Professional Documents
Culture Documents
SERKAN IŞIN
ﲁﱿ
ﲃ
vedeki
2011
ve de ki
ﲁﱿ
ﲃ
vedeki
www.vedeki.com
tarafından 2011 Ocak ayında basılmış ve yayına
verilmiştir.
ISBN: 978-975-01981-0-6
Modern Türk Şiiri’ne son bir bakış
ve de ki
SERKAN IŞIN
ﲁﱿ
ﲃ
vedeki
ﲁﲀﱿ
Kitap hakkında
Şair olarak fark ettiğim şudur; her hareketin, her anın, Modern
Kent’te, yedeğinde Kaybolmanın Estetiği ya da Negatif Estetik
taşıma eğiliminde olduğudur. Çok sevdiğimiz bir şey ya da çok
arzu ettiğimiz başka şeylere olan bakışımızın zorunlu bir çıktısı
olan bu durum için Şairliğin bulunmaz bir imkan olması bir
yana, en beter hallerden biridir de bu. Çoğu okur için gündelik
hayatın her anı, başka türlü bir sınav, başka türlü karar alma
süreçleri, başka türlü alışkanlıklar demektir. Okur olmak gibi
en fazla 5 dakika süren bir hali (modus) uzatmak için Şiir
Okuma Hapı icat edilmedikten sonra (bu biraz Şiir Kontrol
Hapı’na benzer ama etkisi daha fazla olacaktır ve herkesi
7
İÇİNDEKİLER
kor
10
onlar, rüyalarında masif
bir ses işitmiş de uyanmışlardı genelde
bir bardak su, üzerinde dantel işlemeli
lıkır sürahî. bu işaretler bir masanın üzerinde
salataların, çatal bıçağın hemen ötesinde
hacı teyzelere sorulmalı;
pazar alışverişinde ayak üstü,
murat, at, yeşil: kementçe
nasıl da çökmüştü yatağın üzerine
o şey. nasıl da nefessiz bırakmıştı
yarabbi kapkarabasan. sen bizi koru.
üç kulvallah ve bir ayetelkürsü.
sonra mışıl mışıl uyku.
11
sonra gelsin özel okul taksitleri,
buz gibi odada sen ben annem kardeşim
ve gazetelerin binbir çeşit gündemleri
televizyonumuz renkli, tabaklar melamin,
hiç bir bok hatırlamıyorum, yok “hatırat”
belleğimin, nisyan motoru, sıradan.
12
diyebilmiş miydin ki bana
bir armutu boyarken kömürden
çıkardığın şeyle, zifirle altın sarısı
arası bir yerdeydi seni istanbul’a fırlatan
‘adam olma’ isteği. pamukla yaymıştın
sayfanın üzerine, gölgesini vermek için
sanki bir güneş varmış gibi herhangi bir açıda.
adana bir açı değildi, o başka. on kardeşten
biri mühendisti ve nereyi işaret ediyordu?
13
hiç bir tarih ve an yok, karşılayan
çekirdek ailemizi çitleyen
zaman karşısına koyacak, elhamlardan
kabuk, ikramiye ile alınmış
yoğurt, pirinç, ekmek, su,
dondurma. mutlu muyduk, sanmam
muskamız vardı, ama neydi bizi bir arada tutan?
14
dördüncü ya da beşinci kattaydı evimiz
iki küçük oda, bir salon, geniş güneş alan
karşımızda sikip attıkları bir ağacın
akasyaları, geri döndürülemez sanayileşme
ve kentleşme planları arasına Dalan
sıkışıp kalmış atom çekirdeği bir ailenin
sıfır kelvin bir sesle patlaması, hiç bir enerji
yaratmadan. değildi matematik, madem türktük
sen niye o kadar esmerdin lan o zaman?
15
salonda beklerdi, bizi romanyadan gelmiş
tatarların, ziynetleri, porselenleri, çinileri
hediyeydi hepsi altı üstü, birkaç zaman sonra
dağılacaktı suratı çavuşeski’nin soydaşlarla
ama o zamana kadar salon, hiç dokunulmamış gibi
beklemeliydi hatırasını, çeşitli akrabaların.
yoktu viyana kapılarına dayanmış
bir boy, benden başka bekleyen yoktu
bu pisliği bunca zaman.
16
sonra freni özenle alınmış o rus arabasında
nice kaza atlattım, nice ramak kaldım
râm olmamış gövdemin tepesinde binbir sıkıntıya
yılmadım, ama hiç bir halt anlamadım
bana anlatılan derslerden, hayat hikayelerinden,
dedim ya çekirdek ailemizi tükürüp atıyordu
tatlı yerine varınca zaman.
17
ne keşiştim, ne alim, ne de buna benzer birşey,
ne çıkarlarımdan çıkarabildim rızkımı,
ne de talih çekip aldı üzerimden
bu taksitli ortasınıf parkasını.
çakallara hırlamayı, ne senden öğrendim
ne de devletten, partiden, pusuladan.
kafamın arkasındaki çıkıntıda yatıyor
beni, bizi, ortaasyalardan buralara atan
nirengi: işaret ediyor geride bıraktıklarımızı
şu kemik, ama koruyarak
yumuşacık “hayatım ve şecerem”
ciltlerini.
18
şimdi tekrar, kapatıyorum toprakla üzerini
geleceğimi sanmıyorum bir daha, gelmem
şimdi, orada, senin söylediklerini, kimse duymuyor
başında dikilmiş iki melekten başka.
ben de duymuyorum, diyorum ya
şirret bir rüzgar alıp götürüyor
masif bir hızla ve,
19
yürüyorum
20
ürpertilendiriyor dillendirmeden
sağır ve saloz ve bıkkın ve borç içinde
kentimizin mışık gezen yerlerini.
Ne iniyorum dağdan, ne de
Çıkıyorum tepeye. Yan durmuş sıfatlara
düpdüzgün isimler perçinleyip
bu zorbalık karşısında insan
diye birşeyin, zebella meleklerin
tepişmelerinden arta kalanlığına
yürüyorum, elimde ne yasa, ne kuran.
Ne de bir an, başım sıkıştığında
Kenara çekip bakacağım. Ama durmadan
Beni kenara çekip bakan, anlar.
21
“Ben taştım da geldim,
Sen nerdeydin” dizesini
bir mıh gibi çattım alnımın ortasına
Hatırlamak istediğimden değil seni,
daha çok kavga çıkarmak, pislik
yapmak istediğimden bunca sakin
Ve anlamış, dingin ve buzgun
duruşum devlet dairelerinde.
Sırlarına vakıf olabilmiş değilim
Sınıf hareketlerinin, devasa miktarda
Paraların, ilişkilerin, iletişim kurbanlarının
Etrafımda ne bir efsane ayaklanmış yürüyor,
Ne de bir mit etrafında buz kemiren itler
için çalınıyor marşlar, davullar, zurnalar
ne de şerefliyim eskisi kadar.
yüzyıl öncesinin yeni dünyasından
daha geriye doğru fırlıyor, gökyüzüne
ne atılsa, nefes olup da etrafımızı saran
bu sarmısak kokulu insanât arasında
gökyüzünden düşen ne varsa, iki büklüm
yağlı bir kağıda sarılıp, pay edilmeyi bekliyor.
22
Yükseldikçe desibeller arasında, tiz motor
Sesleri ve uranyum şehitlikler, krom
Madalyalar, mavi kurdelalar, bir grafiğin,
bir ortalamanın, bir ok ile bir kareli defterin
haritasında kendisini kaybediyor kent. Hükümet
programlarını, ekonomik kalkınma şeylerini de
yanına alarak, hepimiz için geç kalmış bir kurumun
temelinde birikiyor yüzyıldır: evimiz.
23
Apartmanları, tren kompartımanları gibi
yaratan yüce Cumhuriyet kentleri, bir stadtan,
bir heykelden ve valilik binalarının arasından
savrulup, bizi korkutan ışıltılı maşinalarla
Kanlı bir kavgaya tutuşmuşken, yolumuz
Çok parlak, kaygan ve sıcacık mankenleri ile
alışveriş merkezlerine çıkıyor, tarladan hemen
sonra. Ne karılarımıza benziyor, ne de çocukluklarımıza
tipografisinde renge batırılmış hurufatı ile
kuantalanmış cümbüş. Camekanlardan arta
kalan alanda, hava cıva gibi ağır ve
bir kısrak gibi uzanıyor, çirkinliğimizin
ortasına, hünkârlarımızın gözlerine
bir perde gibi inen Batı. Taksitle,
indirimle, borçla, senetle, kandırarak
ve bilincimizin bodrum katında
fuhuş çiçekleri açtırarak ve bizi
kısırlaştırarak geçip gidiyor
yanımızdan adını bilmediğimiz
bir kumaştan imâl edilmiş Şeytan.
Bizde itlikten dokunmuş sırıtış,
Onda, henüz dokunmamış gülüş.
24
Orta yerinde buluşuyoruz,
Seni ve beni icad etmeyi yarım bırakmış
Anne ve babalarımızın az süpersonik
Renkli, türkçe arkasıyarınlarında.
Bizi mezarlarımıza kiracı kılacak
bu aşkların, hayalet dinamolarına
kızlar ve oğullar peydahlamak için.
25
Yürüyorsun,
26
Seni bana getiren bu rejimin
En çetin çekirdek yerinde
Tükürdüğün öğünün
Çiğnenmiş, öğütülmüş, paramparça edilmiş
Güzelliği ile.
27
Kaybolmanın estetkiki
nasıl cins, nasıl iğrenç, nasıl leşi(.avi) bir arada bir yaza
sınavla alıyorlar bu sinekleri, haşaratı, etikeltleri
trombonlarından tutup çeviriyorlar asfalta o kızgın(.zip)
cinnetlerin vites aralarına eyrişip duran yağlı tespihleri.
28
sen de anlıyorsun burada itiraz ettiğim
bizzat ve bildahiri itiraz etme cihetine gittiğim
atpsine buzaklarına mıyhlarına laf ettiğimi.
oradan -nereden sahi- bir dikme(.rar) inildiğinde
bulunabilir üşüşen şeddit lehazzal bir kentin
içinden çıkartıp önümüze fırlamış şu dağın eteği(.avi).
29
çünkü -samimi olalım- ka’sı ba’sı
anası tasası ve yasa tasarısı
bir bidonken su, suyken neşe,
neşeyken korkunç bir talkınma hamlesi
oluverdi ya, vardiya usulü istiklalin
perçeminden yanıp düşen o ter.k
30
o üstten, kat yaptığı yerindan Anlamın
dikine bir çizgi çektiğinde
buraya kadar geliyor, ürküttüğün
Ses, ektiğin Zift, ezdiğin miksel
birleştirdiğin ruha bulanmış bedel.
sonraya bırakılmış bir zemberek
gibi kuruluyor, mışıkları şiir
dediğimiz eşgalin. patlıyor yüzünde
vesikalıktan hallice, sonra, sonra.(.dll)
31
~enatör Hürriyet
Don MacLean
Bye Bye Miss American Pie
32
çıkmıştık galiba, açık bir alınla, beyaz büyük
hep beyaz büyük bir bulut ve yine hava durumu
ekranlarında pek görünmeyen bir ağaç, bir kurt,
bir meme, bir çocukluk şehlalığı
33
sonra faturalara bağlamak gerekecekti, mevcudiyeti
her masalın bir yüzüğü, bir yüzüğün bir prensesi
ve prensi ve boğdurulmuş gölgeleri, “tatli rüyalar”
türkçesi, cep telefonu ekrani, msj pnceresi
uykuya kayan parmagin ördüğü anlatı: “tali rüyalr”.
34
oradan, bir yere gidelim, otobüs hatlarına, hattatlarına
bir ucundan allah, bir ucundan silivri silivri biberler
çıkıyorsa bu kentin, unlu, kevgirli memelerinden aşağı
bir kalça gibi kıvrılan şeylerinden tutup, bir tokatla
devirir gibi yapıp, bir sınıfı, şeyinden, sürükleyip
yürükleyip, dürtükleyip, çıkartalım yokuş başına
saçlarını keserken çok eski stadyumların, kamuların, kısa.
35
parmak tuşta, maaş sırt üstü yatışta,
aidiyet desen beyaz bere
kan gölü, ense üstü, dökülüvermiş yere, sokak ortasında
ama cesaretinden hilaller eskittiğimiz şu güzelim vatanım
üç deniz arasında idamcık idamcık ilerliyor geleceğ.
36
hiç bir öğüt, rafine gelmedi ya bana,
ben ona şaşıyorum. oysa muska bahçeleri,
taş kapılar, gümül imbikler arasından
geçiliyor gibiydi, ızdırapla bu kentin
yüzünden, betonundan ve sağrısından
taşan evliyalar mahallesine. herkesli,
herşeyli ve toptan bir şey de bu,
sonra pötibör pötibör perakande.
37
saat 02:30, sigara alıp gelme vaktin, benzinciden
kapanmış bakkaların uykuda çırakları ve çıkarları
üzerinden yüzde bilmemkaç vergi ile, işte bulabildiğim
kelimelerle dizmeyi düşünmeli sonra, yakarken
çok da milli bir ateşle, ulusal dudakların
arasındaki o sigarayı. yerli malı bir hayınlığın
şeceresinden tutup aşağı, sallandırmalı.
38
Kölige
Ve ağır mazot
taşıp fûturatlanıyor
dev dinazorların, atmıkların
katmanların, devlerin, mesire
masallarının arasından önümdeki
öküz sakatatlarını sırtlamış
cazgır Buick’in kanatlarına
- böyle anlıyorum ilk tüneli.
39
hiç bir asr-ı saadet kelimesi
yakışmıyor da önümdeki beşaret manzaraya
korna sesleriyle dönüyor yankı
ziftlenmiş bir operaya; kuzgun
kanatlarını açsa, kana bulanacak
şehirleri birbirine yakın ve uzak
kılan taşkın asfaltlar.
40
açıyorum camı, tünel aspestle
abdest arasında, az sonra
düşeceğiz üçüncü vitesten birincisine
tekrar hırlayacak motorlar, örneğin
bir İngilizin, bir Fransızın
bir Arabı boğazlamaya and içtiği
fıkrada, diyorum ki beni de alacak mısın
tünel; yankı mimarisi, körlerin
kulaklarını kopartacak Semâh.
41
önümdeki arabada okşuyor
sonradan görmenin biri
cebindeki banknotları ve bir baldırı
kara kapkara bir oyuğa açılırken pencerem
“abi bir ekmek parası” dökülüyor üzerinden
elleri şimdi camdan uzanan fırlamanın
diyorum ki – kuzgun olabildiğince
vav’lı kızgın kavmin şerri, çekip
alıyor paçavradan fazla olmayan
kölige önümdeki vatandaşın
vicdanının zifirini.
42
birinci vites, evet
güneş yıkasın mavi yakasından
tutup akşam vakti
bu fabrikaları, iğ kokan
cılız ağaçları, evleri,
ve güzel rabbim,
neden tutamıyor hiç bir kaza
horuldayan bir yıldırımın
yerini -hani çok güzel olacaktı
180 km giderken öpüşmesi
43
ve ağır mazot
okyanusun ortasında
çelik brandaları, küskün
mağribileri, glasgowluları
ile buluşmak üzere
terk ediyor tüneli.
şimdi ardımızda kalıyor
telvesi ile cumhuriyet ve iş dönüşlerinin
üçüncü sayfa haberlerine
beslediği mıcırlı
sanayileşme hamleleri.
44
1200-1201 Alçalma Hataları
45
bu ekran, görmediğim şeyleri, gördüğüm şeylere çeviriyor
bu kılavye, bu tuşlar da aynı,
şiire girmez desek de, bunca elektron, fiş, fiştek
şiir geçiyor içinden, parmaklarımın pası kiri değil
hızı gerek çünkü bana, bu termik, bu hidrolik, bu
herşeyi sığ bir zamirle birşeylere bağlamanın saatı.
46
şimdi burada sıcaklık, -10 derece
yok uğultular, yok kar, yok his
ağzımdaki koku, günde iki paket sigaradan
o uyuz kahveden, o tipsiz reklamlardan
ve yığılıp durmuş kitaplardan arkamda
önümde birkaç yıldır beni esir alan şu
kompüter, şu dökülesi işlemcinin,
şu sabit diskin kaymış hafızası
oradan oraya birşeyler taşımaktan
yorulmuş bellek, terimle, pasımla
kirlenen tuşlar, dişlerim ağzımda
sıkmaktan iki büklüm ve kararmaya başlayan.
47
bir odaya sığdığında, bunun atası
bir odaya sığamayacak şeylere karşıcı
geldiğinden Oktay Rifat, ne anlardı
astronottan, ne de kamarovdan, ne de
o kötü çekilmiş Ay’a çıkma şeylerinden.
ben bildiğimden değil, görmedim, duydum sadece
cılız bir kaydını Komarov’un, dünya halkları bilmem ne.
ama sesin izi, geçemiyor Armstrong’un potinlerinin
ağırlığını, ne kadar hafif olsa da, kuş gibi bir adam
çekiyor, Dünya’da A B D’nin bin okka söylemi.
48
Kimse bilmiyordu, dünya bilmiyordu, toplama kamplarını,
buydu verilen cevap, “bilmiyorduk ki”, şimdi öğrendik
ve bunun da hiç bir boka faydası yok. burayı “sil”
tuşu ile birkaç adımda silebilirim, ama silmiyorum
çünkü yok geri dönüş, bu meret, gizli gizli
kaydediyor herşeyi, sonra yığıyor ozon civarında bir yere
bir uydunun kanatlarına, pençelerine akbaba edasıyla
yere dik bakarken.
49
salıveriyorlar birden kapıdan içeri, indirim varmış
yarım yarım çatırdıyor kapısı, fiyatı çeyrek düşmüş
şeylere doğru, oradan kasaya, seçtiğim değil
keseme uygun olan. tarım toplumu ağzı, kese
cüzdan, cep. kaldıramıyor bu yığını büyük
bir buldozer, küçük küçük taksitlere bölünüyor
bizi biz yapan şu biçerdöverler, cep telefonları,
ya da binbeşyüz kat daha dayanıklı malzemeden yapılmış
kuantum siniler.
50
Ay modülü kapsülünde herşey tamam gibiydi
dışarıda kamera ya da yönetmen yoktu.
sesler, bipler, dondurucu soğuk
lehim kokan basit transistörleri, çipleri,
yalayıp, Dünya’ya öyle gönderiyordu. Maxwell
denklemlerini, 200 yıllık birikimi ile
o potinler yere çarpıyor, kompüter hata
yapmaya başlıyordu.
51
bu, yarılıp giden yüzyılların arsasından
fışkırmış kupkuru aklın devasa kekemeliğiydi.
dile geliyordu, ay karşısında, soğuk
sopsoğuk ne varsa dante’nin parseli.
o tekleme sendin
bendim biraz, biraz Oktay Rifat’tı
geriye kalan ne varsa
onlardı, bundan sonra da onların
olacaktı. bize de köyümüzün
yağmurlarında tımar edilmiş
kursaklar ve plastik
patlayıcı kareler
ve hep koptuğumuz geldiğimiz yere
doğru bir at sürme isteği ile
bu isteğe gem vurmuş saatlar kalacaktı.
52
Drednot
53
ruh, vektörel evet, hız
renk cenderesinde kendi
tavına doymuş şekilde, a
evet, kesilmiş bir kaç
yerinden nasıl da, akşama
doğru, kentin doruklarında
54
parlak, şey, hani, nereden
geliyordu, basamaklar yani
işte matematik, çarpmasın
yüzüne, sabahın eteklerinden
dökülüp gelen şu su
bu su vardı, hep
babadan miras umudun
bin atom ağırlığında, pardon
çekil göremiyorum ekranı
birşeyler deniyor, evet, kısmen
bazen, neden, hiç de yararlı,
canım, yalnız ölecek mi, taksitle
55
çekti cebinden aldı, tespihi,
yüzüğü, cenke lazım mıydı, nargile,
çay, bişeydi, sonra kaçaydı
attı, büyük yerden, kafasını
çevirip, bir nefes aldı, bir yudum
gürültülü sokaklarda dökme demir
heykellerde, kaldırımlarda tabelalarda
okunamazken yüzünde, borç, evet, bizim
oğlan, kız ve gelin, söndür
ışıklarını yüzünün arkasına doğru
büyüyüp duran, o vodvilin.
56
Drednot II
57
“canım”, bitanem, çiçeğim
sayfa, beyaz, satırsız
mühür, pul, imza,
bu kış da gelip, geçecek
almaz mısın, yeni, bak
sıcacık, teklifin arasına
sıkışıp kalmış birkaç diş.
bloklar, çerçevelenmiş
oval, eğri, büğür, püğür
fıkır fıkır sonra buz kesmiş
tersinden alınmış kirpiklerin
göz yapılırken çıkartılmış
kaşların, bir türkü, sonra
bakkal, sonra, hep sonra
cücük yerine doğru kentin.
58
keskin, az, sade ve kahramanca
onlarla oldu, buraya gelişimiz
kupkuru, biraz, çatlak, kimi kez
uykusuz, birşey mi dedin,
hayır, dursana öyleyse.
59
Yazarlarla YaŞAMAĞA aLIŞINIZ
60
ama alışınız elinizde ise alkışlarınıza
ve yumruklarınızın içine çakıl taşları,
çakalların avurtları sığacak kadar yumuşmuş
keçi yolları gibi daracık nefes alıp verişlerinize.
61
ama bir kale kaç iyelik eki ile kurulur bilmiyorsanız
siz yine de alışmayınız, çünkü
burçlarından kaç canavarın mahdut
kapısından kaç bin süvarinin vatansız
ve kaç kadının vasi karib ve muhit
çıktığını bilmiyorsanız
o güzelim elim kazalarında
dupdurun muhtelif kentlerin.
62
Güvenlik Kamarasındaki Kayıtlar
63
açmıyor, açılamıyor kentin böğründe o görüntü
güzel değil, hiç güzel değil yazmadığımız şiirlerin ömrü
özenilecek bir hayatın sesini bulabilmiş değiliz henüz
her bir yerlerinde sinyaller, bobinleri ve bonbonları
önümüzde açılıp duran bu harika. şey. de. ne?
ulaşmak istediğimiz numara, aranmış baştan aşağı
sakladığı ne varsa, belgeler, satıhlar ve cepheler
dökülmüş yapraklarından taptaşkın bir alına
yüzündeki
64
sonra yanıp sönen göstergeleri, dur kalk çizgileri
şeritleri, tenyaları, şıllıkları ile sokak
bir bağlantının şeklini alıyormuş meğerse
başka bir yerden başka bir zamana açılan
ve faturalarla doldurulmuş tüylü birşey gibi.
tabutla, müezzin, kara toprak ve bildik şeyler
okuduklarından bir halt anlamıyorum oysa
o sırada başka, başka bir şey ile meşgülüm
sıcak kestaneler arasında uzanan bir dilin
çocuk aklının derinliklerinde derdefin birşey
işte ananem ve babam eğiliyorlar, cennetin içine
alıp dışarı atabildikleri bir tutam kara toprak
hep bildiğimiz açıda bir kürek,
bir açıda duran saban bir de.
annem, kardeşim, fiiliyat.
65
Heyhat!
66
ve yansımalı gövdesi ile giriyoruz alışmayışmerkezinin
kapısından bir kaplıcaya girer gibi. gölgemiz camekan göl-
gemiz.baştan ayağa tuzak, baştan ayağa plastik, baştan
ayağa kromve titanyumsa bu burç, hangimizde tesellüm
sancağı var gururun, onurun, yenilmezliğin ve patlamış
mısır dükkanlarının. sevdiklerimizi rehin almış değil o
dükkanlar, ama yine de kapılarından teselli edici
armağanlar taşmıyor da değil. bir şey yaklaşıyor, bir
zaman, bir bayram, bir şölen orada özlediğimiz bir şeyin
değil, özlemeye az sonralığı ile bizi insan kılan o rezil
şeyin yüzü var, pahalı, derin, donuk bakmanın faizi ile
kuşatıp alıyor gözlerimizin çevresini kirpiklerimizi
yakarken; bir bakalit kart çıkartıyor bizi karanlıktan
aydınlığa, ha evet sen yanmasan, ben yanmasam..
67
sonra fark ediyorum ki, sen de ediyorsun belki de
mezar taşlarında oyuk oyuk yazan isimler,
o bakalit kartın üzerinde kabartma kabartma duruyor
ne mânâsı var bütün bunların diyorsun sen de içinden
hikayeden ve albeniden yoksun başka bir şeye doğru
koşarken.
arkandan hemen ben.
68
Frenses
69
yapayanlış çağıldayıp
kaç doğruyla yaralanacaksın
kaç kare üstüste binip de
mosmor karanlığın ortasında
grapon kağıdına dönmüş tenin
arşınlatacak bana turkuaz kavsini
öyle bir açıklığına doğru
ses verecek meleğin
damarlarına radyum zerketmeli
kalbin etrafı kuru kemik kafes
aydınlanır mı basılsa damarına
böyle şevkle, közle biçare et
öyle bir arşlarımıza doğru
süzülerek düşer mi
taşlarımıza doğru
70
Ölü Bir Mahfuz
orada
burada
Bir sır bir daha kapaklanıyor kendi üzerine
Sarılıyor geminden azına at salmış
Müşkül sokaklarında cehennemin.
72
Yazgıç mevzilerinde pis sokakların
Nehre bırakılmış bir firavunun uğulu gözleri
Kalkındırılır perişan kara gözlerinde ne Mısır
Ne İsfahan, kahvenin istifini bozmadan
Dökülebilir Çöl fincandan, çinileri ile
Kıpkırmızı bir Osmanlı utkusunun
Çimi biçilmemiş bozkırlarına nal
Düşer gibi açılır eller, dua, tülden
Ama çelik, kalbi ağır çektiğinden
Sol tarafında mahfuz bir iz taşır
Kahire, nehir de olmasa ne halt edilir
Midak sokağında bir kahveye girilir
destursuz.
73
Yunulur bir ki üç dört
Elif lam mim
Gömülür bir keder el ehzer
Geometrisi büzülür suskun bülbüllerin
Güller fışkıraraktan açabilir ne
Yöne düşer hürriyet dilekçesinin
Mü / hür / Mü Mü / hür / Mü Mü / hür / Mü
kısmı, memurlar ne için
Giyinir sabahları ve bu sabah
Akşama vardığında
Bu ceket, bu kravat, bu kızgın çöle
Sürülmüş günah, secdesinde ürpertir
Arabesk olan herşeyi, müezzinlerin
Ağzından ağır kalkınma hamleleri
Ve korkunç sanayileşmiş makamlar.
Düşer, düşer, düşer de mil
Göze çarpar, antenler, çanaklar
Ne tarafa döndürülmüşlerdir?
Ve siz kime döndürüleceksiniz?
74
Bu arap çölünde, bu isfahanda
Bu gerisin geri sürülmüş, ilaç tutmamış
Kös bozkırda ve çölde en aşağı katında
İşsizin ve yoksulun sefillik borsasındaki
Kağıtlarına, bir şeyler karaladığı için
Bir necib mahfuz makam kalmış.
İnsanın tenine yapışan
75
Tesellüm
geri alacağım
onurumun kuvars saatini
akreple yelkovan tepişirken
gözlerimin içinde, memurbaylardan
kırılmışsın
kırıldığın yerde taşlaşmış
izi peltek s10vg09li2019in
76
buğulu yüzün kaşın ellerin
sırasına selvi dikilmiş gökdelen
ucunda eriyip silinen
ve taşınan şehir hatlarında
fakat pullarından biliniyorsun önce
kökünden emdiğin su, toprak ve tarih
yapışmış üzerine seni getiren zarf
seni görünüyor kılıyor kılcal dağların
şiddetle çarpıyorum yüzünü rüzgara
rüzgar benim evim yordamım gövdem
kuklalarıyız bizi ihvan eden şirk’etin
77
temeline doymuş binalar gibi sevdim seni
taşla betonla borçla yürek ilmine karşı durdum
78
Delidumrulboğaçhankantura
I
ben kendimi kaybettiğimde
taklamakanlarda bulmadığım gündür ki
böyle seyiriyor gözüm,
zar zor işitiyorum sesleri
79
cevap basitti, çünkü bir seccade
duvarları dümdüz edebilirdi ve bu alın
benim tatarlığımın mührü gibi
benim tatar atalığımın mührü gibi
ben tatar ve ata ve mühür gibi
gözlerimin üzerine gerilmiş
bu çölü alın, şimdi alın, işte alın!
80
II
81
beğenmedim
bana gösterdiğin hiç bir düşmanı
çünkü birincisi ben bir türk olarak
bir ferman sahibine düşman derim
ve bir ferman sahibi yanyana durmuş
çeşitli kişilerden oluşur {bunlar gazete okumaz
bunlar sırıtmaz
bunlar gösterilmez
tutulmaz hayın ve taşkındırlar
bunlarsa bunlardırlar ve bunmuşlardır bir budunla bunca,
geçmek isterler bunlar karşıya
ve ben karşıya geçenlerden tiksinirim: aklım ermese de
yağmurla humusu bilirim}
ve bunlar fısıldaşmadan konuşur
öyle ki bana bunu rüzgar iletir
o zaman hem rüzgar
hem de ferman sahibi bir düşman
beklerim beklerim beklerim
öyle beklerim ki geldiğim
yere bile canım gitmek istemez.
82
III
Öyleyse!
türkler değişmektedir
türkler içlenmektedir
türkler dışlanmaktadır
türkler birbirlerini
türkler köleleştirmektedirler
türkler sevişmemektedir
türkler televizyon karşısında
türkler güzel değildirler artık
türkler hırçınlaşmaktadırlar
türkler yayılmakta
türkler toplanamamaktadırlar
türkler konuşmaktadırlar
türkler karışmaktadırlar
türkler birbirlerine sahip
türkler demektedirler
türkler apartmanda
türkler sokaklarda
türkler yarışmalarda ve sıralarda
türkler dört bacaklı masalarda
türkler evraklarda, fişlerde, kalabalıklarda
türkler huysuzlaşmaktadırlar
türkler dilsizdirler artık
türkler “hi” “hello” ve “shit”
türkler dört ayaklı köpeğin
türkler arkasında
türkler saf tutmaktadırlar
türkler kıtmirlerine mama almakta
türkler öyleyse
türkler mağaradadırlar artık
türkler suçlayamamakta
türkler bırakamamakta
türkler bağımlıdır artık
83
türkler rüzgarlarına
türkler fermanlarına
türkler düşmanlarına
türkler duvarlarına
türkler seccadelerine
türkler secde etmektedirler
türkler artık.
türkler değişmek kelimesinin
türkler en yavan anlamı
türkler türklerdir artık.
türkler uyumaktadırlar
türkler hüzünlenmekte
türkler şişinmekte
türkler acayipleşmektedirler artık
türkler kapitalistleşmektedirler
türkler ve bunu söylemek bile
türkler dilimi kaşındırır
türkler şoke olur
türkler hürriyet’indir
türkler şimdi ertuğrul’dan
türkler ne anlıyorsak
türkler işte odur.
türkler fukara değildirler artık
türkler fakir ve baykurtların
türkler istatistiktirler
türkler suçturlar ve suçludurlar
türkler ne karaşın ne aşkın
türkler hep taşkın ve vasıfsız
türkler pencerede iş ilanı
türkler kiralık
türkler çamura yatarlar
türkler aklanırlar
türkler uzun zamadır çakaldırlar
türkler çakarlar da çakaralmazlar
türkler akılda kalmayacaklarsa
türkler neredediler?
84
IV
ve ne zaman ki şiir
zengin çocukları için çok kolay
işçi çocukları için çok zor oldu
bir kazadan sıyrılmış bir çift dudak
gibi kalmıştım kendime
85
Düşmanlık potlacı
86
ben biriktirdiğiniz şeyim kimselere miras
plastik kart, cam duvar, krom dübel
bi’çare alarm ya da baştanayağa riya kokan
salonlar, oturma odaları, öğrenci evleri
imar planı bozkıra yan gelen yığıntı kentlerin
87
kaç kıtaya katar katar aşk dağıttınız
kervanlarınız ve filolarınız ve yollarınız
ezerek çiçekleri şirretliğinizi size nam yapar
sırıtarak bir sırtlan gibi alışveriştesiniz
artıklarıyla gübreleşmiş iş merkezlerinin
büfelerin, otobüs duraklarının
ortasında.
88
Ben hiç sevemedim ben demeyi
Ve önüme talihin atıp kaçtığı barkod-velileri
Hem, sorumlu değilim analarınızdan
Babalarınızdan ve iç yağı ile kavrulmuş şarkılarınızdan
Ama gölgesi ile işbirliği yaptığım doğrudur
kerhaneleriniz ve devlet dairelerinizin.
89
Ezilmiş, işsiz ve sırtlan soyundan
Geldiğiniz için belki de
Bir başka seviyorum sizleri.
Amin ey mü’minin.
90
Üstü Kalsın Cüzdanları
cebimde ellerimle
hangi madeni bunca buldum böyle
sevgilime uzak verdiğim pozda
şıkırtıları ile türlü ekonomik durumlar
hatırlatır bana
beni bu dünyaya bağlayan ağır kanatlarım
bozuk paralarım.
91
biliyorsun nartanem, paramızdan bolca sıfır atıldı
bütün o sıfırların hepsi kroma batırılıp
yürüyen orkestramıza katıldı.
92
Ofis Kadınları
93
NLİ NSİZ Sı.çraması
94
95
Zamanımızın BiR Şairinin Bilgisayarından
96
Dünyevi Pnömatik
97
Şairin İÇin Fizik Kanunları
98
99
Kitap günlüğü
29.01.2011
6.02.2011
ISBN: 978-975-01981-0-6
ﲁﱿ
ﲃ
vedeki
100
vedeki.com
ucuauuk
uiir
kitabu
dpec
skitabue
pecf
kitabug
pecqe421
ucu açık şiir kitabı