You are on page 1of 25

21.

YÜZYILDA
CASUSLUK

İLETİŞİM VE BİLGİ ÇAĞINDA


GLOBAL İSTİHBARAT İSTASYONLARI
VE DEĞİŞEN CASUSLUK MESLEĞİ

Action + Obligation =
Intégration!
ARAŞTIRMA-GÖZLEM-ANALİZ RAPORU
İSTANBUL / ARALIK 2000
SUNUŞ

K oyu karanlık bir giz perdesinin gerisinde, hızla gelişen bilimin


ışığında değişen teknoloji, insanlığın hakim olduğu yerküreden uzay
boşluğunun derinliklerine fırladı. Egemen güçlerin finans ve kontrolüne
geçen bilimin yarattığı teknoloji, artık yerküre insanlığının yararı ve
hizmetine değil; efendisinin gereksinim ve talepleri doğrultusunda üretim
gerçekleştiriyor. Bu nedenle, insanlık terazisinin bir kefesine ‘alim’ diğer
kefesine ‘zalim’ konulup tartıya vurulduğunda, alimlerin neden oldukları
‘zulümlerin’ ağır bastığı çok net olarak görülür.

İnsanlık, 21. Yüzyılın ilk zaman dilimlerinde acemi adımlar ve çeşitli


kaygılar içinde geleceğe doğru yürümeye çalışıyor. Ve sanıyor ki; bilim hâlâ
insanlığın hizmetindedir. Oysa ki, bilimin geniş halk kitlelerinin yaşamanı
kolaylaştırarak mutlu kılmayı temel hedef alan, pozitif bilim Olympos’unun
varlıklı olmayı, var olmaya yeğleyen, idealist Tanrıları artık yok.

Bugünün açgözlü bilim insanları, onca önemli icadın mucitleri olmalarına


karşın, geniş halk kitleleri onların ne isimlerini biliyor, ne de önemli ve
akıllara durgunluk veren buluşlarını! Çünkü; onlar artık karanlıklar
ardındaki finansörleri için çalışan prototip bilimci.

Prototip bilimciler, insanlığa sundukları yararlı icatları sayesinde


ölümsüzlüğü hak ederek efsaneleşip bilim Olympos’unun Tanrıları arasına
karışmak yerine, efendilerinin kararıyla kuşkulu ölümler ya da faili meçhul
cinayetlerle noktalıyorlar yaşamlarını ..

İnsanlık, bugünün prototip bilimcilerinin adlarını yüzyıl sonra ortaya


çıkacak olan felâketler veya tesadüflerin yol açtığı skandalların ardından
öğrenebilecek. Ve onların adları hiçbir zaman ‘Ansiklopedi’ sayfalarında
yer almayacak.
Egemen güçler, insan zekâsının geliştirdiği bilimin gücü karşısında ne denli
güçsüz, hantal ve aciz organizasyonlar olduklarını algılamaya başlayınca
dehşete kapılıp, bilimcilerin ayakları altına kırmızı halılarla birlikte
cüzdanlarına açık çekler koyarak, bilim ilâhlarını kapı-kullarına dönüştürme
kurnazlığına başvurdular. Böylece egemen düzenlerin uzay ve savaş sanayi
ile istihbarat örgütlerinin hizmetine giren ve bir zamanlar bilimin özgür ve
güçlü Tanrıları olan nice mucit, Alaattin’in Sihirli Lambası’ndaki cine
dönüşüp de, “Dile benden ne dilersen!” diyen, prototip bilimciler olunca,
casusluk mesleğinde de değişimler ışık hızına erişti. Yeryüzündeki her
olanaktan sonuna değin yararlanmak zorunda olan casusluk; bilimi de
sonuna değin istismar etmeye yönelince, bedavacı istihbaratçılığı keşfetmiş
oldu.

İstihbarat Örgütlerinin yönetim kadrolarındaki casusluk uzmanları, kurnaz


ve kıvrak insan zekâsı ile pozitif bilim olanaklarını birleştirerek yepyeni
çalışma yöntemleri geliştirdiler. Bu sayede, evren sonsuzluğunun dar ufuk
çizgisinde sonsuzluğa açılan kapı gözlerinin önünde netlik kazandı. Bilimin
sonsuzluğa açılan kapısından başlarını içeriye uzatabilen çok az sayıdaki
casusluk uzmanı, birden bire servis verdikleri egemen güçlerin bile üstünde,
mutlak bir güç olabileceklerinin farkına vardılar. İşte o gün, bugündür
özellikle gelişmiş ülkelerin resmi istihbarat örgütleri, bilim, teknoloji ve
endüstri alanlarında istihbarata büyük önem vermeye yöneldiler.

Günümüzde istihbarat örgütlerinin gerçek güçlerini, sahip oldukları


teknolojik olanaklar ile kadrolarında yer alan altın beyinli yaratıcı
uzmanlar belirlemektedir.

***

Casusluk, insanlık tarihinin en eski mesleklerinden birisidir.

Casusluk, kural tanımayan: inanç, duygu, özlem, ihtiras, düşler


gereksinimler, zaaflar ve ideallerin merdiven olarak kullanıldığı bir
meslektir.

Kuralların tümünü el tersi etmekten başkaca bir yolu olmayan casusların,


gerçek kimlikleri açığa çıkıp deşifre olduklarında, mesleki kariyerlerinin
sonu gelir ve insanlığın karşısında dalgın, ezik bakışlı gözleri yere
çakılırken, başlarını bir türlü dik tutamazlar. Soğukkanlılığın zirvesine
tırmandıkları andır böyle zamanlar.. Büyük bir özveri ve sadakatle hizmet
ettikleri egemenler ise; deşifre olduklarında onlara sahip çıkıp korumak
yerine, tereddütsüz bir gaddarlıkla ayaklarının altındaki iskemleyi çekerek
cezalandırıverirler. Casusluk oyununun değişmez kuralı binlerce yıldan bu
yana işler durur: “Operasyon biter adam da biter”

Hangi amaçlar için olursa olsun, kim ve ne adına çalışmış olurlarsa olsunlar,
onlar egemen güçlerin maceraperest karakterli, soğukkanlı katilleri ve
gizemli ihtirasların karanlık gölgeleri olarak değerlendirildiklerinden;
başarılı üstün hizmetleri, yararlılıkları ve kahramanlıkları, geniş halk
kitlelerinin umurunda bile olmaz.

Çünkü onlar geniş halk kitlelerinin değil; daima egemen olan azınlığın
hizmetinde ve koruyuculuğunda, gizemli dünyaların yasalarını kendilerinin
yazabildiği radikâl memurlardır.

Casusluk tarihinde adları özellikle öne çıkartılan portreler, ihtiras fırtınasına


kapılıp, düşman ülkelerin istihbarat örgütlerine hizmetle ihanet
lâbirentlerine dalanların yaşam öyküleridir. Diğerleri hep gizli kalır, adları
açıklanmaz. Çünkü, açığa çıkacak her isimle birlikte kaçınılmaz olarak pek
çok gizemin üzerine sayısız projektör çevrilecektir. Bu da casusların hiç
işene gelmez. Onlar, mesleğin temel gereği olarak, zil karanlığın
güvencesini yeğlemek zorundadırlar. Aydınlık, yaşamın bitip ölümün
başlayacağı noktadır. Bu mesleki temel gerekçeden ötürü casuslar, geniş
halk kitlelerini aydınlatanlara yaşam hakkı tanımazlar.

Çift taraflı, bazen de birçok istihbarat servisine hizmete yönelen casusların


yaşamları; geçmişte idam mangalarının önünde, günümüzde ise; gizem
düğümü bir türlü çözülemeyen türlü komploların infaz cinayetleriyle
noktalanır.

Bir de resmi istihbarat örgütlerinin kadrolu elemanları tarafından


kullanılanlar vardır ki; bunlar genellikle ‘amatörler’ olarak tanımlanır.
Casusluk arenasına çıkan bu bahtsız ve aptal amatörlerin yaşam yolculukları
son istasyona ulaştığında; onların karşılama töreninde; onursuzluk ile
pişmanlık daima hazır bulunur.

***

Günümüz dünyasında henüz reşit yaşa gelmemiş çocukların bilim dünyasını


şaşkına çeviren işler kotardıkları bilinmektedir. Yetişkin çağdaki insanlar
arasında zekâ düzeyi bakımından üstünlükleri tartışmasız kabul gören bilim
insanlarını, çocuk beyinleriyle yenilgiye uğratabilen geleceğin dahiler,
giderek artış kaydetmektedir. Ancak yetişkinlerin, insanlığın gelişim
trampleninde sıçrayan onca çocuğun başarıları karşısında bile aymaz
kaldıkları bir gerçektir. Örneğin bir doçent kafasının tasını attıranlara, “Bir
doçent kaç yılda yetişir, bilir misiniz?” diye, soru yöneltebilir. Ya da bir
binbaşı ne denli önemli ve bilgili bir kişilik olduğunun farkına varmayanları
sarsıp hadlerini bildirmek için, “Bir binbaşı kaç yılda yetişiyor, biliyor
musunuz?” diye çıkışarak, karşısındakilerin ne denli kof ve içi boş bedenler
olduklarını dile getirmeye çalışabilir. Çünkü, insanlık kendisinden sonra
gelen nesillerin, çok daha gelişmiş bir beyne sahip oldukları gerçeğini tarih
boyunca görüp kabullenememiştir. Oysa ki, daima bir sonraki nesil, bir
öncekinden çok daha gelişmiş bir beyne sahip olmamış olsaydı, insanlık
gelişim gösteremez ve bugün erişebildiği düzeye tırmanamazdı.

***
İnsanlık bilgi çağını geride bırakıp iletişim çağına adım attığı andan buyana,
güçlü ülkelerin istihbarat servisleri, “Global İstihbarat İstasyonları”
oluşturmaya yöneldi. Uzay boşluğunda belirlenen hedeflere yerleştirilen her
uydu istasyonunda bu amaca uygun işlevsellik bulunmaktadır. Dünyanın
çevresini saran uygu istasyonları ile yerkürenin her noktasına ulaşan
bilgisayarlar ve internet ağı sayesinde, sıradan insanların kişisel
bilgisayarlarına dahi ulaşılarak sürdürülen yepyeni bir casusluk, bilimsel ve
teknolojik gelişim sağlayarak üstünlük elde etmiş ülkelerin İstihbarat
Örgütlerinin teknolojiden hangi ölçekte yararlandığının kanıtı olarak
karşımıza çıkmış bulunmaktadır.

Böyle bir dünyada geri kalmış, bilimsel ve teknolojik devrimlerden


yararlanamamış bu nedenle de gelişmekte olan ülkeler, geri kalmış ülkeler
ve üçüncü dünya ülkeleri olarak kodlanan ülkelerin resmi istihbarat
örgütleri, 21. Yüzyılda bilim ve teknolojide kendilerinden üstün olan
devletlerin istihbarat örgütlerine karşı koyamayarak, asli işlevlerini tümüyle
yitireceklerdir. Bu gerçeği ilk algılayan, gören ve servis verdikleri
hükümetlere bu feci durumu bildirmeleri gerekenler istihbarat servislerinin
sorumluları olmalıyken, ne acıdır ki; bu gerçeğin görülüp farkına
varılmaması için ellerinden gelen tüm hokkabazlıkları yapıp türlü
entrikalarla üzerini örtmeye çalışmaktadırlar. Hatta ve hatta bu durumu
görüp gelişmiş ülke istihbarat örgütlerinin hizmet kadroları içinde yer
almayı yeğlemektedirler.

Geri kalmış ülkelerin hükümetleri, geniş halk kitlelerine ulaşmak yerine,


geniş halk kitlelerini kontrol altına almayı başarabilen çeşitli güç odaklarıyla
işbirliği yaparak yeniden seçilmeyi garanti almaya çalıştıklarından, burada
dile getirilen konularla ilgilenmek yerine, gelişmiş ülkelerin istihbarat
servislerinin hışmına uğramamayı yeğlemektedirler. Çünkü, politikada
ayakta kalmanın ilk koşulu istihbaratçıların hışmına uğramamaktan
geçmektedir. Politik bir liderler rakiplerinin ve halkın üstesinden gelmeyi
başararak iktidarda yerleşip orada uzunca bir zaman kalabilirler, ama
istihbarat örgütlerini karşısına aldıklarında iktidar yüzü göremeyeceklerini
çok iyi bilirler. Bu nedenle de istihbarat dünyasında olup bitenleri, istihbarat
dünyasının demirbaşları olan casusluk kadrolarına bırakıp bu alana hiç
burunlarını sokmazlar. Onlar için önemli olan yalnız ve yalnızca kendilerine
sadakatle hizmet verilmesi ve rakiplerini alt etmede ihtiyaç duyduğunda
küçük entrikalarına yardımcı olunmasıdır.

Ancak, gerek gelişmekte olan, gerekse geri kalmış ülkelerin 21. Yüzyılda
felaketini hazırlayacak olan hükümetlerin ve politik liderlerin bu aymazlığı
ve vurdum duymazlığı olacaktır. Çünkü, artık yerkürenin mutlak ve gerçek
egemenleri İstihbarat Örgütleri ve bunların acımasız casusluk kadrolarıdır.
Yerkürenin diledikleri noktasında, diledikleri anda ve diledikleri her şeyi
gerçek kılmaya muktedir olan bu kadrolar, birer oyuncak gibi
kullanabildikleri bilimsel ve teknolojik olanaklar sayesinde, dünyanın
gerçek egemenleri olabilme yolunda ilerlemektedirler.

Hiçbir politik lider, istihbarat örgütlerinin onaylamadığı karar ve projesini


uygulayamaz. Hiçbir hükümet, istihbarat servislerinin onaylayıp destek
vermediği proje ve kararları yaşama geçirmede başarı sağlayamaz. Hiçbir
güç, hiçbir grup ve hiçbir örgüt istihbarat arenasında yer alan servisler kadar
etkin bir güce sahip olduğunu ileri süremez.

21.yüzyıl istihbarat servislerinin denetiminde ve yönlendirmesinde


düzenlenmektedir. Bunun önüne geçilmesi ise; hemen hemen olanaksız hale
gelmiştir.

Böylesine büyük, karmaşık ve gizemli bir örgütsel yapı karşısında geri


kalmış ülkelerin ulusal güvenliğinden sorumlu kadroların, karşı önlemler
almaması ise; görevlerine ihanetin en kesin kanıtını oluşturur.

Bu çalışma, bağımsız bir araştırma, gözlem ve analiz raporudur. Bu nedenle


sorunları gözler önüne sermede kullandığı yöntem ve ifade tarzı, ilgililerde
rahatsızlık uyandırabileceği endişesine kapılmaksızın, bağımsızlık ve
dürüstlük ve objektiflik prensiplerine sadık kalınması esas alınmıştır.

Bu çalışma içerdiği ciddi öneme sahip konunun dışında, ulusal güvenlik


alanlarındaki aymazlıkları ve geç kalınmışlıkları da dile getirmektedir. Bu
nedenle ulusal güvenlikten sorumlular arasında ciddi tedirginlik ve tepkilere
neden olabilir. Ancak, resmi portrelerin üstlerine şirin gözükmek için
hazırladıkları sıradan ve alışılmış bir çalışma olmamasına bilinçli bir özen
gösterilmiştir.

Bu çalışmanın hazırlanmasındaki temel amaç; ulusal güvenlik konularının


politik ve militarist önlemlerle sağlanabilmesi döneminin kapandığını gözler
önüne serebilmektir.

21. yüzyıl, “aykırı” bir yüzyıldır. İnsanlığın hedeflediği, tarihsel


birikimlerin ve stratejik hesapların bir türlü akort tutturulamayacağı bir
yüzyıldır. Buna kanıt olarak, tüm dünyanın 21. Yüzyılın en önemli
sorununun “terör” olacağında birleşmelerini gösterebiliriz. Çünkü, 21.
Yüzyıl dünyasında, hiçbir hesap, kural ve öngörü; bilim ve teknolojik
olanakların sonsuzluğunda kulaç atan istihbarat örgütlerinin casus kadroları
kadar başarılı olamayacaktır.

21. yüzyılda İstihbarat Örgütleri, kendi içlerinde, casus kadrolarının ağırlığı


altında ezilecek ve türlü sorunların üstesinden gelebilmekte çeşitli güçlükler
yaşamaya gebedirler. Bu kaçınılmaz gebeliğe yol açacak olan neden, casus
kadroların teknolojinin sağladığı sınırsız olanaklardan yararlanabilmesi
olacaktır.

Günümüz dünyasında artık hiçbir casus karanlık tesadüflerin kör


karanlığında değil, teknolojik olanaklardan yararlanarak bilimsel verilerin
ışığında çalışmaktadır. Bu nedenle de istihbarat örgütlerinde operasyonal ve
kilit noktalarda görev alanlar arzuladıkları doğrultuda kişisel çıkarlara
yönelik çalışmalar yapabilmektedirler.

Dünya ülkelerini çeşitli uluslararası kuruluşların şemsiyesi altında toplamayı


başaran süper güçler, uygulama aşamasındaki globalleşme süreci sonunda
‘dünya hükümeti’ kurmayı amaçladıkları bir zaman dilimi yaşanmaktadır.
Buna bağlı olarak süper güçlerin istihbarat örgütleri, diğer ülkelerin resmi
istihbarat servislerini amaçlarına uygun hizmet veren “Global İstihbarat
İstasyonları”na dönüştürebilmek için özenli ve büyük bir çaba
göstermektedirler. Globalleşme sürecine bağlı olarak, ulusal istihbarat
örgütleri, “Global İstihbarat İstasyonları”na dönüştürülmüş olacaktır. Bu
kaçınılmaz ve mutlak gelişme, 21. Yüzyıl politikalarının gereğidir.

Ulusal devlet yapısını reddeden Globalleşme Politikasının ilk hedefleri


arasında yer alan ulusal istihbarat servisleri, mercek altına alındığında
burada dile getirilen felâket kendiliğinden açığa çıkacaktır. Ancak, daha
önce de belirttiğimiz gibi, ulusal devlet yapısına sahip ülkelerin milli
güvenliğinden sorumlu kadrolar ile ülke yönetimini sağlamak için iktidara
gelen hükümetler, bu gerçeği görememekte veya içinde bulundukları son
derece güç ve hassas dengeler ile son derece kaygan zemin üzerinde dans
etmek zorunda olmalarından ötürü görmezden gelmek zorunda
kalmaktadırlar.

Genel olarak sağlıklı ve objektif bir değerlendirme yapılması halinde ulusal


devlet yapısına sahip ülkelerin yönetim sorumlularının demokratik
koşulların tüm nimetlerinden yararlanmalarına karşın; totaliterlik
merdiveniyle demokrasiye tırmanmayı yeğledikleri görülür. Bu tercih ise;
yurt içinde ve dış dünyada gelişen sorunların ertelenmesi politikasını
doğurmakta ya da üzerlerinin kapatılması sonucunu doğurur. İşte bu
nedenledir ki; geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerin ulusal
güvenlikleri sürekli tehditler altında kalmakta ve süper güçlerin himayesi
ihtiyacı doğmaktadır. Bu ihtiyaçlar, çeşitli adlarla anılan uluslararası
antlaşmaların ülke çıkarlarına aykırı maddelerine boyun eğme çaresizliğini
gündeme getirmektedir.

Günümüz dünyasında resmi istihbarat örgütleri, bağlı oldukları hükümet


politikalarının gereği olarak daha çok iç istihbarat alanlarında faaliyet
göstermeye mahkum edilmiş bulunmaktadırlar. Bu gerçeklik, istihbarat
örgütlerinin kaçınılmaz biçimde hantallaşması ve çağın gereklerini
algılayamayan, kör servislere dönüşmelerine yol açmaktadır. Dünya
gerçekleri, güç odaklarının ürettikleri politikalar ve ülkelerine yönelik
tehditleri algılayamaz duruma düşmüş olan resmi istihbarat servisleri, bağlı
bulundukları hükümetlerin dış politika belirlenmesinde gereksinim
duydukları istihbarat bilgilerine ulaşamamaktadırlar. Bu beceriksizlikten
yararlanmasını bilen süper güçler, amaçlarının gerçekleşmesine uygun
strateji gereği olarak istihbarat örgütlerinin dostluk ve dayanışma gereği
sunduğu diplomatik “uyarılar” veya dolaylı yollardan sızdırdığı bilgiler
sayesinde kendilerine yönelik tehditler hakkında bilgiye ulaşabilen geri
kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin istihbarat örgütleri, bağlı bulundukları
hükümetleri karşılaştıkları dış tehditler karşısında içinden çıkılmaz
labirentlere sürüklemiş olmaktalar.

Bugünün dünyasında -hangi devletin olursa olsun- ülkelerin kendi içinde


olup biten her şeyi yerel istihbarat örgütlerinden çok daha iyi bilen ve
gözlemleyene mekanizmalar gelişmiş ülkelerin istihbarat servisleridir. Bu
nedenledir ki; geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri hiç
beklenmeyen anlarda çeşitli nedenlerle elde tuttukları iktidar güçlerini bir
gecede yitirivermekte veya rejim değişiklikleri yaşanabilmektedir.

Türkiye’nin son yıllarında yaşanılan gelişmeler kanıtlamıştır ki; devlet


mekanizmasının en yaşamsal ve kilit noktalarındaki görevleri rejim
karşıtları işgal edebilmiş ve Cumhuriyet Devrim ilkeleri askıya
alınabilmiştir.

Türkiye özellikle son döneminde ardışık olarak yaşanılan ekonomik


sorunların üstesinden gelmeye çalışırken, boğulma noktasına
getirilebilmiştir.

Türkiye’de ailelerin yaşam sürdürdüğü evlerden faili meçhul cinayetlerden


geriye kalan cesetler fışkırabilmiştir.

Türkiye, narko/dolar ve yolsuzluklar ekonomisine bağımlı duruma


düştüğünü yıllar sonra fark edebilmiştir.

Türkiye, geçmişte genç nesillerin üretime katılımını sağlayamadığı gibi,


bugün de ulusal gençliğini yitirme noktasındadır.

Türkiye, etnik ayrılıkçı terör batağına sürüklendiğini 10 yıl gecikmeyle fark


edebilmiş, uluslararası plâtformda etnik bölücülüğün engeline toslayıp
şaşkına döneceğini algılayamamıştır.

Çeşitli çevrelerin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki görevliler arasında


dahi kadrolaşma plânından hareketle (‘sızma’ yöntemiyle) komuta
kademelerini ele geçirme girişimleri Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik
tehdidin boyutlarını göstermeye yeterlidir. Ayrıca her girişimin ardından
aydınlatılamayan kara delikler, daha sonra tekrar harekete geçebilmektedir.

Türkiye, Ermeni Soykırım iddialarının tırmandırılmak istendiği noktayı tam


70 yıl sonra bile tam olarak algılayamaz duruma düşmüştür.

Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren konularda gerçekleri


görebilmesi, 100 yıl gecikmeyle mümkün olmaktadır.

MİT’in son 20 yılda uluslararası arenada elde ettiği başarıların bir listesinin
çıkartılması talep edilmiş olsaydı eğer; ve bu liste diğer ülkelerin istihbarat
örgütlerinin uluslar arası arenada kazandıkları başarı listesi ile bir
karşılaştırılacak olsaydı, hiç kuşkusuz ki; ortala çıkacak sonuç, oldukça
çarpıcı bir mahcubiyet yansıtırdı.

MİT, son 30 yıldaki faaliyetlerinin %80’ini ulusal gençlik üzerinde


yoğunlaştırmış ve ulusal gençliğin paramparça olmasının tek ve gerçek
nedeni olmayı başarmıştır.

MİT, son 50 yıldır faaliyetlerinin %20’sini Türk aydınları üzerine


yoğunlaştırmış, ne kadar yazar varsa tümünü teker teker fişleyerek karalama
kampanyaları uygulamış ve Türkiye’yi aydınlatacak, Cumhuriyet
Devrimlerine gönülden bağlı tek bir Kemalist aydın bırakmamıştır.

Dünyanın gelişmiş ülkelerinin istihbarat örgütleri, aydın ve bilimcileri


kadrolarında istihdam ederek yararlanmayı temel amaç edinmişken MİT,
Türk aydın ve bilimcilerini rejim küskünlerine dönüştürmüş ve yok etmede
büyük başarılar elde etmiştir.

Milli İstihbarat Örgütü (MİT)’in tarihsel süreç içinde, misyonu ve işlevini


tümüyle yitirdiği gerçeği artık görülmelidir. Bu konudaki aymazlık,
Türkiye’nin 21. Yüzyılda üstesinden gelemeyeceği büyük sorunlar
yaşamasına yol açacaktır.

21. Yüzyılda Casusluk adını verdiğimiz ve İletişim ve Bilgi Çağında


Global İstihbarat İstasyonları ve Değişen Casusluk Mesleği çerçevesiyle
içerik hatları belirlenen bu çalışmanın varmak istediği amaç, burada çok
özet olarak dile getirilen gelişmeler karşısında neler yapılması gerektiğini
açıklıkla göz önüne sermektir.

Özet bir ifadeyle Türkiye’nin, istihbarat faaliyetlerinde sağlıklı ve


başarılı çalışmalara ihtiyacı vardır. Bunun gerçekleşebilmesi için de
yepyeni bir istihbarat mekanizması oluşturulmalıdır.

Neden yeni bir istihbarat örgütü?


Çünkü, “Action” (Eylem) amacıyla kurulan MİT, Türkiye’nin
NATO’ya katılımıyla birlikte makas değiştirerek “Obligation” (Yüküm)
istasyonunda revizyondan geçirilmiş ve son istasyon olan “Intégration”
(Bütünleşme)’a ulaşmıştır. Böylece ulusal olmaktan çıkmış “Global
istihbarat istasyonları”ndan biri haline dönüşmüştür.

Nasıl bir istihbarat örgütü?


Bu çalışmada, bir “Ulusal İstihbarat Örgütü”nün gereksinimleri çağın
koşullarına uygun verimlilikte karşılayabilmesi için, aksiyoner faaliyet
unsurları ve istihbarat savaşının alternatiflerine yer verilmektedir.

Saygılarımızla,
İstanbul: 05. Aralık. 2000
İSTİHBARAT MERKEZLERİ GEÇMİŞTE
NASIL ÇALIŞIYORDU?

KANLI OYUN: CASUSLUK (!)

Dünya savaşları yeni bitmişti ki; Moskova'da dünyayı ayağa kaldıran bir
dava görüldü, bu dava; U-2 uçağının pilotu Powers'in davasıydı!.. Bu
davanın ardında gizli ve müthiş bir mekanizma vardı. Dünyanın hemen her
köşesine el atan binlerce gizli el, insanoğlunun en eski mesleği casusluk
sanatının kanlı oyununu oynuyordu.

Bir zamanlar Amerika'nın müthiş casusluk şebekesinin başında zarif giyimli


ve ağzından hiç düşürmediği piposuyla Allen Dulles bulunuyordu. Henüz
Amerikalı casusların karargahı olan Merkezi Haber Alma bürosunun
varlığını bilmeyen yoktu. Washington telefon rehberinde teşkilat merkezinin
telefonu ve adresinin Executive 3-6115 olarak kaydı bulunuyordu.

Teşkilata mensup zeki gençler, o gün için Washington'un çevresine yayılmış


31 ayrı binada faaliyet gösteriyordu. Bu genç ve zeki adamların kulakları ve
elleri gizli yollardan, Moskova'nın Kremlin Sarayı'na kadar uzanıyordu.

Pearl Harbor baskınına değin Amerikan'ın Merkezi Haber Alma Teşkilatı


yoktu !.. Fakat, o feci baskının ardından tüm casusluk faaliyetleri tek bir çatı
altında birleştirilip, ipler tek bir kişinin eline teslim edildi.

Savaş yıllarında Amerikan'ın tüm casusluk, sabotaj faaliyetleri 'Office Of


Secret Services (OSS) tarafından yürütüldü. 1947'de Merkez İstihbarat
Ajansı, resmen OSS'nin iskeleti üzerine kuruldu. Kuruluşun şefi olan Allen
Dulles zaman zaman gizlice Kongre'ye, Komisyonlar'a çıkar ve CIA'nin
Demir Perde gerisindeki faaliyetleri hakkında bilgi verirdi. Bu açıklamaları
sırasında Dulles, Rusların bombarduman güçleri, üsleri, füze üretimi ve
zaman zaman da, siyasi niyet ve amaçları hakkında bilgi vermeye çalışırdı.
Bunun dışında CIA'nın yaptığı işler hakkında kimselerin bilgisi olmazdı.
Dulles'in ne dolaplar çevirdiğini yalnızca Cumhurbaşkanı bilir, hatta
CIA'nin çevirdiği dolaplardan çoğu zaman şef Dulles'in haberi olmadığı bile
ortaya çıkardı.

RUS CASUSLARININ GAFLARI

U-2 pilotunun Rusların eline sağ sağlim ve bütün casusluk aletleriyle


beraber geçmesi kuşkusuz çok büyük bir gaftı. Ama, Amerika Rusların da
casusluk faaliyetlerinde en civcivli anında yakayı ele verdiklerini söyleyerek
teselli bulmaya çalışmışlardı. Örneğin savaş sonrası, ilk kızıl casusluk
şebekesinin Ottava'daki Sovyet sefaretinde çalışırken özgürlüğü seçen şifre
memuru İgor Guzanko yakalanmıştı. Atom casusu 'Klaus Fuchs' ve bundan
birkaç hafta önce denizaltılardan ilk Polaris Füzesi denemeleri yapılırken,
Florida açıklarında devriye gezdiği görülen Sovyet elektronik gemisi
Vega’da CIA tarafından Rus casusluk teşkilatının gaflarına örnek
gösterilmişti.

O günler için; CIA'nın hesaplarına göre, Sovyetler'in dünyanın her yanında


faaliyet göstermekte olan 250.000 ajanı vardı. Ve Rusya bu ajanların
faaliyetleri için, her yıl 20 milyar Türk lirası tutarında bir para
harcamaktaydı. Tabi CIA kendi faaliyetleri uğrunda harcadığı gider
bütçesini gizli tutmayı yeğlemekteydi.

Bununla birlikte CIA'nin gizli bütçesi o günlerde 1 milyar ile 10 milyar


Türk lirası arasında tahmin edilmekteydi. Yine CIA'nın emrinde 3000 ila
30.000 arasında ajan çalıştırdığı tahmin ediliyordu.

DOKUZ İSTİHBARAT AJANSI

2.Dünya savaşı döneminde CIA'nın dokuz ayrı istihbarat ajansı vardı.


Bunlar: CIA, Savunma Bakanlığı'nın Milli Emniyet Ajansı, FBI, Atom
Enerjisi Komisyonu, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Amerikan
Haberler Servisi teşkilatının özel istihbarat şubeleriydi. Bunların içinde
yalnızca CIA'nin tüm istihbarat faaliyetleri için harcadığı paranın yalnızca
%8'ini harcadığı bilinmekteydi.

CIA ajanları, Amerika'nın en iyi ailelerine mensup gençleri arasından


genellikle üniversitede öğrenimlerini sürdürdükleri dönemlerde seçilenler
işe alınır ve özenle eğitilirlerdi.

Bazıları ekonomi, hukuk ve çeşitli bilim dallarında ihtisas yapmaları için


yeniden üniversitelere gönderilirlerdi. Bu gençler zamanlarının büyük
bölümünü lisan öğrenmeye ayırıyorlardı.

CIA mensuplarının içinde bulundukları koşullar ve aldıkları maaşlar tüm


memurlardan çok daha iyi tutulmaya özen gösteriliyordu.

CIA'nin rakibi olarak görülen FBI'in şefi Edgard Hoover, CIA'i eleştiri
bombardumanına tutmakta burada görev alan ajanların disiplinsiz, sol
eğilimli olduğunu dile getirmekteydi.

İNTİHAR YEMİNLERİ

CIA içinde doğrudan faaliyet gösterenlerin sayıları bir avuç insandı. Bunlar
birkaç lisanı ana dilleri gibi konuşabilen ve kimliklerini çok iyi
gizleyebilenler arasından seçilmiş kişilerdi.
CIA ajanlarının tümü 'intihar yemini' etmeye zorunluydular. U-2 uçağının
düşürülmesinin ardından Kruşçev'in o günlerde açıkladığı gibi pilot
Francis Powers de yakalandığında intihar etmek için yemin etmişti ve
yanında intihar ilaçları bulunuyordu.

U-2 uçakları yıllarca komünist ülkelerin semalarında devriye uçuşları


yapıyorlardı. Bu uçaklar MİG uçaklarının ateşine tutulmuşlar, kaçmayı
başarmışlardı.

CIA o yıllardan günümüze özel psikologların denetiminde tuttuğu


ajanlarının morallerini yüksek tutmak ve üstlendikleri risklerden ötürü
bozulan psikolojilerini kontrol altında tutmaktadır.

Yukarıda yüzeysel olarak yer verildiği gibi, İstihbarat Merkezi çalışmaları


artık tarihin tozlu raflarına kaldırılmış bulunmaktadır. Günümüz İstihbarat
Merkezleri’nin süreç içinde nasıl çalışarak bugünkü düzeye eriştiklerinin
anlaşılabilmesi için, önce Avrupa sonra, Amerika daha sonra da Türkiye’de
nelerin nasıl geliştiğinin görülebilmesi için, Siyasal, Sosyolojik, Kültürel ve
Ekonomik, gelişimlerin bilimsel açıdan incelenmesi zorunludur.

İSTİHBARAT MERKEZLERİ
GÜNÜMÜZDE NASIL ÇALIŞIYOR?

İstihbarat Merkezleri günümüzde klasik prensiplerden ‘gizlilik’ esasına sıkı


sıkıya bağlı, sırtını teknolojiye yaslamış ve tekeline aldığı bilimsel
çalışmalara açık olarak faaliyet göstermektedirler. Burada öne sürdüğümüz
çalışma elbette ki; gelişmiş ülkelerin istihbarat merkezlerini dile
getirmektedir.

Amerika, Rusya, İngiltere, Çin ve İsrail gibi, ülkelerin istihbarat örgütleri,


uzay teknolojisinin bütün nimetlerinden yararlanmaktadır.

Yerküredeki tüm ülkelerde gelişen toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik


gelişmeleri izlemekle görevli istihbarat merkezinde oluşturulan birimlerde
oluşturulan kadrolar, elde edilen verileri uzmanlık alanlarına göre
değerlendirip analiz etmekte ve kendi çıkarlarına uygun teorilere
dönüştürmektedirler.

Özellikle Amerika ve İngiltere istihbarat merkezleri, son 50 yıldır


bünyelerindeki uzmanlarla yetinmeyip, “bağımsız araştırma ve bilgi
merkezleri”nin çalışmalarından yararlanmaktadır. Çeşitli isimler altında
faaliyet gösteren bağımsız “araştırma şirketleri” ticaret yasalarıyla korunan
ve özgür çalışmalar gerçekleştiren “bilgi bankaları” görünümündedirler. Bu
tür şirketler tarafından sürdürülen araştırmalardan elde edilen bilimsel
verilerden yola çıkılarak hazırlanan teoriler, operasyonlarda kullanılmakta
veya pusula işlevi görmektedir.

Şimdi gelişmiş ülke istihbarat merkezlerinin Sosyoloji Bilimi’nden


yararlanarak Türkiye’de gerçekleştirdiği gizli gerçeklere bakmakta yarar
görüyoruz.
SOSYOLOJİ CASUSLARI
Siyaset olgusuna ilişkin sistematik incelemelerin yaklaşık 25 yüzyıllık bir
geçmişi vardır. Bu süreç içinde siyaset farklı yaklaşımlara, kapsamlara ve
adlara sahip disiplinler tarafından incelenmiştir. Ancak son iki yüzyılda bu
disiplinler arasındaki işbölümü giderek uzmanlık alanlarına dönüşmüştür.
Siyaset bir çok boyotuyla akademisyenlerin ilgisini çekmiştir.
Akademisyenler, zaman zaman birbirlerine karşıt, bazen birbirini
tamamlayıcı yaklaşımlarla siyaset bilimini çözümlemeye çalışmışlardır.
Siyaset biliminin analiz, yöntem ve biçimlenmesi çabalarında sosyolojik
yön daima önde olmuştur.

Siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisi tanımlamaları birbirlerinden farklı


kavramlardır. Siyaset felsefi yaklaşımlardan sosyolojik yaklaşımlara geçiş
yapmıştır. Sosyal siyasi düzenin doğal koşullarının ne olduğunu
sorgulamaktan ziyade, bu düzenin genelde ve özelde devamlılığı, değişimini
çözümleme “siyaset sosyolojisi”nin doğmasına yol açmıştır.

Devlet ve toplum arasındaki ayrım, modern devlet fikrinin doğmasından


sonra gündeme gelmiştir, Bu ayrımla birlikte siyaset bilimini en çok meşgul
eden konu; devlet mi toplumu biçimlendirir, yoksa toplum mu devleti
biçimlendirir, sorusuna verilecek yanıt olmuştur.

Kurumların ve süreçlerin özgürlüğünü ve özerkliğini küçümseyenler ile


siyasal alanın hakim alanı oluşturduğu, sosyal alanın ikinci derecede önemli
olduğu görüşünde olanlar iki kutba ayrılmışlardır. Bu farklı görüş
kutuplaşması, devletten yana olanlar ile toplumdan yana olanlar arasında
ideolojik bir çatışmanın başlamasına neden olmuştur. Birinciler toplum
tarafından devletin egemenliği altına girilmesini, ikinciler ise devletin
toplum tarafından sınırlandırılması, denetlenmesini ya da tümüyle ortadan
kaldırılmasını savunmuşlardır.

Avrupa kökenli sosyâl teori, 1930’lu yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’ne


girmiştir. Böylece Amerikan sosyolojisinin dar ufku genişlemiş, Amerikan
Siyasal Bilimi yeni ve değişik boyutlar kazanmıştır. Yöntem olarak
hukuksal ve tarihsel yaklaşım arka plana itilmiş, sosyolojik, psikolojik,
antropolojik ve ekonomik disiplinlerden yararlanılmaya başlanmıştır. Bu
sürecin hemen ardından “Bilimcilerden” de yararlanılmaya başlanmıştır.
Tüm bunların bir araya gelmesi sonucu “Davranışçılık” adı verilen yeni bir
ekol geliştirilmeye başlanmıştır.

DAVRANIŞÇILIK
Tarihsel olarak bakıldığında davranışçı yaklaşım, siyasal bilim içinde
protest bir hareket olarak belirmiştir. Ancak daha sonraları siyasal
birikimlerden, bireylerin incelenmesine yönelen geniş bir çerçeve olarak
belirlenmiştir. Böylece seçmen ve oy verme davranışı, siyasal katılım ve
kamuoyunun oluşumu gibi süreçlerle siyasal partiler, çıkar grupları ve kamu
yönetiminde karar alma mekanizmalarına ilişkin çok sayıda araştırmaların
gerçekleştirilebilmesi olanaklı hale gelebilmiştir.

Avrupalı göçmen bilim insanları Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyoloji


ve siyaset bilimi bölümünde önemli pozisyonlara sahip olmuşlardır. Bunlar
özellikle siyaseti anlamak için, sosyolojik ve psikolojik kuramlara eğilmek
gerekliliğini vurgulamışlardır.

Siyasal Sosyoloji Komitesi içinde beş ayrı çalışma grubu oluşturulmuştur:


1). Karşılaştırmalı seçim davranışı
2). Karşılaştırmalı öğrenci siyaseti
3). Karşılaştırmalı ulus kurma süreci
4). Silahlı kuvvetler ve toplum
5). Karşılaştırmalı topluluk incelemeleri

Kuşkusuz ki bu tür çalışmalar, uzmanlar arasında karşılıklı bilgi alışverişini


olanaklı hale getirirken, karşılaştırmalı araştırmaları özendirmiş, siyasal
sosyolojinin uluslararası düzeyde kabul görmesine son derece yararlı
olmuştur. Özetle bu çalışmalar, siyasal sosyolojinin günümüz görünümünü
kazanmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

SİYASET BİLİMİ VE DEVLET DİSİPLİNİ


Siyaset bilimi, devlet disiplinidir. Siyaset bilimi, siyasal kurumlarının pozitif
ve açık işlevleriyle ilgilenir.

Siyaset Sosyolojisi ise; toplumsal çatışma ve toplumsal değişim üzerinde


duran radikal bir disiplindir. Siyasetin gizli işlevlerini, şekli olmayan
yönlerini, disfonksiyonel boyutlarını siyaset biliminden çok daha geniş
ölçekte ele alır ve vurgular. Bu nedenle siyaset bilimi, kamu yönetimi ve
yönetsel örgütlerin nasıl etkin kılınacağı ile siyaset sosyolojisi ise;
bürokrasi, özellikle bürokrasinin doğasında varolan baskı (stress) zorlama
(strain) öğeleriyle ilgilenir.

Siyaset bilimi gibi Siyaset Sosyolojisi de iktidarın toplumdaki dağılımı ve


kullanımıyla ilgilenir. Ancak siyaset sosyolojisi, siyaset biliminden farklı
olarak, iktidar dağılımının ve kullanımının kurumsal yönleriyle uğraşmaz;
bunları veri alır. Bu açıdan siyaset sosyolojisi toplumu hareket noktası
olarak ele alır ve toplumun devleti nasıl etkilediğini araştırır. Oysa siyaset
bilimi, devletten hareketle devletin toplumu nasıl etkilediğini inceler.

Siyaset sosyolojisi, siyasal süreci anlamayı ve toplumsal yapı ile siyaset


arasındaki ilişkiyi açıklamayı kendine konu edinir. Bu açıdan toplumsal
katmanlaşma ile siyasal davranış arasındaki veya etnik bölünmelerle siyasal
süreç arasındaki ilişkiler siyaset sosyologunun başta gelen uğraşıdır.

Siyaset sosyologları, toplumdaki bölünmeler üzerinde dururlar.


Bölünmelerin siyasal yapıyı nasıl etkilediğini ve ondan nasıl
etkilendiklerini araştırırlar.
Siyaset bilimciler ise; bölünmeleri ihmal ederek daha çok siyaset oyunu
–Game of politics- üzerinde dururlar.

Kısacası siyaset sosyologları, toplumdaki çatışma üzerinde durarak, bu


çatışmayı doğrudan ve çözen araçları, siyaset bilimciler bunu sağlayan değer
ve tutumları incelerler.

Siyasal sosyoloji, her şeyden önce yaklaşım, inceleme ve odak noktasının


sosyolojik çerçeve olduğunu belirtir.

Siyasal sosyoloji, toplumu anlama ve açıklama girişimi olarak nitelenebilir.


Toplum ve siyaset arasındaki ilişkiyi inceleyen bir disiplindir. Siyasal
sosyolojinin ilgi alanına giren üç analitik konu şunlardır:
1). Siyasetin toplumsal kökenleri
2). Siyasetin yapısı veya siyasal süreç
3). Siyasetin toplum ve kültüre olan etkileri

SİYASAL SOSYOLOJİNİN TÜRKİYE’DEKİ TEMELLERİ


Türkiye’nin bilim çalışmalarının çizgisi Avrupa’dakine benzer. Avrupa’da
da Türkiye’deki gibi, başlangıçta toplumsal felsefecilik oluşmuş, olgulara
göre incelemeler yapılmıştır. Ziya Gökalp’in katkılarıyla ortaya kısmen
verilere dayalı olarak ortaya çıkartılan sosyal olgudan söz edilmeye
başlanmıştır. Ne var ki; Ziya Gökalp kendisini felsefecilikten kurtaramamış,
resmi ideolog olup çıkmıştır.

Gökalp’in sosyolojiyi bir disiplin olarak 1914’de İstanbul Üniversitesi’ne


sokması, toplumsal felsefeciliği olan ilgiyi azaltmamıştır. Avrupa’da olduğu
gibi, olgulara dönük olmayan yaklaşım uzun yıllar Türkiye’de de
sürdürülmüştür. O kadar ki; temelde 1940’lı yıllara değin temelde bünye
değişimi gerçekleşmesine karşın, üniversitelerde bunların araştırılması
yapılmamıştır.

Türkiye’de siyasal düşünce literatürü çok geniş ve zengindir. Osmanlı’da


siyasal düşünce, siyasal gücün kullanımı ve otoritenin kabulü için
gerekçeler yaratma sorununa ilişkin olarak doğmuştur. Bunun özünde yatan
ise; siyasal felsefedir. Bu hakimiyet bir türlü kırılamamıştır. Ebedi Önder
Mustafa Kemal Atatürk’ün felsefi yaklaşımlardan bilimsel aksiyonlara
geçişin sağlanmasındaki sorunlardan yakındığı pek çok kaynakta
görülmektedir.

SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ


İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1950’li yıllarda artmaya başlayan
Amerikan siyasetinin etkileri ve kültürel rolünün Türkiye’de
yoğunlaşmasıyla birlikte Siyasal Bilimler Fakültesi (SBF) ders programında
köklü değişiklikler yapılması gereksinimi duyulmuş ve ilk adımlar
atılmıştır. Bu tarihe değin (SBF) taşıdığı isme karşın, Avrupa
Üniversitelerinin klasik hukuk öğretim programları, ekonomi ve maliye
disiplinleri karmasından ibaret olan uygulama yapılmıştır.
1859’da Fransa’dan esinlenerek kurulan SBF, kamu yönetiminin üst
düzeyde yöneticilerini, diplomatik temsilcileri yetiştirme görevini
üstlenmiştir. Üniversiteler bir kuruma dönüştürülünce bu kez, personel
yetiştirmenin ötesinde bilimsel araştırmalara yönelme zorunluluğu
duyulmuştur. Böylece 1950’lerin başında Anayasa Hukuku, Kamu Yönetimi
gibi dersler okutan Bahri Savcı ve Yavuz Abadan, siyaset bilimine daha
çok ağırlık vermeye yönelmişlerdir.

KAMU YÖNETİMİ
1952’de Birleşmiş Milletler’in önerisi üzerine SBF, kendi bünyesinde
“Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün kuruması ile birlikte
bir grup Anglosakson bilim adamının çabaları normatif anlamda idare
hukuk anlayışının ötesinde devlet mekanizmasının işleyişini Siyaset Bilim
kavramlarıyla anlamaya çalışan yeni disiplin olarak, “Kamu Yönetimi”
popülerlik kazanmıştır.

ANGLO/AMERİKAN SİYASET BİLİMİ


Amerikan Yardım Programı’nın bir sonucu olarak, SBF ile -1955-59 yılları
arasında- New York Üniversitesi ile organik bir işbirliği oluşturulmuş ve
ders programı bu çerçevede gelen uzmanlarla birlikte gözden geçirilerek
Anglo/Amerikan Siyaset Bilimi kavramlarının ve anlayışının yerleşmesine
yol açmıştır.

SİYASAL İLETİŞİM
1960’tan sonra bu kez UNESCO’nun yardımı ile yine SBF’ye bağlı olarak
“Basın Yayın Yüksek Okulu”nun kurulması, zorunlu olarak siyasal
iletişim kavram ve kurumlarına yeni alanlar açmıştır.

HALKOYU ARAŞTIRMA GRUBU (SİHAG)

1960’lı yıllarda, yine SBF’ye bağlı İdari İlimler Enstitüsü içinde “Halkoyu
Araştırma Grubu” (SİHAG) seçmen davranışı, kitle iletişim araçlarının
etkinliği gibi konularda çeşitli araştırmalar gerçekleştirmiştir.

SİYASAL SOSYOLOJİ
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bu şekilde gelişme gösteren Siyasal Sosyoloji,
diğer kurumların öğretim programlarında da yer edinmiştir. ODTÜ’de,
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, Türk yönetimine geçtikten sonra
Boğaziçi Üniversitesi’nde nihayet 1975’de Bursa/Uludağ Üniversitesi’nde
siyasal sosyolojinin kapsamına giren konularda dersler konulmuş,
araştırmalar yapılmış ve konunun uzmanlarının yetiştirilmesine
başlanmıştır.

Örgütsel düzeyde, Türk Siyasi İlimciler Derneği ve Türk Sosyal Bilimler


Derneği adlı, çatılar altında gerçekleşmektedir.
ANGLO/AMERİKANCI MÜLKİYE KADROLARI
CUMHURİYETİN GÜNAHKÂRLARI

Türkiye’nin bürokrat ve siyaset kadrolarını yetiştiren tek kurum, eski adıyla


“Mülkiye” yeni adıyla, Siyasal bilimler Fakültesi (SBF)’dir. 2000 yılı,
Mülkilye’nin kuruluşunun 141. Yıl dönümü olarak kutlanmıştır. Türkiye’nin
20. Yüzyılı ıskalamasının en önemli nedenlerini141.yıldönümü kutlanan
Mülkiye kadrolarının tarihinde aramak gerekir.

Eski adıyla Mülkiye, yeni adıyla Siyasal bilimler Fakültesi, 141 yıldır,
Türkiye’nin bürokrat ve diplomat gereksinimi karşılamaktadır. 1950’li
yıllardan başlayarak Anglo/Amerikan yönetim ve denetimine geçen bu
okuldan yetişip Cumhuriyet Türkiye’sinin her alandaki yönetim
kadrolarında yer alan nesiller, “Cumhuriyetin Günahkârları” oldular.

MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Terör Örgütü PKK’nın lideri Abdullah


Öcalan ile ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın SBF’li oldukları
gerçeği, Değişen Casusluk Mesleği’nin sağladığı başarıyı işaret edebilmek
için, küçük fakat yerinde bir örnek oluşturmaktadır.

Türk kamuoyunun oluşmasını sağlayan Ulusal medya ve kadrolarının


günümüzdeki durumu göz önüne alındığında ortaya çıkan imza, SBF
merkezli Basın yayın Yüksek Okulu olmaktadır. Türkiye’de medyanın
yalnızca “Siyasal İletişim” görevini üstlenmiş bir merkez üssü durumunda
faaliyet gösteriyor oluşunun nedeni de böylece kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır.

NÜFUS CASUSLUĞU
SLEEPER & KÖSTEBEK

İkinci Dünya Savaşı döneminde gündeme gelen Sleeper –uyuyanlar-


kavramı, bir ülkeye yerleştirilen ve yıllar boyu ‘uyuyan’ casuslar için
kullanılmaktadır. Sleeperlar genellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında
gerçekleşen göçmen olarak ya da o ülkenin bir vatandaşıyla evlendirilerek
yerleştirilmektedir. İstihbarat örgütleri uzun yıllar Sleeperlarla hiçbir temas
kurmaz. Sleeper, süreç içinde toplumsal ve ekonomik çevrede etkin bir yer
edinip söz sahibi konuma eriştiğinde görev hazır hale gelmiş olmaktadır. Ve
ülkesinin istihbarat servisinin emri ile ‘uykudan’ uyandırılır. Bu türden
casuslar, hedeflenen ülkenin nüfusuna karıştığı için ‘nüfus casusları’ olarak
da tanımlanırlar. Casusluk literatürlerinde yer alan Sleeper kavramı; CİA’in
soğuk savaş dönemi olarak adlandırılan 2.Dünya Savaşı yılları sonrasında,
demirperde gerisine yerleştirdiği casuslar için kullanılmıştır. Aynı
dönemlerde Doğu Bloku’ndan Batı ülkelerine yerleştirilen casuslar için ise;
genellikle köstebek kavramı kullanılmıştır.

Sleeper diğer adıyla köstebekler genellikle göç nüfuslarının yoğunlaştığı


ülke ve bölgelerde görülür. Türkiye’de yönelik çeşitli dönemlerde ve çeşitli
etnik gruplara ait göçler yaşanmıştır. Tarihsel süreç içinde Türkiye’ye göç
edenlerin “Türk” kimliği aldıkları ve kendilerini Türk olarak tanımladıkları
bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Türkiye’de gerek duyulduğunda her alanda
kolaylıkla köstebek bulunabilmektedir. Dış istihbarat örgütleri köstebek
bulabilmede hiçbir güçlük ve sıkıntı çekmemektedirler.

ETNİK GURPLARIN ÖRGÜTLENİŞİ

Anadolu toprakları üzerinde binlerce yıldan buyana Türklerin koruması


altında özgür ve güvenli bir yaşam sürdüren etnik gruplar ile çeşitli ırklara
mensup göçmenlerin Cumhuriyet Türkiye’sinde ‘Etkin Güç’ odakları
olarak örgütlenişleri, süreç içinde hangi güçler tarafından ve nasıl organize
edildiği gerçeğine Ankara/SFB Üniversal Merkezli olarak ele alınıp
değerlendirildiğinde bütün yolların New York Üniversitesi’ne yani CİA’e
ulaştığı görülür.

Böylece Washington Merkezli İstihbarat Merkezi’nin bilgi, teknoloji ve


iletişim olanaklarından sonuna değin yararlanarak yerküre üzerinde nasıl bir
“Global İstihbarat Merkezi” konumuna eriştiği ve bu merkezin yerküredeki
tüm ulusal istihbarat merkezlerini “Global İstihbarat İstasyonları”na
dönüştürmeyi nasıl başardığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Terör Örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan, ANAP lideri Mesut Yılmaz,
MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun tarihsel bir kavşakta buluşmuşlardır ve
onları aynı kavşak noktasında biraraya getiren ortak unsurlar; SFB’li
oluşlarında aranmalıdır. Türkiye’de her alanda kilit noktayı elinde
bulunduran isim SFB’lidir. Ve Anglo/Amerikan siyaset ile kültürünün etkisi
altındadır. Bu yolla Türkiye her alanda ABD tarafından kontrol edilerek,
ABD çıkarları doğrultusunda kolaylıkla yönlendirilebilmiştir.

Sabetaylar, Aleviler, Kürtler, Süryaniler ve Ermenilerin Türkiye’de


Kemalizm ve ulusal çıkarlara aykırı olarak örgütlü faaliyetleri, dış ülkelerde
de Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı örgütlü faaliyetleri 1940-50’li
yıllarda Mülkiye (SBF)’ye sızılması yoluyla gerçekleştirilmiştir.

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE
MÜLKİYELİ İLE MÜHENDİS ÇEKİŞMELERİ

1940’lı yıllardan başlamak üzere, Cumhuriyet siyasal ve bürokrasi tarihine


bakıldığında Mülkiyeliler ile Mühendislerin kıran kırana sürüp giden
mücadeleleri derhal göze çarpar. Bu konu başlı başına bir doktora tezi
oluşturacak denli geniştir.

Her Mülkiyeli (SFB) kendisini ‘devlet’in kendisi ve sahibi olarak görme


alışkanlığı kazandığı gibi, devleti en iyi yönetecek olanın yalnızca Mülkiyeli
olacağına inanarak yetişmiştir. Cumhuriyeti ve vatanı hiç kimsenin bir
Mülkiyeli kadar samimi duygularla sevme hakkı yoktur (!) Mülkiyelilerin
dışındaki her entelektüel ‘vatan haini’dir (!) Bu görüşe kendisini iyice
kaptırmış ve SFB çatısı altında öğrendiklerinden başkasını ‘yanlış’ kabul
etme öngörüsüne sürüklenmiş kadrolar kaçınılmaz olarak “Cumhuriyetin
Günahkârları” olmuşlardır.

Cumhuriyet Türkiye’sinin tüm kamu kurum ve kuruluşları ile devlet eliyle


yaratılan büyük özel girişim kurumlarında temel direk görevini üstlenen
Mülkiye (SFB) kadroları, ne içerde ne de dışarıda ulusal çıkarlara gerektiği
biçimde hizmet verebilme başarısını gösterememiş ve Türkiye 20. Yüzyılı
ıskalamıştır.

Amerikan İstihbarat Merkezi’nin Cumhuriyet Türkiye’sinin Siyasal Bilgiler


Fakültesi’ne sızmasıyla atılan ilk tohumların hangi alanlarda ve nasıl yeşerip
geliştiği bugün Türkiye’nin karşı karşıya kalıp bir türlü çözmeyi
başaramadığı ‘sorunlar yumağı’ ile gözler önündedir.

Burada yer verdiğimiz bu gelişim süreci İletişim ve Bilgi Çağında


Globalleşen Amerikan İstihbarat Merkezi’ casuslarının çalışma
yöntemlerine örnek teşkil etmektedir.

ABD’nin bu çalışma yöntemi sonucunda, NATO şemsiyesi altında yer alan


Türkiye’nin Milli İstihbarat Örgütü, diğer NATO ülkelerinin istihbarat
örgütleri gibi, ulusal-aksiyon özelliklerini yitirmiştir.

NATO’ya bağlı tüm ülkelerin ulusal istihbarat örgütleri, ABD Milli


Güvenlik Stratejisi’ne bağlı olarak; -oblikasyon- ödevlerini yerine getirmeye
çalışan servislere, daha sonra da Globalleşme politikasının etkisiyle
uğradıkları entegrasyon –bütünleşme- macerasının kaçınılmaz sonucu
olarak “Global İstihbarat Örgütleri”ne dönüşmüşlerdir. Bu gerçekler
ışığında bakıldığında, NATO üyesi ülkelerin istihbarat örgütlerinin birer
ulusal-aksiyon kurumları olduğunu aklı başında hiçbir kişi iddia edemez.

ŞEFFAT İSTİHBARAT (!)


İstihbarat, gizli faaliyettir. Son dönemlerde Türkiye’de, şeffat bir istihbarat
örgütünden söz edildiği günler yaşanmaktadır. Görevi gereği gizlilik
prensipleri içinde hareket etmek zorunda olan istihbarat servisinin
şeffaflaştırılması olanaksızdır ve işin doğasına aykırıdır.

AÇIK KAYNAKLAR

İstihbarat servislerinin açık kaynaklardan olabildiğince yararlanması doğal


ve kaçınılmazdır. Ancak, istihbarat verilerinin %80’inin medya
kuruluşlarında yer alan haberler ve çeşitli çevrelerin spekülasyona açık
söylemlerinden yola çıkılarak hazırlanan derlemelerden ibaret oluşu; mevcut
istihbarat kurumunun yetersizliğini de gözler önüne sermeye yetmektedir.

EMNİYET VE İÇ İSTİHBARAT

Günümüz dünyasında hiçbir ülkenin polis teşkilatı, tek başına iç istihbarat


gereksinimleri için yeterli olamamaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin
polis teşkilatları bünyesinde iç istihbarat faaliyetlerinin sağlıklı ve başarılı
düzeyde yürütülebilmesi amacıyla, salt iç istihbarata yönelik çalışma yapan
birimler oluşturulmuştur. Özellikle federatif yapıya sahip ülkelerin ulusal iç
istihbaratından sorumlu, geniş yetkilerle donatılmış, özel yasalarla görev
sınırları belirlenmiş örgütler faaliyet göstermektedir.

İstihbarat alanının genişlemesi, yöntemlerdeki hızlı değişimler, ülkelerin iç


işlerin, siyaset, ekonomi ve sanayiden; kültür ve toplumsal olaylara değin
pek çok konuda tehdit içerikli uluslararası operasyonlar; ulusal iç istihbarat
faaliyetlerinde uzman kadrolar ile düzenli organizasyonları gerekli kılmıştır.

İSTİHBARAT ÖZGÜR ORTAMDA VERİMLİDİR


İstihbarat faaliyetlerinin en başarılısı özgür ortamlarda verimli olabilir.
Çünkü, istihbarat yaratıcı üretkenliği zorunlu kılar.

REALİST İSTİHBARAT VE BAĞIMSIZ KAYNAKLAR

İstihbarat çalışmalarında en realist bilgi, bağımsız kaynaklardan elde edilen


objektif verilerin değerlendirilmesiyle elde edilen analiz sonuçlarıdır. Dünya
eformasyon kirliliği yaşamaktadır. Hangi bilginin kimler tarafından ne
amaçlar doğrultusunda hazırlanan bir konserve olduğunun kestirilebilmesi
çok güç bir hale gelmiş bulunmaktadır.

İstihbarat örgütlerinin kadrolarında yer alan entelektüel çevrelerce


hazırlanan pek çok konuda çeşitli bilgilerin kamuoyunun bilgisine
sunulduğu bilinen bir gerçektir.

Özellikle konularında branşlaşmış ve uzmanlaşmış çevrelerin hazırlayıp öne


sürdüğü konserve bilgiler çok zararlı sonuçlara yol açmaktadır.

Dez/enformasyonun boyutlarını belirlemek gerçekten güçleşmiş


bulunmaktadır. Dez/enformasyon türbülânsına kapılmamak için, bağımsız
kaynaklardan sonuna değin yararlanılması gereklidir.

BAĞIMSIZ İSTİHBARAT KAYNAKLARI


Türkiye’nin 21. Yüzyılda bağımsız istihbarat kaynaklarına gereksinimi
vardır. Ermeni Soykırım İddiaları ve yol açtığı sonuçlar, Kürt Ulusalcılık
Hareketi, Köktendinci Faaliyetler, yaratılmak istenen Alevi-Sünni Çatışma
Oluşumu, etnik grupların örgütlenmesi, demokratik sivil toplum
kuruluşlarının örgütleniş ve yönelişleri, MAFİA oluşum ve aksiyonları ile
rejim muhalifi grupların oluşturduğu ortak cephe gibi, daha pek çok konuda,
sağlıklı, objektif, gerçekçi ve en önemlisi işe yarar çözümler üretebilecek
“özel kuruluşlar”ın süratle oluşturularak devreye sokulması zorunluluğu
vardır.

Türk Ticaret Kanunları çerçevesinde oluşturulacak sivil ve bağımsız


“Araştırma ve Bilgi Toplama Merkezleri” şahıs firması veya şirket
kuruluşları olarak faaliyete geçirilmeli ve bunların kendi aralarında bilgi
alış-verişi yapabilmeleri sağlanmalı, elde edilen bilimsel verilerin ürettiği
alternatiflerden yararlanılarak; uluslararası alanlardaki siyasal, ekonomik,
başarısızlıkların önüne geçilmelidir.

Sivil ve bağımsız araştırma ve bilgi toplama merkezlerinin gerçekleştireceği


içte gelişen toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyolojik olaylar
gerçekçi, objektif ve bilimsel verilere dönüştürülerek elde edilecek birikim
ve öngörü çalışmaları, Türkiye’nin kendi içinde istikrarını
koruyabilmesindeki en önemli unsur olabilecektir.

İNSAN KAYNAKLARI MERKEZLERİ


Türkiye’de son on yıldır oluşturulan ve her geçen gün bir yenisi faaliyete
geçirilen “İnsan Kaynakları” şirketleri ve ajansları aracılığıyla elde edilen
insan kaynaklarına ait veriler, dış istihbarat servislerinin Türkiye’de
rahatlıkla faaliyet gösterdikleri alanlardan birine örnek oluşturmaktadır.

Türkiye’nin insan kaynakları verilerinden elde edilen bilgiler ışığında,


toplumsal yapının çözümü olanaklı hale gelir.

BİLGİ BANKALARI
OLUŞTURULMASI ÇAĞDAŞ ZORUNLULUKTUR

Türkiye’nin Devlet İstatistik Enstitüsü ve Devlet Planlama Teşkilatı gibi


kurumlardan başkaca sivil ve bağımsız “Bilgi Bankaları”na acil olarak
gereksinimi vardır. Bu ihtiyaca cevap verebilecek çapta büyük bilgi
bankaları oluşturulmalıdır.

Türkiye, zengin kaynak birikiminden yararlanamaz duruma düşmüştür.


Kurulacak bilgi bankaları sayesinde, devlet arşivlerinin tozlu, rutubetli izbe
depolarında unutulmuş bilgi birikimleri gün ışığına çıkartılabilmeli, tarihsel
ve bilimsel bilgi birikiminden yararlanılması olanaklı hale getirilmelidir.

Teknolojik gelişmeler bilgi bankalarını zorunlu hale getirmiş olmasına


karşın bugün değin bu doğrultuda hiçbir çalışma yapılmamış olması büyük
bir talihsizliktir.

Gelişmiş ülkelerin istihbarat servisleri kendi bünyelerinde oluşturdukları


bilgi bankalarıyla yetinmeyip, bağımsız kaynaklar oluşturulmasına destek
vermektedir. Hükümetler ulusal ve uluslararası çaplarda bilgi bankaları
kurulabilmesi için tüm olanaklarını seferber etmişlerdir.

SİYASİLERİN TSK’NE SIZMA GİRİŞİMİ


Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), parti içinde yer alan emekli ordu mensubu
portrelerin ürettiği teori ile zorunlu askerlik görevini tamamlayanların
tezkere bırakmalarından yararlanarak Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarına
sızma girişimlerine yönelmiştir.
Tezkere bırakılması yoluyla TSK kadrolarında yer almaları planlanan MHP
kadrolarının süreç içinde TSK’de komuta kademelerinde etkin ve önemli
noktaları elde etme girişimi doğrudan ulusal güvenlik sorunu yaratacaktır.

Daha önceki dönemlerde köktendinci çevrelerin Harp Okulu Öğrencileri


arasına yerleştirdiği öğrencilerden yararlanarak TSK’de komuta
kademelerini ele geçirme planında görülen siyasi çevrelerin Ordu’ya sızma
girişimleri halen sürmektedir.

HEDEF: ULUSAL KEMALİS ORDU

Yukarıda eski adıyla Mülkiye, yeni adıyla SBF’ne ilişkin verilen örnek
göstermektedir ki; siyasal, bürokrat ve diplomat kadrolar 1940-1950’li
yıllardan başlamak üzere, yitirilmiştir. Bu alanda sağlanan başarı, TSK
kadrolarını ele geçirerek de elde edilmek istenmektedir.

MİT’in bu gelişmeler hakkında sessizliğini korumayı sürdürmektedir.


Neden? Bütün bu olup bitenlerden haberdar olamayan MİT’in dış istihbarat
alanlarında başarılı olabilmesi mümkün müdür? Elbette ki bunu beklemek
biraz saflık olarak değerlendirilir.

İç istihbarat alanında faaliyet gösteren Emniyet mensuplarının MAFİA ve


Narkotik dünyasının imparatorlarıyla ortaklık kurmak ve kişisel çıkar
sağlama kaygılarından başkaca bir amaçları kalmadığı da gerçektir. Bu
nedenle Emniyet istihbarat birimlerinin yukarıda verilen örneklerden hiç
birisi hakkında bilgisi bulunmamaktadır.

İÇ İSTİHBARAT
ARAŞTIRMA ŞİRKETLERİ İLE DESTEKLENMELİ

Türkiye, iç istihbarat faaliyetlerini bağımsız ve sivil araştırma firma ve


şirketleriyle desteklemek zorundadır. Bu çağın gereğidir. Aksi halde
Obligasyon ve Entegrasyon süreçlerini yaşamakta olan Türkiye’nin tüm
kurum ve kuruluşlarından elde edilen bilgiler, Türkiye’nin sorunlar
yumağını çözümlemede başarısız kalmasının en önemli nedeni olacaktır.

TSK’NE KARŞI DÜZENLENEN KOMPLOLAR


Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün tarafından isimleri
açıklanan Nüfuz Casusları listesinde yer alan bürokratlar örnek gösterilerek
hazırlanıp medyada başlatılan aleyhte kampanyalar Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden emekli Generalleri hedef almıştır.

Bankacılık ve yüksek öğrenim konusunda deneyim sahibi olmayan ancak


emekli olduktan sonra kendilerine iş verilen generallerin, ticari şirketlerce
kalkan olarak kullanıldıkları ileri sürüldü.
Özellikle çeşitli skandallara imza atan şirketlerin Yönetim kurullarında yer
alan emekli Generallerin isimleri şöyle:

Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı


Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya
Ege Ordu eski Komutanı Doğu Aktulga
Emekli Koramiral Işık Biren
Emekli General Teoman Koman
Emekli Orgeneral Sabri Deliç
Emekli General Ahmet Çörekçi
Kara Kuvvetleri eski Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun
Harp Akademileri eski Komutanı emekli Orgeneral Kemal Yavuz
Birinci Ordu eski Komutanı Orgeneral Çevik Bir
2. Takviye Hava Kuvvetleri eski Komutanı Korgeneral Şadi Ergüvenç
Eski Başbakanlardan emekli Orgeneral Bülent Ulusu

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun uyarılarına


karşın şirketlerde görev alan Generallerin isimlerini konu edinen haberlerin
medya yayınlarında genişçe yer alması ve görev aldıkları şirketlerin
yolsuzluk skandalları listesinde yer almaları, sonucu önceden belli
Ekonomik Savaş Stratejisi’nin uygulama alanına konmasından başkaca bir
şey değildir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst düzey komuta kademelerinde görev almış


Generaller, istihbarat merkezleri tarafından gerektiği biçimde
bilgilendirilmediklerinin açık ve net bir kanıtıdır. Türkiye’nin ekonomik,
siyasal, kültürel, ideolojik alanlarda hangi tehditlere açık olduğunu ya da
hangi tehditler altında bulunduğu MİT tarafından belirlenerek resmi
raporlara dönüştürülebilmiş olsaydı, Türk Silahlı Kuvvetleri emekli
Generalleri üzerinden TSK’yı yıpratma kampanyaları uygulamaya
konulmamış olurdu.

IRK VE MİLLİYETÇİLİK UYGULAMALARI


Batı dünyası ırk ve milliyetçilik kavramlarının içini boşaltmaya büyük özen
göstermiş, bu doğrultuda yıllardır sürdürülen kampanyalar düzenlemiştir.
Öte yandan etnik gruplara mensup halkları, aşiretleri ve azınlıkları da
“ulusalcılık hareketlerine” koşullandırmış, bunu da insan hak ve
özgürlükleri çerçevesinin içine yerleştirerek demokrasi idealini suiistimal
ederek uygulamaya koymuştur.

Halen İsrail, ülkeye yerleşmek için gelen göçmenlerin Yahudi ırkından olup
olmadıklarını belirlemek için kan testi uygulamaktadır.

Ulusal çıkarlarını savunmaya yeltenen Türkiye ise; her girişiminde ırkçılıkla


suçlanmaktadır.

Her ülkenin açık ve gizli müttefikleri olduğu bilinen bir gerçek olduğuna
göre, Türklere karşı sürdürülen kampanyalar karşısında özenli bir dikkat
gösterilmesi gereklidir.
Oldukça geniş bir halklar mozaiğine sahip Anadolu toprakları üzerindeki
toplumsal ve kültürel gelişmelerin bilimsel anlamda incelenmesi ve objektif
değerlendirme süzgeçlerinden geçirilmesi esasından hareketle, uluslararası
entrika tüccarlarının hazırladığı teorilerin amaçları doğru saptanmalı ve
karşı argümanlar geliştirilerek uygulamaya konulabilmelidir.

MASONİK ÖRGÜTLENMELER
Türkiye’de faaliyet gösteren “Hür Masonlar Locası” mensuplarının özellikle
siyasal, ekonomik ve kültürel alanlardaki etkileri ve yol açtıkları negatif
sonuçların sağlıklı bir araştırma ve analizi hiçbir zaman yapılmamışken;
ulusal ekonominin istikrara kavuşturulabilmesi, hakça bir gelir dağılımının
gerçekleştirilebilmesi olanaksızdır.

Türk veya Sabetay kökenli Mason Locası üyelerinin uluslararası ortaklıkları


ve ilişkileri Cumhuriyet Türkiye’si için çözümlenmemiş bir kör düğüm ve
dibi aydınlatılamayan kör karanlık bir kuyu olarak kaldığı sürece,
Cumhuriyet Devrimlerinin ayakta kalması yalnızca içten bir temenni olarak
kalmaya mahkümdur.

GİZLİ HIRİSTİYANLIK PLÂNI


Hıristiyan alemi Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüze, Anadolu
toprakları üzerindeki ideallerinden vazgeçmemişlerdir. Günümüzde
Türkiye’deki Kilise ve Hıristiyan Kültürüne ait yapıların restore edilmesi
için büyük kampanyalar düzenleyerek, kültür ve inanç varlıklarını
yaşatmayı ve bu yolla Anadolu toprakları üzerinde hak talebinde
bulunabilmenin zeminin oluşturmaya çalıştırmaktadırlar.

Türkiye’ye düzenlenen İnanç Turizmi ile, Hıristiyan kültürünün yeniden


inşasına çaba gösterildiği, tarihteki Bizans’ın hortlatılmaya çalışıldığı,
Türkiye’ye karşı güç birliği ortaklığı oluşturan Ortodoks, Protestan ve
Katolik Hıristiyanların Ayasofya ve Trabzon/Sümela gibi yerleri kendilerine
birer “Sembol” olarak belirledikleri yerlerin mülkiyetine sahip olmaya
çalıştıkları bilinmektedir.

Burada sözü edilen konular, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliğe


kabulü için öne sürülecek koşullar arasında yer alması planlanan ulusal
çıkarlara ve milli güvenliğe aykırı son derece sakıncalı planlar inanç
temelinde geliştirilen teorilerden yalnızca bir bölümüdür. Ancak, bunlar ve
benzer konular üzerinde Türkiye hiçbir araştırma ve analiz çalışması
yapmamakta direnmektedir. Bu direnişin benzeri, geçmiş tarihlerde Ermeni
Soykırım iddiaları konusunda da yaşanmış ve Türkiye bugün Ermeni
Sorunu ile köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.

You might also like