You are on page 1of 8

Neden Primitivizm?

John Zerzan

Debord’un biyografi yazarı Anselm Giap(1), 50 yıl önce Joseph Wood Krutch tarafından ortaya
atılan “Doğanın denetimi ile sağlanacak daha tam insan olabilme fırsatına ne oldu?” (2)
sorusunu anımsatarak, bugünün yapbozunu, neden ”insan eyleminin sonuçları insanlığın
kendisine böylesine düşman” olarak formüle etti.

Genel kriz hayatın her alanında hızlıca derinleşiyor. Biyosfer düzeyinde, bu gerçeklik fazla
korkunç olmasa banal diye adlandırılacak denli iyi biliniyor.

Türlerin soyunun tükenme oranındaki artış, dünya okyanuslarında ölü bölgelerin çoğalması,
ozon delikleri, yok olan yağmur ormanları, küresel ısınma, yaygınlaşan hava, su ve toprak
kirliliği bu gerçekliklerden bazıları.

Bunun toplumsal dünyayla tüyler ürpertici bir bağlantısı ise, yaygın ilaç kullanımına bağlı su
havzalarındaki kirlilik.(3) Bu durumda tahribat, ilaçlarla maskelenmiş kitlesel yabancılaşma
tarafından güdülüyor. Birleşik Devletlerde hayati tehlike yaratan obezite hızla artarken, ağır
depresyon ve kaygı rahatsızlıklarından milyonlar mustarip oluyor.(4) Geçtiğimiz on yıla oranla
gençler arasında intihar oranı 3 katına çıkmışken; evlerde, işyerlerinde, okullarda sık sık, çok
sayıda cinayetler patlak veriyor.(5) Ebola, Lassa humması, AIDS, Lejyoner hastalığı gibi
fizyolojik temelleri bilinen yeni hastalıkların ortaya çıkmasının yanı sıra; Fibromyalgia, kronik
yorgunluk sendromu ve diğer “gizemli” psikosomatik hastalıklar çoğaldı. Antibiyotiğe dirençli TB
ve sıtmanın dönüşü, teknolojik efendilik yanılsamasını alaya alırken, E Koli, Deli Dana hastalığı,
Batı Nil virüsü gibi salgınlardan bahsetmiyorum bile. Yalnızca modern ruhani sefalet üzerine,
üstünkörü yapılmış bir inceleme bile sayfalar sürecektir. Güç bela bastırılmış öfke, boşluk hissi,
Adan Z’ye tüm kurumlara duyulan inancın aşınması, yüksek düzeylerde stres, hep beraber
Claude Kamoouh’un “toplumsal bağlarda büyüyen çatlak” olarak adlandırdığı şeye katkıda
bulunuyor.(6)

Bugünün gerçekliği, mevcut teorilerin yetersizliğinin ve herhangi bir kurtarıcı projeden


vazgeçmişliğin altını çizmeye devam ediyor. Dünya üzerindeki yaşamdan geriye kalanların da
bizden alınıyor oluşu inkar edilemez görünüyor. İnsan durumunun aşırılığını ve gezegenimizin
geleceğinin kırılganlığını, birbiriyle eşleştirme öngörüsü ve çözümleme derinliği nerede? Sadece
basit bir biçimde mevcut bozulmanın ve kaybın özetiyle mi beraberiz?

Kriz dağınık olmasına rağmen her düzeyde bütünüyle görünür durumda. Ulrich Beck’in
açıkladığı gibi: “insanlar moderniteyi sorgulamaya başladılar… modernitenin öncülleri
dingildemeye başladı. Çoğu insan, aşırı sanayileşmenin derme çatma karakterinden tedirginlik
duyuyor.” Agnes Heller, egemen ilerleme ve gelişim ideolojisinin iddia ettiğinin tersine, doğadan
uzaklaştıkça, insan durumunun daha az istikrarlı ve karmaşıklığa dayanıksız hale geldiğini
gözlemledi.(8) Hayal kırıklığının yanı sıra farklı bir şeyin acilen gerektiği hissi büyüyor.

Yeni bir yönlendirme için, mücadele, teorisyenlerin neredeyse tamamen kaçındığı bir derinlikte
bulunuyor. Les Particules élémentaires’de (Michel Houlebecq’in binyılın son romanı) ifade
edildiği gibi, başarı şansı olmayan keyifsizliğin ve toplumsal güvenin çöküşünün ötesine geçmek
için, çözümlemeci perspektifin temelden değiştirilmesi gerekiyor.(9) Bu, başlatacaklar için,
Foucault’nun insan ilişkilerinin kaçınılmaz biçimde teknolojikleştiği çıkarımını reddetmeyi
içeriyor.(10)

Eric Voegelin’in öne sürdüğü gibi “ilerlemenin bedeli tinin ölümüdür”.(11) Fakat nihilizmin
ilerleyişi ile ilerlemenin nihilizmi birbiriyle özdeş ise; kırılma nereden, duraklama nereden
geliyor? İlerlemenin, teknolojinin ve modernitenin özetini sunmaktan, radikal anlamda, ayrı bir
tavır nasıl takınılabilir?

Yakın zamanın akademik modalarına hızlıca bir göz atmak gösterecektir ki, böyle bir perspektif
kesinlikle bulunmamaktadır. Fredric Jameson’ın yerinde formülasyonu, bize konuyu takdim
ediyor: “Postmodernizm, modernleşme süreci tamamlandığında ve doğanın gidişi o gidişken
sahip olduğunuz şeydir.”(12)

Postmodernizm, bozgunun ve tepkinin oluşturduğu bir değerler sisteminin aynasıdır,(13)


yabancılaşma ve tahribatın yeni aşırılıklarına uyum sağlayan irade ve idrak yetisinin çöküşüdür.
(13) Postmodernistlere göre neredeyse hiçbir şeye karşıt olunamaz. Ne de olsa, gerçeklik
fazlaca düzensiz, değişken, karmaşık, belirlenmemiş; karşıtlıklar ise, elbette ki, sadece yanlış
ikilikçiliklerdir(binarism). Anlamsız jargon ve sonu gelmeyen yan adımlarla modası geçmiş
ikilikler aşılır. Örneğin, Daniel White, “geleneksel Ezen-ezilen ya-ya da’sının ötesine geçen bir
postmodern-ekolojik değerlendirme…” buyurmuştur.(14)

Tüketici özgürlükler diyarında, “teknolojilerin nüfuz ettiği, teknolojilerin seçildiği bu karmaşık


düğüm noktasında,”(14) Mike Michael’e göre, kim herhangi bir şeyin yine de kusurlu olduğunu
söyleyebilir?(15) Postmodern sefilliğin dokunaklı sesi Iain Chambers ise, yabancılaşmanın
basitçe ebedi-verili bir şey olup olmadığını merak ederek soruyor: “Ya yabancılaşma, tüm
“ilerleme” içeren ereksellikleri engellemeyi tahsis eden yeryüzüne ait bir sınırlama ise?…Belki
de günümüz dünyasının kapitalist yapılanması karşısında, ayrı, özerk başka bir olanak yoktur.
Görünüşe bakılırsa, modernite, dünyanın batılılaşması, küreselleşme; öngörülebilir gelecek için
kurulmuş ekonomik, politik ve kültürel düzenin etiketleridir.”(16)

Yüzeye düşkünlük (derinlik yanılsamadır; mevcudiyet ve anındalık vardır), birleştirici hikayelerin


ve temellere dair araştırmanın engellenmesi, yöntem ve kanıtın farksızlığı, sonuç ve tuhaflık
üzerine vurgu, hepsi ifadesini postmodern kültürde etraflıca bulurlar. Bu tavır ve pratikler, onları
çekinmeden kucaklayan teknoloji ile her yere yayılmışlardır. Yine de, aynı zamanda, bu,
“düşünce” uğruna önemsizleştiren ve türeten tariflerin çekiciliklerini yitirdiğine dair işaretler
vardır.(17) Postmodern teslim oluşa bir panzehir, büyük oranda küreselleşme karşıtı hareket
olarak bilinen şeyde mevcuttur.
Bir zamanlar teknolojileşmiş varoluşun seçenekler sunduğunu düşünen, Jean-François Lyotard,
neo-totalitaryan, araçsalcı(enstrumentalist) hapsoluşun uğursuz gelişimi üzerine yazmaya
başladı. İlk makalelerinde, postmodern durumun bir parçası olarak duygulanım kaybına işaret
etmişti. Daha yakın zamanda ise, bu kaybı tekno-bilimsel hegemonyaya atfetmiştir. Lyotard,
araçsal akılolarak adlandırılabilecek şeyin toplumsal etkilerini çerçevelerken, kötürüm bireyler
patolojik egemenlikteki tablonun yalnızca bir parçasıdır. Ve tersine Habermas, bu araçsal akılın
otoritesine, “iletişimsel eylem” yoluyla asla medan okunmadığını söyler.(18) Lyotard, küresel
kentsel gelişimi ima ederek şöyle yazmıştır, “Biz, birleşik şehirlerde*, onun ikamet edilemez
olduğunu ilan ettiğimiz ölçüde ikamet ederiz. Aksi halde orada yalnızca misafirizdir.” Ayrıca,
“Batı denilen şey, birleşik şehirler ile nihilizmini dağıtır ve gerçekler. Buna gelişim denir.”(19)

Başka bir deyişle, en azından bazıları için, postmodern çıkmazdan dışarı bir yol olabilir. Halen
Sol ile doldurulmuşların daha farklı -“yalnızca” kültürel olmayı aşan- bir ağırlık azaltma hatası
mirası vardır. Gözden düşmüş ve ölü bir güncel olanak olarak, bu perspektifin de kaybolması
gerekir.

Hardt ve Negri’nin İmparator’u, solculuğun klasik yapay dokusu, bayat ve artık bir inceleme
olarak görev yapacaktır. Bu kendi kendini tarif eden komünist militanların, gelmekte olan kriz
hakkında herhangi bir fikri yoktur. Sonuç olarak, “modernitenin içinde olanaklar” aramaya devam
ederler. Komünist devrimlerinin ardındaki gücü “yeni üretim faaliyetlerine ve iletişimsel, biyolojik
ve mekanik teknolojilerin naylon ve akışkan arazisindeki üretici güçlerin yoğunluğuna”(22)
yerleştirirler. Solcu çözümleme, üretimci marksizmin kalbini, sürekli gelişen, standartlaşan, yıkıcı
teknoloji karşısında cesurca onaylar. Küçük bir azınlık hayret eder, Hardt ve Negri, yerli
kültürlerin ve doğal dünyanın yok oluşu ya da dünya çapındaki tamamen insanlıktan çıkışa
yönelik istikrarlı hareketi dikkate almakta başarısız olmuşlardır.

Claude Kornoouh “ilerlemenin tüm yaşayan varlıkların genetik stoklarının tümden


denetlenmesini getirdiği” canavarca “düşünce”yi göz önüne almaktadır. Ona göre, bu, “20.
Yüzyılın en kanlı totalitaryanizminin bile başaramadığı” bir mahkumiyete ulaşabilir.(22) Hardt ve
Negri, hiçbir öncülünü, dinamiğini ya da önkoşulunu sorgulamadıkları için, bu tür bir denetimden
çekinmezler.

Modernitenin yörüngesini idrak edememeleri nedeniyleİmparator’un militanlarının kendi


karşıtlarından biri, Oswald Spengler, tarafından teşhir edilmeleri hiç de küçük bir ironi değildir.

Batı’nın Düşüşü dünya tarihinin mükemmel şaheseridir ve bununla birlikte Batı uygarlığının içsel
mantığını kavrayışı, milliyetçi ve sağcı olan Spengler’in öngörüsündeki esrarengizliktir.

Spengler’in, teknolojik gelişim ve bunun kültürel ve çevresel etkileri hakkındaki, on yıllar önceki
düşünceleri konu ile özellikle ilgilidir. Küresel uygarlaşmanın dinamik, prometheusçu (Faustçu)
doğasının, kendi kendini tahrip eden kitle toplumu ve aynı derecede felaket dolu modern
teknoloji olarak gerçekleşeceğini görmüştü. Doğanın boyun eğdirilmesi kaçınılmaz biçimde
doğanın ve uygarlığın yok edilmesine yol açacaktır. Uygarlığın kendisi de, her şeyi mekanik
şekillerde yapan ve ya yapmaya çalışan bir makine haline gelmiştir.(23) Uygar insan “doğanın
karşısında ufak bir yaratıcıdır.” “…Yaşam dünyasının içindeki devrimci, kendi yarattığının kölesi
olmuştur. Yapayın, kişiselin, kendi kendini yapmış yaşam formlarının toplamı olan kültür sık
parmaklıklı bir kafesin içinde gelişir.”(24)

Marx sanayi uygarlığını, hem aklın somutlaşması hem de kalıcı bir başarı olarak görürken;
Spengler, onu fiziksel çevre ile bütünüyle uyumsuz ve bu yüzden de intiharla eş bir süreksizlik
olarak görmüştü. “Yüksek insan bir faciadır. Mezarlarıyla yeryüzünü bir savaş alanına ve çorak
bir toprağa çevirerek ardında bırakır. Bitki ve hayvanı, deniz ve dağı, kendi beraberinde çöküşe
çeker. Dünyanın yüzünü kanla boyamıştır, şeklini bozmuş ve onu sakat bırakmıştır.”(25)
Spengler “teknoloji tarihinin, kaçınılmaz sona doğru hızla sürüklendiğini” anlamıştı.(26)

Theodor Adorno, Spengler’in düşüncesinin birleşenleri ile hemfikir görünmektedir: “Batının


çöküşüne karşı durabilecek şey, yeniden doğan bir kültür değil, bu çöküşün resminde sessiz
sedasız bulunan ütopyadır.”(27) Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanmanın Diyalektiği(28)
uygarlığın eleştirisini, Siren’lerin aşk şarkılarını zorla bastıran odak Odysseus imgesi ile özünde
barındırır. “Uygarlık tarihi… feragat tarihidir.”(29) Diyalektik’in esas savıdır. Albrecht Wellmer’in
özetlediği gibi, “Aydınlanmanın Diyalektiği, telafi edilemez ölçüde karartılmış modernitenin
teorisidir.”(30) Kendisini destekleyen veriler ile devamlı olarak büyüyen bu perspektif, hem
teorinin kaynaklarını hem de ilerlemenin mantığını yersiz kılma eğilimindedir. Bütünüyle çok iyi
anladığımız bu durumdan hiçbir kaçış yoksa, daha fazla ne söylenebilir?

Herbert Marcuse, Eros ve Uygarlık’ta(31), uygarlık ve moderniteyi birbirinden ayırarak bir kaçış
rotası hazırlamaya çalıştı. Modernitenin “kazanımlarını” korumak için çözüm, “baskıcı olmayan”
bir uygarlık idi. Baskının kendinin kaçınılmaz bir şey olduğunu göstererek, “artı baskı”dan
(surplus repression) vazgeçecekti. Modernite üretime bağlı olduğu için, kendinde baskıcı bir
kurumdu; çalışmayı serbest oyun olarak yeniden tanımlamak hem moderniteyi hem de
uygarlığı kurtarabilirdi. Bunu, uygarlığın mantıksız ve hatta umutsuz bir savunusu olarak
görmekteyim. Marcuse, Frued’un uygarlığın asla reforme edilemeyeceği görüşünün aksini
ispatlayamamaktadır.

Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu’nda, uygarlığın temeli içgüdüsel özgürlüğün ve erosun zorla


yasaklanması olduğundan, baskıcı olmayan bir uygarlığın mümkün olmadığını iddia eder.
Çalışmanın ve kültürün var olabilmesi için yasak devamlı dayatılmalıdır. Bu baskı ve onun
devamlı varlığı uygarlık için vazgeçilemez olduğundan, evrensel uygarlık evrensel nevrozları
getirir.(32) Dukheim çoktan, insanlık işbölümü ve uygarlıkla yükseldikçe, “toplumun genel
mutluluğunun azalmakta” olduğunu yazmıştır.(32)

İyi bir burjuva olan Frued uygarlığı, çalışma ve kültürün gerekliliği ve insanların bu düşman
gezegende hayatta kalabilmesinin uygarlık sayesinde mümkün olduğu zemininde
meşrulaştırmıştır. “Uygarlığın asıl görevi, asıl varoluş nedeni, bizi doğaya karşı savunmaktır.” Ve
dahası, “Tüm bunlardan sonra, uygarlığın ortadan kaldırılması için çabalamak nasıl bir hainlik ve
dar görüşlülüktür! O zaman geriye, katlanması çok daha zor olan doğal durum kalacaktır.”(34)
Hobbes’un çizdiği uygarlık öncesi “pis, hayvani, ve kısa” olan doğal durum tarifi belki de batı
uygarlığının en temel destekçisidir. Adorno ve Horkheimer’ın da yaptığı gibi, elbette Freud da bu
görüşün altına imzasını atmıştır.

1960ların ortalarında, antropologların tarihöncesi anlayışında, teoriyi de derinden etkileyecek bir


paradigma değişikliği yaşandı. Anaakım antropoloji, somut arkeolojik ve etnografik
araştırmaların ışığında Hobbesçu hipotezi terk etti. Uygarlık öncesi-dışında kalan yaşam artık
daha özel olarak, hayvanların ve bitkilerin evcilleştirilmesinden önceki toplumsal varoluş olarak
tanımlanıyor. Güçlü kanıtlar gösteriyor ki; yemek arayıcı ya da avcı-toplayıcı varoluş biçiminden
tarımsal yaşam biçimine Neolitik geçişten önce, birçok insan bolca boş vakte, gözle görünen
cinsiyet özerkliğine ya da eşitliğine, eşitlik ve paylaşım temelinde değerler sistemine sahipken,
örgütlü şiddet bulunmamaktaydı.

1966 yılında Chicago Üniversitesinde gerçekleşen (yanlış adlandırılmış) “Man the Hunter”
konferansı, yüzyıllardır karmaşık emperyalist Batı kültürünün tüm baskıcı kurumlarını
meşrulaştıran Hobbescu dünya görüşünün tersine çevrilmesinde ilk adım oldu. Yeni
paradigmayı destekleyen kanıtlar, Marshall Sahlins, Richard B. Lee, Adrienne Zihlman ve daha
birçokları gibi antropolog ve arkeologların araştırmalarından geliyordu;(35) bu çalışmalar, şu
anda bütünüyle ulaşılabilir ve lisans derslerinden alan araştırmalarına kadar her şeyin temelini
sağlamaktalar.

Arkeologlar, bundan 2 milyon yıl önce Paleolitik atalarımızın nasıl barış dolu, eşit ve sağlıklı
hayatlar sürdüklerini, örnekleriyle ortaya koymaya devam ediyorlar. Bundan 2 milyon yıl önce
yumrulu sebzeleri pişirmek için ateş kullanılması, uzun mesafe deniz yolculuğunun 800.000 yıl
önce gerçekleşmesi, bizimkine eşdeğer bir zekanın varlığını kanıtlayan bulgulardan yalnızca
ikisi.(36)

Genetik mühendisliği ve eli kulağındaki insan kolonlama, bundan 10.000 yıl önce doğanın
denetimi ve ehlileştirilmesinin, atalarımızın hayvanları ve bitkileri evcilleştirmeye başlayarak,
harekete geçirdiği dinamiğin yalnızca görüngüleridir.

Öyleyse, insan varlığının son 400 neslinde, toplumsal düzeyde en ince ayrıntısına kadar
düzenlenmiş denetime paralel olarak, tüm doğal yaşam en derin düzeylerde sömürgeleştirilmiş
ve nüfuz edilmiştir. Şimdi bu yörüngenin aslında ne olduğunu görebiliriz: hiçbir şekilde zorunlu
olmayan, ancak kaçınılmaz olarak tüm zarflanmış tahribatı getiren bir dönüşüm. Dünya çapında
arkeolojik bulgular anlamlı olarak gösteriyor ki, birçok insan grubu tarımı ve/ve ya kırsal yaşamı
denedi ve sonradan avcı toplayıcı stratejilere geri dönerek bundan vazgeçti. Diğerleri
komşularının edindiği evcilleştirme pratiklerini benimsemeyi nesiller boyunca reddetti.

İşte şimdi, teori ve pratikte, primitivist bir olanak ortaya çıkmaya başladı.(37) Teknolojiye yönelik
kuşkulara uygarlığın kendisine yönelik olanlar da eklenmelidir. Gittikçe büyüyen tarihöncesi
insanlığın belgeleri, çok uzun bir dönemin yabancılaşmamış insan yaşamı, savunulamaz
modernitenin gittikçe çoğalan keskin başarısızlıkları karşısında keskin bir zıtlıkla durmaktadır.
Habermas’ın sınırlılıklarını tartıştığı bağlamda, Joel Whitebook şöyle yazmıştır, “Toplumsal ve
ekolojik krizin derinliği ve kapsamı o kadar büyük ki, dünya görüşlerinde çığır açacak bir
dönüşüm haricinde hiçbir şey ona orantılı olamaz.”(38)

Castoriadis, o zamandan, radikal bir dönüşümün, “iş bölümünün şu anda bilinen tüm formlarına
bir saldırı başlatmayı gerektirdiği” sonucuna vardı. (39) Tarih öncesi boyunca ağır ağır ortaya
çıkan iş bölümü, evcilleşmenin temeliydi ve teknolojik zorunluluğu ileri gütmeye devam etmekte.

Mücadele, George Grant’ın “ teknolojinin potansiyellerinin bir bir ortaya çıkmasını yalnızca
kıyametin yavaşlatabileceği”(40) bir dünyada yaşadığımız tezini çürütmeli ve Claude
Kornoouh’un, devrimin ancak, ilerlemenin karşısında yeniden tanımlanabileceği düşüncesini
gerçekleştirmelidir.(41)

(2002)

Çeviren: Kıvılcım İ.

Kaynak: http://www.johnzerzan.net/articles/why-primitivism.html

*Çevirenin Notu: Megalopolis: şehirlerin yayılarak birbiriyle iç içe girdiği birleşik şehirler.

Dipnotlar:
1. Anselm Giap, Guy Debord (Berkeley, 1999), sf. 3.
2. Joseph Wood Krutch, Human Nature and the Human Condition (New York, 1959), sf.
192.
3. J. Raloff, “More Waters Test Positive for Drugs,” Science News 157 (April 1, 2000).
4. Hayati tehlike yaratan obezitenin artışından birçok makalede bahsedildi, ancak şu anda
asıl rakamlar anlaşılabilir değil. Yetişkin Amerikalıların %27si depresyon ve kaygı
bozukluklarından muzdarip. Bakınız. “Recognizing the Anxious Face of Depression,” G.S. Malhi
et al, Journal of Nervous and Mental Diseases 190, June 2002.
5. S.K. Goldsmith, T.C. Pellner, A.M. Kleinman, W.E. Bunney, eds., Reducing Suicide: A
National Imperative (Washington, D.C., 2002)
6. Claude Kornoouh, “On Interculturalism and Multiculturalism,” TELOS 110 (Winter 1998),
sf. 133.
7. Ulrich Beck, Ecological Enlightenment: Essays on the Politics of the Risk Society
(Atlantic Highlands, N.J., 1995), sf. 37.
8. Agnes Heller, Can Modernity Survive? (Berkeley, 1990), sf. 60.
9. Michel Houlebecq, Les Particules élémentaires (Paris, 1998). Daha basitçe, Zygmunt
Bauman, Liquid Modernity (Cambridge, 2000) ve Pierre Bordieu, Contre-feux: propos pour
servira la résistance contre l’invasion néo-libérale (Paris, 1998), özellikle p. 97, modern toplumu
bu satırlarda tanımlıyorlar.
10. Michel Foucault, “What is Enlightenment?” The Foucault Reader içinde, ed. Paul
Rabinow (New York, 1984), sf. 47-48.
11. Eric Vogelin, The Collected Works of Eric Vogelin, vol. 5, Modernity Without Restraint
(Columbia, MO, 2000), sf.105.
12. Frederic Jameson, Postmodernism, or, The Cultural Logic of Late Capitalism (Durham,
NC, 1991), p. ix.
13. John Zerzan, “The Catastrophe of Postmodernism,” Future Primitive (New York,
1994).↩
14. Daniel R. White, Postmodern Ecology (Albany, 1998), p. 198. Bordieu şunu kaynak
gösteriyor: “postmodern filozofların “ikiliğin baskısı” diye boşuna ciyaklamaları. Bu ikilikler
şeylerin (yapıların) derinlerine kök salmışlardır ve gövdelerinde, yalnızca sözsel adlandırmanın
basit etkisinden saçılmazlar ve performatif büyü ile yok edilemezler…” Pierre Bordieu,
Masculine Domination (Stanford, 2001), sf. 103.
15. Mike Michael, Reconnecting Culture, Technology and Nature (London, 2000), sf. 8.
Başlığın kendisi tahakküme boyun edişin bir ifadesidir.
16. Iain Chambers, Culture After Humanism (London, 2002), sf. 122, 41.
17. Değişik alanlardan son dönemdeki başlıklar bir değişim gösterir. Örneğin, Calvin O.
Schrag and Postmoderniteden sonra Felsefenin Görevi, eds. Martin Beck Matustîc and William
L. McBride (Evanston, IL, 2002) and Postmodernizmin Ötesinde Aile Terapisi by Carmel
Flaskas (New York, 2002). Postyapısalcılıktan Sonra: Teorinin Entelektüel Tarihini Yazmak,
eds. Tilottama Rajan and Michael J. Driscoll (Toronto, 2002) başlangıç ve ilkel temaları sık sık
görünmektedir.
18. Jean-François Lyotard, “Domus and the Megalopolis” [rahatlıkla postmodernizm karşıtı
olduğu söylenebilir, “From Domus to the Megalopolis”] in The Inhuman: Reflections of Time
(Stanford, 1991), sf. 200.
19. Lyotard, The Inhuman, p. 200, and Postmodern Fables (Minneapolis, 1997), sf. 23.
20. Michael Hardt and Antonio Negri, Empire (Cambridge, MA, 2000).
21. Hardt and Negri, sf. 218.
22. Claude Kornoouh, “Heidegger on History and Politics as Events,” TELOS 120 (Summer
2001), sf. 126.
23. Oswald Spengler, Man and Technics (Munich, 1931), sf. 94.
24. Spengler, Man and Technics, sf. 69
25. Spengler, Früzeit der Weltgeschichte, #20, p. 9. Quoted in John Farrenkopf, Prophet of
Decline (Baton Rouge, 2001), sf. 224.
26. Spengler, Man and Technics, sf. 103.
27. Theodor W. Adorno, Prisms (London, 1967), sf. 72.
28. Max Horkheimer and Theodor Adorno, Dialectic of Enlightenment (New York, 1947).
29. Horkheimer and Adorno, Dialectic of Enlightenment, sf. 55.
30. Albrecht Wellmer, Endgames: the Irreconcilable Nature of Modernity (Cambridge, MA,
1998), sf. 255.
31. Herbert Marcuse, Eros and Civilization (Boston, 1955).
32. Sigmund Freud, Civilization and its Discontents (New York, 1961).
33. Emile Durkheim, The Division of Labor in Society (New York, 1933), sf. 249.
34. Sigmund Freud, “The Future of an Illusion,” The Complete Works of Sigmund Freud, vol.
21 (London, 1957), sf. 15.
35. Önemli yazılar şunları içeriyor: Eleanor Leacock and Richard B. Lee, Politics and History
in Band Societies (New York, 1982); Richard B. Lee and Richard Daly, The Cambridge
Encyclopedia of Hunters and Gatherers (Cambridge, 1999); Marshall Sahlins, Stone Age
Economics (Chicago, 1972); Colin Turnbull, The Forest People (New York, 1968); Adrienne
Zihlman, et.al., The Evolving Female (Princeton, 1997).↩
36. M.J. Morwood, et. al., “Fission-track ages of stone tools and fossils on the east
Indonesian island of Flores,” Nature (12 March 1998), örneğin.
37. Bu eğilim, gittikçe artan anarşist-yönelimli keüreselleşme karşıtı hareketinde Amerika’da
yükseliştedir. Sayısı gittikçe artan dergilerden bazıları şunlardır: Anarchy, Disorderly Conduct,
The Final Days, Green Anarchy, Green Journal, and Species Traitor. Şunları kapsayan yazılar:
Chellis Glendinning, My Name is Chellis and I’m in Recovery from Western Civilization (Boston,
1994); Derrick Jensen, Culture of Make Believe (New York, 2002); Daniel Quinn, Ishmael (New
York, 1995); John Zerzan, Running On Emptiness: the Pathology of Civilization (Los Angeles,
2002).
38. Joel Whitebook, “The Problem of Nature in Habermas, “ TELOS 40 (Summer, 1979), sf.
69.
39. Cornelius Castoriadis, Crossroads in the Labyrinth (Cambridge, MA, 1984), p. 257. Also,
Keekok Lee, “To De-Industrialize — Is It So Irrational?” in The Politics of Nature, eds.. Andrew
Dobson and Paul Lucardie (London, 1993).
40. George Grant, Technology and Empire (Toronto, 1969), sf. 142. Of course, the situation
grows more and more grave, with sudden, dire changes very possible. M. Sheffer, et. al.,
“Catastrophic Shifts in Ecosystems,” Nature (11 October 2001); M. Manion and W.M. Evan on
the growing likelihood of disasters, “Technological Catastrophes: their causes and preventions,”
Technology in Society 24 (2002), sf. 207-224.
41. Claude Kornoouh, “Technique et Destin,” Krisis 34 (Fall, 2000).

You might also like