You are on page 1of 9

AHTAMAR ERMENİ DEĞİL TÜRK KİLİSESİ

Gökçe FIRAT

“Yüzlerce, binlerce delil getirseniz, binbir ilmi kanıtlarla davanızın haklılığını ispata
çalışsanız da, bu, Batılılar için bir şey ifade etmez. Çünkü onlar üstün insanlardır, seçkin
zümredir. Çünkü onlar beyazdır, ‘ari’dir ve üstün efendidir. Biri ne demişse, diğerleri onu teyit
ve tasdik ederler, tarihçi ne demişse, arkeologu, antropologu onu doğrular; antropolog ve
arkeologun söylediğini de tarihçi destekler.”

Ahsen Batur

Ahtamar üzerine Türkiye’de basılan Ermeni kitabı Türkleri tümüyle yok


sayan bir çarpıtma ve uydurma kitabıdır. Sanat tarihçisi Mazhar Şevket
İpşiroğlu’nun kitabı ise Ahtamar rölyeflerindeki Türk izlerini ve etkilerini
açıklamaktadır. Ahtamar adasına ismini veren efsanevi Tamar ise Türkçe
bir kelimedir ve damar, yol anlamına gelmektedir. Daha sonra kurulacak
bir “Gürcü” krallığını Kraliçe Tamar yönetecektir. Ancak bu krallık da
Gürcü değil Türk krallığıdır (En azından ordusu ve genelkurmay başkanı
Kıpçak olan bir krallık – C. Durgun), Kraliçe Tamar da güzelliğiyle ün
salan bir Kıpçak (Anne tarafından – C. Durgun) kızıdır.

Ahtamar’ın Eşsizliği

Ulusal Parti Türk Dünyası Bürosu’nun Azerbaycan’a yaptığı ziyaretten sonra gelen heyetimiz
izlenimlerini aktarırken bir de gazete verdiler. Azerbaycan gazetesinin haberine göre geçtiğimiz
günlerde ibadete açılan ve haç dikilen Ahtamar Kilisesi Ermeni değil Türk kilisesiydi. Konu son
derece önemliydi ve acaba ne ölçüde doğruydu. “Bu kadar da olmaz ki. Ahtamar da niye Türk kilisesi
olsun, dağı taşı Türk yapmayın.” gibi tepkilerin geleceğini bilsek de, üzerine eğilelim istedik.
Ermeni tarihi ile ilgili tespitlerimizden önce, sadece Ahtamar Kilisesi olayına bir göz atalım.
Ahtamar, Van gölündeki ufacık bir adanın adı. Ahtamar adası halk efsanelerinde adı geçen önemli bir
adacık. Bir diğer önemi ise üzerinde barındırdığı Ermeni kilisesidir. Ermenilere göre bu kilise
“Ortaçağ Ermeni mimarlığının mücevheri.” Yine Ermenilere göre burası Ermeni Vaspuragan
krallığının sarayının da bulunduğu krallık adasıdır. Bu kilise de Kral Gagik tarafından yaptırılmıştır.
Ahtamar’ın ayine açılışı vesilesiyle Ermeniler tarafından yayınlanan bir kitap var. 2010 yılında
İngilizce ve Türkçe basılan kitap Ahtamar adını taşıyor. Tabii insan “neden Ermenice değil de Türkçe”
diye sormadan edemiyor. Anlaşılan Ermeni, Ermeni’ye değil Batılıya ve Türklere propaganda yapma
ihtiyacı hissediyor. Kitapta Ahtamar kilisesinin tarihi önemi şu şekilde özetleniyor: “... Ortaçağ
Ermeni mimarlığında bir eşi yoktur.” Bu kelimenin üzerinde durmakta yarar var: Eşsiz! Neden eşsiz?
İki nedeni olabilir; ya bu kilise Ermeni sanatının bir doruk noktasıdır o nedenle eşsizdir, ya da kilise
Ermeni sanatında tek örnektir. Görülen o ki bu kilise Ermeni kiliseleri içindeki tek örnektir. O halde
can alıcı soruyu, Azeri kardeşlerimiz gibi sormalıyız: Bu gerçekten bir Ermeni eseri mi?

Ermeni Sanatında Dış Etki

Ahtamar üzerine bir başka sanat tarihçimiz Mazhar Şevket İpşiroğlu 2003 yılında bir çalışma
yayınlamış. İpşiroğlu’nun eserinde de bu kilisenin benzerlerinden gerçekten de çok farklı olduğu
ortaya koyuluyor. İpşiroğlu’na göre kiliseyi farklılaştıran mimarisi değildir. Mimari olarak çağının
sıradan bir eseridir. Ama genelde kilise mimarlığında öne çıkan bir anlayış vardır. Buna göre kilisenin
dış cephesi değil iç cephesi süslenir. Çünkü kiliseler içerde ibadet yapılan binalardır ve dış cepheleri
ile birer anıt değildirler. O nedenle tüm süslemeler cephe içinde kullanılır. İşte Ahtamar’da
diğerlerinden ayırt edici özellik tam da budur. Kilisenin dış cephesi, dört tarafı ile birlikte bir anıt
şeklinde rölyeflerle süslenmiştir. Zaten kilisenin asıl önemi de bu rölyeflerden gelmektedir. Kilisenin
rölyeflerini inceleyen çeşitli sanat tarihçilerinin üzerinde anlaştıkları ortak nokta, bu eserin farklı
kültürlerden etkiler taşıdığıdır. Bu etkilere örnek olarak Fars, Arap, Roma ve (çaktırmadan) Orta Asya
ya da Türk etkisi sayılabilir. Aslında bu bile başlı başına Ermeniler açısından bir sorundur, çünkü
seçilmiş Ermeni ırkının diğer ırkların eserlerinden etkilenmiş olduklarını kabul etmek istemezler.
Nitekim Ermenilerin yayınladığı Ahtamar kitabı, bırakalım Doğu etkisini, Batılıların bile kendi
sanatlarını etkilemediğini ya da pek etkilemediğini iddia etmektedir. Daha aklı başında Batılı
kaynaklarsa Ermeni sanat tarihinde hiç görülmemiş ve daha sonrasında da görülmeyecek bu rölyefleri
dış etkilerle açıklarlar. Onların açıklamalarında da Abbasiler’in ve Sasaniler’in etkisi özellikle
vurgulanır ama nedense Türk etkisi yok sayılır. İpşiroğlu’nun eserinde ise Türk sanatının etkisi
vurgulanır.

Ahtamar rölyeflerindeki geriye doğru ok atan atlı resmi kesin biçimde bir Türk atlısıdır.
Ama hemen hemen aynı av sahnesi bir İskit eserinde de aynen işlenmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
İki resme yan yana baktığımızda bu aynılık hemen görülmektedir.

Kilise Rölyefindeki Geriye Ok Atan Türk Savaşçı

İşte Azeri gazetesinin akılları kurcalayan sorusu tam da burada gelmektedir: Ermeni
kilisesinin rölyeflerinde geriye ok atan bir atlı görülmektedir. Bu apaçık bir Türk savaşçısıdır. Çünkü
geriye ok atan adam (bazen de kadın) figürü sadece Türklere ait bir özelliktir. İnsanın aklına hemen bu
figür geliyor: Acaba gerçek mi?
Ermenilerin Ahtamar kitabı kilisedeki tüm rölyefleri ayrıntılı bir şekilde basmış ve
açıklamalarını da yapmış. Ama nedense “ok atan Türk” rölyefini es geçmişler! Evet, kilisenin tüm
rölyefleri açıklanmış ama bir tek bu açıklanmamış! Sadece resimlerin bulunduğu son bölümde 147.
sayfada küçük bir açıklama var: “Bezemeli kuşak. Bir Selçuklu süvarisini ayıyı vururken gösteren
rölyef (solda) daha sonra yerleştirilmiştir.” Ama bu açıklamada da bir gariplik var. Çünkü kitap
boyunca kilise rölyeflerinin özgünlüğünü koruduğundan bahsederken bir resim altına iliştirilen bu
açıklama kuşku verici. Sonradan yerleştirilmişse, bir tek bu figür mü yerleştirilmiş, hangi dönemde
yapılmış? Ve üstelik bu Ermeniler için bulunmaz bir fırsat, eğer Türkler gelip Ermeni sanatına kendi
figürlerini yerleştirmişlerse Ermeniler neden bunu bir “sanat soykırımı” olarak görüp Avrupa ve
Amerika parlamentolarında “sanat soykırımı” için kararlar aldırmıyorlar! Belli ki Ermeniler bir şeyleri
gizliyor. Sonradan yerleştirilen taşın yaşı ile diğerlerinin yaşını tespit etmek, orijinal yapıya ait
olmayan figürü tespit etmek son derece kolay. Ama bugüne kadar bunu yapan çıkmamış. O halde
ortada saklanan bir şeyler var. Ama ne?

Ahtamar’daki Türk İzleri

Kilise rölyeflerindeki figürleri incelediğimizde en fazla dikkati çeken şey elbette bu ok atan
Türk atlısı. Van gölü ve çevresi, en az 3000 yıldır Türk bölgesi. İskitlerin, Kıpçakların, Hunların,
Oğuzların, Hazarların hep bu bölgede bulunduğunu biliyoruz. Ve tüm bu Türk boylarının ortak
özelliği de geriye ok atan savaşçılardan oluşmaları. Nitekim bölgede bulunan diğer sanat eserlerinde
de aynı figür çokça görülüyor. Hele hele İskit dönemine ait bir kabartma ile Ahtamar kilisesinin
rölyefindeki atlı savaşçı figürünün neredeyse birebir aynı.
Bunun dışında kilise rölyeflerindeki hayvan başı kabartmaları da sadece Türkler tarafından
kullanılan eserlerdir. Bu hayvan başlarında da doğrudan bir İskit etkisi söz konusudur ki bunu
İpşiroğlu da açıklamaktadır.
Rölyeflerdeki yırtıcı hayvan figürleri ise aslan ya da kaplan olarak adlandırılsa da pars, leopar
türü daha farklı türlerin izlerini taşır. Yine bu tür yırtıcı aslan, kaplan, leopar süslemeleri de İskit
sanatının ayırt edici özellikleridir.
Bir diğer ayrıntı ise kiliseyi yaptıran Ermeni Kralı Gagik’in rölyefi. Bu rölyefte Kral Gagik,
bağdaş kurup oturmuştur. Gerek üzerindeki giysiler gerekse oturuşu yine tipik bir Türk temsilidir. İyi
de yine bir Türk özelliği nasıl olur da bu sanat eserine girer? Bunu açıklamanınsa dolambaçlı bir yolu
bulunmuş, Kral Gagik, Abbasi halifesine bağlılığını sunduğu için Abbasi halifesinin de emrindeki tüm
askerler Türk askeri olduğu için böyle bir oturuş ve giysi benimsenmiş olabilirmiş! İyi de neden
Ermeni kilisesini yapan Hıristiyan kral Müslüman halifeye bağlılığını bildiriyor? Üstelik madem
halifeye bağlı, neden halife gibi değil de halifenin askerleri gibi giyinmiş? Bunun da elbette bir
açıklaması var Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar hüküm süren tüm Türk kralları aynı şekilde
oturmuştur ve böyle resmedilmiştir. Bağdaş kurmuş oturan bu kral, daha çok Sasaniler’in efsanevi
komutanı Behram Gur’u andırmaktadır. Gerçekten de Behram Gur’un tüm bölgede egemenlik
kurduğu bilinmektedir. Dahası bölgesel bir efsane olmuştur. Bu tür bir kabartması ise günümüze kadar
ulaşmıştır.

Ahtamar Kralı Gagik’in bağdaş kurar


şekilde ve Türk giysili resmi kaçınılmaz
bir şekilde Gagik’in Türklüğünü
gündeme getirmektedir. Bölgedeki
Kıpçaklara ait bir taş kabartmada da
aynı figür görülmektedir. Hemen
yanında ise Behram Gur’a ait bir sanat
eseri görülmektedir. Altta Oğuz Han’ın
tahta oturması ve Selçuklu çinisi de
Türk’e ait oturma biçimini
göstermektedir. Ortadaki kral resmi ise
İtalya’da bir prensin resmidir. 12.
yüzyıla ait bir kiliseden alınan freskte de
prens Türk tarzı oturmuş ve Selçuklu
tacı takmış şekilde gösterilmiştir.
Sasani devleti ise İranlıların ve Batılıların iddia ettiği gibi bir Fars devleti değil Türk
devletidir. Bu iddiayı ortaya atan değerli hocamız Şener Üşümezsoy’un yazılarında pek çok ilgi çekici
gerçeklik bulunmaktadır. Acaba bu rölyefteki Kral Gagik yoksa bir Ermeni değil de Türk mü? İşte
soru tam da bu noktada düğümlenmiştir:
Gerçekten de rölyefteki Kral Gagik’in Türk olduğunu ortaya koymamız gerekmektedir ki bu
ise Ermenilerin tarihlerini baştan yazmaları gerekecektir!

Ahtamar rölyeflerindeki hayvan


figürleri İskitlere ait sanat
eserlerinden esinlenmiştir. Sadece
aslan değil Anadolu parsı, leopar
gibi hayvanlara ait altın İskit
eserleri yukarıda görülmektedir.
Yine rölyeflerde görülen hayvan
başları da tamamen Türk etkisi
taşımaktadır. Kurt, koç, tavşan gibi
hayvanların başlarını sanat
eserlerine taşıyan, hatta at
koşumlarına işleyen Türklerdir.

Kral Gagik Kimdir?

Tevrat’ta Tanrının İsrailoğulları’nı cezalandırmak için bir kavim yarattığı anlatılır: “İşte
Kuzey ülkesinden bir kavim geliyor ve dünyanın öbür ucundan bir millet kalkıyor. Onlar yay ve
mızrak tutarlar, şefkatsiz ve acımasızdırlar. Onların sesi denizin gürlemesi gibidir ve atlara binerler.
Onların atlarının kişnemesinden bütün yer sarsılır. Ey insanoğlu yüzünü Magog ülkesinden gelen
Gog’a çevir.” Ve devam eder: “Çünkü ona karşı hepsi görkemli elbiseler giymiş ve tolgalı kalkanlı ve
bütünü kılıçlı olarak atlıları ile birlikte büyük bir cemaat çıkaracağım. Gomer ile bütün ordusunu ve
Kuzey ucundan Togarma Hanedanı ile birlikte çok kavimler çıkaracağım. Ey Ezekhia söyle ki Rab-
Yahova şöyle buyurur: Ey Roş ve Maşek ve Tubal başkanı Gog, ben sana karşıyım... İsrail dağlarında
perişan olacaksın.”( Kur’an-ı Kerim, Maide suresi, 54. Ayet’i okumanızı öneririm – C. Durgun)
Tevrat’ta geçen Gog kavmi Sakaların lideri “Gagu” ‘dur. Sakalar (İskitler) bir Türk boyudur
ve gerçekten de kuzeyden bir dehşet saçarak gelmektedirler. Sakaların asıl büyük efsanevi lideri ise
Fars kaynaklarında Afrasiyab olarak geçen Alp Er Tunga’dır. Alp Er Tunga’nın karargahı bugünkü
Kafkasya’dır. Yani bugün Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye topraklarının bulunduğu
bölge bu büyük Türk kumandanının ülkesidir. Konumuz Ermeniler ve Ermeni tarihi olduğu için biraz
daha geriden alalım tarihi. Alp Er Tunga’nın kavmi olan Sakalar MÖ 700’lü yıllarda bugün
Ermenistan denilen bölgedeydiler. Onlardan hemen öncesinde ise MÖ 1400 ile MÖ 900 yılları
arasında büyük bir imparatorluk vardı Anadolu’da ve başkenti de Van’dı: Urartular. Urartular
gelmeden önce ise bölgede MÖ 3000 ile MÖ 1400 yılları arasında Hurriler adlı büyük bir kavim
hüküm sürmüştür. Hurriler’den Urartulara, Urartulardan Sakalara kadar geçen ve sonrasında da devam
edecek olan tarihsel gelenekte tüm bu kavimlerin aynı dil ailesinden, aynı sanat eserlerini veren, aynı
şekilde savaşan kavimler olduğunu biliyoruz: Bunlar Türklerdir. Kısacası bugün Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da hak iddia eden Ermeniler bu bölgeye gelmeden (tabii eğer geldilerse!) önceki 3000 yıllık
tarihte buralar hep Türk yurdu olmuştur.

Ermenilerin Ataları Türkler Mi?

Fakat hikayenin daha ilginç kısmı Tevrat’ta Gag’ın karşısına çıkarılacak kavim meselesinde
ortaya çıkmaktadır. Togarma ya da Torok adlı kavim bugünkü Ermenilerin de atası olan kavimdir.
Torok’un sekiz oğlu olacaktır. En büyük oğul Hayos’tur. İşte Ermeniler kendilerine ata olan bu
Hayos’u (Hay) bulmuşlardır. Tarihte Ermeniler değil Haylar vardır. Ve yine Ermenilerin yurdu
Ermenistan değil Hayasdan’dır. Fakat bu hikaye de bir yerinde daha da ilginçleşmektedir. Tevrat’tan
diğer efsanelere giren bu secereye göre Hayların (yani bugünkü Ermenilerin) babası Torok’tur. Torok
ise Türk demektir. Bu açıdan bakıldığında Ermeniler kendilerini Türk soyuna bağlamış olmaktadırlar.
Peki ama neden? Nedeni basit çünkü tarihte Ermeni hiç olmamış, uydurma, efsanevi bir kavimdir. O
kadar uydurmadır ki, Ermeniler kendi ataları olarak bu Hay’ı aldıkları halde, hiçbir tarihi belgede,
Haylardan bahsedilmemektedir.
Antik dönem tarihçileri Ermenistan’dan bahsetmektedir, buralarda yaşayan çeşitli kavimlerden
de ama bunların içinde Haylar yoktur. Torok’un ikinci oğlu İber ya da Kartel’dir. Bizim dilimizle
söylersek Gürcüler. Ama tarihi kayıtlarda Karteller geçmektedir. Böyle olunca ortaya iki önemli sorun
çıkmıştır. Birincisi ortak bir ata vardır ama bu atanın kavmi yoktur! İkincisi Ermenistan denilen bir
ülke vardır ama Ermeni denilen bir kavim yoktur!

Ermenistan’ın Ermenileştirilmesi

“Ermenistan ya da Ermeniye, Heredot’tan Strabon’a antik tarihçilerde, Perslerin, Asurluların,


Babilliler’in kitabelerinde geçen bir coğrafyanın adıdır. Ermenistan “yüksek ülke” anlamına
gelmektedir. Bölgenin Asurlulara göre yüksek dağlardan oluşan yapısından dolayı Asurlular
tarafından verilmiş bir bölge adıdır. Ama Ermeni kelimesinin anlamı Ermenice’de yoktur! Tıpkı Kürt
kelimesinin Kürtçede bir anlam ifade etmemesi gibi! O halde Ermenistan denilen ve hiçbir ırki, milli,
kavmi anlam ifade etmeyen bu bölgeye ait bir halk yaratılacak ve bölge sahiplenilecektir! Bu:
Ermenistan’ın Ermenileştirilmesidir! Batılılar için ilk önemli Ermeni tarihini yazan ve bizim
ülkemizdeki Ermeniler tarafından Türkçeye de çevrilen “Ermenilerin Tarihi” kitabında aynen bu ifade
geçmektedir: Ermenistan’ın Ermenileştirilmesi! Fransız Şarkiyatçı Rene Grousset aynen şöyleyazıyor:
“Fetih önce vadilerin ardından yüksek toprakların Ermenileştirilmesi, uzun soluklu bir uğraş olsa
gerek.” Kitabın bir bölüm başlığı şöyledir: Ermeni öncesi Ermenistan. Bir diğer bölümün başlığı ise
Ermenistan’ın Ermenileştirilmesi! Fransız “bilim adamının” işi abarttığı ifadelere de rastlamak
mümkün: “Ermeni kütlesi Mezopotamya vadilerine hakim olmak için, Yukarı Suriye’yi, Cezire’yi,
Kürdistan’ı ve Azerbaycan’ı denetlemek için yaratılmıştı.”

Türk’ün Yok Sayılması

İyi ama neden? 16. yüzyıla geldiğimizde dünya Batılılar için bir kabus dünyasıydı. Bir tarafta
Osmanlı, diğer tarafta Safeviler, daha ilerde Babürlüler ile Türkler üç büyük imparatorluk kurmuş ve
tüm dünyayı denetliyorlardı. Avrupalıların kendilerini Türklerden kurtarmaları için Tanrıya dua
ettikleri bir dönemdi. 1600’lü yıllarda Türk imparatorlukları bir duraklama dönemine girdi dense de
hâlâ dünyanın tek hakimiydiler. Türk hakimiyetinin biraz olsun sarsıldığı dönem 1700’lü yıllarda
başlayacaktı. Tabii biraz daha geriye gittiğimizde Attila’nın İtalya’yı alması, Papa’nın Attila önünde
diz çökmesini hatırlarız. Yine Cengiz Han’ın oğullarının Avrupa içlerine girmelerini hatırlarız.
Timur’un Batılıların alınamaz denilen İzmir’ini alıp, Batılı devletlerin Timur’a yalvarmalarını
hatırlarız. Osmanlı’nın Avusturya’ya kadar gidişini hatırlarız. Ve tüm bunları Batılılar da hatırlar!
Bu büyük kavim Türkler, Tevrat’taki ifadeyle Goglar Batılıların başına gerçekten bela
olmuştur.

Ne Yapılırsa Bu Engellenebilir?

İşte Şarkiyatçılığın, Oryantalizmin ve hatta bunlardan doğan Batı biliminin de temel sorusu
budur. Cevap, Türk’ün yok sayılmasıdır! İyi ama tarihi yapan Türkler nasıl yok sayılacaktır? Çok
basit: Tarih yazılırken yok sayılacaklardır!

Yunan, Fars, Ermeni Ve Kürt Tarihi Nasıl Uyduruldu?

İşte Batı tarihçiliği doğuşundan beri bu kuralı uygular. Türk ülkesinin ele geçirilmesi için bazı
büyük uydurmalara girişmişlerdir:
1. Büyük uydurma: Yunan Uygarlığı efsanesidir. Bu efsanenin ortaya atılmasının nedeni
Türk ülkesinin Batı kıyılarının sahiplenilmesidir.
2. Büyük uydurma: Fars (Pers) Uygarlığı efsanesidir. Bu uydurmanın nedeni Türklerin doğu
kıyılarının ele geçirilmesidir.
3. Büyük uydurma: Ermeni Uygarlığı efsanesi. Bunun da nedeni Türklerin doğu topraklarını
ele geçirmektir.
4. Büyük uydurma: Kürt Uygarlığı efsanesi. Bu özellikle son dönemde revaçta olan
uydurmadır.

Ama Yunan, Ermeni, Fars, Kürt denilen uygarlıklar olmadığı gibi, bunların kültürleri de
tümüyle uydurmadır. Hatta ve hatta bu halklar bile laboratuar ürünü uydurma halklardır. Tüm bu
halkların tarihleri Batılı tarihçi, arkeolog, filolog ve antropologlar tarafından masa başında
uydurulmuştur. Dahası bu halklar bu şekilde yaratılmaya çalışılmıştır. Ama Batının tüm Türk
soykırımına rağmen 10.000.000 Grek, 5.000.000 Ermeni, 20.000.000 Fars, 20.000.000 Kürt
yaratılabilmiştir. İyi ama madem bu halklar binlerce yıldır Anadolu’daydılar da neden bu kadar azlar?

Ermeni Kralları Hep Türk

Dönelim Ermeni meselesine ve Ermeni uydurmalarına. Tarihte bu Hay ulusu yoktur ama
Ermeniler kendilerine Hayların birinci büyük kralı olarak Kral Dikran’ı benimserler. Sözde bu kral
döneminde Büyük ve Bağımsız Ermenistan kurulmuştur. Fakat Kral Dikran Part asıllıdır. Partlar ise
Türk kökenlidir. Ermenistan’ı kuran sülale Arşaklılar’dır. Ama Arşaklılar Partlar denilen Türk
ailesindendir. Ermeniler kendi tarihlerinde bir kral bulamamış, oldu olacak bu adamı Ermeni sayalım
da dünyaya yutturalım demişlerdir. Benzeri bir uydurmayı günümüzde Kürtler Selahaddin Eyyubi için
yapmaktadırlar! Atasızların aynı yolu izlemesi elbette tesadüf değil... Daha enteresanı Ermenilerin
bizim kralımızdır dedikleri hiçbir krallarının Hay kavminden olmamasıdır. Bunların büyük kısmı Part
kralıdır. Bir kısmı Romalıdır. Daha sonrakiler Sasani kökenlidir. Çünkü Ermenistan denilen bölge
Roma İmparatorluğu ile Part İmparatorluğu sonrasında ise Sasani İmparatorluğu arasında sürekli
savaşların olduğu bir bölgedir. Bölgeyi kimi zaman Romalılar almakta ve başa kendi valilerini
oturtmaktadırlar. Bölge Partlar’ın eline geçtiğinde ise Partlar kendi valilerini başa geçirmektedirler.
Partlar’ın ve sonrasında Sasaniler’in vali olarak başa geçirdikleri kimseler ise doğrudan hanedan
ailesinden bir oğuldur. Ermenistan kralları aslında Part krallarının yani Türklerin oğludur ve o
bölgenin yönetimini üstlenmektedirler. Türk geleneklerine göre ülkenin oğullar arasında
paylaştırılması ve beylikler şeklinde yönetilmesinden başka bir şey değildir bu.

Ermeni Kilisesini Kuran Gregor da Türk

Ama Ermeniler Ermenistan denilen bölgedeki her şeyi sahiplenmesinin bir diğer güçlü sebebi
daha vardır: Ermeni Kilisesi. Ermenileri asıl örgütleyen de zaten bu kilisedir. Fakat Ermeni
Kilisesi’nin kurucusu da yine Arşaklı kökenli bir Türk’tür. Aziz Gregor ya da Ermenice telaffuzuyla
Kirkor bir Türk’tür. Dahası bu dönemde kral olan Tridat da bir Türk’tür. Aslında tarihte ilk devlet
olarak Hıristiyanlığı benimseyenler de bir Türk beyliği olan Arşaklılar, ilk aziz de Arşaklı Grigor’dur,
bunun kilisesi de Gregoryen kilisesidir.

Hıristiyan Türk Gerçeği

Fakat Türk tarih yazımında Türklük İslamiyet ile eş tutulduğu için Türk tarihinin kayıp
halkaları bulunmaktadır. Hz. Muhammed’den önceki devirlerde Türkler doğal olarak Müslüman
değildi. Ama bu, onların Müslüman olana kadar diğer iki dini, yani Hıristiyanlığı ve Museviliği
benimsemedikleri anlamına gelmez. Özellikle Doğu Anadolu tarihindeki kayıp halka, yani
Müslümanlığa kadar olan Doğu Anadolu Türk tarihi bu şekilde ortaya çıkarılabilir. MÖ 3000 yılından
0 yılına kadar bölgedeki Türkler, birkaç dine birden inanmışlardır. Birincisi Atalar Kültü
diyebileceğimiz Gök Tengri inanışıdır. İkincisi Zerdüştlüktür. Üçüncüsü ise Yahudiliktir. Hazar
Türklerinin devlet olarak Yahudiliği benimsediğini biliyoruz. Çoğu eski tarihlerde bu bölge
Türklerinden Eşkenaz olarak söz edilir. Ama nedense Yahudi olan Türkler Türk’ten sayılmamış
tarihleri hiç araştırılmamıştır. Hatta Hitler’in soykırıma uğrattığı Yahudiler de büyük oranda Hazar
kökenli, Eşkenaz denilen, Türk soylu Yahudilerdir. Hıristiyanlık ise daha da yeni ve İslamiyet’le
yarışan bir dindir. Ama Doğu Anadolu’daki Part kökenli Arşaklı Türkleri Hıristiyanlığı kabul
etmişlerdir, kurulan kilise de aslında bir Türk kilisesidir. Ama ne Roma’ya ne de İslam’a
yaranamamıştır bu kilise. Ve Türkler tarafından benimsenmeyen bu kilise Ermeniler tarafından
sahiplenilmiş ve bu kilise etrafında bir Ermeni milleti yaratılmıştır.

Doğu Anadolu’nun Türklüğü

İşin kötü tarafı Ermeniler sadece kiliseyi sahiplenmekle yetinmemişlerdir. Doğu Anadolu
üzerinde de hak sahibi olmak istemektedirler. Türk tarihi ise bu konuda yine son derece zayıf
kalmaktadır. Birincisi Türklüğü sadece Müslüman olan Türklerle sınırlayan anlayış, ikincisi Türklüğü
yine sadece Oğuz Türkmen boyu ile sınırlayan anlayış, Doğu Anadolu tarihini Ermenilere neredeyse
teslim edecek bir açık yaratmaktadır. Halbuki Oğuzlar gelmeden önce de Doğu Anadolu tümüyle bir
Türk yurduydu. Ama buradaki Türkler büyük çoğunlukla diğer Türk boylarıydı. Saka Türkleri ve Alp
Er Tunga’nın Doğu Anadolu’ya girişlerinden bahsetmiştik. Bunun hemen ardından ise Attila
döneminde Hunlar yine Kafkaslar’dan aşağı inmişlerdir. Yine Hazar Denizi’ne de adlarını veren Hazar
Türkleri bölgeye yerleşmiştir. Sabir Türkleri de bölgeye gelmiştir. Bir diğer Türk boyu ise Avarlardır.
Oğuz boylarının da bir kolu Alparslan’dan 600 yıl önce Doğu Anadolu’ya yerleşmişti.

Kıpçaklar

Bu Türklerden üzerinde duracağımız bir diğer önemli boy ise Kıpçaklardır. Doğu Anadolu
tarihi ve Ermeni meselesi açısından önemli bir rol üstlenen bu Türk boyunun üzerinde biraz duralım.
“Türklerin Seceresi”ni yazan Ebul Gazi Bahadır Han, Secere’de şöyle yazar: “Oğuz Han’ın
zamanından ta Cengiz Han zamanına Tin ve Atıl ve Yayık bu üç su yakasında Kıpçak’tan özge el yok
idi.” Oğuz Han’dan Cengiz Han’a geçen zaman, çok uzun bir zaman dilimidir. Ama sadece Milattan
sonraki devri bile alsak Cengiz Han’a kadar yaklaşık 1200 yıllık bir Kıpçak hakimiyet dönemi tespit
edebiliriz. Oğuzname’lere göre bir sefer sırasında bir ağaç kovuğunda doğan çocuğu Oğuz Han
Kıpçak adını vermiştir. İçi oyulmuş ağaca Türkçede Kıpçak denilir. Kıpçak kavmi yine Dedem Korkut
hikayelerinde geçmektedir. Gürcü kaynaklarına göre daha Büyük İskender’den önce bugünkü
Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yerleşmişlerdir. Gürcü Tarihinde Büyük İskender Kafkaslar’a kadar
geldiğinde büyük bir direnişle karşılaştığını yazar: “İskender Kartel’e gelince Kartelliler arasında
öyle ırklar buldu ki, başka hiçbir halk arasında bunlar yoktu. Gerçekten evlenmelerde ahlak
bozukluğu vardı, anaya babaya bakmadan yakınları ile evlenirlerdi, canlı her nesneyi yedikleri gibi,
leşleri bile iştahla yerlerdi. O, Kür boyunca ve onun kolları üzerinde yerleşmiş korkunç derecede
yabani milletler gördü ki, bunlar bizim Bun-Turkiler ve Kıpçaklar diye adlandırdıklarımızdı. İskender
çok büyük hayretler içinde kaldı, çünkü hiçbir halk onlar gibi savaşamazdı.” Burada çok önemli bir
başka gerçek de ortaya çıkmaktadır, Kartel ülkesinde yani Gürcistan’da pek çok ırk ve kavim
yaşamaktadır ve daha önemlisi İskender’e karşı Gürcistan’ı Kıpçaklar savunmuştur. Bizim Gürcü
tarihinden bildiğimiz bir diğer gerçek de Kıpçakların Pers istilasına karşı da Gürcistan’ı savunmuş
olduklarıdır.
Kıpçakların Kafkaslara gelmesi ile birlikte tarihin aktığı nehirler değişmiştir. Büyük İskender
Kafkasya’yı aşamamış ve Kafkasya’dan aşağı inmiş Pers Kralı Dara Kafkaslar’dan geri dönmüş ve en
sonunda bu iki büyük komutan kendi aralarında savaşmışlardır.
Kıpçakların bir diğer tarihi rolü ise Oğuz Türklerinin Müslüman kolunun yani Selçukluların
Anadolu’ya girişleri sırasında Oğuzlara direnmesidir. Kıpçaklarla Türkmenlerin savaşları son derece
çetin geçmiştir. Ancak burada sorulması gereken soru bizim açımızdan son derece farklıdır: Kıpçaklar
Türkmenlerle neden savaşıyordu? Denildiği gibi Gürcüleri, Bizans’ı ya da Ermenileri savunmak için
mi? Yoksa kendi yurtlukları olan Doğu Anadolu’ya savunmak için mi? Gerçek şu ki Kıpçak boyları
Doğu Anadolu’ya yerleştiklerinde yüz binlerle gelmişlerdi. Bu büyük dalganın önünde hiç kimse
duramazdı ve Kıpçaklar 1000’li yıllara kadar bölgenin tek hakimiydiler.
Gürcü ve Ermeni tarihlerine göre Türkler sadece paralı askerdir, hatta Gürcü ve Ermeni
devletlerinde başkomutanlar hep bu Türklerdendir ama devlet ne hikmetse Türk değildir! Tarihin bu
garip açıklaması elbette Ermeni ve Gürcülerin tarihi kendileri lehine yontmalarındandır. Kıpçakların
paralı askerlik yaptıkları bir diğer devlet Mısır Memlukluları’dır. Ama biz o devletin tümüyle Kıpçak
Türk devleti olduğunu biliyoruz. Peki ya Gürcü ve Ermeni beylikleri için neden durum farklı olsun?
Kıpçak Kızı: Sarı Gelin

Kıpçakların Oğuzlarla savaşı bir yana bırakıldığında bu Kıpçakların tarihten birden nasıl olur
da silindiklerini sorgulamak gerekir. Sorguladığımızda ise Kıpçakların tarihten değil tarih
kitaplarından silindiğini görürüz. Ama silinemeyen tarihin izleri türkülerde karşımıza çıkacaktır.
Kıpçak Türkleri “kara kaşlı kara gözlü” Türk imgesinin tam tersine “gök gözlü sarı saçlı” bir boydur.
Nitekim Kıpçaklara Ruslar “Polovçi” derler ki sarı saçlı anlamına gelmekedir. Peki bu sarı saçlı mavi
gözlü Türkler de ne demek oluyor? Çoğumuza göre sarı saç-mavi göz ari ırkın yani Batılının
simgesidir. Ama bizler Ermenilerin de Gürcülerin de esmer olduğunu biliyoruz. Kürtler de esmerdir.
Gerek Ermeniler gerekse Kürtler ari ırktan Hint-Avrupalı olduklarını iddia ederler. Bazı sarı
saçlı mavi-yeşil gözlü insanların da kendilerine Kürt ya da Ermeni dediklerini görürüz. Oysa bunlar
Kıpçak Türkleridir. Eşsiz güzellikleri ile dikkati çeken Kıpçak Türklerinin destanlara ve edebiyata bu
yolla girdiklerini bilmekteyiz. Bunlardan en önemlisi Sarı Gelin türküsüdür. Sarı Gelin bizde Ermeni
türküsü gibi yutturulmaya çalışılsa da aslında bir Kıpçak türküsüdür. Efsaneye göre dönemin Tiflis
Beyi Şeyh San’ın sarı saçlı bir kızı vardır. Kızın güzelliği dillere destandır. Tiflis Beyi bir
Hıristiyan’dır. Bu kıza Müslüman olan bir Türk delikanlı çoban aşık olur. Kızın Hıristiyanlığı ile
oğlanın Müslümanlığı, kızın bey kızı olması ile oğlanın beyin çobanı olması efsanenin sosyal
boyutunu oluşturur. Denildiğine göre delikanlı şu türküyü yakar ve çobanlık yaparken bunu okur:

Vardım kilisesine baktım haçına


Mail oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslam içine
Vay Sinan ölsün sarı gelin
Ah seni vermem dünya malına

Şeyh San türküde Sinan biçimine girmiştir ki telaffuz olarak doğrudur. Ama bir de bu
türkünün günümüzdeki bozulmuş halini düşündüğümüzde Şeyh San ve Sarı Kız efsanesinden eser
kalmadığını, uydurulduğunu görürüz. Bereket var ki Ahmet Refik Altınay Osmanlı döneminde Kafkas
ellerini görev gereği gezerken bu türküyü işitmiş ve defterine bu şekliyle kaydetmiştir.

Kıpçak Kadınları Örtünmezdi

Büyük şair Genceli Nizami de Kıpçakları destanlarına konu etmiştir. Bunun nedeni eşsiz
güzellikte bir Kıpçak kızı ile evlenmiş olmasıdır. Nizami şiirlerinde Türk kelimesini iki anlamda
kullanır, Türk gibi adil, Türk gibi güzel... İskendername’sinde Nizami İskender’in Kafkaslar’a gelip
Kıpçakları görmesine de değinir. “Deşt-i Kıpçak’a gelen İskender, bozkırda Kıpçak topluluklarını
gördü: Ak tenli, pembe yüzlü, ay ve güneşten daha parlak çehreli, dar gözlü, insanları baştan
çıkartacak kadar ve meleklerde bile bulunmayan güzellikte kimselerdir. Yüzlerinde hiç örtü olmayan
ve bakanları yakan bu güzel kadınlar, erkeklerden çekinmiyorlardı. Ertesi gün İskender Kıpçak
ulularına dedi ki: Kadınların örtünmeleri daha hayırlıdır, kadın takımı taş ve demirden de olsa yine
de kadındır. Yabancıdan çekinmeyen bir kadın, kendi şerefini koruyamadığı gibi, kocasından da
utanmıyor demektir. Bunun üzerine Kıpçak’ın yaşlıları dedi ki: Bu bir töre ve gelenek işidir, sizlerdeki
kadınlar örtünük ise bizde açıktır. Örtünmenin namus ve şerefe ne faydası var? Bizim bu adetimizi
bırakmamız elimizde değildir.”

Kıpçaklara Ne Oldu?

Dönelim sarı saçlı mavi gözlü Kıpçak kızlarına. Ne oldu bu kızlara? Kıpçaklar büyük ölçüde
Doğu Anadolu’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Ama Kafkaslara çıkan, buradan Kırım’a, Ukrayna’ya,
Macaristan’a giden Kıpçak boylarının sarı saç - mavi göz genlerini de götürdüğü kesin. Kalan
Kıpçakların bir boyu ise Muş, Bingöl, Siirt, Bitlis gibi illerimizde kalmışlar zamanla Kurmanç
lehçesini benimsemişlerdir. Günümüzde kendilerini Kürt tanıtan bu insanlar da aslında Kıpçak
Türklerindendir.
Ermeni ve Türk Dili

Tekrar kilise meselesine dönersek; Gürcistan’ın Gümrü kasabasında Kıpçag adlı bir köy
bulunmaktadır. “Kıpçak-a Vank” adlı bir Kıpçak manastırı ve kilisesi bulunmaktadır. Ama bu kilise
nedense Ermeni kilisesi olarak görülmekte ve Ermeniler de bunu Ermeni mimari eserleri arasında
saymaktadırlar. Tıpkı Ahtamar kilisesi gibi. Burada Ermenilerin tarihi çarpıtmada bir başka oyunu da
dil meselesinde ortayla çıkmaktadır. Ermenilerin dili Ermenicedir, Kıpçakların dili ise daha Kaşgarlı
Mahmut zamanında kayıt altına alınmış Türkçe’dir. Ama Doğu Anadolu’ya yerleşen Kıpçaklar bu
dönemde alfabe olarak Ermeni alfabesini benimsemişlerdir, tıpkı Oğuz Türklerinin Arap alfabesini
benimsemesi gibi. Fakat Arap alfabesi kullanan Oğuz Türklerine Arap denmediği halde, Ermeni
alfabesini kullanan Kıpçak Türklerine Ermeni denmiştir. Bunu Ermeniler de desteklemişler ve
Kıpçakları bu şekilde asimile etmeye çalışmışlardır. Tabii tarihin tersine döndüğü durumlar da
olmuştur. Pek çok Ermeni de kendi dillerini unutmuş ve Kıpçak dilini benimsemiştir. Bu Ermenilerden
bir kısmı ise sırf Türkçe konuştukları için Kırım’dan Türk muamelesi görüp sürgün edilmişlerdir!

Peki Ermenice Nasıl Bir Dildir?

Ermenilere ve Batılı tarihçilere göre Ermenilerin dilinin tıpkı Batılılar gibi Hint-Avrupa dili
olması gerekir. Dolayısıyla Batı Oryantalizminin Ermeni meselesi gündeme geldiğinde hemencecik
Ermenilerin Hint-Avrupa dilini konuşan Batılı bir ulus olduğunu ortaya koydular. Ama zorluk bundan
sonrasında başladı. Ermenilerin hak iddia ettikleri bu bölgede hiç Hint-Avrupa dili yoktu. Önceleri
Hurriler’in ve Urartular’ın dillerinin Hint-Avrupa dili olduğunu iddia ediyorlardı ama bunun da
yanlışlığı ispatlandı. Sonuçta Ermeniler tüm bölge tarihinden soyutlanmış oldular ve tarihsiz kaldılar.
Kaldı ki Ermenilerin Hint-Avrupalı dili de aslında Kıpçaklar ve diğer Türk boyları ile özellikle de
Partlarla ilişkisi içinde Türk dil grubuna yakınlaşmaya başladı. Böylece bugün Batılı dilbilimciler hâlâ
Ermeniceyi hangi dil ailesine dahil edeceklerini bilemiyorlar!

Türk Tarihini Savunmak

Gelelim sonuca... Ermenilere Doğu Anadolu’da tarihten, filolojiden, arkeolojiden,


antropolojiden, edebiyattan ekmek yok! Ama önemli olan zaten Ermeniler değil Ermenileri birer
efsane gibi yaratan Batılılar ve onların bilimi. Batılı Oryantalizmin sonucu ırkçılık oldu. Bugün
ırkçılığa karşı çıkışlarına rağmen Batılılar hâlâ Oryantalist’tir. Ama daha kötüsü Batılı Oryantalizme
karşı çıkan her Batı dışı ulusun çabası doğrudan ırkçılıkla damgalanmaktadır. Ve bu özellikle bizim
ülkemizde böyledir. Her şeyin kökeninde, Yunanı, Ermeniyi, Kürdü bulmak gibi, dağı taşı Yunan,
Ermeni, Kürt yapmak gibi sapkın bir anlayış türemiştir ve bu anlayış Türk’ü tarihten ve coğrafyadan
(bugünden) silmeye çalışmaktadır. Yapılacak şey, Türklük mücadelesinin bilimsel alana kayması,
toprak savunmasının toprağımızın tarihini, arkeolojisini, sanat tarihini ortaya çıkartmaya yönelmesi,
uyduruk efsanelere son verilmesi gerekmektedir. Batılıların Yunan uydurması Yahudi kökenli bazı
bilim adamlarının büyük çabası sonucu büyük darbe yedi. Kara Atena’nın Martin Bernal tarafından
yayınlanması ile Yunan efsanesinin nasıl da uydurma olduğu ortaya çıktı. Artık bilimsel camiada
Yunan merkezli tarih anlayışı itibarda değildir. Bizler açısındansa aynı görev daha yakıcı bir şekilde
durmaktadır. Ülkemiz topraklarına göz diken Yunan, Ermeni, Fars ve Kürt tarihlerinin nasıl
uydurulduğunu ortaya koyan eserler yazılmalıdır. Türkiye’de bu görevi son dönemdeki yazıları ile
Ulusal Parti İdeolojik Büro Sorumlusu Prof. Dr. Şener Üşümezsoy üstlenmiştir. Ama bu yeterli
değildir. Tarihçilerin benzer çalışmalara girişmeleri gerekmektedir. Peki Türkiye’de açılan bir Ermeni
kilisesine ilişkin cevap neden Türkiye’den değil de Azerbaycan’dan geliyor? Nedeni basit, çünkü
Azeriler tarihini kaybeden ulusların toprak da kaybedeceklerini Karabağ işgali ile biliyorlar! Ve
toprağını kaybeden uluslar elbette tarihlerine daha fazla sarılıyorlar. Tarih konusunda Azeriler kadar
cesur olmadıkça tarihimize de toprağımıza da sahip çıkamayacağımızı bilmeliyiz.

http://www.turksolu.org/300/basyazi300.htm

You might also like