Professional Documents
Culture Documents
Reklamla günlük hayatımızda iç içeyiz. Bu nasıl bir iç içelik, nasıl bir ilişki?
2011'in ilk günlerinde, TRT-3' te yayınlanan bir klasik müzik programında çalınan bir
Şostokoviç parçası, reklam kuşağına girmeleri gerektiği anonsuyla, programcı tarafından
yarıda kesildi. Bu ilk kez tanık olduğum bir şeydi. Canlı olmayan bir program, süre hesabına
bile gerek görülmeden pat diye kesilebiliyor. Bu kadar otorite sahibi bir şey reklam.
Yine aynı günlerde, oyuncuları dahil, dizi film çalışanları eylem yaptı. Kırk beş dakikalık dizi
filimlerin doksan dakikaya çıkarılmış olmasını protesto ettiler. Röpörtajlar sonucu ortaya
çıktı ki, bir dizi film içine iki reklam kuşağı alabilmek ve böylece patronların para
kazanabilmesi için tek yol bu imiş. Bu nedenle de çalışanların gecesi gündüzüne
karışmaktaymış. Ürkütücü.
'Met'alaşmış ürün', 'seri üretim' kavramlarına ek olarak 'reklamı finanse edenin' markanın
sahibi olması koşulu, reklamı oluşturan üçüncü öğe gibi görünüyor. (İşin temeli bu olmakla
birlikte, sponsorluk anlaşmaları gibi yeni mekanizmalar kullanılarak, reklamın finansmanı da
bir şekilde dağıtılmakta, böylece reklama maruz bırakılan hedef kitlenin savunma
mekanizmaları yıkılmaktadır. Bu yeni bir manipülasyon yöntemidir. - Mili takımlar sponsoru
'falan filan' firmanın logosunu taşıyan milli sporcular yarattıkları başarılar sırasında kitleyle
kurdukları özel iletişim içine ister istemez enjekte ettikleri bir doz 'logo' ile sponsora geri
ödeme yapmaktadırlar.)
Reklamın temel ve ilkel niteliğine dönecek olursak, bir ürünü bir başka ürüne tercih
etmemizi sağlamaya çalışan, bunun için her yolu kullanan bir mekanizmayı tartışmak
istiyorum.
Bir önceki paragrafta belirlenen üç özelliği düşünürsek (met'a- seri üretim- reklamın
finansörünün markanın sahibi olması) , üçünün bir arada gerçekleşmesi her zaman 'marka'
yı yaratır. Bu da reklamın, markaya has bir araç olduğu anlamını taşır. Arçelik de, Beko da
Koç grubuna ait firmalar olduğu halde, ayrı markalar olduğu için reklamları ayrı ayrı yapılır.
Köyden metropollere bir yerleşim yelpazesi düşünürsek, ürünlerin insan hayatındaki yerinin
giderek arttığını kolaylıkla görürüz. En uç durum, en büyük metropoller olduğu için,
tartışma alanını metropol bireyi olarak belirlemek istiyorum.
Bu nasıl olur?
Reklamlara, veya ürünün kendisine ilk tepkimiz beli belirsiz bir 'var-yok' tepkisidir; yani
'Evet, bu bende var.', 'Hayır, bu bende yok.' veya 'bu da neymiş' merakı...Bu tepki, sahiplik
ilişkisinin temelini atar. (Varsa benim, yoksa benim değil) Sahiplik ilişkisi hem 'ben' i
tanımlayan bir ilişki haline gelmiştir, hem de aidiyet tanımlar. Öyle ki bir çok insan,
kullandığı markalarla ve bunların bir araya getirdiği kompozisyonla kendini tanımlayabilir.
Buna imaj dendiğini sık sık görmüşüzdür.
Çocuk oyuncu reklamda, “Benim babam, Toyota gibi adam.' derken, saflık, samimiyet,
arkadaşlarını mat etme, ve güvenirlikten söz ediyordur. Bunun bir bedeli olduğu da gizli
mesajdır.
Peki, reklamlarla iç içe yaşamamızın sonucunda bize ne oluyor; birey ve toplum olarak?
Bu yetmiyor. Her reklam bir öykü, bazan 'dizi öykü' barındırıyor. Böylelikle reklam öyküsüyle
birlikte hayatımızın parçası haline geliyor. Bu, zaman, süreklilik ve ilişkisel derinlik
algılarımızı yapaylaştırarak tahrif ediyor. Her şeyin kısa sürede ve mantıklı olarak
sonuçlanmasını ve fazla çaba harcamadan sorunsuz sürmesini istiyoruz. Çocuklarımızın
sorularına kısa, mantıklı cevaplar veriyoruz. Bir daha ilgilenmiyoruz. Uzun erimli, ancak
para getirmeyen, çalışmalara girişemiyoruz. Bahsettiğim biz, tabii ki reklamın hedef kitlesi
olan biz. Bu biz, bazan kişiliğimizin bir bölümü, bazan tamamı.
Öte yandan, reklamın hedef kitlesi, diyelim ki televizyon seyreden, herkes değil. Her ne
kadar reklamların hepsi aynı reklam kuşağında yayınlansa da, her reklamın farklı bir hedef
kitlesi var. Hedef kitlenin dışında kalan kümeleri iki uçta tanımlayabiliriz. Her şeyi satın
alabilecek kadar zengin olanlar ve hiçbir şey satın alamayacak kadar fakir olanlar. Birinci
küme, ya reklamın finansörleridir ya da sınıfsal müttefikleri. İkinci küme ise ya tamamen
toplumdan dışlanmışlardır, ya da aidiyet sorunlarıyla başa çıkmaya çalışan dar gelirli
çalışanlar ve aileleridir. (Budistler v.b. bu tartışmanın dışında.) Aradaki ekonomik kümeler,
değişik alt kümeleriyle reklamların hedef kitlelerini oluştururlar; öğrenciler, çocuklar,
gençler, iş adamları, babalar, analar, öğretmenler, esnaf, boyacı, bankacı...ne satmak
istediğine bağlı olarak aynı nüfus ve bir kaç toplumsal sınıf içinden sayısız hedef kitle
çıkarmak mümkündür.
Yaşamın kendisini yeniden üretmesi gittikçe zorlaşıyor. Sıkıcı bir hale geliyor yaşam.
Yaşamı yeniden üretecek olan sanat, felsefe, bilim, spor, sohbet, tartışma v.b. hayatımızda
hem giderek azalıyor, hem de her birinin içeriği, tarzı sistemleştirilerek değiştiriliyor
Bu değişim, yaşamı yeniden üretecek olan sevgiyi destekleyen bir değişim değil.
Kapitalizmin içkin özelliklerinin yarattığı yaşamsal sistem geleceğimizi tehdit ediyor.
Küresel ısınma, türlerin yok olması gibi devasa olgular da bunun bir göstergesi.