You are on page 1of 16

“LAZ FIKRALARI” ÜZERİNE...

Nilüfer Taşkın

Laz bir garson, çalıştığı lokantanın dışarı servisi için verilen adrese yemek
götürmeye gider, adresi bulamayıp geri döndüğünde siparişi veren müşterinin telefonu
ile karşılaşır. Müşteri, adresi bulamadığını söyleyen garsona alaylı bir ses tonuyla:
“Laz mısınız?” diye sorar.Garsondan “Evet” cevabını alan müşteri şöyle der:
“Estağfurullah…”

Bugün “Laz” sözcüğü, bir isim olmaktan çıkıp “zekası kıt” ya da “mantık dışı”
anlamında kullanılan bir sıfat haline dönüşmüştür Türkiye’de, Temel/Fadime de bu sıfatın
tamlananı… Makalemizde bu anlam kaymasının, tabiri caizse popüler kültür tarihi içinde
arkeolojik bir kazı yapılarak izi sürülmeye çalışılacaktır.
Amacım “Lazlar aslında çok akıllı bir millettir” gibi romantik ön kabullerin ispatına
girişmek değil, “Laz” stereotipinin tarihsel olarak izini sürmek ve bugünkü varoluşunun
sosyal koşullarını anlamaya çalışmak olacaktır.
Bunu yaparken de imparatorluk döneminin İstanbul’unun popüler kültür dünyasında
önemli yeri olan Karagöz’den başlanıp; günümüzde sinema- televizyondaki yansımalarına
bakılacak, son olarak da daha geniş bir biçimde bugün Laz/Temel/Karadenizli denince akla
ilk geleceklerden olan “Laz Fıkraları” üzerinde durulacaktır.

Lazlar Kimdir?

“Laz” kelimesi Türkiye’de yaygın olarak Samsun’dan Sarp sınır kapısına kadar olan
Karadeniz Bölgesi’nde yaşayanları tanımlamak için kullanılır ve bu terim ile belli bir yaşam
tarzının farklılığına gönderme yapılır.“Açık olan şudur ki , diğer Anadoluluların gözünde ,
Rize bölgesinde yaşayanlar kendilerine hiç benzememektedirler: yiyecekleri , giysileri ,
konuşmaları , evleri vs. hepsi farklıdır.” (Hann ,1999:12) Oysa kendilerini tarihsel olarak
“Laz” ismiyle tanımlayan ve “Lazca./Lazuri”2 konuşanlar günümüzde, Türkiye’nin Doğu

1
Bu makale 2003 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne, Yard. Doç Dr. Meral Özbek danışmanlığında tarafımca
sunulan “Laz Fıkraları ve Lazların Kentleşme Süreci” adlı lisans tezi esas alınıp kısaltılarak yeniden yazılmıştır.
2
Lazlar ,Kafkasya orijinlidir. (Hann ,1999: 18) Dilleri Lazca (Lazuri) , Megrelce (Megruli) , Gürcüce
(Kortuli) ve Svanca’nın (Svanuri) dahil olduğu Güney Kafkas Dil ailesinin bir üyesidir. (Bucaklişi,
Uzunhasanoğlu ,1999: XV) Lazca , Doğu Karadeniz’de Türkçe (pek çok şive/ağız zenginliğiyle birlikte ,
Gürcüce ,Pontus Rumcası ve Hemşince ile yakın kültürel coğrafi bağlamda konuşulmaktadır.

1
Karadeniz kıyıları boyunca Rize’nin Pazar (Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar Atina) ,Ardeşen
, Çamlıhemşin , Fındıklı (Vitze) ve Artvin iline bağlı Arhavi (Arkabi),Hopa ve Borçka
ilçelerinde ; Batı Anadolu’daki bazı muhacir köylerini;Türkiye’nin büyük şehirlerindeki
büyük çaptaki diasporada (Avrupa’daki gurbetçilerden de bahsedilebilir) ve Gürcistan’da
sınırlı bir coğrafi alanda yaşamlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla yaygın kanının aksine,
kentsel göçlerin dışında, Trabzon ya da Rize’nin tamamı Lazların otokton olarak yaşadığı
kentler değildirler.

Bu tarihsel kavram karmaşası, yeni olmamakla birlikte, basit bir yanlış anlamanın
ötesinde, bölgenin etnik ve linguistik özelliklerini gizlemeye hizmet etmiştir. (Aktaran, Avcı,
2002:5)

“Laz” terimine ilişkin yanlış kullanıma 1906 Trabzon Vilayet Salnameleri’nde de


dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla kavram karmaşası sadece bugün geçerli değildir:

“Diğer memleketlerde bu Vilayet halkının hepsi Laz namıyla anılırsa da bunun bir
bilgisizlik sonucu olduğundan şüphe yoktur. Çünkü Lazlar dilleriyle ve adetleriyle ve yaşam
tarzlarıyla diğerlerinden ayrılırlar. (Aktaran, Avcı, 2002:6)”

Genel itibariyle bakıldığında, Laz terimine dair karışıklığı yaratan en önemli unsur, bu
terimin ayırt edici bir etnik/kültürel kategori olarak değil bölgesel bir isimlendirme olarak
kullanılmasıdır.

Bu makalenin merkezinde “etnik bir grup”1 olarak Lazlar olmasına rağmen, çoğu
durumda Doğu Karadeniz’de yaşayan ve benzer karakteristik özelliklere sahip Türkleri,
Rumları, Hemşinlileri ve Gürcüleri de kapsayıcı bilgi ve yorumlardan oluşmaktadır.

KARAGÖZ’DE “LAZ”

Bu tipolojinin arkeolojisini yaparken on altıncı yüzyıl başından yirminci yüzyıla kadar


Osmanlı İstanbul’undaki önemli gösteri, eğlence türü olan “Karagöz”den başlamayı
seçiyorum. Kuşkusuz bu seçim, büyük ölçüde öznellik içerir ama nedenleri görüldüğünde
nesnel boyutu da açığa çıkacaktır.

‘Karagöz’ün popülerleşmesinde, mekânın birincil etkisi vardır . Öyle ki bu dönemde


İstanbul, adeta imparatorluğun etnik-kültürel bir örneklemi ve “öteki” ile karşılaşmanın
mekânı idi. Dolayısıyla da burada kahramanımız “Temel/Fadime”ye de imparatorluğu
oluşturanlar arasında Karadeniz’i temsil edenler olarak bakabiliriz.

1
“Etnik grup” ile en geniş tanımı ile “aralarında kültürel ortaklık olduğu düşünülen gruplar”ı kastediyorum.

2
“On dokuzuncu yüzyıl demografik yapısına baktığımızda İstanbul nüfusunun %45-
50’sinin Müslüman , %15-20’sinin Rum , %15-20’sinin Ermeni , %12-15’inin yabancı
uyruklu , %5’inin Yahudi , %1-2’sinin de Katolik, Protestan, Latin ve Bulgar olduğunu
görürüz. Bir kalem altında toplanan Müslüman grubun içindeki etnik-kültürel farklılaşmayı
da hesaba katarsak (Türkler, Araplar, İranlılar, Azeriler, Boşnaklar, Arnavutlar, Lazlar,
Çerkezler, vb.) İstanbul’un dil, din ve kültür çeşitliliğinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz”
(Mizrahi, 1998,86)

Karagöz’de perdeye tekil insan değil, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan çeşitli
toplulukları simgeleyen insan tipleri kuklalar aracılığıyla yansıtılır. Toplumun çeşitli
kesimlerinin birer simgesi olan bu tipler; şiveleri, konuşma biçimleri ve davranış
özellikleriyle kalıplaştırılmıştır. Böylelikle oyunlarda “insan” yerine ana çizgileriyle
belirginleştirilmiş, bir “tavır” öne çıkmaktadır. Bu tavırda, tipin ait olduğu etnik ya da
toplumsal küme, bu kümenin ekonomik ve toplumsal durumuna ilişkin olarak ortaya çıkan
ahlak, eğitim, gelenek gibi kültürel özelliklerde sivriltilen zaaflar betimlenir. “İnsan,
karakter ayrıntıları ile yaratılmadığı için de eleştiri kişiye yönelik değil tavra yöneliktir” .
(Sokullu, 1997: 132). Kişilerinin türlü kılıkları, çeşit çeşit giysileri, birbirine benzemez
dilleri, değişik adetleri ve eylemleriyle canlı bir etnografya müzesini andıran İstanbul,
toplumsal güldürünün serpilip gelişmesine elverişli bir ortam sunar. Karagöz’ün dokusunu
olay-öyküden çok, konu edindiği kişiler oluşturur. “Perdede esnaf, çiftçi, küçük kalem sahibi
vb. orta sınıftan şehir ve köy halkını ele alır Karagöz. Bu sınıfın kişilerini, gerçek yaşamda
yaptıkları konuşmalar ve davranışlarıyla sunar. Hiç kuşkusuz Karagöz’ün diline dolayacağı
bu kişiler, çeşitli gülünçlüklere ve eğlendirici olaylara malzeme olur.” (Bingül, 2002) Bu
karakterlerin yaratılmasında yer yer ince alay ve eleştiri olmasına rağmen herhangi bir
küçümsemenin söz konusu olmadığı söylenmektedir. (Toy, 2002) , Çünkü kentteki bu
çeşitlilik, birbirinden yalıtılmış kültür adacıkları halinde değil, şehrin gündelik hayatında iç
içe geçmiş haldeydi. Bunu sağlayan en önemli unsur mesleki ihtisaslaşmaydı. Bir İstanbullu
gündelik hayatı içinde gereksinim duyduğu mal ve hizmetleri karşılarken değişik etnik/dini
gruplarla etkileşim içindeydi. (Mizrahi, 1998:87) Dolayısıyla bir hoşgörü ortamının mutlak
olduğu söylenebilir.
Daha önce de söylendiği gibi bu karakterlerin canlandırılmasındaki temel kriterler en
görünür olan tavır ve davranışlardan alınıyordu. Dolayısıyla derinlemesine değil, yüzeysel
“tipleme”lerden söz edilebilir. Bu psikolojik genellemenin coğrafi açıdan da geçerli olduğu
söylenebilir. Demek istediğim bir “Arnavut” tiplemesinin Balkanları temsil etmesi , “Kürt”
tiplemesinin Doğu Anadolu’yu temsil etmesi gibi “Laz” tiplemesi de (Doğu) Karadeniz’de

3
yaşayan halkı temsil eder. Karagöz’de genel olarak aceleciliği, hızlı ve çok konuşmasıyla
“karikatürize” edilen “Laz” , ya kayıkçı ya da kalaycıdır. (And, 1975, 67–75)
Karagöz gibi o dönemde anlatılan fıkralar da içinden çıktığı toplumsal-siyasi yapıyla doğrudan ilintilidir:

“...aynı zamanda Osmanlı döneminden kalmış fıkraların pek çoğu da milliyet esprisine
dayanır. Şimdi, o insanlar kalmayınca, fıkralar da unutuldu. Olur, olmaz her fıkra “Laz”
diye anlatılıyor.” (Belge, 1995:13)

GÜNÜMÜZ POPÜLER KÜLTÜR DÜNYASINDA “LAZ”

Osmanlı’nın Karagöz’ünden Türk Sinemasına; romanlarından1 , fıkralarına süregelen


“Laz” tipi bölgedeki dil, müzik, dans gibi karakteristik kültürel yapı göz önüne alındığında
Trabzon etno- kültürel özellikleri çağrıştırır.
Pontus (Karadeniz) Yunanlıları, Yunanca eski adı Trapezus olan Trabzon’da , “...bu
sahilde ve onun kar çiçeğine kadar uzanan yeşil, sisli vadilerinde yaklaşık iki buçuk bin
yıldan fazla yaşadılar. Romalıların, sonra Bizans imparatorlarının, sonra kısa süre için
Trabzon’da imparatorluk yapan Büyük Komnenosların egemenliğine girdiler. Sonra Türkler
geldi. Pontus Yunanlıları, biraz uzlaşıp, biraz Müslümanlığa girerek bunu da atlattılar. Son,
1923’te, diplomatik dilde ‘mübadele’ olarak, diplomatik olmayan Yunanca’da ise Katastrofi
olarak bilinen olayla geldi.” (Ascherson, 2002:226) “Üç bin yıl Pontuslu olan halkın dili
olan Yunancanın Pontus diyalekti, yirminci yüzyıl Atinalıları tarafından anlaşılamayacak
kadar farklılaşmıştır”. (Ascherson, 2002:235) Trabzon denince akla coğrafi sınırlar yerine
kültürel sınırlar gelmelidir.
“Yunanistan’da yaşayan Pont Greklerinin de, modern Türkiye’nin Lazları gibi “Lazoi”
olarak adlandırılmaları bir rastlantı değildir. Laz terimi aynı zamanda bölgenin etnik
çeşitliliğini de saklar. Çoğu kişi yalnızca, yazılı eserlerde Türkçeleri acayip aksanlı ve komik,
zeki, ama kurnaz karakterli olarak geniş ölçüde tartışılan, bir dereceye kadar aykırı stereo
tiplerden haberdardır. Enerjik, cesur, vahşi, kadınlara zalim ama çocuklarının eğitimine
düşkün oldukları düşünülür. Bu genel stereo tip, daha doğuda yaşayan küçük gruplar (Laz,
Gürcü, Hemşinli) için küçük bir alan bırakır.” (Hann , 1999:23)
Sinema, televizyon vs. görsel olarak günümüzün en önemli bilinç belirleyen araçları
olması bakımından önemlidirler. Bu yüzden sinema ya da televizyon ürünlerine bakmak
bireysel bilinçlerin kitlesel olarak üretilebilirliğine örnek olacaktır.
Ortalama bir Türk filminde rastladığımız “Laz”/Karadenizli (çoğu zaman erkek)
karakter Trabzon şivesini taklit eden bir şiveyle konuşur. “Uyy” , “haçan” , “uşak” gibi
“yerel” terimleri sıkça kullanır. Karakter, büyük oranda denizle ilgili bir işle iştigal eder.
Kavga etmeye çok eğilimlidir, silaha ve “namus”a olan düşkünlüğü ile tanınır. Karakterimiz

1
Romanda “Laz” tiplemesi için bkz. (Tahir,1961)

4
yerli-yersiz kemençe eşliğinde “horon teper”1. Bu horon Akçaabat2 horonunun basit bir
taklididir3. Taklit, iki kolun havaya kaldırılarak kolların ve vücudun rast gele sallanması-
titremesi şeklinde ve “Uy!” nidası eşliğinde yapılır.
Televizyon “yerel” olanın da ulusallaşmasına katkıda bulunur. “Karadeniz” müziği icra
eden yerel şarkıcılar özellikle yirminci yüzyılın sonunda ulusallaşmış ve “Laz” imajını
pekiştirmişlerdir.
Paradoksal bir biçimde “Laz” isminin kültürel kimlik olarak benimsenmesi çok
yaygındır. Bu sahiplenme çoğu kez etnik kültürel farklılığın üstünü kapatmış bazen de Türk
milliyetçisi bir anlayışın sonucu olarak bilinçli bir tercih olmuş ve etnik kimliğin maniple
edilerek Türkleştirilmesi sağlanmıştır. Böylece yerel kültürel değerler Türk kimliğinin farklı
tezahürleri olarak yansıtılır. Örneğin etnik olarak Laz olmayan Rizeli İsmail Türüt bir
şarkısında hem Laz olduğunu hem de ülkesine olan bağlılığını şöyle ifade ediyor:
“...
Laz oğli derler bana
Canum kurban vatana...”
Tv-sinemadaki “Laz” tiplemesi Karagöz’deki tiplemenin görsel, işitsel olarak daha
zenginleştirilmiş halidir. Devamı sayabileceğimiz “Laz fıkraları”nda ise ‘“Laz”ın/
Karadenizlinin zekâsı’ unsuru ön plana çıkar, hatta Laz denince akla gelebilecek birincil öğe
haline gelir.
Laz stereotipine modern tiyatroda Ferhan Şensoy’un Anton Çehov’un “Vişne Bahçesi”
adlı tiyatro oynundan Karadeniz şivesi ve tiplemeleriyle yeniden uyarladığı “Fişne Bahçesu”
adlı oyunda rastlıyoruz. Oynun sloganında şöyle der: “Şekof Lazdur, Laz Kalacaktır”. Karl
Marx’ın “Das Kapital” adlı kitabı da benzer şekilde sözde Karadeniz ağzıyla yeniden
yazılmıştır “Laz Kapital” adıyla. (Okumuş,2006)

LAZ FIKRALARI

“Laz” fıkralarının biçimsel genel karakteristik özelliklerine bakarsak en önemli unsur


dildedir. .”Laz Fıkraları”ndaki “Lazca” diye adlandırılan dil, Türkçenin; “b” harfinin “p”ye;
“k”nin “ç”ye; “g”nin “c”ye ve ı ,i ,u ,ü harflerinin yersiz kullanılmasına indirgenmiş bir
şivesidir.
Fıkraların temel karakteri “Temel”dir. Dursun, İdris yan karakterlerdir. Fadime ise
Temel’in eşi ya da sevdiği kişidir. Farklı isimlerdeki karakterler aslında aynı karakter
1
Horon tepmek” fiili sadece Karadenizli olmayanlar tarafından kullanılan bir deyimdir. Bölgede “horon etmek,
vurmak ,oynamak” gibi kullanımları vardır.
2
Trabzon’un bir ilçesi.
3
Lazlar horonu, taklit edilen horondan tümüyle farklı olarak ve keçi derisinden yapılan gaydaya benzer üflemeli
bir müzik enstrümanı olan“tulum” eşliğinde oynarlar. Bu horon, kemençe ile oynananların aksine milli folklorik
halk dansları arasında temsil edilmez.

5
özelliklerine sahip olan farklı kişilerdir. Kısaca hepsinin “kafası az çalışır” tipler olarak
karikatürize edildiği söylenebilir. ”Temel” , Rizeli ya da Trabzonludur ve aşırı maço tavrı ile
tanınır. Bunun yanında “hamsi, taka, uzun burun” fıkralarda en çok rastlanan “yerel”
imgelerdir.

Hemen hemen tüm “Temel”li fıkra kitaplarının kapaklarında Temel şu şekilde


resmedilir : kımızı uzun burunlu , başında beresi ve elinde kemençesiyle.

“Laz” fıkralarının şive, yerel imgeler vs. gibi biçimsel özellikleri “Laz” olmanın genel
başat kültürel yapıdan farklı olduğuna dair inancı daha da güçlendirmekte ve de Karadeniz’in
kültürel bir homojeniteye sahip olduğu inancını yerleştirmektedir. Bu yüzden hemen her Laz
ya da Lazlarla sosyal ilişkileri olan hemen herkes bütün Karadenizlilerin Laz olmadığını
çevresindekilere söyleme ihtiyacı hisseder.

“Karadeniz” , “Temel” Fıkraları gibi tamlamalarla bilinse de bu fıkra türü, aslında


yapısal olarak evrensel bir nitelik taşır.

Etnik ayrımcılık üstüne yapılan çalışmalar milli kimliklerin inşa sürecinde


ötekileştirilen farklı etnik grup ve azınlıkların gülme malzemesi olmalarına işaret ederler.
İngiliz’in İrlandalı’ya, Fransız’ın Belçikalı’ya, Sırp’ın Bosnalı’ya ve Arnavut’a, Çek’in
Slovak’a, İranlı’nın Azerbaycanlı’ya, Hintli’nin Sih’e, Tacikistanlı’nın Özbek’e, İtalya’da
Kuzeylilerin Güneylilere, şehirlinin taşralıya gülmesi manidardır. (Cantek , 2003: 64) Bu
türden “etnik fıkralar”ın en önemli özelliği akratılabilir (Mudgeon , 2002) olmasıdır. Yani
gülünen şey yapısal olarak söz konusu etnik grubun “aptallığı”dır . “Anlatı”nın öznesi
kolayca farklı bağlamlarda “aptal” olarak steriotipleştirilen etnik grup için uyarlanabilir
türdendir bu bağlamda küresel bir nitelik taşırlar.

Hollandalı felsefeci Matthijs van Boxsel'in kaleme aldığı ‘Aptallık Ansiklopedisi’ adlı
eserde hemen her kültürün ürettiği , belirli bir yöre insanı üzerine kurulu söylenceler için
“Hiç kimse kendi aptallığının bilincinde olmadığı için , başkalarının aptallığı insanı daha
zeki kılıyor. Daha doğrusu öyle hissettiriyor. Başkalarının salaklığından zevk duyan insan,
kendini daha zeki zannetmeye başlıyor” diyor. ( Karasu , 2001). İnsanlar kendi kimliklerini
başkalarının “ötekilikleri” üstünden kurguladıkları gibi zekâlarını da başkalarının
“aptallıkları” üstüne inşa ediyorlar. Dolayısıyla gündelik hayatta kendinin de başına
gelebilecek komik bir olayı, kendisinin asla başına gelmeyecekmiş gibi anlatmak insanın
kendi zekâsını yüceltmesinin bir aracı oluyor. Türkiye’de bu rastlantısal komiği
savuşturmanın en bilinen yolu da her fıkrayı, “adamın biri...” diye anlatmak yerine “Lazın
biri..” diye anlatmak olagelmiştir. Komik hikâyenin öznesini doğuştan olmadığı ve sonradan
da olamayacağı bir grubun içinden anlatmak bu olayı rastlantısal formundan çıkarmanın bir

6
yolu. Aynı olay örgüsünün geçtiği “adamın biri...” , “İskoç’un biri”... “Laz’ın biri...” gibi
öznesinin isminin değiştiği fıkralara rastlamamız bu yüzdendir.
Barry Sanders “Kahkahanın Zaferi’nde “gülme”nin yıkıcı gücünden bahseder.
“Gülmede , her zaman dile getirilmemiş bir aşağılama niyeti ve buna bağlı olarak
komşumuzu ıslah etme niyeti görürüz.” (Aktaran , Sanders ,2001:284)
“...yazıya geçirilmiş gülmelerin büyük bir bölümünde yakıcı bir horgörü vardır.
Neredeyse bütün bu gülmeler kıskançlıktan , göreceğimiz gibi bir insanın_ hatta bir
canavarın_ ironik olarak başkalarının üzerine çıkarak onlarla kozunu paylaşma arzusundan
kaynaklanır.” (Sanders ,2001:89)
“Alaycı gülme”nin (Sanders ,2001:103) sadece bir ulusun bir tek etnik grup için
geçerli olduğunu söylemek yanlış olur. Öyle ki nicel olarak farklı her grupta bu tür
hikâyelerin anlatıldığı söylenebilir. Türkiye’de “.... (li)yi akreple bir çuvala koymuşlar ,
akrep ‘vay anam!” demiş” fıkrasının hemen her il , ilçe , köy için uyarlanmış versiyonları bu
türden bir yaklaşımın ürünleridir. Buna benzer yakıştırmaların Lazlar tarafından Dutxe’liler1
üzerine anlatıldığı gerçeği de _ki eminim Dutxe’lilerin de başka bölgenin insanları için
yakıştırmaları vardır_ bu bilginin doğruluğunu çarpıcı biçimde vermektedir. Ama bu
durumun yaygınlığı ona ulusal düzeyde ahlaki meşruiyet kazandırabileceği anlamına
gelmemelidir. Çünkü bu etnik-ayrımcı mizah türü, “biri”lerinin ait olduğu grubu
aşağılamaya hizmet etmesiyle politik açıdan sorunludur2 (Reber:2003)
Dutxe’lilerin Lazlar arasında “dağlı , kaba , gözü kara vs.” imajına sahip olması hiç de
tesadüf değildir. Çünkü bu tür fıkraların özne grupları genelde , daha az “modern” , daha az
“kentli” yaşam tarzına uyum sağlayabilmiş olduğu düşünülen gruplar için anlatılması
yaygındır. Ama hikâyenin öğeleri o öznenin konumuna göre özgünlükler taşır.
“Dutxe’ye bulut inmiş , Dutxe’liler deniz yükseldi sanıp atlamışlar”
“Dutxe’liler toprağa yetiştirmek için tuz ekmişler”
“Dutxeli bir tüfek almış nerde canlı , hareket eden bir şey var ateş ediyor.Ağaçta
sallanan bir şey görmüş ateş etmiş , bir de bakmış ki annesi yere düşmüş! Kendi kendine
şöyle söylenmiş. ‘Gyozini sevduğumun tufeği ana mana tanimayi!”
“...Köylüler de kentli halkın uydurması fıkralara konu olurlar; bunlarda köylülerin
kabalığı , cahilliği , saflığı alaya alınmıştır. Çok eski dönemlerden beri Anadolu’da kent
toplumunda “Türk sözcüğü köylü anlamında kullanılırdı ve kent halkının köylüler üzerinde
eğlendirici hikâyeleri pek yaygındı; bunların en eskileri Mevlana’nın Mesnevisinde bulunur”
(Batur , 1998: 575)

Dursun Yıldırım , fıkrayı şöyle tanımlıyor:


1
Dutxe, Rize’nin Ardeşen ilçesine bağlı yüksek bir dağ köyüdür. Cumhuriyet sonrası ismi Tunca olarak
değiştirilmiş ancak yaygın olarak eski adı ile bilinmektedir.
2
Political correctness

7
“Fıkra , hikâye çekirdeğini hayattan alınmış vak’a veya tam bir fikrin teşkil ettiği kısa
ve yoğun anlatımlı , beşeri kusurlarla içtimaî ve gündelik hayatta ortaya çıkan kötü ve
gülünç hadiseleri , çarpıklıkları , zıddiyetleri;eski ve yeni arasındaki çatışmaları sağduyuya
dayalı ince bir mizah , hikmetli bir söz , keskin bir istihzâ yoluyla yansıtan ; umumiyetle bir
fıkra tipine bağlı olarak nesir diliyle yaratılmış , sözlü edebiyatın müstakil şekillerinden
ibaret yaygın epik-dram türündeki realist hikâyelerden her birine verilen isimdir.
(Yıldırım , 1999:3)

Tipik “Laz” fıkralarına bu bağlamda bakarsak; gerçek yaşamdan kaynaklandığına dair


bir inanç vardır ,“beşeri kusurlarla içtimaî ve gündelik hayatta ortaya çıkan kötü ve gülünç
hadiseleri , çarpıklıkları , zıddiyetleri” konu olarak alırlar.

Fıkralar, önce sözlü bir edebiyat ürünü olup yazıya geçirilirken “Laz” fıkraları adeta
tam tersi yönde işler. Öyle ki pek çok “Laz” Fıkraları (Temel , Karadeniz Fıkraları
isimleriyle de olabilir) kitabı basılmış , basılmaktadır. Yani sözel bir anlatı türünün yazıya
geçirilerek dolaşıma girmesi yerine neredeyse yazılı olarak üretilip dolaşıma girmesi söz
konusudur. Bunun yanında son yıllarda internet kullanımının yaygınlaşmasıyla da bu
fıkraların dolaşımı oldukça artmış , Temel’in imajı pekişmiştir. Bu açıdan “Laz” fıkraları
“yeri geldikçe herhangi bir düşünceyi örnek vererek güçlendirmek , dinleyenleri ona
inandırmak , herhangi bir durumu açıklamak için anlatılan mizahi sözlü edebiyat ürünü kısa
öykü” (Batur , 1998:571) özelliğinden sıyrılarak “eğlence hapı” işlevi görmeye yarayan ,
endüstrileşmiş öykülere dönüşmüştür. Bu yaklaşım bir anlamda sözlü halk edebiyatı ürünleri
olan “fıkra” türünün de içini boşaltmaktadır.

Fıkralara Dışarıdan Bakış

İçinde bir aşağılama barındıran, ötekileştiren olarak tanımlanan etnik- ayrımcı tür
fıkraların varoluşunun biraylere bağlı olmayan iki ana temeli vardır.Bunlardan birincisi ulus
devlet ideolojisi, ikincisi ise tüketim kültürü .

“Kemalizm ,ideoloji olarak , Avrupa’da on dokuzuncu yüzyıl sonunda ve yirminci


yüzyıl başında geçerli olan ‘modern’ ulusçuluğun bazı aşırı kavramlarını benimsemiş.
Homojenlik tek dil , tek din , tek Volk güçlü ve bağımsız devlet olmanın gerekliliklerinden
sayılmış.Buradan , çok etnili , merkeziyetçi olmayan ve bazı bakımlardan kör kategori ve
ayrımları kadar bu bilimsel ruha karşıt bir yapılanma olamayacağı sonucuna varılmış.”
(Ascherson ,2002:250)

Ulus-devlet ideolojisinin , tek bir ulus ismi etrafında birleştirdiği çok “farklılık” esaslı
çok etnili Osmanlı toplum yapısından “aynı”lığa dayanan Cumhuriyet ideolojisine geçişte
“farklılık” dolaylı yollardan lanetlenir. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde

8
yaşayan halklar nasıl “Kürt” ismi altında genellenip “gerici, asiretci, feodal ve milliyetci”
olarak steriotipleştirilmişlerse Karadenizliler de bu kitabın yazım çağrısında da belirtildiği
gibi _bozuk bir “Türkçeyle konuşan, geveze, olabildiğince gülünç, aptal, kültürsüz, zayıf ve
kaba, olan cahil müteahhitleri, hamsi kokan, silaha ve uçkuruna düşkün serserileri, kendileri
gibi düşünmeyenleri linç etmeye hazır paranoyak tipleri ve futbol fanatikleri” ile
tanımlanırlar.

Bu modernleşme projesi, ulusal medyanın mutlak desteği ile kentli, İstanbul şivesi ile
Türkçe konuşan, “modern” giyimli, adab-ı muhaşeret kurallarına uyan bireyler olmamızın
mesajını verir, aksi halde dışlanma, aşağılanma kaçınılmazdır.

Özellikle 1980 sonrası yaşadığımız hızlı kültürel dönüşüm tüketim kalıplarında en açık
olarak kendini gösterdi. Bu yeni yaşam tarzı kısaca “hızlı” yaşama , daha doğrusu “hızlı
tüketme” olarak özetlenebilir. Bunun içinde yemek kültüründen , müzik kültürüne bir “hızlı
tüketme”nin söz konusu olduğu söylenebilir. Bizi ilgilendiren mizah , ve dolayısıyla da
eğlence sektöründeki “hızlanma”dır. İşte anlık eğlenceler sunan “Laz” fıkraları bu açıdan
birebir bu ihtiyacı karşılama işlevine sahiptir.

“Temel/ Fadime” tiplemesini bu bağlamda okumak meseleyi yerel bağlamından çıkartıp


ulusal,evrensel,tarihsel bir perspektife oturtacaktır.

Fıkraların yanında medyada , Karadenizlilerin başından geçen “komik” ve


“inanılmaz” olaylara da sık sık rastlanır. Öyle olaylara rastlanır ki olay kahramanlarının
davranış tarzı alışık olunmayan bir mantığa sahip olunduğu görülür; ki olayı komik yapan da
zaten budur. Bu olaylar medyada bu tür olayların sadece Karadenizlilerin başından
geçebileceği varsayımına dayanan bir üslupla yansıtılır. İğci’nin “Medyatik Temel” adlı
medyada yer alan genelde Karadeniz’de yaşanan “ilginç” olayları derlediği kitabında “Bu da
Laz Protezi” başlığı altında şöyle bir olaydan bahsediliyor:

“Dişçilerin yaptığı protezleri bir türlü beğenmeyen Trabzonlu Ahmet Cemal Kara ,
kendisine şimşirden diş yaptı.

Akçaabat ilçesinde oturan 67 yaşındaki Ahmet Cemal Kara , son olarak yaptırdığı
protezi de ağzında yaraya neden olduğu için kullanamadı. Bunun üzerine atölyesine kapanan
tekne ustası ,bir gün boyunca uğraşarak şimşir ağacından protez yapmayı başardı.

“ ‘Ağaçtan tekne yapıyorum. Kendime diş de yapabilirim’ dedim ve yaptım” diyen


Kara , tahta protezinden çok memnun olduğunu söyledi.” (İğci , 2002:16)

Yukarıda bahsedilen olaydaki davranış biçimi yöre insanının coğrafyanın


şekillendirdiği düşünülen karakteristik yapısı ve farklı anlamlandırma sistemi ile

9
açıklanabilir. İnsanın kendi aptallığı/eksikliği ile barışık olması
(selfconsiousness_unconsiousness) da bunun bir parçasıdır. 1

“Laz” fıkralarında ise doğrudan, indirgemeci, yüzeysel bir karikatürizasyon vardır.

“Lazistan’da iş yerlerinde mola süresi on dakikayı geçmezmiş. Çünkü daha uzun süreli
molalarda işçiler yapmakta oldukları işi unutuyorlarmış.”

“Temel’in beynine kurşun sıkmışlar. Kurşun Temel’in kafatasının içinden beş dakika
dolanıp durmuş. ( Durusoy ve Altıner ,2000 ,54)”

Lazlar niçin iş saatlerinde çok çay içerler?

-Hiç olmazsa mideleri çalışsın diye. ( Durusoy ve Altıner ,1998 ,638)

Çin’de canlı beyin lokantasında her çeşit beyin bulunurmuş.Fiyatları değişiyormuş ve


en pahalı beyin Laz beyniymiş. Nedeni sorulunca ,-İki Laz kesiyorsun , bir beyin çıkıyor ,diye
cevaplamışlar. ( Durusoy ve Altıner ,2000 ,64)

Bazen de Temel , kurnaz ,hazır cevap ve pratik zekâsıyla övülür. Ama argoda “Laz
mısın!” deyiminin yerleşmesi birinci tür “Laz” fıkralarının başat oluşu sayesindedir. İkinci
tür fıkraları birinci tür fıkraların hazmını kolaylaştırma görevi görür.

İdamlık Temel’in son arzusunu soruyorlar ,oğlunun yanına gömülmek istediğini


söylüyor. Oğlu’nun ölmediğini söyleyince “beklerim” diyor. (Durusoy ve Altıner,2000,48)

Bir toplumun tüm bireylerinin “aptal” olarak genellenebilmesi kadar “zeki” olarak
genellenebilmesi de bilimsellikten uzaktır ama şaşırtıcı olan bu iki yargının birbiriyle iç içe
geçmesidir.

Lazlarla ilgili şakaların- bilmecelerin “Laz” fıkralarıyla aynı kategoride oldukları


varsayılabilir. “Lazların kafası on ikiden sonra çalışmaz” , “Laz duş yaptıktan sonra ne
yapar? Islak elbiselerini çıkarır” , “Laz niye yazı yazarken eldiven takar? El yazısı
tanınmasın diye.” vb.
Bu çalışma için Laz ve Karadenizlilerle yaptığım mülakatlar sırasında bunlardan en
yaygın olan “Lazların kafası on ikiden sonra çalışmaz” esprisiyle ilgili ne düşündüklerini
sorduğumda “Doğru, on ikiden önce üstün zekâlılar gibi, on ikiden sonra sıradan insanların
zekâsı gibi çalışır Lazların zekâsı...” ve türevleri gibi mizahî karşı saldırılara (!) rastladım.

1
Aptallık bir yandan medeniyetimizi her gün yeniden tehdit ederken, diğer yandan da varoluşumuzun mistik
temelini oluşturur. İnsanlar, aptallıklarının kurbanı olmamak için akıllarını kullanmayı öğrenmişlerdir.
Aptallığa hükmedebilmek için geliştirilen stratejiler medeniyetimizi biçimlendirmektedir. Kültür, bütün
ülkelerde ve zamanlarda, mekana ve zamana bağlı olarak kendini yok eden aptallığı anlayabilmek için
girişilen bir dizi (ve) az çok sonuçsuz bir çabanın ürünüdür. (Boxsel,2004:181)

10
Karadenizlilerin “Laz” Fıkralarına Bakışı
Bu çalışmanın hazırlık aşamasında yaptığım literatür taramasında antropolojik
yaklaşımların dışında fıkralar ve mizah alanında etnik ayrımcı türe ilişkin Türkçe yazılmış
değil bir kaynağa, bir kategorilendirmeye, isimlendirmeye dahi rastlamayışım konunun politik
olarak (political correctness) meşruiyetinin olduğunu gösteriyor.
Bunun yanında batıda ırkçı-etnik mizah/ şaka/ fıkralarla (racist/ethnic jokes/humour)
ilgili olarak önemli bir külliyat ve tartışmalar süregidiyor. Bu durum, Anglo-sakson ve
Avrupalı ülkelerin çokkültürlülüğe ilişkin tartışmaları hemen hemen bir yüzyıldır yaşamasının
buna karşın bizim çokkültürlülüğe dair tartışmalarımızın çok yeni ve gönülsüz (Avrupa Birliği
sevdası) olması ile açıklanabilir.

Evrensel olarak anlatıla gelen aşağılayıcı etnik gülmece kategorisinin Türkiye’de


tartışılmaması, politik olarak sorunlu görülmemesinde bir ölçüde fıkra kahramanlarının
fıkralara bakışının etkisinin olduğu söylenebilir.

Seçici olmalarına karşın pek çok Laz’ın ve (Doğu )Karadenizlinin de fıkra anlatıcıları
olmaları paradoksu ancak Lazların ve daha genelde de (Doğu) Karadenizlilerin karakteristik
yapıları ve mizah anlayışları ile açıklanabilir. Kuşkusuz, mizah olgusunun içinde barındırdığı
“hoşgörü”nün (Öneren, 1983,13) önemi de yadsınamaz. Ancak bu durum bile
Karadenizlilerin Temel ismini çocuklarına koymaktan vazgeçmelerine engel olamıyor.1

Sözlü Kültür Ürünleri Fıkralar

(Doğu) Karadeniz’e gitmiş ya da oradan tanıdıkları olan hemen herkesin hikaye,


özellikle de mizahi hikaye anlatmanın yaygınlığı dikkatini çeker. Yöre insanı, günlük hayatta
karşılaştıkları hemen her şeyi mizahi bir çerçeveden görmeyi ve mizahi bir üslüpla anlatmaya
eğilimlidir. Bu mizah anlayışı da kuşkusuz bölgede yazılı kültürün yerine hâkim, yaygın olan
sözlü kültür geleneği ile birlikte okunmalıdır.

“Birincil sözlü kültürlerde bilgi, incelikli, az çok bilimsel soyut kategorilerde


işlenemez. Sözlü kültürde bu tür kategoriler geliştirilemediği için insanlar bildiklerini
saklamak, düzenlemek ve iletmek için insan etkinliğini konu alan öyküleri kullanırlar. Anlatı
sayesinde geniş bir bilginin oldukça özlü, uzun ve uzun ömürlü biçimler (yani sözlü kültürde
tekrara tabi olan biçimler) çerçevesinde birbirine bağlanabilmesidir, başka söz sanatlarına
oranla düşünceyi parçalamadan, bir bütün olarak çok daha uzun yaşatır.” (Ong ,1999:165-
166)

1
“Trabzon Nüfus Müdürlüğü kayıtlarına göre, 2000'den bu yana yani son 5 yıldır şehirde çocuğuna Temel adı
koyan, sadece 1 aile var.Fadime ismi koyan tek bir aile yok.” (Dündar, 2005)

11
“Ulusların gülmece anlayışları arasında ayrımlar olduğu öteden beri bilinen bir
gerçektir. Çünkü gülmece, her şeyden önce, içinde doğduğu toplumun, ekonomik ve sosyal
koşullarına, kültür düzeyine, tarihine, geleneklerine, göreneklerine, törelerine bağlıdır ve
bütün bunları gülünecek biçimde yansıtır. Bütün bunlar da her ulusta ayrım gösterdiğine
göre, bu ayrım oranında, ulusların gülmeceleri ve gülmecelerden etkilenmeleri arasında
ayrım olması doğaldır. Ulusların gülmece anlayışlarının ayrı oluşu, o ulusların genel ulusal
karakterlerini kalın çizgilerle belirten gülmece fıkralarının doğmasına neden olmuştur.”
(Aktaran, Bayrak, 2001:10)

“Elbette sözlü kültürler, kendi tarzlarında özgün yaratıcılıktan yoksun değildir.


Anlatının özgünlüğü, yeni öykü uydurmaya değil, anlatım süresince dinleyiciyle kurulan
etkileşimin niteliğine bağlıdır. Sözlü kültürde dinleyiciyi anlatıya katmak, dinleyiciden çoğu
kez heyecanlı bir karşılık almak zorunlu olduğu için, her anlatışta öyküye yepyeni bir
ortamda yepyeni bir biçimde başlamak gerekir. Ama anlatıcı, eski öyküye yeni unsurlar da
katabilir.” (Aktaran, Ong, 1999:58)

“Sözlü kültürlerde kelimeler sesten ibarettir. Sözleri hatırlatmaya çalışabilirsiniz, fakat


sözleri “arayıp bulacağınız” somut bir kaynak yoktur. Kelimeler başlı başına bir olay, bir
eylemdir. (Ong, 1999:46)

“Dikkatini kendi bilincine yöneltmeyen, çözümleyici yetenekten, ‘irade’ kavramından,


geçmiş ve gelecek bilincinden yoksun” sözlü kültür zihni pek çok durumda bu bilince daha
az sahip olanlar için mizah, yani fıkra kaynağı olabilmektedir. Kentteki “karşılaşma” da
bunun için eşsiz bir mekândır. Her fıkranın farklı bağlamlarla birlikte yeni bir gösterim
olduğu düşnülürse, fıkra inceleme ve araştırmalarında gülmece kuramlarının fıkraların
varoluş alanları olan “anlatım ortaları”yla birlikte ele alınmasının, fıkraların neliğine
ilişkin daha sağlam temelli yargılara varılmasını olanaklı kılacağı söylenebilir.”
(Canpolat ,Şişmanoğlu ,2002:35) “Okuryazarlar ,kendi biçimlerine uymadığı için sözlü
geleneğin düşünce düzenini saf ve basit olarak niteler.” (Ong, 1999,74)

Her anlatılan aslında birilerinin deneyimini aktarıyordur. Bunun mizahi bir üslupla
anlatılması onun daha çok akılda kalmasını sağlar. Eğlendirme işlevi de salt araç olarak
görülemez. Çünkü eğlence, sosyalleşmenin bir yoludur aynı zamanda.

“Sözlü belleği güçlendiren yapı ve yöntemlerin en belirgin yansıdığı yerlerden biri,


anlatının olay örgüsüdür ve sözlü kültürde aldığı biçim, bugün örnek aldığımız olay
örgüsünden epey farklıdır. Ozan önce bir durumu anlatır, sonra başa dönüp ayrıntılarıyla
durumun gelişimini aktarır. Amaç , ”eylem neredeyse oraya” varmaktır. Sözlü
birleştirmede , “ortasında” başlaması gereken olaylar, kısa birkaç bölüm dışında hiçbir
zaman bir “örgü” oluşturacak şekilde zaman sırasına sokulmamıştır.” (Ong, 1999:168)

12
Fıkra anlatmak daha çok yeri geldikçe yapılan bir eylemdir Anlatan kişinin
performansına bağlı olarak da aynı fıkra, defalarca dinlenilebilmeyi mümkün kılar.

“Antropologlar sözlü efsanelerde buldukları çeşitli verileri yazılı ve basılı yüzey


üzerinde, döküm biçiminde gösterince, bu efsanelerin içinde yaşadığı zihinsel dünyanın nasıl
bozulduğunu açıklamışlardır. Efsaneden alınan zevk, cetvellerle ‘bağdaşmaz!’” (Ong,
1999:120) “Ben anlatınca komik olmuyor!” , “...hala/dayı anlatacaktı da görecektiniz!” ,
“okununca komikliği kaçıyor!” , “tercüme yapınca komikliği kalmıyor!” gibi cümlelerle dışa
vurulan hayal kırıklıkları, yukarıda bahsedilen “her dilin kendi özgün yapısı, fıkraların salt
kelimelerden oluşan bir anlatı türü olmadığı ve bir performans gerektirdiği gibi” nedenler
açıklayabilir.

Fıkra Anlatma Geleneği

Mizah , “eğlence”nin bir parçası olarak kamusal özellikler taşır. (Cantek ,2003:60)
Sözlü kültürden bahsedeceğimiz her kültürde hikaye , fıkra , vs. anlatmanın yaratıcı bir
performansı gerektirdiğinden bahsedebiliriz. (Ong, 1999,58) Dolayısıyla güldürmek
önemlidir. “İyi” anlatanlar, yani yüksek performans sergileyip çok güldürenler toplumda her
zaman için aranan kişiler olmuşlardır. Dolayısıyla da sonuç olarak birilerini güldürebilen bir
anlatının öznesi olmak onları onore eder. Bunun yanında mizahın “zekâ” çağrışımı yapan bir
alan oluşu da bunu destekler.1 Bu yüzden “Laz” Fıkraları dışarıdan dayatılan açık bir
aşağılama olmadığı sürece yöre insanı tarafından benimsenir, anlatılır.

Bu çalışmanın hazırlıkları sürecinde konuştuğum Lazlara ve Karadenizlilere “Laz”


fıkralarında Lazların/Karadenizlilerin aptal gibi görünmeleriyle ilgili ne düşündüklerini
sorduğumda çok sık olarak “Hayır, Lazlar çok zeki insanlar zaten o kadar zeki olmasalardı bu
kadar fıkra ortaya çıkmazdı!” gibi bir cevap bu türlü bir çağrışımın sonucudur. Fıkralar ve
Karadenizliliğin özdeşleşmesi olgusunda, fıkraların sahiplenilip turistik bir ürün olarak
pazarlanması dahi gerçekleşmiştir.

“Trabzon’da Bizim Temel ve Temelli Fıkralar adlı fıkra kitapları hazırlatan valilik ve
belediye birbirine girdi. Valilik yayınladığı kitapta ‘en hakiki Temel fıkraları bizde’ derken,
belediyeyi yabancı olanları uyarlamakla suçladı. Temel’in kişiliğini bozmakla suçlanan
belediye ise ‘bu fıkralar halktan toplandı’ açıklamasını yaptı” (İğci , 2002: 99)

Sahiplenildikleri ve kendilerinin de anlattıkları fıkralar çoğunlukla Karadenizli


insanının pratik zekâsını, kurnazlığını öven fıkralardır. Sadece bu fıkraların Karadenizli
insanının gerçekliğine işaret ettiği düşünülür. İnternette bu türlü bir seçiciliğe/duyarlılığa
sahip fıkraları yayınlayan bir internet sitesinde bu türden bir yakınmaya/uyarıya rastlıyoruz:

1
İnsani olan komik ve gülme, estetik,moral,mantık,zekâ ve düş gücünü gerektirir.” (Aktaran,Yücel,2002:733)

13
“İçinde her “Temel” adı geçen fıkranın Karadeniz fıkrası olmadığını belirtelim
öncelikle . Karadeniz Fıkraları yöre halkının aynı zamanda mizahi yönünü vurgular. Sıradan
Karadenizli kendi eksiği , yanlışı , bilgisizliği ve cahilliğini; yeniyi , doğruyu , olumluyu
kabul etmek yönünde ince alaya almasını bilmiştir. Bu takılma başkalarının Karadenizlilere
takmış olduğu bir kulp , yakıştırma değil , Karadeniz insanının kendi eksiğiyle gönüllü
alayıdır. Bu tür fıkraların üreticisi halktır. Uzun ömürlü fıkralar olurlar, halkın dilinde
yaşarlar ve Karadenizliler tarafından gururla anlatılırlar. Yöre insanını aşağılayan fıkralar
Karadeniz Fıkrası değildir. Dünyanın her yerinde bu tür fıkralar halktan bazı kesimleri
aşağılamak için anlatılır. Bizde de hem bazı yörelere ilişkin sözler olarak, hem de fıkra
olarak vardır. Burada bilgi eksikliği olan, eğitimsiz bir insan değil, alay konusu bir aptal söz
konusudur.” 1

SONSÖZ

Bu çalışmada bugün Türkiye’de fıkra denince akla ilk gelen isim olan Temel’in ve
temsil ettiği Karadenizli Kimliği’nin Osmanlı’dan günümüze popüler kültür dünyasındaki
izlerine değinirken; bugünkü Karedenizli kimliğini domine eden “Laz” Fıkraları’na hem
içerden hem dışardan bakılmaya çalışıldı.

Sonuç olarak ister doğrudan olsun, ister mizah gibi görece daha dolaylı bir aracı ile
olsun, etnik bir grubu/ grupları “ötekil”eştirerek bir stereotipe indirgemek iyi niyetli bir
yaklaşım olarak değerlendirilemez.
“Laz” fıkraları, Lazlara ve (Doğu) Karadeniz’de yaşayan diğer halklara karikatür
temsiliyetler vererek kendi temsiliyetlerinin önünü kapatmaktadır. Bu da bir tür “sosyal
manüplasyon”dur. (Goldstein ,1995) Çokkültürlülüğe yeni ısındığımız, ya da Avrupa Birliği
üyeliği doğrultusunda ısınmaya şart koşulduğumuz, şu günlerde etnik-kültürel farklılıklara
saygı duymak, hoşgörü sahibi olmak birarada yaşamanın mutlak koşullarıdır. Konuya ilişkin
olası tartışmalar da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

KAYNAKÇA

 And , Metin (1975 ) , Karagöz Turkish Shadow Theatre , Dost Yayınları ,


İstanbul.
 Ascherson , Neal(2002) Karadeniz , İş Bankası Kültür Yayınları , İstanbul.
 Avcı , İsmail (2002) “Lazlarda Sosyokültürel Değişim” , İstanbul Üniversitesi ,
Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi , İstanbul.

1
http://www.organel.com.tr/uydurma_fikralar.htm

14
 Batur , Suat(der.)(1998) Açıkamalı Örnekli Türk Halk Edebiyatı , Altın Kitaplar
Yayınevi , İstanbul.
 Bayrak , Mehmet(2001) Halk Gülmecesi , Kültür Bakanlığı Yayınları , Ankara.
 Belge , Murat(1995) “Yeni Birlik Biçimleri İhtiyacı Ve Azınlıklar” , Birikim Sayı
71-72 , “Etnik Kimlik Ve Azınlıklar” Özel Sayısı , Birikim Yayıncılık , İstanbul.
 Bergson , Henri , (1996)Gülme , Ayrıntı Yay. , İstanbul.
 Bingül , İlyaz (2002) “Şenlikli Karagöz : Türkçenin Gizli Romanı” ,
http://dergi.org/202002/1001_21.htm)
 Boxsel, Matthijs Van (2004) “Aptallık Ansiklopedisi”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
 Bucaklişi , A. İsmail , Uzunhasanoğlu , Hasan (1999) Lazuri-Turkuli Nenapuna
(Lazca-Türkçe Sözlük) , Akyüz Yayıncılık , İstanbul.
 Canpolat, Müge ve Şişmanoğlu, Şehnaz (2002) “Fıkra,Gülmece Kuramları ve
Anlatım Ortamı” Milli Folklor ,Sayı 55
 Cantek , Levent (2003) “Gülmenin Muhalif Duruşu” , Folklor ve Edebiyat , sayı
34 , Uluslar arası Eğitim-Öğretim Basın Yay. , Ankara.
 Durusoy , İlhan ve Altıner , Ahmet (1998) Temel’s 2001 Temel Fıkra , Boyut
Yayınları, İstanbul.
 Durusoy , İlhan ve Altıner , Ahmet(2000) Temel’s 801 Temel Fıkra , Altıner
Yayınları , İstanbul.
 Dündar, Can (2005 )–Milliyet Gazetesi “Karadenizli ''Temel''den Vazgeçti!” 31
Temmuz 2005

 Goldstein , Laurence (1995) “Humor and Harm” ,


http://www.filosoficas.unam.mx/~sorites/Issue_03/item4.htm
 Hann , İldiko Beller (1999)Doğu Karadeniz’de Efsane Tarih ve Kültür , Çev. Ali
İhsan Aksamaz , Çivi Yazıları Yayınevi , İstanbul.
 http://www.organel.com.tr/uydurma_fikralar.htm
 İğci , Nurettin(der.)(2002) Medyatik Temel Karadeniz’den Fıkra Ötesi Gerçekler ,
Era yayıncılık , İstanbul.
 İslam Ansiklopedisi , “Lazlar” Maddesi.
 Karasu , Ayşe Özek (2001) “Sakarlar Kulübünde Çorba Kâsesi Yakalanmaz” ,
Hürriyet Gazetesi.
 Mizrahi , Daryo (1998) “Form , Norm ve Diğer Komiklikler” , Defter , sayı 34 ,
Metis Yayınları , İstanbul.
 Mudgeon , Curt (2002) “Fair Lasses Are Fair Game , But Why Should They
Care? “ http://www.geocities.com/Baja/Trails/7667/commentary/fair.html

15
 Okumuş,Yılmaz (2006) Laz Kapital, Epsilon Yayınları,İstanbul,
 Ong , W. J (1999) Sözlü ve Yazılı Kültür , Metis Yayınları , İstanbul.
 Öngören , Ferit (1983) Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı ve Hicvi , , Türkiye İş
Bankası , Kültür Yayınları , İstanbul.
 Reber, Ed (2003) Riddle: “When Is a Joke not a Joke? When it is a Dart, a
Revolution, or a Good Way to Tell Innies From Outties
“http://dsc.dixie.edu/owl/ForumTalk14Jan03.pdf
 Sağlam,Fatma(2001) “Karadeniz ve Ostfrizya Fıkraları Üzerine Karşılaştırmalı
Bir Çalışma” , Folklor/Edebiyat,Sayı 26,Ürün Basın Yayın,Ankara.
 Sanders , Barry(2001) Kahkahanın Zaferi , Ayrıntı Yayınları , İstanbul.
 Sokullu , S. (1997) Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi , Kültür Bakanlığı ,
Ankara.
 Tahir , Kemal(1961) Esir Şehrin Mahpusu , Düşün Yayınevi , İstanbul.
 Toy , Erol (2002) ,“Güldürürken Düşündüren Hacivat İle Karagöz” , Kültür ve
Turizm Bakanlığı , KARAGÖZ ,Kültür ve Turizm Bakanlığı ,KARAGÖZ ,
http://www.grupyorum.org/yeniyorum/tavir/tavirarsiv/taviraralik02/karagoz02.htm
 Yıldırım , Dursun(1999) Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları , Akçay Yayınları ,
Ankara.
 Yücel,Ayşe(2002) “Fıkraların Toplumsal İşlevi ve Basın Örnekleri”, Uluslar arası
Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı Bildirileri,Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara.

16

You might also like