Professional Documents
Culture Documents
Kızıldere ve On’lar
Ömür Karamollaoğlu
Mehmet Yıldırım, Nihat Kurban
Süleyman Aydemir, Cemalettin Düvenci
Libya: Dezenformasyonun
Şafak Yolculuğu
TÜSİAD Anayasası
KIZILDERE
VE
Ve yanındakinin kanlı başı omzuna
değince,
18 ON’LAR
ona sıra gelince
sayısını saydı...
MİLLİ KRİZ
19
Söz istemez
Yaşlı göz istemez VE DEVRİM DURUMU
Çelenk melenk lazım değil
Susun
Sıra Neferi Uyusun...
ÖMÜR KARAMOLLAOĞLU
MEHMET YILDIRIM
21 NİHAT KURBAN
SÜLEYMAN AYDEMİR
CEMALETTİN DÜVENCİ
Seçimlere iki ay kalmışken, her an her şeyin olabildiği Türkiye’de son iki ay
içinde gündemi belirleyen olayları kısaca özetleyelim:
– Merkez Bankası, 2010 sonunda %6 olan banka mevduatlarının zorunlu karşı-
lık oranlarını, yani Merkez Bankası’nda bloke etmek zorunda oldukları oranları,
Ocak 2011’de %8’e, Şubat 2011’de %12’ye ve son olarak da (23 Mart 2011) %15’e
çıkardı. Böylece üç ayda piyasalardan, daha tam ifadeyle bankalardan 41,3 milyar
TL çekmiş oldu.
– Ocak ayı boyunca AKP’nin 12 Haziran seçimlerinde “en az” %45 oy alarak tek
başına iktidar olacağına ilişkin “anket” haberleri gazete manşetlerinde yer aldı.
– 11 Şubat 2011: Mısır’da Tahrir Meydanı “zafer kazandı” ve Hüsnü Mübarek’in
yetkilerini askeri konsey devraldı.
– 16 Şubat 2011: Selçuk Üniversitesi İlahiyet Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker,
dekolte giyenin tecavüzü göze alması gerektiğini söyledi. Prof. Orhan Çeker: “So-
runun odağında kadın var. Sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman
sürpriz olmaz. Tahrikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değil.” dedi.
– 17 Şubat 2011: “Medya” manşetlerine göre, “sivil protesto” eylemleriyle ger-
çekleşen Tunus ve Mısır “devrimleri”nin “domino etkisi” Libya’ya ulaştı. Libya’da
“Kaddafi muhalifleri” “demokrasi için sokaklara döküldüler” ve Bingazi’yi ele ge-
çirdiler.
– Türkiye “devleti”, 21-23 Şubatta gerçekleştirdiği “büyük bir operasyon”la, 15
bin “vatandaşı”nı, “büyük başarıyla” Libya’dan tahliye etti.
– 25 Şubat 2011: Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, “gelme dedik geldi” manşet-
leriyle “beş saatliğine” Türkiye’ye geldi. Sarkozy’ye “düşük profilli karşılama töre-
ni” yapıldı ve Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek Sarkozy’i “çiklet çiğneyerek
uğurladı”.
– 26 Şubat 2011: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kaddafi’nin tüm mal var-
lığını dondurma kararı aldı.
– 28 Şubat 2011: Recep Tayyip Erdoğan, “NATO’nun Libya’da Ne İşi Var, Böyle
Saçmalık Olabilir Mi?” diye kükredi.
– 1 Mart 2011: Rekabet Kurulu’nun, özel şirketlere “promosyon verilmemesi”
konusunda kendi aralarında anlaşma yaptıkları için 8 banka hakkında (Akbank, De-
mirbank, Finans Bank, Garanti Bankası, Halk Bankası, İşbankası, Vakıflar Bankası
ve Yapıkredi Bankası) açtığı soruşturmada bankaların yöneticileri ifade verdi. Re-
kabet Kurulu’nun bankaların cirolarının %10’una kadar (1,8 milyar TL) ceza vere-
bileceği açıklandı.
– 2 Mart 2011: Devlet Bakanı Ali Babacan, Merkez Bankası’nın aldığı son karar-
ları değerlendirirken, “Ortalamayı yükselten 3-4 banka tespit ettik, bunun geçici ol-
duğunu düşünüyoruz. Bunu polisiye tedbirlerle yapmayı tercih etmiyoruz. Baktık
hiç uyulmuyor, o bankalar o zaman kendilerine özel tedbir beklesinler” dedi.
– 8 Martta Rekabet Kurulu 7 bankaya, cirolarının binde 4’üne denk düşen 72
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
Tüm bunlar, “medya” yoluyla, “solcu aydın” eliyle ve soldaki legalizmle ideo-
lojik olarak üretilmiş ve kabul ettirilmiştir.
Ve Türkiye, 2008’in Mart ayından itibaren yeni bir sürece girmiştir. Bu sürecin
belirleyicileri ise, “Ergenekon” operasyonları ve ekonomik krizdir.
“Ergenekon” operasyonları, AKP’nin iktidarını sürdürebilmek için “muhalif”leri-
ne karşı “siyasal zor”u son kertesine kadar uygulayacağının ilk adımı olmuştur.
2008 ekonomik krizi ise, tefeci-tüccar sermayesinin tüm ekonomiyi denetime al-
maya yönelik AKP eliyle uyguladığı “ekonomik zor”unun yoğunlaştırılmasına yol
açmıştır. Ancak AKP’nin “muhalifler”ine yönelik “siyasal zor”u ve ekonomik du-
rumu denetime almayı amaçlayan “ekonomik zor”u, bu hava içinde tam olarak
“algı”lanmamıştır. AKP, 12 Eylül 2010 anayasa referandumunda “zafer” kazanmış-
sa da, seçmenlerin %42’sinin kesin ve net bir biçimde AKP’ye karşı olduğunun
ortaya çıkması üzerine “ekonomik ve siyasal zor”unu daha yoğunlaştırması ve
yaygınlaştırması süreci başlamıştır. Bu gelişme, referandum aracılığıyla yargıyı de-
netim altına alan AKP’nin “siyasal ve ekonomik zor”unun “eski” yasal sınırlama-
lardan tümüyle kurtulmasıdır.
Bugün AKP, yasallık görünümü altında, kendinden önceki tüm yasal sınırla-
maları ortadan kaldırarak kendi mutlak iktidarını kurmaya yönelmiştir. Artık va-
rolan hiçbir yasa AKP’nin mutlak iktidarı için bir engel niteliğine sahip değildir.
Bu öylesine bir durum yaratmıştır ki, yasallık ve meşruiyet anlamını yitirmiştir.
AKP, mevcut yasaları büyük ölçüde değiştirmemiştir. Bu yönüyle AKP’nin “yasa
tanımaz” olduğundan, “yasaları çiğnediğinden” kimse söz edememektedir. Ger-
çekte ise, tüm yasalar, “yargı” yoluyla, AKP’nin istediği yönde eğilip bükülmekte-
dir. Ama mevcut yasalara biçimsel olarak (hukuksal ifadesiyle “lafızlarına”) “uy-
gun” hareket edilmesi karşısında demokrat hukukçuların bile elleri kolları bağlı
kalmaktadır. Bununla da yetinmeyen AKP, şimdi ülkeyi altı ay süreyle “kanun hük-
münde kararname”yle yönetmek istemektedir.
Eğer bir ülkede bir iktidar “yasa tanımaz” hale gelmişse, kendi yasallığını ken-
disi çiğner hale gelmişse, açıktır ki, bu “yasa tanımaz”, baskıcı iktidara karşı “di-
renme hakkı”, tarihsel ve toplumsal olarak meşrudur. Ancak AKP’nin yasallığını,
yasama organın yeni yasalar çıkarmasıyla değil de, mevcut yasaları yargının “laf-
zi” yorumuyla “uygulaması” bu klasik anlayışın “ezber”ini bozmuştur. Artık “ya-
sallık”, meşruiyeti içeren bir tanım olmaktan çıkmıştır.
Bugün yasaların “lafızları”na “uygun” olarak yargının getirdiği yorumla yürü-
tülen AKP icraatlarının biçimsel “yasallığı”, evrensel (burjuva) hukukunun “yasal-
lık” anlayışıyla açıklanamaz hale gelmiştir. Bu da, siyasal bir iktidarın tüm icraa-
tının “yasalara uygun” olduğu sürece “meşru” olduğunu vaaz eden burjuva hu-
kuk anlayışının küçük-burjuva yorumunun iflası demektir.
Oysa durum çok açıktır. AKP’nin “yasallığı”, ülkemizde egemen olan oligar-
şik diktanın yasalarına dayanan bir “yasallık”tır. “Eski” tanımla, sömürge tipi fa-
şizmin yasallığıdır. Yine “eski” tanımla, “Bu yönetim, ya klâsik burjuva demokra-
sisi ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan ‘temsili demokrasi’ ile icra edilir (gizli
faşizm) ya da sandıksal demokrasiye itibar edilmeden açıkça icra edilir”. AKP’nin
tüm yaptığı, yasallığını, meşruiyetini sömürge tipi faşizmde bulan bir düzenin ya-
salarını kendi çıkarları için “yorum”lamaktan ibarettir.
Bu durum karşısında küçük-burjuva aydın kesimin içine düştüğü çaresizlik
ise, tümüyle sömürge tipi faşizmi, oligarşik dikta yönetimini uzun yıllardır yasal
ve meşru görmesinden kaynaklanmaktadır.
“Evrensel hukuk” açısından, hiç kimse yasaların suç saymadığı bir eylemden
dolayı suçlanamaz ve mahkeme kararı olmaksızın cezalandırılamaz. Evet, bugün
yayınlanmamış, henüz taslak halindeki bir kitabın bilgisayar kopyalarının imha
edilmesi için bir mahkeme kararı çıkartılmıştır. Üstelik bu basılmamış kitabın kop-
yalarını bulunduranların, yasadışı faaliyetlere yardımcı olmaktan dolayı suçlana-
cakları peşinen ilan edilmiştir. Karar, mevcut yasalara uygundur ve “özel yetkili”de
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
olsa bir mahkeme tarafından alınmıştır. Öyleyse “şeriatın kestiği parmak acı-
maz”!
Şüphesiz, gerçeklikte durum hiç de böyle değildir. AKP iktidarı, biçimsel ola-
rak ve yargı yorumuyla yasalara ne kadar “uygun” davranıyor görünürse görün-
sün, muhaliflerine karşı “siyasal zor” uygulamaktadır. Bu “siyasal zor”, hiçbir bi-
çimde yasallık ve meşruiyet kapsamında değerlendirilemez. Gerçek bir demok-
rasinin hiçbir zaman olmadığı, daha tam ifadeyle, demokratik devrimin tamam-
lanmadığı bir ülkede, klasik anlamda “burjuva yasallığı”ndan söz etmek zaten
olanaksızdır.
Yasadışı dinlemeler ve bu yasadışı dinlemelerin “yasal kanıt” olarak mahke-
melerce kabul edilmesi bile, AKP iktidarının “yasallığını” yitirdiğinin bir gösterge-
sidir.
Bu durum bu kadar açık ve netken, 12 Haziran seçimleri bu durumdan
“kurtuluş”un ya da AKP’nin “yasa”lara “lafzi” uygunluk altında yasa-tanımazlığı-
nı durdurabilmenin bir aracı olarak görülmektedir. Burada ortaya çıkan seçime
endeksli yanılsama, siyasal iktidarın mevcut yasalara biçimsel olarak uyuyor gö-
rünüyor olması karşısında “tüm yasal olanakların tüketilmediği”nin varsayılma-
sından türer. Bu varsayım, aynı zamanda “direnme hakkı”nın “tüm yasal olanak-
ların tüketildiği” koşullarda kullanılacağı yanılsamasını da beraberinde üretir. “Di-
renme hakkı”nı örgütleyecek ve bu harekete öncülük yapacak öncünün olmadı-
ğı koşullarda, “tüm yasal olanakların tüketilmesi”, traji-komik bir ifadeyle,
AİHM’sine gitmekten başka bir sonuç vermeyecektir.
Bugün ülkemiz solunda legalizm ve legalizmle biçimlendirilmiş reformizm,
egemen, hatta tek etkin güçtür. Bu “sol legalizm”, mevcut düzenin AKP öncesi
yasallığının sınırları içinde “mücadele”yi esas alırken, bugün bu yasallığın sonu-
na gelinmiştir. “Baskıya karşı direnme hakkı”, her türlü tartışmanın ötesinde hak-
lı ve meşru hale gelmiştir. Ancak her türlü araçlarla ve yöntemlerle AKP’nin ya-
sa-tanımazlığına karşı “direnme”nin kaçınılmaz olduğu bugünkü koşullarda, so-
lun legalizasyonu, “direnme hakkı”nın zorunlu kıldığı gizli örgütlenmeyi oluştur-
mak bir yana, böyle bir örgütlenmenin gerekliliği bilincinin bile yok olmasına yol
açmıştır. Bu nedenle, legalize solun etkisi altında olan bireylerin böylesi bir “di-
reniş” mücadelesinde etkin olmalarının öznel koşulları mevcut değildir.
Bugün sol, ülkede milli bir krizin var olup olmadığını bile tartışmayan, hatta
hiç bilmeyen insanlardan oluşmaktadır. Silahlı mücadeleyi sözel olarak savunan
sol örgütler bile legalize olmuşlardır. Böylesi öznel koşullarda seçimlerin “yasal
bir olanak” olarak görülmesi ve gösterilmesi kaçınılmazdır.
Türkiye seçim sath-ı mailine girdiği şu günlerde, seçimlerin “dürüst ve adil”
bir seçim olup olamayacağı bile tartışma konusudur. Herşey AKP’nin oy kaybet-
mesine ve “dördüncü” bir partinin barajı aşıp aşmamasına endekslenmiştir. Öte
yandan AKP, Amerikan emperyalizminin her dediğini yerine getirerek, içte daha
rahat ve pervasız hareket edebilmektedir.
Son gelişen olayların açıkça gösterdiği gibi, 12 Haziran seçimleri, AKP iktida-
rının yasa-tanımazlığına karşı bir “çıkış umudu” olmaktan çıkmıştır. “Legalize sol”,
tam bir aymazlık ve boşvermişlik içinde seçimlerde nasıl bir tutum alacağını bi-
le belirleyememektedir. Bir yandan 12 Haziran seçimlerini, AKP’nin tek parti dik-
tasını önlemenin “son olanağı” olarak sunarken, öte yandan CHP’yi “destekle-
me” cesareti bile gösterememektedirler. “Umulan” ve beklenen tek şey, 12 Ha-
ziran sonrasında AKP’nin her türlü meşruiyetini yitireceği ve böylece “sivil dire-
niş”in (kimilerinin “sivil itaatsizlik” adını verdikleri “pasifizm”) “tek seçenek” ola-
rak kitlelerin gündemine gireceğidir. Unutulan ise, böylesi bir “direniş”in sadece
ve sadece burjuva demokratik yasallığının çerçevesi içinde etkin olabileceğidir.
Gerçek burjuva demokrasisinin, burjuva demokratik yasallığının tarihinin hiçbir
döneminde varolmadığı bir ülkede böylesi bir “umut” ve beklenti, “sivil vesaye-
te” teslim olmaktan başka sonuç vermeyecektir.
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
Türkiye, en bildik ve sıkça söylenen söz- tercihini ve tepkisini” seçimlerde oyla orta-
lerle, her an her şeyin olabileceği bir ülke- ya koymaya “inanmış, inandırılmış” olması-
dir. Türkiye’de her an her şey olabileceği gi- nı bir olgu olarak ele alırken, olması gere-
bi, her bir şeyin her şeyle iç içe geçtiği bir ül- kenin “protesto, direniş, eylem gibi araçlar”la
kedir. Popüler ifadelerle, at iziyle it izinin, ortaya koyması olduğunu söylemeye çalışır.
sapla samanın sürekli karıştığı ve karıştırıl- Ama bu “araçlar”ın “ne olduğu”nu söyle-
dığı bir ülke olarak Türkiye, bu özelliğiyle is- meye bir türlü dili varmaz.
tikrarsız ve dengesiz bir ülkedir. Dünyanın Yine bir başka Birgün yazarı şöyle ya-
hiçbir ülkesinde görülmeyecek boyutta ve zar:
kapsamda dezenformasyon kampanyaları- “Polis gücü, yargıda, üniversitede,
nın yürütüldüğü, “toplum mühendisliği”nin medyada tahakküm bakımından Mü-
her türünün uygulama alanı bulabildiği Tür- barek rejimi ile Tayyip Bey’in rejimi
kiye’de, düşünce ile kanı, sanı ile algı öyle- arasında bir fark söyleyin, dişimi kı-
sine iç içe geçmiştir ki, neyin ne olduğunu rayım. Birisinin adı alenen diktatör-
anlayabilmek için, ya senaryo yazmak ya da lük, diğerinin adı da, şey, sehven de-
tüm tarihi yeni baştan ele almak gerekmek- mokrasi! Nokta.
tedir. Soru: Peki bizim ahali Tahrir Mey-
Örneğin, 12 Haziran seçimlerine birkaç danına koşmayacak denli anestezi al-
ay kalmışken legalist bir “sol” partinin “ide- tındaysa, yani objektif koşullar var ol-
ologu”, bunda kendisinin kişisel ve örgütsel duğu halde sübjektif koşullar yoksa,
hiçbir sorumluluğu yokmuşcasına şöyle bir halimiz nicedir?
saptama yapmaktadır: Cevap: Üç nokta...”**
“Bu ülkede halk, sözünü, tercihi- Burada “ahali”nin, M. Çulhaoğlu’nun
ni ve tepkisini protesto, direniş, ey- “halk”ının, “anestezi altında”, yani uyuştu-
lem gibi araçlardan çok, dört veya rulmuş olmasından söz edilirken, “meydan-
beş yılda bir yapılan seçimlerde ve- lara çıkma”nın “objektif koşullarının var ol-
receği oyla ortaya koyabileceğine duğu halde subjektif koşullarının” olmama-
inanmıştır, inandırılmıştır.”* sından söz edilmektedir.
“Sol” legalist “ideolog”, terimleri ve kav- Bu iki yazarın “köşe yazısı üslubu” için-
ramları yerli yerinde kullanmasa da, halkın, de, “arif olan anlar” tarzında yazdıkları iki
“protesto, direniş, eylem gibi araçlar” yeri- yazıyı alt alta koyduğumuzda ortaya çıkan
ne, dört “veya” beş yılda yapılan seçimlere sonuç, Türkiye’de halk kitlelerinin dört “ve-
umudunu bağladığından söz etmektedir. ya” beş yılda bir yapılan seçimlerle bir şey-
Dolayısıyla, bu “ideolog”, halkın “sözünü, lerin değiştirilebileceğine inandırılmış oldu-
ğu, yani “anestezi altında” olduğudur. M.
* Metin Çulhaoğlu, Kitlesel Hareketlenme ve Sol,
Birgün, 4 Şubat 2011. ** Melih Pekdemir, Birgün, 21 Şubat 2011.
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
sı”, yani “tercihini ve tepkisini protesto, di- ifade ettiğimiz gibi, bunun temel nedeni, kit-
reniş, eylem gibi araçlar”la kendiliğinden lelerin düzene karşı tepkileri ile oligarşi ara-
ifade etmesidir. Böyle bir durum ortaya çık- sında suni bir dengenin kurulmuş olmasıdır.
madığı sürece, legalistler ve oportünistler Bu nedenle ana sorun, suni dengenin ne ol-
için devrimin nesnel koşulları, varolsa bile duğu ve nasıl ortadan kaldırılacağı (bozu-
olgun değildir. Öyleyse yapılacak şey, koşul- lacağı) sorunudur.
ların olgunlaşmasını beklemektir. Bu bekle- Yıllardır söylendi ve söyleniyor: Kitlele-
yiş sürecinde elbette ellerini göbeklerine ka- rin mevcut düzene karşı tepkileri olmakla
vuşturup oturmayacaklardır. “Kitlelerin içi- birlikte, bu tepkiler, temel olarak siyasal zor-
ne girerek, kitlelerin acil gereksinmeleri et- la pasifize edilmektedir, suni bir denge ku-
rafında, kitleleri örgütleyip, eyleme sokma rulmaktadır. Ancak suni dengenin, yani kit-
ve kitlelere siyasi bilinç götürüp örgütleme, lelerin tepkilerinin pasifize edilmesinde si-
yani emekçi kitlelerin ekonomik ve demok- yasal zor temel olmakla birlikte, tek araç de-
ratik hak ve istemleri etrafında kitleleri ör- ğildir. “Nispi refah” ve her çeşit pasifikasyon
gütleyip, siyasi hedefe yönlendirme”ye ça- ve propaganda araçları da kitlelerin tepkile-
lışacaklardır. Ve de öyle yapagelmişlerdir. rinin pasifize edilmesinde etkin unsurlardır.
Ama sonuç? Beklenilen olmamıştır. Yıl- Somut olarak ifade edersek, kredi kartları,
lar geçmiş, bilimsel olarak nesnel koşullar toplu konutlar, iftar çadırları, kömür dağı-
alabildiğine olgunlaşmış, ama kitleler “mey- tımları, yeşil kart, çocuk paraları vb. araçlar
danlara” çıkmamışlardır. İşte bu noktada, kitlelerin tepkilerinin pasifize edilmesinde
legalistler ve oportünistler, devrim umutla- etkin bir unsur iken, “medya” ve küçük-bur-
rını, “umudu büyütmek” söylemleriyle bir juva aydınları aracılığıyla yürütülen propa-
başka bahara erteleyerek olayların izleyici- gandalar da suni dengenin kurulmasında et-
si olmuşlardır. kin olarak kullanılmaktadır. Özellikle son
Gerçeklikte ise, devrimin nesnel koşul- yirmi yılda “medya” aracılığıyla yaratılan
larının varlığı ile bu koşulların olgunlaşma- “beklentiler”, bireylerin düzene olan umut-
sı bir ve aynı değildir. Ülkemizde devrimin larını sürekli diri tutmaktadır. Toplumun
nesnel koşulları mevcuttur ve dönem dö- önemli bir kesiminin, AKP’nin sistemi de-
nem bu koşullar kendiliğinden (“üsteki sı- ğiştirmeye ve “İslam cumhuriyeti” kurmaya
nıflar”ın kendileri tarafından) derinleşmek- yönelik faaliyetlerinden “endişe” duymala-
te ve olgunlaşmaktadır. Ancak her durum- rına rağmen eylemsiz kalışlarında bu birey-
da, kitleler tepkilerini eylemle ifade etme- sel “beklentiler” (ki “merak etmeyin ordu
mektedirler. Kitlelerin bu eylemsizliğinin, var” beklentisi de bunlara dahildir) etkili-
politik pasifliğinin nedenleri doğru saptan- dir.
madığı sürece, ne kadar nesnel koşulların Ancak “nispi refah” ve “medya” ne den-
varlığından ya da olgunlaşmasından söz edi- li etkin olursa olsun, son tahlilde, kitlesel ey-
lirse edilsin, yapılacak tek şey, yapılageldiği lemlerin karşı karşıya kalacağı siyasal zor
gibi oturup beklemektir. “beklentisi” belirleyici unsurdur. Devrimci
Öncelikle kabul edilmesi gereken olgu, olmak kadar, devrimci mücadeleye katıl-
ülkede devrimin nesnel koşullarının mevcut mak ya da devrimci mücadeleyi destekle-
olduğudur. Mahir Çayan yoldaşın açık ve net mek de “ölmeyi göze almak”la özdeşleşti-
tanımlamasıyla, “Emperyalist hegemonya rilmiştir. İnsanlar düzenin değişmesi gerek-
toplumun kendi iç dinamiği ile gelişmesine tiğinin ne kadar bilincinde olurlarsa olsun-
engel olduğu için ülke altyapı ilişkilerinden lar, AKP’nin “şeriat devleti” kurmasından ne
üstyapısına kadar, milli bir kriz içindedir. kadar “endişe” duyarlarsa duysunlar, her
Bu milli kriz, tam anlamı ile olgun değildir. durumda kişisel olarak “bedel ödemek”ten
Ancak şu veya bu ölçüde vardır. Var olan bu kaçınır durumdadırlar. “Sol” legalizm ve
krizin derinleştirilip olgunlaştırılması, tama- oportünizm de bu durumu “kadrosal” dü-
men o ülke devrimcilerine bağlıdır.”* zeyde sürekli işlemektedir.
İkinci olgu, nesnel koşullar mevcut ol- Herşey bu kadar açık ve yalındır.
masına rağmen, kitlelerin düzene karşı tep- Burada şu soru ortaya çıkar: Eğer bir ül-
kileri açık hale gelmemektedir. Yukarda da kede devrimin nesnel koşulları mevcutken,
öznel koşullar yeterli değilse (“yok”sa!), ya-
* Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III. ni kitleler düzenin değişmesi istemlerini biz- 11
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
zat kendi eylemleriyle ortaya koymuyorlar- misinin giderek çöküşe doğru ilerlediği, yol-
sa, politik pasiflik içindelerse (“anestezi al- suzluğun, adam kayırmanın başını alıp git-
tındaysa”), “medya” propagandasıyla dü- tiği açıktır. Ama aynı halkın çoğunluğunun,
zenden hala umutlarını kesmemişlerse, “sadaka kültürü”yle, “tüketim ekonomisi”yle
“umudu büyütmek” masallarıyla kendileri- “halinden memnun olduğu” da açıktır. Ama
ni avutuyorlarsa, “merak etmeyin ordu var” sorun, siyasal ve bireysel özgürlükler soru-
yalanına inanmadıkları halde hala “var” ola- nu olarak çok daha yakıcı ve yıkıcı boyutla-
bildiğine inanmaya çabalıyorlarsa, böyle bir ra ulaşmıştır. Buna rağmen, bu durumun
durumda devrimin nesnel koşullarının mev- farkında olanlar hiçbir şey yapamamakta-
cut olduğunun bilincinde olanlar ne yapma- dırlar.
lıdırlar? “Ölümü göze almak” tek başına ye- AKP’nin durdurulması gerektiğini, daha-
terli midir? sı devrimin yapılması gerektiğini, bunun için
Devrimcilik “serdengeçti”lik değildir. bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler,
Devrimcilik, devrimin nesnel koşullarının legalizm ve oportünizm tarafından öylesine
varolduğu bir süreçte devrimin öznel koşul- “saf ”laştırılmışlardır ki, ne yapacaklarını bi-
larının yaratılması mücadelesidir. Bu da kit- le bilememektedirler. Bir yandan “her türlü
lelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilme- askeri darbeye” karşı çıkarken, diğer taraf-
si demektir. Bilinç, sadece düzenin değiş- tan “yasal” seçimlerden hiçbir şeyin çıkma-
mesi gerekliliğinin, devrimin gerekliliğinin yacağına inanmaktadırlar. “Yumurta eylem-
bilinci değildir. Bilinç, devrimin yapılabile- leri” karşısında AKP’nin nasıl paniğe kapıl-
ceğinin, ama belli bir mücadele çizgisi için- dığını ve nasıl zor kullanma eğiliminde ol-
de yapılabileceğinin bilincidir. Devrimci mü- duğunu gördükleri halde, AKP’nin çizdiği
cadele, bu bilince sahip olan insanların, bel- yasallığın ötesine geçememektedirler. Siya-
li bir devrimci strateji etrafında örgütlenme- sal zorun, sadece ordu ve polis tarafından
sidir. kullanılan tank, top, silah olmadığını, mah-
Bu mücadelenin kolay olduğu, bir “be- kemelerin de devletin zor aygıtının parçası
deli” olmadığı söylenemez. Elbette bu mü- olduğunu anlamakta zorlanmaktadırlar.
cadelede “ölüm” olasılığı da vardır. Ama so- Bu mantık içersinde, 12 Haziran seçim-
run “ölmek” ya da “ölümü göze almak” de- lerinin AKP’den kurtulmak için bir “olanak”
ğil, devrimi yapmaktır. Sorun, devrimin na- olduğu düşünülürken, seçimlerde ne yapa-
sıl yapılacağını bilmek ve devrimi yapmak- caklarını bile bilememektedirler. “Seçim
tır. Ama bu hiç de kolay değildir. mantığı” içinde AKP’ye tek alternatifin CHP
Bugün toplumun büyük bir kesimi, AKP’- olduğunu düşünmelerine rağmen, açıkça
nin olası bir 12 Haziran seçim “zaferi”yle bir- CHP’yi desteklemekten ve CHP’nin seçim
likte mevcut düzeni topyekün değiştireceği çalışmalarına katkıda bulunmaktan uzak
ve “İslam devleti” kuracağı endişesi ve bek- durmaktadırlar. Seçim sath-ı mailine girildi-
lentisi içindedir. Aydınlar, gazeteciler, yazar- ği halde, “sol”da yer alan hiç kimse AKP’nin
lar her an gözaltına alınma korkusu yaşa- seçim yoluyla durdurulabileceğine inanma-
maktadırlar; AKP’nin seçimle iktidardan in- maktadır. AKP sorununun demokrasi ve la-
dirilebileceğine inanmamaktadırlar. AKP’nin iklik sorunu olduğu, bireysel hak ve özgür-
tüm polis teşkilatını ve devlet bürokrasisini lükler sorunu olduğu ne kadar kabul edilir-
ele geçirdiğinin, kendi “derin devleti”ni in- se edilsin, gerçeklikte demokratik devrim
şa ettiğinin ve 12 Haziran seçimlerinden sorunu olduğu görülmemektedir, görülmek
sonra her türlü muhalefeti “yargı” yoluyla istenmemektedir.
baskı altına alacağının farkındadırlar. Her “Sol”da her şey alenileştirilmiş, legalize
türlü “teknik” araçla izlendiklerini ve dinlen- edilmiştir.”Sol”un her türlü yasal mücadele-
diklerini bilmektedirler. AKP iktidarının ya- si, AKP’nin biçimsel yasallığının karşısında
sal görünümü ile meşruiyeti arasına sıkış- etkisizleşmiştir. İnsanlar “yasal protestolar”ın,
mışlardır. AKP’nin polis ve yargı gücünü “ya- “barışçıl gösteriler”in ötesinde başka müca-
salara uygun”, ama pervasızca kullandığını dele yollarının olduğunu düşünmek bile is-
hergün ve her icraatında görmektedirler. Bu tememektedirler. Yasadışılık (illegalite) “kor-
durum karşısında “bir şeyler yapılması” ge- kutucu”, silahlı mücadele “terörcülük” ola-
rektiğinin de bilincindedirler. rak dışlanmıştır. Öylesine alenileşilmiş, öy-
12 Halkın giderek yoksullaştığı, ülke ekono- lesine legalize olunmuştur ki, “gizlilik”, “giz-
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
li çalışma” tümüyle olanaksız hale gelirken, ulaşacağımızı bilemiyor olabiliriz. Her türlü
Facebook’lardan, Twitter’lerden medet iletişimin denetim altında olduğu bir ortam-
umulur hale gelinmiştir. da başkalarıyla nasıl iletişime geçebileceği-
Bu, sözcüğün tam anlamıyla çaresizlik- mizi de bilemeyebiliriz ve hatta düpedüz
tir. “korkabiliriz”.
Biz ise, devrimden, devrimci mücadele- “Medya”daki yalanları, AKP’nin ikiyüzlü-
den, mevcut yasaların “yasal kabul etmedi- lüğünü, pişkinliğini gördükçe öfkeden zan-
ği” örgütlenmekten, mücadeleden söz edi- gır zangır titriyorsak eğer, “bir şeyler” yapıl-
yoruz. Onlarca yıldır süregelen “suni den- ması gerektiğini biliyorsak eğer, bir şeyler
ge”den, bu suni dengenin bozulmasından, yapmanın yolunu bulmakta fazlaca zorlan-
devrimin yapılmasından söz ediyoruz. Şüp- mayacağızdır. Elbette onlarca yıldır sürüp gi-
hesiz “çare” arayan, ama çaresiz olarak el- den ideolojisizleştirme ve apolitikleşme sü-
lerini kollarını bağlamak durumunda kalan- recinin üstesinden kolayca gelinemeyecek-
lar için tüm bunlar soyut ve anlaşılamaz şey- tir. Geçmişin bilgi ve deneyimi silikleştiril-
lerdir, “boş hayaller”dir! miş ve çarpıtılmıştır. Bunları yeniden netleş-
İşte bu “boş hayaller” karşısında, bir tirmek ve doğrultmak zaman alacaktır. He-
avuç (belki “elli kişi”!) “serdengeçti”nin or- men sonuç alınamayacaktır. Öğrenilmesi
taya çıkıp, umutsuz ve çaresiz insanlara gereken, yapılması gereken çok şey vardır.
“moral aşılaması” beklenmektedir. Kimini amatörce, kimini el yordamıyla yap-
Biz, devrimciler olarak, ne “boş hayal- mak durumunda kalınacaktır. Bu olumsuz-
ler”den söz ediyoruz, ne de umutsuz ve ça- luklar karşısında tek gerçek olan, bu koşul-
resiz insanlara “moral aşılayacak” olan “ser- ların böyle sürüp gitmeyeceğidir.
dengeçtiler”iz. 1971’de silahlı devrimci mü- Tek başımıza da olsak, elimizde devrim-
cadeleye başlanıldığında ne bir silahlı mü- ci mücadelede sınanmış doğru bir devrim-
cadele deneyimine, ne yasadışı ve gizli ça- ci teori olduğunu bilmek durumundayız. Bu
lışma birikimine sahip olmayan, ama Türki- devrimci teoriyi öğrendikçe, ülkemizin ve
ye’nin tarihinde derin izler bırakan bir geç- dünyanın devrimci mücadelelerinin dene-
mişin temsilcileriyiz. Her şey, yaşanılarak yimlerini doğru biçimde öğrendikçe ne ya-
“sıfır”dan öğrenilmiştir. Bugün nereden baş- pabileceğimizi de, ne yapabilme gücüne sa-
lanılacağını ve ne yapılacağını bilemesek hip olduğumuzu da daha açık ve net göre-
de, elimizde devrimci bir teori, devrimci bir ceğizdir.
strateji ve geçmiş devrimci mücadelelerin Zor ve zorlu on yıllardan geçtik. Bu zor
deneyimi bulunmaktadır. ve zorlu on yılların yarattığı olumsuzluklar
Belki Anadolu’nun bir kasabasında, bü- içinde katedecek çok yolumuz var. Devri-
yük bir kentin varoşunda tek başımıza, ya- min nesnel koşulları ne kadar olgunlaşırsa
payalnız olabiliriz. Belki “teknik takip” altın- olgunlaşsın, devrimci bir örgütlenme olmak-
da bir aydın olabiliriz. Belki hiçbir devrimci sızın, insanları Nazım Hikmet’ten dizeler
mücadele deneyimine, örgütsel ilişkiye sa- okuyarak, “hava kurşun kadar ağır” diyerek,
hip olmayabiliriz. Bizim gibi başka insanla- “kurşun eritmeye çağır”arak hiçbir şey ya-
rın olduğunu bildiğimiz halde, onlara nasıl pılamayacağını hiç unutmamalıyız.
13
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
Küçük-burjuvazi “ilginç” bir sınıftır. Sü- talizm kendi iç dinamiği ile gelişmediğin-
rekli altını çizdiğimiz gibi, küçük-burjuvazi, den, ülkede gerçek bir sanayi yoktur. Dola-
büyük burjuvaziyle, yani kapitalist sınıf ile yısıyla onların yedek sanayi ordusu neferi
işçi sınıfı, yani proletarya arasında yer alan, haline gelmeleri sanayide istihdam edilme-
nicelik olarak nüfusun çoğunluğunu oluştu- leri sonucunu doğurmaz. Kaçınılmaz olarak
ran, ama kaçınılmaz olarak proleterleşmek hizmetler sektöründe konjonktürel işlerde
zorunda kalan geçici bir ara sınıftır. Kimile- çalışarak, “yoksulluk sınırında” yaşamlarını
rinin “ortadirek”, kimilerinin “orta sınıf” adı- sürdürmeye zorlanırlar. Büyük ölçüde hiz-
nı verdiği bu sınıf, geçici ve ara sınıf olma metler sektöründe istihdam edildiklerinden,
özelliğiyle her zaman proleterleşme korku- yoksullaşmaları ve mülksüzleşmeleri, söz-
su içinde yaşar. Onun proleterleşme korku- cüğün gerçek ve tam anlamıyla proleterleş-
su, proletaryayı “ayaktakımı” olarak aşağı- meleriyle sonuçlanmaz. Bu nedenle, yedek
lamasında ifadesini bulan sosyo-psikolojik sanayi ordusunun neferi olan kent ve kır kü-
ve patalojik davranışlara yol açar. Küçük çük-burjuvazisi, proleterleşemediği için es-
sermayesiyle, kimi zaman tüccar, esnaf, za- ki geleneksel sınıf tutumunu sürdürür. Bir
naatkar olarak, kimi zaman organize sana- yanıyla “emekçi”dir, diğer yanıyla su katıl-
yi bölgesi patronu olarak karşımıza çıkar. mamış kent ve kır küçük-burjuvasıdır. Onu
Bunlar kent küçük-burjuvazisini oluşturur- “ilginç” kılan da bu ikili özelliğidir. Kendisi-
lar. ni her zaman küçük köylü, küçük esnaf, kü-
Ancak küçük-burjuvazinin asıl “kütlesi” çük tüccar olarak gördüğünden, maddi var-
kırsal alanlardadır. Az ve küçük toprak sa- lık koşulları ile bilinci arasında derin bir uçu-
hibi köylüler kır küçük-burjuvazisini oluştu- rum vardır.
rurlar. Demokratik devrimin tamamlanma- Bu sınıfın aydınları da “eksantrik” kişiler-
dığı bir ülkede bu kır küçük-burjuvazisi bü- den oluşur. Temsil ettiği ve çıkarlarını ideo-
yük ölçüde feodal ilişkiler içinde varlığını lojileştirdiği kendi sınıfından daha çok, ken-
sürdürür. Anadolu kasabalarında kent ve kır di sınıfının olmak istediği, özendiği sınıfın,
küçük-burjuvazisi köylü-esnaf-tüccar ilişkisi yani büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet
olarak belirginleşir. eder. Sınıfsal kökeninin ikili karakterine uy-
Kır küçük-burjuvazisinin kaderi (küçük gun olarak da, bir yandan büyük burjuvazi-
köylü) yoksullaşmak ve mülksüzleşmektir. nin çıkarlarına hizmet ederken, diğer yan-
Yoksullaştıkça kentlere göç ederek yedek dan kendi sınıfının çıkarlarına sahip çıkar.
sanayi ordusunun bir neferi haline gelirler. Büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet ettiği
Kent küçük-burjuvazisi ise, “kahraman bak- ve edebildiği sürece orta-üst gelir düzeyin-
kal süper marketlere karşı” ne denli direniş de bir yaşam sürdürür. Kendi sınıfının çıkar-
gösterirse göstersin, nihayetinde işini sürdü- larına yöneldiği oranda da bu yaşam “stan-
remez hale gelerek yedek sanayi ordusu- dardını” hızla yitirir. Çünkü kendi sınıfı, sü-
14 nun neferi olur. Ancak ülkede gelişen kapi- rekli yoksullaşma ve mülksüzleşme süreci
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
ölüme gidiyorlar. Bir mucize bile ol- Entelektüel baylar ve bayanlar! Değerli
mayacak onlar için. En kesin anla- ve sayın aydın beyler ve hanımlar!
mıyla memleketleri için ölüyorlar. Ne çabuk unuttunuz, bu ülkenin yakın
Memleketlerini kurtarmak için... tarihinde ülkenin yazgısını değiştirmek için
Haberi duyduğum andan beri ay- on’larca, yüzlerce, binlerce devrimcinin ölü-
nı soru var aklımda: müne mücadele ettiği, yaşamlarını hiç çe-
Türkiye’yi kurtarır mıydık? Elli ki- kinmeden bu ülke için feda ettiklerini. Yüz-
şi bulup ölüme gider miydik? Binler- binlerce insan, ölümü, işkenceyi göze ala-
ce gencin vatanını korumak başlığı rak, silah elde bağımsız ve demokratik bir
altında can verdiği bir ülkede bu so- ülke için savaşmışlardır. Üstelik bunu yapar-
ruyu sormak garip mi? Değil. Çünkü ken, oportünistler tarafından “silahlı propa-
ortada bir ‘düşman’ olduğunda öl- gandayı temel çarpışma biçimi alarak öncü
mek daha kolay anlaşılır şeydir in- savaşını sürdüren devrimci örgütlerin mü-
sanlar için. Çünkü öldürülmek ihti- cadelesine, ‘bu bir avuç adamın, hakim sı-
mali vardır. Üstelik çoğu kişiye göre nıflarla düellosudur. Bu anarşizmin, narod-
toprak, insandan daha kutsaldır. Pe- nizmin çizgisidir, Lenin’de böyle bir çarpış-
ki toprak için olmasa ve seni korku- ma biçimi yoktur. Sorunu bu şekilde ele
dan, öfkeden delirtecek bir düşman alış, her şeye silahın ucundan bakmaktır...
da bulunmasa... Elli kişi bulabilir miy- vs...’” denilerek suçlanmışlardır.
dik bu memleket için canını vere- Ne çabuk unuttunuz, Mahirleri, Denizle-
cek?... ri, İbrahimleri…
Ahmet ile Nedim’in tutukluluk Belki bazı “aydınlar” için devrimci ol-
hallerine yaptıkları itiraz reddedilmiş. mak, “yak bir birinci, ol devrimci” türünden
Daha önce de söylediğim gibi, ‘Artık bir komikliktir hala. Belki çağdışı kalmış
bunu da yapamazlar’ dediğiniz her dogmatik ve fanatiklerin işidir devrimcilik.
şeyi yapacaklar. Adaleti son damlası- Ama anımsamalısınız ki, bu ülkenin tek ger-
na kadar... çek gelecek umudu onlardı ve yine onlar
Artık hiç ama hiç adil olamayaca- olacaktır.
ğını düşündüğün bir ülkeyi kurtar- Küçük-burjuvazinin ve onun aydınının
mak için ölecek elli kişi bulabilir miy- bakış açısından bakıldığında, devrimcilik,
dik acaba?” (Ece Temelkuran, Türki- bir avuç (“elli kişi”!) serdengeçtinin işi ola-
ye’yi Kurtarır mıydın?, Habertürk, 19 rak “algı”lanabilir. Belki umutsuzluğa kapıl-
Mart 2011.) mış “sol” aydın, içinde yaşanılan süreçte kit-
Yazar sözlerini, “Bu soruyu sormak bile lelerin tepkisizliğine, apolitikliğine bakarak,
çok acıklı” diyerek bitirir. yakın tarihimizin “bir avuç devrimcisinin”
Evet, bu soruyu sormak “çok acıklı”, düzeni nasıl sarstığını, yıkım noktasına na-
ama bir o kadar da umutsuzluğun ifadesi- sıl yaklaştırdığını anımsayarak geçmişe öz-
dir. Üstelik aynı yazar, 9 Mart günü “Vakit lem duyabilir. Hatta bir adım öteye geçerek,
Geldi” yazısında (bu yazı internette “tıkla- bugün yine “bir avuç devrimcinin” ülkenin
ma rekoru” kırmış), “iktidar koltuklarında yazgısını bir kez daha değiştirebileceğini dü-
oturanlar biliyorlar: Koltukları havada duru- şünebilir. Ama bilmelidirler ki, devrimciler,
yor, onların omuzlarında. Kıpırdasalar dü- korku ve endişe içinde olan, umutsuzluğa
şerler. Delikanlılığın, kabadayılığın, bitirimli- kapılmış birilerinin “silah başına” çağıraca-
ğin sınırı da buraya kadar işte.” diye yaza- ğı “emir erleri” değillerdir.
bilmişken.. O aydınlar ki, onlarca yıldır, “her türlü
“50 kişi”, yazıyla “elli kişi”, büyük harf- şiddete karşıyız” diyerek, soldaki pasifistle-
lerle “ELLİ KİŞİ” ARANIYOR! … Memleketi ri, legalistleri övgülere boğarak, silahlı dev-
kurtarmak için ölecek, ölümü göze alacak rimci mücadeleyi değersizleştirmeye çaba-
“elli kişi”! “Elli” serdengeçti! lamışlardır. Şimdi “elli kişi”yi, elli devrimci-
Abdülhamit “han”ın zulmüne karşı Na- yi, “Yok mudur kurtaracak bahtı kara made-
mık Kemal’in umutsuzca söylediği gibi, “Va- rini?” dermişcesine “silah başına” çağırma
tanın bağrına düşman dayamış hançerini/ ihtiyacı duymaktadırlar.
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderi- Evet, herkes kendince çağrıda bulunabi-
16 ni?” lir. Burası “demokratik” bir ülke! Ama ne ya-
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
zık ki, devletin siyasal zoruyla yok edilen ve cikli ve tutarsız bir küçük-burjuva aydını ola-
“sol aydınlar”ın, “eskimiş marksistler”in kar- rak mırıldanmaktan, homurdanmaktan baş-
şı-devrimci propagandasıyla,yalanlarıyla “iti- ka seçenekleri yoktur.
barsızlaştırılan” devrimci mücadele öylesi- Bir kez daha yineliyoruz: Bu ülkede öy-
ne kolayca, bir çağırıyla bir baştan yeniden lesine on yıllar geçmiştir ki, ölümü göze ala-
inşa edilemez. Eğer bu ülkede sol bir aydın, cak değil elli kişi, beş kişi bile bulmak hiç
“ölümü göze alacak elli kişi bulabilir miyiz” de kolay değildir. Gün, devrimcilerin günü-
diye soruyorsa, her şeyden önce devrimci- dür, ama ne yazık ki, devrimcilik, “soyut ge-
liğin nasıl “itibarsızlaştırıldığını” sorgulamak lecek için somut bugünden vazgeçmeyi”
zorundadır. gerektirir. Eğer aydın olarak, siz, kendiniz,
Bugün “bu ülke için” ölümü göze alacak “soyut gelecek için somut bugünden vazge-
“elli insan”dan söz edilebiliyorsa, bu ülke- çemiyor”sanız, elli kişi değil, elli bin kişi bi-
nin geleceğinin, kurtuluşunun devrimde ol- le sizi saklanacağınız korku çukurundan çı-
duğu açıkça ve korkmadan söylenmelidir. karmaya yetmeyecektir.
Ve gerçek aydın, böylesi ölümüne bir mü- “Merak etmeyin, ordu yok”, ama devrim-
cadeleye gücü oranında katkıda bulunma- ciler, “zümrüdü anka kuşu” gibi kendi kül-
yı ve gerektiğinde bunun için bir “bedel” lerinden yeniden doğarlar. Zorlu, acılı bir
ödemeyi göze alabilmelidir.* doğumdur bu. Ve bilinmelidir ki, devrimci-
İşte devrimci aydın ile küçük-burjuva ler, bu süreçte otuz yılın yarattığı tüm tahri-
“solcu” aydınını birbirinden ayıran temel öl- bata rağmen, “bir avuç” ölümü göze almış
çüt budur. devrimcinin deneyimiyle biçimlenmiş ve ol-
Bu olmadığı sürece, basit, sıradan, ikir- gunlaşmış devrimci teoriyle kendi yollarını
aydınlatmayı başaracaklardır.**
30 MART 1972
KIZILDERE
HÜDAİ ARIKAN
MAHİR ÇAYAN
1946 Çivril
1946 Samsun
18 ÖMER AYNA
1952 Dicle
NİHAT YILMAZ
1937 Fatsa
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
20
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
ÖMÜR
KARAMOLLAOĞLU
30 OCAK 1955/AKÇADAĞ
24 MART 1977/ANKARA
MEHMET YILDIRIM
1957 Tokat doğumlu ve küçük-köylü bir ailenin çocuğudur. İlkokulu bitir-
dikten sonra, İstanbul’a gelerek, küçük işyerlerinde ve krom kaplama ustası
olarak, çeşitli fabrikalarda çalışmıştır. Fabrika işçiliği döneminde sendikal fa-
aliyetlere katılmış ve bu faaliyetler çerçevesinde Devrimci Sağlık-İş sendika-
sında çalışmalarını sürdürmüştür. Bu çalışmaları sırasında örgütle ilişkiye geç-
miş ve 1978’de sendikal çalışmada örgüt üyesi olarak yer almıştır. 1978 son-
larında profesyonel kadro olarak Bakırköy çevresinde örgütsel çalışmalara
katılmış ve Şubat 1981’de Genel Komite üyesi olmuştur. 15 Mart 1981’de
Bahçelievler’deki çatışmada şehit düşmüştür.
NİHAT KURBAN
1958 Kars doğumlu olup, lise yıllarında Kars’ta THKP-C sempatizanı ola-
rak devrimci mücadeleyle tanışmıştır. 1977 içinde örgütsel ilişki içine girmiş
ve aynı yıl içinde örgüt üyesi olmuştur. İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi ol-
makla birlikte zamanının büyük bir kısmını Kars’taki örgütsel çalışmalarda
geçirmiştir. 1979 yılında bir silahlı çatışmada yaralanması üzerine, bir süre ör-
gütsel çalışmaların dışında kalmışsa da, 1980 ortalarında Kars il yöneticisi ola-
rak atanmıştır. Şubat 1981’de Genel Komite üyesi olmuş ve 15 Mart 1981’de
Bahçelievler’deki çatışmada şehit düşmüştür.
CEMALETTİN DÜVENCİ
1956 Tekirdağ doğumlu olan yoldaş, küçük-köylü bir ailenin oğludur. Ai-
lesinin İstanbul’a taşınmasından sonra, işçi olarak çalışmaya başlamıştır. Dev-
rimci mücadeleyle ilişkisi, Bakırköy çevresindeki dernekler düzeyinde başla-
mış ve Halkevleri’nde faaliyet sürdürmüştür. 1976’dan itibaren örgütsel ilişki-
ye girmiş ve 1977-78 döneminde Bakırköy çevresinde örgüt üyesi olarak ça-
lışmıştır. 1978 sonrasında profeyonel kadro olarak çalışmıştır. 1980 Nisan ope-
rasyonundan sonra, İstanbul bölgesinin yeniden düzenlenmesinde görev al-
mış ve pragmatik ve sağ-ekonomist sapmaya karşı mücadelede etkin bir rol
üstlenmiştir. Şubat 1981’de, pragmatik sapma içindeki unsurların ihracından
sonra Genel Komite üyesi olmuştur. 15 Mart 1981 günü, Bahçelievler’deki ör-
güt evinin düşman güçlerince kuşatılması üzerine, diğer üç yoldaşıyla birlik-
te silahlı çatışmaya girişmiş ve dört saatlik çatışma sonucunda, diğer üç yol-
daşıyla birlikte şehit düşmüştür.
SÜLEYMAN AYDEMİR
1957 Denizli doğumlu olup, Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne
girdikten sonra, devrimci mücadeleyle tanışmıştır. 1978 sonuna kadar öğren-
ci çevresinde etkili olan DY ilişkileri içinde faaliyette bulunmuş ve DY’ye kar-
şı, aktivizm sloganıyla ortaya çıkan DS ile kısa bir süre ilişkisi olmuştur. DS’nin
öz olarak DY’den farksız olduğunu kendi öz deneyimiyle gören Süleyman yol-
daş, 1979 ortalarında Adana bölgesinde örgüt üyesi olmuş ve 1980’de profes-
yonel kadro olarak çalışmaya başlamıştır. 12 Eylül 1980 tarihinde ihbarcı tu-
tum ve davranışlarından, her türlü uyarıya rağmen vazgeçmeyen bir kişinin
cezalandırılması eylemine katılmış ve eylem sonrası Serdar Soyergin’le bir-
likte düşmanın askeri birlikleri ile giriştiği çatışmada bir yüzbaşıyı öldürmüş-
tür. Bu olaydan sonra İstanbul bölgesinde görevlendirilmiş ve 15 Mart 1981’de
Bahçelievler’deki çatışmada şehit düşmüştür.
22
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
Libya: Dezenformasyonun
Şafak Yolculuğu
“enformasyon”, denetlenmiş,
yeniden düzenlenmiş, kurgu-
lanmış ve abartılmış haber-
bilgi olarak aynı zamanda
“dezenformasyon” faaliyetinin
bir parçasıdır. Bu bağlamda,
“globalleşen dünya”nın en 20 Mart 2003
büyük dezenformasyon kampanyası, Irak’a ve Irak’taki Saddam yönetimi-
28 Şubat 1991
la gelebile-
cek her yol ve sözcük kullanarak karalan-
maya, suçlanmaya başlanmıştır. ‘İş göre-
mez’ raporu alınarak ‘başbakan’lıktan azledil-
meye çalışılan Bülent Ecevit’e yönelik suçlamalar, karalamalar öylesi boyut-
lara ulaştırılmıştır ki, eşi Rahşan Ecevit ‘Marie Antionet’ gibi ‘on binlerce
DSP’liyi’ yok eden ‘haris ve meş’um kadın’ olarak sunulmuştur. ‘Rüya timi’nin
yaratıcısı ve yöneticisi olduklarını her fırsatta göstermekten hoşlanan ‘Doğan
Medya Grubu’na göre Bülent Ecevit’in başbakanlıktan ve parti başkanlığın-
dan istifa etmesini engelleyen tek kişi Rahşan Ecevit’ti. Eğer Rahşan Ecevit
devreden çıkartılabilinirse, DSP de, Türkiye’de rahatlayacaktı!
İstenilen açıktı: Bülent Ecevit başbakanlıktan ve parti başkanlığından isti-
fa edecek, ‘rüya timi’ partinin başına geçecek, İsmail Cem’in başbakanlığın-
da Hüsamettin Özkan’ın koordinatörlüğünde ve Kemal Derviş’in ekonomi yö-
netiminin tek şefi olduğu yeni bir hükümet kurulacaktı. Ama hesaplar bir tür-
lü tutturulamıyordu! Bülent Ecevit ‘direngen’ çıkmıştı, ‘inat’ ediyordu! Ve tüm
kamuoyu oluşturma araçları (medya) kullanılarak amaca ulaşmak için yola
çıkıldı. Ve ülkemiz tarihinin en açık, en sıradan, ama bir o kadar ‘akıllıca’ ya-
pıldığı düşünülen dezenformasyon faaliyeti ve bu yolla kamuoyunun koşul-
landırılması süreci başlatıldı.
Medyatik dilde söylersek, ‘düğme-
ye’ 29 Mayıs günü gazetelere ilan vere-
rek TÜSİAD basmıştır. ‘Türkiye: Nasıl
Bir Gelecek?’ başlığıyla yayınlanan TÜ-
SİAD ilanında şöyle deniliyordu:
‘Türkiye, tarihi bir yol ayrımında. AB
ile ilgili kararlara bağlı olarak, 21. yüz-
yılın ilk çeyreğinde nasıl bir ülkede ya-
şayacağımız ve nüfusumuzun yarısını oluşturan gençlerimi-
ze nasıl bir Türkiye bırakacağımız bu yıl içinde belli olacak. Refah düzeyi yük-
sek, siyasi ve demokratik standartların en üst düzeyde uygulandığı, ekono-
misi sağlam, gençlerine çağdaş eğitim ve istihdam olanakları sağlayan, dün-
yanın gelişmiş ülkeleriyle aynı düzeyde bir Türkiye mi, yoksa ekonomik sar-
sıntıların belirli aralıklarla devam ettiği, istikrara kavuşmamış siyaseti ile ge-
leceği belirsiz, kişi başına 2000 dolarlık bir milli gelire mahkum olmuş bir Tür-
kiye mi?’
... TÜSİAD, sadece ‘düğmeye’ basmakla kalmamış, aynı zamanda bu sa-
vaşın taktiklerini de belirlemiştir. ‘Medya’nın tüm yapacağı iş, bir yandan Bü-
lent Ecevit’in ‘sağlığı’ ve ‘eşi’ ile ilgili haberleri gündemin ilk sırasına çıkartır-
ken, diğer yandan ‘AB karşıtı’ MHP’yi ‘yeni oluşum’la işbirliği yapmayı kabul
etmesi için köşeye sıkıştırmaktır.
Böylece ‘medya’, ülke tarihinin en büyük manipülasyon ve dezenformas-
yon operasyonlarından birisine başlamak için ‘start’ almıştır.
Ağustos ayına girildiğinde, TÜSİAD’ın Mayıs ayı sonunda başlattığı ‘AB’
kampanyasının gelişim ve dönüşüm aşamalarının Avrupa Birliği ile ilgili ol-
madığı, ‘AB yanlıları’nın bir başka amaç için kullanıldığı daha açık görünür 25
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
Nisan 1991/Irak
cı” gibi görünmektedir. Oysa bundan ön-
ceki büyük Irak ve Yugoslavya dezenfor-
masyonlarına bakıldığında, her zaman “fi-
güran rolü” oynayan Türkiye’nin “bir ko-
yup üç alma” mantığıyla hareket ettiği ve
her durumda emperyalizme göbekten
bağlı olduğu açıkça görülmektedir.
Libya’ya yönelik emperyalist müdahaleyi
Nisan 1991/Irak
haklı ve mazur göstermek için yürütülen
dezenformasyon kampanyasında Türkiye
“medya”sının “merkezi” rol oynamasının,
daha doğru ifadeyle oynatılmasının temel
nedeni, dezenformasyon kampanyasının
amacının, kamuoyunda müdahale edile-
cek ülkede bir “insanlık trajedisi”nin ya-
şandığı, “sivil halk”ın ölümle yüzyüze ol-
duğu “algı”sı oluşturmak için “uygun” ol- Mart 1999/Yugoslavya
masıdır. Libya’da “mahsur kalan binlerce
Türk vatandaşı”nın “tahliye” olayı, tipik bir
dezenformasyon operasyonu olmuştur.
Benzer olaylar 1991’de Irak’ta 36. pa-
ralelin kuzeyinde “uçuşa yasak bölge”
oluşturulması sırasında “yaşandığı” gibi,
1999’da Yugoslavya saldırısında da aynı şekilde “yaşanmış”tır.
Tüm bu dezenformasyon kampanyası ve operasyonları içinde emperyalizmin Libya
müdahalesinin en önemli özelliği, Arap ülkelerindeki 1954’de Nasır’la başlayan devrimci-
milliyetçi iktidarların (Baas rejimleri) açık ve kesin biçimde tasfiye edilmesidir. Saddam’la
başlayan, Arafat’ın “sessiz sedasız” tasfiyesi ile süren ve “Tahrir Meydanı” eylemleriyle
Mısır’daki Baas rejiminin son kalıntılarının tasfiye edilmesi süreci Libya’da devam etmek-
tedir. Bugün Baas rejimlerinin biçimsel olarak da olsa “son kalesi” olan Suriye bu tasfiye
sürecinin son halkası durumundadır. Gelecek günlerde Suriye’ye yönelik yeni bir dezen-
formasyon kampanyasının başlatılması fazlaca şaşırtıcı olmayacaktır.
Son olarak belirtelim ki, emperyalizmin dezenformasyon kampanyası hemen her du-
rumda kamuoyunu etkilemeyi başarmaktadır. Ama en büyük başarısı, bu dezenformas-
yon ortamında ilerici ve demokrat kamuoyunun “canilere” sahip çıktığı suçlamasına mu-
hatap olmamak için tepki veremez hale getirilmesi ve pasifize edilmesidir.
29
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
TÜSİAD Anayasası
Kimilerinin “yaşamsal öneme sahip” ol- Diğer yandan, “Tüsiad Anayasası”nın ka-
duğunu ileri sürdükleri 12 Haziran seçimle- muoyuna açıklanması sırasında en “med-
rine iki buçuk ay kala, 23 Mart günü, Tüsi- yatik” olay ise, Tüsiad başkanı Ümit Boy-
ad’ın Prof. Dr. Ergun Özbudun’un başkanlı- ner’in eşi, Boyner Holding’in başkanı ve es-
ğında bir komisyona sipariş ettiği “Yeni Ana- ki Yeni Demokrasi Hareketi’nin (YDH) baş-
yasa”nın “Beş Temel Boyutu” kamuoyuna kanı olan Cem Boyner’in, “İnsanların özgür-
açıklandı. lüğü, onuru, hakları ülkenin bölünmesinden
Hemen herkesin “hemfikir” olabileceği, daha önemlidir” açıklaması olmuştur.
fazlaca itiraz edemeyeceği “insan” ve “bi- Bu iki olay, yani mevcut anayasanın dör-
rey” haklarına ilişkin çokça belirsiz ve muğ- düncü maddesiyle “değiştirilemez” hükmü
lak sözün yer aldığı “Tüsiad Anayasası”nın altına alınmış olan maddelerin “değiştirile-
öne çıkan ve tepki gören yanı, mevcut ana- bilir” hale getirilmesi önerisi ile Cem Boy-
yasada* yer alan “değiştirilemez” maddele- ner’in “çıkışı” ne denli “medya” ve “siyaset
rin kaldırılması ve sadece “Türkiye Devleti dünyası” tarafından tepkiyle karşılanmışsa
bir Cumhuriyettir” maddesinin korunması da, “Tüsiad Anayasası”nı hazırlayan komis-
önerisi olmuştur.** yonun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun’un
Ağustos 2007’de AKP’nin sipariş ettiği “yeni
* Bugün yürürlükte olan “T. C. Anayasası”, 12 Ey- anayasa” taslağını hazırlayan komisyonun
lül askeri cuntası tarafından Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı
başkanlığındaki komisyona hazırlatılan ve 1982 yılın- da başkanı olduğu fazlaca tepki uyandırma-
da referandumla kabul edilen “82 Anayasası” değil- mıştır. (AKP’nin sipariş ettiği 2007 anayasa
dir. 82 Anayasası’nın pek çok hükmü değişik zaman- taslağını hazırlayan beş kişilik komisyonda
larda TBMM tarafından değiştirilmiştir. En son değişik- yer alan Doç. Dr. Serap Yazıcı da, Tüsiad’ın
lik, herkesin bildiği gibi, 12 Eylül 2010’da yapılan “ana-
yasa değişikliği referandumu”yla gerçekleştirilmiştir.
“anayasa” komisyonunda “prof. dr.” unva-
Bu nedenle, yürürlükteki anayasaya “82 Anayasası” nıyla yer alan ikinci “demirbaş” üyedir.)
demek fiilen olanaksızdır. Bu nedenle “mevcut ana- Şüphesiz bu olayda en “ilginç” nokta,
yasa” deyimini kullanıyoruz. Tüsiad’ın seçimlere iki buçuk ay kala “yeni
** Mevcut anayasanın 4. maddesiyle “değiştirile-
anayasa” önerisiyle ortaya çıkmış olmasıdır.
mez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmü altına
alınmış olan ilk üç madde şöyledir: 2010 referandumu öncesinde Recep Tayyip
“I. Devletin şekli Erdoğan’ın “bitaraf olanlar bertaraf olacak-
Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. tır” diyerek tehdit ettiği Tüsiad, bu kez elini
II. Cumhuriyetin nitelikleri “çabuk” tutarak, “bertaraf ” olmamak için
Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzu-
ru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
“taraf” olmuştur. (Cem Boyner, bu durumu,
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlan- “Gece yastığa başınızı koyduğunuzda, bu
gıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, gece yarın, tarafınızı belli etmek zorundası-
lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. nız.” diyerek ifade etmiştir.)
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî
marşı ve başkenti
Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bö- dızlı al bayraktır.
lünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Millî marşı ‘İstiklal Marşı’dır.
30 Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıl- Başkenti Ankara’dır.”
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
Tüsiad’ın 12 Haziran seçimlerinden ön- çimlerden sonra gündeme gelecek olan ye-
ce “bitaraf ” olmadığını gösteren bu çıkışı, ni anayasa” önerisiyle meşrulaştırmaya ça-
aynı zamanda “yeni anayasa”sının içerdiği lışmaktadır.
yuvarlak, muğlak ve “elastiki” sözlerle des- Bugün AKP iktidarı, meşruiyetini yitirmiş
teklenmiştir. Böylece anayasa beklentisi bir anayasadan aldığı “yetki”yi kullanan gay-
içinde olan, mevcut anayasayla sorunu olan rimeşru bir iktidar durumundadır. İcraatla-
herkesin kendince bir şeyler bulabileceği rı, (meşruiyetini yitirmiş) mevcut anayasa-
bir “anayasa önerisi” ortaya atılmıştır. ya uygun olsa da, yani “yasal” görünse de,
Yuvarlak, muğlak ve “elastiki” sözlerle mevcut anayasanın meşruiyetini yitirmesi
ifade edilen “Tüsiad Anayasası”, en yalın ifa- nedeniyle “yasallığını” da yitirmiştir. Bu du-
desiyle, demokratik hukuk devletinin en te- rumda, iktidarın “toplumsal onay”a dayan-
mel ilkelerinden birisi olan “yasalar anaya- mayan, meşru olmayan (gayrimeşru) bir
saya aykırı olamaz” ilkesini ortadan kaldır- “yetki”yi kullanması, “yetki gaspı”ndan baş-
maktadır. “Tüsiad Anayasası” öylesine yu- ka bir şey değildir. En azından toplumun
varlak, muğlak ve “elastiki” sözlerle ifade %42’sinin meşru görmediği, onay vermedi-
edilmiştir ki, bu anayasayla birlikte yasama ği bir iktidar söz konusudur. Bu “yetki gas-
organına egemen olan bir siyasal parti, hiç- pı”, en açık biçimde, siyasal iktidarın “yet-
bir anayasal engelle karşılaşmaksızın istedi- ki”sini “tüm milletten”, halktan almadığının
ği yasayı, istediği gibi çıkarabilme olanağı- ifadesidir. Dolayısıyla da, “yetki”yi “tüm mil-
na sahip olmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’- letten” almayan bir iktidarın olduğu koşul-
ın talep ettiği de budur. Bu yönüyle “AKP larda, “milli kriz”in varlığı bir gerçekliktir.*
Anayasası” ile “Tüsiad Anayasası”, oluşturu- Seçimlere “çeyrek kala” Tüsiad’ın orta-
lan komisyonun başkanı Prof. Dr. Ergun Öz- ya “yeni anayasa” önerisiyle çıkması, Nuray
budun’un AKP’nin 2007 “anayasa tasarısı”nı Mert’in sözleriyle “siyasal-toplumsal kriz du-
hazırlayan komisyonun başkanı olmasında rumu”nda, böylesine gayrimeşru hale gel-
ifadesini bulan bir özdeşliğe sahiptir. miş bir iktidara karşı “direnme hakkı”nın
Ama “Tüsiad Anayasası”, çok açık bi- meşruiyetini ve fiili hale gelmesini engelle-
çimde, mevcut anayasanın, özellikle 12 Ey- meye yöneliktir. Tüsiad’ın çok iyi bildiği gi-
lül 2010 referandumu sonrasında, tümüyle bi, “direnme hakkı”nı kullanan halk, her za-
meşruiyetini yitirdiğinin, varolan asgari “con- man kurulu düzeni topyekün değiştirmeye
sensus”un da tümüyle ortadan kalktığının yönelir. Kurulu düzenin temsilcisi ve simge-
bir itirafıdır. si olan, daha tam ifadeyle mevcut düzenin
1982 referandumunda %92 “evet” oyu ile kendisi olan Tüsiad da, böylesi bir değişim
kabul edilen, ardından AB dayatmalarıyla sürecinde kendi düzenini yitireceğini de çok
TBMM içinde oluşturulan “consensus”la pek iyi bilmektedir. İşte “Tüsiad Anayasası”nın
çok maddesi değiştirilen mevcut anayasa- seçimlere iki buçuk ay kalmışken ortaya
nın meşruiyetini yitirmesi, artık iyi ya da kö- atılması, Tüsiad’ın “siyasal-toplumsal kriz
tü, doğru ya da yanlış bir “hukuk devleti”nden durumu”nda toplumsal hareketleri pasifize
söz edilemeyeceği bir durumun ortaya çık- etmeyi, en azından seçimlere kadar “za-
ması demektir. Bu da, mevcut iktidarın, ya- man” kazanmayı amaçladığını göstermek-
ni AKP iktidarının meşruiyetini yitirdiğini, as- tedir.
gari düzeyde de olsa “toplumsal uzlaşma”ya Her zaman ifade ettiğimiz gibi, ülkemiz,
dayanan bir hukuksal temele sahip olmadı- tam anlamıyla olgun olmasa da sürekli bir
ğını gösterir. milli kriz içindedir. Bu da, toplumsal devri-
12 Eylül 2010 referandumunda halkın min nesnel koşullarının varlığı demektir. Bü-
%42’sinin “hayır” oyu vererek kabul etme- tün sorun, devrimin öznel koşullarının yara-
diği, meşru görmediği, “toplumsal onay” tılmasıdır. “Tüsiad Anayasası”, böylesi bir
(consensus) vermediği bir anayasadan “yet- gerçekliğin ifadesidir.
ki” alan bir iktidar, açıktır ki, toplumun %42’-
si nezdinde gayrimeşru hale gelmiştir.
* Nuray Mert, “meşruiyet” ile “yasallık”ın her za-
Tüsiad, “yeni anayasa” önerisiyle, bir
man örtüşmeyebileceğini, “bir toplumda, bu iki kav-
yandan mevcut anayasanın meşruiyetini yi- ram farklılaşmaya başladıysa, siyasal-toplumsal kriz
tirdiğini ortaya koyarken, diğer yandan gay- durumu yaşanır” (abç) saptaması yaparken (Milliyet,
rimeşru hale gelmiş olan AKP iktidarını, “se- 4 Mart 2011) bu gerçeği dile getirmiştir. 31
KURTULUŞ CEPHESİ Mart-Nisan 2011
I. IV.
Her türlü siyasal birliğin ama- Özgürlük, insanın sahip oldu-
cı, insanın doğal ve geri alınamaz ğu tüm yetilerini dilediği gibi ge-
haklarını korumak ve tüm yete- liştirme gücüdür. Kuralı adalet,
neklerini geliştirmektir. sınırları başkalarının hakları, ilke-
II. si doğa, güvencesi yasadır.
İnsanın temel hakları, kendi V.
özgürlüğünü ve varlığını koruma- Barışçıl olarak toplanma hak-
sı için gerekli olan her şeydir. kı ve basım ya da başka biçim-
III. lerde düşünceleri açıklama hak-
Bu haklara, fiziksel ve tinsel kı, insanın özgürlüğü ilkesinin öy-
güçleri ne denli farklı olursa ol- lesine zorunlu bir sonucudur ki,
sun tüm insanlar eşit olarak sa- bugünkü ya da geçmişteki des-
hiptirler. Hakların eşitliği, doğa ta- potizmin anısına bakmak yeterli-
rafından düzenlenmiştir; toplum, dir.
onları ihlal etmez, tersine etkisiz- VI.
leştirilmelerine neden olan aşırı Mülkiyet, her yurttaşın, yasay-
güç kullanımına karşı güvence la güvence altına alınmış olan
sağlar. güzelliklerden kendi payına dü-
* Archives Parlementaires de 1787 à 1860, Paris 1903, t.. LXIII, p. 197-198. Maximilien Robes-
32 pierre, Ayaklar Baş Olunca - Jakoben Söylevler, İlkeriş Yay., 2008.
Mart-Nisan 2011 KURTULUŞ CEPHESİ
34
ERİŞ YAYINLARI
İnternet Adresi:
www.kurtuluscephesi.com
www.kurtuluscephesi.org
www.kurtuluscephesi.net
E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org