerî yeteneklerinden şüphe
etmeye başlayarak Kotilarevsky'e eski zaferlerine yenilerini eklemek fırsatını
vermek isteyerek ona kumandayı teklif etti. Fakat diğeri, daha önceden aldığı
yaralar yüzünden (Lenkoran'ın alınışı şi¬fasında) görevi kabul edemeyince Çar,
gözdesi Paskİevİç'i onun yeri¬ne atadı. Yermolov'un kaderi artık mühürlenmişti.
(Akti, c.6, s.361)
Yermolov, bu felaketli durumda Acemlere karşı çıkmayarak ha¬reketsiz kalmasını
Çar'ın kendisi hakkında beslediği güvensizlik duy¬gularını öğrendiği zaman şoke
olarak felce uğradığını söyleyerek
Savaşın çıktığı sırada Rus birliklerinin yerleri ve konumlarıyla sayıları Potto
tarafından ayrıntılı olarak verilmektedir, (c.3, s.115 not.)
'*/
168
169

açıklamak istemektedir.(7> Bu sırada Tiflis'te korku ve memnuniv sizlik, gittikçe


artarak en sonunda bir kadının şahsında patladı V I bir kadın olan Prenses Bebutov,
erkeklerin yerine getirmekten kar dığı bir görevi; insanlarının bu ortam içinde
duydukları korku ve deh seti açıklamayı üzerine aldı. Kendisi, İran Şah'ı Muhammed
Ağa Han'ın korkunç işgaline ve Dağıstanlıların sürekli yaptıkları akınlara şahit
olmuştu. Bu yeni gelişmeler karşısında tüm Gürcistan, geçmiş¬teki bu felaketlerin
tekrarlanması korkusuyla titrerken sadece isminin düşmanlarını dehşete düşürdüğünü
söyleyerek övünen Rus kuman¬danı da, büyülenmiş gibi sarayında hareketsiz olarak
oturuyordu. Yermolov, bu ihtar üzerine sonunda harekete geçebildi. Büyük bir şans
eseri olarak, o sırada f yatigorsk'dan {Kabardey bölgesinde şifalı sıcak sularıyla
ünlü bir yer) yeni dönmüş olan Madatof'u bir oncu birliğiyle ileri gönderirken her
zamanki gibi ona sıkı tembihlerde bu¬lunarak üstün sayıdaki düşman kuvvetleriyle
asla savaşa kapışma¬masını emretti. Fakat sonuç, her zamanki gibiydi ve Yermolov'a
daha önce yöneltilen suçlamalara haklılık kazandırarak kuvvetlendirecek
nitelikteydi. Maclatof, 2 Eylül'de, Şamkur'da (Ganja'ntn kuzeyinde) 20OO kişilik
ordusuyla neredeyse beş misli olan Acem ordusuna karşı bir zafer kazandı. Şıışa
kuşatması kaldırıldı ve-Ruslar, yeniden Eliza-vetpol'a girdiler. Ruslar,
kendilerine olan güvenlerini bir dereceye ka¬dar yeniden kazandılar. Ayın 10'unda
Kafkaslara ulaşan Paskieviç, doğrudan Çar'dan emir ve direktifler alarak savaş
alanındaki kuvvet¬lerin kumandasını üzerine aldı. Bu sırada yetişen takviye
kuvvetleri¬nin etkisiyle Kafkas ordularının üzerindeki ezici baskılar bir miktar
azaldı. Paskieviç'in 10 Eylül'de Tiflis'e ulaşmasından birkaç gün sonra Madatof'un
küçük ordusunun da katılmasıyla sayısı 8.000'e ulaşan askerleri ve 24 topla
Ganja'nın 25-30 km kadar batısındaki Akstafa ırmağı kıyılarında, 14 Eylül'de
60.000(!) kişi oldukları tahmin edilen, 26 topa sahip oldukları ileri sürülen esas
Acem ordusunu yenilgiye uğrattı. Ruslar, büsavaş sırasında Acem toplarına İngiliz
subayları ta-
(7) Yermolov, Çar'a yazdığı bir mektupta bu duygularını
açıklayarak çağrılmasını istiyordu. (Pogodni, s.377)
rafından kurnanda edildiklerini ileri sürdüler/81 İki tarafın da kayıpla-rî oldukça
azdı. İranlılar, üçte biri esir olmak üzere 3.000 kadar kayıp verdiler. Rusların
kayıpları da, ölü ve yaralı olmak üzere 12 subay ve 285 erdi. Fakat zaferin
sağladığı moral etkisi, bütün kazançların üs-tündeydiH<otliarevsky ve Kariaghin'in
günleri geri gelmişti artık! Rus¬lar, yeniden yenilmez ve erişilmez olmuşlardı!
Savaşın bundan son¬raki neticesi hakkında artık şüphe edilemezdi.
Yermolov'un durumu artık tamamen dayanılmaz bir hal almıştı/91 Gerçi
Transkafkasya'da hakîm olan esas kumandan Yermolov'du. Fakat savaş alanında bulunan
Paskieviç'in doğrudan Çar'dan emirler alarak hareket etmesi, onun yetkilerini
oldukça kısıtlıyordu. Bu koşullarda ikisinin arasındaki ilişkilerin gün geçtikçe
gerginleşeceği bilinen bir gerçekdi. Yermolov, 26 Aralık 1826 tarihli günlüğünde
Paskieviç ile Tiflis'te buluşması ile ilgili olarak şunları yazmıştı: "İlk
karşılaştığımızda yüzündeki memnuniyetsizlik ifadesini anlamak zor değildi. Gerilen
hava, niyetlerim ve planlarım hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istediğini
belirttiği zaman daha da güç kazandı. Ona onun tavsiyelerine ihtiyacım olmadığını
söyleyerek karşılık verdim. Astların, sadece bir kurul tarafından kendilerine bir
konuda bir şey soruldukları zaman konuşmaları gerektiğini ve o zaman da yalnız
kendisi gibi üst dereceli subayların değil, fakat çok daha alt derecelerdeki
kişilerin de dinlenebileceğini söyledim. 'Fakat yine de bu tür durumlar pek sık
olmaz ve şu anda da böyle bir konumda değiliz.'dedim. İmparator'un, ikimizin de
savaş ile ilgili düşüncelerini bilmekten mutluluk duyacağını söyleyerek benim bu
konudaki görüşlerimi ortaya koymamı istedi. O'na, kendi planlarımı ayrı olarak
göndereceğimi ve isterse kendisinin de aynı yolu izleyebileceğini ifade ettim.
Böylece Çar'ın, hangimizin önümüzdeki
(8) Gerçekten de kraliyet topçu birliklerinde çavuş olarak görev yapan Dawson
adlı bir İngiliz topçusu bu savaş sırasında görev almış ve savaş yitirilıp de İran
ordusu dağıldığı ve topçular da toplarını terkettikieh zaman Dawson'm
gayretleriyle 14 top kurtarılmıştır. Fakat savaş alanında başka bir İngiliz subayı
bulunmamıştır. (Monteith s.7&)
(9) Nikola, 24 ekim 1026 tarihli bir mektubunda Yermolov'u, kendisine emredild
iği
halde dört veya beş günde bir rapor göııdermemekle itham ediyor ve onu
şiddetli bir şekilde azarlıyordu. (Akta, c.6, s.384)
170
171

sorunlara daha iyi baktığımızı anlayacağını belirttim. Bu cevap, onun bana duyduğu
kızgınlığı daha da arttırdı/10*" St. Petersburg ile direk ilişki içinde bulunan
Paskieviç, bölgedeki bu olumsuz gelişmeler ve meydana gelen olayların sebebini,
Tatar hanlıklarının Ruslara karşı duydukları nefrete bağlar ve Acemleri savaşa
'zorlayan sebeplerin sorumlusu olarak Yermolov'u görür ve onu suçlar.(1ı)
Paskieviç, Yermolov'u, entrikalar çevirmek ve kendisini engellemekle suçlayarak en
sonunda ya kendisinin ya da Yermolov'un buradan gitmesi gerektiğini söyledi.
Aceleyle karar vermek istemeyen Çar, Kont Diebitsch'i, durumu incelemek ve düşman
kumandanlar arasındaki anlaşmazlığı bir sonuca bağlamak amacıyla tam yetkili olarak
Kafkasya'ya gönderdi. Yermolov, hâla kendisinin haklı çıkabileceği umuduna sahipti.
Fakat sonunda herşeyin bittiğini .anlayarak istifasını verdi. İstifası, Çar'ın
Paskieviç'i Başkumandan olarak tayin ettiği 29 Mart 1827'cle kabul edildi.
Diebitsch, hâiz olduğu yetkiye dayanarak Yermolov'u görevinden aldı. Zaten kendisi
de, ayın 7'sinde Yermolov'a sert ifadelerle dolu zalimane bir mektup yazmıştı.
"Majesteleri, sizin âsi Tatarların idamlarına ait raporunuzda, Haşmetmeap'ın
kulağına çalınan bazı söylentileri doğrulayan şeyler bulmuştur. Majesteleri,
tenezzül ederek bana, size bu ülkenin insanlarını itaat altına almak veya
bulundurmak için seçtiğiniz keyfi yöntemlerin hedeflerine ulaşmadıklarını söylememi
emrettiler. Zaten kendileri, bu metödlann tamamen arzularının hilafına olduklarını
belirtmişlerdir. Şu anda İranlılarla savaş halindeyken çıkan bu İsyanlar, durumu
açık bir şekilde ispatlamaktadır. Ülkemizin güçlerini kötüye kullandığınız için
yüksek Majesteleri tarafından sizi en sert bir Şekilde kınamak için
{\0) Yukarıdaki açıklamalarından sonra, Davidov ve diğerlerinin iddia ettikleri
gibi Yermolov'un çok asil bir davranışla, vatanseverlik duygularıyla taşarak ve
gönüllü olarak kendisini feda etmesi pahasına, Paskieviç'e tüm planlarını ve
bilgilerini aktararak kendisinin zekâ ve emeğiyle hazırladığı zaferlerin
çelenklerinîn toplanmasına onu gönderdiğine inanmak çok güçtür. (Pogodin, s.351)
(11) Sınırda çıkan bu çarpışmaların meydana gelmesinde Yermolov'un iranlılara karşı
duyduğu olumsuz hislerin ve bakış açısının rolü inkâr edilemez. Bu konuda onun
Velyaminof ile olan yazışmalarına da bakılabilir. (Aktı, c.6, s.245-277, 283, 284,
286, 288)

emrolundum." diye yazıyordu, Diebitsch bu mektubunda. (Akti, c.6f


s.527)
29 Mart 1827wtarihinde, bir zamanların, kendi deyimiyle güçlü prokonsülu (umûmu
vali), rica ederek istemek zorunda kaldığı bir refakat birliği eşliğinde'12'
Tiflis'ten ve bir kaç gün sonra da Kafkasya'dan bir daha dönmemek üzere ayrıldı..
Taganrog'da 1,Alexander'in öldüğü yeri görmek için bir süre durdu ve orada şöyle
söylendi: "Seninle bütün iyi talihimin gömüldüğü adam!" (Bogodin, s.354)
Hayatının geri kalan kısmını mütevazı bir emeklilik yaşamı süre¬rek, önceleri
Orel'de sonraları ela Moskova'da geçirdi. Ve zaman geçtikçe Yermolov, ordunun bir
putu olmaya başladı. Hataları ve ba¬şarısızlıkları unutularak sadece zaferleri
hatırlandı. Kendi çağdaşla¬rından çok daha uzun ömürlü olan Borodino, Kulm ve Paris
savaşla¬rının kahramanı, geçmişteki zaferlerin yaşayan bir anıtı oldu. Bu du¬yulan
büyük vatanseverlik, Ruslara 1812 yılında tarihlerinin en Övün¬dükleri sahnesini
yaşatmıştı. Yermolov, 1861 yılında 85 yaşında öldü¬ğü zaman Rusya, bu sevgili oğlu
için yas tuttu. Onun Kafkasya ile il¬gili kariyeriyle ilgilenirken kabiliyetleri ve
başarılan hakkında kesin ve doğru bir karara varmak güçtür. Fakat hataları ve
yenilgileri oklukça açıktır.
Çok az kayıplar karşılığında büyük başarılar kazanarak Dağıstan'ın büyük bir
kısmını Rusya'ya bağladı. Çeçenleri devamlı olarak cezalandırarak katletmesine
rağmen onlara baş eğdiremedi. Grozny, Vnezepnaya ve diğer kuşatıcı kaleleri kurarak
geleceğin kanlı savaş alanlarını şimdiden kuvvetlendirmiş oldu. Acem ve Tatar
hanlıklarının büyük bir kısmını Rusya'ya katarken İran'a inanılmaz bir şekilde katı
ve kibirli davrandı. Fakat onun bu metodları ve başarıları, bir yandap İran'ın
savaşa girmesine ve hanlıkların isyan etmesine sebep olurken, diğer taraftan da
Dağlılar arasında Dinî ve millî
Yermolov, yolculuğuyla ilgili olarak şöyle yazıyordu: "Yeni yöneticiler, bana
karşı o kadar ilgisiz davrandılar ki, Tiflis'ten ayrılmak için herkese hazırlanan
arabalar bana sağlanmadı. B^n kendim rica ederek bulmak zorunda kaldım. Yollardaki
askerî istasyonlardaki görevli memurlar da, bana itaat etme alışkanlığıyla gerekli
ihtiyaçlarımı karşılıyorlardı. (Pogodin, s.353 Yermolov'un günlüğünden)
172
173

(14)
bağımsızlık fikirlerinin fışkırmasına ön ayak oluyordu. Bu akım, "Mü-ridizm" adı
altında Dağıstan ve Çeçenistan'ın birbirlerine düşman olan ve tek başlarına zayıf
bir halde bulunan kabilelerini birleştirerek kuvvetli bir bütün haline sokmuş ve
gelecekte, 40 yıl sürecek olan kanlı mücadelenin ana kaynağını oluşturmuştur. Bu
süre içinde Da¬ğıstan hızla Rus boyunduruğunu atarak 1859 yılına kadar
İmparator¬luğun gücüne meydan okudu.
Şimdiye kadar birbirinden bağımsız partizan liderler tarafından (veyahut Rusların
onları adlandırdığı gibi "haydutlar"), sadece yağma amacıyla sürdürülen akınlar ve
baskın hareketleri, bundan sonra en azından Yermolov kadar yenilmez ve yetenekli
olan bir lider tarafın¬dan yönlendirilerek bir milletin bağımsızlık savaşları
haline getirildi. Eğer gelecekteki bu uzun ve kanlı mücadelenin kaçınılmaz olduğunu
kabul edersek Yermolov ile Velyaminof'un Rusların nihai basanlarının temellerini
attıkları söylenebilir. Fakat gelecekteki olaylardan onun ne kadar habersiz olduğu
Çar'a yazdığı mektuplardan anlaşılmaktadır-. "Haşmetmeap, er veya geç bu işi yapmak
zorunda kalacağız. (Sunja bölgesinin itaat altına alınması) Bu işi yerine getirmek
için şu anda hakim olan banş ve sessizlik havası çok uygundur. Kafkas Hattı
ko¬runmalıdır ve benim de en büyük emelim, sizin hükümdarlığınız za¬manında bölgeyi
emniyet altına alarak gerekli sükuneti sağlamaktır." diyordu, Yermolov. Hiç de
küçük olmayan problemlerle uğraştıktan sonra Çar'daıi istediği izinleri aldı ve
istediği kaleleri kurdu. Fakat bölgede nasıl bir "sükûnet ve emniyet" sağladığı
daha sonraki yıllarda daha açık olarak görülecektir. Müridizm'in ilk doğuşu ve
gelişmesi, kendi zamanlarında olmasına rağmen, bu akımın nasıl bir gelecek
hazırladığını ve ona göre incelenerek alınması gereken tedbirlerin neler olması
gerektiğini ne Yermolov, ne de Velyamınof anlayama¬mışlardır.
Ruslara göre Yermolov, sahip olduğu parlak yetenekler sayesinde, Kafkasya'ya gelir
gelmez Rus hakimiyetinin bölgedeki tüm hanlıkları içine alarak İran sınırına kadar
ulaşmasını ve böylece tüm Kafkasya'yı kapsaması gerektiğini anlamıştır. Fakat onun,
bu amaçlara ulaşmak için uyguladığı metodların niteliği en azından
sorgulanabilirler.*13) Büyük bîr ihtimalle Rus şovenleri, iyiliksever 1 .Alexander,
Paskieviç, Amiral Mordovin, General Rteeshtcheff ve bir çok diğerlerinin,
Kafkaslılara karşı gösterdikleri daha ılımlı ve âdil davranışların, bu savaşçı ve
özgürlüklerine düşkün insanları yola getirmekte ve düzeni sağlamakta daha etkili
olacaklarını asla kabul I en meyecekl erdir. Belki de bu varsayım doğru olabilir.
Fakat olaya Hıristiyanlık ve insanî açılardan baktığımız zaman Yermolov'un
davranıştan ve politikası kişisel olarak eleştirilebilecek olmasına rağmen, olaya
bir bütünlük kazandırarak tüm dünyadaki gelişmelere baktığımız zaman, benzeri
gelişme ve uygulamaların dünyanın bir çok yerinde de olduğunu görürüz.'14-
(13)
Kendiside zalim bir yönetici olan l.Nikda bile, Yermolov'un, kumandı bölgesi
altında bulunan Dağlılara yaptığı muamelelerden rahatsızlık duyuyordu. 2'! Temimiz
1f,2f>'da Yermolov'a yazdığı kızgınlık dolu bir mektupta Çerkesleıe kaışı korkunç
bit haksızlık ve zulüm gösteren general Vkısov'ım" askerî mahkemede yargılanmasını
istemiş ve kaidesi 1.Ale*andeı'in politikası olan insancıllığı kendisinin de
izleyeceğini kesinlikle belirtmiştir- (Pogodin, s.3S!l) Ve yine kumandanına yazdığı
başka bir mektupta; "Düşmanlarımızdan onlar gibi
intikamlar alacağımıza onları affetmek daha. iyidir!" eliyordu. (Age, s."İG3)
"Yermolov zamamnda, Ruslara karşılık Özgürlük mücadelesi veren Çerkesler, savaşan
bir taraf olarak değil, fakat devlete karşı gelen iç düşmanlar olarak
değerlendirilir ve en umutsuz durumlarında bile onlara aman verilmezdi. İnsanî bir
deyim olan; "Yere düşene vurulmaz!" sözü, Ruslar tarafından asla
hatırlanmadı. Sanki Suvarov'dan sonra ileri gideceğimize daha da geriye gitmiş ve
insancı! bîr yapı kazanacağımıza daha da zalimteşmeye mecbur olmuştuk!" (Kavkazsky
Sbornik c.10, s.437) Not: Bu konuda Rusların bu İtiraflarından başka ne
söylenebilir? (Çev.
Notu)
At
"
9*

YERMOLOV (Yaşlı Hali)


174
175
BOLUM 11
1827-1828
Paskieviç, Erivan'ı kuşatıyor-Nahçıvan'a giriş-Abbas Abaci alınıyor-Aştarak savaşı-
Krasovsky-Serdar Abaci alınıyor-Eri-van-Tebriz-Urmia-Erdebil-Türkmen Çayı
aniaşması-1800' den 1827'ye kadar Angloİran ilişkileri...
Yermolov'un sahneden ayrılmasından sonra onun bütün yetki ve otoritelerine sahip
olan Paskieviç, yine de bir süre için Diebİtsch'in engellemelerine uğrayarak
oyalanmak zorunda kaldı. Aslında Kont' un kendisi de, kumandayı almaya pek gönülsüz
değildi. Diebitsch, Nisan'ın son gününe kadar Tiflis'te oyalandı. 12 gün sonra
ondan kurtulan Pasikeviç, İmparator'un uzaktan sürdürdüğü kontrolü say¬mazsak,
bağımsız olarak Gürcü başkentinden ayrılarak kuvvetlerine katıldı. Bu sırada
Benckendrof kumandasındaki öncü kuvvetleri, Etchmiazdin manastırını savaşmadan ele
geçirdikten sonra Erivan'ı kuşatmışlardı. Oldukça güçlü bir şekilde savunulan bu
şehrin alın-ffiası, Rusların bu savaşlar sırasındaki ana hedefini oluşturuyordu. Bu
savaşların planları, büyük bir özenle St. Petersburg'da hazırlanmış ve lerrnolov'un
İtirazlarıyla bir kısmı değiştirildikten sonra Kont Die¬bitsch tarafından son
şekline getirilmişti. Ne yazık ki bu plan, son Aşamasından sonra, erzak sağlanması
ve ulaşımın aksamadan yürü¬tülmesi konularında uygulanamaz bulunduğundan tamamen
terke-
i

176
dildi. Zaten oldukça gecikmiş bulunan Paskieviç, Erivan önlerine gel¬diğinde
Beckendrof'un kuvvetlerini açlık, hastalık ve Nisan sonlarına doğru, Aiglani'de
bulunan Acem kampına yaptıkları süvari saldirısın-da'1J uğradıkları kayıplar
yüzünden oldukça zayıflamış buldu. Duru-mu değerlendiren Paskieviç, bu kuvvetleri
Krasovsky kumandasında¬ki taze kuvvetlerle değiştirmeye karar verdi. Bunu yerine
getirdikten sonra kendisi de kuvvetlerini toplayarak 50 km kadar kuzeydeki Gar-
nitçay kenarında buluşarak hanlıkla aynı adı taşıyan başkent Nahg-van'a yürüdü. Bu
şehir, kendisinden 72 km uzaklıkta bulunan Teb¬riz'e giden yol üzerindeydi.
Paskieviç, bu hareketle iki amacını yerine getirmek istiyordu. Birincisi, Abbas
Mİrza'nın başkentini tehdit et¬mek, ikincisi, bu yoldan Erivan'a gönderilecek her
türlü yardımı en¬gellemekti. Paskieviç, bu düşüncelerini en yakınlarından ve hatta
ge¬nerallerinden bile saklamıştı. Korkunç sıcaklıklar ve bir çölü andıran arazi
koşullarında yapılan yıpratıcı bir yolculuktan sonra Ruslar, fazla bir güçlüğe
uğramadan Nahçıv,an'a girince bütün zorluklarını unut¬tular. (26 Haziran)
Bundan sonraki hedefi Abbas Abad'dı. "Yeni ve modern bir Av¬rupa kalesi" (Monteith,
s.134) görünümünde olan Abbas Abad, çok büyük olmamasına rağmen yetenekli Fransız
askerî mühendisler ta¬rafından planlanarak yapılmıştı. Araş bölgesini kontrol
altında bulun¬duran bu kale, bütün Hanlığı güneyden gelecek bir saldırıya karşı da
koruyordu. Abbas Mirza'nın damadı olan kale komutanı, kalenin tes¬lim edilmesi
teklifini reddedince kale kuşatıldı. Abbas Mirza, kaleyi kurtarmak için yardıma
geldi. Fakat Cevan-bulak'da yapılan savaşı Ruslara kaybedince kale, 2700 kişilik
muhafız birliğiyle 7 Temmuz'da teslim oldu. (Akti, c.7, s.551) Nahrçıvan, böylece
bir Rus eyaleti haline geldi. O zamandan beri de Rusların elinde kaldı. Artık
Tebriz'e giden yol açıktı. Zaferler içindeki Paskieviç, Çar'a yazdığı mektupta eğer
beklediği konvoylar zamanında yetişe bilse I erdi ve hastalıklar, ordu¬sunu daha
fazla azaltmasaydı ileri hareketine devam ederek Abbas
(D
inandığını belirtmektedir.
atlıtarıyla başa çıkamayacaklarına s.310)
Monteith, bu olayla ilgili olarak, "300 Rus ördü." denmektedir, (s. 134) Beckend-
rof da, kendisinin bizzat gözlemlediği olayları anlatırken Don Kazaklarının Kürt
11 '? ' ~.\,~. iw-.-^Uir.ns inanrlıöını belirtmektedir.
(Potto, 3,
177
ıvtjrza'nın başkentini alabileceğini söylemişti. Sonraları kendisi, böyle
davranmadığı için suçlanmıştır. Fakat erzak ve mühimmat konvoyla¬ra çok yavaş
ilerlerken hastalıklar da oldukça artmıştı. Bu yüzden, doğru veya yanlış bir
kararla Paskieviç, adamlarını daha sağlıklı bir yere götürmek amacıyla boş yere
Salvarti dağlarının eteklerindeki «arababa'ya çekildi.
Bu arada kuzeydeki olaylar, Rusların aleyhinde gelişiyordu. I827yazı, Erivan
düzlüklerinde özellikle çok sıcak ve kurak geçmiti. Krasovsky kumandasındaki
kuşatma küvetleri, bu kötü koşullar al¬tında büyük kayıplar verdiler. Nihayet 21
Temmuz'da, iki aydır tek bir yağmur damlasının düşmemesi ve beklenen ana erzak
konvoyla¬rının Ağustos'dan önce bölgeye ulaşamayacağının anlaşılması üzeri¬ne,
gönülsüz olarak kuşatmanın kaldırılmasına karar veriklî.
Geri çekilen Krasovsky, Etchmiaclzin'de durdu. Burada biraz er¬zak alan ve
manastıra bir kaç istihkâm topuyla bir miktar asker bıra¬kan Krasovsky, 30
Haziran'da kuzeye doğru yeniden çekilmeye başladı. Buraya garnizon olarak 1 piyade
taburunu ve bir grup go-nüilü Ermeni atlısını yeterli bulmuştu. Bu kuvvet, o
şartlar altında bu¬ranın savunulması için çok yetersizdi. Ve sonuç tam bir felaket
ol¬du.Rusların, hiç beklenmedik bir sırada aniden kuşatmayı kaldırarak geri
çekilmelerinden cesaretlenen Erivan Hanı, kaleden çıkarak ma¬nastıra saldırdı. (4
Temmuz) Fakat Krasovsky, henüz yakınlardaydı ve hemen yardıma koşarak fazla kayıp
verilmeden manastırı kurtardı. Ne varki, bir ay sonra Abbas Mirza kumandasındaki
bir Iran ordusu, Üchmiadzin önlerinde göründüğü zaman durum çok daha başka bir lıa!
aidi. Abbas Mirza'nın planı, Paskieviç'in hareketsizliğinden yarar¬lanarak
Etchmiadzin'i ele geçirmek ve buradan Gümrü yolunu kulla¬narak Tiflis'e yürümekti.
Başkenti yağmaladıktan sonra tekrar Kara-bağ'a dönecekti. Krasovsky anılarında bu
cesurca planın oldukça pratik olduğunu ve bunun başarı şansının ancak kendi
önlemleriyle boşa çıkarıldığını öne sürmektedir. Fakat kendisi de, sinirli bir
yaptya sahip bulunan Başkumandanın azarlamaları karşısında eziliyordu. Krasovsky'in
anlattıkları doğru olabilir. Fakat bu durumda onun mu yoksa Paskieviç'in mi hatalı
olduğunu anlamak zordur. Belki de bü¬tün bunlar, olayların doğal gelişimiyle
olmuştur. Fakat ne olursa olsun Şu anda Etchmiadzin, paha biçilmez zenginlikteki
Dînî eserleri, Narse
179

178
V. başkanlığındaki papazlar grubu ve küçük Rus garnizonuyla büyük bir tehlike
içindeydi. Bunların uzun bir süre dayanmaları imkânsızdı Manastır, acil çağrılarla
Krasovsky'den yardım istedi. Hataları ne olursa olsun cesareti tartışılamayacak
olan Krasovsky, 1800 piyade 500 süvari ve 12 top eşliğinde 16 Ağustos'da
Cenguli'den yola çıktı. Etchmiadzin 35 km kadar uzaklıktaydı. Fakat yol, yalçın
dağlar ve dar geçitlerle doluydu. Ayrıca 30.000 kişilik bir İran ordusu (!) da yolu
kesmiş bulunuyordu. Aştarak (veya Uşakan) savaşı olarak da bilinen bu çarpışmanın
hikayesi, Kafkas savaşlarının en heyecan verici bir bölümünü oluşturmaktadır.
Subaylar ve erler, yan yana büyük bir İnat ve cesaretle çarpıştılar. Askerlerin
başında Krasovsky'in kendisi vardı. İleri atılarak savaşırken oradan oraya koşuyor
ve tehlikenin büyük olduğu veya hatların kırıldığı noktalara erişiyor ve onları
yeni¬den düzene koyuyordu. Altında iki at öldürüldü. Patlayan bir şarap¬nel
parçasıyla da kolundan yaralandı. Öyle bir an geldi ki tüm birliğin imha edilmesi
kaçınılmaz göründü. O zaman Etchmiadzin düşer ve Tiflis yolu İranlılara açılırdı.
Fakat kumandanlarının kahramanlıklarıydı gayrete gelen askerler, inatla savaşlarını
sürdürdüler ve nihayet ayın 17'sinde kendilerine bir yol açarak "ordudan arta
kalanlar", manastıra ulaşmayı başardılar. Yalnız son anlara doğru bir panik
başlamış ve askerler, düzensiz olarak karışık bir şekilde manastırın duvarlarına
doğru koşmaya başlamışlardı. Bütün bu olaylar cereyan ederken Patrik de, Hz.İsa'nın
kanıyla boyanmış bir Roma mızrağını havada tutarak Rus zaferi için dua etmişti. Tam
zamanında bir huruç hareke¬ti yapan garnizon, askerlerin kalanlarının
hayatlarını kurtardılar. Umutlarını yitiren Acemler çekilerek Azerbaycan'a
döndüler. Etchmi¬adzin, çok ağır kayıplar pahasına olsa da kurtarılmıştı.
Cenguli'den yola çıkan 2300 kişilik ordunun yarısından çoğu savaş alanında
kal¬mıştı. 24 subay ve 1130 er ölü olarak verilmişti. Büyük fedakârlıklar sonunda
toplar korunabilmiş, fakat bütün erzak ve mühimmat İranlı¬ların eline geçmişti.
İran kayıpları 400'den fazla değildi.
O sıralar Aştarak savaşının bir Rus zaferi mi yoksa hezimeti mi olduğu çok
tartışıldı. Fakat Krasovsky amacına ulaşmıştı. Onun ge¬neralliğini beğenmeyenler,
sadakatıyla cesaretine hayranlık duyma¬dan edemezler. Kendi eorüsüne eöre
Gürcistan'ı kurtarmıştı. Fakat
ı I
olayı bir takım farklı yönlerden değerlendirdiğimiz zaman onun hakli
olduğunu kabul etmek çok zordur. Eğer Krasovsky, Erivan kuşat¬masını kaldırdıktan
sonra Etchmiadzin'i boşaltsaydı, Abbas Mirza'nın Gürcistan yolu üzerine, kendi
istediği bir yerde dikilebilecek ve sa¬vaşı istediği yerde kabul edebilecekti.
Ayrıca manastıra kuvvet bırak¬mak zorunda kalmayacağından gücünü de azaltmamış
olurdu. Teh¬likenin çok büyük olması halinde ise dört günlük bir uzaklıkta bulu¬nan
Kabardey alayından yardım isteyebilirdi. Aştarak savaşı, Rus as¬kerleri üzerinde
öylesine korkunç etkiler bırakmıştı ki, Pasikeviç'in anlattığına göre, ot biçmek
için kaleden dışarı çıkan 2 bölük asker, sadece uzaklardan bir düzine kadar
Tatar'ın görünmesiyle paniğe ka¬pılarak kaçışmışlar ve geride bir de top
bırakmışlardı, (akti, s.485 Paskieviç'in Diebitsch'e raporu, 3 Mart 1827) Her zaman
Paskieviç'e bağlı kalan Nikola, bu've benzeri durumlarda bu parlak kumandanın kendi
astları hakkındaki olumsuz eleştirilerini bir tarafa bırakarak on¬ların hatalarını
cezalandıracağına başarılarını ödüllendirmek yolunu seçmiştir.
Krasovsky'in başına gelenler, 160 km uzaklıktaki Karababa'cla bekleyen P askieviç'e
geç ulaştı. Bunda, Abbas Mirza'nın ordusunun aradaki haberleşmeyi kesmesinin de
rolü vardı. Fakat nihayet Ağus-tos'un sonlarına doğru, ona ulaşan haberler resmî
kanallar tarafından da doğrulanınca Paskievİç, Krasovsky'İ kurtarmanın mecburi
olduğu¬nu anladı. Bu yüzden daha önce planladığı Azerbaycan'ın İşgalini bir süre
ertelemek zorunda kaldı. Etchmiadzin'e doğru yola çıkan Paski¬evİç, 5 Eylül'de
oraya ulaştı. Hatta Erivan'ı da kuşatmaya niyetlendi. Bu kalenin alınması, artık
Ruslar açısından hayati bir önem kazan¬maya başlamıştı. Çünkü son günlerde Türkiye
ile ilişkiler gerilmeye başlamış ve her an kopabilecek bir duruma ulaşmıştı.
Erivan'ı kuşat¬madan önce, onun güney tarafında Türkiye ile Erivan arasında
bulu¬nan ve kuvvetli şekilde tahkim edilmiş bir köy olan Serdar Abad'ın a'ınması
gerekiyordu.Bu müstehkem yer, Erivan'ın cesur ve enerjik hant Hasan'ın kardeşi
Hüseyin kumandasındaki 2500 kişilik bir kuv-vet tarafındansavunuluyordu.Hüseyin,
"böyle bir sorumluluk verile¬tecek belki de en kötü subaydı!"(2) (Manteith, s. 137)
Kuşatma 16
ft)
Monteih'e göre garnizondan 2000 kişi öldürüldü. Fakat yukarıdaki rakamlar,
Paskieviç'in kendisine aittir.
180
Eylüt'den 20 Eylül'e kadar 4 gün sürdü. Sonunda garnizon, kaleden çıkarak kurtulmak
isterken 500 kadarı öldürüldü. Kalan bir kısmı da esir edildi ve diğerleri, bu
durum üzerine kaleyi kayıtsız şartsız teslim ettiler (Akti s.563) Üç gün sonra Rus
ordusu, yeniden Erivan önlerin- ' de göründü. Ruslar, bütün güçleriyle kaleyi
kuşattılar. Daha önceleri mühendis bir subayken Dekambrist ayaklanmasına katılmakla
suçla. narak rütbeleri sökülen ve sürgün olarak Kafkasya'ya sürülen Po-ustchin'in
başarılı çalışmaları ve lağım kazmaları sonunda Erivan da 2 Ekirn'de düştü.
Kumandan Hasan esir alındı. En büyük hazinesi olan Timurleng'in kılıcı ondan
alınarak Krasovsky tarafından Çar'a sunul- i du. Bu savaş sonunda talimli 4.000
kadar piyade askeri esir alındı. Diğer ganimetlerden ayrı olarak 49 top ele
geçirildi. (Akti, s.564) Eri¬van da, Nahçıvan gibi bir Rus eyâleti haline getirildi
ve hep Öyle kal¬dı. Paskieviç, İkinci dereceden St. George nişanıyla
ödüllendirildi. Ve kendisine Erivansky adı verildi. Diğer üst dereceli subaylar da,
sevi-. yeterine uygun olarak ödüllendirifdiler. Fakat savaşta asıl emeği ge¬çen
ve böylesine kuvvetli bir kalenin az bir kayıpla alınmasını büyük ölçüde sağlayan
Poustchin, sadece erbaş rütbesine çıkarıldı. Çünkü Nikola'nın gözünde politik
suçlular asla affedilmez ve unutulmazlar¬dı.
Tuğgeneral Monteith, bu savaşlar sırasında Paskieviç'İn İnsancıl
tutumlarına tanıklık etmektedir; "Buradaki saldırıya çok az karşı ko¬nulmasına
rağmen kale, hücumla alınmış gibi değerlendirildi. Bunun¬la beraber, olay yerine
gelen Paskieviç, müdahale ederek kalenin, hücumla alınan yerlerde yapılan katliama
uğramasını önledi." (s.139) Bu olayları incelerken, şimdiye kadar yapılan bu
savaşların bü¬yük bir kısmının hemen hemen rasgele yapıldıkların! farkederiz.
Ge¬nellikle planlar, hem St. Petersburg'da hem ele savaşın cereyan ettiği
bölgelerde hazırlanırdı. Daha sonra bir araya getirilen bu planlar, bit arada
incelenerek eleştirilere tabii tutulur ve gelişen olaylara dayan madan iyi veya
kötü yönde değiştirilirdi. Son aşamasına getirilen bu savaş planları uygulamaya
konma safhasına geldiği zaman tamamen imkânsız olduğu görülür ve o anda terkedilmek
zorunda kalınıra'-Yermolov'un sempatizanları, onun bu planlar hakkındaki olumsuz
düşüncelerini ileri sürerek ve yıkıcı eleştirilerini de belirterek sonunda onun
haklı oludğunu ispat etmeye çalışırlar c-' Yermolov'un sa-
181
,aş başlangıcı sırasında ve sonraki aşamalarında sürdürdüğü anlaşıl¬maz
durgunluğuna bakarak onun, bu savaşlar sırasında oldukça zor¬lu rakipler
olduklarını gösteren İranlılarla başa çıkabileceğine inan¬mak çok zordur.
Paskieviç, bölgenin coğrafi ve topoğrafik özellik¬leri hakkında fazla bir bilgiye
sahip olamamanın sıkıntısını çok çekti. Avrıca çok çabuk sinirlenen bir yapıda
olması ve bir takım diğer ha¬taları, onu tecrübe ve bilgileriyle kendi eksiklerini
giderebilecek kim¬selerin desteğinden mahrum etti. Paskieviç, sahip olduğu yüksek
as¬kerî dehasına kendinden de bir inanç eklemiştir. Bu, düşmanlarına karşı duyulan
bir aşağılamaydı ki, sınırsız bir cesaretle birleştiği za¬man, İranlılar gibi zorlu
rakiplerle savaşmada ihtiyaç duyulan tek ge¬reklilik oluyordu.
Çar Petro'dan başlayarak Paskieviç'İn kendisine kadar gelen Rus kumandanları, bu
ruh hali hakim oldukça hiç bir güçlüğü yen¬menin imkansız olmadığını ve sayısal
üstünlüğün o kadar önemli ol¬madığını ispatlamışlardır. Bütün bunlar, Şah'ııı
disiplinsiz veya yarı disiplinli birliklerine karşı zaferler kazanmaya engel
değildi. Aşırı ihti¬yatlı davranan Yermolov'un, Paskieviç'İn büyük bir atılganlıkla
ger¬çekleştirdiği şeyleri başararak İran'ı dize getirdikten sonra, onlardan daha
zorlu bir rakip olan Türklere yönelip yöneiemeyeceğinden şüp¬he edilebilir. Eğer
savaş, daha önceden inceden inceye hazırlanan planlara göre yürütülseydi, belki de
çok farklı sonuçlar elde edilme¬yebilirdi. Başkumandan ve Çar, yapılan planların,
daha önceden far-kedilemeyen bir takım zorluklar yüzünden uygulanamayacağını zaten
biliyorlardı..Gerekli erzakın sağlanması ve uİaşım sırasında karşılaşı¬lan bir
takım güçlükler ve diğer bazı engeller gibi... Fakat başka bir sürpriz de, Çar'a ve
onun bu kibirli kumandanına başarılar sağlaya¬caktı. Daha önceleri, Yermolov'un
başarılarının büyük kısmını, onun başarılı kumandanı Madatof'un genellikle
kendisine verilen emir ve talimatları dinlemeden, asmasıyla elde edildiğini
görmüştük. Paskie-V'Ç de, aynı şekilde benzer koşutlarda astlarından birinin elde
ettiği başarılardan oldukça yararlanmıştır. Fakat Paskieviç, Yermolov'un kendi
astlarına karşı gösterdiği alicenaplığı, kendi emirleri hilafına davranarak
kendisini, önceden hazırladığı zaferlerden mahrum eden adamlarına göstermemiştir.

CO
«??

186
Rus-İran savaşları, İngilizlerin İran'a olan müdahalelerini incele¬mezsek, tam
olarak anlaşılmayacaktır. Bu ilişkileri, aşağıda verildiği haliyle kısaca gözden
geçirebiliriz:
18. Yüzyılın sonlarına doğru Tippu Sultan, İran'a bir elçi gönde¬rerek ittifak
isteğinde bulunmuştu. Maruis Wellesey de onu izlemişti. Bu seferki elçi, Acem
soyundan bir yerliydi. Tippu, 1799'da Seringa-pata'da düştü. Fakat iran ile
kurulacak ilişkilerin değerinin bir kere anlaşılmasından sonra, Hindistan hükümeti,
eğer mümkünse, .bu iliş¬kileri daha da geliştirmenin yollarını aramaya başladı.
'1800'de Yüz¬başı Malcolm (Sonraları Sir John) Hindistan'dan gelerek Şah'ın
huzu¬runa çıktı. Görevinin amacını ve içeriğini elçinin kendisi, şöyle
anlat¬maktadır: "Hindistan'ı işgal etmeye niyetlenen Afganlıları kontrol al¬tında
bulunduran ve eğer herhangi bir vesileyle Fransa'nın hırslı is¬tekleri o tarafa
yönelecek olursa bunları püskürtme gücüne sahip olan Haşmetmeaplarıntn bu gücü,
Doğu'dakİ ingiliz topraklarının hükümetini, hemen tahta geçtikten sonra Feth Ali
Han ile bir anlaş¬ma yapmaya itti. Bu politika, ilk başarılarını hemen gösterdi.
Afganlı¬ların Hindistan'ı işga! planları önlendi. Bu sırada İngilizlerin gücü
hakkında büyük bir etki altında bulunan Şah ve onun halkı, bu tür bir iş birliğine
uygun bir müttefikti ve Büyük Britanya'nın Avrupa'da-ki düşmanlarıyla bu böigede
mücadele edebileceklerdi." (İran'ın tari¬hi, s.215)
Bu antlaşmanın yankılarının yayıldığı, Maİcolm'un bu ilk ziyare¬tinin çok kısa bir
süre sonra Napolyon'un bu ülkeyle temasa geçmek için bir Ermeni aracılığıyla
1801'de harekete geçmesiyle anlaşıldı. Fa¬kat bu sırada Malcolm, İran ile bir
anlaşma imzalamayı başarmıştı. Buna göre; eğer Afganlılar Hindistan'a saldıracak
olursa İran da Af¬ganistan'a yürüyecekti. "Özellikle Fransızlar üzerinde bıraktığı
derin acılar yüzünden daha da önemli olan bu anlaşma hiç bir zaman onaylanmadı."
(Kaye, s.9, 1867) Dört ytl sonra,.Fransa ve Rusya ara¬sında savaş çıkınca Napolyon,
Albay Romueu'yu bir İttifak anlaşması için belli talimatlarla yüklü olarak İran'a
yolladı. Romueu öldü. Fakat Şah, ilişkileri geliştirmek isteyince İmparator, bu
sefer Joubert'i gön¬derdi. Ve daha tatmin edici sonuçlar elde etti. Yolda
tutuklanarak bir süre alıkonulan Joubert, sonunda Tahran'a ulaştı ve oradan,
yanında tam yetkili bir Acem elçisi olduğu halde Fransa'ya döndü. Napol-yonfu
Tilsit'e kadar izleyen elçi, orada bir anlaşma İmzaladı. Daha
187
sonra Mayıs 1807'de bu anlaşma Finkenstein'de onaylandı. Bu sırada Rusya ve Fransa,
barış imzaladıklarından dolayı Rusya, elbette ki Fransa'nın 70 subay ve erbaşının
General Gardanne kumandasında gönderilerek İran ordusunun eğitilmesine karşı
çıkamazdı. Bu geliş¬meler, doğa! olarak İngiltere ve Hindistan'da büyük bir
huzursuzluk uyandırmıştı.
Bu sırada Mareşal Gııdoviç, Fransız elçisiyle haberleşmeye baş¬lamıştı. Onun 25
Mart 1808 tarihli mektubu 21 Mayıs'ta Tahran'a ulaştı. İranlıların, bir süre buna
cevap yazılmasına izin vermemeleri yüzünden ancak 2 Haziran'da Fransızların cevabı
da Ruslara gönde¬rildi- Gardenne, Rusya ve İran arasında aracı olmak istiyordu.
Şöyle yazıyordu: "Haşmetmeab'ın resmî izinlerini almış bulunuyorum. Artık bundan
böyle ne Jones ne Malcolm ne de başka bir İngiliz memuru saraya alınmayacaktır.
Hazırlanan fermanlar da ülkenin her tarafına gönderilerek İngilizlerin sının
geçmeleri yasaklanmıştır." (Akti, c.3, s.471) Temmuzun 2'sİnde ise Gardenne, şöyle
yazıyordu: "Malcolm, Jran sarayına ulaşamamış bulunuyor." Gerçekten Anglo-Hint
elçisi, Bushire'den kızgınlıkla ayrılmıştı. Fakat Fransız görevlilerin bütün bu
çalışmaları boşunaydı. Ruslar, Şah'ın ısrar ettiği koşullarda bir antlaş¬ma
imzalamayı veya görüşmeleri Paris'e taşımayı inatla reddettiler. Aralık'da
düşmanlıklar yenilendi. Gürcistan'ın Ruslar farafından bo¬şaltılmasını üstlenen
Fransızlar, sonunda İranlılarla ters düştüler ve anlaşma yapılamadı. Gardanne,
durumu dayanılmaz bularak Tah-ran'dan ayrıldı. Bir kaç gün sonra da İngiliz
hükümeti tarafından tam yetkiyle donatılmış bulunan Sir Harford Jones, (sonraları
Brydges) Tahran'a ulaştı. 1809 yılının Mart ayına doğru Fransız delegeler, tek¬rar
Tebriz'deydiler. Fakat bu kez onurlu bir gözaltında tutuluyorlardı. İngiliz etkisi,
bir kere daha üstün çıkmıştı. (Aktı., c.3, s.496-512)
Malcolm'e göre; "Acem Kralı, Bonapart'ın yardımıyla ya da ara¬cılığıyla Gürcistan'ı
geri alabileceği umuduyla onun tekliflerini kabul etmişti. Fakat Avrupa'daki
gelişmelerin Fransız İmparatoru'nu Asya-daki projelerinden vazgeçmeye zorlaması
üzerine Şah da, İngilizlerle yaptığı ittifak anlaşmasına yeniden döndü." (c.2,
s.216}
Sir Harford Jones, başkente gelişinden hemen sonra Şah ile 'kinci bir anlaşma
imzaladı. (12 Mart 1809) Önceki maddelere ek ola¬rak bu anlaşmayla İran'a şunlar
garanti ediliyordu: Eğer herhangi bir

^ 3 ÇT L(?"
ro N "? 3
"7 - ^* 1^ T£-
3. 3
a> re a. o ? =-
era-
O'-
> c-V;
SI
si 2
*Sİ"
e
e» C" ? co

2 ^3 5" g-5^
O ?"<
W =3
? -< o.
CJ s- y. o
s-g-
^ a.
OCR
3 O/
o. ÜL H-
n J7: <. :=r
O- £? ui =n
t/ı fD
era ev ^ o era
O-
=: c Q-
re _-:
rr.1 o zj
Jü 3
'cra< o
d:"1
O" -i' -
era
=r ^ ?
<^
5' O
re >*/ı 5; 3 -< p r;o
3 "D
ÛJ
c = era o -j
5 o-
(D - ÜL *" =r O U-I- C -<
re <
O" Q.
re ^ n =!
(T)
2_ ~ tL r C O
<
Cu C;.
2_ =i" re ^w- -rcra
FT O" 3
!=i_cra< q 'i. 5 5 re
o- =T 2 5- =1
53 # = Û.
>
o; era
r
re _ ±L
a. Q_ c ft;
cr İ7 c7
-1 cr c: ? ^J l<~i -j cr c:
çr
o_ c a. o "? ^?cra< O_ 57 çr
o
- N'^
m
9r 3
S^ 3
W ^r
If
= 5
H 3
3 "~ re o" o ^
S 3 ~<-Cro ^
rsj /\ -j
Q_ 13
re 7T
03
00
J, 3
o cy w 3 .3" ?"
Zî w P °: w>_ 3 3 re tu
re
T- w/i
3
'İ. ft)
o 57
era
O:
re
co
-4
70
cr
S" 3' Ş. S1 E" S
-< s.-;
=
3
CD
era"
3
=o
33 ^jd ^
C cr
ay
-1 era-cr c
r~; Si CJ
co
V

£>

İÜ D D
9^s
03 ?, ?
§"3.
ig
7T

5? =
I- o; 1

CTQ
7\ <
f tn
3 =i 7T
7T3 3.(j
w Q- 5 Ü < oo< =- ^ ^ = n ^ op £ ^<
|


Ûlî
l
lIt
l
\
192
Monteith, şöyle yazıyor (s.299): "Ruslar, hiç birzaman 25.000' den fazla sayıda
asker toplayamadılar ve genellikle de 12.000 den fazlasını savaş alanına
sokamadılar." Bundan şu sonuç çıkıyor: Paaki-eviç, güçlüklerle dolu bir ülkede,
üstün kuvvetlere karşı vereceği sa¬vaşlarda ordusunun ana üsleriyle olan ilişkisini
zayıflatacağına veya Kafkasya'da bulunan Rus kuvvetlerini tehlikeye düşüreceğine
emrin¬de savaşacak olan askerlerin sayısını azaltmayı yeğlemiştir. Bu savaş
sırasında iki ayrı koldan iki ayrı kuvvet harekete geçmişti. Birinci kol-daki
kuvvetler, Kara Deniz kıyısından Batum'a doğru ilerlerken diğe¬ri de,
Ermenistan'dan Bayezid'e doğru yönelmişti. Ordunun ana kuv¬vetleri, Nisan ayında
Cümrü civarında toplanırken, bazı ufak çevirme hareketleriyle Borzom ve Tsalki
boğazları kontrol altına alınarak Go-ri'dekı kuvvetlerle bağlantının sürdürülmesi
sağlanmış oluyordu. Böylece en stratejik öneme haiz noktalara yerleşen Paskieviç,
Mayıs ayı boyunca, buradan Erivan'a ve Tiflis'e giden yolların onarılarak ge-
liştirmesiyle uğraşarak çalıştı. 14 Haziran'da da 65 km kadar uzaklık¬ta bulunan
Kars'a doğru yola çıktı. Beş gün sonra Rus süvarileri, ku¬leden de görülebilecek
bir yerde yapılan çarpışmalarda ilk basanları¬nı kazandılar.
Kars yıllar sonraki durumuna göre (1855 ve 1877) şu anda bir saldırıya karşı daha
az dayanabilecek bir durumdaydı. Savunma hat¬ları, daha dar, dış duvarları zayıf ve
garnizonu da küçüktü. Kalenin savunulması için gerekli çalışmalar yapılmamıştı.
Fakat yine de Kars, kuvvetli bir hedefti ve iyi savunulduğu takdirde Paskieviç'in
emrindeki gibi küçük bir ordunun onu ele geçirmesi imk a nsrzl aşabilirdi.'-^ Kars
kalesi, 1735 yılında, Nadir ŞalVın 70.000 kişilik ordusuna karşı dire¬nirken 1807
deki savaşlar sırasında da Ruslara başarıyla karşı koy¬muştu. Bu sefer Kars kalesi,
11.000 kişi ve 151 topla savunuluyordu. Bol miktarda erzağa sahip bulunan kale,
suyunu da sağlama imkanı¬na haizdi. Üstelik, Erzurum Seraskeri ve Türk
kuvvetlerinin Başku¬mandanı olan Kios Paşa da, hazırlıklarını tamamlamak için
gerekli olan üç aylık zamanın dolduğunu belirterek onların savunmaya de-
193
vam etmelerini istiyor ve yakında yardımlarına geleceğine söz veri¬yordu.
Paskieviç, bütün bunların farkındaydı. Ve bu koşullarda onun davranışlarına insan
hayranlık duymadan edemiyor. Kars'ı büyük bir PÜven havası içinde kuşatmakla
kalmayan Paskieviç,.kalenin kuzey batıdan gelecek kuvvetlerle kurtarılmasına
çalışılacağını hesaplaya¬rak kalenin surları dibinde bir meydan savaşı vermek
zorunda kala¬cağını düşündü ve ona göre ordusunun esas kısmını Erzurum yolu¬nun iki
kısmına yerleştirdi.
Fakat kuşatma sadece üç gün sürdü. Bunun büyük kısmı da, is¬tihkâm siperlerinin
kazılması ve kuşatma toplarının yerleştirilmesiyle geçti. Artık teğmenlik rütbesine
erişmiş bulunan Poustchin, bu kuşat¬ma sırasında da yine büyük bir cesaret ve
performans gösterdi/4' Kars Paşası'nın 5.000 kişilik bir süvari birliğiyle yaptığı
huruç hareketi de fazla etkili olmadı. Ve bunların büyük kısmı kayıp olarak
verildi. Ayın 23'ünün tan vakti, ilk istihkam siperlerindeki 26 kuşatma topu,
kaleyi bombalamaya hazırdı. Saat 10 civarında da kale düşmüştü! Bu beklenmedik
olayın nasıl geliştiği, değişik kaynaklardan yeterli şrkil-de elde edilebilir.
Fakat yine de bu durum, savaş tarihinin en ilginç olaylarından biridir. Bu tür
kuşatmalarda, genellikle ö^ce düşmanın dış hatları bombalanarak buradan sürülür,
ikinci istihkâm hatları açı¬lır ve buradan surların diplerine mayınlar kazılarak
patlatılır veya top ateşiyle duvarlardan gedikler açıldıktan sonra ancak son
saldırıya ge-. çilebilirdi. Bu olayın gelişimi ise şöyleydi: Tahkim edilmiş dış
hatlar¬daki bir Ermeni varoşuna yapılan bir saldırı, daha ela gelişmiş ve genç bir
teğmen olan Labeentsef kumandasındaki bir birlik, kendilerine emredilmediği halde
ileri sürüklenerek yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca birtakım diğer
birlikler, onların yardımına koşmuştu. Ardından bu birlikler de yokolma
tehlikesiyle karşı karşıya kalınca daha fazla birliklerin o tarafa gönderilmesi
eereklili&i dosdu. Nihayet bu bireysel çabaların başarıya ulaşması üzerine
Başkumandan da, merkezden genel saldırı emrini verdi.
Rus kuwelien şu şekilde verilmektedir: 8561 piyade, üçte biri düzenli asker
kalanı, Kazak ve yerlilerden oluşan 3.000 süvari, 40 sahra ve dağ topuyla süvari
topu. (Potto, c.4, s.29)
Bu kuşatma sırasında Paskieviç, onun St. George nişanıyla Ödüllendirilmesini
yeniden Çar'a teklif etti. Fakat Nikola kararlıydı ve bu teklifi de reddetti.
Poustc¬hin, bu çok arzuladığı nişanı ancak 30 yıl sonra Çar 2. Alexander'in
ellerinden aldı.
194
195

~ Labeentsef saldırıya geçtiği zaman üstün kuvvetlerle dışarı çıkan Türkler


tarafından sarılınca Albay Miklaşevsky (Daha sonraları Dağıs. tan'da öldürüldü.),
üç bölükle onların yardımına koştu. Çarpışmalar özellikle bir Müslüman mezarlığının
taşlan arasında yoğunlaştı. So¬nunda Türkler, geri çekilmeye başlayınca Ruslar,
kulaklarını kuman¬danlarının emirlerine ve ricalarına tıkayarak Labeentsef'İn
peşinden gittiler. Böylece Karslıların, kale duvarlarından geniş bir çukurla ayrı-
lan dış hatlarına vardılar. Durumu uzaktan gözleyen Prens Vad-bolsky, eğer buradaki
adamlarını takviye etmezse Türklerin onları ta¬mamen imha edeceklerini gördü.
Üstelik orada başarılı olurlarsa Er¬meni mahallesi de ellerine geçecekti. Bunun
üzerine Şuşa'nın başa¬rılı savunucusu Albay Reout'a zor durumda kalan askerleri beş
bö¬lükle takviye etmesini emretti. Fakat Reout,. sağ taraftan gelerek önündeki
yüksek tepeyi tırmanıncaya kadar, sayıları 2.000 kadar olan Türkler büyük bir
direnç ve kahramanlıkla savaşarak saldırganları ge¬ri püskürterek mezarlığa kadar
sürmüşlerdi. Yanındaki az bir birlikle çembere alınan Miklaşevsky ve adamları,
sırtlarını kayalara vermişler ve kendilerini savunmaya başlamışlardı. Bunun üzerine
Vadbolsky, tüfek tugayının kalan son bölükleriyle onların yardımına koştu. Böy¬lece
eldeki kuvvetlerin hepsi savaşa katılmış bulunuyordu.
O sırada ana bataryaların yanına dörtnala ulaşmış bulunan Pas-kieviç, bu
beklenmedik saldırının gelişmesiyle ilgili olarak duyduğu öfkesini gizlemeden, bu
hareketin başarısızlıkla sonuçlanacağını ileti sürerek tehditler savuruyordu.
Duygularını gizlemeden en ağır terim¬lerle konuşuyor ve; "Entrikacılar!" diyerek
saldırıya katılanları askeri mahkemede yargılayacağını haykırıyordu.(S) Fakat durum
pek hoş olmasa da birliklerin acil olarak takviye edilemleri gerekiyordu ve
Paskieviç, gönülsüzce Kont Simoniç'in kendi Gürcü alayından aldığı uç bölükle
Vadbolsky'in yardımına koşmasına izin verdi. Bu sırada 5<i\<ış alanında cereyan
eden ve Rus askerî tarihlerinde asla görülme¬yen bir olay, savaşın gidişatını
değiştirdi. Ermeni alayının papazı, elin¬de tuttuğu büyük haç olduğu halde kaçan
askerlerin önüne atılarak
"Durun çocuklar!" diye haykırdı. "Siz gerçekten beni ve kurtarıcınız haçı burada
yalnız mı bırakacaksınız? Eğer siz gerçekten Rus ve Hı¬ristiyan değilseniz, ben
yılnız da ölmesini bilirim!" Bu atılım üzerine kaçan askerler durdular ve Türkler,
geri sürüldüler. Böylece Mikla¬şevsky kurtarıldı. Reout'un birliği ve Vadbolsky'in
yedekleri de, olay yerine ulaşınca yeniden saldırıya geçen Ruslar, varoşu tekrar
ele ge¬çirdiler. Buranın ana savunma merkezi olan Temir Paşa kulesi alına¬rak hemen
iki sahra topu yerleştirildi. Topçu kumandanı General Gil-lenschmidt, tepelerin
üzerine altı top daha çıkardı. Bu tepelere daha sonra Çim tabya kalesi kurulmuştur.
Bu sırada kalenin karşısındaki bir takım siperleri ele geçiren Albay Borodin,
buralarda iki topun yer¬leştirilebileceği bir yer buldu. Böylece kazara üç ayrı
yere yerleştirilen toplarla ikinci hat da tamamlanmış oldu. Bu yeni bataryalar,
yakın mesafeden Kars'ı ve kaleyi etkili bir şekilde bombalayarak olay yerine daha
fazla takviye gelmesini engellediler. Böylece Ermeni varoşu ta¬mamen ele
geçirilerek sağlama alındı. Oradan aşağı inen Ruslar, ara¬daki çukuru geçerek
kalenin hemen karşısındaki tepelere çıktılar. (Potto, c.4, s.65) Durumun lehlerine
döndüğünü gören Paskieviç, kalan birliklerle önlerindeki Orta-kapı ve Karadağ
tabyalarına saldırıl-masını emretti. (Potto, s.69) Artık kuşatma ordusunun hemen
hemen tamamı saldırıya katılmış bulunuyordu. Bu ilk hatları ele geçiren Rus¬lar,
emir beklemeden hertaraftan ileri hareketlerine devam ettiler. Kı¬sa bir süre
sonra, kale kumandanının sığındığı kalenin dışında bütün şehir Rusların eline
geçmişti. Kale bir süre için teslim olmayı reddetti. Fakat yapılan görüşmeler
sonunda kalede teslim olmayı kabullendi ve Ruslar, kaleye girdiler. Kars'a bir
saatlik mesafeye kadar yaklaşmış Kios Paşa, Kars'ın düştüğünü haber alınca 20.00
kişilik ordusuyla Ar¬dahan yönüne çekildi. Bu savaşta 151 top, 33 sancak ve Paşa
ile kurmaylarını da dahil bulunduğu 1350 kişi ele geçirilmiştir. Rusların ölü ve
yaralı olarak kayıpları 400 kadarken Türklerin kayıpları 2.000 Ü) civarındaydı.^
Şehirde bir katliam ve yağma olmaması Paskieviç'

(5) Yukarıdaki anlatımlar Muraviyev'e aittir. Fakat onun Paskieviç'in rakibi


olduğunu unutmamak gerekir. Yine de bilinen bir gerçek, Kars'ın şöyle veya böyle kY
la düşmüş olmasıdır. (Potto, c.4, bol.4)
Paskieviç'İn son emri; "Tesİİm olanlara merhamet, olmayanlara ise ölüm! Bir
saatlik bir lütuf karar vermeye yeterlidir!" olmuştu. (Akti, c.7, s.751) Paskieviç'
in raporunda, kalenin "kazayla" alındığından hiç.bahsedilmemektedir. Fonton ve
Monteith de bahsetmiyorlar.
197

196
in bu konuda hassas davranmasından ileri geliyordu. Onun bu konu¬daki bildirisi
şöyleyid: "Kars kalesi, muzaffer Rus ordularının önünde düşmüş bulunuyor.
Saldırıyla alınan bir şehrin halkını cezalandırmak savaş yasasının verdiği bir
haktır. Fakat Rus İmparatoru'nun yöneti¬minde "intikam" yabancı bir kelimedir. O
büyük hünkârın adına bü¬tün vatandaştan affederek Paşalık halkını Rusya'nın
himayesine alı¬yorum. Bu suretle onların din, gelenek ve mal haklarını garanti
altına alıyorum..r*
Paskievİç'İn yine de bir çok olumsuz yönleri vardı. Özellikle ası¬larına karşı
kibirli ve-şüphe dolu bir kıskançlıkla davranması yüzün¬den onların kendisine
bağlanmalarını sağlayamıyordu. Fakat bir lider olarak sahip olduğu parlak
yetenekler inkâr edilemez. En güç ve zor görüneri girişimlerde bile devamlı olarak
başarılı oluyordu. Kabul edelim ki Kars'ın düşmesi büyük ölçüde bazı subay ve
askerlerin, üstlerinin emirlerini dinlemeden kendilerinden atak davranmaların¬dan
dolayı olmuştur. Fakat böyle olmadan Paskievİç'İn planladığı şe¬kilde kuşatmaya
devam edilseydi, büyük bir ihtimalle sonuç değiş¬meyecek, fakat sadece biraz
gecikmiş olacaktı, o kadar!
Bu arada Ruslar, Kuzey Kafkasya'da, karadan ve denizden yü¬rütülen ortak hareketler
sonunda hiç de daha az değerde olmayan fa¬kat daha az yankı uyandıran başarılar
elde etmişlerdi. Anapa, 7 Ma-yıs'tan 12 Temmuz'a kadar sürdürülen bir kuşatmadan
sonra, Tuna cephesinden gönderilen Prens Menşİkov kuvvetlerine teslim oldu. Bu
savaşlarda Rus donanması, amiral yardımcısı Greig'in komutasınday-dı. Daha önceden
görüldüğü üzere Anapa, iki kere Rusların eline geçmiş, fakat sonradan Türklere iade
edilmek zorunda kalınmıştı. Fa¬kat bu seferden sonra Anapa tamamen kalıcı olarak
Rusların eline geçti ve Türkler, Kara Denizdeki Kafkas kıyılarındaki en önemli bir
merkezlerinden mahrum kaldılar. Daha sonraları da Türkler, Çerkes-leri ve diğer
kabileleri Ruslara karşı ayaklandırma çabalarını sürdür¬düler. Fakat bundan böyle
Türkler, Çerkeslerle doğrudan temasa ge¬çerek askerî birlikleriyle onları
destekleyemediler. Artık Kafkasya'nın geleceği şekillenmeye başlamıştı.
Yeniden Paskieviç'e dönelim. Bu kumandan, eğer elinden gelir¬se ayağının altında ot
bitmesine izin vermeyecek birisiydi. Kars'taki bu umulmadık hızlı başarı ve verilen
kayıpların azlığı, onu daha bü¬yük hedeflere yönelmek konusunda cesaretlendirmişti.
Fakat şu sıra¬lar büyük mücadele gerektiren yeni bir düşmanla karşı karşıyaydı. Bu,
Öyle bir düşmandı ki, hem Türklerden hem de Acemlerden daha korkulacak bir rakibdi.
Kars'ın düşmesinin hemen ardından çıkan ve¬ba salgını, orduda müthiş bir tahribat
yaparak ondan sonraki seferle¬ri tehlikeye atmaya başlamıştı. Fakat bu konuda da
Paskieviç, kendi¬sinin bu olayların adamı olduğunu ispatladı. Aldığı tedbirler
sayesinde vebanın daha fazla zarar vermesini önledi. Öyle ki, 12 Temmuz'da yeniden
harekete geçebilecek bir duruma gelmişti.(!s) Kios Paşa, Rus¬ların bundan sonraki
hedefinin kendi başkenti olduğu yolundaki yan¬lış istihbaratlara inanarak, Kars'ın
düşmesinden sonra saldırıya açık kalan Erzurum'a giden yolu kesmek için hızla
geriye çekildi ve o an¬dan sonra da hareketsiz kaldı. O tarafa doğru bir sahte
nümayiş ha¬reketi yapan Paskieviç, bir günlük bir yürüyüşten sonra aniden Ahıs-
ka'ya giden iki yoldan daha kuzeydekine saptı. Kars'tan 100 km ka¬dar uzaklıktaki
Ahilkelek'ten geçen bu yol, çevirme hareketlerine da¬ha az açık ve Rusya'dan
gelecek olan takviye kuvvetlerinin izleyece¬ği yollara daha yakındı. Bunun da
ötesi, Ahilkelek kalesinin de alına¬rak içine bir Rus birliğinin yerleştirilmesi
gerekiyordu. Ahilkelek, 20 yıl kadar önce Kont Gudoviç'i büyük kayıplar verdirerek
püskürt¬müş, fakat o olaydan üç yıl sonra da Kotliarevsky tarafından hücum¬la
alınmıştı. Kale, şimdi 1.000 kişilik bir Türk birliği tarafından savu¬nuluyordu.
Kadın ve çocukların £yakbağı olmasından kurtulmuş olan Türkler, büyük bir
kahramanlıkla teslim olmaktansa savaşarak ölme* yi yeğlemeye yemin etmişlerdi.
Kasabanın kendisi bir yıkıntıdan fark¬sızdı. Fakat surlar, hala sağlam olarak
ayaktaydılar ve buraya yapıla¬cak direk bir saldırı büyük kayıplara yol açabilirdi.
Bunun üzerine Pa-s'keviç, kaleyi bombalayarak düşürmeyi tasarladı. Kalenin cesur
gar¬sonu, teke tek yapılacak bir çarpışmada sonuna kadar çarpışmaya kararlı ve
azimli olmalarına rağmen, kendilerinin bir karşılık vererne-
$2'>'
.s

(7) Buna Monteith'in kuvvetli tanıklığını da ekleyebiliriz: "Yazar, kişisel


deneyimle¬rinden, Prens Paskievİç'İn İran ve Türkiye'de uyguladığı adaleti ve
orduda sağ'3" dığı yüksek disiplini tasdik eder." (s.l67)
Bu konuda da yine Monteith'in tanıklığına başvurabiliriz, (s.170)
198
199

dikleri bu yıpratıcı ateş karşısında oldukça demorüize olmuşlardı, gn yüzden,


kalede daha fazla kalmak istemeyerek diğer kuvvetlere ka¬tılmak İsteyen askerler,
kalenin burçlarından ipler sarkıtarak aşağı in¬diler ve önlerindeki çukuru aşarak
uzaklaşmak isterlerken bir kısmı Rus kurşunlarına hedef oldular. Aynı iplerden
yukarı tırmanan Gene¬ral Osten Sacken ve Albay Borodin kumandasındaki Ruslar,
kaleyi geride kalan 300 kadar askerden aldılar. (24 Temmuz) (Aktİ, c.7 s.755)
Ahilkelek'den 40 km kadar uzaklıkta bulunan küçük fakat sağlam bir kale olan
Kertvİs de, üç gün sonra Albay Rayevsky ku¬mandasındaki Tatar atlıları tarafından
alındı, (Akti, s.759) Böylece, Ardahan İle Ahıska arasındaki Kur vadisinin
ortasından geçen ulaşım yolları Rusların eline geçmiş bulunuyordu. Paskieviç,
bundan sonra, kuvvetli bir kale olan Ahıska'ya yürümeye karar verdi.
Ahıska Paşalığı, 12. yüzyılın sonlarına doğru, büyük Gürcü prensesi Tamara
zamanında Gürcistan'ın bir bölümünü.oluşturmuş fakat ardından Cengiz Han'ın
istilasına uğramıştır. Burada yaşayan Hıristiyanlar da müslümanlığı kabul etmişler
ve çeşitli bölgelerden gelen insanların kaynaşmasıyla çok değişik bir toplum ortaya
çıkmış¬tır. Kendi yerel ve geleneksel liderleri tarafından yönetilen Ahıskalı-lar,
çok savaşçı ve korkusuz enerjik insanlar olarak ün salmışlardır. Ahıska Paşaları,
İstanbul'un otoritesini kabul etmekle beraber yarı bağımsız bir yaşam
sürdürmüşlerdir. Sultan, onları daha sıkı bir itaat altına almaya, kalkıştığında da
ona şiddetle karşı çıkarak ordularını yenilgiye uğratmışlardır.
Kura nehrinin kıyısında tamamen erişilmez bîr şekilde kurulmuş bulunan Ahıska
kalesi ve şehri şu anda 10.000 kişilik bir garnizon ta¬rafından savunulmaktaydı.
Cesaretlerine ve güçlerine müthiş bir gü¬venleri olan bu yiğit insanlar, Kios
Paşa'nın yardım teklifini reddeder¬ken Rus tehditlerini de hakir görerek onlara
gülmüşlerdi. Buna rağ¬men Kios Paşa, yine de kalenin yardımına koşmaya karar verdi.
Bu durumda Pasikeviç, gelecekteki mücadeleye hazırlanmak zorunday¬dı. Yerel
kaynaklardan aldığı bilgiler, Serasker'İn Ardahan'a doğru hızla yaklaşmakta
olduğunu bildiriyordu. Paskieviç, bu gelişme üze¬rine, önce Serasker ile
karşılaşmanın mı yoksa en kısa yoldan Ahıs¬ka'ya ulaşarak, mümkün olursa Kios Paşa
ulaşmadan kaleyi düşür¬meyi denemenin mi daha doğru olduğuna karar vermek zorunda
kaldı. Rus kumandanı, her zaman olduğu gibi daha riskli olanını seç¬ti Ahıs^a'ya
g'den iki yol vardı. Ardahan'dan geçen yol, ulaşıma el¬verişli fakat 170 km
uzunluğundaydı. Dağlar, uçurumlar ve orman-jarla kaplı olan diğeri ise, 70 km
kadardı. 8.000 süngülük Rus ordu¬su 31 Temmuz'da Ahilkelek'ten ayrıldı. Büyük
zorluklarla dolu olan uç günlük bir yolculuktan sonra gün batınıma doğru Ahıska
önlerine vardılar.*9* Ertesi günü olan 4 Ağustos'da kaleden atılan selam topla¬rı
Türk ordusunun gelişini kutluyordu. Türkler, kamplarını kasabadan 5-6 km kadar
uzakta Kura ve Ahıska ırmaklarının birleştiği bir yerde kurmuşlardı. Ayın 5'inde
yapılan bir süvari çarpışmasından sonra Ruslar, şehrin doğu tarafında sağlam bit
hat kurmayı başardılar. Fa¬kat durumları, yine de pek içaçıcı değildi. Bir tarafta
geçilemez surla¬rı ve 10.000 kişilik garnizonuyla Ahıska, diğer tarafta ise sayısı
30.000'e ulaşan bir ordu. Bu koşullar altında savaşın yitirilmesi, basit bir
yenilgiden çok daha feci sonuçlar doğurabilirdi. Paskieviç'in cesa¬reti ve kendine
duyduğu büyük güven, bundan daha korkunç bir teste tabii tutulamazdı.
7 Ağustos'da Rusların bekledikleri takviye kuvvetleri geldi. Bu¬nunla da Rusların
sayısı 10.000 kişiyi aşıyordu. Ertesi günü toplanan bir savaş konseyi, kalıp
savaşmak veya Borzom geçidinden çekilerek ricat etmekten birisine karar verecekti.
Toplananların içinde rütbece en küçük olan Pousthcin, hepsinden önce fikirlerini
açıkladı ve Türk kampına bir gece baskını önerdi. Bu teklif oradakiler tarafından
ka¬bul edildi. Şafakta başlayarak ertesi günü akşama kadar süren bu sa¬vaş sonunda,
(fazla disiplinli olmayan) Osmanlı ordusu dağıldı. Yara¬lanan Kios Paşa, 5.000
piyadeyle birlikte Ahıska'ya girdi. Geri kalan-tar da, düzensiz bir şekilde
Ardahan'a doğru çekildiler. Bu uzun sa-vaşta, şansın bir çok kereler Osmanlılar
tarafına döndüğü anlar ol-^üştu. Büyük bir cesaretle üç kere saldırıya geçen
Türkler, yoğun a*eş altında durdurulmuş, fakat Ruslar da pek fazla bir ilerleme
kay-dedememişlerdi. İki tarafın da ele geçirmek için büyük bir gayret sar-fettiği
bir çukur, savaşın ana merkezi oldu. Sonunda Poustchin, bir
daha kendini gösterdi. Tehlikeli bir keşif harekâtından sonra,
' Bu konuda Potto'nun verdiği tarihler yukandakilerle uyuşmamaktadır, (c.4, s.
124)

-icra
p
>
Z -o >
o'
O
O
H- >
c. ^
« f-3
~t -j aj
V^_
5"-5
ac
5'a 8
It
t
It
5
O" O
03 »O
CO

202
şehir halkına savunmada oldukça kolaylıklar sağlıyordu. (Monteith s.213) Sonuna
kadar kendilerini savunmaya karar vermiş olan bu in! sanlar, Ruslara gülerek
kendilerine olan güvenlerini şu şekilde açığa vuruyorlardı: "Siz, Cökyüzü'ndeki
Ay'ı Ahıska'nın camisindeki Hilal' den çok daha kolaylıkla sökebilirsiniz.!" Bu
kuşatmayla ilgili olarak Paskieviç'in verdiği bilgilere sahibiz. Emrindeki
kuvvetlerin toplamı, 12.792 kişiydi. Bunlardan 3287 kadarı, kampları korumada
kullanıla¬cak, 2958 asker de, kuşatma toplarının korunup kullanımında görev¬li
olacaklardı. Bu duruma göre geriye, sadece 4016'sı piyade olan 6546 er ve subay
kalmıştı. Fakat kuşatma kuvvetlerinin moralleri çok yüksekti. Kars ve Ahİlkelek'i
düşürmüşler, kendilerinden sayıca üç misli fazla olan Serasker'in ordusunu
yenmişlerdi. Şimdi ise, Paskie¬viç'in emri altında, Muraviyev gibi kumandanlar
tarafından komuta ediliyorlardı.
Kuşatma hazırlıkları büyük bir hızla tamamlandı. Özellikle, daha önceki Osmanlı
ordusunun bulunduğu tepelere bataryalar çıkarılarak yerleştirildi. Ruslar,
ellerindeki bütün kaynakları en iyi yararlanabile¬cekleri bir şekilde yerleştikten
sonra şanssız kasabayı bombalamaya başladılar. Bununla beraber, bu yoğun ateş
altındaki Türkler, asîa yıl¬gınlık göstermedi. Zaman geçiyordu. Türklerin, yeniden
toplanarak kaleye yardıma gelecekleri haberleri gelmeye başlamıştı. Şehri
çevre¬leyen duvarlardan bir kısım gediklerin açıldığını gören Paskievîç erte¬si
günü saldırıya geçmeye karar verdi. (14 Ağustos)
Ahıska'ya saldırı saati 4 olarak seçilmişti. Çünkü Kars ve Ahilke-lek kaleleri tan
vaktinde yapılan saldırılarla düşürülmüştü. Fakat Pas-kieviç, rakiblerinin
dikkatlerinin o saatlerde en üst derecede olduğu¬nu ve zaman geçtikçe, Özellikle
öğleden sonra gittikçe azaldığını bili¬yordu. Daha da ötesi; daha Önce bir çok
kereler saat 4 civarında ka¬leye bazı sahte nümayiş hareketlerinde bulunularak kale
halkı bu duruma alıştırılmıştı. Böylece, son saldırıya geçildiği sırada kent, daha
az tetikte olacaktı. Bu hesap, gerçekten çok zekiceydi. Böylesine güçlü bir kaleye
bu kadar az sayıdaki bir kuvvetle göz açtırmayan yaz sıcağının altında saldırıya
geçmek gibi pervasızlıklarla dolu bu plan, sağladığı sonuçla haklılığını kanıtladı.
İçerdekiter, tam bir sür¬prize uğramışlardı. İlk saldırıyla görevlendirilen Şirvan
alayı, tabyalar¬dan birini ele geçirerek siperlerin arasında açıjan gedikten içeri
daldı.
203
rok kısa bir süre sonra da kasabanın içinde savaşa tutuşmuş bulu-nUyOrlardı.
Buradaki savaşın merkezi, eski bir kiliseydi. Kutsal Mer¬yem'in GÖkyüzü'ne
yükseldiği kabul edilen ve özellikle de saldırı için seçilen bu günde kanlı savaş,
bütün hızıyla sürdürüldü. Yavaş yavaş Ruslar, alana hakim olmaya başladılar. Hemen
toplar getirilerek uy-pün yerlere yerleştirildi. Fakat gecenin karanlığı, artık
ortalığı kapla¬maya başlamıştı. Sonunda kilise ele geçirildiğinde, kanlar sızan ölü
ve aralılardan oluşan kümeler etrafı kaplamıştı. Çevredeki binaların bü¬yük bir
kısmının ateşe verilmesi üzerine, gecenin gelmesiyle yarıda bırakılan çarpışmalar,
bu alevlerin aydınlığı altında yeniden başlaya¬rak görülmemiş bir şiddet ve Öfkeyle
bütün gece boyunca sürdü. Genç veya yaşlı olsun, bütün şehir halkı, kendilerini ve
evlerini sa¬vunmak amacıyla umutsuzluk içinde büyük bir cesaretle savaştılar.
Kadınlar, canlı olarak gavurların eline geçmektense yanan binalara dalarak canlı
canlı yanmayı yeğliyorlardı. Bir camide toplanan 400 kadar adamın tamamı diri diri
yandı. Rus askerleri, İnatçı bir diren¬meyle karşılaştıkları durumlarda her zaman
yaptıkları şeyleri tekrar¬ladılar ve ele geçirdiklerini öldürmeye başladılar.
Özellikle kaleye sı¬ğınmış olarak çok miktarda bulunan kendi ırkdaşiarı olan Rus
asker kaçaklarına kesinlikle merhamet göstermediler. Fakat Paskieviç'in dediğine
göre yine de kadınların namusu korundu. Şehir, ancak erte¬si günü yani 16
Ağustos'un tan vaktinde ele geçirllebümîşti. Bütün evler, harabe halini almış
yanıyorlardı. Artık her türlü direniş bitmiş bulunuyordu. Adil olmak gerekirse
otoriteler, savaşın bitmesinden sonra Rusların, doğal yumuşaklıklarını (!)
sergileyerek kadın ve ço¬cuklara yardım ederek onları, emin yerelre götürdüklerini
ifade et¬mektedirler. Bir tarihçi için, böylesine vahşi zalimlikleri sık sık yazmak
hoş birşey değil. Bu tür şeyleri yazmak, belki de ileride gelişecek bir çok
olumsuzlukların Önlenmesine yardımcı olabilir. Fakat herkesin bildiği ve
kendilerinin de farkında oldukları şey, Rusların en zıt özel¬likleri kendilerinde
barındırdıklarıdır. Normal durumlarda sessiz ve sakin bir yaşamları olan Ruslar,
öfkelendikleri zaman dünyanın en vahşi ve acımasız insanları olabiliyorlardı.
Tüm kasabanın Rusların eline geçmesinden sonra bütün toplar sıraya dizilerek kaleyi
yakın mesafeden ateşe aldılar. Artık bu koşul¬lar altında kalenin de daha fazla
dayanması İmkânsızdı. 17 Ağustos'
204
da Kios Paşa, Paskievİç tarafından sunulan akıllı ve insancıl bir teklifi kabul
ederek emrindeki 4.000 asker, onların silahlan ve eşyalarıyla çekilip gitmek
şartıyla kaleyi teslim etti. Böylece, Cudoviç'e büyük bir yenilgi tattıran,
Tormazof'un bozgununa şahit olan ve en azından üç asırdır dokunulmazlığını
sürdürmüş olan Ahıska düştü. (Akli, C.Q s.763)
Ruslar, bu saldırı sırasında 62 subay ve 600'ün üzerinde er kayıp vermişlerdi.
Şehir halkının kayıpları ise 6.000 civarındaydı. Monteith şöyle diyor:
"Ahıskalıların kaybı 5.000 civarındaydı. 400 topçudan sa¬dece 50'si, 100
yeniçeriden sadece kumandanları ve 1800 Laz'dan 500 kişi sağ kaldı. Şehir halkının
kayıpları ise 3.000 kadardı." (s.210) Bu kayıpların içinde 100 kadar da kadın
bulunmaktaydı.(1> St. Pe-tersburg'daki imparatorluk kütüphanesi, yeniden zengin
kitaplar ve yazıtlarla dolduruldu. Ahıska'nın alınması, her tarafta derin yankılar
uyandırdı. Yine Monteith, şöyle yazıyor: "Şimdiye kaçlar fetheclileme-yen; halkı
sınırsız cesaretleri kadar Ruslara karşı işledikleri suçlar ve uğraştıkları kölelik
ticaretiyle de ünlü olan bu şehir böylece düştü. Kuşatma bölgesi ve saldırının
yapıldığı yer, gerçekten çok dikkate değer bir yerdir. Tarihte benzeri az olan bu
olayda Paskieviç'in yete¬neğini ve cesaretini görmek mümkündür. Ve her askerî
Öğrencinin bu savaşları incelemesi gerekir." (s.211)
Şimdi sıra, Ardahan ve Aşkur'un alınmasına gelmişti. Kura ırma¬ğı üzerindeki Borzom
geçidini kontrol altında bulunduran Aşktır, Ahıska'nın alındığı gün, Ardahan da 22
Ağustos'da olmak üzere, ikisi de savaşmaksızın ele geçirildi. Çavçavadze, 27
Ağustos'da Bayezid'e girdi. Aynı zamanda şair ve prens olan bu kumandan, Eylül
ayının or¬talarına doğru, fazla bir direnmeyle karşılaşmadan bu Paşalığın bütün
topraklarını ele geçirmiş bulunuyordu.(2) Paskİeviç, Çar'a şöyle yazı¬yordu:
"Haşmetmeaplarının sancakları, Fırat'ın suları üstünde dalga-
(1) Savunma kuvvetlerinin kayıplarının kabarık olması, büyük ölçüde savaştan son-
ra yapılan katliamlara bağlanabilir." (Çev.Notu)
(2) Criboyedf, 30 Ekim 1828'de Paskieviç'e şöyle yazıyordu: "Kayın babam, (Çav-
çavadze) Bayezid'deki bazı eski yazmaları ele geçirmiş bulunuyor. Fakat onların
imparatorluk kütüphanesine gönderilmesine engel ol! Çünkü oradaki insanlar
bunlardan birşey anlayamayacakla! ve sadece onları kopya edip okuyacaklar
dır. Fakat Bilimer Akademisi'ndekİ Profesörler, Christian Martin von Frahn ve
Senkovski, bu bilgileri en iyi değerlendirecek kimselerdir." (Akti c.8, s-77)
205
lanmaktadır!" Ruslar, Erzurum'dan ancak 100 km kadar uzaklıktaydı¬lar Fakat değişik
bazı sebepler yüzünden daha fazla ilerlenmesine imkân yoktu ve askerler, kışlık
karargâhlarına çekildiler. Uzaklardaki batıda ise bazı başarılar kazanılmasına
rağmen Özellikle hastalıkların da etkisiyle büyük kayıplar verilmişti. Poti kalesi,
üç haftalık bir ku¬şatmadan sonra 15 Haziranda teslim oldu. Çarpışmaların fazla
şid¬detli olmamasına rağmen o bölgede yaygın olan hastalıklar orduya bulaştı ve
Kutais'e döndükten sonra 1800 askerin ölümüne yol açtı.
Eylül'ün son gününde Ruslar, Guria'ya girdiler ve herzaman so¬run yaratan bu
bölgeyi de, fazla güçlükle karşılaşmadan kontrol altı¬na aldılar.
Savaşın şimdiye kadar olan aşamaları, Rusların oldukça yararına gelişmişti.
Güney'de Pasikeviç, Kuzey'de Menşikov, Çar'ın savaşla ilgi¬li beklentilerini yerine
getirerek bunları aşmışlardı bile. Fakat Osman¬lılar yenilmelerine rağmen henüz
boyun eğmemişlerdi. Bu yüzden, elegeçihlen yerlerin korunması ve savaşın asıl
arenası olan Tuna cep¬hesinden mümkün olduğunca fazla Osmanlı askerini bu tarafa
çek¬mek için yeni bir savaş planı hazırladı. Buna göre, Erzurum'un alın¬ması,
sonraki hareketlerin ilk adımı olacaktı, oradan Sivas'a yürüye¬cek ve Tokat yoluyla
Samsun'a ulaştıktan sonra, donanmanın da iş¬birliğiyle Üsküdar'ın kendisini de
tehdit altına alacaktı. Fakat bu planların uygulanabilmesi için herşeyclen önce
bölgedeki Kürtlerin kendi taraflarına çekilmesi gerekiyordu. Ayrıca yardımcı olarak
6.000-8.000 kadar askere daha ihtiyaç vardı. Bunlar, Poti'de karaya Çıkarılacak ve
Kutais, Ahıska ve Ardahan yoluyla orduya katılacaklar-di. EğerTrabzon'un da
alınması gerekiyorsa bu işe donanma da katıl¬malı ve savaş, alanında en azından
10.000 asker bulundurulmalıydı, fakat durum ne olursa olsun donanmaya her an
ihtiyaç duyulacaktı, °u hareketler sırasında onun işbirliği hayatî olacaktı. Çünkü,
eğer Rus ordusu, Erzurum'u alarak ileri yürüyüşüne devam edecek olur¬sa, bölgedeki
savaşçı Lazlar ve Trabzon Paşası'nın düzenli birliklerini donanmanın oyalaması
gerekecekti. Ordu, Erzurum'a; Toprakkale ve ^ars yollarından olmak üzere İki ayrı
kol halinde yürüyecek ve bu bollar, Hasankale'de bir araya geleceklerdi. Eğer bütün
işler planlan-& gibi yürürse Temmuz ortalarından sonra, Erzurum'dan "00-1700 km
kadar uzaklıkta bulunan başkente doğru yürünebile-
,s
207
?«*
206
çekti. Fakat izlenecek yollar ulaşıma uygun olmadığından ve donan¬ma da, uzakta
kalacağından onunla da işbirliğinin zorlaşacağından izlenmesi gereken İki yol
arasında bir karar vermek gerekiyordu. Bi¬rinci yol, yürüyüş hattı üzerindeki
gerekli noktalan ele geçirerek ko¬rumak ve o şekilde devam etmekti. Bu, çok fazla
asker gerektiriyor-du, ikinci yol ise, Ordunun Gürcistan ve Rusya'daki üslerini
tama¬men bırakarak herşeyiyle ileri harekata devam etmesiydi. Bu seçene¬ğin
tehlikeleri de ortadaydı." Fakat yine de şartlar uygun olursa Erzu¬rum'dan 300 km
kadar uzaklıkta bulunan Sivas'a yürünebilir. İstan¬bul'u Diyarbakır ve Bağdad'a
bağlayan yegane yollar buradan geç¬tikten sonra Türkiye'nin Asya'daki eyaletleri
tamamen ikiye bö¬lünmüş olacak. Diyarbakır'la Sivas arasında Türklerin en zengin
gü-. müş ve bakır madenleri bulunmaktadır. Bunların ele geçirilmesi, Bab-ı
Alî'yi büyük bir kazançtan mahrum bırakacaktır.
"Ama yine ısrarla tekrarlıyorum ki, böylesine geniş hacimli bir hareketin
tamamlanabilmesi için ordunun eksikleri giderilmeli, sol kanadımız, tarafımıza
çekilecek Kürtlerle emniyete alınmalı ve Van ile Muş işgal edilmeli veya oraları
politik olarak etki altına alınmalı¬dır. Sağ kanadımızı da Trabzon askerlerinden
korumak için donan¬ma, o taraflarda nümayişlerde bulunmalıdır." diye Çar'a
yazıyordu, Paskieviç 21 Kasım 1828'de. (Akti, c.8)
Çar, o sırada savaş için. toplanmış bulunan 20.000 askerden fazlasını Kafkas
cephesine gönderebilecek bir durumda değildi. On¬lar da, ancak 1829 yılının yaz
aylarına doğru oraya ulaşabileceklerdi. Bu da, onların geç kalarak Erzurum seferine
katılamayacakları anla-mınageliyordu.(^ Şu an için Kürtlerle anlaşılmış gibi
olmasına rağ¬men bu duruma fazla güvenilmezdi.
(3) Paskieviç, 21 Kasım'da Çar'a yazdığı bir mektupta yeni askerlerin Stavropol i'e
Tiflis arasındaki yolu tam bir ayda alabildiklerini belirtiyordu. Onları askere
benzetebilecek bir seviyede eğitebilmek için de en azından iki ay zaman
ge¬rektiğini söylüyordu. Eğer askerler, Rusya'nın iç bölgelerinden Stavropol a
1829'un Mart ayında ulaşabilirse ancak. Haziran ayına doğru savaş alanına
sü¬rülebilirlerdi. Bu zaman boyunca kendisi, sadece 16883 kişilik ordusuna bağlı
kalacaktı. (12837 süngü (piyade), 3100 kılıç (süvari) ve 68 topu kullanan 966
topçu) (Akti, c.7, s.770)
Bu sırada gelişen bazı olaylar, çok kötü sonuçlar doğurarak bir süre için bütün
hareketleri tehlikeye attı. Tahran'daki özel Rus elçisi ve maiyeti Acemler
tarafından öldürüldü. Ahıska Önlerinde görünen bir Türk ordusu, kaleyi yeniden ele
geçirmek için umutsuz bir çabaya girişti. İlk olay, yeni bir Rus-Acem savaşına
sebep olabilecek nitelik¬teydi. İkinci olay ise, oradaki Rus garnizonunu kurtarmak
için bir kış seferinin hazırlanmasını gerektirdi. Çünkü Ahıska'nın elden çıkması,
onların gelecekteki hareketlerini büyük Ölçüde tehlikeye atabilirdi.
"Akıldan gelen Keder" adlı oyunun yazarı bir diplomat olan Gri¬boyedof, Yermolov'un
yanında çalışmıştı. Bu unutulmaz komedisi ilk olarak 1828 yılında Erivan'da bir
amatör grup tarafından sahnelen¬miştir. Onun yeteneklerinin ve karakterinin Önemini
kavrayan Paski¬eviç, görevinden almayarak yerinde bırakmıştı. 1828 yılının güz
ayın¬da St. Petersburg's yaptığı bir yolculuktan sonra, savaş tazminatının
ödenmesini ve Türkmençayı anlaşmasının maddelerinin uygulanma¬sını sağlamak
amacıyla Tahran'a gönderildi. 1829 yılının Şubat ayı sonlarında Tebriz'de Abbas
Mirza ile buluşarak başarılı sonuçlar alan Criboyedof, Tahran'da Şah'ı resmî olarak
ziyaret etti. Orada büyük bir onurla ağırlandı. Çok kısa bir süre sonra Tahran'ı
terletmeye ha¬zırlanırken çıkan bir isyan sonucu, sekreter Maltsof hariç bütün Rus
grubu öldürüldü. Olay, heyecanlı ve ilginç olduğu kadar da basit ve kısadır.
Sebebini, Criboyedof'un kaba hareketlerinde bulabiliriz. Bu¬rada, Paskieviç'in
büyük bir bilgisizlik içinde, olayda İngiliz parmağı olduğunu İleri sürdüğünü ve
yaşayan Rus tarihçileri tarafından da bu tezin kabul edildiğini belirtmeliyim."
(Potto, c.3, s.619)
Daha Önceden gördüğümüz gibi İran, Türkmençayı anlaşması hükümleri gereğince,
Rusya'ya gitmek isteyen Ermenilere engel ol¬mayacaktı. Tam Criboyedof ayrılmak
üzereyken, Şah'ın hareminde 15 yıldan fazla bir zamandır hazinedar olarak çalışan
Mirza Yakub adındaki bir Ermeni hadımı, ona gelerek, onunla Rusya'ya gitmek
istediğini söyledi. Diğeri, bir süre tereddüt ettikten sonra razı oldu. Böylece
Yakub, elçilik binasına yerleşti. Şah, bu olaya çok kızdı. Çünkü bu adam,
Müslümanların çok duyarlı oldukları bir konu olan Şah'ın özel hayatı hakkında çok
şey biliyordu. Bu durum, Şah'ın eş-'erinden birisinin de aynı şekilde elinden
alınması anlamına geliyor¬du. Criboyedof, adamlarını Mirza'nın eşyalarını almak
İçin onun evi-
ir"
208
ne yollayınca olay yerine gelen Şah'ın "Farraşileri, zaten yüklenmiş bîr durumda
bekleyen katırları alarak gittiler. Rus'u kararından vaz¬geçirmek için yapılan
bütün çabalar sonuçsuz kaldı. Yalvarmalar ve tehditler boşunaydı. Gözleri kapalı
olarak kaderine doğru koşan Rus daha da ileri giderek Rusların can düşmanı ve
İran'ın ileri gelenlerin¬den birisi olan Ali Yar Han'ın haremindeki iki Ermeni
kadınının da teslim edilmesini istedi. Daha da kötüsü, kimlik tesbiti için elçiliğe
gönderilen kadınlar, zorla alıkonuldu. Bu son olay, İranlıların bütün sabrını
taşırdı. Belki de Şah'ın da teşvikiyle(4) mollalar ve Dînî lider¬ler, sokaklarda ve
camilerde konuşmalar yapmaya başladılar. Öfkeyle dalgalanan halk, binler halinde
ayaklanarak 30 Ocak 1829 (?) da Rusların kaldığı eve saldırdılar. Kazak muhafız
birliğinin direnme¬sine rağmen herkes öldürüldü. İlk düşen Yakub oldu. Criboyedof
da, elde kılıç-öldü. Cesedi, üç gün sokaklarda kaldı. 37 Rus, bu olayda hayatlarını
yitirdi. Sadece Maltsof, dostu olan bir Acem'in evine sığı¬narak kurtuldu. Tüm
eşyalar yağmalanarak geride kalanlar da ateşe verildi.^
Criboyedof, yıllar Önce aldığı bir düello yarasından teşhis edile¬rek kaldırıldı ve
Tiflis'e gönderildi. Puşkin, Erzurum'a giderken yolda, Crİboyeclof'un cesedini
taşıyanlarla karşılaştı ve o anda duyduğu il¬ginç duyguları yazdı: "Onun fırtınalı
yaşamının son günlerinden daha mutlu ve daha imrenilecek hiç bir şey bilmiyorum.
Eşit olmayan bir kavgada, bir kahramanın gazabından dolayı gelen ölüm ise, ne
kor¬kunç ne de sıkıcı, tam tersine âni ve güzeldi!" (Erzurum'a yolculuk, Puşkin'in
eserleri, c.5, s.285)
(4) Monteİth, Feth Ali'nin bu olayla bir İlgisi olmadığını belirtmektedir,
(s.22?) &J"
yük bir ihtimalle, Ruslara bir zarar verilmesini istemeden sadece Yakub'un ce¬
zalandırılmasını isteyerek bu yolda izin vermiş olabilir.
(5) Yukarıda anlatılanların tamamı, Maltsoi'un Paskieviç'e yazdığı 18 Mart 1829
ta-
rihli rapordan alınmıştır. (Akti, c.7, s.688)
BOLUM 14
1829
Ah ıska üzerindeki baskı kalciırılıyor-Hesse'nin Limânı'deki başarısı-İran ile
savaş tehlİkesi-Paskieviç'İn başarılı diplo-masisi-Abbas Mirza, oğlunu St.
Petersburg'a göndertyor-A-hıska'da veba-Digour'daki Rus başartsı-Erzurum'a hare-
ket-Soğanlıdağ'ın aşılması-Serasker'in yenilmesi-Hakkı t\a yeniliyor-Hasan Kale
düşüyor-Erzurum alınıyor-Puşkin-Bayburt-Bourtsef'in ölümü-Paskieviç'in zaferi-Edime
ant-laşması-Gereksiz yere dökülen kan-Hesse'in yenilerek püskürtülmesi-90.000
Ermeni'nin göçü-Paskievİç-Osmanlı ve Acem ordusu...
Türklerin, Ahıska'yı geri alma girişimleri Rusları hazırlıksız olarak yakalamıştı.
Böyle bir harekete ihtimal vermedikleri gibi, hagni yön¬den de girişileceğini asla
düşünememişlerdi. Ordusunun sayısal azlı¬ğından dolayı Paskieviç, yeni ele
geçirilen bölgelerde yaşayan Müslü¬man halkın desteğini sağlamaya çalışıyordu. Bu
politikaya bağlı ola-fak, Ahıska'ya yakın yerlerde yaşayan ve savaşçı bir halk olan
Acara-lı'artn da kazanılmasına çalışılmıştı. Sayıca da kalabalık olmaları dola-
Y'sıyla da oldukça önemli bir güç oluşturan Acaralıların liderleri, he-men
görüşmelere katılmayı kabul ettiler. Liderleri, samimi olarak kendisi ve halkı için
Rus hakimiyetini kabul edeceğini belirtti. Fakat ya Rusları oyalıyordu ya da
Osmanlıların baskısı daha büyüktü. Çünkü
211
210
21 Şubat 1829'da Acaralılar, 15.000 kişi kadar tahmin edilen bir kuv¬vetle Ahıska
önlerinde göründüler. Daha önce Rusların başarılarına sahne olan kasabayı ele
geçirerek Hıristiyanların bir kısmını Öldürdü¬ler ve Bebutov'un komutasındaki bir
Rus birliğinin savunduğu kaleyj hücumla alamayınca kuşattılar. 12 gün süren bu
kuşatma boyunca askerler, çok kayıp verdiler ve bir çok güçlüklere göğüs germek
zo¬runda kaldılar. Bu sırada büyük zorluklar içinde Borzom geçidini geçcen
Bourtsef, Ardahan'dan gelen Muraviyev kumandasındaki esas takviye kuvvetlerini
beklemeden saldırmak için ilerleyince, Ahıs-ka'dan ele geçirdikleri talan mallarını
korumak derdine düşen Acaralı¬lar çekildiler (Akti, c.7, s.778)
Bu sırada, 1200 kişilik bir kuvvetin başında bulunan General Hesse, 150 Gurialının
da katılmasıyla güçlenerek Kara Deniz kıyısın¬daki Poti'nin bira? güneyinde bulunan
Limanİ'deki bir Osmanlı kam¬pını basarak dağıttı. Bu savaş sonunda Guria'ya
yöneltilecek bir sal¬dırı tehlikesi ortadan kaldırılmış bulunuyordu.- Çok kısa bir.
süre ön¬ce, Poti kuşatması sırasında Ruslara karşı savaşmış bulunan Günah¬ların, bu
savaşta büyük başarıları görülmüştür. (Akti)
Bu iki yönlü basanlar, bir süre için Paskieviç'in içinde bulunduğu endişeli durumu
ortadan kaldırdı. Bununla beraber Ruslar, 1812 yı¬lından beri Transkafkasya'cla
karşı karşıya geldikleri en kötü koşulla! altında bulunuyorlardı. Güvenilir
kaynaklardan alınan bilgilere göre Serasker, gelecek baharda savaşı yenilemek için
geniş çaplı hazırlık¬lara başlamış bulunuyordu.^ Başkumandanın emrindeki kuvvetler,
bîr taraftan Müslüman Dağlıları kontrol altında tutmaya çalışırken di¬ğer taraftan
da ancak Türk cephesini tutmaya yeterliydi. İşte bu ko-şullaV altında iran İle yeni
bir savaş ihtimali artmaya başlamıştı. Bun-
(D
Paskieviç'in 27 Şubat'ta Nesselrode'e yazdığı mektup; (Akti, c,7, s.67T>)
Os¬manlıların 1Q.00O kişi topladıklarını ve Acemlerin Erzurum Sardarı'yla
haberleş¬meye başladıklarını belirterek acele olarak 1 piyade tümeninin
gönderilmesini istiyordu. "Şu anda, Transkafkasya'daki kuvvetlerle İran'a karşı bir
savaşa gır* inek imkânsız görünüyor... Türklere karşı bile yeterince güveneceğim
kuvve*1111 yok." Paskieviç, Mart 30'da yazdığı bir başka mektubunda elindeki
kuvvetlerin aynı anda hem Osmanlılara hem de İran'a karşı savaşmaya yeterli
olmadıg'111 tekrarlıyor ve bu durumun, Dağıstanlıların ayaklanmalarına yol açarak
Ruslarıt1 Transkafkasya'daki varlığını tehlikeye düşüreceğini belirtiyordu. (^ge-s.
689)
|ara bir de Gürcü milislerinin başkaldırısını da ekleyebiliriz. Bir sürü bilgiçlik
taslayan tüzükler ve kurallarla Gürcülerin duygulan görül-rnemiş şekilde rencide
edilerek onların isyan etmelerine ve neredey¬se bütün seferlerin durdurulmasına
sebep olundu. Fakat bu gelişme¬lerden dolayı Paskieviç suçlanamaz. Düşman bir
çevrede bu gibi du¬rumlarla uğraşmak, yalnız askerî deha değil, fakat büyük
cesaret, in¬celik ve enerji gerektirir. Ve biz, bu kibirli askeri, şartlar
gerektirdiğin¬de eğitilmiş bir diplomatın esnekliğini, kendine hakimiyetini ve
ana¬dan doğma bir yönetici İstidadıyla sebatını sergilerken görürüz.^2*
Başka bir zamanda olsaydı; Griboyedov'un öldürülmesi gibi bir suç, korkunç bir
şekilde cezalandırılırdı. Ruslar, Tebriz'e girerler ve hatta Tahran'a bile
yürürlerdi. Fakat onların bu hareketleri gerçekleş¬tirebilmeleri için, şu anda
savaş halinde bulundukları Türkiye ile barış yapmaları gerekiyordu. Aksi takdirde,
yalnız o yöndeki sınır eyâletle¬ri değil, fakat Gürcistan bile tehlikeye düşerdi.
Bütün bu olumsuz koşullar altında Paskieviç herhangi bir savaş ihtimaline karşın
elinden geleni yaptı. Çünkü çok iyi biliyordu ki, bu kadar büyük bir çabayia
önlemeye çalıştığı savaş, her an çıkabilirdi ve bunu Önlemek için sa¬dece barışçı
girişimler yeterli değildi. Gerçekten de Feth Ali'nin ne özür dilemeye ne de
hatasını düzeltmeye niyeti vardı. Bu sırada İs¬tanbul'da iran ile bir iîtifak
anlaşması yapılarak hiç olmazsa bir kısım Rus kuvvetlerinin o tarafa çekilmesi için
yoğun çabalar harcanmak¬taydı. Fakat Rusların şansına ki, Paskieviç, Abbas
Mirza'nın şahsında, babasından daha fazla savaşın tehlikesinin farkında olan birini
bul¬du. Rusya ile yapılacak yeni bir savaş, ülkesinin olmasa da Abbas Mirza'nın
sonunu getirebilirdi. Çünkü başkenti Tebriz Rus sınırına çok yakın bulunuyordu ve
sevgili eyâleti Azerbaycan da her an bir saldırı¬ya uğrayabilirdi. Geçen acı
tecrübeler, ona, ilk başlarda kazanılan başarı ne olursa olsun uzun vadede Rusların
her zaman galib geldik¬lerini göstermişti. Böyle bir durumda ise intikam ateşinin
yükü kendi üzerine yıkılırdı. Fakat şu anda da Abbas Mirza'nın durumu çok zor ve
tehlikeliydi. Çünkü babasına ve Tahran'daki savaş taraftarı kliğe *-arŞi çıkmak,
kendisine öyle bir son hazırlayabilirdi ki bu son, savaşın
' Paskieviç'in diplomatik yetenekleri, 1007 Tilsit anlaşmasından sonra
İstanbul' daki görüşmelerde ortaya çıkmıştı. Sonuç olumsuz olsa da.
212
213

felaketlerinden daha korkunç olabilirdi. Bu durumda ne yapacağın karar veremeyen


Abbas Mirza, gizlice Paskieviç'e başvurarak onun bu konudaki görüşlerini almak
istedi. Güvendiği bir Ermeni aracılıjv la hemen cevap veren Paskieviç, onun
vatanseverliği kadar kişiSe| endişe ve hırslarının da üzerinde durarak savaşı
önlemenin tek yolu. nun kardeşlerimden veya oğullarından birisini, özür dilemek
amacıy|a St. Petersburg'a göndermek olduğunu söyledi.(3) Bu teklifi kabul eden
Abbas Mİrzâ, Şah'ın onayını beklemeden oğlunu yollamaya ka¬rar verdi. Bu sırada
İran sınırında toplanmaya başlayan Rus kuvvetle¬ri, kararını hızlandırmıştı. Fakat
bu görüşmeler zaman almıştı ve Hüs-rev Mirza, ancak Nisan'ın sonlarına doğru
Tiflis'e ulaştı. Bu sırada sorun yaratan Gürcüleri de sakinleştiren Paskieviç,
ancak Acem prensi kuzeye doğru yöneldikten sonra tüm dikkatini tekrar önünde¬ki
Türk savaşlarına çevirebildi.
Bu sırada Kürtlerle Ruslar arasında düşmanlıklar ortaya çıkmaya başlamıştı. Rus
bölgesindeki bir takım köyleri yağmalayarak dönen Kürtler, yolda Rusların
saldırısına uğrayarak ganimetlerini bırakmaya zorlandılar. Ahıska'nın çok yorgun ve
yıpranmış olan garnizonu, bu kez de veba yüzünden iyice güçten düştü ve Ahmet Bek
ile Acaralıları, yeniden Ahıska'yı tehdit etmeye başladılar. Çok güçlü engelleri
aşa¬rak yardıma gelen Bourtsef'in Tsourtskabi'de yaptığı bir gece baskı¬nından
sonra yine kurtarıldılar. Böylece bütün sınır bölge ve hatları yakılıp yıkılmış
oluyordu. Bu koşullarda Osmanlı ordusunun ilerle¬mesi pek önemli sonuçlar
vermeyebilirdi. Fakat yine de hareket üs¬tünlüğü, Serasker'deydi. Yukarıdaki güçlük
ve zorluklarda mücadele ederek yıpranan Pasikeviç, henüz harekete geçebilecek bir
durumda değildi. Daha da Ötesi, bu sıralar İran sınırının da kuvvetli bir şekilde
gözetlenmesi gerekiyordu. Çünkü böylesine değişken bir yapısı olan Feth Ali'ye pek
güvenilemezdi.Bu gelişmeler, Paskieviç'in ilk planları¬nı oldukça değişik bir
şekilde yeniden düzenlemesine sebep oldu. Önceleri, Kars ve Bayezid'den olmak üzere
iki kol halinde Erzurum'a yürümeyi planlamıştı. Fakat Bayezid, İran'a çok yakındı
ve Türklere karşı savaşan ordusu için artık bir üs olarak kullanılamazdı. Tam ter-
(3) Bu mektubun ayrıntıları, Fonton tarafından tamamen verilmektedir, s.405.
jne buranın da savunulması için bir takım tedbirlerin alınması gere¬kiyordu.
Gerçekten de her taraftan ilişkisi kesilen bu kale, Van Paşa-cı tarafından
kuşatıldı ve General Pupov ve Panyutİn kumandasında¬ki garnizon, yardım gelinceye
kadar dayanmayı başardı. (Aktİ, c.7,
5.806)
Mayıs ayının ortalarına doğru, dağ yolları ve geçitler, hala kar¬larla doluyken,
çeşitli yönlerden Türk birliklerinin ilerlemeye başladı¬ğı görüldü. Serasker'in
süvari kumandanı Kaygi Bek, bir birlikle Arda¬han dolaylarına sokuldu. Fakat
Muraviyev'İn ordusu tarafından uzaklaştırılınca Acara'nın erişilmez bölgelerine
çekilerek oradan Ahıska'yı tehdit etmeye başladı. Osmanlı ordusunun Osman Paşa
kumandasındaki öncü kuvvetleri, Soğanlı Dağlarını aşarak Akbulak' tan çıkarken Van
Paşası da, Bayezİd'e yürüdü. Böylece Rus ordusu¬nun merkezi ve kanatlan aynı anda
tehdit edilmeye başladı. Paskie¬viç, hemen sınıra doğru yola çıktı ve 19 Ağustos'da
Ahilkelek'e ulaş¬tı. Muraviyev'e bütün kuvvetleriyle (bir tabur) Digur'daki
Boıırtsef'e katılmasını emrettikten sonra Paskieviç, Nijni Novgorod süvarileri, bir
miktar Kazak, iki buçuk tümen piyade ve 14 toptan oluşan ordu¬sunun başında Kars'a
doğru yola çıktı. İki gün sonra, 1 Temmuz'da Kars'a gelen Başkumandan, General
Pankratiyev'in bir taburunu da kendi emri altına aldı. Ayın 5'inde Muraviyev ve
Bourtsef'in birleşik kuvvetlerinin Digur'da Kaygi Bek'in kuvvetlerini yendikleri
haberi geldi.
Bu savaş, tamamen Bourtsef'in ataklığı ve enerjisi sayesinde ka¬zanılmıştı. Bu
nazik anda Kumandan, Kobiian Sancağı'nda, yanında Kerson alayının 3 bölüğü, 200
Kazak ve 4 top olduğu halde bir "ce¬zalandırma" seferinde bulunuyordu. Paskieviç'in
habercisi, Türkler tarafından kesilmiş olan yolu büyük güçlüklerle ve gecikmeyle
aşarak Bourtsef'e ulaşabildi. Ve kendisine, Muraviyev ile birleşme emrini ge¬tirdi.
Bu gecikme, çok önemli sonuçlar doğurabilirdi. Durumun ve-nametini bir anda
kavrayan Bourtsef, eğer zamanında takviyeler gonderilmezse Muraviyev'İn Kaygi Bek
karşısında çok zor bir durum¬da kalacağını anlayarak emrindeki tüm kuvvetleri Albay
Hoffman'ın Şmrine verdi ve Muraviyev'İn yardımına yolladı. Kendisi de, geri ka-an
kuvvetleri getirmek için Ahıska'ya döndü, geceyarısı harekete ge-Ççn Hoffman,
ertesi günü saat 10 civarında Digur'a ulaştı. Bu sırada
214
215
tffc
Kaygi Bek kuvvetleri de, Potşkaf geçidinden çıkmışlardı. Bunun üze¬rine aynı adı
taşıyan ırmağı geçen Hoffman, öğleden sonra saat 3'e kadar 6.000 kadar askerin
saldırılarına dayandı. Bazı Türkler, büyük fedakarlıklarla Rus saflarını yarmayı
başardılar. Fakat yeterli destek alamayınca geri püskürtüldüler. Kısa bir süre
sonra Böurtsef'in 2 ta¬buru olay yerine ulaşırken hemen hemen aynı zamanda
Muraviyev' in kuvvetleri de güney yönünde göründüler. Düşmanlarının
kuvvet¬lendiğini gören Türkler, kamplarına çekildiler. Ertesi gün Ruslar, kampa
saldırdılar. Yapılan umutsuzluk dolu bir savaştan sonra Os¬manlı ordusu dağıldı.
15.000 kişi olarak verilen ordunun kayıptan 1200 civarındaydı. (!) Rusların
kayıpları ise, 8 subay ve 60 er olarak verilmiştir. Ele geçirilen bütün cephane ve
erzakların yanısıra Bek'in, düşmanın yenildiğini söyleyerek başladığı bir mektup da
vardı.
Böylece sağ kanadın tehlikeden kurtulması üzerine serbest ka¬lan Muraviyev ve
Botırtsef kuvvetleri, Kars Önlerinde esas orduya ka¬tıldılar. 13 Temmuz'da
Paskieviç, 18.000 kişilik bir ordunun başında Erzurum'a doğru yola çıktı. {12340
süngü, 5785 süvari ve 70 lop) Böylesine bir ordu, Paskieviç gibi birisinin
kumandası altında rakiple¬rine karşı daima.üstün gelebilirdi. Çünkü Türkler, cesur
askeıler ol¬malarına rağmen disiplinden yoksun ve iyi yönetimden mahrum
bu¬lunduklarından dolayı askerî yönden, disiplinli Rus ordusu karşısında çok zayıf
kalıyorlardı. Bütün bunlara rağmen, Rusların bu giriştikleri hareket, tehlikelerle
doluydu. Herhangi bir yenilgi, Ruslar için tam bir felakete dönüşebilirdi.
Esas Türk ordusu, Hasan Kale'de beklerken Hakkı Paşa komu¬tasındaki bir birlik,
Soğanlıdağ'ın kuzey eteklerindeki Millidiiz'de sağlam bir şekilde mevzilenerek
Kars'tan Hasan Kale'ye giden. ıkı önemli yoldan biri olan Mejingert yolunu kontrol
altına almış bulu¬nuyordu: Paskieviç, her zaman olduğu gibi yine riskli bir işe
girişti: Zi-vin yolunu izleyerek Hakkı'nın ordusunun arkasına düşecekti. Fakat
böylece Ruslar, iki Türk ordusunun arasında kalacaktı. Paskieviç, bu manevradan
sonra hızla Hakkı'nın ordusuna saldıracak ve arkasın¬dan bütün gücüyle Kios
Paşa'nın yerine Serasker atanan Salih'in or¬dusuna yüklenecekti. Fakat hiç kimsenin
tahmin edemeyeceği bazı sebepler yüzünden plan tamamen tersine döndü. Ama sonuç
aynıy* di. Böylesine bir hareketin tehlikeleri açıkça ortadaydı. Ne var ki ola-
ciddiliği, savaşmaksızın geri çekilmenin imkânsız olduğu görülün¬ce anlaşıldı. 13
Haziran akşamı kamptan hareket eden Paskieviç, Bourtsef'i sol kanatda Mejingert
yoluna doğru yolladı. Böylece kendi hareketleri maskelenmiş olacaktı, O gece yola
çıkan Paskieviç, ana orduyla Zivtn'den ayrıldı ve henüz erimemiş karlarla kaplı
ormanlık ve dağlık, 39 km'lik yolu aşarak görünmeden iki ordunun arasına gir¬di,
arkasından, şaşırtma hareketini tamamlayan Bourtsef de, orduya katıldı. Rusların,
kayıp vermeden Soğanlıdağ'ı aşmalarını Monteith, Napolyon'un Alpleri aşmasına
benzetmektedir, (s.247) Hakkı, ertesi sabah, büyük bir şaşkınlık içinde olanların
farkına vardı. Fakat Seras-ker'in 30.000 kişilik bir ordu ile Hasan Kale'den yola
çıktığını haber atınca rahatladı ve mevzilerinin sağlamlığına güvenerek kendisine
göre büyük bir stratejik hata oîan bu hareketin sonuçlarını bekleme¬ye başladı.
Gerçekten de karlarla kaplı, üç sıralı tepe dizileri.ve iki or¬du arasında bulunan
geniş uçurumlarla dolu kayalık arazi, buranın savunmasını büyük ölçüde
koiayi'aştırıyordu. Erzurum'un işgali ve daha bir takım hırslı planlara sahip olan
Paskieviç, böylesine miiste.lv kerri bir yere saldırarak muhakkak, olan büyük
kayıplara uğramayı kesinlikle düşünmüyordu. 15 Haziran'dan 17'ye kadar geçen üç
gün; bu tür sonuçların elde edildiği keşif harekaîlarıyla dolduruldu.. Bu arada
cephane ve mühimmat taşıyan konvoylar da, emniyet içiıv de kampa ulaştılar. Ondan
sonra, daha uygun bir mevkinin bulun¬ması için güney ve doğu yönünde çevirme
hareketine devam edil¬mesine karar verildi. Fakat ulaşımı güçleştiren doğa yapısı,
bu hare¬ketin 50 km kadar sapmasını gerektiriyordu. Lakin harekete geçme¬den önce
meydana gelen bir olay, belki de tüm seferin mukadderatı¬nı değiştirdi. Gelen
haberlere göre Hakkı'nın gönderdiği bir birlik, (sonradan sayılarının 1600 olduğu
anlaşılmıştır). Erzurum yolunu kontrol eden müstehkem bir yerde mevzilenmişîerdi.
Bunun üzeri-ne, buradaki askerleri söküp atmak için yeterli sayıda piyade, süvari
Ve topçu birlikleri oraya yollanırken daha güçlü bir kol da, Millidüz yönündeki
ricat yolunu kesmekle görevlendirildi. Sonuç, tam Rusların «stediği gibiydi.
Digur'da olduğu gibi burada da Müslüman halklardan *°planmış olan süvariler,
savaşta mühim bir rol oynadılar. Gerçekten °u atlılar, kendi dindaşlarına o kadar
büyük bir şiddetle saldırdılar kl Rus subayları, ele geçirilen esirlerin
hayatlarının korunmasında

216
217

güçlük çektiler. Bu ve bunun benzeri bir çok olayda görüldüğü gibi eğer değişik
bölgelerde yaşayan bu Müslümanlar, birbirlerine daha sıcak duygular beslemiş
olsalardı Rusların, bu başarılan elde etmeleri çok zor olurdu.
Bu savaş sırasında 300 kadar piyade öldürüldü ve bir miktar da esir alındı. Fakat
kumandanları Osman Paşa, süvarilerin büyük kıs¬mıyla geri çekilmeyi başardı. (Akti,
c.7)
Erzurum yolu üzerinde, pek fazla uzak olmayan bir yerde Mu-raviyev'in yaptığı bir
keşif harekatı, çok önemli gelişmelere ışık tuttu. İlerleyen Rus kuvvetleri, bir
kısım Türk süvarileriyle karşılaştılar. Biraz daha ilerleyen Kazaklar, uzaklarda
düzenli piyadelerin beyaz çadırla¬rını gördüler. Büyük Ödüller vadiyle oraya
gönderilen haberciler, as¬kerlerin Serasker'in öncü birlikleri olduklarını
bildirdiler. Muraviyev, verilen emir üzerine kampa döndü.
Ertesi günü, 18 Hazİran'da Paskieviç, yürüyüşünü tekrarladı. Daha önceki üç gün
boyunca, her sabah Hakkı'nın ordusunun bu¬lunduğu yere bakan bir tepe ele
geçirmişti. Çevirme harekatının Pa-şa'clan gizlemek için daha önceki manevra
tekrarlandı. General Pankratiyef, 6 piyade taburu, 1 Kazak tugayı ve 20 topla sol
tarafa gönderildi. Aynı zamanda, küçük bir birlik de, hareketi maskelemek için ön
tarafa yollandı. O gün öğleye doğru Pankratiyef harekete geçtikten sonra Paskieviç,
maiyetine dönerek şöyİe dedi: "Şu anda ordum bir gemiye benziyor. Beni karaya
bağlayan ipleri keserek açık denize açılmış bulunuyorum. Artık geriye dönmemin
imkanı yok!" Yolun darlığından ve tehlikelerle dolu olmasından dolayı o gün ancak
10 km kadar ilerlenebildi. Akşama doğru, görevini tamamlamış olan Pankratiyef
orduya katıldı. Ertesi günü Muraviyev'in kuvvetleri Öncü olurken
Pankratiyef'inkiler de artçılık görevi yaptılar. Ruslar, 19 Hazi¬ran sabahı Han
geçidine indikleri zaman Türklerin nöbetçileriyle kar¬şılaştılar. Artık savaşın çok
yakın olduğu anlaşılmıştı. Karşıdaki kuv¬vetlerin sayısı ve yapısı hakkında yeterli
bir bilgi yoktu. Paskieviç bile, onların Hakkı'nın ordusunun bir bölümü olduğuna
inanmıştı. Ger¬çekte ise, karşısında 12.000 kişilik ordusuyla Serasker bulunuyordu.
Muraviyev'in birliğinin vadiden çıkmasından hemen sonra Türk süva¬rileri hücuma
geçtiler. Rus piyadeleri hemen mevzilenirken toplar da Çözülerek ateşe başlandı.
Açılan yoğun topçu ateşi o kadar şiddetliy-
di ki, daha sonraları buradaki savaş, bir topçu düellosu olarak adlan-dınlmıştır.
Fakat sol taraftaki kanadı oluşturan Bourtsef İse, Kerson alayı ve 12 topla, her
taraftan ilişkisi kesik olarak ve yedeklerden mahrum bir şekilde Mijlidüz
tarafından yapılan ağır süvari saldırıları¬na karşı durmak zorunda kalmıştı. Bitmez
gibi geçen bir süre için paskieviç ve maiyeti, nefeslerini tuttular. O an için Rus
piyadelerinin oluşturdukları kareler, süvari hücumlarına dayanamayacak gibi
gö¬rünüyordu. Fakat sonunda dumanlar dağıldığında, Bourtsef kuvvet¬lerinin
yerlerinde kaldıkları ve süvarilerin çekildikleri görüldü. Paski¬eviç, bu andan
istifade etmek amacıyla Rus sol kanadının karşısında bulunan Zağin Kalasu ırmağının
gerisindeki Osmanlı merkezine toplu bir saldırıya karar verdi. Hareket, tamamen
başarılı oldu. Osmanlı ordusunun merkezi dağıldı. Sol kanadın da orduyla ilişkisi
kesilerek dağlara doğru sıkıştırılıd. Her iki kısım da, yedeklerinin "koruma ate-
şj"yle perdelenerek Kayın!» köy istikametinde bozuk bir halde çekildi¬ler. Fakat bu
sırada Serasker'in sağ kanat kuvvetleri, Hakkı'nın süva¬rileriyle birleşerek
yeniden Rus sol kanadına saldırdılar. Rus kareleri yine dayandı. Fakat onların
gerisine sarkan bir kısım Türk süvarileri, Rus kamıpna girerek erzak ve cephaneleri
tahrib etmeye başladılar. Olayı gören Pankratiyef, iki Kazak alayını yardıma
gönderirken Baron Osten Sacken kumandasındaki kuvvetler de, aynı anda karşıdaki
te¬pelerden güründüler. İki yönden tehdit edilen Türkler, çekilmek zo¬runda
kaldılar.
Artık saat 5'e doğru yaklaştığı için o günlük, savaşın bittiği düşü¬nülerek orduya
Kanlı Çay kıyısında konaklama emri verilmişti. Fakat o sırada gelen haberler,
olayların akışını tamamen değiştirdi. Anlaşıl¬dığı kadarıyla Serasker de,
karşısındaki düşman hakkında bilgi ala¬mamış ve o gün için savaşmaya pek
niyetlenmemişti. Hakkı ile kendi¬sinin arasına, böylesine beklenmedik bir şekilde
giren ordunun Pas-kieviç'in tüm ordusu olduğunu bilmiyordu. Millİdüz'den, yardım
için sadece süvari kuvvetlerini çağırmıştı. Ordusunun 18.000 kişilik önemli kısmı,
henüz Zivin'e doğru yaklaşıyordu ve bir günlük yolu vardı. Serasker, ağaçlık
tepelerde mevzilenerek ordusunun kalanını beklemeye başladı. Ertesi günü, Hakkı'nın
20.000 kişilik ordusunun d desteğiyle bir meydan savaşı vermeye karar vermişti. Bu
ise, Pas- taa başından beri kaçınmaya çalıştığı durumdu. Eğer Türk
>
218
219

kuvvetleri birfeşebilirlerse Ruslara karşı üçe birlik bir üstünlük sağla¬yacaklar


ve böylesi bir ortamda yapılan savaş, kazanılsa bile çok ps. halıya mal olacak ve
Erzurum seferi, tamamen ertelenmese de büyük bir tehlikeye düşecekti. Durum çok
kritikti. Kaybedilecek zaman yoktu. O anda karar verildi: Gece kampa baskın
yapılacaktı. Saat 7' ye doğru bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Böyle bir baskın
bekleme¬yen Serasker ordusu, iki taraftan sarılarak cepheden hücuma uğra¬yınca
fazla dayanamayarak çözüldü. Düzensiz bir halde geriye çeki¬lirlerken Rus
süvarileri tarafından 33 km kadar izlendiler. Zivin'de, henüz savaşa katılmamış
18.000 asker vardı. Fakat kaçakların, Rusla¬rın gücü ve sayısı hakkında
anlattıkları öylesine bir panik yarattı ki, bu askerler de hızla çekilmeye
başladılar. Böylece, hiç beklenmedik bir şekilde, 19 Haziran'da Serasker'in. tüm
ordusu dağılmış bulunuyor¬du. Artık Millidüz'ün anahtarı Rusların elindeydi.
Böylesine yorucu bir günden sonra Paskieviç'in kendisiyle adamlarına biraz
dinlenmek için zaman vermesi beklenebilirdi. Fakat o, kesinlikle böyle
düşünmüyordu. Hiç bir kumandan, onun kadar demiri tavında düğmeye kararlı değildi.
Yorgunluktan bitkin düşül¬mesine rağmen, gecenin geri kalankısmı, ertesi sabah
yapılacak sal¬dırının hazırlıklarıylfî geçirildi. Ordusunda hiç birisi de, onun bu
kara¬rının doğruluğunu sorgulayarak kendilerine yüklenen bu ağır işlerden dolayı
sızlanmadı.
20 Haziran günü şafak vakti, Paskieviç, ordusunu beş bölüme ayırdı. Üçü, herhangi
bir ricatı önlemek için civardaki bütün yolları kestiler. Kalan iki birlikten
birisinin başına geçen Paskieviç, cepheden hücuma geçerken son birlik de, yan
taraftan saldırdı. Öğleden önce Hakkı'nın kendisi de esirdi. Ordusu dağılarak
çevreye yayıldı. 1200 kadar esir alınırken savaş alanında da 2.000 kişi kalmıştı.
Rusların ba¬şarısı tamdı. 1.9 top ve 12 sancak ele geçirildi. Artık Hakkı'nın da
or¬dusu yoktu. Ruslar, bundan böyle geriden ve yanlardan saldırıya uğ¬rama korkusu
olmadan Erzurum'a yürüyebilirlerdi. Fakat Hakkı'nın ordusunun büyük bir kısmı,Osten
Sacken'in takipteki beceriksizliği yüzünden kurtulmayı başarmıştı.(4> Paskieviç,
müthiş bir hayal kırıklı-
(4) Paskieviç'in Çar'a 23 Haziran'da gönderdiği raporda, olayı anlatırken
Osten'i11 başarısızlığına yer vermiyordu. (Akti, c.7, s.792)
eına uğramıştı, östen Sacken, kendi İsteğiyle açılan bir soruşturma sonunda
şiddetle tekdir edilerek komutanlıktan alındı. Bu takip srra-sında düzenfi Rus
süvarileri, tüm ricat yollarını kestikleri halde geri çekilen Türk süvarilerini
izlemede başarılı olamadılar. Sadece Müs¬lüman atlılar, bir kere daha kendilerini
kanıtladılar.*5' Rus ordusu şimdiye kadar, 25 saatte 65 km yol almış ve neredeyse
50.000 kişilik bir orduyu da etkisiz hale getirmişti.
Ertesi günü, 21 Haziran'da Rus ordusu, Erzurum'a doğru yola
çıktı. Yolları üzerindeki Hasan Kale, müstehkem bir yer olmasına
rağmen fazla direnmeden teslim oldu. Böylece Haziran 26'da bu bü¬
yük şehrin kapılarına varıldı. Ertesi günü, Poltava savaşının yıldönü¬
müydü. Şehir halkının, savaş istememesi üzerine bütün savunma im¬
kanlarını yitiren Serasker, 27 Haziran'da şehri teslim etti. Ruslar,
Anadolu'nun başkentine karşı konulmadan girdiler. Böylece en azın¬
dan 5 asırdır Hıristiyan askeri görmemiş olan Erzurum da düştü. Bu
sırada, şehre muzaffer bir şekilde giren ordunun içinde Puşkin de bu¬
lunmaktaydı.^1 ? .
"14 gün içinde Haşmetmeab'ın askerleri, geçen yılın kazançları¬nı saymazsak, 13
Haziran'dan itibaren, henüz karlarla kaplı bulunan iki yüksek dağı aşmış, Osmanlı
ordusunu yenmiş, İki askerî kampı ve Hasan Kale'yi aimış ve ayrıca, çok sayıda top
ve mühimmat ele ge¬çirmiştir. Böylece Doğu'daki bütün direnme noktalarını
yokettikten sonra bu bölgenin merkezi üzerine yürünerek, çok uzun süreli bir
kuşatmaya dayanabilecek olan Erzurum teslime zorlanmıştır. En so-
(5) Paskieviç, Çar'm dikkatini bu noktaya çekmektedir: "Bütün savaş boyunca,
ce¬saretin en büyiiğüyle dÖğüştiiler. Her çarpışmada en öne atıldılar. Öyle ki,
bü-? yük bir metanetle düşmanın piyadelerine'bile saldırdılar. Toplar, sancakîar ve
esirlerin çoğu, bunlar tarafından ele geçirildi." Monteith de şöyle yazıyor:
"He¬nüz bir kaç ay öcnesine kadar Ruslann barışmaz düşmanı olarak isyan halinde
bulunan yerliler, adalet, anlayış ve ılımlı davranışlarla kazanılarak onların Rus
ordusunda savaşması sağlandı." (5.300)
(* ) Aşağıdaki bilgiler, atlanamayacak kadar ilginçtir: "Ünlü şair Alexander
Puşkin, Mart ayında, Tifİis'e gitmek üzere St. Petersburg'dan ayrıldı. Kendisi,
Çar'ın gizli emriyle yakından kontrol edilmektedir. Ceneral Pasikeviç'in emriyle,
Puş¬kin Gürcistan'a ulaşınca gerekli tedbirleri almanız gerektiğini hatırlatmaktan
onur duyarım." (Ceneral StrekaloVdan general Baron Osten'e. 12 Mayıs 1829, Akti,
c.7, s.954) Puşkin'in Pasikeviç'in özelizniyle orduyu Erzurum'a kadar İzle¬mesi,
St. Petersburg'da huzursuzluk yaratmıştı.
y
220
nunda, Asya Türkiye'sinin yöneticisi, Türk ordusunun başkumandanı unvanlarını
taşıyan Serasker de, dört paşayla esir alındı." (Aktı, c.7, s.802, Paskieviç'in
Çar'a raporu 28 Temmuz)
Daha sonra gelişen olaylar, kısaca şöyle özetlenebilir; Bourtsef, küçük bir askerî
birliğin başında, fazla bir direnmeyle karşılaşmadan 7 Temmuz'da Bayburt'a girdi.
(7) Böylece Ruslar, Trabzon'a 130 km kadar yaklaşmış bulunuyorlardı. Bu sırada
Paskieviç de, tüm kuvvet¬lerini Erzurum'da toplayarak Sivas'a yürümenin
hazırlıklarını yapıyor¬du. Fakat, 12 gün sonra, civardaki Kart köyüne başarısız bir
saldırıda bulunan Bourtsef, ölümcül bir şekilde yaralandı. Paskieviç'in bu en cesur
ve başarılı astından başka Rus kayıpları, 13 subay ve 300 er¬den daha fazlaydı. Bu
olay, Türklerin umutlarını yeniden arttırırken Paskieviç'in de durumunu oldukça
zorlaştırdı. Fakat yine de verdiği kararla Paskieviç, ordusunu toplayarak Bayburt'a
doğru yürüdü'. Böl¬gede toplanan Osman Paşa kumandasındaki küvetleri dağıttıktan
sonra Kart köyünü alarak imha etti. (Akti, s.810) (28 Temmuz)
Artık Sivas yolu açıktı,Fakat her taraftan olumsuz haberler gel¬meye başlamıştı.
Türklerin, yeniden toplanarak geriden ye yanlardan Rusları tehdit etmeye
başlamaları üzerine Paskieviç, bir süre için planlarını ertelemek zorunda kaldı.
Paskieiç, yön değiştirerek Erzu¬rum'dan 250 km kadar uzaklıkta bulunan Kara Hisar'a
kadar bir nü¬mayiş yürüyüşü yaptı. Bizzat kendisinin bölgede yaptığı bir keşif
ha¬rekatından sonra Trabzon'a giden yolların aşılamayacağı ve savaşçı Uzların
Ruslar tarafına çekilemeyecekleri anlaşılmıştı. Zaten güz ay¬ları da yaklaştığından
Bayburt'u havaya uçurduktan sonra Erzurum'a geri döndü. Bu senenin son iki
haftasındaki bu başarısızlıklar, savaşın ilk başlarında kazanılan Rus başarılarını
büyük ölçüde gölgelemiştir. Yine de dört aylık bir zaman içinde Paskieviç'in
ordusu, dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu'nda 5.00 km
lik bir yol katederek en azından, ayrı ayrı yerlerde toplam olarak, 200 toplu ve
80.000 mevcudlu bir ordu dağıtmış, 10.000 civarında kayıp verdirmiş 5000 askerle
iki serasker esir almış, Erzurum'a girmiş, 262 top, 65 bayrak ve 10 sancakla
serasker asasını ele geçirmişti.
(7) Bayburt'u Trabzon'a bağlayan yollar, tekerlekli araçlar geçemeyecek bir
du¬rumdaydı. Ruslar, Sivas'a doğru yürürken sağ kanatlarını korumak için Bayburt u
almak zorundaydılar.
221
2 Eylül 1829'da Edirne anlaşması imzalandı. Fakat bu haber, Er¬zurum'da bulunan
Paskieviç'e bir ay geç ulaştı. Ve bu süre içinde, Bayburt ve civarında gereksiz
yere kanlar döküldü/8* Fakat herşeye rağmen savaş sona ermişti. Ekim'in başlarında,
birlikler, kendi yerle¬rine çekilmeye başladılar. Ve bundan sonraki çeyrek asır
boyunca Türkiye ve Rusya arasında barış hüküm sürdü. Bu sıralarda 47 yaşın¬da
bulunan Paskieviç, St. Petersburg'da büyük bir onurla karşılandı. Fakat Rusların,
Kafkasların ötesinde ele geçirdikleri topraklardan sa¬dece Anapa, Poti, Ahilkelek
ve Ahıska Paşalığı'nın bir kısmıyla bu şehir ve kale onlarda kalmış gerisi
Osmanlılara iade edilmiştir. Kars ve Ar¬dahan bile geri verilerek Gürcistan'ın
güvenliği, Avrupa politikasının gerekliliğine feda edildi. Böylece, 1855 ve 1877
yıllarında, Paskieviç' in bu yaptıklarının yeniden tekrarlanması gerekti.
Rusya, toprak yönünden Paskieviç'in başarılarından pek fazla kazanç sağlayamadıysa
da nüfus yönünden durum tamamen baş¬kaydı. 4 Kasım 1828 tarihli bir belgede
Nesselroda, Paskieviç'in işgal edilen topraklardaki Hıristiyan halklarla çok yakın
ilişkilere girmesini isteyerek onları kendi taraflarına çekmenin önemini
hatırlatıyordu. Bu insanların kullanılmasıyla İmeritya, Mingrelya ve diğer
bölgelerin ko-lonileştirilmesi planlanıyordu. Adı geçen yerlerin geri kalmışlığının
farkında olan Paskieviç, bu teklifi olumlu olarak kabul etmesine rağ¬men kendi
beklentileri oldukça farklıydı. Paskieviç, ısrarlı bir şekilde, geniş miktardaki
Osmanlı topraklarının tutulmasını istiyordu. Onun is¬tediği sınırlar, hemen hemen
günümüzdekinin aynısıydı. (Akti, c.7, $.757-787) 11 Şubat 1829'da Çar'a yazdığı bir
mektupta şöyle diyor¬du: "Düşmanı birliklerimizle yenebiliriz, fakat ele geçirilen
bölgeler¬deki hakimiyetimizi ancak halka güven sağlayarak devam ettirebili¬riz."
Tamamen politik nedenler yüzünden, Paskieviç Türkiye'de yaşa¬yan Ermenilerin umut
ve hırslarını, en üst dereceye kadar cesaretlen¬direrek, teşvik etti. Bu politika
sonunda öyle bir durum ortaya çıktı
Çok sayıda birlimin Bayburt civarında toplanması üzerine oraya yürüyen Paski¬eviç,
onları dağıtarak 800 kayıp verdirdi ve 1200 esir aldı. 17 Eylül'de Hesse'in Kara
Deniz kıyısında küçük bir kale olar Tihisdiri'ye yaptığı saldın şiddetle
püs¬kürtülerek 600 kayıp verildi. (Akti, s.829) Albay Reouf da Muş'u direnmesiz
al¬dı. (Fonton, $.532)
223
222
ki, daha önceleri Türk komşuları ve yöneticileriyle uyum içinde bulu¬nan bu
İnsanlar, onlara karşı cephe aldılar. Savaştan sonra bu insan¬lar, eski yerlerinde
bırakılırlarsa savaş sırasındaki hareketlerinden do¬layı bir öç saldırısına maruz
kalabilirlerdi. Gerçekten Paskieviç, yu_ muşaklığıyla diğer Rus subaylarından
ayrılmaktadır. Bu durumda da bu özelliğini sergiledi. Bir kaç yıl önce Nikola
tarafından Lipetsk'de ayaklanan köylülerin sorunlarını çözmek ve bir karara varmak
için gönderildiğinde onların affedilmeleri için yalvarmış ve şöyle yazmıştı;
"İnsanlara merhamet ve yakınlık göstermek, hiç bir zaman kötü bir sonuç vermez." Bu
son olayda da, kendi politikasına karşı yöneltile¬cek tartışmaların ve
eleştirilerin şiddetini bilmekle beraber Çar'ın da İznini alarak, kendisiyle
birlikte Rus sınırını geçmek isteyen Ermenile¬ri kabul etmeye karar verdi.
Yanlarında, Kürtleri kendi saflarına çek¬mek için kullanılmak amacıyla alınan,
fakat bu işin başarılamaması yüzünden ödenemeyen 300.000 ruble kadar para vardı. Bu
para, bu amaç için kullanılabilirdi, fakat kısa bir süre sonra, göçetmek
iste¬yenlerin sayısı, onların da beklentilerini aşmıştı. Türklere yaptıkların¬dan
sonra onlardan korkan Ermeniler, kitleler halinde, Ruslarla birlik¬te gitmek
istiyorlardı. Bunun üzerine bir göç'komitesi kuruldu. Bol miktarda para harcanarak
bu işlerin düzenlenmesine çalışıldı. So¬nunda, Rus ordusu sınırı geçerken 90.000
kadar Ermeni de, onu izli¬yordu/91
Paskieviç'in Kafkasların ötesindeki bu savaşları, katedilen mesa¬felerin uzunluğu,
savaşa katılan birliklerin miktarı, Rus askerlerinin kuvvetli disiplini ve emirlere
uyumu ve hepsinin ötesinde de alışılma¬mış derecedeki başarılarıyla diğerlerinden
ayrılmaktadır. Bu başarıla¬rın sebeplerini detaylı olarak incelemek, bizi konumuzun
dışına alıp
(9) Bu rakamlar, devamlı olarak değişmektedir. Lynch, "Armenia" adlı eserinde;
"Büyük bir ihtimalle 60.000 kadar Ermeni, yanlarında piskoposları da olduğu halde
çekilen Rus ordusunu izlemiştir." diyor. Monteith ve PaSkieviç ise, bu ra¬kamın
9O.000 olduğu konusunda ısrar etmektedirler. Fakat kesin olarak bilinen rakamlar
da, 7298'i Erzurum'dan olmak üzere 14.044 ailedir. (Akti, cJ,
s.833-843-845, 847).
Bu savaşlar ve daha sonraki Rus savaşlarında olduğu gibi, en fazla dikkat edil¬mesi
gereken nokta; Rusların Ermenilere çeşitle vaadlerde bulunarak onları bu olaylara
sürüklemeleridir. Bu yüzden onların sorumlulukları inkar edilemez. (Çev. Notu)
götürecektir, kaldı ki, bu konuda yazılmış ciltler dolusu kitaplar var¬dır. Fakat
yine de olaylara kısaca bir göz atacak olursak Başkuman-dan'ın başarılarının
sebeplerinin, ne stratejilerinin sağlamlığı, ne de taktiklerinin parlaklığı ve
yeniliği değil, fakat savaştan önce yaptığı ? planlara ve gösterdiği olağanüstü
dikkate bağlı olduğunu görürüz. Bu dikkat, ona, zamanı gelince, tüm askerî dehasını
ortaya koyarak bü¬tün gücü ve hızıyla son darbeyi İndirmesinde yardımcı olmuştur.
Bu savaşlarla ilgili olarak Monteith, şöyle yazıyor: "Mükemmel bir planla- "
mayla birliklerin erzak ve mühimmatları tam ve bol olarak tayin edil¬miş ve
askerler, koşullar zorlasa da, gereksiz acelelerle zorlanarak , yaratılmamışlardır.
Bir kere hazırlıklar tamamlanıp da harekete geçi- , lecek olursa, o andan itibaren
türlü gecikmeler olmaz, çok orduyu yıkan düzensizlikler ve anlamsız gayretlere
girişilmez ve her zaman : ilerlemek eğilimi ağır basardı. Erzurum'a doğru yola
çıkan ordunun sayısının, bu iş İçin gerekenin yarısı olmasına rağmen yine de.
Paski¬eviç'in gayretleriyle bu iş de başarılmıştır," (s.300)
Daha sonraki yıllarda görev aldığı 1831-32 Polonya ayaklanma¬sı, 1849 Macar seferi
ve Kırım harbinin ilk başlarında her zamanki gi¬bi başarılı sonuçlar almasına
rağmen, rakiplerinin abartılmış bir ihti¬yat olarak değerlendirdikleri tavırları
yüzünden kazandığı ün, biraz söner gibi oldu. 27 Mayıs 1854 yılında Silistre*10'
kalesinin duvarları dibinde patlayan bir top mermisiyle ağır bir şekilde yaralandı.
Bu yüzden Başkumandanlıktan çekilmek zorunda kaldı, iki yıl sonra da öldü.
Paskieviç'in karakterini, yeteneklerini ve başarılarını tarafsız bir şekilde ortaya
koymak istediğimiz zaman onun, Yennolov ile 1815' lerden beri süregelen düşmanlığı
yüzünden Yermolov'un hayranları tarafından haksızlığa tabii tutulduğu görülür.
Şimdiye kadar başvurup kullandığımız bu önemli devlet arşivlerinin editörü mr.
Bergede, ça¬lışmalarının Önsözünde (c.7, s.11) şöyle yazmaktadır: "Paskieviç'in
zamanında Kafkaslarda meydana gelen mutluluk verici sonuçlar
00) 28 Ocak 1854'de genel saldırıya geçen Ruslar, bazı kaleleri ele geçirerek bir
Osmanlı ordusunu da yendikten sonra Silistre kalesini kuşatmışlardır. Fakat bu¬rada
Topçu feriki Musa Paşa komutasındaki 10.000 kişilik bir Türk kuvveti kah¬ramanca
direnerek üstün Rus kuvvetlerini yenilgiye uğratarak altı saldırıyı püs¬kürtmüş ve
yardım kuvvetlerinin gelmesi üzerine Ruslar çekilmişlerdir. (Çev. Notu) (Prof.Enver
Ziya Karal, t.4, s.238)
?-' V"
224
225
üzerindeki rolünü sorgulamadan sonuçta diyeceğiz ki, 'Yer mot ov'dan sonra ülkenin
içinde bulunduğu sakin durum ve düzenlilik ile Paski-eviç'in, askerleri Katerina ve
Suvarov'un ruh yapısında bulmasından sonra artık savaş çelenklerini toplaması kolay
bir işti!"'Böyleyken, en azından Kont Diebitsch, Gürcistan'dan dönerken Hat'da
rastladığı General Sabaniyef'e açıkladığı görüşler de bu yoldadır. Şu cümlenin de
kime atfedildiği bellidir: "Eğer zafer çelenklerini devşirmek bu ka¬dar kolay
olsaydı 1826-27'de neden Yermolov'un kendisi toplama-dı?" demiştir Diebitsch.
Burada şu da unutulmamalıdır ki, Kont, Pas-kieviç'in pek iyiliğini isteyen birisi
değildir ve daha önce de belirtildiği gibi Yermolov'un yerini almaya pek de
gönülsüz değildi.
Aynı yazar, şöyle devam ediyor, "Türkiye ve İran ile yapılan sa¬vaşlar, Yermolov'un
askerlere aşıladığı mükemmel disiplin ve çok isabetli kararlarla seçtiği subaylar
ve görevliler sayesinde bizim için mutluluk verici bir biçimde sonuçlanmıştır."
Burada hakim olan ön yargı, Kafkasya ile ilgili olarak yazan pek çok Rus yazarında
da görül¬mektedir. (Akli c.8, s.XXl)
Biz, yine 1828-29 savaşlarında Rus ordusunda bulunarak olay¬ların Önemli bir şahidi
olan Monteith'e dönelim (s.3ö"l): "General Paskievİç, doğal bir tanıma bilme
içgüdüsüne sahipti ve emrinde ça¬lıştırdıklarına güvenirdi. Sivil ve idâri işlerde
de yılmaz ve usanmaz bir dikkat gösterirdi. Sonunda, uzun yıllardır Rusların idâri
işlerini balta¬layıp bozan kötü ve olumsuz etkenleri temizlemeyi başardı. Her sınıf
ve rütbedeki insan, özgürce yanına çıkabilir ve herkes kendi tercü¬manını dilerse,
getirir ve en kısa zamanda, âdil olarak işinin halledile¬ceğine güvenebilirdi.
Hızla düzene soktuğu Gürcistan'da yokluğu çok hissedildi. Kafkas kabilelerinin iç
İşlerine fazla karışmadan Rus¬ya'ya bağlayarak onları pasifize etmiş ve bir kısım
süvari birlikleri de teşkil etmişti. Kendi dudaklarından bir çok kereler duyduğum
gibi, burada uygulanabilecek olan ve başarı şansına sahip tek politikanın bu
olduğuna inanıyordu..."
Bu yargıya elbette ki Yermolov'un hayranları katılmayacaklar¬dır. Maalesef bu konu,
artık hiç bir şekilde aydınlığa kavuşturulama¬yacaktır. Fakat olaya Paskieviç'in
açısından baktığımız zaman onun, sınırın iki yanındaki halkın gönlünü kazanmadaki
başarısı, Müslüman halktan süvari birlikleri oluşturması ve Türk, İran savaşları
boyunca
Ky Kafkasya'daki kabilelerin sessiz kalmalar konusundaki başarı¬larını tamamen, bu
insanların iç işlerine karışmama prensibine bağla¬yabiliriz. (Aktı, c.8, s.340)
Böylece bu gelişmeler sonunda, Yermolov okulunun ileri sürdüğü gibi, Dağlıları dize
getirmenin tek yolunun ka¬ba kuvvet ve zorbalık olmadığı anlaşılmış olur.
Paskieviç'in karakteri, elbetteki bir çok çevrede hoşnutsuzluk uyandıracak etkiler
bırakmıştır. Mönteith, onu şöyle anlatıyor: "Dış tavır ve hareketleri oldukça
aceleciydi. Bazen bu hareketleri, şiddet derecesine ulaştırıyordu. Bu durum, o
sıralar Rus subayları arasında yaygın olan bir moda görünümündeydi. Belki
Suvarov'un dengesiz¬liklerini taklit etme duygusuydu buna yol açan. Fakat
İş'eyietne gel¬diği zaman konu üzerindeki dikkatli çalışma ve incelemesiyle
karar¬dan sonraki uygulamadaki hızı, gerçekten onun çok yetenekli oldu¬ğunu ortaya
koyuyordu. 2. Charles için söylenen vecize tersine çev¬rilerek onun için; 'Çok
seyrek olarak akıllıca bir şey söyledi. Fakat as¬la aptalca bir şey yapmadı.'
denmiştir." (s.3O3)
Bir an İçin Türk ve Acem savaşlarına tekr ar dönersek henüz son sözün
söylenmediğini farkederiz. Rusya'daki üslerinden oldukça uzakta sayıları da
yetersiz olarak savaşan Rus askerlerinin büyük zor¬luklara göğüs gerdiğini görürüz.
Avrupa Rusya'sından gelen takviye kuvvetlerinin, erzak ve cephanenin ulaşımında
karşılaşılan engeller, savaşların cereyan ettiği ortamlardaki coğrafi yapının
korkunç sertli¬ği, Kafkaslardaki Müslüman ve Hıristiyan halkların her zaman savaşa
ve başkaldırıya hazır olmaları ve son olarak da orduda iki yıl içinde iki kere
çıkan veba salgınının yol açtığı olumsuz şartlar altında, bir kumandan ne kadar
deha ve zeka sahibi olursa olsun ve o^un em¬rindeki askerler de ne kadar dayanıklı
olurlarsa olsunlar, o sırada dünyanın en güçlü devletleri arasında yer alan İran ve
Osmanlı Dev-leti'ni bu kadar kısa sürede dize getirmenin imkanı yoktu. Rus
başarı¬larının temellerinde bu iki ülkenin iç karışıklıklar yüzünden korkunç k»"
şekilde zayıflayarak güç kaybetmeleri yatmaktadır. Eğer bu iki ül¬kenin orduları,
şimdiki seviyelerinde olsalardı (1901) durum çok daha başka olabilirdi.
Şu anda İran ordusunda, mükemmel birer asker olmaya aday, dayanıklı Azerbaycan
Tatarları ve Kirmanşah'ın sert dağlıları bulun¬maktadır. Fert olarak her türlü
yeteneğe sahip olan bu cesur asker-
226
227

ler, ne yazık ki bîr askeri savaş alanında başarılı kılan diğer tüm İlklerden;
disiplin ve eğitim... vs. den yoksun bulunmaktadır. Bir kısım İran askerleri,
İngiliz ve Fransız subaylar tarafından bir çok kerele eğitilip
teşkilatlandırılmışlardır. Daha önceleri pek bir Özelliği olma yan topçu sınıfı da,
İngiliz top ve topçuları sayesinde oldukça yüksek bir seviyeye çıkarılmıştı. Fakat
çok ilginçtir ki, Avrupai disiplini iran askerlerine uygulamak için yapılan her
türlü çalışma ve çaba, tama¬men başarısızlığa uğrayarak tam tersi sonuçlar
vermiştir. (Lord Cur-zon, c.1, s.579) Sir Henry Rawltnson da, şöyle yazıyor:
"İran'ı Fransa ile sürdürdüğü kanunsuz ilişkiden kurtarmak için onu, düzenli ordu
denen bir olguyla lütuflandırarak Nersus'un elbiselerini giydirdik!" (s.31) Ordunun
geri kalan kısmı da, hiç bir disiplin çeşidine alışık ol¬mayan ve genellikle yarı
bağımsız hanlıklardan zorla veya para karşı¬lığında toplanmış olan acemilerden
oluşuyordu. Bunların, h.em para¬ları düzenli bir şekilde ödenmiyor, hem kendileri
de birkaç aydan fazla askerlik yapmaya dayanamıyorlardı. Kış gelince terhis
edilerek evlerine gönderilmelerini bekliyorlar ve bu yapılmadığı zaman da, izinsiz
olarak kendiliklerinden çekip gidiyorlardı. Askerler, gerçekten son derece cesur ve
azimliydiler. Ne var ki, alt kademelerdeki subay¬lar, kesinlikle Rus rakiplerinin
gerisinde kalıyorlardı. Abbas Mirza, bir çok defalar, bir komutan olarak yeteneğini
ispatlamasına rağmen ge¬nelde ordunun yönetimi çok beceriksizceycli.
Osmanlı ordusuna gelince; bir çok olumsuz şeyin onlar için de geçerli olduğunu
görebiliriz. Yukarıda sıralanan eleştiriler, bu orduya da yöneltilebiür. Daha da
ötesi, Kürtler, Acaralılar ve diğer savaşçı kabilelerin, bir meydan savaşındaki
değerleri ve yararlılıkları tartışıla¬bilir. Ayrıca bu bölgedeki feodal beylerin
hepsine de kesin olarak gü-venilemezdi. Monteith anlatıyor: "Bunların toprakları
hükümet tara¬fından alınıyor, emek vererek çok iyi eğittikleri atlar İçin bir bedel
Ödenmiyordu. Bu sebeplerden dolayı, onlardan çoğu da, kendilerine böylesi
hakaretleri reva gören ve hor davranan hükümet yerine düş¬manla anlaşmaya
meylediyorlardı." (s,154} Savaşta yenilen paşala¬rın, idam edilmelerinden korkarak
düşmana sığındıkları oluyordu. Paskieviç, 11 Ocak 1829'da Çar'a yazdığı bir
raporda, kampında esir olarak bulunan Kars ve Bayezid Paşalarının gelecekteki
savaşlarda Ruslarla beraber hareket etmek istediklerini söylüyor ve Ahıska önle-
in ordunun ikinci adamı olan Mustafa'nın da, ilk fırsatta gelme¬ye söz verdiğini
ekliyordu.
Fakat bütün bunlardan daha farklı ve ciddi olarak Türk ordusu¬nun zayıflığının çok
özel, başka birsebebi vardı. Şimdiye kadar ordu¬nun belkemiğini oluşturmuş bulunan,
fakat sonraları devletin başına bela kesilen Yeniçeri Ocağı 1826 yılında ortadan
kaldırılmıştı. Bunun yerine kurulan "nizam" veya "düzenli" askerleri ise, henüz
onların ye¬rini dolduracak bir seviyeye gelmemişlerdi. Monteith, bu askerlerin;
sayıca az, durumlarından hoşnutsuz ve disiplinsiz olduklarını belirt¬mektedir.
Herşeye rağmen 1826-29 savaşları, bütün iyi ve kötü yanlarıyla, askerî tarihin çok
önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu arada Paskieviç ile ordusunun kazandığı ün
de büyük ve uzun süreli ol¬muştur.
V i
229
BOLUM 15
MÜRİD SAVAŞLARI
Müridızm-Gazi Molla-Şamil-Hareketİn gelişmesi-Kan dava-ları-AdetveŞeriat-
Mündlerinsayılan-MüriclveMüridizm'in anlamlan...
Bölgedeki iki büyük Müslüman ülkenin arka arkaya yenilmesi, Rusya'nın uzun bir süre
için bütün gücünü, özgür Dağlıların boyun eğdirilmesi işine ayırmasına fırsat
verdi. İraıi, bundan sonra bir daha Kafkas işleriyle ilgilenernezken Türkiye, 1854
yılına kadar bölgeye müdahale edemedi. O tarihte patlayan Kırım savaşı da, sonradan
anlaşılacağı gibi aslında Rusların, kafkasya'daki hakimiyetlerine son bir basamak
olmuştur. Edirne anlaşmasından başlayarak Kafkasya nın tamamen işgaline, yanı
Dağıstan, Çeçenistan ve Batı Kafkasya' daki Çerkeslerin boyun eğdirflmesine kadar
geçen zaman içinde Ruslar, bu insanlara karşı devamlı olarak yıpratıcı ve yokedici
bir kat¬liam savaşı uygulamışlardır. Bu savaş yöntemi, tüm direnişin sona ererek
1864 yılında Kafkaslılann toplu olarak göçe zorlanmasına ka¬dar uygulandı. İşte bu
uzun süren savaşlar boyunca Ruslara karşı ko¬yan Dağlıların, özgürlük aşkının Dînî
inanç ve ruhla kaynaşmasına ortaya yeni bir dünya görüşü ve yaşam felsefesi ortaya
çıkarak Müi"'* dizm adını almıştır. Bundan sonraki bölümlerimizi dolduracak olan
hu konuya başlarken her şeyden Önce Mürid ve Müridizm'in ne an¬lama glediklerini
inceleyeceğiz.
Müslümanların mistik anlayışına göre islam üç kısımdan mey¬dana gelmektedir.
Şeriat, Tarikat ve Hakikat. Bunlardan ilki, dünyev' iyken diğerleri ruhî'dir.
Birincisi, tüm Müslümanların yaşamını düzen¬lemek için gerekirken son ikisi, daha
yüksek bir seviyeye çıkmak iste¬yen Müslümanların izleyecekleri yoHardır. Başka bir
deyişle Şeriat, Kur'an'dan alınan Müslümanların kanunlarını oluşturmaktadır.
Tari¬kat ise, Allah'ı tam olarak anlamaya giden yol demektir. Bu da, Pey¬gamberin
(SAV) tüm hayatıyla yaptıklarının izlenmesiyle sağlanır. (Sünnetlere uyma) Bu
bilgilerin tamamen elde edilmesi Arapçada marifet, Farsçada İse Dâniş olarak
adlandırılır, Bazı yazarların, "Haki¬kat" ı "Tarikat" ile "Marifet" arasına
koymalarına rağmen o hepsinin üzerindedir. Yine başka bir deyişte şöyle İfade
edebiliriz: Şeriat, keli¬meleri, Tarikat, amelleri, Hakikat ise Hz.Muhammed
(S.A.V.)'ın özel¬liklerini temsil eder. (Aziz İbni Muhammed, bö.2) Şeriat, 8.
yüzyılda Dağıstan'a ulaşan Arap Fatihler tarafından Kafkasya'ya getirilmiştir, ?
Fakat ülkenin bir çok yerinde Şeriat kanunları, Adet ve geleneklerin yerini tam
olarak alamamış ve en uygun fırsatda insanlar, gelenekle¬rine yeniden dönmüşlerdir.
"Tarikat"! anlatmanın ve açıklamanın bir çok yol ve sistemleri vardır. Fakat, ilk
dört Halİfe'den geldiği kabul edilen dört Tarikat, te¬meli oluşturmaktadır. Dört
Halife, düstürlerini Peygamber (SAV.} den almışlar ve O da, Allah'tan aldığı İçin
hiç bozulmadan ilk haliyle gelen ilkeler, insanlar arasında yaşamaktadır. Allah'a
ulaşmak, de¬vamlı ibadet, günahlardan sakınmak ve dünyevî nimetlerin terkedil-
mesiyle mümkün olacaktır. Ünlü İranlı şair molla Jami, daha da ileri giderek şöyle
yazıyor: "Bu yolla Allah'a ait bilgileri elde çâert kişiye "Wall" denir. Bu kimse,
artık kendisi için yaşamıyordur. O, kutsal te¬fekkürle ölümsüzlük kazanmış
demektir... Eğer Wali derecesine ulaş¬mak istiyorsan dünyadaki (bu ve gelecek olan)
bütün iyi şeylerden va2geç ve kendini tamamen Allah'ın aşkına adamak için serbest
bı¬rak."
Bütün bu sistemler, uygulamada birbirlerinden ayrılmaktadırlar Ve bu tarikatların
izleyicileri de, genellikle birbirlerine rakiptirler. (!) Her sistem, kendi içinde
derecelere bölünmüştür. Bunlar, Müridler

230
231
ve bunların başı olan Mürşid'den oluşmaktadırlar. Mürşid, artık ke¬mâle ermiş
demektir. Tarikatla ilgili bütün kuralları ancak o koyar ve düzenler. Onun rızası
olmadan, yapılan ibadetler, tutulan oruçlar ve tövbeler muteber değildir. Her
Mürşid'in bir çok Mürİd ve Halifeleri vardır. Bunlar, kâmil insan olmaya yaklaşmış
kimselerdir. Müridler normal insanların ruhlarının gelişmesi işiyle İlgilenirler.
Artık gerekli olgunluk mertebesine erişmiş olan Halife, Mürşid'i tarafından Şeyh
veya Mürşid olarak atanır ve memleketine veya başka bir yere gide¬rek tarikatını
başka bir kolunu açar. Bütün bu tarikatların üyelerinin ibadetle meşgul olarak
bekâr kalmaları istenmesine rağmen Dağıs¬tan'da bu durum görülmemiştir. Molla Jami,
"Nafahat" adlı eserinde, ilk Sufi olarak Hicrî 161'ele ölen Ebu Haşim'i
zikrederken, ikinci ola¬rak Hicrî 245'de Ölen El Mtsrî, üçüncü olarak da Hicrî 297
yılında ölen ve Baku'nun bir köyü olan Hazri'cte gömülü bulunan Cüneyd'i yazar.
Cüneyd'İn çağdaşlarından olan Şibli, açıkça Müridizm ve Su-fizm'i yayan kişi
olmuştur. Fakat Hicret'ten sonra 5. asra kadar bu Sufîlere şüpheyle bakılarak
izlenmişler ve bazen de öldürülmüşler¬dir. Cüneyd'İn öğrencilerinden olan Hüseyin
Bin Mansur, (El Hallaç) Halife Muktedir'in veziri tarafından kırbaçlatıldıktan
sonra cesedi Bağdat'da yakılmıştır (?) Söylenenlere göre, kesilen başı, "Enel Hak"
demeyi sürdürürken akan kanı da, aynı şeyleri yazmıştır. Fakat Hic¬retin 4.
asrından sonra Sufizm veya Müridizm büyük bir güç kazana¬rak İslam dünyasını
etkilemiş ve İran şairlerinin ve liderlerinin çoğu Sufizm'i benimsemişlerdir.
Kısaca Müridizm ve Sufizm'İn aynı olduğunu söyleyebiliriz. Ve bu tarikatın mistik
öğretileri, çok eski çağlarda Kafkasya'ya gelerek o zaman Şirvan eyaletinde
bulunan, şimdi ise Şemha diye anılan yerde ve Baku'nun Geokçay bölgesinde kuvvetli
bir şekilde yerleşti. Bu akı¬mın Araplar tarafından buraya getirildiği artık kesin
gibidir. Zaten bir çok yerde raslanan "Arab", "Arab-Şamli", "Arab-Kadim" gibi
isimler ve bu yörelerde yaşayan insanlarının derilerinin koyu olması ve boğazdan
gelen kelimeleri hala kullanmaları (kendileri Türkçe veya Azerice
ko¬nuşmaktadırlar) bu savı desteklemektedir. Hicret'in 9. asrında, Sau-retttn'in
Öğrencisi olan Seyyid Yahya, Şirvan Şahı'nın katında büyük bir öneme sahip olarak
yaşamını Baku'de sürdürmüştür. Yahya'n"1 10.000 kadar Mürid'e sahip oludğu ve
fikirlerini çok geniş alanlara
vaydığı söylenmektedir. Fakat Şirvan Şahların hanedanının 1538 yı-hnda çökmesinden
sonra bölge, devamlı olarak Şia İranlılar ve Sünnî Türkler arasında bir mücadele
alanı oldu. Bu arada Dağlardan inen Oağıstanlılar da, hiç fark gözetmeden her iki
tarafa da baskınlarda bulunuyorlardı. Bu durum, Rus İşgaline kadar devam etti. Bu
koşul¬lar altında, Sufizm'in etkisini yitirdiği görülmektedir. Gerçekten de
mücadele dolu bu uzun yıllar sırasında ünlü Şirvan Şeyhlerinin İsim¬leri artık hiç
duyulmamıştır. Nihayet 18. asrın sonlarında, Şirvan'ı bir kere daha Nakşibendî
tarikatının merkezi haline getiren İsmail Efen-di'yi görüyoruz. Bu tarikat, Hicrî
791'de vefat eden Buharalı Muham-med tarafından kurulmuştur. Ruslar, İsmail
Efendi'yi Türkiye'ye gö-çetmeye zorlarken talebelerini de Rusya'nın çeşitli
bölgelerine sürdü¬ler. Böylece Müridizm Dağıstan'da yeniden ortaya çıkmak üzere
İken Şirvan'da söndü. Müridizm Dağıstan'a İsmail Efendi'nin talebelerin¬den yine
Buharalı Muhammed adlı birisi tarafından götürülmüştür.
Dağıstan'ın kuzeyindeki Kioren bölgesindeki .Yaragl köyünde yaşayan Molla Muhammed,
bu akımı kabullenerek ilk defa ona poli¬tik bir karakter kazandırmıştır. İşte bu
yeni fikir, gelecekteki büyük mücadelenin kaynağını teşkil etmiştir. Fakat Molla
Muhammed, hiç bîr zaman Müridizm'in gerçek liderliğini üstlenmemiş ve yanlış bit
şekilde İlk İmam olarak adlandırılmıştır/1' Aslında ilk imam olarak Gimrili Gazi
Muhammed'in kabul edilmesi daha doğru olacaktır. Ga-zi'yi, daha sonra Hamzat Bek ve
Şamil, İmam olarak izlemişlerdir.
Kısaca, şimdi izleyeceğimiz Dînî motivlerin gelişimi bu yöndey¬di. Şimdi Rusya'nın
Dağıstan ile olan ilk ilişkilerine bir göz attığımızda bu akımın politik
kaynaklarıyla ilgili bir takım ipuçları elde edebilece¬ğe
Daha önce de gördüğümüz gibi Rusya, bir asır kadar once Da¬ğıstan kıyılarını geçici
olarak ele geçirmiş, fakat Çariçe Anne zama¬nında buralar terkedilmişti. 1786
yılında, Kuzey Dağıstan'daki Kumuk halkının lideri olan Tarku Şamhalı, gönüllü
olarak Rus hakimiyetini kabul etti. Bir kaç yıl sonra, daha güney-batıda ki Mektule
Hanı da,
Molla Muhammed ve onun Müridizm ile olan ilişkilerini daha detaylı olarak
in¬celemek için Yüzbaşı Prouzhanoysk/in anılarına baş vurulabilir. (Kavkazy
Sbornik, c.2, s.22)

*
v,,./
232
233

onu izledi. Bu hanlığın kuzey ve doğusunda Kumuklar, batısında Koysuboylar,


güneyinde ise Dargiler yaşamaktaydı.
1796 yılında, Zubov'un kumandası altında İran'a yürüyen Rus¬lar, bir kere daha
Hazar kıyısındaki topraklan ele geçirdiler. Küçük hanlıklar arasındaki çekişmeler
ve anlaşmazlıklardan yararlanarak fazla bir çaba sarfetmeden oldukça büyük
miktardaki toprak parça¬larını ele geçirdiler. Özellikle "top" Dağlılar İçin yeni
bir olaydı. Etkili bir kaç misket (Şarapnel) atışı, en kalabalık birlikleri
dağıtmaya kâfi geliyordu. Bu yeni düşman karşısında tutunamayan küçük ve zayıf
hanlıklar, önce boyun eğdiler. Fakat ilk fırsatta da Ruslara karşı ayak¬lanarak
bağımsızlıklarını kazanmaya çalıştılar. Ruslar da,, onların bu hareketlerini ihanet
olarak değerlendirerek amansızca üzerlerine yü¬rüdüler. Onların köy ve kasabalarını
acımasızca imha ettiler.
1796 yılında Derbend alınırken komşu Tabasaranlar da, boyun eğmişlerdi. 1803'de
Dağıstan'ın en Önemli hanlığı olan Avanstan, 1806 yılında Baku ve Küba hanlıkları
ele geçirildi. 1813 yılında imza¬lanan Gülistan anlaşmasıyla İran, Rusya'nın bu
hanlıklar üzerindeki hükümranlık haklarını tanımakla kalmayıp ayrıca Derbend,
Kioren, Taliş, Sekin, Şirvan ve Karabağ hanlıklarını da Ruslara bıraktı. 1819
yılında bir çok Özgür Dağıstan toplulukları; Akuşa veya Dargi, Sior-gen, Rogul ve
Kubaçi de işgal edildi.
1820 yılında, Gazi Kumuk Hanı, bir İsyan çıkardı. Fakat Kosrek' de yenilerek
başkenti ele geçirildi ve Hanlık da Kioren'e bağlandı. Ni¬hayet 1824 tarihinde,
bütün Koysuboy fedarasyonu, aralarında Cim¬ri de dahil olmak üzere, rehineler
vererek boyun eğdiler. Çeyrek asır¬dan daha kısa bir zaman İçinde Dağıstan'ın büyük
bir bölümünün ve güneydeki hanlıkların ele geçirilmesi sonuçlandırılmıştı. Rusya,
bu şe¬kilde Kafkaslarda ilerlerken uyguladığı metodların ahlakî değerler içerdiği
hiç de söylenemez. Rusya'nın bu ilerlemeleri, onlardan kısa bir süre önce
İngilizlerin, Hindistan'da gerçekleştirdikleri işgal hare¬ketlerine benzetilebilir.
Eğer bu savaşlar sırasında Rusya'nın çok az uygar davrandığını ve oldukça barbar
metodlar uyguladığını hatırlar¬sak o sıralar Rusların, hala yarı barbar ve
rakiplerinin de henüz pek gelişmemiş olduklarını belirtmeliyiz. (!) Rusya'nın en
büyük avantajı hükümet sisteminde yatmaktadır. Ülkede hakim olan serflik sistemi ve
yönetimin monârşik yapısı, çarlık ordularına gönüllü olarak son-
suz kaynaklar sağlıyordu. Fakat iş bununla da bitmiyordu. Ele geçiri¬len geniş
topraklar üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek İçin bir takım askerî ayrıcalıklar
tanınan Kazaklar, bu topraklara yerleştiriliyordu. nağıstan'ın kendisi, toprak
bakımından fakirdi ve Rus göçmenlerine pek çekici gelmiyordu. Fakat dağların
bittiği yerlerde başlayarak gü¬ney yönünde iki deniz arasında uzanan verimli
topraklar stanitsalarla dolmuş ve bu verimli toprak hattını korumaya almışlardı.
Böylece pulluk (saban) kılıcı izleyerek ilerledi. Hatta bazı yerlerde ikisi bir
ara¬da bulundular. Bu gelişmelerin sonucunda somut sonuçlar elde edi¬lerek sürekli
kalınabilecek üsler kuruldu ve dağların eteklerinde sona eren bu yerleşim
bölgeleri, daha sonraları gerektiği takdirde dağlara yapılacak seferlerin bir
başlangıç noktası olacaktı.
İşte bu ortamda, Dağıstan'daki Dînî uyanış, Rus işgalleriyle aynı devreye raslaclı.
Kâfir komşu, artık yabana işgalciydi. Ruslar da, bu durumu kötüleştirmek için
ellerinden geleni yaptılar. Kendi tebâlarını ezen hanları ve yerel yöneticileri
destekleyerek halkın sönmez nefre¬tini kazandılar. Sonraları, bu yöneticilerin de
hedefleri haline geldiler.
Diğer yanda ise islamiyet, bütün Müslümanları, zengin-fakir de¬meden, eşit ilan
ediyordu. Bu aşamadan sonra Müridizm, ilk baştaki Dînî karakterine politik
özelliğini de ekleyerek hızla gelişmeye başla¬dı. Müridizm'in içinde barındırdığı
bu iki etken de gerçekti ve hemen hemen eşit şiddette bulunuyorlardı. Ruslar,
özellikle hareketin Dînî özelliği üzerinde durarak onu vurgularken yabancı yazarlar
da, do¬ğal olarak hareketin politik yanına ağırlık veriyorlardı. Ruslar, bu
ha¬reketi, kendi adaletli ve yumuşak (!) idarelerine karşı koymayı düstur edinmiş
bir Dînî fanatizm olarak yorumlamak istiyorlardı. Yabancı yazarlar, olayı değişik
bir açıdan değerlendirerek bu hareketi, yüksek ve ulvî değerler taşıyan
kahramanlıklarla dolu bir Özgürlük mücade¬lesi olarak kabul ediyorlardı.<2)
Dağıstan'daki Dînî uyanışın, ilk baş-wda politik bir özelliği yoktu. Uzun süren
Mürid savaşları sırasında bir çok "Tarikat Müridf'nin bu savaşlara katılmadıkları
gözlendi. Sahip oldukları Dînî bilgilerden dolayı saygı duyulan bu kimseler, savaşa
Omaraof, Müridim ile ilgili olarak arapça'dan çevirdiği bir kitabın önsözünde
şöyle diyordu: "Millî ve vatanî duygular bu hareketin temelinden çok uzaktılar."
<c.4, Tiflis, 1870)
234
235
katılmadıklarından dolayı pek hoş karşılanmıyorlardı. Gazavat'a katı¬lan ve
Şamil'in Naibleri olan savaşçı Müridleri ise, gün geçtikçe daha da politikleşerek
Dağıstan'ın özgürlüğüne daha fazla ağırlık vermeye başlamışlardır. Molla Muhammed,
özgürlüklerinin yitirildiğj bir ortamda görüşlerini yaymakta fazla bir zorluk
çekmedi. Çünkü Müslümanlık, iyi bir hayat, özgürlük ve gelecek hayatta sonsuz
mut¬luluk vadederken, yabancı işgalcilerden ve gavurdan nefret etmeyi ve ona karşı
mücadele etmeyi de emrediyordu. Teoride Müridizm, tamamen kan dökülmesine zıttı.
Çünkü Tarikat'da böyle bir şey yok¬tu. Diğer tarafta ise Kur'an'ın emirleri ve
Peygamber'İn Hadisleri or¬tadaydı. İslam'a göre gavur İmân'a davet edilir ve
reddedilmesi ha¬linde ise ona karşı Cihad ilan edilirdi. İslamiyet, İnananları
Cihad'a çağırıyordu. Düşmanın dinine girilmese de onun hakimiyetini kabul etmek
İslam'ın emirlerine ve Peygamber'İn öğretilerine tamamen tersti. Ruslar,
sınırlarının ötesinde kaldıkça Müridizm'in mistik yolu, insanlara yeterli oluyordu.
Fakat Ruslar, hile ve cebren ülkelerini ele geçirince bu insanlar, daha zorlu
yollar denemek zorunda kaldılar. Tarikat'ın yegane silahı, ruh kılıcı ve vadettiği
de manevi Özgürlüktü. Fakat sarp ve yalçın dağlarda yaşayan bu insanların,
mistizmin va¬dettiği bu hayatı İran düzlüklerinde veya Ganj ırmağı kıyısında
yaşa¬yanların kabul ettiği gibi kabul etmemeleri çok normaldir. Kaçınılmaz olarak
tek arzulan, Rus boyunduruğundan kurtulmak oklu. Çok geç¬meden de bu yolun, ancak
ve ancak o çok sevdikleri ve büyük bir ustalıkla kullandıkları keskin ve parlak
çeliğin ucundan geçtiğini an¬ladılar. Tarikat, silaha el atmayı yasaklıyorsa o da,
Kur'an'ın emirleri¬ne göre yeniden düzenlenmeliydi. Molla Muhammed'e. göre, zaten
bu ikisi arasında öyle önemli bir çelişki yoktu. Çünkü, ayağında pran¬ga olan biri
veya boynu boyunduruğa geçirilmiş kimse, özgürce yol¬da yürüyemez ve Tarİkat'ı
izleyemezdi.
Politik Özgürlük, kesinlikle Din'den ayrılamazdı ve Müslümanla¬rın köleleştirilmeye
çalışılması, "Kutsal Savaş"a bir haklılık kazandırı¬yordu. Ve olayların gelişimi de
bu yönde oldu. 19. asrın ilk çeyreğinin sonlarına doğru Ruslar, Dağıstan'ı
işgallerini kutlarken insanları bir araya toplayan en kuvvetli iki etken; Din ve
özgürlük sevgisiyle ayak" lanan bu insanlar, artık uzun ve kanlı bir mücadeleye
hazırdılar ve Rusların durumu, uzun yıllar şüpheli halini koruyacaktı. Artık sadece
hir lider gerekiyordu ve her olayda olduğu gibi zaman, O'nıı da ha-zırlamıştı.
Gazi Molla, 1793 yılında Gimri'de doğdu.tJl Karanay'da Arapça öğrendi ve öğrenimini
Arakani'de Sait Efendi'nİn yanında tamamladı. paha sonraları bu hocasıyla
tartışmıştır. Gazi Muhammed, çok iyi bir şekilde konuşmanın "altını" ile susmanın
"gümüşünü" kişiliğinde kay-paştırmıştı. Şamil, onun için; "bir taş kadar sessizdi."
derken, diğerleri de: "sanki bütün savaşçıların kalpleri onun dudaklarına yapışmış
gi¬biydi ve bir nefesiyle onların ruhlarında fırtınalar koparmaktaydı." di-
vorlardı. Bir Rus yazarı, onun büyük bir konuşma yeteneğine sahip olduğunu, fakat
gerekli Dînî bilgilerden ve politik özelliklerden yok¬sun olduğunu yazmaktadır.
Çohlu Hacı Ali ise, O'nun insanları engin Dînî bilgisi ve aklıyla çevresine
topladığını, Müslümanların mal ve canlarına dokunamdığını, basil ve sade bir hayat
sürdüğünü söyle¬mektedir. Fakat herkes, O'nun cesur, kahraman, samimi ve hilesiz,
davasına sonuna kadar bağlı ve gerektiğinde acımasız olduğu konu¬sunda birleşiyor.
Arkadaşı ve kapı komşusu olan Şamil, O'ndan iki yaş kadar da¬ha küçüktü. Giınri'yi
tarihe geçirecek olan bu iki arkadaş, hemen he¬men bütün yaşamları boyunca bir
arada olmuşlardır. Genç olanın ilk adı Ali idi. Fakat Ali, altı yaşına kadar zayıf,
ince yapılı ve sık sık has¬talanan bir yapıdaydı. Bu durum üzerine, yerel anânelere
uyularak çocuğun adı değiştirilerek bundan sonra "Şamil" diye çağrılmaya başlandı.
(4) Bu andan itibaren hızlı bir değişikliğe uğrayarak gelişme¬ye başladı. Çok
geçmeden büyük bir güce ve enerjiye kavuştu. Ken¬disi de, bu özelliklerini
geliştirmek için her fırsattan yararlanıyordu. Devamlı olarak kılıç çalışan, koşan,
atlayan ve çeşitli jimnastik çalış¬maları yapan Şamil,-yirmi yaşlarına geldiği
zaman artık kendisine ra¬kip olaibelcek hiç kimse yoktu. Söylenenlere göre, dokuz
metre ge-
Gazi Muhammed'in doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Bu konuda yazan Rus
yazarları da, çelişkili bilgiler vermektedirler. Tchitchavoga, "Şamil Rusya'da ve
Kafkasya'da" adlı eserinde, sayfa 13'de Gazi Muhammed'İn, 1797 yılında doğan
Şamil'den dört veya beş yaş büyük olduğunu söylüyor, fakat sayfa 24'de
de, 1832 yılında öldürüldüğünde 75 yaşında olduğunu yazıyor! "Şamil, Allah'ın 101
isminden birisidir ve 'Herşeyi içine alan' anlamına gelmek¬tedir." diyor M.Berge
236
237

nişliğindeki bir hendeği aşarken iki normal adamın başlan üstünde tuttukları ipin
üstünden atlayabilirdi. Bütün hava koşullarında ya|,n ayak ve göğsü açık olarak
dolaşan Şamil, dayanıklılıkta ve gözüpek-likte o kadar büyük bir dereceye erişti
ki, cesur ve dayanıklı Dağlıların arasında bile ünü yayıldı. Şamil, çok atik,
enerjik, öğrenmeye istekli, gururlu ve başkaları üzerinde hakim olucu, biraz
kederli ve oldukça fazla duygulu bir yapıya sahipti. Şamil'in babası Dengan, içkiye
düş¬kün birisiydi. 14 yaşlarına gelen Şamil, arkadaşlarının bu konudaki' şaka ve
alaylarına artık daha fazla dayanamaz olmuştu. Söylendiğine göre, babasına Kur'an
üzerine yemin ettirerek onu bu kötü alışkanlı¬ğından vazgeçirmek için yedi kere
girişimde bulundu. Bu çabaların¬dan bir sonuç elde edemeyen Şamil, eğer bir daha
arkadaşları tara¬fından, babasmın içkiciliği konusunda bir söz işitecek olursa
onların gözleri önünde kendisini bıçaklayacağını İfade etti. Oğlunu seven Dengan,
bu tehdit karşısında pes etti ve o andan itibaren içkiyi bıra¬karak ömrünün sonuna
kadar sıkıntılı bir yaşam sürdürdü.
Şamil'in ilk hocası, onun aynı zamanda arkadaşı olan Gazi Mu-hammed idi. Sonraları
Şamil, Gazİ'den öğrendiği kadarını başka hiç kimseden öğrenmediğini İfade etmiştir.
Dağıstan'da, çeşitli alimler¬den dersler alan iki arkadaş, nihayet Yaragl'a(fı)
gittiler ve orada ilk defa Müridizm'in temel ilkeleriyle karşılaştılar. Önce içkiye
karşı sa¬vaş açtılar. Vaazlarına başlayan Gazi Muhammed, doğru yolu bul¬madan önce
bu günahkâr içeceği tattığından dolayı Şamil'in, ceza olarak kendisine 40 sopa
atmasını istedi. Ardından Şamil de, kendisi¬ni aynı cezaya çarptırdı. Bu şekilde
başlayan bu hareketin sonuçları çok uzun vadeli ve başarılı olacaktı. Gimri halkı,
Gazi Muhammed'in elbiselerini öperek kendilerini ayaklan dibine fırlattılar.
Bazıları da, aynı cezalan kendilerine uyguladılar.
Bu sıralar, her tarafta Rus süngüleri parlamaya başlarken Gazi Muhammed'in ünü de,
yıl yıl artıyordu. Erişilmez manevi bir varlık gi¬bi, sessizce göklere yükselen bir
gemiyi andırarak, parlayan çelik en¬gelleri aşıyor, karşı dağlara ulaşıyor veya bir
bataklıkta yangının alev¬leri gibi, rüzgara karşı ilerliyordu. İki kuvvet; madde ve
mana, iç içe iki
(5) Bu köyün alt ve üst olmak üzere iki kısmı olduğundan bazen çoğul olarak
geçe¬bilir.
halka şeklinde zıt yönlerde eşit şiddette ilerlemeye devam ettiler. Son bağımsızlık
kıvılcımı da, Çar'ın askerleri tarafından Dağıstan'da çiğ¬nendiği zaman, kutsal
ateş, yanarak patlamaya ve çevresiyle birlikte en uzak sınır bölgelerini de
aydınlatmaya hazır bir durumdaydı.
Şüphesiz başlangıçta Molla Muhammed, Sufiliği manevi mü¬kemmelliğe erişmek için
kabullenmişti. Fakat çevresine baktığında gördüğü tek şey, insanlarının
köleleştirildiği ve ülkesinin işgal edildi¬ğiydi. O zaman, içinde bir takım yeni
duygu ve düşünceler şekillen¬meye başladı.- Bir yanda Tarikat'a bağlılık duyguları
içindeyken diğer tarafta da vatan aşkı ve bağımsızlık özlemi ilk duygularıyla baş
başa gidiyordu, fakat sonradan ekilen bu tohum hızla olgunlaşarak meyva vermiş ve
şimdiye kadar kendi gelişimini gölgeleyen dalların üstüne çıkmıştı. Yıllarca
insanlar, Molla Muhammed'in kapısını çeşitli deva istekleri ve tavsiye almak
amaçlarıyla aşındırmışlardı. Şimdi ise bu al¬çak gönüllü evin konumu ve
ziyaretçileri değişmişti. Eskiden görün¬meyen sert ve haşin yüzlü insanlar, sık-sık
bu eve uğramaya başla¬mışlardı. Artık insanlar, evlerine, değişik fikirlerle
dönüyorlardı.
Müridizm'in kesin olarak Dağıstan'da ne zaman ortaya çıktığı bilinmemekle beraber,
Molla Muhammed'in, 1822-23 yıllarında, Mürşidi Hacı İsmail tarafından. Halife tayin
edildiği sanılmaktadır. O andan itibaren Yaragl'daki camide yeni doktrinini ilk
haliyle insanlara anlatmaya başladı. Gazi Muhammed ise, 1827 yılında Gimri'de açık*
ça yeni fikirlerini.irşada başladı. Tarikata, kendisi de Molia Muham¬med'in
öğrencisi olan Cemalettin'in yanında çalıştı. Bu iki tarih ara¬sındaki zaman ise,
büyük bir ihtimalle, onun Dînî eğitiminin tamam¬lanması ve Molla Muhammed
tarafından Mürşid ve İmam tayin edil¬mesiyle geçmiştir.
Cemalettin, kızını Şamil ile evlendirmesine ve daha sonraları onun en yakın
arkadaşı ve danışmanı olmasına rağmen ilk başlangıç¬ta Gazavat'a katılmayı
reddetti. Ve Gazi Muhammed'in de bu işe ka¬tılmasını yasakladı. Bunun üzerine Gazi
Muhammed, bir kere daha Yaragl'a gitti. Orada Molla Muhammed ile aralarında şöyle
bir ko¬nuşma geçti: "Allah, Kutsal Kitap'da bize, kafirlere ve inanmayanlara karşı
savaşmamızı istiyor. Fakat Cemalettin bana bu konuda izin ver¬miyor. Ben şimdi ne
yapmalıyım? Kimin emirlerine uyacağım?" "Biz, insanların değil fakat Allah'ın
emirlerine uymalıyız!" diye cevapladı,
238
239

Molla Muhammed. Artık o andan itibaren kalıp dökülmüş sayılırdı. Geriye bütün dönüş
yollan atılmıştı. Köyüne dönen Gazi Muham¬med, daha bir açıklıkla fikrini yaymaya
başladı. Özellikle Şeriat ku¬rallarının yeniden uygulanmasında ısrar ediyor, bunun
sonucu olarak da âdetlerin yasaklanmasını getiriyordu. Aynı zamanda, tüm
insanla¬rın, eşit olduğunu belirtiyor, onların sadece Allah'a daha yakın kim¬selere
ve kendi kendilerine güvenmelerini söylüyordu. O'na göre, Ruslara boyun eğmek, ne
mecburî ne de övgüye değer bir olaydı. Sadece, karşı koymanın imkânsız olduğu
durumlarda geçici olarak buna başvurulabilirdi.
Gazi Muhammed, akıllı bir hareketle ilk başlarda "Kutsal Savaş" ilan etmekten
kaçındı. Çünkü savaş anı, hızla yaklaşmasına rağmen henüz bu işin tam zamanı
değildi. Gazi Muhammed, sadece büyük bir hatip değil, aynı zamanda da büyük bir
âlimdi. Kur'an'ın yüzlerce Ayeti'ni ve bir çok Hadisleri kalben bilir, her olaya
bir yorum getirir, gelişmeleri değerlendirir ve çevresindekileri kavrayış gücüyle
hayret¬ler içinde bırakırdı. Esas amacını bir süre gizleyerek sadece Dînî bir
kişilikle büyük bir üne kavuştu. Öyle ki, Ruslara bağlı olan ve Rus or¬dusunda
Tuğgeneral rütbesine sahip bulunan yaşlı Tarku Şamhalı, onu başkentine davet etti.
Sonra da Kazaniçi'deki camide vaazlar vermesine izin verdi. Hatta Erpefi'ye kadı
olarak tayin etti. Gazi Ku-mukların lideri Arslan Han da, aynı şekilde Ruslara
bağlı olmasına rağmen Gazi Muhammed'i kabul etti. Böylece Gazi'nin ünü, bütün
Dağıstan'a yayıldı. Kendisini izleyenlerin sayısı arttıkça yavaş yavaş gerçek
düşüncelerini ortaya koymaya başladı. Fakat 1829 yılına ka¬dar Mürİdlerini Gimri'de
toplayarak açıkça Cihad ilan etmedi. Gelişen olaylar yakından izlendiğinde bu
olayların başka türlü sonuçlana-mayacağt görülebilirdi. Fakat bu sırada İran ve
Türkiye ile savaş ha¬linde bulunan Rusya'nın, bu yeni akımlar hakkında bir takım
şüphe¬lere kapılmasına rağmen fazla önlemler alınmadı. İranlılar ve Türk¬ler,
Kafkasya'ya elçiler göndererek onları Ruslara karşı ayaklandır¬maya çalıştılar.
Acemler, adamlarını parayla donatarak Dağlıları av¬lamaya çalışırken Türkler, daha
tutarlı ve akıllı bir yol izleyerek onla¬rın Dînî duygularına hitap ettiler ve daha
başarılı oldular. Türklerin daha başarılı sonuçlar elde etmelerinde onların ve
Kafkaslıların Sün¬nî olmaları ve İranlıların da Şia olmalarının önemi de vardı.
Şimdi yeniden Dînî uyanışın başladığı ve Tarikat'ın Öğetilerİni bambaşka değerlerle
yeniden düzenlendiği zamana dönelim. Gazi Muhammed ve Müridlerinin Şeriat'ı yeniden
uygulamak için çalış¬maya başladıkları sırada iki hedefleri vardı. Çünkü Kur'an'ın
emirleri¬ni diğer kanunlarla değiştirmek isteyen kişilerin hiç birisi, tüm
insan¬ları etkileyerek peşlerinden sürüklemek istedikleri zaman (Yani sa¬dece
Sufizm'e açık az sayıdaki insanları değil tüm İnananları ilgilen¬diren konularda)
bazı uygulamalarda ısrar etmezler ve daha değişik ve onlara hitap eden yeni yollar
bulmak zorunluluğunu duyarlar. Bu din ve özgürlük savaşçılarını bekleyen en büyük
engel,dışdüşmanlar değil, fakat kendi aralarındaki iç çekişmelerden kaynaklanan
zayıflık¬lardı. Bu yüzden Din'in Dağıstan'da büyük bir politik etkisi vardı.
Dağıstan, bir çok küçük hanlıklara ve bağımsız federelere ayrıl¬mış, birbirlerinden
farklı yüzlerce dil konuşan ve işin acısı, aynı za¬manda birbirlerine düşman bir
küçük uluslar ülkesiydi. Sadece han¬lıklar arasında anlaşmazlıklar ve çarpışmalar
olmuyor, fakar köyler arasında ve hatta evler arasında devamlı olarak kan davaları
oluyor ve şiddetli çarpışmalarla kan dökülmesi eksik olmuyordu. İşin kötü yanı da,
asırlardır Dağlıların hayatını yönlendirmiş olan âdetler, bu tür kan davalarını
korkunç bir şekilde destekleyerek koruyorlardı. Bu konu gerçekten çok ilginçtir ve
çarpıcı bir çok örnekler verilebilir. Biz bu konuda bir kaç Örnek vermekle
yetineceğiz.
Şamİl'in kendisinin anlattığına göre Mektule'nin Kadar köyün¬den birisi,
komşusundan bir tavuk çaldı, Diğeri de, buna bir koyun ile karşılık verdi. İlki,
İki koyunla yeniden karşılık verince öbürü bir inekle yeniden öne geçti. Bunun
üzerine ilk hırsız, komşusunun atini çaldı. Bu işe çok sinirlenen İkinci kişi, bu
kayıbı kapatacak başka bir mal var¬lığı bulamadığından komşusunu öldürerek kaçtı.
Dökülen kanın inti¬kamının alınması gerekiyordu. Fakat katil bulunamadı. Adetler de
kan istediğinden öldürülen kişinin akrabaları, katilin en yakınını öldürdü¬ler.
Böylece kan davası, büyük bir hız kazanarak üç asır boyunca de¬vam etti. Bu süre
içinde yüzlerce masum insan bir tek tavuğun ve yerel adetlerin kurbaın oldu.
(Rounovsky, No.11, s.62)
Yine Şamil tarafından anlatılan başka bir olay Çoh'ta geçmiştir. Bu köy, Gunib'in
25 km kadar güneyinde bulunuyordu ve 1742 yılın¬da Nadir Şah'ın yenildiği yer
olarak ünlüydü. Ayırca Argutinsky Dol-gourukov, komutasındaki Rusların kuşattığı
koy, onlara başarıyla
s:
w Oj Q. X1 5L
I- i 5
fif|
cr
flj
,£; s*
P -r-
&*-%X =r% S! İ % 3
Û- O 3 İ = S" Q-
;-< re P re _ >3
3&
03 re" 9- 2- re. C= re
o
< -<_ (D
3 q..D
S" 01 o--< -
^0. =
a. c
re 7\
=-rra P
a
=-£3
TT c =: p .??
ti
s:
-<
S2.
îrg-
J
î! N

1 it
it pTJ P re 3 9; -? c
rr O-
s-

- °- «
3 r^'

0.9-2:0
Q--
a- ç
= ü. c «/) TT'Û. a. P3c
E"00
a
nT ro
o-
ora o C O-
c 3 u,

Z. Q- w 2- S, c:
re ""^ ^r
^»3 d. 2 ^ °: ^--? a "C^< 3 £; 5
^N 3"
3'CTO' P 3
G-
£: « S- 3 P ,F =*
ft) ç ? =?>*« -
J. - a- 5^ o

3
3
3cr^3
3 Q-
=1 a. £; d
- o
- çr N_ 3.
a" P -
- 5-
5 * °!Si ii
5
33
-3 P 9S-
pŞ^ft Q. 3- 3 îl

° S| 2-
=I re P S-
3 5 £ --
3
5: O-
3 sr ^
p LI & re
? 3 ,u C
ü. re 'd- d
3, v>
2 ? o es*
o =? S
5 ~<
5
C! <
3 ^ a. P era =;

^5'^2"5 ^^= s-9-


5" f» =- ?r =1
O"
^ era
S- İ. =r I- 3
re
-r zr o - -> ü. P
e
z
N .
S -. fU
=1 rJ n re c_ 5- re __
1i
o re 3 c:
3 « « O
3 dj P
Ş 3 Q. O. a § acn; d çr 53^Ç:pT-r3^-

^
^ N ^ re 3 a
- ?( ; CT _ ^
Q_ - a> ?=. ?z H ? B o. j2. _ 2- re ?r P ^ t~' ~ P 5
5
cooj-^iure -
reSre
-< T 3 3
3_ ^
242

çözüme bağlamarnk İçin her köyde, adetlere göre karar verecek kisj. leri seçtiler.
Adetlerin hakim olduğu zamandan Şamil'in zamanını ayırmak için o devreye "Şeriat
Zamanı" adı verilmiştir. (Komarof, ç.ı s.7) Günümüzde, bir çok adli konularda halâ
yerel adetlere göre ka¬rarlar verilmektedir. Bu kurumlar, Rus yönetiminin gözetimi
altında çalışmaktadır. Dağıstan'ın çok daha İç bölgelerinde ise kan davaları halâ
eski şiddeti ve hızıyla sürüp gitmektedir. Fakat yine de Dağıstan' da bir takım
değişmeler olmuştur. Artık katiller Rus kanunlarına göre cezalandırılıyorlar ve
düşman aileleri barıştırmak için bir çok olumlu adımlar da atılmış bulunuyor.
Kafkasya'nın diğer bölgelerinde de bu¬na benzer faaliyetler görülmektedir, mesela
Çeçenistan'da,- Hac'dan dönen Hacılar, büyük bir başarıyla, son yıllarda tüm
dikkatlerini böl¬gedeki kan davalarını ortadan kaldırmak işine adamış bulunuyorlar.
Savaşa katılan gerçek Müridlerİn sayısı büyük bir ihtimalle fazla değildi. Şamil
zamanında savaşan gerçek Tarikat Müriclİeri, O'nun en yakın çevresini oluşturan
savaşçılarla Naiblerden oluşuyordu. Bun¬lar, kendi atlarını kendileri bularak
masraflarını da karşılıyorlardı. Di¬rek olarak Şamil'e bağlı Mürİdlerinsayısı
132'den fazla değildi. Fakat Ruslar, kendilerine karşı savaşan bütün Dağlılara
"Mürid" adını ver¬diklerinden biz de, Ruslara karşı düşmanlık besleyen bütün
savaşçı¬ları bu isim altında tanımladık. Böylece "Müridizm" sözüyle Ruslara karşı
yöneltilen düşmanlıkların kaynağını kasdederken "Mürid" keli¬mesini de Ruslara
karşı savaşan Dağlıları ifade etmek için kullandık. Tersine bir açıklama olmadıkça
bu iki kelimeyi bu anlamlarda kullan¬maya devam edeceğiz.
NAtPSANtACt\!
TAŞIYAN BIRMUKİT
(Ressam fheo Horschsid'dirt,

243
245

BÖIÜM 16
1829-1832
Gazi Molla savaş alanına çıkıyor-Değişik zaferleri ve yenil¬gileri: Andi, Hunzah,
Tarku, Burnaya, Derbend, Kızlar, Ağaç-Kala-Kabilelerin boyun eğclirilmesi için
yapılan plan-lar-Nazran-Galgay seferi...
Gazi Molla'nın, açıkça Gazavat ilan ederek şehit düşmesine ka¬
dar geçen zaman, çok kısa ve fırt.nal.yel.. Öyle bir hayattı ki, unutul-
-maz zaferler ve ondan daha da unutulmaz olan yenilgilerle doluydu.
Bu havat, yenilgiyle gelen bir ölümle bitmişti. Fakat bu öyle bir olum¬
du ki, O'na ününü ve şanın, geri verirken Ruslara bir Pirus zaferinden
daha pahalıya mal oluyordu. _ ,
Gazi Muhammed'in, Dağıstanlıları Kutsal Savaş a çağıran »* bildirisi, Arapça olarak
1829 yüında yazıldı. O'nun ilk silahlı hareke ise 1830 yılında, eski hocası Said
Efendi'ye karşı oldu. (Avanstan m
^rM^^d^kariyerıyle ilgili olarak sahih bilgiler. Yüzbaşı Proıs^ novsk/in
anılarında bulunabilir. (Sbornik Cazetı «avkaz 1847 c£*fr 1824-34 yıllar,
arasındaki geçen olaylar, Kavkazsky Sbornik X-XX de buU* lir "1824-1834 yıllannda
Doğu Kafkasya" adını taşıyan makale, çeşitli kış toplanmış resmi kaynaklardan
oluşmaktadır. Fakat tamamlanmadan bıra*u
ttr.
batı tarafında güzel bir köy olan) Arakani'yi Müridlerintn başında ba¬san Gazi
Muhammed, Said'in evini, içindeki bütün yazı ve kitaplarla (!) birlikte yaktı.
Arakani'deki bütün şaraplar da dökülerek imha edil¬diler. Köylüleri, övünç
kaynaklan olan Said'i korumak istediler. Fa¬kat Müridler tarafından hareketten
alıkonularak boyun eğmeye zor¬landılar ve iyi davranışlarının garantisi olarak
rehineler vermeye zor¬landılar. Son anda kaçmayı başaran Said, Arslan Han'a
sığındı. (Kav¬kazsky Sbornik, c.11, s.153) Bu başarısından sonra daha da
cesaret¬lenen gazi Muhammed, davaya fazla bağlı olmayan Karanay ve Er-peli köyleri
üzerine yürüdü. Onlardan da bir takım rehineler alan Ga¬zi Muhammed, bunları
Gimri'ye göndererek toprağın içinde kazılan çukurlara hapsettirdi. Bu tür yerler,
daha sonra Şamil tarafından, Rus esirlerini muhafaza etmek için Dargo, Veden ve
diğer bir takım yer¬lerde de kullanılmıştır. Bundan sonra, Sulak kıyılarında
kurulmuş olan, Gimri'nin alt tarafındaki Mİatlı üzerine yürüdü. Emirlerine
uy¬madığı için bizzat kadı'yı kendisi vurdu. (Age. s.155) Aslında bu hare¬ketin
başlamasından İtibaren, tersi de söylenmesine rağmen, şiddeti ikna edici bir yol
olarak kullanmaya başlamıştı, Gazi Muhammed. Daha sonraları, halefleri Hamzat Bek
ve Şamil de, aynı yola başvur¬muşlardır. Fakat Gazi Muhammed, sadece kuvvet yoluyla
bu işin yü¬rütül em eyeceğini çok iyi bilecek kadar zekiydi. Mesela güneydeki güçlü
Dargi federasyonunun başı olan Akuşa Kadısı, O'nun için şu andaki sınırlı gücüne
karşı çok kuvvetli bir rakip olduğundan. Gazi Muhammed, bu taraftaki faaliyetlerini
daha çok onları ikna etmeye çalışmakla sınırlı bıraktı. Bu sıralar, Avar
kabilelerinin sadece bir kıs¬mını kapsayan Avar Hanlığı da, Gazi Muhammed için
güçlü bir en¬geldi. Fakat Dağıstan'ın her tarafından gelen Dînî liderlerin de
katıl¬dıkları bir halk toplantısında Gazi Muhammed "İmam" olarak ilan edildi ve
O'nun "Cihad" çağrısı da benimsendi. Bunun üzerine Avar Hanlığı'nın üzerine
yürünmesine karar verildi.
Bu sırada Han, küçük bir çocuk olduğundan annesi Bahu Bike, Hanlık işlerini kendisi
yürütüyordu. Büyük bir zeka, enerji ve cesarete ^hip olan bu kadın, o sıralarda
batıda yaygın olan: Doğu'daki kadın¬cın sadece eve kapatılarak böyle bir hayat
sürmeye zorlandıkları Sürüşünü de çürütüyordu.
s
246
247

4 Şubat 1830 tarihinde, toplanan 3.000 kadar Mürid'in basın geçen Gazi Muhammed,
Andi üzerine yürüdü. Orada da o kadar sa¬yıda savaşçının katılmasıyla daha da
güçlenen Gazi Muhammetj Hu.nzah üzerine yürüdü. Andilerin, Ruslarla ve Rus
sınırındaki Çeçen¬lerle burka ticaretleri vardı. Bu yüzden, Önceleri, Ruslarla
yakın ilişip. si olan Avar Hanlığı'na saldırmakta tereddüt ettiler. Fakat daha
sonra Gazi Muhammed'e katılmayı kabul ettiler.
Gazi Muhammed, yolda komşuları Irganay ve Kasatli köylerinin silahlı direnişiyle
karşılaştı. Fakat onları kolayca yenilgiye uğratarak 60 kadar rehine aldı ve
bunları, Arakani'den alınanlarla birlikte Girnri ve Unsokul'daki çukurlara
hapsetmek üzere oralara yolladı. Bu çar¬pışmalarda 27 ölü ve daha bir çok yaralı
verildi.
Gazi Muhammed, Gimri'den itibaren bütün yolu yaya olarak yürüdü. Buna gerekçe
olarak, henüz Cihad bayrağını yükseltmeden ata binmenin kendisi için günah olduğunu
söylüyordu. Zaman za¬man durup dağların sessizliklerini dinliyor; peşindekiler,
bunun anla'-mini sorduklarında ise, şöyle cevaplıyordu: "Duymuyormusunuz? Ben, şu
anda önüme getirilen Rus esirlerinin zincirlerinden çıkan ses¬leri işitiyorum." (!)
Sonra da bir taşın üstüne oturarak İslamiyet'in ge¬lecekteki zaferleriyle ilgili
düşüncelerini açıklıyordu.
Andi'ye yaklaştığı zaman insanlar, yollara döküldüler ve büyük bir kısmı,
pelerinlerini yollara yaydılar. Eğer civarda bir takım ağaçlar olsaydı, diğerleri
de, onların dallarını keserek yollan onlarla kaplar¬lardı. Fakat, Çeçenistan'daki
ormanların uzantılarının, bir zamanlar buralara kadar uzandığı söylendiği halele
günümüzde buralarda di¬kenlerden başka hiç bir bitki yetişmemektedir.
Bu gelişmelerin, henüz kararsız olan bir çok kişinin üzerinde olumlu etkileri
olmaktaydı. Avaristan'ın büyük bir bölümünün İmam' a katılmalarına rağmen başkent
Hunzah, Müridlerin idaresine boyun eğmeye niyetli görünmüyordu. Hunzah'ta 700 kadar
ev bulunmak¬taydı ve buranın halkı, Dağıstan'ın bir çok bölgesinden; bir takım
şeylerden kaçarak gelen mültecilerden oluşuyordu. Hemen hepsi de korkunç birer
savaşçı olan ve geçmişlerindeki bazı olaylardan kaçan Hunzahlılar, Avar Koysu'ya
dökülen Üzen ırmağının kenarında 1700 m deniz yüksekliğinde kurulmuş olan Hunzah'ı,
kuleler ve siperlerle kuvvetli bir şekilde tahkim etmişlerdi. Halkına
güvenebileceğini
hu gike, Gazi Muhammed'in çağrısını reddederek Hunzah'ı sonu-kadar savunmaya karar
verdi. Müridler, 13 Şubat 1830'da iki kol-j n hücuma geçtiler. Bir kola İmam'ın
kendisi Önderlik ederken di¬ğerine de Şamil komuta ediyordu. "Allâhu Ekber, Allâhu
Ekber! Lâ Hâhe İllallâhu Vallâhu Ekber!" sesleri arasında ilerleyen Müridlerin
muhteşem görüntüsü Hunzahltları dehşete düşürmüş ve ellerinde ol-rhadan silahlarını
aşağı indirerek; biraz önce açtıkları o ölümcül ateşi kesmişlerdi. Siperlere
tırmanmaya başlayan Müridler, neredeyse şehre girmek üzereydiler, Tam bu sırada
Bahu Bike'nin görüntüsü, yerden yükselen bir hayalet gibi Hunzahlıların karşısına
dikildi. Kılıcı elinde, korkunç bir öfke içinde gözlen alevler saçarak haykırdı:
"A-varlar!" Bütün bakışlar üzerine çevrildikten sonra devam etti. "Sizler, silah
taşımaya layık değilsiniz! Eğer korkuyorsanız silahlarınızı biz ka¬dınlara veriniz
ve biz savaşırken sizler de entarilerimizin ardına sak¬lanın!" Bu korkunç suçlama
ve hakaretlerden vurulmuşa dönen Avarlar, yeniden savaş alanına dönerek İçeri
girmek üzere olan Mü-ridlere ateş yağdırmaya başladılar. Ve giriştikleri büyük bir
saldırıyla onları geri sürdüler. Bu durumu gören ve daha önce İmam'a katılmış olan
Avarlar'in da çekilmesiyle Gazi Muhammed, geride 200 ölü ve çok daha fazla yaralı
bırakarak ricat etmek zorunda kaldı. 60 kadar Mürid de, Hanşa'ya esir düştü. Bu
karışıklık sırasında Şamil'in hayatı da, bir ara tehlikeye düştü ve öfkeli
taraftarları tarafından öldürül¬mekten bir Derviş'in aracılığıyla-kurtuldu.^
Böylece Şamil, hayatı boyunca bir çok kereler karşılaşacağı ve her seferinde kıl
payı kurtu¬lacağı ölüm tehlikelerinden ilkini atlatmış bulunuyordu. Şamil'in, bu
şekilde ölümlerden son anlarda kurtulmayı başarması, Dağlıların O' nun Allah'ın
muhterem bir kulu olduğu konusundaki inançlarını pe¬kiştirmiştir. Daha sonraları
bütün Kafkasya'yı ünüyle dolduracak olan Hacı Murad, Müridlerin savaş alanında
bıraktıkları bayrak ve flama¬ları toplayarak Avarların sadakatinin bir nişanesi
olarak Tiflis'e gön¬derdi. Düzensiz bir halde geriye çekiien Gazi Muhammed, bu
yenil¬giyi, ruhlarının tamamen temizlenmemiş olmasına ve tam bir İman'a sahip
olmadıklarına bir işaret olarak yorumladı. (Kavkazsy Sbornık, c.10,s.171)
Ayrıntılı bilgi için Tarık Cemal Kutlu'nun Şamil ile ilgili eserine bkz.(ç.n)
248
Gazi Muhammed'in amacı, Hunzah'ı aldıktan sonra kuzeye de¬vam ederek Çeçenistan'ın
Aukh bölgesini ele geçirmek ve Ruslara, kendi kaleleri Vnezepnaya'da saldırmaktı.
Bütün bunları hesaplamış olan Baron Rozen, tehdit edilen bölgeleri savunmak için
hemen yar-dıma koşmuştu. Hunzah'ta Gazi Muhammed'in yenildiğini haber alınca, vakit
geçirmeden Karakaş dağına doğru harekete geçerek Gimri hariç bütün Koysuboy
köylerinden boyun eğdiklerine dair gü¬vence aldı. Bu kadarını yeterli gören Rozen,
geri döndü. Bu durum¬dan iyi bir şekilde yararlanan Gazi Muhammed, moralleri
bozulmuş taraftarlarına Rusların kendisine saldırmaya cesaret edemediklerini ilan
etti. Bir kaç hafta içinde, yine kalabalık bir Dağlı grubunu topla¬yarak onların
başına geçmeyi başarmıştı. Kendisine üs olarak Erpeli' nin güneyinde, sık ağaçlarla
kaplı ormanlık bir bölgedeki Ağaç Kale' yi seçmişti. Diğer bir adı da, Tşumkeskent
olan bu yer, çok zor ulaşı¬labilecek bir mevkideydi. Ruslar, O'nu oradan sökerek
atmak için ' Tuğgeneral Prens Bekoviç kumandasında bir ordu yolladılar. Fakat
Ruslar, bu amaçlarında başarıya ulaşamadılar. Bunun üzerine gücü ve prestiji bir
kat daha artan Gazi Muhammed, Petrovsk ile Şura ara¬sındaki Atlı Boyun köyüne
yürüdü. Orada başka bir Rus kumandanı¬nı, Baron Taub'e'yi yendi. (Kavkazsky
Sbornik, c.13, s.207) Ardından Şamhal'ın kaldığı yer olan Paraoul'u alarak yerle
bir etti ve Rus kale¬si Burnaya'nın toplarının, gölgesi altında başkent Tarku'yu
ele geçir¬di. Daha sonra da Burnaya'yı kuşattı ve neredeyse onu da aldı. Fakat son
anda yetişen takviye kuvvetleri karşısında yenilerek yeniden Ağaç-Kale'ye çekilmek
zorunda kaldı. Bu olaylar, Mayıs 1831'in son günlerinde meydana gelmişti. On gün
kadar dinlendikten sonra ye¬niden harekete geçen Gazi Muhammed, bu kez
Vnezepnaya'ya yü¬rüdü ve inanılmaz bir cesaretle kaleyi kuşatmaya aldı. (Akti, c.8,
s.528-530) General Emmanuel kumandasındaki bir ordu, hızla yardı¬ma geldi. Fakat
Burnaya'da iyi bir ders almış bulunan Gazi, zama¬nında kuşatmayı kaldırarak
yakınlardaki ormana çekildi. Burada, kendisini izleyen Ruslara saldırarak onlara
kanlı bir yenilgi tattırdı. Bizzat kendisi Rus kumandanı Emmanuel'i yaraladı ve bir
de top ele geçirildi. Bu olay üzerine Emmanuel, kumandayı Velyaminof'a dev-
249
retti/3-1 Bu sırada ana dağ silsilesinin öbür tarafında bulunan gelece¬ğin İkinci
İmam'ı Hamzat Bek, Gürcü sınırına yakın bölgelerde yaşa¬yan savaşçı Djaro-
Bielokanlar arasında bir isyan çıkartmış, bunu bas¬tırmakla görevlendirilen General
Strekalof da, ağır bir yenilgiye uğra¬tılarak püskürtülmüştü. Bu savaş sırasında
Ruslar, 6 subay ve 243 er ölü; 10 subay ve 139 er yaralı olarak vermişlerdir.
Ayrıca dört top da Dağlıların eline geçti. Fakat hepsinden acı olan ve Çar Nikola
ile Paz-kieviç'i en çok etkileyen şey, ünlü Erivan kıtalarının paniğe kapılarak
kaçmış olmalarıydı. (Kavkazsky Sbornik, c.12, s. 151)
Bir kez daha Ağaç-Kale'ye çekilmiş olan Gazi Muhammed, Da¬ğıstan'ın güney
doğusundaki Tabasaranlardan bir çağrı alarak; Rusla¬ra karşı ayaklanmak
istediklerini bildirdiler ve Gazi'nin de, kendilerine önderlik etmesini istediler.
Bundan daha iyisini beklemeyen Gazi Muhammed, hızla harekete geçerek 12 Ağustos'da
Derbend'e ulaştı ve burayı kuşattı. Ayın yirmisine kadar geçen 8 gün boyunca kaleyi
muhasara altında bulundurdu. (Aktİ, c.8, s. 534, Kavkazsky Sbornik, c.13, s.311)
Fakat General Kakanof kumandasındaki Rusların, yardı¬ma koşmaları üzerine Gazi
Muhammed, kuşatmayı kaldırarak çekil¬mek zorunda kaldı. Bu yönden geri çekilmek
zorunda bırakılan Gazi Muhammed, Kasım'ın Vinde bu kez kuzeydeki Terek'in aşağı
kıyıla¬rında kurulmuş bulunan Kızlar kasabasına yöneldi. Bir zamanlar, he¬nüz ikisi
de öğrenciyken Muhammed ve Şamil'in birlikte ziyaret et¬tikleri söylenen Kızlar ele
geçirilerek kısmen tahrip edildi. Gazi Mu¬hammed, 200 kadar esir ve zengin bir
ganimetle geri döndü. (Akti, c.8, s.539 veK.S. c.14, s.118) İmam'ın bu başarılarına
karşın Rusların yapabildikleri tek şey, O'nun yokluğu sırasında General Pankratiyef
kumandasındaki bir orduyla Erpeli'yi ele geçirmek olmuştu. Fakat ar¬tık olayların
akışı değişmek üzereydi. General Kakanof, Ağaç-Kale'yi almaya kesin kararlıydı. Her
ne pahasina olursa olsun, sonuç almaya kararlı olan Ruslar, 26 Kasım'da bir nümayiş
hareketinde bulunduk-tans onra 1 Araltk'da, Albay Mihlaşevsky kumandasındaki
birlikler
Bu savaşın olduğu yer, Aukh bölgesindeki Aktaş Akçi civarıydı. Bu sırada Kaf-
kaslar'da bir Başkumandan yoktu. Pasikevİç, Mayıs ayında Polonyalı Milliyetçi¬lere
karşı gönderilmişti. Yeni Başkumandan Baron Rozen, ancak 13 Eylül 1831' de tayin
edildi.
t
251
250 .
saldırıya geçtiler. Doğanın ve insanoğlunun eki emel eriyle çok kuvetli bir sipere
dönüştürülen Ağaç-Kale'nin bütün bu engellere rağmen alınması Dekabrist Bestuşev
tarafından şöyle anlatılmaktadır; "Bu ağaçtan kule sadece 200 kişi tarafından
savunulmasına rağmen bize 400 kişiye maloldu. Ruslar, büyük kahramanlıklar
sergilediler ve içle¬rinde Albay Mihlaşevsky'in de bulunduğu en iyi 8 subayımız
savaş alanında kaldı." Bestuşev, kısa bir süre sonra girişilen İçkeri seferinin
daha mutlu bir şekilde bittiğini söylüyor; "Çünkü, daha önce Emma-nuel'den alınan
topu tekrar ele geçirdik. Fakat bu bize, 80 cana ma¬loldu." (Akti, c.8, s.539) Bu
sırada kumandada Velyaminof bulun¬maktaydı. General Pankratiyef, Ağaç-Kale'nin
alınmasmı ile ilgili ola¬rak şunları söylüyor; "Askerlerimizin, büyük bir öfkeye
kapılmaların¬dan dolayı hiç bir Mürid sağ olarak bırakılmadı."(4) (Akti, c.8,
s.549)
ve(K.S. c.14, s.144)
Paskİeviç'in Kafkasya'dan ayrılmasından sonra buradaki kuv¬vetlerin kumandası,
General Pankratiyef ve Emmanuel tarafından yürütülmeye başlanmıştı. Fakat her ikisi
de, yeni yeni gelişen bu Mü¬rid hareketini tam olarak kavrayarak bir tahlilini
yapamadılar. Özel¬likle Emmanuel'in hareketinin pek başarılı olduğu söylenemez.
Niha¬yet 8 Ekim 1831'de, Tuğgeneral Baron Rozen(S}, Paskieviç'len sonra boşalan
Gürcistan Ordusu Başkomutanlığı'na atandığı görevine baş-,ladı. Bölge koşullarından
ve halkın yapısından tamamen habersiz olan Rozen, kendisini bir güçlükler denizinde
buldu. Kafkasya'da bu¬lunurken Paskieviç, Dağlı kabilelerin boyun eğdirilmesiyle
ilgili olarak bir takım planlar hazırlamıştı. Fakat bu arada çıkan İran ve Osmanlı
savaşları, 1830 yılı boyunca St. Petersburg'da bulunması ve ardından da, 1831
yılında Polonya'ya tayin edilmesi, bu planların uygulanma¬sına fırsat vermedi.
Sadece Abhazya kıyılarını işgal etmiş, Djaro Lez-gilerini sindirmiş ve ana dağ
silsilesinin güney ve kuzey taraflarında yaşayan Osetler üzerindeki Rus
hakimiyetini sağlamlaştırmıştı. Özel-
(4) Pankratiyef, resmi raporunda, Dağlıların kayıplarını 150 Ölü olarak
gösterirken;
Dağıstan halkına yayınladığı bildirisinde ise "300 kişi savaş alanında kaldı" di¬
yordu.
(5) Bu sırada Rus ordusunda en azından dört tane Baron Rozen vardı ve bunlardan
İkisi generaldi. Yine bu sıralarda Rus ordusunda hizmet veren üç Velyaminof tan
ikisinin Kafkasya'da olması durumu oldukça karışık bir hale getiriyordu.
jikle Osetlerin Doğu Kafkasya'yı Batı'dan ayırmalarından dolayı, Pas-kieviç'in
buradaki çalışmaları çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
(ICS.c.15,s.5O7)
Fakat hala Dağıstan'da yapılacak çok şey vardı ve Terek Hattı'n-daki durumlar da
hiç de iç açıcı değildi. Rozen, Savunma Bakanı Çernişev'e yazdığı, 13 Aralık 1831
tarihli mektubunda şöyle diyordu: "Buraya çok karışık bir zamanda gelmiş
bulnuuyorum. Şimdiye ka¬dar Dağlılar, bu kadar küstah ve kararlı olmamışlardı.
Gelişen bu son olaylar, onları son derece öfkelendiriyor. Bizim bu konudaki
çabala¬rımız, ya hiç başarılı olamamış veya başarılı olmuşsa da sonuçların¬dan
verimli bir şekilde yararlanılamamıştır. Bütün bunlar, Gazi Mu-hammed'in yanlış
öğretilerine imkân hazırlamaya devam etmişlerdir. Şu anda O'nun da, Ağaç-Kale'de
öldüğü söylenmektedir. Eğer bu söylenti doğru çıkmazsa ilk baharda yine bir takım
olaylar bekleye¬biliriz." (Akti,c.8, s.342)
Bundan sonra, yerel otoritelerle Petersburg arasında, Dağlıların nasıl dize
getirile'ceği-hakkıncla görüş alış verişleri yapılmaya başlan¬dı. Sonunda
Velyaminof un görüşleri ağırlık kazandı. Çevrenin yapısı ve gelişen olaylar
hakkında henüz yeterli bir bilgisi olmayan Rozen, gittikçe daha çok yardımcısının
etkisi altında kalmaya başladı. Velya-? minof, fikirlerini açıklamak için Rozen'in
karargahına çağrıldığı za¬man, o sıralar Çeçenlere karşı harekekle bulunduğu için
sadece, 1828 yılında kaleme aldığı "Anılarının bir kopyasını göndermekle
ye¬tinmişti. Bu olay, 1832 yılının baharının ilk avlarında oluyordu. Velya¬minof,
daha sonra, bir kurmay suba\ı oian Albay Burnod'ın hazırla¬dığı bir proje
üzerindeki görüşlerim açıkladı ve son olarak ela, Paski-eviç'in mektubuyla ilgili
"Aı ıklamalar' mı 27 Temmuz'da yazdı.
Bu arada, yılbaşında <??- ), ny'den ayrılarak, Çar'ın bölük pörçük seferlere
kalkışılmamak V.a.osundaki kesin emirlerine rağmen Aukh ve Salatav bölgelerini ba^-
\k kan ve ateşe boğdu; kelimenin tam manasıyla, önüne geirn huşryı yoketti. Bir ay
sonra yine, Kazak-Kit-çu ve Grozny arasında kalan bölgeyi aynı şekilde mahvetti,
yakıp yıktı. (Akti c.8, s.672ı iki son hareket, Velyaminof'u bu tür hareketle¬re
son derece muhali! ulan ve emirlerinin en ufak bir şekilde çiğnen-meşinden
hoşlanmayan Çar ile karşı karşıya getirdi. Fakat bu işin so¬nunda Velyaminof
kendisini haklı çıkarmayı başardı. Başlangıçta
ur
252 .?
Çar, çok kızgındı.*6* (Akti, s.674) Fakat Velyaminof, kendisini öy|esine canlı ve
ikna edici bir şekilde savundu ki, sonunda Nikola, vazgeç¬mek zorunda kaldı. Bundan
böyle, belirli limitler içerisinde, Velyami-nof'un öngördüğü baskın ve kıyım
hareketlerinin de yapılmasına i^n verildi. Fakat zaten Başkumandan'ın emrindeki
kuvvetler, bu planın yerine getirilmesi için yeterli değildi. Bu yüzden, bu çok
güvenilen planların tamamen uygulanmasında bile, tam bir başarının sağlana¬cağı
şüpheliydi.
Gazi Muhamrned, 1832 yılında, yukarı Çeçenistan'da yeniden ortaya çıkarak Hat
boyunca bir takım küçük başarılar kazandı ve Ka-bardeyleri ayaklandırmak ümidiyle
VJadekavkaz'ı tehdit etmeye baş¬ladı. Bu yüzden önce Nazran'ı kuşattı. "Kafkasya ve
Gürcistan Hatı¬ralarının yazarı olan Kont Tornau, en kritik bir zamanda, Nisan
ba¬şarılarında, Valdikavkaz'a gelmiş bulunuyordu ve anılarını şu şekilde anlatıyor:
"Vladikavkaz'dakİ bütün gözler ve kulaklar, kuşatılmış ka¬leye çevrilmiş
bulunuyordu. Herkes, kalenin düşmesi duaımunda ne yapacaklarını düşünüyor ve bunun
korkusu içinde bekleşiyordu. Ga¬zi Muhammed'in, Nazran önlerinde ekle edeceği bir
başarı, bölge halkının'ayaklanmasına ve dolayısıyla Gürcistan ile olan ilişkinin
ke¬silmesine yol oçar; Vladikavkaz'ın kendisi de tehlikeye düşerdi. Düş¬man, bütün
yolları kestiğinden Nazran'dan hiç bir haber alınamıyor-du. Kumandan, subaylar ve
hatta erler, görev başında bulunmadık¬ları zamanlar bite surları dolduruyor; ne
olup bittiğini boşu boşuna anlamaya çalışıyorlardı. Sis, görüş açımızı azaltırken
kulağımıza çalı-nant ek şey, uzaklardan gelen top sesleriydi. Bu da, bize pek
birşey ifade etmiyordu. Dışarıya gözcü olarak gö Uerilen Kazaklar ve Gsel-ler, elle
tutulur bir bilgi getiremediler. Hatta bir seferinde, Müridlerin kuvvetli bir keşif
birliğiyle karşılaşarak haber yerine ölü ve yaralı ar¬kadaşlarının vücutlarıyla
döndüler. Ertesi günü top sesleri, hâla du¬yuluyordu. Üçüncü günün şafağında,
şiddetli bir topçu bombardıma¬nı başladı. Saat iki civarında aynı atışlar tekrar
işitildi. Fakat akşama doğru herşey, sakin bir sessizliğe bürünmüştü, Herkesi bir
korku
Çernişev, Rozen'e şöyle yazmıştı; "Majesteleri, kendilerinin ısrarla
belirtmeleri¬ne rağmen bu şekilde davranılmasından son derece memnuniyetsizlik
duymuş bulunuyorlar."
253
kapladı! Nazran düşmüş müydü? Kumandan, ne olup bittiğini anla-nıak için kuvvetli
bir Oset birliğini olay yerine yolladı. Aynı zamanda büyük paralar vadedilerek bir
kaç casus da ayarlanarak Nazran tara-fına yollandı. Gün batınımdan önce dörtnala
dönen atlılar, sevinçli haberler getirdiler. Ruslar, kaleye yapılan iki hücumu
püskürtmüşler ve bu ikinci saldırıdan sonra, çevrede yaşayan İnguşlar, geri çekilen
Çeçenlere saldırarak yaralılarını öldürmüşlerdi! Akşama doğru İse Gazi Muharnmed,
Sunja'nın diğer yakasına geçmiş bulunuyordu." (BöK2, s.26)
Gazi Muhammed, yine de yılgınlığa düşmeyerek, Nazran'in ku¬zey tarafındaki dağlık
bölge halkını da İslamiyet'e kazandırarak onla¬rı da Müridlerin safına çekmek
istedi. Gürcü askerî yolunun doğu¬sundaki dağlık bölgede yaşayan Dağlı Çeçenler;
Kistler, Galgaylar ve İnguşlar üzerine kuvvetli bir Dağıstan birliği gönderilerek
onlara yeni fikirlerini aşılamaya çalıştılar. Bu pagan kabilelere karşı başlatılan
bu girişim tam bir başarıyla sonuçlandı. Daha güney tarafında yaşayan Kevsurlar
ise, Müridlerin elçilerini geri çevirerek Ruslarla olan ilişkile¬rini sürdürmeye
devam ettiler.
Müridlerin, faaliyetlerine başlamalarından kısa bir süre sonra bu bölgede Ruslara
karşı bir isyan patlak verdi. Rus yöneticisini vebir ta¬kım Ortodoks misyonerlerini
Öldürdüler; Gürcü askerî yoluna da baskınlar düzenleyerek davaya
olan.bağlılıklarını gösterdiler. Ruslar, elbette ki böyle bir gelişmeye seyirci
kalamazlardı. Hem haîktan ve papaz sınıfından öldürülenlerin öçleri alınmalı, hem
de ana dağ silsi¬lesinin güney tarafıyla olan ulaşım yeniden emniyete alınmahydt.
Bu sebeplerden dolayı bölgeye bir sefer düzenlenmesine karar verildi. Velyaminof'u
kurmay başkanlığına getirmiş olan ve Yermoîov'un Velyaminov'a duyduğu ihtiyaçtan
fazlasını duyan Baron Rozen, ken¬disi bizzat bu hareketi yönetmeye karar verdi.
Büyük bir ihtimalle, dağlık bölgelerde yaşayan tnguşların eskiden Hıristiyan
oldukları tahmin edilmektedir. Buradaki bütün vadilerden Hıristiyanlık ile ilgili
bir çok kalıntılar ve şu anda sürdürdükleri pagan adetlerinin içinde bulunan
Hıristiyanlık ile ilişkili bir takım davranışlar bu savımızı doğrulamaktadır.
Özellikle bu bölgede çok sık bir şekil-de rastlanan savaş kuleleri de,
Hıristiyanlık izlerini taşımaktadır. (!) Çünkü duvarlarda "Haç" işaretinin
vurgulanması bir Hıristiyanlık âde-
254
255

tidir. Ayrıca, eski mezar ve anıtların civarında yaşayan insanlar, onla¬rın


kemiklerine ve kalıntılarına saygı gösterdikleri halde, kendilerinin bu insanlarla
aynı soydan geldiklerini kesinlikle reddetmektedirler Hıristiyanlığın, ne zaman bu
insanlar arasında yayıldığı; onları hangi yönlerden etkilediği ve hangi zaman
diliminde yeniden paganizmin karanlıklarına gömüldükleri kesinlikle
bilinmemektedir. Fakat bunun üzerinden yüzyılların geçtiği kesindir. Büyük bir
ihtimalle, Gürcistan' in bu dağ kabileleri üzerindeki hakimiyetine son veren Moğol
ve Ta¬tar akınları, bu yeni gelişmeye sebep olmuştur.
Sayıları oldukça az ve kendileri de fakir olan Galpaylar, Rusla¬ra karşı ciddi bir
rakip olamayacak kadar zayıftılar. Fakat yalçın dağ¬lardaki kulelerine ve Rusların
oralara erişemeyecekleri savına güve¬nerek tüm teslim tekliflerini şiddetle
reddederek döğüşmeye karar verdiler. Rusları Öldüren kimseleri de vermediler.
Vladikavkaz'ın 14 km kadar güneyinde bulunan Balta'dan 3.000 piyade, 500 Oset ve 4
dağ topundan oluşan bir kuvvet, Galgaylara doğru yola çıkarıldı. As¬kerlerin
kullanacağı bir yol olmadığından tüm çadırlar ve kapkacak-lar ile diğer bir takım
eşyalar geride bırakıldı. Herkes, silahlarının dı¬şında, 6 günlük yiyeceğini de
yanında taşımak zorunda kalmıştı. Kuru bisküvilerden oluşan bu yiyecekler de 10
günlük bir yoldan atların sırtında taşınarak getirilmişti. Diğer yükleri taşımak
için de bir kaç öküz, kafilenin arkasında sürüklenerek geliyordu. İkinci günün
so¬nunda, sadece üç çadırın dışında diğer subayların çadırları da geride kalmıştı.
Bunlar, sırasıyla kumandanın, kurmay başkanının ve arşivle¬rin bulunduğu
çadırlardı. Terek ırmağını şafak vakti, kurulan geçici bir köprüden geçen Ruslar,
sıraya girerek ilerlemeye başladılar. Bun¬dan sonrasını Tomau'dan dinleyelim:
"Fakat henüz dördüncü km.'de tehlikeli uçurumlarla dolu bir yere ulaştık. Yollar, o
kadar darlaştı ki, askerler, teker teker ilerlemek zorunda kaldılar. Toplar
sökülerek te¬kerleklerinden çıkarıldı ve katırların sırtına yükleyerek taşımaya
baş¬ladık. Birlik, küçük olmasına rağmen 5 km uzunluğunda bir sıra meydana gelmiş
bulunuyordu."
Aradan beş gün geçtikten sonra ancak, Assa ırmağı kıyısındaki Zoti köyü civarında
ilk silah sesleri işitilmeye başlandı. Fakat bütün hareket boyunca ciddi
çarpışmalar olmadı. Köyler tahrip edildi, kule¬ler havaya uçuruldu, ekinler
yakılarak yokedildi ve bazen de karşılık-
I, ufak çatışmalar oldu. Toplara karşı koyamayacaklarını anlayan Qalgaylar,
Rusların doğrudan karşısına çıkmak yerine belirli yerlerde toplanarak işgalcilerin
başlarına kayalar ve ağaç kütükleri yağdır-rnakla yetindiler. Bu durum, Jerah ve
Tsori'ye ulaşıncaya kadar devam etti.
Kalabalık bir nüfusa sahip olan Tsori'nin İmha edilmesi, seferin ana amacı
olduğundan tüm ordu, oraya doğru yola çıktı. Fakat yol¬lar, o kadar dar ve
uçurumlarla doluydu ki, askerler genellikle tek sı¬ra halinde ilerlemek zorunda
kalıyorlardı. Eğer öndeki adam duracak olursa bütün birliğin de, durması
gerekiyordu. Hatta bu yüzden çok gülünç bir olay da meydana eeldi. Tsori'den fazla
uzak olmavan bir yerde kurulmuş bulunan kare şeklindeki bir kule, yola tamamen
ha¬kim bulunuyordu, içerisinde de kendilerini savunmaya kararlı bir garnizon
bulunduğu farkediliyordu. Bu kule, tam üç gün boyunca bütün ordunun ilerlemesini
durdurdu. Sonunda, büyük güçlüklere' göğüs gerilerek kulenin temeline giden sert
kayalı yoklan bir yer açı¬larak lağım döşendi ve patlatıldı. Bunun üzerine garnizon
teslim ol¬mak zorunda kaldı. Büyük bir şaşkınlık içinde, garnizonun sadece iki
Galgay'dan oluştuğu görüldü! Sadece iki Galgay, üç gün boyunca bütün Rus ordusunu
yerinde mıhlamıştı. Ertesi günü, artık savunul¬maktan vazgeçilen Tsorİ yerle bir
edileli ve ordu, Vladikavkaz's dön¬dü. (Akti, c.8, s.677-678-681 ve K.S. c.15,
s.395)
y

V ? V1
GALGAY ÜLKESİNDEKİ SAVAŞ KULELERİ
BOLUM 17
1832
Çeçenistan seferi-Volzinsky'in yenilgisi ve ölümü-Dargo alınıyor-Gimri-Cazi
Molla'ntn Ölümü...
S
^'
GALCAY ÜLKESİNDEKİ ÜAKAKH AVULVJ
Kısa bir süre sonra Rozen ve Velyarninof, Nazran'da 9.000 as¬ker ve 28 top
toplayarak Aşağı Çeçenistan'ı basarak talan etmek için harekete geçtiler. Bu sefere
katılmış bulunan Kont Tornau, bu sefer¬de karşılaşılan zorluklan ve subayların
sorumluluklarını canlı bir dille anlatmıştır. (Böl. 4, s.131)
"O zamanlar (1832) henüz ormanların İçinden geçen geniş yol¬lar açmamıştık. Gerçi
Yirmili yıllarda Yerrnolov, Coiten ormanlarında ilerleyebilmek için yolun her iki
tarafında da bir tüfek atımı kadar mesafelik bir yer açtırmıştı. Fakat bu yol da,
fazla bir zaman geçme¬den sık çalılık ve fundalıklarla kaplanmış; Çeçenistan'daki
savaşlarda en kötü koşullar altında mücadele etmek zorunda kalmıştık. Rakiple¬rimiz
olan Çeçenler ise, bir düşman olarak en büyük saygıyı hakedi-yorlardı. Sık
ormanların derinliklerinde ve dağlarının zirvelerinde; dünyanın hiç bir ordusu,
onlan hakîr göremez ve kolay kolay dize getiremezdi. Hepsi de iyi birer atıcı,
korkunç derecede cesur, askerî Manevra kabiliyetleri ve kavrama güçleri yüksek olan
bu insanlar, doğanın verdiği avantajlar ve sağladığı fırsatları diğer tüm Kafkas
256

-i M-> =7 O: N -fi

3 £cr
^ fii İ
p re
P
< cr o 3
O t w -, 3 <?£_
fD 3- re
= re c
=i. re o)
3 ^
? era P
QJ -»
-
-ı 3"
P
re (^ o.^
7T 3 W 3_
re -a cr fD x*
3 3" N
<; i
p_ 3
cra< tu o
re o. a. o;
ü- o
2 -<'
3U) ı
3 =;
a.
3 3. _.
c-- a. 3 -<
7f" =r 3_
cra
.<£' =Tuç 3
3 2 ,:
Ş-'S eT'Q o
<
3 "O
1
3 O=
Sf-Q 3 -
< "i
D-
3 2 2. o* o -S
a*-a
CL
oo
=? Û> "2. 3* 3
3^3 5. p
l
=r 3 Cı pg
rj- D cra< 9- 3
S a. & 2_ P
aP 3 m o-
3. 3
-i İM 3
Sr3 i O.
N o 3 cr
c a. 2.
cro< CL
o
D-
3 £-3 2
cr =
3. 3 P < ÂT
7T p
H
p re
3 .T 3
3 S
4 ) .-»?
n/ı - P
P
3
fD <
3. O
7T C P
o re
P_

re P =;
5 Ş-îs
C 3 ^»
ero
O
T P 3 t/)
cra B
7T
D
3^3 =rP2!
P 3 "O
rr 3"
3 Vf
SLSS.
p C: P ,"? 3 T
3 3 -^ era
fD
C
CL
fD "ü
ı:~< O
Ti Q 5 2
2:
55 ,/S!
era
re a>
1
S ?O 5T re Si
o0 c
re 5J
3<
O ET O 3 PO
=; O re
2. 3
re 3 ^- ü.
3 0-
? 7T
o P 3
fD _. re
cr 2. p
3 tfrw^ E.
-a
~ 3 7T
p P P 5" re
W 3 3
-<
O o* w
=i. cra<
O;^ 3 £
=-
£J P p cr p^-
?S S3
w 2 "? ^ Ln
*" 5 £ cr re
< P ü E
a. S» 5* " c 2i SI
3 < p -r
p E.
< "i
o^
cr p 3 3 3_ m
re
0^ =
=î 2T =?
^İL 7v (/) ^~
3 O.
re ro -;
-<
o-İ a.
İ? 3 Ş*
2 S 5 o cra< P w
P «?
DO 1
"d P cr re
3 -r- re _. =- re < =-
m m 3" ? 3_
3 N O
> 3
S*T3 P 5 re"
f
3 O
"O
CÎ-V O Ç
a. 3.
=r CT
7T N. CT
3 o re" 3. 2i 2 9:
3. < =!
P 3
n X-
P N
I
re «->
Q
N s 2:
£i 3 SJ
C: P
P
S S-7
P < LE_cra< re -< . 5 re < re ?*«. re
- re o 3. a.
p
V.* -^^
O C Q.
İTT P~'O >O
3 3 r1 T

1
:* '?&.
260
lerdi. Yürüyüş alanının düz ve görüş açısının açık olduğu yerlerde bu nişancılar,
esas yürüyüş kolundan bir tüfek atımı kadar uzaklıkta VÜ rüyerek düzeni
sağlarlardı. Fakat ormana girdiklerinde bu düzen el¬lerinde olmadan bozulduğundan o
durumda; düşmanı mümkün olduğu kadar uzakta tutmaya gayret ederlerdi. Çünkü
Çeçenlerin toplu bir halde kümelenmiş askerlere yönelttikleri ateşler çok müthiş
oluyor ve büyük kayıplara yol açıyordu. Askerler, bu yürüyüş şekline "Orduyu kutuda
taşıma" adını vermişlerdi. Yürüyüşler sırasındaki bü¬tün savaşlar, İşte bu örtme
hatlarında oldu. Bu keskin nişancılar, iler¬lerken genellikle önde; geri çekilirken
arka tarafta ve çarpışmalar sı¬rasında da daima tehlikenin en büyük olduğu yerlerde
savaştılar. Başlangıçta ikişer kişilik gruplara ayrılan bu "keskin niaşncılar", sık
sık, ormanda yollarını şaşırarak birbirlerini kaybederler ve ormanın
derinliklerinden; sanki yerden bitercesine ortaya çıkan Çeçenler, bu yalnız kalmış
askerleri anında, arkadaşları yardımlarına gelemeden yo kederlerdi.*1' Genellikle,
bu askerlerle asıl yürüyüş kolunun arasın¬da bir takım engebeli araziler
bulunduğundan bunların hareketleri tam olarak izlenemezdi. Bu yüzden, bağlantıyı
sağlamak için bu as¬kerlerin, sağda, solda, ileride veya arkada olmalarına göre
onlara bir takım sinyal numaraları verilir; boynuzlara üflenerek İşaretler
gönde¬rilir ve Çeçenlerin, bunları anlama ihtimaline karşılık da bu işaretler, sık
sık değiştirilirdi. Herhangi bir birliğin nerede olduğunu veya bir başka ayrıntıyı
öğrenmek gerektiği zaman; daha önceden kararlaştı¬rılan şekilde boynuzlara
üflenir, diğer bölgelerdeki sinyalciler de, kendi numaralarına göre aynı yolla
karşılık verirler ve bu haberleşme sonunda yürüyüşün hızı, azaltılır, yükseltilir
veya mola verilirdi. Ba¬zen Dağlıların yoğun kurşun ateşinin, yürüyüş halindeki
askerlerimi¬zi bulduğu oldu. Fakat çok seyrek olarak Çeçenler, koruyucu asker¬ler
zincirini kırarak birliklerin arasına yalın kılıç dalmayı başardılar. 1832
yılındaki harekât boyunca bu şekilde dört olay hatırlıyorum."
Kamp, her zaman kare şeklinde kurulurdu. Topçularla piyade¬ler, kenarlarda;
süvariler, istihkâm erleri ve levazım araçları ortada bulunurdu. Eğer eldeki
kuvvetlerin sayısı az ise kamp yeri, arabalarla
(1)
Sonraları Velyaminof, ikili grupların sayısını dörde çıkarmıştır. General da,
1845'de onların sayısını 20*ye yükseltmişti.
261
çevrilirdi- Gündüzleri, ince bir "nöbetçiler zinciri" çadırlardan bir tüfek atımı
kadar mesafede oluşturulurdu. Geceleri ise keskin nişancıların sayıst arttırılır,
yedek birlikler ilerletilir ve hepsinin de Önünde, tehli¬keli noktalara gizli
nöbetçiler yerleştirilirdi. Bunlara kesinlikle sessiz olmaları emredilir; sadece
ıslıkla haberleşmelerine izin verilir ve en ufak bir şüphe anında, sebebi bilinmese
de, emir atmadan ateş et¬meleri istenirdi. Karenin en dış kenarında bulunan
askerlerin de, bir saldın anında hemen nöbetçilerin yardımına koşmaları
gerekiyordu. Bu askerler, çadırlarının Önünde, silahları, mermileri ve
kartuşlarıyla yatarak uyuyorlar; diğer askerler ve subaylar da, yatağa
elbiseleriyle giriyorlardı. Fakat bütün bu önlemlerine rağmen, hâla bir kısım
Çe¬çenler, kampa sokulmayı başararak oraya ateş yağdırmaya devam ediyorlardı. Hemen
hemen hergün tekrarlanan bu sahnelere, artık Ruslar da alışmışlar ve fazla
rahatsızlık duymamaya başlamışlardı.
Ağustos 18'de Gazi Molla, Ruslara-karşı son zaferini kazandı. Terek kıyılarındaki
Amir Hacı Yurt yakınlarında aniden ortaya çıkan Gazi, 500 kadar Grebentsİ Kazak'ını
20. km kadar İlerideki ormana çekmeyi başardı. Orada, aniden dönerek her taraftan
Kazakların üzerine saldırdı ve Rusları büyük bir yenilgiye uğrattı. Rus kumanda¬nı
Albay Volzinsky ve diğer bir subayla 104 er öldürüldü; 3 subayla 42 er de
yaralandı. (Akti, c.8, s.683-685)
Altı gün sonra da Baron Rozern (veya Velyaminof, çünkü Başku¬mandan savaşla ilgili
bütün kararları ona bırakmıştı) fazla bir kavıp Vermeden Çeçenistan'ın en büyük ve
zengin köyü olan Germençug' u ele geçirdi. O sıralar Germençug'da 600 ev
bulunmaktaydı. Bu olayda, Gazi Muhammed'in yakınlarda bulunduğu; fakat ufak bir
Dağıstanlı birliği yardıma göndermekten başka birşey yapmadığı söy¬lenmiştir. (Veya
yapamadığı) Talihsiz köylülerin toplan yoktu. Böyle¬sine düz bir arazide de,
dünyanın en modern silahlarıyla donatılmış bir orduya karşı kendilerini
savunabilmeleri, gerçekten imkânsız bir Şeydi. Fakat, özellikle yardıma gönderilen
Müridler ve Çeçenlerin bir tosmı, müthiş bir kahramanlık ve cesaretle kendilerini
sonuna kadar Avundular. Velyaminof'un saldırı emrini vermesinden kısa bir süre
s°nra köyün büyük kısmı ele geçirilmiş bulunuyordu. Tüm birlikler Yerlerini
aldıkları zaman Velyaminof, kendisini pek iyi tanımayanların 'gren meleri ne sebep
olarak, saldırıdan önce askerlerine, akşam ye-
262
meğini yemeleri için zaman vermişti. O'na göre ateşli Dağlıların sinir¬leri, bu
tatsız bekleme sırasında gerilirken heyecansız ve hissiz Ruslar da, tok karınla
daha iyi savaşabileceklerdi. Köyün bir ucunda, sava¬şarak ölmeye yemin etmiş bir
grup Dağıstanlı ve Çeçenlerle dolu üç sakliya(2) kalmıştı. Bundan sonrasını, yine
Kont Tornau'dan dinleye¬lim:
"Çeçenlerin, kendilerini üç eve kapatarak teslim olmayı reddet¬tiklerini ve yoğun
bir ateş açarak bir çok askerin yanı sıra bir yarbayı da öldürdüklerini haber alan
Kurmay başkanı Volkovsky, yanında topçu kumandanı Albay-Brümmer, Vsİovolovsky ve
Bogdanoviç ol¬duğu halde bizzat olay yerine giderek hareketleri kendisi yönetmeye
karar verdi. Köyün içerisine doğru uzanan yol boyunca onlara kıla¬vuzluk ediyordum.
Evler, hertaraftan çevrilerek sarılmış, kesilen ağaçlar ve devrilen çitlerin
gerisinde yatan üçlü "keskin nişancılar" zinciri, evlerin dışarıyla olan
İlişkilerini tamamen kesmişti. Fakat hiç kimse, başını kaldırmaya cesaret
edemiyordu. Çünkü en ufak bir ha¬reket veya kıpırdama, onların şaşmaz bir şekilde
Müridlerin kurşun¬larına hedef olmalarına yetiyordu. Biz ele, onlara yok yere hedef
yap¬mamak için çitlerin gerisine uzanarak kendimizi emniyete aklık. Olay yerine
getirilen hafif bir top, evleri bir baştan diğerine taramaya baş¬ladı. Daha ikinci
atışı yapılmıştı ki, diğer taraflardan koşarak gelenler, oradaki adamlarımızı
vurduğumuzu söylediler. Evlerin çevresini ta¬mamen Sarmış bulunan askerlerin bir
kısmını kaldırsak bile İçerideki¬lerin o yönde kaçma ihtimalleri vardı. Bu durum
ise, elbette ki göz yumulacak bir şey değildi. Bu yüzden top atışlarının
durdurularak evlerin bir taraftan ateşe verilmesi kararlaştırıldı. Fakat bu işin
yapıl¬ması, söylendiği kadar kolay değildi. Çünkü duvarların dışındaki 30-40 cm
kalınlığındaki bir kil tabakası onları korurken duvarların kendileri de, iç içe
birbirine karışacak bir şekilde örülmüş olduğundan savunmaya çok elverişliydi.
Mazgallardan ve pencere kenarlarından parlayan öldürücü tüfek namluları, olayı daha
da korkunç!aştırıyor¬du. Bununla beraber iki humbaracı, bu işi yapmaya gönüllü
olarak talip oldular. Devrilmiş bir meşe ağacını kendilerine siper yaparak
(2)
Dağlı evi
263
onu önlerinde yuvarlamaya başladılar ve bu şekilde en sondaki eve sokuldular. Büyük
güçlüklerle kil duvarını aşarak ellerindeki saman ve katrandan oluşan yanıcı
maddeleri duvarlara doğru fırlattılar. Ateş geçifmeyen l<aplaf|n içinde için için
yanan bu maddeler, açığa çıkın¬ca büyük bir hızla yanarak çevreye yayılmaya
başladılar. Fakat buna rağmen Çeçenler, sıcağa dayanamaz oluncaya kadar ateşe devam
ettiler. Çok geçmeden bir kaç topçu neferi de, humbaracılara katıldı¬lar. Daha
sonra gelen gönüllüler de, yıkılmış kil duvarından geçerek damlara tırmandılar ve
ellerindeki ilkel el bombalarını ateşleyerek bacalardan içeriye bırakmaya
başladılar. İlk iki el bombasının patla¬masının sesini duyduk. Fakat onların arkası
gelmedi. Sonradan Öğ¬rendiğimize göre Çeçenler, onları yakalayarak barutun ateş
almasın¬dan önce dışarıya atmayı başarmışlar. Ateş, yavaş yavaş diğer iki eve de
yayılmaya başladı. Çeçenler ve Dağıstanlılar için artık iki yol kal¬mıştı: Teslim
olmak veya diri diri yanmak! Volkovsky, bu kadar cesur insanların böylesine acı
içinde ölmelerine dayanamadı. Yaşlı bir Mozclok Kazak'ı olan Atarştşikof'u
çağırarak onun aracılığıyla içerde-kilere bir mesaj yolladı. Eğer silahlarını
bırakarak dışarı çıkarlarsa on¬ları, Başkumandanın adına bağışlayacak ve bununla da
yetinmeye¬rek kendilerine savaş esiri muamelesi yapılacaktı,ı;' Böylece, bir gün
Rus esirleriyle takas edilerek evlerine ve vatanlarına kavuşabilme haklarına sahip
olabileceklerdi. Yaşlı Kazak, ortaya çıkarak konuş¬mak istediğini söyleyince ateş
kesildi. Çeçenler, sessizlik içinde, ken¬dilerine yapılan teklifi dinlediler. Daha
sonra, bir kaç dakika kendi aralarında konuştular; ardından, belden yukarısı çıplak
olan ve isten dumandan kararmış bir Çeçen ortaya çıkarak kısa bir konuşma yap¬tı.
Ardından da mazgallardan ölümcül bir ateş açıldı. Çeçen'in söyle¬dikleri, kısaca
şöyleydi: 'Biz sizden merhamet istemiyoruz! Bizim Ruslardan istediğimiz tek şey,
onların ailelerimize, yaşadığımız gibi hür ve özgür olarak, yabancı boyunduruğa baş
eğmeden öldüğümü¬zü söylemeleridir!'
Rus subayının bu teklifi gerçekten çok ilginçtir. Çünkü Ruslar, Kafkasları kendi
tebaları saydıklarından onları, "özgür düşmanlar" oiarak değil, fakat düzeni bo¬zan
isyancılar şeklinde değerlendirerek onlara karşı her türlü vahşete girişiyor ve
esirleri de, ya Sibirya'ya sürüyorlar; ya da idam ediyorlardı. (Ç.N.)
0
? »* S
264
"Bunun üzerine, evlerin her taraftan ateşe verilmeleri emredildi Artık güneş
batmıştı. Yerle bir edilmiş harabe şeklindeki binaların üzerinde yükselen alevlerin
kızıl dilleri, sanki biraz önce yaşanmış olan trajedi sahnesini tamamlıyordu.
Ölmeye kesinlikle karar vermiş olan Çeçenlerin bulunduğu yerden melankolik "ölüm
şarkısı" yüksel¬meye başladı. Başlangıçta her tarafa yayılan şarkı, sonraları;
söyle¬yenlerin sayılarının ateş ve duman etkisiyle azalmasından dolayı git¬tikçe
azalarak daha az duyulmaya başladı. Herşeye rağmen yanarak ölmek, çok acı verici
bir olay olsa gerek! Her insanın buna dayanma¬sı imkânsızdır. Aniden yanan evin
kapısı açıldı. Eşikte bir Çeçen gö¬ründü. Tam o sırada bir parıltı gördük ve bir
mermi, kulaklarımızı ya¬layarak geçti. Bu atıştan sonra Çeçen, kılıcını sallayarak
bize doğru atıldı. Zincirden örülmüş bir zırh içindeki yaşlı kazak Atarştşıkof,
kız¬gın gerillanın 10 adım kadar yaklaşmasını bekledi; sakin bir şekilde Çeçen'in
göğsüne nişan alarak ateş etti. Çıplak göğsüne mermiyi yi¬yen Çeçen, aniden havaya
sıçrayarak yere düştü. Yeniden ayaklan üzerinde doğrularak büyük bir gayretle
yükseldi; sonra da öne doğru eğilerek uğruna can verdiği vatan toprağına düştü. Beş
dakika kadar sonra, hemen hemen aynı sahne tekrarlandı. Başka bir Çeçen, dışarı
fırladı; silahını son kez ateşledi. Kılıcını sallayarak batlarımıza saldır¬dı. İlk
iki hattı yardıktan sonra üçüncüsünde süngülendi. Artık, yanan binaların tavanları
çökmeye, etrafa dağılmaya; alevler de, çevreye yayılmaya başlachiar. Evler, tamamen
yandıktan sonra, harabelerin içinden altı Dağıstanlı, mucizevi bir şekilde
sürünerek çıktılar ve he¬men ilk tıbbî müdahalelerde bulunuldu. Fakat hiç bir
Çeçen, sağ ola¬rak ele geçmedi. 72 adam, alevler içinde, diri diri yanarak can
verdi¬ler!
"Bu kanlı dramın son sahnesi de oynandıktan sonra perde ka¬pandı ve karanlık bütün
sahneyi örttü. İki taraf da, kendi düşünce ve anlayışlarına göre doğru olanını
yapmıştı. Baş aktörler, yollarını bula¬rak sonsuzluğa ulaşmışlardı. Bu olayları
görmüş olan geride kalanlar da, çadırlarına iltica ederek taşlaşmış bulunan
kalplerini bir nebze ol¬sun yumuşatabilmek için daldıkları derin sessizlik içinde
birbirlerine defalarca sordular: Neden bu tür olaylann olması gerekiyor? Bu
dün¬yada, tüm insanları dilleri ve inançları bakımından ayırmadan; herke¬se yetecek
kadar yer yok muydu?"
265
Bu tür duygu ve düşünceler, bir takım Rus subaylarının zihinle¬rinde geçmişse de,
bunların Velyaminof'un planlarını uygulamada kesinlikle kendilerini etkilemelerine
izin vermediler. Daha sonra Bü¬yük Çeçenistan da talan edilerek yakılıp yıkıldı.
Kılıç ve ateşle ekilen bu nefret tohumları kanla sulanarak günümüze kadar ulaşan
düş¬manlıklara sebep oldu.
Bu savaşlar sırasında kendilerini gösteren bir çok ismi, daha sonra da Kafkas
savaşlarında sık sık işiteceğiz. Umutsuz bir aşkın kurbanı olan Yüzbaşı Albrandt,
uzun yıllar Kafkas savaşlarında aradı¬ğı ölümü bulamamıştı. 1838 yılında, İran'da
bulunan Rus asker ka¬çaklarından kurulu taburu, büyük bir şans yardımı ve cesaretle
geri getirmeyi başardı. Bu savaşa katılan Baron Zass, daha sonra Kuban
kabilelerinin korkulu rüyası haline geldi. Bu sırada albay oİan Brürn-mer de, Kırım
Savaşı sırasındaki 1855 Kars kuşatmasında topçu bir¬liklerine kumanda etti. Bütün
bu adı geçenler de, Klugenav, Rozen ve Tornau gibi yabancı kökenli isimler
taşımaktaydılar. (Akli c.8, s.690)
Yaralılar Grozny'e gönderildi. Bunları götüren konvoyun dön: meşinden sonra
Velyaminof, ordunun yarısıyla (4.500 kişi) İçkeri böl¬gesinin merkezine yürüdü.
Benoy'da, Volzinsky'den alınmış olan to¬pu tekrar ele geçirdi. Dargo'yu alarak
yerle bir etti. O zamanlar he¬nüz Şamil'in karargahı olmayan ve Rus subaylarının
hayallerini süsle-.meyen Dargo'nun savunmasında Dağıstanlılar bulunmadılar.
Rusla¬rın başarıları tamdı. Savaşların başlangıcında kazanılan bu kolay ba¬şarılar,
daha sonraki yenilgilerle büyük tezatlar göstermektedirler. Bunda, şan ve şöhret
için fazla ihtirası olmayan Velyaminof'un ihti¬yatlı tutumu; savaşı, ancak
kendisinin istediği yer ve koşullar altında kabul etmesi; kendisini pek tehlikeye
atmaması ve ulaşım yollarının emniyetini sağlaması gibi etkenler önemlidir. (Fakat
bu sırada Müri-dizm'in henüz tam olarak topluma yayılmadıeı unutulmamalıdır. Ç.N.)-
Bu sefer sonunda elde edilen sonuçlar şöyleydi: 80 köy baş eğ-miŞ, 61 köy tamamen
haritadan silinmişti. Rus kayıpları ise, 1 subayla 16 er ölü; 18 subayla 333 er
yaralı olarak verildi.(!)
Bu gelişmelerden sonra Gazi Muhammed, Dağıstan'a çekildi ve Şamil'in de yardımıyla
Gimri'yi tahkim etmeye başladı. Artık sonun geldiğini görmüş ve şerefli bir şekilde
ölmeye karar vermişti. Gazi Molla, son savaşını burada verecekti.
267
266
Ekim ayının başlarına doğru Çeçenistan'daki işlerini bitiren RUs Başkumandan'ı,
Dağıstan'a girerek mürid liderinin bu son sığmağına saldırmaya karar verdi. Ve bu
iş için hazırlanmaya başladı.
Bu sene kış, beklenmedik bir şekilde erken bastırmış, dağların eteklerindeki
bağlarda bulunan üzümler henüz toplanmadan zirve¬ler karlarla kaplanmıştı. O
sıralarda Temirhan Şura'dan Cimri'ye ej¬deri iki yol vardı. Fakat iki yol da, en
azından 1500-2000 m'lik bir tır¬manışı gerektiriyordu. Birinci yol, Erpeli köyünden
geçerek aynı arlı taşıyan dağın üzerinden uzanıp gidiyordu. Diğeri ise, yine
Erpeli'den geçiyor, fakat oradan sağa dönerek Karanay tarafından dolanarak dağların
zirvesine ulaşıyor, sonra da zigzaglar çizerek çapraz bir şe¬kilde dağların-güney
batı yönüne iniyor ve burada, Gİmri'nin üst ta¬rafında, Erpeli'den gelen yolla
birleşiyordu. Bu mevsimde, herhagni bir ordunun, ne kadar cesur ve gayretli olursa
olsun, bu iki yoldan da ilerlemesi imkânsız gibiydi. Fakat Karanay'dan dolaşan yol,
daha az sarp olduğundan hareket için o yol seçildi. Dağlılar, Rusların böyle bir
şeyi başaramayacaklarına inanıyorlar ve neşe içinde şakalaşarak birbirlerine,
Rusların yağmur taneleri gibi bulutlardan dökülüp dökü-temeyeceklerini
soruyorlardı. Fakat Velyaminof da, ontan tehclitkâr bir şekilde cevaplıyor ve
dağlardan ancak kayaların ve taşların yuvar¬lanabileceğin'! söylüyordu. Koyu sisin
de yardımıyla Rus öncüleri, gö¬rünmeden Gİmri'nin üstündeki çukurluğa ulaştılar.
Askerler, kayalar¬dan kayalara ipler ve merdivenlerle geçerek bu yürüyüşü
gerçekleş¬tirmişlerdi. Bundan sonra yapılacak şey, esas ordunun geçmesini sağlamak
amacıyla yolun düzeltilmesiydi. Bir kaç gün içinde, bu işler de tamamlandı. Fakat
dağ toplan ve bir kısım hafif havan toplarının dı¬şında diğer ağır toplar
terkedilmek zorunda kalınmıştı.
Bu sırada Klugenav, Apşeron alayının bir taburu, bir dağ batar¬yası ve yerli
süvarilerden oluşan bir orduyla sol taraftaki zirveyi tuta¬rak Erpeli yolunu
kontrol etmeye başladı. Mektule Hanı Ahmet Han da, kendisine kışlık elbise ve erzak
sözü verilmesi üzerine kararlaştır¬dığı gibi sıvışmakdan vazgeçerek güney yönündeki
Irganay yolunu kontrol etmekle görevlendirildi. Bütün bu çalışmalar, Ekim 10 İle 13
. arasında yapılmıştı. Ekim 14'de ise Baron Rozen, ordusunun kalan kısmıyla
Şura'dan Karanay'a yürüdü. Sonraki iki gün içinde birlikler, başarılı bir şekilde
inişi tamamladılar ve çukurun kenarında veya iç
taraf|arında mevzilendiier. geride, sadece topları ve ulaşım hatlarını korumak
amacıyla bir miktar asker bırakılmıştı. Ayın 17'sinde, saldın
için her şey hazırdı.
Gazi Molla ve Şamil, son deneyimlerinden sonra, Rusları dur¬durmak için sadece doğa
koşullarının yeterli olmadıklarını anlamış¬lardı. Gİmri'nin 5-6 km kadar
yukarısında; fakat iki yolun birleştiği noktanın altında bulunan çukur boyunca üç
sıralı bir duvar hattı çek¬mişler ve her iki uçta yaptıkları taştan siperlerle
duvarı kontrol altına almışlardı. Savunma noktası, çok iyi bir yerde seçilmiş ve
mümkün olduğu kadar kuvvetli bir savunma hattı oluşturabilmek için doğa
şartlarından da en son haddine kadar yararlanılmıştı; Dış duvara ya¬kın bir yerde
taştan yapılmış iki küçük ev vardı. Rusların, başlangıçta pek fazla bir önem
vermedikleri bu taş evlerde tarihi günün mücade¬lesi yoğunlaşacaktı.
Velyaminof'un saldırı planı şöyleydi: Sol taraftaki siperlere saldı¬rılarak
buradaki Müridler geriye sürülecek; böylelikle dış duvarın arka kısmı emniyete
alındıktan sonra cepheden hücuma geçilerek Dağlı¬ların cephesi varılacaktı. Fakat
İlk hareket, bu işe tayin edilen subayın hatası yüzünden başarısızlıkla sonuçlandı.
Ağaçlar arasında yollarını şaşıran Ruslar, sol taraf yerine doğrudan doğruya
duvarın orta yerine ulaştılar. Fakat geri dönmeye kalkışmadan bu noktadan duvarı
geç¬mek amacıyla saldırıya geçtiler. Bunu gören diğer birlikler de, onların
yardımına koşarak saldırıya katıldılar. Fakat boşuna! Saldırı grubu, çok ağır
kayıplar vererek geri üskürtüldü.
Tam bu sırada Hamzat Bek, bir takım birliklerin başında, lrga-naydan gelen yol
üzerinde ortaya çıkarak aşağı inmeye başladı. Bir anda, Velyaminof kumandasındaki
birliklerle Rozen'in asıl kuvvetleri arasındaki bağlantının kopması tehlikesi
ortaya çıktı. Ne var ki, Klu-genav'ın komutasındaki birlikler, Irganay yolundaki
tepelerde görün-düler. Bu kez Hamzat, iki ateş arasında kalma tehlikesi geçirdi.
Mec¬buren Gazi Muhammed'i kendi kaderiyle baş başa bırakarak geri çe¬kilmek zorunda
kaldı.
Bu yöndeki tehlikeden kurtulan Velyaminof, tekrar Gimri tarafı¬na yöneldi. İlk
saldırının, tamamen uygulamadaki bir yanlışlaktan dolayı başarısızlığa uğradığın»
anlayınca yine aynı hareketi, bu sefer Çok daha sıkı emir ve talimatlarla
tekrarlattı. Sonuçta tam bir başarı

268
elde edildi. Önce siperlerden biri ele geçirildi. Bunun ardından da dış duvar
düştü, Tiflis alayının askerleri, çekilen Müridleri o kadar büyük bir hızla
izlediler ki, son iki duvarı savunmaya zaman bulamadılar. İkisi de, peş peşe,
neredeyse savunulmadan Rusların eline geçti. Fa¬kat, bir kaç noktada yine de çok
şiddetli çarpışmalar oldu. 41. Tüfek alayının bir bölüğü, üst taraftaki siperin
savunucularını bir uçurumun kenarına kadar sürdüler. Müridlerin iki seçeneği
kalmıştı; Kılıç elde, çarpışarak can vermek veya kayalardan atlayarak parçalanmak!
Mü-ridler, yine de ümitsiz bir şekilde savaştılar.. Altmış kadar Mürİd, olay
yerinde öldürüldü. Geri kalanlar da uçuruma sürüldüler ve çoğu, parçalanarak can
verdiler. Söylenenlere göre Ruslar, hiç birisine acı¬madılar ve esir düşen
Müridleri de kayalıklardan aşağıya fırlattılar. Askerlerin bu şekilde vahşice
davranmalarına sebep olarak da, daha sonraları Şura'cla bir anıtı da dikilen, çok
sevdikleri alay komutanları Bogdanoviç'in Öldürülmüş olmasını İleri sürdüler.
Sağ kalan Müricller de, artık tamamen çözülmüş bulunuyorlar¬dı. Fakat artık
karanlık da bastırmış olduğundan Cimri'ye doğru yü¬rüyüşe kalkışılmadı ve ordu,
olduğu yerde mola verdi. Bu arada, bi¬raz Önce sözü geçen iki taş kulübe,
Germençug'u andıran umutsuz ve korkunç bir mücadeleye sahne olmuştu. Fakat bu
olayın sonuçla¬rı, diğerinden çok daha önemli ve tarihî nitelikteydi. Bu iki
saklıya 60 kadar Mürid tarafından savunuluyordu. Bu adamlar, ya bilerek öl¬mek için
burada kalmışlar ya da dış duvarın âni olarak düşmesinden sonra geri çekilmeye
fırsat bulamamışlardı. Esas Rus ordusu, bu evle¬ri geçip gitmişti. Fakat İki
humbaracı bölüğüyle diğer bazı yedek bir¬likler, bir kaç dağ topuyla birlikte olay
yerinde kalmışlardı. Harekâtı bizzat yöneten Velyaminof, kulübelerde kimlerin
olduğunu bilmeden onların yıkılmasını emretti. Bir kaç top atışından sonra askerler
saldı¬rıya geçtiler. Müridler, ne merhamet dilendiler ne de kendilerine merhamet
edildi! Sadece birer ikişer dışarı fırladılar ve savaşarak can verdiler. İçeride
bulunanlardan sadece iki kişi kaçıp kurtulmayı ba¬şardı. Bunlardan birisi, Şamil
idi, Sahip olduğu olağanüstü kuvveti, çevikliği ve kılıç kullanmadaki ustalığı
sayesinde kendisini kurtarmayı başardı. Şamil, kapıyı açarak eşiğe çıktığı anda Rus
askerleri, hemen nişan aldılar. Fakat Şamil, onların ateş etmelerinden önce hızla
sıçra¬yarak askerlerin üzerinden aştı ve arkalarına düştü. Sonra, sol eliyle
269
korkunç bir şekilde kullandığı kılıcıyla askerlerin üçünü anında cansız otarak yere
serdi. Fakat dördüncüsü tarafından göğsünden süngü-lendi. Bu korkunç darbe
karşısında bile metanetini yitirmeyen Şamil, bîr eliyle süngülü tüfeği yakalarken
diğeriyle de askeri kesip devirdi. Sonra da süngüyü göğsünden çıkararak attı ve
koşarak ormana dal¬dı. Bu süngü yarasından başka, bir kaç yerinden daha yaralanmış
ve özellikle atılan taşlarla kırılan kaburgası ve omuzu ona korkunç acı¬lar
vermişti.
Üç gün kadar saklandıktan sonra, komşu köy olan Unsokul kö¬yüne ulaştı. Orada, 25
gün boyunca ölümle yaşam arasında müca¬dele verdi. Göğsüne giren Rus süngüsü, bir
ciğerini de delip geçmişti. Daha sonra, kendisi gibi saklanmakta olan ünlü cerrah
ve aynı za¬manda kayınpederi olan Abdül-Aziz, köye gelerek Şamil'in yaralarına
baktı. Eşit miktarlardaki katran, tereyağı ve balmumundan oluşan bir merhemi
yarasına sardı. Çok geçmeden Şamil, nekâhat devresine girmişti bile. Fakat kız
kardeşi Fatıma'nın bir ziyaretinden sonra has¬talığı yeniden nüksetti ve bir ay
boyunca yine ölümle pençeleşti. Şa¬mil'in kendisinin de inandığı gibi, bu olayın
sebebi, Fatımâ'nın Gimri' den kurtardığı altın ve gümüş ziynet eşyalarını takarak
yaralının oda¬sına girmiş olması olarak kabul edildi. Çünkü dağlarda, değerli taş
ve metallerin her türlü yara ve hastalık üzerinde kötü bir etki bıraktığına
inanılır. Ve bunlarla birlikte hastanın odasına girilmesine izin veril¬mez. (4İ
Şamil'in savaştan sağ olarak kurtulmayı başarmış olması, o so¬ğuk Ekim gecesinde
Rusların öğrendikleri bir gerçekten sonra pek o kadar öneme değer görülmedi. İki
taş kulübenin önünde bir yığın şeklinde yatan Ölülerin arasında muhteşem görünüşlü
bir adam dik¬kat çekiyordu. Yerdeki adam, Ölü olduğu halde bir eliyle sakalını kav-
Kafkaslıların tıbbî bilgileri, tahmin edilebileceği gibi oldukça ilkeldi. Fakat
özel¬likle yaralar ve ameliyatlar konusunda çok ileri bir seviyeye ulaşmışlardı.
Hiç çekinmeden, organları ve eklemleri özellikle bağlantı yerlerinden keserlerken
sadece kinjallerini kullanırlar ve bu tür yaralarda da yukarıda adı geçen Aziz'in
merheminden farklı şeyleri pek kullanmazlardı. Fakat yine de hastaların tama¬men
iyileştikleri ve sonradan rahatsızlık duymadıkları görülmüştür. Rus hekim¬lerinin
umut kestikleri bir çok yaralı, Kafkaslarda sağlıklarına kavuşmuşlardır. Bütün
bunların nedeni de, kendilerinin farkında olmamalarına rağmen. Dağlıla¬rın
antiseptik metodlarla çalışmaları olabilir.
a ı VJ
S

270
271

ramış; diğer elini de, dua edermişcesine gökyüzüne çevirmişti. Ölüle¬rin


kimliklerini tespit etmek için çağrılan Dağlılar, dehşet içinde İmamları Gazi
Muhammed'in cesedini tanıdılar. Gazi Muhamrned' Kutsal Savaş'ın lideri, Allah'ın
sevgili kulu ölmüştü! Korkunç haber büyük bir hızla yayılarak Rusları sevince
Müslümanları ise kedere ve yasa boğdu. Yine de bir çoğu, O'nun öldüğüne
inanmadılar. Allah'ın bu sevgili kulunun bir gavur süngüsüyle Ölmesi olacak şey
değildi Onları ikna etmek ve baş eğmelerini sağlamak amacıyla Gazi'nin ce¬sedi bir
kaç gün teşhir edildikten sonra Şamhal'ın başkenti Tarku'ya gönderildi ve Burnaya
kalesinin üst tarafına gömüldü. Yıllar sonra Şamil, 200 kadar atlıyı oraya
yollayarak Gazi Muhammed'in nâşını Gimri'ye getirtti.
İmam Gazi Muhammed'in ölümü, Şamİl'in kayıp olması ve bir gün önceki yenilginin
yılgınlığı etkileriyle moralleri bozulan Gimrili-ler, daha fazla direnmediler ve
Klugenav kumandasındaki Öncü bir¬likler, 18 Ekim günü, hiç bir çarpışma olmadan
Gimri'ye girdiler. Bir hafta sonra ordu, Şura'ya dönmek üzere yola çıkmıştı bile.
İmam öl¬müş; Gimri alınmış ve Şamil de, yaralı olarak umutsuz bir yaşam mü¬cadelesi
veren bir kaçak durumuna düşmüştü. Bu durumda Rusların, Müridliğin artık söndüğünü
ve tüm Dağıstan'a sahip olduklarını dü¬şünmeleri, pek de haksız sayılmazdı.
Resmi olarak verilen Rus kayıpları şöyleydi: 1 subay ve 40 er ölü, 19 subay ve 320
er yaralı, 18 subay ve 53 er ağır' yaralı, toplam olarak 452 kişi. Müridlerin ise,
savaş alanında 192 Ölü bıraktıkları söylenmiş, fakat yaralılar hakkında bir şey
belirtilmemiştir. (Rus ka¬yıplarının, bu şiddetli çarpışmaların sonunda bu kadar az
verilmesi il¬ginçtir. Fakat bunun Örneklerine bir çok yerde raslayacağız. Bu
çeliş¬kiler, o kadar açıktır ki, yabancı yazarların da dikkatini çekmektedir. Ç.N.)
(Akti, c.8, s.558 ve K.S., c.xx, s.121)
Bu savaşta bulunmayan KontTornau, Velyaminof hakkında işit¬tiği bazı olayları
anlatmaktadır.
Karanay yolunun geçilemez olduğu kendisine bildirilince sorar, Velyaminof "Bir
köpek o yoldan geçebilir mi?" Cevap olarak; "Evet, belki bir köpek geçebilir."
denince; "Bu kadarı yeter'. Bir köpeğin ge¬çebileceği yerden bir Rus askeri de
geçer!" diye konuşur.
Duvara yöneltilen İlk saldırının başarısızlığa uğraması üzerine bir davul ister;
onun üstüne oturarak sakin bir şekilde teleskopuyla Dağlıların siperlerini süzmeye
başlar. Çok geçmeden onun oradaki varlığı anlaşılır ve Dağlıların kurşunları,
çevresinde vınlamaya başlar. Kurmay subaylarından Bartenyef vurularak hemen yanı
başına dü¬şer. Velyaminof, her zamanki sakin haliyle; "Sevgili arkadaşım, başka bir
yere düşseydin!" der. Ve yeniden teleskopu gözüne götürerek karşı tarafı incelemeye
devam eder. Erivan alayına kumanda eden Gürcü prensi Dadyan, General'in tehlikede
olduğunu farkeclince ge¬riye gitmesi için ona yalvarmaya başlar. Velyaminof/ yine
sakin bir şekilde, "Evet prens, burası gerçekten çok tehlikeli bir nokta. Bu
yüz¬den sen, şimdi nazik bir şekilde, alayını sağ taraftaki siperlere yönel-
tirmisin?" şeklinde cevap verir.
Albrandt, karşılıksız bir aşk yüzünden kovaladığı Ölümü, burada da bulamadı.
Göğsüne yediği bir kurşun, taşıdığı ikona çarparak ona fazla bir zarar vermedi.
Daha sonra İse, sevdiği kadın inadından vaz¬geçti ve Albrandt İle evlenmeyi
kabullendi/**'-
(5) Kavkazsky Sbornik dergisi, Cimri'nin almışıyla ilgili olarak yazılan resmi
belge¬lerin geniş bir dökümünü vermektedir. Fakat yine de olaylar tam olarak
veril¬memiş bulunuyor. Şamil'in kaçıp kurtulması ve İmam'ın cesedinin bulunması
gibi konular, orada anlatılmamaktadır, (c.xx, s. 107)
s
273
BOLUM 18
1832 - 1837
İkinci İmam Hamzat-Avar Hanlarının öldürülmesi-Lanskoy' un Gimri'yi alması-
Klugenav, Gergebil ve Gotsatl'ı alı-yor-Hamzat'ın Ölümü-Üçüncü İmam Şamil-Aşilta
köprüsü olayı...
Hamzat, 1789 yılında, Hunzah'ın 20 km kadar güney doğusun¬da bulunan Yeni-Gotsatl
köyünde bir canka(1) olarak doğmuştu. Babası İskender Han, cesareti ve
yetenekleriyle ün salmıştı. Kaketya' ya (Gürcistan) bir çok akınlar düzenlemiş olan
İskender Han, Avar Hanı Ahmet Han tarafından ağırlanarak kendisine değer verilirdi.
Hamzat, Kur'an ve Arapça'yı önce Çoh'ta öğrendi. Daha sonra öğ¬renimine Hunzah'da
devam etti. Burada, babasının konumu dolayı¬sıyla, Han'ın karısı Bahu Bike
tarafından Han evine alınarak kendisine bir oğul gibi davrahıldt. Öğrenimini
tamamladıktan sonra Gotsatİ'a döndü ve bir süre için boş gezdi. Herhangi bir şeyle
meşgul olmadı. Bu arada içkiye de başladı. Fakat 1829 yılında, amcası İmam Ali, onu
azarlayarak Gazi Muhammed'i örnek gösterdi. Doğuştan asil olma-
(1) Canka: Han ve beklerin, sınıfça kendilerinden aşağı kadınlardan olan
çocukia-
dığı ve kendisinden daha İyi bir eğitim almadığı halde şu anda Dağlı-ıarın lideri
olmuş bulunuyordu. Bu sözlerden etkilenen Hamzat, daha fazla dayanamayarak
Gimri'ye, Gazi Muhammed'in yanına gitti. Orada İmam tarafından büyük bir ilgi ve
sevinçle karşılandı. O andan itibaren onun en arzulu ve değerli destekçilerinden
biri oldu. Mürid-lerin, Hunzah'ta yenilgiye uğramalarından sonra Djaro bölgesine
gi¬derek dağ silsilesinin güney tarafındaki bu bölgede bir takım başarı¬lar elde
etti. Fakat daha sonra Hamzat yenilgiye uğradı ve bölge, Rusya'ya bağlandı. Hamzat,
kendisine maaş bağlanması suretiyle anlaştı. (?) Tiflis'e gönderilen Hamzat, orada
hemen tutuklandı. Fa¬kat Gazi Kumuk Hanı Arslan'ın araya girmesiyle serbest
bırakıldı. Bu olayın çok önemli sonuçları olacaktı. Arslan Han, Bahu Bike'ye karşı
büyük bir intikam hissi duyuyordu. Han kızı Seltanetta ile Arslan'ın evlenmeleri
konusunda verilen kararı, Bahu Bike bozmuştu. Çünkü Hansa, kendisine damat olarak
Tarku Şamhalı'nın oğlunu daha uy¬gun görüyordu. İntikam hissiyle çalkalanan Arslan
Han, Hamzat'ın şahsında bu işi gerçekleştirecek bir kuvvet görüyordu. Arslan Han,
çok usta bir şekilde, bu kadın Avarya'cla yaşadıkça Müridizm'in asla başarıya
ulaşamayacağını ileri sürerken, aynı zamanda Hanlık gelir¬lerinden elde edilen
zenginlikleri anlatarak Hamzat'ın hırsını ateşli¬yordu. Fakat o sıralar Hamzat,
Bahu Bike'ye karşı bir harekete girişe¬bilecek durumda değildi. Ne var ki, Arslan
Han'ın bu İmâları, onun zihninde derin İzler bıraktı ve sonradan kanlı sonuçları
ortaya çıktı. Hamzat, Zakatali'ye başarısızlıkla sonuçlanan bir saklında bulundu,
Mihlaşevsky, 1831'de Çumkeskent'i aldığı zaman orada kumandada olan kişi Hamzat'tı.
Yukarıda değinildiği gibi, 1832 yılında da, Gimri' de kuşatılan Gazi Muhammed'i
kurtaramadı. Fakat Gimri'nin düşme¬sinden sonra Gazi Muhammed ölü, Şamit de, ölüm
derecesinde ya¬ralı olduğundan İmam olarak Hamzat seçildi. Sonraki iki yıl
boyun¬ca, Şamil'in de yardımıyla yeni fikirleri yaymaya ve gücünü arttırma¬ya
çalıştı. Bu uğraşları sırasında bir kaç kere yenilgiye uğradığı da ol¬du. Golotİ
halkı onu püskürttü ve bu savaş sırasında Hamzat da boy¬andan bir kurşunla
yaralandı. Fakat bütün bunlara rağmen o kadar başarılı oldu ki, 1834 yılının
Ağustos ayı sonlarına doğru yalnızca Koysuboy halkları ve Andelallar değil, fakat H
unzah hariç bütün Ava-
y
274
275

ristan da, onun otoritesini kabul etmişti.(2*


Bahu Bike, 1830'da Müridleri püskürtmeyi başarmıştı. at şimdi direnmenin yararsız
olduğunu anlayınca Müridizm'i kabul etti Fakat Ruslara karşı Gazavat'a
katılmayacaktı. Bu şartlarla anlaştığın, belirtmek için 8 yaşındaki oğlu Bulaç
Han'ı Hamzat'a, rehine olarak yolladı, Hamzat, görüşmelerin daha detaylı
sürdürülmesi için Hanşa( nın diğer iki oğlu, Ebu Nutsal ve Umma Han'ın (Omar) da,
gelmesini istedi. Önce Umma Han gönderildi. Fakat onun geri dönmesi geci¬kince
annesi, büyük oğluna dönerek onun da Hamzat'm kampına gitmesini ve kardeşlerini
korumasını istedi. Kendisini bekleyen sonu çok iyi görebilen Nutsal, önce gitmeyi
reddetti. Fakat öfkeye kapılan sert Hansa, onu korkaklıkla suçladı. Böyle bir
suçlamayı asla haket-memiş olan Nutsal, isyan içinde haykırdı: "Sen, son oğlunu da
kay¬betmek istiyorsun. Mademki öyle, istediğin olsun, gideceğim!" Yanına yirmi
kadar nûkert3) alan Nutsal, hanlık sarayından 2 km kadar uzaklıkta kurulmuş bulunan
Hamzat'ın kampına doğru yola çıktı. Nutsal, İmam tarafından büyük bir onur ve
saygıyla karşılandı. Ham¬zat, onun bütün isteklerini yerine getireceğini vâdederek
onu kardeş¬lerinin kaldığı çadıra aldı. Bir süre onlarla kalarak hanzâdelerin
şüp¬helerini yatıştıran Hamzat, bir bahaneyle, müridlerini yanına alarak çadırdan
ayrıldı. Söylendiğine göre, içinde duyduğu bir vicdan azabı veya sadâkat duygusuyla
bir an tereddüt etti. Fakat Şamil, şu sözlerle onu cesaretlendirdi: "Demiri tavında
dövmek gerek. Yoksa ileride bu¬na çok pişman olursun!"<4) Bunun üzerine Hamzat,
Nûkerlerin vurul-
(2)
Gazi Muhammed'în yolunu İzleyen Hamzat, Akuştnliler üzerine yaptığı bir se¬ferin
başarısızlığa uğraması üzerine kendisini, 25 gün hapis ve 101 kırbaç dar¬besiyle
cezalandırdı. (Aktı, c.8, s.5S4)
(4)
(3) Nûker: Dağıstanlı liderler ve Beklerin maiyetlerine verilen ad '-" Bu hanların
Öldürülmesi olayı, Şamil'in kararlılığını da ortaya koymaktadır. Ger¬çekten
Kafkasya'daki hareketin başarıya ulaşabilmesi İçin bu hareketin yapıl¬ması
gerekiyordu ve Şamil için de bunun gerekli olması yeterliydi. (!) Daha
sonrakiyaşamında da yapılması gereken bir şeyi, kanıl da olsa, yapmaktan
çe¬kinmemiştir, bu olay sırasında da yalnızca kendi kendisi değil, fakat
taraftarları¬nın bir çoğu da O'nun bu hareketine hak vermişlerdir. Çünkü Hunzah'ta
bulu¬nan Hanlık ailesi, sadece Rusların dostu olmakla kalmayıp onlardan belli
mik¬tarda bir para da alarak ortak hareket ediyordu.
asmı emretti. Silah seslerini duyan Umma Han, hızla çadırdan fırla-fa. Fakat anında
bir kurşunla vurularak öldü. Bunu gören Ebu Nutsal, kılıcını çekerek düşmanlarının
arasına daldı. Bir görgü tanığının anal¬ına göre, "bir aslan gibi atılarak" sağında
ve solunda bulunanları yere sererek kıyasıya savaştı. Neredeyse yirmi kadar müridi
safdışı bıraktıktan sonra kendisi de, son kurbanının üzerine yığılarak can verdi.
Bundan sonra Hamzat, Hunzah'a girerek Bahu Bike'nin başını kestirdi ve kendisini
Han ilan etti. Ebu Nutsal'ın karısı, hamile oldu¬ğundan bağışlandı. Onun doğurduğu
çocuk, daha sonra Avar Hanı olmuştur. Olayı duyan Arslan Han, Hamzat'a iki mektup
yolladı. Bi¬risi, halka okunacak olan mektuptu ve Arslan, bu mektubunda,
akra¬balarını öldürdüğünden dolayı Hamzat'ı korkunç bir intikamla tehdit ediyordu.
Diğer mektup ise, gizlice yazılmış ve beraberinde bir altın saat da gönderilmişti.
Mektubunda şöyle diyordu, Arslan Han: "Çok teşekkürler Hamzat Bek! Sözünü yerine
getirdin. Bu kötü günlerde senin gibi cesur insanların çoğalmasını Allah'tan
dilerim. Bundan böyle benim oğlumsun. Şimdi yapılacak şey, Tsuhadar bölgesini itaat
altına almak olacaktır. Eğer gerekirse bu konuda sana yardım edece¬ğim." Hamzat,
onun tavsiyesine uyarak Tsuhadar'a saldırdı. Fakat yenilerek püskürtüldü. Bunun
üzerine Hunzah'a geri çekilmek zo¬runda 1<aldı.
13 Eylül 1834'de General Larvskoy, emrinde General Klugenav olduğu halde trpeli
yoluyla Cimri'ye yürüdü. Onları, 1832 yılında verdikleri sözü tutmamalarından
dolayı cezalandıracaktı. Rusların amacının, Avarya'yı işgal etmek olduğunu düşünen
Gimritiler, köprü¬nün diğer kıyısına çekilerek, Rusların geçişini önlemek amacıyla,
da¬ha önceden hazırladıkları siperlere çekildiler. Bunu gören Klugenav, Yüzbaşı
Taraseviç'i köprüyü ele geçirmek için iki bölük asker eşliğin¬de oraya yolladı.
Operasyon başarıyla tamamlandı. Köprüyü ele ge¬çirerek imha eden Ruslar, daha da
ilerleyerek Gimri'yi yağmaladılar. Zengin bağ ve asmalarla topraktaki ekinleri
yokettiler.'^
'5) Bodenstedt, kitabında, Şamtl'İn yardıma gelerek Gimri'yi tekrar aldığını
ve Unskoy'u geri sürdüğünü yazıyor. Fakat onun Ruslara duyduğu nefret etkisiyle
yazılan bu satırlar, diğer kaynaklarla çelişki halindedir. 46 Ölü ve yaralı olarak
verilen resmî kayıplar da onu desteklememektedir.
276
277

Aynı yılın Ekim ayında Klugenav, Avaristan'a ikinci bir sefer dü zenleyerek
Gergebil'e, karşı konulmadan girdi ve Gotsatl'ı hücumla aldı.
Aradan çok zaman geçmeden Hamzat, ısrarla kovaladığı ölüme kavuştu. Önceleri sefih,
serseri ve bozguncu bir hayat süren bu adam, daha sonraları, bu dâvanın en sadık
liderlerinden biri haline gelmişti. Adamlarının bıyıklarını, ahlaksızlardan
ayırdetmek için, ktsa kesmelerini istiyor ve tütünle içkinin içilmesini
yasaklıyordu. Tütünün yasaklanması gibi önemsiz bir konu, zahirde onun ölümünü
hazırla¬yacaktı. Birgün, yanında hazinedarı olduğu halde bir çok kimselerin
oturduğu bir yere giren Hamzat, yanılmasına imkan olmayacak bir şekilde yasaklanmış
bitkinin kokusunu aldı. Bu olayın esas suçlusunu tesbit etmeye çalıştı. Fakat
bundan bir sonuç çıkaramayınca orada bulunanlara hakaret ederek oradan ayrıldı. O
sırada orada bulunan¬ların arasında Hacı Murad ve Osman isimlerinde İki kardeş de
bulun¬maktaydı. Han'ın ikinci oğlu Umma Han, Dağıstan'da yaygın bulu¬nan bir adet
gereğince, yetiştirilmek üzere bu iki kardeşin babalarına teslim edilmişti. Yerel
anânelere göre bu durum, Hacı. Murad ile Os¬man'ı Umma Han'ın süt kardeşi yapıyor
ve onun öcünü almakla on¬ları yükümlü kılıyordu. Kendileri, zaten Han oğullarının
öldürülmele¬rinden dolayı acı içindeydiler. Üstelik, amcaları onlara dönerek süt
kardeşlerinin öcünü almadıkları için onları paylamıştı. Kendilerine ya¬pılan
hakaretin ağırlığı altında ezilen kardeşler, bir de bu suçlamanın da eklenmesiyle o
anda, Hamzat'ı öldürmeye hazır olduklarını ifade ettiler. Anında bir suikast planı
hazırlandı. Hemen hemen her zaman olduğu gibi, orada bulunanlardan birisi bu karara
taraftar değildi ve bu plan, çok geçmeden bu adam tarafından Hamzat'ın yakın bir
Müridi'ne anlatıldı. Bu Mürid de, Hamzat'ı bu konuda uyardı. Fakat büyük bir İman
ve kader duygusuna sahip bulunan Hamzat, kendisi¬ne tedbirli olmasını rica eden
adamına şu şekilde bir cevap verdi: "E-ğer ölüm meleği, ruhumu almak için geliyorsa
O'nu durdurabilirmi-sin? Elinden bunu yapmak gelmeyeceğine göre, evine git ve beni
ba¬rış içinde bırak. Allah'ın isteği asla önlenemez. Eğer Allah, yarın öl¬memi
dilemişse ben yarın öleceğim!" Ertesi günü eylül'ün 19'u ve Cuma'ydı. Hamzat da,
Müslümanların İmamı olması sıfatıyla o gün camiye gidecek ve Namaz'ı kıldıracaktı.
Sadık Mürid, onu bir kere
Haha uyardı ve planın bütün ayrıntılarını açıklayarak suikastçıların en
tehlikelilerini ismen saydı. Bunun üzerine Hamzat, sadece camiye gi¬recek olanların
burkalarını çıkarmalarının istenmesine razı oldu. Bu volte/ silahlı olanların
silahlarını ortaya çıkaracak ve onların da bun¬lardan arındırılmasıyla tehlike bir
dereceye kadar önlenmiş olacaktı. Öğle vakti girince müezzin, ezan okuyarak
İnananları camiye davet etti. Hamzat da, yanında kendisine en yakın 12 müridi
olduğu halde kutsal binaya girdi. İçende bir loşluk vardı. Hamzat, tam İmamlık
ye¬rine vararak ibadete başlayacaktı ki, ileride, burkalanna sanlı bir va¬ziyette
diz çökmüş olarak oturan bir takım kimseler gördü. Onlara doğru yöneldi.
Oturanların arasında bulunan Osman, hemen ayağa fırlayarak arkadaşlarına seslendi:
"Yüce İmamımız sizinle namaz kıl¬maya geldiği halde siz neden hâla ayağa
kalkmıyorsunuz?" Arkasın¬dan, aniden çektiği tabancasını Hamzat'ın göğsOne
boşaltarak onu ölümcül bir şekilde yaraladı. Diğer silah sesleri de bunu izledi ve
İrnam'ın katili de delik deşik edilerek öldürüldü. Fakat İmam'ın ölü¬münün
duyulması üzerine koşup gelenler ve saldırganların kalanları, Osman'ı öklüren
Müridlere saldırdılar ve onları da öldürdüler. Sui¬kastı haber veren şanssız kişi
de, takip edilerek bir kuİede sıkıştırıldı ve orada diri diri yakıldı.'6'
Şamil, o sıralarda çok uzaklardaydı. Olayları duyunca adamları¬nı toplayarak
Cotsatl'a gitîi. Oradaki İmamlık hazinesini aldıktan sonra Hamzat'ın amcasını,
yanında bulunan küçük hanzâde Bulaç'ı vermeye zorladı. Bulaç, yalçın bir uçurumdan
Avar Koysu'ya atıldı. Bazıları, onun Cimri köprüsünden atıldığını ileri
sürmüşlerdir. Şamil, bundan sonra Aşİlta'ya gitti ve orada İmam seçildi.
1837 yılının Mart'ının ilk haftasında, Klugenav'ın komutasındaki kuvvetlerin bir
kısmı bir felakete uğradı. Bu general, Baron Rosen ta¬rafından, Kuzey Dağıstan'daki
bütün kuvvetlerle beraber Hat'tın sol kanadına kumanda eden General Feze'nin emrine
verilmişti. Bu sıra¬da, Andi bölgesine ve Çeçenistan'a bir sefer yapacak olan Feze,
Şa-
Hamzaf m ölümüyle ilgili olarak Baron Rozen'in Çernişev'e gönderdiği rapora
bakınız, (akti, c.8, s.588) Hunzah, daha Önce de bir çok kanlı olaylara sahne
ol¬muştu. Bunların en çarpıcı olanı, Koçbarlı Gedatl'ın ölümüdür. Bu olayla ilgili
olarak çok anlamlı bir şarkı da bestelen m iştir.
./
278
279

mil'in dikkatini hareket bölgesinden çekmek amacıyla Klg Dağıstan'a bir nümayiş
hareketi yapmasını emretti. Klugenav, kUv' vetli bir askerî birliğin başında, fazla
vakit geçirmeden en iyi sonu alabileceği bîr bölgeye saldıracaktı.
Klugenav, kendisine hedef olarak Aşilta*7i köprüsünü seçti. İde. rinde çürük ve
sakatların da bulunduğu 495 kişiyi Şura'yı korumak için bırakan Ktugenav, Apşeron
alayının 480 kişilik 1. taburunu Albay Avremenko kumandasında, 27 Şubat'ta
Karanay'a gönderdi. Kendisi de, ertesi günü, geride kalan 363 süngüyle onlara
katıldı. Böylece tüm kuvvetleri 843 kişiye ulaşıyordu. Karanay ile Gimri'yi
birbirine bağla¬yan yolun yarısını biraz geçtikten sonra, 800-900 m kadar
yükseklik¬te, kumtaşlarından oluşan uçurumların diplerinde yatay olarak uza¬nan
katmanlar vardır. Bunlar, kırmızı, yeşil, sarı ve beyaz renkleriyle çok nefis bir
manzara oluştururlar. Burada eğim şiddetini biraz azalt¬maktadır, ^u durumdan
yararlanılarak, Dağıstan'ın her tarafında ol¬duğu gibi, toprak, teraslar halinde
işlenerek ekilecek hale getirilmiş¬tir. Cüz aylarında, buralarda yetişen olgun
mısırlar, yükseklerdeki karlı tepelerle büyük tezatlar teşkil etmektedir. Burada
bir kaynaktan fışkıran soğuk dağ suyu, kayalardan dökülerek yolun kenarında
ya¬pılmış olan su yalaklarına ulaşırlar ve oradan bir diğerine geçerek yol boyunca
akıp giderler.
"Gimri Kaynağı" diye bilinen bu noktaya Klugenav, o gece ulaş¬tı. Mart'in Tinde tüm
ordusu burada toplandı. Gimri'nin yaşlıları top¬lanarak Klugenav'ı ziyaret ettiler.
O da, köyle ilgili olarak onların gü¬venini tazeleyerek teminat verdi. Gimrililer
de, komşuları olan Unso-kul köyünden 500 kişinin gelerek kendilerine, Ruslara karşı
yardım teklif ettiklerini, fakat kendilerinin bu teklifi geri çevirerek onları geri
dönmeye zorladıklarını söylediler. Klugenav, Avar Koysu'nun en dar yerinden
geçildiği Aşilta köprüsünü ele geçirmek için gerekli hazırlık-
lara gi'iS1"1- A§"ta köprüsüf8), Avar Koysu ve Andi Koysu'nun birleştik-,erj
noktanın bir kaç yüz metre yukarısında, Avar Koysu üzerindeki eeçiŞİ sağlamaktadır.
Klugenav'ın sadık yardımcısı Yevdokimov'un vaptığ1 tehlikeli bir keşif hareketinden
sonrna çevre hakkında gerekli bilgiler elde edildi. Yevdokimov'un kılavuzluğunda
Albay Avremen¬ko iki bölük asker ve bir kaç hafif top eşliğinde, sadece bir patika
görünümünde olan bir yolu izleyerek dağın diğer tarafına, aşağıya doğru yollandı.
Avremenko, şafak vaktine doğru köprünün iki geçişi¬ni ve Gİmri'den gelen yolu
kontrol altına alacak şekilde mevziye gir¬di. Yarım saat sonra da karşı tepelerde
Dağlılar görünmeye başladı¬lar. Bu arada harekete geçen Klugenav, bir bölük askeri,
kaynağı ko¬rumak üzere orada bırakırken diğer bir bölüğü de, Unsokulluların Cimri
yönünden bir harekete geçmeleri ihtimaline karşı onların yolu¬nu kesmek üzere aşağı
doğru yolladı. Kendisi de, yolu izleyerek köp¬rüye doğru ilerlemeye başladı. Fakat
henüz köprüye çok uzak bir mesafede iken silah sesleri işitilmeye başladı. Bunun
üzerine köprü¬nün sol tarafının Dağlıların eline geçtiğini düşünen Klugenav, Avre-
menko'ya iki yerli haberci göndererek ana kuvvetlerin fazla bir kayıp vermeden
köprü başında ona katılıp katılamayacağını sordu/Aksi takdirde Albay'ın gece
bastırıncaya kadar ırmağın bu vakasını tutma¬sını ve gece bastırdıktan sonra
Yevdokimov'un bildiği bir yolu izleye¬rek Sulak'ın aşağı taraflarından Karanay'a
çekilmesini kesin bir. şekil¬de emretti. Durumdan da anlaşılacağı gibi, Klugenav'ın
birlikleriyle Avremenko'nun öncü birliklerinin arasında bir kaç km'lik engebeli bir
alan ve iki ırmak yakası vardı ki, bütün bu yerler, karşı tepeleri dolduran
Dağlılar tarafından kontrol altına alınmış bulunuyordu.
Apşeron alayının albayı, şimdi Tuğgeneral olan Kont İveliç, Fe-ze'den savaşla
ilgili emirleri getirmiş ve tamamen merak sebebiyle olay yerinde kalarak savaşa
katılmıştı. İveliç, Klugenav'a başvurarak kendisinin ileriye giderek Avremenko'ya
katılmasına izin verilmesini

(7) Burada, bizim de, mecburen uymak zorunda olduğumuz hatalı bir adlandırma söz
konusudur. Rus yazarları, bilinmeyen sebeplerden dolayı bu köprüden ge¬çen yolun
gittiği Aşilta köyünün, Andi Koysu üzerinde oldukça uzakta kalmasına rağmen köprüye
bu köyün adını vermişlerdir. Coğrafi yapıyı iyi bilmeyen yakın çağ yazarları da, bu
köy ile köprüyü birbirine çok yakın zannederek çelişkili bil¬giler vermişlerdir.
Köprü, yerli stîliyle yapılmış ve ayaklar üzerinde dengeli olarak oturtulmuştu.
"Koysu" ön adını taşıyan ırmaklar, birleşerek akmaya başladıkları zaman, Gürcü
dilinde "Hep beraber" anlamına gelen "Sulak" adını alır. Avarca adı İse, "Suların
karışması" anlamına gelen "Orşobay"dır. Sulak'ı oluşturan ırmaklar, Avar, Kara,
Andi ve Gazi Kumuk Koysularıdır. Avar ve andi Koysular da, burada yaşayanlar
tarafından "Sulak" olarak adlandırılırlar.
280
281

rica etti. Klugenav, bu isteği hemen reddetti. Buna da aldırmayan İveliç, yavaşça
Klugenav'dan uzaklaştı ve göze görünmez olduktan sonra ela hızla savaş alanına
koştu. Çok geçmeden de elinden yara. landı. Fakat elini sararak Klugenav'a bir
teğmen gönderdi ve savaş alanında kalmasına izin verilmesini yeniden istedi.
Kendisine bu izin verilirken sıkı bir şekilde, Avremenko'ya verilen emirler
tekrarlandı ve kesinlikle gece bastırmadan önce bulundukları yeri terketmemesi
söylendi.
Çok ağır kayıplar vermeden köprüye ulaşmanın imkansız oldu¬ğunu gören ve bu arada
1.000 kadar Unsokullu'nun Gimrİ'ye doğru yürüdüklerini haber alan Klugenav, yeniden
kaynağa dönmeye karar verdi ve bir anda, birlikler yeniden harekete geçirildi.
Gimri'ye dola¬narak giden yol, uzun ve zorluklarla, doluydu. Ayrıca Rusların
çekil¬mekte olduğunu gören Gimrililer, komşularına katılarak Rusların bu kötü
durumlarından yararlanmak amacıyla onlara saldırabilirlerdi. Yerlilerin karakterini
ve onların kişisel cesarete duydukları saygıyı çok iyi bilen Klugenav, Kafkas
savaşları tarihinde ismini unutulmaz yapan o cesaret isteyici eylemlerinden
birisini yapmaya karar verdi. Asker¬ler, Gimri'clen geçen yol boyunca çekilirlerken
yüzlerce köylü, tama¬men silahlı bir halde köyden çıkarak yolun iki tarafına
sıralanmışlar¬dı. Bir kaç km kadar uzaklkıta ise Unsokullular, ırmağın karşı
kıyısın¬dan, Ruslara yetişebilmek için büyük bir hızla ilerliyorlardı. Durum,
gerçekten çok kritikti. Askerlerine yola devam etmeleri için emir ve¬ren Klugenav,
atından inerek sakince bir taşın üstüne yerleşti ve Gimri yaşlılarını yanına davet
etti. Bir anda Ceneral'in çevresi de¬vamlı artan silahlı bir kalabalık tarafından
çevrilmişti. Sakin bir şekilde sigarasını tüttüren Klugenav(9\ Gimriiilere, 1832
yılında Gazi Mıı-hammed öldürüldüğünde aynı Unsokulluların tüm ürünlerini
yaktık¬larını ve kendisinin, onları açlıktan kurtardığını hatırlattı. Şimdi ise
Unsokul halkı, onları isyan etmeye teşvik ediyorlardı. Böyle bir hare¬ketin
intikamı da, Ruslar tarafından korkunç bir şekilde alınırdı. Gene¬ralin tavrı ve
söylediği şeyler, Gimri yaşlılarını ikna etmeye yetmişti-Ruslara asla
saldırmayacaklarına ve başkalarının da, bunu yapmala-
(9)
Klugenav, çok seyrek olarak sigarasını ağzından ayırırdı. 1840 yılında Iskarte
dolaylarında Şamil'in 10.000 kişilik bir ordusu, onun altı bölüklük ordusunu
sar¬dığı zaman, bütün savaş boyunca sigarasını tüttürmeye devam etmişti.
rina izin vermeyeceklerine söz verdiler. Bu sırada adamlarının artık ernniyetle
bölgeye ulaştıklarını gören ve Unsokulluların da, neredey¬se tüfek menziline
girdiklerini farkeden Klugenav, sakin bir şekilde atını istedi. Yaşlılardan
birisinin gemlerini tuttuğu atına binerek çev¬resindekilere bir kaç dostça veda
kelimesi mırıldandıktan sonra adamlarının arkasından uzaklaştı. Unsokullular, olay
yerine geldikle¬rinde artık çok geç kalmışlardı. Klugenav da, çoktan emniyetli
bölge¬ye ulaşmıştı. Bir Gimrili, öfke içinde tabancasını biraz önce korkusuz
Ceneral'in oturduğu taşa boşaltırken haykırdı: "Neden, tamamen bi¬zim merhametimize
kalmış olduğu halde onun kaçmasına izin ver¬dik?" Büyük bir öfkeye kapılan
Unsokullular, hızla Rusların peşine ta¬kıldılar. Fakat yapabilecekleri fazla birşey
yoktu. Yolda konaklayan Ruslar, 3 Mart'cla Karanay'a ulaştılar. Klugenav, burada
Yevdoki-rnov'u yaralı olarak buldu ve ondan öncülerin başına gelen felaketi
öğrendi.
Anlaşıldığı kadarıyla İveliç, olay yerine vardıktan sonra, rütbesi¬nin büyük olması
sebebiyle oradaki kumandayı üzerine almıştı. Gim¬ri tarafını kesmekle görevli
birMğin kumandanı Teğmen Pİsaref'in o taraftan çok şiddetli tazyiklere maruz
kaldığını belirtmesi üzerine bir anda, Avremenko'nun yalvarmalarına ve Klugenav'ın
emirlerine al¬dırmadan, geri çekilme emri verdi. Bu hareketin sonucunda ortaya
çıkabilecek sonuçları İveÜç'ten başka herkes, görmüştü. Dağlılar, bir anda köprüyü
ele geçirdiler. Daha önceden tahrip edilen yerlere tah¬ta ve kalaslar ekleyerek
hızla ırmağın karşı kıyısına geçtiler. Süper hareketlilikleri sayesinde çok kısa
bir zaman içinde Ruslara yetişerek onlara genden ve yanlardan saldırdılar. Çok
kanlı geçen bir çarpış¬madan sonra İveliç kurşunla vurularak, Avremenko İle Pisaref
kılıç ve kinjallerle parçalanarak Öldürüldüler. O günün daha erken saatlerin¬de
İveliç, herhangi bir geri çekilme sırasında ricat yolunun tehlikeye düşmesini
önlemek amacıyla Yüzbaşı Kostirko'yu 45 askerle geçişi kontrol için geriye
göndermişti. Zavallı General'in askerî bir yetenek gösterdiği bu tek olay,
birliklerin tamamının yok olmasını önledi. Kostirko, şimdiden, ırmağı geçmek
isteyen bir küçük Dağlı birliğini püskürtmüştü. Bu arada silah sesleri gittikçe
yakınlaşmaya başlamış-tı- Aradan çok zaman geçmeden de İkişer, üçer veya beşer
kişilik gruplar halinde, sağdan soldan gelen felaketzedeler^ ona katılmaya
s*
282
283

başladılar. Bütün üstleri öldürüldüğünden kumandayı alan Kostirk Yevdokimov'un da


yardımıyla, yapılan saldırıları püskürtmeyi başa ' di. Bu sırada Yevdokimov,
suratının sol tarafından girerek sağ taraf m dan çıkan bir kurşunla yaralandı. Bu
yara, daha sonraları ona "(jc gözlü" adının takılmasına sebep olmutur. Diğer
yaralılarla birlikte Yevdokimov'u da Karanay'a yollayan Kostirko, bir çok yorucu ve
bi¬tirici çarpışmalardan sonra kaçmayı başararak dolambaçlı yollardan geri çekildi
ve kendisine yardım etmek için Klugenav tarafından Ka-ranay'dan gönderilen
kuvvetlerle karşılaşmadan oraya döndü. (Kav-kazsky Sbornik, c.8, s.20-30)
1837 yılının yazında Baron Rozen, Aşilta'ya yeni bir sefer dü¬zenlemeye karar
verdi. Önceleri bu görevi Klugenav'a vermek istedi. Fakat sonraları Başkomutan ile
bu astının, araları açılınca görev Feze' ye verildi. Aslen Avusturyalı olan haşin
Kfugenav ile Feze de, birbirle¬rinin boğazlarını sıkacak kadar karşılıklı bir
düşmanlık içindeydiler. Bunun sebebi de, Aşilta köprusündeki olayla ilgili olarak
Feze'nin ha¬zırlamış olduğu rapordu. Bu raporunda Feze, bütün suçu Klugenav'a
yüklüyordu. Feze'nin emrinde savaşmak istemeyen Klugenav, hasta¬lığını bahane
ederek bir yaz boyunca oradan ayrı kaldı.
1837 seferi;*10* tamamen Ahmet Han'ın kışkırtmalarıyla olmuş¬tu., Geçici olarak
Avaristan'ın da idaresini yüklenen Mektule Hanı Ahmet Handı bu adam. Resmi belgeler
ve bu konuda otorite olmuş eserlere baktığımızda Rusların ihanetlerini görmemek
tamamen im: kansızlaşmaktadır. Şarnil'in gittikçe artan gücünden ve etkisinden
korkmaya başlayan Ahmet Han, Feze'ye gizli mektuplar yazarak onun Müridlerden önce
harekete geçmesini istedi ve Hunzah'a bir Rus garnizonu yerleştirmeyi teklif etti.
Buna dünden razı olan Feze, halka okunmak üzere bir bildiri yollayarak Hunzahlılara
dostça yar¬dıma gelmek istediğini söyledi. Aynı anda Ahmet Han'a yazdığı bir
mektupta da, eğer Hunzah halkı razı olacaksa, en kısa zamanda bir askerî birlikle
yola çıkmaya hazır olduğunu bildirdi. Durumu tartış¬mak üzere, Hunzah'ın 5 km kadar
yukarısında bulunan Tobot ırmağı kenarında bir halk meclisi toplandı. Ahmet Han,
onlara Feze'nin bil-
(10) Kafkas ordusunda hizmet gören askerlerin sayısı; kazaklar da dahil olmak
üzere kağıt üzerinde 88.536 olarak görünmesine rağmen 1837'de savaşabilecek as¬ker
sayısı 26.662 kadardı. (Kavkazsky Sbornik, c.8, s.5)
dirfsini okuyarak sarayına döndü. Ayrılmadan önce de, Avarların ye¬terince cesur ve
kuvvetli olduklarını, gerektiğinde kendilerini koruya¬bileceklerine inandığını ve
bu yüzden Rusları burada görmek isteme¬diğini, fakat yine de konu önemli olduğundan
kararı kendilerine bı¬raktığım söyledi. Hiç şüphe yok ki Ahmet Han, bu sahneleri
daha ön¬ceden hazırlamıştı. Daha sonra, Akaltçi'nin önde gelen kişilerinden,
Hüseyin Yusuf oğlu Elder'in kuvvetli hitabetiyle devam edip yönlendirilen
toplantıda Rusların davet edilmesi lehinde bir karar çı¬karıldı. "Avarlar!" diye
bağırdı, Elder. "Bu Mürid köpeklerinin bizi so¬yup mahvetmelerindense Rusları
çağırmak daha akıllıca bir iş olma¬yacak mı? Onlar, evlerimize yerleşmeyecek ve en
son ekmek kırıntı¬larımızı da almayacaklardır. Onlar cesur ve cömertdirler!
Onlardan neden kaçmalıyız? Şimdiye kadar, bizim gibi fakir insanlara karşı
uta¬nılacak hiç bir harekette bulunmamışlardır. Onlarla en yakın bir itti¬fak
anlaşması içinde yaşamak daha iyi değil mi? Zengin olacağız, ba¬ns içinde
yaşayacağız ve ondan sonra görelim bakalım kim bize ha¬karet etmeye cesaret,
edecek!"
"25 Ocak'ta olanları duyan ve Ahmet Han'ın, askerî bir birlik gönderilmesini
isteyen mektubunu alan Başkumandan, bu avantajlı durumdan sonuna kadar yararlanarak
Av'iiristan'cKı stki bir şekilde yerleşmeye karar verdi. Yapılması planlanan bu-
seferin iki amacı var¬dı. Birincisi, Şarnil'in etkisini yoketmek, ikincisi ise,
kendimizi Avaris-tan'da sıkı bir şekilde tutunacak hale getirmekti.''
(Başkumandan'dan Klugenav'a. gizli emirler, 6 Şubat 1837, (Kavkazsk Sbornik, c.8,
s.40-41) "Yarı bağımsız olarak veya boyun eğmiş olan bölgelerde ya¬şayan halkın
sükunetini sağlamak için birinci amaca ulaşılması gerek¬liydi. Gazi Molla gibi
Şamil de, eğer yeterince güçlenecek olursa, sa¬dece bu bölgeleri ele geçirmekle
kalmaz ve hatta bu akınlarını Şam-hallık bölgesine kadar genişetebilirdi. Bu durumu
önlemenin tek yolu da, Baron Rozen'e göre, Müridlerin merkezi durumundaki Aşilta'yı
yoketmekti. Bu harekete, ya Gimri'nin yukarısındaki köprüden ani¬den geçerek ya da
güçlü bir şekilde Gergebil yolu üzerinden açık bir şekilde Aşilta üzerine yürümekle
gerçekleştirilebilirdi. ...Fakat Avaris-tan seferi, her halükârda yapılmalıydı. Bu
gelişmelerin sonunda Hun¬zah'a giren Klugenav, buradaki Rus varlığının kendilerinin
isteği üzeri¬ne olduğunu ve Rus hükümetinin, ne kadar zor ve masraflı olursa ol-
,4*"" ?'
284

sun kendisine sadık kalanları daima korumaya niyetli olduğunu söv leyerek sözlerini
şöyle bağladı: 'Birliklerimiz, sadece bölgede barısı sağlayarak Ahmet Han'ın
otoritesini kabul ettirinceye kadar Hunzah' da kalacaklardır.'" şeklinde anlatıyor
bu qlayi, Rus kaynakları. (Ape s.42)
BOLUM 19
1837
Feze'nin 1837 Avaristan seferi-Kİugenav'm Şamil ile görüş¬mesi- 1. Nikola
Kafkasya'yı ziyaret ecliyor-Rozen görevin¬den ahnıyor-Albrandt'ın misyonu...
Feze'nin 4899 süngü, 18 top, 4 kıvan topu ve 343 Kazak'tan oluşan sefer kuvvetleri,
Mayıs ayının başlarında Temirhan Şura'dan ayrıldı. Cengutay ve Kaka-Şura yolunu
izleyerek Ur ma ırmağına var¬dılar. 40 km kadar olan bu mesafeyi 5 gün içinde
katetmişlerdi. Daha sonra, Lavaşİ'yİ geride bıraktılar; dar ve karanlık Kocal Maki
geçidini geçtiler ve Kocal Maki'nin 4 km kadar uzağında; Gazi Kumuk ve Ka¬ra Koysu
ırmaklarının ortalarında bir yerde, 500 m'lik dik duvarlarla dolu bir bölgede
konakladılar. Rusların şansına bölgede onlara saldı¬racak kimselerle
karşılaşmadılar. Son derece güç koşullar altında yü¬rüyen askerler, çoğu kere,
kendi yollarını da kendileri yapmak zo¬runda kalıyorlardı. Yürüyüş o kadar zordu
ki, ancak 11 gün içinde, Karadağ'da Avar Koysu'ya varıldı. İrmağı geçen Ruslar,
artık bundan sonra Avaristan sınırını geçmiş bulunuyorlardı. Üç gün sonra
birlik¬ler, fazla bir direnmeyle karşılaşmadan Hunzah'a ulaştıklarında tarih
Mayıs'ın 29'u idi. Yolda çarpışmalar olmamasına karşın bu askerle-rİn, yanlarında
ağır levazım çantaları da olsa, 170 km'ük yolu 20
286
287
günde ancak alabildikleri göz önüne alınırsa aradaki ulaşım hattının ne kadar sarp
ve zor aşılır olduğu anlaşılır.
Bir uçurumun kenarına inşa edilen hanlık sarayı, iki taraftan da yakiaşılamayacak
bir şekilde kurulmuştu. Ruslar, kısa bir süre içinde bu sarayı, müstehkem bir
kaleye çevirdiler. Saray, 600 m uzunluğun¬da kapalı bir yolla, içinden ateş
edilebilecek şekilde tahkim edilmiş bir binaya bağlanarak o yönden de kotrol altına
alınarak desteklen¬di. Bu bina ela, üçüncü katına bir top yerleştirilebilecek kadar
sağlam olan bir kule tarafından korunuyordu. Buraya garnizon olarak 4 bö¬lük asker
ve 6 tanesi hariç diğer bütün toplarla ağır mühimmatlar bı¬rakıldı. Feze, yanına
sadece iki haftalık erzak alarak 5 Temmuz'da Aşiİta ve Unsokul'a doğru yola çıktı.
Rusların yaklaşması üzerine Unsokullular, boyun eğerek rehine¬ler verdiler ve bütün
Rus esir ve asker kaçaklarını da iade edecekleri¬ne söz verdiler. Bu gibi
koşullarda Ruslar, özellikle Rus kaçaklarının iade edilmesinde çok ısrar
ediyorlardı. Çünkü bu savaşlar boyunca Rus ordusundan kaçarak Dağlılara
sığınanların sayısı çok fazlaydı. (Böyle bîr durum da, Rus ordusu için hiç de
olumlu bir durum değil¬di elbette. Ç.N.) Darda kalan Dağlılar, bu çaresiz insanları
teslim et¬mek için söz verseler ele bunu yerine getirmemek için çok çalışırlar ve
genellikle de başarılı olurlardı.
Bu bölgede, askerî birliklerin ilerleyebileceği doğru dürüst bir yol
bulunmadığından Rus artçı kuvvetleri, Aşilta'ya doğru bakan Beti platosunun güney
tarafındaki inişine ancak 8 Haziran'da ulaşabilmiş¬lerdi. Bu sırada, Ruslardan ve
işbirlikçi Dağlılardan oluşan birleşik kuvvetlerin*1', çok sıkı bir şekilde tahkim
edilmiş Tilitl köyünde, Şa¬mil ite karşılaştıklarını haber aian Feze, ŞamiPin
kuvvetli olması ihti¬maline karşılık oraya Yarbay Butçkeyev kumandasında bir tabur
as¬ker daha gönderdi. Tsatanih'ten yola çıkan tabur, cebrî bir yürüyüşle Hunzah'a
gidecek; orada da 1 bölük aldıktan sonra Tilitl'e gidecekler ve Yarbay, komutayı
Tulinsky'den alarak avulu yakın mesafeden ku¬şatmaya alacaktı. Takviyeler, tam
zamanında olay yerine ulaşmıştı.
Çünkü Şamil, Taşof Hact ve Kabet Muhammedi, 7 Haziran gecesi bir huruç harekâtı
yaparak çemberi yarmak istemişlerdi. Yapılan kan¬lı çarpışmalar sonunda Ruslar,
Müridleri geri püskürtmeyi başarmış¬lardı. Ruslar, 2 subay ve 93 er ölü verirken
yaranlar da, 3 subay ve 183 er olarak verilmiştir. Müridlerin kayıpları da, aynı
civarda olmalı. Çünkü Rus kaynaklarında; 100 kadar ölü ve bir yaralılar yığını
şeklin¬de geçmektedir bu konu. Dağıstan'daki bütün Rus kuvvetlerini göz Önüne
aldığımız zaman yukarıdaki sayıların çok ciddi olduğu farkedi-[ecektir. Sonraki
olaylar da bunu İspatlamıştır.
Diğer tarafta ise Feze, birliklerini doğrudan Unsokul üzerindeki platodan aşırarak
dağdan aşağı indirdi. Ve onları Aşilta'ya doğru hü¬cuma geçirdi. Mürid ordusu,
Betl'in sol kıyısında, müstehkem bir yerde mevzilenmişti. Sol tarafları, yüksek bir
dağ duvarıyla korunur¬ken sağ kanatları da derin bir uçurumla emniyete alınmış
bulunuyor¬du. Saldırıya geçen Ruslar, Müridleri ilk savunma hatlarından sökerek
süngülerinin ucunda geriye sürdüler. Fakat Müricüer, geri çekilirken her adımda,
her kaya parçasında ve her terasta durarak büyük bir inat ve cesaretle savaştılar.
Buradaki bağları ve asmaları, her iki ta¬raftan da fışkıran kan fiskiyeleriyle
boyadılar. Üzüm bağları arasında¬ki bu amansız savaş, üç saat kadar sürdü. Sonunda
Ruslar, kendileri¬ni Aşilta'nın karşısında buldular. Söylendiğine göre, köyde
bulunan 2.000 kadar Mürid, Kur'an üzerine and içerek sonuna kadar savaş¬maya ve
gerekirse bu uğurda can vermeye yemin etmişlerdi. Adam¬larını düzene sokan Feze,
onları üç gruba ayırarak köye saldırmak İçin gerekli hazırlıklara girişti. 1 tabur
ve 3 bölükten oluşan bir kuv¬vet, yedek olarak ve arazinin elverişsiz olmasından
dolayı geride bı¬rakılan topları korumak için ayrıldı. Fakat yine de iki dağ topu
getiri¬lerek saldırıda kutlanıldı. Saldırıya geçen sol kanattaki kuvvetler,
hepsinden önce köye ulaştılar. Fakat karşı taraftan açılan şiddetli ateş karşısında
bocalayarak çok güç bir durumda kaldılar. Gerilerini de, sağ taraftaki dik
duvarlara vererek öylece kalakaldılar. Fakat bu sırada sağ kanada kumanda etmekte
olan Binbaşı Fuchs, avulun sağ ucundaki teraslara ulaşmayı başardı. Dağlıların
yedeklerinin bir kur-

(1) Bu sırada Tilitl'i kuşatma altında bulunduran kuvvetler; 1 tabur piyade,


bir mik¬tar kazak süvarisi, 3 top ve bunları destekleyenCazi Kumuk ve
Mektulelilerde" oluşuyordu. Kumandanları, Yüzbaşı Tutinsky İdi.
Kabet Muhammed, 1833 yılında, Tilitl'in Beklerinden ve ailelerinden 33 kişiyi
ortadan kaldırarak Tilitl hakimi olmuştu. Kabet, savaş 1859"da bitinceye kadar
Şamil'i desteklemiştir.
288
289

ganda olduğunu farkederek oraya saldırdı ve buradaki.Müridleri H ğınık bir şekilde


Çİnkat yoluna doğru çekilmeye zorladıktan son sol tarafa dönerek köyün sokaklarında
savaşmaya başladı. Bu geli me, sol kanat üzerindeki baskıyı hafifletti. Feze'nin
kendisi de, me kezden saldırıya geçti ve savaş, her zamanki gibi bir boğazlaşma ha
lini aldı. Artık her evin çevresinde birbirine benzer olaylar tekrarianı yor; bir
kaç kişilik gruplar karşılıklı olarak kıyasıya savaşıyorlardı. "Sa¬vaşın yönü,
kumandanların elinden kayarak kişisel cesaret ve beceri¬nin tarafına ağır
basıyordu. Öfkeden deliye dönen Dağlılar, umutsuz bir şekilde saldırıyorlar ve
sonunda askerlerimizin süngülerinin ucun¬da can veriyorlardı. Özellikle evlerde
yapılan katliamlara insanın kal¬bi dayanamıyordu. Hiç kimseye merhamet edilmedi ve
hiç bir esir alınmadı. General Feze de, bizzat savaşı izliyor ve elinde kılıç,
oradan oraya koşarken görülüyordu. Sonunda saat 2'ye doğru Aşilta alındı ve köy
ateşe verildi. Fakat bazı evlerdeki katliam akşama kadar de¬vam etti. Köyden
sürülen Müridler, ilerideki tepelerde toplandılar; mollaların da teşvikleriyle,
köyü geri alabilmek için tam altı kere kar¬şı saldırıya geçtiler. Fakat Dağlıların
bütün gayretleri, birliklerimizin azmi karşısında boşa gitti!" işte böyle
anlatıyor, bîr Rus yazan bu sa¬vaşı. Bunun üzerine Müridler, geri çekildiler. Bir
kısmı, Çinkat köprü¬sünden Ancli Koysu'yıı geçtikten sonra arkalarından köprüyü
imha ederek Rusların kendilerini izlemesini Önlediler, diğer bir grup ela, ır¬mağın
sağ kıyısını izleyerek uzaklaştı. Üçüncü bir grup ise, Eski Aluıl-goh'a sığındı.
Yapılan tasvirlerden savaşın çok korkunç geçtiği'"'1 an¬laşılmasına rağmen savaş
sonrası verilen iki tarafın kayıpları oldukça azdır. Bu çelişki, oldukça
şaşırtıcıdır. Ruslara göre kayıpları; 28 ölü, 9 subay ve 107 er yaralı ve 1 subayla
39 er de berelenmiş şeklinde ve¬rilmektedir. Dağlıların, savaş alanında 87 ölü
bıraktıkları ileri sürül¬müştür. Bu rakama evlerde yananlar dahil değildir. Ruslar,
Dağlıların bir kısım ölü ve yaralılarını savaş alanından taşıdıklarını da ileri
sür¬müşlerdir. "Karşılaşılan bu inatçı direnme karşısında korkunç bir öf¬keye
kapılan askerlerimiz, hiç bir esir almadılar. Ellerine geçen her¬kesi öldürdüler!"
diyor, yine bir Rus belgesi.
(3)
Bu savaşlarla ilgili bilgiler için baş vurufan eser, Kavkazsky Sbornik'tir. (c.Ö-9)
Buradaki belgeler, genellikle Kafkas arşivlerindeki resmi belgelerden alınmış¬tır.
Feze, bundan sonra Eski Ahulgoh'a sığınanlara yöneldi. Ahul-nh'da savunmak İçin
kurulmuş bir kale vardı. Fakat çevreye hakim lan 5urhay'ın kulesi o sıralarda
savunulmadığından Ruslar, kolaylık-u mevzilere girdiler ve bataryaların açtıkları
ateş, kısa bir zaman cinde bütün savunma hatlarını dağıtıp attı. Ruslar, ayın
12rsinde, çok 05un bir bombardımandan sonra saldırıya geçtiler. Rus kayıpları,
Önemsizdi. Dağlılara gelince, onlarınki de önemsiz olmalı. Çünkü sa¬dece bir çok
ceset bıraktıkları söylendi o kadar. 78 esir alındı ve on-(arın ellerindeki 60
rehine kurtarıldı. Söylendiğine göre Şamil'in aile¬siyle İmamlık hazinesi de
Ahulgoh'taydı. Fakat bunlardan hiçbiri bu¬lunamadı. Herhangi bir kaçış yolu da
olmadığından bu iddianın yan¬lış olması gerekir. Aşilta'nın kendisi, bağlan ve
bahçeleri.yıkılarak ta¬mamen imha edildi. Bundan sonra Ruslar, bir yaz gününde
Cergebil' e yürümeye niyetlendiler. Fakat Feze, henüz harekete geçmeden igali'de
toplanan ve sayıları 12.000 civarında olduğu ileri sürülen ye¬ni bir Müricl
ordusunun, dağları süpürerek Rusları çevirmekle tehdit ettiği görüldü. Ayın 15'inde
onların ilk saldırısına karşı koyan Feze, geceleyin daha sağlam bir mevziye
çekildi. Fakat Dağıstanlılar, onu izlemeye devam ettiler. Bazen çarpışmalar o kadar
yakın mesafeden cereyan ediyordu ki, iki taraf da, şiddetli yağmur yüzünden
çakmaktı tüfeklerin işlevini yitirdiği durumlarda taşları kutlandılar. Nihayet '16
Haziran günü öğlen saatlerinde Rus ordusu, bu "Stratejik geri çekil¬me hareketi
(!)" tamamlayarak, aralıksız olarak 24 saat süren çarpış¬malardan sonra yeni
mevzilerinde toplandı. Ruslar, bu olayda 1 su¬bay ve 32 er ölü( 3 subay ve 93 er
yaralı, 3 subay ve 35 er hafif yaralı vermişlerdi. Gimri'ye gitmek üzere yola
çıkarılan, fakat olayların ani¬den değişmesi üzerine aceleyle geri çağrılan 3 bölük
askerin görün¬mesi üzerine Müridler, İgaîi yönünde çekilerek gözden kayboldular.
Yeniden Unsokul'a dönen Feze, orada bir takım yeni takviyeler aldıktan sonra tekrar
Beti Dağı'na tırmandı ve Hunzah ile Colotl yo¬lunu izleyerek Tilitl'de Şamİl'i
tutmakta olan kuvvetlere ayın 26'sında katıldı. İçinde 600 ev bulunan Tilitl,
Aşilta'dan çok daha büyük ve güçlü bir köydü. Taşlık bir platform üzerine kurutan
köyün bir tarafı, derin bir uçuruma bakıyordu. Diğer üç yandan da köye
yaklaşabil¬mek İçin çok sarp ve kayalarla dolu bir bölgeden geçmek gerekiyor¬du.
Tilitl, gerçekten tipik bir Dağıstan köyüydü ve savunma için her
290
291

(5)
türlü özelliklere sahip bulunuyordu. Köyde ayrıca savunma amacıy|a dokuz kule
yapılarak tahkim edilmişti. Bundan başka, bir kaç ufak topları da bulunuyordu. Bir
kaç gün süren ağır bir topçu bombardı¬manından sonra bu kuleler ve evlerin bir çoğu
yerle bir edileli. Ardın¬dan saldırıya geçen hücum birlikleri, artık harabe haline
gelmiş olan ve üzerinde dumanlar tüten ilk yıkıntılara ulaştılar. Bu saldırı
sırasın¬da Ruslar, 1 subay ve 27 er ölü, 1 subay ve 47 er yaralı olarak
ver¬mişlerdi. İmam Şamil'i kurtarmak için çok sayıda Mürid.birliklerinin
toplandığını haber alan Feze, 5 Temmuz günü genel saldırıya geç. meye karar verdi.
Gündoğumunda başlayan saldırıyla Ruslar, köyün ilk sokaklarına eriştiler ve bundan
sonra Aşilta'da uygulanan katliam¬lar tekrarlandı. Rusların, köyün üst taraflarını
tamamen ele geçirme¬lerine karşın alt taraf hala Müridlerin elinde bulunuyordu.
Belki Rus¬lar, savaşı kazanabilirlerdi! Fakat Şamil, görüşmek amacıyla elçiler
yollayınca.Feze, büyük zorluklar ve fedakarlıklar karşılığında ele ge¬çirilen
yerlerden çekilerek karşıdaki tepelerde mevzilendi. Ayın 3'üıı-clen 6'sına kadar
süren bu çarpışmalar sırasında Ruslar, 4 subay ve 60 er ölü, 3 subay ve 203 er
yaralı vermişlerdi. Hafif yaralılar, bu ra¬kamlara dahil değillerdi. Görüşmeler üç
gün boyunca devam etti.So¬nunda Şamil, Taşof Hacı ve Kabet Muhammed ile diğer
liderler, an¬laşmaya karar verdiler. Feze adına gönderilen delegelerle bir belge
imzalayarak 3 tane de rehin vermeyi kabul ettiler. Şamil, ayrıca Fe-ze'ye de bir
mektup gönderdi. Fakat bu mektup öylesine bir dille ya¬zılmıştı ki, Feze, bu
mektubu geri göndererek eğer mümkünse dalıa uygun bir lisanla yeni bir mektup
yazmasını istedi. Şamil, onun bu ri¬casını kabul ederek yeni bir mektup yazmaya
razı oldu. Fakat artık duruma hakim olan tamamen Şamil'di. Yazdığı ikinci mektup
da, içerik ve ton bakımından ilkinden pek farklı değildi. Bir Rus yazar, "Feze'nin
bir anlaşma yaparak bu tür mektuplar kabul etmesi politik bir hataydı. Bu yeni
durum, şimdiye kadar kendilerinden başka hiç kimsenin egemenliğini kabul etmemiş
olan Avarların gözünde Şam" in, bu Dînî ve politik liderin, gücü konusunda müthiş
etkiler bırakı¬yordu.
"Müridlerin, Rus toplarının namlularının gölgesi altında Tilitl'den
ayrılamayacaklarını ima etmelerinden sonra ordu, 7 Temmuz'da bu¬radan ayrılarak
dolambaçlı bir yoldan geri çekilerek Kuda geçidim ^
Karadağ köprüsünü geçtikten sonra 10 Temmuz'da Hunzah'a ulaş-tı:(K.S.s.71)
Eğer okuyucu, buraya dek kısa bir özeti verilen 1837 savaşlarını dikkatle takip
ettiyse, şimdi aşağıda verilecek olan bu savaşlarla ilgili samimi itirafları ve
bunlardan çıkarılan savaşın sonuçlarını anlamakta güçlük çekmeyecektir...
"Aslında Şamil ile imzalanan bu anlaşma, geri çekilmek için fır¬sat kollayan Feze
için bir bahane olmuştu. Çünkü, şimdiye kadar or¬dunun uğradığı korkunç zayiatlar,
cephanenin azalarak tükenmek üzere olması, seferi kuvvetlerin erzak ve
teçhizatlarındaki eksiklikler ve başka bir çok sebepler, ordunun daha fazla
savaşmasını imkânsız bir hale getirmişti.(4) (K.S. s.73) Savaşın başlangıcından
beri Rusların verdikleri kayıplar, gerçekten çok yüksekti: Ölü, yaralı ve sakat
ola¬rak 4'ü kurmay olmak üzere 30 subay ve 1.000 er kaybedilmişti. Bu subaylardan
14 tanesi bölük komutanlarıydı.(r>) Bu savaşlar sırasında atların çoğu da
yitirilmişti. Ceride kalanlarda zorlukla ayakta durabi¬liyorlardı. Eldeki 10 dağ
topundan 5 tanesi kullanılamayacak bir du¬rumdaydı. Dört tekerlekli yük arabaları
ve Dağlılardan toplanan iki tekerlekli kağnılar da tamamen ortalıktan
yokolmuşlardı. Birlikler, yorgunluktan bitap bir haldeydiler. Askerlerin üst ve
başları dökülü¬yor; giyecek ayakkabı bulamıyorlardı."
General Feze, kalem kullanmakta çok mahirdi. Masa başına oturduğunda öylesine
etkileyici bir rapor, yazdı ki, bunun sonucunda kendisine kısa süreli bir ün
sağlamayı başardı. St. Petersburg'daki yö¬neticiler, Feze'nin doğuştan bir komutan
olduğuna, Müridizm'in kö¬künün Dağıstan'dan kazındığına ve Rusların egemenliğinin
tamamen kurulduğuna inanmaya başladıjar. Klugenav, Şura'ya dönerek işin aslını
öğrendiği zaman acı içinde gülümsemiş olmalıdır. Hele, Feze' nin bu "zafer dolu"
seferinden sonra, Şamil ile görüşerek O'nu ikna ederek Tiflis'e getirmek ve burada
Çar'ın ayaklarına kapanmasını
(4)
Feze'nin kendisi, Rozen'e yazdığı bir mektupta; Şura ile Hunzah arasındaki yol¬ları
düzeltmek ve silah altındaki askerleri yeterince donatabilmek için Şamil ile
barış yaptığını yazmaktadır. (Akti, c.8, s.618)
Bu ağır kayıplar Çar'a Önce özel kanallardan ulaştı. Bunun üzerine Rozen sert bir
şekilde azarlanarak tüm olaylar hakkında detaylı bir rapor yazması emredil¬di.
(Akti, c.8, s.359)
n S^1
292
293

sağlamak görevi kendisine verilince neler hissettiği tahmin edilebilir Doğru,


Hunzah Rusların elinde kaldı. Fakat parlak bir zafer ou rak anlatılan Aşilta
seferi, daha çok bir yenilgiye benziyordu. Ahulgou ise, iki yıl sonra çok daha
korkunç kayıplar karşılığında bir kere daha alınmak zorunda kalınacaktı. Tilitl
önlerinde yapılan geri çekilme ha-rekatı da, tam bir felâketten son anda kurtulmak
için yapılmış bir |<a. çiŞtı. Büyük bir tantanayla övünülerek anlatılan bu seferin
sonucu daha sonraki olayların da ispatlayacağı gibi, Şamil'in etkisini yoket-mek
yerine on kat daha fazla arttırmıştı. Çünkü Ruslar, arkalarında yokedilmiş bağ ve
bahçeleriyle Aşilta'nın yıkıntıları üzerinde tüten bir nefret bıraktılar.
Dağlıların gözünde, Ruslar cesur olmalarına rağmen artık yenilmez ve erişilmez
değillerdi. Bu seferden elde edilen tek so¬mut sonuç Şura ile Hunzah arasındaki
yolların düzeltilerek ulaşımın daha kolay bir hale getirilmesi ve bölgenin yapısı
hakkında sağlıklı bilgilerin elde edilmesi olmuştur.
ŞAMİL'İN FEZE'YE YAZDIĞI MEKTUPLAR 1
Şamil, Taşof Hacı, Kabet Muhammed, Karaküi Abdurrahman, Omaroğlu Muhanımed ve
Dağıstan'ın diğer şerefli kişileriyle Uleması'ndan!.. Biz, Muhanı-med Mİrza Han'a
rehineler göndererek Ruslarla barış anlaşması imzalıyoruz. Her iki tarafın da, buna
uyması şartıyla bu anlaşmaya sadık kalacağız. Bu anlaş¬mayı bozacak olan taraf,
hain olarak ilan edilecektir. Bu işi yapanlar İse Allah'ın ve insanların nezclincle
lanetli kimseler olacaklardır.
II
Bu mektup, Rus Çarı ile Şamil arasında yapılan barışın sonuçlarını açıkla¬maktadır.
Barış, Muhammed Mirza Han'a rehineler gönderilmesi suretiyle imza¬lanmıştır. Şamil
adına, amcaoğlu gelinceye kadar halasının oğlu; Kabet Muham¬med adına yeğeni;
Karakili Abdurrahman adına da oğlu rehine olarak gönderil¬mişlerdir. Böylece,
taraflardan birisi İhanet ederek bozuncaya kadar bu anlaşma sürecektir. Hainler,
Allah'ın ve İnsanların lanetine uğrayacaktır. (K.S, s.241)
Yukarıdaki mektuplardan birincisini aldıktan sonra Feze, ele ge-cir bulunduğu köyün
üst tarafını boşaltarak Müridlerin gösterdiği . jr yoldan geri çekildiği sırada
içinde bulunduğu kötü koşulları bela¬gatla anlatmaktadır. Feze'nin bir general
olarak hataları olabilir. Fa¬kat cesareti ve enerjisi o kadar fazlaydı ki,
Yerlilerin şarkılarının birin-de Feze'den kaçacak tek bir yer olduğu
söylenmektedir: Mezar!
Aşilta'ya dönen Şamil'in, virane haline dönmüş bu köye bakar¬ken o anda neler
hissettiği tahmin edilebilir! Bir zamanlar hayat ve canlılık fışkıran avuldan
geriye sadece kara bir harabe yığıntısı kal¬mıştı. Avuldaki 500 evden bir tanesi
bile ayakta bırakılmamıştı. Üç yıl önce "İmam" seçildiği Cami de yıkılmıştı. "İşte
bakıyorum ve ne görü¬yorum!? Köyde tek bir canlı yok! Gökyüzündeki bütün kuşlar da
kaç¬mışlar... Ve bir zamanların verimli topraklan, şimdi vahşi bir sessizlik
içinde!" Asmalar koparılıp atılmış, ağaçlar kesilmiş, mısırlar ayak al¬tında
çiğnenmiş ve su kanalları parçalanmıştı. O an O'nun ruhunu kasıp kavuran intikam
ateşiyle duyduğu acı ne kadar şiddetliydi aca¬ba? Bütün bu katliamların sebebi de,
Ruslara karşı bir şey yapmış ol¬duğundan değil, fakat onlann ileride kendisinin
yapacağı şeylerden korkmalarıydı. Sırf bu sebep yüzünden bu insanlara bu kadar
vahşet reva görülmüştü. Aşilta'nın o güzelim meyva bahçeleriyle bağ asma¬ları,
Şamil'in gittikçe artan etkisini söndürmek amacıyla yokedilmiş-lerdi. Öyleyse
Ruslar da, artık Dağıstanlıların öfkesinin ne kadar şid¬detli olduğunu
göreceklerdi. Hiç kimseye merhamet etmeyen, Allah' in evini bile yerle bir etmekten
çekinmeyen, yetişen ekinleri ve ürün¬leri acımadan yokeclen bu kana susamış
insanlar, Dağıstanlıların inti¬kamına hazırlanmalıydılar. Henüz herşey bitmemişti.
Acı içindeki Yü¬ce İmam, bundan sonra Ahulgoh'a yöneldi. Geçmişin bütün
tecrü¬belerinden yararlanarak burasını tahkim etmeye ve Rusların ellerine
geçiremeyecekleri bir şekilde kuvvetlendirmeye başladı. Kendisi, uzaklarda Ruslarla
çarpışırken kartları ve çocukları burada emniyette olacak; tehlikeli fırtına
bulutları, yeniden Kafkas dağlarında toplan¬maya başladığı zaman da burası O'nun
son sığınağı olacak ve Rusla¬ra karşı kendisini burada savunacaktı.
Çar, bu yılın sonbaharında Kafkasya'ya gelecekti. Ruslar, kendi¬lerini gelecekte
bekleyen olaylardan o kadar habersizdiler ki, Çar'ın Kafkasya'ya gelmesiyle tüm
bölgenin boyun eğmesini kutlayabile-
/ı\X

294
çeklerini sanıyorlardı. Bu sonuca ulaşmak için elbette ki Şamii'in ikna edilmesi
gerekiyordu. Bu yüzden, Başkumandan'a ve General Fe-ze'ye acil emirler gönderilerek
Şamii'in en kışa zamanda teslim ol¬maya razı olmasının sağlanması istendi. Eğer
Şamil, Çar'ın yolculuğu sırasında uygun bir yerde ki, burasının Tiflis olması büyük
ihtimaldi O'nun huzuruna çıkarak affedilmesini düer ve bir daha Ruslara karşı
savaşmayacağına söz verirse anında Çar tarafından bağışlanacaktı. Bu sırada Güney
Dağıstan'da bulunan Feze, cesareti ve askerî kabili¬yetleri kadar Dağlılar
hakkındaki bilgisiyle de ünlü olan Klugenav'a bu görevi tevdi etti.
Klugenav, büyük bir ihtimalle, böylesine nâzik ve zor bir göre¬vin hiç başarı şansı
olmadığını düşünüyor olmalıydı. Fakat Çar'ın emirlerine uymak zorundaydı. Bu yüzden
Karanay Beklerinin aracılı¬ğıyla Şamil'e bir mektup göndererek O'nunla bir görüşme
yapmak istediğini bidirdi. Şamil de, ertesi günü, Gimri'nin kaynağının yanında
buluşmaya karar verdi. Bu minval üzerine, 18 Eylül günü Klugenav, yanında
Yevdokimov, 15 Don kazağı ve Ruslarla dost olan Karanay' dan 10 atlı olduğu halde
kaynağa geldi. İmam, 200 atlı eşliğinde ora¬da bekliyordu. Muhafızlarını geride
bırakan general, yanında sadece bir tercüman olduğu halde ilerleyerek ortadaki bir
tümseğe yerleşti ve Şamii'in de ilerlemesini istedi. Yüksek sesle Kur'an'dan
ayetler okuyan Müridler tarafından sarılmış bulunan Şamil, onları geride bı¬rakarak
kendisine yaktn üç Müridi ile birlikte generai'e yakiaştı.
O anda oradaki manzara çok etkileyici olmalıydı. Bir tarafta; yanlarında Dağlı
müttefikler oldukları halele'Ruslar, başlarında da buradan fazla uzak olmayan bir
yerdeki bir çarpışmada aldığı kurşun yarasını suratında taşıyan genç kumandanları
olduğu halde bekliyor; diğer tarafta ise çeşitli renkteki çerkaskaları içindeki
sarıklı Müridler ve bu müthiş atlıların aralarında dalgalanan mızrak uçlarındaki
bazı Naib flamaları göze çarpıyordu. Bu iki düşman kuvvetlerinin orta ye¬rinde
Klugenav,16) savaş atının üzerinde heybetli bîr şekilde yüksele¬rek İmam ve üç
Müridiyle yüzyüze gelmiş bulnuuyordu. Çevrenin yapısı da, gerçekten bu buluşmaya
uygun bir şekilde vahşi ve çeki-
(6) General Okolniçi'ye göre Kİugenav, çok uzun boylu, sağlam yapılı,
tavırlarında kaba, delilik derecesinde asabi; bunun yanında iyi yürekli, dürüst ve
cömert¬ti.
295
ciydi. Engebeli bir toprak sathı üzerinde yapılan bu buluşma yerinin yukarısına
doğru 1000 m'lik dik duvar kayaları yükselirken aşağı ta¬raflarında da derin
uçurumlar uzanıyordu. Akıp geçen Sulak ırmağı¬nın açtığı dar vadinin, daha doğrusu
yarığın karşısından yine aynı dik ve yükseklikteki dağ duvarları görünüyordu.
Bir an için ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Duyulan tek ses, yatağındaki
binbir renkli taşlar üzerinden atlayarak akan ve yüzlerce metrelik uçurumlardan
çağlayan şeklinde dökülen suyun tatlı şırıltı-sıydı. Bu arada, ikisi de gururlu ve
korkusuz olan Müslüman liderle Hıristiyan general, karşılıklı olarak birbirlerini
süzüyorlardı. İkisi de, biraz sonra sarfedecekleri sözlerin barış ya da savaşa
sebebiyet vere¬ceğini çok iyi biliyorlardı. Atlarından indiler, yere serilmiş
bulunan bir burka üzerine oturarak görüşmeyi başlattılar..
Rus.elçisi, büyük bir ciddiyetle, karşısındakini ikna edebilmek için uzun uzun
konuştu. İmam'ın ileri sürdüğü bütün görüşleri, ken¬dince daha mantıklı olan
tezlerle karşılayarak bir sonuç ekle edebil¬mek için çok çabaladı. Sonunda amacına
ulaştığı kanısına kapıldı. Fakat Şamil, oldukça etkilenmiş olduğunu söylemesine
rağmen, en yakın arkadaşlarına1"0 danışmadan bir cevap veremeyeceğini söyle¬di.
Fakat saat 3'e doğru, Şamıl'i ikna edemeyeceğim anlayan Kluge¬nav, ayağa kalktı.
Şamil de, ayni şeyi yaptı. Rus generali, veda etmek için elini o'na uzattı. Şamil
de, tam elini uzatıyordu ki, Müridlerinin içinde en sâdık ve ateşli olanların
başında gelen Surhay Han, Şamii'in kolunu yakaladı. Kaşları çatık ve gözleri ateş
saçarak Müslümanların İmamı'nm bir gavurun elini tutarak günaha girmemesi
gerektiğini haykırdı. Zaten yüklendiği görevini yerine getirememenin verdiği
öf¬keyle kavrulan Klugenav, bu hakaret üzerine artık kendisini daha fazla tutamadı
ve taşıdığı koltuk değneğini1^ Mürid'İn sarıklı başına vurmak üzere kaldırdı. Böyle
bir hareket ise, bir Müslüman'a yapıla¬cak en büyük hakaret demekti. Bir an daha
geçse ve vuruş hedefini bulsa, Klugenav ve adamları, Surhay ve arkadaşlarının
öfkesine kur-
(?) Bunlar, TititI'lİ Kabet Muhammed, Taşof Hacı (Çeçen) ve Karaki kadısı
Abdur¬rahman idi.
(8) Klugenav, Zakataii köyünün alınması sırasında, 1830 yılında, bir kurşunla sağ
ayağının üst tarafı parçalanarak ömür boyu topal kalmıştı.
296
297
ban gidebilirlerdi. Bu ihtimal üzerine tahminler yürütmek pek geçerli bir yol değil
ama, bu hengâme süresinde Şamil ve yakınları da düşe¬bilir ve gelecekteki kanlı
savaşların baş aktörlerinin o zaman gelme¬den ortadan kalkmasıyla belki de tarihin
akışı bambaşka bir yön izle¬yebilirdi.
Fakat bu olayda da Şamil, gerektiğinde tam bir eylerr. adamı ol¬duğunu ispatlayarak
duruma, müdahale ederek, hakim oldu. Bir eliyle General'in koltuk değneğini
yakalarken diğer eliyle de, bu sıra¬da kinjalını yarısına kadar çekmiş bulunan
Surhay'ı tuttu. Ardından da geriye dönerek hızla kendilerine yaklaşmakta olan
Müridlerine bağırarak yerlerinde kalmalarını emretti. Sonra da Klugenav'a döndü ve
zaman geçirmeden çekilip gitmesini istedi. Diğer ise, bütün bu ri¬ca ve İkna
sözlerine aldırmadan Dağlılara en ağır hakaretleri sıralayıp duruyordu.
Kumandanının hayatından endişelenen Yevdokimov, ile¬ri atılarak onu paltosundan
tutarak geri çekti; sonra Şamil'e bir kaç veda kelimesi söyleyerek Klugenav'ı
çekilmeye razı etti. Rusların ge¬nerali, yavaşça atına binerek Şura yolunda
uzaklaşırken Mülkiler de, kaşları çatık bir halde homurdanarak onların arkalarından
sık sık ba¬kıyorlardı. Bu şekilde Müridler de, Cimrİ'ye çekildiler.
Şamil'in ciddi olarak Rus tekliflerini düşünüp düşünmediğini bil¬miyoruz. Bilinen
şey, O'nun belli başlı destekçilerine mektuplar ya¬zarak olanları anlatması ve bu
konuda onların fikirlerini açıklamaiarı-nı istemesidir. Fakat Şamil'in daha sonraki
hareketlerine bakarak O' nun aslında Rus tekliflerini ciddiye almadığını ve sadece
adamlarını denemek için bu konudaki fikirlerini sorduğunu düşünebiliriz. Altı
çevrilmemiş hiç bir taş bırakmak istemeyen Klugenav, Şamit'e bir mektup yazarak
O'nu Çar'ın tekliflerini kabul etmesi için ikna etme¬yi bir kere daha denedi. Fakat
Şamil'in bu seferki cevabı, kesin ve ba¬sitti: "Bu satırların tevazulu yazarı,
herşeyi Allah'ın inayetine bırakan Şamil'den. -28 eylül 1837- Bu mektubu size, beni
küçük küçük par¬çalara ayırsalar bile Tiflis'e gitmeyeceğime kararlı olduğumu
bildir¬mek için yazıyorum. Çünkü bir çok defalar sizin ihanetinize şahit ol¬dum ve
herkes te bunu biliyor."
Artık, Şamil 22 yıl sonra RusÇarı'nın önünde yenilmiş bir halde duruncaya kadar
binlerce kişi, hayatını yitirecekti. Fakat o zaman Çar, 1. Nikola hayatta olmayacak
ve onun yerine 2. Alexander tahtta
bulunacaktı. Ayrıca, bu tarihî olayın cereyan ettiği yer, Gürcistan'ın başkenti
değil de, güz manevraları sırasında Karkov'dan 25 km ka¬dar uzaklıkta kurulan Rus
kampı olacaktı.
Bu arada 1. Nikola, yolculuğuna başlamış; 21 Eylül'de Gelincik, 23 Eylül'de de
Anapa'ya gelmiş ve oradan tekrar Kırım'a dönmüştü. Bir kere daha harekete geçen
Çar, 27 Eylül'de Redout-Kale'ye ulaştı. Arkasmdan sırasıyla, Kutais, Ahıska,
Ahİlkelek, Gümrü, Serdar-Abad, Etchmİadzin ve Erivan'a uğramış ve 8 Ekim'de
Tiflis'e varmıştı. Ayın 12'sinde Tiflis'ten ayrılan Çar, Gürcü askerî yolunu
izleyerek Vladi-kavkaz'a gitti. 26 Kasım'da ise, Moskova'ya ulaşmıştı bile.
Bu ziyaretin iki somut sonucu olmuştu. Bazı konularda Çar'ı ik¬na edici
açıklamalarda bulunamayan Baron Rozen görevinden alın¬dı, fakat 1838 yılının Ocak
ayına kadar bu görevde kalmasına izin veriidi. İran yöneticileri de, şimdiye kadar
ısrarla direndikleri bir ko¬nuda, sonunda Ruslara boyun eğdiler. Bu konu çok
ilginç, hassas ve uzun bir meseleydi. Rus.ordusundan sık sık kaçan askerlerden
kurulu bir tabur, İran ordusunda görev yapıyordu. Ruslar da, devamlı olarak bu
askerlerin kendilerine iade edilmelerini istiyorlardı. Yermolov, 1817 yılında
iranlı bakan Bazurg'a karşı çok seri bir dil kullanarak bunların geri verilmesini
istemiş, fakat bir başarı sağlayamamıştı. 1820 yılında Mazaroviç da, "nos soldatsa
deserîent plus que jamais." diye yazıyordu.
1.826-27 İran savaşının sonuçlanmasından sonra Paskievİç, bu birliklerin iadesi
için çok uğraşmıştı. Fakatİranlı delegeler, bu konuda büyük bir inatla direnmişler
ve konu kapanmak zorunda kalmıştı.
Nikola", Kafkasya'da bulunmasını bir fırsat bilerek bizzat kendisi olaya müdahale
etti. Emir Nizam'ı kabul ederek ona sordu: "Rus as¬ker kaçaklarını kabul ederek
onları, 'Rus taburları' adı altında yeniden düzenleyen bir ülkeyi dost olarak kabul
edebilirmiyiz? Sizin, bu söy¬lediklerimi aynen Şah'ınıza iletmenizi rica ediyor ve
Rus taburlarının da 3 ay içinde teslim edilmelerini istiyorum.(9) Eğer devlet
adamları¬nız, bu teklifimi geri çevirecek olurlarsa savaş ilan etmeden Tahran' daki
elçimi geri çekecek ve sizinle olan bütün ilişkilerimi keseceğim."
Sonradan anlaşıldığına göre, bu sırada 450 kişiden oluşan bir tabur, iran
ordu¬suyla Herat kuşatmasına katılmış bulunuyordu.

299

298
Bu ültimatom, istenen sonucu verdi. Şah, ancak askerlerin iste¬yenlerin geri
verilmesine razı oldu. Fakat bu da, bir ihtimal dahilinde değildi. Bu askerlerin
getirilmesiyle görevlendirilen Albrandt/10' RUs askerlerine ve İran yetkililerine
karşı tam bir yetkiyle donatılarak Tebriz ve Tahran'a gönderildi. Bir ay süren,
olağanüstü bir cesaret ve dayanıklılık isteyen bir çalışma sonunda Albrandt,
kendisine verilen bu zorlu ve tehlikeli görevi başardı. 11 Şubat-1839'da, flamaları
uçu-şan, bandosu çalan bu garip taburun başında Rus sınırını geçti.
,***""
', \

(10) Albradt, bu konuyla ilgili ilginç anılarını yazmış ve 1867'de Roıjsski


Viestnik No: 3'de basılmıştır. Eser, Rusların çok karakteristik olan iyi ve kotu
yanlarını ortaya koymaktadır.
GENERAL KLUG VON KLUGENAV
301
BÖİ.UM 20
1838- 1839
Şamil'in başartları-Ruslann alarma geçmesİ-Rusların savaş planı-Grabe'nin seferi-
Arguant'nin kuşatılması ve alınma-sı-Andİ Koysu'nun geçilmesi-Ahulgoh kuşatması...
Feze'nin geçen yıl yaptığı sefer için söylenen başka bir şey de, hiç bir işe
yaramadıysa da Şamil'i 1838 yılı boyunca hareketsiz tuttu¬ğuydu. Fakat aslında
gerçek, bundan tamamıyla farklıydı ve övünü¬lecek pek bir yararı da yoktu.
Gerçekten Şamil sessizdi. Fakat ölüm¬cül bir sessizlikti bu! Şamil, o sırada bütün
gücünü sarfederek iki yönlü olarak, maddi ve manevi açılardan Dağıstan'ın her
tarafına otoritesini kabul ettirmek için çalışıyordu, Bu, öylesine bir gayretti ki,
tüm kaynaklarını seferber etmiş, bütün dikkatini toplamış ve her ça¬lışma saatini
bu amaca vakfetmişti. Şimdi de Andi Koysu'nun üzerin¬deki uçurumlar boyunca
yükselen Ahulgoh'un talikimi işin; yürütü¬yordu. Şamil, bu çalışmaları sonunda
öylesine başarılı oldu ki, Rus hükümeti, O'nun gittikçe artan gücü karşısında
etkili tedbirler almak gerektiğini düşünmeye başlayarak Kuzey Dağıstan'a, kesin
sonuç
sağlayacak yeni bir sefer yapılmasına karar verildi/1*
Şamil'in otoritesi, Avaristan civarında yaşayan ve aralarında An¬di ve Gumbet gibi
toplulukların da bulunduğu hür federeler tarafın¬dan kabul edilmişti. Sadece
Andelallar ve Avaristan'da da kanun ta¬nımayan Unsokullular, bunun dışında
kalmışlardı. Unsokul köyünün politikası, genellikle anlaşamadıkları ünlü komşuları
Cimri köyünün tutumuna göre yönlendirilmiştir. Cimri, Ruslara karşı boyun eğdiği
zaman Unsokul, düşmanca bir tavır takınmış; Gimri, Ruslara karşı savaşa
başladığında da Unsokullutar, boyun eğmekte acele etmişler¬dir. Çeçenistan'da ise
Şamil'in vefalı Müridi Taşof Hacı, genrş bölge¬leri Şamil'in otoritesini kabul
etmeye razı etmişti. Salatav ve Aukh bölgeleri, açıkça İmam'dan yana olduklarını
ilan ettiler. Sadece, Rus¬lara tehlikeli şekilde yakın bulunan İçkeri gibi yerler,
bunun dışında kaldı. Fakat onlar da İmam'a katılmak için en uygun zamanı
kollu¬yorlardı. Güney Dağıstan'daki Yukarı Samur kabileleri de, Ruslara karşı
düşmanca tavırlara girmeye başladılar. Kuzeydeki düzlüklerde yaşayan ye Ruslarla
müttefik olan Kumuklar, Müridlere karşı can ve mal emniyetlerinin telaşına düşmüş
bulunuyorlardı. Fakat Ruslara "baş eğmiş Çeçenler" çok daha kötü bir durumdaydılar.
Bu talihsiz İnsanlar, gerçekten balyozla örs arasında gibiydiler, her hangi bir!a-
rafı tutacak olurlarsa clerhalk karşı tarafın hedefi haline geliyorlardı.
Kafkasya'da şu sıralar harekete geçme sırası Ruslardaydı ye onlar da öyle yaptılar.
Baron Rozen'in yerine 21 Mart 1838'de(2) Başkumandanlığa atanan General Golovin'in
hazırladığı savaş planı Çar tarafından ka¬bul edilmişti. Buna göre; 1) Kara Deniz
kıyılarına bir çıkarma yapıla¬cak, 2) Yukarı Samur bölgesi itaat altına alınacak,
3) Çeçenistan ve Kuzey Dağıstan'ın işgali tamamlanacaktı.^ Bu üç yönlü hedefe
(1) 2. Alexander'in son zamanlarında savunma bakanı olan Milİouîine 1839 sefe¬
riyle ilgili olarak kısa fakat güzel bir monografi bırakmıştır. Colovİn, savunma
bakanı Çernişev'e "Şamil'in Dağıstan'daki gücü, büyük bir hızla artıyor." diye
yazıyordu. (Akti. c.9, s.325)
(2) Berge'ye göre, Baron Rozen 30 Kasım'da görevinden alınmıştı. Ama 25 Ocak'ta
hâla görev başındaydı, (s.390)
W Çar, Colovin'in düşman bölgesinde kaleler kurup yollar yapmak ve buralara
kuvvetli askerî birlikler yerleştirdikten sonra her yıl geniş çaplı seferlere
girişe¬rek Dağlıları yıpratmak konusundaki planlarını kabul etmedi. Bu, Pasikeviç
iie
Velyaminof un fikirlerinin bir karışımıydı. {Akti, c.11, Önsöz 4)
. I 't '».'''
302
303

,.-*'
a^
ulaşılması için üç ayrı savaş planı hazırlanarak üç ordunun
edilmesine girişildi. Bazı sebepler yüzünden yukarıdaki planın ilk u minin
uygulanması için yapılacak bir şey yoktu. Üçüncü seferin per simi, kısaca
özetlenecektir. Fakat üçüncü kısım, yani; Velyaminof'un yerine atanan General Kont
Grabe'nin komutasındaki Rusların, Şa mil'in merkezine doğrudan saldırarak O'nun
gücünün kırılmasına yönelik oian savaşları daha geniş kapsamlı olarak
incelenecektir.
Kont Grabe'nin kumandasına Hat'tın doğusundaki ve Kuzey Dağıstandaki bütün
kuvvetler verilmişti. 6.000 kişiden oluşan Hat kuvvetleri, 1 Mayıs'ta,
Vnezapnaya'da toplanırlarken Dağıstan'daki 3.000 kişilik bir kuvvet de, bir kaç gün
sonra Temirhan Şura'cla bir araya geldiler. Rusların ük planları tüm güçlerini
toplayarak Şamil üzerine yürümek ardından da güze doğru Çeçenistan'a saldırmaktı.
Çünkü Ruslar, Dağıstan'ın çıplak ve yüksek dağlarına yazın ortasında yürümek
istemiyorlardı. Halbuki sık ormanlı Çeçenistan ormanların¬da ise bu durumun tam
tersi geçerliydi. Fakat Kafkaslıların çok iyi bir şekilde mevzilenmelen, Rusların
planlarını değiştirmelerine sebep ol¬du.
Bu sırada Taşof Hacı, Şamil'in Müridleri Surhay Han ve Mi Bek' in kumandasındaki
bir grup Dağıstanlının yardımıyla ormanlık bir bölge olan Misket civarında, Aksay
ırmağı kıyılarında, Ahmet Kale denilen yerde kendisine, ağaçtan, küçük fakat
oldukça müstehkem bir kale yapmıştı. Çevreden topladığı Çeçen birlikleriyle de,
Kumuk düzlüklerini ve Vnezepnaya'dan Dağıstan'a yürüyecek olan Rus kuv¬vetlerinin
gerilerini tehdit etmeye başladı. Şamil'in kendisi de, Gum-bet bölgesindeki
Arguanİ'yi tahkim etmiş ve daha kuzeydeki Burtu-nay halkına da oraya kadar
ilerleyerek düşmanı Salatav bölgesinde karşılayacağını bildirmişti. Bu şartlar
altında Rusların, kuzeydeki ula¬şım hatlarını emniyete almadan Dağıstan'a
yürümeleri delilik olurdu. Ayrıca Ruslara sadık olan Kumuklann da, can güvenliğinin
sağlanma¬sı gerekiyordu. Bu iş için de Taşof Hacı'nın kalesinin ele geçirilerek
yıkılması ve Hacı'nın kalabalık, fakat disiplinsiz olan birliklerinin dağı¬tılması
gerekiyordu. Bu amacı gerçekleştirmek için yapılan sefer, çok kısa ve başarılı
oldu. Ayın 9'unda Vnezepnaya'dan ayrılan birlikler, Ahmet Kale ve benzeri bir yer
ile Aksay'ın yukarı taraflarında bulunan Sayasani köyü yokedildikten ve Çeçenler
dağıtıldıktan sonra, 15 Ma*
s'ta geri döndüler. Rusların kayıpları pek ağır değildi. Fakat genellik¬le orman
savaşlarında görüldüğü gibi bu seferde de bu kayıpların ço-5U ordunun geri
çekilmesi sırasında verilmişti/4* Çeçenlerin de ka-yıpterı oldukça azdı. Fakat
Taşof Hacı'nın prestiji gitmişti. Grabe, artık gerisinden korkmadan Dağıstan'a
yürüyebilirdi. Bu savaşlarda Rusla¬ra ateş ederken yakalanan ve Aukh bölgesinden
oldukları anlaşılan 5 Çeçen, "Baş eğmiş Çeçenler"den olmalarına rağmen bu suçu
işledik¬lerinden diğerlerine ders olması amacıyla "sıra dayağfndan geçirildi¬ler.
Eğer Rusların tek hedefi Ahulgoh olsaydı Grabe, şimdi Sulak'ı ge¬çer; daha uzun
fakat uygun olan Şura, Ziriani ve Hunzah yolunu iz¬leyerek hedefinin üzerine
yürürdü. Fakat bu durumda, Şamil'in baş destekçileri olan Gurnbet ve Salatav
bölgeleri dokunulmamış olacak ve Ahulgoh başarılı bir şekilde düşürülse bile Şamil,
bu bölgelere sığı¬nabilecekti. Ayrıyeten, Karmıkları tehdit eden tehlike, her
zamankin¬den fazla olacaktı. Bütün bu sebeplerden dolayı Rus komutanı, doğ¬rudan
Guınbet ve Salatav üzerine yürüyerek yolu üzerindeki köyleri itaat altına alarak
Çinkat yoluyla Aşilta'ya ulaşmaya karar verdi. Bir kere oraya ulaştıktan sonra
üssünü Hunzah'ta kurabilirdi. Hunzah ile Şura arasındaki ulaşım ela kolay
sağlanabildiğinden bu konuda bir sorun çıkmayacak demekti. Klugenav'ın yokluğu
sırasında General Pankratiyef tarafından kumanda edilen Dağıstan kuvvetleri, Sulak
nehrini Miatli'cle geçerek Grabe'ye katılacaklardı. Bu uç taburun dı¬şında kalan
diğer bir tabur da, ordu Ahulgoh önlerine varıncaya ka¬dar ihtiyaç duyulacak bütün
erzak cephane ve mühimmatın ulaştırı¬lacağı Hunzah yolunun korumasıyla görevli
olacakdı. ?
Ordu, 21 Mayıs'ta Vnezepnaya'dan yola çıktı. Ertesi günü de, Şura'dan yola çıkmış
bulunan 3 taburdan 2'si onlara katıldı. Diğer tabur ise, Şamil'in birlikleriyle
Burtunay bölgesinde yapılan bir çar¬pışmanın sürdüğü 24 Mayıs'ta orduya katıldı.
Böylece Rus ordusunun sayısı, 8.500 civarına ulaşmış bulunuyordu. Şimdiye kadar
Ruslar, her hangi ciddi bir direnmeyle karşılaşmamışlardı. Rus ordusu, Argu-ani'ye
ulaşmadan önce Salatav ile Gumbet arasındaki yüksek tepele¬ri aşmak ve Gumbet'ten
sonra, zigzaglı bir yoldan aşağıya inmek zo-
(4) Bu savaşlar sırasında Kont Milİoutine yaralanmış, fakat geri çekilmeyi
redd*,
mistir, (akti, c.9, s.241) >
..- *

304
runda kalmıştı. Hareket süresince Ruslar, kendi yollarını kendileri yapmışlar ve
bir çok yerde de yollarını tıkayan kayaları havaya uçur¬muşlardı. Ruslar, ilk ciddi
direnmeyle Cumbet bölgesindeki Arguani köyünde karşılaştılar.
Arguani, Tilitl ve diğer bir çok Dağıstan köyleri gibi hücumla alınması çok zor
olan bir avuldu. Fakat sadece bir kaç günlük erzak ve mühimmata sahip bulunan bir
ordunun da normal bir kuşatmaya girişmesi söz konusu olamazdı. Ancak, böylesine
kuvvetli bir mevki-nin geride bırakılarak ilerlenmesî de imkansızdı. Bir keşif
hareketin¬den sonra Crabe, genel saldırı emrini verdi. Avul, küçük bir nehrin ikiye
ayırdığı bir çatalın ağzında, neredeyse dik olan bir bayır üzerin¬de kurulmuştu.
Köyün alt taraftndaki evler, dik bir uçurumun kena¬rında inşa edilmişlerdi. Bu
evler, üçlü sıralar halinde açılmış mazgal clelikleriyle birlikte taştan bir duvar
sırası oluşturuyorlardı. Arkadaki evler, Öndekiierin üzerinde basamak basamak
yükseliyor ve bir amfi-tiyatro şeklini alarak savunmaya çok uygun bir ortam
oluşuyordu. Her yerde olduğu gibi düz çatılı evleri, dolambaçlı sokakları ve kare
şeklindeki savaş kuleleriyle tipik bir Dağıstan köyüydü, Arguani. Şa-mil'in düşmanı
karşılamak üzere 16.000 kişi topladığı söylenmesine rağmen garnizonun sayısı, çok
daha azdı. Toplananların çoğu ve özellikle Andilüer, savaşa katılmak yerine
çarpışmaları karşıdaki te¬pelerden seyretmeyi yeğlediler ve o taraflarda pek ciddi
bir çarpışma
olmadı.
30 Mayıs günü, öğleden sonra saat 5'te köyün bombalanması¬na başlandı.
Milioutİne'yegöre bu ateşlerin pek etkisi olmadı. Labint¬sef kumandasındaki bir
kuvvet, sağ taraftan, dolambaçlı bir yol izle-- yerek köye yaklaşırken Albay Pullo
da, Çinkat'tan gelen yolu izleye¬rek kayalıklar üzerinden ihtiyatla ilerliyordu. Bu
her iki kol da, 750' şer kişilik ikişer tabur, dağ topları ve yerli milislerden
oluşuyorlardı. Apşeron alayının bir taburu, Labintsef ile ofan ilişkiyi devam
ettirmek için sağa kaydırıldı: ve hızla önlerindeki bayın tırmanarak süngülerin
ucunda hareketli bir tabyayı zaptettiler. Şimdi, köyle aralarında sade¬ce derin bir
çukur vardı. Erzak ve mühimmatlar, bir piyade taburuyla bir kaç dağ topunun
koruması altında tüfek ateşinin ulaşamayacağı bir yere alındı. Başka bir tabur ve
at İndirilen Kazaklar, top bataryala¬rını koruyorlardı. Üçüncü bir tabur da,
Dağlıların dikkatini merkezden
305
başka yönlere çekmek için bir aldatmaca hareketine girişti.
Şimdi hava neredeyse kararıyordu ve çevirme harekatına girişen birlikler, hâla dik
bayırlarla kaplı bulunan ve toplarını çekmekte zor¬landıkları yollarda oyalanıp
duruyorlardı. Çinkat yoluna ulaşan Pullo, bu yolu izleyerek köyün ilk evlerinin
dibine kadar yaklaşarak nere¬deyse tamamen dik olan bir bayırın yanına sokuldu.
Fakat bu nokta¬dan köye girilemeyeceğini anladı. Çünkü köye giden tek yol, iki
bur¬cun, çapraz ateşi altında bulunuyordu. Bu iki burcun arasında ise, bir perde
görevini yapan taş binalar, iç bükey oluşturuyor ve onların ge¬risinde de köyün
diğer evleri yükseliyordu. Çevirme harekatını ta¬mamlayan Labintsef, bu yönden,
ancak köyün batı köşesinden saldı-rıldığı zaman bir başarı şansının olduğuna kani
oldu. Ancak, gece vakti tek bir taburla Arguani'ye saldırmanın imkânsızlığını
anlayarak ateş sahasının dışına çıktı. Diğer tabur, karşı tepelerdeki Dağlıları
kontrol altında bulundurmak amacıyla bölüklere ayrılarak geride bı¬rakılmıştı. Bu
son gelişmeleri değerlendiren Crabe, saldırının ertesi günü yapılmasına karar
verdi. Labintsef in birliği, iki yeni taburla tak¬viye edileli. Böylece, gerisini
korumak üzere bir tabur bırakmış olma¬sına rağmen hâla köyün batı tarafından
saldırabilmek için üç tabura sahip oluyordu. Albay Puİlo'ya da iki taburu ve iki
dağ topuyla sağ tarafa aktarılarak daha önce zaptedilen tabyanın bulunduğu bayır
boyunca ilerlemesi ve oradaki kuvvetlerin kumandasını alması emre¬dildi. Böylece
burada da saldırı için üç tabur elde bulunacaktı. Dü¬zenli bir şekilde mevzilenmeyi
tamamlamak amacıyla sol kanada yi¬ne bir tabur yerleştirildi. Bu birlik, Dağlıların
dikkatini o tarafa çeke¬cek ve saldırının başarıya ulaşması halinde Çinkat yolunu
tutarak o taraftaki kaçış yollarını kesecekti. Bu suretle, Dağılların köyden
çıka¬bilecekleri tek yer olarak Labintsef'in sağ tarafı kalıyordu. Burası da, atlı
Kazaklar ve yerli milisler tarafından tutulmuş bulunuyordu.
gün doğmadan önce birlikler, harekete geçmişti bile. Askerler, mevzilerine girer
girmez köy, her taraftan şiddetli bir topçu ateşine tutuldu. Topçu ateşinden sonra
piyadeler, verilen emir üzerine hızla saldırıya geçtiler. Ruslar, bir anda ön
savunma hatlarına ulaştılar ve bundan sonra, her zamanki teke tek boğazlaşma ve
sokaklarla ev-lerdeki katliamlar başladı. Bölüklerden birisine kumanda eden Milio-
-Wine, olayları şöyle anlatıyor: "Sabah saat 9'a doğru köyün büyük
ı
"
"'*

306 . ?
kısmı elimize geçmiş bulunuyordu. Fakat köyün bu kısımlarında bil Müridler, düz
çatılı evlede kendilerini büyük bir inatla savunmav sürdürüyorlardı. Bu kan akışı,
bütün gün boyunca akşama kadar de¬vam etti. Müridleri bu evlerden çıkarmanın tek
yolu, evlerin darnla-rından delikler açarak yanıcı maddeleri içeri atmak ve
kirişleri tutuş¬turmaktı. Bunlara rağmen Müridier, saatlerce içeride kalmayı
sürdü¬rüyorlardı. Fakat bazı Müridler, duvarlardan oyuklar açarak diğer ev¬lere
geçmeyi başardılar, yine de yanarak kömürleşmiş bulunan ce¬setlere de rastlandı.
Müridler, durumlarının ümitsizliğine rağmen di¬renmeye devam ederek bize mümkün
olduğunca daha fazİa zarar verdirmeye çalışıyorlardı. F_n hırslıları, ölürken bile
bir kaç gavuru da beraberlerinde götürmek istiyordu. Kendilerini kılıçları ve
kinjalleriyle savunuyorlar ve bu durum, onların süngülerimizin uçlarında can
ver¬melerine kadar sürüyordu. Hatta bazıları, ellerinde hiç bir silahları
kalmadıkları halde düzinelerce askerlerin üstlerine atılmaktan çekin-miyoriardı.
Sadece 15 kadar Mürid, içeri attığımız el bombalarının sebep olduğu dumanla yarı
boğulmuş bir hakle teslim alınabildiler. Bİr çok askerimiz, kendi
dikkatsizliklerinin kurbanları oklular .Yanan evlere giren bu askerler, buralardak
i
henüz can vermemiş Mürİdlerin gazablarına uğradılar. Fakat Dağlıların ela kayıpları
oldukça ağırdı ve sokaklar cesetlerle dolmuş bulunuyordu.
"Gün, sona erdiğinde köyün bir bölümü hâla Mürİdlerin elinde bulunuyordu. Özellikle
köyün doğu ucundaki bir kaç katlı bir kule, bize çok ağır kayıplar verdiriyordu.
Piyademizin giriştiği bütün çabal-ra sonuçsuz kalıyordu. Bu yüzden, büyük güçlükler
içinde iki.dağ to¬pu ve iki Kazak topunu büyük güçlüklerle sürükleyerek karşıdaki
ev¬lerin damlarına yerleştirerek kulede bir delik açmaya çalıştık. Fakat Dağlılar,
buna rağmen teslim olmadılar. Artık gece bastırmıştı. Dağlı¬lar, Özellikle kendi
denetimleri altında bulunan kısımdan kaçabilir¬lerdi. Bu yüzden her türlü kaçış
yolunun kesilmesi için gerekli tedbir¬lerin alınması gerekiyordu. Gerçekten onların
da, bekledikleri gecey¬di. Karanlığın bastırıp da ortalığı derin bir sessizliğin
kaplamasından sonra gizli yollardan dışarı çıkan Müridler, değişik yönlerden
dağıla¬rak karanlığa daldılar. Bazıları, askerlerin ateşiyle vurularak düştüler»
bazıları, teke tek vuruşmalara katılarak süngülerin ucunda can verdi¬ler; bazıları
da, karanlık uçurumlardan yuvarlandılar ve bir kısmı a3'
307
gerçekten saflarımızı yararak kurtulmayı başardılar. Bunların mucize¬vi bir şekilde
kurtulmalarında çok iyi bildikleri arazinin engebeli ol¬masının, koyu karanlığın ve
yağan yağmurun önemi büyüktü.
"Böylece Arguani'dekİ savaş, 30 Mayıs günü öğleden sonra baş¬lamış ve hemen hemen
hiç kesilmeden 1 Haziran'ın gün doğumuna kadar devam etmişti. Askerlerimizin, bu
bir buçuk günlük çarpışma¬lar boyunca karşılaştıkları büyük zorluklar ve
çarpışmaların bu kadar kanlı geçmiş olmasına rağmen verdiğimiz kayıpların azlığı
insanı şa¬şırtmaktadır. Kalplarımız; 6'sı subay 146 ölü ve 30'u subay 500 ya¬ralı
kadardı. Öte yandan Dağlıların savaş alanında 500 kişi bıraktıkla¬rı görülmüştür.
Bunlardan 300 kadarı bir çukurda toplu olarak bu¬lunmuştur. Köyden çekilen
Müridfer, burada süvarilerin hücumuna uğramışlardı. Sonradan elde edilen bilgilere
göre Dağlıların toplam kayıplarının ölü ve yaralı olarak 2.000 (?) civarında olduğu
anlaşıl¬mıştır. Bazı köylere, bu savaşa katılanlardan hiç kimse, dönememiş-tir.
(s.62-65 ve Akti, c.9, s.328-331)
Yaralılar-, bu sefer sırasında aceleyle kurulmuş olan Udatçnaya kalesine
götürüldüler. Burasının kumandası Taraseviç'e bırakılmıştı. Yaralıları götüren
birliklerin geri dönmesi beklenirken ordu, kendisini tamamen Arguanİ'nin
yokedilmesi işine verdi. Fakat bu iş, o kadar kolay bir şey, değildi. Ve ordu, 4
gün sonra yola çıktığında köyün bü¬yük bir bölümünün İmha edilmiş olmasına rağmen
tamamen yoke-dilmiş sayılmazdı. 500 hanelik bu köyün neredeyse bütün kirişleri
ya¬kılmıştı.^'
5 Haziran'da, artık Pullo ile birlikte Tuğgeneralliğe terfi etmiş bulunan Labintsef
kumandasındaki hafif bir birlik, Aşilta'nın karşısın¬daki Çinkat köyüne girdi.
Fakat köy terkedildiği gibi Andi Koysü üze¬rindeki köprü de yakılmıştı. Rus ordusu
bir anda çok kötü bir duruma düşmüş bulunuyordu. Durum umutsuz olmasa da yine de
çok sıkın¬tılıydı. Çünkü ordu, Vnezepnaya ile olan ilişkilerini kesmişti. Ne var ki
Şura ile ulaşımın sürdürülmesini sağlayacak olan köprü de Dağlılar tarafından imha
edilmiş bulunuyordu. Eldeki erzak, neredeyse bit¬mek üzereydi ve bölge, tamamen
düşman topluluklardan oluşuyor-
Dağlıların tarlalarındaki ve bağ ile bahçelerindeki ürünleri sistematik olarak
İm¬ha eden Rusiar, aynı şekilde onların evlerini yakıyorlar ve kerestenin çok az
bu¬lunduğu ağaçsız Dağıstan'da bu tür bir saldırı, onlar için bir yıkım oluyordu.
.." ?'

308
du. Rus ordusu, felaketin eşiğine gelmişti. Fakat cesaret ve azimleri¬nin,
rakiblerinin hataları ve ihmalleriyle birleşmeleri onları kurtarmış¬tır.
Unutulmaması gereken başka bir şey de; Dağıstan'ın çorak dağ¬larının çok tehlikeli
görünmesine rağmen düzenli birlikler için Çeçe. nistan ormanları kadar ölümcül
olmadığıydı.
Askerler, her zaman olduğu gibf, kendi yollarını kendileri yap¬mak zorunda
olduklarından asıl ordu, ancak ayın 7'sinde Çinkat'a ulaşmış bulunuyordu. Şura'dan
gelen tam kapasiteli erzak ve mü¬himmat konvoyu, ırmağın karşı kıyısında, Beti
dağlarında 1 Rus tabu¬ru ile Tarku, Mektute ve Avar milislerinin koruması altında
bekliyor¬du. Fakat ne Ahmet Han, ne de Şamhal, aşağıya inerek Şamil'in Ahulgoh'daki
ordusuna bu kadar sokulmaya cesaret edebiliyorlardı. Crabe'nin de, erzakları
koruyan taburun kumandanına yazdığı mek¬tupların onun eline geçmediği
anlaşılmıştır. Şamhal'a aşağı inmesi ve Çinkat'ın karşı tarafındaki ırmağın
geçişini kontrol altına alarak köp¬rünün yeniden yapılmasının sağlanması emredildi.
Ahmet Han'ın da, 10 km kadar yukarıda bulunan İgali'deki köprüyü tutması istendi.
Ne var ki ikisi de, yerlerinden kımıldamadılar. Bu arada daha kuzeye doğru
kayılarak İçkeri ormanlarının arasından Şura ile bağlantı kurul¬masına çalışıldı.
Fakat bu bölge halkı, Ruslara dost olduklarını söyle¬melerine rağmen aslında onlara
can düşmanlardı. Bu yüzden Rusla¬rın bu çalışmalarını baltalayarak sonuçsuz
kalmasını sağladılar. Bu çok hassas durumda Albay Katenin, 2 tabur asker, iki dağ
topu ve tüm süvarilerinin eşliğinde, 8 Haziran sabahı, Sağritl köprüsünü tut¬maya
gönderildi. Bu köprü, İgali'den 3 km kadar daha yakın fakat yaklaşılması çok zordu.
Katenin, öğleye doğru saat 3 civarında köp¬rüye ulaştığında onun Müridler
tarafından imha edilmiş olduğunu gördü. Fakat Rusların şansına ki, çevrede evler
vardı ve onların dam¬larından alınan kirişlerle köprü yeniden onarılarak
geçilebilecek bir hale getirildi. Çok ilginçtir ki, tüm seferin geleceği, bu olaya
bağlı ol¬duğu halde Müridler, bu girişimi önlemek için her hangi bir harekette
bulunmadılar. Geceye doğru köprünün iki yakası da Rusların eline geçmişti. Ertesi
günü Katenin, Aşilta'ya yürüdü. Bunu gören Ahmet Han da, cesaret bularak ona
katıldı. Ayın 10'unda bisküvi kutuları ip¬lerle ırmağın sol kıyısındaki aç
askerlere sarkıtıldı. 11 Haziran'da Çin-kat köprüsü, yerli stilinde yeniden inşa
edilmişti. Gerekli keresteler ve
309
tahtalar, yakınlardaki evlerin damlarından sağlanmış ve ip ile çivi ye¬rine üzüm
asmaları kullanılmıştı. Bundan sonra Grabe, ordusunun büyük kısmıyla karşıya
geçerek Aşilta'nın teraslarına yerleşti. Ordu¬nun geri katan kısmı da, ırmağın sol
kıyısında kalarak Ahulgoh'un karşısında mevzilendi. Bir kısım birlikler de,
köprünün korunmasıyla görevlendirildiler. Haziran'ın 12'sinde de savaşın en ünlü
kuşatması başlamış oldu.
Şamil, şimdi 4.000 kişiyle Ahulgoh'a kapanmış bulunuyordu. Fakat yanındakilerin çok
azı, savaşçılardan oluşuyordu. Kadınlar, ço¬cuklar, değişik köy ve topluluklarından
toplanmış olan rehineler de, bu rakamın içindeydi. Sadece 1.000 kadarı savaşçıydı.
Şamil'in asıl zayıf noktası da burasıydı. Bu kalabalık nüfus, genellikle tamamen
veya kısmen toprak altında inşa edilmiş evlerde ve hatta mağara oyuklarında
barınmak zorundaydılar, işte bütün bu insanların da, beslenmeleri gerekiyordu.
Kuşatma devam ettikçe erzak hızla azal¬maya başladı. Zaten savaşın başlangıcından
beri suyu, yüzlerce met¬relik uçurumlardan, boyunlarını kırmak tehlikesiyle inerek
bin bir güçlükle yukarı taşıyarak sağlıyorlardı. Yan sayfada verilen plan ve
Miüoutine'den alınan açıklamalar, durumun daha kolay bir şekilde anlaşılmasını
sağlayacaktır. Bu noktada Andı Koy su, eğilerek bir ka¬renin üç kenarını
oluşturacak bir şekilde Ahulgoh'u sarmaktadır. Bu kare, birbirine tam olarak eşit
olmayan bir şekilde Aşilta ırmağı tara¬fından ikiye bölünmektedir, Aşilta ırmağı
daha ö^ce Beti ırmağını da almaktadır. Yeni Ahulogoh adıyla anılan karenin sağ
tarafındaki kı¬sım, Eski Ahulgoh olarak adlandırılan sol taraftan bir miktar daha
yüksektir. Fakat her ikisi de, temellerini üç taraftan yıkayan Andİ Koysu üzerinde
dik olarak yükselmekte ve bazı yerlerde ırmağın üs¬tüne yayılarak havada asılı gibi
duran bir görüntü meydana getir¬mekte ve bu şekilde yüzlerce metre yukarılara
çıkmaktadır. Tüm bölge ve yeni Ahulgoh'a giriş, Surhay'ın kulesi tarafından tamamen
kontrol edilmektedir. Eski Ahulgoh'a Aşilta'dan gelirken ustura gibi keskin
kayalarla kaplı dar bir patikadan ulaşılırdı. Yeni Ahulgoh'tan geçilirken ise çifte
platonun çok aşağılarında, Aşilta üzerine yaprak ve dallardan kurulmuş bir köprü
vasıtasıyla Eski Ahulgoh'a gidilebilir¬di. Surhay'ın kulesi, kayaların tepesinde
havaya asılı gibi duran bir yerdeki sağlam binalardan oluşan bir mevziydi. Kule, şu
anda Şamil'

310
ip en sâdık ve cesur Naiblerinden Ali Bek'in kumandası altındaydı Emrindeki 100
kişi de, aslında cesaret ve İman bakımından birbirle¬rinden farklı olmayan
Müridlerin arasından müthiş savaşçılıkları ve dâvaya olan inançları ile
seçilmişlerdi. Bu cesur insanların bazıları her gece Aşilta ırmağının kıyısına
iniyorlar ve Rus keskin nişancılarının ateşi altında, yoldaştan İçin su
taşıyorlardı. Surha/ın kendisi, bu sıra¬da İgali'de bulunuyor ve bu Önemli avutun
insanlarını davaya kazan¬mak için çalışıyordu. Diğer Naiblerden Ahverdil Muhammed,
Bogul-yal bölgesinde; Galbats da, Andilerde bulunuyorlar ve benzeri görev¬leri
yerine getirmeye gayret sarfediyorlardı. Çünkü buradaki halkın büyük bir kısmı,
Rusların bu başarılarından paniğe kapılarak kararlı¬lıklarını kaybetmeye
başlamışlardı. Eğer kendi hallerine bırakılırlarsa düşmana boyun eğebilirlerdi.
Erzak ve mühimmat konvoylarıyla topları korumak amacıyla Şura'dan. gönderilen bir
taburun gelmesiyle beraber Grabe'nin em¬rindeki birlikler, dokuz tabura yükselmiş
bulunuyordu. Fakat, savaş ve hastalıklardan dolayı verilen kayıplar o kadar
fazlaydı ki, humba-ract bölüğünü bile dahi! etsek Rusların elindeki savaşçıların
sayısr, G.OOO'ı aşmıyordu. Bu rakama, dost hanlıklardan gelen milislerin sa¬yıları
dahil değildi. Onların miktarı da, devamlı alarak değişmesine rağmen ortalama
olarak 3.600 kadardılar. Rus kumandanı, bu kadar-lık bir kuvvetle Ahulgoh'u her
taraftan kuşatamayacağını anladı. Da¬ha da ötesi, Andi Koysu'nun sol kıyısına
bırakılan üç taburun da, du¬rumları tehlikeye düşmüş bulunuyorclu. İki tabur,
Ahulgoh'un karşı tepelerinde mevzilenirken üçüncüsü de, daha yukarılarda bulunan
Çinkat köprüsünün başında, izole olmuş bir hakle bırakılmıştı. Bu yüzden Grabe,
ırmağın diğer kıyısında bulunan kuvvetlerini ayın 14' ünde bu tarafa aldı ve bir
süre İçin kuşatmayı tek taraftan sürdür¬dü.^ Bu suretle Şamil'in durumu, düzelmiş
bulunuyordu. Çünkü Andi Koysu'nun çok daraldığı bir noktada, bir miktar dal ve
tahta parçalarıyla oluşturulan ilkel bir köprü sayesinde, kuşatmanın birinci ve
ikinci safhaları boyunca dış dünya ile ilişkisini sürdürmüş; insan ve maddi
kayıplarını yenilemiş; gerekli erzak ve mühimmatı elde etmiş
(6) Golovin, anılarında, Grabe'nİn bu hareketini çok büyük bir hata olarak
değer¬lendirmektedir. (Aktİ, c.9, s.287)
311
ve Ahverdil Muhammed, Surhay Han gibi Naibleriyle bağlantılarını devam ettirmiştir.
Bu şartlar altında kesin bir sonucun elde edilmesi çok zordu ve Grabe, Golovin'e
başvurarak takviye istedi. Bu sırada Golovin'in Sa¬mur seferini bitirmiş olması,
Ruslar açısından büyük bir şanstı. Baş¬kumandan, 3 yeni tabur, 4 top ve yeterince
mühimmat göndererek astının bu isteğini yerine getirdi. Bu kuvvetlerin, 12
Temmuz'da ku¬şatma kuvvetlerine katılmalarıyla Grabe'nin ordusunun sayısı, yeni¬den
8500'e yükselmiş bulunuyordu. Bu rakama, dost hanlıklardan gelen milislerin
sayıları dahil değildir.
Bu sırada, Ahverdil Muhammed, Sıırhay ve Calbats, görevlerini ? başarıyla
tamamlayarak İmamlarını kurtarmak amacıyla çok sayıda adam toplamış bulunuyorlardı.
Grabe, geri hatlarının korunmasını Yerlilere bırakmış ve Ahmet Han'ın da
Sağritl'deki köprüyü tutmasını emretmişti. Fakat her zaman ihtiyatlı olmayı
yeğleyen Han, tepeler¬den inmeyi reddetti. Öyîe ki, 18 Temmuz'u 19'una bağlayan
gece Ahverdil Muhammed, sessizce Aşilta bayırını ele geçirdi ve bütün gü¬cüyle, bu
mevzilerini sağlamlaştırmak için çalışmaya başladı. Bu sıra¬da, herşeyden habersiz
olan Ruslar, Şamil'in kalesine karşı bir keşif hareketine girişmiş bulunuyorlardı.
Bu yüzden, bir an için kurmay subaylarının karargahı korunmasız kalmıştı. Tehlike,
gerçekten çok büyüktü. Eğer Ahverdil, fırsatı çok iyi değerlendirip de hemen
saldırı¬ya geçseydi Rusların tamamen yenilgiye uğratamasa da onlara ağır bir darbe
indirebilirdi. Önce kurmay heyetini ortadan katdırır; sonra da Şamil ile
birleşerek, küçük bölükler halinde dağlık bir arazide, bir¬birlerinden elerin
yarlar ve tepelerle ayrılmış bulunan Ruslara saldıra¬rak onların ağır kayipiar
vermelerine sebep olabilirlerdi. Fakat Dağlı¬lar, savunmada çok cesur ve başarılı
olmaların arağmer* saldın da genellikle yavaş ve zayıf kalıyorlardı. Ayrıca,
kuvvetlerini birleştirerek ortak bir şekilde hareket etmek düşüncesinden de oldukça
uzaktılar. Ahverdil, bu fırsatın kaçmasına izin verdi. Rus tarafındaki Ahmet Han'ın
yaptığı hatayı, kendi hatası dengeledi. Ve Ruslar için tehlike geçti. Müridler,
ayın 20'sİnde, saldırıya hazırlandıkları zaman yüksek sesle ayetler ve ilahiler
okumaya başladılar. Harekete geçtikleri za-rnan da havaya ateş açtılar. Bütün
bunlar, Rusları uyardı ve onların, kısa zamanda güçlerini toplamalarına sebep oldu.
Grabe, yeterli sa-
312

yıda kuvvet toplar toplamaz saldırıya geçti. Tepeyi de ele geçirdi. Dağlılar, geri
çekilerek İgali ve Sağritl yönünde uzaklaştılar. Bununla da yetinmeyen Rus
generali, 21 Temmuz'u hazırlıklarla geçirdikten sonra, General Galayev'i Şamil'in
karşısında bırakırken kendisi, 4 pj_ yade taburu, 4 top ve Kazaklarla Yerli
süvarilerinin eşliğinde Sağritl yönüne yürüdü. Onları orada yakalayarak aniden
saldırdı ve bozdu. Bazılarını yakındaki köprüye sürerken diğerlerini de İgali'ye
kadar ta-kib etti. Müridler, bu iki noktada bir miktar kuvvet tutmayı, yine de
sürdürdüler. Fakat bundan sonra sadece gözetlemede kalarak savaşa müdahale etmekten
kaçındılar. Şamil, kuşatma kuvvetlerinin bir kıs¬mının yokluğundan faydalanarak bir
huruç hareketinde bulunmak is¬tedi. Fakat bu girişimi fazla sürdüremedi ve kaleye
dönmek zorunda kaldı. Temmuz 23 akşamına doğru bütün birlikler, tekrar yerlerine
dönmüş bulunuyorlardı. Aynı gün, artık ihtiyaç duyulmayan Udatç-naya kalesi
boşaltıldı. Kumandan Taraseviç, Miattı yoluyla Şura'ya vardı ve oradan da Grabe'ye
katıldı.
Kuşatma, çok yavaş ilerliyordu. Fakat bu zaman boyunca, ya¬rarlı bir takım işler de
yapılmıştı. Altı batarya mevzilere sokulmuş ve Aşilta'yla Beti ırmakları boyunca
istihkâm siperleri kazılarak ilerilere gidilmişti. Daha da ötesi, Unsokul ve
Gimri'yi geçip Şura'ya ulaşma¬nın daha kısa bir yolu bulunmuştu. Bu îki karşılıklı
düşman köy ata¬sından geçen bir yol vardı. Fakat yakın bir zaman önce, buralaıda
metrelerce aşağıdan akan Avar Koysü'nun iki yakasını birleştirerek geçişi sağlayan
köprü, Dağlılar tarafından imha edilmişti. Grabe, bir piyade birliğini, yolu
onarmak ve genişletmek amacıyla oraya yolla¬dı. Fakta bu çalışmalar sırasında o
kadar büyük güçlüklerle karşılaşıl¬dı ki, 27 Temmuz'da başlatılan bu çalışma, ancak
21 Ağustos'da biti-rilebildi. Gimrilİler, bu kritik durumda Şamil'e yardım etmek
için çok az şey yaptılar. Şamil, Andi Koysü'nun sol kıyısıyla ilişkisini
sürdürdü¬ğü müddetçe G'nu cesaretlendirmeye devam ettiler ve içlerinden bazıları da
O'na katıldılar. Fakat halkın büyük bir kısmı, Ruslara karşı açıkça tavır almaktan
çekindi ve Grabe tarafından başlarına yönetici olarak atanan Ullu Bek'e itaat
ettiler. Ve Şura ile olan ulaşımın sür¬dürülmesine de izin verdiler.
BOLUM 21 1839
Ahulgoh'un kuşatması sürüyor-Surhay'ın kulesi alınıyor-Genel taarruzun
başarısızlığa uğraması-Kuşatmasiİrdürülü-yor-Rusların ilerleme kaydetmeleri-Şamİl,
oğlunu teslim ediyor-Son saldın ve Ahulgoh'un düşmesi-Şamil kurtulu-yor-Golovin'in
Samur seferi-Sonuçlaru.
Yeni Ahülgoh, Surhay'ın kulesine, tıpkı Eski Ahulgoh'un Aşilta' nın teraslarıyla
bağlandığı yol gibi, sadece bir tek adamın geçebilece¬ği dar bir patikayla
bağlanıyordu. Bu yöndeki kuşatma çalışmaları, bütün şiddetiyle sürdürülüyordu.
Nihayet, gecenin karanlığından ya¬rarlanan bir bölük, bayırın uç kısmına doğru,
kuleden ateş görmeyen bir nokta ele geçirmiş ve böylece kule, her taraftan çembere
alınmış¬tı. Fakat buna rağmen kulenin cesur savunucuları, direnmeye devam ettiler
ve her gece, su alabilmek için Beti ırmağının kıyısına inmeyi sürdürdüler. Bu
anahtar nokta Müridlerin etinde kaldıkça başarı şan¬sının olmadığını anlayan Grabe,
kaleye son hücum emrini verdi.
27 Haziran günü, şafak vaktinde, üç batarya, Surhay'ın kulesine bomba yağdırmaya
başladılar. Fakat kule yalçın kayalarla korundu¬ğundan güney yönündeki ana
bataryanın ateşinden pek fazla etki¬lenmiyordu. Batıdaki batarya İse, Eski
Ahulgoh'un karşısındaki tepe¬lerden ateş ediyor ve yüksekliği fazla olduğundan o
bataryanın da atışlarının büyük kısmı boşa gidiyordu. Doğu tarafındaki bir kaç
hafif
«--??'
,.**' v"
314
315

dağ topu da, kuleye karşı pek etkili olamıyordu.


"Sabah saat 9'a doğru Kurin alayının iki taburu, kayaların dibine kadar sokuldular.
Gönüllüler, kırk beş derecelik bir eğime sahip olan tepelere büyük bir hızla
tırmanmaya başladılar. Yukarıdan Müridler tarafından atılan taş ve kalaslara rağmen
hareketlerine devam etti¬ler. Tepenin zirvesine yakın bir yerde, neredeyse havada
asılı gibi du¬ran ve yüksekliği yüzlerce kulaç gelebilecek dev bir kaya vardı.
Fakat askerlerimiz, buna rağmen bile cesaretlerini yitirmediler. Birbirlerinin
omuzlarına çıkarak yukarı doğru tırmanışlarını sürdürmeye çabaladı-far. Fakat oraya
ulaşmayı başaran askerler, kulenin duvarları dibinde¬ki kayalarda mevzilenmiş
bulunan Müridlerin kurşunlarına hedef ol¬dular ve bu cesaretlerini hayatlarıyla
ödediler. Bu sırada saldırı kuv¬vetlerimizin bir kısmı, sol tarafta, toptanınızın
yokedemediği bir mev¬ziden açılan ateş altında kalarak kayıp verdiler.
"Hücuma geçen birliklerimizin yükünü hafifletmek amacıyla bataryalarımız, voleler
şeklindeki atışlarını sürdürmeye devam etti¬ler. Her atışın sonunda taş ve toprak
parçalan aşağı dökülürken as-? kerlerin üzerine ele kayalar ve ağaç parçaları
yağmaya devam etti. Açılan topçu ateşinin dumanı, sadece belirli bir süre İçin,
kahraman¬ca çarpışan Müridlerin görüntülerini saklıyordu o kadar! Cönüliüleri-miz,
bir kere daha şevk ve azimle tepeye tırmanmaya atıldıklarında Müridler, yine
kuleden fırladılar ve aynı enerjiyle, korkunç naralar atarak taş ve kütükleri
askerlerimizin başlarına indirdiler. Bu umutsuz ve korkunç savaş, saatlerden beri
devam ediyor ve bölükler, birbiri ardınca saldırıya katılıyorlardı. Öğleden sonra 4
civarında Kabarda alayı da, saldırıya geçti, fakat karşıdaki direnme yıkılacak gibi
değildi. Rusların bütün çabaları boşunaydı. Ancak akşama doğru birlikleri¬miz,
verilen emir üzerine kanlarla boyanmış olan kayalar üzerinden geri çekildiler.
Bütün gün boyunca süren savaş, 2'si subay 34 ölü ol¬mak üzere toplam 300 kayba
malolmuştu. Fakat bunun sonucunda hiç bir şey elde edifememişti. Bununla beraber
askerlerimizin kahra¬manca mücadelesi de takdirle karşılanmalıdır!" (Milİoutine,
s.92-93) Bu saldırı sırasında 3 subay ve 165 er yaralanırken 15 subay ve 96 er de,
genellikle atılan taşlardan hafif şekillerde yaralanmışlardı ve sonradan bunlar,
görevlerinin başına dönebilmişlerdir.
Saldırı başarısızlığa uğramıştı. Fakat bu zafer, Şamil'e pek paha¬lıya malolmuştu.
Çünkü O'nun kahraman Naibi Ali Bek ve bir çok Müridi Öldürülmüştü. Ruslar ise, bu
saldırı neticesinde bir çok dersler almış bulunuyorlardı ve bunları diğer
saldırılarında uygulayacaklardı.
Bu sırada binbaşılık rütbesine yükseltilmiş bulunan Taraseviç, içinde erzak ve
sahra toplarının cephanelerinin de bulunduğu mü¬himmat konvoyuna eşlik ederek
Şura'dan dönmekteydi. Onun dö¬nüşü beklenirken bu sahra toplarının en güçlü dört
tanesi, kulenin doğu tarafına yerleştirildi. Ayın 4'ünde kule yeniden ağır bir
topçu ateşine tutuldu. Bu sefer, daha iyi bir şekilde yerleştirilen daha uzun
mesafeli topların atışı çok daha etkili oldu ve çok geçmeden kule, bir harabe
yığnına dönüştü. İçindeki muhafızlar, neredeyse canlı canlı kulenin enkazı altında
gömülmüş gibiydiler. Fakat, ne zaman Rus as¬kerleri, saldırıya geçseler hiç bir
şeyden yıimayan Müridler, kulenin yıkıntıları altından fırlayarak Rusları taş
ve.kütük yağmuruna tuttular. Daha fazla kayıp verilmesini önlemek amacıyla, ordunun
çeşitli bir¬liklerinden toplanmış olan 200 kadar gönüllü, koruma ateşi altında geri
çekilerek gecenin beklenmesine başlandı. , .
Bu arada bataryaların ateşi, aralıksız olarak devam ediyordu. Bu durum, Müridlerin
büyük bir kısmı öldürülerek yıkıntılar altında ka¬lıncaya kadar devam etti. Geriye
sağ olarak kalan az miktarda Mürid de, bu durumda karşı koymanın fayclasızlığını
anlayarak gecenin ka¬ranlığı içinde Rus hatlarını yararak Yeni Ahulgoh'a ulaşmaya
çalıştı¬lar. Bunlar nöbetçiler tarafından farkedilerek üzerlerine ateş açıldı.
Fakat nasıl bir sonuç elde edildiği öğrenilemedi. Ruslar, nihayet kule¬nin
yıkıntılarına ulaşabildiler ve burada sadece bir kaç yaralıyla karşı¬laştılar. Bu
sefer Rusların kayıpları; 1 subay ve 11 er ölü, 1 subay ve 95 er yaralı
şeklindeydi.(1)
Böylece, bundan böyle kuleden açılan ateşle yıpranmaktan kurtulmuş bulunan Ruslar,
artık bütün dikkatlerini Ahulgoh'a yönel¬tebilirlerdi, özellikle Yeni Ahulgoh
yönünde olmak üzere, istihkâm hatlarını kaleye daha yaklaştırdılar. Yeni
bataryalar, uygun yerlere
(1) Bu savaşlar sırasında göze çarpanlardan biri, Yevdokimov, diğeri de
Binbaşı Martinov'du. Martinov, iki yıi sonra, 15 Temmuz 184"!'de Ptyatigorsk'da
yaptı¬ğı bîr düello sonucunda ünlü şair ve romancı Yuri Lermontov'u öldürmüştür.
316
317

V
yerleştirildi, bu yeni düzenlemeler sayesinde dağ topları bile kaleye karşı etkili
olabiliyordu. Surhay'ın kulesinin hemen önündeki tepenin üst tarafına tüm bir tabur
yerleştirildi. Başka bir tabur, yanlarında jkj yeni batarya olduğu halde doğuya
doğru, Koysu'ya yaklaşırken iki tabur da, İki yeni bataryanın eşliğinde Beti ve
Aşilta ırmakları arasın¬daki çatal kısma (yarımada) yerleştirildi.
Yeni mevzilere yerleşilirken ulaşım konusunda bir çok güçlükler çekildi. Özellikle
kulenin önündeki sırta çıkmak, çok büyük bir uğraş gerektirdi, iki yerde
merdivenler kullanılırken 50 m kadar derinlikte bir uçurumun bulunduğu yerde de
palangalar kuruldu ve toplar, aşağıya bu şekilde indirilebildi. Askerler de,
sepetler içinde aşağıya gönderildiler. Bütün bu çalışmalar sırasında, sık sık huruç
hareketleri yaparak Rusları kayıplara uğratan Müridleri kontrol altında tutmak için
top ateşinin devamlı olarak sürdürülmesi gerekiyordu. Güney Dağıstan'dan gelen
birlikler de, ayın 12'sinde savaş alanına ulaştılar. Bunlara üç günlük bir dinlenme
süresi veren Crabe, arttk kalenin hü¬cumla alınacak bir duruma geldiğini düşünerek
saklın emrini verdi. Bu kararında; casusların, kaledekilerin durumunun çok kötü
olduğu yönündeki haberlerinin etkisi büyük olmuştu. Gelen haberlere göre; sayıları
oldukça azalan, çevrede ot olmadığından korkunç yaz sıcağı altında yiyecek canlı
bir hayvan bulamayan, yakıt yokluğundan dola¬yı yiyeceklerini pişiremeyen, top ve
tüfek mermilerinin yağmurundan mağaralara ve oyuklara sığınmak zorunda kalan,
yorgunluklar ve çektikleri sıkıntılar yüzünden tamamen tükenen, gömmeye fırsat
bu¬lamadıkları cesetlerin kirlettikleri zehirli havayı soluyan Dağlıların ar¬tık
daha fazla dayanmaya tahammülleri kalmamıştdı. Şamil'in kendi¬si de, kaçma planları
yapmaya başlamıştı bile! Fakat daha sonra geli¬şen olaylar, hem Rus generalinin hem
de casuslarının, Müridlerin İman kuvvetini ve cesaretlerini tam olarak
anlayamadıklarını göster¬miştir.
Saldırı, en güçlü üç taburun katıldığı üç koldan yapıldı. Baron Wrangel
komutasındaki Yeni Ahulgoh'a saldırırken Albay Popov ku¬mandasındaki ikinci tabur
da, Eski Ahulgoh'a yürüyecekti. Bu arada, Taraseviç'in kumandasındaki bir buçuk
taburdan oluşan bir kuvvet de, Aşilta boğazına inecek; yarımadayı ikiye bölen
kanyona girecek ve Dağıstan Kuvvetlerinin herhangi bir şekilde birleşmelerini
engelle-
yecekti. Eğer diğer kuvvetlerin saldırısı başarıya ulaşacak olursa bu kuvvetler de,
mümkün olduğu takdirde önlerindeki uçuruma tırma¬narak savaş alanına ulaşacaklardı.
Tan vaktinde başlayan topçu ateşi, öğleden sonra saat ikiye ka¬dar devam etti.
Ondan sonra birlikler, yerlerini almaya başladılar. Fa¬kat son saldırı için emir
verildiğinde saat 5 olmuştu. Wrangel'in em¬rindeki kuvvetler, bir anda tek sıra
halinde ileri atılarak önlerindeki çukura İndiler ve öldürücü bir ateş altında,
buraya merdivenler daya¬yarak tırmandılar ve Müridlerin savunma yerine ulaştılar.
Fakat bura¬da, hiç ummadıkları yeni bir engelle karşılaştılar. Önlerinde, tepe
bo¬yunca uzanan geniş ve derin bir çukur vardı. Bu çukur, İki taraftaki tabyanın
çapraz ateşi altında bulunuyordu. Bir anda saldırı birliği, çok umutsuz bir duruma
düşmüştü. Çok dar bir alan, yoğun bir öldürücü ateş altındaki 600 kişi tarafından
hınca hınç doldurulmuş bulnuuyor-clu. Askerlerin önlerinde derin bir çukur
uzanırken iki tarafları ela de¬rin birer uçurum şeklinde aşağılara İniyordu,
gerileri ise, ancak bir ki-şiit.n geçebileceği kadar dar bir yoldu ve orası da,
şimdiden bir çok ölü ve yaralılarla1 dolmuş bulunuyordu. Bu durumda askerler, ne
ileri ne de geri gidebiliyorlardı. Bu koşullarda, istihkâmcılann da, piyade¬leri
ateşten korumak için bir çalı demetini büe getirebilmeleri imkan¬sızdı. Çok
geçmeden askerlerin başında tek bir subay bile kalmamış¬tı. Hepsi, ya ölmüş, ya
yaralanmış, ya da uçurumdan aşağı uçmuş bulunuyorlardı. Ruslar, çaresizlik içinde,
gecenin şefkatli kolları onla¬rı sanneaya kadar beklediler. Saldırının bu kadar geç
bir saatte başla¬mış olması Ruslar için büyük bir şanstı. Aksi takdirde, tek bir
adamın bile sağ kalması bu koşullar altında imkansızlaşırdı.
Wrangel'in komutasındaki birlikler, tam merkezden saldırıya geçerken Dağlıların
dikkatini başka yönlere çekmekle görevlendirilen birlikler de, çok az bir şey
yaptılar; ya da hemen hemen hiç birşey yapmadılar. Taraseviç kumandasında boğazda
bir süre ilerleyen kuv¬vetler, Eski Ahulgoh yönünden yoğun bir ateşle karşılaşırken
aynı zamanda, sol üst taraflarından da taş ve kaya yağmuruna tutuldu¬lar. Bu
durumda bir şey yapamayan Taraseviç, ana saldırı birliğinin de, başarısızlığa
uğradığını görünce geri çekildi. Eski Ahulgoh'a yöne¬len üçüncü kol da, pek ciddi
bir harekete girişmeden dönmek zorun¬da kaldı. Gece bastırdığında üç birlik de
yerlerini almışlardı. Saldırı
318
319

tamamen başarısızlığa uğramıştı ve Rus kayıpları greçekten çok bü¬yüktü. 7'si subay
156 ölü, 45;i subay 719 yaralı verilmişti. Dağlıların kayıpları ise, oldukça
hafifti ve 150 civarında tahmin edilmiştir. Fakat en cesur Müridi er de bu kayıplar
içerisindeydi. İddia edildiğine göre Wrangel'in askerleri, Müridlerin dış hatlarına
ulaştıktan zaman bazıla¬rı cesaretlerini kaybederek yerlerini bırakacak gibi
oldular. Fakat ka¬dın ve çocuklar, kendilerini ön tarafa atarak paniği önlediler.
"Erkek kılığındaki bu kahramaniçelerin çoğu, ön hatlarda büyük bir inatla
savaşmışlardır!" demektedir Rus kaynakları.
Ahulgoh kuşatması, üç bölüme ayrılmaktadır. Birincisi, Surhay' in kulesinin
alınması; ikincisi, l6Temmuz'daki genel saldırının başa¬rısızlığa uğramasıdır.
Şimdi de üçüncü ve son aşamaya girmekteyiz. Burada dramatik olaylar, son felaket
anına kadar devam edecektir.
Rus kumandanı, çok acı bir şekilde püskürtülmüştiı. Fakat Cra-be, bir an için bile
olsa saldırıdan vazgeçmeyi düşünmedi. Yaralanan gururu ve tatmin edilmeyen hırsı,
kuşatmayı kış süresince bile sür¬dürmeye karar vermesinde etkili olsa bile asıl
sebep, çok daha politik ve askerî gereksinmelerden kaynaklanıyordu. Şu anda geri
çekilmek, tüm harekâtın bir yenilgi olduğu anlamına gelirdi. O kadar kan ve para
boşuna harcanmış olacaktı. Daha da kötüsü; ŞamÜ'in güciıyle etkisi müthiş bir
şekilde artar ve Müridîzm, bütün Dağıstan ve Çeçe-nistan'a hakim olurdu. Geçen
yılların bütün çabalan boşa gider ve üstünlüğü yeniden ele geçirmek için herşeye
baştan başlamak gere¬kirdi.
Yenilgisinin sebeplerini gözden geçiren Grabe, kalenin dış dün¬ya ile ilişkisini
sürdürmeye devam ettiği sürece başarının imkânsız ol¬duğunu gördü. Casusların
getirdiği haberlere göre; Rus saldırısının başarısızlığa uğramasının ertesi günü
İçkeri bölgesinden 100 kadar savaşçı gelerek Şamil'e katılmıştı. Bunu diğer
taraflardan gelen Mü¬ridlerin katılımları da izlemişti. Kaleye hergün devamlı
olarak erzak ye cephanenin de geldiği açıktı. Bunun kadar önemli olan başka bir şey
de hasta ve yaralıların kaleden alınarak uzaklaştırılmalarıydı. Koysu yoluyla
uzaklaştırılan bu yaralıların Dağlıların sırtından kalkan büyük bir yük olduğu
ortadaydı. Diğer taraftan Rus ordusu da, aldığı takviyelerle savaşın başladığı
zamandan çok daha güçlü bir durum¬daydı. Kuşatma, çok daha ilerlemiş; yeni hatlar
açılmış ve Surhay'ın
kulesinin verdiği sıkıntıdan kurtulmuşlardı. Grabe, yeniden ırmağı ge¬çerek
kuşatmayı her iki taraftan sürdürmeye karar verdi. Fakat bu, o kadar kolay değildi.
Çünkü Çinkat'taki köprü imha edilmişti. Sağritl' deki köprü ise Dağlıların elinde
bulunuyordu.
Bir kaç gün keşif hareketleriyle geçirildi ve hemen eski Ahul-goh'un üst tarafında
yeni bir köprünün yapımına girişilmiş gibi davra-nıldı. Böylece Dağlıların
dikkatleri, asıl hedeflerinden çekilerek 3 Ağustos akşamı üç bölük asker aniden
karşı tarafa geçirildi. Eski köp¬rünün payandaları yerinde kalmıştı. Bunlar hemen
birleştirilerek o an için geçici olarak kullanılacak bir hale getirildi.
Çinkat'taki köprünün bu şekilde geçişe elverişli bir hale getirilmesinden sonra 4
Ağustos günü, İki tabur asker ile Avar ve Mektule milisleri, köprüyü geçtiler ve
Müridleri geri sürerek Ahulgoh'un karşısındaki tepelerde mevzilendi-ler. Böylece
kale, ilk defa olarak her taraftan sarılmış bulunuyordu. Karanlıkta, bir kaç dağ
topuyla Şamil'in karargahına bir miktar gülle atıldı. Böylece Ruslar, dost ve
düşmanlarına karşıya geçtiklerini bildi¬riyorlardı.
Son, hâla çok uzakta olmasına rağmen artık görülebiliyordu. Daha önceleri,
bulundukları yerin yüksekliğinden dolayı fazla etkili olamayan iki dağ topu, Yeni
Ahulgoh'un hemen Önündeki bayırın ait tarafına yerleştirilmiş bulunan 4 havan
topuna eklendi. Beti ve Aşilta' nın arasındaki yerden getirilen 4 sahra topu da
bunların biraz sol ta¬raflarına yerleştirilerek burada bir batarya kurulmuş oldu.
Dört sahra topu da, Yeni Ahulgoh'un dış hatlarını ateşle taramak ve çatalı ikiye
ayıran geçidi dövmek için uygun yerlere yerleştirildi. Fakat bütün bunlardan daha
önemli bir gelişme ise, büyük güçlükler sonucunda yapılan kapalı bir galeriydi.
Yeni Ahulgoh'un karşısındaki bayırın alt tarafında yapılan bu galerinin iki amacı
vardı. Hücuma geçen asker¬leri, yoğun ateş bölgesinden geçerken korumak ve saldırı
sırasında birliklerin burada gizlice toplanmasını sağlayarak düşmanı şaşırt¬maktı.
Bu galeri, çok olumsuz şartlar altında, orduya bağlı, iki genç mühendis tarafından
yapılmıştı. Biri, Kont Nedrod adında bir subay, diğeri de, savaş akademisinden yeni
mezun olmuş birisiydi. Ve yap¬tıkları, bu galeri, benzeri yapılmayan bir örnek
olarak kalacaktı. Bu galeri, kalın tahtaların birbirlerine sıkıca bağlanmasından
oluşan odundan bir kalkan şeklindeydi. Bir İp vasıtasıyla, hemen hemen dik

320
321

olan bir yara bağlanmıştı. Eklenen raflar, ona destek sağlarken avn zamanda, inşaat
sırasında onu koruyan nöbetçilere de basacak bi yer oluyordu. 20 Temmuz gecesi
cesaret isteyen cüretli bir çıkış ha reketi yapan Dağlılrr, galeriyi kısmen imha
ettiler. Bunun üzerine bağlantı elemanı olarak kullanılan ipler zincirlerle
değiştirildi.
15 Temmuz'dan 16 Ağustos'a kadar bir ay bu şekildeki çalış¬malarla geçti. Fakat bu
zaman içinde yine de 100 kişi kadar ya öldü' ya da yaralandı. Çevredeki sağlık
koşulları da çok kötüydü ve Ağus-tos'un ortalarına doğru ordunun miktarı, yeniden
6.000 civarına in¬mişti. Taburların ortalama asker sayısı da 450'ye kadar düşmüştü.
Bu sırada Şamil'in durumu ise, tamamen umutsuz bir haldeydi. Bazı ka¬dın ve
çocukların sığındığı mağaraların dışında hiç bir yerde emniyet yoktu. Su, sadece
metrelerce aşağıda, Rus keskin nişancılarının ateşi altında taşınabiliyordu.
Yiyecekleri, az ve çok kötüydü, çok az bir ya¬kacak vardı ve hava, öldürülenlerle
hastalıktan ölenlerin gomüleme-mesî yüzüncİen oklukça kirlenmişti. Bir taraftan
Ağustos sıcağı, çıplak kayaları kavururken diğer taraftna da Rusların
bataryalarından akan demir yağmuru, geceli gündüzlü devam ediyor ve kaledekiler,
ikisin¬den de kurtuluş bulamıyorlardı.
Hiç şüphe yok ki, Şamil de, durumun umutsuzluğunun farkın¬daydı. Uzun bir zaman
önce İçken Starşinast Camala aracı olmayı önermiş, fakat Crabe, sadece Şamil'in baş
eğmesini kabul edeceğini belirtmiş ve samimiyetinin bir ifadesi olarak da Şamil'in,
oğlu cema-lettin'i vermesi gerektiğini söylemişti. 27 Temmuz günü görüşmeler
başladı ve bir an için bataryalar sustu. Fakat İmam'ın mağrur ruhu, henüz boyun
eğmemişti ve konuşması; "Bir Rus generalini dini emek kerihtir!" tonundaydı.
Ağustos'un başlarında, ünlü Tilîtl kadısı Kabet Muhammecl, aracı olmak için
girişimlerde bulundu. Fakat general ta¬rafından bu istek şiddetle reddedildi. 12
Ağustos'da Şamil'in kendisi, Rus karargâhına bir elçi yolladı ve ateş, bir kere
daha kesildi. Fakat İmam'ın tek amacının, yıkılan İstihkâmları onarmak için zaman
ka¬zanmak olduğu anlaşılınca 16 Ağustos'da Şamil'e bir ültimatom gön¬derilerek eğer
akşama kadar Cemaleddİn verilmezse ertesi günü ge¬nel saldırıya geçileceği
bildirildi. Gerçekten de Ruslar, saldırı birlikleri¬ni hazırladılar. Ertesi günü,
(17 Ağustos) Cemalettin'in görünmemesi üzerine Ruslar, daha önce olduğu gibi üç
koldan saldırıya geçtiler.
Rjrer kol, Eski ve Yeni Ahulgoh'lara yönelirken üçüncü bir kol da, iki Ahulgoh'un
birleştiği noktaya yürüyecekti. Sonuç, sadece bir önce¬kinden biraz daha az
felaketliydi. Asılı duran galerinin yardımıyla, sağ kanattan saldıran birinci kol,
ilk savunma hatlarına ulaştı. Orada tu¬tunan birlikler, ikinci savunma hattına
atıldıkları zaman yine aynı şid¬dette Öldürücü ve inatçı bir ateşle karşılaştılar.
Kayıplarının, biraz da¬ha az olması, galerinin yardımıyla topladıkları bir kısım
koruma mal¬zemeleriyle kendilerine bir savunma sistemi kurmuş olmalarıydı. Fa¬kat
Rus kayıpları, şimdiden çok yüksek bir rakama ulaşmıştı bile. 2'si subay 102 ölü ve
6'sı subay 162 yaralıyla 293 hafif yaralı verilmişti. Birliklerin geri kalanları
da, sarfettikleri büyük çabalardan dolayı tü¬kenmiş bir durumdaydılar. Dağlıların
siperleri ise, henüz oklukları gi¬bi duruyorlardı. Yenilgi, bir kez daha kaçınılmaz
gibi görünüyordu. Fakat son anda şans, Ruslara gülümsedi. Müridler, bu kez, bir çok
yerden gelen ateşlere maruz kalmışlar ve bir öncekinden çok daha fazla kayıp
vermişlerdi. Şamil; yine kendisine sadık bir çok Mürid ve Naibini kaybetmişti.
Bunların arasında, Cimri Kaynağı'ndaki görüşme sırasında sert bir müdahalede
bulunan ve şimdiye kadar, askerî ko¬nularda İmam'ın sağ kolu olan Surhay âi\ vardı.
Güneşin kavurduğu kayalar, ölü ve yarahlarta doluydu. Sağ kalanlar da,.durumları
gittik¬çe korkunçtaşan kadın ve çocukların korunmalanyta da meşgul ol¬mak
zorundaydılar. Daha fazla direnme, bu kahraman Dağlılar için bile imkânsız
görünüyordu. Şamil, sonunda boyun eğdi ve 12 yaşın¬daki oğlu Cemalettin'i, beyaz
bayrak çekerek nefret edilen düşmana yolladı. Bu hareketi yapmanın O'nun için ne
kadar büyük bir feda¬kârlıkta bulunmak anlamına geldiğini, ne kadar zor olduğunu
anla¬mak için Şamil'in, yıllarca sonra bile, artık kendisine yabancılaşıp '
düşmanlarına yakınlaşmış olan oğlunu geri alabilmek için giriştiği uğ¬raşlardan
anlaşılabilir. Şamil'in Özellikleri ne olursa olsun O, herşey-den önce şefkatli bir
baba ve sadık bir kocaydı.
Grabe, Cemalettin'in gönderilmesi üzerine Ahulgoh'un teslimi¬ni görüşmeyi kabul
etti ve 18 Ağustos'da, General Putlo'yu küçük bir maiyetiyle Şamil ile görüşmek
üzere yolladı. Generali bir kaya üze¬rinde kabul ederv Şamil, teslim için
kendisinin dağlarında kalmasına izin verilmesini ve Cemalettin'in de, İçkeri
Starşinası'nın yanında ne¬zarette kalmasını istedi. Tabii ki bu teklifler Ruslar
tarafından kabul
322
323

edilemezdi ve görüşmeler, üç gün daha devam etti. Sonunda, Şa-mil'in teslim olmaya
pek niyetli olmadığı anlaşıldı ve 21 Ağustos'da genel saldırı için emir verildi.
Ruslar, üçüncü defa Ahutgoh'a ulaşmak için varlarını yoklarını ortaya döktüler ve
üçüncü defa Müridlerin korkunç direnişiyle karşılaştılar ve geriye püskürtüldüler.
Gece düş¬tüğü zaman Müridlerin siperleri hâla dokunulmamış bir haldeydi. Fa¬kat
ertesi günü şafak vakti tekrarlanan saldırıda Ruslar, büyük bir şaşkınlık içinde,
şimdiye kadar böylesine büyük bir kahramanlık ve fedakârlıkla savunulan dış
hatların boşaltılmış olduklarını gördüler. Hemen bu hatlara doluşan askerler, çok
geçmeden Yeni Ahulgoh'un büyük bir kısmını ele geçirdiler. Köye ulaştıklarında,
Eski Ahulgoh'a gitmeye çalışanların arkasında kalmış bir kısım insanların, kanyona
girmeye çalıştıklarını gördüler. "Burada korkunç ve umutsuz bir sa¬vaş başladı.
Kadınlar biie, kendilerini büyük bîr mücadeleyle savuna¬rak silahsız oldukları
halde, süngülerimizin ucuna atılmaktan çekin¬mediler!" (Milioutine, s. 117) Bu
sırada iki dağ topu getirilerek o sırada henüz Eski Ahulgoh'a yetişememiş olup
da .geçidi geçmeye çalışan¬ların üzerlerine doğrultuldu. Bîr kısmı, karşıdaki
yalçın kayalıklara tır¬manırken diğer bir kısmı da, köprüye ulaşabilmek için çok
dar ve tehlikeli olan patikadan aşağı inmeye çalışıyorlardı. Ağaç kütüklerin¬den
yapılmış olan bu köprü, 25 m kadar aşağıdan ,ıkan suyun üze¬rinden iki yakayı
birleştirerek geçişi sağlıyordu. Platodaki Ruslar, hızla bunların peşinden
ilerlerken, daha önce kanyona girmiş bulunan Ta-raseviç'in birliği de, geçit
boyunca ilerleyerek önlerindeki kayalıklara tırmandı ve Eski Ahulgoh'un
muhafızlarına farkettirmeden kalenin hi¬zasına kadar çıktı. Bu tehlikeyle
kendilerine gelen Dağlılar, köprüyü tutmuş bulunan Rusları ateşe tuttular. Fakat
artık çok geçti. Ruslar, hızla yukarıdan akarak Eski Ahulgoh'a ulaştılar ve
burasını da ele ge¬çirdiler. Eğer köprü zamanında tahrip edilmiş olsaydı bu k4sım
bir süre daha dayanabilirdi. Fakat çok uzun değil.
İki gün boyunca süren bu savaşlar sırasında Ruslar, 6'sı subay 150 ölü ve 15'i
subay 494 yaralı vermişlerdi. Ahulgoh sonunda alın¬mıştı. Fakat savaş, bir hafta
daha sürdü. Ve Kafkas savaşlarında sık¬lıkla rastlanan katliamlar, burada da bütün
şiddetiyle uygulandı. "Her taş ev, her mağara silah zoruyla alınmak zorundaydı.
Dağlılar, artık tamamen yenilmiş olmalarına rağmen teslim olmayı reddediyorlardı
Kadın ve çocukları da dahil oldukları halde, kendilerini ellerindeki kinjalleriyle
savunuyorlar; bazen de taşlar; kullanıyorlar ve bir kısmı süngülerimizin ucuna
atılırken diğer bir kısmı da, kendilerini uçurum¬lardan aşağt bırakıyorlardı. Bu
korkunç ve amansız mücadelenin her sahnesini tahayyül etmek, gerçekten çok güçtü.
Analar, çocuklarının Rusların ellerine geçmemeleri için onları kendi elleriyle
öldürüyorlar ve tüm aileler, evlerdeki yıkıntılar altında can veriyorlardı.
Yaraların¬dan dolayı halsiz düşmüş bazı Müridler de, canlarını pahalıya
satı¬yorlardı. Teslim olmak İster gibi silahlarını vermeye niyetleniyorlar ve
yanlarına yaklaşanları, anîden atılarak Öldürüyorlardı. Taraseviç de bu şekilde
öldürüldü. Koysu üzerinde asılı gibi duran kayalardan ve oyuklardan Dağlıları
çıkarabilmek İçin olağanüstü çabalar sarfedildi. Askerlerin, iplerle buralara
sarkıtılmaları gerekiyordu. Fakat bu iş, hiç de kolay değildi. Çünkü ortalık,
ölülerin çıkardığı kokular nedeniyle dayanılmaz bir haldeydi. İki Ahulgoh'u
birleştiren boğazda, adamla¬rın her saat başı değiştirilmeleri gerekiyordu. Burada
1.000 civarında, ceset sayılmıştır. Çoğu da ırmak tarafından sürüklenerek
götürüldü. Çoğunluğu, kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 900 kadar esir alındı.
Bunlar bile, aldıkları yaralara ve yorgunluktan bitap bir hale düşme¬lerine rağmen
en umulmadık umutsuz girişimlerde bulunmaktan ka¬çınmadılar. Bazıları, tüm
güçlerini toplayarak askerlerimizin üstlerine atılarak süngülerini kapıyorlar ve
onîarla bize saldırarak zillrt içinde yaşamaktan ise hür olarak ölmeyi
yeğliyorlardı.'2' Bu tür patlamalar, bazı Müridlerin gösterdiği metin, sabırlı
kahramanlıklarla bir tezat teşkil etmekteydi. Ağlayıp haykıran çocuklarla hasta ve
yaralıların fi¬ziksel acıları, bu korkunç sahneyi tamamlıyordu." (Milioutine,
s.118-119) Ağustos 29'a kadar Ahulgoh'ta tek bir Dağlı bile kalma¬mıştı.
Kuşatma, 80 gün sürmüş ve Ruslara; 25'i subay 487 ölü, 91'i subay 1631 yaralı ve
33'ü subay 661 hafif yaralı olmak üzere toplam 3.000 civarında kayba malolmuştu.
Hastalıklardan dolayı uğranılan
Yukarıdaki sahneler, 2.000 yıl önce Xenophon tarafından "Anabasis" adlı ese¬rinde
açıklanan sahnelere tıpatıp uymaktadır: "Şimdi gözleri önünde korkunç bir sahne
açıldı. Kadınlar çocukları uçurumlardan fırlatıyor ve kendileri de atlar¬ken
erkekleri de onları İzliyorlardı." (Kitap 4, bol.7)
324
kayıplar, bu rakamların dışındadır. Kuşatma bitmiş, bu korkunç dra¬ma, oynanarak
perde indirilmiti. Fakat baş oyuncu neredeydi? laleyi-çilerin sonsuz şaşkınlıkları
arasında kapanış sahnesine katılmayan Şamil neredeydi? Rusların, büyük bir gayret
ve ateşlilikle, baş düş¬manları Şamil't nasıl aradıkları tahmin edilebilir! Her
delik, her mağa¬ra defalarca didik didik edildi; her ceset yeniden gözden
geçirildi. Fa¬kat ölü veya diri, hiç bir yerde bulunamadı. Sağ kalanlardan da, O'
nun yokoluşunu aydınlatacak hiç bir bilgi ahnamıyordu. Acaba kız-kardeşi Fatıma ve
daha bir çokları gibi kendisini, uçurumlardan aşa¬ğıya Koysu'ya mı atmıştı? Yoksa,
imkânsız olanı gerçekleştirip 7 yıl önce Gimri'de olduğu gibi mucizevî bir şekilde
yeniden kurtulmayı başarmış mıydı? Gerçek, ancak günler sonra öğrenilebildi ve o
za¬man bile olanlara zorlukla inanılabildi!
Anlaşıldığı kadarıyla; herşeyin bittiğini anlayan Şamil, 21 Ağus¬tos akşamı,
yanında bir karısı {diğeri kuşatma sırasında hayatını yitir¬mişti) ve bir kaç sadık
müridi olduğu halele Koysu'ya asılı gibi duran inlerden birine sığındı. Ertesi gece
küçük grup, ırmağın kıyısına indi. Hemen orada, kütüklerden bir sal yaptılar ve
içine kuklalar yerleşti¬rildi. Sonra, Rusların dikkatini çekmek amacıyla bu salı.
ırmaktan aşa¬ğı yolladılar. Hile başarılı oldu. Yükü olmayan sal, kısa zamanda
far-? kedilcli ve bir çok kurşunlara hedef oldu. Bu arada mülteciler, büyük bir
ihtiyatla ırmak kıyısı boyunca ilerlemeye başladılar. Sonunda bir çukura rastgelen
grup, buradan tekrar iç tarafa döndü. Fakat bir dev¬riye grubuyla karşılaştılar ve
yapılan çarpışma sırasında Şamil ile ana¬sının sırtına bağlı bulunan küçük oğlu
yaralandılar. Ancak devriye kumandanı olan teğmen de öldürüldüğünden Ruslar
kaçtılar. Bun¬dan yararlanan ümitsizlik içindeki küçük grup, büyük bir gayret
için¬de önîerinde bulunan vadinin üst tarafına tırmanmaya başladı. Vadi¬nin üst
tarafına ulaştıktan sonra bu insanların, nasıl bir çabayla önle¬rindeki geçide
tırmanarak dağın diğer tarafına sürünerek indikleri ve bir kere daha ırmağın
kıyısına ulaştıkları gözönüne getirilebilir. Yeni¬den ırmağın kıyısına ulaştıklan
nokta, izledikleri Andi Koysu'nun Avar Koysu ile birleştikleri noktanın biraz
yukarısında; Aşilta köprüsüne yakın bir yerdeydi. Burada, çıplak kum taşları,
kıyının her iki tarafında da kalın dilimler halinde yükselirler ve sadece köpüklü
sularla karşı¬laşarak dövülürler. Dağlılar, hemen bu taşların üstüne bir kalas yer'
325
[eştirerek karşı kıyıya ulaştılar ve önlerinde yükselmekte bulunan dağlan
tırmanmaya başladılar. Henüz fazla uzaklaşmamalardı ki, oraya köprüyü beklemek için
Oullu Bek tarafından gönderilmiş bulu¬nan bir grup Gimrili tarafından görüldüler.
Gimrililer, bir çok yönden Şamil ve arkadaşlarının üzerine ateş ettiler. Fakat
mesafe uzak oldu¬ğundan bir sonuç alamadılar. Onların kim olduklarını anlayan
Şamil, sadakatsiz köylülerine yumruğunu sallayarak acı ve öfke içinde hay¬kırdı:
"Sizinle yine karşılaşacağız Gimrililer!" Ve arkadaşlarını izleyerek yukarıdaki
kayalar arasından gözden yitti.
Ruslar, bir kere daha tam bir zafer kazandıklarını ve Şamii'in et¬kisini ortadan
kaldırdıklarını düşündüler; St. Petersburg'daki yönetici¬ler de, kendi kendilerini
kutladılar. Ne var ki Ruslar, yeniden çok acı bir şekilde aldanıyorlardı. Yenilen,
yaralanan ve tek bir takipçisi kal¬mayan bu Dağlı Lider'in, bundan sonraki hayatı,
ölüm gelip kendisi¬ni buluncaya ve acılarına bir son verinceye kadar başına ödül
konan bir kanun kaçağı gibi oradan oraya sürünerek geçecek gibi görünü¬yordu. Fakat
henüz bu olayın üzerinden bir yıl bile geçmeden Şamil, yeniden silahlı bir şekilde
ayaklanmış-olan bir halkın lideri okıyor ve üç yıl geçmeden de bu eski düşmanlarına
kanlı bir yenilgi tattırmış bulunuyordu. Daha da ötesi; Kuzey Dağıstan Şamil
tarafından yeni¬den fethedilmiş; yöredeki her Rus birliği tamamen imha edilmiş veya
muhasara altına alınmış ve Müridizm, bütün dağîık ve ormanlık böl¬geyle Samur'dan
Terek'e; Vladikavkaz'dan Hazar kıyılarına kadar hakim olmuş bulunuyordu.
Kafkasya'daki mücadele, henüz bitmiş değildi!
Kuzey Dağıstan'daki bu savaşların tersine; Golovin'in bizzat ku¬manda ettiği Samur
seferi, çok az savaşlarve kayıplar karşılığında ol¬dukça başarılı ve uzun vadeli
sonuçlar vermiştir. Bütün Samur bölge¬si işgal edilerek bir "kaleler zinciri"
kuruldu ve bunlara Ahti'deki kuv¬vetli savunma istihkâmları da eklendi. Samur
ırmağının üst tarafından ana dağ silsilesini aşacak bir yolun yapımına girişildi.
Böylece Dağıs¬tan ite Gürcistan arasındaki ulaşım, 300 krn kadar kısaltılmış
olacak¬tı. Bütün Samur kabileleri, Ahti'de kurulan ve Rus kumandanının ne¬dreti
altında bulunan bir yerli kurula bağlandılar. Bu iş yapılırken ye¬rel âdet ve
gelenek göreneklere özen gösterildi. İşte alınan bu akıllı askerî ve idari
tedbirler sayesinde bu verimli ve zengin vadinin halkı
V
326
327

Ruslarla barış içinde kaldı. Daha sonraları Şamil, Ahti kalesini kuşatt ğt zaman
bölgede Ruslar aleyhine bir takım kıpırdanmalar olmasına rağmen, bu seferden sonra
Samur halkı, Ruslara çok az sorun çıkar¬mışlar ve bir çok defa da savaşa giden Rus
ordularının üsleri görevini yürütmüşlerdir.
BOLUM 22
1840- 1842
Çeçenİstan'ın pasivize ecli'mesî-PuHo'nun yonetimi-Yine Şamil-İngihere ve Mısır-
Şamil'in hızla güç kazanmasr-Sert-liği-Ahverd'tl MuhammecUŞamİl Dağıstan'da-Hacı
Mtı-rad-Rusların 1841 yılı savaş planlart-Bakünin'in ölliınü-Grabe ve Colovİn
arasındaki çeki^rvıeîer-feze'nin Kiui»e-nav'clan kumandayı alması ve tekrar ona
bıraktrutsı-Grabe' nin Dargo seferi-Felaketler-Gfûbe geri çağrılıyor-Golovİn'in
yerini Neidhart alıyor».
Kont Grabe, elde ettiği bu kısa süreli başarıdan o denli tatmin olmuştu ki,
Şamil'in kurtulmuş olmasına fazla önem vermedi. Ger¬çekten o sırada Şamil'in başına
konan ücret 300 Ruble icli.<1* Fakat
(1) Daha Kasım'ın soniarına doğru, Şamil'in değeri, Rusların gözünde on misti art-
mışlr. "Bu problemli adamın bize verdirdiği zararlar, O'na krrşı alınacak her türlü
tedbiri haklı çıkaracaktır. Dağlılar arasında, bu barış bozucusunun kafasını bize
getirebilecek bir çok yiğit İnsanlar vardır. Bu iş için çok az btı para
yeterli¬dir. Bu yüzden; senin bu işi başaracağına inandığın sadık ve cesur
Dağlılara gizlice, Şamil'in kafası için 3.000 Ruble teklif etmeni istiyorum!" Rus
başku¬mandanı Colovin'den Albay Pullo'ya, 17 Kasım 1638. (AkV, c.9, s.321)
328
329

Kafkasya'dakİ gelişmeleri yakından izleyen ve birçok konuda kendi bakan ve


kumandanlarının bir kısmından çok daha uzak görüşlü olan Nikola, bir takım
şüphelere kapılmıştı. Grabe'nin gönderdiği Ahul-goh'un alınmasıyla ilgili raporun
kenarına kendi el yazısıyla şöyle yazdı: "Çok iyi! Ama ne yazık ki Şamil kurtulmuş
bulunuyor. Şüphe¬siz gücünün ve etkisinin büyük bir kısmını kaybetmiş olmasına
rağ¬men O'nun yine de bir takım şeyler hazırlamasından korkuyorum. Gelecekte neler
olacağını göreceğiz." (K.S, c.9, s.91)
Bu sıralar; 1839-1840 yılının kış ayları boyunca Çeçenİstan'da hüküm süren durum,
Grabe'nin bile iyimserliklerini haklı çıkaracak bîr şekilde seyretmişti. Grabe'nin
emirleriyle harekete geçen General Pullo, Aralık ve Ocak aylarında birer kere Küçük
Çeçenistan'ın büyük bir bölümü üzerine hiç bir direnmeyle karşılaşmadan yürüdü.
Kaf¬kasya'nın diğer taraflarında cereyan eden olayların tersine Çeçenler, bir anda
boyun eğmiş gibi görünüyorlardı. Hiç bir itirazda bulunma¬dan Rus kumandanının
isteklerini kabul ettiler; ellerindeki bir kısım kanun kaçaklarını, Rus esir ve
askerî kaçaklarının bir kısmını Ruslara iade ettiler ve önemli miktardaki tüfeği de
teslim ederek Rusların ta¬yin ettikleri yöneticilerin idaresini de kabullendiler.
Grabe, kendisini çok beğenmiş bir eda İçinde bu değişiklikleri, kendisinin
Ahuigoh'da kazandığı başarıya bağlayarak hem Goiovin'e hem de St. Peters-burg'a,
artık Dağıstan'da kesinlikle barışın sağlandığını yazdı. "Şamil' i ele geçirememiş
olmamıza rağmen O'nun izleyicilerinin yakalana¬rak öldürülmesi ve kendisinin de
kaçışı ile Dağlılara verilen bu son ders, O'nun bütün etkisini ortadan kaldırarak
O'nu öylesine bir güç duruma düşürdü ki, şu anda O, dağlarda tek başına dolaşarak
kendi başının derdine düşmüş birisidir. Mürid hareketi, onun bütün üyele¬riyle
birlikte sona ermiş bulunmaktadır," Grabe, 1840 yılının sefer planlarıyla ilgili
olarak da şunları yazmıştır: "Şu sıralar Dağıstan ve Çeçenistan'a yürüyen
kuvvetlerimiz pek bir direnmeyle karşılaşma¬yacak ve İçkeri'de bir kale kurmamız
için savaşmamız gerekmeye¬cektir. Çeçenİstan'da herhangi bir isyan veya savaş
ihtimali bulun¬mamaktadır." (K.S. c.10, s.270) Bu sırada sadece iki kalenin
yapılma¬sına karar verilmişti. Bunlardan biri İçkeri'de, diğeri de Gerze! avul'da
olacaktı. Grabe, bunlara Datça Barzoy'da, Argun ırmağının en alçak geçidinin
girişinde üçüncü bir kalenin eklenmesini istedi. Böylece,
Yelyaminof un üçüncü paraleli olan ileri Çeçen Hattı başlatılmış ola¬caktı. Fakat
bütün bu projelerden sadece bir tanesi gerçekleştirilebil¬di. Gerzel Avul'da
kurulması planlanan kalenin yapımı tamamlana¬bildi. Çünkü henüz bir ay geçmeden
bütün Çeçenistan, elde silah ayaklanmış bulunuyordu. Ruslar, Şamil'in eline
gerçekten O'nun da, tasavvur edemeyeceği büyük bir koz verdiler. Pullo gerçekten
cesur ve başarılı bir subaydı. Fakat General Galayev ve Grabe'nin bizzat
belirttikleri gibi, aynı zamanda çok zâlim birisiydi. (K.S. c.10, s.272) Bu tanımın
Kafkasya'da ne mânalar taşıdığı çok iyi tahmin edilebilir. Daha da ötesi Pullo,
zalim olduğu kadar da vicdansız bir adamdı. Çeçenler, ondan korkarken aynı zamanda
müthiş bir şekilde nefret ettiler. Halkın yönetimi için yeterli derecede bu dili
konuşabilen Rus¬ları bulmakta güçlük çeken Pullo, Çeçen hainlerini bu görevlere
ata¬dı. Bu insanlar da, kendi astlarına ve emirleri altındaki halka korkunç bir
zalimlik ve adaletsizlikle muamele ettiler. Çok kısa bir zaman sonra bütün
Çeçenlerin sabırları taşınış bulunuyordu. Memnuniyet¬sizlikler hızla artarak
yayılırken bu sırada çıkan bir söylenti, olayları daha da hızlandırdı. Bu idare
altında daha çok ezilen kimselerin mi, yoksa kendi sonlarını hazırlamak için bu
yerel yöneticilerinin mi çı¬kardıkları pek bilinmeyen bu söylentiye göre, Çeçenler,
silahlarından arındırılarak Rus köylüleri haline getirilecek ve mecburî askerlik
hiz¬metine tabiî tutulacaklardı. Bu ortam içinde, bütün ülkenin ateşler içinde
kalması için tek bir kıvılcım yeterliydi. İnsanlar, eylem için ha¬zır bir hale
gelmişlerdi. Şimdi, sadece bir lidere ihtiyaçları vardı ve o lider de,
yanıbaşlarındaydı: Şamİl!(2)
Şamil'in Ahulgoh'tan ayrılmasından sonra 6 ay geçmiş ve bu zaman içinde, Muhacir
İmam'ın geleceğinde pek çok değişiklikler ol¬muştu. Kendisi gibi Avar ve gerçekten
büyük Mürid liderlerinden olan Sâdık Naipleri; Şuyib Molla veCevat Han tarafından
gönülden karşılanan İmam, Küçük Çeçenistan'ın küçük bir bölgesine yerleştik¬ten
sonra ünü ve etkisi, büyük bir hızla yayılmaya başladı. Akıllılığı ve mübarekliği o
kadar çok ünlenmişti ki, her taraftan akın akın gelen
(2) Kafkasyalılar için silahlarından arındırılmak onur kırıcı bir olaydı.
Ruslar tarafın¬dan sık sık uygulanmasına kalkışılan bu tedbir, bir çok kanlar
dökülmesine rağ¬men daima başarısızlıkla sonuçlandı.
..'" '?
,«*?
330
331

delegeler, O'na itaatlerini bildirerek kendilerine Önderlik etmelerini


istiyorlardı. Dağıstan'dan Ahverdil Muhammed'i çağıran Şamil, ken¬disine kayıtsız
şartsız itaat edilmesi koşuluyla Küçük Çeçenistan'm yönetimini kabul etti ve köyden
köye at sürerek Şeriat'ı anlatıp yay¬maya başladı. Böylece 1840 yılının Mart ayına
doğru bütün Çeçenis--tan,, Ruslara karşı ayaklanmış ve Pullo, bu gelişmelerden
kork¬maya başlamıştı bile. Crozny'clen fazla uzak olmayan bir yerde, Sun-ja ırmağı
kenarında Şamil'in birlikleriyle Ruslar arasında ilk çatışmalar çıkmaya başlamıştı.
Gerçi Çeçenler püskürtülmüştü, fakat artık kalıp dökülmüş bulunuyordu. Bir veya iki
aylık Rus idaresi, onları canların¬dan bezdirerek sabırlarının sınırlarını
zorlamıştı. Bu sırada, Rusların Kara Deniz kıyılarında/-5* buradaki Çerkeslerin
elinden tattıkları müt¬hiş yenilgilerin verdiği coşkunluk ve yabancı güçlerin
Ruslara karşı müdahalede bulunacağı söylentilerinin de verdiği- umutlarla
Çeçen¬ler, bir kere daha silahlarını kınlarından çektiler. 1840 yılının sonuna
kadar büyük bir şiddetle devam ec\e\~i bu çarpışmalar, savaşın başîa-dığı ilk
safhalarda ki kanlılığı çok daha gerilerde bırakarak hareket, bütün Çeçenistan ve
Dağıstan'ın büyük bir bölümünü etkisi altına alarak yayılmaya devam etmiştir.
Bu sıralarda Kara Deniz kıyılarındaki Çerkeş ktihilderi arasında bir takım
çalışmalarda bulunan David Urquart'in adamları olein Bell ve Longworth'in orada
bulunmaları, Ruslar için bir diken gibi rahat¬sızlık vericiydi. Bu İngilizler (Daha
doğrusu İskoç (Çev.)), devamlı olarak ingiltere'nin olaylara müdahale edeceğini
vaat ediyor ve Çer-keslere cephane yardımında bulunarak onları Ruslara karşı olan
sa-
(3) Bu sırada Kara Deniz kıyılannda kurulmuş bulunan ve Çetkeşlerin dış dünyayla
olan ilişkilerini kesen kaleler, bölgede yaşayan Adigeler tarantıdan ele
geçiril¬miş ve garnizonları da İmha edilmişti. Şubat 7'de Lazaref kalesi, Şubat
29'da Veiyamİnof kalesi, Mart 23'de Mihail kalesi ve Nisan 2'de de Nikola kaleferi
ele geçirilmişti. Fakat 2f> Mayıs'ta saldırılan Abın kalesi, direnmeyi başarmış ve
bundan sonra da Çerkeş kuvvetleri yurttaşlarına dağılmıştır. Bu savaşlar sıra¬sında
Mihail kalesi garnizonu, yenilgi halinde kalenin barut deposunun havaya
uçurulmasını kararlaştırmıştı. Gerçekten de bu karar uygulamaya konmuştur. Bu işi
yapan Yusupov'un adı, mensup bulunduğu Tenghin alayında hâla birinci sırada
okunmaktadır, ne zaman yoklamada çağrılsa hep birden şu cevap veri¬lir: "O,
Mihailovski'de Rus ordularının zaferi için öldü!" [Bazı kaynaklarda, deponun kazara
havaya uçtuğu söylenmektedir. (Ç.N,)3
vaşlarında cesaretlendiriyorlardı/4* Çerkeslerin, Ruslara karşı kazan¬dıkları bu
başarılarında İngilizlerin etkisi vardır. Fakat bu bahtsız in¬sanların uzun vadede
İngiltere'den bir beklentileri olamazdı. Gelişen bazı olaylar sonucunda Büyük
Britanya, Rusya'nın işine engel ol¬maktan ziyade dolaylı olarak ona yardımda
bulunmuştur. Rusya'yı belki de bir felaketten kurtaran bu davranışın önemi, bir kaç
kalenin ele geçirilmesinden elbette ki çok daha önemliydi. Ve bu, durumu fazlasıyla
dengelemiştir.
M.Berge'den 1839 yılından bir aktarma yapalım: "Bu sırada Transkafkasya, Türkiye
Asyast'ndan (Anadolu) gelecek bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştı. Bu sırada
Mısır Paşası bulunan Kavalah Meh-med Ali Paşa'ntn Anadolu'ya gönderdiği oğlu
ibrahim Paşa'ntn Öncü birlikleri, Torostarı aşarak Urfa ve Diyarbakır'ı işgal etmiş
bükmüyor¬lardı. Bu kuvvetlerin kuzeye devam ederek Kafkasya'ya yürümeleri halinde
bura halkt, Ruslara karşı ayaklanmaya hazır bir durumdaydı. İbrahim Paşa'ntn
Dağıstan'ın önemli kişilerine yolladığı ferman, bü¬tün Müslüman eyaletlerimizde
elden ele dolaşıyordu, fermanda şöy¬le deniliyordu: 'Allah'ın tüm rahmeti üzerinize
olsun! Şimdiye kadar Yedi Düvel'e karşt savaştım. İngilizler, Fransızlar,
Yunanlılar, Alman¬lar ve daha bir çoklarıyla Sultan, tamamen bana baş eğmiş
bulunu¬yor.) ar. Binâenaleyh, şimdi de silahlarımı Ruslara çeviriyorum. Sami!
Efendi'yi Şahınız tayin ederek O'na iki mühür gönderiyor ve hepini¬zin, emirlerimi
yerine getirmek konusunda O'nunla işbirliği yaparak
(4) Bu kişiler, İngilizlerle Rusların aralarının o sırada iyi olmadıklarını belirt
meler ine rağmen kesinlikle bir yardım vaadinde bulunmamışlar, fakai bunun mümkün
olduğunu söyleyerek Adigelei i cesaretlendirmişlerdir. Çaresiz durumda olan ve
herşeyden bir şeyler uman Adigelerin, onların şahsında İngiliz hükümetinin resmî
kararlarını beklemeleri, elbetteki normaldir. Silah yardımına gelince; iki kişinin
yanlarında getirebildikleri bir miktar barutun, böylesine uzun süreli bir savaşta
ne hükmü olabilir ki?
Adigelerin bu başarılarının da İngilizlerle bir ilgisi yoktur. Bütün bu İngilizler
Kafkasya'dan ayrıldıktan sonra Adigeler, Ruslara bir ültimatom vererek
çekil¬melerini istemişler, teklifleri reddedilirce de kalelere yalın kılıç
saldırmışlardır. Bu savaşların kısa bir özeti, Adigelerin önde gelenlerinden Hasan
Bey tarafın¬dan İngiltere'deki Bell'e yazılmıştır. Yani bu sırada Kafkasya'da tek
bir ingiliz yoktu ve olayların gelişiminde de bir etkileri olmamıştır. (Ç.N.) Fazla
bilgi için bkz. "Journal of Residence in Circassia" james Bell.
332
333

bana itaat etmenizi emrediyorum. Aynı zamanda, kuvvetlerimin bir bölümüyle


yardımınıza koşmaya söz veriyorum. Emirlerime uyma¬yanların kelleleri, kafirlerinki
gibi kesilecektir." Bildiri Mehmet ve İb¬rahim'in mühürlenyle mühürlenmişti.
"Bizim için büyük bir şans eseri olarak," diye ekliyor Berge, in. gilizlerin Suriye
kıyılarında Mısır ordusuna karşı elde enikleri başarı¬lar ve Mehmet'in tahttan
İndirilmesi, bizi bekleyen büyük tehlikeyi savuşturmuştur." (Akti, c.9, Giriş, s.6
ve s.252)
İlk şöhretini, Dağıstan'ın yalçın ve çıplak dağlarında kazanmış olan Şamil, orman
savaşlarının da dâhi bir üstadı olduğunu çok geç¬meden ispatladı. Zaten Rusların,
orman savakları konusunda daha Önce de birtakım acı tecrübeleri olmuştu. Çar'ın
disiplinli askerleriyle bir meydan savaşına tutuşmaktan devamlı olarak kaçınan
Şamil, ina¬nılmaz bir hızla oradan oraya koşuyor; Kazak yerleşim bölgeleriyle
Ruslarla barış içinde yaşayan Çeçen köylerini basıyor ve kendisine katılmakta
tereddüt edenleri sert bir şekilde cezalandırıyordu. Kendi¬si, 130-140 km'lik
mesafeleri 24 saat içinde aşarak en uzak bölgeleri tehdit ederken Naipleri de, aynı
taktikleri uygulayarak doğu Dağıstan sınırlarından batıdaki Vladikavkaz'a kadar
sokulup düşmanı her an tetikte kalmaya zorluyorlar ve uyguladıkları savaş
taktikleriyle Rusla¬rın korkunç bir şekilde yıpranmasını sağlıyorlardı. Grabe,
Önceleri, tahminlerinin bu kadar kısa zaman içinde böylesine korkunç bir şe¬kilde
ters çıkmasına inanmak İstemedi. Kendisi, olaylardan uzak ka¬larak Stavropol'a
gitti ve bu işlerle uğraşmayı, kendi zalimliği ve ap¬tallığı yüzünden büyük ölçüde
bu olayların çıkmasına sebep olan Pullo'ya bıraktı. Daha sonra, kendisi,
Pyatigorsk'a giderken General Galayav'i de Pullo'nun yerine gönderdi. Fakat çok
geçmeden, doğu kanadındaki kuvvetlerin tümü savaşa tutuşmuş bulunuyordu ve Gra-
be'nin bizzat savaş alanına gelerek kumandayı alması gerekmişti. (Akti, c.9, s.258)
İşte bu savaşlar sırasında Sol Kanat'ın batı kısmındaki geniş böl¬gelerde yaptığı
akınlarla üne kavuşan Ahverdil Muhammed, bir parti¬zan lideri olarak bütün
Müridlerin önünde bir sıraya yükselmişti. Ah¬verdil, hareketlerinde o kadar
cüretliydi ki, bir sefer sırasında Moz-dok'a kadar sokularak oraya saldırmayı bile-
denedi. Burada püskür¬tülen Muhammed, Mozdok'ta ele geçirdiği güzel bir Ermeni kızı
olan
Şuanet'i Şamil'e getirdi. Müridler, Ruslarla meydan savaşına tutuş¬tukları zamanlar
avantaj, daima disiplinli Rus askerlerinin tarafında oluyordu. Özellikle Terek'in
bir kolu olan Valerik*5* ırmağı kıyısında yapılan bir savaş önemlidir. O sırada
orduda bulunan şair Lermon-tov, aynı adı verdiği şiiriyle 11 Temmuz 1840 yılında
yapılan bu çar¬pışmayı çağımıza ulaştırmıştır.^
Fakat bu yıl sona erdiğinde net sonuçlar Ş ımil'in lehindeydi. Bunlar, O'nun
gelecekteki muhteşem zaferlerin' hazırlıyorlardı. Yine de Haziran ayı içinde
meydana gelen ve kendisinin sertliğinin sebep olduğu bir olay, az daha O'nun
hayatını kaybetmesine yol açıyordu. Nazran'dan çok fazla uzak olmayan bir İnguş koy
halkı, Müridizm'i kabullenmekte tereddüt ediyorlardı. Köylülerden birisinin esir
olarak tuttuğu iki Çeçen'in geri verilmesi istendi. Adı Gubiş olan İnguş, bu
esirleri vermeyi reddedince Şamil, saldırı emrini verdi ve Gubiş yaka¬lanarak sağ
gözü çıkarıldı. Böylesine acı bir uygulamaya maruz kalan İnguş, gece hapsedildiği
yerden kurtularak uyuyan muhafızın kinjalı-nı kaparak Şamıl'İn odasına daldı ve
Müridler yetişinceye kadar ken¬disiyle mücadele eden Şamrl'i üç yerden bıçakUıJı.
Gubiş'i korumaya çalışan iki kardeşi ele öldürüldü.
1840 yılının başlarında, Çeçenistan'tİaki başarılarıyla yetinme¬yen İmam, dikkatini
Dağıstan'a da çevirerek operasyonlarını oralara kadar yaygınlaştırdı. Sancağı
altına binlerce ksşi topUndı. Ruslar, bu¬rada çok kötü bir duruma düşmelerine
rağmen Klugenav ve ünlü astları; Passek, Yevdokirrvov ve Belgrad sayesinde
durumlarını koru¬mayı başardılar. 10 Temmuz'da Şamil ve bu eski düşmanı, Iskattı
ci¬varında bir kez daha boy ölçüştüler. Tam zamanında Şura'dan takvi¬ye kuvvetleri
alan Klugenav, kendisini saran üstün kuvvetlerin ara-
(5) Vaterik, Çeçen dilinde "ölüm Irmağı" anlamına gelmektedir. (Ç.N.)
(6) Bu savaşlarda göze çarpanlardan birisi de, daha sonarları general olacak olan
Albay freitag'dır. Onun Kafkas savaşlarmdatd başarılı hizmetleri, Freitag'ı Kaf¬
kas savaşlarında göze çarpan bir kişilik haline getirmiştir. Lermontov'un da, bu
savaş sırasında yaptığı hizmetlerden dolayı adı raporla; d.) geçmiştir. (K.S. c.x,
s.305) .
334
335

sından bir yol açarak kurtulmayı başardı.*7* Şamil, bütün Kuzey Da ğıstan ve Şura
O'nun merhametine kaldığı halde, bilinmeyen bir se¬beple Suİak'ın gerisine çekildi.
(Akti, c.9, s.340) Klugenav, 14 Eylül'de adamlarını 2.000 m'lik dik uçurumlu
yollardan geçirerek Birinci ve Üçüncü İmamların doğum yeri olan Gİmri'yi hücumla
aldı. Bu Şamil için ağır bir darbe olmuştu. İmam'ın prestiji sarsılır gibi oldu ve
Müri-dizm'in Dağıstan'da yayılması, bir süre yavaşladı. Fakat Kasım ayında
Avaristan'da meydana gelen bir olay, sonuçları itibarıyla Şamil'e bü¬yük bir güç
kazandırarak O'nun kaybettiklerinin yanında çok daha değerli bir kazanç olmuş ve
olaytan, Şamil'in lehine dengelemiştir.
1834 yılında, öldürülen Avar Hanlarının intikamını almak ama¬cıyla İmam Hamzat'ı
öldüren Hacı Murad, o zamandan beri Ruslara olan sadâkatini sürdürmüş ve onların
üniformalarını bile giymişti. İşte Hacı Murad'ın bu etkisi yüzünden Şamil'in
yaptığı Cihad çağrıları, Hunzah civarında soğuk bir şekilde karşılanmıştı. Klugenav
da, böy¬lesine bir hizmetin değerinin farkındaydı. Ne var ki, bu sırada Avaris-
tan'ın yönetimine getirilen Mektule Hanı Ahmet Han ile Hacı Muracl arasında ölümcül
bir kan davası vardı. Sonunda Ahmet Han, rakibine hayatî bir darbe vurmanın
zamanının geldiğini düşünerek Hacı Mu¬rad'ın gizlice Şamil ile ilişkide bulunduğunu
söyleyerek O'nu Rus ku¬mandanına tutuklattı. Bu sırada Hunzah'ta kumandayı elinde
bulun¬duran Lazaref ten de, büyük bir ihtimalle yine Ahmet Han'ın etkisiy¬le,
benzer şekilde haberler alan Klugenav, bu gelişmelerden büyük bir rahatsızlık duydu
ve hangi tarafa inanacağını bilemediğinden Ha¬cı Murad'ın askerî koruma altında
Şura'ya gönderilmesini ve yolda kaçmaya kalkışacak olursa vurulmasını emretti Bu
emir üzerine, 10 gündür bir topa zincirlenmiş olarak Hunzah'ta tutuklu bulunan Hacı
Murad, 10 Kasım günü, 1 subay ve Apşeron alayından 45 kişniin ne-
(7) Bu savaşlar sırasında Klugenav, bir ara tamamen umutsuz bir duruma düşmüş¬tü.
Şura'da kumandada bırakılan Simborsky'e yazdığı notta şöyle diyordu: "Çok acil!
Subaylarımın ve adamlarının büyük kısmını kaybetmiş bulnuuyorum. Bin¬başı
Vol'msky'i hemen üç bölük asker ve bir topla yola çıkararak vakit geçirme¬den
işkariti yolunda benimle buluşmasını söylemenizi rica ediyorum. Özellikle subaylar
gönderiniz. 10 Temmuz, saat 7, öğleden sonra." (Akti, c.9, s.338) Şöylece sakatlar
ve bir kısım acemiler dışında bütün kuvvetler yardıma gitti¬ler.
zareti altında yola çıkarıldı. Bu mevsimde dağlarda karlar çok derin olur. Kar
yüzünden ana yolun kapanmış olduğunu haber alan kafile, daha dolambaçıı bir yol
İzlemeye başladı. Fam Bustro köyünün ya¬lçınlarından geçerken yol o kadar
daralıyordu ki, Hacı Murad ve ya¬nındakiler, tek sıra halinde yolu geçmek zorunda
kaldılar. Yolun bir tarafında da korkunç bir uçurum uzanıyordu. Hacı Murad'ın
önünde ve arkasında bulunan 20'şer asker, O'nun kaçmasını olanaksızlaştı-rırken
daha da emin olmak isteyen Ruslar, Murad'ın beline bir ip bağlayarak uçlarını
önündeki ve arkasındaki askerlere tutturdular. Yolun en darlaştığı yerde aniden
duran Hacı Murad, İpin iki ucunu yakalayarak askerlerin elinden çekip aldı ve
kendisini kaldırdığı gibi uçurumdan aşağı fırlattı. Eğer başka bir mevsimde
olsaydı, bu atlayış sonunda herhangi bir kimsenin sağ kalması imkânsız olurdu.
Fakat Hacı Murad, atlarken, yağan kar'ı da hesap etmiş ve bunda da pek
yanılmamıştı. Bir ayağı kırılarak yaralanmasına rağmen yakınlardaki bir koyun
çiftliğine sürünmeyi başardı; ondan sonra da Doğu Dağıs¬tan'ın Kamçısı ve Şamil'in
en cesur ve başarılı Naibi oldu.
Bununla birlikte, ovalık bölgelerde yaşayan bahtsız Çeçenlerin şimdiye kadar
görülmemiş bir şekilde hırpalandıkları bu dokuz aylık savaşlarda iki taraf da,
güçlerinin sınırlarına gelmişti. Şamil, hareketli birliklerini dağıtırken Ruslar
da, kışlık karargahlarına çekildiler. Yine de çarpışmaların zaman zaman sürmesine
rağmen, yılın geri kalan kısmı, sessiz bir şekilde kapandı. Fakat bu yılın
savaşlarının sonuçları tartışılamazdı. Ruslar, bir çok çarpışmalarda galip
gelmelerine rağ¬men genelde savaşı yitirmişlerdi. Henüz 12 ay önce Çeçenistan'a
pe¬şinde sadece 7 kişi olduğu halde girmiş bulunan Şamil, şimdi, demir gibi sağlam
idaresini Dağıstan sınırlarından Vladikavkaz sınırlarına kadar yaymış ve silahlı
bir halkın başına geçmişti.
Colovin'in Çar tarafından tasdik edilen 1841 yılı planları, Sulak kıyısında önemli
bir avul olan İçkerİ'de bir kale kurulmasını da içeri¬yordu. Ayrıca bura halkının
da ihanetlerinden (!) dolayı cezalandırıl¬maları^ da isteniyordu. Sonra, Şura'nın
savunması güçlendirilecek,
(8) İçkeri'nin bu talihsiz insanlaıı, diğer sınır bölgelerinde yaşayanların
yaptıkları gibi; gelişen olaylara göre bir Rusların tarafına bir Mür idlerin
tarafına geçiyor ve karşılık olarak da, her iki tarafın da düşmanlıklarına maruz
kalıyorlardı.
336
337

Nizovye'de bir hisar yapılacak ve Hunzah'takİ hisar da onarılacaktı Bu projelerin


yerine getirilebilmesi için Dağıstan'daki 12.000 kişilik kuvvetler savaş alanına
katılırken bundan bir miktar daha az olan Çeçenistan'daki kuvvetler de, daima
hareket halinde bulunacak ve oradan oraya koşturarak köyler yakılıp yıkılacak,
ürünler imha edile¬cek ve bura halkı, kılıç zoruyla dize getirilecekti. Son olarak
da şim¬diye kadar üzerinde çok konuşulmuş olan, Argun'un girişindeki Datça
Barzoy'da bir kalenin yapımına girişilecekti. Kuzey Dağıstan'daki kuvvetler, 16
taburdan oluşan 14. piyade tümeniyle takviye edildi'9', Ahulgoh'un düşmesinden
sonra kapıldığı şüphelerinde haklı çıkan Çar, Colovin'in emrine verdiği bu kadar
kuvvetten sonra artık ondan kesin sonuçlar bekliyordu. Fakat, tahta ilk çıktığı
sıralarda Paskieviç'in kazandığı savaşlarla gururu oldukça okşanmış olan Çar'ın
bundan sonraki hayatı, bir çeşit hayal kırıklığı içinde sona erecekti. Gerçekten de
İçkeri ele geçirilerek planlanan kale yapıldı. (Evghenievskyoe) Ar¬dından
Çeçenistan, kan ve ateşe boğuldu. Fakat, altı ay kadar süren bu yıpratıcı savaştan
sonra Ruslar, kış karargâhlarına çekildikleri za¬man Şamil'in durumu, her
zamankinden çok daha iyiydi. Ruslar için ise tehlike, çok daha büyük bir hal
almıştı. Özellikle Dağıstan'daki durum, gittikçe kötüleşiyordu. Hacı Murad'ın
Şamil'e katılması, so¬nuçlarını şimdiden göstermeye başlamıştı.
Bu cesur lider, yaptığı o ünlü atlayıştan sonra aldığı yaraların iyi¬leşmesinin
ardından Hunzah'tan fazla uzak olmayan tselmes'de yerleşerek bütün gücüyle,
Müridizm'in Dağıstan'da yayılması için ça¬lışmaya başladı. Kendisi, ırkdaşları olan
Avarların arasına Şamil tara¬fından Naib olarak atandı.
1841 yılının Ocak ayına kadar Hacı Murad'ı geri kazanabilmek için giriştiği bütün
çabaların başarısızlığa uğraması üzerine Klugenav, artık O'na karşı daha ciddi
tedbirler alınması gerektiğini düşünmeye başladı. Hemen hemen yarısı, Yerli
süvarilerden oluşan 2.000 kişilik bir kuvvet, Hunzah'tan Tselmes üzerine yürüdü. O
sırada Kafkasya' da bir inceleme gezisinde bulunan İmparatorluk Topçu Kumandanı
(9> Bu sırada savaş alanında bulunan ordu, dört ayrı kol halinde, 37 tabur ve
77 toptan oluşuyordu. Kazaklar ve yerli milis süvariler buna dahil değildir. (Akt'«
c.9, S.293)
General Bakünin, böyle bir sefere katılmanın kendi açısından yararlı olacağını
düşünerek kumandayı üzerine aldı. Şubat'ın 6'sında Tsel-mes'e yöneltilen saldırıyı
Passek yönetti. Köyün büyük bir kısmının ele geçirilmesine rağmen köydeki savaş
kulesi, büyük bir İnatla di¬renmeyi sürdürdü ve bu kulenin etrafında yapılan
çarpışmalar sıra¬sında General Bakünin, ölümcül bir şekilde yaralandı. Milis
kuvvetle¬ri, bu savaş sırasında fazla bir gayret göstermediler. Ruslar, neredey¬se
sayılarının üçte birini kaybettiler. Avarların takviye olması üzerine Ruslar, geri
çekilmek zorunda kalarak Hunzah'a döndüler. Bu savaş¬ta Hacı Murad'ın kendisi
yaralanırken babasıyla iki kardeşi de öldü¬rüldü. (Akti, c.9, s.344)
1841 yılının 2 Temmuz'una kadar Colovin, şu sonuca varmıştı: "Şimdiye kadar
Kafkasya'da Şamil kadar tehlikeli ve kuvvetli bir düş¬manla karşılaşmamış
bulunuyoruz. Gelişen olayların etkisiyle Şamil'in hareketi, Muhammed'in (S.A.V.)
dünyanın dörtte üçünü sarstığı za¬manki gibi Dinî ve askerî bir yapı kazanmıştır.
Şamil, çevresini kendi¬sine körü körüne bağlı kişiler tarafından donatmış
bulunmaktadır. Emirlerine karşı en ufak bir itaatsizlikte bulunan kesin bir ölüm
bek¬lemektedir. Rehineler, alındıkları ailelerin yanlış davranmaları halinde
acımasızca öldürülmektedirler. Çeşitli bölgelere gönderdiği sâdık Na-ibleri,
oralarda ölüm ve yaşam konusunda karar verme yetkilerine sahip bulunuyorlar. Bu
korkunç baskının kaldırılması, bizim en Önemli uğraşımız olmalıdır." (Akti, c.9,
s.346) Fakat Ekim'in sonlarına doğru Dağıstan'daki durumlar, Ruslar açısından o
kadar kötüleşti ki, Grabe'nİn, Çeçenistan seferi için topladığı askerlerin
Klugenav'ın yar¬dımına gönderilmesi gerekmişti. (Akti, s.277)
1841 yılının sonlarına doğru St. petersburg'a bir ziyarette bulu¬nan Kont Grabe,
gözdesi olduğu Çar'dan Kuzey Dağıstan ve Sol Ka¬nattaki bütün kuvvetlere,
Golovin'den bağımsız olarak kumanda et¬me yetkisini elde etti. Zaten iki kumandan
arasında daha Önceden varolan çekişme, bu olay üzerine daha da gerginleşerek çok
ciddi boyutlara ulaştı'. 1842 yılının başlarında, Golovin tarafından Dağıs¬tan'a
gönderilen Feze, 20 Şubat'ta, çok önemli bir Avul olan Gerge-bil'İ aldı ve
Avaristan'ın büyük bölümüyle Koysuboy bölgelerini yeni-
338
den ele geçirdi.*10' Fakat Grabe dönünce Feze'yi Klugenav ile yeni¬den
değiştirdi.*11' Colovin'e göre eski düşmanının yaptığı herşey yanlıştı. Bu arada,
21 Mart'ta Şamil, Gazi Kumuk bölgesini bastı. Hanlık ailesini, oradaki Rus
yöneticisini ve yanlarındaki Kazaklardan oluşan muhafız birliklerini esir alarak
geri döndü. (Akti, s.300, 362) Fakat Haziran ayında Argutinskİ-Dolgorukov
kumandasındaki Rus kuvvetleri, Şamil'i geri püskürttü. (Age, s:386-390)
Çeçenistan'daki faaliyetler, general Grabe'nin 10.000 kişilik bir kuvvet ve 24 top
eşli¬ğinde, 30 Mayıs'ta Gerzel Avul'dan çıkmasıyla yeniden başladı. O sı¬ralarda
hâla Kafkas orduları başkumanlan olan Golovin, olayları şöy¬le anlatıyor:
"Grabe'nin amacı, Şamil'İn kaldığı yer olan Dargo'ya hızla yürüyerek burayı
yoketmek ve ardından Çeçenistan ile Dağıs¬tan'ı birbirinden ayıran dağları aşarak
Gumbet ve Andi bölgelerini itaat'altına almaktı. Dikkat edilmesi gereken bir nokta
da, Grabe'nin bu harekete Şamil'İn kuvvetlerinin önemli bir kısmıyfa Gazi Kumuk'ta
olduğunun bilindiği bir sırada girişmesiclir. Böylece bütün Dağıstan korunmasız bir
halde bırakılıyor ve kendi kaynaklarıyla baş başa bı¬rakılan Dolgorukov da büyük
bir tehlike içine itilmiş bulunuyordu.
"Aynı zamanda, onun toplamış olduğu ordunun büyüklüğü de, kendi etkinliğini
azaltacak bir nitelikteydi. Yanında, ask-erî evrak ve malzemelerini taşımak için
çok sayıda araba ve 3.000 kadar at vardı. Bu çok sayıdaki arabaların ilerlemesi,
engebeli arazi koşullan yüzün¬den km'lerce süren kuyruklar oluşturuyor ve neredeyse
ordunun ya¬rısı, bunların korunmasına ayrılmak zorunda kalınıyordu. Bir kaç ta¬bur,
Öncü olarak ileri gönderilirken bir kaç tabur da artçı alarak geri¬de bırakılmış ve
kalan askerler de, yük katarlarını korumak veya ula¬şıma yardım etmek amacıyla
parçalara ayrılmasından dolayı ordunun gücü zayıflatılmış ve bir tehlike anında
değişik birimlerin yardımına
(10) Unsokul köyü de, Vevdokimov kumandasındaki bîr Rus birliği tarafından isg^
edildi. Köylüler, bu sefer Rusların tarafını tuttular. Bir Mürid, Yevdokimov'u bı¬
çaklayınca köylüler, onu, karısını ve kızkardeşini Öldürerek evini de yaktılar.
Ayrıca, 78 Mürid'i de yakalayarak Ruslara savaş esiri olarak verdiler. (Akti, c.9,
s.355 ve 363-372)
(11) Okolniçi, Feze hakkında oldukça olumlu bilgiler vermektedir. Hatta Şamil'İn
de
ona saygı beslediğini ve onunla ilgNi haberler almaktan memnun olduğunu söy¬
lemektedir.
339
koşacak bağımsız birlikler bırakılmamıştı. Sonra, sadece sert doğa koşullarıyla
değil, fakat aynı zamanda Çeçenlerle de mücadele et¬mek gerekiyordu. Çünkü Rus
ordusuna karşı ovalık ve düzlük bölge¬de hiç birşey yapamayacaklarını anlayan
Çeçenler, tek başarı şansla¬rının ormanlık bölgede olduğunu biliyorlar ve bütün
güçlerini burada ortaya koyuyorlardı.
"30 Mayıs günü ordu, hiç bir direnmeyle karşılaşmamasına rağ¬men ancak 7 km yol
alabildi. Bütün gece yağan yağmur, yolları daha da kötüleştirerek yürümeyi o kadar
zorlaştırdı ki, 31 Mayıs günü ak¬şamına kadar yapılan bir yürüyüş sonunda ordu
sadece 12 km yol katetmişti. 15 saat süren bu yürüyüş sırasında Ruslar, kendilerine
yol açmak için devamlı olarak savaşmak zorunda kalmışlardı. Çeçenlerin baskısıyla
da birlikler, susuz bir ortamda kamp kurmak zorunda bıra¬kılmışlardı.
"Ertesi günü Çeçenlerin sayısı, daha da arttı. Halbuki sağlam kaynaklardan alınan
bilgilere göre karşılarındaki kuvvetlerin sayısı hiç bir zaman 2.000 civarını
geçmedi. Çünkü o sırada birliklerin büyük kısmı, Şamil ile birlikte Gazi Kumuk'ta
bulunuyorlardı. Yol, hâla çok zahmetli; kurulan barikatlar daha sık ve askerler
ikinci gün de susuz¬dular. Şimdiden yüzlerce yaralı verilmişti ve her geçen an,
ordudaki karışıklığı biraz daha arttırıyordu.'12' Bu şekilde ilerleyen ordu, üç gün
içinde sadece 25 km'lik bir yol yürüyebilmiş bulunuyordu. Grab-be, bu koşullar
altında daha fazla ilerlemenin imkânsız olduğunu gö¬rerek 1 Haziran gecesi, geri
çekilme emri verdi. Eğer ilerlerken karşı¬laşılan engeller, çok zor olarak
tanımlanırsa geri çekilirken karşılaşı¬lanlar ise çok daha zor ve korkunçtu.
"Daha önce ilerlerken her türlü zorluğa göğüs geren askerler, amaçlarına
ulaşamayarak geri çekilmek zorunda kaldıklarını anlayın¬ca yenilgiye de pek alışık
olmadıklarından, bütün şevklerini yitirerek paniğe kapıldılar. Karışıklığı önlemek
ve disiplini sağlamak için çok
(12) Yukarı Çeçentstan'ın Naibi Şuayİb Molla, ağaçlarla kaplı dar geçitlerde,
adamla¬rının asırlık kayın ağaçlarında mevzilenmelerini emretti. Her ağaç, 3O40
kişiyi alabilecek kadar büyüklükteydi ve buralardan, devamlı olarak Rus
askerlerinin başına ateş ve ölüm yağdırıldı. Tüm taburların açtıkları yaylım
ateşleri, bu ağaç¬tan kulelerdeki Mürİdleri söküp atamıyordu.
340
büyük gayretlerin sarfedilmesi gerekti. Fakat hiç kimse, doğru dürüst bir
düzenlemeye gidemedi ve birliklerin bir arada tutulması sağlana¬madı. Askerler,
geri çekilirken hareketlerini engelleyecek herşeyi bı¬rakıyorlar ve zamanları
yeterli olmadığından bazı savaş araç ve ge¬reçlerini imha edemediklerinden bunlar
Müridlerin ellerine geçiyor¬du. Bütün bunlar, girişilen bu seferin büyük bir
bozgunla neticelendi¬ğini isaptlamaktadır. Bu koşullar alıtnda kayıplarımızın çok
büyük ol¬ması normalidr.
"Bu tablo, acıklı olmasına rağmen, hiç bir abartıya kaçmadan en sade gerçekleri göz
Önüne sermektedir. Fakat bu üzücü olayları re¬simlerken bu görüntülerin ortasında
parlayan bazı cesaret verici ey¬lemlerin de belirtilmeleri gerekmektedir. Mesela, 5
sahra topu tam Çeçenlerin eline düşmek üzereyken kurtarıldı ve bu uğurda, ünlü
Kabarda alayının üçüncü taburunun cesur kumandanı Yarbay Trayş-kin hayatını
kaybetti.
"Nihayet Haziran'ın 4'ünde, Çeçen seferine katılan birlikler, Gerzel Avul'a
ulaşabildiler, yaralı, ölü ve kaybolmuş olarak 66'sı su¬bay olmak üzere 1700 kişi
yitirilmiş ve bir sahra topuyla bütün savaş malzemeleri Çeçenlere kaptırılmıştı."
Bu yenilgiyle yetinmeyen Crabe, kısa bir zaman sonra bu kez Dağıstan'a yürüdü.
Tsatanih yolunu izleyerek yürüdü ve Aşilta'nın yakınlarında bulunan İgali'yi aldı.
Fakat köy, daha önceden çekilen Müridler tarafından yakılmıştı. "28 Haziran
gecesi", diye tlevam edi¬yor, Colovin; "General Grabe, geri dönmek için yola çıktı.
Tsatanih'e ulaşıncaya kadar bir miktar kayıp verdi. Başarı sağlansa bile bize bir
avantaj sağlamayacak olan bu verimsiz seferin henüz başında Rus kayıpları; 11 subay
ve 275 ere yükselmişti. Ahmet Han'ın söylediğine göre, karşılarındaki Dağlıların
sayıları 300 civarında olmasına rağmen gece İgali'den çekilirken, İçkeri
ormanlarında olduğu gibi orduda bir takım paniğe kapılmalar olmuştu. (Akti, c.9,
s.395)
1839-1842 yılları arasındaki dört yıl boyunca Ruslar, genellikle Grabe'nin direk
komutası altında 64'ü subay 1765 ölü; 372'si subay 6204 yaralı ve kayıp olmak üzere
toplam olarak 2436 subay ve 7960 er yitirirken bunun karşılığında da hemen hemen
hiç bir şey elde
341
edilmemiş bulunuyordu/13*
Bu seferler sırasında Rusların bu felaketlere uğramalarında, Go-lovin İle Grabe
arasında bulunan şiddetli geçimsizlik ve düşmanlığın rolü de büyüktür. Ve gerçek
sorumlu olarak da böylesine iki kişiyi bir arada tutmaya devam eden çar 1.Nikola
gösterilebilir.
Sonunda Grabe, kendi isteğiyle geri çağrıldı. Ceneral Golovin de görevinden alındı
ve onun yerine de 21 Aralık'ta General Neidhart atandı.
(13) Bu savaşlar sırasında ordudaki kayıplar o kadar büyük olmuştu ki, 1842 yılının
Haziran'ında Kabarda alayının mevcudu 576, Navagin alaymınki 526 ve Apse-ron
alayınınki de 556 civarındaydı. 4 taburdan oluşan Paskieviç alayının da as¬ker
sayısı, 1450 kişiydi. Bu rakamlar, bu birliklerin gerçek mevcudlarının ancak yansı
kadardı. Bölgedeki 11 taburun asker sayısı böylece ancak 5555'e yükseli¬yordu. 19.
ve 21. tümenlerinin dört alayı arasnıda bir kumanda subayı da yok¬tu. (Bu bilgiler,
Albay Wolfnu gizli raporlarından alınmıştır. Akti, s.394)
342
343
v
'
BOLUM 23
1843 - 1844
Şamil'in askerî örgütlenmeşi-O'nım 1843 seferi-Avaristan' daki Rus kalelerinin ele
geçİrifmesi-Passek Ziriani'de-Ni-zovye'nin kuşatıIması-Şura'nın kuşatrlması-
Freitag, yardıma koşuyor-Ahverdil Muhammed'in ölümii-Şamil ve annesi-1. Nikola'nin
beklentilerİ-Kafkasya'daki kuvvetlerin büyük öl¬çüde takviye edilmesi-Gazi
Kumuk'taki Rus başanları-Şu-ayib Molla'nın ölümü-Şanırl'in sertlİği-Danyal
Sultan'ın Şa¬mil tarafına geçmesİ-Vodvizhenskoye (Şahin) kalesinin ya¬pılması...
Şamil, 1843 yılının güzüne doğru Ruslara karşı etkili bir savaş başlatmak için
bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. Ordusunun çekir¬değini oluşturmak ve halk
üzerinde bir kontrol sağlamak amacıyla "Murtaza" adı verilen ve atlı olan devamlı
bir birlik meydana getir¬mişti. Murtazaların görevi, her an yapılacak bir savaş
çağrısına koş¬mak ve ŞamÜ'in emirlerine kayıtsız şartsız itaat etmekti. Her 10
ev¬den bir atlr alınarak bu birlikler toplanırdı. Köylüler, onların atlarını
besledikleri gibi tarlalarını da işleyerek ürünlerini kaldırıyorlardı. O sı¬ralar,
bundan daha hârika bir sistem bulunamaz ve bu kadar başarılı bir şekilde
uygulanamazdı. Böylece Şamil, her köyden, kendisine so-
nuna kadar bağlı olan bir Müridler grubu oluşturmuş bulunuyordu. Çeşitli
rütbelerdeki Müridlerin komutası altında bulunan Murtazalar, onfara, yüzlere ve
beşyüzfere ayrılırlardı. Subaylar siyah çerkaska gi¬yerken erlertnkinin rengi sarı
oluyordu. Fakat herkesin sarıklarının rengi yeşildi/1* Beşyüzlerin komutanları,
genellikle Naiblerden biri olurdu. Yüz ve beşyüzlerin kumandanları, göğüslerine,
üzerinde; "Al¬lah'ın yardımından daha kuvvetlisi yoktur!" yazılı madalyalar
takar¬lardı. Özellikle, kahramanlıkları ve başarılı hizmetleriyle göze çar¬panları
diğerlerinden ayırmak için değişik türdeki işaretler de hazırla¬nırdı. Mesela,
Naiblerin başında gelen ünlü Ahverdil Muhammed'in kılıcının üzerinde, "Ahverdif
Muhammed'den daha cesur bîri ve O' nun kılıcından daha keskin bir kılıç yoktur!"
yazılıydı. Daha sonraları, şartların zorlamalarıyla her evden bir'asker alınmaya
başlandı. Bun¬lar da, aynı şekilde dağıtılarak geçici liderlerin kumandası altına
veril¬diler. Fakat acil bir durumda eli silah tutan herkes göreve çağrılırdı.
Şamif'e bağlı bulunan ve O'nun için ölüme atılmaya hazır Mü¬ridler, bir nevi maaş
cinsinden her ay iki torba un alabilirlerdi. Bu Müridler, kendilerini halktan
ayırmak için kalpaklarının ön taraflarına yeşil bezden kesilmiş kare şeklindeki bir
parçayı takarlardı. Savaşta ? korkaklık gösterenler, eğer ölüm ve hapis
cezalarından kurtulmuşlar-sa, arkalarında metalden bir etiket bulunurdu. Çünkü
Şamil, kendi otoritesi ve emirlerine karşı en küçük bit itaatsizliği kabul etmiyor
ve buna kalkışanları da en ağır bir şekilde cezalandırıyordu. Son geliş¬melerin
gösterdiği verilere göre O'nun yönetimi Avaristan'da pek po¬püler değildi.
Müridizm'in ortaya çıkmasından beri, onu kabul edip etmemek hususunda ikiye
ayrılan, Gazi Muhammed'in yenildiği, İmam Hamzat'tn öldürüldüğü burada Şamil'in
Hanların Öldürülmesi olayında bulunmuş, olması hiç unutulmamıştı. Fakat bu insanlar
da gerçekten çok zor durumdaydılar. Sanki şr /tan ile derin deniz ara-sındaydılar!
Eğer Şamil'in tehditleriyle O'na katılırlarsa bu sefer Rus¬ların zulmü çok daha
şiddetli oluyor ve onları canlarından bezdiri¬yordu. Okolnİçi'yi dinleyelim:
"Dağıstan'ın bu bölümünde yaşayan ve
(1) Başka bir tanımlamaya göre mollalar yeşil, Nafoler sarı ve yüzbaşılar çok
renkli ve münadiler kırmızı sarık sararlarken hacılar kahverengi; cellatlar siyah
ve ge¬ri kalanları da beyaz rengi kullanıyorlardı. (Thitchagova, s.48)
344
345
ft
v
bize boyun eğmiş bulunan bu insanların yaşamı, gerçekten büyük sı¬kıntılarla karşı
karşıya bulunuyordu. İsteklerimize homurdanarak katlanan bu İnsanlar, ilk fırsatta
Şamil'in tarafına geçmeye hazır bu¬lunuyorlardı. Mesela Avaristan'daki
kalelerimizin çoğu, yakıt ihtiyaç-lannı civardaki Hanlıklardan ve Koysuboy
bölgesindeki köylülerden sağlıyorlardı. Bu insanların, çok büyük mücadeleler ve
zorluklar so¬nucunda 30-40 km kadarlık uzaklıklardan getirdikleri bir eşek yükü
çalı çırpı için sadece 20 köpek ödeniyordu. Bazen eşekleri olmadığı zaman da
kadınların sırtlarında bu yükü taşımak zorunda kaldıkları görülüyor ve yine onlara
aynı fiat veriliyordu." (Voyenny Sbornik s. 169) Şühesİz ki İşte bu sebeplerden
dolayı; "Avaristan ve Koysuboy bölgeleri Ruslara karşı ayaklandıklarında buradaki
Ruslar, kayıtsız ka¬larak özellikle soğuktan ve sıcak yemek yapamamaktan çok
çektiler. Erzak ve mühimmatın da taşınması sırasında Yerlilere haddinden faz¬la
yükleniliyordu. 1 km'lik bir yol için ödenen ücret, 1.5 köpekti ve daha sonraları
bu miktar 2'ye çıkarılmıştır. Diğer angaryalar ve bu tür zorlamalar, halkın Ruslara
karşı derin bir hoşnutsuzluk duymasına sebep oluyordu." Öte yandan, "Askerlerimizin
buradaki yaşam koşul¬ları tam bir felaketti ve ancak Rus askerleri böyle bir hayata
taham¬mül gösterebilirlerdi." (Age, s.171) Askerler, gerçekten, askerî
vazife¬lerinin dışında; kaleler kurmak, yollar yapmak, barakalar inşa etmek,
ormandan yakacak ve kerestelik için odun kesmek, bunları taşımak ve bozulan yolları
onarmak gibi bîr takım yükümlülükleri de yerine getirmek zorundaydılar. Ayrıca
çevrede süren korkunç iklim koşulla¬rına karşı kıyasıya bir mücadele veriliyor ve
bazı subayların zimmet¬lerine para geçirmelerinden dolayı maddi yetersizlik
yüzünden kötü¬leşen yemeklere de katlanmak zorunda kalıyorlardı. Bütün bu şart¬lar,
Kafkas savaşları tarihinde sık sık rastlanan çok sayıdaki Rus asker kaçaklanmn da
durumlarını açıklığa kavuşturmaktadır. Bu korkunç derecedeki koşullara ve haksız
savaşlara dayanamayan bir çok Rus askeri, devamlı olarak Türklere, İranlılara ve
Kafkaslılara sığınıyorlar¬dı. Bodenstedt'in naklettiğine göre ikinci İmam Hamzat ve
Abbas Mirza'nın koruma muhafızları bu Rus asker kaçaklarından seçilmişti. Şamil'in
askerî sisteminin en büyük avantajı, adamlarını çok kısa bir süre içinde toplayarak
dağıtabilmesiydi. Bu sayede, bir levazım sı¬nıfının kurulmasına gerek kalmamıştı.
Şamil'in uyguladığı stratejiler,
çağına göre mükemmel bir seviyedeydiler. Yerleştiği Dilim'in merke¬zi konumundan
yararlanarak düşmanı, kuzey, güney ve doğu yönle¬rinden tehdit ederek onları daima
hareket halinde tutarak meşgul ediyordu. Sanki sihirli bir güce sahipmişcesine
komandolarını büyük bir hızla İstediği noktalarda topluyor ve yine aynı hızla
ortadan yoke-diyordu. Yanlarında, herkese bir kaç gün yetecek yiyecekten fazla bir
yük taşımayan bu olağanüstü süratlilikteki Müridler, Dağları süpüre-rek iniyorlar
ve Rusların en az bekledikelri noktalardan onlara saldırı¬yorlardı. Sadece
Naiblerİnin değil fakat Şamil'in kendisinin de me-todları, tam bir hareketlilik
gösteriyor ve daha sonraları Güney Afrika' da Boerlerin ingilizlere karşı
uyguladıkları savaş tekniğine çok benzi¬yordu.'2' Zaten benzer ortamlarda uygulanan
benzer savaş teknikle¬rinin aynı sonuçları vermiş olması şaşırtıcı olmamalıdır.
Şamil, o sırada Dağıstan'da bulunan Rus kuvvetlerinin zayıf ta¬raflarını çok iyi
kavramıştı. Ulaşım imkânlarının çok kısıtlı olduğu ge¬niş bir bölge üzerinde
yayılmış bulunan çok sayıdaki küçük kalelere yerleştirilerek dağıtılan Rus
ordusunun gücü, böylece bölünmüş bu¬lunuyordu. Çok olumsuz şartlardan dolayı
memnuniyetsizlik duyan bu askerlerin durumunu Şamil, tamamen kendi lehine
kullanmıştır. Çok yetenekli bir şekilde tasarlanarak büyük bir titizlik ve İtinayla
ha¬zırlanan ve aynı oranda parlak ve başarılı bir şekilde uygulamaya ko¬nan bu
planlar, o kadar harika sonuçlar verdi ki, belki de Şamil'in bile kendisi,
böylesine muhteşem başarıları beklememiştir! Eski düşmanı Klugenav, bu savaşlarda
kesinlikle Şamil ile başedememiş.ve O'nun oyunlarına gelmiştir.(3) General
Klugenav, 16 Ağustos'da, Şamil'in
(2) Boerler, Güney Afrika'nın büyük bir kısmını işgal ederek buralara yerleşen Hoi-
landalı köylüler, daha sonra buraları ele geçirmek isteyen İngilizlere karşı
amansız bir mücadeleye girişerek 1898-1901 yıllan arasındaki çok kanlı çarpış¬malar
sırasında gerilla savaşları yaparak büyük bir imparatorluğa kafa tutmayı
başarmışlar, fakat sonunda yenilerek onlarla barış yapmak zorunda kalmışlar¬dır.
(Ç.N.)
General Okolnİçi, Şamil'in harekete geçtiği sırada Rus ordu birliklerinin
bulun¬dukları yerleri ve sayılarını vermektedir, general, Klugenav İçin de şöyle
diyor: "Savaşı nasıl yürüteceğini İyi hesaplayarak savaş alanında başarılı
oluyordu. Fa¬kat 1843 yılındaki olaylarla başa çıkabilecek bir kapasitede değildi."
(V.S., 3. makale, 1859)
General Golovin de, Klugenav'ın iyi bir savaş generali olduğunu kabul etmekle
birlikte idarecilik sahasında ona güvenilemeyeceğini eklemekte 1842 olaylarına onun
sebep olduğunu yazmaktadır. {Akti, c.9, s.348)
346 .
ordularını dağıttığını ve ortalığın sakin olduğunu rapor etmişti. Hal¬buki Şamil,
27 Ağustos'da, ordusunun başında Dilim'den ayrıldı. 24 saat içinde, 80 km kadar
uzaklıkta bulunan Unsokul önlerinde ani¬den ortaya çıktı. Aynı gün, ordularıyla
Tilitl'den gelen Kabet Muham-med ve Avaristan'dan gelen Hacı Murat da, O'na
katıldılar. Böylece Mürid birliklerinin sayısı, 1.0.000 civarına yükselmiş
bulunuyordu. Böylesine dağltk bir ortamda bu kadar uzun mesafenin böylesine kı¬sa
bir zamanda aşılması, ortak hareketlerdeki hassasiyet ve hepsinin de Ötesinde; bu
hareketlerin, Klugenav'm burnunun dibinde, ona hiç bir şey sezdirilmeden başarılmış
olması, Şamil'ın büyük askerî yete¬neklerini gözler Önüne seriyor ve O'nu, ilk
yıllarındaki başarılarının çok daha ötelerine götürerek sadece bir gerilla lideri
değil, fakat sa¬vaş sanatıyla uğraşan bu asker sınıfının en yüksek derecesinde
bu¬lunduğunu İspatlıyordu.
Unsokullular, açıkça O'na karşı cephe almışlar; geçen yıl, 78 Müridini yakalayarak
Ruslara teslim etmişler ve onların köylerinde bir kale kurmalarına izin
vermişlerdi. Bu tür davranışların karşılıksız bırakılmayacağının herkese
gösterilmesi hayatî bir önem taşıyordu. Bu yüzden ŞamiPin amact, iki yönlüydü: Köy
halkını cezalandırmak ve Rus garnizonunu yoketmek. Rakiblerinin de hatalarından
yararla¬narak her iki amacını-da gerçekleştirdi.
Gimri'de bulunan Albay Vesselitsky, ŞamiPin yaklaştığını haber alınca derhal
harekete geçti ve emir beklemeden Unsokul'un yardı¬mına koştu. Yolda, aynı amaçla
Tsatanih'teki garnizonun yarısıyla oîay yerine koşan Yarbay Crabovsky da, ona
katildi. İki bölük de Ka-raçi'den alındı ve böylece sayıları 500'ün üstüne çıkan
birliğinin eşli¬ğinde Albay Vesselitsky, yanında iki top da olduğu halde Unsokul'a
yürüdü. 29 Ağustos'u sabahı toplarını köyün karşısındaki tepelere bırakan
Vesselitsky, köyün yan tarafında bulunan bahçelik alana ine¬rek burasını ele
geçirmeye çalıştı. Fakat çok ağır kayıplar vererek ge¬riye püskürtüldü. Bu arada
Müridler, onları çembere aldılar ve tepe-;çie said: ık oradaki topları da ele
geçirdiler. Kalan Ruslar, tama-nen çember içine düştüğünden humbaracı bölüğünün
komutanı Sc-hultz'un da, kendisine bir yol açma çabalarının başarısızlığa uğrama¬sı
üzerine panik içinde Koysu ırmağının kenarına sürüldüler. Vesse¬litsky esir alındı.
Grabovsky, Schuitz ve diğer 9 subay ile 477 er öldü'
347
ü. Bütün bir ordudan sadece bir kaç kişi Koysu'ya atladılar ve yüzerek canlarını
kurtarmayı başardılar. Klugenav'm, bütün kuvvet¬lerin Tsatanih'de toplanması
amacıyla oraya gönderdiği Yevdokimov da, yukarıda adı geçen subayların aceleci
davranmaları yüzünden bu amacına ulaşamadı ve uzaktan, onların yokedilişini izlemek
zorunda kaldı. İki gün sonra kaledeki askerler, şimdiye kadar yaptıkları parlak
savunmadan sonra, o sırada zaten köyü ele geçirmiş bulunan Şamil' e testim
oldular.*4'
Bu sırada Klugenav, Tsatanİh'e ulaşarak 1.100 kişilik bir ordu toplayabilmişti.
Fakat gelişen olaylar, onun da peşini bırakmadı. Önemli bir mevkide bulunan
Karaçi'nin savunması, Binbaşı Kossoviç kumandasındaki 210 askerle bir kısım milise
bırakılmış ve Kossoviç' e, ne olursa olsun Karaçt'den ayrılmaması emredilmişti.
Fakat buna rağmen Şamİt'in yaklaşması üzerine O'nun saldırıya geçmesini bek¬lemeden
Balakhanİ'ye geri çekildi. Bunun hemen ardından Karaçi'nin yeniden alınması için
girişilen saldın, başarısızlıkla sonuçlandı. Bu çarpışmalar sırasında başta Binbaşı
Zaİtsev olmak üzere 8 subay ve 110 er öldürülürken 3 subay ve 68 er de yaralandı.
Bu durumda Klu¬genav'm Şura ile olan bağlantısı tehlikeye giriyor ve iki yoldan
birisini seçmek zorunda kalıyordu: Birincisi, Balakani'ye çekilerek orayı
sa¬vunmak; ikincisi ise, Avaristan'dakİ Rus birliklerini kurtarmaktı. Klu-. genav,
İkinci yoiu seçti. Ana üsleriyle olan bağlantısını kopartarak Hunzah'a yürüdü.
Orada Şamil tarafından sarılarak kuşatıldı ve onun zor durumda olduğunu haber
alarak Güney Dağıstan'dan kendisine yol açarak gelen Tuğgeneral Prens Argutinsky
Dolgorukov tarafından kurtarılıncaya kadar (14 Eylül) orada mahsur kaldı.^ Böylece
Hun-zah'taki Rus kuvvetlerinin sayısı 6.000'e yükselmiş bulunuyordu. Fa¬kat
Klugenav'm kararsızlığı yüzünden bu kuvvetler, olumlu hiç bir şey yapamıyorlardı.
Şamil'in, aniden Avarİstan'da görünmesinden sonra geçen 25 gün İçinde (27 Ağustos-
21 Eylül) Hunzah hariç, he-
(4) Şamil, kale kumandanı Teğmen Anasof un kılıcını, onun yaptığı başarılı savun-
madan dolayı iade etti. (Akti, c.9, s.769).
(5) Klugenav, Neidhart'a yazdığı bir mektupta, hiç bir kurtuluş umudunun katmadı¬
ğını ve ölünceye kadar çarpışmaya niyetli olduğunu söylüyordu. Ne o, ne de
Şura'daki birliklerin kumandam Rennenkampf, Dolgorukov'un Hunzah'a uiaşa-
. cağına inanamıyorlardı. (Akti, c.9, s.760)
AA

348
men hemen Avaristan'daki bütün Rus kalelerini ve 14 toplarını ele geçirmişti. Bu
kaleler; Unsokul, Karaçi, Tsatanih, Moksok, Balakanj Akilci ve Cotsatl köylerindeki
kalelerdi. Bu kadar kısa bir zaman için¬de Ruslar, Ölü, yaralı ve esir olmak üzere
toplam 65 subayla 1999 er kaybetmişlerdi. Akalçi, daha Önce de görüldüğü gibi
kumandanının korkaklığı yüzünden tek bir atış bile yapılmadan terkedilmişti. Kluge-
nav, 29 Eylül'de Gurko'ya gönderdiği raporda bu olayları anlatıyor ve Rusların,
diğer bölgeleri büyük bir cesaretle savunduklarını ve özel¬likle Tsatanih ile
Cotsatl'deki askerlerin büyük kahramanlıklar gös¬terdiklerini söylüyordu. (Akti,
c.9, s.767-774)
Şamil, Hacı Murad'm ısrarlı tekliflerine rağmen Hunzah'a saldır¬madı. Bu kararında
da çok haklıydı. Böylesine kalabalık bir garnizon tarafından savunulan Hunzah gibi
bir kaleye yapılacak olan saldırının başarısızlıkla sonuçlanacağı belliydi. Böyle
bir sonuçla ise, şimdiye kadar kazanılmış olan bütün prestijlerini
yitirebilirlerdi. Rusların ta¬mamen Avaristan'dan atılmaları, çok daha az risklerle
sağlanabilirdi ve Şamil, bunu görebilecek kadar iyi bir kumandandı.
Şamil, önce Çinkat'a, ardından da Dilim'e çekildi. 30 Eylüi'de, Andreyove ve onun
yakınlarındaki Vnezepnaya'ya saldırdı. Fakat bu¬radaki komutan Albay Koziovsky'in
tedbirleri ve cesaretli hareketleri yüzünden saldırı başarıya ulaşamadı. Bunun
üzerine Şamil,, adamla¬rını dağıtarak evlerine yolladı. Fakat Şamil'in yeniden
Dilim'de ortaya çıkması, Rus kuvvetlerinin, toplu bir halde Hunzah'ta kapalı
kalmala¬rını imkânsız bir hale getirmişti. Klugenav, Passek'i 4 tabur eşliğinde
başkentin muhafazasına bırakarak kendisi, 28 Eylüi'de Şura'ya dön¬dü. Argutinsky,
çok daha fazla sayıda olan asker ve Kuba milisleriyle birlikte Balakani bölgesinde
bırakılarak geçidin korunmasına memur edildi. İki hafta sonra bu general, Güney
Dağıstan'a döndü. Söyle¬nenlere göre Balakani ile Ziriani arasında birbuçuk tabur
bırakmıştı. Fakat belgeler, bunu doğrulamamaktadır. Şimdi Kuzey Dağıstan'da¬ki
kuvvetlerin kumandasını üzerine alan General Gurko'nun emrin¬deki kuvvetler, 9.000
kişi olan 17 piyade taburu ve 8 süvari bölüğün¬den ibaretti. Bu rakamlar, Rus
ordusunun verilen kayıplarla yeniden nasıl azaldığını göstermektedir. Alınan
haberlere göre Mürid ordusu¬nun büyük kısmı dağılmıştı ve tehlikenin sonu gelmese
de artık fela¬ketlerin sona erdiğine inanılıyordu. Fakat bu arada iki hayatî hata
ya-
349
pilmıştı ve Şamil'in kartal gözlerinden bunlar kaçmadı. Gazi Kumuk Koysu ile Kara
Koysu'nun birleştikleri yerde, çok önemli bir avul olan Cergebİl, o sırada sadece
Tiflis alayının 306 adamı ve birkaç topçu neferi tarafından savunuluyordu. Aynı
şekilde, İrgani geçidiyle Şura arasındaki tepelerde bir gözlem kulesi görevini
yapan Burunduk Kale de ihmal edilmişti. Daha da önemlisi, bu iki nokta, şura ile
Avaristan arasındaki yegâne yolu kontrol altında tutuyordu. Bir kere buralar ele
geçirildikten sonra Passek'in Hunzah'taki birliğiyle Balakani ve Ziri-ani'deki
garnizonların Şura ile olan ilişkileri, tamamen kesilmiş ola¬caktı.
Ekim ortalarına doğru Şamil, adamlarına bir emir vererek çok fakir olanlarının
dışında, bir ineği veya bir çift öküzü olan herkesin bir de at edinmesini bildirdi.
Şamil, bu emrini Diiim'den verdiğine göre Kumuk düzlükleriyle Terek vadisi tehlike
içine düşebilirdi. Fakat aynı anda; Hacı Murad'ın, Karata'da ve Kabet Muhammed'in
de, Tilitl'de bütün kuvvetlerini toplamaları emredildi. Böylece" hemen hemen bütün
Dağıstan her taraftan tehdit edilmeye başlandı. Gurko, bu du¬rumda ne yapacağını
şaşırdı. Sonunda, en büyük tehlikenin Kuzey Dağıstan tarafında olduğuna kani olarak
Şura'dan ayrıldı. Freîtag'ın uyumlu hareketleriyle bu bölgeyi kontrol altında
tuttu. Belki ele Şa¬mil'in de niyeti, buraya yürümekti. Fakat ağır kayıplar
vermeden bu amacına ulaşamayacağını anlamış ve Gurko'nun Şura'dan uzaklaştı-
rılmasıyla elde edilen sonuçlarla yetinmeyi yeterli görmüş olabilir.. Şamil, bundan
sonra Gergebil'i ve ardından da HunzalVı ele geçir¬meye niyetlenmişti. Düşman
hatlarının içinde hareket ederek onları en zayıf noktalarından vurmanın başarılı
sonuçlar vereceğine inanı¬yordu. Gerçekten de, savaşın bitiminde elde etmiş olduğu
başarılı sonuçlar, O'nun bu stratejisinin doğruluğunu ve başarısını bir kere daha
ispatlamıştır. Kuzeydeki tehlikenin artık atlatıldığına inanan Gurko, Şura'ya
dönerken, yolda, 30 Ekim'de Gergebil'in Kabet Mu-hammed tarafından kuşatıldığını
öğrendi. Hemen, toplayabildiği 1600 süngüyle yardıma koştu. Fakat 6 Kasım'da,
kuşatılan kaleye ulaştığı zaman, aşağıda, büyük bir dağın eteğinde bulunan vadiye
inerek kaleyi kurtarmanın mümkün olmadığını gördü. Toplanan sa¬vaş konseyinde
kederli bir şekilde, kalenin kendi kaderiyle baş başa bırakılarak geri çekilmeye
karar verildi. İki gün sonra da kaıe düştü. Bu arada muhafızların çoğu öldürüldü.
Fakat bu olayın, Ruslar açj-
350
351

sından en acıklı yani; yukarılarda arkadaşlarının parlayan süngülerini görerek


sevince boğulan askerlerin kurtulmayı beklerlerken Müridle-rin sevinç naraları
altında, Rusların arkadaşlarını terkederek çekilme¬leri olmuştu. Fakat askerler,
yine de kendilerini savunmaya devam ettiler.
Cergebil'in düştüğü 8 Kasım günü Gurko, Passek'e emirler gön¬dererek Hunzah'ın
derhal boşaltılmasını istedi. Fakat bu mesaj, Pas¬sek'e ancak 11 Kasım'da ulaştı.
Ne var ki o sırada İrgani ve Tanüs Müridlerin elinde olduğundan bu emrin
uygulanması İmkânsızdı. Bu¬nunla beraber, 16 Kasım'da Hacı Murad'ın, Şamil'e
katılmak için git¬miş olmasından yararlanan Ruslar, büyük bir gizlilik içinde ricat
ha¬zırlıklarını tamamladfİar ve yanlarında bütün hasta ve yaralılarıyla birlikte
Balakani'nin tehlikeli geçitlerinden geçerek oradaki garnizonu da yanlarına aldılar
ve Zıriani köyü yakınlarında, ırmağın karşı kıyısın¬da bulunan aynı adı taşıyan
kaleye sığındılar. Burada, çok geçmeden Müricller tarafından kuşatıldılar. Ayni gün
Burunduk kalede Şamil'in' etine geçti ve Passek i!e askerleri, bir ay boyunca
muhasara altında kaldılar. Bu askerlerin katlandıkları sonsuz güçlükler, Kafkas
tarihin¬de pek Önemli bir yer tutmakta ve Passek tarafından yazıldığı ileri
sü¬rülen bir şa.'kı, hâla orduda varlığını sürdürmektedir.
? Bu arada, 9 Kasım'da Müricller, Sulak nehrini geçerek ŞamlkiPın topraklarına
aktılar. Deniz kıyısındaki Tarku şehri yakınlarında Şam-hal'ın 15 kişilik muhafız
birliğini de yokettiler. Sonra da Şura yakınla¬rında görünmeye başladılar. Ertesi
günü, Gİmri'deki küçük garnizon da, emir beklemeden Şura'ya çekildi. Bu hareketin
onları tamamen yokolmaktan kurtarmış olmasına rağmen bu birliğin komutanı, hak¬sız
olarak korkaklıkla suçlanmıştır. 11 Kasım'da bizzat Şamil'in ken¬disi, Tarku'dan 16
km uzaklıkta bulunan Kazaniçi'de göründü. Çev¬redeki bütün köyleri ele geçirdikten
sonra general Gurko'yu kendi başkentinde muhasara altına alarak kuşattı. Diğer
taraftan Nizoyeve' nln de 8 günlük kuşatması başlamıştı. Aynı anda Evgheniskoye
kalesi de sarılmış bulunuyordu. Hunzah'taki kuvvetler de zaten daha önce Ziriani'de
sıkıştırılmışlardı. Böylece, ayın 17'sİnde, Dağıstan'daki bü¬tün Rus kuvvetleri,
şöyle ya da böyle, bu dört yerde kıstırılmış bulu¬nuyordu.
Durum, geçrekten çok ciddiydi. Nizoyeve'deki 346 kişilik garni¬zon üstün
kuvvetlerle sarılmış bulunurken Ziriani'deki daha kuvvetli
birlikler de, yanlarındaki yüzlerce yaralı ve hastanın hareketlerini
kı¬sıtlamalarından dolayı çok güç bir durumdaydılar. Eğer İrganay geçi¬di boyunca
kendilerine bir yol açarak çekilmeye kalkışacak olurlarsa bu hasta ve yaralıların
Dağlıların eline düşmesi kaçınılmazdı. Diğer yandan, Şura da yapılacak saldırıları
şimdilik püskürtebilir, fakat son¬suza kadar dayanamazdı. Yani kısacası, dışarıdan
bir yardım gelme¬den Rusların kurtulması imkânsızdı. Bundan sonra da Kuzey
Dağıs¬tan'ın kaybedilmesiyle sonuçlanacak felaketler, bir birini izlemeye devam
edecekti. Dışarıdan yardımın gelebileceği iki yer vardı: Birisi, General Freİtag
kumandasındaki Sol Kanat kuvvetleri; diğeri de, Ar-eutinski Doleorukov
kumandasındaki birliklerin bulunduğu Güney Dağıstan'dt. Her ikisine de acil
mesajlar gönderilerek yardım istendi. Fakat Dolgorukov, Klugenav'ı Hunzah'tan
kurtarmak için giriştiği yorucu seferinden sonra birliklerini dağıtarak kışlık
karargâhlarına yollamıştı. Onun askerlerini toplayarak harekete hazır olmasına
ka¬dar geçetvzaman içinde yağan karlar yüzünden sadece Derbencl yo¬lu açık
kalmıştı, bu yüzden Dolgorukov yetişinceye kadar her şey bi¬tebilirdi. Böylece, tek
umut olarak Freİtag kalıyordu.
Şu anda tek kurtuluş kaynakları olan Feritag'ın kuvvetleri ise, o sırada Çeçen
hattını tutmaya ancak yeterliydi. Fakat, bu yıl için gön¬derilen yeni takviyeler
Kafkasya'ya ulaşmak üzereydiler ve Kabardey bölgesinden de bir takım birlikler
yardım için yola çıkarılmıştı. Oniann bölgeye ulaşmasını beklemeden harekete geçen
Freİtag, önce Nizo-veye'ye yürümüş ve yapılan bir süvari savaşından sonra
kurtardığı ka¬le garnizonunu da yanına alarak Gazi Yurt'a dönmüştü. (Rousskaya
Starina c.7, 1873) Bu arada Kumuk ovaları, bir süre için savunmasız kalmış, fakat
bunun anlaşılmasından Önce Ruslar, yerlerine dönmüş¬lerdi. Zaten yarı yarıya imha
edilmiş bulunan kale, içindeki taşınama¬yan mühimmatla birlikte imha edildi.'6'
Ruslar, daha sonraları, bu kalenin yerine, buradan 3 km kadar ileride, deniz
kı¬yısında yeni bir kale inşa ettiler. Petrovsk adı verilen bu kaleye Kurtluklar
da, "Un kalesi" anlamına gelen Anji Kale diyorlardı. Çünkü Rusların ihtiyaç duyduğu
unun büyük kısmı, buradan karaya çıkarılıyordu.

353
Bundan sonra Freitag, Şura'da sıkışmış olarak bulunan Curko'vı kurtarmak için
gerekli hazırlıklara başladı. 14 Aralık'da altı buçuk pj. yade taburu, yeni gelmiş
bulunan 1350 asker, 1400 Kazak ve 18 top eşliğinde Şura'ya girdi. Ertesi günü de
Kazaniçi'ye yürüdü ve Şamil';. kuşatmayı kaldırmaya zorladı. Ancak bu gelişmelerden
sonra Curko kaleden çıkarak Zirİani'de sıkışmış bulunan kuvvetlerin yardımına
koşabildi. (Rousskaya Starına, c.7) Ertesi günü de Passek'in öncüle-riyle İrganay
geçidinde karşılaştılar. Freitag'ın yardıma geldiğini öğre¬nen Passek, hemen ricat
hazırlıklarına başlamış ve harekete geçmiş¬ti. Ziriani olaysız boşaltıldı. Fakat
onları hızla İzleyen Müridlerle, Bu¬runduk Kale civarında bir artçı savaşının
verilmesi gerekti. Ancak bundan sonra, açlıktan kırılan birlikler, 19 Aralık'ta
Şura'ya sığınabil¬diler. Bu gelişmelerden sonra Şamil, Avaristan'a çekildi ve
kuvvetleri¬ni dağıttı. Curko ve Freitag da, 22 Aralık'ta Şura'dan ayırlarak kendi
karargâhlarına döndüler. 1843' yılının son günü, yeryüzünde barış görmedi, fakat
Kuzey Dağıstan'da düşmanlıklara bir süre ara verildi. 27 Ağustos'tan beri Rus
kayıpları, 92 subay ve 2528 erdi. Ayrıca, 12 müstehkem yerle yerleşim bölgesi ve 27
top da kaybedilmişti.
Bu yıl, gerçekten Ruslar açısından tam bir felaket olmuştu. Şa-mil'İn açısından
ise, misli görülmemiş zafer serîleriyle dolu olarak geçmişti. Sadece iki olay,
Şamil'in sevincini gölgeliyordu. Biri; ovalık bölgede yaşayan Çeçenlerin
kendisinden yüz çevirmeleri, diğeri de; sadece Hacı Murad'dan daha az ünlü olan ve
O'nun tersine hayatı boyunca kendisine sadık kalmış bulunan Küçük Çeçenistan'ın
Naibi Ahverdil Muhammed'in ölümüydü. Terek'İn önemli kollarından biri olan Çanti
Argun'un doğduğu yerlere yakın dağlık bölgelerde yaşa¬yan Kevsurlar üzerine yürüyen
Ahverdil, burada İnatçı bir direnmeyle karşılaştı. Kuşatmanın üçüncü günü de
Muhammed, ölümcül bir şe¬kilde yaralandı. Bunun üzerine Müridler, iki esir alarak
geri döndüler. Esirlerden biri kaçtı. Diğeri de, Ahverdİİ'e kısas olarak öldürüldü.
Çeçenlere gelince; Şamil, Dağıstan'da zaferlerle dolu savaşlarını sürdürürken, dağ
eteklerinde ve ovalık bölgelerde yaşayan Çeçenler, tamamen kendi savunma
imkanlarıyla başbaşa bırakılmışlar ve bu durumda her zamankinden daha fazla
kayıplar vermişlerdi. Bu yüz¬den umutsuzluğa kapılan Çeçenler, Şamil'e baş vurmaya
veya ken¬dilerini tamamen korumasını istemeye, ya da Ruslarla barış yapmala-
rma izin vermesini rica etmeye gittiler. Fakat işin zor tarafı, böylesine dassas ve
tehlikeli bir konunun İmam'a nasıl duyrulacağıydı. Çünkü bu teklifin cezasının idam
olduğunu herkes biliyordu. Hiç kimsenin, gönüllü olarak bu işi yapmaya talip
çıkmaması üzerine kura çekildi. «ura sonunda, Gunoy köyünden bir kaç kişinin
gitmesine karar veril¬di. Bu insanlar da, ırklarının karakteristik özelliğini
göstererek, kor¬kaklıkla suçlanmak istemediklerinden İtirazsız olarak bu görevi
ka¬bullendiler. Bu minval üzerine yola koyulan Çeçen elçileri, harekete geçmeden
önce bir miktar parayla donatıldılar. Gönderilen elçilerin başkanı olan Tepi,
doğrudan İmam'a değil de, O'nun dindarlığı ve muhterem I iği yi e ünlü olan
annesine başvurulmasını Önerdi ve teklif hemen kabul edildi. Bu kadın, aynı zamanda
oğlunun sonsuz sevgi ve saygısına sahip bulunuyordu. Yanlarındaki parayı da
Şamil'in çev¬resindekilerden bazılarının yardımlarını sağlamak için kullanmayı
dü¬şünüyorlardı. Şamii'in kendisine, elbette ki böyle bir şey teklif edile¬mezdi.
Bunun cezası, kaçınılmaz bir Ölümdü. Çeçenler, İmam'ın kal¬dığı yere ulaştıktan
sonra Tepi, Şamil'in annesinin yakını olan Kasım Molla'ya başvurdu. Önceleri onlara
ilgisiz davranan Kasım, paraların etkisiyle yumuşayarak onları dinledi. Tepi,
şimdiye kadar olan geliş¬meleri sıralayarak geliş sebeplerini anlattı ve Hatun'la
görüşmesini sağlamasını rica etti. Bu görüşmeyi gerçekleştiren Tepi, durumlarını
anlatarak yaşlı kadının bunları oğluna iletmesini sağladı.
O akşam yaşlı kadın, oğlunu ziyaret etti ve çok uzun süren özel bir görüşmeden
sonra, ağlamaktan gözleri kızarmış bir halde ayrıldı. Anneyle oğul arasında
konuşulanlar, bir sır olarak kaldı. Fakat Şamil' İn bu olay üzerine tavrı şöyle
oldu:... Elçi olarak gelen dört Çeçen'İn Öldürülmesi veya sert bir şekilde
cezalandırılmalarının, onları korku¬tup ikna edeceğine Rusların kucağına atacağını
çok iyi bilen Şamil, böyle bir hareketten şiddetle kaçınmak istiyordu. Halkı
topladı. On¬lara Çeçenlerin geliş amaçlarını ve tekliflerini anlattı. Sonra da,
inzi¬vaya çekilerek oruç tutup ibadet edeceğini ve bu konuda Allah'tan bir ilham
gelinceye kadar öyle kalacağını söyledi. Camiye girerek ka¬pısını kapadı ve
kimsenin de içeri girmesine izin vermedi. Dargo halkı ve Müridleri de, O'nun
ibadetlerine katılabilmek için caminin çevre¬sini doldurmuş bulunuyorlardı. Böylece
üç gün ve üç gece geçti. Dı¬şarıdaki halk da, oruçlu olarak ibadet ediyor ve şevke
gelmiş bir hal-
il
354
de; artık İmamlarının kapıda görünmesini bekliyorlardı. Sonunda ca¬minin içinde bir
hareket sesi işitildi ve kalabalık, bir heyecan dalga¬sıyla baştan sona titredi.
Kapı yavaşça açıldı. İmam, yorgun, sararmış ve belki de ağlamaktan, gözleri
kızarmış olarak kapının önünde gö¬ründü. İki Mürid'in eşliğinde merdivenlerden ağır
ağır indi ve annesi¬nin getirilmesini emretti. Bunun üzerine annesi, beyaz bir şala
bürûlü olarak iki mollanın ortasında olay yerine geldi. Oğlu, bir müddet
ko¬nuşmadan onun yüzünü İnceledi. Sonra gözlerini gökyüzüne çevire¬rek yalvardı:
"Ey büyük Peygamberimiz Muhammedi Senin, Allah'ın emriyle getirdiğin mesajlar,
kutsaldır ve değiştirilemezleri Şimdi senin âdil emirlerinin tüm İnananlara örnek
olacak şekilde uygulanmasına izin ver!"
Daha sonra kalabalığa dönen İmam, Çeçenlerin, verdikleri söz¬den dönmek
İstediklerini; fakat doğrudan kendisine baş vurmaktan çekinerek annesinin yanına
gittiklerini ve onun aracılığından fayda¬lanmak istediklerini söyledi.
"Annemin ısrarları ve benim ona duyduğum sonsuz bağlılık, be¬ni bu konuda Allah'ın
Resulü'nün emirlerini araştırmaya itti. Ve bura¬da, üç gün üç gece, sizin de
ibadetlerinizin eşliğinde yaptığım ibadet¬ler ve yakarmalardan sonra bu küstah
sorularımın cevaplarını bul¬dum. Fakat bu cevap, beni bir yıldınm gibi çarptı.
Allah'ın bu konu¬daki emri, bu teklifi bana getiren ilk insanın 100 kırbaçla
cezalanclınl-masıdır. Ve bu insan da annemdir!" Şamil'in emri üzerine, örülmüş bir
şerit tarafından kadına vurulmaya başlandı. Kalabalıkta ise, müt¬hiş bir korku,
heyecan ve hayranlık çığlıkları yükseliyordu. Fakat he¬nüz beşinci vuruştan sonra
kadıncağız, daha fazla dayanamadı ve bayıldı. Kendisi de, dayanma gücünün sınırına
varmış bulunan Şa¬mil, ileriye atılarak vuruşları durdurdu. Ve annesinin ayaklarına
ka¬pandı. Manzara gerçekten korkunç derecede dramatikti ve bunun çevredekiler
üzerinde bıraktığı etki tahmin edilebilir. Göz yaşları ve acılar içinde kıvranan
halk, Şamil'e yalvararak koruyucuları olan bu mübarek kadının bağışlanmasını
istediler. Bir an sonra da Şamil, yü¬zünde biran önceki duygularından eser olmadan
ayağa kalktı. Göz¬lerini yeniden gökyüzüne çevirerek kutsiyet dolu bir sesle
yalvardı: "Allah'tan başka tapacak yoktur ve Muhammed, O'nun kulu ve Re-
355
sulü'dür. Ey Cennette yaşayanlar, sizler, benim kalpten gelen bu ya¬karışlarımı
duydunuz ve zavallı annemin başına düşen bu cezanın geri kısmını, kendi üzerime
almama izin verdiniz. Ben, bu vuruşları sizin sevgi yakınlığınızın paha biçilemeyen
bir hediyesi olarak sonsuz bir mutlulukla kabul edeceğim!" Bu sözlerden sonra
Şamil, dudakla¬rında hazin bir gülümseme, kırmızı çerkaskasını ve beşmetini
çıkardı. Ellerinde kalın Nogay kamçılarıyla bekleyen iki Mürid'e dönerek eğer
Şeriat'ın emrini yerine getirmekte bir an tereddüt ederlerse ikisini de bizzat
kendi elleriyle öldüreceğini söyledi ve sessiz bir şekilde, duy¬duğu acıyı dışarıya
aksettirmeden kalan 95 vuruşu aldı. Daha sonra da, dış giysilerini sırtına
geçirerek camiden, İnsanların arasına girdi ve korkudan çarpılmış bir hale dönen
kalabalığa sordu: "Annemin böy¬lesine utanç verici bir şekilde cezaya
çarptırılmasına sebep olan o günahkâr insanlar neredeler?" Artık hiç kimsenin,
onlan bekleyen sondan kuşkuları kalmadığı Çeçenler, korkudan titreyerek ileri
sü¬rüklenerek İmam'ın ayaklan dibine fırlatıldılar. Fakat kalabalığın ne¬fesini
tutmuş bir halde beklediği o korkunç karar yerine şaşkınlık içinde, Şamil'in şöyle
konuştuğunu İşittiler: "Ülkenize, ihsanlarınızın arasına geri dönünüz. Ve onlara,
yaptıkları bu aptalca teklifin karşılı¬ğı olarak bu gördüklerinizi anlatınız!"
Bu olayın, ne kadarlık bir bölümünün düşünülerek hazırlandığı ve ne kadarının da
bizzat Şamil tarafından inanılarak, hissedilerek yapıldığına karar vermek
(Batılılar için) gerçekten imkânsızdır. Rus¬lar, bu olayı, büyük bir ustalıkla
planlanıp uygulanan bir oyun olarak ilan ettiler. Fakat bu olaylarla yakından
ilgilenenler, Şamil'in zekâsı kadar, o sarsılmaz inancının da bunda etkili olduğunu
belirtiyorlar ve zaten İmamlarının mübarekliğine ve O'nun davasının kutsiyetine
İnanan Müridlerinin, bu olaydan sonra O'na daha âa bağlanmaları¬nın normal olduğunu
ekliyorlar. Sonra unutulmaması gereken bazı olaylar da var. Daha önceleri Gazi
Muhammed de, gençliğinde işle¬diği bir suçtan dolayı kendisini, halkın gözü önünde
kırbaçlattırmış ve aynı cezayı, Şamil de kendisine uygulattırmıştı. İkinci İmam
Hamzat' m da, bazı günahlarından dolayı kendisini kırbaçlatıp hapsettirdiği
bi¬liniyor.
Bu son olayların ışığı altında, Çar Nikola'nın, Başkumandan Ge¬neral Neidhart'a
1843 yılının sonunda gönderdiği emirlerinde, kendi-
356
357

sine acıma-ve merhamet duygusu uyandıran bir not da vardı. Son aylardaki korkunç
yenilgilerden dolayı gururu korkunç bir şeklide kı¬nlan Çar, St. Peters bu rg'tan
çok uzaklarda cereyan eden bu olaylar¬da karşılaşılan güçlüklerin tam anlamıyla
farkında olamıyor ve gene¬rallerinin başarısızlıklarını anlayamıyordu. O'nun
gözünde Şamil sa¬dece güçlü, bir hayduttu! Bu yüzden O'nun başarıları Çar'ı çileden
çı¬karıyordu. 18 Aralık 1843 tarihli emirnamesinde, Neidhart'a dağlara yürümesini,
Şamil'in bütün ordularını yenerek dağıtmasını, Müridİerin askerî kurumlarının
yokedilmesini ve stratejik önemi büyük olan yer¬lerin ele geçirilerek bundan böyle
elde tutulmasını emrediyordu. Bü¬tün bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için de
Kafkasya'ya çok sayı¬da takviyede bulunmayı kabul ediyordu. Buna göre, İçinde
humba-racıların da bulunduğu 26 tabur piyade, 2 Kazak alayı ve 40 top Rus¬ya'dan
gönderilecekti.. Ayrıca, şu anda ordunun açıkları da, süresi dolmak üzere olan
askerlerden ve İyi bir eğitimden geçirilmiş yeni erlerden oluşan 22.000 kişilik bir
kuvvet tarafından doldurulacaktı. Şöyle devam ediyor, Nikola: "Nasıl harekete
geçeceğin hakkında ge¬rekli bilgileri, savaş bakanlığından alacaksın. Askerlerimi
uğruna yol¬ladığım yeni amaçlarımı ve hedeflerimi, kendini fazla sıkıntıya
sok¬madan, nasıl gerçekleştireceğini sana ayrıntılı olarak açıklayacaklar. Bu
görüşlerin tamamını veya bir kısmını kabul etmek, sana kalmıştır". Fakat ne olursa
olsun, unutmaman gereken üç şey var: (1) Böylesine geniş çaplı hazırlıklardan sonra
ona göre sonuçlar bekliyorum; (2) operasyonlar, tamamen ana hedefe yönelik olarak
sonuç alıcı bir bi¬çimde yürütülmeli ve başka operasyonlara kalkışılarak yan
amaçlara sapılmamalı; (3) sonuç ve durum ne olursa olsun, bu birlikleri, 1844
yılının Aralık ayından sonra oradan geri çekeceğim unutulmamalı¬dır."
Çar, 1832 yılında, Ruslara boyun eğmemekte direnen Çeçenle¬rin komşularını,
bunların üzerine saldırtmak istemiş ve bunun sonu¬cunda elde edecekleri hertürlü
ganimeti de Ödül olarak onlara bırak¬mayı vadetmişti. Böylece, Kafkas kabileleri
arasında düşmanlık to¬humları atılacak ve onların Ruslara karşı birleşmeleri
önlenmiş ola¬caktı. Yine aynı şekilde, "Böl ve yönet" prensibi İle, Neidnart'ın
dikka¬ti, bazı konulara çekiliyordu. (K.5. c,15, s.541) "Dağlıları tarafımıza
çekebilmek için, neye malolursa olsun, Şamil'in en yakın çevresinin
elde edilmesi gerekmektedir. Bu uğurda hiç bir fedakârlıktan kaçınıl¬mamalıdır.
Özellikle, Şamil'in ilk hocası ve kayınpederi Cemalettin, Akuşa ve Tsuhadar
kadılarıyla Tilitlli Kabet Muhammed'in tarafımıza çekilmesi çok Önemlidir. Ayrıca,
İmam'a sadık olan kabileler arasında düşmanlık ve anlaşmazlık tohumları saçılırken
bize baş eğenler cesa-retlendirilmeli ve kararsız olanlar da ikna edilerek
yaptırılmalıdırlar."
Dağlı liderlerle görüşmeler yapmak üzere Argutinsky Dolgoru-|<ov görevlendirildi.
Çar'ın görüşüne göre Dağlılar, şimdiye kadar bu¬ralarda görmedikleri kalabalık
ordularla yüz yüze gelince yeterince etkileneceklerdi. Fakat bu etkiyi daha da
güçlendirmek için ilanlar ve bilgiler hazırlanarak dağıtılmalı; Kafkaslıların Din,
mal, mülk ve gele¬neklerine dokunulmayacağı açıklanarak tek amaçlarının baştan
çıka¬rıcı Şamil ile adamlarının yokedilmesi olduğu anlatılmalıydı.
Şamil'in 1843 yılı başarıları, sadece askerî alanlarla sınırlı kal¬mamıştı.
Dağıstan'ın güney taraflarında, etekleri Hazar kıyılarına ka¬dar uzanan dağlık
bölgede yaşayan Kaytag ve Tabasaranlılar isyan ettiler. Güneydeki bu Anti-Rus
hareket, Gazi Kumuklan da İçine ala¬rak hızla yayıldı ve ana dağ silsilesini aşarak
Djaro kabilelerine ulaştı ve onlardan başka, çevredeki diğer Müslüman
topluluklarını etkile¬meye başladı. Kuzeyde ise, şimdiye kadar barış içinde yaşayan
Ku-muklar bile hareketlenmeye başlarken Vladikavkaz'ın batısındaki Kabardeyler de,
memnuniyetsizlik İşaretleri göstermeye başladılar.
Bütün bu yeni gelişmelerle uğraşmak, kaybedilen bölgeleri ye¬niden ele geçirebilmek
ve Kafkasya'da yıkılan Rus prestij ve otoritesi¬ni yeniden sağlamak için Çar'ın
büyük bîr serbestlikle verdiği kuvvet¬ler yeterli değillerdi. Aynı zamanda, çok
büyük bir dikkat ve beceriyle hazırlanan savaş planlarının aynı oranda başarılı bir
şekilde uygula¬maya konması gerekiyordu. General Neidhart'ın kumandası altında
Freitag, Dolgorukov, Klugenav, Passek, Yevdokimov ve daha bir çok başarılı subaylar
bulunuyordu. Fakat Başkumandanın kendisi, böyle¬sine bir durumda gelişen olaylarla
baş edebilecek bir yapıda değildi. Üstelik, devamlı olarak yukarıdan gelen
müdahalelerle oldukça yıp-ranıyordu. Büyük bir otokrat olan Nikola, kumanda etmenin
emirlere uymak olduğunu düşünüyordu. Kendisini çok beğenmiş birisi oldu¬ğundan da
bilgi ve zekası hakkında kuşku duymuyordu. Yerine geti¬rilebilmesi yıllar alacak
şeyler için 12 ay mühlet veriyor ve o iklim ko-
..?""?
358
şutlarında yapılması imkânsız olan hareketlere girişilmesini istiyordu. Mesela,
1844 yılının yazında Andi Koysu vadisinin ele geçirilmesini emrediyordu ki, bunun
yerine getirilmesi o günkü koşullar altında hayalî bir şeydi ve bu vadi, ancak 15
yıl sonra, o da tüm direnme bit¬tiği zaman ele geçirilebümiştir.
Bildiriler yoluyla halkı kendi taraflarına çekmek planı da, tama¬mıyla sonuçsuz
kaldı. Çünkü Şamil, buna karşı da tedbirlerini almış¬tı. Kendisiyle İNlaiblerinin
haricindeki kimselerin düzenledikleri top¬lantılara katılacak olanları ölümle
tehdit etmişti. Bu durumdan son¬ra, bu ilanlar, tartışılsa bile, artık ciddi bir
sonuç veremezdi.
Nihayet üzerinde karara varılan 1844 yılı savaş planına göre yı¬lın ilk altı ayında
bütün kuvvetlerle her cepheden saldırıya geçilerek savaş, her tarafa yayılacak ve
yılın geriye kalan altı ayı boyunca da Çar'ın büyük bîr umutla beklediği yeni
fethedilecek olan yerlerin tah¬kim edilmesi işleriyle uğraşılacaktı. Bu plana
ilişkin olarak St. Peters-burg'clan o kadar kesin emirler gelmişti ki, Neidhart ve
kumandanla¬rı, bazı durumlarda bu plandan sapmanın daha iyi sonuçlar vereceği
anlarda bile körü körüne plana bağlı katmak zorundaydılar. Bu yılın ilk aylarında
ise Ruslar, Müridler tarafından savunmada kalmaya zor¬lanmışlar ve savaşlar,
genellikle Hazar kıyılarında sınırlı kalmıştı. Bir süre için Mürid kuvvetleri,
Tarku'dan Derbend'e kadar her tarafı kontrol altına almışlardı. Fakat daha sonra
Dolgorukov, o bölgeleri tekrar ele geçirmeyi başardı. Bu çarpışmalar sırasında iki
tarafın da kayıpları oldukça azdı. Fakat Gazi Kumuk bölgesinin tekrar kontrol
altına alınması bakımından bu savaşların Ruslar açısından önemi çok büyüktü ve
gerçekten bundan sonra Ruslar, o taraflardaki endişele¬rinden kurtulmuş oldular.
Dağıstan'da yaz seferi 2 Haziran'da başla¬dı. Passek, kendisinden oldukça kalabalık
bir Mürid ordusunu Gilli'de yenilgiye uğratırken bizzat kendisinin iki Mürid'i
öldürdüğünü rapor etmiştir. (Akti, c.9, s.834) Bu savaş sonunda Şamhaltık bölgesi
tehli¬keden kurtulurken Mektule bölgesi de korunmuş oluyor ve Akuşalı-lar yeniden
Ruslara bağlanarak prestij, tekrar sağlanmış oluyordu. 9 Haziran'da Dolgorukov,
Yukarı Samur bölgesinde başka bir başarı daha kazandı. Kısa bir süre sonra da
Dağıstan ve Çeçenistan kuvvet¬leri birleşerek İçkeri'ye yürüdüler ve orasını imha
ettiler. Temmuz da, Samur ve Dağıstan kuvvetleri, benzer şekilde ortak bir
hareketle
359
Şamiİ'i Akuşa'dan geri çekilmek zorunda bıraktılar. Fakat Rusların Avaristan'ı
işgal etmek için geçmek zorunda oldukları Avar Koysu Üzerindeki Karadağ köprüsü
öylesine bir metanetle savunuldu ki, General Lüders, buraya bütün kuvvetleriyle
saldırmaya bile cesaret edemedi. Eylül ayında ise Dolgorukov, Kabet Muhammed'in
köyü olan Tilitll almaya kalkıştı. Fakat bunu başaramayarak geri çekilmek zorunda
kaldı. Bu sırada Çeçen bölgesinde, diğer yerlerde olduğu gi¬bi bir gerilla harbi
veriliyor ve Ruslara ciddi bir çarpışma için imkân vermiyorlardı. Bu sıralarda
Şamil, kanlı bir olayla otoritesini daha da pekiştirdi. Belki de bu olay, O'nun
daha sonraki zayıflamasında önemli bir rol oynamıştır. Şamil'in en sâdık ve yakın
Naiblerinden bi¬ri olan Şuayib Molla, bir kan davası yüzünden Tsonteri'de
öldürüldü. Şamil 200 Andiliyi oraya göndererek bu öldürme olayına engel
olma¬dıklarından dolayı köyün ileri gelenlerinin esir alınarak getirilmelerini
emretti. Fakat bu davranış Çeçen adetlerine ters idi ve silahlanan köylüler, karşı
koyarak Müridleri püskürttüler. Bunun üzerine Şamil., şahsen harekete geçti.
Dağları süpürerek köyün üstüne geldi. Onla¬rın direnişini kırarak 100 haneli köy
halkını kılıçtan geçirdi. (?) {akti, c.9, s.881)
Fakat o yılın en önemli olayı, Danyal Sultan'ın Şamil'e katılma-sıydı. Elisu'nun bu
kudretli Yerli yöneticisi, tuğgenerallik rütbesiyle Rus ordusunda görevli
bulunuyordu. Ruslarla çıkan anlaşmazlıktan sonra yenilmesi üzerine başkentinden
kaçarak dağlara sığındı. Orada Şamil'e katılarak yıllarca O'nunla beraber bütün
Dağıstan'ın Müri-dizm'e ram ofması için çalıştı/7*
Danyal Sultan, uzun yıllar Ruslara sadâkatla bağh kalmıştı. Eğer şu anda Şamil'e
katılmış bulunuyorsa bunun tek sebebi, onu bu ha¬reketi yapmaya zorlayan General
Neidhart'ın davranışıydı. Onun bu şekilde yönetimde kalmasını çekemeyen Neidhart,
önceleri onun yetkilerini kısıtlamakla başladı ve daha sonra başkentine adamlar
yollayarak Suttan'm idaresini tamamen ortadan kaldırmak için baha¬neler aramaya
başladı. Gerçekten Rus adaletsizliğinin ve ahmaklığı¬nın büyük bir örneği! (K.S.
c.7, s.618)
Henüz Sultan'ın Şamil'e sığınmasından bir kaç ay önce general Colovin, Cene-raJ
Crabe'ye Danyal Sultan'ın Rusların en sâdık adamlarından birisi olduğunu yazmıştı.
(Akti, c.9, s.378)
360
Bunlara karşın Rusların yapabildikleri şey; gecikmiş olan Arpyn kıyısındaki kalenin
yapımının tamamlanması ve Çar'ın emriyle Vo^d-vizhenskoy^ adının verilmesiydi.
Bunun dışında Dağıstan ile Trans-kafkasya arasındaki ulaşım iyileştirilmiş ve Akuşa
ile Gazi Kumuk bölgelerinin pasivize edilmesi tamamlanmıştı.
Bu olayların dışında pek kayda değer başka olaylar olmadı. Rusların gerçekten çok
büyük gayretlerle ve bütün savaş kaynakları¬nı kullanarak giriştikleri bu savaşlar,
onların bekledikelri sonuçların hiç birisini vermemiş ve savaş alanlarında bazen
başarılı olmalarına rağmen bu yılki savaşlar toplu olarak değerlendirildiğinde
Rusların yenilgiye uğradıkları görülüyordu. Geçen yıl uğranılan yenilgilerin Öcü
alınmadığı gibi, hiç bir ilerleme de kaydedilememiş ve Şamil'in pres¬tiji
kınlamarmştı.
(8) Bu ad, haçın yükseltilmesi anlamına geliyordu. Çünkü bu kalenin yapıldığı
ala¬na yakın bir yerde eski bir haç bulunmuştu. Bu da, bir zamanlar buralarda
Hı¬ristiyanların yaşadığını gösteriyordu, (akti, c.9, s.752)
,,**?'
V
362
363

BOLUM 24
1845
Vorontsov-Dargo seferi-Felaketli sonuçlar-Freîtag, bir kere daha yardıma geliyor...
Çar Nikota, 1844 yılında eide edilen bu başarısız sonuçlardan hayal kırıklığına
uğramış olmasına rağmen planlarını değiştirmeye hiç gerek görmedi ve Kafkasya'daki
generallerinin emrine verdiği bu kuvvetlerle istediği sonuçların elde edilebileceği
inancını sürdürmeye devam etti. Yılın sonunda General Neidhart'ı çağırarak savaş
planı¬nın yeniden gözden geçirilmesini istedi. Bir emirnamesinin kenarına kendi el
yazısıyla yazdığı bir notda şöyle diyordu: (1) Eğer mümkün¬se, Şamil'in orduları
yenilerek dağıtılmalı, (2) Rus kuvvetleri, doğru¬dan hedeflerinin merkezlerine
yürümeli, (3) Ele geçirilen yerlerde Rus otoritesi kurularak sağlamİaştınlmalıdır.
Çar, ardından seferin ana hedefi olarak Andi bölgesini gösteriyor ve Samur
birliklerinin, daha önce kararlaştırıldığı gibi kuzey kuvvetleriyle ortak hareket
etmesi yerine Güney Dağıstan'daki düşman bölgelere saldırılarla yetinmesi¬ni
istiyor ve daha sonra da Gergebil'de bir kalenin yapılabilmesi için gerekli ortamın
sağlanmasını emrediyordu. Çar, ısrarlı bir şekilde, oraya gönderdiği ve Kafkas
ordusuna dahil olmayan 5. ordu birlikle¬rinin Kafkasya'da ancak 12 ay kalmasına
izin vereceğini tekrarlıyor ve
bu askerlerin oradaki varlıklarının ancak yukarıdaki hedeflere ulaşa-bilmesiyle
haklılık kazanabileceğini vurguluyordu. Nikola, Çeçen ve pağıstan birliklerinin
birlikte hareket ederek Andİ'ye yürümesini ve orayı ele geçirerek imha etmesini;
Çeçen kuvvetlerinin Argun'daki kafenin yapımıyla İlgilenmesini ve eğer yeterli
zaman kalırsa bu ilk kaleye paralel olarak ikinci bir kalenin kurulmasını isterken
Dağıstan birliklerinin de, Andi bölgesini tahkim ederek orası ile Sulak arasında
bir posta hattının kurulmasını arzuluyordu. (K.S. c.6, s.235-239)
Bu tespit edilen hedeflere ulaşılmasını garantiye afmak amacıyla da General
Neidhart görevinden alındı. Onun yerine, Napolyon sa¬vaşları sırasında kendisini
parlak bir şekilde göstermiş olan ve tam bir aristokrat yapıya sahip bulunan Prens
Vorontsov, Başkumandan ve Çar Naibi olarak Kafkasya'ya atandı.
Kafkasya'ya gelen Vorontsov, arzulanan bu seferin gerçekten Çok az bir başarı
şansıyla değerlendirildiğini gördü. Özellikle Prens Argutinsky ve General Freitag,
bölgeyi çok iyi bilen kumandanlar ola¬rak bu sefere tamamen muhaliftiler. Fakat St.
Petersburg'clan yeni ayrılmış bulunan ve Çar'a da zafer sözü vermiş olan yeni
Başkuman¬dan, daha önceki selefinin de yaptığı gibi bu astlarının karşı
koymala¬rına aldırmadan onları susturarak harekete geçmeye karar verdi. Fa¬kat,
geçen bu süre zarfında sefer kuvvetleri de toplanmış ve yerel as¬kerî otoritelerle
karşılaşarak yeni bilgiler alan ve bölge koşullarını da¬ha iyi öğrenen Kumandan'ın
da kafasında bir takım şüpheler uyan¬maya başlamıştı. 25 Mayıs'ta Savaş Bakanlığına
şöyle yazıyordu: "Bu sene, Çeçenistan'dakİ ileri Hat'tın tamamlanmasından önce
yeniden saldırıya geçmem hakkında aldtğım emirler, buradaki yerel general¬lerinin
çoğunun olduğu gibi benim de görüşlerime aykrrı olduğu hal¬de bu emirleri yerine
getirmek için yine de aynı gayretlerle çalışaca¬ğım. Fakat buna rağmen, buradaki
herkese; 'Şamil ile karşılaşarak mümkünse O'nu yenilgiye uğratmayı devamlı olarak
ertelemek bana pek akıllıca gelmiyor.' diyorum. Çünkü böyle bir durum, bize herşey-
den çok daha fazla yarar sağlayacaktır. Eğer Allah, bizi zaferle süsle¬mekten
memnuniyet duymayacak olursa biz yine de görevimizi yap¬mış olacağız ve bunun için
suçlanmayacağa. Bu seferin, istediğimiz bir şekilde sonuçlanmaması halinde de bizim
için daha verimli olacak olan metodik stratejimize dönebiliriz. Bu durumda Şamil'in
ele geçi-
364
365

. : ?
rilmesi, elbette ki kolay olmayacaktır." Bir hareketin lideri, o seferin olası bir
başarısızlığından bahsederken ve bütün astları da, bunu mu¬hakkak olarak
görürlerken böyle bir sefer, zaten başlangıcından iti¬baren tehlikeye girmiş
demektir. Ve bir çok kereler şahit olduğumuz gibi, otokrat Çar'ın kişisel
müdahaleleri, Kafkasya'nın işgaline yardım etmekten ziyade onu engellemiştir. 30
Mayıs'ta, umutsuzluğun ce¬saretsizliğe dönüştüğü bir kafa yapısıyla şöyle
yazıyordu, Vorontsov: "Bu seferden-her hangi bir başarı şansı göremiyorum. Fakat
elbette ki, İmparatorumuzun isteklerini yerine getirmek ve onun güvenini boşa
çıkarmamak için elimden geleni yapacağım!" Ertesi günü, 12 pi¬yade taburu, 2
humbaracı bölüğü, 13 Kazak alayı, 1.000 yerli milis ve 28 toptan oluşan Çeçen
birliğiyle Vnezepnaya'dan ayrıldı. 3 Haziran' da da 3 piyade taburu, 2 humbaracı
bölüğü, 2 keskin nişancı bölü¬ğü, 3 süvari bölüğü ve 18 toptan mürekkep Dağıstan
birlikleri Cert-me'de orduya katıldılar. Böylece toplam kuvvetlerin sayısı 18.000'e
ulaşmış bulunuyordu, (Akti c.x, s.364-376, 380, 388, 397-412)
Şamil, her zamanki gibi büyük bir ustalıkla stratejisini, kendisinin ve düşmanının
durumunu etkileyen şartlara göre ayarlamıştı. Şamil, Argutinsky'in de belirttiği
gibi, Rusların, şu andaki koşullarda dağlara sokulabileceklerini fakat oralarda'
uzun süre barınamayacaklannı kavramıştı. Şamil'in çok iyi anladığı başka bir şey
de; böylesine büyük bir orduyu açık alanda yenemeyeceğiydi. Ordunun askerleri dinç,
cephaneleri bol ve yiyecekleri yeterliyken onlara ciddi bir zarar ver¬mek
imkânsızdı. Şamii'in de, harekete geçmek için zamanı gelecekti. En büyük müttefiki
olan tabiat, yapacağı her şeyi yerine getirdikten sonra uzun ve yorucu
yürüyüşlerden oldukça yıpranan askerler, Şa¬mil ile açık alanda karşılaşarak O'nu
mağlup edememenin verdiği moral bozukluğu içinde Dağıstan'ın çıplak dağlarından ve
İçkeri'nin sık ormanlarından eve dönüş yolunu tutacaklardı. İşte o zaman Şa-
milkendini gösterecekti. O andan itibaren Şamil, hareketli kıvrak bir¬liklerini
Rusların üzerine salacak ve onların önlerindeki yolları boza¬cak; her türlü
fırsattan yararlanarak öncülerle artçıları merkezden ayıracaktı. Yanlarındaki
yaralılar ve çok miktardaki erzak ve mühim¬mat yükferiyle uzun bir kafile oluşturan
merkez, daima saldırı altında tutularak bunaltılacak ve askerlere, gece gündüz
rahat verilmeye¬cekti. Rusların yapabilecekleri en iyi şey; bir artçı savaşı
vererek geri
çekilip Sunja veya Suiak'taki üslerine ulaşmak olabilirdi. Fakat bu sı¬rada Ruslar
üzerinde öylesine bir panik ve korku havası yaratılmalıy¬dı ki, Hazar'dan Kara
Deniz'e ve Terek'ten İran sınırına kadar her yerde Ruslar, halkın gözünde
küçülmeliydiler. Şamil, yine de, en iyi sonucu elde edebilmek için gerekli
kuvvetleri elinde bulunduracak; Allah'ın ve Peygamberı'nin yardımıyla düşmanı kendi
karargahının bulunduğu Dargo'ya çekmeyi başarabilrise işte orada, daha önce Şuayib
Molla'nın General Crabe'ye tattırdığı gibi kendisi de, Voront-sov'a böylesine acı
bîr yenilgi tattıracaktı.
3 Haziran'da birleşen birlikler, aynı gün yolculuklarına yeniden başlayarak geçen
yıl buraya yapılan bir saldırıyı püskürtmüş olan Te-rengu geçidinden geçtiler. Eski
Burtunay,.savaşmaksızın ele geçirildi. Bu durum, herkesi şaşkınlığa uğratmıştı.
Çünkü ordudakiler, Şamii'in bütün gücüyle burada direneceğini ve savaşın başında
bir zafer ka¬zanacaklarına inanıyordu. Haziran 5'de, Salatav ile Gumbet arasın¬daki
ulaşımı sağlayan Kırk Geçidi hakkında yapılan bir keşif hareka¬tından sonra ordu,
geçidi geçmeye başladı. Geçidin yüksekliği, 2800 m civarındaydı. Passek
kumandasındaki öncü birlikleri, geçitleri aşa¬rak karşı tarafa geçtiler ve 1839
yılında'Grabe'nin yaptırmış olduğu Uclatçnaya kalesine ulaştılar. Ardından,
karşılarındaki 2500 m yük¬sekliğindeki Antşimir tepelerini zayıf bir direnmeden
sonra ele geçir¬diler. Burayı savunan müridlerin 3.000 kişi kadar oklukları ve 1
topa sahip bulundukları tahmin edilmiştir.*1' Vorontsov, raporunda, bu olayı
şimdiye kadar gözlemlediği zaferlerin en büyüğü olarak yaz¬mıştır. Ona göre, hiç de
az olmayan bir kuvvet tarafından savunulan böylesine müstehkem bir yere saldırmak,
gerçekten mucizevî bir şeydi. (Bu sırada Passek'in kumandasında, topçu ve süvari
birlikleri¬nin dışında 6 piyade taburu bulunmaktaydı.) Fakat bu savaşlar
sıra¬sındaki Rus kayıplarının sadece 17 yaralı olması, Müridlerin ciddi ola¬rak
karşı koymadıklarını göstermektedir. İşte bu aşamadan sonra se¬ferin ilk büyük
hatası yapıldı. Bunun sonuçları da çok ciddi oldu. 6
(1) Bu saldırıya Prens MeÜkov, Gürcü gönüllülerinin başında komuta etmiştir.
Kont Beckendrof da, kendisini göstermiştir. Bu sefer sırasındaki İki kere yaralanan
Kont, "Souvenir intime d'une Campagne au Caucase pendant l'ete de l'annee 1845"
adlı bir eser bırakmıştır. Paris, 1858
366
367
Haziran'da Passek, her zamanki aceleciliğiyle kendisine gönderilecek emirleri
beklemeden harekete geçti. Yoluna devam ederek 15 km kadar ilerisinde bulunan Zuno
y
Mir'e(2) kadar ilerledi. Burada birlik¬leri, bir süre için tamamen diğer
birliklerden kopmuş bir halde kaldı¬lar. Hava aniden değişerek kavurucu yaz sıcağı
bir anda ortadan kaybolarak onun yerine dondurucu soğuklar, ortalığı kasıp
kavurma¬ya başladı. Zavallı birlikler, 5 gün boyunca kar, tipi ve don altında
bekleştiler. 450 kişiden fazla asker donarken 500 kadar at da öldü. Arkayla
ilişkisini devam ettirmek amacıyla kuvetli bir birliği geride bı¬rakan Vorontsov,
11 Haziran'da Passek'e katıldı. Ertesi günü de Andı Geçidi veya Andi Kapıları
olarak bilinen bölgenin yakınlarındaki Tilitl köyü civarında kamp kuruldu.
Casusların getirdikleri haberlere göre Şamil, bütün gücüyle burasını savunmaya
karar vermişti. Ertesi gü¬nü, saldırı emri verildiğinde Ruslar, yeniden büyük bir
şaşkınlığa ka¬pıldılar. Çünkü bu sağlam mevziler, güçlü bir şekilde tahkim edilmiş
olmalarına rağmen savunulmamış ve Müridler, çekilmişlerdi. Şamil, çok daha
önceleri, üzerine gelen düşmanın miktarını bilmeden bura¬ları tahkim ederek
savunmaya hazırlamıştı. Fakat yaklaşan düşmanın müthiş ateş kuvvetini görünce
buralardan çekilmek akıllılığını göster¬mişti. Geriye çekilirken Andi bölgesindeki
bütün köyleri ateşe verdi ve buralarda yaşayanları da kendisini izlemeye zorladı.
14 Haziran'da saldırıya geçen Ruslar, Andi ve Gagatl'ın harabeleriyle
karşılaştılar. Burada rastladıkları bir kısım.Dağlıları da sürüp çıkardılar.
Bunlar, büyük bir ihtimalle, buralardaki mallarını kurtarmak için kalmış veya
başkalarının geride bıraktıklarını toplamak isteyen kimseler olabilir¬lerdi. Çünkü
bu iki köyün savunulması için en ufak bir girişimde dahi bulunulmamıştı. Fakat
Andi'nin biraz daha ilerisinde, dağların teras¬lar şeklinde eğimler yaptığı Aval
adı verilen bölgede Şamil, 6.000 kişi ve 3 topla Rusları ciddi bir şekilde
yıpratmayı denedi. Bu sırada Ka-bardey ve Gürcü halaylarının iki bölüğü ve diğer
yerli birliklerle köy¬deki kaçakları büyük bir iştahla kovalamakta olan Baryatinsky
de bir ara tehlikeye düştü. Fakat takviyeler anında gönderildi ve tepeler ele
(2) Mir, Avar dilinde dağ demektir.
geçirilirken Şamilde, toplarını alarak geri çekilmeyi başardı.<3)
Şimdiye kadar ciddi bir sonuç elde edilmemesine rağmen sefer başardı geçmişti.
Ruslar, dağların içlerine kadar yürümüşler ve Andi' yi ele geçirmişlerdi. Fakat
henüz Şamil'i yenememişlerdi. Bunun da sebebi çok basitti. Çünkü Şamil, onlara bu
fırsatı vermemişti. Voront¬sov da, şimdiden, üslerinden bu kadar uzaklaştığı
dağlarda Rus otori¬tesini tamamen kuramayacağını anlamıştı. Ayın 17'sinde şöyle
yazı¬yordu: "Aşikâr olan bir şey varsa o da kendimizi Andi'de sağlam bir şekilde
yerleştirsek bile erzak ve mühimmat ihtiyaçlarımızı İçkeri ve¬ya Vnezepnaya'dan
sağlayamayacak bir durumda olmamızdır. Yazın hemen hemen imkânsız olan bu durum,
kışın tamamen konu dışı kalmaktadır." Argutinsky ve Freitag haklıydılar. Birlikler,
tam ve kesin bir basan elde edemeden dönmüş olacaklardı. Eğer geri çekilirlerken
çok büyük kayıplara uğrannazlarsa o da şans eseri olacaktı. Şimdiden bazı güçlük ve
sıkıntılar, orduda kendilerini göstermeye başlamışlar¬dı bile. Andi'deki ilk dört
gün boyunca askerler, tayınlarını eksik ola¬rak almışlardı. Halbuki bu sefer
sırasında kuvvetlerin üçte biri bu işe ayrılmış bulunuyordu. Ve özellikle Prens
Bebutov komutasındaki Dağıstan birlikleri, gerideki erzağın yetiştirilmesi işinin
hızlandırılma¬sına memur tayin edilmişti. Bu durumda yapılacak tek şey, şartların
güçlüğünü göz önünde bulundurarak daha fazla kayıplara uğrama¬dan geri çekilmekti.
Fakat Şamil'in karargahına 16-17 km yaklaşmış olan ve saldın için hâla 10.000
kişilik bir orduya sahip bulunan Vo-rontsov'un, son defa şansını deneyerek bu
parlak orduyla saldırıya geçmek istediği şüphe götürmez. Buradaki "parlak" kelimesi
tam an¬lamında kullanılmıştır. Çünkü Kafkaslar, şimdiye kadar böylesine debdebe ve
ihtişam içinde parlayarak zafer umutlarıyla dolu olarak yola çıkmış olan bir orduyu
görmemişti. Kont Vorontsov'un adı ve
(3) Elde edilen bu başarılardan büyük bir mutluluğa kapılan Çar, şöyle yazıyordu:
"Tanrı, sizin ve kahraman birliklerinizin başlarını hakettiğiniz başanlrala
taçlan¬dırıyor. Ve bir kere daha Ortodoks Rusları hiç bir şeyin durduramayacağı
gös¬terilmiş oluyor, bundan sonra da Allah'ın yardımıyla, Çarlarının emrettiği her
yere gidebileceklerdir. Başarılarınızın sonuçlarını şimdiden tahmin edemiyo¬rum.
Fakat bunların çok uzun süreli olacağını ve şimdiye kadar yenilmez olarak tanınmış
olan Şamil'in gücünün sarsılacağından şüphe etmiyorum!" (Akti, s.311)
"'ı.A.
368
369

ünü, St. Petersburg ve Moskova'da bulunan bir çok aristokratı bura¬ya çekmiş;
çevresi, onun gibi ünlü bir kumandanın emrinde savaşa¬rak Şamil'in yenilmesi ve
Kafkasların tamamen ele geçirilmesi şerefi¬ni paylaşmak isteyen insanlar tarafından
sarılmıştı. Kurmay heyeti ve maiyetinin içinde Hesse-Darmstadt prensi Alexander,
Varşova prensi ve Prens Wittgenstein gibi kimseler bulunmaktaydı. Ayrıca, Moskova'
nın ünlü ailelerinin çocukları da bu grup içinde yer almış bulnuuyor-lardi. Prensin
özel muhafız birliğini oluşturan bir Kürt grubu da, ken¬di renkli kıyafetleriyle
oldukça dikkat çekiyorlardı. Bundan başka, 5, kolordunun komutanı general Lüders,
Klugenav ve Passek ile daha bir çok subay da, kurmay ve maiyet grubuna dahil
bulunuyordu. Kamplarda ve savaş alanlarında her generalin yerlerini belirtmek
amacıyla her birinin mızraklara takılmış flamaları çadırlarının önünde
dalgalanıyordu. Başkumandan'ın bir at püsküiüyte süslü bayrağı si¬yah ve beyaz
renklerden oluşuyordu. General Lüders, St. Vladimir kurcjelast şeklinde kırmızı ve
siyah renkleri kullanırken kurmay baş¬kanı Gurko, kırmızı renkli bir flama
dalgalandırıyordu. Bir çok kadının da el emeklerinin bulunduğu söylenen Passek'in
bayrağını da gümüş renkli bir haçla beyaz rengi süslüyordu. (K.S. c.3, s.276} Aşçı,
hiz¬metçi, seyis ve diğer bir takım kişiler gibi savaş gücüne dahil olma¬yan
kişilerin de, sayıları oldukça kalabalıktı. Buna bağîı olarak; kamp eşyaları,
subayların koltukları, yük beygirleri ve çadırlar, yerel kaynak¬lardan alınan
bilgilere göre, askerlerin hayatî eşyalarından çok daha fazla yer kaplıyordu. Daha
sonraları Vorontsov'un yerini alacak olan Muraviyev'in, kendisine zaferler ve ünler
kazandırıncaya kadar, artık Yermolov devrinde olduğu gibi İzbelerde ve zemlikaiarda
yaşama¬dıkları için durumlarını "lüks" olarak tanımladığı Kafkasya'nın kalıcı
birlikleri, Rusya'dan gelen bu yeni askerlere fazla ağır dozda olma¬yan bir
küçümsemeyle bakarlarken kurmay subaylarının kölemsi davranışlarından dolayı onlara
karşı duydukları küçümsemelerin sını¬rı yoktu. Kafkas ordulanndaki subay ve
askerlerin gözünde; gösterişti üniformalar giyerek züppevari bir şekilde hareket
eden ve Kafkas sa¬vaşları hakkında fazla bir bilgileri olmayan bu insanların pek
bir öne¬mi, kıymeti yoktu. Diğerlerine gelince; her konuşmalarının başında,
"ecoutezr mon cher!" diye başlamayarak saf Rusça konuşan, alay ter¬zisinin elinden
çıkmış olan üniformayı giyen ve bir çok savaşlara gire-
rek çıkmış olan bu askerlere karşı bir sempati besleyerek onlara saygı duymaktan
kendilerini alamıyorlardı.
Bütün bu durumlara yeni bir şey eklemeden bu koşullar altın¬daki bir seferin,
zaferle sonuçlanması ihtimalinin ne kadar olduğu tahmin edilebilir. İş başa düştüğü
zaman da esas yükü, yerel birlikle¬rin sırtladığını söylemeye gerek yok tabii!
Vorontsov'un, başka hiç bir işi olmadan beklediği erzak kon¬voyları, o kadar
gecikerek o kadar az şey getirdiler ki, ancak bir kaç günlük tayınların dağıtılması
mümkün olmuştu. Erzağın bölge halkın- dan sağlanması konusu da tamamen imkânsızdı.
Ordu, sanki bir sahranın ortasında kalmış gibiydi. Şamil, işini çok İyi biliyordu
ve Rus- ların işine yarayabilecek herşeyi tamamen imha etmişti.(4) Güneş de,
üzerine düşeni yaparak kalanları yakıp kavuruyor ve bu yüzden yiye- cek ot
bulamayan atlar, insanlardan da daha kötü bir duruma düş- müş bulunuyorlardı.
Ayın 18'İnde önemli miktardaki bir birlik, B.otlih yönüne gönde¬rilerek erzak
getirmekle görevlendirildi. Ardjiam golü kıyılarında ge¬celeyen bu birlik, sadece
bir kaç alabalıkla dönebildi ve alaylı bir diile bu sefere 'alabalık seferi" adı
verildi.
-î Temmuz günü, sadece bir kaç günlük tayınlarının kaldığını gore Vorontsov,
(bazıları 8 günlük erzak, bazıları da daha az demek¬te dirler.) diğer erzak
konvoyunun da, ancak 10 Temmuz'da kendisi¬ne ulaşabileceğini ve onu beklemekle hiç
bir avantajı olmayacağını; aksine bir hafta kaybetmiş olacağını anladıktan sonra 6
Temmuz sa¬bahı, Dargo'ya doğru yola çıkmak için gerekli hazırlıkların yapılması¬nı
emretti. Ayrıca, kuvvetlerinin bir kısmını, gelecek olan erzağın or¬duya
ulaştırılması göreviyle geriye yollandı. Bu karar, korkunç bir ya¬nılgıydı.
6 Nisan sabahı, saat 3 civarında, Vorontsov'un özel hizmetinde bulunan bir Dağlı,
onun en gözde atına atlayarak Şamil'e doğru uzaklaştı ve O'na Rusların gelmek
üzere olduğunu haber verdi. Bir
\l (4) Bu olaylarla ilgili olarak çok ilginç anılar bırakmış olan Baron
Delvig, Müridle-rin, "Barışçı Dağlılar" ile olan ilişkileri hakkında bir Örnek
vermektedir: ''Bir sa¬bah atla giderken traşlı iki kelle bulundu. Yanlarındaki
Tatarca yazıda da şöyle deniliyordu: 'Bunlar, Rus hükümetinden yana oldukları için
cezalandırıldılar!' (V.S. 1864)
370
saat sonra da yürüyüş başladı. Saat 9'a doğru bütün birlikler, orma¬nın kenarına
gelmiş bulunuyorlardı. Burada bir kaç saatlik bir mola verildi ve askerler,
yapacakları saldırıdan önce yemeklerini yediler. Kuzey yönünde uzanan görüntüler,
Rus gözlerinin bütün ilgisini üze¬rine çekiyordu. Ayakları dibinde, kendilerine baş
eğmeyen Çeçenis-tan, tamamen ormanlarla kaplı dalgalı sırtlar halinde uzanırken
derin ve kasvetli boğazlar, bu ormanları kesiyordu. 40 km kadar ötede ise Terek'in
altın ışıklar saçarak aktığı ovalar göze çarpıyordu. Ufuk çiz¬gisinin hemen
altında, sadece bir leke olarak görünen yer de, kutsal Rusya idi. Bir çokları,
ülkelerine son defa baktılar. Artık 7-8 krn kadar uzaklıkta bulunan Dargo, yoğun
ormanfarla kaplı bulunan Retçel ba¬yırının zirvesi boyunca yayılarak uzanıyordu.
Buraya ulaşmak için aşılması gereken yol, hiç bir yerde fazla genişlemeyen, fakat
bazı yerlerde bir kaç metre kadar daralan ve birbirine yakın inişl-i çıkışlı
kesintilerle dolu bir patikaydı. Yüzlerce yıllık dev ağaçlar, kurnazca uzanan,
dallarıyla her 400-500 m'de yolu tıkarken kalın ormanlarla kaplı vadinin iki tarafı
da Müricllerle doluydu.
Saat 1'e doğru General Lüders gelerek Litovsky alayının, daha önceki bir olayda
lekelenen şereflerinin temizlenmesi için ilk saldırıyı yapmak istediklerini
bildirdi. Ardından da onları savaşa hazırlayan bir konuşma yaptı/5-1
Askerler,'tüfeklerini başlarının üzerinde sallayarak artık aralarında daha fazla
korkak olmadığını haykırdılar. Saldırı emri verildikten sonra da kendi subayları ve
kurmay subaylarının kuman¬dası altında, ilk altı engeli büyük bir hızla aştılar.
Bir biri ardınca bu engelleri aşarken fazla bir direnmeyle karşılaşmadan kolaylıkla
ilerle¬mişlerdi. Onların arkasından da levazımcılar gelerek yolu, ordunun tümünün
geçebileceği bir şekilde genişletmeye çalışıyorlardı. Dağlı¬ların taktikleri, her
an düşmanı izleyerek onları birbirinden ayırmak ve etkili bir darbe indirmek
üzerine kurulmuştu. Ve Rusların bu ilerle¬meleri de, Dağlıların taktiklerine çok
uygun düşüyordu. İşte tam bu sırada olanlar oldu. Başkumandan, yanında Lüders ve
arkasında Hesse prensi Alexander ile kurmay heyeti olduğu halde sakin bir şe-
(5)
Bu alayın bir bölüğü, 17 Haziran'da Andi kapıları civarında 50 kadar Dağlı
tara¬fından tuzağa düşürülmüş ve paniğe kapılan askerler, korku içinde kaçışarak
yüzbaşılarını geride, ölüme terketmişlerdi.
371
kilde ilerleyerek 2. ve 3. engeller arasındaki dar geçide girdiği sırada aniden
yoğun bir tüfek ateşine maruz kaldı. Bir an için Vorontsov'un da hayatı tehlikeye
düşmüştü. Öncü birlikler, bu sırada asıl ordudan oldukça uzaklaşmış bulunuyorlardı
ve aradaki bağlantı da Dağlılar tarafından kesilmişti. Herkes, bir anda durmak
zorunda kaldı ve 40 kadar subay, toplu olarak bir süre yoğun ateş altında kaldılar.
Hemen bir cebel (dağ) topu ileriye gönderilerek ateş seslerinin en yoğun geldiği
taraf ateş altına alındı. Fakat henüz ikinci atıştan sonra topun yanında hiç kimse
kalmamıştı. Onu kullananlar, ya öldürülmüş ya da yaralanmışlardı. Top hemen takviye
edildi ve kısa bir süre sonra aynı şeyler tekrarlandı. Bir ara, topun yanında canlı
olarak ayakta kimse kalmamış olduğu halde çevresi, ölü ve yaralılardan oluşan bir
kü¬meyle dolu olarak beklerken hiç kimse de, ona yaklaşmaya artık ce¬saret edemez
olmuştu. Sonra bir asteğmen ileri fırladı. Onun arka¬sından harekete geçen bir
subay, canlı olarak geri dönebildi. Fakat top çalıştırılamadı. Tam o sırada general
Fok, ileri atılarak topu kendi elleriyle doldurdu. Fakat daha ateşlemeye fırsat
bulamadan bir yaylım ateşiyle vurularak düştü. Bunun üzerine Vorontsov, attan
indirdiği Kazaklarla Gürcü milislerini ormanlık bölgeye yolladı ve bir kaç daki¬ka
sonra "ev yolundaymışcasına rahattık!" diyor, bir Rus yazarı.
Bu arada Kabardey alayının taburu da, 6. engelde Litovsky as¬kerlerine yetişti.
Diğerleri, bundan sonra zafer yürüyüşlerine devam ederek açıklık bir alanın
ortasında yükselen bir tepeye kadar ilerledi¬ler ve aşağılarında; 1.5-2 km kadar
uzaklıkta Dargo'yu gördüler. Bu¬rada duran askerler, Vorontsov'un gelmesini
beklemeye başladılar. Akşam geç vakitte olay yerine gelen Başkumandan, öncülerin
ku¬mandanı general Bieliavsky'e avulun ele geçirilmesini emretti. O sı¬rada köy
Şamil tarafından ateşe verilmiş, alevler içinde yanıyordu. Başkumandan da, ancak
saat 11'e doğru Dargo'ya ulaşabildi. Gece Dargo'da konakfadı. Birliklerin geri
kalan kısımları, ertesi günü, 7 Temmuz'da Dargo'ya ulaştılar. Şu ana kadar verilen
kayıplar, yine de pek ağır sayılmazdı. Ti general 4 subay ve 32 er öldürülmüş, 9
su¬bayla 192 er de yaralanmıştı.
Şamif'in başkenti alınmıştı ve şimdiye kadar işler yolunda git¬mişti. Ne varki
Şamil, henüz bir savaşa girişmemiş ve Ruslara O'na ciddi kayıplar verdirme imkânını
tanımamıştı, Rusların, Dargo'da kal-

372
maları imkânsızdı. Ordunun Önünde, aşılması gereken ormanlarla kaplı 41 km'lik bir
yol uzanıyordu. Bu yolun her karışı, neredeyse gö¬rünmez olan müthiş savaşçılarla
dolu bulunuyordu. Eğer Grabe, 1842 yılında, hemen hemen eldeki bu kuvvetlere denk
bir kuvvetle, sade¬ce Gerzel Avul'un yarı mesafesi kadar bir yolu alabilmek için
karşısın¬daki 2.000 kişilik bir kuvvet karşısında o kadar kayıp vermişse;
ordu¬suyla 41 km'lik bir yolu katetmek zorunda oîan ve karşısında da tüm
kuvvetlerinin başında Şamil'i bulan Vorontsov'un başına gelecekler kolaylıkla
tahmin edilebilir. Kafkasya'daki savaşlarda tecrübe kazan¬mış askerler, durumun
büyük bir tehlike arzettiğini görüyorlardı. Ya¬pılan bazı hataların da bunlara
eklenmesiyle felaket kaçınılmaz oldu.
Hâla askerlerin beş günlük yiyecekleri vardı ve yapılabilecek tek şey; tüm
güçleriyle Gerzel Avul'a doğru yürümek İçin harekete ge¬çerken Dağıstan'daki
kumandanlara da haberler göndererek onların Sulak'ın gerisine çekilmelerini
istemekti. Fakat Başkumandan, daha Önceki planını ve kararını değiştirmeyerek
gelecek konvoyu bekle¬meye başladı.
Bu arada Dargo'da bulunan bir takım Rus asker kaçaklarının kaldıkları yerlerde çok
ilginç manzaralarla karşılaşıldı. Bunların kal¬dıktan evlerin duvarları, "Prusya
kralının hapishanesi", "Saksonya Kralı'nın terzisi" gibi ilginç yazılar
kazınmıştı.^1' Bu sırada sayıları 600 civarında olan Rus asker kaçakları, Şamil'in
emriyle, güneş batımı sı¬rasında Aksay ırmağının yüksek kıyılarında bir ileri bir
geri giderek Rus askerî havaiarını çalmaya başladılar. Bu olayın Rus ordusu
üze¬rinde uyandırdığı etkileri tahmin etmek zor değildir. (K.S. c.3, s.317,
Heimann'ın anıları)
Askerlerin trampet çaldıkları tepeye 4 top yerleştiren Şamil, bu¬radan açtığı
ateşle Rus ordusunu oldukça rahatsız etmeye başlamış-
(6) Dargo'da bulunan 33 Rus subay ve erleriyle ilgili acı bir hatıra da vardır.
1843 yılı savaşları sırasında esir ediien bu askerler, toprağın içine kazılmış olan
çu¬kurlarda çok olumsuz koşullar altında bulunuyorlardı. Bunların serbest btrakıl-
ması için girişimler başlamış ve neredeyse, Ödenecek fidye konusu da bir so¬nuca
bağlanmak üzereydi, fakat tüm bu sırada gelen bir mektup, onlara hazır¬lanan seferi
haber verip iyi şanslar diliyordu. Şamil, bu hareketi, bir ihanet ola¬rak
değerlendirdi ve Ruslar idam edildi. Yıllar sonra Şamil; "Onları öldüren ben değil,
Vorontsov'du!" demiştir, (akti, c.12, s.1420,Delvig, V.Sbornik, s.207)
373
ti. Bunun üzerine, General Labintsef kumandasındaki bir kuvvet, bu tepeyi
temizlemekle görevlendirildi. Ruslar, 8 Temmuz sabahı saldırı¬ya geçerek tepelere
tırmandılar. Başlangıçta saldırının büyük bir ba¬şarıyla geliştiği görüldü ve
Dağlılar, tepelerden çekildiler. Aşağıdan arkadaşlarının hareketlerini coşkuyla
izleyerek alkışlayan ordunun geri kalan kısmı, onlara imrenmekten kendilerini
alamıyordu. Fakat iş, geri çekilmeye geldiği zaman bu coşku, yerini derin bir acı
ve kedere bıraktı. Geri dönüş yolu, sık mısırlarla kaplı yerlerden geçiyordu. Böyle
bir ortamda da yürüyüş düzenini sürdürmek ve askerleri bir arada tutmak çok
güçleşiyordu. Yolun her iki tarafı da engebeli or¬manlarla kaplıydı ve buraları
Müridlerle dolu bulunuyordu. Birden, her taraftan ortaya çıkan savaşçılar, Rusların
üzerine dökülmeye başladılar. Ruslar, ölü ve yaralı olarak 187 kayıp vererek
kamplarına çekildiler. Müridler, eski mevzilerini tekrar ele geçirdiler ve sabahtan
akşama kadar mızıka takımının konseri devam etti.
"Bu sefer sırasında yapılan savaşlarda göze çarpan en Önemli özellik; saldırıya
geçen birliklerimizin ilk anda Dağlıları başarıyla geri sürmeleri, fakat geri
çekilmeye başladıklarında ise her şeyin tam ter¬sine dönmesiydi. Bu durum,
defalarca tekrarlanıp durmuştur. Artık bu olayları, içgüdüsel olarak kendi içimizde
hissediyor ve tüm orduyu derin bir gerilim kaplıyordu. Bir kaç dakika önce neşeyle
parlayan yüzler, çok kısa bir süre sonra acı ve üzüntüyle kararıyorcîu. Burada esas
acı veren şey;200 arkadaşımızın öldürülmesi değil, fakat bu fe¬dakarlığın boşa
yapıldığının farkında olmamız ve bunca kanın yok yere döküldüğünü hissetmemizdi!"
diyor Heimann, anılarında. (K.S. c.3, s.209)
Lioublin alayı, sonraları Sivastopol kahramanı olacak olan Kor-nilov'un kardeşi
olan albaylarını kaybettiler. Fakat kendileri de, onu Öldürenleri süngüleyerek
başlarını kestiler. Kafkasya'daki sayısız kü¬çük kabilelerinden biri olan ve
onların en cesurlarından sayılan Tu-şenler de, küçük bir birlikle yerli alayları
desteklerken yıllardan beri süre gelen adetlerini değiştirmeden, öldürdükleri veya
yaraladıkları düşmanlarının sağ ellerini keserek beraberlerinde getiriyorlardı. Bu
arada hatırlanması gereken bir konu daha vardır: Ruslar, Dağıstan ve Çeçenistan'ın
korkunç savaşçılarını, uyguladıkları bazı sert yöntem¬lerden dolayı, barbarlıkla
suçlarken kendileri ve Kafkasya'nın Hıristi-
,,<"'?
374 '
yan halkları da, aynı tür ve hatta daha kanlı metodlar uyguluyorlar d./7'
Aralıksız olarak devam eden cenaze şarkıları, ölülerin mezara indirilmesi sırasında
açılan yaylım ateşleri, ordunun duyduğu sıkıntıyı arttfrırken Şamil'e de Rus
kayıpları hakkında bir takım bilgiler ver¬mekteydi. Zaten cephane de oldukça
azalmıştı. Bundan sonra ölüle¬rin sessizlik içinde gömülmeleri için emirler
verildi.
9 Temmuz akşamı, birliklerin daha Önce aytn 6'sında bulunduk¬
ları ormanın kenarından atılan roketler, erzak konvoylarının ulaştı¬
ğı haberini verdiler. Bu konvoyun, bir yardım olmadan Dargo'ya
ulaşması imkansızdı. Bu yüzden, tarihe "Bisküvi seferi" olarak geçen
o şanssız sefer düzenlendi.
Bu kararın sorumlusunun, Vorontsov mu, yoksa Curko mu ol¬duğu bilinmiyor. Fakat
bilinen şey, Kîugenav'ın bu karardan hoşlan¬madığıdır. Özellikle, gelen erzağın
bütün birliklere eşit şekilde paylaş¬tırılacak olmasından dolayı her birliğin, bu
erzağın emniyetle getirile¬bilmesi için kuvvetlerinin yarısını göndermek zorunda
olması fikri çok şaşırtıcı ve endişe vericiydi. Öncü birliklerinin kumandası
Passek'e, artçılarının kumandası Viktorof'a verilirken seferin kumandanlığına da
Klugenav tayin edildi. Erzağı Dargo'ya getirebilmek için yola çıkan ordunun asker
sayısı, -4.000 civarındaydı. Fakat bu ordu, şimdiye ka¬dar karşılaşılan en karışık
ve heterojen yapıdaki orduydu. Zaten or¬dunun bu bünyesi, yakın bir dövüşte hiç
şansı olmadığını gösteriyor¬du. Suvarov'un, "Baş, kuyruk için beklemez!" sözünü
kendisine düs¬tur edinmiş olan Klugenav, bu görev İçin iyi bir seçimdi. Özellikle
ateşli Passek'in de onunla birlikte olması çok daha iyiydi. Viktorof'a gelince o
da, savaşa tutkun olan ve hayatının büyük bir kısmını Kaf¬kas savaşlarında
geçirmiş, 60 yaşının üzerinde bir kumandandı.
10 Temmuz sabahı yola çtkan birlikler, daha önce sözü edilen
7-8 km'lik yolu almaya başladılar. 6 Temmuz günü, Dargo'ya yürü¬
nürken büyük gayretlerle temizlenmiş olan barikatlar, yeniden, daha
(7) Vrevsky'in, 1857'deki Dido seferine katılan ünlü Tuşen savaşçısı Şate,
evinin duvarında 70 kadar kesilmiş el bulunduruyordu. Hiç bir Tuşen de, kesilmiş
bir sağ el sunmadan evlertemezdi. Hıristiyan olan Tuşenlerİn, ırk olarak Gürcülere
yakın olduğu söylenmektedir.
375
sağlam bir şekilde kurulmuş ve yenilen de eklenmişti. Klugenav'ın öncü birliklerine
kumanda eden Passek, yanında Kabardey alayının iki taburu, bir humbaracı ve bir
keskin nişancı bölüğü olduğu halde, her zamanki aceleciliğiyle hızla ilerleyerek
barikatları birbiri ardınca aşmaya başladı. Klugenav da, kalan birliklerle beraber
onu izlemeye başladı. Ve bunun sonucu olarak her zamanki durumlar ortaya çıktı.
Merkez, öncülerle olan temasını kaybetti. Artçılar da, merkezden koptular ve
aradaki boşlukları dolduran Müridler, her taraftan ateş yağdırmaya başladılar. Daha
önceleri, Şuayib Molla'nın keskin ni¬şancı Çeçenferinin yaptığı gibi, dev
ağaçların, arkasında veya dalların¬da mevzitenen Müridler, buralardan Ölüm
yağdırıyor ve paniğin son haddine ulaşmasından sonra da ellerinde kılıç ve
kinjalleri olduğu halde askerlerin arasına dalıyorlar ve etraflarına ölüm
saçıyorlardı. Dar geçit, bütün o yakıcı yaz güneşi boyunca cereyan eden bu
çar¬pışmalara şahit olmuş ve ancak karanlığın çökmesinden yararlanan birlikler,
takviye için gönderilen öncü birliklerin de yardımlarıyla bü¬yük güçlükler îçinde
açık alana ulaşmayı başarabilmişlerdi. Fakat bu çarpışmalar sırasında, başta
Viktörof olmak üzere bir çok subay ve yüzlerce er öldürülmüş; yaralı sayısı da
korkunç bir rakama ulaşmış¬tı. Ayrıca, Şura'ya gönderilmek üzere yanlarına
aldıkları genera! Fok' un cesedi de tabutundan alınarak bir çukura atılmış ve iki
ele top kaybedilmişti.
Durum çok acınacak bir haldeydi. Fakat henüz her şey bitme¬mişti. Paha da kötüsü
gelecekti. Olayları doğru olarak düşünüp de-ğerlendirebilen Klugenav, bu durumda
yapılacak en İyi şeyin, yaralı¬lar ve erzak konvoylarıyla daha da ağırlaşmış olan
kendi birliklerini yeniden bu cehennem geçidine sürmektense Dağıstan'a çekilmek
olduğunu anladı. Vorontsov da, kendi çabasıyla Gerzel Avul'a ulaş¬maya
çalışmalıydı. Harekete geçmek için Vorontsov'un iznini almak amacıyla biris; ^i ona
yolladı. Fakat ardından, belki gururunun bu ko¬nuda hissettiği ıstırap, belki de
Passek'in ateşli konuşmalarının etki¬siyle bu kararını değiştirdi. Birliklerin,
şafak vakti harekete geçerek Başkumandan'a katılacakları haberini götürmek üzere
gönüllü olan bir asteğmen bulundu. Başkumandan, olayları o kadar yanlış
değer¬lendiriyordu ki, bu ikinci haberi büyük bir mutlulukla karşıladı ve ha¬beri
getiren kişiyi de anında terfi ettirdi.
376
11 Temmuz'da yeniden harekete başlandı. Üç top atışı, hareke¬te geçildiğini orduya
haber verdi. Askerler, ormanlık bölgeye yeniden girdikten sonra ormanın üstünde
yükselmeye başlayan dumanlar kanlı geçidin nerelerinde savaşın sürdüğünü
gösteriyordu. Müridler, herzamankinden daha kuvvetli; barikatlar, daha sağlam ve
yollar da yağan yağmur dolayısıyla yürüyüşü engelleyen bir bataklık halindey¬diler.
Passek, yine öncülerin kumandasını almıştı. Önden giderek da¬ha önce sözü edilen
dar geçide ulaştı. Burada Passek, korkunç bir barikatla karşılaştı. Daha Önce
öldürülen Rus askerlerinin cesedleri-nin üst üste yığılmasıyla oluşturulan barikat,
yanlardan da ağaç dal¬larıyla destekleniyordu. Gerçi bu hayaletvâri siperin
arkasında kimse yoktu. Fakat burası, yan taraflardaki iki barikatın ateşi altında
bulu¬nuyordu. Bu iki barikat ele geçirilmeden İlerlemek imkansızdı. Her taraftan
savaşçılar fırlayarak Ruslara saldırıyorlardı. Şimdiden asker¬lerde çözülme
emareleri görülmeye başlamıştı. Passek, genç bir ma¬iyet subayı olan Valkovsky
kumandasında Lioublin alayının iki bölü¬ğünü sağ taraftaki sipere gönderdi,
Valkovsky, büyük bir hızla o tara¬fa yönelerek en önde sipere tırmandı ve anında
Ölü olarak yere seril¬di. İki bölük, ağır kayıplar vererek dağınık bir şekilde
geriye çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada Passek'in kendisi de, Lioublin alayının
ka¬lan diğer iki bölüğüyle sol taraftaki barikata saldırmıştı. Orada neler olduğu
kesin olarak bilinmiyor. Fakat buradaki çarpışmalar sırasında Passek öldürüldü. O
sırada onun yanında kimse bulunmuyordu. Ba¬zı subay ve askerlerin büyük çabalarına
rağmen bu çarpışmalar, Lio¬ublin alayı ve milis kuvvetlen için tam bir felaket
oldu. (K.S., c.3, s.325, Heimann'ın anıları)
Bu sırada, yolun açıldığını düşünen istihkâm neferleri, ordunun geri kalan kısmının
geçmesini sağlamak amacıyla yolu temizlemek için ana barikata doğru ilerlediler ve
burada çevreleri sarılarak tama¬men imha edildiler. Bunları, her alaydan oluşan
askerleriyle çok renkli bir görünümü olan ordunun kalan kısmı izledi. Felaketli
biskü¬vi yolcularının yanlarında bulunan ve her an sayıları artan yaralılar da,
hareket kabiliyetlerini oldukça kısıtlıyorlardı. Siperlere bir yüzbaşı gibi
saldıran Klugenav^ destekleyen gayretli subayların da çabalarıyla ordu, ikili, üçlü
ve daha çok sayılı gruplar halinde, ayrı ayrı olarak önlerindeki tepeye büyük
mücadelelerle tırmanmaya çalıştılar. Mü-.
377
Hdlerin ateşleri bir an bile kesilmedi ve bazen yalın kılıç askerlerin aralarına
dalarak yaralıları ve sağlamlan beraberce kılıçtan geçirmeye devam ettiler.
Kabardey alayının askerleri, büyük gayretler sarfede-rek ordunun gerisini
korudular. Cephaneleri bittiğinde de süngüleri takılı olarak kareler oluşturdular
ve en son katliamı beklemeye baş¬ladılar. Fakat henüz her şey bitmemişti,
Kendilerine yardım gelmek üzereydi. Vorontsov, geç de olsa, olup bitenleri
anladıktan sonra Ka¬bardey alayının kalan bir taburuyla diğer bir takım birliklerli
onların imdadına göndermişti. Arkadaşlarının içinde bulundukları korkunç durumu
anlayan bu askerler, bir sürü kaçak ve başıbozuk askerlerin oluşturduğu bu
hengamede kendilerine bir yol açarak arkadaşlarına ulaştılar ve onları kurtardılar.
Ordunun gerisini korumak şerefini de yüklenerek gece karanlık çökerken, yanlarında
yaralılar da olduğu halde kampa ulaşmayı başardılar. Bu süre zarfında bir çok
kimse, ar¬tık onlardan umutlarını kesmişti. Bu sefer sırasında ağır bir şekilde
yaralanan, fakat daha sonra sağlığına kavuşan bir subay, bu savaş¬larla ilgili
olarak çok ilginç anılar bırakmıştır. Bu anıların içinde, tesa¬düfen, General
Klugenav ile ilgili görüntüler de elde. edilmektedir. "Bütün kurmay subayları
yaralanıp veya öldürülerek düştükleri halele Klugenav, tek başına, solgun ve sert
bir ifadeyle atının üzerinde sa¬kin olarak otururken açık gri üniformasının
çevresinde vızıldayan mermilerin hiç birisi ona isabet etmezken kendisi, Don
Juan'claki ku¬mandanın heykelini andırıyordu." (Heimann'ın anıları, c.3, s.322)
"Fakat, Heyhat! Aşk ve umutların bağlandığı Passek'in kanlı ce¬sedi, solgun yüzler
tarafından, ağaç kabuklarından ve yapraklarından yapılmış bir kızağın içinde kan ve
çamur içinde sürükleniyordu. Sık sık askerleri yakalayan sayısız paniklerin
birisinde bu kızak, bir uçu¬ruma itildi. O zamandan beri bu kahramanlar
kahramanı'nın cesedi görülemedi!" Bu satırların yazarı da, benzer bir kargaşalıkta
bir uçu¬rumdan aşağı atılmış ve daha sonra, geceleyin bulunarak Dargo'ya getirilmiş
ve yaralan sarılmıştır. Yerel birlikler, hemen hemen bütün yaralılarını
beraberlerinde getirirlerken diğer birliklerin çoğu kaybol¬muştu.
10 ve 11 Temmuz günleri içinde Rus kayıpları; 2 general, 17 su¬bay ve 537 er ölü,
32 subay ve 738 er yaralı şeklindeydi. Ayrıca 3 top kaybedilmiş ve bütün bu
fedakarlıkların uğruna yapıldığı erzak kon-
378
379

voyunun pek az bir kısmı Dargo'ya ulaşabilmişti. Böylece Vorontsov 5.000 kişiye
düşmüş ordusu ve 1100 kadar yaralıyla beraber, zafer içindeki Müridlerin arasından
sıyrılarak Cerzet Avul'a ulaşmak için 41 km'lik bir yolu katetmek zorundaydı.
Bunu başarmak hemen hemen imkansızdı ve Vorontsov da, bu¬nu artık çok iyi
anlıyordu. Yine, 1843 yılında olduğu gibi tek bir kur¬tuluş yeri vardı: Freitag!
Freitag, o sırada Crozny'de bulunuyordu ve ona gönderilecek bir mesajla yardıma
koşması anında olurdu. He¬men, değişik yönlerden beş tane* haberci yola çıkarıldı.
Bunlar, Sol Kanat Kumandan'ı'na ulaşarak Vorontsov'un, çok kötü koşullar al¬tında
Gerzel'e doğru ulaşmaya çalıştığını ve tamamen yok olmanın da ancak Freitag'ın
zamanında yetişmesiyle Önlenebileceğini ona ile¬teceklerdi. Eğer mesajlar yerine
ulaşırsa bir umut var demekti. Aksi halde, bu parlak ordudan tek bir askerin bile
kurtulması mümkün değildi. (K.S. c.6, s.343)
Vorontsov, daha önceleri Freitgag'a yazarak onun Cerzel Avul'a yürümek konusundaki
fikirlerini sormuştu. Sol Kanat Kumandanının 5'Haziran tarihli cevabî mektubu
şöyleydi:
"Ekselanslarının Dargo'dan.ovalara İneceği, Çeçenler arasında artık bir sır
değildir. 'Biz henüz savaşımıza başlamadık.' diyorlar. On¬lara gitmek istedikleri
yere ulaşmalarına kadar izin verelim. Biz, nere¬de saldıracağımızı çok iyi
biliyoruz.' Gerçekten de ormanda, bütün avantajların onlardan yana olduklarını"
biliyorlar ve bundan son had¬dine kadar yararlanmasını başarıyorlar.
"Siz ekselansları, bana görüşlerimi açıklama iznini vermiş bulu¬nuyorsunuz. Bana
gösterilen bu teveccühü, ancak tamamen samimi olmakla haklı çıkarabilirim. Ovalara
doğru harekete geçtiğiniz zaman şimdiden tahmin edemeyeceğiniz bir çok güçlükler ve
direnmeyle karşılaşacaksınız. Bu sözlerimle bu hareketin başarılmasının imkansız
olduğunu söylemek İstemiyorum. Tam aksine, ekselanslarının bunu tamamen
başaracağından emicim. Fakat bu hareket sırasında kayıp¬larınız korkunç olacaktır.
Çeçenlerin, orman savaşlarında çok usta olduklarını siz de göreceksiniz."
Freitag, daha sonra orman savaşlarındaki en iyi metodun, "Birli¬ği kutuda taşımak"
deyimiyle anlatılan yol olduğunu söylüyor ve bu şekilde davranılmasını tavsiye
ederek devam ediyor:
"Samimi olmaya söz verdim ve samimi olmalıyım. Mektubu¬nuzdan anladığım kadarıyla,
dağlık ve ormanlık bölgeden ovalara in¬mekle büyük sonuçlar elde edeceğinizi
düşünüyorsunuz. Kısaca şu¬nu söylememe izin verin ki, yanılıyorsunuz. Bu yürüyüşü
başarıyla gerçekleştirseniz bile Çeçenlerin baş eğmesinde hiç bir etkisi
olma¬yacaktır. Size açıkladığım bu endişelerimden sonra, sîzin hareketleri¬nizi
büyük bir dikkatle izleyeceğime, kesinlikle hareketsiz kalmaya¬cağıma ve sizin bana
olan güveninizi boşa çıkarmamak için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz.
Harekete geçtiğinizi casusları¬mın vasıtasıyla haber almayı umuyorum. Fakat daha
uygun bir za¬manda haberdar edilmeyi yeğlerim."
Ertesi günler de devam eden bu acıklı hikayenin detaylarına İn¬meye pek gerek yok.
Sadece şunu söyleyebiliriz ki, 12. gün, hareket etmek İçin yapılan çalışmalar,
yaralıların taşınmasını sağlamak ama¬cıyla uğraşılan melankolik hazırlıklar ve
taşınamayacak olan. her türlü erzak ve mühimmatın yakılması işleriyle geçti.'Ordu,
13 Temmuz günü, şafak vakti yeniden harekete geçti. Pek fazla çarpışma olma¬masına
rağmen çok yavaş İlerlenebüiyordu ve o gün ancak 5 km'lik bir yol katedildıkten
sonra Tsonteri'cle gece için kamp kuruldu. Ertesi günü, 14 Temmuz'da Şuani'ye kadar
yola devam edildi. Burada yol, biri Mayortup diğeri Cerzel Avul'a giden iki kola
ayni ıy ordu. Söylen¬diğine göre Şamil, asıl savaşını burada vererek mümkünse
olayları bir sonuca bağlamaya karar vermiş ve Naibler de, Rusları buradan
geçirmemeye yemin etmişlerdi. Çok kanîı geçen çarpışmalardan sonra Rus birlikleri,
akşama doğru, Aksay'ın sol kıyısında, Sayasani' nin tam karşısında, Tsonteri'den 12
km uzaklıktaki İssa Yurt civarında tutunmayı başardılar. İki gün içinde Ruslar, 7
subay ve 70 er ölü, 24 subay ve 225 er yaralı vermişlerdi/8' 6 Temmuz'da yapılan
hatalar, burada da birden fazla yerde tekrarlanmıştı. Öncü birlikler, hızla ileri
atılırken onlarla merkezdeki kuvvetlerin arasına giren Çeçenler, daha az dayanıklı
askerlerden oluşan ve yaralılarla mühimmatların taşın¬ması yüzünden zaten büyük bir
konvoy oluşturmuş olan 5. kolordu askerlerine saldırarak onlara korkunç kayıplar
verdirmişlerdi. 15
(8) Heimann'ın anlattığına göre yaralılar arasında bulunan Albrandf m kolu
kesilir¬ken o, sakin bir şekilde lülesini tiittürmeye devam ediyordu. (K.S., s.336)
380
381

Temmuz'da, askerlerin bir gün önceki çarpışmalarda çok yorgun düşmelerinden dolayı
pek az yol alınabildi ve bu gün pek çarpışma olmamasına rağmen ancak 4 km
uzaklıktaki Alleroy'da kamp kuru¬labildi. Bu günün kayıpları, 15 ölü ve 3 subayla
63 er yaralı şeklin¬deydi. 16 Temmuz ise felaketli bir gündü. Müridler, bu gün çok
ka¬rarlıydılar ve Ruslar da, tamamen onların istedikleri gibi davrandılar.
Kendilerine bu kadar korkunç kayıplara mal olan hatalarını tekrarla¬yıp durdular.
Suvarov'un düsturları, yalnızca Klugenav tarafından değil, fakat görev başındaki
bütün subaylar tarafından benimsenmiş¬ti. Fakat yine de sonuç kaçınılmaz gibiydi.
Askerler, henüz bir barika¬tı aşarlarken karşılarında hemen bir yenisi
yükseliyordu. Yol, sık or¬manlarla kaplı Aksay ırmağının sol kıyısı boyunca
uzanırken onü ke¬sen sayısız çukur ve tepeler ulaşımı daha da zorlaştırıyor ve
uygun yerlerde kesilen ağaçlardan oluşan barikatlar yolu tamamen kapatı¬yordu.
Savaş, en yakın mesafeden ve_çoğu kere teke tek olarak sü¬rüyordu, ileriye atılan
her adım, bir yenisini gerektiriyor ve kurtuluş şanslarının sadece Cerzel Avul'a
veya oraya yakın bir yere ulaşmakla mümkün olacağını anlayan askerler, büyük bir
gayret içinde hep da¬ha İleriye doğru gitmek İçin atılıyorlardı. Olaylar, öylesine
benzer şe-' kilde gelişiyordu ki, bu savaşları okuyan bir kimse, yanlışlıkla eski
safyaları yeniden okuduğu kanısına kapılabilir. Her seterinde öncüler, büyük bir
hızla ileri atılıyorlar ve yolu açmak için onların peşlerinden gelen levazımcılar
da Müridler tarafından sarılarak yokediliyorlardı. Çünkü, yoldaki düşmanı geri
sürmekle görevli birlikler, çok iîeri git¬miş oluyorlar ve araya giren Dağlılar da
işlerini rahatça görüyorlardı. Paniğin son haddine ulaşmasından sonra yalın kılıç
askerlerin arasına dalıyorlar ve sağlam, yaralı demeden herkesi biçiyorlardı. Bu
arada toplar da savunmasız bırakılıyor ve topçular, ya öldürülüyor ya da
yaralanıyorlardı. Akşama doğru tamamen bitmiş olan ordu, zorlukla 5 km uzaklıktaki
Şavkal Berdi'ye ulaşabildi. Orada, kurtlar tarafından avlanıp sıkıştırılan yaralı
bir geyik gibi durdu. Bu dördüncü gün de 2 subay ve 107 er öldürülürken 15 subay ve
401 er de yaralanmıştı. Dagro'dan ayrılalı Rus kayıpları 1.000'i aşmıştı ve Cerzel
Avul, hala 15 km uzaklıktaydı. Demek ki ordu, dört gün içinde ancak 26 km yol
alabilmişti. Bu, günde ortalama 6.5 km demektir. Yaralı sayısı da 2.000'e
ulaşmıştı. Hastalıkların ve yaralarının kendilerini tamamen
'engellemediği kişiler de diğerlerinden ayrıldı. Bundan sonra bu kor-gunç
ormanların içinde taşınması gereken her yaralı veya hasta as-;re karşılık sadece üç
asker kalıyordu. Bu askerler, hem arkadaşla-taşıyacaklar hem de geride, sağda,
solda ve ileride savaşarak İca-]ında nöbet de tutacaklardı. Bütün bunlardan başka
erzak da hızla ikenmekte olduğundan açlıktan ızdırap çeken askerler, hızla de-
Jıoralİze oluyorlardı. Bu yüzden onları hiç kimse suçlayamazdı, funyanın en iyi
birlikleri ki, bazıları da buradaydı, böylesine sıkıntılı korkunç bir ortamdan
moralleri bozulmadan ve cesaretleri kırıl-Jıadan çıkamazlardı. Kafkas alayları bile
bozulup dağılma emareleri pstermeye başladılar. Fakat bu askerler, şerefleri adına
yapılan bir ığrıya da katılmamazlık edemezlerdi. 14 Temmuz günkü çarpışma¬lar
sırasında 5. kolordu ve Apşeron alayına mensup 400 kadar asker, yere yatarak
hareket etmeyi reddettiler. General Lüders, onlara dön¬dü ve "C0CL|ldar/
Voznesenks'de ne söylemiştiniz?" diye sordu. Saç¬ları gerilmiş bir çavuş, ayağa
kalkarak o eski şarkıyı söylemeye başia-,dı: "Bizler kahramanlarız, zaferin
oğulları: Büyük Beyaz Çar'ın ço-icukları!.." Askerler de sıçrayarak ayağa kalktılar
ve şarkıya katıldılar. |Arkasından da siperlere doğru saldırıya geçtiler. Fakat
yeniden Ölüm¬cül bir ateşle karşılanarak geriye püskürtüldüler. O zaman General
ieliavsky, onlara dönerek kızgınlık içinde bağırdı: "Şu anda generali-jzle birlikte
ölebilecek şerefli tek bir askerin aranızda olmaması lümkün mü?" Bu söz üzerine
Apşeron alayının adamları, ayağa faiktılar. Diğer askerler de, onlan izlediler ve
siper alındı. (Delvig, İS.219)
Vorontsov, daha fazla yürümenin imkansızlığını anladı ve ha-JbercÜerinİn Freitag'a
ulaşıp ulaşmadığını bilemeden onun yardıma i gelmesini beklemeye başladı. Ayın
17'si tamamen bu kararsızlık ve I bilinmezlik içinde geçti. Askerlerin yiyecekleri
neredeyse tamamen f:bitmişti ve sadece bulundukları avulun civarındaki tarlalardan
elde edilen çok az miktardaki mısırlarla idare ediliyordu. Topların bir kaç |F
atımlık barutları kalmış ve hafif silahların da cephaneleri tükenmek üzereydi. Bu
yüzden, devamlı olarak kampı bombalayarak Rusları rahatsız eden Şamil'in toplarına
pek karşılık veremiyorlardı. 18. gün de hiç bir haber alınmadan sessizlik içinde
geçti. Bu uzun süreli acı¬ların sonu artık gelecek gibiydi. Ordu, artık tamamen
açlık çekiyordu
382
383

ve bir gün veya en fazla iki gün içinde artık İşleri tamamdı. Orada hazır
bulunanlardan biri, Vorontsov'un, eğer o gün de yardım gel¬mezse yaralıları orada
bırakarak Cerzel Avul'a doğru kendisine bir yol açmaya karar verdiğini yazmaktadır.
Fakat bu yazar, Öylesine korkunç bir şekilde yanılıyordu ki, bu söylediklerinin
inanılacak hiç bir yanı yoktur. (K.S. c.2, s.133) Diğer bütün kaynaklar, Vorontsov'
un, bütün bu savaşlar boyunca kahramanca tavırlar içinde bulundu¬ğunu
belirtmektedirler. Ve onun popülerliğinin masa başı görevi sıra¬sında da devam
ettiği söylenmektedir. Vorontsov, cesur bir adam, asker ve centilmendi. Ayrıca onun
emrinde Klugenav, Baryatİnsky, Bieliavsky, Labintsefve daha birçok cesur subaylar
bulunuyordu. Bu insanların böylesine utanç verici bir harekette bulunmaları elbette
ki düşünülemezdi. Daha alt kademelerdeki subaylar arasında konuşul¬muş olabilir bu
konu.
Vorontsov, ayın 17'sinde askerlere verdiği bir günlük emirde şu cümlelere
rastlanıyordu: "Burada Önemli olan, kendi başımızın çare¬sine bakmak değildir. Biz
her zaman kendimizi kurtarabiliriz. Fakat asıl önemli olan şey, yanımızdaki hasta
ve yaralılardır. İyi birer Hıris¬tiyan olarak görevimiz, onları korumaktır ve bu
İşte Allah, bize yar¬dımcı olacaktır!" (Age c.4, s.356)
Dargo'dan ayrılalı geçen 6. gün olan 18 Temmuz da bir önceki gibi geçti.
Freitag'dan bir haber alınamadı ve açlık son haddine ulaş¬tı. Cephanenin tamamı
neredeyse tükenmiş, askerlerin sadece ellişer atımları kalmıştı. Şamil, kampı
bombalamaya devam etti. Müridier de, ormanın İçindeki uygun yerlerden kurşun
yağdırmayı sürdürdü¬ler. Gerçi kayıplar çok ciddî değildi, fakat olayların bu
şekilde geliş¬mesi askerlerin morallerini korkunç şekilde bozuyor ve gerilimi son
haddine çıkarıyordu. Güneş, şimdiden alçalmaya başlamıştı. Artık gecenin gelmesi ve
herşeyin bitmesi çok yakındı, işte tam bu sırada kuzey yönünde, ormanın
derinliklerinden boğularak gelen bir top se¬si işitildi. Ardından bir daha ve bir
daha! Bundan daha tatlı ve hoş bir ses, bu ordunun askerlerini şimdiye kadar
elbetteki okşamamıştı. Sanki bir büyü gücünün etkisiyle hareket ediyormuşcasına
bütün kamp, bir anda ayaklandı. Hastalar, o an İçin kendilerini iyi hissettiler ve
yaralılar da yaralarının acılarını unuttular, herkesin ağzında; "Frei¬tag,
Freitag!" çığlıkları fışkırıyordu. Şimdiye kadar hiç bir isim, bu ka-
dar mesut ve bahtiyarlıkla telafuz edilmemişti ki, zaten bu kumandan da buna
layıktı.
Üçü yerli ve ikisi Rus olmak üzere Freitag'a yollanan haberciler¬den beşi de, oraya
ulaşmayı başararak Vorontsov'un mesajını ona iletmişlerdi. Fakat, zaten bir haberci
de yeterliydi. İlk haberci, ayın 15'ini 16'sına bağlayan gece Grozny'e ulaştı.
Freitag, zaten böyle bir gelişmeyi tahmin etmiş ve önceden bazı hazırlıklara
girişerek Gerzel Avul ile Grozny civarındaki kuvvetleri mümkün olduğunca bir araya
toplamıştı. Hiç vakit kaybetmeden harekete geçen Freitag, 2 gün içinde 160 km
katederken yolda rastladığı birliklerini de toplayarak ilerledi ve 18 Temmuz'da,
öncü birlikleri, kuşatılmış kamptan rahatça görülebilen bir noktaya ulaştılar.
Ertesi günü de Vorontsov, Freitag'ın kuvvetleriyle birleşmek için harekete geçti.
20 Temmuz günü, bu se¬ferden arta kalan askerler, Cerzel Avul'a sığınmayı
başarmışlardı. Freitag'ın kuvvetlerinin gücünü hesaplayan Şamil, Rusların takip
edil¬mesinde ısrar eden Naibleriyle tartışarak geri çekilmeyi yeğledi.
Fakat Rusların son ricatı da kayıp verilmeden olmamıştı. Kabar-dey alayının cesur
askerleri, yine artçılık görevini üstlendiler ve son fedakârlık örneklerini
verdiler. Bir bölük geride bırakılarak unutuldu ve son ferdine kadar imha edileli.
Sadece üç kişi, kaçarak canlarını kurtarmayı başardı. Bu gün de ordu, 3 subay ve 78
er ölü, 8 subay ve 139 er yaralı vermişti. Freitag'ın birliklerinden 14 asker
Öldürülmüş ve 1 subay ile 27 er de yaralanmıştı.
Yermolov, çok uzaklardan Vorontsov'a yazdığı mektubunda, "Eğer Freitag taze
kuvvetlerle imdadınıza yetişmeseycli sizin, yine de bu çemberi yararak,
çıkabileceğinizden şüphe etmiyorum. Fakat kaçı¬nız sağ olarak kurtulabilecekti?"
diyor ve haklı olarak da Vorontosv' un bir hatasını düzeltiyordu: Vorontsov,
raporunda, daha önce hiç ?bir Rus kumandanının Dargo'ya ulaşamadığını yazmıştı.
Yermolov [ise, bunu düzelterek 1832 yılında Rozen ve Velyaminof'un Dargo'yu
Çaldıklarını hatırlatıyordu. (Akti, c.10, s.314)
Vorontsov'un ordusunun toplam kayıpları: Ölü ve yaralı olmak üzere, 3 general, 195
subay ve 3433 er idi.
Yerel birlikler, bu savaşlar sırasında büyük ün kazandılar. On-larsız, bu ordudan
hiç kimse elbette ki sag dönemezdi. Orman sa¬vaşlarında en tehlikeli görev olan,
"Kanatlan korumakla vazifeli olan

384
Kurin alayının 850 kişilik mevcudundan 23 subay ve 603 er yitirilmiş¬ti. Kabardey
alayının da kayıpları, buna yakın bir orandaydı. Ve unutulmaz Dargo seferi bu
şekilde sonuçlandı.^
. (9) Kavkazsky Sbomik dergisinin 6. ve 7. ciltlerinde, bu savaşlarla ilgili olara
k
ay¬rıntılı bilgiler verilmekte ve Nikola'nın, arkadaşlarına gösterdiği bağlılık da
vur¬gulanmaktadır. Akti c.îO, s.313'de, Nikola'nm Vorontsov'a sadık kalarak onu
"Prens" payesiyle taltif ettiği yazılmaktadır. Vorontsov'un raporunun kenarına el
yazısıyla şunu yazmıştır, Nikola: "Büyük bir ilgi ve askerlerimizin parlak
ce¬saretine duyulan sonsuz saygıyla okunmuştur!" (Aktî, c.x, s.397)
385
386
BOLUM 25
1846
Şamil'in Kabarcley bölgesine girişi-Freitag'ın takibi-Şamil'in planı başarısızlığa
uğruyor-Geri çekilişi-Şamil Aktışa'ya giri-, yor-Kutîşi'de yeniliyor-Rus
kayıpları...
Vorontsov'un, bu çok ağır kayıplara mal olan -seferden sonra Çar'a sadece şunu
söyleyebilmişti: "Dağlılar, artık onların erişilemez olarak kabul ettikleri yerlere
girebileceklerimizi anlamışlardır!" (K.S. c.14, s.445) Bundan sonra, gelecekte çok
daha clikkatii davranarak sistematik bir şekilde ilerlemek ve ellerinde
tutabilecekleri yerleri ele geçirmekle yetinmeye karar verdi. Fakat öğrenmesi
gereken çok kes¬kin, birden fazla ders vardı ve planlanan hedeflere ulaşabilmek,
onun halefi olan ve Veİyaminofun Öğütlerini tutan Baryatinsky'e nasip olacaktı. Bu
arada, 1846 yılı daha çok onarım faaliyetleriyle dolu ola¬rak geçti. Yeni yeni
kaleler yapılırken eskileri de gözden geçirilerek eksiklikleri tamamlandı.
Askerlerin bir çok ihtiyaç eksiklikleri giderilir¬ken ve barakalarındaki yaşam
koşulları geliştirilirken Kafkasya'nın değişik bölgelerinde serpiştirilmiş olarak
bulunan askerî birliklerin daha kolay ve süratli bir şekilde bir araya toplanması
için bazı deği¬şiklikler de yapıfdı. Ayrıca, ana dağ silsilesini aşarak giden ve
Ahti ile Gürcistan'ı birbirine bağlayan askerî yolun da yapımına başlandı-
387
Rusya'ya dönmesi gereken 5. kolordunun alaylarının ikinci taburları ayrılarak yeni
kurulacak olan bir tümenin çekirdeği oluşturuldu. 4-5 piyade alayından oluşacak
olan bu tümen yeterli sayıdaki topçu ve mühendislerle de donatıldı. Bu çalışmalar
yapılırken geniş çaplı çatış¬malardan devamlı olarak kaçınıldı. Girişilen bazı
çarpışmalar da, ge¬nellikle Şamil tarafından başlatılan saldırıların sonucunda
olmuştur. Özellikle bu yılın sonunda Gürcistan'daki Atazan vadisi bir süre için
tehlike içinde kalmıştı. Bir ara savunmasız kalan bölge, bir kaç nok-, tadan birden
saldırıya açık kaldı. Fakat bu sırada Lezgi Hattı'na ku-? manda eden General
Schwartz, Samur bölgesi kumandanı Ârgutinsky ile başarılı bir iş birliğinde
bulunarak Mürid liderlerinin dikkatleri o ta-. rafa çekilerek Gürcistan'ı tehdit
eden bu tehlike de atlatılmış olclu.(1) Bu yöndeki amaçlarına ulaşamayan Şamil,
ardından Dargi bölgesini tehdit etmeye başladı. .Fakat aslında bu hareketin amacı,
Rusların dikkatini bu tarafa çekmekti' Çünkü Şamil, bu sıralarda gizli gizli
ola¬rak Kabardey'in İşgaline hazırlanıyordu. Bu atılım, O'nun askerî faali-.
yetîerinin en muhteşemi ve düşmanları tarafından en beklenilmeye¬niydi. Eğer Şamil,
bu girişiminde başarıya ulaşsaydı elde edeceği so¬nuçlar, şimdiye kadar kazandığı
zaferleri kat kat aşacak ve Rusların kayıpları da o nispette büyük olacaktı. Bu
olayın önemini tam anla¬mıyla kavramak için Dağların kuzeyinde bulunan Orta ve Batı
Kaf¬kasya'da yaşayan ve Ruslara karşı bağımsızlık savaşf veren Çerkesle-rin
durumunu ve onların Doğu Kafkasya'da ki halklarla olan ilişkileri¬ni veya ilişki
kurmak gerekliliklerini ayrıntılı olarak incelemek gerek-;;rnektedir. Türklerin,
Taman yarımadasında üsleri bulunduğu müd¬detçe Ruslara karşı verilen özgürlük
mücadelesi bir bütün halin¬de sürdürülebiliyordu. Fakat Anapa kalesinin Ruslar
tarafından son kez ve kalıcı olarak 1828 yılıda ele geçirilmesiyle artık bu irrikân
orta-.dan kalkmış bulunuyordu. Lakîn buradaki Türk kalelerinin Rusların
id ;?
Alazan vadisini ve hemen hemen bütün Gürcistan'ı Dağıstanlılardan korumak amacıyla
kurulmuş olan Lezgi Hattı, ana dağ silsilesinin güney tarafında; dağla¬rın aniden
alçaldığı Lialis-Keıtri köyünden başlayarak Sekin Hanlığı'nın sınırlan içindeki
Nuka kasabasının sınırlarına kadar uzanıyordu. Özellikle Danyal Sul-tan'ın Şamil'e
katılmasından sonra bölgedeki Hat, çok önem kazanmış ve bura¬ya bir kolordu, diğer
birliklerden bağımsız olarak tahsis edilmişti. (K.S. c.7, s.614)
.,«"??"?
388
389

eline geçmesinden sonra biie Batı Kafkasya'dakİ Çerkeslerin müca¬delesi bitmemiş ve


hemen hemen aralıksız olarak 1864 yılına kadar devam etmiştir. Bu savaşlar
sırasında, Doğu ve Batı'da birbirlerinden kopuk olarak aynı düşmana karşı savaşan
bu bölgelerin birleştirilme¬si için bir takım girişimlerde bulunulmuş, fakat pek
bir başarı sağla¬namamıştı. Fakat yine de Çerkeslerin gönderdikleri elçiler,
Şamil'in yanına gelerek O'ndan nasihatlar ve bir takım yardımlar istiyorlardı.
Şamil de, Naiblerinden bazılarını oraya yollayarak ontarın bağımsızlık savaşlarını
destekleyerek teşvik ediyor ve mücadele ruhunu daima canlı tutmaya çalışıyor ve
başarı kazandıkları zamanlar da onları teb¬rik ediyordu.*2* Bu iki savaş sahnesinin
herhangi birinde meydana gelen bir olay, o kadar süratli bir şekilde yayılıyordu
ki, bir haberleş¬me sisteminin olmadığı bu bölg deki bu hızlı iletişim, kendilerini
me¬deni, bura insanlarını da barbar kabul eden insanları çok şaşırtıyor¬du. Bu
savaş alanlarından herhangi birinde meydana gelen bir geliş¬me, çok geçmeden diğer
tarafta da etkilerini hissettiriyordu. Birbirle¬riyle karşıfıklı olarak
etkileşimler oluyordu. Bir tarafın Rusîara karşı zaferler kazanması durumunda diğer
taraf üzerindeki baskılar hafifli¬yor ve bu sefer, bu tarafta kazanılan bir başarı,
karşı tarafın rahat bir nefes almasını sağlıyordu. Bu durum, sadece savaşların
yoğun ofdu-"ğu ana bölgelerde değil, fakat Hat'tın en ücra köşelerinde bife'hisse-
diliyordu. Mesela, 1840 yılında Çerkeslerin, saldırıya geçerek Kara Deniz
kıyılarındaki Rus kalelerini ele geçirerek imha etmeleri, Şamit'in Ahulgoh'un
düşmesinden sonra gücünü tekrar toplamasında olduk¬ça etkHi olmuştu. Aynı şekilde;
Şamil'in üç yıl sonta Avaristan'da ka¬zandığı büyük başarılar, Çerkesler üzerindeki
Rus baskısının hafifle¬mesini sağlamıştı. Bu etkileşimler, karşılıklı olarak sürüp
gidiyordu. Bu şekilde savaş devam ettikçe bir tarafın zaferi veya yenilgisi, diğer
ta¬rafın da durumunu etkileyerek iyi veya kötü yönde gelişmesine sebep olacaktı.
Fakat savaşan bu iki kuvvetten bir tarafının Ruslarla barış yapması halinde diğer
taraf, çok üstün sayrdâki Rus kuvvetleriyle tek başına karşı karşıya kalacaktı. Bu
yüzden, Batı'daki mücadelenin de¬vam etmesi, Şamil için hayatî bir önem taşıyordu.
Fakat şu son gün-
<2) Batı Kafkasya'dakİ savaşlarda en göze çarpan lider, ŞamH tarafından
Dağıstan dan gönderilmiş olan Muhammed Emin'dİ.
lerde Batı'daki mücadele, biraz yavaşlamış gibi görünüyordu. Şamil, Ruslara karşı
kazandığı parlak zaferlerle süslü olarak gücünün doru¬ğunda bulunduğu bu sıralarda,
uzun süredir planlayarak İçinde sak¬ladığı yeni seferini uygulamaya koymaya karar
verdi. Böylece, eğer mümkün olursa otoritesini denizden denize kadar yayabilecekti.
Müridizm, doğuda; Vladikavkaz'in hemen yanından Gürcü as¬kerî yolundan başlayarak
Hazar Denizi'ne kadar hakim olmuş bulu¬nuyordu. Batı'da ise; Kuban'ın yukarı
kısımlarından başlayarak Kara Deniz'e kadar uzanan bölgede yaşayan Çerkesler,
buralara hakim bulunuyorlardı. Fakat burada Dînî duygular biraz daha az bir ağırlık
taşıyor ve mücadele, daha çok bağımsızlık özlemiyle veriliyordu. İşte hâla Ruslara
karşı savaşan bu iki bölgenin arasında Kabardeyler ya¬şamaktaydı. Irk olarak
Çerkesterle (Adigeler, Ç.N.) akraba bulunan Kabardeyler, sosyal olarak Kafkas
kabilelerinin en başında geliyorlar ve aynı zamanda onların en savaşçıları arasında
sayılıyorlardı. Fakat bunlara rağmen Kabardeyier, 1828 yılında Rus otoritesini
kabu! et¬mişler ve o günden beri de açık olarak isyan etmekten kaçınmışlar¬dı.w
Yine de son gelişmeler üzerine Kabardeyler arasında da bir ta¬kım huzursuzluklar
ortaya çıkmaya başlamıştı. İki savaş arenasının arasında bulunan Kabardey, bu
konumunu sürdürdükçe bu iki böl¬ge, devamlı olarak birbirlerinden ayrı kalmaya
mahkûm bulunuyor¬du. Eğer Kabardeyler de, silahlandırılarak Ruslara karşı
ayaklandırıla¬cak olursa hern bu iki savaş alanı birleşmiş olacak, hem de Şamil'in
emrindeki savaşçıların sayısı artacak ve Ruslar, şimdiye kadar karşı¬laşmadıkları
korkunç bir savaş cephesiyle yüzyüze kalacaklardı. Teh¬like, gerçekten çok büyüktü
ve her ne pahasına olursa olsun böyle bir birleşme kesinlikle önfenmeüydi. Ve 1846
yılının ilk günlerinde, Şamil'in Ruslara karşı elde ettiği harikulade
başarılarından etkilenen bazı Kabardey prensleri, O'na haberciler göndererek
ülkelerine da¬vet etmişlerdi. Böyle bir şeye candan razı olan İmam da, bu ülkeye
büyük bir kuvvetle yürümek için gerekli hazırlıklara başladı.
(3) Ruslar, Kafkasya'nın merkezi konumunda bulunmalarından dolayı, önce, bütün
. güçleriyle bu bölgeye saldırdılar. Ovalık bölgelerde yaşayan ve savunmaya
el¬verişli dağlarla sık ormanlardan yoksun olup da 14 yıl süren veba salgınının da
mahvettiği Kabardeyler, fazla dayanamayarak kanlı savaşlardan sonra boyun eğmek
zorunda kaldılar. (Ç.N.)
.,,***??
390
391

Mürid ordusunun toplanması, elbette ki gizli tutulamazdı. Böl¬genin yerel


koşullarından dolayı her iki tarafın da, karşıt güçlerin kamplarında casusları
vardı ve en gizli planlar da, anında karşı tarafa iletiliyordu. Bir tarafın
harekete geçmesi, çok kısa bir zaman İçinde karşı tarafın bilgisine sunuluyor ve
olaylar hakkında bilgi sahibi olu¬nuyordu. Bu gözlemler, çok büyük bir titizlikle
sürdürülüyor ve saat¬lik olmasa da günlük raporlar, karşı tarafa iletiliyordu.
Fakat bu ha¬berler, korkunç bir hızla yayılmalarına rağmen, her zaman doğru çık-
mayabiliyordu. Özellikle dış hatlardaki Rus birliklerinin kendi hare¬ketlerini
gizlemeleri çok zordu. Birliklerin, belli noktalarda toplanma¬ları, onların
hedefleri hakkında bir fikir veriyordu. Fakat aynı şeyler, Şamil için geçerli
değildi. Tamamen düşman tarafından çevrilmiş olan bir bölge İçinde hareket ederek
ordularını toplar ve onları aynı anda birçok cepheden tehdit ederek son ana kadar,
ana hedefinin neresi olacağı hakkında onları şüphe içinde bırakırdı. Daha da ötesi,
düş¬manlarını böyle şaşırttıktan ve kendi hazırlıklarını da tamamladıktan sonra
seçtiği hedefe son hızla atılır ve çok kısa bir zaman içinde öl¬dürücü darbesini
indirerek amacına ulaşırdı. Bu olayda da yine Şa¬mil, Argutİnsky ve Vocontsov'u
asıl amacının Akuşa olduğuna İnan¬dırmıştı. Hatta Başkumandan, kendisinden öyle
emindi ki, Güney Dağıstan'daki Şemha'dan Freitag'a yolladığı emirlerde onun, Rusya'
ya dönmekte olan 5. kolorduya ait olan birlikleri alıkoymasını kesin¬likle
yasaklıyordu.
Freitag, Crozny'deki karargahında, Müridlerin toplanmakta ol¬duklarını Nisan ayında
haber aldı. Zaten Mart ayı boyunca Çeçenis-tan'da bir takım çarpışmalar olmuş ve
Müridler, devamlı olarak Rus birliklerine saldırılarda bulunmuşlardı.*4'
Müridlerin, oldukça önemli ve büyük bir hedef için toplandıklarını tahmin eden
Freitag, derhal Mozdok'ta bulunan General Hasfort'a bir mesaj yollayarak, St. Pe
-
tersburg'dan gelen kati emirlere ve bu emirlerin de Vorontsov tara¬fından teyid
edilmesine rağmen, Rusya'ya dönmekte olan 5. kolor-
(4) Albay Kulmanna, 2 Marf ta, 4 böiük asker ve 2 topla beraber, Grozny ve
Vozd-veezheskoya arasında saldırıya uğrayarak ağır kayıplar vermiş ve ayın 17'sin-
de, yine bu ikinci kale civarında odun kesen askerler saldırıya uğramış ve ölü ile
yaralı olarak 67 kayıp vermişlerdi.
junun o sırada Mozdok'a ulaşmış bulunan iki taburu alıkoymasını ve ^ununla
yetinmeyerek bu askerleri Vladikavkaz'in 50 km kuzey batı¬lında, Terek
kıyılarındaki bir Kazak köyü olan Nikolaievskaya'ya gö¬türmesini rica etti. Bu
aşamada Freitag, ŞamiPin gerçek amacı hak-|<jnda kesin bir yargıya varamamıştı.
Fakat benzer şekilde, Hasfort'un yzlar'da bulunan diğer taburlarının da yoldan
alıkonulması ve kendi ejnrindeki kuvvetlerin, gerekli yerlere yerleştirilmesiyle bu
taraftaki her türlü olası gelişmeye karşı gerekli önlemler alınmış bulunuyordu.
Çünkü Nikolaievskaya stanitsası, tam olarak korumasa da, Tatartub minaresinin
karşısında Terek'in geçişini kontrol altında bulunduru¬yordu. Burası, daha Önce de
iki önemli olaya sahne olmuş hassas bir stratejik noktaydı. Bunlardan ilki,
Timurleng'in Toktamış komuta¬sındaki Altınorduları bozguna uğratması, diğeri de,
Şeyh Mansur'un 1785 yılında Ruslar karşısında yenilgiye uğramasıydı. Eğer Şamil
Vla-clikavkaz'ın batısına geçmeye niyetleniyorsa ırmağı ancak bu nokta¬dan
geçebilirdi, Treitag'ın, gelişmelerin bu şekilde olacağı hakkında bir takım
şüpheleri uyanmıştı bile. Vladikavkaz, zaten kendisini sa¬vunmaya yeterli 1300
kişilik bir garnizona sahipken aynı zamanda Mazran'dakİ General Nezterof
kumandasındaki, küçük, fakat kuv¬vetli birliğin desteğine sahipti. Eğer Şamil'in
hedefi, Kızlar veya Ku-muk ovaları ise; o taraftaki 5. kolorduya ait birlikler,-
yerel garnizon¬ları yeterli bîr şekilde takviye etmiş bulunuyorlardı. Her iki
durumda da, merkezîbir konumda bulunan Freitag'ın kuvvetleri, olay yerine süratle
ulaşarak saldırıya uğrayan bölgenin yarclırruna koşmaya hazır bir vaziyette
bekleyecekti. Direk olarak Freitag'ın üzerine saldırılması ise, bu koşullar altında
imkânsızdı. Geriye tek bir seçenek kalıyordu ki, o da; Vorontsov'un 'ısrarla
savunduğu gibi/ hedefin Dağıstan ol¬masıydı. Bu durumda da oradaki yerel birlikler,
savunma için gerekli bütün tedbirleri almış bulunuyorlardı.
Çar'ın Kafkasya'ya gönderdiği ve onların oradaki kalış sürelerini çok gönülsüz
olarak bir süre uzattığı ve şimdi bu birliklerin dönmesi için kesin emirler verdiği
bir ortamda 5. kolordunun Rusya'ya dönü¬şünü, sadece bir zan dolayısıyla
geciktirerek 1. Nikola'nın emirlerini çiğnemenin sorumluluğu, pek az bir yük
sayılmazdı. Prens Voront¬sov, bile böyle bir şey yapmaya cesaret edemediğine göre
onun bu astının medeni cesareti gerçekten çok büyük olmalı! Fakat, belki de
,..- ?"*"
392
Jr
Alman asıllı olmasından dolayı bu günün Rusya'sında pek fazla hatir-lanmamaktadır.
(5)
Daha sonraki olayların da ispatladığı gibi Freitag'ın stratejisi, ta¬mamen
doğruydu. Fakat, bu sıralar, onun durumu gerçekten çok sı¬kıntı vericiydi. Çünkü
emin kaynaklardan aldığı bilgilere göre Şamil'jn birliklerinin sayısı çok fazla
olacak ve kendisininkileri neredeyse ikiye bir oranında katlayacaktı. Ayrıca
Müridler, olağanüstü hareketlilikleri sayesinde, aniden yön değiştirerek doğu veya
batıda dağınık olarak serpiştirilmiş bulunan birlikleri yokedebiürlerdi.(6> Elbette
ki Müridle-rin harekete geçmelerinden en geç bir kaç saat sonra Freİtag da,
peşlerine düşmüş olacaktı. Fakat Şamil'in Müridleri gibi hızlı bir or¬duyu İzl-emek
için her başlayış bile geç sayılabilirdi. Ayrıca, Dağlıların bu en son
başarılarından sonra Ruslar, artık maddi ve moral açıların¬dan kayıplara dayanmanın
sınırlarına gelmişlerdi.
Bunumla birlikte Freitag, emrindeki birliklerle yapılabilecek her şeyi yapmış ve
hatta bunların çoğunu da, kişisel yükümlülükler altına girerek sağlamıştı. Şimdi
yapacağı tek şey, sonucu beklemekti.
Şamil'in, Müridleri için seçtiiği buluşma yeri, Grozny'in 20-25 km kadar güney-
doğusunda bulunan Şali'ydi. Ayın 12'sinde, Şamil'in cie şahsen orada olduğunu haber
alan Freitag, kumandası altında bu¬lunmayan. Hasfort'a yeniden haber yollayarak
yanındaki iki taburu acele olarak Nikolaievsky'e göndermesini rica ederken kendisi
de, emrindeki Grebentsi ve Mozdok Kazaklarına her an savaşa hazır ol¬malarını
emretti. Müridler, 13 Nisan'da Argun nehrini geçtiler. Artık hedefin Kabarcley
olduğuna kani olan Freitag, ona göre son hazırlık¬larını tamamladı. Hat boyunca
haberler gönderilerek bütün birliklerin Crozny'de toplanmaları emredildi. 1-1 Nisan
akşamı, sadece Samur alayının bir taburunun olay yerine gelmiş olmasına rağmen, bu
as¬kerlere üç saatlik bir dinlenme süresi veren Freitag, gece saat 10'da,
yanında 17 piyade bölüğü, 1 Don Kazak bölüğü ve 8 top olduğu hal¬de Zakan Yurt'a
doğru yola çıktı ve şafak vakti oraya ulaştı. Burada 1 Crebentsy Kazak bölüğü ona
katılırken, hızlı yürüyüşten dolayı geri¬de kalan Samur alayının 300 kadar askeri
Kazak Hat taburunun 2 bölüğü tarafından değiştirildi.(7> Saat 7'de yeniden harekete
geçildi ve 4 saat sonra Kazak-Kİtchou köyüne varıldı.
Şamil, bu sırada Fortanga ırmağına varmıştı. Fakat hala ani bir dönüş yapılarak
Kızlar'a bir baskında bulunulmasından korkan Frei¬tag, daha fazla ilerlemeye
cesaret edemedi ve hatta, henüz Zakan Yurt'a erişmemiş bulunan askerlerin bile
hareketlerini durdurdu. Çünkü bu sırada Grozny'in doğusundan başlayarak tüm Sol
Kanat savunmasız bir durumda bırakılmış bulunuyordu.
O gün saat 2'ye doğru yeniden harekete geçen Müridler, Assa ırmağının kıyısına
kadar gittiler ve oradan tekrar eski yerlerine dön¬düler. Fakat gece yeniden
harekete geçtiler ve bu kez İndtrke ırmağı¬nın Sunja'ya katıldığı yere kadar
ilerlediler. Bu haberi gece yansı alan Freitag, ertesi sabah, ayın 16'sında, saat
2'de harekete geçerek So-undjenskaya stanitsasına doğru yöneldi.('!) Burada
NesteroPun bazı birliklerini de alan Freitag, bunları Zakan-Yurt'ta bıraktığı
askerlerin yerine koydu. Şamil'in, Sunja'yı geçerek Terek'e doğru yol aldığını da
haber alınca beş buçuk tabur, 10 top ve 7 Kazak bölüğü ile harekete geçerken bütün
ağırlıklarını da geride bıraktı. Akşam saat 8'e doğru Atchaiouk'a ulaşan
takipçiler, Şamil'in 3 saat kadar önce Constanti-ne kalesinden geçtiğini
öğrendiler. Artık Şamil'in ana hedefinin Büyük Kabardey bölgesi olduğu ve batıdaki
bu tehlikenin korkunçluğu açık¬ça anlaşılmıştı. Bunun üzerine Tiflis'e, Ana Hat'a
ve Nesterof'a ge¬rekli mesajlar gönderilerek bu duruma göre gerekli önlemlerin
alın¬ması istendi. Fakat hala Şamil'in aniden geri dönerek Kızlar'a bîr bas¬kın
yapmasından korkan Freitag, yine de Şamil'in peşinden ayrılma¬maya ve onu ilk
fırsatta bir savaşa zorlamaya karar verdi. 17 Nisan'

(5) Bu satıhların yazarı, oldukça ünlü bir Rus generaline sorarak Freitag
hakkında
bilgi almak İsteyince, aldığı cevap şu oldu: "Freitag, Freitag? Asla onun adın*
duymadım."
(6) Bu savaşlar sırasında Müridlerin sayısı, hiç bir zaman tanı olarak tesbit
edile¬
memiştir. Ve genellikle de fazla oranlarda abartılmıştır. 8u olayda Şamii'İn,
14.000 kişi ve bol cephaneli 8 sahra topuyla Sunja'yı geçtiği sanılmakta¬
dır.

(7) Freitag'ın kuvvetleri; Vorontsov tüfek alayının 1. ve 4. alaylanyia 3.


taburunun 3
bölüğü ve 5. taburunun 2 bölüğüyle Samur piyade alayının 1 taburundan oluşu¬
yordu.
(8) Daha sonraları bu köy, bu sırada Freitag ile birlikte bu takibe katılan ünJü
Kazak
lideri Sliepstof'un 1851'de bu bölgede öldürülmesi yüzünden Slieptsovskaya
adını almıştır.

«?»'
(9) Büyük ve Küçük Kabardey, Terek ırmağı tarafından ikiye bölünmektedir.
da, saat 2'ye doğru Atchalouk'tan ayrılan Freitag, kısa bir süre sonra, Şamil'in,
geceleyin Kupra ırmağı kenarında kamp kurduğunu ve Na¬iplerinden üçünü, Küçük
Kabardey19-1 halkının oradan kaldırılarak kendisinin İzlenmesi göreviyle ger'de
bırakarak kendisinin, ana kuv¬vetleriyle beraber Minare'ye doğru yoluna devam
ettiğini öğrendi. Bu sırada savaş konseyini toplayan Freitag, kasıtlı olarak
yayılan ve Şa¬mil'in Terek'ten aşağı doğru döndüğünü ifade eden haberlere
inan¬mayarak Kupra'ya doğru aceleyle yürüdü ve geceleyin orada konak¬ladı.
Ayın 18'İnîn sabahı saat 2'de yeniden harekete geçen Ruslar, saat 10'a doğru ırmağa
6-7 km. kala, üç Naip eşliğinde ilerleyen Kü¬çük Kabardey halkının insanlarıyla
onların çoluk ve çocukları ve ev eşyalarını taşıyan uzun araba konvoylarına
yetiştiler. Bunun üzerine Müridler, onları geride bırakarak Rusların top ateşi
altında ırmağı geçmek zorunda kaldılar. Bütün bu.olayları ırmağın karşı yakasından
izleyen Şamil, daha sonra geniş çukurlarla bölünmüş olan ve bir noktada kıyıya
kadar uzanan, alınması güç bir yerde mevzilendi. Şu andaki ana amacı, Şamil'in
tekrar bu kıyıya dönmesini önlemek olan Freitag da, ırmağın bu kıyısında
mevzilenerek beklemeye başladı. Ay¬nı gün Şamil, Ana Haftaki birliklere dahil olan
ve kimseden emir al¬madan aceleyle kendisine saldıran Albay Levkoviç kumandasındaki
1600 kişilik bir Rus kuvvetini bozarak ölü ve yaralı olarak 120 kayıpla onları
Ouroukh stanitsasına doğru sürdü. Durumu gören Freitag, Ba¬ron Meller Zakomelsky
kumandasında bir birlik göndererek Levko-viç'in birliğinin tamamen imha edilmesini
önledi.
Şamil, şimdi tam kumanda merkezinde bulunuyordu. Planlarına göre, buraya kadar
gelmekle ayaklanacak olan Kabardeyler, Rusları oyalarken kendisi de ileriye doğru
olan yürüyüşüne devam ederek Batı'daki Çerkeslere ulaşacaktı, gerçekten bu hareket,
müthiş bir | kavrama gücüyle planlanan ve yine aynı orandaki bir başarıyla uygu-
[ lama sahasına konan harikulade bir atılımdı. Bu planın bir parçası da, Şamil'in
Naiplerinden olan Nur Ali'nin ünlü Daryal geçidini kon¬trol altında tutmasıydı.
Tsori'den hareket edecek olan Ali, yolda Cal-
395
396
397

gaylan ve diğer dağ kabilelerini ayaklandırarak Djerah'a ulaşacaktı Böylece Gürcü


askerî yolu tamamen kontrol altına alınacak ve Ka-barde/i kurtarmak için zamanında
gerekli takviyeler gönderilemeye-cekti. Planın bu kısmı, büyük oranda bir tesadüfün
eseri olarak başa¬rısızlığa uğradı. Bu başarısızlığın, Freitag'ın inatçı takibiyle
birleşme¬si, Şâmil'in bu atılımını boşa çıkardı.00'
Kabardeyler ile Şamil arasında yapılan anlaşmaya göre Mürid-ler, Kabardeylerin de
yardımıyla Terek ve onun kollarının kenarların¬daki bütün Rus kalelerini ellerine
geçireceklerdi. Fakat, Rusların ismi böylesine ünlü ve kendisinden korkulan bir
generalin kumandası al¬tında Şâmil'in hemen topuklarında olmaları, Kabardeylerin
karar ver¬mesini engelledi. Ruslarla ittifak anlaşmalarını atmış olan Kabardey¬ler,
yine de silaha sarılmakta tereddüt ettiler. İki tarafın da, birbirleri¬ne
söyledikleri şey şunlardı: "Sen görevini yap, ben de görevimi ya¬payım!" Doğal
olarak da hiç bir taraf, kendi üstüne düşeni yapmadı. Bu sırada Freitag'ın durumu
da, hiç de imrenilecek gibi değildi. Şamil' in, hızla dönmesi halinde Sol Kanat'ı
tehdit eden tehlike, her zaman¬kinden çok daha büyük olacaktı. Rus orduları, hafif
yürüyüş düze¬ninde ilerledikleri için cephane sıkıntısı ve erzak yokluğu, şimdiden
kendilerini hissettirmeye başlamışlardı bile. Ana Hat kumandanı Go-litsin, bu
olaylar sırasında, hiç bir şekilde bu işlerin adamı olmadığını ispatladı.
Kumandanlığının bütün depolarının boş olduğu görüldü. Bütün bunlardan başka;
Şamiİ'in kuvvetleri, kendi ordusundan çok daha kuvvetliydi ve cesur ve savaşçı bir
kabile olan Kabardeyler de her an Ruslara karşı savaşa ikna edilebilirlerdi. Fakat
Freitag, bu olumsuz şartlara rağmen paniğe kapılmadı. General Nesterof ile
kuvvetlerini Nazran'dan çağırarak hem kuvvetlerinin sayısını arttırdı, hem de az
miktarda da olsa gerekli bir kısım mühimmatları elde et¬miş oldu.
Rus kumandanının amacı, şartlar ne olursa olsun Şamil'e saldır¬mak ve O'nu bir
meydan savaşına zorlamaktı. Bu saldırının yapılaca¬ğı tarih 19 Nisan olarak
düşünülmüştü. Fakat o günün şafak vakti,
*geri çekiliş yollarının kapalı olduğu bir mevkide savaşa girmekten çe¬kinen
Müridlerin, büyük bir hızla bulundukları yeri terkettikleri öğre¬nildi. Bölgenin
topoğrafik yapısı hakkında fazla bir bilgisi olmayan, elinde gerekli haritaları
bulunmayan ve hâla Şâmil'in ana hedefi ko¬nusunda bir takım şüpheler besleyen
Freitag, Nikolaievskaya'da bu¬lunan Nesterof'a katılarak ayın 19'unu gerekli
bilgileri elde etmek için geçirdi. Gece saat 10'da ise Şâmil'in Ourouh ırmağına
kadar ilerledi¬ğini; buradan daha uzaklarda bulunan Kabardeyler ve onların
kom¬şuları olan Bal karlara haberciler göndererek onfarı savaşa davet etti¬ğini ve
Batı'daki Çerkesleri de oraya geleceği haberleriyle cesaretlen¬dirdiğini
öğrendi.01* Kaydedilecek zaman yoktu. Levkoviç'i önden göndererek Nalçik'e doğru
yofa çıkaran Freitag, Nesierof'u da Naz-ran'a doğru yolladı. Böylece, eğer Şamil
aynı yoldan geri dönecek olursa yolu kesilebilecekti. Kendisi de, 20 Nisan sabahı,
saat 2'de ha¬rekete geçerek batıya doğru yoluna devam etti ve Çörek ırmağına kadar
ilerleyerek aynı adı taşıyan kaleye ulaştı.02* Buraya saat akşam 6 civarında
ulaşmış bulunan Freitag, buradaki Levkoviç'in kuvvetleri¬ne katıldı. Nihayet olayın
ciddiyetim kavrayan Prens Colitsin de, ha¬rekete geçerek olayların odak noktası
olan Nalçik'e 1 piyade tabu¬ruyla 3 Kazak bölüğünü Albay Bektemişiev komutasında
yolfadı. Bu arada Hasfort da, kardeşinin kuvvetlerine katılmak üzere aynı yönde
ilerliyordu. Bu sırada, Şamit'in kuvvetlerinin Freitag'ın bulunduğu
, yerden 20 km kadar uzaklıkta. Çörek ırmağının üst tarafında ofcfuğu haberi
geleli. Prens Goİitsin'den Nalçik'i gözaltında bulundurmasını rica eden Freitag,
Şâmil'in aynı yoldan geri dönmesi halinde önünü kesmek amacıyla Meller-Zakornelsk'i
Ourouh'un gerisine yolladı: Kendisi de, Çörek kalesinde kalarak olayların
gelişimini izlemeye ka¬rar verdi. Bu sırada endişeleri son haddine varmıştı. Şöyle
yazıyor, Freitag: "Sol Kanat için çok endişeliyim. Kabardeylerin ayaklanması, bize
bağlılıkları zaten zayıf ofan Kumukların da harekete geçmelerine sebep olacaktır.
Ve şu anda Hat bomboş! Sol Kanat'da hiç bir birlik

(10) Burada unutulmaması gereken bir gerçek de; Osetlerİn, bütün bu olaylar
sıra¬sında Ruslara bağlı kalmalarıdır. 8u durumun, olayların gelişimi ve sonucu
hak¬kında çok önemli etkileri olduğu açıktır.
(1-1) Abich, Balkar şeflerinin Şâmil'in teklifini reddetmelerinin çok önemli
olduğunu yazmaktadır. (Viyana, 1896)
(12) Bu ırmak, Terek'in Önemli bir koludur. Terek ırmağının kendisiyle
karıştırılma¬malıdır.
398
ve kumandan bulunmuyor." Freitag, artık daha fazla ileriye akmak-tansa olayların
sonucunu burada beklemeyi yeğledi,
Ayın. 21. ve 22. günleri bu şekilde geçti. Bu sırada erzak sıkıntı¬sı, yeniden
kendisini göstermeye başladı. 23 Nisan'da Şamil, süvari birliklerini ırmakla aynı
adı taşıyan Urvan kalesinin yakınlarına gön¬dererek Freitag'ın erzak
sağlayabileceği tek yer olan Nalçik ile bağ--iantısını tehdit etmeye başladı. Bunu
gören Rus kumandanı, bir karşı manevrada bulundu. Fakat Müridler, savaşı kabul
etmeyerek Çörek nehrine doğru çekildiler. Slieptsof da onları bir süre izledi. 25
Nisan' da Kabardeylerin hala ayaklanmadıklarını gören Şamil, bu sırada
Gürcistan'dan Kabardey'e gelen takviye kuvvetlerinin Vladikavkaz'a ulaşmak üzere
olduğunu haber aldı. Bu, Nur Ali'nin başarısızlığa uğ¬radığı anlamına geliyordu.
Bütün bu gelişmelerden sonra kendi ricat yolunun da tehlikeye düşmek üzere olduğunu
sezen Şamil, o gece, büyük bir gizlilik içinde, çadırlarını bırakarak Terek'e doğru
süratle çekilmeye karar verdi.
. Daha sonradan anlaşılıdğına göre, Vorontsov'ıın eski kurmay başkanı olan ve şu
anda Rusya'ya dönemk üzere yola çıkmış bulu¬nan Tuğgeneral Curko'nun tesadüfen o
sırada Daryal geçidinden ge¬çiyor olması, Şamil'in bu çok muhteşem planını
başarısızlığa mahkum etti. Nisan'ın 17'sinde, Tiflis'ten Vladikavkaz'a ulaşan ve
orada, duru¬mun ciddiyetini bir anda kavrayan Curko, büyük bir gizlilik içinde
Fransızca kaleme aldığı bir mektubu Tiflis'teki halefine göndererek oradaki
birliklerin hızla Vladikavkaz'a doğru yola çıkarılmasını ister¬ken kendisi de,
oranın kumandasını üzerine aldı. Bu girişimler ve bunun yanı sıra, yolun korunması
için aldığı akıllıca tedbirler, Nur Ali'nin 20 Nisan'da Djerah'a doğru yürümekten
vazgeçmesine sebep oldu. Tars'tan Balta'yı tehdit eden Ali, iki gün sonra bütün
projesin¬den vazgeçerek dönmek zorunda kaldı.
26 Nisan sabahı, Terek tarafından gelen top sesleri, Meller Za-komelsky'in,
Terek'in geçiş yerinde veya buna yakın bir noktada Mü-ridlerie çarpışmaya girdiğini
gösteriyordu.-Bunun üzerine son hızla Çörek'e geri çekilen Freitag, haberciler
göndererek Şamil'in bizzat kendisinin'mi orada olduğunu, yoksa bunun, Rusları
aldatmak için gönderilmiş olan ufak bir birlik mi olduğunu öğrenmek istedi. Cevabı
399
aldığı zaman da büyük bir hızla o tarafa gitmek üzere harekete geç¬ti. Fakat çok
geç kalmıştı. Kendisinin bu İşte bir hatası olmamasına rağmen avın1 elinden
kaçırmıştı. Bu olayların başlangıcından beri Şa¬mil'in ancak bir kaç saat gerisinde
kalmış ve ayın 18'inden itibaren de ilk fırsatta o'na saldırabileceği anı
kollamıştı. r Eğer Meller Zako-melsky, Şamil'in ırmağı İlk geçişinde yerleşip bir
süre tuttuğu mevzi¬lere girerek Şamil'in bu tarafa geçişini biraz
geciktirebilsey.di şimdiye kadar gösterdiği cesaretinin, inatçılığının ve
emeklerini karşılığını ala¬cak; görülmemiş bir başarı elde edecekti. Müridler,
Freitag'ın yetiş¬mesine kadar oyalanabilselerdi tam ve kesin bir sonuç elde
edilebile¬cekti. Yalçın dağların ve sik ormanların bulunmadığı üstelik Terek'in
geçiş noktalarının Rus toplarının kontrolünün altında bulunduğu bir yerde yapılacak
bir meydan savaşı, elbette ki disiplinli askerlerden oluşan Rus ordusu için büyük
bir avantaj demekti. Yapılacak savaşta Mürid liderlerinin çoğu öldürülecek veya
esir alınacak olduğu İçin Müridizm büyük bir darbe almış olacak ve tek bir vuruşla,
şimdiye kadar hayal edilmemiş olan bir şey gerçekleştirilecekti.
Fakat şans, bir kere daha Şamil'den yana güldü. Meller Zako-melsky başlangıçta,
gerçekten geçişi kontrol eden ağaçlık bölgeyi tutmuştu. Fakat Şamil'in
yaklaştığınrgöriınce bulunduğu yeri terke-derek O'nu karşılamak üzere aşağı indi.
Bu hatayı gözden kaçırma¬yan Şamil, hemen bundan yararlanmasını biîdi. Derhal
harekete ge¬çerek ağaçlık bölgeyi kendisi ele geçirdi. İkinci olarak Hacı Murad da,
başarılı bir şekilde kendisini İzledi. Rusları geri süren Müridler, onların
açtıkları ateşten pek fazla etkilenmeyerek ırmağı geçmeyi ba¬şardılar. Meller de,
derhal ırmağı geçerek onların peşine takıldı. .Bir kaç saat sonra olay yerine
yetişen Freitag, Terek'İ geçti ve saat 4 ci¬varında o da, takibe katıldı. Fakat
büyük fırsat kaçmıştı artık. Şamil ve ordusu, büyük bir hızla geri çekilerek 24
saat içinde 100 km yol al¬mışlardı. Bir süre için ilk yollarını izleyen müridler,
daha sonra Tsidah ırmağını izleyerek Sunja i!e Terek arasındaki dağlık ve susuz
bölgede 100 km kadar ilerlediler. Daha sonra güneye dönerek Mihailova sta-nitsası
yakınlarında Sunja'yı geçtiler. Kazak Kitçoy'dan çıkarak yolla¬rını kesmek isteyen
400 kişiyi de geri sürerek Nisan 27'de artık tama¬men tehlikeden kurtulmuş bir
halde yollarına devam ettiler. Meller Zakomelsky, Müridleri Kupra ırmağına kadar
izlemiş, fakat ondan
400
401

sonra, bazı Kafkaslıtarın bile susuzluktan öldükleri çorak bölgeye gir¬meye cesaret
edemeyerek güneye dönmüştü. Atşaluk üzerinden yo¬luna devam eden Meller, 27
Nİsan'da saat akşam 7'ye doğru Sun-janskaya'da Sunja kıyısına ulaşabildi. General
Nesterof'un da, Mü-ridlerin yolunu kesme ptanı, aynı şekilde, Müridlerin geri dönüş
jçjn seçtikleri kuzey yolu dolayısıyla başarısızlığa uğramıştı. Gece gündüz takibe
devam eden Freitag da, aynı günA saat gece 8 civarında Ka-zak-Kitçoy köyüne
ulaştığında Müridler, çoktan uzaklaşmılardı bile.
Şamil, ana hedefine ulaşmada başarısızlığa uğramıştı. Fakat bu
olayda kaybı çok azdı. Üstelik, birliklerini öylesine ustalıkla ve cesa¬
retle rdare etmiş, hareketlerini doğru olarak ayarlamıştı ki, O'nun
ününün, Dağıstan ve Çeçenistan'da bir kat daha arttığından şüphe
etmemek gerekir. Zaten kendisi de, bu hareketin başarısızlığa uğra¬
masını, büyük ölçüde Kabardeylerin sözlerini tutmamasına bağlaya¬
bilirdi. Diğer taraftan Ruslar, büyük bir tehlikenin eşiğinden dönmüş¬
lerdi. Çar'ın da, değindiği gibi bunda en büyük pay, Freitag'a aitti.'
(Aktı, c.x, s.586). . .
23 Nisan'da, büyük bir aceleyle Şemha'clan ayrılan Vorontsov, 28 Nısan'da
Vladikavkaz'a ulaştığında herşey olup bilmişti. Voront¬sov da, on aylık bir zaman
içinde Freitag'a iki kere borçtandiğınt ka¬bullendi.
Ytiın geri kalan aylarında Müridler, Dağıstan'da ve Çeçenistan' da Ruslara rahat
vermediler. Müridlerin, Özellikle Çeçenistan'da ne kadt^ ileri gittiklerini anlamak
İçin; onların, Grozny'i 24 Temmuz'da, Vozçkeezhenskoe'yi de 28 Ağustos'da
bombaladiklannı söylemek yeterlidir. Fakat bu yılın sonlarına doğru Ruslar da,
oldukça ilerleme¬ler kaydettiklerini söyleyebilirlerdi. Çünkü Vnezepnaya'yı
destekle¬mek ve Kumuk ovalarını daha rahat kontrol etmek amacıyla Kassaf Yurt'ta
yeni bîr kale yapılmış ve aynı şekilde, Nazran ile Vozdveez-henskoe arasındaki
bağlantıyı sağlamak amacıyla Fortanga kıyısında¬ki Atçoy'da yeni bir kalenin yapımı
tamamlanmış ve son olarak da Ahtİ askerî yolunun yapımında büyük gelişmeler
sağlanmıştı.
Dağıstan'da İse Hacı Murad, 26 Mayıs'ta Cimri'den gelerek Şu-ra'yı bastı ve
garnizondan 20 kişiyi öldürdükten sonra Ruslara ait 158 atla 188 büyük baş hayvanı
sürüp götürdü.. Yine Hacı Murad, 500 kİ-şiiik bir birliğin başında, 13-14 Aralık
gecesi Mektule Hanlfğt'nın baş-
kenti Cenguta/a dalarak eski düşmanı Ahmet Han'ın dul karısını, kuvvetli Rus
garnizonunun burnu dibinden kaçırdı. Fakat Ruslarla ya¬pılan en ciddi çarpışma,
Şamil'in, Dargi bölgesine girerek başkent Akuşa'yı ele geçirmesinden sonra oklu.
Kutişi'de yenilen Şamil, bir top bırakarak çekilmek zorunda kaldı. (K.S. c.14,
s.511-53) Bu sonuç üzerine tüm Dargi bölgesi yeniden Rus otoritesini kabul etti.
Bu, Mü-riclizm için gerçekten büyük bir darbeydi. Çünkü böylesine zengin ve nüfusu
yoğun bir bölgenin kazanılması çok önemliydi ve Şamil, böyle bir şeyi gönülden
istiyordu.
Kafkas savaşlarında Rusların verdikleri ağır kayıplar konusunda bir fikir
verebilmek için; sakin geçen böylesine bir yılda bile Rus ka¬yıplarının, ölü,
yaralı ve kaybolmuş olarak 1500 olduğunu söylemek yeterlidir. (K.S. c.17, s.255)
402
403

BOLUM 26 1847- 1848


Rusların Gergebil'e saldırması-Salti'nin ahnışi-Gergebil'in düşmesi-Ahti
savunması...
1847 yılının ilk aylarında Veden'de, daha doğrusu; iki yıl önce yakılan Dargo'nun
anısını yaşatmak için Dargo-Veden(l) diye adlan¬dırılan Şamil'in yeni karargahında
bir sessizlik hüküm sürüyordu. Şa-mil'in savaş alanına çıkıp çıkmayacağı
bilinmiyordu. Fakat 28 Mart/da gökyüzünde parlak bir meteor belirdi ve Rus asker
kaçaklarının kal¬dığı bir kulübe tamamen yandı. Bütün bunlar, Allah'tan savaşı
yeni¬lemek isteğiyle gelen işaretler olarak yorumlandı ve zafer ümidiyle savaş
hazırlıklarına başlandı Vorontsoy'a gelince; bu kumandan, 1845 yılında aldığı
keskin dersten oldukça çok şeyler öğrenmiş ve bundan sonra savaş alanlarına pek
fazla girmeyerek kendisini, çok daha yetenekli olduğu yol ve kale yapımlarına
vermişti. Yılın ilk altı ayı, iki tarafın savaş hazırlıklarıyla geçerken Danyal
Sultan'ın, eski Sul-tanlığ Elisu'yu tekrar almak için giriştiği umutsuz bir
saldırıyla olaylar hareketlendi. Rusların, bu yıl için hazırladıkları savaş
planları oldukça
(1) Çeçen dilinde Vedetı, düz yer anlamına gelmektedir. Çeçenistan'da, dağlık
bo ? gelerdeki platolara veya vadilerin diplerindeki düzlüklere bu isim verilirdi-
Fa¬kat her zaman bu kelimenin başına açıklayıcı bir kelime daha getirilirdi. Dış-
ney-Veden, Benoy-Vedne, Canoy-Veden... gibi.
basit ve amaçları bakımından da alçak gönüllüceydi. Bu plana göre Ruslar, sadece
Gergebil, Salti, Soğratl ve İreb'in alınmasıyla yetine¬ceklerdi. Vorontsov, ayrıca
Cergebil'in yakınlarında bir kalenin inşa edilmesine çok önem veriyordu. Şamil'in,
bu bölgeleri savunmak için yaptığı hazırlıklara baktığımız zaman O'nun hem çok iyi
haber o al¬dığını ve hem de düşmanının niyetlerini doğru olarak sezdiğini
anlı¬yoruz. (Akti, c.x, s.442)
Gergebil de, diğer tüm Dağıstan köylerinde olduğu gibi doğa tarafından sunulan
kuvvetli bir savunma mekanizmasına sahipti ve bu sistem, insanların yardımlarıyla
daha da çok geliştirilip güçlendi¬rilmişti. Gergebil, Aymakİ ırmağının yatağından
yükselen koni biçi¬minde ve delik olan bir kaya kütlesinin tam karşısında bir
amfitiyatro şeklinde yükseliyordu. Avulun kuzey-batı yönü, derin bir uçuruma
bakıyordu ve bu taraftan köye yaklaşmak imkansızdı. Köyün diğer üç tarafı da,
birbiri üzerinde teraslar halinde yükselen ve orta yerde bir¬leşerek bir hisar
halini alan taş binalar tarafından korunuyordu. Ayrı¬ca köyün çevresi, 5 m
yüksekliğinde ve 1.5-2 m kalınlığında, mazgal¬larla bölünmüş ve dikenlerle
kaplanmış bir duvar tarafından koruma altına alınmıştı. Yan taraflarda iki kule
vardı, içlerinde birer de top bulunan bu kuleler, ortadaki bölgeyi kontrol altında
tutuyordu. Ev¬ler, birbirleri üzerinde öyle bir sekide yükseliyordu ki üst
taraftaki ev¬lerden daha altta olan evler çapraz ateş altına alınabiliyordu. Köyün
içinde de, mümkün olan her yere barikatlar kurulmuş ve yollar, bir çok engellerle
kapatılmıştı. Ruslar, bütün bunları casusları aracılığıyla önceden biliyorlardı.
Ayrıca, köydeki Müridlerin, Kur'an üzerine ye¬min ederek düşmana teslim olmaktansa
vuruşarak ölmeye karar ver¬miş seçkin bir gruptan oluştuğu da haber alınmıştı.
Fakat Rusların bi¬lemedikleri bir geçrek daha vardı ve onu, ancak saldırı gününde
öğ¬renebildiler.
Prens Vorontsov, 1 Haziran günü Gergebil önlerine geldi. Yar¬dımcı süvari
birlikleri, topçular, yerli, milisler ve 10 piyade taburun¬dan oluşan Dağıstan ve
Samur tugaylarının kumandasını üzerine al¬dı. Aynı gün bataryalar mevziye sokuldu
ve ele geçirilmesi daha ko¬lay gibi görünen köyün güney köşesindeki bir çıkıntı,
şiddetli bir top ateşine tutuldu. Ertesi günü, teraslar şeklinde düzenlenmiş olan
bah¬çeler, tek bir atış bile yapılmadan Rusların eline geçti. Daha sonradan
404
405

anlaşıldığna göre bunun sebebi, buranın savunulmasıyla görevlendi¬rilen Müridler


arasında kolera hastalığının yayılmış olmasıydı. 3 Hazi¬ran akşamına kadar
sürdürülen bombardıman sonunda yeterli sayı¬labilecek kadar bir gedik açılmış
bulunuyordu. Şimdiye kadar karşıla¬şılan önemsiz direnmeden de garnizonun çok zayıf
olduğu fikrine kapılan Vorontsov, genel saldırı emrini verdi.
Bu arada çok önemli gelişmeler olmuştu. Kara Koysu'nun erişil¬mesi çok zor olan
yüksek sol kıyılan boyunca Mürİdierin toplanmak¬ta oldukları görülüyordu. Bir süre
devam eden ileri ve geri koşuşma¬larından sonra orta yerde beyaz bir çadırın
kurulduğu farkedildi. Bu durum, tek bir şekilde yorumlanabilirdi: Roma'daki
gösterilerde ol¬duğu gibi Sezar, en son gelmişti! Savaşın başından beri çevredeki
te¬pelerde toplanan Müridler, devamlı olarak gelişmeleri izlemişler ve şampiyonlar
da yerlerini almışlardı. Fakat şimdiye kadar imparatorluk locası boş kalmıştı! Ve
işte nihayet orası da doldurulmuş; Şamil, şah¬sen gelerek son perdeyi izleme
lütfunda bulunmuştu. O'nun varlığıy¬la daha da bir cesaretlenen Müridler, Rus
ordusunun gözbebeği sayı¬lan Kafkas alaylarının askerlerini Cergebil'in
duvarlarından aşağı dökmeye ve bu uğurda hayatlarını seve seve vermeye
atılıyorlardı. İrmağın karşı kıyısındaki Şamiİ'in ayaklan dibinde yarı açık bir
yelpa¬zeyi andıran bağlar, yukarıda, konik kayaya tünemiş gibi duran kas¬vetli köye
doğru yükselirken hemen onun ardından, karşı taraftaki dağlar da, buraya paralel
olarak uzanıyordu. Bu dağlar, uzun asırların yıpratıcı etkileriyle yer yer aşınmış
ve bir çok yerlerinden kopan ka¬yalar, aşağılara sürüklenerek topraklaşmalardı.
Karşıdaki bu dağlar, aynı zamanda, 1200-1300 m. yüksekliklerden kayalar arasında
aka¬rak kendisine bir yol açan Aymakiy ırmağı tarafından 8 km'lik bir me¬safe
boyunca bir çok yarlara ve kanyonlara bölünmüştü. Bulunduğu yerin sağ tarafında ise
üç ırmak birbirine karşııyor ve Gazi Kumuk Koysu ile Aymakiy ırmaklarının,
birleşirken yaptıkları açı, engebeli arazinin tepesindeki Rus bataryaları ve
onların aşağı taraflarındaki Rus kampı açıkça görülüyordu. Sol tarafta ise,
birbirine karışmış olan sular, dağlık kıyılar boyunca sessizce akarak önce Avar
Koyusu'ya arkasından da Sulak'a karışmak için yollarına devam ediyordu. İşlen¬miş
araziler, binlerce metre aşağılarda uzanırken geri kalan yerler, çorak, kahverengi
ve bomboştu.
4 Haziran günü saat6'da Ruslar, silahbaşı yapmışlardı. Yevdoki-mov kumandasındaki
bir birlik, hemen harekete geçti. Onlara verilen görev, avulun batısındaki bir
noktada mevzilenmek ve saldırı emri verildiği zamanda Mürİdierin dikkatini o yöne
çekerek mümkün ol¬duğunca çok sayıdaki savaşçıyı ana saldırı noktasından
uzaklaştır¬maktı. Asıl saldırıya geçecek olan askerler, Prens Orbefyani
kuman¬dasındaki Apşeron alayının 1. taburuyla Varşova Prensi (Paskievİç) alayının
bir taburuydu. Ellerinde merdivenler, kazıcı aletler ve levazım araçlarıyla
donatılmış oldukları halde bekleyen bu askerler, ana he¬deflerine direk olarak
saldıracaklardı. Paskieviç alayının bir taburuyla Samur alayının bir taburu,
yedekte bekleyeceklerdi. Argutinsky'in tüm tugayı İse, dışarıdan gelecek herhangi
bir yardım hareketini engelle¬mek ve yollan gözlemekle görevlendirilmişti.
Saldırıdan önce, Mürİd¬ierin morallerini bozmak ve açılan gediği büyütmek için
başlatılan bombardıman yüzünden saldırı saati oldukça gecikmişti. Dağlılar, bu
yoğun topçu ateşine çok seyrek olarak zayıf bir şekilde cevap verebi¬liyorlardı.
Çok geçmeden de bu toplardan birisi de sustu. Bunun dı¬şında köyden hiç bir hayat
izi göze çarpmıyordu. Fakat bu topçu ate¬şinin kesilmesinden sonra Mürİdierin, çok
melankolik bir sesle ve uzun notalar halinde söyledikleri ölüm şarkısı sanki açık
bir kabirden geliyormuşcastna işitilmeye başladı. Vorontsov, Cimri ve Germen-
çug'cla olduğu gibi, savaşarak Ölmeye yemin etmiş bir grupla karşı karşıya olduğunu
anladı. Başkumandan, bunların da onlar gibi boşa öleceğini düşünüyordu. Tabii ki,
eğer kahramanlar boşa Ölürlerse!? Vorontsov, sonunda saldırı roketini ateşledi.
Bunun üzerine birlikler, hızla ileri atıldılar. Fakat ağaçlık bölge içinde
yollarını kaybederek planlanan yerden çok daha değişik bir noktaya ulaştılar ve
ağır ka¬yıplara uğradılar. Arkadaki birlikler ise, trampetlerinin çaldıkları hava
eşliğinde düzgün bir şekilde ilerlemeye devam ettiler. Apşeron alayı¬nın askerleri,
başlarında yine adı Yevdokimov olan başka bir komu¬tan olduğu halde duvarlara
ulaştılar ve gediği aşmak için mücadeleye başladılar. Varşova Prensi'nİn alayından
olan askerler de, onları izle¬diler. Fakat yüzlerce tüfekten açılan yaylım ateşi,
askerleri bir ot gibi biçti. Yevdokimov, aldığı kurşun yaralanyla öldürüldü.
Humbaracı bölüğünün kumandanı olan Yüzbaşt Vinnİkov, onun cesedi üzerinde mücadele
vererek gediğe ulaştı. Fakat o da, geçide çıkar çıkmaz ölü
406
407

olarak yere serildi. Askerler, bu durum üzerine moralleri bozulacak yerde daha
büyük bir hırsla saldırılarına devam ettiler. Bir önceki iki subaydan daha az cesur
olmayan fakat onlardan daha şanslı bir Hol¬landalı subay, askerlerini gediğe
yöneltti ve sonunda duvar ele geçi¬rildi. Kayıplar, şimdiden çok büyük bir miktara
ulaşmıştı. Fakat geri çekilmek söz konusu değildi. Duvarın gerisinde köyün ilk taş
binala¬rının duvarları yükseliyordu. Hızla ileri akan askerler, duvarlara
tır¬mandıkları zaman, büyük bir dehşet ve korku içinde ayakların altla¬rındaki
çatıların çöktüklerini ve aşağı düştüklerini gördüler. Evlerin içinde bekleyen
Müridler, korkunç kahkahalar ve naralar atarak, aşağı düşen bu Rusları kılıç ve
kinjalleriyle biçiyorlardı. Müridler, da¬ha önceden köyün alt tarafında bulunan
bütün evlerin kirişlerini ve ağaçlarını kaldırarak onları yeniden çalılıklarla
kaplayıp toprakla ört¬müşlerdi. Böylece her ev, bir ölüm tuzağı haline
getirilmişti. Buraya düşen zavallı saldırganlar (!) Müridlerin soğuk çelikleri
altında can veriyorlardı. Bazı askerler, bu durumu görerek korkuyla durmadılar.
Fakat birliğin arka kısmı gelmeye devam ediyordu ve çok geçmeden saldırı
kuvvetlerinin tümü, savaşa tutuşmuş bulunuyordu. Subayların çoğu öldürülmüş olduğu
ve askerler de, eğri büğrü sokaklara küçük partiler halinde dağıldıklarından dolayı
emir ve kumanda diye bir şey kalmamıştı. Bu yüzden geri çekilmek gerekiyordu ve
yaralı subayları¬nı da yanlarında taşıyan saldırı birliğinin geride kalanları,
yeniden ge¬diğin yanında toplandılar. Burada tekrar düzene sokulan ve takviye
edilen askerler, büyük bir öfke içinde yeniden saldırıya geçilmesini is¬tediler.
İkinci saldırı da, birincisinin bir tekrarı oldu. Mevziler, gerçek¬ten ele
geçirilemeyecek gibiydiler. Muzaffer Müridler, bir kere daha bozulan Rusları geri
sürdüler ve yedek kuvvetlerinin süngüleri tarafın¬dan durdurul uncaya kadar onları
kovaladılar. Askerlerin müthiş gay¬retine rağmen saldırı, başarısızlıkla
sonuçlanmıştı. Kayıplar çok ağır¬dı. 36 subay öldürülmüş veya yaralanmıştı. Apşeron
alayının taburu, tek başına 249 kişi kaybederken Varşova taburu da 146 kişi
yitirmiş ve kalanları da, diğer birlikler ve yedeklerden olmak üzere toplam 581 er
kayıp verilmişti.
Daha sonraki dört gün boyunca Ruslar, kuşatmayı sürdürüyor görünmelerine rağmen
sadece yoğun ve yokedici bir topçu ateşine devam etmekten başka bir eylemde
bulunmadılar. Her gece köyden
çıkan Müridler de, aşağıdaki Rus kampına ateşler yağdırarak onları tamamen
yıprattılar. Bu sırada Rus askerleri arasında kolera hastalığı ortaya çıktı. Bu
bahaneden memnun olan Vorontsov, kuşatmayı kal¬dırarak Gazi Kumuk Koysu'ya çekildi.
(Akti, c.x, s.450)
Bu kumandan için söylenebilecek tek olumlu şey; onun bu süre zarfında hiç
umutsuzluğa kapılmamış olması ve bu kuşatmadan kaba da olsa, iyi bir ders
aldığıdır. 1845 yılındaki Dargo seferi, ona askerî güçlerini, tam bir sonuç
vermeyecek ve başarılı olunmayacak hedef¬lere yönelerek harcanmaması gerektiğini
öğretirken Gergebil kuşat¬ması da, bu yalçın dağ avullarının yeterli topçu
desteği'olmadan alı¬namayacağını ve saldırıya geçen piyadelerin yokolmasından başka
bir sonuç vermeyeceğini öğretmişti. Bu savaşlarda görülen çok ilginç bir durum da;
Rusların topçu kuvvetlerini çok büyük ölçüde ihmal ettikleridir. Halbuki onların
tek başarı şansları buradaydı. Ruslar, sa¬hip oldukları disiplinli askerler
sayesinde rakiplerini açık sahada yen¬me şansına her zaman sahipken süper topçu
üstünlükleri olmadan ne ormanlık bölgede Çeçenlere, ne de dağlık bölgede Avarlara
ve di¬ğer Dağıstan kabilelerine rakip olamazlar ve onlarla başa çıkamaz¬lardı.
Vorontsov, bu başarısızlık üzerinde fazla durmadı ve tüm dik¬katini Salti'ye
yönelterek çok büyük miktarlardaki kuşatma araç ve gereçlerinin 1 Temmuz'a kadar
hazırlanmasını emrederek köyü ku¬şattı. 7 hafta süren düzenli bir kuşatmadan ve
köye yağdırılan kor¬kunç top atışlarından sonra Salti, Gergebil'den çok daha yalçın
ve savunmaya elverişli olmasına rağmen üçüncü hücum sonunda ele geçirildi, bu
savaşta Rus kayıpları; ölü ve yaralı olarak 2.000 civarında belirtilmiştir. Bu
savaşta da Rus askerleri, büyük gayretler gösterirken Müridler de, gerçekten müthiş
cesaret ve kahramanlık örnekleri ve¬rerek sonuna kadar direnmişlerdir, (akti, ç.x,
s.463-468) ve (K.S. c.4, s.477682)
Ertesi yıl (1848) Argutinsky, 10.000 kişilik bir orduyla Haziran ayında Gergebil
önlerine geldi. Çeşitli kalibrelerdeki 46 toptan çıkan korkunç bir bombardımanla
geçen 23 günlük bir kuşatmadan sonra Müridler, geceleyin köyden çekilip gittiler.
Argutinsky, bu kuşatma sırasında, sonraları büyük ünler kazanacak olan bir çok
kumandanla birlikte savaşmıştı. Wrangel ve Orbelyani başarılı ve ünlü birer
asker¬di. Savaş, Yevdokimov ve Baryatinsky'in arasında sona ermiştir.
«?***""
408
409

Brümmer, daha sonraları, 1855 savaşları sırasında Kars kuşatmasında topçu


kuvvetlere kumanda etmiş ve Kars'a yapılan saldırının püskür¬tülmesi üzerine
mahvolan taburları geri çekmeyi başarmıştır. Bu ku¬şatma sırasında köyün
yakınlarında bir yo! inşa eden ve bu iş için Ay-makiy geçidinde ateş altında keşif
hareketlerinde bulunan Todtleben adındaki genç bir mühendis, i!k imtihanını burada
verdikten sonra Si¬vastopol'ün savunulması ve Skobelev'in başarısızlığından sonra
Plev-ne'nin ele geçirilmesi sırasında büyük ün kazandı.
Kuşatma boşunca Ruslar, bu dağ köyüne ve Mürİdlerin müs-tehkem mevzilerine 10.000
kadar gülle atmışlardır. Rus kayıpları bu kez; 4 subay ve 76 er ölü, 14 subay ve
257 er yaralı olarak verilmiş¬tir. Bunun dışında yüzlerce hafif yaralı da
bulunmaktaydı. Dağlıların kayıplarrda 1000 olarak tahmin edilmiştir. Bu kayıpların
büyük kıs¬mı, üzüm bağlarını ele geçirmek için Hacı Murad ile Baryatinsky
ara¬sındaki çarpışmalar sırasında verilmişti. Ruslar, bu büyük gayretlerine
karşılık olarak pek bir şey etde edemediler. Çünkü Gergebil'de kal¬malarına İmkan
yoktu. Müridlerin takibi altında Gazi Kumuk Koysu kıyısındaki Kojal Maki'ye
çekildiler. Ruslar, sonraları daha iyi bir du¬rumda bulunan Aymakiy'in diğer
girişini tahkim ederken Şamil ele, Cergebil'in yerine, daha dayanıklı bir kale olan
OİIu Kaia'yı koydu. (K.S. c.7, s.483-538)
1848 yılının Rus askerî tarihinde başka bir açıdan da önem taşı¬maktadır. Samur
ırmağı kıyısındaki Ah ti kalesinin Albay Roth'ın ku¬mandasındaki 500 kişilik
garnizonu, İmam ve O'nun baş Naibleri; hacı Murad, Kabet Muhammed ve Oanyal
Sultan'ın birleşik kuvvet¬lerine bir haftadan uzun bir süre karşı koymayı başardı.
Roth'ın yara¬lanmasından sonra savunmayı Yüzbaşı Nevesolev yürütmüştür. Gar-
tıizonun yarısının öldürülüp yaralanmasına, barut depolarının havaya uçmasına ve su
İle erzaklarının tükenmesine rağmen, liderlerinin teş-vikleriyle arka arkaya
korkunç saldırılarını yenileyen Müridlere karşı dayanmaya devam ettiler. Fakat bir
çok asker eşleri ve Roth'un genç kızı da, Dağlıların eline geçmektense ölmeyi
yeğlemeye karar ver¬mişlerdi. Üstelik askerler, 1843 yılında olduğu gibi, yardım
kuvvetle¬rinin geldiğini, fakat onlara ulaşamayarak uzaklaştığını acı içinde
gör¬müşlerdi. Olay yerine yetişen ve neredeyse sesin duyulabileceği bir mesafeye
kadar yaklaşan Argutİnsky-Dolgorukov, Samur ırmağını
kuzeyden geçmek için bir kaç başarısız girişimde bulunduktan sonra gözden kaybolmak
zorunda kalmıştı. Fakat, artık tüm umutların sön¬düğü bir anda, başka dolambaçlı
bir yol izleyerek tekrar olay yerine gelmiş olan Dolgorukov, yakınlardaki
Meskenji'de Kabet Muham¬med ve Hacı Murad kuvvetlerini yenerek Ahti'yi kurtarmayı
başar¬dı.^ (K.S. c.6, s.683-727 ve c.7, s.542-612, Akti, c.x, s.487)
(2) Bu olayla ilgili olarak İlginç bir anektod da anlatılmaktadır. Çar Nikola'nm
önün¬de yapılan bir geçit töreni sırasında, Ahti savaşına katılmış bulunan
askerlerden biri de bulunuyordu. Askerin göğsünde, Ahti savunması dolayısıyla
dağıtılmış gümüşten St. George madalyası parlıyordu. Çar, askere bu madalyayı
nerede kazandığını sordu. Bunun üzerine askerin verdiği cevap imparatoru çok
şaşırt¬mış ve bir açıklama gerektirmişti. Asker, rusçada "Oh, sen!" anlamına gelen
Ahti kelimesini Çar1 a söyleyememiş ve onun yerine, "Oh, siz!" anlamına gelen
"Akvuyi" şeklinde cevap vermişti.
410
411

TODTLEBEN
BÖLÜM 27
1849-1856
Şamil, gücünün zirvesinde-Argutinsky, Çoh'da yeniliyor Hacı Murad-O'nun Şura
baskını-Hacı Murad'm Şamil tara¬fından Kaytag bölgesine gönderilmesi-Boynak'a
yaptığı akın-Şamİl'in şüpbeleri-Hacı Mıırad'ın ölümüne karar veri-liyor-Hacı
Mtırad, Ruslara teslim oluyor ve oradan kaçı-yor-Hacı Murad'ın öİümü-Slieptsof'un
öldürülmesi-Barya-tinsky, Sol Kanat kumandanı oluyor-Grmanlann kesifmesi-Baskınlar-
Ovalık bölgedeki Çeçenlerin yerlerinden kaldı-rılması-Kırım Savaşı-Küçük Asya'daki
(Anadolu) operas-yonlarİran ile savaş tehlikesi-Gizli anlaşma-Şamil'in Kaket-ya'yı
işgali ve Gürcü prenseslerin tutsak alınması-Prenses-İerin tutuklulukfar-Şamil
evde...
Genel olarak konuşmak gerekirse 1848'den 1856'ya kadar, Do¬ğu Kafkasya'da hem
Müridler, hem de Ruslar, savunmada kaldılar. Bu zaman boyunca ciddi çarpışmalar
olmadı. Şamil'in Avaristan'ı da içine alan Batı Dağıstan'daki ve Çeçenistan'daki
hakimiyetini kabul eden Ruslar, bundan böyle pek ciddi hareketlerde bulunmadılar.
Fa¬kat bu süre içinde Cergebil ve Saltİ köyleri imha edilmiş, Aymakiy'İn girişi
tahkim edilmiş, Tsuhadar'da yeni bir kale yapılmış ve Kafkas

"5 r^i
5 fD
5" 2*
c
EJ CL Q. 3 ~i ÛJ
H/T =e. O.
P Q.
OO ÛJ
3 -J 3, £; 3 -jT
C: V E^ O
O 3.
^3§&
5 03
3 =~
O < CL
S3
Q. Q_
= :. o
fD C
ÛJ rb~" n> ro
CD
ÇT <z
O O> O
ÛJ Sr fD fD
"O QJ Hi
u »(D
f/i Q_ X"
P-
3 CO fD CO
Ol =-
s era
n
cr
6) =?:
= İ §
ÛJ r- O. e
c3 2. ^ 3 g- FT 3
0: *« N K/]_ 0)
um 1

£<
:
3 W c+ fi) ?<
?i
O
cr ?r
3 =:
ö^
3 n °
~J D -t
cr
cr
"t -' '-' ~-ı * «*
Û) a» 3 ^- CJ
=İ n
(D 3 o
~n C
.-r7 Q-
< 3o
srg.
? C 3 rr
O:
o n> OJ_ -> o_
crq<
Cr n rr
İ.
=? O
Si
I' 11 I 2:
=- fD
rj ^ tu o 5_ <
S. ~ 3
r- ÛJ 3
^ n ÛJ
~ 3 rT
O" ?
fD X-
CL zr
fi> EJ
0
a. 3
Cr o
C ft. £-
_. g x:
fD -^;
O (D
7T b
=7 » C
rr N
O £? ?
3M
«o =3
cr
3 ^' °
^ rj- fD ST
^ ÛJ -.3
51
-- Ç_ CO r-
fD -<
c2
^7 rı i J
cj tu y-
CL CL
crpı £
51 g-
~ İT

x- =? r-
ao o.
x«v
O
cn= X. S-
CL
?*< o
C î =
- J ^-
ÛJ> =L
3 3.
cr
-? S-
3 rD 3 ÛJ fD çr 3 w r
era
3c
= fp n
A - w &. Q. « d O
erg --
2
2: çr c:
O: 3

ÛJ fD fD CL
ft>
fD
çr cr =;?

3 ~O
S'2 ff- 3
a» t
fC CJ
cr

OQ<
? 5' c o
un O
Q- O: </) O
S" ^ 3" S? g-
CL
a (T 3
3 3
3 (p
cr
i N rr-
^3
H 2İ.
=+, CL
c
cr a>
X -i ->
BJ O
3 3 CL C
,
, Qj J
3 ,CL
9- n
CO ^
fD c_ S. -<
O 3
^ - fin P"
3 n> a. 3
?r 3. 3
i" 3_ K era %.
J ft) 3 O 7*
2
2_ - 5^ 2.
S-
O
t» ?r-,T
O.
C Û)
-< r_ s cr
O -HÜİ.Bİ
Üİ
~ o r , '
< 5? ^: o>
c & O'
O fD
--era
*' =r fD .7-, fD -T
UJ Cr
Qr CL
2r 3
fD C: <
5; 3 m
3 Cİ fi)
t
g" 5" c co
w « f O
2
2T cr Q .r -
7T D
3 2 -'
o. x- gı
3 2.
fD 3
S cr o_ -"î - û) Û) 3
x- O
O C û)
ft C

z_ w cr ? a.
^- _.
3" ÛJ ^_
=. O: 3
3 -?
J7T- w 2
3 £L (D W.
i:^ 33O.
O 3 2.
2. O s o" ~<
nı ci r1 ü| M
era o T) i*
O 3
< ÜÎ " r^
-T ft) t"
u> : N
"D
7T r> .3 CJ
S.S-
era =3 3! Q_
arcrat
~. 'u aj
TO 3
cra<
i: ^ h?- n
<5.
O:
Tr O-
ÛJ. O. S
=; =" 3
İ
O"
O.
ÛJ D
fD &J =- S
41 S
2 3'
3
O_ -ı; "
o-
3-^3
=i -< =L. ü?
=LCTQ. ÛJ 7T =
^ o- ç;
o c a.
S o ft x-
;O0 .
3 ^ «ZL
CL
32
fD O 7T-XF, 1 =7
?3 3 - Q.
i
ir, -? ~?
^ 3
c f?
5 ?
9, S
S2. 3 ~< < S^
ITi T U
3 c 3 ET »era o
. <
< Cf C Q.
£ 07 ^- =-
CJ «Ti ~ ~ cr _A '
£? z^ 3 <J
fD fi)
3 X" «/ı
g- 2- ~~< CO
415

HACI MURAT
Bu olay, Onun daha sonraki trajik sonunun hazırlanmasında Önemli bir etken
olmuştur. 1851 yılında Şamil, onu yeniden Hazar kıyıların¬daki Kaytag ve
Tabasaranlıların yanına göndererek bir kere daha on¬ları Ruslara karşı
ayaklandırmak İstedi. Bu olayda da Hacı Murad, akıl almaz bir kaçış
gerçekleştirerek Kafkas savaşlarında kazandığı büyük ünü ölümsüzleştirmiş oldu.
Gece vakti, 500 atlıyla birlikte, Derbend ile Şura arasında bulunan Boynak'a girdi.
Tarku Şamhalı'nın kardeşi Şah Veli'yi evinin eşiğinde öldürdü ve karısıyla
çocuklarını beraberinde götürdü. Şamil, sonraları bunlar için yüklü bir fidye
al¬mıştır. Hacı Murad ve adamları, çok sıkı bir şekilde İzlenmelerine rağmen 30
saatten az bir zaman içinde 170 km yol alarak sağ salim kurtulmayı başardılar. (1
Temmuz 1851) Gerçekten de Hacı Murad' in cesaretinin bir sınırı yoktu. Hacı Murad,
Rus otoritesine boyun eğ¬miş bölgelerin korkulu rüyasıydı. Onun Dağlılar üzerinde
bıraktığı et¬kinin derecesini anlamak için bir olayı örnek olarak verebiliriz. Bir
Rus subayının kumandasındaki 1500 kişilik bir milis grubu, bir kaç Mürid'in, "Hacı
Murad, Hacı Murad!" diye bağırarak saldırmaları üzerine paniğe kapılarak
dağılmışlardır.
Fakat genelinde Hacı Murad'ın hareketi başarısız olmuştu. Rus¬ların bu tür
savaşlarda büyük avantajları vardı. O boige halkı da, Mü-ridîzm'e sempati
beslemelerine rağmen kendilerini Rusların intikam hareketlerine maruz bırakan bu
tür girişimlere karşı bulunuyordu. Çünkü bu tür çarpışmaların sonunda, büyük
risklere atılmalarına rağmen sonuçta bir şey elde etmiyorlardı. Bu yüzden Hacı
Murad'ın bu tür hareketlerinden müzdarip oluyorlardı ve O'nu acı acı Şamil'e
şikayet ettiler. Bu arada Şamil'in yanında bulunan Hacı Murad'ın düşmanları da,
bunu fırsat bilerek Hacı Murad'ı Şamil'e kötülemeye başladılar. Hacı Murad'ın büyük
bir ün kazanmasından rahatsız ol¬maya başlamış olan Şamil, bütün bu gelişmelerin
sonucunda ondan daha fazla kuşkulanmaya başladı. Ve planlarını tehlikeye düşürecek
bir kişi olarak görmeye başladı Murad'ı. Çünkü İmam, kendisinden sonra yerine
geçecek kişi olarak oğlu gazi Muhammed'i tayin etmişti Çeçenistan'dakİ Avturi
köyünde yapılan gizli bir toplantıda Hacı Murad, gıyaben ölüme mahkum edildi.
Tuzağa düşmek üzere olan Hacı Murad, son anda uyarıldı ve Vozdveezhenskoye kalesine
gide¬rek Ruslara iltica etti. Kale kumandanı Albay Prens Vorontsov, Hacı
416
417

Murad'ı, Tiflis'te bulunan kral naibi babasına gönderdi. Vorontsov Hacı Murad'ı
büyük bir neşeyle kabul ederek Çar'dan, O'nun Kaf¬kasya'da kalması ve belki de
ileride, Şamil'e karşı kullanılabilme İhti¬maline karşılık hazırlanması için izin
aldı. Fakat, Vorontsov'un rapo¬runun kenarına; "Allah'a şükürler olsun! İyi bir
başlangıç!" diye yazan Çar, yine de, bir zamanlar kendilerinden yüz çevirmiş olan
bu ada¬mın, yine aynı şeyi yapabileceğini belirtiyor ve Hacı Murad ile İlgili bütün
sorumluluğun Vorontsov'a ait olacağını söylüyordu. Hacı Mu¬rad, Tiflis'te
şerefli'bir tutsak olarak alıkonulurken ailesi de Tselmes' de Şamil'in elinde
bulunuyordu. Hacı Murad, ailesnini geleceğini o kadar merak ediyordu ki, gece
gündüz ibadet ediyor ve bütün vakti¬ni, onlar için dua etmekle geçriiyordu. Çok
geçmeden de hastalandı. Bu yüzden, eğer bir fırsat çıkarsa ailesini kurtarabilmek
amacıyla Grozny'e gitmesine izin verildi. Burada bir sonuç eicle edilmemesi üzerine
tekrar Tiflis'e döndü. Ardından, Dolgorukov'un Dağıstan'da¬ki kuvvetlerine
katılmasına izin verilinceye kadar, ibadetlerini rahatça yerine getirebileceği
Nuka'ya gönderilmesini İstedi. Burada uzun uzun düşünen, geçmiş hatalarını
değerlendiren, Rusların kendisine gösterdiği.tavırlardan son derece etkilenerek
üzülen, daha Önceki hareketli ve heyecanlı yaşamının vahşi güzelliklerini özleyen,
Şamil ve diğer bir çok Dağlı liderleri gibi aynı zamanda da sâdık bir koca; müşfik
bir baba olan ve ailesinin geleceğinden endişelenen Hacı Mu¬rad, sonunda şansını
bir kere daha zorlayarak kaçmaya karar verdi. Kendisinin yanında kalmasına izin
verilen dört sâdık arkadaşı ve Baş-kumandan'ın özel maiyetinden beş veya altı kazak
İle çıktığı bir at . gezisinde, kaçmaya karar vermişti. Akşam karanlığı bastırdığı
sırada aniden tabancasını çekerek yanındaki subay adayını öldürdü. Adam¬larından
birisi de, bir kazak'ı öldürdü ve küçük grup, büyük bir hızla olay yerinden
uzaklaştı. Hacı Murad'dan sorumlu olan Yüzbaşı Butç-kiyev, olayı duyunca hemen, bir
tarantaya (Rus arabası) atlayarak Tif¬lis'e yollandı. Onun Vorontsov tarafından
nasıl karşılandığı tahmin edilebilir. Diğeri, üzerine çok ağır bir şahsî sorumluluk
almış ve bir astının sorumsuzluğu yüzünden 1. Nikola'ya, çok tatsız bir haber olan
Hacı Murad'ın kaçışını bildirmek durumunda kalmıştı. Daha da ötesi, bundan sonra
Dağlarda çok daha ciddi olaylar beklenebilirdi. Fakat Rusların şansına ki, Nuka'da
komuta mevkiinde bulunan Albay
Korganof, enerjik ve ileri görüşlü bir adamdı. Ana yolların çok iyi bir şekilde
kontrol edildiğini bilen Korganof, milis kuvvetlerini, Hacı Mu¬rad'ın 1850 yılında
Babaratminskaya kalesine yaptığı baskından son¬ra dönerken izlediği ovalık bölgeden
geçen yollara gönderdi. Sonuç tamamen başarılıydı. İki gün sonra, 23 Nisan 1852'de
kaçaklar, bu¬lunarak kalabalık bir milis kuvveti tarafından sarıldı. Kısa bir zaman
İçinde bu kuvvetlere Hacı Murad'ın kan düşmanlarının başlarını çek-|tiği çevre
halkı ve diğer birlikler de katıldılar. Bundan sonra, Kafkas Isavaşlarında çok sık
olarak rastlanan dramatik sahnelerden biri orta-lya çıktı. Kurtulmalarının imkansız
olduğunu anlayan Mürİdler, kinjal-llerini çekerek onlarla birer çukur kazdılar.
Atlarını öldürerek onların [gövdelerinden birer siper oluşturdular, melankolik ve
monoton bir Itonda olan ölüm şarkılarını okuyarak yaşamlarını, mümkün olduğun-İca
pahaltya satmak için hazırlandılar. "Hazır" denilen göğüs ceple¬rinde kurşun
bulunduğu müddetçe Ve karşı 100 olan düşmanlarını tuzakta tutmayı başardılar.
Sonunda mermileri bitince Hacı Murad, fbaşından kalpağı düşmüş ve elinde kılıç,
siperden fırlayarak ölümüne İkoştu. Kendisiyle birlikte iki adamı da parçalandı.
Geriye kalan tilğîr" liki Mürid, ağır.yaraîı olarak ele geçirildi ve daha sonra
idam edildiler. §24 Nisan'da Vorontsov, O'nun için; "Hacı Murad, yaşadığı gibi
cesur-|ca öldü. O'nun hırsı, cesaretine eşitti ve ikisinin de sınırı yoktu!"
de¬miştir.
Hacı Murad'ın cesedi, Nuka'ya getirilip halk'a teşhir edildiği za-|man herkes,
müzik eşliğinde şarkılar söyleyerek ve sevinç çığlıkları tatarak bu olayı kutladı.
Çünkü uzun yıllar bu müthiş gerilla lideri, on-| İar' için korkulu bir rüya ve
yaşamları üzerinde de bir tehdit unsuru ['olarak kalmıştı. Vorontsov'u tamamen ikna
etmek için kesilen başı, Tiflis'e gönderildi. Oradan da St. Petersburg'daki ünlü
doktar Piro-gof'e yollandı. Aslında onun yerine, cesaretin evi sayılan kalbinin
gönderilmesi daha doğru olurdu! Böylece Ruslar, en korkunç düş¬manlarından
birisinden kurtulmuş olurlarken Şamil de, tamamen kendi hatası yüzünden en cesur ve
başarılı Naibi'ni yitirmiş bulunu¬yordu. Gerçekten Hacı Murad adı, O'nun düşmana
karşı savunduğu dağlarında ve talan ederek yağmaladığı ovalarda çok uzun bir süre
varlığını sürdürecektir. Daha sonradan öğrendiğime göre Tolstoy, ölümünden sonra
yayınlanmak üzere Hacı Murad'ın hayatını yazan
**»»"?'
418
419
bir roman kaleme almış bulunuyor. Bir gün bu ünlü Avar (Lezgi) tide-rinin, hayatı
dünya okuyucularına mal olacak demektir, bu!(2>
General Okolniçİ, Hacı Murad için şunları yazmaktadır: "O' nun, Şamil gibi geniş
çaplı askerî hareketlen planlayarak yürütmek yeteneği yoktu. Fakat buna karşılık,
daha küçük birliklerin başında çeşitli gerilla hareketlerinde bulunmak hususunda
hiç kimse onunla boy ölçüşemezdi. Bir zamanların ünlü Polonyalı partizan liderleri;
Pans, Lissovsky ve Sapieha gibi o da, çok başarılı bir partizandı. 400 ve 500 kadar
atlıyla aniden sınırlarımızın gerisinde ortaya çıkmak, birliklerimizin arkasında
görünmek, bu gün 70 km; yarın 100 km yol alarak birliklerimizin dikkatlerini yanlış
alarmlarla başka yönlere çek¬mek ve bu genel panikten yararlanarak, yapacağını
yaptıktan sonra kaçıp kurtulmak gibi şeyler, O'nun için çok basit olaylardı. Hacı
Mu-rad'ın bu özellikleri, O'na, hiç bir Naib'e nasip olmayan ölümsüz bir şöhret
sağlamış ve adamlarını kontrol etmekte büyük bir yeteneğe sahip olan Şamil'İ bile
zaman zaman kuşkulara düşürmüştür. (Vo-yenny Sbornik, 3, makale, s.16)
Bundan 4 ay kadar önce, 10 Aralık 1851'de Rusların en ünlü partizan liderleri olan
ve yaptığı köy baskınlarıyla büyük bir şöhrete erişen General Slieptsof da, önemsiz
bir çarpışmada vurularak öldü¬rüldü.
1852 yılında Prens Baryatinsky, Sol Kanat komutanlığına getirü-di. 10.000 kişilik
bir ordunun başına geçen Baryatinsky, ovalık bölge¬deki Çeçen köylerini kan ve
ateşe boğdu. Takat Rusların elde ettikle¬ri kalıcı sonuçlar, beklentilerinin ve
çabalarının çok gerisinde kalıyor ve sebep oldukları bunca yıkım için de
kendilerini haklı çıkaracak hiç bir sebep bulamıyorlardı. Bütün bu uğraşlar ve elde
edilen tecrübeler Baryatİnsky'e çok şey öğretmiş olmalı ki, 4 yıl sonra, bir süre
ayrı ka¬lıp da Başkumandan ve Çar naibi olarak geri döndüğü Kafkasya'da çok daha
akıllt tedbirler almıştır. Bununla birlikte, bu arada bir takım gelişmeler de
sağlanmıştı. 1846 yılında yeniden başlatılan ormanları kesme faaliyetleri, o
zamandan beri Yevdokimov tarafından aralıksız olarak sürdürülerek Rus hatları
emniyete alınmış ve şimdiye kadar
(2) Bu kitabın bir çok baskısı yapılmıştır. (Ç.N.)
ulaşılması çok güç olan bölgelere daha kolaylıkla ulaşılması sağlana¬rak büyük
avantajlar sağlanmıştı.
Şu andaki savaşın geçtiği bölge olan ovalık Çeçenlerin durumu, her zamankinden çok
daha kötüydü. Çünkü artık savaş, Şamil ve Rusların, bu bölgeleri tamamen ele
geçirmek için yaptıkları mücadele üzerinde cereyan ediyordu. Ruslar, ilerlediği
zaman onlara boyun eğen Çeçenler, müridler tarafından "hainler" olarak
adlandırılıyorlar¬dı. Rusların geri çekilmeleri üzerine Çeçenler, mecburen
Müridlere yaklaşıyorlar ve bu hareketleri de bu sefer Ruslar tarafından Çar'a
is¬yan olarak kabul ediliyordu. Bu Çeçenlerin kaybı, Şamil için çok bü¬yük
miktardaki askerden ve üretici kitleden mahrum olmak demekti* Yani Şamil'in kaybı,
hem askerî hem de ekonomik açıdan olacaktı. Bu yüzden bu bölgeler ve burada yaşayan
halk, Şamil İçin hayati bir önem taşıyordu. Böylece her iki taraf da, burada
yaşayıp da kendile¬rine bağlı olanların emniyetlerini tam olarak
sağlayamadıklarından dolayı geriye kalan tek yolu seçtiler. Kendilerine bağlı
olanları, çoluk çocukları ve mal varlıklarıyla buradan kaldırarak sınırlarının iç
taraf¬larına göç ettirilmesine başlandı. Rus tarafına geçenler, Sunja'nın
ku¬zeyindeki boş arazilere yerleştirilirken Şamil'e katılanlar da, Çeçenis-tan'ın
daha iç bölgelerinde İskan ediliyorlardı. Bunun sonucu olarak da Rus ve Mürid
hatları arasında, artık hiç kimsenin yaşamadığa boş bir arazi şeridi uzanmaya
başladı. Bu durum, elbette kî kuzeyden ge¬len işgalcilerin işine yarıyordu. Çünkü,
artık çorak bir çöl halini almış bu ovalar, bir zamanlar sadece Şamil'in elinde
bulunan ÇeçenistaıVtn daha iç ve kurak bölgelerinin değil, fakat aynı zamanda
Dağıstan'ın büyük-kısmının da bir tahıl ambarı durumundaydı. Şimdi bundan mahrum
kalmış bulunuyordu, Şamil. Fakat iş, bununla bitmiyordu. Bilindiği gibi Çeçenler
arasında kan bağlan ve akrabalık ilişkileri çok kuvvetlidir. Ailelerin toptan
sürülerek kuzeye gönderilmeleri, Şa¬mil'in saflarında bulunan pek çok kimsenin
kaçarak ailelerine katıl¬malarına yol açıyordu. Bunların içine bazen, Şamil'in en
güvendiği Naİbleri de dahil oluyordu. Bu arada Kazak yerleşim bölgeleri de takviye
edilerek hatlar İleriye alınıyor ve stratejik yolların yapımt için ormanlardan
kesilen ağaçlardan faydalanılıyordu.
İşte tam bu sıralarda 20. topçu tugayında bîr subay olarak gö¬revli bulunan Leo
Tolstoy Kafkasya'ya geldi. Burada öğrendiği Kazak
420
421

yaşamını ve Kazak savaşlarının iç yapısını, bir kısım askerî hikaye ve romanlarında


başarılı bir şekilde işlemiştir. Onun "Kazaklar" adlı ese¬ri, Çeçenistan'a karşı
kurulmuş olan bir Kazak köyünde, 1852 yılın¬daki olayları ve köydeki renkli yaşamı,
bütün canlılığıyla ortaya ser¬mektedir. Tolstoy, Kırım savaşının başlangıcında
Sİvastopol'a gönde¬rilmiştir.
Görüldüğü gibi Baryatinsky, sadece cezalandırma hareketlerinin ve küçük çaplı
seferlerin bir sonuç vermeyeceğini henüz kavrayama¬mıştı. Fakat onun ileri
sürdüğüne göre, şimdiye kadar sürdürülen yöntemler, daha bir insancıl hale
getirilmişti. (!) Daha önceleri çok yaygın olan metodlara göre Ruslar, geceleyin,
köylere gizlice yakla¬şırlar ve aniden köye dalarak kadın ve çocukların köyden
çıkarılma¬sına fırsat vermeden küçük gruplar halinde evlere doluşurlardı. Bu
evlerde, karanlıklar içinde, hiç bir subayın resmî raporlarında belirt¬meye cesaret
edemeyeceği korkunç katliamlar yapılır ve cinayetler işlenirdi. Baryatinsky'in
kumandasında Ruslar, yine köylere gizlice sokulmaya devam ettiler. "Fakat artık,
habersizce köye dalmak yerine önce yoğun bir topçu ateşi açılırdı. Bunun üzerine
uyanarak sokakla¬ra fırlayan Çeçenlerle sokaklarda ve açık alanlarda; köyün
çevresinde şerefli bir kavgaya tutuşulurdu. Koy elimize geçtiği-zaman da kadın¬lar,
çocuklar ve yaşlılar, eskiden olduğu gibi hunharca boğazlanmaz¬lar, fakat Rus
subaylarının gözetimi altında esir alınırlardı. Eğer bazı taş evler, hala direnmeye
devam ederlerse bunlar, önce topçu ate¬şiyle yerle bir edilir ve ardından da
hücumla alınırdı. Bu yöntemler sayesinde Rusların da, kayıpları oldukça azalmış
bulunuyordu. Çün¬kü daha önceleri, İkili ve üçlü gruplar halinde, yarı
aydınlatılmış veya tamamen karanlık evlere dalan Ruslar, buralarda beklenmedik
tehli¬kelerle de karşılaşıyorlardı. Bu yeni metodlar sayesinde Rus askerleri¬nin
durumları da düzeltilmiş ve onlara da moral gücü kazandırılmış oluyordu." (K.S.
c.9, s.437)^
Bu zamanlar boyunca Rusya'nın da Kafkaslarda savunmada
(3) Altj çiziti yazılar, kitabın yazarı Baddle/e aittir. Yazar, bununla
Rusların gizle¬dikleri bir noktaya değinmekte ve onların, savaş metodlarını
değiştirmelerinin ardındaki asıl sebebin, Dağlılarla şerefli olarak savaşmak değil
de Rus kayıpla¬rını azaltmak olduğunu vurgulamaktadır. (Çev. Notu)
kaldığı söylenmişti. Bunun çok önemli bir nedeni vardı. Çünkü Rus¬lar, çok uzak
yerlerde önce Osmanlılarla savaşa tutuşmuşlar ve ar- -dından Fransa ile
İngiltere'nin de, Türklerle birlikte kendisine karşı savaşa girdiklerini dehşet
içinde görmüşlerdi. Türkiye'ye karşı savaş, 5 Ekim 1853 yılına kadar ilan edilmedi.
Fakat yaz aylarının ortalarına faoğru, bu durumun kaçınılmaz olduğu artık
anlaşılmaya başlamıştı. jFarnsa ve İngiltere, 28 Mart 1854'de Rusya'ya savaş ilan
ettiler. Ba¬rış, ancak 30 Mart 1856'da imzalanabildi.
Şimdi, Kırım savaşı sayesinde Kafkasya'daki Müslüman halkla--), Ruslara karşı bir
başarı elde etme şansları doğmuştu. Fakat müt¬tefiklerin anlayışsızlıkları yüzünden
bu fırsat tam olarak değerlendiri¬lemedi ve savaşın bitiminde, durumun pek
değişmemiş olduğu gö¬rüldü. Asya cephesinde (Anadolu) cereyan eden savaşlar,
tamamen Rusların lehinde gelişiyordu. General Williams komutasında uzun sü¬re
Ruslara direnen Kars, 16 Kasım 1855 tarihinde, 26 yıl önce yine bu
kalenin.alınmasında önemli bir rol oynamış olan ve 29 Kasım 1854' de Vorontsov'un
yerine Başkumandan ve naib olarak atanan Mura-viyev'e teslim olmak zorunda kaldı.
Bu olaydan önce Osmanlılar, birbiri ardınca, Ahıska, Ahilkelek ve Atskur'da
yenilerek geri çekilmek zorunda kalmışlardı. 19 Kasım'da 37.000 kişilik bir ordu,
Başladılar mevkiinde, prens Bebutov'un 10.000 kişilik ordusu tarafından yenil¬giye
uğratılmıştı. Ertesi yılın Haziran ayında da Prens Andronikov, 34.000 kişilik bir
Osmanlı ordusunu Çolok ırmağı kenarında bozmuş ve yine Prens Bebutov, 18.000
kişilik ordusuyla, kendisinden üç misti fazla olduğu öne sürülen bir orduyu Kurik
Dar'da yenerek 15 top ve 2.000 esir ele geçirmişti. Osmanlıların kayıpları 3.000
civarında veril¬miştir. Fakat Fransızlar ve İngilizler, bütün dikkatlerini Kırım'da
yo¬ğunlaştırmışlar ve Ömer Paşa komutasında Kafkas sahillerine çıkan bir Osmanlı
ordusu da, Ruslar için büyük tehlikeler yaratmaya başla¬mıştı. Bu, onlar İçin bir
başarı demekti. Ruslara gelince; onların bu savaşlardan direk olarak bir kazançları
olmamasına karşın, savaştan önceki durumlarına bakarak böbürlenebil!Herdi. Çünkü
Rusya, şim¬diye kadar bu bölgede karşılaştığı en büyük tehlikeyi savuşturmuş ve bir
felaketten kurtulmuştu. Bir taraftan Şamil gücünün zirvesindey-ken diğer tarafta da
Türkler, Fransızlar ve İngilizler, Rusların sonunu hazırlamak için birleşmiş
bulunuyorlardı. Sadece müttefiklerin anlaş-
422
423

maziıklart ve yaptıkları hatalar, Rusya'nın kurtulmasını sağladı. Aksi takdirde, ne


Rus kumandanlarının cesaret ve yetenekleri, ne de as¬kerlerin dayanıklılığı ve
kahramanlığı, böyle bir sonucu önleyemezdi.
Hatta İran'bile, İngiltere'nin teşvikleriyle neredeyse bu birleş¬meye katılacak bir
duruma gelmişti. Kendisi güçlükle ayakta durabi¬len İran'ın savaşa katılması bile,
son yıllarda kurulan dengeyi bozabi¬lirdi, öyle ki Vorontsov'un hastalığı
dolayısıyla Kafkasya'dan uzak kaldığı sıralar Kafkasya'nın sivil idaresini yürüten
general Read, İran' m savaşa katılacak tavırlara bürünmesi üzerine 1854 yılının
Nisan ayında, Dağıstan'daki tüm Rus kuvvetlerini geri çekerek Sıılak'tan Aras'a
kadar olan bölgenin Şamil'e bırakılmasını teklif etti. Bu kor¬kakça teklif, 1.
Nikola tarafından büyük bir şiddet ve metanetle red¬dedildi. Ona göre durum umutsuz
değildi. Ve İran, savaş ilan etse büe durum, yine .umutsuz olmayacaktı. Tahta
geçtiği ilk yıllar sırasında Paskieviç'in kazandığı başarılan asla unutmayan
Nikola, Kafkasya' daki cesur ordusuna büyük bir güven besliyordu. Fakat Şah'ın
belirsiz tutumu, yine de 29 Eylül'e kadar büyük bir sıkıntı kaynağı olmaya devam
etti. Sonunda, imzalanan gizli bir anlaşmayla İran, savaş bo¬yunca tarafsız
kalırken Rusya da, İran'dan taiepettiği eski savaş taz¬minatından vazgeçecekti.
Böylece Şah'ın tarafsız kalmasını sağlayan bu anlaşma gizli tutuldu ve her iki
taraf da, ona tamamen sadık kal¬dı. (Akti, c.x, s.745-52)
Şamil'e gelince; bu lider de, savaştan mümkün olduğunca ya¬rarlanabilmek için her
türlü gayreti gösterdi ve halk arasında sönmeye yüz tutan etkinliğini canlandırmak
amacıyla elinden geîeni yaptı. Fa¬kat Türklerle yaptığı bir kaç görüşmeden sonra
Ömer Paşa'nın O'na karşı gösterdiği tavırlardan dolayı ilişkisini keserek artık
onlarla yapa¬cak hiç bir şeyi olmadığını açıkladı. Şamil, 1853 yılının Ağustosunda
15.000 kişilik bir kuvvetin başında Doğu Gürcüstan'da bulunan Djaro Bielokani
bölgesini İşgal etti. Fakat Akti'den dolambaçlı bîr yol izleye¬rek gelen ve bu
arada ana dağ silsilesi içinde, karlarla kaplı beş zirve¬yi aşan Dolgorukov
tarafından geri çekilmek zorunda bırakıldı. Baş¬kumandan, Dolgorukov'un bu
yürüyüşünü, tarihî ve emsali görül-meiş bir olay olarak yorumladı. Ertesi yıl, daha
başarılı bir akın yapı¬larak verimli Alazan vadisi ele geçirildi. Fakat 3
Temmuz'da, Şildi'de Prens Çavçavadze tarafından 500 kayıpla püskürtüldüler. Ertesi
sa-
bah, Gazi Muhammed komutasındaki küçük bir birlik, düşman hat¬larının gerisine
sızarak Prens Çavçavadze'nin malikânesinin bulun¬duğu Tsİnondali şatosuna ulaştı.
Prens'in karısı, baldızı Prenses Orbel-yani, çocukları ve bir kısım ev halkı ele
geçirildi.*4*
Fakat bu baskın da sadece Gürcistan'a yöneltilmiş bir hareketti ve Kafkasya'nın
geleceği konusunda öyle pek bir öneme sahip değil¬di. Fakat bunun, Şamil için başka
bir açıdan çok büyük bir önemi vardı. Eğer Şamil, Rusya'nın şu sırada Türkiye,
Fransa ve İngiltere ile savaştığı bir sırada, bir kaç köyü basmak ve insanları
kaçırmaktan baş¬ka bir şey yapamıyorsa, Rusya'nın bütün gücüyle tek başına
kendisi¬ne dönmesi halinde ne yapabileceği merak edilebilir. Fakat Şamİl'in
Rusların kuvvetleri ve Rusya hakkındaki bilgilerinin çok kısıtlı olduğu
unutulmamalıdır. Olayların da gösterdiği gibi, Şamil'in en çok yanıl¬dığı nokta, bu
olmuştur. Şunu da eklemek gerekir ki, eğer müttefik kuvvetler, Şamil ve
Müridlerinin yarattığı fırsatlardan tam olarak ya-rarlanabilselerdi durum, Ruslar
için çok daha korkunç olabilirdi. Ba-tum'a çıkarılacak olan birleşik kuvvetler,
bütün Rusları dağların ku¬zeyine sürmeye yeterliydi. Fakat batılılara göre bu
sırada Dağlılar, pek medeni değillerdi ve her halükârda, Hıristiyan Gürcüler^ her
iki taraftaki Müslüman halkların tehdidi altında bırakılamazdı. (!) Er veya geç
Rusların işgal hareketleri yeniden başlayacak ve yaptıkları her şey yeni baştan
tekrarlanacaktı. Her ne olursa olsun müttefiklerin yaptıkları hatalar, medeniyetin
yararına olmuştur.
Şamil ile müttefik kuvvetleri arasında gerçek bir iş birliği olma¬masına rağmne,
bazen, ellerinde olmadan karşılıklı olarak etkileşim¬lerde bulunmuşlardır. Şamil,
çok değerli bir zaman kazanmış, fakat bunu kullanamamıştı^ Diğer taraftan
müttefikler de, Şamil'den çok büyük yardımlar almışlardır. Kırım'a gönderilen Rus
askerlerinin çoğu tecrübesizdi ve bu durumun, savaşın gelişmeleri üzerinde çok
önem¬li etkileri vardı. Rusların, kafkas cephesinde pişmiş 20.000 veya 30.000 lik
bir kuvveti Alma ve İnkerman tepelerine gönderebilmeleri halinde Kırım'da neler
olabileceğini, tarafsız savaş gözlemcilerine so¬rabiliriz.
(4) General Williams, Şamİl'in bu baskının) duyunca O'na Kars'tan bir
protesto mektubu yazarak O'nu, kadınlara ve çocuklara karşı savaşmakla suçladı!
424
Kaçırılan bu Gürcü prenseslerinin tutuklulukları ve orada geçen yaşamları Tiflis
gazetesi "Kavkaz"ın editörü M. Verdevsky tarafından uzun uzun anlatılmıştır.
Bu şanssız kadınlar, büyük güçlükler İçinde at sırtında taşınarak dağlık bölgeye
götürüldüler ve ardından Veden'de tutuldular. Her iki prenses de, son Gürcü kralı
12. George'in torunlarıydı. Prenses Or-belyani, kocasını yeni kaybetmişti ve ondan
küçük bir çocuğu vardı. Prenses Çavçavadze'nin henüz 4 yaşında bulunan kızı, tam
Alazan ırmağını geçerken elinden düştü ve bir süre.boğulma tehlikesi geçir¬di.
Fakat bir Mürİd, onu sudan çıkararak tekrar annesine verdi. Pren¬sesi taşıyan atlı,
onun kaçmasını ve düşmesini engellemek için bir eliyle kemerinden tutturmuştu.
Boşta kalan diğer eliyle de çocuğunu tutan kadın, soğuğun etkisiyle gittikçe
halsizleşen elinden çocuğunun kaydığını hissetti. Atlı, kadının çığlıklarına
aldırmadan yoluna devam ederken çocuk onun ellerinden kurtularak arkadan gelen
atların ayakları altında kaldı. Bir yerde mola verildiği zaman Tamara adında¬ki bir
kız çocuğu da, baskın sırasında telaşla tıkıld'ığı bir torbadan çı¬karılarak
boğulmaktan kurtarıldı. Prensesin oğlan bebeği çok sağlıklı ve iyiydi. Fakat
bakıcısı geride öldürülmüştü..
Prensesler Veden'e getirildikten sonra kendilerine iyi davranıkİL Fakat kendilerine
verilen yiyecek maddeleri o kadar iyi değildi. Çok uzun geçen 8 ay boyunca,
sonlarının ne olacaklarını bilemeden kor¬kunç bir gerilim içinde yaşadılar. Şamil,
onları kesinlikle, kaçmaya ve birileriyle haberleşmeye karşı uyarıyor ve 1845
yılında, Dargo'daki 33 Rus esirin, sadece bir ekmek somunu içinde saklı olarak
aldıkları bir mektup yüzünden öldürüldükten kendilerine hatırlatılıyordu. Fakat
tutuklular için tehlike fazla büyük değildi. Çünkü bunların kaçırılma¬larının özel
bir amacı vardı, zaten normalde de kendilerinden iyi bi¬rer fidye alınabilecek
değerli tutsaklardı.
Şamil, 1839 yılında, Ahulgoh kuşatması sırasında kendisinin alı¬nan oğlu
Cemaleddın'i asla unutmamış ve o zamandan beri Ruslara karşı en sert ve amansız
tavırları almıştı. Şamil, her zaman, oğlunun kurtulması için bir fırsat kollayıp
durmuştu. Bu iki soylu kadının ken¬disine bu şansı verdiğini düşünüyor ve bunda da
pek aklanmıyordu. Bu prenseslerin macerası, yalnız Rusya'da değil, fakat bütün Batı
dünyasında da acıma ve rikkat duyguları uyandırmıştı. Çok geçme-
425
den görüşmelere başlandı. Sonunda Çar, onlara karşılık olarak Ce-maleddİn'İ geri
vermeyi kabul etti. Fakat görüşmeler, Şamil'İn ek ola¬rak istediği yüksek
miktardaki fidye yüzünden bir süre için çıkmaza girdi. Büyük bir İhtimalle bu işe
Şamil'i, Naibleri zorlamışlardı. Uzun yıllardır görmediği oğlunun kurtulmasıyla
yetinecek olan Şamil'i, o sıralarda oldukça azalmış olan devlet hazinesinin
doldurulması için O'nu zorlamış olmalılar. İstenen fidye miktarı, uzun haftalar ve
aylar boyunca şiddetli pazarlıklara konu olmuş ve bir çok kereler ilişkilerin kopma
noktasına gelinmişti. Nihayet Şamil'in ilk isteği olan 1.000.000 rubleden 40.000
rubleye inildi ve değiş-tokuş, daha önce bir çok sa¬vaşlara sahne olan Mitşİk
ırmağının kenarında, büyük bir törenle ye¬rine getirildi.
Bu sırada Rus ordusunun mızrak alayında teğmen rütbesinde bulunan Cemaleddin,
yanında, Rus orduları kumandanı Baron Niko-lay ve prensesin kocası Çavçavadze
okluğu halele fidye parasını ta¬şıyan 30 kişinin eşliğinde ırmağın kıyısına geldi.
Gazi Muhammed ile aynı sayıdaki Müridler de, yanlarında, prensesleri taşıyan bir
araba olduğu halde ırmağın bu yakasındaki kıyısına yaklaştılar. Cemaled¬din, iki
Rus subayının eşliğinde, para taşıyan arabayla birlikte ırmağın sol kıyısına
geçerken prensesler de sağ kıyıya geçtiler ve kendileri için Özel olarak Grozny'den
getiriimiş olan arabalarda yerlerini aldılar.
Cemaeddin'in Rus üniformaları hemen bir çerkaskayla değiştiri-. lerek yanında
Danyal Sultan ve Gazi Muhammed olduğu halde Şa¬mil'in, mavi renkten yapılmış
pamuklu bir şemsiyenin altında kendi¬lerini beklediği tepeye doğru yürümeye
başladılar. Şamil, yeşil renkli yünden bir çerkaska giyerken altına da kırmızı bir
beşmet koymuş ve başına da beyaz bir türban sarmıştı. Sarı renkli süvari çizmeleri,
O' nun haşmetli kıyafetini tamamlıyordu. Belki de Şamil, düşmanları ta¬rafından çok
dikkatli bir şekilde izleneceğini bildiğinden onların karşı¬sına böylesine
gösterişli bir kıyafetle çıkmış bulunuyordu. Oğlu, O'na yaklaştığı zaman büyük bir
sevgiyle onu kucakladı ve bu arada göz¬yaşlarını tutamadı. Fakat O'nun bu kadar
büyük özlemle beklediği oğlu, daha sonraları O'nu çok büyük bir hayal kırıklığına
uğratacaktı. (Akti, c.x, S.60, Muraviyev'in anlatımı)
Cemaleddİn'in kaderi, gerçekten acıklı bir olaylar serişiydi. 12 yaşından beri St.
Petersburg'da eğitilen ve Rus ordusunda öğrenim
426
427

gören Cemaleddin, artık babasına bîr yabancı, doğup büyüdüğü Dağlara bir el
olmuştu. Bu Dağlılar arasındaki yerini yeniden almak için hiç de gönüllü ve istekli
değildi. Bu geri dönüşünün ardından bir çok uğursuz gelişmelerin olacağını düşünmüş
ve bunda da, pek al-danmamıştı. Gerçeğini söylemek gerekirse; bu aşamadan sonra
Cemaleddin ile ırkdaşlan arasında bir sempatinin doğması çok zordu ve nitekim fazla
zaman geçmeden karşılıklı olarak anlaşmazlıklar ve şüpheler duyulmaya başladı.
Şamil de, onunla konuştuğu zamanlar oğlunun, tamamen Rus tarzında düşündüğünü
görüyordu. Cemaled¬din, sonunda o kadar ileri gitti ki, babasına Ruslara teslim
olmasını önerdi. Bu durum, Şamil'in ondan tamamen soğumasına yol açtı. Çok geçmeden
de Cemaleddin, Gazi Muhammed'in yönetimi altın¬daki bölgede bulunan ve kızlarının
güzellikleriyle, cana yakınlıklarıyla ünlü Karata bölgesinin aynı adı taşıyan
köyüne gönderildi. Fakat çev¬re halkının ona gösterdiği yakın ilgi ve Cazı
Muhammed'in kendisine beslediği sonsuz sevgi de, Cemaleddin'i değiştirmeye yetmedi
ve git¬tikçe eriyerek melankolik bir yapı kazandı. Üç yıl sonra da öldü.
Şamil'in bir zamanlar karargahı olan ve prenseslerin kapalı ola¬rak tutuldukları
yerlerin kalıntıları, hâla Kulkuloy ırmağının yüksek kı-. yılarında görülebilir. O
sırada buralarda oldukça kalabalık sayılabile¬cek bir nüfus yaşıyordu. Şamil'in
karargahını oluşturan bir çok bina¬lar, çevrede sıralanırken etrafları da birer
hendek ve çitlerle çevrilmiş bulunuyordu. Şamil'in haremine mensup kadınlar da,
burada bulu¬nuyordu. Her eşinin, çok temiz ve düzenli tutulan, üçer odadan olu¬şan
birer bölümü vardı. Fakat kadınlar, Şamil'i bekledikleri zamanla¬rın dışında
oralarda pek bulunmazlardı. Şamil de, İslam'ın kurallarına uygun olarak hepsine
eşit davranıyor ve her karısına bir hafta ayırı¬yordu. Kadınlar, geri kalan
zamanlarının çoğunu, çocukların bulun¬dukları bölümde, onlara göz kulak olarak
geçiriyorlardı. Şamil'in kendi odasına sadece oğulları, hazinedarı Hacı, sekreteri
Amir Han ve O'nun çok yakınları girebilirlerdi. Diğer bütün ziyaretçiler, misafir
odasında kabul edilirlerdi.
Şamil'in sofrasına kabul edilenlerden biri de, Elisu sultanı Dan-yal Sultan'dı.
Danyal Sultan'ın kızı Kerimat da, Şamil'in oğlu Gazi Muhammed ile evlenmişti. Fakat
Şamil'in sofrasından asla eksik et¬mediği başka bir misafiri daha vardı. Bu, bir
Rus asker kaçağının Şa-
mil'e hediye olarak getirdiği siyah-beyaz, benekli bir kediydi. Şamil, bu kediye
çok kuvvetli bir şekilde bağlanmıştı. Onsuz, hemen hemen hiç bir akşam yemeğini
yemez ve onunki hazır olmadan kendisinin-kine başlamazdı. Yemek yediği masa, küçük
ve alçaktı. Şamil, birta-rafta yemek yerken kedisi de, karşı tarafta otururdu.
Veden kuşatıldı¬ğı sırada Şamil, yakınlardaki ormanlık bölgede bulunurken kedi,
yal¬nız kaldı ve bu duruma dayanamayarak melankolik bir yapı kazandı. Gazi
Muhammed'in bütün ilgisine rağmen öldü. Şamil, bunu öğren¬diği zaman çok üzülmüş
ve; "Şimdi artık her şey ters gidecek!" de¬miştir.
Veden'deki ev işlerini, Müslüman ve Hıristiyan savaş esirleri ya¬pıyorlardı. Şamil,
dinlerine duyduğu saygıdan dolayı Müslüman sa¬vaş esirlerini serbest bırakmış
olmasına rağmen onlar, gönüllü olarak bu işi yapmaya devam ediyorlardı.
Şamil'in eski dostu Cemaleddin'in oğlu Abdurrahman, Ö'nun hakkında şöyle
yazmaktadır: "O, tüm normal insanlara, hizmetçile¬re, dilencilere ve hatta savaş
esirlerine karşı çok şefkatli ve merha¬metliydi. Fakirlerinin dualarının, Allah
katında çok makbul olduğunu bilir ve bir sefere çıkarken tüm bu yoksul insanları
toplar; onlara pa¬ra, yiyecek ve giyecek türü ihsanlarda bulunarak gönüllerini hoş
tu¬tar ve zafer için dua etmelerini isterdi. Takat O'nun savaş esirlerine karşı iyi
davrandığı konusu, şüpheyle karşılanmalıdır. Çünkü Rus su¬baylarının, dehşet verici
çukurlarda yarı aç olarak tutulduklarını ve bunların bir kısmının Dargo seferi
sırasında öldürüldüklerini biliyo¬ruz. Daha sonraları, Şamil'in kendisi de esir
düştüğü ve Ruslar tara¬fından çok iyi bir sekice ağırlandığı zaman, geçmişteki
esirlerini ve şanssız kızkardeşleri hüzünle hatırlamış olmalıdır.
. Şamil'in, aynı anda olmamak şartıyla, toplam sekiz karısı ol¬muştur. Bunlardan
biriyle sadece üç gün evli kalmış, diğeriyle de üç saat beraber olmuştur. Zaten bu
kızla, sevdiği ve bağlandığı için de¬ğil, Çeçenleri memnun etmek için evlenmişti.
Bunlardan geriye kalan eşlerinden Fâtimet, Şamil'in yaralarını Unsokul'da tedavi
etmiş olan cerrah Abdülaziz'in kızıydf ve Şamil'in üç oğlunun annesidir. Bunlar,
Cemaleddin, Gazi Muhammed ve Muhammed Şefi'dir. Diğer karısı, Gimrili Cavgarad ise,
Ahulgoh kuşatması sırasında yanında sütteki oğlu olduğu halde bir Rus kurşunuyla
vurularak öldürülmüştü. Zai-
428
det ise, Şamil'in dostu ve hocası Gazi Kumuklu Cemaleddin'in kızıy¬dı. Aminat,
güzel bir dağlı Çeçen (Kist) kızıydı. Şuanat ise, Ahverdil Muhammed'in Mozdok'a
yaptığı baskın sırasında ele geçirerek Şa-mil'e getirdiği bir Ermeni güzeliydi.
(1840 yılında) Şamil'in ençok sev¬gi duyduğu karısı buydu ve ilginçtir ki, bu sevgi
karşılıksız değildi! Bir tarafta genç ve güzel bir Hıristiyan kızı ki, silah
zoruyla ailesinden, akrabalarından/arkadaşlarından ve sevdiklerinden kopartılarak
alını¬yor ve hiç bilmediği bir çevreye getiriliyor. Diğer tarafta ise, onun hiç
tanımadığı orta yaşa gelmiş, başka bir dil konuşan ve emrinden en ufak bir şekilde
ayrılanları şiddetli bir şekilde cezalandıran ve başka bir inancı benimseyen bir
adam! Daha da ötesi; bu adam bir çok ka¬dınla evli bulunuyor. Fakat bütün bu
şartlara rağmen Şuanat, Şamil'İ katıksız bir aşkla sevmiş ve sonuna kadar da o'na
bağlı kalmıştır. Bu sevgi, ancak çok az erkeğe nasip olabilir. Şamil için Şuanat,
atalarının Dinini terketmiş ve Müslüman olarak Ömrünün geri kalan kısmını
ta¬mamlamıştır. Çok zengin birisi olan Şuanat'ın kardeşi, bir gün Şamilin yanına
gelerek kızkardeşi için 10.000 ruble teklif etti. Şamil de, ken¬disine 1.000.000
ruble verilse bile Şuanat'tan vazgeçmeyeceğini ve onun da kendisini bırakmayacağını
söyledi.'5^ Haremdeki hakimiye¬tin, pek güzel olmayan, fakat taşıdığı kutsal kan^
dolayısıyla kendi¬sine büyük saygı duyulan Zaidet'in olduğu bir yerde yaşamak pek
kolay olmamalıyıd. Fakat uysal ve İyi yürekli bir tabiatı olan Şuanat, hareme
öylesine İyi bir uyum sağladı ki, buradaki barış, hemen he¬men hiç bozulmamış oldu.
Şamil'in âdil adalet anlayışı, kesinlikle eş¬lerinden birisine daha fazla yakınlık
göstermesini engelliyor ve bütün eşleri, Şuanat'ın Şamil'in kalbinde uyandırdığı
derin sevgi ve şefkat¬ten paylarını alıyorlardı.
O korkulan gün gelerek Şamil, çevresini saran Ruslara teslim olduğunda bir an için
ailesinin ve eşlerinin ne olacağı bilinmemişti. En beklenmedik kötü şeyler bile
olabilirdi. Fakat bu korkunç durumda bile Şuanat, sadece O'nun için endişe
duyuyordu. Artık özgür olarak ailesinin yanına dönme şansına sahip bulunmasına
rağmen bunu reddetti ve Şamil'in tutsaklığını paylaşmak için izin verildiğinde de
hiç tereddüt etmeden O'nun yanına koştu.
BOLUM 28 1857-1859
Baryatinsky, Başkumandan ve Çar naibi olarak atanıyor-Miüoutine onun kurmay başkanı
oluyor-Savaş planla-rı-1857 ve 1858 seferleri-Aukh ve Salatav bölgeleriyle Ar-gun
geçidi ele geçiriliyor-Burtunay ve Argun'da kaleler ya-pılıyor-Vrevsky'in Lezgi
Hattı'ndan giriştiği sefer-Onım ölü-mü-Nazran'da isyan-Şamil'in şaşırtma
hareketleri-Miştçen-ko tarafından yenilmesi-1859-Veden'in alınması-Üç ordu¬nun
yürüyüşü-ÇÖküş-Şamil'in çekiimesi-Gunib-Son...
Paris anlaşmasının imzalanmasından sonra Rusya, bir kere da¬ha, bütün kaynaklarını
kullanarak tüm gücüyle Kafkasya'ya saldır¬mak şansını elde etti. Bu son savaş,
(Kırım savaşı) ona kendi sınırları içindeki bir iç düşmanın ne kadartehlikeli
olduğunu göstermişti. Artık dayanılmaz bir hal alan bu duruma bir son vermek
amacıyla Rusya, elinden gelen her şeyi yapmaya karar vermişti. 22 Haziran'da Prens
Baryatinsky, Kafkas orduları Başkumandanı ve Çar naibi olarak ata¬nırken kurmay
başkanlığına da Milioutine getirildi. Bu ikisi tarafın¬dan, ilk olarak tutarlı ve
uygulanabilir olan bir plan hazırlandı. Bunla¬rın ortak hareketleri sonucunda elde
edilen sonuçlar, onların en iyimser tahminlerini bile aşmıştır. Çünkü her ikisi 4e,
büyük savaş sı¬rasında Kafkasya'da hüküm süren sessizlik boyunca, buradaki
Rusla¬rın durumlarının ne kadar gelişmiş olduklarından habersizdiler. Rus
(5) Daha sonra bu konuda fikri sorulan Şuanat da, kesin olarak Şamil'İ bırakmayı
reddetmiş ve O'nun yanında kalmayı yeğlemiştir. (Çev. Notu)
(6) Zaidet, doğrudan Peygamberin soyundan gelmekteydi.
430
otoritesinin güç kazanmasının başlıca iki sebebi vardı. Bunların-ilki yolların
yapılması, yeni yeni kalelerin kurulması, ormanların kesilerek yürüyüş alanlarının
açılması, hatlar arasındaki iletişimin geliştirilmesi gibi şeylerdi ve her ikisi
de, bu durumu çok iyi görebiliyorlardı. Fakat bundan çok daha önemli olan ikinci
etkeni, daha hiç kimse, henüz tam anlamıyla göremiyordu. Bu, artık Şamil'İn
kabileler üzerindeki etkisinin eskisi kadar güçlü olmayışıydı. Bu etki gittikçe
azalmaktay- ' di.
Daha önce de görüldüğü gibi Velyamİnof, Kafkasya'yı müstah¬kem bir kaleye benzetmiş
ve bu kalenin de düzenli bir kuşatmayla alınması gerektiğini belirtmişti. Fakat ne
kendisi, ne de kendisinden sonra gelenler, bu ilkeyi uygulayamamışlardı. Prens
Vorontsov, ilk yenilgisinden sonra bu duruma en çok yaklaşan lider olmuştu. Fakat
onun uygulaması da sadece bir abluka düzeyinde kalmıştı. Tüm ihti¬yaçları İçin
kendi kendisine yeterli olan ve kendi üretimini sağlayabi¬len bir ülke, elbette ki
sadece bir ablukayla pes ettirilemezdi. Bu ör¬nekte de görüldüğü gibi böyle bir
abluka, sadece son zaferin bir ha¬zırlayıcısı olabilirdi. Müridleri ayakta tutan
önemîi etkenlerden biri de, savaş alanlarında kazanılan zaferlerdi. Hemen hemen
uzun bir süre hareketsiz kalınması, büyük zaferlerin kazamlımamasi ve düş: mana
ağır kayıplar verdirilrnemesi gibi etkenier, Rusların yararına ol¬muş ve
disiplinsiz olan Şamİl'in orduları, yavaş yavaş dağılmaya baş¬lamışlardır.
Rusya'dan dönen Baryatinsky, 1856 yılının Ekim ortalarında Petrovsk'a ulaştı.
Ablukanın yeterli bir şekilde uygulandığını gören Baryatinsky, bundan sonra bütün
enerjisini Rus hatlarını nasıl daha İleriye götürebileceğine ayırdı. General
Milioutine ile birlikte gerekü planları hazırlayarak nerelerden nasıl yaklaşılacağı
ve son saldırının , hangi noktalardan yapılacağı kararlaştırıldı. Bu zamana kadar
bölge¬deki askerî otoritelerin sorumlulukları, mantıklı bir şekilde
düzenlen¬memişti. Savaş alanındaki ordular, bir takım bürokratik meseleler
yü¬zünden o sırada çok uzaklarda bulunan bazı subaylara bağlı kalabili¬yorlardı.
Çok önemli bir konumda olan Sol Kanat komutanlığı, ora¬dan hayli uzakta olan
Stavropol'daki kuvvet komutanlığına bağlı bu¬lunuyordu. Baryatinsky, ilk iş olarak
Kafkasya'daki kuvvetleri 5 gruba ayırarak her birisine, kendisine bağlı kumandanlar
atadı. Böylece
431
Başkumandan'a karşı sorumlu olan bu kumandanlar, kendi bölgele¬rinde tam yetkiyle
hareket edebileceklerdi. Bu beş ordudan sadece üç tanesi Doğu Kafkasya ile ilgili
bulunuyordu. Bunlar; Sol Kanat kuvvetleri, Bütün Dağıstan'daki birlikleri içine
alan Hazar kuvvetleri ve dağların güney tarafındaki Lezgi Hattı'nda bulunan
kuvvetlerdi. Bu üç değişik merkezden üç ayrı ordu, aynı anda hazırlanarak yola
çıka¬caklardı. Çeçenistan ve Dağıstan kuvvetleri, Çeçenistan'ın kuzey do¬ğusunda
birleşerek Dağıstan'ın kalbine yürüyecekVe Andi Koysu va¬disinde, Lezgi Hattı'ndan
gelen orduyla bir araya geleceklerdi. Fakat Yevdokimov'un beklenmedik başarıları
yüzünden bu planın değişti¬rilmesi gerekti ve Yevdokimov, kazandığı bu
başarılarından dolayı tek başına hareket etmeye hak kazandı.
1857 yılı, savaş planına göre açıldı. Yevdokimov kumandasında¬ki Sol Kanat
kuvvetleri, kati surette ve son defa olmak üzere Aşağı Çeçenistan'ı ele geçirirken
Prens Obelyani kumandasındaki Dağıs-; tan kuvvetleri de, Salatav ve Aukh
bölgelerinin bir kısmında hakimi¬yet tesis etti. Bu sırada Lezgi Hattı'ndan
harekete geçen Baron Vrevsky, ana dağ silsilesini güneyden aşarak müthiş Didoların
ülkesi¬ni talan etti.(1i Her tarafta yeni yeni yollar yapılıyor veya eskileri ona-
rılıyordu. Gerekli görüldüğü takdirde ormanların kesimi de yapılıyor ve ortaya
geniş açık alanlar çıkarılıyordu. Fakat bütün bu gelişmelerin en önemlisi;
Burtunay'm ele geçirilerek daha Önce İskarti'cle bulunan Dağıstan piyade alayının
karargâhlarının buraya nakledilmesiycli. Bu savaşlar sırasında Orbelyani, 24
Temmuz'da, Evghenİevskoe'de bir Mürid ordusunu yenerken karşı tarafın kayıpları,
iki Naib de dahil ol¬mak üzere 400 kişi olarak verilmiştir. (Akti, c.12, s.1041)
Kasım'ın or¬talarına doğru Burtunay kalesinin yapımı tamamlanarak, içine dört
taburluk bir garnizon yerleştirilmiş ve Dilim ormanları da geniş mik-tarda
kesilerek yollar açılmıştı. (Age, s.1259)
1858 yılında Baryatinsky, Yevdokimov'un da ısrarlarıyla, artık Mürİdlere son bir
darbe indirmek için harekete geçmeye karar verdi. Bunun için Argun bölgesine
yürünecek ve aynı adı taşıyan boğazlar
(1) Bu savaşlar sırasında Rusların, yeni otomatik tüfeklerle donatılmış
olması sava¬şın kaderini büyük Ölçüde etkilemiştir. Bu sırada Mürİdlerin elinde,
çok eskiden beri kullandıkları ağızdan dolma çakmaklı silahlar bulunmaktaydı.
432

ele geçirilecekti. Böylece Şamiİ'in son sığınak yeri elinden çıkmakla kalmayacak
aynt zamanda, Şaro Argun'un batısında kalan bütün Kafkasya ile ilişkisi kesilmiş
olacaktı. Şamiİ'in egemenliği altındaki topraklar, böylece Kuzey Dağıstan'ın bir
kısmıyla Andi ve İçkeri böl¬geleriyle sınırlı kalacaktı. Argun nehrinin batısında
yaşayan Çeçen ve İnguşlar, bu ırmakla Terek arasında sıkışarak kalacaklar ve başee-
mekten başka yolları kalmayacaktı. Batı Kafkasya'da devam etmekte olan bağımsızlık
savaşı da, artık her zamankinden daha çok Doğu' dan ayrılmış olacaktı. Bu
sebeplerden dolayı durumu umutsuzlaşa-cak olan Şamiî'in kesin yenilgisi, artık bir
kaç'aylık iş olacaktı.
Fakat yine de by hareketler, pek kolaylıkla başarılabilecek şey¬ler değildi. Gerçi
Şamil, yapılan son savaşları kaybetmiş, Naiblerinin çoğu, ya savaş meydanlarında
düşmüş, ya da düşman tarafına geç¬mişti. Halk ta, uzun yıllar süren bu kanlı
savaşlardan bıktığı için daha fazla dayanamıyorlar ve kütleler halinde Rus sınırını
geçerek onların, kendilerini Müridlerin öfkelerinden koruyabileceklerine
İnandıkları yerlerde yerleşiyorlardı. Fakat Şamil, hala Veden'da bulunuyordu ve.
oldukça kuvvetli bir Mürid ordusu tarafından çevrilmiş olarak, hayli güçlü bir
rakip olma özelliğini sürdürüyordu. Ormanlarla kaplı dağlık bir yer olan Argun
bölgesinin ele geçirilmesi de oldukça zor bir olay¬dı. Çok sarp ve aşılması zor bir
yapıya sahip olan bölge, insan eme¬ğiyle de desteklenerek tahkim edildiğinde hemen
hemen alınması imkansız bir hale getirilebilirdi. Bunun için, sadece davaya bağlı
bir ktsım savaşçının olması yeterliydi.
Ruslann şansına ki; Şamil, ilk defa bura halkına duyduğu güven¬den dolayı
yanılıyordu. Yevdokimov'un da, burada yaşayan halkfa-rın, artık Şamiİ'in
idaresinden huzursuzluk duymaya başladıklarını haber almış olması ve bu gelişmeye
planlarında yer vermiş olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü bu "üç gözlü" general,
sadece başarılı bir asker değil, fakat ayr>ı zamanda yetenekli bir yönetici
olduğunu ortaya koymuştu. Yevdokimov, büyük bir dikkat ve itinayla hazırladı¬ğı
planlarını aynı başarıyla uygulama sahasına koymaya başladı.
Bu sırada Rus haber kaynaklarının çok iyi çalıştığını söylersek Şamil'İn de, aynı
şekilde kuvvetli haber alma kaynaklarına sahip ol¬duğunu belirtmeliyiz. İşgal
edilmiş bölgelerle devamlı bir haberleşme içinde bulunan Şamil'den gizli olarak
herhangi bir harekatın hazır-
433
janması imkansızdı. Bu sefer de Rusların büyük bir hazırlık içinde ol¬dukları Şamil
tarafından haber alındı. Fakat Rus kumandanı tarafın¬dan alınan sıkı önlemler
sonucunda hedefin neresi olduğu son ana kadar saklanabildi. Şamil, Rusların
hedefinin, Argun'un 30 km kadar doğusunda, ele geçirilmesi hemen hemen imkansız
olan Akturi oldu¬ğu kanısına kapıldı. Sadece Yevdokimov ve onun en yakın çalışma
arkadaşları, asıl hedefin neresi olduğunu biliyorlardı. Bu sır, son ana kadar
gizlendi. 15 Ocak gecesi, Berdikel'den iki ayrı kol halinde ayrı¬lan askerler,
bütün gece karlarla kaplı yollarda yürümek zorunda kaldılar. Karlar o kadar derindi
ki, süvariler, piyadelerin geçecekleri yerleri daha önce atlarıyla çiğneyerek bir
yol açmak durumunda kalı¬yorlardı. Böylece Vozdveezhenzkoye kalesinin karşısına
düşen bir yerele, Argun kıyısındaki bir kuleye ulaşarak boğaza girdiler. Tam bu
sırada üçüncü bir birliğin, bizzat Yevdokimov'un kumandası altında ırmağın diğer
kıyısından ilerlediğini gördüler. Yevdokimov'un kuvvet¬leri, boğazın giriş yerinde
Çeçenlerin yoğun bîr ateşiyle karşılaştılar. Bu ateş, Çeçenlerin, ırmağın karşı
kıyısından İlereyen birlikleri farket-
I
' melerine kadar sürdü. Şimdiye kadar mevzilerini büyük bir metanetle savunan
Çeçenler, bu yeni durum karşısında şaşırarak bozuldular ve dağınık bir halde
çekilmeye başladılar. Rusların ilerisinde, soî taraftan gelen Çanti Agrun, sağ
taraftan gelen Şaro Argun ile birleşiyordu. Yollarına devam eden Ruslar, bu iki
ırmak kolunun birleştiği noktanın birkaç kilometre ilerisine geçtiler. Şimdiye
kadar Şaro Argun'un kıyı¬sını İzleyen iki birlikten birisi, ırmağın sağında kamp
kurdu. Diğer bir-I lik, Şaro'yu geçti ve bu ırmağın Çanti ile birleşirken meydana
getirdi¬ği açıdaki tepelik yerde kurulmuş zengin bir köy olan Datça-Barzoy'a girdi.
Bu sırada Yevdokimov kumandasındaki üçüncü birlik de, Çanti Argun'un sol kıyısında
kamp kurdu.
Yevdokimov, bu olaylarla ilgili olarak Baryatinsk/e şöyle yazı-
Î
yordu: "General Kempfert kumandasındaki birliklerin, Vozdveez-henskoye'den boğazın
girişine kadar olan 8 km'lik yolu 7 satate al¬dıklarını söylemek; askerlerimizin
üstesinden gelmek zorunda kaldı¬kları güçlükler hakkında ekselanslarına bir fikir
verebilir." (Aktİ, c.12, s. 1068)
Böylece, geçide girerek ırmağın her iki yakasında birer mevzi el¬de eden Ruslar,
buraların emniyetini garantiye almak için çevredeki
434
435

bütün köyleri basarak yakmaya başladılar.


"Erişilmez" olarak bilinen Argun geçidinin Rusların eline düştüğü haberi,
Vozdveezhenskoye ve Crozny'de duyulduğunda öylesine büyük bir heyecan uyandırdı ki,
kadınlar bile, kendilerini tutamaya-rak dondurucu soğuklara rağmen kampa gelerek
askerleri ziyaret et¬meye başladılar. Kısa bir süre içinde bölge, çok canlı ve
hareketli bir yapı kazanıvermişti. "Barışçı" Çeçenlerden kiralanan binlerce
arabay¬la buralardan kesilen ağaçlar, kerestelik olarak satılmak üzere
Vozd¬veezhenskoye kalesine taşınmaya başladı. Kale halkı, keresteleri al¬mak için
acele ederken askerlere de kendi yaptıkları şeyleri, yiyecek maddelerini ve onların
İhtiyaç duyacakları bir takım şeyleri satmaya koyulmuşlardı. Anında dükkanlar
açılmış ve gezici satıcılar, her yeri doldurmuştu. Artık yiyecek, İçecek ve her
türlü ihtiyaç maddesinin sağlanması mümkündü. Kısacası; bir zamanların vahşi,
esrarlı ve giri¬lemez vadisi, ,çok kısa birzaman içinde, insanların sağa sola
koşuştu¬ğu ve her tarafta arabalar dolusu malların bulunduğu canlı bir pazar yerine
dönüşmüştü."^
Casusların bildirdiğine göre Şamil, Argun'un elden çıktığını du¬yunca kendisini
tutamayarak gözyaşlarına boğulmuş! Artık son çok yakındı ve Şamil, bunu bilecek
kadar akıllıydı.
Bu yüzden, bu kritik durumda O'nun hareketsizliğini anlamak mümkün değildir. Doğru;
Argun'un kıyılarında yaşayan Çeçenler, bu uzun savaşlardan bıkmışlardı ve en yakın
fırsatta Ruslara katılmaya hazır bulunuyorlardı. Fakat, hala Veden'de bulunan
Şamil, çoğu Da¬ğıstanlılardan oluşan ve O'nun her emrini yerine getirmeye hazır
bekleyen bir Mürid ordusuna sahip bulunuyordu. Eğer Çeçenistan'ın bu kısmının
yeniden ele geçirilmesi gerekiyorsa hemen şimdi, düş¬man buralarda kuvvetli bir
şekilde yerleşmeden harekete geçmek gerekiyordu. Ne var ki Şamil, son felaket anını
geciktirmek için çok az şey yaptı. Rus askerleri, dondurucu soğuklar altında
ellerinde bal¬talar, dağlık bölgedeki ormanları yokederken onlara engel olmak için
çok az şey yapıldı ve sadece bir kaç kez ateş edildi. Pek ciddi bir di-
(2) Bu yazılar, bu olayları gözlemleyen birisine aittir. Didİmov, Voyenny
Sbornik' de, 15 Ocak -18 Aralık ve 1 Temmuz -19 Ağustos tarihlerinde bölgeyi
anlatan yazılar yayınlanmıştır.
renişde bulunulmadı. Baltaların bu tok sesleri, tüfeklerin takırtıları ve topların
gümbürdemelerinden çok daha uğursuzluk doluydu. Bu or¬manlarda, yüksekliği 100 m ve
çevresi 11-12 m olan dev kayın ağaç¬larına rastlanıyordu. Zaten kesmeki zor olan bu
ağaçları, kestikten sonra da kaldırmak başlı başına bir sorun oluyordu. Bu yüzden
ya yakılıyorlar ya da patlayıcı maddelerle parçalanıyorlardı. Bu şekilde çalışarak
Dargan Doukh'un zirvesine çıkan 1200 m kadar genişlikte bir yol açıldı. Deniz
seviyesi üzerinden 2000 m'den fazla yükseklikte olan zirveye ulaşıldığında gözler
önüne serilen manzara muhteşem¬di: Şamil'in karargahının bulunduğu Veden platosu,
15-20 km kadar ötede uzanıyordu. (Aktı, c. 12, s. 1073)
Diğer taraflarda da, yeni kazanılan mevzileri sağlamlaştırmak için benzer
çalışmalar sürdürülüyordu. Başka yerlerde de ağaçlar ke¬siliyor, yollar yapılıyor
ve köprüler inşa ediliyordu. İki ırmağın birleşti¬ği noktada Argunskaya adı verilen
bir kale kurularak pek fazla bir gü¬cü olmayan Şamil'in topçu kuvvetlerine
dayanacak şekilde tahkim edileli. Nisan'ın ortasına kadar tamamlanan işlerden
yeterince mem¬nun olan Rus kumandanı, kaleye yeterli miktarda bir kuvvet bıraka¬rak
kendisi, daha sonraki seferlerle ilgili yeni planlar hazırlamak üze¬re
Vozdveezhenskoye'ye ve oradan da Grozny'e döndü. Askerlerine de, bu kısa, fakat çok
sıkıntılı seferden sonra çok hakettikleri dinlen¬me iznini verdi.
Haziran'ın sonuna doğru herşey tamamlanmıştı. Birlikler, bir kez daha Argun
boğazına girdiler. Fakat bu sefer ne kadar büyük de¬ğişiklikler olmuştu! Ormanlar
kesilerek geçitler açılmış, ırmakların ve yarların üzerlerine köprüler kurulmuş ve
her taraf mükemmel yollar¬la donatılmıştı. Artık onların İlerlemelerini
engelleyecek Çeçenler de, civarlarda yoktu. Boğaza altı ay önceki girişle şimdiki
arasında o ka¬dar büyük farklılıklar vardt ki, bu gelişme, Rus kumandanının
kendisi¬ne olan güvenini haklı çıkarıyor ve gelecekteki başarılarını haber ve¬riyor
gibiydi!
Çanti Agrun'un şimdiye kadar ulaşılan kısmının öte tarafı, sık ormanlarla kaplıydı.
Irmağın yalçın kıyıları boyunca uzanan engebeli arazi, sık sık dağlardan akan ırmak
kollarıyla kesilerek ulaşımı son derece zor bir hale getirmiş bulunuyordu. Bu çok
sarp yerlerden geçen 16-17 km'lik bir yol sonunda daha düz bir bölgede kurulmuş
436
437

bulunan Şato'ya varılıyordu. Fakat Şato'ya ulaşmak için geçilmesi gereken yol, o
kadar büyük engellerle doluydu ki,azimli bir birlik ta¬rafından savunulduğu
takdirde, bu bölgeyi geçmek imkansız konabi¬lirdi. Casusların getirdikleri
haberlere göre Çeçenler, ormanlık bölge¬yi kuvvetli bir şekilde tahkim ederek
direnmeye karar vermişlerdi. Fa¬kat Rus kumandanı, böylesine güçlü bir cepheye
karşıdan saldıracak bir yapıda değildi. Çantİ Argun'un sağ kıyısında, üç gün
boyunca çe¬şitli nümayiş hareketlerinde bulunarak dikkatleri bu tarafa çeken Rus
kumandanı, aniden, kuvvetlerinin büyük birkısmını, fazla kayıp ver¬meden ırmağın
sof tarafına aktardt. Buradan ilerleyerek ciddi bir di¬renmeyle karşılaşmaksızın
Miskin Duk tepelerini ele geçirdi. Ardın¬dan, Küçük Varanda köylerinin bulunduğu
daire şeklindeki vadiye indi. Bura halkı da, gönüllü olarak Rusların hakimiyetini
kabul etti. Daha sonra, yeniden, Zonak köyü civarında, ırmağın karşı kıyısına
geçildi. Bu noktada geçici bir kale kuruldu ve bu kaleyle Argunskya kalesi
arasındaki bölgenin ulaşıma elverişli bir hale getirilmesi işlerine başlandı.
Şato'ya giden boğazın yarısı artık Rusların elindeydi, ben¬zeri bir operasyonla
Ruslar, tamamen bölgeye hakim olacaklardı. Ruslar, bir kere daha ırmağın sol
kıyısına geçtiler. Ve Büyük Varanda ile Küçük Varanda'yı ayıran tepeler kuşatıldı.
İş, yine balla, kazma ve bele kalmıştı. Savaş aletlerine ise, bu çalışmaları
önlemek için girişi¬len ve fazla bir etkisi olmayan baskınları önlemek İçin
kullanılıyor¬du.Buradaki çalışmalar, gerçekten çok yorucu geçiyordu. Çünkü Dağ, çok
dik ve yüksek; orman, çok sık ve ağaçlar dev boyutlarday¬dılar. Ayrıca, bu müthiş
yaz sıcağında çalışmak, dondurucu soğuklar¬da çalışmaktan daha az yorucu
değildi.Fakat böylesine yorgunluğa dayanıklı askerler ve Yevdokimov gibi bir
kumandanın artık geri dön¬meleri düşünülemezdi! Bölgeyi savunmakla
görevlendirilmiş olan Gazi Muhammed, 30 Temmuz'da Rusların, Büyük Varanda ile Küçük
Varanda'yı ayıran sırtı aşarak Büyük Varanda'yı savunan kuvvetleri geri
sürdüklerini ve Büyük Varanda ile bir çok köyün bulunduğu Şato bölgesini ayıran
tepeleri ele geçirdiklerini görmek bahtsızlığına uğra-df.
Artık bundan sonra pratik olarak bir direnme kalmamıştı. İlerle¬yen Rus kuvvetleri,
yeniden Çanti Agrun'un sağ tarafına geçerek dağlık bölgeyi ele geçirdiler. Daha
sonra buraya Şato kalesi kuruldu.
Ruslar ardından, Zonak'taki kaleden geçerek Argunskaya'ya uzanan bir ulaşım hattı
kurdular. Böylece Argun nehrinin Şato bölgesine ka¬dar olan kısmında İki kıyı da
Rusların kontrolü altına alınmıştı. Mürid-ler, henüz ellerinde bulunan bütün
avuliarı yakarak daha iç bölgelere çekildiler ve bura halkını da, kendilerini
İzlemeye zorladılar. Bu hare¬ketler, halkın Müridlere karşı tavır almasına sebep
oldu ve Rusların işini kolaylaştırdı. Müridler, bütün güçlerini toplayarak Veden'e
doğru çekiliyorlardı. Argun nehri kıyısındaki bütün Çeçen köyleri,karlarla kaplı
doruklara kadar, bir biri ardınca Ruslara boyun eğdiler. Hatta, geride kalan
Şamil'in kumandanlarıyla Müridlerine de saldırdılar. Çantİ Argun'un,uzun bir süre
doğuya aktıktan sonra aniden kuzeye yöneldiği noktada bulunan Yetum Kale halkı,
Şamil'in Naibi Ham-zadt'a saldırarak onu esir alırken kardeşini de öldürdüler.
Sonra Rus¬lara haber yollayarak kaleyi ve içindeki bir topu teslim almalarını
is¬tediler. Fazla bir kuvvet sayılmayacak olan iki piyade bölüğü, hiç bir
direnmeyle karşılaşmadan Argun bölgesinin en vahşi ve el değmemiş bölgelerini
geçerek Kale'ye ulaştıklarında büyük bir coşkuyla karşı¬landılar. Böylece Yukarı
Argun bölgesi, tek bir atış yapılmadan ve bir vuruşa ihtiyaç kalmadan işgalcilerin
eline geçti. Bu gelişmeler sonun¬da, yukarıda sıralanan avantajların dışında
Transkafkasya ve Dağıstan ile daha kısa bir bağlantı kurulmuş oldu. Bu gün bile
"üçgözlu" gene¬ralin adı, Argun vadisinin ele geçirilmesiyle birlikte anılmakta ve
Şa¬mil'in kalesi; Yetum Kale, o zamandan beri Yevdokimovskaya adını taşımaktadır.
Bu sırada, Orbelyani'nin yerine atanmış olan VVrangel, Dağıs¬tan'da batı bölgesine
doğru bir harekette bulundu ve Gumbet ile Aukh'un geri kalan kısmını ele geçirdi.
Aynı sıralarda Dido bölgesine, geçen sene yaptığı gibi ikinci bir sefere girişen
Vrevsky, bölgede o kadar büyük kıyımlarda bulundu ki, Dağlıların bütün direnme gücü
kırıldı. Vre#sky, Kituri avulunu kuşattığı zaman vurularak öldürüldü. Fakat
Vrevsky'in yerini alan Levan Melikov, onun yarım kalan işlerini tamamladı.
Özellikle 1859 yılında Dağlık bölgede girişilen hareketler ve ilerlemeler büyük
güçlüklerle tamamlanabildi.
1858 yılında, ikinci Argunseferi sırasında Şamil, son defa olmak üzere bir kere
daha saldırıya geçti. Nazran bölgesi halkı, çok Öncele¬ri buraları işgal eden
Rusların İdaresi altında onların tayin ettikleri bir
438
439

yönetici tarafından idare ediliyorlardı. Ruslara olan bağlılıkları yüzün¬den onlara


bir de St. George nişanı da verilmişti. Fakat Kafkasya'daki tüm mücadele sona ermek
üzereyken Nazran halkı, Ruslara karşı ayaklandı. Kafkasya'daki bütün benzeri
olaylarda olduğu gibi bu se¬fer de suç, Ruslara aitti. Dağınık çiftliklerde ve
küçük avullarda ayrı ayrı yaşayan İnguşların toplanarak büyük bir kaç yerleşim
merkezine dağıtılmalarına gereksiz yere karar verilmişti. (Aktı, c.12, s. 1082) Bu
iş için gerekli emirlerin verilmesinin hemen ardından her taraftan tepkiler doğmaya
başladı. Nazran halkı, Şamif'e haberciler göndere¬rek O'nun yardımını isterken
kendileri de ayaklandılar ve bir çok Rus askerini öldürerek kaleyi ele geçirmek
için bir kaç defa saldırıya geç¬tiler. Şamil, bu gelişmeyi büyük bir memnuniyetle
karşıladı ve onlara yardım etmek için yola çıktı. Yevdokİmov'un topçu ateşi altında
Çan-ti Argun'u geçerek büyük bir cesaretle ovalık bölgeye girdi. Fakat 9 Haziran'da
Atşkoy civarında yapılan bir çarpışmada bir miktar kayıp vererek yenildi ve geri
çekilmek zorunda kaldı. Nazran'a ulaşamayan Şamil, daha dolambaçlı bir yol
izleyerek yeniden Argun'u geçmek zorunda kaldı. Doğuda Slieptsovskaya, batıda
Vladikavkaz, Nazran . kalesinden gelen top atışları üzerine bu imdat çağrısına
karşılık ola¬rak hemen takviye birlikleri göndermişlerdi. Aynı günün akşamı, 6
süvari bölüğü, 2 piyade taburu ve 6 topla olay yerine gelen imdat kuvvetleri,
kuşatılan kaleyi kurtararak isyanı hızla bastırdılar. İsyanın liderlerinden dördü,
Nazran'dan 2 km kadar uzaklıktaki bir tepe üzerindeki kurganda asıldılar. 40 kadar
çocuk, zorla ailelerinden alı¬narak rehine olarak Vladikavkaz'a götürüldüler.
Burada, bir çeşit ha¬pishane olan pis bir odada hep beraber uzun süre tutuldular.
Bunun doğal sonucu olarak da, uzun.bir süre sonra evlerine döndüklerinde. Ruslara
karşı besledikleri tek duygu; sonsuz bir öfke ve nefret tufa¬nıydı.
6 hafta sonra Şamil, Rusları şaşırtarak geri çekilmek zorunda bı¬rakmam amacıyla
Nazran'a bir akında daha bulundu. Fakat ŞamiPın 4.000 kişiyle böyle bir harekete
girişeceği Yevdokimov tarafından da¬ha önceden haber alınmıştı. Carnizon, kuvvetli
bir şekilde takviye edildi. Müridler, tepelerden inerek Sunja vadisine
girdiklerinde Rusla¬rı şaşırtmak yerine onların saldırısına uğradılar. Albay
Miştşenko, Müridleri yenilgiye uğrattı. Aynı gün (30 Temmuz) Yevdokimov da,-Varanda
tepelerini aidi ve ardından Şato'yu ele geçirdi. Müridler, sa-
vaş alanında 370 ölü bıraktılar. 1500 kadar değişik silah da ele geçi¬rildi. Rus
kayıpları ise 16 ölü ve 26 yaralı olarak verilmiştir.(3)
1859 yılının ilk çeyreği, Ruslara beklenmedik başarılar getirdi. Kuşatma hatları,
ileri alınmış ve yüce dağlardan surları, derin uçu¬rumlardan siperlere sahip bu
doğal kalenin alınması yaklaşmıştı. Son saldırının yazın yapılmasına karar
verilmişti. Üç ordu da, birbirlerin¬den bağımsız olarak, fakat aynı anda harekete
geçerek hedefe doğru yürüyecek ve ana saldırıyı Wrangel ve Yevdokİmov'un birleşik
kuv¬vetleri yapacaktı. Temmuz'da harekete geçen bu iki birleşik kuvvet,
Burtunay'dan Cumbet'e geçecek ve Veden'i sağ taraflarımda bıraka¬rak, ona
yönelmeden yollarına devam edeceklerdi. Bu izlenecek yo¬lun bir kısmı hala Şamil'in
elinde bulunduğundan buraların bir kış se¬feriyle ele geçirilmesi kararlaştırıldı.
Fakat "üç gözlü", ya savaşın getir¬diği bir şans, ya da planlayarak giriştiği bir
hareketle Baryatinsky'in savaş planında olmayan bir atılımda bulundu.
Vozclveezhenskoye' den çıkarak tedbirli bir şekilde plana uygun olarak
ilerleyeceğine faz¬la zorlanmadan Tauzen tepelerini ele geçirdi ve oradan doğrudan
doğruya Veden'e-yürüdü. Büyük bir dikkat ve itinayla Veden'i kuşat¬tı. İki aylık
bir kuşatma sonunda, fazla bir kayıp vermeden 1 Nisan'da giriştiği hücumla Veden'i
aldı. O sırada çevredeki ormanlık bölgede bulunan Şamil, daha güneye çekilmek
zorunda kaldı. Artık Rus ordu: larına, Gumbet yolundan daha kolay bir ulaşım hattı
açılmış bulunu¬yordu. Bu başarısı üzerine Çar tarafından "Kont" payesi verilerek
tal¬tif edilen Yevdokimov'a, Burtunay'da Wrangel'le birleşmek yerine, tek başına
Karaçoy köyü ve Andi gölleri boyunca saldırıya geçme iz¬ni verildi. Baryatinsky'in,
Kafkasya'da savaşın sona ermesiyle ilgili olarak Çar'a sunduğu raporunda belirttiği
Yevdokimov ile ilgili görüş¬leri, onun karakteri ve yöntemleri hakkında aydınlatıcı
bilgiler ver¬mekte ve daha önceki Rus yenilgileriyle şimdiki başarıların
sebepleri¬ne değinmektedir. Şöyle yazıyor: "Yevdokimov, Dağlılara, savaşı kendi
istedikleri yerde ve şartlarda kabul etme fırsatı vermedi. Çok
(3) Şamü'in en sonunda mücadeleden yenik çıkarak esir düşmesinden sonra çok
sayıdaki İnguş ve özellikle bir Kazak stanitsasına İsmini vermiş olan Karabulak
kabilesi, Türkiye'ye göç eden Müslüman Kafkaslılara katıldılar. Ceride kalanlar
ise, o zamandan beri Kafkasların en korkusuz soyguncuları olarak ün salmışlar¬da
4,40
441
iyi planlanmış hareketler sonunda Şamil'İn en kuvvetli mevzileri bir¬biri ardınca
düşmüştür. Ahulgoh, Salti, Gergebil ve Çoh kuşatmala¬rında çok büyük kayıplar
vermemize karşın pek başarılı sonuçlar elde edememiştik. Şimdi ise Şamil'İn bütün
kuvvetlerini topladığı Veden'i alırken kayıplarımız sadece 26 kişiydi. Üç şey;
savaşın sistemli olarak sürdürülmesi, liderlerin başarılı idareleri ve
birliklerimizin yeni tüfek¬lerle donatılması Kafkasya'dakİ kayıplarımızı en aza
indirmiştir. So¬nuçların, taktik hareketlerle elde edilmesi, başarılarımızın esas
sebe¬bini oluşturmuştur. Dağlılar, savaş yoluyla asla yıldınlarnazlardı! De¬vamlı
olarak içinde bulundukları savaş ortamı, onlara Öylesine müt¬hiş bir güven havası
vermişti ki, sadece bir kaç kişiden oluşan kuv¬vetlerle hiç çekinmeden bizim tüm
taburlarımıza karşı çarpışmaya girişiyorlardı. Kendileri, gruplar halinde yürüyen
askerlerimize toplu şekilde ateş ederlerken biz, onlara karşı bu şansa sahip
değildik. Bu yüzden onların kayıpları, daima bizimkilerden daha az oluyordu.
Sa¬vaşmak, belli oranlarda eşitlik anlamına gelmektedir. Dağlılar,
sava¬şabildikleri müddetçe kendilerine olan güvenlerini muhafaza ediyor¬lar ve
teslim olmayı düşünmüyorlardı. Fakat zaman geçip de bize Öl¬dürücü bir darbe
indirmek için ne yaparlarsa yapsınlar, bunu başara¬mayacaklarını anladıkları anda
silahlan kendiliğinden ellerinden düş¬tü. Önceleri, bir gün yenilgiye uğrasalar
ertesi günü tekrar toplanarak karşımıza dikilirlerdi. Fakat şimdi ise, tuzağa
düşürülerek savaşmadan dağılmak zorunda kalmaya başlayınca işler değişmeye başladı.
Di¬renme olmadan ele geçirdiğimiz vadilere ertesi günü geliyorlar ve baş
eğdiklerini bildiriyorlardı. Şamil'İn gücünü eriten en önemli et¬ken, evlerinden
savaş alanlarına koşan Müridlerin, savaş olmadan evlerine dönmek zorunda
kalmalarıydı. Bu son üç yıl devamlı savaş¬larla dolu olarak geçmesine ve Dağlıların
boyun eğdirilmesi tamam¬lanmasına rağmen kayıplarımız çok az olmuştur." (Akti,
c.12, s,1275) Veden'in düşmesinin yarattığı moral etkilen, maddi kazançların çok
üstündeydi. Son saldırı için yapılan hazırlıklar, ancakTemmuz'un ilk günlerinde
tamamlanabildi. Bu arada Önemli çarpışmalar olma¬masına karşılık Ruslar, oldukça
ilerlemeler kaydetmişlerdi. Artık ye¬nilginin ve işgalin kaçınılmaz olduğunu gören
Çeçen bölgeleri, birbiri ardınca Ruslara katılıyorlardı. Bunlar da, şartlara göre;
ya yerlerinde bırakılıyor, ya da sınırın iç taraflarına gönderiliyorlardı. Böylece,
en
GENERAL KONT YEVDOKİMOV
442 .
erişilmez bölgelerde yaşayan korkunç ve savaşçı Çeçenlerin yatağı olan Çaberloy,
İçkeri ve Aukh'un yukarı bölgeleri Şamil'den ayrılmış oldu. Çok daha güneyde,
Anusk'da ve ana dağ silsilesinin kuzey eteklerinde yaşayan Lezgiler de, benzer
şekillerde Ruslara baş eğmiş bulunuyorlardı. Şamil'in önemli Naiblerinden çoğu,
idareleri altında¬ki insanlarla birlikte karşı tarafa geçtiler. Danyal Sultan,
Ruslara katı¬labilmek için onlarla yeniden gizli görüşmeler yapıyor ve ünlü Tilitı
kadısı Kabet Muhammed de, artık durumun umutsuz olduğunu dü¬şünmeye başlıyordu.
Kabet, sadece teslim olmakla kalmadı. Fakat bölgede Müridizm'in en ateşli taraftarı
ve yayıcısı olan Tsuhadar ka¬dısı Aslan'ı da tutukladı. 14 Temmuz'da Baryatinsky,
Veden önlerin¬deki karargahında Yevdokimov'a katıldı. Böylece son hareket başia-dı.
Henüz hepsi birleşmemiş olan bu ordu, 38 piyade taburu, 7 süva¬ri ve 40 Kazak
bölüğü ile 40 toptan oluşuyordu. Asker sayısı 40.000'e ulaşıyordu.
Bu arada Şamil de, boş durmamıştı. Hüküm-saatinin yaklaştığı bu anlarda Şamil'in
yaptığı hareketler, O'na düşmanlarının bile hay¬ranlığını kazandırmıştır. Rusların
bu büyük başarıları ve hızla ilerle¬meleri, adamlarının çoğunun karşı tarafa geçmiş
olması ve kendisine karşı çok kuvvetli ordularla geniş boyutlu askerî hareketlere
başlanıl¬mış oiması O'nu yıldırırıaclî.O'nun üzerine yürüyen bu korkunç or¬dunun
başında O'nu ezmek için azimli bir kumandan bulunuyordu ye en kör gözlere sahip
olanlar bile artık sonun geldiğini görüyorlar¬dı. Fakat Şamil, asla cesaretini
kaybetmedi. Zor koşullarda her zaman olduğu gibi, savaşçılık damarları yeniden
kabardı. Ve felaketi önleye¬bilmek için elinden gelen herşeyi yapmaya başladı. Bir
zamanlar; 1839 yılında ülkesinden çıkarıldığı zaman kendisine bir sığınak ve yu¬va
olan Çeçenistan'ın ormanlık tepelerinden sürülen Şamil, bir kere daha baba yurdu
Dağıstan'ın çorak ve sarp dağlarına çekilerek bu gelen akımın yönünü
değiştirebilmek için büyük bir cesaret ve ener¬jiyle çalışmaya koyuldu. Karargahını
İtşkale'de kurdu ve burastyla Andi Koysu'nun kuzey taraflannj tahkim ederek ırmağın
geçiş yerini hem Wrangel hem de Yevdokimov'a karşı savunmaya karar verdi. Bölgede
eli silah tutan herkesi savaşa çağırdı. Fakat her şey boşunay-dı! Yevdokimov,
başarılı bir şekilde Andi sırtlarını tırmanarak Botlik'e bakan tepelerin
yamacındaki küçük göl Yaneyam'ın yanında kamp
443
kurdu. Daha sonra sırasıyla büyük göl Esenam ve yine küçük bir gol olan Ardjiam'da
kamplar kuruldu. Çok geçmeden Rus süngüleri, An¬di Koysu'nun üst taraflarında
göründü ve bundan sonra tam çözülme başladı. Şamil tarafından Avaristan'a
aktarılmış olan Çaberloy Çe¬çenleri, Baryatinsky'e elçiler göndererek eski
yerlerine gitmek istedi¬ler ve kayıtsız şartsız boyun eğdiler. Şamil'in Naibi
Deber'in karşı koymalarına rağmen Rus ordusuna milis olarak katılan bir kısım
Ça¬berloy Çeçeni ve Rus birliklerinin eşilğinde bu Çeçenler, ırmağın di¬ğer
kıyısına, 25 Temmuz'da, güvenlik içinde geçirildiler. Aynı olay, ertesi günü
mülteci Andililer tarafından tekrarlandı. Bu sefer olaylar, Gazi Muhammed'in
gözleri önünde cereyan etmişti. General Wran-gel'in Andi Koysu'nun doğu (sağ)
kıyısına geçerek ricat yollarını kes¬tiğini haber alınca İtşkale'yi sağlam
mevzileriyle ve 11 topla bırakarak geriye çekilmek zorunda kaldı. Aynı şekilde,
ırmağın batısında bulu¬nan Konkidatl'da bulunan müstehkem mevzilerde terkedildi.
Böyle¬ce bütün Dağıstan saldırıya açık kalmış bulunuyordu. VVrangel'İn ön¬cü
birlikleri, 15 Temmuz'da Andi Koysu kıyılarına varmış Çinkat ile İgali arasında
bulunan Sağritl'den, köprüyle ırmağın sağ kıyısına geç¬meyi başarmışlardı.
Birlikler, ırmağı geçtikten sonra karşılaştıkları za¬yıf direnmeyi kırarak
Akkent'in bulunduğu tepelere ulaştılar. 22 Tem¬muz'da buraya ulaşan Ruslar,
buradaki mevzilerini sağlamlaştırdıktan sonra, 1843 yılından beri, Rus esirleriyle
asker kaçaklarından başka Rus yüzü görmemiş olan bütün Koysuboy bölgesi ve
Avaristan, sessiz bir şekilde baş eğdi. Doğu tarafına gelince; Şura'dan yola çıkan
bir yardımcı birlik, 14 Temmuz'da Burunduk Kale'deki kuleyi ele geçir¬miş ve Avar
Koysu'nun sağ kıyısında, lrganay ile Ziriani arasında
kamp kurmuştu.
Nihayet Levan Melikof da, Didoların teslim olmalarını bir çok çarpışmalardan sonra
sağlamış ve ulaşımın çok zor olmasından do¬layı gecikerek ancak 6 Ağustos'da,
Botlik'de bulunan Baryatinsky'e
katılmıştı.
Şimdi üç ordu da, birleşmiş bulunuyordu. Ve artık bütün karşı koyma da sona
ermişti. Gergebil'in yerine Şamil'in kurduğu Ullu Kale ve Çoh, 24 Temmuz'da teslim
oldu. 28 Temmuz'da Kabet Muham¬med, Golotl'a gelerek bütün Yukarı Avar Boylarının
boyun eğdiğini görünce bizzat kendisi, General Rakus komutasındaki Rus öncü bir-
444
445

liklerini müstahkem yuvası Tilitl'e götürdü. Daha önce İrib ve diğer kalelerini
teslim etmiş olan Danyal Sultan, 7 Ağustos'da Baryatinsky' in Botlik'daki kampına
at sürerek af diledi ve affedildi.
Ordusunun dokusunun, kağıt evler gibi yıkıldığını, savaşçılarının dağlardaki karlar
gibi eridiğini gören Şamil, kendisine sadık Müridle-ri, yakın akrabaları ve ailesi
yanında olduğu halde Karata'dan çekildi ve dolambaçlı bir yol izleyerek Cunib'e
ulaştı. Şamil'in ne kadar zor durumda kaldığını anlamak için bir olayı anlatmak
yeterlidir. Vahşi adetleriyle ünlü Akvah köyü yakınlarından geçerken köyün
kadınları, bir zamanların güçlü İmamı'nın yüklerine saldırarak elinde ne kaldıy¬sa
yağmalamışlardı. Yolcular, gidecekleri yere ulaşmadan önce Rud-jada da saldırıya
uğradılar ve ellerinde kalan en son şeyleri de yitirdi¬ler. Fakat Gunib halkı, hâla
O'na sadıktı. Gunibliler ve kendi Müridle-riyle sayıları 400'ü aşmayan adamlarıyla
Şamil, büyük bir gayretle çalışmaya başlayarak bu son savunma yerini tahkim etmeye
başladı. Bu sırada, geçmişi hatırlayarak üzgün bir şekilde, bir Arab şairinin
di¬zelerini mırıldandı:
"Bir zamanlar kardeşlerim vardı, benim;
Çelikten zırh gömlekler gibi güvenirdim onlara!
Fakat bu gün görüyorum ki,
Hepsi bana düşman olmuşlar.
Onları keskin oklar gibi görürdüm,
Gerçekten öyleymişjer; kalbimi parçalayan oklar!"
9 Ağustos'da General Wrangel, Gunib'e ulaştı ve kuşatma baş¬ladı. Ertesi günü
Baryatinsky, yanında Yevdokimov ile Rus ve Dağlı süvarilerinden oluşan maiyet
birliğiyle birlikte Botlik'ten ayrıldı. Teslim olan bölgeleri kontrol etmek için
başlatılan bu hareket, kısa zamanda bir zafer yürüyüşüne dönüştü. Tlok'ta nehri
geçen Başkumandan'a burada Hacı Murad'ın dul karısı tanıştırıldı. Oradan İgali,
Sağritl, Çin-kat ve Aşilta'yı ziyaret etti. Ayın 13'ünü Aşilta'da geçiren
Baryatinsky, ertesi günü Unsokul ve Gimri'ye at sürdü. Burada Rus muhafızlarını
geride bıraktı. Bir kaç gün içinde meydana gelen değişiklik o kadar büyüktü ki,
bundan sonraki yolculuğunu sadece kurmay heyeti ve Koysuboylularla bir takım diğer
Avarlardan oluşan Dağlılarla sürdür-
dü. Akkent tepelerini aşarak 14 Ağustos'da Tanus'a ulaştı. Ertesi gü¬nü de Hunzah'a
girdi ve Avar Hanlığı'nın yeniden kurulduğunu ilan etti. İki gün sonra Colotl'de
Kabet Muhammed ile karşılaştı. Onun da¬vetini büyük bir memnuniyetle kabul ederek
evine gitti ve orada ye¬mek yedi. O gece Eyer veya Tchemedon diye adlandırılan
dağın ete¬ğinde kamp kuruldu. Ayın 18'inde Rudja ve Çoh'u ziayret eden
Bar¬yatinsky, Kager tepelerinde, Gunib'e yukarıdan bakan Wrangel'in ordusuna
katıldı. Şimdiye kadar geçtiği yerlerde sadece itaat gör¬mekle kalmamış, fakat aynı
zamanda coşkuyla karşılanmıştı (Akti, c.12, s.1172)
Şamil'in son sığmak yeri, gerçekten savunmaya çok elverişliydi. Her taraftan dik
olarak yükselen taş duvarların tepelerini taçlandıran keskin kayalar, 1.000 m'den
1700 m'ye kadar yükselirken batı tara¬fındaki yükseklik, deniz seviyesinden 2700 m
yukarılara erişiyordu. Bu doğal duvarların arasında kalan plato, dışa doğru kavisli
bir şekil çizerken tepede başlayan bir yükselti (sırt), tam orta yerden aşağı doğru
uzanıyordu. Çevresindeki dağ karmaşasından tamamen ayrıl¬mış olan, bol suya sahip,
arpa, yulaf, sebze ve saman ihtiyacını ken¬di kendine karşılayabilin Gunib, yeterli
bir garnizonun bulunması halinde, uzun menzilli silahların bilinmediği eski
çağlarda tamamen ? erişilemez bir hale getirilebilridi. Rus yazarlarının, Gunib'i
ayrıntılı olarak anlatarak onun zorluklarının abartılarak vurgulanması da hoş
karşılanabilir. Fakat Şamil'in, böyle bir yeri savunabilmek için sadece" 400 kişiye
sahip olduğunu belirtmek O'nün ne kadar zor bir durum¬da olduğunu ifade etmeye
yeterlidir. Kuşatma sırasında, neredeyse on ayrı bölgeden saldırıya geçen askerler,
bölükler ve hatta taburlar halinde dağa tırmanmaya başlamışlardı. Şu halde, savunma
kuvvet¬lerinin tümü, dış hatlarda mevzilenmiş bile olsalar kuvvetler arasın¬daki
oran, 1 'e 40 olacaktı. Fakat Dağlılar, uzunluğu 40 km kadar olan bir çevre
üzerinde birbirinden kopuk küçük gruplar halinde mevzi-lenmek zorunda kalacaklardı.
Bütün bunlar, durumun umutsuzluğu¬nu açık olarak göstermektedir. 4.000 kişiyle
Gunib çok iyi bir şekilde savunulabilirdi. Fakat 400 kişiyle bu iş imkansızdı.
Saldırıya geçen gruplardan en azından birisi, tepeye ulaşmayı başaracak ve diğer
noktalardaki Müridler, buraya koşmak için bulundukları yerleri ter-ketmek zorunda
kalacaklardı. (Ve her şey bitecekti! Ç.N)
446
447

Şamil çadırını platonun orta yerinde, Kara Koysu üzerinde yük¬selen doğu ucundaki
taş duvarlara bakan bir yerde kurmuştu. Barya-tinsky, ordugâha gelidği zaman
askerlerin neşeli haykırışlarını ve on¬ların çok sevdikleri muzaffer kumandanlarını
karşılarken çıkardıkları coşkulu sesleri, Şamil de işitmiş olmalıdır. Şamil, biraz
zayıflamış olsa bile hâla yıllarca önceki duygularını taşıyordu. Büyük bir İman ve
öz¬gürlük aşkıyla Gazi Muhammed ile birlikte Cihad Bayrağı'nı yükselt¬mişlerdi. İyi
ve kötü günlerle dolu tüm o zamanlar boyunca kendisi¬ne ve davasına sadık kalmıştı.
İlk İmam sağ iken O'na görülmemiş bir bağlılıkla hizmet etmiş ve neredeyse bir
mucize eseri olarak O' nunla aynı kaderi paylaşmaktan kurtulmuştu. Hamzat'ın kısa
süreli İmamlığı zamanında da, İmamlık üzerinde hak iddia edebilecek bir konumda
olmasına rağmen kesinlikle böyle bir şeye kalkışmamış ve Hamzat'a da aynı sadâkatle
hizmet etmişti. 1834 yılından beri Kaf¬kasya'nın imamı olarak şimdiye kadar benzeri
görülmemiş muhteşem başarılar elde etmişti ve bunda başarının büyük bir kısmı,
şüphesiz Şamil'e aitti. Rusya'nın korkunç gücüne karşı 30 yıldır sürdürdüğü
mücadele artık bir sona yaklaşıyordu. Vicdanî yönden kendisini ra¬hat hissediyordu.
Tarafsız bir tarihçi de, Şamİl'i eleştirirken O'nun bu savaşı kaybetmesinde rol
oynayan etkenlerden Şamii'in kişiliğiyle il¬gili olarak ileri sürebileceği tek
olgu, O'nun sertliği olabilir. Savaşın kaybedilmesine sebep olan diğer tüm
etkenler, tamamen Şamii'in dı-şındayclı ve O'nun bunlar için yapabileceği bîr şey
yoktu.
Görüldüğü üzere Mürİdizm, önceleri mistik doktrinlere bağlı olarak sadece Dînî bir
hareket olarak başlamıştı. Fakat mistizm, sa¬dece şahıslara münhasırdı ve
milletlerin inançlarıyla gelecekleri, bu yolla kontrol edilemezlerdi. Fakat hareket
geliştikçe onun liderleri, kendilerini İzleyen kalabalık kitleler için
doktrinlerini, Şeriat'ın pratik ilkeleriyle sınırlamak zorunda olduklarını gördüler
ve o andan itiba¬ren hareket, politik bir nitelik kazandı. Böylece İslamiyet,
kurallarıyla uygulanmaya başlandı ve toplum hayatını yönlendiren tek etken ha¬lini
aldı. Rus yazarları, her ne kadar Dağlıların yüzyıllardır ayrı grup ve kabileler
halinde yaşadıklarını belirterek onların arasında vatansever¬lik duygularının
geçerli olamayacağını ileri sürmelerinde haksızlarsa, aynı oranda da, bu doğal
gelişmenin liderlerini riyakârlıkla suçlamak da o kadar haksızlıktır.
Şamil, mücadeleyi kaybetmişti, çünkü kazanması imkansızdı. Şamil, daha başlangıçtan
beri yalnız Ruslarla mücadele etmemiş, fa¬kat çok daha zorlu bir düşmanla da
boğuşmak zorunda kalmıştı. Bu düşman, Kafkasya'daki kabileler arasında bulunan
bölünmeydi. Ve gelişen olayları hazırlayan şart ve etkenler yüzünden Şamil, bu
ikisiy¬le de yaptığı savaşı yitirdi. Eğer bütün Kafkasya, tek bir bayrak altında
Şamil gibi bir liderin etrafında birleşebılseydi dışarıdan gelebilecek her türlü
tehlikeye karşı koyarak ayakta kalabilirdi. Şamii'in Kafkas halalarını birleştirmek
İçin yaptığı atılımların sınırlı ve bölgesel olarak başarıya ulaşabilmiş olmasının
tek sebebi; bu kahramanca mücade¬lenin millî bağımsızlık için yapılıyor olmasıydı.
Bundan başka hiç bir sebep ve dava, bu sert Kafkaslıları Şamii'in aynı derecede
sert olan idaresi altında tutamazdı. Fakat Şamii'in büyük mücadeleler verdiği ve
uğruna bir çok acılara katlandığı şeylerden de, talihin bir cilvesi olarak, en çok
Ruslar yararlandı. Bu durumu da ilk defa Şamil'in kendisi farketti. Yıllar sonra
Kaluga'da esirken kendi yönetiminin ve sert yöntemlerinin Rusların işine yaradığını
söyledi. Ve onların, büyük güçlükler ve emekler vererek elde ettikleri yerlerdeki
hakimiyetlerini kolaylaştırdığını ifade etti. Çünkü Şamil, bu yılmaz Dağlıları bir
dere¬ceye kadar disipline alıştırarak onların birbirlerine duydukları karşılık¬ları
düşmanlıkları bastırırken ortak bir davada beraberce mücadele etmesini öğretmişti
onlara. Uzun vadede Müriclizm, Rusların hakimi¬yetlerini sağlamlaştırmalarında
onların işini kolaylaştırmıştır denilebi¬lir.
Şamil'in hayatı boyunca sürdürdüğü bu mücadelede şahsi hırs¬lar aramak ve bunun
olup olmadığını sorgulamak boş bir şey olacak¬tır. Şamil, bütün hayatını ülkesinin
millî bağımsızlığına adamıştı. Bü¬yük bir devlet adamı kavrayışıyla, bu amacın
gerçekleştirilebilmesi İçin tek yolun bütün Kafkas kabilelerinin bir millet
halinde, Şeriat'ın ve kendisinin emirlerine uyarak toplanması olduğunu anlamıştı.
Bu amacına ulaşabilmek için hiç bir çabadan çekinmedi ve sertçe de ol¬sa, bütün
yollara baş vurdu. Şamil'in büyük başarılar kazandığı ger¬çektir. Fakat yine de bu
başarılar, gerçekte olduğundan biraz daha fazla olarak anlatılmıştır. Çünkü Şamil,
savaş alanlarında parlak za¬ferler kazanarak hakimiyetini Kafkasya'nın büyük bir
kısmına yaydığı zamanlar, yani gücünün zirvesin d ey ken bile O'nun yönetiminden
i
449
448
memnun olmayan bir takım kabileler vardı ve bu memnuniyetsizlik havası, geçici
olarak gizlenmiş olmasına rağmen içten içe gelişmeye devam ediyordu. Şamil,
kabileler üzerindeki hakimiyetini sürdürebil¬mek için bazen çok sert yöntemlere baş
vurmak zorunda kalıyordu. Böylece özgürlük havarisi, sert ve baskıcı bir yapı
kazanıyordu. Eğer Şamil, bütün yetkileri kendi ellerinde bulundursaydı bu duruma
bir dereceye kadar dayanılabilirdi. Fakat büyük ölçüde oğlu Gazi Mu-hammed,
Naibleri ve diğer komutanları arasında dağıtılmış bulunan bu yetkiler, onlar
tarafından suistimal ediliyor ve bu sert Kafkaslıların dayanım sınırları aşılarak
onların sabırlarının taşmalarına sebebiyet veriliyordu. Buna bir de, uzun yıllardır
sürüp giden savaşın getirdiği yıkımları ve-gerilimleri de ekleyebiliriz. ŞamiPin
hakimiyetinin tam olarak kurulduğu Baba Ocağı'nda (Dağıstan) bir baba, oğlu, kardeş
veya yakınını kaybetmemiş bir aüe hemen hemen yoktu. Tüm köy¬ler, Ruslar tarafından
acımasızca yakılıp yıkılıyor ve halklar toptan yok ediliyordu. Tarlalar
sürülemiyor, bağlar budanamıyor ve ağaçlar artık yetiştiriEemiyordu. Fakat ovalık
bölgelerde yaşayan Çeçenlerin durumları çok daha feciydi. Çünkü onlar, karşılıklı
olarak her zaman ya Müridlerin, ya da Rusların tehdidi altında bulunuyor ve devamlı
olarak taraflardan birinin saldırılarına maruz kalıyorlardı. Bunlardan ayrı olarak
ŞamiPin uyguladığı sert yöntemler, dağlılar a'rastncla asır¬lardan beri süre gelen
ve hâla varlığını büyük bir inatla sürdüren kan¬lı kan davaları ve Rusların,
kendilerine casuslar, izciler, hainler ve ha-fif süvariler temin etmek için
Dağılların arasında serptikleri bol mik¬tardaki altınlar ... vb. gibi üç etkeni de
göz önünde bulundurursak ŞamiPin savaşının aslında çoktan bitmiş olduğunu
söyleyebiliriz. 30 yıl boyunca aralıksız olarak dışta sürdürülen bu kanlı savaşlar
ve içte uygulanan sert baskılar sonunda önce Müridizm'in Dînî etkisi, ardın¬dan da
politik gücü kaybolmaya başladı. Bütün Dağıstan ve Çeçenis-tan'da fakirlik ve
sıkıntılar yüzünden umutsuzluklarının sınırlarına sü¬rülen insanlar, kadın ve
erkek, daha fazla dayanamayarak büyük bir istekle strtlarındaki bu yükü atıyorlar
ve Ruslarla barış yapıyorlardı.
Şamil, o gün Gunib'in sarp yamaçlarında beklerken artık sonun geldiğini anlıyor ve
her şeyin bittiğini görüyordu. Fakat O'nun gururlu ruhu, teslim olmayı
kabullenemezdi. Bu yüzden Danyat Sultan ve di¬ğerlerinin aracılık tekliflerini
reddetti. Elde kılıç, çarpışarak ölmeye
karar verdi.
Fakat Şamil'in sonu, böyle olmayacaktı. İmparator'un doğum gününün arefesi olan 25
Ağustos günü Baryatinsky, genel saldın em¬rini verdi. Sislerin süslediği gri bir
yaz sabahı Rus askerleri, yerli kıla¬vuzların öncülüğünde her taraftan Cunib'e
saldırarak kısa bir zaman içinde platoya ulaştılar. Şamil, avula çekildi. Bir yerde
Ruslar tarafın¬dan kuşatılan müridler, teslim olmayı reddettiler ve kahramanca
sa¬vaşarak son adamına kadar toprağa düştüler. Başka bir yerde, Apşe-ron
askerlerini durdurmaya çalışan bir grup kahraman Mürid, yanla¬rında, kocalarından
veya kardeşlerinden daha büyük bir öfkeyle sa¬vaşan üç kadın okluğu halde,
öldürüldüler. Artık son gelmişti. Şamil' i sağ olarak ele geçirmek isteyen
Baryatinsky, son saldırı emrini ver¬meden önce, O'nun teslimini sağlamak amacıyla
her türlü girişimde bulunmaya karar verdi. Eğer Şamil yalnız olsaydı kesinlikle
bütün teslim çağrılarını reddeder ve Gazi Muhammed'in Gimri'cle ölmesi gibi kendisi
de, burada çarpışarak CAU verirdi. Fakat kendisiyle birlikte çocukları, eşleri ve
vefakâr Cunib köylüleri vardı. Eğer bir hücum olursa bunların büyük bir kısmının
öldürüleceği muhakkaklı. Sonun¬da onların ısrarlarına dayanamayarak teslim olmaya
razı oldu. Şart¬ları konuşmak üzere en yakın iki adamını Rus kampına yolladı. Do-
eal olarak kavıtsiz ve şartsız teslim olması istendi. O'nıı şahsen tanı-yan Albay-
Lazaref, avula gelerek ŞamiPin, ailesinin ve yakınlarının hayatlarının
bağışlanacaklarını söyleyerek O'nıı teslim olmaya ikna etti. Şamil çok karışık
duygular içinde atına binerek ileriye, Ruslara doğru sürdü. Çok gitmemişti ki,
hayat boyu kendilerini uğraştıran can düşmanlarını ellerinde gören Rus askerleri,
neşeyle haykırdılar. Şa¬mil, bu coşkun haykırışlardan şüphelenerek atının
dizginlerini çekti ve tekrar köye dönmek istedi. Fakat kurnaz Ermeni, hemen
peşinden atılarak bu haykırışların O'nun şerefine olduğunu söyledi ve Şamili geri
dönmeye razı etti. Bunun üzerine Şamil, yanında, bir zamanların müthiş ordusundan
geriye kalan 50 atlı olduğu halde, Baryatinsky ve kurmay heyetinin, birlikte
oturdukları kayaya doğru yaklaştı. Atından inen Şamil, yaya olarak Rus komutanının
yanına götürüldü. O da, adıyla Şarnil'e hitap ederek kendisi ve ailesinin
canlarının emniyet içinde olduklarını söyledi. Fakat zamanında bazı şartlarla
teslim ol¬mayı reddettiğinden bundan sonra alınacak her türlü kararın Çar'a

450
bağlı olduğunu hatırlattı. Büyük İmam, sessizlik içinde başını önüne eğdi ve
tutsaklık yerine gönderildi. Ertesi günü Şura'ya götürülen Şa¬mil, oradan da
Rusya'ya yollandı. Ailesinin kendisine katılmasına da¬ha sonra izin verildi.<4J
(4)
Rusların, Gunib'i alırken verdikleri kayıplar; 21 Ölü ve 159 yaralıydı. 400 Mürid'
den geriye sadece 50 kişi kadarı sağ kalmıştı. Şamil, onurlu bir tutsak olarak 1869
yılına kadar Kaluga'da kaldı. Ardından, kendi isteği üzerine Kiev'e gönde¬rildi.
Ertesi yıl da Hac yapmak için Mekke'ye gitmesine izin verildi. 4 Şubat .1Ö71'de
Medine'de Hak'kın rahmetine kavuştu.
D uy.
1
O
Q i?
5
U
<
452

İMAM ŞAMİL'İN YAŞLI HALİ


ŞAMİLİN İLAHİLERİ
Bu ilâhiler bütün dünyevî şarkıların yerine söylenmek üzere Şa¬mil tarafından
hazırlanmışlardır.
Bu parçalar, aşağıdaki açıklamalarından sorumlu olan Prof.Mir-za Alexander Kazım
Bek'İn Rusça yazılmış eserinden aktarılmıştır.
Ey Allah'ın kullan, Allah'ın yakınları1!
Allah aşkına bize yardım edin
Yardımınızı bizden esirgemeyin,
İnşaallah Allah'ın yardımıyla kurtulacağız
Allah aşkına, ey Allah'ın kullan,
Yardım edin bize Allah aşkına.
Yâa Aktâb, Yâa Audat,
Yâa Abdal, Yâa Asyad,2
Bize yardım edin, bizi esirgeyin
Allah aşkına, Allah aşkına
Allah katında bize şefaatçi olun.
Sizden başka kime döneceğiz biz?
Sizden başka kimsemiz yok bizim;
Sadece sizden medet umuyoruz,
Yâa Allah'ın sevgili kulları, erenler.
Allah aşkına Allah aşkına... Biz Allah'ın sevgili kullarına, ermişlere dua ettik.
Onlar düşmanlarımızı kahrettiler. Onlar kurtuluş yolunun gerçek kapılandır, Bizim
de aradığımız, o kapıdır. Allah aşkına (Allah İçin), Allah aşkına...
(1) Bu yakarışta kastedilenler Evliyaların Ruhlarıdır. Tarikaf ta bunlar çeşitli
İsimlerle
anılırlar. Toplu olarak da Allah'ın yakın kulları anlamına gelen "Rijâluliah" adı
verilir.
(2) Abdal ismi, Tarikaf ta Allah'ın seçilmiş olan yetmiş kuluna verilen isimdir.
Ruh¬
lar dünyasını onlar idare ederler. Abdalların kırkının Suriye'de, kalanların dün¬
yanın diğer bölgelerinde olduğuna inanılır.
454
455

Ey Yüce Allah, bu sevgili kullarının hatırı için


Bize mağfirette bulun:
Öyleki sonsuz mutluluklar içinde kalarak
Allah'ın katında kalmaya kabul edilelim.3
Allah aşkına, Allah aşkına... Yâa Tâha, Yâa Yâsİn,
Yâa Hamim, Yâa Tâsin!4 Bizler, senin günahkâr kullarınız Ancak sana hamdeder senden
medet umarız Allah aşkına, Allah aşkına...
Ey yüce Allahım senin emirlerini aldık,
Bütün gücümüzle onlara uymaya çalışıyoruz
Tek rehberimiz, senin adındır ? . Sana yaptığımız sena da tek silahımrzdır
Allah aşkına, Allah aşkına... Bütün gücümüzle sana niyaz edip yalvarıyoruz, Şimdi
büyük bir umutla senden medet umuyoruz. Yine size yalvarıyoruz ey erenler! Allah'a
niyaz edip yal varın, Yapılan güzel ameller ve İyi insanlar adına En büyük ve tek
Yaratıcı adına,
Evliyalar adına, bütün medh ve senalara layık olan adına, Peygamberler ve onların
yaptıkları iyi işler adına! . Allah aşkına yalvarıyoruz...
Tâ Hâ adına, bütün dünyanın Efendisi adına.5
Ali'nin yüzü suyu hürmetine:
Sen, gerçeğin gözlerinin ışığı,
Bizi kurtuluşa erdir.
Allah aşkına, Allah aşkına...
(3) Buradaki kelime iki anlamda kullanılmaktadır: 1) Sâkİn bir şekilde ömrümüzü
tamamlayarak Allah'ı barış içinde hamd ve sena edelim. 2) Allah yolunda düşe¬
rek sonsuza kadar evliyalar mertebesinde kalalım.
(4) Kur'an'm yirmi dokuz bölümü mistik harflerle başlar. Müslümanlar, bu kelime¬
leri tamamen çözmek peşine düşmezler ve onların bazı saklı anlamları oldukla¬
rına inanırlar. Bazılarının anlamları İse oldukça açıktır. "Ey İnsanoğlu dikkat
et!"
gibi. Bu harflerin anlamını çözmek için kullanılan ilme, harflerin ilmli anlamına
gelen "İlmul Huruf" denir.
(5) Burada "Dünyanın Efendisi" sözüyle Hz.Muhammed (S.A.V) ifade ediliyor.
Sizleri bütün varlıklar arasından seçen Allah adına,
Sizi nuruyla aydınlatıp
Bu dünyada güçlü kılan Allah adına,
Gelin, gelin ve bize yardım edin!
Allah aşkına, Allah aşkına...
Buraya kadar olan zikirlerde Şamil Tarikat'ın kutsal yolunu izlemek¬tedir. Bundan
sonraki satırlarda ise Şamil, doğrudan Müridlerine ses¬lenmektedir.
Ey inananlar kılıçlarınızı çekiniz Yardımımıza koşunuz Sessizliğe ve uykuya veda
ediniz, Sizi Allah adına davet ediyorum! Allah aşkına, Allah aşkına...
Ey gayretli Müslümanlar
Celin, gelin ve zafer kazanın,
Zafer sizindir ey İnananlar
Zafer sizindin ey seçilmişler
Allah aşkına, Allah aşkına... Zeynel-Abidin6 aranızda bulunuyor, İşte kapının
eşiğinde duruyor, Sizin sebatlı olmanız İçin içi titriyor Ve Tek Allah'a bütün
kalbiyle dua ediyor, Allah aşkına, Allah aşkına...
Sizler Allah'a giden yolun kapılansınız
Celin ve bizi kurtarın, acele edin,
Dalâlete düşenler, yollarını kaybetmiş bulunuyorlar,
Allah'ın sevdiklerinden uzaklaştılar onlar,
Allah aşkına, Allahn aşkına... Sadece bir değil kazandığımız zaferler, Sadece bir
değil dostlarımız için yaptığımız dualar/
(6) İmam Zeynel Abİdin'in Mistizm'de çok büyük bir yeri vardır.
(7) Burada şu denilmek isteniyor: Daha önce Ruslara boyun eğmiş olan kardeşleri¬
mizi tekrar saflarımıza dönmeye ikna ettik ve onların kurtuluşlarından dolayı
büyük bir mutluluğa kapıldık.
456
Sadece bir kere değil kab'in aramızda dolaşması,8 Sadece bir kere değil bizim ondan
içerek Allah'ın adını anma¬mız. Allah aşkına, Allah aşkına...
Biz her tarafa gittik ve uygun zamanda geldik,
Hacclar ettik ve yine döndük;
Her yerde kardeşliğimizi koruduk,
Ve şimdi Allah'ın sevgili kullarına kavuştuk.
Allah aşkına, Allah aşkına... Zeynel abidin size nefes veriyor, O, kapınızın
eşiğinde duruyor, Allah, bizi dalâlete düşmekten korusun. Haydi! Dost savaşçılar,
Allah'ın dâvasına!9
KAYNAKÇA

(8) Buradaki "Kab" kelimesi, Hafız'ın da belirttiği gibi Kutsal Aşk anlamında
kulla-
nılmaktadır. Yasak olan şarap asla Şamil tarafından içîlmemiştir.
(9) Bu şarkı. Şamil ile birlikte savaşa giden Müridler tarafından, yavaş bir
şekilde at
sürülürken koro şeklinde söyleniyordu.
Abercromby. "ATHpthroughtthe Eastern Caucasus" {Doğu Kaf-
kasya'da bir yolculuk.) Londra: 1889
Abich. "Aus Kaukasischen Lanclern". Viyana: 1896
AKTI "Akti Sobranniye Kavkazskoyou Arkheografeethes.koyou
Kornmissieyou" Kafkas Arkeografî Komisyonu 13 cilt. Tiflis o Aziz
İbniMuhammeclRasafi. "Maksadı Aksa" böl.2. General Kaki-
nov derlemesi." Sbornik Gazeti Kavkazsky" 1847 a Benckendrof, Kont.
"Souvenirİntimed'uneCampagne<au Cauca-se pendant I'ete de l'annee 1845." (1845
yılının yaz mevsimi bo¬yunca yapılan bir seferden anılar.) Paris 1858
Bodenstedt."DİeVölkerdesKaukasus". Frankfurt-am-Main:1848
Browne, Prof. "Literary History of Persia." (İran'ın edebî tarihi.)
Bruce, Yüzbaşı. "Memoirs." (Anılar.)
Burton, "Arabian Nights." (Arab Geceleri,) c.6 ı
"Curiosiöta e richerche di Storia Subalpİna." Torino: 1876
Curzon, Lord. "Persia." (İran)-
De Ouİncy. "Revolt of Tartars." (Tatarların isyanı)
Doubrovİn, Tuğgeneral. "İstoria voinee vladeetchestva na Kav-
kazya." St. Petersburg: 1871-1838. 6 cilt.
Erckert. "Der Kaukasus und Seinenr Vöiker."
"Der Ursprung der Kazaken." Berlin: 1882.
Evarnitsky, D.I. "İstorraZaporozhskikh Kazakoff." St. Petersburg:
1897.
458

459
Freshfield, Douglas. "The Exploration of Caucasus." (Kafkasların
keşfi.) 2 cilt. Londra: 1902
Fonton. "La Russie dans PAsİe Mineure." (Rusya Küçük Asya'da),
Paris: 1840.
Gobineau, Count. "Les Religions et les Philosophies dans I'Asie
Centrale." (Orta Asya'dakİ dinler ve felsefeler.) Paris: 1866
Hanway. "Historical Account." (Tarihi belge)
"İstoria Kabardiskova Polka." 3 elit. St. Petersburg: 1881
Kanikov, General. "Sbornik Gazeti Kavkaz." 1847
Katkov "Rousski Viestnik." 1869
"Kavkazsky Sbornik." 20 cilt. Tiflis: 1876-1899
Kaye. "Afgan war." (Afgan savaşı) Londra; 1867
Komarov. "Zapeeski Kavk. otdiela."
Lynch." Armenie." (Ermenistan)
Makstmov. "Terskoe Kazatche Voisko."
Malcolm, Sir John. "History of Persia." (iran Tarihi.)
Merzbacher. "Aııs den Hochreigionen des Kaukasus." 2 cilt. Leip-
zig: 1901
Miansarof, Prof. "Bİbliographia CaLicasica aiKİTranscaucasica."
(Kafkasya ve Transkafkasya Biyografisi.) St. Petersburg: 1874-
1874. 1 c.
» Mılioutine. "OpisanieVoyennİkhdyestvi 1839 Coda vSievemom Dagestanye."
? Monteİth. "Kars and Erzeroum." (Kars ve Erzurum.)
? "Persia." (iran.)
» Okolniçi, General. "Voyenny Sbornik." 1859
? Oliphant, Laurance. "The Trascaucasian Campaign Under Omar
Pasha." (Ömer Paşa komutasındaki Transkafkasya Seferi.) Edin¬burgh: 1856
Pogodin. "Materiali." Moskova: 1863 Popko. "Terskoe Voisko." .
Potto. "Kavkazsky Voina." 4 cilt. St. Petersburg: 1887-1897 Puşkİn, Alexander.
"Poutieshestvie vArzoroum." (Erzurum'a yol¬culuk.)
Rambaud. "Historie de la Russie." (Rus Tarihi.) Paris: 1879 Rawltnson. "England
and
Russia in the East." (Doğuda İngiltere ve Rusya.) Londra; 1875

Rounovsky. "Rousskie Ivodu ni Kavkazye." Zaryei: 1870. No':11


"Rousskaya Starına."
"Russian Biographical Dictionary." Makale: "Paul 1." (Rus biyogra-
fi sözlüğü.)
Schyuler, Eugene. "Turkestan." (Türkistan.) 2 cilt. 1876
Soloviov. "İstoria Rossei."
Tchitchagova. "Şamil in the Caucasus and in Russia. "(Şamil Kaf-
kasya'da ve Rusya'da.)
Tornau, Kont. "Recolietions of Caucasus anda Georgia." (Gürcis-
tan ve Kafkasya Anıları.) Rousski Viestnik. 1869
Uslar, N.V. "in sbor. Svied o. Kavkazk. Gorsakh."
Xenophon. "Anabasis." 4. kitap. böl.7.
THE SEAT OF WAR
DAGHESTAN AND TCHETCHNIA
Scabs 1' 1.000,000
ETHNOGRAPHICAL MAP
DAGHESTAN
P I A 1ST
Darghtt
lakı, or Ktil-Koumaulıl»,
Arteht*.
Klourstni.
Tabaatanut* (Including faftucona).
Aztrbijan tartan.
Keamnlka.
t
tal tartar». Tati (Pttt/ant). TehitolmiM,
* Ey inananlar kılıçlarınızı çekiniz! Yardımımıza koşunuz: Sessizliğe ve uykuya
veda ediniz, Sizi Allah adına davet ediyorum! Allah aşkına, Allah aşkına...
Ey gayretli Müslümanlar, Gelin, gelin ve zafer kazanın, Zafer sizindir ey İnananlar
Zafer sizindir ey Seçilmişler Allah aşkına, Allah aşkına...
* Bu şarkı, Şamil ile birlikte savaşa giden Müridkr tarafından, yavaş bir şekilde
at sürülürken koro halinde söyleniyordu.
John F. Baddeley _ Rusların Kafkasya'yı İstilası ve Şeyh Şamil
Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.
U
UYARI:
w
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...
Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak
gördüğümüz sitemizdeki
tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine
istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla
ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma
ekran
vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi
formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik
karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için,
hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki
e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç
gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük
esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği
sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin
istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna
aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.
Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin
amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com
web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek
ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi,
bilginin de paylaşıldıkça
pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap
okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve
yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Yaşar MUTLU
İLGİLİ KANUN:
5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE
11" : "ders
kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin
engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa
hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü
bir kişi tek nüsha olarak
ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi
kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri
formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi
bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir
şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve
kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin
b
bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitabı Tarayan ve Düzenleyen
Arkadaşa
çok çok teşekkür ederiz. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet
verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme
engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu
sevinci paylaşabilmek
tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı
tarayıp,
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.
Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu
açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
Not sitemizin birde haber gurubu vardır.
Bu Bir mail Haber Gurubudur. Grupta yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeniz gerekmektedir.
Grubumuza üye olmak için
kitapsevenler-subscribe@googlegroups.com
adresine boş bir mail atın size geri gelen maili aynen yanıtlamanız yeterli
olacaktır.
Grubumuzdan memnun kalmazsanız,
kitapsevenler-unsubscribe@googlegroups.com
adresine boş bir mail gönderip, gelen maili aynen yanıtlayarak üyeliğinizi
sonlandırabilirsiniz.
Daha Fazla Seçenek İçin, grubumuzun ana sayfasını
http://groups.google.com.tr/group/kitapsevenler?hl=tr
Burada ziyaret edebilirsiniz.
saygılarımla.
John F. Baddeley _ Rusların Kafkasya'yı İstilası ve Şeyh Şamil

You might also like