Professional Documents
Culture Documents
SURESİ
Gayet açık ve net anlamlı yedi ayetten oluşan Fatiha, ünlü tefsircilerimizden İmam-ı
Razi’nin 250, İbn-i Kesir’in 114, Elmalılı Hamdi Yazır’ın ise 104 sayfa açıklama yaptığı bir
suredir. Bu açıklamalarda:
- Surenin nerede indiği ve bir kez mi yoksa iki kez mi indirildiği,
- Başındaki “Besmele”nin ayet olup olmadığı ve “Besmele”nin önemi,
- Kıraat [okunuş] farklılıkları,
- Okunuşunda “istiaze”nin gerekip gerekmediği,
- Namaz ile ilişkisi, olursa olmazları ve olmazsa olmazları,
- Okunmasının fazilet ve sevabı,
- Diğer isimleri,
- İsm-i A'zam’ın [Allah'ın en büyük isminin] neler olabileceği ya da neler olamayacağı
gibi konularda bin bir rivayete dayalı yorumlarda bulunmuşlardır. Sonuçta Kur'an'ı anlamak
ve anlatmak üzere yazılmış olması gereken bu eserlerde, Fatiha suresinin Kur'an ve İslâm'daki
gerçek yeri ve temel mesajı yukarıdaki konular arasında kaybolup gitmiştir. Dolayısıyla bu
eserler, insanların Kur'an'ı anlamaları açısından âdeta birer engel konumuna gelmişlerdir.
Oysa Kur'an'ı anlamak isteyen herkesin ilk Müslümanlar gibi doğrudan Kur'an'ı okuması ve
anlaması gerekir. Çünkü Kur'an’ı en iyi tefsir edenin yine Kur'an olduğu akıldan
çıkarılmaması gereken bir gerçektir.
1
- En sağlam hadis derlemecisi olduğu kabul edilen Buhari'nin Sahih’inde bile yer alan;
okunduğunda yılan ve akrep sokması sonucu meydana gelen zehirlenmelere şifa olduğu ve
bayılanlara okunduğunda ayılttığı yolundaki rivayetlere dayanılarak, “شفاء ّ الŞifa” veya “الّرقية
Rukye [Muska]” suresi.
- Namazın Fatiha'sız olamayacağına ve aşağıda belirtilen Ebu Hüreyre rivayetine
dayanılarak, “صلة ّ الes-Salât” [Namaz] suresi.
- Kur'an'ın bütünü içinde yer alan iman, amel [kişisel işler], muamelât [toplumsal
işler], ahlâk, peygamber kıssaları, inzar/uyarma ve tebşir/müjdeleme gibi konuları öz olarak
içerdiğinden, “ اّم القرأنÜmmü’l-Kur'an” [Kur'an'ın Anası] suresi.
Ne üzücüdür ki, yukarıdaki isimlere ek olarak bugün neredeyse “Ölü” suresi,
“Mezarlık” suresi, “Türbe” suresi denecek kadar Fatiha’ya yanlış işlevler yüklenmiştir.
Yukarıdaki isimler arasında en itibar edilecek olanları, “Fatiha”, “Hamd” ve “Ümm-ül
Kur'an” isimleridir.
2
Oğulları! Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var desem, bana inanır
mısınız?” diye sordu. Gelenlerden “Evet!” cevabı alarak kendisine duyulan güveni teyit
ettirdikten sonra topluma şu mesajı iletti:
Ey insanlar!
“Rahman ve Rahîm Allah adına [okuyorum].
Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü'nün sahibi
Allah'adır.
Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun
dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan
dosdoğru yola ilet!”
Böylece peygamberimiz Rabbi adına okumuş, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş
ve insanları uyararak ilk görevini tamamlamıştır. Surenin Kur'an'daki yeri ve dinimizdeki
işlevi böyle anlaşılmalıdır. Aksi halde Fatiha suresinin ne mesajı, ne de işlevi doğru anlaşılmış
olur.
Ayetlerin meali:
Ayetlerin Tahlili
1. Ayet:
3
2 - 4. Ayetler:
Hamd
er-Rahman, er-Rahîm
4
derecesine sahip varlık” anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Rahman, rızkları, ihtiyaçları ve
her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen
demektir.
Kur'an'da insanlar için hiç kullanılmayan er-Rahman ismi, elli yedi yerde Allah için
kullanılmaktadır. Ayrıca Kur'an'daki bir sure de er-Rahman ismini taşımaktadır. Bu surede
Yüce Allah, rahmetinin bir sonucu olarak görünen, görünmeyen; bilinen bilinmeyen varlıklar
için yarattığı nimetleri saymakta, insan ve diğer sorumlu varlıkların bu nimetlerin kıymetini
bilip nankörlük etmemeleri gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Rahîm kelimesi, “ رحمةrahmet, مرحمةmerhamet ve رحمruhm” mastarından hem etkin
hem de edilgin anlamlı, “çok merhametli”, “merhamet olunan” anlamında bir sıfattır. Kök
anlamı acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm'in çoğulu “ رحماءruhamâ”dır.
Merhamet, iyilik ve nimet anlamına da gelir. Kur'an'da, 114'ü Allah, bir tanesi de
peygamberimiz için (Tövbe 128) olmak üzere toplam 115 kez yer alır. Rahîm sıfatı Kur'an'da
genellikle “çok bağışlayıcı” anlamına gelen “ غفورĞafûr” sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Bu
durum, Allah'ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğuna bir delil teşkil eder. Bu sıfat,
Kur'an'ın dört ayetinde de “ ارحم الّراحمينErhamü'r-rahimîn [Merhametlilerin en merhametlisi]
şeklinde kullanılmıştır.
Allah'ın Rahman ve Rahîm sıfatlarının her ikisi de “ رحمةrahmet” mastarından türemiş
olmasına rağmen, aralarında anlam farklılıkları vardır.
Rahman sıfatı ezel ile, Rahîm sıfatı ise daha çok ebet ile ilgilidir. Bu yüzden Allah için
“dünyanın Rahman'ı, fakat ahiretin Rahîmi'dir” denilmiştir. Çünkü Allah’ın tüm varlıkları
yaratması ve yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, adil-zalim, çalışkan-tembel ayrımı
yapmadan hepsine rızklarını vermesi, inkârcıları çalışma ve gayretlerinden dolayı dünyada
mahrum bırakmaması, zulme ve kötülüklere müdahale etmeksizin insanların kendi tercihlerini
kullanmalarına fırsat vermesi hep Rahman sıfatının sonucudur.
Rahîm sıfatının sonuçları ise daha çok ahirette görülecektir. Kur'an'ın pek çok ayetinde
Allah'ın müminleri Rahîm sıfatı ile bağışlayacağı belirtilmiştir.
Fatiha suresinde verilen Allah’a ait isim ve sıfatlar, daha önceki surelerde öğretilmeye
başlanan Allah telakkisinin bir devamı niteliğindedir. Özellikle Fatiha’da verilen sistematik
ifadelerle Mekke ve Arap toplumundaki İslâm dışı Allah anlayışı ters yüz edilmiştir. Şöyle ki:
Bu ayetler indiğinde insanlık çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefî görüşler
üzerine oturmuş yanlış tanrı telakkilerine sahip idiler. İnsanların bir kısmı Aristo'nun
“Şüphesiz Allah kâinatı yarattı. Ondan sonra onu kendi haline bıraktı. Zira Allah, daha aşağı
olan bu âlemle uğraşmaktan münezzehtir. O ancak kendi zatını düşünür” şeklindeki görüşünü
benimsemişti. Başka bir kısmı da kullarına karşı öfkeli, onlara sürekli hileler hazırlayan ve
onlardan intikam almak için fırsat kollayan bir tanrıya inanıyorlar ve bu tanrının öfkesinden
kurtulabilmek için Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, aracı ve şefaatçi ilâhlar
ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Darü’n-Nedve [Halk Meclisi] üyelerinin dışında bir Rabb
tanıyamamıştı.
Sonuç olarak; insanlar ancak Kur’an ile gerçek ilâh ve Rabbi, Rahman Rahîm Allah'ı
gereği gibi tanıyabilmiştir.
5
5. Ayet:
Arapça bir sözcük olan “ عبححادةibadet”, mastardır. Sözlük anlamı; kulluk yapmak,
kölelik etmek, kayıtsız şartsız teslim olmak, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.
İnsanların belirli kişilere, güçlere, ideolojilere, otoritelere gösterdikleri mutlak itaat ve
teslimiyet bu kapsamdadır. Müminûn suresinin 45-47. ayetlerinde anlatılan Firavun ile İsrail
oğulları arasındaki ilişki de bu anlamı teyit eder niteliktedir.
Dinî açıdan ise; ibadet, kulun sahibine/yaratanına itaat etmesi, sahibi/yaratanı
tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabul edip yerine getirmesi demektir. Allah
Kur’an adındaki talimatnameyle kullarına bir takım görevler bildirmiş ve bu görevlerin
kayıtsız şartsız bir itaat ve teslimiyet içinde yerine getirilmesini istemiştir. Seçtiği peygamber,
bir usta, bir öğretmen gibi verilen görevleri önce kendisi uygulamış, sonra diğer insanlara
öğreterek nasıl uygulanacağını bizzat göstermiştir.
Bir başka ifade ile ibadet, Allah'ın hoşnut ve razı olduğu eylem ve davranışları işlemek
suretiyle Allah'a gösterilen saygı ve içten bağlılıktır. Bu anlamıyla ibadet, ortaya konan güzel
iş ve davranışların her birerini değil, hepsini içine alan ve hürmetin en yüksek derecesinin
sergilendiği genel bir tutumu ifade etmektedir.
Ancak ibadet kelimesi dilimize Türkçe karşılığı verilmeden aynen alındığı için anlam
derinliği geniş halk kesimlerince yeterince kavranamamış, Allah’a gösterilen bağlılıkla ilgili
bir süreç ve tutum olduğu algısı yaygınlaşamamıştır. Bunun sonucu olarak da ibadet denilince
belirli bir kaç dinî davranış anlaşılır olmuştur. Oysa ibadet tıpkı hayat, sevgi, mutluluk,
medeniyet gibi hayatın tek bir olgusu için değil, içinde aynı türde birçok olguyu barındıran
kavramlardaki gibi süreç ifade eden bir anlam içeriğine sahiptir. Bu nedenle de belirli dinî
davranışlarla sınırlı değildir. Allah'a ibadet etmek, insanın her adımında, her hareketinde, her
sözünde O'nun koyduğu kurallara uyması, hükümlerini yerine getirmesi, gösterdiği yoldan
severek ve isteyerek yürümesi demektir.
Allah'a ibadetin boyutlarını şu tutum ve davranışlar oluşturur:
Yalnızca O'ndan
- yardım istemek,
- korkmak,
- başkasını veli edinmemek,
- başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek.
Ve yalnızca O'na
- dayanmak,
- güvenmek,
- sığınmak.
Şirk
“شركّ الŞirk”, sözlükte mülk ve saltanatta ortaklık demektir. Dinî açıdan ise Allah'ın
yetki ve imtiyazlarından, zatî ve sübutî sıfatlarından, en güzel isim ve sıfatları arasında yer
alan sıfat ve tasarruflarından birinin ya da bir kaçının Allah'tan başka somut ya da soyut
herhangi bir varlığa yakıştırılması, verilmesi ya da uyarlanmasıdır. Bu sıfatlarla ilgili detay
İhlas suresinin tahlilinde verilecektir.
6
Bu inanç ve eylemde bulunana “ مشركmüşrik” denir. Müşrik sadece tanrı ikidir, üçtür
diyen değildir. Allah'a inanıp da bu inançla birlikte yedek ve yardımcı bir takım ilâhlar kabul
edenler de müşriktir.
Tevhit
6 ve 7. Ayetler:
Hidayet
Sırat-ı Müstakim
7
Sırat-ı Müstakım ile ilgili şu ayetlere bakılabilir: Âl-i Imran 51, En'am 126, 153, Hıcr
41, Nahl 76, Meryem 36, Ya Sin 61 ve Zuhruf 64.
Surede birçok edebî sanat mevcuttur. Ebu Hayan, el-Bahrü’l-Muhit adlı eserinde
Fatiha’da on edebî sanatın mükemmelen uygulandığını ifade etmektedir. Bu sanatlar; “Beraat-
i İstihlâl [Güzel Başlangıç]”, “İstiğrak Lâmı”, “Hitap Şeklini Zenginleştirme”, “Lâm-ı
Tahsis”, “Hazf”, “Kasr”, “Leff-ü Neşr”, “İltifat”, “Seci” ve “Var Olan Bir Şeyi Yokmuş Gibi
Kabul Ederek Devamını İstemek” sanatlarıdır.
Bu sanatlardan üç tanesi surenin anlaşılması bakımından çok önemli ve dikkat
çekicidir:
1. Hitap Şeklini Zenginleştirme: Bu sanatta haber cümlesi, cümledeki sözcük
anlamından çıkıp dilek kipli cümle halini alır. Surede “Elhamdü lillâhi Rabbi’l-Alemin”
cümlesi ile inkârcı muhataplara sanki inkâr etmiyorlarmış gibi hitap edilerek inkâr
etmeyenlerden olmaları temenni edilmiştir.
2. İltifat: Bu söz sanatı, gaipten muhataba [üçüncü şahıstan ikinci şahısa], muhataptan
gaibe [ikinci şahıstan üçüncü şahısa], gaipten mütekellime [üçüncü şahıstan birinci şahısa] ve
mütekellimden muhataba [birinci şahıstan ikinci şahısa] geçiş suretiyle yapılır. Surede haber
cümlesi “Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü'nün sahibi Allah'adır” diye
gaibe [üçüncü şahısa] yönelik başlamışken buradan sonra söz akışı “Yalnız sana ibadet ederiz
ve yalnız senden yardım isteriz” diye muhataba [ikinci şahısa] yönelmektedir. Bu tarz bir
anlatım Türkçe'de anlam bozukluğu kabul edilmesine karşılık Arapça'da edebî bir ifade
şeklidir.
3. Kasr: Özgeleştirmek demektir. Suredeki “İyyake na'budü ve iyyake nestaîn”
cümlesinde, tümleç ve fiil arasında takdim tehir [öne almak, arkaya atmak] suretiyle
özgeleştirme sanatı yapılmıştır. Bu sanatın uygulanış nedeni, anlatılanın daha kolay kabul
edilmesini sağlamak, dinleyenin tepkisini azaltmak, dinleme gücünü tazelemek, sözün daha
zevkle dinlenmesini sağlamaktır.
Bu edebî sanatlar gözden kaçırıldığında surenin gereği gibi anlaşılması zorlaşır. Sureyi
daha iyi anlama ihtiyacıyla Ebu Hüreyre’den şöyle bir rivayet nakledilmektedir:
“Yüce Allah buyurdu ki: Namaz [Fatiha] suresini benimle kul arasında ikiye ayırdım.
Yarısı benim için, yarısı kul içindir. Kulumun dilediği kendisine verilecektir. Kul 'Elhamdü
lillâhi Rabbi’l-âlemin' dediği zaman Allah 'Kulum bana hamd etti' der. Kul 'Er-
Rahmanirrahîm' dediği zaman Allah 'Kulum benim şerefimi andı' der. Kul 'Maliki yevmi’d-
din' dediği zaman Allah 'Kulum işimi bana havale etti' der. Kul 'İyyake na'budü ve iyyake
nestaîn' dediği zaman Allah 'Bu, benimle kulum arasında bir sırdır, kulumun istediği
kendisine verilecektir' der. Kul 'İhdina’s-sırata’l-müstakim' dediği zaman Allah 'Kulumun
dilediği verilecektir' der.” (Ebu Davud, Salât 132; Tirmizi, Tefsir: Nesai. İftitah 23; İbn-i
Mace, Edep 52)
Bu rivayetle surenin daha iyi anlaşılacağı kanaatine varılsa bile, bizzat rivayetin
kendisi problemlidir. Her şeyden önce, doğrudan Allah’a isnat edilen böyle bir açıklamanın
nerede olduğunun ciddiyetle araştırılması ve incelenmesi gerekir. Ayrıca Ebu Hüreyre'nin
Fatiha suresinin inişinden yirmi bir yıl sonra ortaya çıkmış bir sahabe olduğu da en az bunun
kadar önemli bir ayrıntıdır.
Geleneksel yaklaşım, sureyi bu rivayet doğrultusunda anlamak ve Türkçe kurallara
göre anlam bozukluğu sayılan söz akışını göz ardı etmek yönündedir. Oysa içindeki sanatsal
anlatımlar dikkate alınarak okunduğunda surede şu anlamlar ortaya çıkmaktadır:
“Ey insanlar! Rahman Rahîm Allah adına okuyorum, açıklama yapıyorum.
8
Tüm hamdler/övgüler, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü'nün sahibi olan
Allah'a mahsustur. Sakın O'ndan başkasına hamd etmeyiniz! O'ndan başkasını övmeyiniz!
İbadet yalnızca O'na yapılır ve yardım sadece O'ndan istenir. Sakın O'ndan başkasına
ibadet etmeyiniz, kul-köle olmayınız!
O bizi üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki,
kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola iletsin! Çünkü hidayet eden
sadece O'dur.”
Mesaj bu şekliyle verilseydi, fazlaca tepki doğurabilirdi. Edebî sanatlar marifetiyle
mesaj yumuşak bir tarzda iletildi.
Böylece peygamberimiz Fatiha suresini insanlığa tebliğ ederek toplum karşısında ilk
görevini yerine getirmiş oldu. Fatiha suresiyle verilen mesajın toplumda yol açtığı sonuçlar
altıncı sure olan Tebbet suresinde tahlil edilecektir.
Fatiha suresinde dikkat edilmesi gereken bir husus da Kur'an'ın icazıdır [kısa ve öz
anlatımıdır]. Bu kısacık sure, imanıyla, ameliyle ve kıssasıyla tüm Kur'an'ı temsil eder
mahiyettedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.