You are on page 1of 15

“Kuru Ot ve Paçavra Fiyatına, Okkası Üç Kuruş On Paraya”

Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Arşivi


ve Yok Olan Arşivler •

“…Mayısın on ikinci Salı günü Sultanahmetteki Maliye evrak hazinesinin


önünde (20–30) kadar araba sıralanmış kapının önüne büyük bir baskül konmuş,
bir takım çemberlenmiş kâğıtlar tartılıyor ve hamallarla bu arabalara konuluyor
ve Sirkeci istasyonuna taşınıyordu. Bu ameliye esnasında bunlardan birçokları
da sokaklara dökülüp saçılıyordu.
Bu binanın önünde Sultanahmet tramvay mevkiine kadar olan yol birçok
vesikalarla dolmuş ve örtülmüştü. Bilhassa tapu dairesinin önündeki bunlar bir
yığın teşkil ediyordu.
Bu sırada bir ses yükseldi. Bu Hazine Bekçisi Bekir Ağanın sesi idi. Yoldan
arabalarile geçen çöpçülere çıkışıyor, vazifelerini yapamadıklarını söylüyor, yol
üzerindeki kâğıtları süpürmelerini ihtar ediyordu.
Çöpçülerde cevap veriyor, kâğıtların çokluğundan şikâyet ediyor, akşama
kadar çalışsalar bitiremeyeceklerini anlatıyorlardı.
Nihayet çöpçüler bu kâğıtların bir kısmını toplayarak Kumkapı sahillerine
atmak üzere kaldırmaya başladılar…” (Son Posta Gazetesi, 4 Haziran 1931)

Giriş
Son Posta Gazetesi, Osmanlı Arşivlerinin Bulgaristan’a “kuru ot ve paçavra fiyatına,
okkası üç kuruş on paraya” (3.10 kuruş) satılmasını olayı bu sözlerle okuyucularına
aktarıyordu. Gazeteler de “20. Asırda Hülakû Faciası” olarak nitelendirilen olaya bizzat şahit
olanlar veya bir yerlerden duyanlar inanmakta zorlanıyorlardı.
Fakat dünya tarihinde eşine rastlanamayacak şekilde, bir ülkenin nerdeyse 600 yıllık
tarihi birikimi, bir milletin hafızası ve birçoğu altın yaldızlı, el emeği, göz nuru tarihi
belgeleri, maliyeye gelir getirsin diye kuru ot fiyatına satılıyordu. Çoğu insanın “artık bu
kadar da olamaz” diyeceği olay maalesef olmuş ve hatta Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü 1993 yılında konuyla ilgili tam 604 sayfalık bir kitap bile yayınlamıştı.1
Bu çalışmada, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünce basılan bu kitap esas alınarak o
dönemde yaşanın evrak satılma olayı ve bu olay sırasında basın ve olaya adı karışan
görevlilerin tutumlarıyla daha sonraki yıllarda arşivlerle ilgili yaşanan sorunlar üzerinde
durulacaktır.


Not: Bu makalede yer alan Gazete haberleri ve raporların bir kısmının aslı T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü tarafından 1993 yılında yayınlanan “Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi
Arşiv Çalışmaları” adlı eserde yer almaktadır.
1
“Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları”, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu:19, Ankara, 1993,

1
1. Arşivlerin Bulgaristan’a Satılması ve Olayın Kamuoyunca Duyulması
Milliyet Gazetesinin 21 Mayıs 1931 tarihli haberinde göre olay, iki yıl önce Maliye
Bakanlığınca Defterdarlığa gönderilen lüzumsuz evrakların satılması yazısıyla başlamıştı. Bu
yazı üzerine Defterdarlık bünyesinde bulunan dairlerde çalışanların içinde yer aldığı ve
başında Nev’i B. olduğu bir komisyon oluşturulmuştur. Çalışmalar sırasında komisyon
başkanı, Sultanahmet mahzenindeki evrakın kıymetli olduğunu, zayi olmaması için başka
yere nakledilmemesi hususlarını evrak satışından 9 ay önce Maliye Bakanlığına bir rapor
halinde bildirmiştir. Fakat bu arada Komisyonun ortak olarak hazırladığı rapor Bakanlığa
gönderilmişti. Bakanlık, bir yazı ile evrakı lüzumlu ve lüzumsuz olarak iki ayırmış, lüzumsuz
olanların gazeteye ilan vererek satılmasını, satılan evrakın bakkal vesaire yerde kalmaması
için, alıcılara bu evrakı yurt dışına çıkarma şartını getirmiştir.2 İşte bu inanılmaz tarihi olay
böyle başlamıştı.
Sessiz sedasız yürütülen satış işlemi, nakliye sırasında sokağa dökülen evrakların dikkat
çekmesi nedeniyle, Son Posta Gazetesi muhabiri İbrahim Hakkı (Konyalı) Bey tarafından
ilk kez 13 Mayıs 1931 tarihinde kamuoyuna durulmuştur. Verilen haberlerde tarihi evrakların
İzzet Halim Bey M. Takforyan ve ortaklarına satıldığı, 120 balya ve 500 sandık civarında
olan evrakın içinde çok kıymetli ve tarihi değeri olan belgelerin olduğu, bu evrakın en
azından tasniften sonra satılması gerektiği belirtilmiştir.3
Olayı gazetelerden öğrenen, zamanın İstanbul Belediyesinde gazetelerle ilişkilerden
yürütmekle görevli Osman Ergin, konuyu Muallim Cevdet (İnançalp)’a duyurmuştur.
Duyduklarına ve gazetelerde gördüklerine inanamayan Muallim Cevdet, büyük bir şok içinde
Sultanahmet’e gitmiş ve bir süre sonra, beşer kuruşa çocukların elinde topladığı ve içinde
Viyana seferine dair Yol Masraf Defteri, Uygurca bir anahtar, Sırbistan’da ilk fethettiğimiz
Niş kalesine dair kayıtlar gibi bazı belgelerin bulunduğu bir kucak evrakla beraber ağlayarak
geri dönmüştür. Osman Ergin Beyin teşvikiyle, kişilik olarak cesur ve pervasız olan M.
Cevdet’le beraber konunun Başvekil (Başbakan) İsmet İnönü’ye bildirilmesi
kararlaştırılmıştır.4
Muallim Cevdet, “Paşam, Bahri, Mali, Fenni, Ticari, Hukuki, Sanai, Edebi, tarihimizin
vesikaları..” diye başladığı yazısında; bu milletin bahsi geçen alanlarda tarihinin henüz
yazılmadığı ancak belgelerinin arşivlerde olduğunu belirtmiş, ancak bu hazinenin şu an
satılmakta olduğunu, oysa batılı bilim adamalarının bu belgelere hayran kaldıklarını ve takdir
ettiklerini, bin yıllık tarihi belgelerini satan bir cemaati, batı medeniyetinin de kendi içine
almayacağını söyleyerek, olaya el koymasını istemiştir.5
Tarih bilincine sahip insanların gayretleriyle konuyu Ankara’ya da takip eden, Halil
Ethem Eldem, Başbakan İnönü ile yoğunluğu nedeniyle ancak ayaküstü görüşmüş ve diğer
milletvekillerine de bilgi vermiştir6. Halil Bey, M. Cevdet’e yazdığı mektupta Başbakanlık
Müsteşarı Kemal Bey’le de görüştüğünü ve satılan belgelerin birer suretini gösterdiğini,
konuyla ilgilenme sözü aldığını yazmıştır.7

2
Milliyet, 21 Mayıs 1931, 3. sayfa
3
Son Posta, (285) 13 Mayıs 1931, 1. sayfa ve 14 Mayıs 1931, 1. sayfa, Vakit 19 Mayıs 1931, 1–2 sayfalar
4
Osman Ergin, M. Cevdetin Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, Bozkurt Basımevi, İstanbul, 1937 (Bulgaristan’a
satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları, T.C. Başbakanlık Devlet arşivleri Genel Müdürlüğü
Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, yayın Nu:19, Ankara, 1993, s.3–4
5
Ergin, a.g.e., s.112
6
Vakit, 14 (4796), 19 Mayıs 1931, 1,2 sayfa
7
Ergin, a.g.e., s.120

2
Diğer yandan, konudan haberdar olan Manisa Milletvekili Refik Şevket İnce Meclise
soru önergesi vererek gelişmeleri takip etmiştir. Meclise verilen soru önergesi üzerine,
dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdulhalik Renda, maliye memurlarına yapılan usulsüz
ödemelere cevap verdikten sonra, konuyla ilgili olarak;
“Vaktiyle bir defa ilanı meşrutiyet akabinde, sonrada mütarekeden evvel
tasnif edilmiştir… Tasnif edilmiş olanlar üst kata aktarılmış oralarda raflara
konulmuştur.
Evrak tasnif edildikten sonra, ayrıldıktan sonra, ayrımlı evrak mahzenin üst
katındaki yerlere konulmuştur ve deftere yazılmıştır. Altta kalan karışık ve tasnif
edilmemiş evraktır.
Yeni harfler münasebetiyle bu evrakın kıymeti tarihiyeyi haiz olmayanlarını
yakmak mevzubahis oldu. Vekâlette düşünüldü ki bunlar imha edileceğine,
memleket dâhilinde şuraya buraya atılacağına kağıt fabrikalarına vesaireye
satalım denildi.
Satış içinde eskiden orada bulunan tapu kuyudu atıka memurlarından iki,
defterdarlıktan iki, tasfiye hesabatından bir olarak beş kişiden mürekkep bir heyet
tefrik edilerek mevcut evrak tetkik edilmiş, bunlardan işe yarayanlar ayrılarak
yukarı kata konulmuş ve mütebaki işe yaramayanlar da satılmak için ayrılmıştır.
Bu karar verildiği zamanlarda tarih müesseselerine müracaat edilmemiştir.
(Satış)… Müzayede ve münakaşa kanununu ahkâmına tamamen riayet
edilmiştir. (konuyla ilgili )…tahkikat henüz bitmemiştir. Yalnız maliye
müfettişlerinin tahkikatı esnasında işe yarayan evrakın üst katta mevcut olduğu
görülmüştür.
(Bulgaristan’a gönderilen)… Evrakların iadesi kabildir. Bu vaka üzerine
evrak alanlar isterseniz aynen iade edelim dediler. Bizde aynen iadesini istedik”
şeklinde cevap vermiştir.8
Bu cevaptan 4 gün sonra Başbakanlıktan Başvekil İsmet İnönü’nün imzasıyla
gönderilen bir tamimle, İstanbul’da satılan evrak içinde kıymetli belgelerin olduğunun
anlaşıldığı, aynı durumun diğer kurum ve vilayet arşivlerinde olabileceği, bunların değerinin
ancak ihtisas erbabınca takdir edilebileceği, bu nedenle evrakın yok olmasına meydan
verilmemesi ve gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir.9
Sonraki günlerde olaya sebebiyet verenler hakkında yürütülen soruşturmalar,10
arşivlerin perişan durumu,11 Satılan yaklaşık kırk ton evraktan 53 balyalık kısmının ancak
geri getirilmesi,12 gibi konular gündeme gelmiştir.

2. Arşivin Satılması, Cehalet mi? Yoksa Komplo mu?


Konuyla çeşitli şekillerde ilgilen insanlar akıllara durgunluk veren bu olayı izah etmede
zorlanmış ve o günlerde bunun cehaletten mi yoksa bir komplodan mı kaynaklandığı
üzerinde durulmuştur.

8
Meclis Tutanakları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6.6. 1931 Tarihli, Dördüncü Devre, Fevkalede İctima,
Onuncu İnikat: İ:10 6.6.1931 C:1, Hakimiyeti Milliye, 8 Haziran 1931 1. sayfa
9
Bulgaristan’ Satılan Evrak… a.g.e., s.10
10
Milliyet, 22, 24, 26 ve 29 Mayıs 1931 tarihli sayılar,
11
Vakit, 14 Haziran 1931, 1,2 sayfalar
12
Açık Söz, 22 Mayıs 1936, 1. sayfa

3
Baskülle tartılıp, ot fiyatına satılan tarihi belgelerden bir kısmının sokaklara dökülüp
çocukların ve çöpçülerin eline geçmesi ve bu durumun Ankara’ya bildirilmiş olmasına
rağmen, dönemin İstanbul Defterdarı Şefik Beyin hala “satılan evrakın yazısız, kıymetsiz
kâğıt parçaları ve eski cetveller olduğunu”13 iddia etmesi adeta hayretle karşılanmıştır. Bir
kısım gazeteler bazen kara mizah örneği olarak, mahzenlerde bulunan evraklar için “aman
görmesinler satarlar”14 veya tarihi belgelerin satılmasını “ister inan ister inanma”15 şeklinde
okuyucularına duyururken, Milliyet Gazetesi, olayı Köprülüzade Fuat Beyin ağzından; “…
bu memleketin haysiyeti maneviyesi için en büyük cürümdür. Dünyada hiçbir milletin kendi
tarihi vesaikini sattığı görülmemiştir. Ortada bir salahiyeti tecavüz meselesi vardır. Bu satış
ancak sevki cehaletle yapılmıştır”16 şeklinde okuyucularına duyurmuştur.
O dönemdeki bazı gazete haberlerinde ise satışın cehaletten çok bir komplo olma
ihtimali üzerinde durulmuştur. Milliyet Gazetesinin 21 Mayıs 1931 tarihli sayısında, satılan
evrakların bakkal ve saire eline geçmemesi için Maliye Vekâletinin evrakı alana, bunu
yurtdışına çıkarma şartını koyması, ihalenin İzzet Bey adında bir müteahhitte kalmasına
rağmen, onun namına bir Musevi’nin evrakı tesellüm etmesi konularına değinmiştir. Yine
Osmanlı döneminde Manastır milletvekilliği yapan Galatasaray Lisesi mezunu ve çok iyi
Türkçe konuşan Bulgar Generali (albay) Pancedorf’un, (Panço Doref) evrak satılmadan önce
Bulgar tarihi ile ilgili olarak Osmanlı Arşivlerinde araştırma yapmasıyla, evrakın
Bulgaristan’a satılması arasında bir bağlantının olabileceği ihtimali üzerinde durulmuştur.17
Bu iddialardan sonra, çok garip bir şekilde Milliyet Gazetesi “anlaşılıyor ki bu
meselenin iç yüzü evvelce yazıldığı şekilde değildir” ifadeleriyle ağız değiştirerek, satış
işlemini yapanlardan birinin “Ayrılan evrak Arap harfleriyle yazılıdır, Bunların içinde Tuna
ve Silistre’ye ait hesap defterleri varsa da kıymetsizdir” şeklindeki sözlerini sütunlarına
taşımış18 ve daha sonraki yayınlarını da bu doğrultuda sürdürmüştür.

3. Arşivlerin Satılmasında Maliye Bakanlığının Sorumluluğu


Aslında olup bitenler cehaletten ziyade tarihi yok etmeye yönelmiş bir planın
uygulanması ve bu işi yapanların suçüstü yakalanması şeklinde yorumlanmıştır.
Bulgaristan’a satılan evrakları arabalara yüklenirken gören ve bunu gazetesine taşıyarak
Türkiye’nin bu olaydan haber olmasını sağlayan İbrahim Hakkı Konyalı’ya19 göre bu olay
ihtimalin ötesinden tamamen bir komplodur. İbrahim Hakkı bu düşüncelerini 1982 yılında
Köprü Dergisine verdiği röportajında şöyle dile getirmektedir;20

13
Vakit, 19 Mayıs 1931, 1,2. sayfalar
14
Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1931, 3. sayfa
15
Son Posta Gazetesi, 24 Mayıs 1931, 3. sayfa
16
Milliyet Gazetesi, 20 Mayıs 1931, 1. sayfa
17
Milliyet Gazetesi, 21 Mayıs, 1931, 3. sayfa
18
Milliyet Gazetesi, 22 Mayıs 1931, 1,6. sayfa
19
İbrahim Hakkı Konyalı (1894–1984), Mevlana’nın torunlarından olan Konyalı, İlk Türk şimendifercileri
arasında yer almaktadır. Batum Ruslardan alındığında oraya gar şefi olarak tayin edildi. Orada Rusça öğrendi. I.
Cihan harbinden sonra memuriyetten ayrıldı. Konya’da Hak Yolu isimli bir dergi çıkardı. İntibah Meşriki
Hakikat, Tercüman-i Hakikat ve İleri gazetelerinde muhabirlik yaptı. Cumhuriyetten sonra İstanbul’a yerleşti.
Orada Son Posta, Tan ve Vatan gazetelerinde fıkra ve tarih yazarlığı yaptı. Daha sonra Tarih adlı dergiyi
yayınladı. Piri Reisin haritasını Topkapı Müzesinde ilk kez bulup dünyaya tanıttı. 101 kitap yazdı. Bir çok
yerden şilt ve üstün hizmet madalyası aldı. Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kendisine önce fahri
doktorluk, ardında Profesörlük unvanı verdi (Kaynak: Köprü Dergisi, Kasım, 1982, s.8)
20
Köprü Dergisi, Kasım, 1982, s.11

4
“Hazine-i Evrakta dedelerimizin fethettiği Balkanlar ve Avrupa ülkeleriyle ilgili
vesikaların bulunduğunu öğrenen bir Bulgar albayı, Cumhuriyetten sonra İstanbul’a gelmiş
ve maddi menfaatler karşılığında temin ettiği bazı adamların yardımıyla en mühim
evrakların bulunduğu Maliye-i hazine Evrakına girmeye muvaffak olmuştu.
Bu adam Hazine Evraktaki “yıpranmış, işe yaramaz evrak” diye rapor ettirerek satın
almış. Hem de öyle ki vesikaların yurt dışına şartını da mukavelenameye koydurmuş.
Evrakların 1931 yılında kuru ot ve paçavra fiyatına satılarak ot balyaları gibi çemberlenmiş
halde vagonlarla gönderilişine şahit oldum. Hemen alakadar kimselere müracaat ettim.
Defterdarlığa da bir dilekçe vererek bunları okkasını on kuruşa satın alacağımı kıymetli
olanlarını müzeye hediye edeceğimi söylediğim halde vagonlarla sevkıyatı durduramadım.”
Muallim Cevdet’in “20. asırda Hülâkû faciası”21 dediği ve her yönüyle tarih kıyımı
olan olayın meydana gelmesinde, dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdulhalik Renda,
Müsteşar Ali Rıza ve İstanbul Defterdarı ve defterdarlıktaki diğer kişilerin bilinçli veya
bilinçsiz katkıları olduğu görülmektedir. Bu şüpheyi doğrular nitelikteki hususlar aşağıdaki
gibidir;

3.1. Maliye Bakanının İtiraf Gibi Açıklamaları


Bulgaristan’a evrak satış işinin Meclis gündemine gelmesi üzerine, Maliye Bakanının
soru önergelerine verdiği cevaplar, olayın sıradan ve rutin evrak ayıklanması niteliğinde
olduğu şeklindedir. Önceki sayfalarda verilen bu konuşma metni üzerinde durulduğunda
aşağıdaki hususlar dikkati çekmektedir;
1. Maliye Bakanı arşivlerin tasnifine başlanma nedenini, yeni harflerin kabul
edilmesiyle açıklamaktadır. Muhtemelen Bakanına göre yeni harfler kabul
edildiğine göre eski harflerle yazılan şeylerin bir kıymeti kalmamış olmaktadır.
Oysa yazı, tarihi belgelerin sadece kayıt şeklidir. Yaşanmış bir olayın Latin, Arap,
Çin, Kril veya Resim yazıyla yazımlamasının onun içeriğini etkileme bakımından
hiçbir önemi yoktur. 600 yıllık Osmanlı tarihinin Arap harfleriyle yazılması, Türk
Tarihini kıymetten düşürecek bir husus olmadığı gibi, bunun geriye doğru
düzeltilmesi gibi akıl dışı bir şey de söz konusu olamaz. Bu nedenle harfleri bahane
ederek arşivleri satmak, Türk tarihine karşı beslenen olumsuz düşüncelerin bir
tezahürü olarak görünmektedir.
2. Bakanın ifadelerinde anlaşıldığına göre; İstanbul’un mahzenlerde bulunan evrak
bakanlık için sorun olmuştur. Bu nedenle öncelikle yakılması dönüşülmüş, sonra
Bakanlığın elamanları “niye yakalım satarız maliyeye gelir elde ederiz” şeklinde
parlak fikirler(!) yürütürken, kimileri satarsak bakkalların eline geçer, biri ola ki
yazıları okur, sonra evrakların tarihi değere sahip olduğu anlaşılır, biz de zor
durumda kalırız diye düşünmüş olacak ki, sonunda en iyisi mi yurt dışına satalım
demişler. Onun içinde sözleşmeye, satılan evrakların yurt dışına çıkarılma şartını
koydurmuşlar. “Zırva tevil kabul etmez” kuralınca mantık ve muhakeme dışı bu
açıklamalar, Türk Milletine karşı kurulan açık bir komplonun içinde yer almaktan
başka bir şey olmasa gerektir.

21
Ergin, a.g.e., s.108

5
Bu olaydaki usulsüzlüğe adı karışan Bakanlık Müsteşarı Ali Rıza, mahkemede
“Bence mesele o kadar sade ve ehemmiyetsizdir ki…” diye başladığı savunmasını,
satılan hazine evrakı için, “…Ehemmiyetsiz bile olsa22 beş on kuruşluk bir menfaat
için bu evrakın satılması…. En tabi muameleden başka bir şey değildir. … Eğer bu
muayyel kıymetli kâğıtlar satılacak yerde yakılacak olsaydı satılmak süretiyle
hazinenin elde ettiği beş on kuruşluk menfaatde zayi olmakla beraber kimsenin
mesuliyetide mevzubahis olmayacaktı. Kör ölür badem gözlü olur”23diyerek hem
elindeki incinin kıymetine aklı ermediği için onu darı ile değiştiren horoz misali,
kendi dar görüşlülüğünü ortaya koymakta, hem de eğer “evraklar yakılsaydı
kimsenin ruhu duymazdı” acı gerçeğine değinerek evrakı neden yakmadığına sanki
hayıflanmaktadır. İşgüzarlık örneği olarak bunca rezalete karşılık yargılanma değil
takdir beklemektedir.
Diğer yandan dönemin Maliye Nezareti, olayın ortaya çıkmasından sonrada bu
evrak satma işine hiçbir şey olmamış gibi devam etmiştir. Bu olayın yaşandığı
tarihten bir yıl sonra Maliye Bakanlığı Başbakanlığa gönderdiği yazıda24
“… Salifülazr emri devletleri gerek mahzenler de ve gerek devairdeki bilumum
evraka şamil bulunduğu takdirde tatbikin uzun zaman temadisi halinde bu evrakı
koyacak ne dolap ve ne de yer bulmak imkânı kalmayacaktır.
Dört seneden beri yanlız vekâleti acizi ile Ankara defterdarlığı Tapu ve Tuz İnhisarı
Umum Müdürlüklerine ait evrakın muhafazası için imal ettirilen dolaplar 950
adedine vasıl olmuş ve mahzeni evrak odaların haddi intisabisini çoktan geçmiş
bulunmakla beraber badema dolaplar imaline muktazi tahsisat ve müsaade de
kalmamıştır...” gerekçeleriyle lüzumsuz evrakın imhası için Başbakanlıktan izin
istemiştir. Bakanlık, devlet evrakı koyacak dolap, dolabı yaptıracak para veya
yapılacak dolabı koyacak bina bulamıyor. Dolayısıyla evrakı imha edelim, bu
sorundan kurtulalım demeye getirmektedir. Oysa evrakını koyacak dolabı yapmaya
gücü yetmeyen devletin devletliğinden bahsedilebilinir mi? Maliye Nezareti bütün
bu yaşanan olaylara rağmen adeta milletle dalga geçmektedir.
Maliye Nezareti bununla da kalmımıştır. 5 Haziran 1931 tarihli Cumhuriyet
gazetesinin “Aman Görmesinler Satarlar” başlıklı haberinde, Müsteşarın emriyle
emvali metrukeden binlerce cilt kıymetli kitabı satışa çıkartmıştır.25 Hepsi el
yazması bu kitapların satışı, kamuoyundan gelen tepkiler nedeniyle durdurulmuştur.
Ancak kitapların akıbetinin ne olduğu da bilinmemektedir.
3. Bakanlığın tasnif çalışmasında evrakların değeri günlük yürütülen işlerle ilgili olup
olmadıklarına göre değerlendirilmiş, evrakların tarihi değeri akla bile
getirilmemiştir. Bu şekilde tasnif edilen evrakların müfettiş raporlarına göre yerinde
olmasını, Bakan Bey yapılan işte usulsüzlük olmadığına delil olarak göstermektedir.
Oysa mahzenlerde 500–600 yıldan beri bekleyen her evrak için atalarımızda aynı
şeyi düşünmüş olsalardı, ortada evrak falan olmaz, hatta Osmanlı devleti olmaz,
olsa bile ömrü “bir insan ömründen” öteye geçmeyen, çadırlardan oluşan
aşiret/çadır devleti olurdu.
22
Maliye Nezareti Müsteşarının ehemmiyetsiz dediği belgelerin birçoğu altın yaldızlı ve hat sanatının en güzel
örneklerini içeren belgelerden oluşmaktadır. İçerdikleri bilgi ve tarihi değerleri ise müsteşarın aklının
almayacağı kadar fazladır. Öyle ki Bulgaristan’a ot fiyatına satılan belgelerin sadece bir kısmının 40.000.000
Bulgar levasına Vatikan’a satıldığı söylenmektedir ( Ergin, a.g.e. s.127)
23
Ergin, a.g.e., s.125
24
Bulgaristan’a Satılan Evrak… a.g.e., s. 289-290
25
Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1931, 3.sayfa

6
Bakanın tarih şuurundan uzak, geçmişten günümüze gelen bağlantıyı okuma da ki
bu garip yaklaşımı, tasnif komisyonu oluşturulurken tarih konusunda uzman hiçbir
kurum ve kişinin görüşüne başvurmamasında da kendini göstermektedir. Öte
yandan Bakanın, “Vaktiyle bir defa ilanı meşrutiyet akabinde, sonrada mütarekeden
evvel tasnif edilmiştir…” diyerek önceden de evrak tasnifinin yapıldığını söylemesi,
o günün şartlarında satılmayan evrakın tasniften sonra, “acaba ne yapıldı?”
sorusuyla başka yağmaları da hatıra getirmektedir.
4. Maliye Vekilinin evrakları satın alan kişilerle görüşüldüğünü ve giden evrakların
tamamının iade edileceğine yönelik açıklamaları samimiyetten uzak, Meclisi ve
milleti oyalamadan başka bir şey değildir.
Öncelikle bu evrak, Bulgaristan’a sevk edilmeden önce Sirkeci istasyonunda
vagonlarda bekletilirken birçok vatanperver şahsın konuyu yetkililere bildirmesi,
hatta daha fazla para ödeyerek evrakı satın almayı teklif etmesi ve üstelik tarihi
değere sahip olanları müzeye bağışlayacaklarını söylemelerine26 rağmen sevkıyatı
durduramamış olmaları Bakanın sözlerinin samimiyetten uzak ve oyalamaya
olduğunu göstermektedir.
Bu oyalamaya yönelik tutum evrakın iade sürecinde de yaşanmıştır. Bir kere hemen
alınacak denilen evrak iki yıl sonra ancak geri alınabilmiş, günlerce gümrükte
beklemiş ve 1936 yılında kadar içinde ne var ne yok diye balyalar bile
açılmamıştır.27
Diğer yandan giden evrakın çok küçük bir kısmı, yani 40 (bazılarına göre 30) ton
veya 200 balya ve 500 sandık evraktan yalnızca 53 balyalık kısmı iade edilmesine
rağmen, Bulgaristan nezdinde hiçbir girişimde bulunulmamış, olay unutulmaya terk
edilmiştir.
Evrakların çok az bir kısmının iade edildiği, Başvekâlet Müdevvenat Müdürü
Emrullah Barkın’nın 10.07.1932 tarihinde Başbakanlığa sunduğu rapora da
yansımıştır. Barkın Raporunda;
“…Saniyen evrakın satılışı Bulgaristan’a gidişi ve sebebile kıymetine noksan tarihi
olmuştur. Satılan evrakın miktarı rivayete göre otuz ton olduğu halde istirdat
olunanı ancak 53 çuval derununda azami yedi sekiz ton tutar.
Salisen, bu nakliyattan başka gümrük ardıyalarında aylardan beri sürünmesi bir
kat daha perişaniye duçar etmiştir.
Rabian, Bunları tetkike memur edilen komisyonda muhtelif edvare ve mütenevvi
mevzulara ait olan bu vesikaların tarihan ve ilmen haiz bulunduğu kıymeti tarih
Encümeni ve Müze İdaresi erkânına takdir ve tayin ettirmeden satmak gibi büyük
bir gaflet eseri göstermiştir. Enderundan çıkarılan ve yüze yakın sandık derununda
olarak on beş sene evvel buraya devredilen evrakta maalesef bu kere satılanlar
meyanındadır…” demektedir.
Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü, İsmet Binark, 1993 yılında Bulgaristan’a
yaptığı ziyarette, 1931 yılında satılan belgelerin bir kısmının tasnif edilerek Cyril ve
Methodius kütüphanelerinde saklandığını bizzat görmüştür. İki ülkenin devlet arşivleri
arasında işbirliği anlaşmasının da imzalandığı bu ziyarette Binark, Bulgaristan arşivlerinde
1931 yılındaki satışlarla gelen;

26
Son Posta 4 Haziran 1931, 3. sayfa, Köprü Dergisi, Kasım 1982, s.11
27
Açık Söz Gazetesi, 22 Mayıs 1936, 1.2. sayfa

7
ƒ 350 bin gömlek içerisinde 1 milyon belge,
ƒ 700 adet maliye defteri,
ƒ 405 adet icmal ve mufassal tahrir defteri,
ƒ 200 adet şer’iye sicilinin bulunduğunu tespit etmiştir.
Belgeleri aynen geri alacağız diyen Maliye Nazırı M. Abdulhalik Renda, eğer
yaşasaydı bu duruma nasıl cevap vereceği gerçekten merak konusu olurdu.

4. Vakıf Mallarını Talan Etme Gayreti


Asırlık tarihi kaynaklarının “haraç mezat”28 satılmasının altında ki diğer nedenlerinden
biride vakıf mallarını ele geçirme gayretinin olma ihtimalidir. Vakit Gazetesi’nin 30 Mayıs
1931 tarihli sayısında yer alan Vamık Şükrü Beyin tespitleri oldukça dikkat çekicidir.
Vakıf Tarihi üzerine 7 ciltlik bir eser hazırlayan ve bu eserin üçüncü cildi üzerinde
çalışırken bir uzman olarak Vakit Gazetesinin sorularını cevaplayan Vamık Bey, “Lozan
muahedesi mucibince Yunanistanda kalan şehirlerdeki evkafın hukuku mahfuz
tutulacağından bu evkafın tespiti için üç sene evvel evkafta bir komisyon teşekkül etmişti”
hatırlatmasını yaptıktan sonra çeşitli tespitler yapmaktadır.29
Vamık Beyin anlattığına göre; komisyon çalışmalarına başladıktan sonra Tapu
dairesinin mahzenlerinde Evkaf Dairesinde kaydı olmayan 2000 vakfiyenin olduğu tespit
edilmiştir. Çok değerli olan bu Vakfiyelerin kaybolmaması ve vakıflarla ilgili kayıtlarda
birleştirilmesi için Evkaf Dairesine teslim edilmesine karar verilmiş. Bu konuyla ilgili
yazışmalar yapılmış, ancak Tapu Dairesi bu kayıtların Evkaf Dairesine verilmesiyle
kıymetlerinin azalacağı ve hem iddia edildiği gibi kayıtları 2000 değil “bir kaç tane”
vakfiyeden ibaret olduğunu iddia etmiştir. Bu şekilde kayıtların Evkaf Dairesine teslim
edilmesini önlemiştir. Buna rağmen komisyon Evkaf Dairesine yeniden yazarak vakfiyelerin
sayısının iki bin olduğunu ve bu kıymetli kayıtların mutlaka alınması gerektiğini söylemiş30
ise de bu feryadı duyan olmamıştır.
Burada, Tapu Dairesinin cevabı tam bir ibret abidesi niteliğindedir. Bir kere konusunda
uzman bir komisyonun üç yıl çalışmasıyla tespit ettiği vakfiyelerin sayısının 2000 değil
ancak “bir kaç tane ”olduğunu söylemenin akılla mantıkla izah edilir bir tarafı yoktur.. Diğer
yandan vakfiyelerin bu iş için kurulmuş bir kuruma teslim edilmesiyle değerinin düşeceği
iddiası aklın sınırlarını zorlayan hezeyandan başka bir şey değildir.
Bütün bunlardan daha vahimi, adeta ipe un sererek vakfiyelerin Evkaf Dairesine
teslimini önleyen kişinin Bulgaristan’a satılan hazine evrakı satış komisyonun başkanı
olması, sonrada Evkaf dairesine devredilmeyen bu vakfiyeler Bulgaristan’a satılan evrakların
içinde yer almasıdır. Bu olayları nakleden muhabir bir tarihçiye atfen, “Kale içerden alınır,
düsturu demek pek yerinde imiş. Yazık!” sözleriyle yazısına son vermektedir.31

28
Açık Söz Gazetesi, 22 Mayıs 1936, 1,2. sayfa
29
Vakit Gazetesi, 30 Mayıs 1931, 3. sayfa
30
Vakit Gazetesi, a.g. sayı 3. sayfa
31
Vakit Gazetesi, a.g. sayı 3. sayfa
Vakıf mallarını talan etme geleneği yıllar sonrada devam etmiştir. 2000 yılında Osmanlı Arşivine ait belgeler
SEKA’nın çöplüğünde bulunmuştur. 1911 yılında İstanbul'da iki milyon parsel bulunduğunu belirtilirken,
bunun bir milyon parselinin vakıf malı olduğunu, bugün ise İstanbul'daki parsel sayısının 50 bin olduğuna
dikkat çekilmektedir. (Kaynak: Abdullah MURADOĞLU, www.yenisafak.com.tr/arsiv/2000/haziran/18/)

8
5. Olaya Adı Karışanların Ceza Almadan Kurtulmaları
Bu olayda ibretlik olan hususlardan bir diğeri de olaya adı karışanların hiçbir ceza
almadan kurtulmuş olmalarıdır. Konuyla ilgili haberlerde yürütülen soruşturma için“heyeti
teftişiyenin raporunda kıymetli evraktan bir kısmının satılmış olduğunu bildirdiği muhakkak
olmakla beraber, hakiki mahiyeti hakkında ketum davranılmaktadır ”yorumları yapılmıştır.32
Muhtemelen bu ketumiyet sanıkların zamanla unutulmasını ve yıllar sonra Recep Peker
Hükümeti döneminde çıkarılan bir afla kurtarılmasını sağlamıştır.33
Burada dikkati çeken bir diğer hususta, tarih yağması iştirakçilerinden dönemin
İstanbul Defterdarı Şefik Bey ve maliye elamanlarının her şeye rağmen takındıkları pişkince
tavırdır. Defterdar Bey, satılan evrakın “yazısız, kıymetsiz kâğıt parçaları ve eski cetveller
olduğunu” beyan ederken, satış işi ile uğraşan bir başkâtip “ Bu kâğıtlar boştur. Hem bunlar
satılmasa orada çürüyecekti”34 diyerek yaptıkları işin doğru olduğunu akıllarınca savunmaya
çalışmışlardır.
Satış organizasyonun başında bulunan Maliye Müsteşarı Ali Rıza ise, bu evrakları
yaksaydık kimsenin ruhu duymayacaktı, oysa biz satarak cüzi de olsa devlete gelir sağladık,
takdir beklerken şimdi yargılanıyoruz şeklinde35 kendini savunarak, ayrı bir pişkinlik örneği
sergilemiştir. Neyse ki yıllar sonra çıkarılan afla ceza almadan kurtulan Müsteşar, umduğu
takdiri geçte olsa almıştır herhalde(!)

6. Vurdumduymazlık ve Diğer Arşivlerin Yok Olması


Atalarımızın yüzyıllardan beri gözleri gibi baktıkları arşivlerin36 çok ilginç bir şekilde
İttihat ve Terakki’nin devlet idaresinde etkinliğini artırmaya başlamasından itibaren sağa
sola atılmaya ve yağmalanmaya başlanması oldukça dikkat çekicidir.
Vakit Gazetesinin 14 Haziran 1931 tarihli sayısında depolardaki tarihi evrakların haraç
mezat satılmasını birinci facia olarak nitelendirirken, depolarda bekleyen evrakın nem ve küf
gibi doğal nedenlerin, aymazlık ve vurdumduymazlığın gibi insan hatalarıyla günden güne
yok olmasını ikinci facia olarak nitelemektedir. Gazete; “evrakların paçavra fiyatına
satılmadan kurtulması demek mahvolmaktan kurtulması demek değildir” tespitini
yapmaktadır.37
Evrak yakma geleneği ve arşivlerin kıymetini takdir etmedeki kapasite yetersizliği
değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir;

32
Milliyet Gazetesi, 29 Mayıs, 1931, 3. sayfa
33
Köprü Dergisi, Kasım 1982, 11. sayfa (s.244)
34
Vakit 19 Mayıs, 1931, 1,2. sayfa (s.12-13)
35
Ergin, a.g.e., s.125
36
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü eski Yardımcılarından Necati Gültepe’ye göre; Osmanlı’da
tutulan kayıtlara o kadar önem verilirdi ki, arşivler devletin üç hazinesinden biri sayılırdı. Sabah mesai
başladığında büroların arşivleri Sadrazamın mührü ile açılır, akşam yine onun mührü ile devletin üst düzey
bürokratlarının katıldığı bir merasimle kapanırdı. Hiçbir evrak atılmaz, çok sistematik bir şekilde saklanırdı
(Kaynak: Necati Gültepe, “Osmanlılarda Bürokrasi: Merkezin Yönetimi”, Osmanlı Teşkilat 6, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 1999, s.249)
37
Vakit Gazetesi, 14 Haziran 1931, s.1

9
6.1. Harbiye Nezareti Evraklarının Enver Paşa Tarafından Yakılması
Kendi geçmişiyle yüzleşme cesaretini gösteremeyen ve geçmişteki yaptıklarıyla
milletin önüne çıkmaktan korkan İttihat Terakki’nin başındaki Enver Paşa, bilinçli olarak
arşivleri yakmıştır. İstanbul’un hangi mahzen ve deposunda nasıl evrakların olduğunu
sıralayan Posta Gazetesi 28 Mayıs 1931 tarihli haberinde;
“Yıldız sarayında Sultan Osman devrine ait çok kıymetli vesikalar vardı. Meşrutiyetten
sonra bunları bir kısmı Babıâli hazine-i evrakına nakledilmiş, bir kısmı da harbiye
nezaretine getirilmişti. Harbiye Nezaretine getirilen vesikalar Enver Paşanın harbiye
Nazırlığı zamanında geceleri yakılmak suretiyle imha edilmiştir”, denilmektedir.38

6. 2.Ayasofya’nın Papaz Odalarındaki Evrakın Boşaltılması


Vurdumduymazlığın ve bürokraside “ortalığı temizlemektense, pisliği halının altına
süpürme geleneğinin” bir sonucu olarak, evrakların tahrip olmasına sebep olan olaylardan bir
diğeri de Alman İmparatorunun II. Abdülhamit zamanındaki İstanbul ziyareti sırasında
yaşanmıştır.
İmparator, Ayasofya Cami’sini gezerken papaz odalarına da uğrar, buradaki evrakı
görür diye, evrak çuvallara doldurularak Cami’ye bitişik olan İmarethane binasına
kaldırılmıştır. İmparator gittikten sonra bir kısım evrak papaz odalarına geri getirilmişse de
diğerleri rutubetli odalarda bekletilmiş, küf ve kimyevi tesir nedeniyle yazılar çakı ile
oyulmuş gibi kâğıtlardan ayrılmış, evrak adeta dantele dönmüştür.39

6.3. Mahzenlerin Perişan Durumu, Yanan ve Kaybolan Evraklar


Arşivlerin Bulgaristan’a satılması olayından sonra, Başvekâlet Müdevvenat Müdürü
Emrullah Barkın, tarafından 1932 yılında İstanbul’da bulunan evrakların durumu ile ilgili
bir Rapor hazırlanmış, bu Rapor Başbakanlığa sunulmuştur. Rapordaki tespitler tarihi
evrakların içler acısı durumun gözle önüne sermektedir. Bu Raporda yer alan bazı tespitler
aşağıdaki gibidir;40
1. Barkın, öncelikle nerede ve tür evrakın olduğu belirtmektedir. Örneğin, Cevdet Paşa
Kütüphanesinin altlı-üstlü iki katında bulunan 600 arabadan fazla evrak Topkapı
Sarayına nakledilmiştir. Fakat burada bir düzenleme yapılmamış, “Evrak
kütüphanenin ortasında, yığılı ve yayılı, perişan bir vaziyettedir”.
2. Dahiliye ve Şurayı Devlet mahzeninde bulunan evraktan, Dahiliye evrakı pek
bakımsızdır.
3. Ayasofya Camiinde bulunan bir kısım evrak “camiin yukarı katına isal eden garb
cephesindeki labrent dahilinde perişan bir sürette yerlere yığılan evraktır.
Bunlarda mahiyeten evvelkilerin aynıdır (yanı; ferman, defter, müstediyat, ilamat,
müsveddat). Açık pencereden tesiratı havaiye maruzdur. Ayasofya evrakının miktarı
da bir milyonu geçer”

38
Son Posta Gazetesi, 28 Mayıs 1931, 3. sayfa
39
Vakit Gazetesi, 14 Haziran, 1931, 2. sayfa
40
Barkın, a.g. Rapor. s.2

10
4. Barkının Bulgaristan’a satılan evrakların bulunduğu Maliye Mahzeni evrakları için
tespitleri tam yürek parçalar niteliktedir. “Bulgaristan’a giden evrak buradan
satılmıştır. Evrak Mukaddema mahzenin mathalinde atılı bir halde bulunmakta idi.
Şurada zikredeceğim sebepler geri alındığı rivayet olunan bu evrakı kamilen
kıymetten düşürmüştür.
Evvela, satılmadan evvel pek uzun olan methalinde perişan bir halde yığılan ve
yayılan bu evrak hapishane jandarma halalarının mecrası patlayarak bu evrakın
azamını telvis etmiş, berbat bir hale getirmiştir.” Başka bir ifade ile Barkın,
“evrakların üzerine jandarma binasından lağım akmış, her şey pislik olmuş
durumdadır”, demektedir.
5. Mülga Meşihat Sicilyatıyla ilgili olarak, “Teşkilattan sonraki kadılık ve
muamelatına ait olarak evrak ve vesaik ile, taşra kadılıklarına ait evrak ve
İstanbul’un fethinden itibaren tedrisata ve müderrislere mebanii ilmiyeye ve
hayriyeye ait kuyudat ve programlar ve ruznameler maalesef Babı Meşihat
binasında teşkil edilen Kız Lisesi yangınında kamilen mahvolmuştur”.
6. Darphanedeki evraklar vaktiyle yerinden alınarak Enderun ve tarihi Kubbealtı
binasına nakledilmiş, oradan da maliye mahzenindeki evrakların yanına taşınmıştır.
Uzmanlara göre Bulgaristan’a satılan evrakların arasında maalesef bu evraklarda
bulunmaktadır. Yine Anadolu ve Rumeli de çıkan maden ocaklarını gösteren
belgelerde Bulgaristan’a satılan evrakların arasında yer almıştır.
Özet olarak bu hususları sıralayan Barkın, evrakların zayii olmasına neden olan
hususları belirttikten sonra, yapılması gerekenlere değinmekte, o günün şartlarında evrakı
koymaya yer bulamayan hükümete, 20–25 dolayında cemaati kalmış, Sultanahmet Camii’nin
arşiv olarak kullanılmasını tavsiye etmektedir.
Osman Ergin’in “Muallim Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi” adlı eserinde
Cevdet Beyden naklettiği bir lahiya da ki41 tespitlerde Barkın’ın tespitlerinden farklı değildir.
Bu lahiya da Muallim Cevdet Defterhane evrakları ile ilgili tespitlerini şöyle
anlatmaktadır; “…Eski tapu defterleri eslafın elinde sapa sağlam muhafaza edildiği halde
bundan dört sene evvel defterhaneye gelen lakayt bir muavinin cahilâne reyile rutubetli,
bacasından kar ve yağmur giren bir zindana atılmıştır. Zerre kadar vicdanı olan bir insanın
kıyamayacağı bu vesikalar tamaile mahva mahkûm bırakılmış ve kimsenin nazarı dikkatini
bile celbetmemişken, şikâyetim üzerine Hamit Zübeyir Bey maarif vekâleti vasıtasile
maliyeye müracaat edip bunları muvakkaten müzeye naklettirmiş ve nihayet Başvekâletçe
müzeden aldırarak tasnif edilmek üzere hazine evrakına gönderilmiştir42.

41
Lahiye Muallim Cevdet Bey tarafından hazırlanıp, 16 Eylül 1934 tarihinde Türk Tarihi Tetkik Cemiyetine
sunulmuştur ( Ergin, a.g.e, s.27)
42
Ergin, a.g.e., s.129

11
Lahiyanin ilerleyen sayfalarında M. Cevdet, diğer evrakın perişan durumlarına
değinmektedir. Örneğin, askeri evrakın 100–400 senelik bölümlerini barındıran Cevdet Paşa
Kütüphanesinin olduğu Bekirağa bölüğünün Üniversiteye terk edilmesiyle buranın
yıkıldığını, evrakın ancak bir kısmı Sultanahmet’te ki Süleymaniye askerlik şubesine
nakledildiğini, kalan evrakın tam 10 gün cayır cayır yakıldığını anlatmaktadır.
Başbakanlığın bu konudaki sorusuna dönemin Milli Müdafaa Vekâleti maalesef “lüzumsuz
evrak” cevabını vermiştir. Yine Eski Milli Eğitim Bakanlığın mahzenlerinde korunaklı
şekilde duran evrakın çoğu meşrutiyetten sonara güya Donanma Cemiyeti yararına okkası
20 paradan satılmış, birkaç milyon dolayında olan Adliye evrakları önce bir yangında tahrip
olmuş kalanı da “dört büyük koğuşla apteshane aralıklarına tıkılmış olup pencerelerden
atılacak bir sigara ile tutuşmaya meyyaldir. Hatta kapısı bile açık olup bekçisiz duruyor”,43
vaziyettedir.

6.4. Günümüzde Devam Eden Anlayış


Bugüne yaşanan kadar trajik olaylardan sonra, arşivlerde bulunan evrakın çok
ihtimamlı şekilde korunduğu, araştırmacılarla paylaşıldığı zannedilebilir. Keşke öyle olsa.
Daha 2000 yıllarında gazete haberlerine göre, kuruluşunun 700. yıl dönümünde Osmanlı
arşivleri SEKA çöplüğünden çıkarılmıştır. Abdullah Muradoğlu tarafından yapılan habere
göre, Osmanlı Arşivi'ne ait bazı belgelerin SEKA çöplüğünde bulunması, tarihi belgelerin
kağıt yapılsın diye SEKA'ya gönderildiğini göstermektedir. Aralarında Sultan II. Beyazıt
tarafından kurulan Harameyn Vakfı da olmak üzere çeşitli vakıflara ait Osmanlı evrakı
İzmit'teki SEKA çöplüğünden vatandaşlar tarafından toplanmıştır44.
Muhabir, evrak yok etme geleneğine birkaç çarpıcı örnekte vermektedir. Örneğin,
Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Rus işgali sırasında el konulmasın diye Samsun'a
gönderilen 500 yıllık Trabzon Vilayet Arşivi, işgalden sonra Trabzon'a iade edilmiş, fakat bu
arşivler bir cehalet sonucunda 1982 yılında denize dökülmüştür.
Yine, Demokrat Parti ve Adalet Partisi arşivinin önemli bir kısmı ve 1961–1980
yılları arasında faaliyet gösteren Senato'ya ait orijinal zabıtlar da SEKA'ya gönderilerek imha
edilmiştir. 12 Eylül döneminde Senato zabıtlarının SEKA'ya gönderilmesi olayı TBMM eski
Başkanı Hüsamettin Cindoruk tarafından tespit edilmiştir.
Gazete haberine göre, 1998 yılında da Dışişleri Bakanlığı'na ait kıymetli belgelerin
bulunduğu çelik kasalar Milli Emlak tarafından ihaleye çıkarılmış, hurdacılar tarafından satın
alınan kasaların içerisinde çok gizli damgalı belgelerin olduğu anlaşılmıştır. Bu belgelerden
bir kısmı, kasaları satın alan bir marketten çıkması üzerine, belgeler toplanarak Dışişleri
Bakanlığı'na verilmiştir.
2005 yılında eski bakanlardan Hasan Celal Güzel, Atatürk dönemi Çankaya
arşivleriyle ilgili bir anısını okuyucularıyla şöyle paylaşmaktadır. Güzel, “….Zamanın
Cumhurbaşkanı Kenan Evren, bir gün bana, "Sayın Güzel, siz Osmanlı ve Cumhuriyet
Arşivleri konusunda güzel hizmetlerde bulundunuz. Çankaya Köşkü'nde Atatürk'e ait çok
değerli arşivler var. Bunun tasnifini de yapar mısınız?" diye sordu. Heyecandan yüzüm
kıpkırmızı olmuştu. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde çok değerli arşiv malzemeleri olduğunu
biliyordum. O heyecanla kim bilir nasıl bir ses tonu ile "Hay hay, çok iyi olur!" demişim ki,
Evren Paşa şaşırdı ve "Bunu daha geniş bir zamanda konuşuruz" diyerek bu düşüncesinde

43
Ergin, a.g.e, s.131
44
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2000/haziran/18/gundem.html

12
vazgeçtiğini söylemektedir. Hasan Celal Güzel, “Daha sonra Evren Paşa, bu arşivleri
SEKA'ya gönderip imha ettireceğini söyledi. Aklıma gelince içim ürperiyor ve Evren
Paşa'nın bu eşsiz tarih hazinesini yok etmemiş olmasını diliyorum” demektedir.45

Sonuç
Tarihte Göktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli, Selçuklu ve Osmanlı gibi 16 devlet
kurmuş, gerek bu devletlerle ve gerekse son kurduğu Osmanlı Devletiyle üç kıtada, altı asır
boyunca hak, adalet ve hoşgörünün temsilcisi olmuş bir milletin ve medeniyetin mirasçısı
olmak, onur duyulacak şeylerin en güzeli olsa gerek. Birde bu 600 yıllık devletin ta
kurulduğu ilk günden yıkılışına kadar geçen sürede, bütün iş ve işlemelerini kaydederek bunu
bizlere kadar ulaştırmasına şahit olmak, ayrıca heyecan vericidir.
Fakat bir milletin kendine ait tarihi geçmişi olan arşivlerini adeta yağmalarcasına
başka ülkelere satması, mahzenlerde yok olmaya terk etmesi veya yakması akıl ve mantıkla
izah edilecek bir şey değildir. Arşivlerin yakılması veya yok olmaya terk edilmesinin sebebi,
geçmişi inkâr ve yok etme, gerçekleri milletten saklama veya arşivlerin değerini takdir
kabiliyetinin yetersizliği olarak açıklanabilir. Hiç şüphesiz bu olup bitenleri yıkılan bir
devletin enkazında kalarak adeta travma geçirmiş, insanların yaptığı bir hata ve yenileşme
sürecini geçmişi yok etmek olarak ülke insanın kafasına sokan art niyetli mihrakların işi
olarak görülebilir. Olup bitenlerden ders almak bu konuda ki tek teselli kaynağı olsa bile,
bugün hala arşivlerin öneminin hala anlaşılmamış olması teselliyi de gölgelemektedir.

45
Hasan Celal Güzel “Latife Hanım’ın Mektupları” Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi, 04.02.2005

13
EK
Boş ve değersiz diye Bulgaristan’a satılan evrakların nakli sırasında sokaklara
dökülen ve M. Cevdet tarafından çocukların elinde toplanarak İsmet İnönü’ye
gönderilen belgelerin kısmı

Bulgarlara satılırken yere düşen ve sokak çocukları tarafından yirmi kuruşa


bendenize verilen mühim vesikalardan:
Bunların arzından evvel Vamber’in (Geletizemle) mecmuasında (1903 senesi) yazdığı
Türkçe mütalaasını dercediyorum:
“Biz Macarlar kendi tarihlerimizi ve münasebatı coğrafiyemizi izah için Türk
vesikalarından nevi nevi faide görüyorüz. Türklere şükranımızın sebeplerinden birisi
Türklerin Macaristanı zaptı vaktindan kalma (vergi vesair hâsılatı miriye defterleridir). Bu
resmi vesikalar, Macaristanın iki yüz seneden daha evvelki hallerini, nufusunu, ziraatını,
ticaret ve sınaatini bildiren takrirat ve tafsilâtı havi olup, geçmiş zamanımızın aynasıdır.
Bu Türk vesikalarının emsali dünyada kolay kolay bulunmaz.
Zira, o vakitler Türk memurları her şehrin, her köyün, her mahallenin evlerini
nufusunu, hububatın cins ve miktarını bile kemali dikkatle yazmışlar ve fevkalâde kıymetli
istatistikler bırakmışlardır” diyor.
Halbuki bizim komisyon böyle (hububat) kayıtlarını görünce arpa ve buğday
hesabının tarihçe ne ehemmiyeti vardır diye hüküm vermiştir sanırım.
Mezkûr vesikalar
1. Üç yüz elli sene evvelki bir askeri vesika: 1096- 1099- 1101 senesi Viyana
seferine dair parçalanmış (yol masarifi defteri); bundan hangi tarih
bahseder? Bu ne mühim vesikadır? Hangi askeri müverrih buna muhtaç
değildir?
2. Uygurca anahtar: Dünyada ancak üç müze ile yalnız Ayasofya kütüphanesi
(kadim Uygurca ) metinlere maliktir. Şimdiye kadar bir Türk âliminin
Uygurca metinleri halle yarayacak bir anahtar yaptığı meçhul idi. İşte bu
vesika o müşkülü hallediyor. Bu, nasıl satılır? Komisyona göre Uygurcanın
hiç ehemmiyeti yoktur! Çünkü maliyeye taalluku bulunmaz!
3. Zırhlı Orhaniyenin 1286 senesine ait mühimmat defteri; bu da (Bahriyeye
aittir, çürüktür, maliyeye taalluku yoktur) denilerek satılmıştır. Beklide hiç
görülmemiştir.
4. Sirbısdanda ilk fethettiğimiz (Niş) kalesine dair kayıtlar.
5. Gazi mihal evlâdının (pilevne) de vakfına ait bir kayıt
6. 1134 senesine ait Hatçe sultanın mührile defterdarlığa irsal edilen fevkalâde
mühim bir mutbak defteridir. Bunlar o devirde Türk yemeklerinin enaını,
hububat ve eşya fiyatlarının tarifesini gösterir. Türk sanayi ve harsı itibarile
pek mühim olan bir mutbak defterinin komisyonca demek ki hiç kıymeti
yokmuş. Kim bilir böyle ne kadar (mutbak defterleri) uçtu gitti.
7. 1148 senesine ait (defterdar) vesair mühim maliye memurlarının mühürlerile
vergi nişanlarını havi bir levha. Mühürcülük san’atı ve maliyecilik noktai
nazarından buna kıymet biçilir mi? Tarih kitaplarımıza bu vesikaların bir
tanesi geçmemiştir.

1
8. Diğer vesikalar arasında meşhur Türk edibi Şeyh Galibin evlatlarına verilen
ferman ve tersane masarifine dair bir icmal vesaire vardır.
Paşam elime geçen vesikaların yalnız unvanları hamiyetli yüreğinizi tutuşturmağa
kâfidir.

You might also like