Professional Documents
Culture Documents
OLUŞUMU:
BİR ÖTEKİLEŞTİRME ARACI OLARAK MÜZİK VE İMAJ
∗
Nazlı Deniz BAYRAKTAROĞLU
Özet
Bu yazının inceleme konusu, Türkiye’de 1980 sonrasında bir gençlik alt kültürü
olarak, punk’ ın ortaya çıkışıdır. Bu bağlamda ilk olarak kültür olgusu üzerinde durulacak,
ardından popüler kültüre ve son yirmi yılda dünyada belirmeye başlayan, müzik merkezli
popüler kültür örneklerine bakılacaktır. Daha sonra, çeşitli alt kültür kuramlarına yer verilecek
ve Türkiye’de 1980 sonrasında oluşmaya başlayan rock temelli punk alt kültürü
incelenecektir. Türk punkların kendilerini ifade ediş tarzları, imajları ve jargonlarından
bahsedilecek, müziğin ve imajın irite edici ötekiliği üzerinde durulacaktır. Ötekileşme ve
sosyal iritasyon isteğinin altında yatan toplumsal nedenlere değinilecektir. Çalışmada sanat
sosyolojisi kuramlarına da yer verilecek ve ötekileş(tir)me aracı olarak müziğin seçilmesinin
nedenleri sorgulanacaktır.
Türk sosyoloji literatüründe punk üzerine daha önce yapılmış bir çalışma
bulunmamaktadır. (En azından bizim ulaşabildiğimiz bir çalışma yoktur.) Sanat sosyolojisi
**
Sex Pistols, God Save The Queen - Anarchy İn The UK.
1
literatürü de oldukça kısırdır. Mevcut sanat sosyolojisi literatüründeki seçkin örneklerden
çalışma boyunca yararlanılacaktır; ancak konu punk’a geldiğinde yararlanılacak yayınların
biri hariç tümü yabancıdır. Makalenin temel iddiası, rock alt yapılı punk müziğinin, Türkiye’
de görmezden gelinemeyecek denli ciddi bir alt kültür oluşturduğu ve bu alt kültürün,
muhalefetin de muhalefeti olma ve ‘rahatsız etme’ duygularıyla kendini gerçekleştirdiğidir.
Anahtar Kelimeler: Kültür, alt kültür, popüler kültür, punk, rock, ötekileştirme-
ötekileşme, imaj.
Abstract
The topic of this article, after 1980 in Turkey as a youth sub-culture is punk's
emergence. In this context, the first will focus on the cultural phenomenon, popular culture
and then in the last twenty years the world has started to appear, will be music-centric look at
popular culture examples. Then, you will be given to the various sub-culture theory, and in
1980 Turkey started to occur after sub-culture of punk rock will be reviewed based. Turkish
punks to express themselves style, image, and will be talking about the jargon of music and
image will be on the irit's otherness. Otherness and underlying social iritasyon request will be
for social reasons. In this study the sociology of art will be given to the theory and the reason
for choosing the music as a tool of otherness is the query.
Turkish literature in the sociology of work has been done before is not about punk. (A
study is not able to reach us.) Sociology of art literature is quite limited. The publication is
useful in all subjects except one punk is foreign. Basic claim of the article, punk rock music of
sub-structure, in Turkey can not be ignored, and this creates such a serious sub-culture sub-
culture, in opposition to the opposition and 'disturbing' carried himself with feelings.
Key Words: Culture, sub-culture, popular culture, punk, rock, otherness, image.
Giriş
2
olduğunu elbette göstermez. Kültürün kökeni, birebir hiçbir disiplin değildir. Kültür oldukça
dinamik bir süreçtir. Alakalı olduğu tüm disiplinleri birden bu devinimin içine katar.
(Jenks,2007:21)
Kültür, tanımlanması oldukça güç bir kavramdır. Uzmanlar belirli bir kültür tanımı
üzerinde uzlaşma sağlayamamaktadırlar. Bunun sebebi, kültürün pek çok farklı anlama
karşılık gelmesi, pek çok farklı şeyi çağrıştırmasıdır. Kültür, bir uygarlığı , bir toplumun
kendisini ve bir dizi sosyal süreci çağrıştırabileceği gibi, ekme-biçme anlamlarına da gelir.
İlk kez Voltaire, kültür sözcüğünü insan zekasının oluşumu, gelişimi, geliştirilmesi ve
yüceltilmesi anlamında kullanmıştır. Tylor’a göre kültür, bir toplumun üyesi olarak,
insanoğlunun öğrendiği (kazandığı) bilgi, sanat,gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve
alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür. Marx ise kültürü, ‘doğanın yarattıklarına
karşılık insanoğlunun yarattığı her şey’ olarak tanımlar. (Güvenç, 2003:95)
Tylor ve Levis Henry Morgan gibi on dokuzuncu yüzyıl antropologlarına göre kültür,
insan rasyonalitesinin bilinçli bir yaratısıydı. Bu anlayışa göre, uygarlık ve kültür sürekli daha
yüksek ahlaki değerlere doğru ilerleyen bir eğilim sergiliyor ve bu da Viktoryen aklın,
görünüşte yüksek bir düzeydeki Batı uygarlığının sömürgeci girişimlerine dayanarak
oluşturulan bir kültürler ya da uygarlıklar hiyerarşisi kurmasını sağlıyordu. Marshall’ a göre,
kültür konusundaki modern fikirler, yirminci yüzyıla girerken Franz Boas gibi alan
antropologlarının fikirleri sayesinde gelişmiş ve göreciliğe doğru yönelmeye başlamıştır.
Marshall’a göre Britanya sosyal antropolojisinde kültür, genellikle aynı disiplin içerisindeki
toplumsal yapıdan ayrılan fikirlerle sembollerin bir toplamı olarak görülür ve bu ayrıma
kültür teriminin Avrupa’ daki kullanımlarında temel bir olgu olarak rastlanır. Amerika’ da
kültür kavramının bazen insan davranışlarını, inanç sistemlerini, değerleri ve ideolojileri
ayrıca kültürlere özgü kişilik tiplerini anlayıp açıklamanın bazı yollarını gösterebileceği ileri
sürülmüştür.(Marshall, 2003:442)
3
Güvenç, kültür tanımını, çeşitli alt başlıklara ayırıp, çeşitli düşünürlerin tanımlarına
yer vererek disipline etmiştir: Buna göre birinci kültür tanımı Sosyal Miras ve Gelenekler
Birliği Olarak yapılmaktadır. Bu tanım kültür varlığımızın yapısını (ilişkilerini) belirleyen,
sosyal bir süreçle öğrendiğimiz uygulama ve inançların, maddi ve manevi öğelerin birliğidir.
(Sapir,1921) İkinci kültür tanımı Hayat Yolu ya da Biçimi Olarak kültürü ele almakta ve
kültürü bir toplumun tüm yaşam biçimi şeklinde betimlemektedir. (Linton,1945) Kısaca
ifade etmek gerekirse bu tanıma göre kültür, bir grubun yaşama biçimidir. (Marquet,1949).
Üçüncü kültür tanımı İdealler, Değerler ve Davranışlar Olarak kültürü ele almaktadır. Bu
tanıma göre de, Kültür, bir sosyal-kültürel evrendeki açık seçik eylemlerin ve araçların ortaya
koyduğu ve nesnelleştirdiği anlamlar, değerler ve kurallar, bunların etkileşim ve ilişkileri,
bütünleşmiş ve bütünleşmemiş gruplarıdır. (Sorokin,1947) Bu tanım daha çok Sorokin ve
onun takipçileri tarafından benimsenmektedir. Dördüncü kültür tanımı, Çevreye Uyum Olarak
kültür şeklinde yapılmaktadır. Bu tanımlamada kültür, insanların (içinde bulundukları) yaşam
koşullarına uyumlarının toplamı, olarak ele alınır. (Sumner ve Keller1927) Beşinci grup
tanımımız,Geniş Anlamda Eğitim Olarak kültürdür. Bu tanıma göre kültür, toplumsal olarak
öğrenilen ve aynı yoldan yeni kuşaklara aşılanan davranış örüntüleri ya da kalıplarıdır.
(Tozzer,1930’dan önce) Altıncı tanım kültürü, Bireysel Psikoloji Olarak ele alır; buna göre
kültür, büyütülerek (bilimsel) ekrana yansıtılmış bireysel psikolojidir. (Benedict,1934)
Yedinci kültür tanımı, Oluşumu ve Kökeni Yönünden yapılmaktadır. Buna göre kültür; sosyal
etkileşimin ürünüdür. (Winston,1933), yaşam çevremizin insan yapısı olan kesimidir.
(Herskovitz,1948), doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı hemen her şeydir.
(Marx,1967) Sekizinci kültür tanımı, kültürü Düşünüş Olarak almaktadır. Şu halde kültür;
belli bir düşünceler sistemi ya da bütünüdür. (Wissler,1916) Dokuzuncu ve son olarak kültür,
Simge (Sembol) Olarak ele alınır. Kültür, maddi öğelerin, davranışların, düşünce ve
duyguların, simgelerden oluşan simgelere dayalı bir örgütlenmesidir. (White,1949) (Güvenç,
2003:100)
Güvenç’in disipline ettiği kültür tanımlarının, Marx’ın tanımı hariç tamamı, yirminci
yüzyılın ilk yarısında ortaya konmuştur. Tanımlardan da anlaşılacağı üzre, kavramın kapsamı,
sınırlılıkları ve neliği üzerinde durulmuştur.
4
Poloma’nın Çağdaş Sosyoloji Kuramları adlı eserini Türkçe’ ye çeviren Doç. Dr.
Hayriye Erbaş, eserin sunuş kısmında, çağdaş sosyolojiyi, geniş bir sınıflamaya tabi tutar. Bu
sınıflamaya göre sosyoloji, klasik ve çağdaş olarak sınıflanır ve sınıflama çağdaş sosyolojinin
klasik sosyoloji ile karşılaştırılması esasına dayanır. Bu sınıflandırmaya göre, St. Simon,
Durkheim ve Comte başta olmak üzere sosyolojinin kurucuları (ilkler) ve Marx, Weber başta
olmak üzere geliştiricileri klasik sosyoloji olarak değerlendirilirken, sonraki dönem sosyoloji
ise çağdaş sosyoloji olarak değerlendirilmektedir. (Poloma, 2007:4) Buradan hareketle
Comte, Durkheim, Weber ve Marx’ın önemli kuramları incelenerek kültürle ilişkili
olabileceği düşünülen yerler tartışılacaktır.
5
Comte’un sosyal statik - sosyal dinamik ve üç hal yasasını incelediğimizde, kültür
kavramının, kendine en sağlam yeri sosyal statikte bulduğunu görmekteyiz. Sosyal statikteki
mülkiyet, din, dil, gelenek ve görenek, birer kültür toplamı olarak açıklanabilir. Mülkiyet, din,
dil, gelenek ve görenek, yukarıdaki kültür tanımları da göz önünde bulundurulduğunda,
kültürün bir ürünüdür, sonucuna ulaşmak mümkündür.
Durkheim’ın anladığı biçimiyle sosyoloji, özünde, toplumsal olan olguların
incelenmesi ve bu olguların sosyolojik olarak açıklanmasıdır. Durkheim sosyal olguların birer
nesne gibi, (şey) olarak incelenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu ise, o konuda daha
önceden edinilmiş tüm önyargıların bir yana bırakılmasını gerektirmektedir. Durkheim bu
durumun özellikle sosyolojiyi ilgilendiren konularda oldukça zor olduğunu belirtir; çünkü
bilgilerimize duygularımız karışmaktadır. Durkheim’a göre bilgiye nesnel yoldan ulaşmak
için yapılacak ilk şey, olgunun bir tanımını yapmak olacaktır. Bu tanımı yaparken de,
deneyden önce zihinde var olan fikirler değil, olgular göz önüne alınmalıdır. Olguların, baskı
yapıcı olma, zorlayıcı olma, direnme hali dışında farkedilmeme …gibi özellikleri vardır. Bu
göz önüne alındığında, kültürün bir olgu olarak ele alınabilmesi çok muhtemeldir. Çünkü
olguların tüm özellikleri, kültürün de özelliği sayılabilir.
Weber’e geldiğimizde ise ideal bürokrasi ve üç tip egemenlik modelleri ile karşılaşırız.
Weber, egemenlik çeşitlerinin kaynaklarını otoriteye dayandırarak otoriteyi üçe ayırmıştır.
Ona göre otorite "belli bir grubun belli bir kaynaktan çıkan emirlere itaat etme olasılığı"
şeklinde tanımlanmıştır.
a- Geleneksel Otorite: Geleneksel otorite kişisel olup doğuştan kazanılan statüye bağlıdır.
Otorite ve emirler geleneklere aykırı olmadığı takdirde meşrudur. Geleneklerin kutsallığına ve
bu gelenekler altında yetkilerini kullananların meşruiyetine dayanır. Geleneksel yetki devamlı
idari yapıların
temelini oluşturacak kadar istikrarlıdır.
b- Karizmatik Otorite: Karizmatik otorite de kişiseldir. Ancak geleneksel yetki gibi doğuştan
ve geleneklerden kaynaklanmaz, sonradan kazanılır. Karizmatik yetki bu yetkiyi kullanan
kişilerin kutsallık, kahramanlık vb. gibi üstün nitelikleri sonucu ortaya çıkar. Weber’e göre
karizmatik şekiller
istikrarsızlık ve kriz dönemlerinde olağanüstü önlemler gerektiğinde bu önlemleri sağlamayı
vaat eden birileri çıktığında ortaya çıkar.
c-Ussal-Yasal Otorite: Diğer iki yetki çeşidinin aksine, bu yetki çeşidi kişisel değildir. Bu
yetki mantıki kaideler ışığında yapılan seçimler sonucu elde edilir ve yine aynı şekilde
6
devredilir. Emirler herkesi bağlayıcı niteliktedir. Bu yetki daha spesifik ve daha evrensel
bürokratik yapılar için temel sağlar.
Weber’in otorite tiplerinden, geleneksel otorite tipinin kültürle birebir ilişkili olduğunu
söylemek mümkündür. Şöyle ki geleneksel otorite, gücünü, geleneklerden almaktadır.
Gelenekler ise şüphesiz ki, spesifik bir kültürün en önemli öğelerindendir.
Marx’ın bu konuya ekleyecekleri, alt yapı ve üst yapı kavramlarıyla ilişkilendirilebilir.
Marx’a göre alt yapı ekonomidir. Üst yapı ise toplumun diğer tüm kurumlarıdır. Alt yapı, üst
yapının nasıl olacağını belirler. Yani ekonomi kurumu, diğer tüm kurumların şekillenmesinde,
birincil etkendir. Öyleyse Marx’çı düşünceye göre , kültürün de ekonomi kurumuna göre
belirlendiğini söylemek yanlış olmaz. Bunların yanı sıra Marx kültürü, ‘doğanın yarattıklarına
karşılık, insan oğlunun yarattığı hemen her şey’ şeklinde tanımlamaktadır. Şu halde,
insanoğlunun yaratımlarını doğa ve ekonomik güç belirlemektedir.
Klasik sosyologların bu tanımları ışığında, ‘kültür toplumsal bir ürün ve devam eden
bir süreçtir’ demek yanlış olmayacaktır. Çünkü insan doğumundan ölümüne kadar bir toplum
içinde yaşar. Dilini, dinini, yiyip-içmesini, giyinip-kuşanmasını, çevresini, sosyal yaşantısını,
normlarını ve değerlerini bir kültürel çevrede öğrenir. Bu açıdan bakıldığında kültür,
toplumda yaşayan insanların öğrendikleri ve paylaştıkları her şeyi kapsayan bir kavram olup;
topluma her yeni katılan üye bunu öğrenerek geliştirir, içselleştirir. Kültür insanın yaşamının
her alanındaki kendisi ile kendisine ait olanın ifadesidir, çünkü kültür, insanın yaşamını,
geçmişten gelen deneyimleri ve birikimleriyle nasıl ürettiğini anlatır. İnsan kendini nasıl
üretiyorsa, bu üretme yolu onun kültürüdür. (Özkan, 2006:30)
Toplumsal ve dolayısıyla kültürel evrilmenin gerçekleşmesi söz konusu olduğunda,
dikkate almamız gereken en önemli kavramlardan biri de ‘popüler kültür’ kavramıdır.
Yirminci yüz yılın ikinci yarısından sonra, özellikle Avrupa ve Amerika’ da, modernleşme
tartışmalarıyla beraber, kültür kavramının kapsam ve sınırlılıkları, neliği yeniden tartışılmaya
başlanmış ve bu kez sahneye ‘popüler kültür’ kavramı çıkmıştır.
Popüler Kültür
Bu kısımda bazı popüler kültür tanımlamalarına yer verilecektir; ancak daha önce
sözcüğün terminolojisine bakılacaktır. ‘Popüler’ kelimesi, İngilizce kökenli bir sözcüktür.
Literatürdeki tarihi, yeni bir kavram olan popüler kavramı, orta çağda “halk” anlamında
kullanılmıştır.Günümüzde çoğunluk tarafından “sevilen ve tercih edilen” anlamlarında
kullanılmaktadır. (Güngör, 1999: 18).
7
Kimileri popüler kavramının ilk kullanımından yola çıkarak popüler kültürü, “halk”
kavramıyla ilişkilendirirler. Onlara göre popüler kültür halk; ya da halkın dışında; ya da
üstünde yer alanlar tarafından, halk için üretilen her şeydir ( Alemdar ve Erdoğan, 1994:110)
Popüler kültür gündelik yaşamın kültürüdür. Dar anlamıyla, emeğin gündelik olarak yeniden
üretilmesinin bir girdisi olarak eğlenceyi içerir. Geniş anlamıyla, belirli bir yaşam tarzının
ideolojik olarak yeniden üretilmesinin ön koşullarını sağlar (Oktay, 2002:17). Oskay’a göre
popüler kültür, bir yandan bizi sisteme sımsıkı bağlarken, diğer taraftan da sisteme karşı baş
kaldırışımızı dile getirmek ister gibidir. Ancak bu karşı çıkış, gerçek bir karşı çıkış değildir;
genellikle popüler kültürün tüketim anıyla sınırlıdır. Popüler kültür alanıyla yaşanan farklılık,
baş kaldırış ve karşıtlık içinde bulunan sistemi kesinlikle tehdit etmeyecek bir dozda
ayarlanmıştır (Oskay,1998:156). Fiske popüler kültürü, yönetilenlerin, idare edenlerin yani
egemen sınıfın sağladığı kaynaklar ile metalardan kendi kültürünü oluşturma süreci olarak
tanımlamaktadır. Bu sürecin popüler kültürde merkezi bir konumu vardır ve sanayi
toplumlarında yönetilenlerin kendi kültürlerini oluşturabilecekleri kaynaklar sadece egemen
sınıf tarafından sağlanmaktadır. Otantik halk kültürünün alternatif bir kaynak olması söz
konusu olamaz. Bu nedenle de popüler kültür, elde işe yarar ne varsa onunla idare etme
sanatıdır, şeklinde ele alınmaktadır. Ayrıca popüler kültürün bir tüketim olmadığı, toplumsal
bir sistem içinde anlamları ve hazları yaratan, onları dolaşıma sokan, etkin bir süreç olduğu
belirtilmektedir (Fiske, Aktaran: İrvan, 1999). Gramsci’nin yaklaşımı ise, popüler kültüre
olumsuz yaklaşan “Frankfurt Okulu” ile popüler kültüre olumlu yaklaşan “Kültürelciliği”
birleştirmiştir. Buna göre popüler kültür ne yapısalcı ekolün gördüğü gibi halkın kültürel
deformasyonu; ne de kültürelcilerin gördüğü gibi kendini doğrulama, kendini yapma olarak
görülür. Popüler kültür karşıt baskılar ve eğilimler tarafından biçimlenen “güç alanı” ilişkileri
olarak nitelenir. Gramsci kapitalizm içindeki mücadelenin egemenlikten çok hegemoni için
mücadele olduğunu ileri sürer. Ona göre burjuvazi, burjuva ideolojisinin karşıt sınıfın
kültürleri ve değerleri içinde bulduğu yer ölçüsünde hegemoni kurabilir. Burjuva egemenliği,
işçi sınıfının kültürünü değiştirerek veya onu yok ederek değil; işçi sınıfının burjuva kültürü
ile birlik olmasıyla güvence altına alınabilir. Böylece hem burjuva hem de işçi sınıfı kültürleri
tamamıyla birbirine karşıt iki grup olarak düşünülmez. Yani popüler kültür, ne egemen
ideolojiyle çatışan, empoze edilmiş kitle kültüründen ne de karşıt kültürlerden oluşmaz.
Popüler kültür,iki sınıf arasında pazarlık sahasıdır. Bu sahada egemen ve alttaki karşıt kültürel
ideolojik değerler ve elemanlar farklı karışımlar içinde bulunurlar. Bir kültürel pratik kendi
politikasını sanki alnına yazılmış gibi kendisi taşıyamayıp, o pratiğin siyasal fonksiyonu, belli
bir ortamda diğer pratiklerle anlamlandırılması sonucu olarak içinde yazıldığı toplumsal ve
8
ideolojik ilişkilere bağlıdır. Kültürel pratiklerin siyasal ve ideolojik eklemleri sabit değil,
değişkendir (Alemdar, Erdoğan 1994:104-107, 2000:8 ve Özbek 2000:66-69). Yani Gramsci’
ye göre, burjuvazi ideolojik hegemonyasını işçi sınıfının kültürleri ve değerleri içinde bulduğu
yer ölçüsünde kurabilir. Burjuvazinin amacı işçi sınıfının kültürünü değiştirmek veya onu yok
etmek değil, işçi sınıfının burjuva kültürü ile karışımını sağlamaktır. Popüler kültür, bu iki
sınıf arasındaki pazarlık sahasıdır. Bu sahada egemen üst kültür ve alt kültürel değerler farklı
karışımlar içinde bulunurlar. (Şahin, 2005:169)
Buraya kadar yapılan analizler sonucu, popüler kültür incelemeleri üç başlık altında
toplanabilir. Birincisi, popüler kültürü insanları güdüp yönetme çerçevesinde değerlendiren ve
bunun “kültür endüstrisi” tarafından oluşturulduğunu savunan Frankfurt Okulu’nun
yaklaşımı, ikincisi popüler kültürü endüstri devriminden sonra folklorik anlamda halk kültürü
yerine gündelik hayatın ve halka ait olanın sunulması olarak değerlendiren “Kültürelci
Yaklaşım”, üçüncüsü ise popüler kültürü, karşıt baskılar ve eğilimler tarafından biçimlenen
güç alanı ilişkileri olarak ele alan “Gramsci’ ci Yaklaşım” dır. (Şahin, 2005:168,169)
Konu, rock müziğin spesifik bir türü olan punk’ın, bir popüler kültür nesnesi olup
olmadığı problemine geldiğinde, Rowe’ un görüşleri bizi aydınlatmaktadır. Rowe, İkinci
9
Dünya Savaşı sonrası gençlik kültürünün ortaya çıkışını oluşturan kültür biçimleri arasında,
en gösterişli ve tesirli olanı rock müzik ve onunla bağdaştırılan üslup öğeleridir, tezini
savunmaktadır. Rowe’ a göre spor ve rock müzik, popüler kültürün tartışmasız en önemli iki
biçimidir. (Rowe,1996:24,25) ancak burada punk ve rock ayrımı göze çarpmaktadır. Rock
müzik, üslubu, üretim şekli, soundu ve imajıyla, popüler kültür nesnesi haline gelmeye çok
daha uygundu. çünkü çoğunluk tarafından beğenilme, kabul görme ve istenme, gibi özellikleri
vardı. Rock’ın bir alt dalı olmasına karşın punk, hem imajı, hem sound’u hem üslubu
açısından, rahatsız ediciydi. Bu açıdan bir popüler kültür nesnesi haline dönüşmesi oldukça
zordu. Yetmişli yılların ortalarındaki punk yükselişini Rowe şu şekilde açıklamaktadır:
“Gençlik kesiminin yaşadığı işsizlik ve yabancılaşma; düşük düzeyli teknolojik gelişme; rock
müzisyenlerinin ve onların plak sektörü holdinglerinin mesafeli duruşları, gösterişçilikleri ve
ileri teknoloji saplantıları; kent merkezi bölgelerinde bohemler ve işçi sınıfı gençliği arasında
ittifaklar hazırlamada durumcu hareketin yeniden dirilişi ve öbür irili ufaklı etkenler nihilist,
minimalist, anonim şirket karşıtı olan ve her şeyden önce ‘kendin için yap’ kültür üretimi
düşüncesine adanmış bir rock üslubu üretmek üzere bir araya gelmişti.” (Rowe, 1996:75)
Alt Kültür
Jenks’e göre sosyal bilimlerdeki genel eğilim, “merkez” olarak kabul edilen şeyi,
kuramlaştırmaya yöneliktir. Modernite, postmodernite ile merkezi teşhis etmedeki zorluk
arttı. Merkezi teşhis etmede artan bu zorluktan ötürü, hakim toplumsal kuram, mutabakat
alanlarını ifade etmek ve kolektif yaşama olan inancımızı yeniden doğrulamak için,
“Dayanışma, Kültür, Topluluk, hatta Altkültür”, gibi diğer aygıtlara başvurulmak zorunda
kaldı.
Jenks, ‘Alt kültür: Toplumsalın Parçalanışı’ yapıtında, alt kültürün bir kavram olarak,
toplum ve kültür kuramının gelişimindeki yerini göstermek, kavramın çeşitli yerlerde bir
analiz ve betimleme aracı olarak seçilmesinin ardındaki akıl yürütmeyi kavramak ve ‘toplum’
10
kavramının yapı bozumuna yaptığı belirsiz ve belki de kasıtsız katkıyı açığa çıkarmaya
çalışmıştır.
Yazar alt kültür tanımlamalarına, Gordon’un alt kültür tanımına yer vererek başlar.
Gordon’a göre alt kültür, “Ulusal kültür içerisinde; sınıf, etnik köken, bölge veya kent
sakinliği, dini inanç gibi öğelere ayrılabilen toplumsal koşulların birleşiminden oluşan, ama
bir araya geldiklerinde o kültürdeki birey üzerinde bütüncül bir etkisi olan , işlevsel bir bütün
oluşturan bir alt bölüm.”dür.
Bir toplum her birinin kendine has düşünüş ve eylem tarzı olan bir çok alt grubu
kapsar. Kültürlerin içinde yer alan bu kültürler, Mercer’a göre alt kültür olarak adlandırılır.
Her alt kültür örneği, destekleyici veya eleştirel nedenlerden dolayı, toplumsalın esas
anlamının dışına çıkıp parçalanma aracılığıyla neliğine ulaşır. Kimlik,farklılık ve benlik gibi
kavramlar, kaçınılmaz olarak alt kültürün doğasında vardır. (Jenks,2007:22,23)
11
ALTKÜLTÜR
Topluluk terimi, belki de alt kültüre en yakın terimdir. Ancak bu ikisi arasında ince
farklar vardır. Topluluklar, alt kültürlere kıyasla daha fazla bir sürekliliği akla getirir.
Topluluklar coğrafi olarak kendilerine özgü bir yerle bağdaştırılma eğilimindedir. Genel
olarak aile ve akraba gruplarından oluşurlar.(Jenks,2007:28) Fakat alt kültürler, süreklilik
konusunda, topluluklar kadar istikrarlı değildir ve çoğu zaman coğrafi olarak kendilerine ait
tek bir yerle bağdaştırılamazlar.
Jenks’e göre alt kültür kuramı altmışların ortalarından itibaren çok gelişti. Bu kuram
dört yaklaşıma bölünebilir. İlk olarak ellilerin sonu ve altmışların başında uygulanan, işçi
sınıfı mahallelerinin erken toplumsal ekolojisinden söz edilebilir. İkinci olarak, hala devam
eden bir gelenek olan, suçlu alt kültürünün, eğitim sosyolojisi ile ilişkisinden söz edilebilir.
Bu gelenek, boş zaman ve gençlik kültürü arasındaki ilişkiyi okul başarısının alternatifi olarak
inceler. Üçüncü olarak Birmingham Üniversitesi’ndeki Çağdaş Kültürel İncelemeler
Merkezi’nin kültürel vurgusu vardır. Ulusal Ayrıklık Konferansları tarafından geliştirilen yeni
kriminolojiden etkilenen bu yaklaşım, gençlik kültürlerine ve onların tarzlarına sınıf egemen
12
kültür ve ideolojiyle olan ilişkileri açısından bakmak için Marksist bir çerçeve kullanıldı.
Buna, gençlik kültürünün etnografyasını, onların popüler kültürle ilişkilerini ve sınıf
tarihindeki önemlerini inceleme girişimi de dahildir. Son olarak mahalli gençlik gruplarına,
ilk sosyologların yaptığı gibi değil, daha ziyade çağcıl ayrıklık kuramı ve toplumsal tepkinin
etkisi ışığında bakan mahalle çalışmaları vardır. Bu iki yaklaşım da gençlik kültürlerinin ve
alt kültürlerinin üyeleri için taşıdığı anlamı göz önünde bulundurur. (Jenks,2007:32)
Durkheim ilk alt kültür biçimlerini kurmaya çok yaklaşır; fakat, bireyci çözüm yerine,
muhafazakar bir çözüm benimseme gerekliliğini kabul ederek pozitivizminde defo
yaratmamış olur. Problem, toplumun ve dayanışma biçimlerinin, görünüşte, toplumsal
değişimin hızına ayak uydurmamış olmasıdır. Modernist bir sosyolojinin kategorileri,
bireylerin günlük deneyimlerine ve onların yeni keşfedilmiş grup ve çoklu grup bağlılığı
deneyimlerine artık tam karşılık gelmemektedir.
Weber’e göre bir toplumsal ilişki, ancak tarafların aynı gruba ait olma eğilimleri varsa
’komünal’ olarak adlandırılır. Birlikçi ilişkinin en saf üç hali vardır:
Weber’ in üç otorite biçiminden hiçbirinin alt kültür için geçerli olduğu söylenemez; ne en
uygun amaçlara ulaşmak için en uygun araçları kullanma açısından akılcı, ne de uyum için
duygulanımsal taleplerde bulunma açısından gelenekseldir. Alt kültürler karizma tarzına daha
yakındır; ama buradaki cisimlenmemiş, yalnızca rutinleşmiş bir karizmadır.
(Jenks,2007:70,71)
13
olarak çürüyen kitle…’şeklinde tanımladığı lümpen proleterya, bir alt kültür biçimi olarak
düşünülebilir. Jenks, Marx’ın yönetim araçlarını ellerinde bulunduran ve bulundurmayanlar
şeklinde yaptığı, yöneten yönetilen ayrımının basit bir alt kültür olarak
değerlendirilebileceğini söyler. Çünkü o, alternatif dayanışma sistemidir; bilinçli bir şekilde
peşine düşülen toplumsal bağdır. (Jenks,2007:72)
Hebdige’ e göre, bütünsel bir bilimsel alt kültür yaklaşımı, Chicago’ da bir grup sosyolog
ve kriminolog tarafından, sokak çeteleri ve sapkın gruplar (profesyonel suçlular, içki
kaçakçıları vb.) ile ilgili kanıtların toplanmaya başlandığı 1920’ li yıllara kadar ortaya
çıkmamıştır. 1927 yılında yılında Frederick Thrasher, 1000’den fazla sokak çetesi üzerine bir
çalışma yapmış, daha sonra William Foote Whyte, Street Corner Society adlı çalışmasında
belli bir çetenin törelerini, geleneklerini ve unutulmaz maceralarını da ayrıntılarıyla
açıklamıştır. (Hebdige,2004:73)
Hebdige’e daha sonra, alt kültürün betimlenmesindeki yöntem probleminbe değinir. Ona
göre katılımcı gözlem, alt kültüre ilişkin ilginç ve akılda kalıcı açıklamalarda bulunmuş olsa
da, birkaç hayati hatayı da barındırmaktadır. Katılımcı gözlem yaklaşımına dayalı
açıklamalar, tanımlayıcı detaylar sunmasına rağmen, sınıf ve iktidar arasındaki ilişkileri
açıklama konusunda yetersiz kalmıştır. Bu tür açıklamalarda alt kültür, daha geniş toplumsal,
siyasal ve ekonomik ortamların dışında işleyen bağımsız bir örgütlenme olarak sunulur.
Sonuç olarak da, çizilen alt kültür resmi genellikle eksik kalır. Katılımcı gözlemin mümkün
kıldığı tüm otantikliğe ve ayrıntılara rağmen, metodun daha analitik prosedürlerle
desteklenmesi gerektiği açıkça ortaya çıkar.
Jenks kitabının sonuç bölümünde, alt kültürle ilgili şöyle bir ifade kullanır: “Kavram,
kaybedeni kahramanlaştırmak, mülksüzü radikalleştirmek, kendisini ifade edemeyeni dile
getirmek için kullanılabileceği gibi, aykırı olanı veya ana görüşten olmayanı
marjinalleştirmek ve denetim altına almak için de kullanılabilir.” Ve yine sonuç bölümünde
yazar, 1960’larda alt kültür haline gelen çeşitli gruplaşmaların odak noktası, Marksist ve
düzen karşıtı olmalarıydı; bugün ise, yazara göre, diğerleriyle bir ortaklık aramaktan
sakınmaktayız, fikrini savunur. (Jenks,2007:170,189)
Öyleyse, ortaya çıkışı itibariyle punk, bir popüler kültür nesnesi olmasından ziyade, bir alt
kültür biçimi olmaya daha yakındır. Çünkü punk, ‘geneli rahatsız edici’ sertlikteki soundu ve
‘geneli rahatsız edici’ çirkinlikteki imaj öğeleriyle, kendi kendini ötekileştirmiş ve ötekiliğin
14
yüceltilmesiyle, Jenks’in deyimiyle, kaybedenin radikalleştirilmesiyle, alt kültür olarak
değerlendirilebilecek bir yapı oluşturmuştur.
Kültür Endüstrisi
Adorno, Kültür Endüstrisi: Kültür Yönetimi adlı eserinin, Kültür Endüstrisi: Kitlelerin
Aldatlışı Olarak Aydınlanma, adlı bölümüne şu iddia ile başlar: “Yereşik dinlerin
gerilemesinin, teknolojik ve toplumsal farklılaşmanın artmasının ve kapitalizm öncesine ait en
son kalıntıların ortadan kalkmasının, kültürel bir karmaşaya yol açtığı yolundaki sosyolojik
iddia gerçekliğe tekabül etmemektedir. Kültür hiç oladığı kadar bütünleşmiş ve birleşmiştir.
Günümüzde kültür herşeye benzerlik bulaştırır. Filmler, radyo ve dergiler bir sistem meydana
getirir. Bu alanlardan her biri kendi içinde ve hep birlikte söz birliği içindedir.”
(Adorno,2007:19) Adorno, kültürün bir sanayi haline geldiğini, kapitalist ekonominin
ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtmektedir. Ona göre kültür endüstrisi, tüketicilerin, kasten
ve tepeden birleştirilmesidir. (Adorno,2007:33) Adorno’nun burada sözünü ettiği ‘tepe’
endüstriyel güçleri ve dolayısıyla manipülasyon gücünü elinde bulunduranlardır. Adorno’nun
kültür endüstrisi adlı eserinin kapağında, bir Andy Warhol tasviri olan, Marilyn Monreo
grafiği bulunmaktadır. Bu çok yerinde bir seçimdir; şöyle ki Andy Warhol, birebir olarak
kültürün bir öğesi olan endüstrileşen kısmını tasvir eder. O Marilyn’ in ve Keneddy’nin
rengarenk grafik tasvirlerini yapmış, Velvet Underground adlı punk grubunun ilk
albümlerinin kapağı için basit bir muz çizmiş, bir domates çorbası konservesini seri üretimi
yapılan bir sanat nesnesi haline dönüştürmüştür. Warhol, New York’ tan aldığı son derece
basit nesneleri, birer sanat eseri haline dönüştürüp, Amerika’ ya geri verdi. Warhol’ un yaptığı
şey, bir anlamda bir farkındalık yaratmaktı. Sanatın nasıl çarpıcı bir biçimde üretilebileceği
onun temel derdiydi.
‘Warhol’un da katkılarıyla, punk müzik, bir endüstri nesnesi haline geldi’ demek,
aslında ne doğru ne de yanlış bir söylemdir. Warhol’un yapmaya çalıştığı şey, her şeye
muhalafet olan, garip ve edepsiz şarkı sözleri yazan bu yeni grubun, dikkat çekici bir biçimde
parlamasını sağlamaktı; ancak punk’ın , herşeye muhalif tavrı, kendi popülerliğini ve kendi
satış grafiğindeki yükselmeyi bile reddetti. Nitekim, beraber katıldıkları birkaç galanın
ardından Velvet Underground ve Warhol yollarını ayırdılar. Böylece, kültür endüstrisi ile
punk’ın yolları da sonsuza dek ayrılmış oldu. Punk endüstrileşebilecek bir şey değildir; çünkü
etine yorgan iğnesi saplayıp, üzerinde ‘anarşi’ yazan tişörtler giyen, saçlarını gökkuşağının
15
her rengine boyatan insanlar, bir tüketim alışkanlığından çok, bir ürküntü ve olumsuz
çağrışımlar uyandırır.
Punk, pankçı, zırva (balderdash, baloney, bilge, blather, blether, boloney, bosh, bull,
bunk, bunkum, eyewash, fiddle, fiddle-de-dee, fiddle-faddle, fiddlesticks, flapdoodle,
flimflam, gammon, garbage, gassing, hooey, jabber wocky, nonsense, raving, ravings, rot,
rubbish, stuff, tommyrot, twaddle), toy (beardless, callow, chicken, colt, dewy-eyed, green,
greenhorn, inapt, inexperienced, naïve, raw, runnynose, tenderfoot, unworldly, verdant),
serseri (adrift, beat, bum, bummer, dawdler, dosser, down and out, drifter, errant, flotsam,
flotsam and jetsam, gadabout, good for nothing, hobo, hoodlum, hooligan, landloper, larrikin,
layabout, lowlife, ne'er do well, ne'er-do-weel, never-do-well, no good, outcast, rambler,
rascal, reprobate, rogue, roguish, rounder, rover, runagate, stray, strayed, sundowner, swag
man, tramp, vagabond, vagrant, varmint, wandering, yob), saçmalık (absurdity, applesauce,
balderdash, bilge, blather, blatherskite, blether, bosh, drivel, extravagance, eyewash, farce,
fatuity, fiddle-faddle, flapdoodle, flimflam, flubdub, footle, gab, galimatias, gassing,
gibberish, guff, hog-wash, hokum, hooey, inanity, ineptitude, ineptness, insanity, irrationality,
lark, malarkey, moonshine, nonsense, piffle, poppycock, rot, rubbish, shenanigan, silliness,
spinach, stuff, talkee-talkee, the irrational, trash, triviality, twaddle, vacuity, whimsicality,
whimsicalness, wind, wishy-wash), kav (spunk, tinder, Touchwood), kalitesiz (cheap, cheap
and nasty, cheap jack, coarse, hand-me-down, inferior, of poor quality, offgrade, ornery, ropy,
shoddy, sleazy, third class, third rate), değersiz tip (rip), değersiz (cheap, despicable,
footling, inferior, insignificant, jerkwater, measly, milk and water, no-account, nonvalent,
non-valent, nugatory, of no worth, paltry, pitiable, rubbishy, shoddy, tinpot, trashy, trivial,
trumpery, two bit, valueless, vile, worthless), boş lâf (applesauce, babble, balderdash, bosh,
bunkum, comment, empty words, falderal, fiddle, fiddle-de-dee, flimflam, flubdub, flummery,
froth, fudge, gab, galimatias, garbage, gas, guff, haver, hokum, hooey, hot air, inanity, jazz,
lark, moonshine, palaver, poppycock, routine, small talk, talky-talk, tripe, vaporings,
vapourings, waffle, wind, wishy-wash), boş (airy, barren, blank, bootless, captious,
chimerical, desert, disengaged, empty, expressionless, fallacious, flat, for hire, free, frivolous,
frothy, futile, gaseous, hollow, idle, inane, ineffective, ineffectual, invalid, leisure,
meaningless, nugatory, null, pointless, puerile, purposeless, spare, tenantless, thin, trumpery,
unbuilt, unbuilt-on, unengaged, unfounded, unoccupied, unprofitable, unrecorded, unwritten-
on, vacant, vacuous, vain, void, waste, windy, wishywashy, without any foundation, without
16
foundation, yeasty), acemi (apprentice, beginner, bungler, callow, catechumen, clumsy, colt,
cub, dabster, green, greenhorn, guiltless, half-baked, inept, inexperienced, inexperienced
hand, inexpert, jackaroo, johnny-come-lately, learner, neophyte, new, novice, Prentice, raw,
recruit, runnynose, simple, stooge, strange, stranger, sucking, tenderfoot, tiro, trainee, tyro,
unbaked, unfledged, unseasoned, unskilled, untrained, unversed, young, young in one's job),
çeteci (brigand, franc-tireur, gangster, guerilla, guerrilla, hooligan), çürük tahta.
(http://www.websters-online-dictionary.org/definition/punk)
“Punk fenomeni neden belli bir tarihte ve yerde kendini gösterdi? Neden İngiltere?
Neden 1976? Ve punk neden belli biçim ve stilleri benimsedi? Bu soruları sorarak, punk
tarihine tepeleme bir giriş yapan Young, bu sorulara kes,n yanıtlar vermenin, meseleyi
oldukça basitleştireceğini savunur. Ona göre punk’ın doğuşunu, dönemin İngiltere’ sinin ağır
ekonomik koşularına doğrudan bağlamak, kolaya kaçmak olur. Şöyle ki, dünyanın pek çok
yerinde yaşanan, binlerce ekonomik bunalıma karşılık verilebilecek binlerce tepki vardır. Suç
işlemek, intihar etmek, ya da iflah olmaz bir idealist olmak, bu tepkilerden sadece bir kaçıdır.
Diğer taraftan, punk fenomeni ile İngiltere’ nin bunalımlı günleri arasındaki bağlantıyı
görmezden gelmek, akımın felsefi dayanaklarını inkar etmek olacaktır. İngiliz punk’ ı,
diğerlerine tanınan imkanlardan yoksun olan işçi sınıfından, (genellikle) beyaz gençlerin dahil
olduğu bir akımdır. Bu gençlerin çoğu, Young’ a göre, yaşadıları toplumsal koşulları derinden
hissetmekte ve punk’ ı memnuniyetsizliklerini belirtmek amacıyla kullanmakta idiler.
(Young,1989:91) Yine de punk, yalnızca toplumsal başkaldırı peşindeki fakirlerin
oluşturduğu kapalı bir kulüp değildir. Çok çeşitli nedenlerle, hayatın çok farklı kesimlerinden,
pek çok farklı kişiyi peşine takmış bir akımdır.
17
Sex Pistols’ın dört üyesi de, Londra’nın fakir işçi sınıfı varoşlarından gelmeydi.
Londra, New York gibi, çok farklı ekonomik, kültürel, toplumsal kökenlere sahip, farklı
eğitimlerden geçmiş kalabalık bir insan yığınının, bir arada yaşadığı bir şehirdi. Sex Pistols
üyeleri, enerjilerini punk’ a kanalize etmeden önce, yaşadıkları nefreti ve yabancılaşmayı,
anti-sosyal davranışlarla ve suç işleyerek ortaya koymaktaydılar. Gruba, Şubat 1977’ de
katılan Sid Vicious polise saldırma, eşyaya zarar verme, silah taşıma ve araba hırsızlığı gibi
suçlardan defalarca tutuklanmıştı. Usta bir hırsız ve Sex Pistols’ un en çok tutuklanan üyesi
olan Steve Jones, ev soyma, araba hırsızlığı, kavga çıkarma, sarhoşluk ve huzuru bozma,
serserilik gibi kalabalık bir suç siciline sahipti. (Young,1989:103)
18
Tanrı tarihi korusun
Tanrı çılgın geçit törenlerini korusun
Yüce Tanrı bağışlayıcıdır
Bütün suçlar cezasını bulur
Gelecek yoksa eğer
Günah nasıl mümkün olur ki
Biz çöp tenekesindeki çiçekleriz
Biz sizin insan makinenizdeki zehiriz
Biz geleceğiz, sizin geleceğiniz
Tanrı Kraliçeyi korusun
Harbi diyoruz adamım
Gelecek yok
Ne senin için; ne benim için.
19
İstediğini elde etmenin pek çok yolu var
Ben en iyisini kullanırım
Ben geri kalanı da kullanırım
Ben N.M.E’yi kullanırım
Ben anarşiyi kullanırım
Çünkü derdim anarşi yaratmak
Varolmanın başka yolu yok…
Menajer McLaren, Sex Pistols’un imajı başta olmak üzere, dünyadaki punk imajını
yaratan bir numaralı isimdir. McLaren, gençlik alt kültürleriiyle içli dışlı olması sebebiyle,
giysilerin söylenemeyeni söyleme ve şok edilemeyeni şok etme gücünü anlamıştı.
(Günebakanlı, 2007:55)
Amerika’nın en ünlü punk grubu olan Velvet Underground, Sex Pistols’ dan önce
kurulmuştu. Brooklyn’li orta sınıf bir ailenin çocuğu olan Lou Reed önderliğinde kurulan
grup, ilk albümlerini 1967’ de yayınladı. Young’a göre, Velvet Underground’ın yaptığı
müzik, punk’tan ziyade underground rock’a daha yakındı. “Punk’ın temelde bir işçi sınıfı
fenomeni oluşu onu New York’lu türdeşinden farklı kılar. New York underground rock
akımının ünlüleri, esasen orta sınıftan çıkmaydı ve çoğu kolej eğitimi almıştı. Müzisyenlerin
büyük bir kısmı, başka seçenekleri olmadığı ya da gerektiğinde bir iş bulmakta yeretsiz
kaldıkları için değil, kendilerini adadıkları dışavurum biçiminin ticari başarıyı yakalaması
olanaksız bir müzik tarzı yaratması nedeniyle beş parasız ve/veya işsizdi. New York’ ta sanat,
sanat içindi. Öte yandan, İngiltere’deki müzisyenler, hayatlarını idame ettirecek düzenli işler
bulmakta büyük zorluk çekmekteydiler. Sergiledikleri işçi sınıfı davranışları ve tarzı ‘fakir
gibi gözükmek’ ya da ‘yakınıp durmak’ amacıyla edinilen orta sınıf özentilikleri değil,
hayatlarının bir gerçeğiydi. Bu nedenle İngiliz punk’ ı sadece müzik yapmak için yapılan bir
eylem değil, aynı zamanda toplumsal bir mesajdı. Bu müzik işçi sınıfının huzursuzluğunu
anlatıyordu. Kimi zamanda toplumsal ve ekonomik çaresizliği yansıtan bir çığlıktı.
(Young,1989:93,94)
Köken olarak daha eski olmasına rağmen Amerikan punk’ı, punk müziğin başlangıcı
olarak, çoğu uzman tarafından kabul edilmez. Çünkü önemli olan, basit üç punk akoruyla bir
müzik yapmak değil, o müziğin felsefesini sonuna dek koruyabilmektir. İngiliz punk’ı
oldukça sancılı bir süreç sonucunda doğmuş, sınıf mücadelesini en güzel şekilde absorbe edip
tüm ideolojilerin üztüne punk ideolojisini koymuştur. Bu açıdan İngiliz punk’ı, punk akımının
20
kökü olarak kabul edilir. Sex Pistols da en başat gruptur. Saf punk olarak
nitelendirebileceğimiz bu akımın üyeleri, kendilerini politik olarak her noktaya uzak tutarlar.
Onlar ‘bir şeyci’ ya da ‘bir şeyist’ değildirler. Punk literatürde anarşi sözcüğüne oldukça sık
rastlanır; ancak, punk akımının özü, hiçbir şeyci olmadığı gibi, anarşist de değildir.
Takındıkları tutum, anarşizme yakın olabilir; ama punk hiçbir etiketi kabul etmez.
Türkiye’de Punk
21
Rashit’ten Gökhan, Tolga ile beraber grubu kurduklarında, punk’ın naıl yapıldığını
bilmediklerini, hatta enstürman çalmayı bile bilmediklerini, sonra punk yapmak istediklerine
karar verdiklerini, yavaş yavaş enstürman çalmaya başladıklarını, önceleri İngilizce yazdıkları
şarkı sözlerini, sonraları Türkçe’ ye çevirdiklerini belirtmektedirler (Boynik ve Güldallı,
2007:138). Rashit, Türkiye’de punk müziği biraz sonradan görme işi olarak nitelendirmekte.
Çünkü hemen hemen hiçbir punkçı, punk felsefesine göre yaşamıyor. Herkesin bir aile hayatı
var; ancak hiçbiri de elit kesime mensup değil: “Bu ülkede, her orta ve alt ınıf insan nasıl
yaşıyorsa, biz de aynı ortamı paylaşan bireylerdik. Sıkıntılar ve talepler birdi. Hükümet,
politika, sistem, yolsuzluk, eğitim gibi sorunlar, bizleri de bağlayan sorunlardı. Yaptığımız
müzikle de bunu dile getirmeye çalıştık. İngiltere ya da Amerika’ da punk grupları, ‘gelecek
yok’ diye bağırıyorlar, fakat onlar çalışmasalar dahi, ülkeleri onlara bir maaş bağlıyor,
hastalandıklarında ücretsiz tedavi olabiliyorlar. Bence onları önce Türk vatandaşı yapıp,
ondan sonra dinlemek lazım…”(Boynik ve Güldallı, 2007:138).
Athena, trash metalden skaya uzanan geniş bir yelpazede çaldı. Ancak gerek imaj,
gerekse de sound bakımından punkla atbaşı gitti. Athena’ dan Gökhan’ la yapılan röportajda,
Gökhan, punk’a duydukları yakınlığı şöyle açıklamakta: “…Benim kalıbım bağlılık, toplu
inanış, toplu hareket gibi durumların tamamen tersiydi. Punk gerçekleri ve çıkışları, kökleri,
bireysel kurallar üzerine kurulu, bana sorarsanız sonsuz ifadeyi çağrıştırıyordu. Punk’ın her
alanındaki esnekliği, duruşu ve cesareti, çekiciliğini sürekli kılıyor. Müzik sadece bir yanı
bence…”(Boynik ve Güldallı, 2007:168,169).
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye örneğine gelindiğinde, 80 darbesinin yıkıcı etkilerinin, bir kuşağı nasıl punk’
la tanıştırdığı göze çarpar.
22
KAYNAKÇA
4. Poloma, M., Çağdaş sosyoloji Teorileri, Çev. H.Erbaş, Ankara, EOS Yayınevi, 2007.
5. Adorno, T., Kültür Endüstrisi, Çev. N.Ülner, M.Tüzel, E.Gen, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2007.
23
9. Edt. Boynik, S.,Güldallı, T., Türkiye’de Punk ve Yer altı Kaynaklarının Kesintili
Tarihi: 1978-1999, İstanbul, BAS, 2007.
10. Alemdar, K.,Erdoğan, İ., Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1994.
13. Oskay, Ü., Kitapsız Toplum Televizyonu: Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım,
İstanbul, YKY, 1998.
14. Fiske, J., Popüler Kültürü Anlamak, Çev. S.İrvan, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları,
1999.
15. Özbek, M., Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2000.
16. Özkan, H.H., “Popüler Kültür ve Eğitim”, KED, Mart-2006, Cilt:1, No:14.
17. Rowe, D., Popüler Kültürler: Rock ve Sporda Haz Politikası, Çev.M.Küçük,
İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1996.
24
25