Professional Documents
Culture Documents
Nilüfer Taşkın
Laz bir garson, çalıştığı lokantanın dışarı servisi için verilen adrese yemek
götürmeye gider, adresi bulamayıp geri döndüğünde siparişi veren müşterinin telefonu
ile karşılaşır. Müşteri, adresi bulamadığını söyleyen garsona alaylı bir ses tonuyla:
“Laz mısınız?” diye sorar.Garsondan “Evet” cevabını alan müşteri şöyle der:
“Estağfurullah…”
Bugün “Laz” sözcüğü, bir isim olmaktan çıkıp “zekası kıt” ya da “mantık dışı”
anlamında kullanılan bir sıfat haline dönüşmüştür Türkiye’de, Temel/Fadime de bu sıfatın
tamlananı… Makalemizde bu anlam kaymasının, tabiri caizse popüler kültür tarihi içinde
arkeolojik bir kazı yapılarak izi sürülmeye çalışılacaktır.
Amacım “Lazlar aslında çok akıllı bir millettir” gibi romantik ön kabullerin ispatına
girişmek değil, “Laz” stereotipinin tarihsel olarak izini sürmek ve bugünkü varoluşunun
sosyal koşullarını anlamaya çalışmak olacaktır.
Bunu yaparken de imparatorluk döneminin İstanbul’unun popüler kültür dünyasında
önemli yeri olan Karagöz’den başlanıp; günümüzde sinema- televizyondaki yansımalarına
bakılacak, son olarak da daha geniş bir biçimde bugün Laz/Temel/Karadenizli denince akla
ilk geleceklerden olan “Laz Fıkraları” üzerinde durulacaktır.
Lazlar Kimdir?
“Laz” kelimesi Türkiye’de yaygın olarak Samsun’dan Sarp sınır kapısına kadar olan
Karadeniz Bölgesi’nde yaşayanları tanımlamak için kullanılır ve bu terim ile belli bir yaşam
tarzının farklılığına gönderme yapılır.“Açık olan şudur ki , diğer Anadoluluların gözünde ,
Rize bölgesinde yaşayanlar kendilerine hiç benzememektedirler: yiyecekleri , giysileri ,
konuşmaları , evleri vs. hepsi farklıdır.” (Hann ,1999:12) Oysa kendilerini tarihsel olarak
“Laz” ismiyle tanımlayan ve “Lazca./Lazuri”2 konuşanlar günümüzde, Türkiye’nin Doğu
1
Bu makale 2003 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne, Yard. Doç Dr. Meral Özbek danışmanlığında tarafımca
sunulan “Laz Fıkraları ve Lazların Kentleşme Süreci” adlı lisans tezi esas alınıp kısaltılarak yeniden yazılmıştır.
2
Lazlar ,Kafkasya orijinlidir. (Hann ,1999: 18) Dilleri Lazca (Lazuri) , Megrelce (Megruli) , Gürcüce
(Kortuli) ve Svanca’nın (Svanuri) dahil olduğu Güney Kafkas Dil ailesinin bir üyesidir. (Bucaklişi,
Uzunhasanoğlu ,1999: XV) Lazca , Doğu Karadeniz’de Türkçe (pek çok şive/ağız zenginliğiyle birlikte ,
Gürcüce ,Pontus Rumcası ve Hemşince ile yakın kültürel coğrafi bağlamda konuşulmaktadır.
1
Karadeniz kıyıları boyunca Rize’nin Pazar (Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar Atina) ,Ardeşen
, Çamlıhemşin , Fındıklı (Vitze) ve Artvin iline bağlı Arhavi (Arkabi),Hopa ve Borçka
ilçelerinde ; Batı Anadolu’daki bazı muhacir köylerini;Türkiye’nin büyük şehirlerindeki
büyük çaptaki diasporada (Avrupa’daki gurbetçilerden de bahsedilebilir) ve Gürcistan’da
sınırlı bir coğrafi alanda yaşamlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla yaygın kanının aksine,
kentsel göçlerin dışında, Trabzon ya da Rize’nin tamamı Lazların otokton olarak yaşadığı
kentler değildirler.
Bu tarihsel kavram karmaşası, yeni olmamakla birlikte, basit bir yanlış anlamanın
ötesinde, bölgenin etnik ve linguistik özelliklerini gizlemeye hizmet etmiştir. (Aktaran, Avcı,
2002:5)
“Diğer memleketlerde bu Vilayet halkının hepsi Laz namıyla anılırsa da bunun bir
bilgisizlik sonucu olduğundan şüphe yoktur. Çünkü Lazlar dilleriyle ve adetleriyle ve yaşam
tarzlarıyla diğerlerinden ayrılırlar. (Aktaran, Avcı, 2002:6)”
Genel itibariyle bakıldığında, Laz terimine dair karışıklığı yaratan en önemli unsur, bu
terimin ayırt edici bir etnik/kültürel kategori olarak değil bölgesel bir isimlendirme olarak
kullanılmasıdır.
Bu makalenin merkezinde “etnik bir grup”1 olarak Lazlar olmasına rağmen, çoğu
durumda Doğu Karadeniz’de yaşayan ve benzer karakteristik özelliklere sahip Türkleri,
Rumları, Hemşinlileri ve Gürcüleri de kapsayıcı bilgi ve yorumlardan oluşmaktadır.
KARAGÖZ’DE “LAZ”
1
“Etnik grup” ile en geniş tanımı ile “aralarında kültürel ortaklık olduğu düşünülen gruplar”ı kastediyorum.
2
“On dokuzuncu yüzyıl demografik yapısına baktığımızda İstanbul nüfusunun %45-
50’sinin Müslüman , %15-20’sinin Rum , %15-20’sinin Ermeni , %12-15’inin yabancı
uyruklu , %5’inin Yahudi , %1-2’sinin de Katolik, Protestan, Latin ve Bulgar olduğunu
görürüz. Bir kalem altında toplanan Müslüman grubun içindeki etnik-kültürel farklılaşmayı
da hesaba katarsak (Türkler, Araplar, İranlılar, Azeriler, Boşnaklar, Arnavutlar, Lazlar,
Çerkezler, vb.) İstanbul’un dil, din ve kültür çeşitliliğinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz”
(Mizrahi, 1998,86)
Karagöz’de perdeye tekil insan değil, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan çeşitli
toplulukları simgeleyen insan tipleri kuklalar aracılığıyla yansıtılır. Toplumun çeşitli
kesimlerinin birer simgesi olan bu tipler; şiveleri, konuşma biçimleri ve davranış
özellikleriyle kalıplaştırılmıştır. Böylelikle oyunlarda “insan” yerine ana çizgileriyle
belirginleştirilmiş, bir “tavır” öne çıkmaktadır. Bu tavırda, tipin ait olduğu etnik ya da
toplumsal küme, bu kümenin ekonomik ve toplumsal durumuna ilişkin olarak ortaya çıkan
ahlak, eğitim, gelenek gibi kültürel özelliklerde sivriltilen zaaflar betimlenir. “İnsan,
karakter ayrıntıları ile yaratılmadığı için de eleştiri kişiye yönelik değil tavra yöneliktir” .
(Sokullu, 1997: 132). Kişilerinin türlü kılıkları, çeşit çeşit giysileri, birbirine benzemez
dilleri, değişik adetleri ve eylemleriyle canlı bir etnografya müzesini andıran İstanbul,
toplumsal güldürünün serpilip gelişmesine elverişli bir ortam sunar. Karagöz’ün dokusunu
olay-öyküden çok, konu edindiği kişiler oluşturur. “Perdede esnaf, çiftçi, küçük kalem sahibi
vb. orta sınıftan şehir ve köy halkını ele alır Karagöz. Bu sınıfın kişilerini, gerçek yaşamda
yaptıkları konuşmalar ve davranışlarıyla sunar. Hiç kuşkusuz Karagöz’ün diline dolayacağı
bu kişiler, çeşitli gülünçlüklere ve eğlendirici olaylara malzeme olur.” (Bingül, 2002) Bu
karakterlerin yaratılmasında yer yer ince alay ve eleştiri olmasına rağmen herhangi bir
küçümsemenin söz konusu olmadığı söylenmektedir. (Toy, 2002) , Çünkü kentteki bu
çeşitlilik, birbirinden yalıtılmış kültür adacıkları halinde değil, şehrin gündelik hayatında iç
içe geçmiş haldeydi. Bunu sağlayan en önemli unsur mesleki ihtisaslaşmaydı. Bir İstanbullu
gündelik hayatı içinde gereksinim duyduğu mal ve hizmetleri karşılarken değişik etnik/dini
gruplarla etkileşim içindeydi. (Mizrahi, 1998:87) Dolayısıyla bir hoşgörü ortamının mutlak
olduğu söylenebilir.
Daha önce de söylendiği gibi bu karakterlerin canlandırılmasındaki temel kriterler en
görünür olan tavır ve davranışlardan alınıyordu. Dolayısıyla derinlemesine değil, yüzeysel
“tipleme”lerden söz edilebilir. Bu psikolojik genellemenin coğrafi açıdan da geçerli olduğu
söylenebilir. Demek istediğim bir “Arnavut” tiplemesinin Balkanları temsil etmesi , “Kürt”
tiplemesinin Doğu Anadolu’yu temsil etmesi gibi “Laz” tiplemesi de (Doğu) Karadeniz’de
3
yaşayan halkı temsil eder. Karagöz’de genel olarak aceleciliği, hızlı ve çok konuşmasıyla
“karikatürize” edilen “Laz” , ya kayıkçı ya da kalaycıdır. (And, 1975, 67–75)
Karagöz gibi o dönemde anlatılan fıkralar da içinden çıktığı toplumsal-siyasi yapıyla doğrudan ilintilidir:
“...aynı zamanda Osmanlı döneminden kalmış fıkraların pek çoğu da milliyet esprisine
dayanır. Şimdi, o insanlar kalmayınca, fıkralar da unutuldu. Olur, olmaz her fıkra “Laz”
diye anlatılıyor.” (Belge, 1995:13)
1
Romanda “Laz” tiplemesi için bkz. (Tahir,1961)
4
yerli-yersiz kemençe eşliğinde “horon teper”1. Bu horon Akçaabat2 horonunun basit bir
taklididir3. Taklit, iki kolun havaya kaldırılarak kolların ve vücudun rast gele sallanması-
titremesi şeklinde ve “Uy!” nidası eşliğinde yapılır.
Televizyon “yerel” olanın da ulusallaşmasına katkıda bulunur. “Karadeniz” müziği icra
eden yerel şarkıcılar özellikle yirminci yüzyılın sonunda ulusallaşmış ve “Laz” imajını
pekiştirmişlerdir.
Paradoksal bir biçimde “Laz” isminin kültürel kimlik olarak benimsenmesi çok
yaygındır. Bu sahiplenme çoğu kez etnik kültürel farklılığın üstünü kapatmış bazen de Türk
milliyetçisi bir anlayışın sonucu olarak bilinçli bir tercih olmuş ve etnik kimliğin maniple
edilerek Türkleştirilmesi sağlanmıştır. Böylece yerel kültürel değerler Türk kimliğinin farklı
tezahürleri olarak yansıtılır. Örneğin etnik olarak Laz olmayan Rizeli İsmail Türüt bir
şarkısında hem Laz olduğunu hem de ülkesine olan bağlılığını şöyle ifade ediyor:
“...
Laz oğli derler bana
Canum kurban vatana...”
Tv-sinemadaki “Laz” tiplemesi Karagöz’deki tiplemenin görsel, işitsel olarak daha
zenginleştirilmiş halidir. Devamı sayabileceğimiz “Laz fıkraları”nda ise ‘“Laz”ın/
Karadenizlinin zekâsı’ unsuru ön plana çıkar, hatta Laz denince akla gelebilecek birincil öğe
haline gelir.
Laz stereotipine modern tiyatroda Ferhan Şensoy’un Anton Çehov’un “Vişne Bahçesi”
adlı tiyatro oynundan Karadeniz şivesi ve tiplemeleriyle yeniden uyarladığı “Fişne Bahçesu”
adlı oyunda rastlıyoruz. Oynun sloganında şöyle der: “Şekof Lazdur, Laz Kalacaktır”. Karl
Marx’ın “Das Kapital” adlı kitabı da benzer şekilde sözde Karadeniz ağzıyla yeniden
yazılmıştır “Laz Kapital” adıyla. (Okumuş,2006)
LAZ FIKRALARI
5
özelliklerine sahip olan farklı kişilerdir. Kısaca hepsinin “kafası az çalışır” tipler olarak
karikatürize edildiği söylenebilir. ”Temel” , Rizeli ya da Trabzonludur ve aşırı maço tavrı ile
tanınır. Bunun yanında “hamsi, taka, uzun burun” fıkralarda en çok rastlanan “yerel”
imgelerdir.
“Laz” fıkralarının şive, yerel imgeler vs. gibi biçimsel özellikleri “Laz” olmanın genel
başat kültürel yapıdan farklı olduğuna dair inancı daha da güçlendirmekte ve de Karadeniz’in
kültürel bir homojeniteye sahip olduğu inancını yerleştirmektedir. Bu yüzden hemen her Laz
ya da Lazlarla sosyal ilişkileri olan hemen herkes bütün Karadenizlilerin Laz olmadığını
çevresindekilere söyleme ihtiyacı hisseder.
Hollandalı felsefeci Matthijs van Boxsel'in kaleme aldığı ‘Aptallık Ansiklopedisi’ adlı
eserde hemen her kültürün ürettiği , belirli bir yöre insanı üzerine kurulu söylenceler için
“Hiç kimse kendi aptallığının bilincinde olmadığı için , başkalarının aptallığı insanı daha
zeki kılıyor. Daha doğrusu öyle hissettiriyor. Başkalarının salaklığından zevk duyan insan,
kendini daha zeki zannetmeye başlıyor” diyor. ( Karasu , 2001). İnsanlar kendi kimliklerini
başkalarının “ötekilikleri” üstünden kurguladıkları gibi zekâlarını da başkalarının
“aptallıkları” üstüne inşa ediyorlar. Dolayısıyla gündelik hayatta kendinin de başına
gelebilecek komik bir olayı, kendisinin asla başına gelmeyecekmiş gibi anlatmak insanın
kendi zekâsını yüceltmesinin bir aracı oluyor. Türkiye’de bu rastlantısal komiği
savuşturmanın en bilinen yolu da her fıkrayı, “adamın biri...” diye anlatmak yerine “Lazın
biri..” diye anlatmak olagelmiştir. Komik hikâyenin öznesini doğuştan olmadığı ve sonradan
da olamayacağı bir grubun içinden anlatmak bu olayı rastlantısal formundan çıkarmanın bir
6
yolu. Aynı olay örgüsünün geçtiği “adamın biri...” , “İskoç’un biri”... “Laz’ın biri...” gibi
öznesinin isminin değiştiği fıkralara rastlamamız bu yüzdendir.
Barry Sanders “Kahkahanın Zaferi’nde “gülme”nin yıkıcı gücünden bahseder.
“Gülmede , her zaman dile getirilmemiş bir aşağılama niyeti ve buna bağlı olarak
komşumuzu ıslah etme niyeti görürüz.” (Aktaran , Sanders ,2001:284)
“...yazıya geçirilmiş gülmelerin büyük bir bölümünde yakıcı bir horgörü vardır.
Neredeyse bütün bu gülmeler kıskançlıktan , göreceğimiz gibi bir insanın_ hatta bir
canavarın_ ironik olarak başkalarının üzerine çıkarak onlarla kozunu paylaşma arzusundan
kaynaklanır.” (Sanders ,2001:89)
“Alaycı gülme”nin (Sanders ,2001:103) sadece bir ulusun bir tek etnik grup için
geçerli olduğunu söylemek yanlış olur. Öyle ki nicel olarak farklı her grupta bu tür
hikâyelerin anlatıldığı söylenebilir. Türkiye’de “.... (li)yi akreple bir çuvala koymuşlar ,
akrep ‘vay anam!” demiş” fıkrasının hemen her il , ilçe , köy için uyarlanmış versiyonları bu
türden bir yaklaşımın ürünleridir. Buna benzer yakıştırmaların Lazlar tarafından Dutxe’liler1
üzerine anlatıldığı gerçeği de _ki eminim Dutxe’lilerin de başka bölgenin insanları için
yakıştırmaları vardır_ bu bilginin doğruluğunu çarpıcı biçimde vermektedir. Ama bu
durumun yaygınlığı ona ulusal düzeyde ahlaki meşruiyet kazandırabileceği anlamına
gelmemelidir. Çünkü bu etnik-ayrımcı mizah türü, “biri”lerinin ait olduğu grubu
aşağılamaya hizmet etmesiyle politik açıdan sorunludur2 (Reber:2003)
Dutxe’lilerin Lazlar arasında “dağlı , kaba , gözü kara vs.” imajına sahip olması hiç de
tesadüf değildir. Çünkü bu tür fıkraların özne grupları genelde , daha az “modern” , daha az
“kentli” yaşam tarzına uyum sağlayabilmiş olduğu düşünülen gruplar için anlatılması
yaygındır. Ama hikâyenin öğeleri o öznenin konumuna göre özgünlükler taşır.
“Dutxe’ye bulut inmiş , Dutxe’liler deniz yükseldi sanıp atlamışlar”
“Dutxe’liler toprağa yetiştirmek için tuz ekmişler”
“Dutxeli bir tüfek almış nerde canlı , hareket eden bir şey var ateş ediyor.Ağaçta
sallanan bir şey görmüş ateş etmiş , bir de bakmış ki annesi yere düşmüş! Kendi kendine
şöyle söylenmiş. ‘Gyozini sevduğumun tufeği ana mana tanimayi!”
“...Köylüler de kentli halkın uydurması fıkralara konu olurlar; bunlarda köylülerin
kabalığı , cahilliği , saflığı alaya alınmıştır. Çok eski dönemlerden beri Anadolu’da kent
toplumunda “Türk sözcüğü köylü anlamında kullanılırdı ve kent halkının köylüler üzerinde
eğlendirici hikâyeleri pek yaygındı; bunların en eskileri Mevlana’nın Mesnevisinde bulunur”
(Batur , 1998: 575)
7
“Fıkra , hikâye çekirdeğini hayattan alınmış vak’a veya tam bir fikrin teşkil ettiği kısa
ve yoğun anlatımlı , beşeri kusurlarla içtimaî ve gündelik hayatta ortaya çıkan kötü ve
gülünç hadiseleri , çarpıklıkları , zıddiyetleri;eski ve yeni arasındaki çatışmaları sağduyuya
dayalı ince bir mizah , hikmetli bir söz , keskin bir istihzâ yoluyla yansıtan ; umumiyetle bir
fıkra tipine bağlı olarak nesir diliyle yaratılmış , sözlü edebiyatın müstakil şekillerinden
ibaret yaygın epik-dram türündeki realist hikâyelerden her birine verilen isimdir.
(Yıldırım , 1999:3)
Fıkralar, önce sözlü bir edebiyat ürünü olup yazıya geçirilirken “Laz” fıkraları adeta
tam tersi yönde işler. Öyle ki pek çok “Laz” Fıkraları (Temel , Karadeniz Fıkraları
isimleriyle de olabilir) kitabı basılmış , basılmaktadır. Yani sözel bir anlatı türünün yazıya
geçirilerek dolaşıma girmesi yerine neredeyse yazılı olarak üretilip dolaşıma girmesi söz
konusudur. Bunun yanında son yıllarda internet kullanımının yaygınlaşmasıyla da bu
fıkraların dolaşımı oldukça artmış , Temel’in imajı pekişmiştir. Bu açıdan “Laz” fıkraları
“yeri geldikçe herhangi bir düşünceyi örnek vererek güçlendirmek , dinleyenleri ona
inandırmak , herhangi bir durumu açıklamak için anlatılan mizahi sözlü edebiyat ürünü kısa
öykü” (Batur , 1998:571) özelliğinden sıyrılarak “eğlence hapı” işlevi görmeye yarayan ,
endüstrileşmiş öykülere dönüşmüştür. Bu yaklaşım bir anlamda sözlü halk edebiyatı ürünleri
olan “fıkra” türünün de içini boşaltmaktadır.
İçinde bir aşağılama barındıran, ötekileştiren olarak tanımlanan etnik- ayrımcı tür
fıkraların varoluşunun biraylere bağlı olmayan iki ana temeli vardır.Bunlardan birincisi ulus
devlet ideolojisi, ikincisi ise tüketim kültürü .
Ulus-devlet ideolojisinin , tek bir ulus ismi etrafında birleştirdiği çok “farklılık” esaslı
çok etnili Osmanlı toplum yapısından “aynı”lığa dayanan Cumhuriyet ideolojisine geçişte
“farklılık” dolaylı yollardan lanetlenir. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde
8
yaşayan halklar nasıl “Kürt” ismi altında genellenip “gerici, asiretci, feodal ve milliyetci”
olarak steriotipleştirilmişlerse Karadenizliler de bu kitabın yazım çağrısında da belirtildiği
gibi _bozuk bir “Türkçeyle konuşan, geveze, olabildiğince gülünç, aptal, kültürsüz, zayıf ve
kaba, olan cahil müteahhitleri, hamsi kokan, silaha ve uçkuruna düşkün serserileri, kendileri
gibi düşünmeyenleri linç etmeye hazır paranoyak tipleri ve futbol fanatikleri” ile
tanımlanırlar.
Bu modernleşme projesi, ulusal medyanın mutlak desteği ile kentli, İstanbul şivesi ile
Türkçe konuşan, “modern” giyimli, adab-ı muhaşeret kurallarına uyan bireyler olmamızın
mesajını verir, aksi halde dışlanma, aşağılanma kaçınılmazdır.
Özellikle 1980 sonrası yaşadığımız hızlı kültürel dönüşüm tüketim kalıplarında en açık
olarak kendini gösterdi. Bu yeni yaşam tarzı kısaca “hızlı” yaşama , daha doğrusu “hızlı
tüketme” olarak özetlenebilir. Bunun içinde yemek kültüründen , müzik kültürüne bir “hızlı
tüketme”nin söz konusu olduğu söylenebilir. Bizi ilgilendiren mizah , ve dolayısıyla da
eğlence sektöründeki “hızlanma”dır. İşte anlık eğlenceler sunan “Laz” fıkraları bu açıdan
birebir bu ihtiyacı karşılama işlevine sahiptir.
“Dişçilerin yaptığı protezleri bir türlü beğenmeyen Trabzonlu Ahmet Cemal Kara ,
kendisine şimşirden diş yaptı.
Akçaabat ilçesinde oturan 67 yaşındaki Ahmet Cemal Kara , son olarak yaptırdığı
protezi de ağzında yaraya neden olduğu için kullanamadı. Bunun üzerine atölyesine kapanan
tekne ustası ,bir gün boyunca uğraşarak şimşir ağacından protez yapmayı başardı.
9
açıklanabilir. İnsanın kendi aptallığı/eksikliği ile barışık olması
(selfconsiousness_unconsiousness) da bunun bir parçasıdır. 1
“Lazistan’da iş yerlerinde mola süresi on dakikayı geçmezmiş. Çünkü daha uzun süreli
molalarda işçiler yapmakta oldukları işi unutuyorlarmış.”
“Temel’in beynine kurşun sıkmışlar. Kurşun Temel’in kafatasının içinden beş dakika
dolanıp durmuş. ( Durusoy ve Altıner ,2000 ,54)”
Bazen de Temel , kurnaz ,hazır cevap ve pratik zekâsıyla övülür. Ama argoda “Laz
mısın!” deyiminin yerleşmesi birinci tür “Laz” fıkralarının başat oluşu sayesindedir. İkinci
tür fıkraları birinci tür fıkraların hazmını kolaylaştırma görevi görür.
Bir toplumun tüm bireylerinin “aptal” olarak genellenebilmesi kadar “zeki” olarak
genellenebilmesi de bilimsellikten uzaktır ama şaşırtıcı olan bu iki yargının birbiriyle iç içe
geçmesidir.
1
Aptallık bir yandan medeniyetimizi her gün yeniden tehdit ederken, diğer yandan da varoluşumuzun mistik
temelini oluşturur. İnsanlar, aptallıklarının kurbanı olmamak için akıllarını kullanmayı öğrenmişlerdir.
Aptallığa hükmedebilmek için geliştirilen stratejiler medeniyetimizi biçimlendirmektedir. Kültür, bütün
ülkelerde ve zamanlarda, mekana ve zamana bağlı olarak kendini yok eden aptallığı anlayabilmek için
girişilen bir dizi (ve) az çok sonuçsuz bir çabanın ürünüdür. (Boxsel,2004:181)
10
Karadenizlilerin “Laz” Fıkralarına Bakışı
Bu çalışmanın hazırlık aşamasında yaptığım literatür taramasında antropolojik
yaklaşımların dışında fıkralar ve mizah alanında etnik ayrımcı türe ilişkin Türkçe yazılmış
değil bir kaynağa, bir kategorilendirmeye, isimlendirmeye dahi rastlamayışım konunun politik
olarak (political correctness) meşruiyetinin olduğunu gösteriyor.
Bunun yanında batıda ırkçı-etnik mizah/ şaka/ fıkralarla (racist/ethnic jokes/humour)
ilgili olarak önemli bir külliyat ve tartışmalar süregidiyor. Bu durum, Anglo-sakson ve
Avrupalı ülkelerin çokkültürlülüğe ilişkin tartışmaları hemen hemen bir yüzyıldır yaşamasının
buna karşın bizim çokkültürlülüğe dair tartışmalarımızın çok yeni ve gönülsüz (Avrupa Birliği
sevdası) olması ile açıklanabilir.
Seçici olmalarına karşın pek çok Laz’ın ve (Doğu )Karadenizlinin de fıkra anlatıcıları
olmaları paradoksu ancak Lazların ve daha genelde de (Doğu) Karadenizlilerin karakteristik
yapıları ve mizah anlayışları ile açıklanabilir. Kuşkusuz, mizah olgusunun içinde barındırdığı
“hoşgörü”nün (Öneren, 1983,13) önemi de yadsınamaz. Ancak bu durum bile
Karadenizlilerin Temel ismini çocuklarına koymaktan vazgeçmelerine engel olamıyor.1
1
“Trabzon Nüfus Müdürlüğü kayıtlarına göre, 2000'den bu yana yani son 5 yıldır şehirde çocuğuna Temel adı
koyan, sadece 1 aile var.Fadime ismi koyan tek bir aile yok.” (Dündar, 2005)
11
“Ulusların gülmece anlayışları arasında ayrımlar olduğu öteden beri bilinen bir
gerçektir. Çünkü gülmece, her şeyden önce, içinde doğduğu toplumun, ekonomik ve sosyal
koşullarına, kültür düzeyine, tarihine, geleneklerine, göreneklerine, törelerine bağlıdır ve
bütün bunları gülünecek biçimde yansıtır. Bütün bunlar da her ulusta ayrım gösterdiğine
göre, bu ayrım oranında, ulusların gülmeceleri ve gülmecelerden etkilenmeleri arasında
ayrım olması doğaldır. Ulusların gülmece anlayışlarının ayrı oluşu, o ulusların genel ulusal
karakterlerini kalın çizgilerle belirten gülmece fıkralarının doğmasına neden olmuştur.”
(Aktaran, Bayrak, 2001:10)
Her anlatılan aslında birilerinin deneyimini aktarıyordur. Bunun mizahi bir üslupla
anlatılması onun daha çok akılda kalmasını sağlar. Eğlendirme işlevi de salt araç olarak
görülemez. Çünkü eğlence, sosyalleşmenin bir yoludur aynı zamanda.
12
Fıkra anlatmak daha çok yeri geldikçe yapılan bir eylemdir Anlatan kişinin
performansına bağlı olarak da aynı fıkra, defalarca dinlenilebilmeyi mümkün kılar.
Mizah , “eğlence”nin bir parçası olarak kamusal özellikler taşır. (Cantek ,2003:60)
Sözlü kültürden bahsedeceğimiz her kültürde hikaye , fıkra , vs. anlatmanın yaratıcı bir
performansı gerektirdiğinden bahsedebiliriz. (Ong, 1999,58) Dolayısıyla güldürmek
önemlidir. “İyi” anlatanlar, yani yüksek performans sergileyip çok güldürenler toplumda her
zaman için aranan kişiler olmuşlardır. Dolayısıyla da sonuç olarak birilerini güldürebilen bir
anlatının öznesi olmak onları onore eder. Bunun yanında mizahın “zekâ” çağrışımı yapan bir
alan oluşu da bunu destekler.1 Bu yüzden “Laz” Fıkraları dışarıdan dayatılan açık bir
aşağılama olmadığı sürece yöre insanı tarafından benimsenir, anlatılır.
“Trabzon’da Bizim Temel ve Temelli Fıkralar adlı fıkra kitapları hazırlatan valilik ve
belediye birbirine girdi. Valilik yayınladığı kitapta ‘en hakiki Temel fıkraları bizde’ derken,
belediyeyi yabancı olanları uyarlamakla suçladı. Temel’in kişiliğini bozmakla suçlanan
belediye ise ‘bu fıkralar halktan toplandı’ açıklamasını yaptı” (İğci , 2002: 99)
1
İnsani olan komik ve gülme, estetik,moral,mantık,zekâ ve düş gücünü gerektirir.” (Aktaran,Yücel,2002:733)
13
“İçinde her “Temel” adı geçen fıkranın Karadeniz fıkrası olmadığını belirtelim
öncelikle . Karadeniz Fıkraları yöre halkının aynı zamanda mizahi yönünü vurgular. Sıradan
Karadenizli kendi eksiği , yanlışı , bilgisizliği ve cahilliğini; yeniyi , doğruyu , olumluyu
kabul etmek yönünde ince alaya almasını bilmiştir. Bu takılma başkalarının Karadenizlilere
takmış olduğu bir kulp , yakıştırma değil , Karadeniz insanının kendi eksiğiyle gönüllü
alayıdır. Bu tür fıkraların üreticisi halktır. Uzun ömürlü fıkralar olurlar, halkın dilinde
yaşarlar ve Karadenizliler tarafından gururla anlatılırlar. Yöre insanını aşağılayan fıkralar
Karadeniz Fıkrası değildir. Dünyanın her yerinde bu tür fıkralar halktan bazı kesimleri
aşağılamak için anlatılır. Bizde de hem bazı yörelere ilişkin sözler olarak, hem de fıkra
olarak vardır. Burada bilgi eksikliği olan, eğitimsiz bir insan değil, alay konusu bir aptal söz
konusudur.” 1
SONSÖZ
Bu çalışmada bugün Türkiye’de fıkra denince akla ilk gelen isim olan Temel’in ve
temsil ettiği Karadenizli Kimliği’nin Osmanlı’dan günümüze popüler kültür dünyasındaki
izlerine değinirken; bugünkü Karedenizli kimliğini domine eden “Laz” Fıkraları’na hem
içerden hem dışardan bakılmaya çalışıldı.
Sonuç olarak ister doğrudan olsun, ister mizah gibi görece daha dolaylı bir aracı ile
olsun, etnik bir grubu/ grupları “ötekil”eştirerek bir stereotipe indirgemek iyi niyetli bir
yaklaşım olarak değerlendirilemez.
“Laz” fıkraları, Lazlara ve (Doğu) Karadeniz’de yaşayan diğer halklara karikatür
temsiliyetler vererek kendi temsiliyetlerinin önünü kapatmaktadır. Bu da bir tür “sosyal
manüplasyon”dur. (Goldstein ,1995) Çokkültürlülüğe yeni ısındığımız, ya da Avrupa Birliği
üyeliği doğrultusunda ısınmaya şart koşulduğumuz, şu günlerde etnik-kültürel farklılıklara
saygı duymak, hoşgörü sahibi olmak birarada yaşamanın mutlak koşullarıdır. Konuya ilişkin
olası tartışmalar da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
KAYNAKÇA
1
http://www.organel.com.tr/uydurma_fikralar.htm
14
Batur , Suat(der.)(1998) Açıkamalı Örnekli Türk Halk Edebiyatı , Altın Kitaplar
Yayınevi , İstanbul.
Bayrak , Mehmet(2001) Halk Gülmecesi , Kültür Bakanlığı Yayınları , Ankara.
Belge , Murat(1995) “Yeni Birlik Biçimleri İhtiyacı Ve Azınlıklar” , Birikim Sayı
71-72 , “Etnik Kimlik Ve Azınlıklar” Özel Sayısı , Birikim Yayıncılık , İstanbul.
Bergson , Henri , (1996)Gülme , Ayrıntı Yay. , İstanbul.
Bingül , İlyaz (2002) “Şenlikli Karagöz : Türkçenin Gizli Romanı” ,
http://dergi.org/202002/1001_21.htm)
Boxsel, Matthijs Van (2004) “Aptallık Ansiklopedisi”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Bucaklişi , A. İsmail , Uzunhasanoğlu , Hasan (1999) Lazuri-Turkuli Nenapuna
(Lazca-Türkçe Sözlük) , Akyüz Yayıncılık , İstanbul.
Canpolat, Müge ve Şişmanoğlu, Şehnaz (2002) “Fıkra,Gülmece Kuramları ve
Anlatım Ortamı” Milli Folklor ,Sayı 55
Cantek , Levent (2003) “Gülmenin Muhalif Duruşu” , Folklor ve Edebiyat , sayı
34 , Uluslar arası Eğitim-Öğretim Basın Yay. , Ankara.
Durusoy , İlhan ve Altıner , Ahmet (1998) Temel’s 2001 Temel Fıkra , Boyut
Yayınları, İstanbul.
Durusoy , İlhan ve Altıner , Ahmet(2000) Temel’s 801 Temel Fıkra , Altıner
Yayınları , İstanbul.
Dündar, Can (2005 )–Milliyet Gazetesi “Karadenizli ''Temel''den Vazgeçti!” 31
Temmuz 2005
15
Okumuş,Yılmaz (2006) Laz Kapital, Epsilon Yayınları,İstanbul,
Ong , W. J (1999) Sözlü ve Yazılı Kültür , Metis Yayınları , İstanbul.
Öngören , Ferit (1983) Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı ve Hicvi , , Türkiye İş
Bankası , Kültür Yayınları , İstanbul.
Reber, Ed (2003) Riddle: “When Is a Joke not a Joke? When it is a Dart, a
Revolution, or a Good Way to Tell Innies From Outties
“http://dsc.dixie.edu/owl/ForumTalk14Jan03.pdf
Sağlam,Fatma(2001) “Karadeniz ve Ostfrizya Fıkraları Üzerine Karşılaştırmalı
Bir Çalışma” , Folklor/Edebiyat,Sayı 26,Ürün Basın Yayın,Ankara.
Sanders , Barry(2001) Kahkahanın Zaferi , Ayrıntı Yayınları , İstanbul.
Sokullu , S. (1997) Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi , Kültür Bakanlığı ,
Ankara.
Tahir , Kemal(1961) Esir Şehrin Mahpusu , Düşün Yayınevi , İstanbul.
Toy , Erol (2002) ,“Güldürürken Düşündüren Hacivat İle Karagöz” , Kültür ve
Turizm Bakanlığı , KARAGÖZ ,Kültür ve Turizm Bakanlığı ,KARAGÖZ ,
http://www.grupyorum.org/yeniyorum/tavir/tavirarsiv/taviraralik02/karagoz02.htm
Yıldırım , Dursun(1999) Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları , Akçay Yayınları ,
Ankara.
Yücel,Ayşe(2002) “Fıkraların Toplumsal İşlevi ve Basın Örnekleri”, Uluslar arası
Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı Bildirileri,Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara.
16