You are on page 1of 8

hâl ve muhâl:

sekülerlikten
sekülarizme
BEDRİ GENCER
Doç.Dr., Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

S
Özet
ekülerlik ile sekülerizm kavramlarının ikisi de
seküler kelimesinden türediği halde zamanla
aralarında kritik bir ayrışma ortaya çıkmıştır. Sekü-
lerlik, hikmete dayalı geleneksel dünyagörüşü sa-
yesinde “burada ve şimdi” cereyan eden beşerî re-
alitenin kesintisiz sürdürülmesini, evrensellik ve
sürekliliği ifade eder. Hıristiyanlığın cârî beşerî re-
alitenin aleyhine Kilisevî ve uhrevîye yaptığı vur-
guya gösterdiği tepki ise Batılı aydının zamanla bir
başka uca düşmesine yol açmış, sekülerlik, “bura-
da ve şimdi”nin “aşkın ve kutsal”dan koparılarak
profanın mutlaklaştırılmasını ifade eden seküleriz-
me dönüşmüştür. Sekülerlik, bu bakımdan “hâlin
kollanması”, sekülerizm ise “muhâlin talebi” ola-
rak görünür. Geniş anlamda özdeş olsalar da Mark-
sizm örneğinde yakından bakıldığında dar anlam-
da modernizm, sekülerizmin bir türü olarak belirir.
Seküler: Hâlin Kollanması
Edmund Burke ile Ahmed Cevdet’in düşünceleri-
nin mukayesesini konu alan bir çalışmada göster-
diğimiz gibi (Gencer 2009), bir bütün olarak gele- şünün ortaklığını gösterir (Honoré 2002: 77-81).
neksel dünyagörüşü ortak bir “hikmet”e dayanır. Geleneksel dünyagörüşünün kaynağı hikmet ile
Bu itibarla hikmete dayalı bir dünyagörüşüne bağlı onun konusu seküler arasındaki ilişki, hikmetin bu

DOSYA
Aristo ile Konfüçyüs veya Burke ile Cevdet gibi anlamında açıkça görülür. “Tercümânu’l-Kur’ân”
Doğulu ve Batılı düşünürler arasında şaşırtıcı dere- sayılan İbni Abbas (R. A.)’a göre Kur’an’da hik-
cede bir entelektüel ortaklık bulunur. Geleneksel met, helal ve haramın öğrenilmesi, yani fıkıh (hu-
dünyagörüşünün dayandığı hikmet ise Türkçeye kuk) anlamına gelir (el-Bosnavî 2002: I/18). İs-
bazen yanlışlıkla laik olarak çevrilen seküleri konu lam’da ideal amel ise “hüsnü’l-hâl” denen, insanın
alır. Çağımızda Carl Schmitt (1988), “siyasî teolo- masumiyet, meleklik haline kavuştuğu namazın ba-
ji” kavramıyla “egemenlik, sözleşme, devlet” gibi şında geldiği ibadetler ile onların sağladığı bu hal
görünüşte modern bütün siyasî kavramların arka- güzelliğini namaz dışında da koruma gayretidir.
sında derin bir teolojik espri yattığına dikkat çek-
miştir. Derinlemesine bir araştırmayla seküler kav-
ramının altında yatan bu teolojik damar da açıkça Latince saeculum (çağ, ahd) kelimesinden
görülecektir. türemiştir. İlginç olan İngilizce world (dünya)
Geleneksel dünyagörüşünün konusunu oluşturan kelimesinin de aslında saeculum,
seküler, Latince saeculum (çağ, ahd) kelimesinden daha doğrusu “insanın çağı” anlamına
türemiştir. İlginç olan İngilizce world (dünya) keli- gelmesidir. Bu itibarla dilimize bazen
mesinin de aslında saeculum, daha doğrusu “insa- dünyevî olarak çevrilen seküler’in
nın çağı” anlamına gelmesidir (Brodsky 2008: 296- Türkçe tam karşılığı çağdaş’tır.
97). Bu itibarla dilimize bazen dünyevî olarak çev-
rilen seküler’in Türkçe tam karşılığı çağdaş’tır. Bu
espri, Arapça karşılığı ahd kelimesine bakarak da- İşte din ve geleneğin varlık sebebi, mevcut beşerî
ha iyi anlaşılır. Ahd, hem sözleşme, hem de sözleş- realitenin, “burada ve bugün”ün sürdürülmesidir.
me çağı, yani dünyada gerçekleşen “imtihan süre- Arapça an’ane, Türkçe gelenek veya İngilizce tra-
ci” anlamına gelir. İnsan, ilahî hikmet gereği atası dition kavramlarının lâfzî anlamlarından da anlaşı-
Âdem’in işlediği günah yüzünden bu imtihan yur- lacağı gibi, kemale yönelik süreklilik özelliği, gele-
du dünyaya sürülmüştür. Artık insan için babası neğin sekülerliğini göstermeye yeter. Arapça sün-
Âdem’in işlediği günah geçmişte kaldığı gibi gele- net denen gelenek, “meşrulaştırma” denen, “olan
cekte onu kimin ve nasıl kurtaracağı da bilinemez. (amel) ile olmalı (nomos) arasındaki optimal uyu-
Ona düşen, sözleşmenin, sözleşme çağı veya imti- mun kuruluşu” tarzı demektir. Bazen sünnet ile
han sürecinin, bunun gerçekleştiği dünya hayatı- eşanlamlı kullanılan tedeyyün, dinin yorumlanma-
nın, “hâl”in hakkını vererek ahde vefa göstermek- sını, yaşanmasını belirten genel bir kavramdır; sün-
tir. nette yatan espri ise bu tedeyyünün dinin yaşanma-
sının, Peygamber tarafından gösterilen “doğru tar-
Seküler’i tanımlayan “burada ve şimdi”, “hâl” kav-
zı”dır. Sünnet/gelenek sayesinde meşrulaştırmanın
ramıyla formüle edilebilir. Yunanlı, İslamî veya
kurumsallaşmasına da düzen/nizam diyebiliriz. Bu-
Çinli, geleneksel dünyagörüşü tarafından hâle ya-
rada kullanılan “optimal” kelimesi, anlamlıdır. Yu-
pılan vurgu, İslam’da ideal ilim ve amel tarifinde
nanca nomos denen ilahî kânun, kozmos gibi mü-
açıkça görülür. Hâl, ilahî bir imtihan, alışveriş sü-
kemmel-mutlak, fakat beşerî amel, gayr-i mükem-
recindeki insanın amelleriyle iyi ve veya kötü kar-
mel-izafidir. Dolayısıyla ilahînin beşerî yorumu
şılıklar kazandığı (kesb) ortamı ifade eder. Bu yüz-
anlamına gelen fıkha (common law) dönüştürülen
den İslam’da ideal ilim, “ilmü’l-hâl” denen, insa-
şeriat/nomosa (natural law) dayalı sünnet/gelenek
nın yaşadığı hali yönetmesini sağlayacak, İmâm-ı
sayesinde bu mükemmel ilahî ile gayr-i mükemmel
A’zam’ın (699-767) klasik tarifiyle fıkıhtır: “Nef-
beşerî arasında “meşrulaştırma” denen optimal
sin leh ve aleyhindeki şeyleri bilmesi” (Tehânevî
uyum kurulur (Gencer 2008: 105-06).
1998: I/41-2). Hâle odaklanan bu hukuk tarifinin,
ondan önce Ulpian gibi Romalı hukukçularda da “Meşrulaştırma” denen ilahî nomos ile beşerî amel
bulunması, hikmete dayalı geleneksel dünyagörü- arasında optimal uyumun kurulması zorunluluğu,

S A Y I 1 3 ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 E S K ‹ Y E N ‹ 15
her iki ucun -nomos ve amel- da belli, makul bir es- Son İslamî ve Akdenizli imparatorluk olarak Os-
neklik payına sahip olduğuna delalet eder. İnsan manlı, geleneksel-seküler dünyagörüşünün hem di-
DOSYA

deneyimi, her halükarda sürdürülmesi gereken key-İslamî, hem yatay-Akdenizli boyutlarını bir-
dünya hayatında gerçekleştiği için daima birlikte leştirmiştir. Osmanlı dünyagörüşü, Mezopotamya
alınan nomos ve amel uçları gelenek sayesinde bir- ve Akdeniz kültürel havzasına özgü bir sosyal ah-
birlerine yaklaştırılarak meşruiyet korunur. Bu açı- laka dayanıyordu. Hikmet esprisince bütün eski
dan gelenek, idealist/normatif olduğu kadar rea- kültürlerce paylaşılan, sosyal düzenin refah gibi
list/deskriptiftir. Değişime açık beşerî düzenin de- evrensel ilkelere dayandırıldığı bu sosyal ahlakı
vamını sağlayacak şekilde bir değişim potansiyeli- Aristo, Nicomachean Ahlakı adlı eserinde standart
ni, dinamizmi bünyesinde taşıyan geleneğin bu an- ifadesine kavuşturmuştu. Kınalı-zâde Ali Çele-
lamda mutlak istikrarından söz edilemez. Grams- bi’nin (1511-1584) Ahlâk-ı Alâî’si (2007) başta ol-
ci’nin bazen pejoratif olarak yorumlanan, gelenek- mak üzere İslam ve Osmanlı dünyasında teorik ah-
sel aydınları “meşrulaştırmada uzmanlar” olarak laka dair yazılan eserlerin çoğu, Muallim-i Evvel
tanımlaması, bu yüzdendir. Geleneksel aydınların Aristo’nun ahlakına dayanıyordu; İslamî açıdan tek
geleneğin sosyal değişime karşılık verme doğal ka- fark, bunların tevhidî bir perspektiften ahirete yap-
pasitesi sayesinde başardıkları dinamik meşrulaş- tığı atıftı.
tırma, beşerî düzenin kesintisiz devamını sağlar.
Aristo’nun verdiği dâire-i adliye (adalet dairesi)
formülü, erken modern dünyada Osmanlı’da kıva-
mına erişen geleneksel dünyagörüşünün formülü
Aristo’nun verdiği dâire-i adliye sayılabilirdi: “’Adldir mûcib-i salâh-ı cihân / Cihan
(adalet dairesi) formülü, erken modern bir bağdır, divarı devlet / Devletin nâzımı şeri’atdır
dünyada Osmanlı’da kıvamına erişen gele- / Şeri’ate olamaz hiç hâris, illa mülk / Mülk zabt
neksel dünyagörüşünün formülü sayılabilirdi: eyleyemez, illa leşker / Leşkeri cem’ idemez illa
“’Adldir mûcib-i salâh-ı cihân / Cihan bir mal / Malı cem’ eyleyen ra’iyyetdir / Ra’iyyeti kul
bağdır, divarı devlet / Devletin nâzımı eder padişah-ı âleme, ‘adl.”1 Bu formül, olan ile ol-
şeri’atdır / Şeri’ate olamaz hiç hâris, illa mülk malının optimal bir uyumunu yansıtır. Modern
/ Mülk zabt eyleyemez, illa leşker / Leşkeri dünyada ideal/reel dikotomisine paralel olarak be-
cem’ idemez illa mal / Malı cem’ eyleyen şerî eylemler hakkındaki hükümler de kognitif/nor-
ra’iyyetdir / Ra’iyyeti kul eder matif, aklî/meşru uçlarına düşmüştür. Oysa P. L.
padişah-ı âleme, ‘adl.” Berger (1969: 30), bütün sosyal olarak nesnelleşti-
rilmiş bilginin meşrulaştırıcı olduğunu, bu açıdan
kognitif/normatif ayırımının anlamsız olduğunu
Seküler’in bu geleneksel, orijinal, yani ütopik ve göstermiştir. Ziya Gökalp’ın karşılık olarak mefkû-
ideolojik olmayan, “çağdaş ve evrensel” anlamını, re kavramını uydurmasından anlaşılacağı gibi, ge-
genelde Yunanlı, Çinli, Hintli gibi bütün kadim leneksel dünyada ideal kavramının karşılığı bile
yoktur. Osmanlı gibi geleneksel dünyada eskatolo-
kültürlerde, özelde son İbrahimî din olarak İs-
jik beklentilerle ertelenmiş hayat yoktur; asıl olan,
lam’da görmek mümkündür. İslam’ın sekülerin zir-
hayattır, bugündür, dinin her halükarda anlamlan-
veye çıktığı bir din olduğuna ünlü oryantalistler ta-
dırmayı, sürdürmeyi hedeflediği beşerî yolculuk-
nıklık eder. Örneğin I. Goldziher (1981: 23), İs-
tur.
lam’ın dini dünyevileştirdiğini söyler. M. Watt
(1994: 15) da, İslam’ın, çöl Araplarının değil, ger- Sekülerlikten Sekülerizme
çekte ayakları dünyaya basan tüccarların dinî oldu- İslam dünyasında “muallim-i evvel” olarak adlan-
ğunu belirtir. Eskatolojike karşı nomolojik bir din dırılan Aristo’da en somut görüldüğü gibi hikmete
olarak uhrevî kurtuluşun, ancak dünyevî, toplumsal dayalı bir dünyagörüşü, dinamik bir meşrulaştırma
deneyimle başarılacağını öngören İslam, bu dünya- sayesinde “sekülerlik” olarak tanımlanabilecek be-
nın vasıtalarıyla bu dünyanın krallığını kurmayı şerî deneyimin sürekliliğini koruyarak teodisi
amaçlamıştır. problemine yol açan bir meşruiyet krizinin zuhuru-

16 E S K ‹ Y E N ‹ ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 S A Y I 1 3
na izin vermez. Hz. Peygamber’in “Hikmet, mümi- Sonunda “sekülerizm” dediğimiz şeye varacak bu
nin yitiğidir.” ve Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde sancılı ayrılmalar sürecinin temelinde ise Yahudilik
geçen “Biz kitabı ve hikmeti verdik.” beyanlarının yoluyla Hıristiyanlığa bulaşan dikotomik Maniheik

DOSYA
belirttiği gibi peygamberler, aslında ikisi de ilahî zihniyet yatıyordu (Barr 1985, Neumann 1919).
kaynaklı hikmet ile kitabı telif eder. Ancak Hıristi- Eski bir Maniheizm mensubu olan Hıristiyan teolo-
yanlık, bu telifi başaramadı; hikmet sayesinde ev- jinin kurucusu Augustine sayesinde bu zihniyet,
rensel boyutunu kaybeden din, zamanla iktidar için Hıristiyanlığa nüfuz etti. Hikmete dayalı gelenek-
bir entelektüel silaha dönüştürülecek teoloji ve bi- sel dünyagörüşü, ontik bütünlük ve sürekliliği esas
lahare ideolojiye indirgendi. Hıristiyan din adamla- alarak dikotomileri tanımaz. Çin felsefesine özgü
rının tikel ile evrensel kimlikleri uzlaştıracak bir “Ying/Yang” ilkesi, Kartezyen “zihin/beden” diko-
din yorumu geliştirmekte aciz kalması, zamanla te- tomisinin aksine aslında “gece/gündüz” türü mo-
odisi problemine vücut veren bir meşruiyet krizine nistik bir düaliteye işaret eder. Modern dünyanın
ve dolayısıyla dinin teolojileştirilmesi/ideolojileşti- bütün ifrat ve tefritleri, zikzakları, “iyi/kötü, me-
rilmesi sayesinde alternatif meşruiyet teşebbüsleri- lek/şeytan, zihin/beden” türü Maniheik dikotomik
ne yol açtı. anlayıştan kaynaklanır.
Bu şekilde dinin tedricen teolojileştirilmesi/ideolo-
jileştirilmesi, hikmet sayesinde sekülerliği koruyan
geleneksel dünyagörüşünden ideoloji sayesinde se- Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde geçen
külerizme çıkan modern dünyagörüşüne dönüşüme “Biz kitabı ve hikmeti verdik.” beyanlarının
yol açtı. Beşerî düşüncenin reaktif, diskörsif karak- belirttiği gibi peygamberler, aslında ikisi de
terinden dolayı bu, uzun ve karmaşık bir süreçte ilahî kaynaklı hikmet ile kitabı telif eder.
gerçekleşti. Sınırlı, bağımlı insan zihni, esas itiba- Ancak Hıristiyanlık, bu telifi başaramadı;
riyle karşısına çıkan problemlere çözüm bulmak hikmet sayesinde evrensel boyutunu
için reaktif, diskörsif olarak işlediğinden topluma kaybeden din, zamanla iktidar için bir
yön verecek ideolojiler, hiçbir yerde doğrudan has- entelektüel silaha dönüştürülecek teoloji ve
bî, spekülatif bir entelektüel faaliyetten doğmaz. bilahare ideolojiye indirgendi.
Her yerde seçkinler, temelde tedbir veya tedebbür
denen, ortaya çıkan rutin veya acil problemlere çö-
züm bulmaya çalışır. Bilahare teori ile pratik ara- Sekülerlikten sekülerizme geçişte Kilise-kaynaklı
sındaki açık anlamına gelen meşruiyet krizi büyü- bu Maniheik dikotominin oynadığı rol açıkça görü-
dükçe aslında krizi savuşturmak için geçici olarak lebilirdi. Geleneksel dünyagörüşünün konu aldığı
bulunan çözümleri temellendirme, diğer bir deyişle seküler, erken Kilise babaları tarafından geliştirilen
tedebbürden teemmüle, siyasalardan ideolojilere “Kilise ve Dünya” ayırımı bakımından “kilisevî”,
geçme zorunluluğu ortaya çıkar. yani “teolojik/ideolojik olmayan, çağdaş” anlamına
Bu olgu, başlıca Avrupalı sekülerleşme sürecinde geliyordu. Kilise, meleklerin cinsiyetine dair tartış-
görülür. Rönesans sonrası Avrupa’da teodisi prob- malarla zamanla “hâl”den koparak beşerî realiteyi
leminden kaynaklanan din savaşları, bir taraftan sürdürmekte aciz kalmıştı. Teolojik veya ideolojik
Hıristiyanlığın reformasyonu, diğer taraftan da din ütopyalar tarafından geçmiş veya gelecek bir cen-
ve politikanın ayrılması teşebbüslerine yol açmış- net adına ertelenen “burada ve bugünkü” hayata,
tır. Westphalia Antlaşması ile din ve politikanın ku- hâle vurgu, buna bir tepkiydi. Aydınlanma filozof-
rumsal olarak ayrılmasını, işaret edilen geleneksel ları ve özellikle Hegel ve Marx gibi seküler dünya-
anlamından farklı olarak modern anlamda seküler- görüşünün babaları, seküleri, “Kilise ideolojisi dı-
lik olarak adlandırabiliriz (Salvatore 2005). Bu an- şında, dünyaya ait” anlamında kullanmıştır.
lamda erken modern Avrupa’da erken sekülerleş- Marx’ın ideolojiyi “gerçekliğin tahrifi” tanımıyla
me, bir “ayrılmalar süreci” olarak kendini göster- seküler’in zıddı olarak kavramsallaştırması, “kilise
miştir. Machiavelli ile politikanın ahlaktan, West- ve dünya, gelecek ve bugün” ayırımına tepkiyi ifa-
phalia ile dinden, Adam Smith ile dinin ekonomi- de ediyordu. Çünkü modern çağın ideolojileri,
den ayrılması vs. Anabaptizm gibi eskinin kılık-değiştirmiş teolojile-

S A Y I 1 3 ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 E S K ‹ Y E N ‹ 17
riydi. Marx’ın Yahudilik ve Hıristiyanlığın teolojik vufta bu hâle itina, nefsi aşarak hep riskli halden
yorumlarına olduğu kadar ideolojilere duyduğu hale geçmekten, tahavvülden kurtulmanın gerçek-
DOSYA

tepkinin arkasında böyle bir gerçek yatıyordu (Tuc- leşeceği bir yüce makama ulaşmak içindir; bu sü-
ker 1978: 26-52). reçte “burada” “orada”ya, “şimdi”, “geçmiş ve ge-
Ancak “Kilise ve Dünya” ayırımı bakımından bu lecek”e sıkıca bağlıdır. Modern, seküleristik aydı-
dünya/çağa ait olana, “seküler”e vurgu, bir başka nın vurgusuyla ise “burada ve şimdi”, “orada ile
uca savrulmaya, sekülerlikten (secularity) seküle- geçmiş ve gelecek”, ilahî ve kutsaldan kopar. Sekü-
rizme (secularism) kayışa yol açacaktı. Bir çalışma lerizm, böylece Kant’ın “otonomi” kavramının be-
(Kosmin 2007: 1), İngilizce-konuşan literatürde lirttiği gibi, burada ve şimdi yaşayan insanın kendi
nadiren yapılan bu tür bir ayırımla “modernlik/mo- kendine yolunu bulmasını, kendi kendisinin efendi-
dernizm” terimleriyle yapılan türden bir ayırımı si olması eğilimini ifade eder.
kasteder. Buna göre sekülerlik, görgül analizin ko-
nusu olarak ferdî aktörlerin kişisel davranışı ve bir Ancak insanın kendi kendisinin efendisi olması öz-
bilinç tarzı olarak seküler kurum ve geleneklerle lemi, 1922 ve 1933’te suya düştü; çağımızda başlı-
özdeşleşmesine, sekülerizm ise bir milletin siyasî ca İtalya ve Almanya’da patlak veren faşizm ile so-
alan ve kamusal hayatında sekülerin kurumsal ifa- nuçlandı. Modernizm ile şiddet ve faşizm arasında-
delerini yansıtan organizasyon ve yasal yapılanma- ki bu bağıntıyı çağımızda, Arendt, Adorno, Fouca-
lara delalet eder (Diğer bir ayırım için, Glasner ult ve Bauman gibi düşünürler değişik açılardan or-
1977: 46). taya koymuşlardır. Ünlü İngiliz şair T. S. Eliot
(1951: 63) ise “Eğer Tanrın yoksa Hitler veya Sta-
lin’e tazimlerini sunarsın.” sözüyle kula kulluğun
sistemleştirildiği faşizmi çarpıcı bir şekilde eleştir-
Ancak insanın kendi kendisinin efendisi
mişti. Dolayısıyla başlığımızda yansıtıldığı gibi se-
olması özlemi, 1922 ve 1933’te suya düştü;
külerlik, “hâlin kollanması”, sekülerizm ise “muhâ-
çağımızda başlıca İtalya ve Almanya’da patlak

lin talebi” olarak tanımlanabilir; postmodernizmin


veren faşizm ile sonuçlandı. Ünlü İngiliz şair
T. S. Eliot (1951: 63) ise “Eğer Tanrın yoksa
Hitler veya Stalin’e tazimlerini sunarsın.” yeterince gösterdiği gibi.
sözüyle kula kulluğun sistemleştirildiği Sekülerizm Modernizm İlişkisi
Bu bakımdan modernizm ile sekülerizm, bir elma-
faşizmi çarpıcı bir şekilde eleştirmişti.

nın iki yüzünün ifadesi olarak görülebilir. Katolik


Hâlbuki biz, sekülerlik ile sekülerizm terimleriyle Kilise’nin açık veya örtük tasavvuruna göre mev-
geleneksel ve modern dünyagörüşlerini karşılaştırı- cut dünya düzeni (ordo seclorum), insanın günah-
yoruz. Kilise’nin “hâl”den kopuşuyla “seküler” kâr tabiatının ürünüdür ve kaçınılmaz çürümüşlük-
tepkinin “seküleristik”e dönüşmesi kaçınılmazdı. le maluldür. Ahir zamanda gelecek yeni dünya dü-
Sekülerizm, Kilisevî ve uhrevîye vurguya tepki zeni (novus ordo seclorum) ise tarihte beyaz bir
olarak dünyevî ucuna kaymayı ifade eder. Hegel ve sayfa açacaktır. Gelecek yeni dünya düzenine ka-
Marx’a kadar uzun bir süreçte kavramsal gelişimi- dar Kilise, bu mevcut çürümüş dünyada insanların
ni tamamlayan sekülerizm terimi, bütün -izm’ler sığınacağı mukaddes bir ocak, bir ada işlevi göre-
gibi, Batıda modernleşmenin zirveye çıktığı XIX. cektir. Bu eskatolojik “Kilise ve Dünya” ayırımına
asırda doğmuştur. Terim, hür düşünce ahlakının uy- karşı “burada ve şimdi” sloganından hareket eden
gulamasına delalet etmek üzere 1841’de George sekülerizm, geleceğin zaten başlamış olduğunu
Jacob Holyoake tarafından uydurulmuş (Royle varsayar. O, kendisini geleceğin yepyeniliğine
1974), böylece modern çağda seküler, ilahî ve kut- açan, gelecek için yaşayan bir devir olarak belirir
sala karşı beşerî ve profan olanla özdeşleştirilir ha- (Habermas 2002: 5). Yani aslında ahir zamanda ku-
le gelmiştir (Asad 2003).
rulacak adalet dolu yepyeni dünyanın, burada ve
Seküler’in geleneksel-mistik bakımdan “hâle ait” şimdi kurulması inancında modernizm ile seküle-
olarak tercüme edilebileceğini belirtmiştik. Tasav- rizm birleşir.

18 E S K ‹ Y E N ‹ ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 S A Y I 1 3
İkisi, bu itibarla modern dünyagörüşünün arkasın- toplam dört kategoride toplandığı şöyle bir tabloda
da yatan meta-ideolojileri temsil eder. Bütün - gösterebiliriz:

DOSYA
izm’ler gibi ikisi de bir bütün olan hakikatin belli
Modernleşmeye Tepki Olarak İdeolojileşme Türleri
bir yönünün mübalağası ve tahrifiyle maluldür.
Marx, sekülerin zıddı olarak gördüğü teoloji/ide- Sağ/Sekülerlik Sol/Sekülerizm
I. Gelenekselcilik II. Moderncilik Tepki Boyutu
olojiye en kuvvetli tepkiyi göstermesine rağmen
1.Muhafazakârlık 3.Fundamentalizm Hayat tarzı
paradoksal bir şekilde öğretisi, zamanla dinin yeri-
2.Gelenekselcilik 4.Moderncilik Düşünce tarzı
ni alacak ana ideoloji haline geldi (Gencer 2008:
187). Avrupa’da erken sekülerleşmenin ahlak, poli- Bu terimler, fenomenleri ifadeyi kolaylaştıran, We-
tika, ekonomi, hukuk vs.’nin dinden ayrılması ola- beryen ideal tipler ve ideolojilerdir. Modernciliğin
rak kendini gösterdiğini belirttik. Bu eksik seküler- türlerini daha iyi anlamak için A. J. Toynbee’nin
leşme, dinden ayrılan bu bilgi sferlerinin bütünleş- (1992: 151-4; 1962: 167-87) geliştirdiği “tahaddi ve
tirilerek Hıristiyanlığın yerini alacak, Marksizm karşılık” modeline bakmakta fayda vardır. Ona göre
denen seküler bir dine dönüştürülmesiyle tamamla- ancak başkalarının pahasına yayılabilen bir kültürün
saldırısına, mağdur kültürün mensupları tarafından
nacaktı. Burada modernizm ve sekülerizm amaç,
iki alternatif karşılık verilebilir. Zealotizm denen bi-
Marksizm gibi ideolojiler ise bunun aracını temsil
rinci tutum, kurbanların, bu kültürel saldırıya kendi
ediyordu.
kültürlerine her zamankinden daha sıkı bir şekilde
Bu anlamda Marksizm, yegâne seküler din olarak sarılma şeklinde pasif bir karşılık vermesini belirtir.
sekülerizmin zirvesini temsil ediyordu. Geniş an- Batılı nüfuza karşı XVIII. ve XIX. asır İslam dünya-
lamda sekülerizm ile modernizmin özdeş olduğunu sında gerçekleşen Vehhabî ve Mehdî hareketlerinde
belirttik. Ancak Marksizm örneğinde yakından ba- görüldüğü gibi, daha güçlü bir kültüre bu şekilde pa-
kıldığında dar anlamda modernizm, sekülerizmin sif bir karşılık vermek, başarısızlığa uğramaya mah-
bir türü olarak görülebilirdi. Bunu daha net görmek kûmdur.
için “sağ ve sol” olarak ayırdığımız “sekülerlik ile
sekülerizm” altında topladığımız bir ideolojileşme
tipolojisine bakmakta fayda vardır. Kilise’nin “hâl”den kopuşuyla “seküler”
Geleneksel aydınların geleneğin sosyal değişime
tepkinin “seküleristik”e dönüşmesi

karşılık verme doğal kapasitesi sayesinde başardık-


kaçınılmazdı. Sekülerizm, Kilisevî ve
uhrevîye vurguya tepki olarak dünyevî
ları dinamik meşrulaştırma, beşerî düzenin kesinti- ucuna kaymayı ifade eder.
siz devamını sağlar. Ancak tâ özünde teodisi krizi-
ne bağlı özgürlük arayışından kaynaklanan mo-
dernleşme denen, normal değişim sınırlarını aşan
Herodianizm denen ikinci alternatif ise yabancı
çapta bir sosyal değişim, geleneğe meydan okur.
kültürle bir şekilde uzlaşmaya yönelik aktif bir kar-
Modernleşme, meşrulaştırmayla sağlanan büyüyü şılıktır ki tarihteki örnekler, bu tarz karşılığın başa-
bozarak, dinin geleneğe dönüşmesiyle silikleşen rı şansının daha yüksek olduğunu gösterir. Batılı
bilişsel/normatif ayırımını belirginleştirerek insan- kültüre karşı toptan bir ret gösteren Vehhabilik ve
larda meşruiyet krizi hissine yol açar. Bu his, balık- Mehdilik gibi fundamentalist hareketler, İslam
ların içindeki yaşadıkları gelenek denizinin farkına dünyasının Arabistan ve Sudan gibi nisbeten ilkel
varışlarına benzer. Bu krize karşı verilecek cevap- bölgelerinde çıkmıştı. Bu bölgeler, geçmişte mo-
lar ise aydınların dayandıkları geleneklerin dina- dern hayat ve düşünce tarzıyla herhangi bir etkile-
mizm derecelerine göre değişir. Herhangi bir yerde şim yaşamadıkları için uzlaşma arayışına girişmek-
meşruiyet krizine yol açan modernleşmeye karşı sizin Batılı kültürü toptan reddedebilmişlerdi. Oy-
yeniden-meşrulaştırmaya yönelik entelektüel ce- sa Osmanlı, Mısır, Suriye, Tunus, İran, Hindistan
vapları, “gelenekselcilik ve moderncilik” olarak ve Rusya gibi Batılı hayat ve düşünce tarzıyla yo-
başlıca iki, bunların iki alt-kategorileriyle birlikte ğun etkileşime girmiş medenileşmiş İslamî bölge-

S A Y I 1 3 ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 E S K ‹ Y E N ‹ 19
ler, Batı’ya daha aktif ve sofistike bir karşılık ver- mayı belirtir. Normatif-olumlu anlamda modern-
mek, İslam’ı yeniden yorumlayarak hesaplaşmak leşme ise, bu olumsuz değişmeyi dengeleyecek, es-
DOSYA

zorundaydı. katolojik olarak “haklı yeni dünyanın kurulması”


Bir tarihçi olarak Toynbee, bu etki/tepki ilişkisini anlamına gelen yeni, köklü bir sosyal değişme sü-
sadece akültürasyon denen farklı, mütefavit kültür- recine delalet eder. Bu bakımdan özünde “yeni
lerin karşılaşması bakımından ele almıştır. Oysa dünya, altın çağ” özleminde buluşan fundamenta-
“tahaddi/karşılık” diyalektiği, sadece Batılı/Doğu- listler ile modernistler arasındaki yegâne fark, biri-
lu gibi farklı kültürler arasında değil, her kültür nin bunu geçmişte, diğerinin gelecekte görmesi ve
bu yüzden de birincisinin geriye, ikincisinin ileriye
yönelik olarak geleneği reddetmesidir.
Hâlbuki gelenek, geçmiş ve gelecek “altın çağ” ta-
Marx, sekülerin zıddı olarak gördüğü
savvurlarını reddederek, insanın kusurluluğunu ve-
teoloji/ideolojiye en kuvvetli tepkiyi
ri alarak “burada ve şimdi”nin sürdürülmesini he-
göstermesine rağmen paradoksal bir şekilde
defler. Bu itibarla fundamentalizm de aslında mo-
öğretisi, zamanla dinin yerini alacak ana

dernizmin öbür yüzünü oluşturan bir sözde-gele-


ideoloji haline geldi.

nekselcilik olarak belirir, geçmiş veya gelecek


içinde görülebilir. Geleneksel düzene tehdit, 30 Yıl
ütopyalar adına “bugün”ü, esas “seküler”i redde-
Din Savaşları’nda olduğu gibi bazen Batı’ya içeri-
den ikisi de aynı sekülerizm kapısına çıkar. Moder-
den, bazen Fransız İhtilali’nin yayılışı sürecinde
nizmin ileriye yönelik olarak gelenek reddini gör-
olduğu gibi Doğu’ya dışarıdan gelebilir. Bu, Toyn-
mek daha kolaydır. Esas zorluk, geleneği geçmişe
bee’nin Yahudi mezhepler tarihinden aldığı iki teri-
dönük, sinsi bir şekilde reddeden fundamentaliz-
min sosyal bilimsel terminolojideki karşılıklarına
min teşhisinde belirir; özellikle de modern dünya-
bakarak daha iyi anlaşılacaktır. Bu kavramlardan
zealotizm, fundamentalizm, herodianizm ise gele- nın baş ideolojisi Marksizm örneğinde. Gelenek
nekselciliğe tekabül eder. reddi açık olmasına rağmen Marksizm modernist
olarak görülemez. Derinden bakıldığında o, Alman
Yerimiz tafsilata müsait olmadığı için fundamenta- Protestan romantik geleneğinde fundamentalist
lizm ile modernizmin eskatolojik vizyon açısından olarak belirir; zira ideal komün, geçmişte kalan
taşıdıkları anlamların altını çizmekle yetineceğiz. masumiyet çağına tekabül etmektedir.
Deskriptif-olumsuz anlamda modernleşme, meşrui-
yet krizine yol açan köklü bir sosyal değişimi belir- Sonuç
tir. Fundamentalistler ve modernistler için bu deği- Sekülerlik ile sekülerizm kavramlarının ikisi de se-
şim, zulümden uzak, haklı dünyanın kaybı anlamı- küler kelimesinden türediği halde zamanla arala-
na gelse de “altın çağ” olarak sembolleştirilen bu rında kritik bir ayrışma ortaya çıkmıştır. Hikmete
haklı dünyanın adresi, iki kesimin algılamasına gö- dayalı geleneksel dünyagörüşünü karakterize eden
re değişir. Fundamentalistler, altın çağı baştaki “il- sekülerlik, “burada ve şimdi” cereyan eden beşerî
kel çağ”da, geçmiş cennette gördüklerinden genel- realitenin kesintisiz sürdürülmesini, evrensellik ve
likle kaybolan saflığa dönmeye yönelik restoratif sürekliliği ifade eder. Hıristiyanlığın cârî beşerî re-
bir ruhla yola çıkarlar. Modernistler ise tarihin za- alitenin aleyhine Kilisevî ve uhrevîye yaptığı vur-
ten baştan yanlış başlamış olduğu kanaatiyle altın guya gösterdiği tepki ise Batılı aydının zamanla bir
çağı gelecek “medenî çağ”da, cennette gördükle- başka uca düşmesine yol açmış, sekülerlik, “burada
rinden talihsiz bir geçmişi talihli bir gelecekle den- ve şimdi”nin “aşkın ve kutsal”dan koparılarak pro-
gelemek için yargılayıcı bir tutumla hareket ederler fanın mutlaklaştırılmasını ifade eden sekülerizme
(Schwartz 1987).
dönüşmüştür. Sekülerlik, bu bakımdan “hâlin kol-
Bu noktada “modernleşme” teriminin anlamı, des- lanması”, sekülerizm ise “muhâlin talebi” olarak
kriptif ve normatif olarak değişir. Deskriptif-olum- görünür. Geniş anlamda özdeş olsalar da Marksizm
suz anlamda modernleşme, meşruiyet krizine yol örneğinde yakından bakıldığında dar anlamda mo-
açan köklü bir sosyal değişimi, gelenekten uzaklaş- dernizm, sekülerizmin bir türü olarak belirir.

20 E S K ‹ Y E N ‹ ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 S A Y I 1 3
kaynakça Schwab (trs.), Cambridge: MIT Press.
Asad, Talal (2003) Formations of the Secular: Christianity, Schwartz, Hillel (1987) “Millenarianism: An Overview,”

DOSYA
Islam, Modernity. Stanford: Stanford UP. The Encyclopaedia of Religion, Mircea Eliade (ed.),
Barr, James (1985) “The Question of Religious Influence: IX/521-532, New York: Macmillan.
The Case of Zoroastrianism, Judaism, and Christianity,” et-Tehânevî, Muhammed ‘Ali (1998) Keşşâfu Istılâhâti’l-
Journal of the American Academy of Religion 53/2 (June): Fünûn, I-IV. Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-‘Ilmiyye.
201-235. Toynbee, Arnold Joseph (1962) Civilization on Trial and
Berger, Peter L. (1969) The Sacred Canopy: Elements of a the World and the West. New York: Meridian.
Sociological Theory of Religion. New York: Doubleday & - (1992) Change and Habit: the Challenge of Our Time.
Anchor. Oxford: Oneworld.
el-Bosnavî, Alî Dede (2002) Havâtimü’l-Hikem ve Hal- Tucker, Robert (ed.) (1978) The Marx-Engels Reader.
lü’r-Rümûz ve Keşfü’l-Künûz, I-II. İmam Hanefî Nasrul- New York: W.W. Norton.
lah-Mahmud Nassar (eds.). Kahire: Dâru’l-Âfâkı’l-‘Ara-
Tunuslu, Hayreddin (1986) [1868] Akvemü’l-Mesalik fi
biyye.
Ma’rifeti Ahvali’l-Memâlik. Munsıf İşnûfî (yay.), Tunus:
Brodsky, David (2008) Spanish Vocabulary: An Etymolo- ed-Dâru’t-Tunûsiyye.
gical Approach. Austin: University of Texas Press.
Watt, W. Montgomery (1994) The Influence of Islam in
Eliot, Thomas S. (1951) The Idea of Christian Society. Medieval Europe. Edinburgh: Edinburgh UP.
London: Faber.
Gencer, Bedri (2008) İslam’da Modernleşme, 1839-1939.
dipnot
Ankara: Lotus.
1 Tunuslu (1986: 117) Hayreddin’in Arapça eserinde zikretti-
- (2009) Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile Ahmed
ği gibi, aslında Aristo’ya dayanan ve XVII. yüzyıl âlimle-
Cevdet. Ankara: Lotus.
rinden Kınalı-zâde Alâüddîn tarafından dâire-i ‘adliye ola-
Glasner, Peter E. (1977) The Sociology of Secularisation: rak ifade edilen bu formül, yönetimin dayandığı felsefenin
A Critique of A Concept. London: Routledge & K. Paul. pratik bir ifadesi olarak ortak kabul bulmuş ve XI. yüzyıl-
Goldziher, Ignaz (1981) Introduction to Islamic Theology da yazılmış Kutadgu Bilig’den 1839 Tanzimat Fermanı’na
and Law. Princeton: Princeton UP. kadar Türk siyasî literatüründe sürekli atıf yapılmıştır
Habermas, Jürgen (1987) The Philosophical Discourse of (Mardin 1962: 98-102, Itzkowitz 1980: 88).
Modernity. Cambridge: MIT Press.
Honoré, Tony (2002) Ulpian: Pioneer of Human Rights.
Oxford: Oxford UP.
Itzkowitz, Norman (1980) Ottoman Empire and Islamic
Tradition. Chicago: University of Chicago Press.
Kınalı-zâde Alî Çelebi (2007) Ahlâk-ı ‘Alâî. Mustafa Koç
(yay.). İstanbul: Kaynak.
Kosmin, Barry A.-Keysar Ariela (eds.) (2007) Secularism
and Secularity: Contemporary International Perspectives.
Hartford, CT: Institute for the Study of Secularism in So-
ciety and Culture.
Mardin, Şerif (1962) The Genesis of Young Ottoman Tho-
ught: A Study in the Modernization of Turkish Political
Ideas. Princeton: Princeton UP.
Neumann, Henry (1919)”Manichaean Tendencies in the
History of Philosophy,” The Philosophical Review 28/5
(September): 491-510.
Royle, Edward (1974) Victorian Infidels: The Origins of
the British Secularist Movement 1791-1866. Manchester:
Manchester UP.
Salvatore, Armando (2005) “The Euro-Islamic Roots of
Secularity: A Difficult Equation,” Asian Journal of Social
Science 33/3 (September): 412-437.
Schmitt, Carl (1988) [1922] Political Theology: Four
Chapters on the Concept of Sovereignty, 2nd ed. George

S A Y I 1 3 ‹ L K B A H A R 2 0 0 9 E S K ‹ Y E N ‹ 21

You might also like