You are on page 1of 100

ve de ki

SERKAN IŞIN

‫ﲁﱿ‬
‫ﲃ‬
vedeki
2011
ve de ki

‫ﲁﱿ‬
‫ﲃ‬
vedeki

www.vedeki.com
tarafından 2011 Ocak ayında basılmış ve yayına
verilmiştir.
ISBN: 978-975-01981-0-6
Modern Türk Şiiri’ne son bir bakış
ve de ki
SERKAN IŞIN

‫ﲁﱿ‬
‫ﲃ‬
vedeki
‫ﲁﲀﱿ‬

Kitap hakkında

Gayriresmî olarak 1992 yılında başlayan Şiir ya da kendi ifa-


dem ile "dizeli şiir" konusunu 2011 yılının Ocak ayında bir nevi
açık yapıt ile tamamlamayı uygun buldum. Açık yapıt diyorum
çünkü ne bundan böyle şiir yayınlamak -en azından basılı
olarak, ne de şiirlerimi yeni desteler halinde bölmek istiyorum.
Okura büyük bir haksızlık olacaktır bu. Whitman'ı (Leaves Of
Grass) ya da divan yordamını ciddiye aldığımı söyleyebiliriz.
En azından bir söylenti ya da bir çeşit lanet gibi aramızda
yayılan "şiirin ölümü" hakkındaki o korkutucu hikayeden daha
eğlenceli görünüyor bu durum, öyle değil mi?

Şiirin Ölümü'nü, çeşitli mahallelerde değişik biçimlerde anlatan


kuşağımın şairlerinden, insanları bu yollarla korkutup, İtibar
satın aldıklarını biliyorum. Satın aldıkları itibarın önce kendi-
leri için üst-baş, daha sonra da ahali için barınacak bir Dilsel
Ev anlamına geldiğini söylemek gerek belki de. Bu haytalığın,
bu zararsız görünen ticaretin taksitle yapılıyor olması ve ürün
standartı konusunda hiç bir kalite ölçütünün ortada olmaması,
biraz düşündürücü.
mutlu edecektir de) işimiz zordur. Şair, o bahsettiğim
Kaybolmanın Estetiği ya da Yitenin Estetiği için kötürüm bir
vaziyette, kaydetmek zorundadır. Zorlu bir iştir bu. Çünkü bir
günün tüm verisini harmanlamak ve bundan Şiirsel bir Kom-
pozisyon çıkarmak ne bir kerede olabilir, ne de yaşantılarımız
bu tür bir “pause” imkanını bize verecektir. Vermez de. Bu bir
görev olmadığı için Dünya’ya Tanık Olan Ben -kayıt etme işi
için türlü türlü şeylerimiz var artık, telefonlar, kameralar, gün-
lükler, ses kayıt cihazları, web siteleri vb.- kolektif anıların der-
lenmesi işi için, Dil’in ustaca kullanıldığı bir ekonomiden değil,
tam tersi, olabildiğince savruk ve bereketli göstergelerle dolu bir
Veri Ormanı’ndan besleniyor bir süredir.

Bu veri ormanı içinde çeşitli dalga boylarında, çeşitli bant


aralıklarında çalışan yazın türleri mevcut. Fakat yetmiyor.
Reklamın, reklamcının elinin altında hazırda duran ile, şairin,
yazarın çileciliğinin ürünü olan tek boyutlu çizgi, sadece dikine
ya da enine olan uzaklıkları ölçemeye yarıyor; merkezinde
şairin o mutlak ve can sıkıcı bakışının antikalığı. Gündelik-dışı
alanlar ile gündelik-içi alanlar, fizik-metafizik ayrımı gibi, duy-
gunun aşikaren ve vekaleten üretim/tüketimine yönelik gayet
hastalıklı ve iç içe geçmiş süreçler olarak önümüzde duruyor.
Ütopyalardan çok daha az merhametli bir dünyada
yaşadığımızı iddia edebiliriz.
Okurların vitrinden vitrine, kanaldan kanala geçerken hisset-
tikleri ile raftan rafa geçerken hissettiği şey, şiir kitabının
kaderini de etkiledi, öyle değil mi? Okur, artık ne bir hayata tu-
tunma çabası olarak şiir zorunluluğuna tabi, ne de bir iletişim
biçimi olarak şiirden medet umuyor.

Denebilir ki, ne mutlu okura! Ne mutlu çünkü yüzyıllardan


sonra ilk kez, kırarak, dökerek de olsa, kendi dilini
oluşturabildi, iletişim kurabilmek için. Sırtına giyecek, karnına
yiyecek şey bulma konusundaki mahareti yanında okur, hay-
atta kalma dürtüsünün örgütlenmiş Söz ile ilgili olmadığını,
tam tersine Dağıtılmış Logo(s) olduğunu yavaş yavaş idrak et-
tikçe, Apollon tarafından Diyonysos tarafına doğru geçecek,
kendisi için en berbat sayılabilecek deneyim için bir foton yu-
murtlar gibi, Şiiri söyleyecektir de. Kuşağımızın başının belası
olan bu Verbomotor hal, bir ara hal olarak belki de, şairi hem
hükümsüz kılan, hem de onu durmadan ve durmadan Felaket
Vektörü'ne yerleştiren eşsiz bir haldir.

Şair olarak fark ettiğim şudur; her hareketin, her anın, Modern
Kent’te, yedeğinde Kaybolmanın Estetiği ya da Negatif Estetik
taşıma eğiliminde olduğudur. Çok sevdiğimiz bir şey ya da çok
arzu ettiğimiz başka şeylere olan bakışımızın zorunlu bir çıktısı
olan bu durum için Şairliğin bulunmaz bir imkan olması bir
yana, en beter hallerden biridir de bu. Çoğu okur için gündelik
hayatın her anı, başka türlü bir sınav, başka türlü karar alma
süreçleri, başka türlü alışkanlıklar demektir. Okur olmak gibi
en fazla 5 dakika süren bir hali (modus) uzatmak için Şiir
Okuma Hapı icat edilmedikten sonra (bu biraz Şiir Kontrol
Hapı’na benzer ama etkisi daha fazla olacaktır ve herkesi

7
İÇİNDEKİLER

Çetin Çekirdek .10


Kaybolmanın Estetkiki .28
~enatör Hürriyet .32
Kölige .39
1200-1201 Alçalma Hataları .45
Drednot .53
Drednot II .57
Yazarlarla Yaşamağa Alışınız .60
Güvenlik Kamarasındaki Kayıtlar .63
FRENSES .69
Ölü Bir Mahfuz. .71
Tesellüm .76
Delidumrulboğaçhankanturalı .79
Düşmanlık Potlacı .86
Üstü Kalsın Cüzdanları .91
Ofis Kadınları .93
NL NSZ SIÇRAMASI 94
ZAMANIMIZIN BİR ŞAİRİNİ N BİLGİSAYARINDAN 96
DÜNYEVİ PNÖMATİK 97
ŞAİRLER İÇİN FİZİK KANUNLARI 98
kitap günlüğü 100
Çetin Çekirdek

kor

Seni gömdüğümüz yerden çıkarması


zor değildi, yüzüne bakmak kadar
alnın yerinde bir termik santral
kablolar, şirret bir rüzgar
değildi zor hiç bir şey
sıyırıp atması, arındırması
cevval imamın bıraktığı resmî
o sismik şeyi örslere,
birikmiş tarihi tonaj
kırmıştı kemiklerini, az önce
söylediğim gibi beşaret bir rüzgar.

sadece bendim bunu bir yara,


bir çeşit sargı, bir çeşit tentürdiyot
ya da bir çeşit bıçak yerine kullanabilen
nasıl bir tendi ki bendeki, akım
geçtiği yerden omurgayı da
çekip alıyordu, hiç bir başka
organa dokunmadan.

10
onlar, rüyalarında masif
bir ses işitmiş de uyanmışlardı genelde
bir bardak su, üzerinde dantel işlemeli
lıkır sürahî. bu işaretler bir masanın üzerinde
salataların, çatal bıçağın hemen ötesinde
hacı teyzelere sorulmalı;
pazar alışverişinde ayak üstü,
murat, at, yeşil: kementçe
nasıl da çökmüştü yatağın üzerine
o şey. nasıl da nefessiz bırakmıştı
yarabbi kapkarabasan. sen bizi koru.
üç kulvallah ve bir ayetelkürsü.
sonra mışıl mışıl uyku.

11
sonra gelsin özel okul taksitleri,
buz gibi odada sen ben annem kardeşim
ve gazetelerin binbir çeşit gündemleri
televizyonumuz renkli, tabaklar melamin,
hiç bir bok hatırlamıyorum, yok “hatırat”
belleğimin, nisyan motoru, sıradan.

12
diyebilmiş miydin ki bana
bir armutu boyarken kömürden
çıkardığın şeyle, zifirle altın sarısı
arası bir yerdeydi seni istanbul’a fırlatan
‘adam olma’ isteği. pamukla yaymıştın
sayfanın üzerine, gölgesini vermek için
sanki bir güneş varmış gibi herhangi bir açıda.
adana bir açı değildi, o başka. on kardeşten
biri mühendisti ve nereyi işaret ediyordu?

13
hiç bir tarih ve an yok, karşılayan
çekirdek ailemizi çitleyen
zaman karşısına koyacak, elhamlardan
kabuk, ikramiye ile alınmış
yoğurt, pirinç, ekmek, su,
dondurma. mutlu muyduk, sanmam
muskamız vardı, ama neydi bizi bir arada tutan?

14
dördüncü ya da beşinci kattaydı evimiz
iki küçük oda, bir salon, geniş güneş alan
karşımızda sikip attıkları bir ağacın
akasyaları, geri döndürülemez sanayileşme
ve kentleşme planları arasına Dalan
sıkışıp kalmış atom çekirdeği bir ailenin
sıfır kelvin bir sesle patlaması, hiç bir enerji
yaratmadan. değildi matematik, madem türktük
sen niye o kadar esmerdin lan o zaman?

15
salonda beklerdi, bizi romanyadan gelmiş
tatarların, ziynetleri, porselenleri, çinileri
hediyeydi hepsi altı üstü, birkaç zaman sonra
dağılacaktı suratı çavuşeski’nin soydaşlarla
ama o zamana kadar salon, hiç dokunulmamış gibi
beklemeliydi hatırasını, çeşitli akrabaların.
yoktu viyana kapılarına dayanmış
bir boy, benden başka bekleyen yoktu
bu pisliği bunca zaman.

16
sonra freni özenle alınmış o rus arabasında
nice kaza atlattım, nice ramak kaldım
râm olmamış gövdemin tepesinde binbir sıkıntıya
yılmadım, ama hiç bir halt anlamadım
bana anlatılan derslerden, hayat hikayelerinden,
dedim ya çekirdek ailemizi tükürüp atıyordu
tatlı yerine varınca zaman.

17
ne keşiştim, ne alim, ne de buna benzer birşey,
ne çıkarlarımdan çıkarabildim rızkımı,
ne de talih çekip aldı üzerimden
bu taksitli ortasınıf parkasını.
çakallara hırlamayı, ne senden öğrendim
ne de devletten, partiden, pusuladan.
kafamın arkasındaki çıkıntıda yatıyor
beni, bizi, ortaasyalardan buralara atan
nirengi: işaret ediyor geride bıraktıklarımızı
şu kemik, ama koruyarak
yumuşacık “hayatım ve şecerem”
ciltlerini.

18
şimdi tekrar, kapatıyorum toprakla üzerini
geleceğimi sanmıyorum bir daha, gelmem
şimdi, orada, senin söylediklerini, kimse duymuyor
başında dikilmiş iki melekten başka.
ben de duymuyorum, diyorum ya
şirret bir rüzgar alıp götürüyor
masif bir hızla ve,

19
yürüyorum

20
ürpertilendiriyor dillendirmeden
sağır ve saloz ve bıkkın ve borç içinde
kentimizin mışık gezen yerlerini.
Ne iniyorum dağdan, ne de
Çıkıyorum tepeye. Yan durmuş sıfatlara
düpdüzgün isimler perçinleyip
bu zorbalık karşısında insan
diye birşeyin, zebella meleklerin
tepişmelerinden arta kalanlığına
yürüyorum, elimde ne yasa, ne kuran.
Ne de bir an, başım sıkıştığında
Kenara çekip bakacağım. Ama durmadan
Beni kenara çekip bakan, anlar.

21
“Ben taştım da geldim,
Sen nerdeydin” dizesini
bir mıh gibi çattım alnımın ortasına
Hatırlamak istediğimden değil seni,
daha çok kavga çıkarmak, pislik
yapmak istediğimden bunca sakin
Ve anlamış, dingin ve buzgun
duruşum devlet dairelerinde.
Sırlarına vakıf olabilmiş değilim
Sınıf hareketlerinin, devasa miktarda
Paraların, ilişkilerin, iletişim kurbanlarının
Etrafımda ne bir efsane ayaklanmış yürüyor,
Ne de bir mit etrafında buz kemiren itler
için çalınıyor marşlar, davullar, zurnalar
ne de şerefliyim eskisi kadar.
yüzyıl öncesinin yeni dünyasından
daha geriye doğru fırlıyor, gökyüzüne
ne atılsa, nefes olup da etrafımızı saran
bu sarmısak kokulu insanât arasında
gökyüzünden düşen ne varsa, iki büklüm
yağlı bir kağıda sarılıp, pay edilmeyi bekliyor.

22
Yükseldikçe desibeller arasında, tiz motor
Sesleri ve uranyum şehitlikler, krom
Madalyalar, mavi kurdelalar, bir grafiğin,
bir ortalamanın, bir ok ile bir kareli defterin
haritasında kendisini kaybediyor kent. Hükümet
programlarını, ekonomik kalkınma şeylerini de
yanına alarak, hepimiz için geç kalmış bir kurumun
temelinde birikiyor yüzyıldır: evimiz.

23
Apartmanları, tren kompartımanları gibi
yaratan yüce Cumhuriyet kentleri, bir stadtan,
bir heykelden ve valilik binalarının arasından
savrulup, bizi korkutan ışıltılı maşinalarla
Kanlı bir kavgaya tutuşmuşken, yolumuz
Çok parlak, kaygan ve sıcacık mankenleri ile
alışveriş merkezlerine çıkıyor, tarladan hemen
sonra. Ne karılarımıza benziyor, ne de çocukluklarımıza
tipografisinde renge batırılmış hurufatı ile
kuantalanmış cümbüş. Camekanlardan arta
kalan alanda, hava cıva gibi ağır ve
bir kısrak gibi uzanıyor, çirkinliğimizin
ortasına, hünkârlarımızın gözlerine
bir perde gibi inen Batı. Taksitle,
indirimle, borçla, senetle, kandırarak
ve bilincimizin bodrum katında
fuhuş çiçekleri açtırarak ve bizi
kısırlaştırarak geçip gidiyor
yanımızdan adını bilmediğimiz
bir kumaştan imâl edilmiş Şeytan.
Bizde itlikten dokunmuş sırıtış,
Onda, henüz dokunmamış gülüş.

24
Orta yerinde buluşuyoruz,
Seni ve beni icad etmeyi yarım bırakmış
Anne ve babalarımızın az süpersonik
Renkli, türkçe arkasıyarınlarında.
Bizi mezarlarımıza kiracı kılacak
bu aşkların, hayalet dinamolarına
kızlar ve oğullar peydahlamak için.

25
Yürüyorsun,

26
Seni bana getiren bu rejimin
En çetin çekirdek yerinde
Tükürdüğün öğünün
Çiğnenmiş, öğütülmüş, paramparça edilmiş
Güzelliği ile.

27
Kaybolmanın estetkiki

şuradan bir dikme çıkıldığında vılgınca(.vav)


kendini verebilir bir anda şaşkınlığı
yazcakan elalemle birlikte -kimi sokaklar
adlarına eğilip büyülebilir tonla(.jpg).

nasıl cins, nasıl iğrenç, nasıl leşi(.avi) bir arada bir yaza
sınavla alıyorlar bu sinekleri, haşaratı, etikeltleri
trombonlarından tutup çeviriyorlar asfalta o kızgın(.zip)
cinnetlerin vites aralarına eyrişip duran yağlı tespihleri.

cam kapalı, klime kapalı, vilyantör kapalı


yah bir kenarından zıp taraklarca meyküte iniyor
yüzümüze
sonra kaç bin devirse artık, iyon süzgecinden terelelli bir
bilim kurgu koridora girer gibi iş başları, masalar(.lar).

28
sen de anlıyorsun burada itiraz ettiğim
bizzat ve bildahiri itiraz etme cihetine gittiğim
atpsine buzaklarına mıyhlarına laf ettiğimi.
oradan -nereden sahi- bir dikme(.rar) inildiğinde
bulunabilir üşüşen şeddit lehazzal bir kentin
içinden çıkartıp önümüze fırlamış şu dağın eteği(.avi).

trikler gide lir hiden ve kayıplarına kavuşur


hiçlikten topalarak bir yön verdiğimiz mürekkepli
katranlı tüylü yumuşacık(.doc) dilin mizacı.

sonra ikiye düşersin, vızıldar bir kelp motor


altında dört teker, içli bir kereviz kokan bahar
balık fosfatı ile bilinç akışına sigara ile
şön verir de, nereden kesip atacağımızı bilemeyiz
şu eşsiz vatanı(.vav).

29
çünkü -samimi olalım- ka’sı ba’sı
anası tasası ve yasa tasarısı
bir bidonken su, suyken neşe,
neşeyken korkunç bir talkınma hamlesi
oluverdi ya, vardiya usulü istiklalin
perçeminden yanıp düşen o ter.k

ve evet, tek bir seferde bunca lanmsız mırakla


hataya üç rekat serererk gözyaşlarını
ulan kurtulabileceğini mi sannediyorsun
estetkiklerinden bu cingöz macurluğun,
pomaklığın yaralarından kaltaban dizelere
ekilmiş trilyon vatlık(.rar) meşklerinden,
aşklarından, apışkaralarından, kapıskalarından
Varlığın.

30
o üstten, kat yaptığı yerindan Anlamın
dikine bir çizgi çektiğinde
buraya kadar geliyor, ürküttüğün
Ses, ektiğin Zift, ezdiğin miksel
birleştirdiğin ruha bulanmış bedel.
sonraya bırakılmış bir zemberek
gibi kuruluyor, mışıkları şiir
dediğimiz eşgalin. patlıyor yüzünde
vesikalıktan hallice, sonra, sonra.(.dll)

31
~enatör Hürriyet

I saw Satan laughing with delight


The day the music died

İblisi gördüm keyifle gülüyordu,


Müziğin öldüğü gündü.

Don MacLean
Bye Bye Miss American Pie

kendi başına kuş konuşuyor bu kentin ızdırabı


ev şekillerinin arasına serpiştirilmiş
hava durumu bulutları gibi baştan savma
ve çok güzel,

dudaklardan, aşırı yapılmış, tapıştırılmış


alınlardan aşağı doğru akıyor, güneş
mikrofonlardan, banklardan, pankartlardan
geçtiğini fark etmediğimiz ve
gırtlak patlatacak kadar güzel.

ne kilo verebiliyorum, ne de hatırlayabiliyorum


birkaç zaman kadar önce yokuşları tırmanırken
bayır aşağı giden o amerikan tütünlü nefesimin
tutuşturduğu tüm kan şeyleri ile,

32
çıkmıştık galiba, açık bir alınla, beyaz büyük
hep beyaz büyük bir bulut ve yine hava durumu
ekranlarında pek görünmeyen bir ağaç, bir kurt,
bir meme, bir çocukluk şehlalığı

peşimize düşen ölüm müydü, yoksa sıkılmış mıydık


bunca -yetten, bunca yeşilden, bunca mıhtan,
bunca naldan, bunca kımızdan, taşından kan
fışkırtırarak, peşine takıldık, birşey kadar
yakın zaman önce.

33
sonra faturalara bağlamak gerekecekti, mevcudiyeti
her masalın bir yüzüğü, bir yüzüğün bir prensesi
ve prensi ve boğdurulmuş gölgeleri, “tatli rüyalar”
türkçesi, cep telefonu ekrani, msj pnceresi
uykuya kayan parmagin ördüğü anlatı: “tali rüyalr”.

değişiyor ~şey, dibe çekme sesleri, gömme sesleri,


çıkartma ve sokma sesleri örneğin bir yakayı, bir kravatı,
bir gömleği, şişmiş patlayacak göbeğin, milli belinden
ta aşağı doğru. saygıyla, sırıtarak. kapanıyor yakalar,
düğmeler, parlak beyaz gömlekler, dar geliyor belli,
sümen, senatör hürriyete.

34
oradan, bir yere gidelim, otobüs hatlarına, hattatlarına
bir ucundan allah, bir ucundan silivri silivri biberler
çıkıyorsa bu kentin, unlu, kevgirli memelerinden aşağı
bir kalça gibi kıvrılan şeylerinden tutup, bir tokatla
devirir gibi yapıp, bir sınıfı, şeyinden, sürükleyip
yürükleyip, dürtükleyip, çıkartalım yokuş başına
saçlarını keserken çok eski stadyumların, kamuların, kısa.

35
parmak tuşta, maaş sırt üstü yatışta,
aidiyet desen beyaz bere
kan gölü, ense üstü, dökülüvermiş yere, sokak ortasında
ama cesaretinden hilaller eskittiğimiz şu güzelim vatanım
üç deniz arasında idamcık idamcık ilerliyor geleceğ.

36
hiç bir öğüt, rafine gelmedi ya bana,
ben ona şaşıyorum. oysa muska bahçeleri,
taş kapılar, gümül imbikler arasından
geçiliyor gibiydi, ızdırapla bu kentin
yüzünden, betonundan ve sağrısından
taşan evliyalar mahallesine. herkesli,
herşeyli ve toptan bir şey de bu,
sonra pötibör pötibör perakande.

37
saat 02:30, sigara alıp gelme vaktin, benzinciden
kapanmış bakkaların uykuda çırakları ve çıkarları
üzerinden yüzde bilmemkaç vergi ile, işte bulabildiğim
kelimelerle dizmeyi düşünmeli sonra, yakarken
çok da milli bir ateşle, ulusal dudakların
arasındaki o sigarayı. yerli malı bir hayınlığın
şeceresinden tutup aşağı, sallandırmalı.

38
Kölige

Ve ağır mazot
taşıp fûturatlanıyor
dev dinazorların, atmıkların
katmanların, devlerin, mesire
masallarının arasından önümdeki
öküz sakatatlarını sırtlamış
cazgır Buick’in kanatlarına
- böyle anlıyorum ilk tüneli.

uzunları yakıyorum görmek için değil


görülmeliyim çünkü acele ne
hem de üstün gelebilir
düşman karanlığın ortasında
dışarıda,
hırçın gırtlak patlatan
geniz kundaklayan durağanlığıyla
pişkin bahar kokusu. sımsıkı
kapanmış olsa da her yan
duyabiliyor insan
her çarpışını ön cama haşaratın.

39
hiç bir asr-ı saadet kelimesi
yakışmıyor da önümdeki beşaret manzaraya
korna sesleriyle dönüyor yankı
ziftlenmiş bir operaya; kuzgun
kanatlarını açsa, kana bulanacak
şehirleri birbirine yakın ve uzak
kılan taşkın asfaltlar.

bir aç, öç almak için yaklaşıyor


elde bir ötre
dilenme değil bu, varolma
diyorum ki bana hiç sorma – tünel
kıyametin saloz kirpikleri
tek bir ağızdan kavşağa haykıran
lav – cayır cayır işsizlik, arsızlık
ve gizli geçitler kokuyor.

40
açıyorum camı, tünel aspestle
abdest arasında, az sonra
düşeceğiz üçüncü vitesten birincisine
tekrar hırlayacak motorlar, örneğin
bir İngilizin, bir Fransızın
bir Arabı boğazlamaya and içtiği
fıkrada, diyorum ki beni de alacak mısın
tünel; yankı mimarisi, körlerin
kulaklarını kopartacak Semâh.

sevgilimin kıpışık gözleri


anamın, babamın kıyışlığı
insanın boğazına yapışan çeşitli anılar
sıradan titrek aydınlatmasında
tehtid edici duruyorlar, duvarlar
nasibini almamış hiç bir güzellikten
arkamızda kalıyor az önce
bizi bu kara somuna fırlatan
tan.

41
önümdeki arabada okşuyor
sonradan görmenin biri
cebindeki banknotları ve bir baldırı
kara kapkara bir oyuğa açılırken pencerem
“abi bir ekmek parası” dökülüyor üzerinden
elleri şimdi camdan uzanan fırlamanın
diyorum ki – kuzgun olabildiğince
vav’lı kızgın kavmin şerri, çekip
alıyor paçavradan fazla olmayan
kölige önümdeki vatandaşın
vicdanının zifirini.

ve tünel, hangi sadabata açılacaksa


açılacak, kalıyor gerimizde
derimizde vebalî, vites kutuları
ve fren balataları ile fark edilmiyor
şeritlerinin bile isten kirdenliği.

42
birinci vites, evet
güneş yıkasın mavi yakasından
tutup akşam vakti
bu fabrikaları, iğ kokan
cılız ağaçları, evleri,
ve güzel rabbim,
neden tutamıyor hiç bir kaza
horuldayan bir yıldırımın
yerini -hani çok güzel olacaktı
180 km giderken öpüşmesi

43
ve ağır mazot
okyanusun ortasında
çelik brandaları, küskün
mağribileri, glasgowluları
ile buluşmak üzere
terk ediyor tüneli.
şimdi ardımızda kalıyor
telvesi ile cumhuriyet ve iş dönüşlerinin
üçüncü sayfa haberlerine
beslediği mıcırlı
sanayileşme hamleleri.

44
1200-1201 Alçalma Hataları

öyleyse bir ilgisi olmalı


ağzımdaki bu kokuyla, şu kulağımdaki uğuldamanın
ben duyuyorum gelen tıkırtıları bilgisayarın oralarından
bu kulaklık, örneğin, ilettiği gibi
iletebiliyor mu bendeki cızırtıyı
duyduğum şekliyle muazzam inişleri, çıkışları.
kaydedebiliyor mu bir sismograf, sabitlendiği yerden
o ucuz sehpadan belli olabiliyor mu
kaç cinnetin elde yarım koçan, kapıdan daldığının

45
bu ekran, görmediğim şeyleri, gördüğüm şeylere çeviriyor
bu kılavye, bu tuşlar da aynı,
şiire girmez desek de, bunca elektron, fiş, fiştek
şiir geçiyor içinden, parmaklarımın pası kiri değil
hızı gerek çünkü bana, bu termik, bu hidrolik, bu
herşeyi sığ bir zamirle birşeylere bağlamanın saatı.

46
şimdi burada sıcaklık, -10 derece
yok uğultular, yok kar, yok his
ağzımdaki koku, günde iki paket sigaradan
o uyuz kahveden, o tipsiz reklamlardan
ve yığılıp durmuş kitaplardan arkamda
önümde birkaç yıldır beni esir alan şu
kompüter, şu dökülesi işlemcinin,
şu sabit diskin kaymış hafızası
oradan oraya birşeyler taşımaktan
yorulmuş bellek, terimle, pasımla
kirlenen tuşlar, dişlerim ağzımda
sıkmaktan iki büklüm ve kararmaya başlayan.

47
bir odaya sığdığında, bunun atası
bir odaya sığamayacak şeylere karşıcı
geldiğinden Oktay Rifat, ne anlardı
astronottan, ne de kamarovdan, ne de
o kötü çekilmiş Ay’a çıkma şeylerinden.
ben bildiğimden değil, görmedim, duydum sadece
cılız bir kaydını Komarov’un, dünya halkları bilmem ne.
ama sesin izi, geçemiyor Armstrong’un potinlerinin
ağırlığını, ne kadar hafif olsa da, kuş gibi bir adam
çekiyor, Dünya’da A B D’nin bin okka söylemi.

48
Kimse bilmiyordu, dünya bilmiyordu, toplama kamplarını,
buydu verilen cevap, “bilmiyorduk ki”, şimdi öğrendik
ve bunun da hiç bir boka faydası yok. burayı “sil”
tuşu ile birkaç adımda silebilirim, ama silmiyorum
çünkü yok geri dönüş, bu meret, gizli gizli
kaydediyor herşeyi, sonra yığıyor ozon civarında bir yere
bir uydunun kanatlarına, pençelerine akbaba edasıyla
yere dik bakarken.

49
salıveriyorlar birden kapıdan içeri, indirim varmış
yarım yarım çatırdıyor kapısı, fiyatı çeyrek düşmüş
şeylere doğru, oradan kasaya, seçtiğim değil
keseme uygun olan. tarım toplumu ağzı, kese
cüzdan, cep. kaldıramıyor bu yığını büyük
bir buldozer, küçük küçük taksitlere bölünüyor
bizi biz yapan şu biçerdöverler, cep telefonları,
ya da binbeşyüz kat daha dayanıklı malzemeden yapılmış
kuantum siniler.

kahveyi onlara biz verdik, vaftiz ettiler


fiziği, cebiri ve parayı da. koyunlarına soktular.
birbirlerini keserken bile sakladıklarına göre
El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele’yi.
biri ve sıfırı onlara biz verdik ve
hep sadece biriyle çarpıldık ondan beri.
sen biri için kayıp birşey olduğunda
bulunduğunda o kayıp şey olarak
o kayıp şey sen olacaksın
kimsenin haberi olmayacak,
her dakika haber olsa da;
misal mi, ırak.

50
Ay modülü kapsülünde herşey tamam gibiydi
dışarıda kamera ya da yönetmen yoktu.
sesler, bipler, dondurucu soğuk
lehim kokan basit transistörleri, çipleri,
yalayıp, Dünya’ya öyle gönderiyordu. Maxwell
denklemlerini, 200 yıllık birikimi ile
o potinler yere çarpıyor, kompüter hata
yapmaya başlıyordu.

1200-1201 alçalma hatası, bildiriliğine göre


kısa bir süre içinde yazılan belleği
birkaç defa kullanmış ve sürekli aynı
komutları göndermişti bilgisayara. bu

teknik bir hata değildi, bu mekanik de değildi.


teknik bir hata değildi, bu mekanik de değildi.
teknik bir hata değildi, bu mekanik de değildi.
teknik bir hata değildi, bu mekanik de değildi.
teknik bir hata değildi, bu mekanik de değildi.

51
bu, yarılıp giden yüzyılların arsasından
fışkırmış kupkuru aklın devasa kekemeliğiydi.
dile geliyordu, ay karşısında, soğuk
sopsoğuk ne varsa dante’nin parseli.

o tekleme sendin
bendim biraz, biraz Oktay Rifat’tı
geriye kalan ne varsa
onlardı, bundan sonra da onların
olacaktı. bize de köyümüzün
yağmurlarında tımar edilmiş
kursaklar ve plastik
patlayıcı kareler
ve hep koptuğumuz geldiğimiz yere
doğru bir at sürme isteği ile
bu isteğe gem vurmuş saatlar kalacaktı.

52
Drednot

bir konuşmaya başlarken


kimi kez gibi ve öyleyse
çoğu kez ölesiye ya da
ve, bazen sevinçle ki
kesilmiş bir yerinden
kafanı çevirmeden, iç
geçirmeden, üç yerinden
kırık, kurak, tuzak cümle

etiketinde yazmıyor, hangi


ve nasıl olduğu bilinmiyor
diye öyle, biliyorsun, çoğu
yerinde eksik, gedik, nadik
bir hikaye, biraz orasından
bir oradan, bir buradan
çeşitli olasılıklar ve

53
ruh, vektörel evet, hız
renk cenderesinde kendi
tavına doymuş şekilde, a
evet, kesilmiş bir kaç
yerinden nasıl da, akşama
doğru, kentin doruklarında

sen ben o, aramızda birkaç


şerit ve ışıklı sokaklara
dalıp bizi bir vatan dobralığı
ile çekip çevirecek vites
aralarında fülür fülür
dilsizliğimize bandrollü
akşam haberleri ve komedi

54
parlak, şey, hani, nereden
geliyordu, basamaklar yani
işte matematik, çarpmasın
yüzüne, sabahın eteklerinden
dökülüp gelen şu su
bu su vardı, hep
babadan miras umudun
bin atom ağırlığında, pardon
çekil göremiyorum ekranı
birşeyler deniyor, evet, kısmen
bazen, neden, hiç de yararlı,
canım, yalnız ölecek mi, taksitle

55
çekti cebinden aldı, tespihi,
yüzüğü, cenke lazım mıydı, nargile,
çay, bişeydi, sonra kaçaydı
attı, büyük yerden, kafasını
çevirip, bir nefes aldı, bir yudum
gürültülü sokaklarda dökme demir
heykellerde, kaldırımlarda tabelalarda
okunamazken yüzünde, borç, evet, bizim
oğlan, kız ve gelin, söndür
ışıklarını yüzünün arkasına doğru
büyüyüp duran, o vodvilin.

düşman evet, düşman, konuşmalı


bir hareket, elinden geçen rüzgar
ürpertirken aklına getiriyor
ilk aklına gelen şeyin ismini.

kesin ve bazen, neden, illa ki, evet


dursana,

56
Drednot II

çıkışmamış olabilir mi,


yoksa sonra da verebilir
lazım olduğundan mı, kesik
kaldırımlar yine mi değişiyor
bu kaçıncı, açıdan tamamlamak
fasit birşeyi.

dil içinde, köşeyi dönünce


rastlanılan coşku, pörtlemiş
dikilmesi gerek, sonra asfalt
oradan da gidilebilir ama
keskin tariflerle ancak tarhlar
mezarlıklar, şehitlikler

57
“canım”, bitanem, çiçeğim
sayfa, beyaz, satırsız
mühür, pul, imza,
bu kış da gelip, geçecek
almaz mısın, yeni, bak
sıcacık, teklifin arasına
sıkışıp kalmış birkaç diş.

bloklar, çerçevelenmiş
oval, eğri, büğür, püğür
fıkır fıkır sonra buz kesmiş
tersinden alınmış kirpiklerin
göz yapılırken çıkartılmış
kaşların, bir türkü, sonra
bakkal, sonra, hep sonra
cücük yerine doğru kentin.

58
keskin, az, sade ve kahramanca
onlarla oldu, buraya gelişimiz
kupkuru, biraz, çatlak, kimi kez
uykusuz, birşey mi dedin,
hayır, dursana öyleyse.

etrafında toplaşmış gibi, ha, evet,


hmm, cık, olabilir bak, of,
şimdi bak, şurasından, hani şu
şu demek, çözmek, vardı galiba
bir dilde, neresinden çözülürse
orasından donsun, nehir, geçmiyor
arasından.

sonra çok kızdı tabi, ama ne,


yıkadılar, sessizdi, kanser miydi
akciğer, belki de, başka, buradan
iki kişi, uzatır mısın
alnını uzattığın o kurumtrak
şiddetin yumuk yumuk sözdizimine.

59
Yazarlarla YaŞAMAĞA aLIŞINIZ

yazarlarla yaşamağa alışınız


örneğin sırpsındığı bir gülüşün atasında
alışınız yazın güze dönerken kırdığı omurlara
tebelleş müstesna güzellerin diktiği
yaşmağa kan damlatan uzvlarına
bir alışveriş merkezinde kaybolmağa alışınız
zebellah birkaç orgun omurlara bindirdiği dağa
kanatlandıran yazarlara alışınız

alışmayınız siz poliçiçekler imzalarına


gümgümül açtıracak kan kursaklı suratlara
dar gelen bakışlara, örneğin alışmayınız
alelecele tıkıştırılmış aşklara.

60
ama alışınız elinizde ise alkışlarınıza
ve yumruklarınızın içine çakıl taşları,
çakalların avurtları sığacak kadar yumuşmuş
keçi yolları gibi daracık nefes alıp verişlerinize.

sonra bir rüyadan kan ter içinde uyanmamağa alışınız


yazarınız bunlara alıştı, alıştığınca gençliğinde
daha işlenmemiş günaha kurşun dökülmekte
aha işte işlenmiş evliya boğduran
kalemin orasından.

61
ama bir kale kaç iyelik eki ile kurulur bilmiyorsanız
siz yine de alışmayınız, çünkü
burçlarından kaç canavarın mahdut
kapısından kaç bin süvarinin vatansız
ve kaç kadının vasi karib ve muhit
çıktığını bilmiyorsanız
o güzelim elim kazalarında
dupdurun muhtelif kentlerin.

62
Güvenlik Kamarasındaki Kayıtlar

birkaç günlük hava tahmin raporlarında


görülebilir mu bilmiyorum oraların sessizliği
bi’şeye benzetmeye başlayabiliriz şimdiden
nasılsa başladığımız yerden görünmüyor
bitirdiğimiz telaşların kabukları, içleri.

hepsi bakalit fırınlarında şekillenmiş kaba


kaba olduğu kadar da pürüzsüz bir kalıba
al sana istemediğin kadar hürriyet
dökülmüş yapraklarından taptaşkın bir yayla
gökdelenlerin ayaklarının diblerinde çimdik çimdik

63
açmıyor, açılamıyor kentin böğründe o görüntü
güzel değil, hiç güzel değil yazmadığımız şiirlerin ömrü
özenilecek bir hayatın sesini bulabilmiş değiliz henüz
her bir yerlerinde sinyaller, bobinleri ve bonbonları
önümüzde açılıp duran bu harika. şey. de. ne?
ulaşmak istediğimiz numara, aranmış baştan aşağı
sakladığı ne varsa, belgeler, satıhlar ve cepheler
dökülmüş yapraklarından taptaşkın bir alına
yüzündeki

ışığa ve yıla tutulduğunda


ananemin yüzünde okunuyor bir barkod
tıpış tıpış ve tüm nefaseti ile yaşanmış
deri, eğri, büğrü
omuz mesafesinden üzerinde birkaç haleyi
taşıyabilen ışıklı duyargalarımızın altında.

64
sonra yanıp sönen göstergeleri, dur kalk çizgileri
şeritleri, tenyaları, şıllıkları ile sokak
bir bağlantının şeklini alıyormuş meğerse
başka bir yerden başka bir zamana açılan
ve faturalarla doldurulmuş tüylü birşey gibi.
tabutla, müezzin, kara toprak ve bildik şeyler
okuduklarından bir halt anlamıyorum oysa
o sırada başka, başka bir şey ile meşgülüm
sıcak kestaneler arasında uzanan bir dilin
çocuk aklının derinliklerinde derdefin birşey
işte ananem ve babam eğiliyorlar, cennetin içine
alıp dışarı atabildikleri bir tutam kara toprak
hep bildiğimiz açıda bir kürek,
bir açıda duran saban bir de.
annem, kardeşim, fiiliyat.

65
Heyhat!

üstleri başları yağmurun ölüsüyle,


öyle de değil aslında yok yağmurun ölüsü
bizim ölümümüz var, kaldırılmasını bekleyen
bir bedenle birlikte, hatırladıkça kusasım geliyor
koşasım dört nala ehlileşmemiş bir gergedanın yedeğinde.
taşları, sancakları ve ipsalaları ortadan ikiye yaran
dişleri ile mahzun bir mamutun pelerinleriyle
zamanın açılan ve kapanan, enikonu nefes alan
şelaleriyle.

66
ve yansımalı gövdesi ile giriyoruz alışmayışmerkezinin
kapısından bir kaplıcaya girer gibi. gölgemiz camekan göl-
gemiz.baştan ayağa tuzak, baştan ayağa plastik, baştan
ayağa kromve titanyumsa bu burç, hangimizde tesellüm
sancağı var gururun, onurun, yenilmezliğin ve patlamış
mısır dükkanlarının. sevdiklerimizi rehin almış değil o
dükkanlar, ama yine de kapılarından teselli edici
armağanlar taşmıyor da değil. bir şey yaklaşıyor, bir
zaman, bir bayram, bir şölen orada özlediğimiz bir şeyin
değil, özlemeye az sonralığı ile bizi insan kılan o rezil
şeyin yüzü var, pahalı, derin, donuk bakmanın faizi ile
kuşatıp alıyor gözlerimizin çevresini kirpiklerimizi
yakarken; bir bakalit kart çıkartıyor bizi karanlıktan
aydınlığa, ha evet sen yanmasan, ben yanmasam..

67
sonra fark ediyorum ki, sen de ediyorsun belki de
mezar taşlarında oyuk oyuk yazan isimler,
o bakalit kartın üzerinde kabartma kabartma duruyor
ne mânâsı var bütün bunların diyorsun sen de içinden
hikayeden ve albeniden yoksun başka bir şeye doğru
koşarken.
arkandan hemen ben.

68
Frenses

öyle bir açığımıza doğru


öyle bir balçığımıza doğru
öyle bir açımıza doğru
öyle bir açlığımıza doğru
öyle bir açılmışlığımıza doğru
öyle bir aşlığımıza doğru
öyle bir aşkınlığa doğru
öyle bir şaşkınlığa doğru
öyle bir aşiyandan doğru
öyle bir taşıya doğru
öyle bir taşımıza doğru
öyle bir taşlığımıza doğru
öyle bir kaşımıza doğru
öyle bir karşımıza doğru
öyle bir yaşımıza doğru
öyle bir yaşlarımıza doğru
öyle bir saçlarımıza doğru
öyle bir arşlarımıza doğru
öyle bir marşlarımıza doğru
öyle bir aşklarımıza doğru
öyle bir açımıza doğru

69
yapayanlış çağıldayıp
kaç doğruyla yaralanacaksın
kaç kare üstüste binip de
mosmor karanlığın ortasında
grapon kağıdına dönmüş tenin
arşınlatacak bana turkuaz kavsini
öyle bir açıklığına doğru
ses verecek meleğin
damarlarına radyum zerketmeli
kalbin etrafı kuru kemik kafes
aydınlanır mı basılsa damarına
böyle şevkle, közle biçare et
öyle bir arşlarımıza doğru
süzülerek düşer mi
taşlarımıza doğru

70
Ölü Bir Mahfuz

“ölü bir mahfuzdan başka paylaştığımız


nedir ki ey İskenderiye”

orada

Bir yük treni arzusundan taşmış teriyle


Giriyor kapkaçından fotoselli kapılarını
Hışırdata hışırdata cennetin

burada
Bir sır bir daha kapaklanıyor kendi üzerine
Sarılıyor geminden azına at salmış
Müşkül sokaklarında cehennemin.

Bir ki üç dört: kaptalizm


Sayılıyor yüzleri sıykından sayrılmış
Ahalisinden piçlerin, hızsızların ve
Elma ısırıkları ile yanaklarını dağladığımız

Elif lam mim, karışıyor birbirine mesel


Saçlarından suçlanabilir her bir kimse
Kulak kabartıyor anatomisine geçmişin
Okun, okun, okun, okunmakta
Tülden dua, yüz ablak pencere
Üç kuruşluk sabunla şen.
71
Her işgalin, işgal edilenler tarafında
Yetiştirdiği bir nevi mahfuz vardır
Zarfla getirilir, dudakla öpülür, bıçak
İşlemez, hançeresine sığdırır, kalp
Amsterdam’da bir helada üzerine
Bırakılmış cezve ve fesle sağır
Kaldırır.

Sol yumruğun böğrüne sağa doğru


Kolunun mekanikliğinde varır
Her işgalin, işgal edilenlerin sol
Tarafına bıraktığı bir utanç vardır: bir çocuğa gebedir.
Ve sağ tarafından necib bir milletin
Zarfın, zarfın, zarfında kuruttuğu
“hürriyet” yazılı bir dilekçesi vardır.

72
Yazgıç mevzilerinde pis sokakların
Nehre bırakılmış bir firavunun uğulu gözleri
Kalkındırılır perişan kara gözlerinde ne Mısır
Ne İsfahan, kahvenin istifini bozmadan
Dökülebilir Çöl fincandan, çinileri ile
Kıpkırmızı bir Osmanlı utkusunun
Çimi biçilmemiş bozkırlarına nal
Düşer gibi açılır eller, dua, tülden
Ama çelik, kalbi ağır çektiğinden
Sol tarafında mahfuz bir iz taşır
Kahire, nehir de olmasa ne halt edilir
Midak sokağında bir kahveye girilir
destursuz.

73
Yunulur bir ki üç dört
Elif lam mim
Gömülür bir keder el ehzer
Geometrisi büzülür suskun bülbüllerin
Güller fışkıraraktan açabilir ne
Yöne düşer hürriyet dilekçesinin
Mü / hür / Mü Mü / hür / Mü Mü / hür / Mü
kısmı, memurlar ne için
Giyinir sabahları ve bu sabah
Akşama vardığında
Bu ceket, bu kravat, bu kızgın çöle
Sürülmüş günah, secdesinde ürpertir
Arabesk olan herşeyi, müezzinlerin
Ağzından ağır kalkınma hamleleri
Ve korkunç sanayileşmiş makamlar.
Düşer, düşer, düşer de mil
Göze çarpar, antenler, çanaklar
Ne tarafa döndürülmüşlerdir?
Ve siz kime döndürüleceksiniz?

74
Bu arap çölünde, bu isfahanda
Bu gerisin geri sürülmüş, ilaç tutmamış
Kös bozkırda ve çölde en aşağı katında
İşsizin ve yoksulun sefillik borsasındaki
Kağıtlarına, bir şeyler karaladığı için
Bir necib mahfuz makam kalmış.
İnsanın tenine yapışan

75
Tesellüm

seni geri vereceğim burada bu yaz biter


hem bölünmüşsün hem kırık
tamire gelmez bir ses çıkartıyorsun hem
göstermeye ramak bile kalmıyorsun
bir fülficir saatı. bandoları, deniz evlerini,
ışıksığanları, kılıçları, atları, fütürbaları.

geri alacağım
onurumun kuvars saatini
akreple yelkovan tepişirken
gözlerimin içinde, memurbaylardan

kırılmışsın
kırıldığın yerde taşlaşmış
izi peltek s10vg09li2019in

göğüs kafesine sapan


bu bedel için kalbim!

76
buğulu yüzün kaşın ellerin
sırasına selvi dikilmiş gökdelen
ucunda eriyip silinen
ve taşınan şehir hatlarında
fakat pullarından biliniyorsun önce
kökünden emdiğin su, toprak ve tarih
yapışmış üzerine seni getiren zarf
seni görünüyor kılıyor kılcal dağların
şiddetle çarpıyorum yüzünü rüzgara
rüzgar benim evim yordamım gövdem
kuklalarıyız bizi ihvan eden şirk’etin

77
temeline doymuş binalar gibi sevdim seni
taşla betonla borçla yürek ilmine karşı durdum

mahgüzünden aşağı bir gülle


indirir gibi sevdim seveceğim seni
çıkarır gibi bir bulutu dağ başına
bambaharlarla
bakalit kredi kartım, ilk
maaş yatınca.

78
Delidumrulboğaçhankantura

I
ben kendimi kaybettiğimde
taklamakanlarda bulmadığım gündür ki
böyle seyiriyor gözüm,
zar zor işitiyorum sesleri

gemileri yürüttüğüm günleri saymazsak eğer


geriye dönemediğim için yaktığım gemileri
saymazsak kanına girdiğim köprüleri, izbeleri
körükörüneleri, atlas denizleri
bilirsin eğilmesi
kıtaların önümde adi bir işti
öyle bağlaçlar bulmalısın ki
anlatabilmeli biri, halıları
neden duvara astığımı ve seccade
bir sefere kalkışmamı neden engellemedi?
Yalnız bu kılıç bildi vergi nedir
ve nerede alınır: bu kılıç ve deliliğim
anamı pek korkutan şeyler idi
babamdan miras bana

“nerede” bir soru olmaktan çıktığı gündür ki


alev almış bir kavmim işte ve işte
orada şurada ve burada tavaf işte

79
cevap basitti, çünkü bir seccade
duvarları dümdüz edebilirdi ve bu alın
benim tatarlığımın mührü gibi
benim tatar atalığımın mührü gibi
ben tatar ve ata ve mühür gibi
gözlerimin üzerine gerilmiş
bu çölü alın, şimdi alın, işte alın!

ve bir bağlaç kılıç kadar keskin olduğu gündür ki


koparmanın şehvetinden taşan bu acayip hâllerim
başıma bela huylarımın kulesinden kaçıramadı beni
ve ne zamandır ki ben bir alfabe ile
kaybettiğimde kendimi
taklamakanlarda bulmadığım gündür ki
bildim geldiğim yerden dönemeyeceğime göre
durmadan ileri ve ileri ve ileri
ardımdan küfreden
düşene dek önüme
ve sırtı dönük
ve ben bir bağlaç gibi
tamamlamalıyım cürümle cümleyi
işte burada bakanlıklar, dev kuleler
işte şurada gece kondular, aşevleri

80
II

zamanın beni fırlattığı yerde bir türk olarak


bir piç, bir işçi, bir mümin ve bir soyguncu olarak
duruyorum ve duruyorum ve duruyorum ve duruyorum
öyle çok duruyorum ki değişiyor duruşum, canlanıyor
mumyalanmış mıyım ben, efsunlanmış mı
dünyayı bana kat ettiren bir harita değildi
çünkü haritalar
durdu hürriyetimin önünde
ve bir harita
bir çağı başka bir çağa hacz etmenin yoluydu
hicaza küffar sokmanın

81
beğenmedim
bana gösterdiğin hiç bir düşmanı
çünkü birincisi ben bir türk olarak
bir ferman sahibine düşman derim
ve bir ferman sahibi yanyana durmuş
çeşitli kişilerden oluşur {bunlar gazete okumaz
bunlar sırıtmaz
bunlar gösterilmez
tutulmaz hayın ve taşkındırlar
bunlarsa bunlardırlar ve bunmuşlardır bir budunla bunca,
geçmek isterler bunlar karşıya
ve ben karşıya geçenlerden tiksinirim: aklım ermese de
yağmurla humusu bilirim}
ve bunlar fısıldaşmadan konuşur
öyle ki bana bunu rüzgar iletir
o zaman hem rüzgar
hem de ferman sahibi bir düşman
beklerim beklerim beklerim
öyle beklerim ki geldiğim
yere bile canım gitmek istemez.

82
III

Öyleyse!

türkler değişmektedir
türkler içlenmektedir
türkler dışlanmaktadır
türkler birbirlerini
türkler köleleştirmektedirler
türkler sevişmemektedir
türkler televizyon karşısında
türkler güzel değildirler artık
türkler hırçınlaşmaktadırlar
türkler yayılmakta
türkler toplanamamaktadırlar
türkler konuşmaktadırlar
türkler karışmaktadırlar
türkler birbirlerine sahip
türkler demektedirler
türkler apartmanda
türkler sokaklarda
türkler yarışmalarda ve sıralarda
türkler dört bacaklı masalarda
türkler evraklarda, fişlerde, kalabalıklarda
türkler huysuzlaşmaktadırlar
türkler dilsizdirler artık
türkler “hi” “hello” ve “shit”
türkler dört ayaklı köpeğin
türkler arkasında
türkler saf tutmaktadırlar
türkler kıtmirlerine mama almakta
türkler öyleyse
türkler mağaradadırlar artık
türkler suçlayamamakta
türkler bırakamamakta
türkler bağımlıdır artık
83
türkler rüzgarlarına
türkler fermanlarına
türkler düşmanlarına
türkler duvarlarına
türkler seccadelerine
türkler secde etmektedirler
türkler artık.
türkler değişmek kelimesinin
türkler en yavan anlamı
türkler türklerdir artık.
türkler uyumaktadırlar
türkler hüzünlenmekte
türkler şişinmekte
türkler acayipleşmektedirler artık
türkler kapitalistleşmektedirler
türkler ve bunu söylemek bile
türkler dilimi kaşındırır
türkler şoke olur
türkler hürriyet’indir
türkler şimdi ertuğrul’dan
türkler ne anlıyorsak
türkler işte odur.
türkler fukara değildirler artık
türkler fakir ve baykurtların
türkler istatistiktirler
türkler suçturlar ve suçludurlar
türkler ne karaşın ne aşkın
türkler hep taşkın ve vasıfsız
türkler pencerede iş ilanı
türkler kiralık
türkler çamura yatarlar
türkler aklanırlar
türkler uzun zamadır çakaldırlar
türkler çakarlar da çakaralmazlar
türkler akılda kalmayacaklarsa
türkler neredediler?
84
IV

bindiğim atlar şendi


yoksa ben bir türk ve yaya olarak
bir kazadan sıyrılmış yargı
gibi kalmıştım kendime

ve ne zaman ki şiir
zengin çocukları için çok kolay
işçi çocukları için çok zor oldu
bir kazadan sıyrılmış bir çift dudak
gibi kalmıştım kendime

şimdi gözüme göringil


benzimi sarartgil
hırtlatgil canımı
algıl

bir gazadan sıyrılmış bir tek yürek


gibi kalakalmışım yağıma.

85
Düşmanlık potlacı

Yükselir kendi debisinden


Gövdesine eşsiz kızgınlığım benim
Mahvına bereket rutbesini
Kendisinden başka merci vermemiştir çünkü
Çünkü kentlerin hamharcına dirlik düzenlik
Korkunun kuluçka dolu imbiğinden akar

1872’den beri bahsedilmeyenim


semirmiş ağrılarımla kas ilik ve kemik
arasında titreşip de gözlere görünmeyenim
sizi o kadar sevdiklerinizin arasında
bir o kadar mahzun kılan şeylerin
makinalaşmış ve sağırlaşmış bedevisiyim

86
ben biriktirdiğiniz şeyim kimselere miras
plastik kart, cam duvar, krom dübel
bi’çare alarm ya da baştanayağa riya kokan
salonlar, oturma odaları, öğrenci evleri
imar planı bozkıra yan gelen yığıntı kentlerin

kavga, en çirkin ismim benim


hangi piçin adı tam oturmuş yüzüne
benim yüzüme oturmuş piç, hanginizin
cürümle bağlanmış cümlenizin öznesi kim
kim olabilir imzaladığınız mukavelenin sahibi
ve nereden bilebilirsiniz ki uzamış dizeler tırnaklarımdır
benim.

87
kaç kıtaya katar katar aşk dağıttınız
kervanlarınız ve filolarınız ve yollarınız
ezerek çiçekleri şirretliğinizi size nam yapar
sırıtarak bir sırtlan gibi alışveriştesiniz
artıklarıyla gübreleşmiş iş merkezlerinin
büfelerin, otobüs duraklarının
ortasında.

Sahiplenilebilirdim elbet, cesaret edilmemiş de değil


Kötürüm bir ruhla el sıkışmayı ne zaman bıraktım
Hatırlamıyorum
Ama biliyorum ki
Refah geldiğinde ben gitmiş olmayacağım
Yerime dikilmiş anıtlar, heykellerle
Bakır, altın ve yıkılmaz kalacağım.
Düşmanlık potlacına yüzde kaç vergi ile
Topraktan ortak olacağım.
Yüreğimin darasını sıyırıp aldın
Geriye şatafatlı kuruntularım kaldı
Belki bir konuşmanın ortasında seni düşündürecek
Paçartılar kaldı. İstanbul hanımları gibi yazıp,
Felçli ayyaşlar gibi zıbardın, aklına üşüşmüşlerle
Kurdun bu şehri, kurdun bu şehri kıyamete kaldı.

88
Ben hiç sevemedim ben demeyi
Ve önüme talihin atıp kaçtığı barkod-velileri
Hem, sorumlu değilim analarınızdan
Babalarınızdan ve iç yağı ile kavrulmuş şarkılarınızdan
Ama gölgesi ile işbirliği yaptığım doğrudur
kerhaneleriniz ve devlet dairelerinizin.

Size dair bir hikayem olmasını ister miydim bilmem


Bir hikayeye kaç tane siz sığar hesab etmedim
Aldatmak kentlerin adeti, sorulsa bunu derim
Sevdiğimin uğrunda çiğ çiğ soyulurken derim.

Ne balkonlar ne de masalarla işim var benim


Tapusunu aldığım yerlerin hepsi Babil stayla
Öfkem çok eskidiğinden belki
Çizerken pasla kanatır diş geçirdiklerini

89
Ezilmiş, işsiz ve sırtlan soyundan
Geldiğiniz için belki de
Bir başka seviyorum sizleri.

Yığınların arasından kopup gelen öfke benim


Üstü kalsın diyemeyeceğiniz herşeylerinizin
Düşmanlık potlacı; taşralılıktan sizi malûl bırakan
Yerlerinizin veraseti. Çocuklarınızın taşlanma
Sebebi, evet, benim. Değildiniz masum
Öyleyse şerefinize içerim. Kirlerinize ağıt
Yakmadığımdandır, tanırsınız beni.
Yüz çevirdiğiniz her sıfatta ben varım.
Komşularınıza vermediğiniz gizde
Sizin için ne üçüncü sayfa haberleri vardır.

Amin ey mü’minin.

90
Üstü Kalsın Cüzdanları

Cebimde bu kadar çeyrekle


ben nasıl tam olacağım
her kumbara gibi
mevduata değil, çocukça umutlara
kös olacağım.
öyleyse ben artık
para üstü mehteriyim
keşfinde ucuz marketlerin, bakkaların

cebimde ellerimle
hangi madeni bunca buldum böyle
sevgilime uzak verdiğim pozda
şıkırtıları ile türlü ekonomik durumlar
hatırlatır bana
beni bu dünyaya bağlayan ağır kanatlarım
bozuk paralarım.

91
biliyorsun nartanem, paramızdan bolca sıfır atıldı
bütün o sıfırların hepsi kroma batırılıp
yürüyen orkestramıza katıldı.

bunca sıfırla sevgilim


biz nasıl tam olacağız
yürüyen bir kumbara gibi
şen şakrak iktidarlara
zil olacağız.
yoksa da hükmü bu çirkin mangırların
pahalı restoranlarda, bahşişten başka
kendimize acuze kolalar satın alabiliriz
yüzümüzü güneşe döndüğümüz yaz sıcaklarında
bilmem hangi Amerikan başkanın
idil tutmayan beşaret utkuları için.

92
Ofis Kadınları

ofis kadınları çok meşgul olur kariyer rengi ile


kırmızı işaretlerine peşkir ilanlara
ve şirretliklerini kısa bir telgrafla almaya
yanında getirdikleri özgür kumanyalarla
ve kısacık eteklerine daldırılmış gözleri
kaba saba daktilolara ve yazı edevatına
tercih etmeseler de, ihale edebilirler
korkunç akmış rimellerin uzun sıkıntılarını
arkası önü yazılmamış ince beyaz bir kağıda.

sen içinde olmadan hayal olmazsa, asansörde


bildik görüntüleri tekrarlamanın sessizliği
sarsın bırak, ceketini çıkartırken altından
fırlamış şeyleri içe çekmediğin bu acayip günde.

ofis kadınları odalarında beş çayı demler


kırık dökük ilahilere taş çıkartan yüzükleriyle.

93
NLİ NSİZ Sı.çraması

94
95
Zamanımızın BiR Şairinin Bilgisayarından

96
Dünyevi Pnömatik

97
Şairin İÇin Fizik Kanunları

98
99
Kitap günlüğü
29.01.2011

Kitapta göreceğiniz "Kaybolmanın Estetkiki" isimli şiir, son yazdığım


dizeli şiirdir. Dizeli Şiir nedir diye soracak okur için en kestirme
cevap malzeme olarak sadece kelimeleri ve dizeleri kullanan şiir
diyebiliriz. 2010 yılının ortalarında yazdığım bu şiirden sonra, 2011
başında iki görsel şiir daha yaptım. Bunlardan biri "Şairler İçin
Ortam Kanunları", diğeri ve en son olanı da "dünyevi pnömatik"tir.
Bu şiirler, önsözde de belirtildiği gibi 1992 yılında başlayan şiir ile
ilgili yayın hayatımın son yapıtlarıdırlar. Bunlara ekleyecek
şeylerim olur mu, çıkardığım dergiler, yazdığım yazılar, bu süreksi-
zlik noktasında ötesinde bir yere taşırlar mı beni, şimdilik ke-
stiremiyorum.

İlgilenen okur için, poetikhars.com sitesine düşülen şu iki not,


muhtemelen daha açıklayıcı olaraktır; 16 Ocak 2011 tarihli "Geçti
Geçti Merak etmeyin, Yalayıp Geçti Direği" yazısı ile, 10 Aralık
2010 tarihli "Deney dendiğinde neden kulaklarım dikilmiyor artık".

Kitap, QuarkXpress ile tasarlandı. Kullanılan yazı tiplerinin lis-


tesini, PDF okuyucunuzdan görebilirsiniz. Kitabı elektronik ortamda
www.issuu.com ve www.scribd.com adreslerinden okuyabilirsiniz.
İsterseniz, bana e-posta göndererek, basılı halde de edinebilirsiniz.
(serkan.isin@gmail.com)

Kitabın yazarı kim merak ediyorsanız, en güncel hali ile biografim


-şimdilik- YKY'nin yayınladığı "Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar
Ansiklopedisi" bir fikir verebilir.

6.02.2011

Kitap, Ankara’da sakin bir kırtasiyede, Pazar günü tekrar ciltlendi


İlk kopyalardaki problemler kısmen düzeltildi.

ISBN: 978-975-01981-0-6

‫ﲁﱿ‬
‫ﲃ‬
vedeki

100
vedeki.com

ucuauuk
uiir
kitabu
dpec
skitabue
pecf
kitabug
pecqe421
ucu açık şiir kitabı

You might also like