Professional Documents
Culture Documents
Ölüm, bilinci olan bir varlık için kabul edilmesi zor bir
gerçekliktir; hele bu varlık, Dünya’yı mülk edinmiş görünen bir
varlıksa. Buna bir de ölümü tümüyle bilemeyecek oluşumuz
eklenince ölümün pratikte ihmal edilebileceği düşünülebilir.
Nitekim Montaigne’den bu yana gerek felsefede gerekse
edebiyatta, giderek Batı uygarlığının hemen her katmanında
ölüm bir veri olarak pek hesaba katılmamıştır. Yadsıma,
yüceltme, aktarım gibi türlü mekanizmalarla, ölüm, ampirisist
veya rasyonalist, idealist veya materyalist geleneklerde kısa
devre edilmiştir. Öte yandan Doğu, insan tekini loş bir alanda,
ölümün hiçseyici gölgesiyle kuşatılmış olarak kavrar. Öyle ki
Dünya’yı doğudan batıya kateden gün, doğduğu yerde gölgeleri
de iyiden iyiye koyultmuş gibidir; karanlığı tanıyan o coğrafyada
şafağı ve akşamı karşılamak bir ritüele dönüşmüştür. Doğu’dan
yükselen ışık, Batı için karanlıktan kurtuluşu simgeler; Doğu ise
karanlığın gün boyu, gölgelerde sürüp gittiğini bilir. Ölümle
damgalanmış ruh, karanlıktan kurtulamaz; bu yüzden suretler
ve imzalar değerlerini yitirirler ve koskoca krallar ab-ı hayat
peşine, bengisu peşine düşerler. “Dünya” sözcüğünün
etimolojisinin de fısıldadığı gibi, “aşağı” bir Dünya’dır bu;
Doğulunun yüzü, ne yer ne gökyüzüdür.
*
Ölebilmek kutsal bir bilgidir.
1
bozkırdır. Tanrının inayeti Bach’ın sarmal merdiveninden iner ve
insanoğlu aynı merdivenden Baba’sına yükselirken füg, bize
bozkırdaki zerreyi, dikeni ve rüzgarı duyurmaz. Batı’nın dikey
tonalitesine karşılık Doğu, bozkırın görünürdeki tekdüzeliğini
yansıtan yatay bir tonaliteyi yeğler: Bu, rüzgarın sesidir. Doğulu,
ses aralığını ömrün soluğu gibi kısa tutar; ama o aralığa insanın
bağrındaki o en büyük yılanı çöreklendirir. Batı’nın kurtulmaya
çalıştığını Doğu bile isteye davet eder, hatta onu saygıyla ağırlar
gibidir. Dikeyin görkemli “hep”i yerini yatayın ayrıntısında
beliren büyülü “hiç”e bırakmıştır. Dağa karşı bozkır - O bozkırda
Marco Polo kervanını ipek ve altın serabına sürerken yıldızların
başına düşeceği kuruntusuna kapılarak bir an için de olsa
ürkmüş müdür acaba?
2
Doğu’nun ölüme bakışına bir yakınlaşma, ölümlülük fikriyle bir
barışma denemesi diye kabul edebilir miyiz? Batı geleneğinde
içten içe kavranan krizin çözümüne yönelik bir kırılmanın baş
gösterdiği muhakkak. Ama aynı kırılma birkaç yüzyıllık bir
sürede sınırsız ve sorumsuz bir güce ulaşmış şu “serbest
girişimci” mitinde, homo economicus’ta ve kapitalizmde
yaşanmadıkça bu yaklaşımların oryantalist sömürüyü aşan bir
niteliğe sahip olduklarına hükmetmek mümkün müdür? Aynı
şekilde, ekonomik işleyişi dikkate almayan iktidar ve söylem
çözümlemelerinin yazgıyı değiştirebileceğine Üçüncü Dünya’nın
bir üyesi nasıl ikna edilebilir?
*
Ibsen’in aynı adlı, tanınmış yapıtının kahramanı; Per Günt.
3
bakımdan libido ve bilinçaltı kuramlarına Jung’un yaptığı katkılar
önemlidir.
4
“iktidar” sözcüğünü ısrarla “tahakküm”le bir tutarak
sarfetmemizde bir haklılık payı vardır. Çünkü ölümsüzlük
yanılsamasına hizmet eden iktidar, ölümlülükle beraber insanın
kırılganlığını da yadsımış olduğu için, tahakküme varır. O halde
“haklı” yegane güç istemi, tahakkümün ortadan kaldırılmasına
yönelik olandır ki bu istemin nesnesi olan güç, paradoksal bir
biçimde, ancak insanın en “zayıf” olduğu yerden, yani
kendisinin ve ötekinin kırılganlığını bilip tanıdığı yerden
kaynaklanabilir.
*
Arkadia : Batı şiirinde pastoral bir mutluluğun hüküm sürdüğü hayali
ülkenin adı. Poussin’in Et In Arcadia Ego (Arkadia Çobanları olarak da
bilinir) adlı tablosundaki mezar yazıtında da okunduğu gibi, Arkadia’da bile
olan, ölümdür.