You are on page 1of 8

GAYB..........................................................................................................................................

2
Gayb; Anlam ve Mâhiyeti:..................................................................................................2
Gaybın Çeşitleri:.................................................................................................................3
Kur'an'da Gayb: .................................................................................................................3
Gaybın Bilinip Bilinememesi:............................................................................................5
Allah, Peygamberlerinden Dilediğini Dilediği Kadar Gayba Muttali Kılar.......................7
İyi ki Gaybı Bilemiyoruz:...................................................................................................7
GAYB

İlyas Çelebi, TDV İslam Ansiklopedisi: 13/404-408.

Hazır bulunmayan, gizli olan. Duyu organlarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ulaşılamayan, bilgiyle
kuşatılamayan, müşâhede alanının dışında kalan her şey. Taberî'ye göre bütün mümkünler gaybı oluşturur.
Kur'an gayb kelimesini, insanların içlerinde taşıdıkları şeyleri, gelecekleriyle ve dönecekleri yerle ilgili
hususları, geçmişte kalmış kişi ve olayların bilgisini, insan dışı varlılar dünyasını, ahiret hayatını ve gelecek
olayları içine alacak biçimde hep hazır olanın zıddı anlamında kullanılır. Râğıb el-İsfâhânî şu tarifi verir: "Gözle
görülemeyen, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisinin dışında olan"1
Müşâhede alanının dışında olması, gaybın insanlarca bilinememesini ifade eder. Bu nedenle Kur'an sürekli
gaybın yalnız Allah tarafından bilinebileceğini anlatır:
"Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez." (en-Neml: 27/65)
"Gayb, Allah'ındır." (Yunus: 10/20)
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, onları Allah'tan başkası bilmez." (el-En'âm: 6/59)
Ayrıca Hz. Peygamber'e de, "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem" (el-En'âm:
6/50) demesi buyurulur. Kur'an'da elliden fazla ayet gaybı yalnız Allah'ın bilebileceğiyle ilgilidir.
Kur'an, gaybın Allah'tan başka hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini belirtmekle birlikte peygamberleri ayrı
tutar:
"Allah sizi gaybe muttali kılacak değildir; ancak Allah rasûllerinden dilediğini seçer" (Âl-i İmrân: 3/179)
"Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez; ancak razı olduğu. resule gösterir." (el-Cin: 72/26-27). Ne
var ki, ayetlerden de anlaşılacağı gibi resullerin gaybe ilişkin bilgileri Allah'ın bilgilendirmesinden dolayıdır;
yoksa onlar da gaybı kendi güçleri ile bilemezler.
Allah, Kur'an'la Hz. Peygamber'e gayb bilgilerini bildirmiş, açıklamıştır. Nitekim Kur'an'da "...bu, gayb
haberlerindendir, sana vahyediyoruz" (Âl-i İmrân: 3/44, Hud: 11/49) buyurulmaktadır. Bu özelliği nedeniyle
Kur'an, Allah tarafından "gayb" olarak adlandırılır: "O, gaybdan (Kur'an'dan) dolayı itham altında tutulamaz"
(et-Tekvîr: 81/24).
Bu ayetlere dayanan bazı İslâm bilginleri Hz. Peygamber'e bildirilen gayb bilgilerinin Kur'an'la sınırlı olduğunu,
Kur'an dışında herhangi bir gayb haberi bildirilmediğini savunurlar. Buna karşılık İslâm bilginlerinin büyük
çoğunluğu Hz. Peygamber'e Kur'an dışında da vahiy geldiğini (vahy-i gayri metluv), dolayısıyla Kur'an dışında
kalan bazı gayb bilgileri verildiğini kabul ederler. Bu gayb bilgileri de hadislerce aktarılır.
Müfessirler gaybı ikiye ayırarak birincisine "mutlak gayb", ikincisine de "izâfî gayb" adını verirler. Mutlak gaybı
Allah'ın zatı, meleklerin mâhiyeti, kıyamet, ahiret, cennet, cehennem gibi insanın kendi imkan ve yetenekleriyle
hiçbir şekilde bilgisine ulaşamayacağı alan oluşturur. İzâfi gayb ise yer, zaman, imkân ve yetenek gibi nedenlerle
bazı insanların bilgisine ulaşamadığı, buna karşılık bazı insanların bilgisi içinde olabilen olay ve olgulardır.
Hakîkat, asıl âlem olan gayb âlemidir. Bu dünya onun bir tecellisidir. Hakîkat görülmez; görülen onun
görüntüsüdür. Tıpkı ışık, ısı, ses, koku, tat gibi.2 Allah ve Resulu dışında hiç kimsenin mutlak gayb olan âlemle
ilgili şeyler bilmesi mümkün değildir: Sihirbazların ve onların yardımcıları olan şeytanların gaybı bilmesi
mümkün değildir. Kur'an onlar için "kulak hırsızları"3 der.4

Gayb; Anlam ve Mâhiyeti:

Gayb, gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, gözden kaybolmak anlamında "ğâbe" fiilinden masdar veya
gizlenen, hazırda olmayan şey manasında isim veya sıfat olarak kullanılır. Ragıb El-İsfehani gaybı, "duyular
çerçevesine girmeyen şey" tarzında açıklamıştır.
Gaybın esası, mevcut olmamak değil; herhangi bir sebeple fark edilir olmamak, özellikle görünür olmamaktır.
Gayb, insanın gözü önünde sergilenmemiş bulunandır; olmayan değil.
"Gayb" ve "gâib", başlangıçta duyularımızla anlamada veya ilk düşüncede hazır olmayan, diğer deyişle ilk
nazarda anlaşılmayan demektir. Bunun bir kısmı delilden geçen bir anlayışla idrak olunabilir. Mesela evinizde
otururken kapınız çalınır, ses duyarsınız, bu ses sizin için anlaşılmış, hazır ve şahittir. Bundan anlarsınız ki,
kapıyı çalan vardır. O kimse henüz sizin için ortada yoktur. Bakıp görünceye kadar onu şahsıyla bilemezsiniz,
fakat kapıyı bir çalan bulunduğunu da zorunlu bir şekilde, anlayışlı olarak tasdik edersiniz. Bu, bir inanç veya
şuurlu bir bilme olur. Sonra henüz kapınızı çalmayan ve eseri size yetişmeyen daha nice gaibler bulunduğunu da
genel olarak tasdik edebilirsiniz. Fakat bunların bir kısmı gerçekten yok olabilirler. "Gayb" ile "gaib" arasında

1
Ragıb el-İsfehani, el-Müfredât, III, 192.
2
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili: 1/172 vd. (Bu görüşe katılmıyorum (Abdulvahid Metin).
3
el-Hicr: 15/18.
4
Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/222.
fark vardır. "Gâib" (ortada olmayan) sana görülmez, seni de görmez olandır. "Gayb" ise, görülmez, fakat görür
olandır. Demek ki, gaybın esası, mevcut olmamak değil; gözükmemektir.5
Gayb; duyularla algılanamayan, insanın deney ve gözlemlerine konu olmayan şeylerdir. Cahiliyye dönemi
Arapları, tanrı olarak taptıkları putlarının gaybı bildiğine inanırlardı. Yalnız, onların bu bilgisine direkt yollarla
değil, endirekt yolla ulaşmaya çalışırlardı. Mesela Mekke’liler, Hübel putunun yanındaki okları çekerek,
başvurdukları iş hakkında tanrılarının ne düşündüğünü anlamaya çalışırlardı.
Kur’an, gaybı bildiği iddia edilen sahte tanrıların gaybı bilemeyeceklerini şöyle ifade eder:
“Onlar, diriler değil; ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Nahl: 16/21)
Gaybı bilmek, ülûhiyetin özelliklerindendir. Psikolojik bir gerçektir ki, insanoğlu taptığı varlığın gaybı bilmesini
istemektedir. Çünkü gaybı bilmek, tek başına bir üstünlüktür. Aynı zamanda başkalarına üstünlük kurmanın
yollarından birisidir. Tabii ki insanın bu merakı, birçok bâtıl ve hurâfenin de kaynağını oluşturmaktadır.
İnsanoğlunun bu zaafı, gaybı bildiğini iddia eden birçok insanın da ortaya çıkıp diğer insanları kandırarak
sömürmesine sebep olmuştur.6

Gaybın Çeşitleri:

İki türlü gayb vardır: Bir kısmı, hiçbir delili bulunmayan gaiblerdir ki bunları ancak "Allâmu'l-ğuyûb" (gaybları
bilen) Allah bilir. "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez." (En'âm: 6/59)
âyetindeki gaybdan maksat bunlardır. Diğer kısmı da delili bulunan gâiblerdir ki, "onlar gayba inanırlar."
(Bakara: 2/3) âyetindeki gaybdan kastedilen de bu kısımdır. Âyette geçen "el-ğayb" kelimesinin elif lâmı ahd
içindir. Yani, Allah'tan hakkıyla korkan müttakîlerin inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan hak gaybdır ki,
bu da Allah ve sıfatı, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti, kitapları indirme... gibi imana ait
temel unsurlardır. Gayba imanın önemi büyüktür. Çünkü korunmak, takvâ ona bağlıdır. Peygamber'i görüp iman
eden sahabilerin de en büyük meziyetleri, O'nu gayba ait verdiği haberlerde tasdik edişlerindedir. Nitekim, İbn
Mes'ud; "Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)a yemin ederim ki, hiçbir kimse, gayba imandan daha faziletli
bir şeye inanmamıştır." buyurmuş ve bu âyeti (Bakara: 2/3) okumuştur.7
Gayb'ın mutlaka gelecekle ilgili olduğu sanılmıştır. Oysa, sözgelimi önümüzdeki bir engelin ötesi bizim için
gaybdır; çünkü engelin ötesinde ne olduğunu göremiyoruz, duyularımızla algılayamıyoruz. Ayrıca, geçmiş/tarih
de gaybdır. Allah onun bilgilerini Kur'an'da belli oranlarda aktarmıştır. Nitekim bu bilgilendirmelerde "bu gayb
haberlerindendir; sana vahyediyoruz" denmektedir (Âl-i İmran: 3/44; Hûd: 11/49). Demek oluyor ki, Allah
vahyle gayb haberlerini de bildirmektedir ve peygamber bir bakıma gaybın haberini getirendir. 8

Kur'an'da Gayb:

Gayb kelimesi, Kur'an'da altmış yerde geçer. Kur'an'da gayb kelimesi, Allah'a nisbet edildiği yerlerde sadece
Allah tarafından bilinebîlen mutlak gaybı, "âlimu'l-gayb, âlimu'l-gaybi ve'ş-şehâdeh, allâmu'l-ğuyûb, âlimu
ğaybi's-semâvâti ve'l-arz" tarzındaki kullanımlarda insanların mevcut şartlar açısından bilemedikleri her şeyi
ifâde eder. "Enbâu'l-ğayb" terkibinde ise, geçmişte yaşanan ve ibret alınmak üzere nakledilen tarihî olayları
ifâde eder.
Kur'an'da zaman açısından; geçmiş, hal ve gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer
verilmektedir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kur'an tarafından "gayb haberi" olarak nitelendirilenlere
Hz. Adem, Nuh, Yusuf ve Meryem'e dair bilgilerler, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları örnek
gösterilebilir.9 Mekke'nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren10, Benî Mustalik
kabilesinin zekatının toplanmasını konu edinen ve ayrıca ifk hadisesinin iç yüzünü açıklayan âyetler11, Kur'an'ın
o dönemde bildirdiği hâlihazırla ilgili gaybî haberler arasındadır. Bizanslılar'ın Mecusi İranlılar karşısında yakın
bir gelecekte galibiyet elde edeceğini bildiren12, Mekke'nin fethini13 ve İslâm'ın parlak istikbalini müjdeleyen14
âyetler de Kur'an'ın geleceğe dair gayb haberlerindendir.
Bu kullanılışlar ışığında Kur'an'da gayb kelimesinin belirttiği hususları; geçmiş tarihî olaylar, gizli ve sır olan
şeyler, bir şeyin veya olayın iç yüzü, fizik dünyada başkalarınca görülemeyen nesneler, görülmeyen ve
bilinmeyen her şey, ayrıca Allah, melek, ahiret, cin şeklinde özetlemek mümkündür.
5
Ahmed Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.
6
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 215.
7
Hak Dini Kur'an Dili I, 167-168.
8
Ahmed Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.
9
Âl-i İmran: 3/44; Hûd: 11/49; Yûsuf: 12/102; Kehf: 18/13-26, 83-98.
10
Mümtehine: 60/1.
11
Hucurât: 49/6; Nur: 24/11-12.
12
Rûm: 30/4-5.
13
Fetih: 48/11, 15, 16, 27.
14
Nur: 24/55.
Genellikle insanın bilgiye ulaşmak için kullandığı duyuların ve zihnî fonksiyonların aracılığıyla bilinemeyen bir
olgu olarak algılanan gayb kavramı, Kur'an'da fizik ötesi âlemin varlıklarını belirtmesi yanında, fizik âleminin
insan bilgisi dışında kalan uzantısını ifâde etmek için de kullanılmıştır. Buna göre fizik ötesi âlem için "gaybî
varlık"; fizik dünyasında vuku bulmakla birlikte çeşitli sebepler yüzünden duyularla algılanamayan olaylar için
de "gaybî haber" tabirlerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Muttakî insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti, cehennemi görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar, Peygamber
Efendimiz'i de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun.
Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler olsun." buyurmuştur.15 Gayba inanan mü'min, kendisi
Allah'ı görmese de, Allah'ın kendisini gördüğüne inandığından bütün hareketlerini kontrol eder.
Muttakî müslüman, ahirette cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına yaklaşmaz. Günümüzde "ben
görmediğime, laboratuarda incelemediğime inanmam" diyenler, yeni bir söz söylemiş sayılmazlar. Çünkü "bu
güneşin altında söylenmedik söz kalmadı." Çağdaş imansızlar gibi, Musa (a.s.)'nın kavminden bir kısmı "Ey
Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız." demişlerdi (Bakara: 2/55). Çölde söylenen bu sözü,
bugünkü kâfir, laboratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve
büyüklüğü sınırlı olurdu.
Bu gözler, gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci mercanları
çıkarıyor. Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atını,
rahmetini görüyor ve O'na iman ediyoruz.16
Mü'minler, gayb'ı bilmeseler de ona inanırlar; hakikatin ve Hakk'ın varlığını ve tekliğini kabul ederler. Çünkü,
gaybı, hakikati bildiren Allah'tır. O, insanların nefislerinde ve dışlarında Kendini tanıtıcı âyetlerini
sergilemektedir. Mü'minler, görmeseler de, bilmeseler de, gayba inanırlar. 17 Hakikatin, duyularıyla
algıladıklarında değil; görünenlerin gerisinde yattığını kabul ederler. Âlem-i şehadeti tek âlem, dolayısıyla dünya
hayâtını da tek hayât kabul etmezler; bu hayâtın ötesinde şimdilik gayb da olsa, varlığından kuşku duyulmayan
bir başka hayâtın, yani ahiretin varlığına içten inanırlar.18 Görmeden, ama var olduğunu bilerek Rahman'dan
korkarlar.
"O takvâ sahipleri ki, onlar, görmedikleri halde Rablerine huşu içinde candan saygı gösterir ve korkarlar."
(Enbiyâ: 21/49)
Bakara sûresinin üçüncü âyetinde, müttakîlerin ilk özelliğinin gayba iman olduğu belirtilir. "O müttakîler ki,
gayba iman ederler" yahut, gıyaben (görmeden) iman ederler. Diğer bir tabirle onlar, gözle değil; kalple iman
ederler. İman etmek için, önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar. Gözlerinin önünde bulunan
bugünkü ve şu andaki görülen ve hissedilen şeylere saplanıp kalmazlar. Duyu ötesini, kalbi ve kalple ilgili
şeyleri tanırlar. İşlerin başı, görülende değil; ruh, akıl, kalp gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman
ve mekâna bağlı olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezaları doldurup boşaltandadır. Müttakîler, gayba
inanırlar; çünkü onların sağduyuları, saf basiret ve ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri,
anlayış kabiliyetleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır. Görünen ve hissedilen
şeyleri yarar, kabuklarını soyarlar; içindeki özüne, önündeki ve arkasındakinin sırrına nüfuz ederler; görenle
görüleni ayırt ederler; hissedilenden düşünülene intikal edebilirler. Varlık ve yokluk içinde gaybdan görünürlüğe,
görünürlükten gayba gelip, geçip giden ve hissedilen olayların satırları altındaki gayba ait manaları sezerler.
Hakikat, akılla, basiretle, kalp gözüyle görülebilir; dış görünüşü ile değil. Kuvvet görünmez deriz. Halbuki
kuvvetin eseri görülmektedir. Aslında görünen de kuvvetten ibârettir. Gelecek zaman bugün görünmez, yarın
görünür. Yani, bizce gayb, görülemeyen demek değil; görülmeyen demektir. Bugünün akla uygun olanı, yarının
hissedileni olabilir. Biz, delilsiz olan gayba değil; delili olan akla uygun gayba iman ediyoruz. Delilimiz;
aklımız, nefsimiz, kalbimiz, kâinat kitabı ve Allah'ın kitabı. Şu halde gaybin hakikatine iman ederken, görünenin
gerçeğini inkâr etmeyiz. Şimdiki halde görünen ve hissedilen meydandaki tabiatın iki tarafında geçmiş ve
gelecek, başlangıç ve sonuç denilen birer gayb âlemi var. Şu halde, kendini korumak (takvâ sahibi olmak)
isteyenler, görülenleri ve hissedilenleri seyrederken, daha önce onların arkasındaki gayba ve gayb ile
görülenlerin hepsinin kaynağına, mutlak kefiline, yani âlemlerin Rabbına iman ederler.19
İman esaslarının tümü gaybdır. Gayba iman, bir üstünlüktür. Gayba inanan mü'min, maddenin dar kalıpları
içinde haps olmaktan kurtulabilmiş, mânevî hayâtın güzelliklerini şehadet âlemi denen bu dünyada tatmaya
başlamıştır. Hem insan, hem evren Allah'ın âyetleridir. Küçük evren olan insanla âlem arasında büyük
benzerlikler vardır. İnsanın beden ve ruhtan meydana geldiği gibi; evren de fizik ve metafizik boyutludur.
İnsanda manevî, ruhî özellikler olduğu gibi; içinde yaşadığımız evrende de manevi varlıklar, melekler ve cinler
gibi madde ötesi yaratıklar vardır. Aklıyla ve ruhî özellikleriyle değil; sadece gözleriyle düşünüp karar verebilen
materyalistler, gözle göremedikleri canlılara ve gayb âlemine inanmazlar. Halbuki kendilerinde maddî olmayan

15
Müsned, Ahmed bin Hanbel, V/248.
16
Şifa Tefsiri, M. Toptaş, c. 1, s. 82-83.
17
Bakara: 2/3.
18
Bakara: 2/4.
19
Hak Dini Kur'an Dili, I, 164-166.
ruh, akıl, sevgi, nefret gibi nice özelliklerin varlığını kabul etmektedirler. Gözüyle görmediğinin varlığına
inanmadığını söyleyen bu insanların, bu sözlerinde samimi olmadıkları görülmektedir.
Varlıklar, görülen ve görülmeyen olmak üzere ikiye ayrılır. İçinde yaşadığımız şu dünyaya, elle tutup gözle
gördüğümüz âleme şehadet âlemi diyoruz. Melekûta, beş duyumuzla şahit olamadığımız duyular ötesi âleme de
gayb âlemi ismi veriyoruz. İnsan, kendi açısından şehadet âleminde yaşarken, aynı zamanda bir yönüyle de gayb
âleminde dolaşmaktadır. Bedenimiz şehadet âlemindeki olayların önemli bir kesimine şahit olurken, ruhumuz
gayb âleminin gizli dünyasında gezintiler yapmaktadır. İnsan, bedeni ve duyularıyla fizik dünyada yaşıyor.
Ruhu, aklı, hayâli, rüyası, önsezisi gibi manevi özellikleriyle gayb dünyasının kapısının aralığından gelen
sızıntılara da yabancı kalmıyor. 20

Gaybın Bilinip Bilinememesi:

Kur'an'da gaybı sadece Allah'ın bildiği ifâde edilmektedir.


“De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilirim demiyorum.” (En’am, 50)
"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez." (En'âm: 6/59)
"De ki: Gayb ancak Allah'ındır." (Yûnus: 10/20)
"Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir." (Hûd: 11/123)
"Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir." (Nahl: 16/77)
"Göklerin ve yerin gaybı (gizli bilgisi) O'na (Allah'a) aittir." (Kehf: 18/26)
"De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." (Neml: 27/65)
"Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (Fâtır: 35/38)
"Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (Hucurât: 49/18)
Gaybı, sadece Allah'ın bildiği konusuyla ilgili hadis-i şerifler de vardır.21
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim bir arrâfa veya kâhine gider, gaybdan verdiği haberi tasdik ederse; şüphesiz ki o Hz. Muhammed (s.a.v.)’e
indirilmiş vahyi inkâr etmiştir.”22
Peygamberler, gayb konusunda özel bir konumdadır. Kendilerine gelen vahy, gaybla ilgili bir olaydır. Vahyi
getiren Cebrail, bir melektir ve gaybdan gelmektedir. Peygamberler gayb âleminin yol göstericileridir.
Toplumları gayba ve fizikötesine iman ve itikada davet için gönderildiler. Peygamberler, toplum ve gayb
arasındaki ilişkiyi de sağladılar; toplum ve gayb âlemini birbirine bitiştiren bir halka oldular. Bazı âyetlerde,
Allah'ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir:
"Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder." (Âl-i İmran: 3/179)
"O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun
dışındadır." (Cin: 72/26-27)
Bu bağlamda Hz. İbrahim'e yer ve göklerin melekûtunun gösterildiği23, Hz. Yusuf'a rüya tabir etme ilminin ve
kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği24, Hz. İsa'nın, İsrailoğulları'nın evlerinde ne
yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği25 belirtilmektedir.
Fakat, peygamberler de beşerdir, bizim gibi insanlardır. Beşer oldukları için de kendiliklerinden gaybı
bilemezler. Tüm peygamberler gibi Peygamberimiz'in de kendiliğinden gaybı bilmesi söz konusu değildir. Allah,
peygamberlerine gaybdan bazı bilgiler verirdi. Peygamberimiz'in, bir kısım gaybî sırlara sahip olduğu gerçektir
ama, her şeyi biliyordu, gayba tümüyle vâkıftı demek yanlıştır. Başta Hz. Aişe olmak üzere sahabilerin çoğuna
göre Hz. Peygamberimiz gelecek hakkında bilgi sahibi değildi. O gaybı bilmez.26 İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah,
peygamberlere gaybdan vahyi bildirmiş ve gaybından olan şeyleri onlara vahyetmek ve indirdiği hükümleri
sûretiyle onları vahyettiği kadarıyla gayba muttali kılmıştır. Gaybı Allah'tan başkası bilemez.27
Peygamberimiz şöyle buyurdular:
"Ben de ancak fâni bir insanım (beşerim). Siz bana birçok davalar getiriyorsunuz. Sizlerden biri, diğer tarafa
nazaran beni ikna etmede daha kabiliyetli ve muktedir olabilir (meselesini daha beliğ olarak savunabilir). Ben
de ondan işittiğime (ve delillere) göre hüküm veririm. Bununla bir kimseye, hakikaten din kardeşine ait bir şeyi
verecek olursam, o kimse (bunu) asla almasın. Zira benim ona o şekilde vermiş olduğum şey, ancak ateşten bir
parçadır. Dilerse o ateşi alsın, dilerse bıraksın."28
20
Ahmed Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.
21
Bkz. Buhârî, İstiska: 29, Tevhid: 4; Müslim, İman: 77.
22
Ahmed bin Hanbel, Müsned.
23
En'âm: 6/75.
24
Yûsuf: 12/21, 37.
25
Âl-i İmran: 3/49.
26
Bkz. Müslim, İman: 287; Tirmizî, Tefsir: 7.
27
Taberî, XX/123.
28
Müslim, Akdiye: 13.
Dikkat edilirse Rasûl-i Ekrem, getirilen delillerin esas alınmasını ve ona göre hüküm verilmesini tavsiye etmiştir.
Ayrıca "ben gaybı bilirim ve mutlaka her hakkı, hak sahibine veririm" dememiştir. Günümüzde bazı medyum,
hoca veya şeyhlerin gaybı bildiğini ve ona göre davrandığını iddia edenlere dikkat edilmelidir.
Kurtubî de şu açıklamaları yapmaktadır: "Allah, peygamberi gaybından dilediğine muttali kılar. Çünkü
peygamberler, mûcizelerle teyid edilmişlerdir. İşte gayb olan bazı şeyleri bildirmeleri de bunlardandır. Hz.
İsa'nın bazı kimselere evlerinde neleri sakladıklarına dair haber vermesi gibi. Yüce Allah, peygamberlerden razı
olduğu kimseleri istisna etti. Onlara vahyetmek sûretiyle gaybından dilediğini onlara öğretti. Bunu onlara bir
mûcize ve peygamberliklerine dair doğru bir delalet olarak vermiştir. Müneccim ve benzeri kimseler olan
falcılar ve gayba dair haber verdiklerini iddia eden kimseler ise, Allah'ın beğenip seçtiği peygamberlerden
değildir. Aksine bunlar, sezgi, tahmin ve yalanlarıyla Allah'a karşı yalan söyleyip iftiralarda bulunan kâfirlerdir.29
Buna göre, beşerin bilgi edinebilme sınırları içerisine girmeyen, insanın bilgi elde etme yollarıyla bilinemeyen
bilgilere, yani ona dair bilgiyi Yüce Allah'ın tamamıyla kendisine tahsis ettiği ve ancak dilediği kadarını dilediği
peygamberine bildirdiği "gayb bilgisi"ne sahip olduğunu iddia etmek, kişinin kâfir olmasına sebeptir.
Gayb, iki kısımda değerlendirilir: a- Mutlak gayb, b- İzâfî (göreceli) gayb. Mutlak gayb, yalnız Allah'ın bildiği
gaybdır. Gaybın bu çeşidini Allah, başkasına bildirmemiştir. İzâfî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına
gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin içinden geçen duygular, kalbindeki manalar, kendisine malum olduğu, gayb
olmadığı halde, başkası için mechul olduğundan gaybdır. Dağın eteğinde olan bir kimse için, dağın ardı gaybdır.
Ama uçaktan bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir. Gayb ile idrak ve duyularımız arasında engel ve
duvarlar, maddi perdeler yoktur. Gayb, gaybın varlığı, gizliliğin var oluşu, idrak ve duyularımızın gücü ile
ilgilidir.30
Duyularımızın ve idrakimizin belirli kapasiteleri vardır. Mesela mikropları göremediğimiz gibi, radyonun
rahatlıkla aldığı sesleri de çıplak kulağımızla duyamıyoruz. Bu yüzden gayb, bizim idrak ve duyularımızın sınırlı
olması yönünden gaybtır. Allah için gayb diye bir şey sözkonusu değildir.
Kur'an-ı Kerim, mutlak gaybın bilinmesini sadece Allah'a tahsis etmek sûretiyle bu husustaki cahiliyye inancını
reddetmektedir. Kur'an, gaybı bilme özelliğini Allah'a âit bir kemal sıfatı olarak göstermektedir.31 Yalnız Allah'a
ait olan gaybı bilmenin, diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini Kur'an tevhide aykırı bulmaktadır. Gayb
kapılarını zorlama denemeleri olan fal, kehanet vb. yollara başvurmayı yasaklamaktadır. Allah'ın dilediklerini
muttali kılacağı gayb alanına ait bilgi edinme yollarının vahiyden ibâret bulunduğu, böyle bir bildirim olmadan
gaybı bilmenin mümkün olamayacağı vurgulanmaktadır. Allah ve bildirdiği kadarıyla Rasûlüllah dışında hiç
kimsenin mutlak gayb olan âlemle ilgili şeyler bilmesi mümkün değildir. Sihirbazların, büyücü, medyum ve
onların yardımcıları olan cin ve şeytanların gaybı bilmesi mümkün değildir. Kur'an onlar için kulak hırsızları32
der.
Yüce Allah, birçok âyetinde gayb ilminin kendine has olduğunu belirtmiştir. Allah tarafından, bilgisi kendisine
has olduğu açıkça belirtilen gayb bilgisini bilmek iddiasında bulunanlar kâfir olurlar. Deney yoluyla bilinebîlen
hususlarda bir takım emare ve sebeplere istinaden meydana gelecek hallere dair kanaat belirtip tahminlerde
bulunmak ise, kişiyi küfre götürmediği gibi, fâsık da yapmaz. Ancak gelecekte kazanacaklarına dair iddialarda
bulunmanın, genel ve özel anlamda gelecekte meydana gelecek olayları haber vermenin ise küfür olacağında
şüphe yoktur. Yine, kehanet yoluyla ya da arraflık, medyumluk ile gayb bilgisi iddiasında bulunmak da aynı
hükümdedir. Arraf ve kâhin gaybı bilmek iddiasında bulunan kimselerdir. Bu gibi kimselere gidip gayba dair
bilgiler soranların, Muhammed (s.a.s.)'e indirilenleri yalanlamış olacaklarını açıkça belirten ve onlara gitmeyi
yasaklayan pek çok hadis vardır.33
Bu arada kâinatta cereyan eden birtakım olayların meydana gelmesini, başka bazı olayların etkisiyle meydana
geldiğini ileri sürerek, onları Allah'ın yaratma ve takdiri dışında kalan sebeplerle meydana geldiklerini söylemek
de aynı şekilde küfür ve inkârdır. Nitekim Peygamber (s.a.s.)'in Hudeybiye'de bir sabah namazını kıldırdıktan
sonra, yağmur yağışını Allah'ın lütuf ve rahmetine değil de; belli bir yıldızın belli bir burca girmesine bağlı
olarak kabul edenlerin kâfir olduklarını belirten hadis-i şerifi bu konuda açık deliller arasındadır.34
Kurtubî'nin naklettiğine göre, Hz. Ali, Hâricîler üzerine yürümek istediğinde, birisi bu vakitte çıkmamasını ve
filân yıldızın doğmasını beklemesini tavsiye etmiş, dediği vakitte yola koyulacak olursa zaferi kazanacağını
belirtmiş. Ancak Hz. Ali, ona kesin bir şekilde şöyle cevap vermiş: Muhammed (s.a.s.)'in müneccimi yoktu.
Ondan sonra benim de olmayacaktır. Senin bu söylediğin sözün doğru olduğunu kabul eden bir kimsenin, Allah'a
şirk koşmuş bir kimse gibi olmayacağından emin değilim. Bundan dolayı biz seni hem yalanlıyor, hem de sana
muhalefet ederek, bize gitmemeyi söylediğin saatte yola çıkacağız. Daha sonra Hz. Ali, beraberindekilere
yönelerek şunları söyler: "Ey insanlar, yıldızlarla ilgili olarak karanın ve denizin karanlıklarında yol alabilecek
29
Kurtubî, Camiu li Ahkami’l-Kur’an: XIX/27-28.
30
Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, 320-324.
31
Mâide: 5/109; En'âm: 6/73; Tevbe: 9/94, 105; Ra'd: 13/9; Sebe': 34/48.
32
Hıcr: 15/18.
33
Müslim, Mesâcid: 33; Selâm: 125; Ebû Dâvud, Salât: 167; Nesâi, Sehv: 20; Tirmizî, Tahâret: 102; İbn Mâce, Tahâret: 122; Müsned,
II/429; IV/68; V/380 vs..
34
Buhârî, Ezan: 156, İstiska: 28, Meğâzi: 35; Müslim, İman: 125; Ebû Dâvud, Tıb: 22; Tirmizî, Tefsir: 56; Nesâi, İstiska: 16.
kadarından fazlasını öğrenmeyiniz. Şunu biliniz ki müneccim (yıldızlara bakarak geleceğe dair haber veren),
sihirbaz gibidir. Sihirbaz da kâfir gibidir. Kâfir de cehennemdedir." (Daha sonra, kendisine bu saatte yola
çıkmamasını söyleyene yönelerek:) "Allah'a yemin ederim ki, eğer senin yıldızlara bakıp ona göre amel ettiğine
dair bir haber ulaşırsa, ben ve sen, hayâtta kaldığımız sürece hapisten çıkartmam. Yönetici kaldığım sürece
(mücahid mü'minlere verilen ve devlet hazinesindeki hakları olan) maaşını keserim." Daha sonra Hz. Ali, o
adamın çıkmamasını istediği saatte yola koyulur ve Haricilere karşı muzaffer olur. Bu olay, Nehrevan Olayı diye
bilinir.35
Zaman ve mekân engeli veya yaratılış özellikleri açısından sınırlı bir varlık olan insan, gayb denilen alanla her
an karşı karşıyadır. Mutlak gayb, hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olunmayan ve vahy yoluyla sadece
peygamberlere bildirilen gayb olmak üzere iki kısımdır. İzâfî gayb da fizikî âlemle ilgili ve fizik ötesi olmak
üzere ikiye ayrılabilir. İnsanların kısmen de olsa bilgi sahibi olabildiği bu alan, hiçbir zaman sadece Allah'a
mahsus mutlak gayb sınırlarını zorlamaz. Esasen bir kimse bir şey hakkında bilgi sahibi olabiliyorsa, söz konusu
husus onun için şehadet konumundadır. Bu açıdan izâfî gayba "izâfî şehadet" demek de mümkündür. Gayb ile
şehadetin kesişip iç içe girdiği kavşak noktası varlığı olarak nitelenebîlecek bir varlık yapısına sahip bulunan
insanda akıl, ruh ve gönül gibi adlarla anılan bazı fizik ötesi boyutlar bulunmaktadır. Kur'an, âlemde insan
tarafından müşahede edilen her şeyin görünen yönünün, bilinen fonksiyonunun ötesinde görünmeyen ve
bilinmeyen bir metafizik cephesinin de bulunduğunu haber vermektedir.36 Duyulur âlemde gerçekleştiği halde;
zaman, mekân ve duyuların yetersizliği gibi sebeplerle insanın bilgi sahibi olamadığı varlık alanları da
mevcuttur. 37

Allah, Peygamberlerinden Dilediğini Dilediği Kadar Gayba Muttali Kılar

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:


“Allah, sizi gaybe muttali kılacak değil; fakat Allah, Rasüllerinden dilediğini (gaybe muttali kılmak için) seçer.”
(Al-i İmran: 3/179)
“Allah, gaybı bilendir. Hiç kimseyi gaybına vâkıf etmez. Ancak beğenip seçtiği Rasul(ler müstesna.)” (Cin:
72/26)
“De ki: Allah’ın dilediği müstesna, kendi nefsim için bir zarar def edip bir menfaat sağlayamam. Eğer gaybı
bilseydim hayırdan çok (şeyler) yapar ve bana kötülük dokunmazdı. Ben, başka değil, ancak inanan bir toplum
için müjdeleyici ve bir uyarıcıyım.” (A’raf : 7/188)
Müşrikler, çeşitli vesilelerle, beşer tâkatinin ulaşamadığı bazı şeylerin bilgisini veya onların icadını
Rasulullah’tan istiyorlardı. Zira onlar, peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin insanüstü bir güce sahip
olması, sebepler kanununun dışında, istediği zaman gayb haberlerine vâkıf olması ve olağanüstü işleri yapmaya
her an muktedir olmasının gerekliliğine inanıyorlardı. Bundan dolayı, Allah’ın Rasulü, Rabbından aldığı
vahiylerle gaybı bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allah olduğunu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemediğini
onlara tebliğ ediyordu.
Bâtıl ve sapık inançlardan biri de gayb âleminde birçok tasarruflar yapmaya yetkisi bulunan İlyas, Hızır, Gavs,
Kutup ve Ricalu’l-Gayb gibi ölmüş veya hayalî varlıklara inanmaktır. Çoğu kez bu hayalî şahıslara olan inanç
bağı ve bağlılık onların ilahlaştırılmasına kadar gidiyor, dolayısıyla tevhidden saptırıp şirk batağına sürüklüyor.38

İyi ki Gaybı Bilemiyoruz:

Gelecekle ilgili şeylerin bir kısmını önceden bilmek, insanı rahatsız eder. Peygamber bile olsa, insan için
istikbalin kapılarının ardına kadar açılması bir nimet ve lütuf değildir. Allah, rahmetinden dolayı, bize zarar
verecek, imtihan dünyası özelliğiyle de bağdaşmayacak bilgiler vermemiş, geleceği gayb perdesinde saklamıştır.
O yüzden her taraftan gayblarla çevrili bir âlemde yaşıyor ve imtihan oluyoruz. Allah, nice hikmetlerden dolayı,
bin geceden daha hayırlı olan Kadir gecesini Ramazan'da saklamıştır. Duânın kabul olduğu zamanı Cuma
gününde gizlemiştir. Öleceğimiz zamanı ömür içinde ve kıyametin kopacağını dünyanın ömrü içinde bizim için
gayb olacak şekilde saklamıştır. Çünkü bunları bilmemiz, bize fayda değil; zarar verecektir. İnsan, öleceği
zamanı bilse, eceli belli olsa, hayâtının önemli bir kısmını "daha ölmeme çok var, nasıl olsa yakında
ölmeyeceğim!" diyerek gafletle geçirir, ibâdet bilinci içinde yaşamazdı. Eceli yaklaştıkça da bir idam mahkûmu
gibi dehşet içinde yaşar, kalan hayâtı kendine zindan olurdu. Ecelimizi bilmememiz, yani bunun gayb olması,
bizim dünya ve ahiret dengesini kurmamız açısından çok önemlidir. Hem ölmek, hem yaşamak mümkün
olduğundan, dünya ve ahiret maslahatı bu gizliliktedir. Böylece korku ve ümit arasında, belki yarın ölebilirim
diye bir taraftan ahirete hazır olurken; belki daha ölmem diyerek dünyasını da ihmal etmeyip düzenlemeye

35
Kurtubi, Camiu li Ahkami’l-Kur’an: XII/29.
36
Bakara: 2/74; İsrâ: 17/44; Hac: 22/18.
37
Ahmed Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.
38
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 215-216.
gidebilecektir. Birini öbürüne feda etmeden denge içinde huzurla yaşayabilmek için ölüm zamanımızın gayb
olması en güzeldir.
Gaybın perdeli oluşu, Allah'ın engin rahmetinin ve sayısız hikmetinin gereğidir. Çünkü şu dünyada insanın
hoşuna gitmeyen şeyler hayli çoktur. Meydana gelmeden önce, gelecekte başımıza gelecek olanları bilmek, bize
acı verecek, elemin uzamasına sebep olacaktır. Bu yüzden ecelimiz gibi, başımıza gelecek musibetler de gayb
olarak gizlenmiştir. Mesela, bir yıl sonra biricik çocuğunun öleceğini bilen bir anne ve babaya hayât zindan olur.
Yıllar sonra başına gelecek bir felaketi bilmek, insanı mutlu etmez; tam aksine şimdiden huzursuz eder. Bu
yüzden bazı şeyleri bilmememiz, bize faydalı olmayacak gayb sırlarına muttali olmamamız bizim için rahmettir.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Adem'in yaratılışını anlatan âyetler "türâb (toprak)"39 "tıyn (çamur, balçık)"40 ve "hame-i
mesnûn (kurumuş balçık)"41 gibi kelimelerle, fizik âleme ait maddî yönüne; ona ruh üflendiğini ifâde eden
âyetlerle42 gayb âlemine ait yönüne dikkat çekerek insanı gayb ve şehadetin birleşimi olarak göstermektedir.
Onun yaratılışındaki bu toprak ve ruh özelliğine çeşitli hadislerde de işaret edilmektedir.43 Bu yaratılış
özelliğinden dolayı, insan gaybla ilgili konulara büyük çapta merak sarar ve yaratılış sırrını çözmek ister.
Kur'an'da insanla sürekli ilişki halinde olduğu belirtilen ikinci gaybî varlık meleklerdir. Melekler her an
insanların yanı başında onların yaptıklarını kaydetmekte 44, onları tehlikelerden korumakta45, mü'minlere mağfiret
dilemekte46 ve günü gelince ruhlarını kabzetmektedir.47 Bu anlamda üçüncü gaybî varlık ise şeytandır. Şeytan
insana vesvese vererek48, düşmanlık yaparak49, kötü şeyleri güzel göstererek50 meleklerin aksine kişiyi olumsuz
yönde etkilemeye çalışmaktadır. Kur'an-ı Kerim, diğer bir gaybî varlık olan cinlerin hem varlığını, hem de
insanlarla temasını, melek ve şeytan kadar sık olmasa da vurgulamaktadır.51
Kur'an-ı Kerim, gayba inananlara mü'min; gayba inanmayanlara ise kâfir demektedir. Kur'an'a göre bu ikinciler
gaybdan kendilerine yönelen yaratma, murakabe, yanıltma gibi mekanizmalardan habersiz oldukları için, her
şeyi dünya âlemi ve fizikî çevre ile sınırlı görürler. Halbuki Kur'an'ın gayb telakkisi insanın dünya hayâtı ve
ahlak anlayışıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu dünyada yapılan her işin gaybî âlemin bir bölümünü oluşturan
ahiretle çok yakın münâsebeti vardır. Mü'min, ahiret sorumluluğuna ve gaybî murakabeye inanır, davranışlarını
da buna göre düzenlerse İslâm'ın öngördüğü ahlakî seviyeye, takvâya ulaşır.
Heva ve heveslerini ilah edinen kitleler, "insanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikat yoktur" sloganını, sık
sık tekrarlarlar. Bununla hem vahyi, hem gaybı inkâr etme gayretindedirler. Bütün beşerî ideolojilerde vahyi ve
gaybı inkâr hastalığına rastlamak mümkündür. Esasen dinle beşerî ideolojilerin arasındaki temel fark, bu noktada
yoğunlaşmaktadır. Kelime-i şehadeti ikrar ve tasdik eden bir insan; Allahu Teâlâ'nın kitabında ve Rasûlüllah'ın
sahih sünnetinde yer alan her hükmün mutlak hakikat olduğunu tasdik etmiş demektir. Zira bu sebeple
"müslüman" (Allah'a teslim olan) vasfını elde eder. Unutulmamalıdır ki; gayba iman etmek, mü'minlerin temel
vasıflarından birisidir.52

39
Âl-i İmran: 3/59.
40
A'râf: 7/12.
41
Hıcr: 15/28.
42
Hıcr: 15/29.
43
Buhârî, Enbiyâ: 1; Müslim, Kader: 1.
44
Kaf: 50/17-18.
45
En'âm: 6/61.
46
Mü'min: 40/7.
47
En'âm: 6/61; Nahl: 16/32; Muhammed: 47/27.
48
A'râf: 7/200, Fussılet: 41/36.
49
Mâide: 5/91; Yâsin: 36/60.
50
En'âm: 6/43, 137.
51
Neml: 27/17, 39; Sebe': 34/12, 14; Cin: 72/6.
52
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar: 2/52; Ahmed Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.

You might also like