You are on page 1of 135

AŞK ÜZERİNE*

ALAIN DE BOTTON 1969 yılında İsviçre'de doğdu.


Eğitimini Cambridge'de tamamladı. Yapıtları on altı
dile çevrildi. Halen Londra'da yaşıyor.
Alain de Botton'un diğer kitapları: Proust Yaşamınızı
Nasıl Değiştirebilir, Öp ve Anlat, Romantik Hareket, Seyahat
Sanatı, Felsefenin Tesellisi ve Statü Endişesi 'dir.

*SEL Y A Y I N C I L I K
İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BOLUM
Romantik Yazgıcılık • 7
İKİNCİ BÖLÜM Bir
Ülkü Peşinde •17
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Baştan Çıkarma Üzerine • 23
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Özgünlük • 35
BEŞİNCİ BÖLÜM
Akıl ve Gövde • 47
ALTINCI BÖLÜM
Marksizm • 55
YEDİNCİ BÖLÜM
Sahte Notalar • 68
SEKİZİNCİ BÖLÜM Ya
Aşk Ya Liberalizm • 77
DOKUZUNCU BÖLÜM
Güzellik • 88
ONUNCU BÖLÜM
Aşk Sözcükleri • 96
ON BİRİNCİ BOLUM
Onda Ne Buluyorsun? •106
ON İKİNCİ BÖLÜM
Şüphe ve İnanç • 113
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Samimiyet «117
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BİRİNCİ BOLUM
"Ben"in Onaylanması »127
Romantik Yazgıcılık
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
Gönül de Mola Verir • 140
ON ALTINCI BÖLÜM
Mutluluk Korkusu «153
1. Belli bir yazgıya en çok romantik yaşantımızda özlem du
ON YEDİNCİ BÖLÜM yarız. Genelde ruhumuzun derinliklerine inemeyen insanlarla
Kasılmalar »162 yatağımızı paylaşmak zorunda kaldığımızdan, günün birinde
(aydınlanmış çağımızın tüm kurallarına aykırı olmakla birlik
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM te) düşlerimizin erkeği ya da kadınıyla karşılaşacağımıza inan
Romantik Terörizm »172 dığımız için bağışlanamaz mıyız? Bu amansız özlemi doyura
ON DOKUZUNCU BÖLÜM cak bir yaratığa adeta batıl bir inanç duymamız, hoşgörülemez
İyinin ve Kötünün Ötesinde • 181 mi? Dualarımız belki yanıtsız kalacak, belki erkeklerle kadın
lar arasındaki anlaşmazlık kısırdöngüsü hiç aşılamayacak
YİRMİNCİ BÖLÜM ama, tanrılar olur da bize acırsa, o zaman o prens ya da pren
Ruhsal-Yazgıcılık • 191 sesle karşılaşmamızı salt bir rastlantıya yormamız beklenebilir
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM mi bizden? Bir kereliğine de olsa akılcı yorumlardan vazgeçe
İntihar • 200 rek, bunu romantik yazgımızın kaçınılmaz bir parçası olarak
algılayamaz mıyız?
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM İsa
Kompleksi • 205 2. Aralık ayının başında bir sabah, Paris'ten Londra'ya gi
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM den İngiliz Havayolları uçağının ekonomi bölümünde oturur
Boşlukları Doldurmak • 211 ken ne bir aşk, ne bir öykü vardı aklımda. Kış bulutlarının bat
taniye gibi açılıp yerini masmavi parlak sulara bıraktığı Nor-
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM mandiya sahilini yeni geçmiştik. Sıkılmıştım, aklımı toparlaya-
Aşk Dersleri »216 mıyordum, havayolu dergisinde tatil beldeleri ve havaalanı
hakkındaki bilgileri tepkisiz bir şekilde okuyordum. Fondaki o bluz giymiş, dizlerinin üzerini gri bir hırkayla örtmüştü.
boğuk motor uğultusu, abartısız gri dekor, hosteslerin yapma- Omuzlan kırılacakmış gibi incecikti, derisi soyulmuş parmak-
cık gülücükleriyle uçakta insanın içini rahatlatan bir şey vardı. larından da tırnaklarını yediği anlaşılıyordu.
Aç ya da susamış değildim ama, çeşitli yiyecek ve içeceklerle "Sizi aç bırakmıyorum değil mi?"
koridorda ilerleyen arabayı gördüğümde uçak yolculukların- "Kesinlikle."
da yemek servislerinin uyandırdığı o belli belirsiz beklentiyi "Özür dilerim, kendimi tanıtmadım, benim adım Chloe,"
hissettim. diye açıklamada bulundu sonra ve elini epeyce dokunaklı bir
resmiyet içinde bana uzattı.
3. Sol yanımdaki yolcu sanki biraz ürkerek koltuğunun Ardından yaşam öyküsü değiş tokuşu yaptık; Chloe, ticari
önündeki cebe yerleştirilmiş uçak güvenlik önlemlerini anla bir fuara katılmak için Paris'te bulunuyormuş. Bir yıldır So-
tan kartı okumak için kulaklıklarını çıkardı. Karaya ya da suya ho'daki bir moda dergisinin grafik tasarımcısı olarak çalışıyor-
gayet sakin, kuş gibi konan yolcular, topuklu ayakkabılarını çı muş. Kraliyet Sanat Akademisi'nde okumuş, York'ta doğmuş
karan hanımlar, cankurtaran yeleklerini hünerle şişiren çocuk ama çocukken Wiltshire'a taşınmış ve şimdi (23 yaşında) Is-
larla yakıtın mucizevi bir biçimde ateş almadığı, uçağın tek lington'da bir dairede tek başına yaşıyormuş.
parça kaldığı ideal bir kazayı gösteriyordu elindeki kart.
6. Uçak Heathrow'a doğru alçalmaya başlarken, "Umarım
4. "Bir terslik olursa nasılsa hepimiz öleceğiz, dalga mı ge bagajımı kaybetmemişlerdir," dedi Chloe. "Sen de bavullarını
çiyorlar?" diye sordu yanımdaki yolcu. kaybedeceklermiş korkusuna kapılmaz mısın?"
"İnsanları biraz rahatlatıyor sanırım," diye yanıtladım, onu "Aklıma pek takmam doğrusu, ama bir kez New York, bir
benden başka dinleyen yoktu. kez de Frankfurt'ta olmak üzere iki kez başıma geldi."
"Öyle çabuk bir ölüm, o kadar da kötü bir son sayılmaz as- "Tanrım, nefret ediyorum yolculuklardan," diye iç geçirdi
lında, karaya çarparsa ve önde de oturuyorsan zaten hiç şan- Chloe işaret parmağını kemirerek. "En zoru da varmaktır, ben
sın yok. Bir amcam uçak kazasında ölmüştü. Sizin bu biçimde hep varış korkusu yaşarım. Bir süre uzaklaşınca, yokluğumda
ölen bir tanıdığınız oldu mu?" kötü şeyler olmuş gibi gelir, su borusu patladı mı, işimden ol-
Olmamıştı ama o sırada hostes (işverenleri hakkında duyu- dum mu, kaktüslerim öldü mü..."
lan ahlaki kaygılardan habersiz halde) yemek servisine başla- "Kaktüs mü yetiştiriyorsun?"
dığı için yanıt veremedim. Portakal suyu istemiştim, bir tabak "Birkaç kaktüsüm var, bir kaktüs dönemi geçirdim de. Fal-
geçkin sandviçi ise geri çevirmek üzereydim ki yol arkadaşım lik bir saplantı belki, biliyorum, ama Arizona'da bir kış geçir-
kulağıma uzanarak, "Olsun alın. Ben yerim sizinkileri, açlıktan dikten sonra kaktüslere merak saldım. Senin evcil hayvanın
ölüyorum," diye fısıldadı. var mı?"
"Eskiden balıklarım vardı."
5. Ensesini açıkta bırakacak kadar kısaydı kestane rengi saç "Ne oldular?"
ları; iri, sulu, yeşil gözlerini gözlerimden kaçırıyordu. Mavi bir "Birkaç yıl önce bir kız arkadaşımla birlikte yaşıyordum.
Kıskançlıktan mı bilmiyorum ama, bir gün akvaryumu hava- 9. Ve birbirimize bu denli uygun olduğumuzu hissetmeye
landıran aleti kapatmış, balıkların hepsi öldü." başladığım için de (yalnızca cümlelerimi tamamlamıyor, yaşa
mımı bütünlüyordu) Chloe ile tanışmamın basit bir rastlantı
7. Virajlı bir dağ yolunda an an yakalanan manzaralar gibi olabileceğini aklım almıyordu. Yazgı, kısmet gibi olguları ge
birbirimizin kişiliklerine dair ufak pencereler açan bu sohbet, rekli şüphecilikle değerlendirebilecek yetkinlikteydim oysa.
uçağın tekerlekleri asfalt piste değip, motoru geri viteste termi Genelde batıl inançlarım da yoktur benim, ama Chloe ile bir
nale seyrederek yükünü kalabalık havaalanına boşaltana dek likte, önemsiz bile görünse bir dizi ayrıntıyı içgüdüsel olarak
böylece sürdü. Bavulumu alıp gümrüğü geçtiğim sırada zaten hissettiklerimizin bir kanıtı olarak görmeye başladık; bir
Chloe'ye âşık olmuştum bile. birimiz için yaratılmıştık biz. İkimiz de çift rakamlı yılların aynı
ayında gece yarısı sularında (o 23.45'te, ben 01.15'te) doğmu
8. İnsan resmen ölmeden, herhangi birini yaşamının aşkı şuz. Çocukluğumuzda klarinet çalmışız, okul piyeslerinde Bir
olarak düşünemez aslında (ki o zaman da zaten olanaksızdır). Yaz Gecesi Rüyası'nda (o Helena, ben Theseus'un uşağı) rol al
Oysa Chloe ile tanıştıktan kısa bir süre sonra onu yaşamımın
mışız. Sol ayaklarımızın baş parmaklarında iki büyük ben, ar
aşkı olarak değerlendirmek, hiç de tuhaf gelmiyordu bana. Ne
kadaki azı dişlerimizde ikimizin de dolgusu var. Güneşli hava
denini bilmiyorum ama, hissettiklerimi göz önünde bulundu larda ikimizi de hapşırık tutuyor, ikimizde de ketçapı şişesin
rarak ona birden duyduğum bu yakınlığın olsa olsa aşk olabi den bıçakla sıyırarak alma huyu var. Hatta kütüphanelerimiz-
leceğini söyleyebilirim. Bu sürecin iç dinamiklerini bildiğimi deki Anna Karenina'ların baskısı bile (eski Oxford baskısı) aynı
de iddia edemeyeceğim, deneyimlerim dışında kanıt da yok - bunlar küçük ayrıntılar belki ama inananlar yeni bir dini na
elimde. Londra'ya döndükten birkaç gün sonra Chloe ile bir sıl kuruyorlar dersiniz?
likte geçirdiğimiz öğleden sonrayı örnek verebilirim. Noel'den
birkaç hafta önce Londra'nın batı yakasında bir lokantada ak 10. Elimizdeki verilere yüce anlamlar yükleyerek zamanı
şam yemeği yedikten sonra yapılacak hem en tuhaf, hem de en kendimizce öyküleştirdik. Chloe ile uçakta karşılaşmamız Af-
doğal şeymiş gibi geceyi onun dairesinde sevişerek bitirmemiz
rodit'in entrikasıydı bizce, birinci bölümün ilk sahnesiydi, öy
de bir başka örnek. Chloe Noel'i ailesiyle geçirdi, ben arkadaş
külerin en efsanevi, en klasiğine dönüştürdük bu karşılaşmayı
larımla İskoçya'ya gittim, ama birbirimizi her gün aradık, ba
- aşk öyküsüne. Gökyüzündeki o dev beyin, doğduğumuz an
zen günde beş defa konuşuyorduk -bir şey söylemek için de
dan başlayarak yörüngelerimizi kurnazca kaydırarak bir gün o
değil hani- yalnızca ikimiz de daha önce hiç kimseyle böyle
Paris-Londra seferinde karşılaşmamızı sağlamıştı sanki. Bizim
konuşmadığımızı, ötekilerin zorlama ve kandırmacadan öteye
için gerçekleşmişti ya; hiç gerçekleşmeyen sayısız aşkı, birileri
gitmediğini, (doğal olarak bir kurtarıcıya gerek duyan) o bek
nin bir uçak kaçırması ya da bir telefon numarasını kaybetme
leyişin artık gerçekten sona erdiğini hissettiğimiz için arıyor
duk birbirimizi. Yaşamım boyunca beceriksizce aradığım, düş si nedeniyle hiç yazılamayan pek çok aşk öyküsünü görmez
lerimde gördüğüm kadındı o ve gülüşü, gözleri, espri anlayışı, likten gelebiliyorduk. Olmuş olan ilgilendiriyordu bizi tarihçi
edebiyat zevki, kaygıları ve zekâsıyla idealimdeki sevgiliye tı ler gibi, her durumun doğasında varolan şans öğesini gözardı
patıp uyuyordu. ediyor ve kendi yaşantımızın Hegel'i, Spengler'i olmaya soyu-
meyince, İngiliz Havayolları terminaline gidip, benim de (ken-
dime ait bir dizi nedenle) yolculuk edeceğim on kırk beş Lond-
narak utanmadan büyük öyküler yazmaya yelteniyorduk. ra uçağında yer ayırtmıştı.
(Olay gerçekleştikten sonra ortaya çıkan) anlatıcıyı oynuyor,
başımıza geleni simyalaştırıyor ve yaşamımıza inanılması güç 13. Ve sonra bilgisayar öyle hokkabazlıklar yapmıştı ki
bir nedensellik atfediyorduk. Böylece, son derece mistik ya da Chloe'yi uçağın kanat bölümüne, 15A koltuğuna, beni de
(daha nazikçe ifade edecek olursak) edebi bir adım atmış ol- 15B'ye yerleştirmişti (bkz. şekil 1.1). Güvenlik önlemlerini ak-
maktan suçlu bulunuyorduk. taran kart nedeniyle konuşmaya başlamamız çok ufak bir ola-
sılıktı zaten; ikimizin de Club Class uçmayacağı da gayet açık-
11. Daha akılcı olmamız gerekirdi elbette. Chloe de ben de tı, uçakta 191 ekonomi sınıfı yolcusu bulunduğuna göre
bu iki başkent arasında sık sık gidip gelmediğimiz gibi, bu yol Chloe'nin 15A, benim de tamamen rastlantı sonucu 15B'ye
culuğu uzun zamandır tasarlamış da değildik. Chloe, editör oturtulmam (birbirimizle konuşmaya başlayacağımız olasılığı
yardımcısı aniden hastalanınca işyerince apar topar gönderil ise hesaplanamıyor) 17,847'de 110, yani 162.245'te l'e denk dü-
miş, ben de Bordeaux'daki işimin erken bitmesiyle, kızkarde- şüyordu.
şimle birkaç gün geçirmek için gelmiştim Paris'e. Charles de
Gaulle ile Heathrow arasmda gidip gelen ulusal havayolu şir
ketleri, dönmeyi istediğimiz gün sabah saat dokuz ile öğle ara
sında altı seçenek sunuyordu. 6 Aralık'ta öğleden sonranın er
ken saatlerinde Londra'da olmak isteyip de son dakikaya dek
hangi uçağa bineceğimizi kararlaştırmamış olmamız göz
önünde bulundurulduğunda, o gün başlarken ikimizin de ay
nı uçakta (yan yana koltuklarda olmasa da) bulunmasının ma Şekil 1.1 İngiliz Havayolları Boeing 767
tematiksel olasılığı 36'ya 1 kadardı.
14. Ancak bu rakamlar elbette ki Paris ile Londra arasında
12. Chloe sonradan bana saat on buçuktaki Fransız Hava tek uçak olması durumunda yan yana geleceğimiz olasılığını
yolları uçağına binmeyi tasarladığını, ancak odasından tam çı ortaya koyuyor, oysa altı uçak vardı, hem ikimizin de bu altısı
karken giysilerinin arasındaki şampuanın sızdığını fark etme arasında karar kılmakta tereddüt edip, yine de o uçağı seçtiği-
siyle bavulunu yeniden derlemek zorunda kaldığını, bunun da miz için o olasılığı baştaki o otuz altıya bir olasılıkla çarpma-
değerli bir on dakikaya malolduğunu anlattı. Otel resepsiyonu mız gerekiyordu ve dolayısıyla Chloe ile benim bir Aralık sa-
kredi kartıyla ödediği faturasını hazırlayıp sonunda bir taksi bahı Manş Denizi'nin üzerinde seyreden bir İngiliz Havayolla-
çağırdığında, saat dokuzu çeyrek geçmiş ve Chloe'nin on bu rı Boeing uçağında tanışmamız, 5840.82'de l'lik bir şanstı. (p
çuktaki Fransız Havayolları uçağına yetişmesi olasılığı orta = 1/36 - > 110/17,847 = 1/162(.245) - > 1/162.245 x36 = 1/5840.821)
dan kalkmıştı. Porte de la Villette yakınlarındaki yoğun trafiği
geçip havaalanına vardığında uçak çoktan kalkışa hazırmış ve
Chloe bir sonraki Fransız Havayolları uçağını beklemek iste-
17. Tanrı'nın yüz yıl önce tarihe gömüldüğü, geleceği kâ
hinlerin değil bilgisayarların öngördüğü bir dünyada roman
15. Ama oldu. Ve bu hesap, bizi akılcı çözümlere götürece tik yazgıcılık tehlikeli bir biçimde mistisizme dönüşmeye baş
ğine, âşık oluşumuza dair mistik yorumlarımızı güçlendirdi. ladı. Chloe ile birbirimize âşık olmamız için bir uçakta karşı
Bir olayın gerçekleşmesi olasılığı son derece zayıfken o olay yi laşmaya yazgılı olduğumuz düşüncesine kapılmam, kahve ya
ne de gerçekleşirse durumu yazgı olarak değerlendirmek suç da billur küre fallarına başvuran ilkel bir inanç sistemine bağ
mu? Yazı tura attığımda yazı ya da tura gelmesinin olasılığı lı olabileceğim anlamına geliyordu. Tanrı kumar oynamıyorsa,
ikiye bir olunca, biri ya da ötekinin gelmesi durumunda yüzü çöpçatanlık yapacak hali yoktu ya.*{Yazar burada Tanrı'dan söz
mü Tanrı'ya dönmüyorum. Ama bu olasılık Chloe ile benim ederken Türk diline ancak 'O' şeklinde
durumumda olduğu gibi 5840.82'de 1 kadar az ve mesele de çevirebileceğimiz, ama İngiliz dilinde cinsiyeti ortaya koyan 'He'
aşk olunca, yazgıdan başka ne gelir akla? Bu denli zayıf bir ola ve/ya 'She' zamirlerini kullanıyor; dolayısıyla Tanrı'nın cinsiyetine
sılığın sonucu yaşamımızı değiştiren bu tanışma en akılcı ada ilişkin ayrımcılık yapmaktan kaçınıyor. (Ç.N.)}
mın bile aklını çelerdi. Gökyüzünde birisi (on bin metre tepe
mizde) kukla oynatıyor olmalıydı. 18. Ne var ki, çevremizi saran kargaşa içinde bilinmezlikle
rin yarattığı tedirginliği hafifletmek adına belli olayların öyle
16. Şansla bağlantılı gelişen olaylara iki çeşit yaklaşım söz olması gerektiği için olduğunu düşünmek, yani yaşamın dağı
konusudur. Felsefi bakış açısı, olayların ardındaki nedenlerin nıklığına bir nedensellik, bir yön vermeye çalışmak da anlaşı
zorunlu olmadıkça çoğaltılmaması gerektiğini savunan Ock- lır bir durum. Bir gün âşık obuamız kaçınılmazdır gerçi, ama
ham'ın usturası yasasına bağlı olarak temel nedenlerle sınırla biz yine türlü olasılıkları barındıran zarın bu olasılığı da taşı
nır. Olayı anında açıklayacak nedenleri aramak anlamına geli dığını unuturuz. Kurtarıcımızla olan buluşmanın, dışardan ba
yor bu, yani benim Merih gezegeninin güneşe göre konumunu kınca rastlantısal ve dolayısıyla pek olasılıklı görünmemesin
ya da bir romantik yazgının yapısını değil, Chloe ile aynı uçak den olsa gerek, gökyüzünde dalgalanarak yavaş yavaş açılan
ta yan yana koltuklara yerleştirilmemizi göz önünde bulun bir kâğıda önceden yazılmış olduğuna ve önünde sonunda
durmam gerekiyor. Oysa mistik yaklaşım, evrene dair daha (bugüne dek gizli kalmış olmasına karşın) seçilmiş kişiyi bize
ayrıntılı kuramları deşmekten kendini alamaz. Bir ayna duvar gösterdiğine inanırız. Bazı olayları yazgının bir parçası olarak
dan düşüp binlerce parçacığa ayrılıyor. Neden düştü? Ne anla algılama eğiliminin ardında ne yatıyor? Belki de tam zıddı, ya
ma geliyor bu? Felsefeci için aynanın yere düşmüş olmasmdan ni bilinmezliğin uyandırdığı kaygı; yaşamımızda anlama dair
öte anlamı yoktur bu olayın, hafif bir sallantı olmuş, fizik ku en ufak kırıntıyı yalnızca kendimizin yarattığını hissetmenin
rallarına boyun eğen belli güçler birleşerek (hesaplanabilir bir korkusu; yazılı bir kâğıdın olmaması (ve dolayısıyla üzerine
olasılığa göre) tam o anda aynanın yere düşmesine yol açmış yazılmış bir yazgının da); yaşadığımız ve yaşamadığımız olay
tır. Oysa o kırılan ayna anlamlarla yüklüdür mistik için, en az ların (uçakta kiminle tanıştığımız ya da tanışmadığımız gibi)
yedi yıllık kötü talihin apaçık bir işareti, binbir günahın ilahi onlara yüklediğimiz anlam dışında bir anlam ifade etmemesi -
göstergesi, binbir cezanın habercisidir. kısacası, öykümüzü anlatacak, dolayısıyla aşklarımızı teminat
altına alacak bir Tann'nın olmayabileceğine dair bir endişe.
19. Romantik yazgıcılığın bir mit, bir yanılsama olduğu
şüphe götürmezdi ama onu saçmalık diye bir kenara itmek için
yeterli neden sayılmazdı bu. Bir mit, içerdiği başlıca mesajın
ötesinde anlam taşıyabilir, insana dair önemli ipuçları taşıdık
larını görmek için Yunan tanrılarına inanmış olmak gerekmi İKİNCİ BÖLÜM
yor. Chloe ile tanışmamızın yazgının bir sonucu olduğuna
Bir Ülkü Peşinde
inanmak saçmaydı ama tanışmamıza yol açan olaylar zincirini
etrafımızda örülen bir ağa benzetmemiz bağışlanabilir bir du
rumdu. Âşık olunanın tekilliği üzerine kurulu olmayan bir aşk
düşünülemeyeceğine göre, havayolları bilgisayarının koltuk
yerlerini farklı belirlemiş olması durumunda bir başkasına da 1. "İnsanların asıl yüzünü görmek hem kolay, hem de bir işe
âşık olabileceğimiz düşüncesine karşı kendimizi savunuyor yaramıyor," demişti Elias Canetti, başkalarında gereksiz yere
duk biz. Chloe'nin gözlerine, sigara yakışına, öpüşüne, telefon kabahat bulmamıza ilişkin. Öyleyse âşık olmak, bu süreçte bi
da alo deyişine, saçını tarayışına âşık olmuşken, onun yaşa raz körleşmek pahasına da olsa, başka insanlarda kabahat bul
mımda oynadığı rolü bir başkasının da aynı şekilde oynayabi mayı anlık bir dürtüyle askıya almaktan kaynaklanıyor ola
leceğini hayal edebilir miydim? maz mı? Bir yelpazenin iki zıt ucunun birinde aşk, birinde si-
nizm yer alıyorsa, bizi yorgun düşüren sinizmden kaçmak için
20. Romantik yazgıcılık sayesinde, âşık olma gereksinme
âşık olmuyor muyuz bazen? Enerjimizi kısa bir süre içinde
mizin, aslında belli bir kişiye âşık olmaktan önce geldiği yolun
mucizevi bir biçimde inandığımız belli bir yüz üzerine odakla
daki zor düşünceyi görmezlikten gelmiş oluruz. Seçilen kişi is
mak ve böylece hayal kırıklığından kaçınmak için âşık oluna
ter istemez tanışılanlar arasından seçildiğine göre, farklı istika
nın değerlerini inatla abartmak her coup defoudre'da* {Yıldırım
metler, farklı uçaklar, farklı tarihler ve olaylarla karşı karşıya
aşkı. (Ç.N)} yok mu?
kalsaydım belki de âşık olacağım kişi Chloe olmayacaktı - ama
artık ona âşık olduğum için hayal bile edemeyeceğim bir şeydi 2. Pasaport kontrolü sırasında kaybettiğim Chloe'yi
bu. Âşık olmak yazgısını, belli bir kişiye âşık olmak yazgısıyla bagaj salonunda yeniden buldum. İnatla sağa meyleden
karıştırmak gibi bir yanlış içindeydim. Yani aşkın değil, arabayı, bagajları salonun solunda bulunan Paris yolcularına
Chloe'nin kaçınılmaz olduğunu sanmak hatasına düşmüştüm. doğru sürmeye çalışıyordu. Benim arabam söz dinlediği için,
21. Gerçi öykümüzün başındaki bu yazgıcı yorum, bir şeyin yanına gidip değiş tokuş etmeyi önerdim ama reddetti, ne
işareti sayılabilirdi en azından; Chloe'ye âşık olmuştum. kadar inatçı da olsalar arabalara sadık olmak gerekirmiş, hem
uçak yolculuğundan sonra biraz gayret sarf etmek fena
Onunla tanışmak ya da tanışmamanın salt bir rastla ntı,
olmuyormuş. Ka-raçi yolcularının arasından dolanarak
5840.82'de l'lik basit bir olasılık olduğunu hissettiğimde, on
Charles de Gaulle Hava-
suz olmaz bir yaşamın gereğini de hissetmiyor olacaktım artık
- yani onu artık sevmeyecektim.
alanı'nda uçağa bindiğimizden beri ister istemez tanıdık oldu- yan birçok insan var. Beş dakika daha bekleyelim, şimdilik pa-
ğumuz Paris yolcularmm bagaj bölümüne iliştik. İlk bagajlar ranoyaya kapılmana gerek yok."
teker teker dökülmeye başlamıştı, gergin yüzler bavullarını "Ne kadar sinir bozucu," diyerek gülümsedi Chloe, başını
seçmeye çalışıyordu. eğip ayaklarına bakarak.
3. "Gümrükte tutuklandın mı hiç?" diye sordu Chloe. 6. Aşkı hemen duyumsadım; erkek kardeşiyle birlikte Ro
"Şimdilik hayır... ya sen?" dos'ta geçirdikleri bir tatille ilgili (hemen bitişiğimize Ati
"Hayır ama bir keresinde bir itirafta bulunmuştum. Na- na'nın bagajları boşalmaya başlayınca aklına gelen) çok uzun
zi'nin biri, gümrüğe tabi bir şeyim olup olmadığını sordu, yok- ve çok sıkıcı olacağı belli öyküyü anlatmaya başlamasından kı
tu ama evet dedim." sa bir süre sonra. Chloe konuşurken, bej rengi yün paltosunun
"Peki neden?" kemeriyle oynaşan ellerini seyrettim (işaret parmağı çilliydi)
"Bilmiyorum, kendimi suçlu hissettim: Yapmadığım şeyleri ve (sanki apaçık bir gerçekmiş gibi) ona âşık olduğumu fark et
itiraf etmeye korkunç bir eğilimim var. İşlemediğim bir suç tim. Cümlelerini genelde tamamlamaması, biraz kaygılı oluşu
için kendimi polise teslim etmek gibi fantezilerim bile olmuş- ve küpelerinin zevkli olmaması, çok sevimli olduğu gerçeğini
tur." değiştirmiyordu. Bağışlanamaz bir duygusal toyluğun yanı sı
ra paltosunun zarafatine, yol yorgunluğuma, o gün kahvaltıda
4. "Bu arada, sakın bavuluma bakıp yargılama beni," dedi ne yediğime ve havaalanının dördüncü terminalinin bagaj bö
Chloe, daha şanslılarımızın çoktan ayrıldığı kuyrukta bagajla lümünün kasvetli havasını aydınlatabilen güzelliğine bağlı
rımızı gözlerken, "Son dakikada Rennes Sokağı'ndaki iğrenç tam bir ülküselleştirme anıydı bu.
bir mağazadan aldım. Korkunç bir şey."
"Sen bir de benimkini gör. Hem benim bahanem de yok. 7. Ada turistlerden geçilmiyordu ama biz motorsiklet kiraladık
Beş yıldır aynı bavulu taşıyorum." ve... Chloe'nin tatil öyküsü sıkıcıydı ama bu artık bir değer yar
"Bir ricada bulunabilir miyim? Tuvalete gitsem, arabama gısı unsuru sayılmıyordu ki. Sıradan konuşmaları değerlendi
ren her zamanki mantığım yok olmuştu. Konuşmaların içeri
bakar mısın? Hemen dönerim. Parlak yeşil saplı pembe bir
ğinde ne bir entelektüel boyut ne de bir şiirsellik arıyordum,
çanta görürsen, benimkidir."
önemli olan ne söylediği değil, söylenenleri onun söylüyor ol
masıydı - ve ben, onun ağzından çıkan her sözcükte mükem
5. Kısa bir süre sonra koridorun öte yanından Chloe'nin,
meli duymaya karar vermiş bulunuyordum. Her anekdotu
yüzünde sonradan her zamanki hali olduğunu öğrendiğim,
dinlemeye (Taze zeytin satan bir dükkân vardı...), çok uzatsa bile
eziyet dolu, kaygılı ifadeyle bana doğru yürüdüğünü gördüm.
esprilerine gülmeye, anlamsız gelse bile yorumlarına severek
Kötü bir haber almak üzereymiş gibi ağlamaklıydı yüzü hep.
katılmaya hazırdım. Onun duygularına bütünüyle ortak ola
İnsanda onu teselli etmek, ona destek olmak (ya da elini uzat
bilmek için kendimden vazgeçmeye, Chloe'yi tüm olası ben
mak) dürtüsü uyandırıyordu.
liklerinin derinliklerine izlemeye, her bir anısını listelemeye,
"Geldi mi?" diye sordu.
çocukluğunun tarihçisi olmaya, tüm aşklarını, korkularını ve
"Hayır, benimki de yok ortalıkta ama daha bagajını alma-
11. "Çantalarınızı gözden geçirebilir miyim, efendim?" diye
sordu gümrük memuru. "Gümrüğe tabi mal taşıyor musunuz?
Alkol, sigara, ateşli silahlar gibi mesela?.."
Wilde ve dehası gibi* {Oscar Wilde'ın gümrüğe tabi bir şeyi olup
olmadığını soran gümrük memuruna verdiği yanıt, 'Yalnızca
deham...'di. (Ç.N.)} ben de "Yalnızca aşkım" demek istedim ama
benim aşkım bir suç sayılmazdı, en azından şimdilik.
"Seninle bekleyeyim mi?" diye sordu Chloe.
nefretlerini öğrenmeye hazırdım - akıl ve gövdesiyle Chloe'yi "Hanımefendiyle birlikte misiniz?" diye sordu gümrük memuru.
Chloe yapan tüm unsurlar birden bire çok ilginç gelmeye baş- Haddimi aşmış olmamak için hayır diye yanıtladım ama Chloe'den öteki
lamıştı bana. tarafta beklemesini rica ettim.

8. Derken bagajlar geldi, onunki benimkinin birkaç bagaj 12.


gerisindeydi, çantalarımızı arabalara yükledik ve birlikte yü yeniden belirler. Gümrük ritüelindeki sabırsızlığım, daha bir
rüyerek yeşil kapıdan çıktık. kaç saat önce varlığından bile habersiz olduğum Chloe'ye ar
tık şiddetli bir arzu duyduğumu ortaya koyuyordu. Belirtileri
9. Korkunç olan, kendi kendine bile hoşgörülü davranmak ni zaman içinde hissettiren, sözgelimi yemek saatlerinde yok
ta güçlük çekerken, kalkıp bir başkasını olmadık ölçüde ülkü- layan açlık duygusu gibi de değildi bu. Salonun öteki tarafın
selleştirebilmek - belki o güçlük nedeniyle... Chloe'nin de so da onu bulamazsam -yaşamıma o sabah saat on bir buçukta
nunda insan olduğunu (sözcüğün taşıdığı tüm çağrışımlarla) giren birisi uğruna- ölecekmişim gibi hissediyordum.
anlamış olmalıydım ama -yolculuğun ve varoluşun tüm o ger
ginliğiyle- böylesi bir düşünceyi askıya aldığım için bağışlana 13.
maz mıyım? Her âşık oluş (Oscar Wilde'a kulak verecek olur âşık olmak arzusunun, âşık olunan kişiden önce gelmesidir -
sak) umudun kendini bilmişliğe karşı zaferidir. Kendimizde gereksinim, kendi sonucunu doğurmuştur. Âşığın ortaya çık
gördüklerimizi, onda görmemeyi umarak âşık oluruz - yani ması önceden duyulan (ama hemen bütünüyle bilinçaltında
korkaklıklarımızı, zayıflıklarımızı, tembelliğimizi, sahtekârlık yatan), birisine âşık olmak gereksiniminin ikinci bir evresidir
larımızı, verdiğimiz ödünleri ve aşırı aptallıklarımızı. Sanırız yalnızca - aşk açlığımız o birisinin özelliklerini şekillendirir,
ki seçtiğimiz kişinin çevresine aşk kordonunu sarınca içindeki arzularımız onun üzerinde billurlaşır. (Ne var ki dürüst yanı
tüm hatalardan arınacak ve tabii sevilesi olacak. Kendimizde mız, bu yanılsamaya meydan okumaktan geri kalmaz. Âşığın,
göremediğimiz mükemmelliği buluruz ötekinde ve aşk yoluy gerçekten de hayalimizdeki gibi olup olmadığı, aşksızlık çek
la onunla birleşerek, (öyle olmayacağmı bile bile) insanoğluna memek için kaçınılmaz olarak yarattığımız bir halüsinasyon
olan şüpheli inancımızı korumaya çalışırız. mu olduğu yolundaki şüpheler yoklar bizi an an.)

10. Bunun bilincinde olmak, âşık olmamı neden engelleme


di? Çünkü arzumun mantıksızlığı ve çocuksuluğu, inanmaya
olan gereksinimimden daha zayıftı. Romantik düşlerin yaşa
mın boşluğunu nasıl doldurabildiğini, birisine, herhangi birisi
ne hayranlık beslemenin getirdiği yaşama sevincini biliyor
dum. Daha Chloe'yi görmeden önce, bir başkasının yüzünde
kendimde bir türlü bulamadığım mükemmelliği görmeye ge
reksinmiş olmalıyım.
14. Chloe beklemişti ama, birlikte bir iki dakika geçirdikten
sonra yeniden ayrıldık. Arabasını otoparkta bırakmıştı, bense
büroya uğrayıp bazı evrakı almak için taksiye binecektim - her
iki tarafın da öyküyü sürdürmekle sürdürmemek arasında te
reddüt ettiği o tuhaf anlardan birini yaşadık. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
"Bir ara ararım seni," dedim ilgisizce, "birlikte bavul alışve- Baştan Çıkarma Üzerine
rişine çıkarız."
"İyi fikir," dedi Chloe, "numaram var mı sende?"
"Ezberledim bile, çantanın etiketinde yazılıydı." "İyi dedektif
olurmuş senden, umarım belleğin güçlüdür. Her neyse,
tanıştığımıza sevindim," dedi Chloe elini uzatarak. 1. Kesinliklerden hoşlananlar, baştan çıkarmaya soyunma-
"Kaktüslerinle bol şans," diye seslendim arkasından, asansöre malı. On iki bin olasılık olmasa da on iki olasılığa uzanan yol
doğru yol alırken sürdüğü araba hâlâ çılgınca sağa seyir- lar açılıverir insanın önüne. Gündelik yaşamda (yani, aşksız bir
tiyordu. yaşamda) sorgulanmadan algılanan jestlerin ya da sözlerin ola
sı açılımları sözlüklere bile sığmaz olur. Baştan çıkarmaya kal
15. Taksiyle kent içine doğru yol alırken tuhaf bir yokluk, kışan taraf için bütün bu kuşkular, yargısını bekleyen hüküm
hüzün duygusu çöktü içime. Gerçekten de aşk mıydı bu? Bir lünün ürkekliğiyle yanıtı aranan tek bir soruya indirgenebilir
likte doğru dürüst bir sabah bile geçirmemişken aşktan söz aslında. Beni arzuluyor mu arzulamıyor mu?
edebilmek romantik yanılsamalara, anlam kaymalarına yol
açıyordu. Oysa kime âşık olduğumuzu bilmeden âşık olabili 2. Chloe'yi henüz elde edememiştim, sürekli onu düşünü
riz ancak. O ilk an ister istemez cehalet üzerine kuruludur. Ve ben
yordum. Anlamlandıramadığım bu arzuya ilişkin tek ipucu,
arzu edilen kişinin kendisiydi kuşkusuz (Montaigne'in La Ba-
bu kadar psikolojik ve epistemolojik kaygının arasında buna
etie ile olan arkadaşlığının nedenlerini alıntılayacak olursak:
yine de aşk diyorsam, bu belki de sözcüğün hiçbir zaman tam
O, o olduğu için, ben de ben olduğum için). King's Cross ya
anlamıyla kullanılamayacağına olan inancımdan kaynaklanı
kınlarında açacağımız yeni büroyu düşünmem gerekirken, is
yordu. Aşk bir yer, bir renk, bir kimyasal madde olmadığına,
ter istemez, sorumsuzca hep ona gidiyordu aklım. Hemen çö
ama tüm bunların bileşimi ve dahası ya da tüm bunların hiçbi
zümlenmesi gereken bir konu gibi meşgul ediyordu zihnimi,
ri ve eksiği olduğuna göre, gündeme geldiğinde herkes diledi-
oysa hayranlıkla içinde dolandığım bu çemberin dışına bir
ğince söz edemez miydi ondan? Akademik doğru ve yanlışın
adım atabilsem, gerçekte hiç de ilginç olmayan bu tutarsız dü
ötesine uzanmıyor muydu bu konu? Zaman dışında (ki o da
şünceler zincirinin saf bir arzudan kaynaklandığını görebile
kendi kendinin yalancısıydı) kim bir şey söyleyebilirdi bu ko cektim. Bazı Chloe-düşünceleri şu şekilde beliriyordu: "Ah, ne
nuda? harika kadın, ne güzel olurdu eğer ..."
Bir de durağan görüntüler vardı: (i) 5. Sonunda benim Chloe'mi ertesi gün işyerinde buldu
Chloe uçak penceresinin önünde (ii) ğumda, o da beni öteki dünyaya havale etmiş gibiydi (havale
Sulu yeşil gözleri (iii) Alt dudağını edilecek bir şey vardı sanki, hayal gücüm yine kanatlanmıştı).
bir an ısırışı (iv) "Ne tuhaf" derkenki "Şu an burası çok karışık. Biraz bekler misin?" diye sordu
telaffuzu (v) Esnerken boynunun bir sekreter edasıyla.
görüntüsü (vi) İki ön dişi arasındaki Biraz alınarak, beklemeye başladım. Nasıl bir yakınlık ha-
boşluk (vii) El sıkışı yal etmiştim ki, bürosundaydı şimdi, iki yabancıydık artık, ar-
zularım Chloe'nin çalışmasını bölmekten başka işe yaramıyor-
3. Belleğim aynı gayreti çoktan buharlaşan o talihsiz rakam du.
lar dizisinden oluşan telefon numarasını anımsamak için de "Dinle, üzgünüm," dedi, yeniden hatta belirerek, "Şu an
gösterebilseydi keşke (oysa rakamları kaydetmektense, gerçekten konuşacak durumda değilim. Yarın yayımlanacak
Chloe'nin alt dudağını ısırışını üst üste canlandırmayı seçmiş bir ek hazırlıyoruz. Seni sonra arasam olur mu? İşler biraz ha-
ti zihnim). Kaçtı şu numara? (071)'den sonra fifleyince seni evinde veya büronda bulmaya çalışırım, tamam
607 9187 mı?"
609 7187
601 7987 6. Telefon aygıtı, aramayan sevgilinin şeytani ellerine düş
690 7187 müşse bir tür işkence aletine dönüşür. Öykü, arayacak olanın
610 7987 denetimine girer, ancak arandığında yanıt verebilen edilgen
670 9817 bir izleyiciye dönüşüverir insan. Telefon işte böyle edilgen bir
687 7187 role itti beni; telefon araşmalarına atfedilen geleneksel cinsellik
mi geliyordu? açısından baktığımızda Chloe'nin eril arayanının dişil bekleye
ni (alıcısı) konumuna düştüm. Bu durum, telefonu her an ya
4. Çevirdiğim ilk numara arzularıma yanıt vermedi, birisi nıtlamaya hazır olmaya zorladı beni, özgürlüğüm kısıtlandı.
ni baştan çıkarmaya kalkışanlar için en büyük tehlike iletişim Aletin içinde saklanan o kötülüğü ne kalıpsal plastik yüzeyi,
aksaklığıdır zaten. 609 7187 arzuladığım kadının ikameti değil, ne parmakucu kadar küçük çevir düğmeleri ne de renkli tasa
Upper Street yakınlarındaki bir cenaze işleri mağazasının nu rımı ele veriyordu, bunların hiçbirinde telefonun (ve sayesinde
marası çıktı - gerçi Yaşamdan Sonra mağazasının da Chloe benim de) ne zaman canlanacağına dair bir ipucu okunmuyor
adında bir çalışanı vardı, benim kim olduğumu çıkarmak için du.
düşündü durdu (bir ara benim kül vazosu siparişi veren bir
müşterisi olduğumu sandı) ve bu karmakarışık konuşma so 7. Bana mektup atsaydı keşke. Söyleyeceklerimi o kadar sık
nucunda yanlış yeri aradığımın farkına vardığımda ben de kan prova etmiştim ki, bir hafta sonra aradığında hiçbirini söyleye-
ter içinde öteki dünyayı boylamak üzereydim. medim. Üstelik banyoda çıplak halde, küvetin dolmasını bek
lerken ve kulaklarımı temizlerken, yani hazırlıksız yakalan-
dım. Ses dediğin, bir rolü seslendirmiyorsa eğer karalama gi- rum, Chloe'nin her hareketine çıldırtıçı bir önem yüklüyordu.
bidir. Sesimdeki gerilim, heyecan ve öfkeyi sayfalara yansıtmış Onu arzuladığımı biliyor muydu? Peki o beni arzuluyor muy-
olsam silebilirdim. Ama telefon bilgisayar değil ki, konuşanın du? Cümlelerinin arasında, gülücüğünün kenannda flört izle-
ancak tek bir şansı var. rine rastlar gibi oluyordum ama yanılıyor muydum, masum
"Sesini duymak ne güzel," dedim alık gibi. "Yemek yiyelim bir yüze kendi arzulanmı mı yansıtıyordum?
birlikte, öğle veya akşam olabilir, ya da istersen başka bir şey
de yapabiliriz," derken ya da sırasında sesim çatladı. Sözün 10. Yılın bu zamanında müze epey kalabalık olduğu için
düştüğü hallere yazı düşmezdi, zaptedin zaptedebilirseniz ya- paltolarımızı vestiyere bırakıp yukardaki galerilere çıkmamız
zarı, üstelik dilbilgisi de sağlam olurdu (sözünü söyleyeme- epey zaman aldı. İlk dönem İtalyan ressamlarıyla başladık
yenler kaleme sarılırlar). Ama yazar yerine, bu muhtaç, keke- ama benim aklım (her türlü perspektifi yitirmiştim ben, İtal
me, çatlak sesli konuşmacı vardı işte. yanlar da hâlâ aramaktaydılar) resimlerde değildi. Bakire, Ço
cuk ve Azizler resmine bakarken, Chloe dönüp bana Signorel-
8. "Bu hafta öğle yemeği mümkün değil." li'nin kendisi için neler ifade ettiğini söyleyince ben de Anto-
"Ya akşam yemeği?" nello'nun Çarmıhtaki İsa'sına tutkun olduğumu uydurdum. Tu
"Akşam mı? Bir bakayım, şey (duraksama) şu an ajandama vallere dalmıştı Chloe, düşünceliydi, müzedeki gürültü patır
bakıyorum da galiba akşam yemeği de zor olacak." tının farkında bile değildi. Bense onu birkaç adım geriden izle
"Başbakanın programını solladın." yerek dikkatimi resimlere vermeye çalışıyordum ama üçüncü
"Üzgünüm. Burada işler çok yoğun. Ama bak ne diyece- boyutu bir türlü delemiyor, sanata Chloe'nin resimlere bakışı
ğim, öğleden sonra izin alabilir misin? Bugün benim büromda çerçevesinden, yani ancak yaşamın penceresinden bakabili
buluşup Ulusal Müze'ye gidebiliriz ya da ne bileyim, parkta yordum.
yürüyüşe falan çıkabiliriz."
11. Bir ara, ikinci ve daha kalabalık olan İtalyan galerisinde
9. Baştan çıkarma sürecinde, her sözcüğün, her hareketin ne (1500-1600) birbirimize öylesine yakın durduk ki elim eline
anlama geldiğine dair sorular peşimi bırakmadı. Bedford So- değdi. O elini çekmeyince ben de öylece durdum ve o an (ba
kağı'ndaki bürosundan Trafalgar Meydanı'na birlikte yürür kışlarımız karşımızdaki tuvale kilitlenmişti) Chloe'nin tenini
ken ne düşünüyordu Chloe? İnsanı hayal kırıklığına uğratacak yasak bir haz duyarak bütün bedenimde hissettim, dikkatini
denli belirsizdi veriler. Evet, öğleden sonrasını geçen hafta bir başka tarafa yöneltmiş olması, ama durumdan tümüyle bilinç
uçakta tanıştığı bir adamla geçirmekten hoşnut görünüyordu. siz de olmaması röntgencilik hazzıyla içimi eritti. Bronzi-
Ne var ki, davranışlarında bu buluşmayı sanat ve mimari gibi no'nun Venüs ve Eros Alegorisi'ne bakıyorduk; Eros annesi Ve
konularda doğru dürüst sohbet etme fırsatından öte değerlen nüs'ü öperken, Venüs onun oklarından birini çalıyor, güzellik
dirdiğine işaret edecek bir tavrı da yoktu. Belki de kadınlarla aşkı kör ediyor, oğlanın iktidarı simgesel olarak elinden alını
erkekler arasında kurulan şefkat dolu, cinsellikten uzak bir ar yordu.
kadaşlıktı bu. Masumiyet ile danışıklı dövüş arasındaki bu du-
12. Derken Chloe elini çekerek bana döndü, "Arkadaki şu vermek olanaksızdı -metroda bir kadın bacağını bacağıma ha-
küçük figürlere bayılıyorum, o küçük perilere, öfkeli tanrıla fifçe değdirmiş olsa bunda bir anlam aramak aklıma bile gel-
ra... Resimdeki simgelerin ne anlama geldiğini biliyor mu mezdi- bu hareketi kendine özgü anlamıyla değil, bir çerçeve
sun?" diye sordu. içinde okumaya çalışmaktı zaten zor olan, anlamı belirleyen
"Venüs ile Eros olduklarını biliyorum o kadar." okur oluyordu (üstelik benim gibi taraflı bir okur). Karşımızda
"Ben bunu bile bilmiyordum, benden çok biliyorsun. Keşke Cranach'ın Venüs'e Yakınan Eros resmi asılıydı. Bu Kuzeyli Ve-
biraz daha mitoloji okumuş olsaydım," diye söylendi, "Daha nüs gizemli bakışlarla süzüyordu bizi yukarıdan, bal çalarken
çok okumaya karar verip duruyorum ama bir türlü olmuyor. anların soktuğu zavallı Eros'un yakınmalarına ilgisizdi, aşk el-
Gerçi bazı şeylere anlamlarını bilmeden bakmak da hoşuma çisi Eros'un parmaklan yanmıştı. Simgeler.
gidiyor."
Resme bakmak için dönerken eli yine elime değdi. 16. Arzulanın beni bir hafiyeye dönüştürmüştü adeta, bu
kadar etkilenmemiş olsaydım görmezlikten geleceğim ipuçla-
13. Her anlama çekilebilecek bir hareketti bu, bütünüyle rını arayan amansız bir avcı olmuştum. Romantik bir parano
masum olabileceği gibi, bana olan arzusunun dışavurumu da yak oldum arzularımdan dolayı, her şeye anlamlar yüklemeye
sayılabilirdi. Yani şimdi onu bir gün öpebileceğim anlamına başladım. Bir simge çözücüye, bir peysaj yorumcusuna dönüş
gelen (tıpkı resimdeki Eros gibi) kurnazca bir simge miydi bu tüm (ve böylece gülünç safsatalann potansiyel bir kurbanı ol
(üstelik Bronzino'nun simgeciliğinden de kurnazca ve örtük) dum). Sabırsızlığım bir yana, yanıt aradığım sorular gizemli
yoksa yorgun kolunun masumane kasılması mı? varlıkların gizil gücünden de yoksun değildi. Belirsizlikler ne
bir kurtuluş ne bir lanetlenme getirecekti, zaten çözülmeleri
14. Karşılıklı bir çekimin işaretleri arandığında, hayran olu bir ömür sürecekti belki. Ve ben umut ettikçe, umutların odağı
nan kişinin söylediği ya da yaptığı her şey hemen her anlama olan insan daha da büyüyordu gözümde, daha mükemmel,
çekilebilir. Aradıkça çoğalıyordu işaretler. Chloe'nin bedeni daha mucizevi, daha da arzulanmaya değer oluyordu. Onu
her hareketiyle potansiyel bir arzunun ipuçlarını taşıyordu hemen elde edememek ise daha da çok arttınyordu arzumu,
sanki - (İlk dönem Kuzey resmi bölümüne geçerken) eteğini hemen elde edebilseydim bu kadar heyecanlanmayacaktım.
düzeltişi, van Eyck'ın Giovanni Arnolfini'nin Düğünü resminin Chloe kartlarını önüme sermiş olsa, oyun cazibesini yitirecek
önündeki öksürüşü, yorulunca müze katalogunu bana uzatı ti. Duruma ne kadar içerlesem de bazı şeylerin şimdilik söy
şı... Konuşmalarını didikledikçe de ipucu mayınlanyla dolu lenmemesi gerektiğinin farkındaydım. En cazibeli olanlar, ne
bir tarlaya düşmüşüm gibi geliyordu bana - yorulduğunu, onları hemen öpmemize izin verenler (nankörleşiriz sonra) ne
oturacak bir yer bulmak istediğini söylediğinde benimle bir de asla öpmemize izin vermeyenler (onları da çok geçmeden
derece flört ettiğini düşünmekte yanılıyor muydum? unuturuz) değil, bu ikisi arasında cilveleşenlerdir.

15. Oturunca, Chloe mokasenlerine zarifçe inen siyah ço 17. Venüs'ün canı bir şey içmek isteyince Eros'la birlikte
raplı bacaklarını uzatarak dinlendirdi. Hareketlerine bir anlam merdivenlere yöneldiler. Chloe bir tepsi alıp çelik tırabzanda
itmeye başladı.
"Çay ister misin?" diye sordu. 18. Söylediklerini olduğu gibi algılayamıyor, satır aralarını
"Evet ama ben alırım." okumaya çalışıyor, konuşmasının anlamını ancak böyle kavra
"Saçmalama. Ben alırım." yabileceğime inanıyordum, yani onu dinlemiyor, yorumluyor-
"Lütfen izin ver ben alayım." dum. Aşktan söz ediyorduk, benim Venüs'üm artık soğumuş
'Teşekkürler ama 80 penny yüzünden iflas edecek değilim, çayını karıştırıyordu tembelce, bense bu sohbetin bizim için ne
gerçekten." anlama geldiğini merak ediyordum. Bu sözünü ettiği 'çoğu
Trafalgar Meydanı' na bakan bir masaya oturduk, ortasın- kimse' kimlerdi? Onun sinizmini bir kenara itmesine neden
daki Noel ağacının şenlikli ışıklan kentin görüntüsüyle hiç olacak kişi ben miydim? Aşk üzerine bu sohbet, bu sohbeti ya
bağdaşmıyordu. Sanattan söz etmeye başladık, ardından sa- pan iki konuşmacı arasındaki ilişkiye dair ipuçlan içeriyor
natçılara geçtik, sanatçılardan sonra kalkıp iki fincan çay daha, muydu? Hayır işte, yine hiç ipucu yoktu. Kendi kendimize
bir de kek aldık, derken güzellikten söz açıldı, güzellikten aş- göndermede bulunmamaya dikkat ederek konuşuyorduk. Bu
ka geçtik ve orada durduk. soyut aşk sohbetini yaparken de masaya yatırdığımızın aslın
"Anlamıyorum," dedi Chloe, "gerçek, sonsuz bir aşk yaşa- da aşkın doğası değil, birbirimiz için ne anlam ifade ettiğimiz
nabileceğine inanıyor musun inanmıyor musun?" (ve edeceğimiz) gibi ateşli bir soru olduğunu görmezlikten ge
"Bu konunun ne kadar öznel olduğunu anlatmaya çalışıyo- liyorduk.
rum, nesnel olarak "gerçek aşk" diye bir şeye inanmanın saç-
ma olduğunu düşünüyorum, yani tutku ile aşk, saplantı ile aşk 19. Yoksa saçmalıyor muydum? Şu masada yansı yenmiş
ya da ne bileyim herhangi başka bir şey arasında ayrım yap- bir dilim havuçlu kek ile iki fincan çaydan başka bir şey yok
mak biraz zor, bunlar kişinin bakış açısına göre değişir." muydu? Yoksa Chloe özellikle mi böyle soyut konuşuyordu,
"Haklısın, (duraksama) Ne iğrenç bir kek değil mi? Keşke belki de söylediği her şeyi bütünüyle kastediyordu, flört etme
almasaydık." nin ilk kuralının tam zıddına yani söylenen asla kastedilen değil
"Sen istedin." dir kuralına mı uyuyordu? Eros bu denli taraflı bir yorumcu
"Biliyorum. Ama (Chloe eliyle saçlarını düzeltti) bak biraz olunca, haklı çıkmayı bu denli isteyince insanın aklını başına
önce sorduğun soru var ya, romantik olanın zamanımıza uy- alıp düşünmesi ne zor oluyordu! Chloe'ye yalnızca kendisinin
gun olup olmadığıyla ilgili? Bence bu soru sorulduğunda bir- hissettiği duygulan mı atfediyordu? Yoksa Seni arzuluyorum
çok insan kuşkusuz öyle olduğunu söyleyecektir. Ama doğru sözlerinin, Sen beni arzuluyorsun sözleriyle karıştırıldığı o her
söylüyor olmayabilirler de. Bence bu, insanların gerçekten is- zamanki hatayı mı işliyordu?
tediklerinden kendilerini korumanın bir yolu. Yani inanıyorlar
ama zorunda kalmadıkça da inanmıyorlarmış gibi yapıyorlar. 20. Başkalarından söz ederek kendimize dair veriler ortaya
Sanırım insanların çoğu ellerinden gelse sinizmi bir kenara fır- atıyorduk aslında. Chloe'nin işyerinde sürekli kendine uygun
latırlar ama büyük çoğunluğun eline böyle bir fırsat geçmiyor olmayan tiplere âşık olan bir kız varmış, şu sıralar da bir kur
ki." yenin kurbanı olmuş.
"Yani kendinden en az üç bin kat aptal, ona iyi bile davran-
mayan ve açıkçası, ki bunu ona da söyledim, onu seks için kul- = Mesaj "Benim için sinizmini bir kenara bırak." İçimizden
lanan birisiyle nasıl bir dakikasını bile geçirebilir? Hani o da birinin duyduğu arzunun küçük düşürücü biçimde
onunla seks için birlikte olsa anlayacağım, ama öyle de değil, karşılıksız kalması riskine girmeden istediğimiz kadar
yani korkunç bir durumda yine." konuşabileceğimiz bir savaş dönemi şifresi gibiydi bu. Nazi
"Korkunç gerçekten." komutanları odaya birden baskın yapacak olsalar, Müttefik
"Evet öyle, aslında çok üzücü. İnsanlar eşit oldukları, her ajanları telsizle çok önemli belgeler yerine (Seni arzuluyorum),
iki tarafın da eşit düzeyde özveride bulunmaya hazır olduğu Shakespeare'den dizeler gönderdiklerini söyleyebilirdi pekâlâ
ilişkilere girmeli - biri gerçek aşk, öteki geçici bir ilişki arıyor- - çünkü ne Chloe'nin ne benim söylediklerimizde doğrudan
sa olmaz. Bence bu tür dengesizlikler ilişkilerde acının asıl kendimizi ima eden bir şey vardı. Baştan çıkarmanın ipuçları
kaynağı oluyor, insanlar ne istediklerinden tam olarak emin yok denebilecek kadar azsa (bir an elinin eline değmesi ya da
olamıyorlar bir türlü." bir saniye uzun süren bir bakış gibi), o zaman baştan çıkar-
makla meşgul olduğumuzu kim söyleyebilirdi?
21. Kim olduğumuzu, yönelimlerimizi faraziyelerle ortaya
koyuyorduk. Olabildiğince dolambaçlı şekilde, birbirimize 23. İki ağzın birbirlerine karşı uzandıkları o uzun ve tehli
"Aşkta ne arar insan?" gibi sorular soruyorduk - buradaki "in keli yolculukta karşılarına çıkacak büyük riskleri hafifletmenin
san", elbette ki kurnaz bir dil oyunuydu. Ama bu gibi ritüeller bundan iyi yolu yoktur çünkü temel bir tehlike oluşturur bu
birer oyun olsa da hem çok ciddi hem de çok yararlıydı. Kuş riskler: İnsan arzusunu itiraf edip, reddedildiğini de görebilir.
kuların, kararsızlıkların (Evet/Hayır?) aslında belli bir mantı
ğı vardı. Chloe günün birinde "evet" diyecek olsa da A'dan Z 24. Saat beş buçuk olmuştu, Chloe'nin bürosu nasılsa ka
yoluyla B'ye geçme ritüelinin doğrudan bir iletişime kıyasla panmış olacaktı, bari yemek yiyelim diye düşündüm, zamanı
avantajları vardı. İsteksiz birisinin kalbini kırma riskini azalttı olup olmadığını sordum. Önerimi duyunca gülümsedi, cam
ğı gibi, istekli birisini de karşılıklı arzuya yavaş yavaş alıştırı dan dışarıya bakarak St. Martin in the Fields'ı geçmekte olan
yordu. "Senden hoşlanıyorum" şeklindeki o büyük tehdit, otobüsü süzdü, sonra döndü, gözlerini kültablasına dikerek,
"ama hemen belli edecek kadar değil..." ile biraz yumuşatılmış "Çok teşekkür ederim ama mümkün değil," dedi. Ve ben tam
oluyordu. umutsuzluğa kapılmak üzereydim ki yüzü kızardı.

22. Oynanmıyormuş gibi oynanması gereken, oyuncuları 25. Utangaçlık, baştan çıkarma süresince karşılaşılan tüm
nın saklanabildikleri kadar saklandıkları, her iki tarafın da kaygıların mükemmel yanıtı olduğu için, arzuya ilişkin kesin
kendisini habersiz yaptığı bir oyun oynuyorduk. Bildik söz kanıtlar bulunamadığında hemen bu boşluğu doldurur. Âşık
cükler kullanıyor ama onlara yeni anlamlar yüklüyor, sıradan olunan kişi belirsiz bir işaret gönderdiğinde, bu belirsizliğin,
anlamlarla şifreli anlamlar arasındaki gerilimli alanda yürü kararsızlığın utangaçlıktan daha iyi bir açıklaması olamaz -
yorduk. sevgili arzu ediyor ama söylemeye utanıyor. Oysa halüsinasyonlar
Şifre "Aşk söz konusu olunca insanlar daha az sinik olmalı" gören bir aklın ürünüdür bu, insanların pek çok hareketi zaten
kolaylıkla utangaçlığa yorulamaz mı? Bir yüz kızarması, bir
sessizlik ya da sinirli bir gülüş olsun, tamam, o insanın utan-
gaçlığı meşru kılınmıştır artık ve kurbanının utangaç olduğu-
nu düşünen bir baştan çıkarıcı bu nedenle hiç düşkırıklığına
uğramaz. Hatta utangaç olanın, aslında kendine güvenenden
daha çok arzu duyduğunu, bunun, kendisini ifade etmekte DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
güçlük çekmesinden de belli olduğunu düşünebilir. Özgünlük
26. "Tanrım, nasıl unuttum, çok fena," dedi Chloe, yüzünün
kızarmasına farklı bir açıklama getirerek, "Öğleden sonra mat-
baacıyı arayacaktım. Kahretsin. Nasıl unuttum. Aklım nere-
deydi?" 1. Aşın ilgi duymadığımız kişileri baştan çıkarırken daha
Âşık ona destek olmaya çalıştı. çok özgüven duymamız ve daha kolay başarmamız aşkın iro
"Bak, şu akşam yemeğine de başka zaman çıkarız artık. Çok nilerinden biridir; arzu yoğunlaştıkça kayıtsız görünmek gibi
isterim, gerçekten. Şu sıralar biraz yoğunum, o kadar. Ajanda- oyunları oynayamaz oluruz, ne kadar çok ilgi duyuyorsak,
ma bir daha göz atıp yarın seni yine ararım, söz, belki hafta so- karşımızdaki kişide bulduğumuz mükemmelliyet o denli bir
nundan önce bir şeyler ayarlarız." aşağılık duygusuna neden olur. Chloe'ye olan aşkım, kendime
olan inancımı yitirmeme yol açıyordu. Ben kimdim ki ona kı
yasla? Yemek teklifimi kabul etmiş olması, giysilerindeki zara
fet {"Şık mıyım?" diye sormuştu arabada, "olayım olmayayım, al
tıncı kez kıyafet değiştiremem zaten"), üstüne üstlük ona layık ol
mayan dudaklarımdan dökülecek (şimdilik dilimi yutmuştum
gerçi) sözlere kulak vermeye razı olması ne büyük bir şerefti
değil mi?

2. Cuma gecesiydi, Chloe ile birlikte Fulham Caddesi'nin


sonunda yeni açılan Fransız lokantası Les Liaisons Dangere-
ues'da köşedeki bir masada oturuyorduk. Chloe'nin güzelliği
ne daha uygun bir mekân olamazdı, avizelerden yüzüne hafif
gölgeler yansıyor, duvarların açık yeşili onun yeşil gözlerini
daha belirgin kılıyordu. Karşımda oturan melek tarafından
çarpılmıştım sanki (ilginç bir sohbetten yalnızca bir iki dakika
sonra) ne düşünecek ne konuşacak halim kalmıştı, kolalı beyaz "İçmeyelim öyleyse," diye sonuçlandırdı.
masa örtüsü üzerinde görünmez desenler çiziyordum sessizce, "Harika, su içelim o zaman."
büyük cam kadehteki sodamı iş olsun diye yudumluyordum.
5. Özgün bir benlik, başkalarından etkilenmeden tutarlı ola
3. Onun yanında öyle bir aşağılık duygusu hissediyordum bilmekle edinilir ama benim için o gece, kendimi Chloe'nin ar
ki, bu üstün varlığın isteklerine göre belirlenecek yeni bir kim zularına göre yaratmak gibi hiç de özgün olmayan girişimler
liğe bürünmem gerektiğini düşünmeye başlamıştım. Âşık ol le geçti. Bir erkekten ne bekliyordu? Davranışlarımı hangi
dum diye kendimden mi uzaklaşıyordum? Belki sonsuza dek zevk ve eğilimlere göre şekillendirmeliydim? İnsanın kendi
değil ama, şu an ciddi bir uğraş içinde olduğuma göre baştan kendine dürüst davranması, benliği açısından temel bir ölçüt
çıkarmanın şu aşamasında, Benim hoşuma giden nedir? yerine, sayılıyorsa, o zaman bu baştan çıkarma uğraşı nedeniyle ah
Onun hoşuna giden nedir? sorusunu sormam gerekiyordu. Kra laktan sınıfta kalmıştım. Chloe'nin hemen arkasındaki kara
vatımı beğendi mi? sorusu, Kravatımı beğeniyor muyum? sorusun tahtadaki listede birbirinden güzel şaraplar arasında seçene
dan daha önemliydi şu an. Kendime, sevgilinin hayali gözle ğim varken, neden şarap istemediğimi söylemiştim? O susuz
riyle bakmaya zorluyordu beni aşk. Ben kimim? değil, Onun gö luk çekerken benim gidip şarap seçmem kabalık olur diye dü
zünde ben kimim? Sorduğum sorular değiştikçe, kendi benliği şünmüştüm çünkü. Şu baştan çıkarma uğraşı nedeniyle, ger
me biraz samimiyetsizlik ve sahtekârlık etmiş oluyordum ta çek (içkisever) benliğim ile sahte benliğim (susever) olmak
bii. üzere ikiye bölünmüştüm.

4. Sahtekârlık ederken aşağılık yalanlar söyleyip, aşırı 6. İştah açıcılar, tabaklarımıza klasik bir Fransız bahçesinin
abartmalarda bulunduğum sanılmasın. Chloe'nin her beklen simetrisiyle dizilmişti.
tisini karşılayabilmek için rolümün gereklerini yerine getiri- "Yeme de yanında yat," dedi Chloe (nasıl da biliyordum o
yordum yalnızca. duyguyu), "Izgara ton balığını hiç böyle yememiştim."
"Şarap içer misin?" diye sordum ona. Yemeğe başladık, çatal bıçaklarımızın tabaklarımızda çıkar-
"Bilmem, sen içecek misin?" diye karşılık verdi. dığı tıkırtıdan başka ses çıkmıyordu. Söyleyecek söz kalmamış
"Benim için gerçekten fark etmez, sen istersen içeriz," diye gibiydi: Uzun süredir aklımı meşgul eden ama o an paylaşa-
yanıtladım. mayacağım tek düşünce Chloe'ydi. Sessizlik bir ağırlık gibi
"Dilediğin gibi, nasıl istersen," diye sürdürdü. çöktü üzerime. Çekici olmayan bir insanla birlikteyken sessiz-
"Benim için fark etmez." lik olduğunda sıkıcı olan karşınızdakidir. Çekici bir insanla
"Benim için de." birlikteyken sessizlik olduğunda ise sıkıcı olanın siz olduğunu-
"Yani içiyor muyuz içmiyor muyuz?" za emin olabilirsiniz.
"Ben içmeyeyim öyleyse," diyerek zinciri kırdı Chloe.
'Tamam, zaten benim de canım istemiyordu," diyerek razı 7. Sessizlik ve sakarlık, arzunun acınası birer kanıtı olarak
oldum. bağışlanabilir belki. İnsanın kayıtsız kalabildiği birini baştan
çıkarması yeterince kolay olduğuna göre, bu işin en beceriksiz-
lerini en sahicileri sayabiliriz. Doğru sözcükleri bulamamak,
şimdi size ironik gibi gelse de aslında doğru sözcüklerin ima
edildiğinin kanıtı sayılabilir (tabii bir söylenebilseler). Tehlikeli
ilişkiler'de* {Yazar burada lokantanın da ismi olan, Choderlos de
Laclos'un [1741-1803] romanı Tehlikeli Üişkiler'e göndermede
bulunuyor. (Ç.N.)} Marteuil Markizi Valmont Vikontu'na mektup
yazdığında, Markiz Vikonf u mektuplarının mükemmel
olduğu gerekçesiyle eleştirir, gerçek bir âşığın o denli tutarlı
olamayacağını, sahici âşıkların ancak darmadağın cümleler
kurabileceğini söyler. Dil aşkın çalımına takılır, arzu güzel
söz söyleme yeteneğinden yoksundur (oysa o andaki
kabızlığımı Vikont'un sözcük dağarcığıyla değiştirmek için
neler vermezdim.)

8. Chloe'yi baştan çıkarmayı istediğime göre onu daha ya-


kından tanımak zorundaydım. Nasıl bir sahte benliğe bürün-
mem gerektiğini bilmeden, gerçek benliğimi nasıl saklayacak-
tım? Oysa pek kolay bir iş değildi bu, bir başkasını anlayabil-
mek, binlerce sözcük ve davranışı yorumlayarak bunlara uya-
cak bir kişilik belirlemek saatler sürüyordu. Ve yazık ki bunun
için gerekli sabır ve zekâ, sevdayla çelinmiş kaygılı aklımın ka-
pasitesini aşıyordu. Ayrıntıları devre dışı bırakan bir sosyal
psikolog gibi davranıyor, kişiyi basit tanımlara sokmaya çalışı-
yor, bir romancının insan doğasının çokyönlülüğünü yakala-
yabilmek için gösterdiği duyarlı yaklaşımı gösteremiyordum.
İştah açıcıları yerken, kaba, röportajımsı sorular sordum; Neler
okursun? CJoyce, Henry James, zamanım olursa Cosmo'), İşini se-
viyor musun? ('Her iş biraz boktan değil mi sence?'), İstediğin
herhangi bir yerde yaşayabilseydin, hangi ülkeyi seçerdin?
('Buradan hoşnutum, saç kurutma makinemin prizini değiştirmek
zorunda kalmayacağım herhangi bir yer de olabilir'), Hafta sonlan
ne yaparsın? ('Cumartesi günü sinemaya giderim, Pazar akşamı
can sıkıntımı gidermek için depoladığım tüm çikolataları yerim').
9. Bu gibi acemi soruların ardında (sorduğum her soruyla,
onu daha az tanıyordum sanki) apaçık bir soruya sabırsızca
ulaşmak girişimi yatıyordu aslında, "Kimsin sen?" (ve dolayı
sıyla, "Ben kim olmalıyım?"). Ama bu kadar dosdoğru bir yak
laşım başarısız olmaya mahkûmdu, ne kadar açık olursam, il
gilendiğim özne ağın arasından o kadar çabuk kurtuluyor,
hangi gazeteyi okuduğunu ve ne tür müzik dinlediğini bildiri
yordu ama, beni "kim" olduğu konusunda aydınlatmıyordu -
birilerinin işine yarar mı bilmem ama, "Ben"in kendini nasıl
saklayabildiğinin bir göstergesiydi işte bu.

10. Chloe kendinden söz etmekten nefret ediyordu. Belki de


en belirgin özelliği, alçakgönüllüğü ve kendi kendini küçük
görmesiydi. Sohbet ne zaman ona yönelse, biraz huysuzlaşı-
yordu. "Ben" ya da "Chloe" diye değil, "benim gibi bir kafadan
çatlak" ya da "ağırbaşlılıkta Ophelia ödülü sahibi" diye söz edi
yordu kendinden. Üstelik kendi kendini küçük görmesi, ken
dine acıyan insanların sergilediği Ne kadar aptalım/Hayır değil
sin şeklindeki örtük iltifat arayışı modelini benimsememiş ol
duğu için daha da çekici oluyordu.

11. Çocukluğu pek hoş geçmemişti ama meseleyi büyütmü


yordu. ('Çocukluğunu Eyüp'ün çektiklerini aratmasına dramatize
edenlerden nefret ederim').* {Ailesini ve tüm varlığını yitiren ama
Tanrı'ya olan inancını yitirme
yen Arap emiri Eyüp. (Ç.N.)} Ailesinin maddi durumu iyiymiş.
Babası, ('Bütün sorunları, ailesi ona Barry adını taktığında başla
mış') hukuk profesörüymüş, annesi ('Claire') bir ara bir çiçekçi
dükkânı işletmiş. Chloe, ailenin en çok sevilen, iki kusursuz er
kek çocuğunun arasında sıkıştırılan ortanca çocukmuş. Ağabe
yi, Chloe' nin sekizinci yaş gününden kısa bir süre sonra kan
kanserinden ölünce, anne ve babasının çektiği ıstırap, sevgili
oğulları yerine yaşama sıkıca sarılan tembel, asık suratlı kızla-
şim gibi görünmeden, onun arzularına nasıl yanıt vermeliy-
dim? Yemeklerimizi yerken (ki genç Valmont için engelli koşu
rına dışavurduklan öfkeye dönüşmüş. Olanlardan kendini gibiydi her aşaması) deneme kabilinden belli görüşler öne sü-
suçlayarak, annesinin de bu duygusunu hafifletmek için hiç rüyordum ama bu düşünceleri kurnazca hep onun düşüncele-
çaba harcamadığını görerek büyümüş Chloe. Annesi, insanla- rine göre belirlediğimi fark ettim. Chloe'nin her bir sorusu kor-
rın en zayıf yanlarını yüzlerine vurmaktan büyük zevk alırmış kutuyor, geri dönülmez yollara sürüklüyordu sanki beni. Ana
- böylece Chloe, ölen ağabeyiyle kıyasla okulda ne kadar başa- yemek aşaması (ben ördek, o somon balığı yedi) mayınlarla
rısız ve savruk olduğu, ne kötü arkadaşlar edindiği yolunda döşeli bir bataklıktan geçmek gibiydi - iki insan yalnızca birbi-
(pek de doğru olmayan, ama yinelendikçe gerçekliğe bürünen) ri için yaşamalı mıydı bence? Çocukluğum zor mu geçmişti?
uyanlara maruz kalmış sürekli. Aradığı şefkati babasında bul- Hiç gerçekten âşık olmuş muydum? Nasıl bir duyguydu?
maya çalışmış ama adam hukuk bilgisi konusunda ne kadar Duygusal mı akılcı mıydım? Geçen seçimlerde kime oy ver-
açıksa, duyguları konusunda o kadar kapalıymış; babasıyla miştim? Kadınların erkeklerden daha dengesiz olduklarını dü-
şefkat yerine hukuk paylaşmış olmasının yarattığı kafa karı- şünüyor muydum?
şıklığı Chloe'de buluğ çağında müthiş bir öfkeye dönüşmüş ve
her şeye meydan okumaya başlamış (iyi ki avukat değildim). 14. Aynı düşünceyi paylaşmayanları birbirinden uzaklaştır
dığı için, özgünlük söz konusu olamıyordu. Chloe'ye göre şe
12. Yemek boyunca, eski erkek arkadaşlarıyla ilgili yalnızca killendiriyordum kendimi. Güçlü erkeklerden hoşlanıyorsa
ufak tefek ipuçları verdi: Biri İtalya'da bir motosiklet tamirci- güçlü, sörf yapmayı seviyorsa sörfçü olacaktım, satrançtan
siymiş ve ona kötü davranmış, annelik yaptığı bir diğeri uyuş nefret ediyorsa ben de edecektim. Gerçek benliğim, kendisine
turucu bulundurmaktan hapse girmiş, biri Londra Üniversite- dar gelen takım elbiseye girmeye çalışan şişko bir adamın ya
si'nde analitik felsefeciymiş ('Onu babamla özdeşleştirdiğimi gör şadıklarına benzetilebilirdi. Fazlalıklarını elbiseye sığdırmak
mek için Freud olmak gerekmiyor'), bir diğeri de Rover'da araba için göbeğini içine çekmek, kumaş yırtılmasın diye soluğunu
denetçisiymiş ('Şu güne kadar hâlâ çözebilmiş değilim onu. Galiba tutmak gibi bir çaresizlikti bu. Doğal davranamıyor olmamda
Birmingham aksanı hoşuma gitmişti'). Ama ortaya çıkan resim bir şaşılacak bir şey yoktu aslında. Kendisine küçük gelen bir ta
türlü billurlaşmıyor, kafamda Chloe'ye göre oluşturduğum kım elbise giymiş şişman bir adam nasıl doğal davranabilir?
ideal erkek modeli sürekli değişikliğe uğruyordu. Aynı cümle Giysinin bir yerden patlak vermesinden o kadar tedirgindir ki
ler içinde övdüğü ve yerdiği özellikler ortaya çıktıkça önüne kıpırdamadan oturur, soluğunu tutar ve gece vukuatsız bitsin
koyacağım benliğimi çılgınca yeniden yaratıyordum. Bir an diye dua eder. Aşk beni sakat bırakmıştı.
duygusallığı övüyor, sonra bağımsızlık adına lanetliyordu. 15. Chloe ise tamamen farklı bir ikilem yaşıyordu çünkü
Dürüstlüğün en yüce değer olduğunu savunuyor, sonra aldat tatlılara sıra gelmişti, seçim yapmakta güçlük çekiyordu.
mayı evliliğin ondan daha büyük bir ikiyüzlülük olduğu ge "Ne dersin, çikolatalıyı mı karamelliyi mi?" diye sordu (al-
rekçesiyle hoşgörüyordu. nında beliren suçluluk belirtileriyle). "Belki birini sen, birini
ben ısmarlayıp paylaşabiliriz."
13. Onun düşüncelerindeki karmaşa, bende şizofreni yara
tıyordu. Hangi yönlerimi göstermeliydim ona? Kişiliksizmi-
İkisini de canım istemiyordu benim, zaten hazımsızlık çeki- dan sonra üç yıl terapiye gittim') ki o zaman Chloe'nin sempati-
yordum ama şimdi bunları dert etmenin sırası değildi. sini bile kazanabilirdim - ama böylesi biraz riskliydi.
"Çikolataya bayılırım ya sen?" diye sordu Chloe. "Çikolata
sevmeyen insanları anlayamıyorum. Bir zamanlar bir adamla 18. Söylediğim yalan kaçınılmaz olduğu kadar utanç veri
çıkıyordum, sana anlattığım o Robert vardı ya, ama onunla bir ciydi de ama iki tür yalan arasındaki ayrımı fark etmeme yol
türlü rahat hissedemiyordum kendimi, nedenini de çözemi- açtı - kaçmak için yalan söylemek ile sevilmek için yalan söylemek.
yordum. Sonra bir gün anladım: Çikolata sevmiyordu. Yalnız- Baştan çıkarma sırasında söylenen yalanlar, öteki alanlarda
ca sevmiyor da değil, nefret ediyordu. Önüne çikolata koysan söylenen yalanlara benzemiyordu. Bir polis beni durdurdu
dokunmazdı bile. Bana o kadar uzak bir şey ki bu. Tahmin et- ğunda ne kadar hız yaptığımla ilgili yalan söylediğimde doğ
mişsindir, kısa süre sonra ayrıldık." rudan bir amaçla yapıyordum bunu, ya kaçmak ya da tutuk
"O zaman ikisini de isteyelim, ikisinin de tadına bakalım. lanmamak için. Ama sevilmek için yalan söylemek, Eğer yalan
Sen hangisini istiyorsun?" söylemezsem, sevilemem gibi sapkın bir tavrı da beraberinde ge
"Benim için fark etmez," diyerek yalan söyledi Chloe. tiriyordu. Baştan çıkarmayı kişisel özelliklerin (ötekinden fark
"Öyle mi? O zaman izin verirsen ben çikolatalıyı alacağım, lı olan özelliklerin de tabii) yok edilmesi şeklinde algılayanla
dayanamam çikolataya. Hatta mönünün sonundaki şu zengin rın tavrıdır bu, gerçek benliğin özellikleriyle arzu duyulan ki
çikolatalı pastayı görüyor musun? Galiba onu isteyeceğim ben. şinin mükemmel görünen özellikleri çatışma halindedir (ve ki
Bol çikolatalı görünüyor." şi kendini karşısındakine layık bulmamaktadır).
"Çok yaramazsın sen," dedi Chloe beklentiyle karışık bir
utançla dudağını ısararak, "ama neden olmasın. Çok haklısın. 19. Yalan söylemiştim de Chloe benden daha mı çok hoşlan-
Yaşam zaten kısa." mıştı? Elimi tutup, bir an önce eve gitmek için tatlı yemesek de
olur mu (gerçi bu kadarı biraz fazlaydı belki) diyordu? Hiç de
16. Ama işte yalan söylemiştim yine (mutfakta horozlar öt değil, üstelik benim çikolatalı pastaya gösterdiğim aşırı istek
meye başlamıştı). Çikolataya alerjim vardı benim, ama çikola nedeniyle kendisine karamelli olanının düşmesine üzülmüş,
ta sevgisi Chloe tarafından bu denli kesin bir kriter olarak or sonra da umarsızlıkla çokofobiklerin aslında çokofiller kadar
taya konduğuna göre, bu konuda nasıl dürüst davranabilir dert olabileceğini söylemişti.
dim?
20. Baştan çıkarma eylemi, doğal davranışlardan vazgeçip
17. Ama yine de bir tür sapıklıktı böyle bir yalan söylemek, bir izleyicinin varlığıyla şekillenen davranışlar takınmayı, baş
kendi zevklerimin ve düşüncelerimin Chloe'ninkiler kadar ka bir deyişle bir tür oyunculuğu gerektirir. Baştan çıkaran ki
önemli olmadığı, ondan farklı bir şeyi söylersem alınabileceği şi de bir oyuncu gibi, izleyicisinin yani bu durumda arzu duy
gibi bir sava dayanıyordu çünkü. Çikolatayla ilgili dokunaklı duğu kişinin beklentilerini/kendisinden neler duymak istedi
bir öykü de uydurabilirdim aslında ('Çikolatayı her şeyden çok ğini bilmek ister - ama işte, oyuncunun izleyicisini neyin etki
severdim ama doktorlar eğer yersem öleceğimi söylediler bana. On- leyeceğini asla bilemeyeceği göz önünde bulundurularak bu
durumda yalan söylemenin haklı olduğu savı yürütülebilir. onlara da göstermeye çalışmıştım - oysa özünde, tüylü bir üst
Rol yapmayı haklı gösterebilecek tek gerekçe kendiliğinden dudağa âşıktım işte. Kadını bir daha gördüğümde, birisi epi-
davranışlardan daha etkili olabilmesidir belki, ama Chloe'nin lasyon önermiş olacak ki tüyleri yok olmuştu ve (tüm öteki de-
karmaşık kişiliğine mimetik davranışların ne kadar ilgi uyan- ğerli özelliklerine karşın) benim ona duyduğum arzu da çok
dırabildiğine dair şüpheler de eklenince, doğal da davransam geçmeden söndü.
rol de yapsam Chloe'yi baştan çıkarma şansınım pek azalma-
dığı ortaya çıkıyordu. Ama bu özgün olmayan davranışlar ki- 23. Islington'a doğru yol alırken Euston Caddesi'nde epey
şiliğimle oynayarak komik taklalar atmama yol açıyordu. trafik vardı. Kimin kimi eve bırakacağı gibi soruların ardında
anlam arayacak aşamaya gelmemiştik henüz ama Chloe'yi evi
21. Amaçlarımıza genelde tasarılarla değil, rastlantılarla ne götürürken arabada baştan çıkarıcının o her zamanki ikile
ulaştığımız gerçeği, baştan çıkaranın umudunu kırar çünkü o mini (öpmek ya da öpmemek) yaşıyordum. Baştan çıkarma uğra
pozitivist bir akılcıdır ve konusuna yeterince bilimsellikle eği- şının bir aşamasında, rol yapan, izleyicisini yitirmeyi göze al
lirse, aşkın yasalarını keşfedeceğini sanır. Arzu duyulan kişiyi mak durumunda kalır. Baştan çıkarmaya yeltenen kişi, belli
tuzağa düşürebilmek için aşk kancalan arayıp durur - belli bir işaretler vererek karşısındaki kişiye onu küstürmek pahasına
gülüş, bir düşünce, çatalını belli biçimde tutmak gibi... Evet, da olsa sokulmaya çalışır ve böylece ikisinden biri bu oyuna
herkesin aşk kancaları vardır ama baştan çıkarma eyleminde bir isim vermek durumunda kalır. Bir öpücük ya da tensel bir
bunları keşfedebilmek hesap kitapla olmaz, rastlantıya bağlı temas aramızdaki şifreli konuşmaları çözerek ikimizin de po
dır. Sözgelimi Chloe ona âşık olmam için ne yapmıştı ki? Ona zisyonunu geri dönülemez bir biçimde değişterecekti.
olan aşkım, garsondan tereyağı isterkenki sevimliliğine oldu Chloe'nin Liverpool Caddesi'ndeki 23/a numaralı dairesine
ğu kadar, benimle Heidegger'in Varlık ve Zaman'ının iyi yönle ulaştığımızda ise işaretleri yanlış algılayabilmiş olabileceğim
rini tartışmasından da kaynaklanıyor olabilirdi... kaygısıyla metaforik bir fincan kahve teklif etmenin henüz za
manı gelmediğine karar vermiştim.
22. Aşk kancaları, görünür tüm mantıksal yasaların üzerin
dedir. Kadınların beni baştan çıkarmak için bazen attıkları 24. Gerçi yaşadığım gerilim ve yediğim o çikolatalı pasta
olumlu adımların işe yaradığı pek görülmemiştir sözgelimi. dan sonra karnımın bana boyun eğecek hali kalmamıştı, tuva
Beni baştan çıkarmaya çalışanın, farkında olmadığı rastlantısal lete gidebilmek için evine çıkmak zorunda kaldım. Chloe'nin
özelliklerine tutulmam daha olasılıklı. Bir zamanlar, üst duda peşinden merdivenleri tırmanıp, doğru tuvaletin yolunu tut
ğının üzerinde ayva tüylerinden belli belirsiz bir bıyığı olan bir tum. Birkaç dakika sonra yine hiçbir art niyet taşımaksızın tu
kadına âşık olmuştum. Kadınlarda bu özellik genelde tüyleri valetten çıktığımda, hemen paltomu alıp sevdiğim kadına haf
mi diken diken eder ama nedense o kadının bu özelliği cezbet- talardır kurduğu fantezilerini bastırarak kendisine hâkim ol
mişti beni, güzel gülüşü, uzun san saçları ve aklı başında ko mayı seçmiş bir erkeğin otoritesiyle ne kadar güzel bir akşam
nuşmalarını ise görmüyordum bile. Ona duyduğum bu ilgiyi geçirdiğimi, onu yeniden görmeyi umduğumu ve Noel tatilin
arkadaşlanma anlatarak, kadının tanımlanamaz "aura"sını den sonra arayacağımı söyledim. Bu kadar olgun bir vedadan
hoşnut kalarak onu iki yanağından öptüm, iyi geceler diledim
ve kapıya yöneldim.

25. Şimdi bu durumda Chloe'nin kolay kolay ikna olmama


sı çok iyi oldu, çünkü atkımdan yakalayıp beni içeri çekti. Kol BEŞİNCİ BÖLÜM
larını boynuma dolayıp, daha önce çikolatalı pastayı gördü Akıl ve Gövde
ğünde yüzünde beliren o tebessüm ve kararlı bakışla, "Çocuk
muyuz biz?" diye fısıldadı.

26. Bu sözcüklerin ardmdan dudaklarını dudaklarıma do


kundurdu ve o an insanoğlunun tanık olabileceği en uzun, en
güzel öpüşmelerden biri başladı.
1. Düşünceye seksten daha zıt az şey bulunur. Gövdenin
ürünüdür seks, düşünceyi dışlar, Diyonizyak'tır, anlıktır, aklın
bağlarından bir kaçıştır, fiziksel arzunun haz dolu çözülüşü
dür. Bunun yanında düşünce, bir tür hastalık, düzen kurmak
için duyulan patolojik bir dürtü, kendini akıntıya bırakamayan
aklın melankolik zaafının simgesi olabilir ancak. Seks sırasın
da düşünüyor olmam, cinsel birleşmeye ilişkin temel yasayı
ihlal ettiğim anlamına geliyordu, bu alanı bile kendi halinde
algılayacak beceriden yoksun olduğum için suçlu sayılırdım.
Ama başka seçeneğim var mıydı ki?

2. Öpücüklerin en tatlısıydı, insan böyle öpüşleri hayal ede


bilir ancak. Tenlerimizin o özel tadını daha da gizli kılan ufak
dokunmalar, yumuşak dalışlarla başladı, ama bu iyice ateşlen
meden önceydi, dudaklarımız açılıp birbirine kenetlenmeden
önce yani, derken soluk soluğa kapıldık arzularımıza, dudak
larım an an dudaklarından kayarak Chloe'nin yanaklarına, şa
kaklarına, kulaklarına uzanıyordu. Vücudunu iyice yapıştırdı
benimkine, bacaklarımızla kenetlendik, başımız öyle dönüyor
du ki kanepeye bıraktık kendimizi, hem birbirimizi avuçluyor,
hem de gülüşüyorduk.
3. Cennet'teydik, ama zaman zaman akıl, daha doğrusu dü "Guppy ile tanış - ilk aşkımdır," dedi Chloe, beni hiç de kıs-
şünce, kesintiye uğratıyordu bu cenneti - Chloe'nin oturma kanmış görünmeyen gri tüylü bir oyuncak fili uzatarak.
odasında uzanmış, dudaklarımı dudaklanna bastırmış, tenini
okşayarak sıcaklığını hissediyor olmama dair düşüncelerdi 6. Chloe yatağın üzerini toplarken tuhaf bir hava esti, daha
bunlar. Bütün o belirsizliklerden sonra bu öpüşme öyle aniden, bir dakika önce şevke gelmiş gövdelerimizin üzerine çöken
öyle beklenmedik bir biçimde olmuştu ki aklım olayların geli sessiz ağırlık, çıplaklığımızdan ne denli rahatsız olduğumuzu
şimini gövdeye devretmeyi reddediyordu. Öpüşmenin kendi ortaya koyuyordu.
si değil, öpüşüyor olduğumu düşünmek dikkatimi dağıtıyor
du. 7. Dolayısıyla, büyük beyaz yatağın üzerinde ufak bir aba
jurun ışığında birbirimizi soyup ilk kez çıplak gördüğümüzde,
4. Yalnızca birkaç saat önce vücudu bana bütünüyle yaban Kovulma'dan önceki Adem ve Havva kadar doğal davranma
cı olan (bluzundan ve eteğinden belli olan hatlan dışında) bir ya çalıştık. Ben elimi Chloe'nin eteğinin altından kaydırdım,
kadının, (yaşadığımız çağ nedeniyle) daha ruhunun derinlikle Chloe son derece normalmiş gibi pantolonumun düğmelerini
rini açığa vurmadan bana en özel içsel bölümlerini gösterme çözdü, birbirimizin cinsel organlarının o ilginç yabancılığıyla
ye hazırlanıyor olmasını düşünmeden edemiyordum. Epeyce tanışıyor olmamıza hiç şaşırmıyormuş gibi yapıyorduk. Aklın
sohbet etmiş olmamıza karşın, Chloe'nin gündüzlerine ilişkin denetimi artık gövdeye bırakmasını gerektiren evreye girmiş
bilgim ile gecelerine ilişkin bilgim, yaşamının bilmediğim yan tik, bu evrede akıl tutkudan öte her düşünceden arınmış olma
larıyla cinsel organlarıyla temasın getireceği yakınlık arasında lı, tüm yargılar bir yana bırakılmalı; varsa yoksa arzu kalmalı.
bir orantısızlık olduğunu seziyordum. Fiziksel soluksuzluğu-
muzla aynı ahenkte akan bu düşüncelerin varlığı, arzunun ku 8. Ama bu düşüncesiz tutkuyu da ara sıra yoklayan bir şey
rallarını terbiyesizce çiğniyordu sanki, hoş olmayan bir nesnel vardı; her zamanki sakarlıklarımız. Chloe ile benim sonunda
lik yaratıyordu, bir üçüncü kişiyi getiriyordu odaya, hem izle yatağa girmiş olmamızın tuhaflığı ve komikliğinin yanı sıra
yen, hem gözleyen, hatta belki de yargılayan bir üçüncü şahsı. benim Chloe'nin iç çamaşırını beceriksizce soymaya çalışmam
(bir ucu dizine takılmıştı), onun gömleğimin düğmeleriyle ce
5. "Bekle," dedi Chloe ben bluzunun düğmelerini çözerken, belleşmesi hep bu sakarlıkların ürünüydü - ama ikimiz de bir
"Perdeleri çekeceğim, bütün sokak bizi seyretmesin. Ya da ya yorum yapmaktan kaçınıyor, tebessüm bile etmemeye çalışı
tak odasına gidelim ister misin? Orada daha rahat ederiz." yor, olan bitenin gülünç tarafını fark etmemiş gibi yaparak bir
Sıkışık kanepeden kalkıp karanlık daire içinde Chloe'nin birimizi tutkulu arzunun ciddi havasıyla süzüyorduk; yarı çıp
yatak odasına yürüdük. Tam ortasında büyük beyaz bir yatak lak halde yatağın kenarında oturmuş, suçlu çocuklar gibi yü
vardı, üzerinde yastıklar, kağıtlar, kitaplar ve bir de telefon. zümüz kızarmışken.
"Dağınıklığın kusuruna bakma," dedi Chloe, "dairenin geri
kalan kısmı göstermelik, ben aslında bu odada yaşıyorum." 9. Şimdi dönüp bakınca, yatakta sakarlıkların bir komedi,
Bütün o yastıkların tepesinde bir hayvan vardı. fars olduğunu düşünüyorum. Oysa küçük bir trajedi, hararet-
li sevişmelerin düzgün ve pürüzsüz akışı içinde hoş olmayan Ve işte âşıkların düşüncelerini boğan o iç çekişler, soluklar da
bir kesinti sayılabilir ancak. Tutkulu sevişmelerin, bileziklerin tek bir mesajı doğrular, düşünemeyecek kadar tutkunum şu anda.
giysilere takılması, insanın bacağına kramp girmesi ya da kar- Öpüyorum, dolayısıyla düşünmüyorum - sevişme işte böyle
şımdaki daha çok zevk alsın derken yanlışlıkla canını acıtmak bir resmi mit temelinde gelişir, yatak odası da eşlerin birbirle-
gibi küçük engellerden bütünüyle arınmış olması gerekmekte- rine huşu uyandıran çıplaklıklarını anımsatmama kararında
dir aslmda. Saçların, kolların, bacakların düğümlenmesi gibi sessizce birleştikleri o ayrıcalıklı mekândır.
utanç verici durumlar, şehvet yerine düşünceyi doğurur.
12. İnsanlarda, başka hiçbir canlıda olmayan ikiye bölünme
10. Aklın bu konuda geleneksel olarak suçlu görülmesi, gü yeteneği vardır, hem davranabilir, hem de bu davranışları dı
ya çözümlenemez olan konuların denetimini bir türlü bıraka- şardan izleyebilirler - düşünce işte bu ayrımdan doğar. Ancak
mamasından kaynaklanır; yatak odasındaki felsefeci, en az insanın kendisinin aşın farkında olmasından kaynaklanan
diskodaki felsefeci kadar gülünçtür. Her ikisinde de gövde ön hastalık da izleyen ile izlenenin bir türlü birleşmemesinden,
plandadır, dolayısıyla akıl sessiz, ilgisiz bir yargı aletine dönü yani bir hareketi yaparken o hareketi yaptığını unutamamak-
şür. Düşüncenin aldatmacası, özel olmasından kaynaklanır - tan doğar. Bir uçurumdan gayet rahat atlayan ve altının boş ol
"Bana söyleyemediğin bir şey varsa," diye sorar âşık, "tek başına duğunu fark edene kadar düşmeyen çizgi film karakterinin
düşündüğün şeyler varsa, o zaman yüreğinde ne arıyorum ben?" durumuna benzetilebilir bu - farkına varır varmaz ölümü boy
Düşünürü soğuk kılan, araya konan mesafeden kaynaklanan o lar kahramanımız. Rahat insanlar, kendi halini fazlasıyla düşü
gücenme, yani düşüncenin üstün olmasıdır ve düşünür böyle nenlere kıyasla ne kadar şanslıdırlar, özne/nesne ayrımını dü
ce yalnızca sevgilinin değil, ulusun, ülkünün ve sınıf mücade şünmedikleri gibi, sürekli bir aynanın varlığını ve kendilerini
lesinin de düşmanı olur çıkar. sorgulayan bir üçüncü gözün (o an Chloe'nin kulak memesini
öpen) temel benliği sürekli gözlediğini, değerlendirdiğini ya
11. Geleneksel ikilik prensibi çerçevesinde, düşünür ile âşık da salt baktığını hissetmezler.
bir yelpazenin iki zıt ucunda yer alırlar. Düşünür aşkı düşünür,
âşık ise yalnızca âşıktır. Ellerimi, dudaklarımı Chloe'nin vücu 13. On dokuzuncu yüzyılda, evleneceği gün annesinin "Bu
dunda gezdirirken kötü şeyler düşünüyor değildim ama gece kocanın delirdiğini sanabilirsin, ama sabaha iyileşmiş olacaktır"
Chloe aklımın o an başka yerde olduğunu bilse herhalde rahat diyerek uyardığı genç bir dindar bakirenin öyküsü vardır.
sız olurdu. Düşünce, belli yargıları da beraberinde getirdiğin Akıl da işte bu tür deliliği reddedişin bir simgesi, başkaları
den (ve hepimiz de yargıların olumsuz olduğunu sanacak ka soluk soluğayken hâlâ yerinde olduğu için itici gelmiyor mu
dar paranoyak olduğumuzdan), çıplaklığın bizleri daha da in insanlara?
cinebilir kıldığı yatak odasında hep şüpheyle karşılanmıştır.
Cinsel organların boyutları, renkleri, kokuları ve hareketlerin 14. Masters ve Johnson'un vaha evresi dedikleri süreçte,
de odaklanan çeşit çeşit kompleks göz önünde bulunduruldu Chloe bana bakıp, "Ne düşünüyorsun Sokrates?" diye sordu.
ğunda, her türlü değer yargısının yok edilmesi gerekmektedir. "Hiçbir şey," diye yanıtladım.
"Saçmalama, gözlerinden belli bir kere, niye gülümsüyor- imgesi (kadının bacakları omuzlarındaydı şimdi) son derece
sun?" tahrik ediciydi.
"Hiçbir şey diyorum sana, ya da belki binlerce şeyi; seni,
geçirdiğimiz geceyi, gecenin nasıl sonlandığını, ne kadar tu- 16. Akıl gövdeyi asla terk edemez ve belli durumlarda terk
haf, ama aynı zamanda ne kadar rahat hissettiğimi..." etmesi gerektiği düşüncesi de oldukça safça geliyor bana. Çün
"Tuhaf mı?" kü düşünmek her zaman yargılamak (ya da hissetmemek) an
"Bilmiyorum, ama evet, tuhaf, belki de çocuk gibi utangaç- lamına gelmez, insanın kendi dünyasından çıkması, başkasını
lık ediyorum kim bilir." düşünmesi, başkasının halinden anlaması, bir başkasının göv-
Chloe gülümsedi. desiyle bütünleşmesi, onun hissettiği zevki hissederek davran
"Komik bir şey mi var?" ması, onunla ve onun için doruğa ulaşmak anlamına da gelir.
"Bir saniye arkana dönsene." Akıl olmasa, gövde yalnızca kendi zevklerini düşünür olurdu,
"Neden?" eşzamanlılık olamayacağı gibi, ötekini uyaran yollara düşmek
"Dön işte." gibi bir kaygı da hissedilmezdi. İnsan bir şey hissetmiyorsa, o
Odanın bir kenannda, çekmeceli bir dolabın tam üzerinde zaman düşünmeli. Ahengi kuran, nabza göre şerbet veren akıl
Chloe'nin bakış alanına göre yerleştirilmiş ve ikimizin çarşaf- dır. Gövde kendi haline bırakılmış olsa, o zaman bir tarafta bir
ların arasındaki çıplak vücutlarını yansıtan büyük bir ayna deli, öteki tarafta ise korkmuş, dindar bir bakire olurdu.
vardı. Chloe bizi izlemiş miydi orada gece boyunca?
"Özür dilerim, söylemeliydim sana ama seni daha ilk gece- 17. Chloe ile arzularımıza kapılmış gidiyor gibi görünüyor-
den şaşırtmamak için sormak istemedim. Ama bir baksana, in- duk ama aslında birbirimize uyum sağlamaya çalışıyorduk bir
san daha çok zevkleniyor." yandan da. Sürecin doğal bir biçimde gelişmesi için gösterdiği
miz akılcı ve teknik çabalar, orgazmın doğallığına aykırıydı
15. Chloe beni kendine doğru çekerek bacaklarını açtı ve ya- belki, ama bu ironik durum sevişmenin yalnızca gövdeyi -ve
vaş yavaş sallanmaya başladık yine. Odanın kenannda duran dolayısıyla doğayı- ilgilendirdiğini savunan modern bakış açı
aynada çarşafların arasında birbirini kucaklamış, yatakta sevi- sından böyleydi.
şen iki insan gördüm. Aynadaki insanların Chloe ile ben oldu-
ğunu hemen fark etmedim doğrusu. Aynadaki hareketlerimiz- 18. Bu gibi zıtlıklar, doğallık düşüncesini bozuyor çünkü
le gerçek hareketlerimiz arasında ilk bakışta bir başkalık vardı doğa miti (tıpkı Hegel'in Minerva Baykuşu gibi) doğanın artık
sanki, izleyenle izlenen arasındaki ayrımdı bu, ama zevk veri- varolmadığı noktada, ilkelliğe duyulan nostaljiyle ortaya çıktı,
yordu, insanın utangaç durumlarda özne ile nesne arasında o yitik enerjinin yasını tutmaya başladı. Doğallığa tutkun ama
hissettiği o rahatsız edici mesafe gibi değildi. Chloe ile yaptık- doğallıktan yoksun bir dünyada, orgazmı insanlığın yitirdiği
larımızı nesnelleştiriyordu ayna ve bu arada sevişmenin hem ve bugün artık yapay bir cennete dönüşmüş doğayla bağını
oyuncusu hem de izleyicisi olabilme keyfini yaşatıyordu. Ak- kuran bir öge olarak gören seksologlar da ket vurulmuş bürok
lın gövdeyle işbirliğiydi bu, bir kadınla sevişen erkeğin erotik ratik öğütler vermekten kurtulamazlar. (Haz faşizminin bugün
hâlâ okunan kitabı Cinselliğin Keyfi {Cinselliğin Keyfi, Sevişme
Rehberi, Alex Comfort, Quartet Kitapları, 1989}, okurlarına şu gayet
ciddi, dilbilgisi hatalarıyla dolu önerilerde bulunuyor:
"orgazm için olduğu kadar hazırlık aşamasında da, eli vulvaya
bastırmak, orta parmak dudakların arasında bulunmalı ve parmak u- ALTINCI BÖLÜM
cuyla vajinaya girip çıkmalı, bu arada avucun da kasık kemiğine sert- Marksizm
çe bastırıyor olunması en iyi yöntemlerden biri sayılır.")

19. Chloe ile kapıldığımız ritmik tempo çok geçmeden do-


ruğa ulaştı. Kasıklarımız ağır sıvılarla nemlendi, saçlarımız
terden sırılsıklam olmuştu, birbirimize boş gözlerle bakıyor- 1. Katıksız sevgiyle birine bakıp (bir meleğe) onunla cennet
duk, aklımız ve gövdemiz tıpkı o öteki ölümde olacağı gibi bir- te birlikte olmanın verebileceği zevki düşlerken, önemli bir
leşmişti işte (başka türde bilgiçler boşanmayı seçmişlerdir). Za- tehlikeyi gözden kaçırmamız olası: Sevgimize karşılık verdi
mansız bir yerdeydik sanki, hem kısa hem uzun, kaleydesko- ğinde, ona duyduğumuz ilginin ne kadar çabuk söneceği. Ne
pik, şekilden şekle girebilen, olabildiğince ölümlü, tüm sözle- kadar çirkin, aptal ve sıkıcıysak, en az o kadar güzel, zeki ve
rin ve kurallann eriyip gittiği, dilin patlayarak anlamm, politik esprili birine kendimizden kaçmak işin âşık oluruz. Ama böy
olanın, tabu olanın ötesindeki çığlıklara dönüştüğü bir unut- lesi mükemmel bir yaratık kalkıp bir gün bizi severse ne ola
kanlık âlemine girmiştik. cak? Şaşkına dönebiliriz - bizim gibi birini sevebilecek kadar
zevkten yoksunsa, nasıl umduğumuz kadar harika olabilir?
Âşık olmak için sevgilinin bizi bir şekilde aştığına inanmamız
gerekiyorsa, o zaman o aşka karşılık vermeleri durumunda
zorlu bir ikilem ortaya çıkmış olmuyor mu? Şöyle bir soru sor
mak durumunda kalıyoruz; eğer o kadar harika bir insansa, nasıl
oluyor da benim gibi birine âşık olabiliyor?

2. Psikoloji öğrencileri için 'ertesi sabah'tan daha zengin bir


araştırma alanı yoktur. Ama Chloe'nin uyanır uyanmaz yapa
cağı bazı işler vardı: Bitişikteki banyoda saçlarını yıkıyordu,
fayanslara çarpan su sesiyle ben de uyandım. Doğrulup, ya
takta onun yattığı tarafa iliştim, kokusunun sinmiş olduğu böl
geye yerleştim. Cumartesi sabahıydı ve Aralık güneşinin ilk
AŞK ÜZERİNE

ışınlan perdelerden içeri süzüyordu. Bir röntgenci gibi gizlilikle beş dakika sonra yatak odasına döndüğümde, Chloe yatağı
odayı gözlemeye başladım, sevgilinin antropolog âşığı ol- yapmış, odayı temizlemiş ve perdeleri açmıştı.
dum, gördüğüm kültürel manifestoya hayranlık duyuyordum.
Sığınağında, yatağında, çarşaflarında kıvrılıp yatmak, günlük 5. Yalnızca ekmek kızartmamış, bir kahvaltı ziyafeti hazırla
yaşamını oluşturan nesnelere, her sabah uyandığında çevresini mıştı. Bir sepet kruasan, portakal suyu, bir sürahi taze kahve,
saran duvarlara, çalar saatine, bir kutu aspirine ve komodinde yumurta ve kızarmış ekmek vardı, masanın tam ortasındaki
duran küpelerine bakabilmek bir ayrıcalıktı. Chloe'nin sahip vazoda da kırmızı ve sarı çiçekler duruyordu.
olduğu her şeye karşı bir büyülenme haline sokmuştu be ni
aşk, günlük yaşam bambaşka bir özelliğe bürünmüştü. Bir 6. "Harika," dedim, "Ben duş alıp giyinene kadar sen bütün
köşede parlak san bir radyo duruyordu, çerçeveli bir Matisse bunları hazırlamışsın."
afişi sandalyeye dayanmıştı, dün gece giydiği giysiler aynanın "Senin gibi tembel değilim de ondan. Hadi soğumadan yi-
yanındaki dolapta asılıydı. Çekmece dolabının üzerindeki ki- yelim."
tapların yanında çantası, anahtarları, bir şişe soda, bir de oyun- "Ne kadar tatlısın, neler yapmışsın."
cak fili Guppy duruyordu. Sahip olduğu her şeye bir duygu "Saçmalama."
yatırımı yapıyordum, her şey öylesine mükemmel ve zevkli, "Hayır ama gerçekten öyle. Beni böyle her gün kahvaltıyla
dükkânlarda satılanlardan öylesine farklıydı ki (gerçi geçenler- şımartan birisi yok," dedim ve beline sarıldım.
de Oxford Caddesi'nde aynı radyodan görmüştüm). Banyoda "Havalara girme, senin için yapmadım ki. Ben her hafta so-
saçını yıkayan deniz kızımın yokluğunda her şeyi birer simge- nu böyle kahvaltı ederim."
sel ve erotik nesne olarak fetişlere dönüştürdüm. Yalan söylediğini biliyordum tabii. Romantizmle, duygu-
sallıkla dalga geçiyor ve sert görünmeye çalışıyordu ama ger-
3. "Benim iç çamaşırlarımı mı deniyordun yoksa?" diye sor çekte tam tersiydi bunların, idealist, hayalci ve özverili, üstelik
du Chloe az sonra beyaz bir bornoz ve başına sarılmış havluy yapış yapış dediği şeylerin hepsine yürekten bağlıydı.
la banyodan çıkarak. "Ne yaptın buca zamandır? Hadi artık
kalk yataktan, düzelteceğim." 7. Bu harika, yapış yapış kahvaltı sırasında belki de apaçık
Kıpırdandım, iç çektim, ofladım, pufladım. "Ben kahvaltı olan bir şeyin yeni farkına varmam, aklımı karıştırdı - Chloe,
hazırlayacağım, sen de o arada duş alsana. Dolapta temiz benim ona hissettiklerimi bana karşı hissetmeye başlamış gi
havlu var. Bir de öpücük ver bakalım." biydi. Dışardan bakınca bunda bir olağandışılık yok elbette,
ama ben ona âşık olduğum için bana karşılık vermesi olasılığı
4. Banyosu da bir başka harikalar diyarıydı, kavanozlar, los nı tamamen göz ardı etmiştim. Hoşuma gitmediği anlamına
yonlar, iksirler, parfümlerle doluydu, gövdesinin tapınağında gelmiyordu bu, bu konuyu düşünmemiş, sevilmeden sevece
kutsal bir yolculuğa çıktım. Saçımı yıkadım, avazım çıktığı ka ğimi sanmıştım bunca zamandır. Bu duygu üzerinde durma
dar bağırarak şarkı söyledim, kurundum ve Chloe'nin bana mın tek nedeni, sevilmenin aslında daha zor, yani Eros'un oku
vermiş olduğu yeni dış fırçasıyla dişlerimi fırçaladım. Bir on nu göndermenin, bu okun gelip saplanmasından daha kolay
olmasıydı.
8. Kahvaltı sırasında birden fark ettim ki bu durumu kabul
lenmek biraz zordu, kruasanlar tam Fransız usulü, kahve ola
bildiğine aromatikti ve tüm bunların simgelediği ilgi ve şefkat
beni rahatsız etmişti. Chloe dün gece vücudunu, bu sabah
mutfağını açmıştı ama bunlar, bir türlü aklımın gerisine iteme-
değim (hatta sinirime dokunan) ve bir türlü çözemediğim şu
düşünceye yol açıyordu: "Bunları hak etmek için ne yaptım ben?"

9. İnsanın, bir başkası tarafından sevildiğinin farkına var


ması sevindirici olabileceği gibi birden korkutabilir de. Neden
sevildiğinden emin olamayınca, ne yapıp da sevgiyi hak ettiği
ni anlayamayınca, hak etmediği bir şeye sahip olmuş gibi his
sediyor insan kendini. Chloe'ye ne kadar âşık olursam olayım,
bana olan ilgisi cesaretimi kırıyordu. Bu şekilde karşılık gören
bazı kişiler, başından beri bildikleri gerçeğin onaylandığı sanı
sına kapılırlar - onlar, kendilerinin zaten sevilesi olduğuna
inanmışlardır. Ama bir de neden sevildiklerini sorgulayacak
kadar güvensizler vardır ki onları ikna etmek pek kolay değil
dir. Bu gibi talihsizlere kahvaltı hazırlama talihsizliğine düşen
sevgililer, sahte iltifatçılann tüm şikâyetlerine hazırlıklı olma
lıdır.

10. Tartışmalara bulunan bahaneler, temelde yatan sorunla


karşılaştırıldığında incir çekirdeğini doldurmaz. Bizim tartış
mamızın bahanesi çilek reçeli oldu.
"Çilek reçelin var mı?" diye sordum Chloe'ye kalabalık ma-
sayı gözlerimle tarayarak.
"Çilek yok ama ahududu var, fark eder mi?"
"Fark eder aslında."
"Böğürtlen reçeli de var."
"Böğürtlenden nefret ederim, sen seviyor musun?"
"Ben severim, sen niye sevmiyorsun?"
"İğrenç geliyor bana. Yani doğru dürüst bir reçelin yok mu
şimdi?"
"Canım reçel istiyor da onun için."
"Neyin var senin?"
"Ne demek doğru dürüst reçel? Masada beş çeşit reçel var, "Hiçbir şeyim yok, neden ki?"
yalnızca çilekli yok." "Saçmalıyorsun çünkü."
"Anlaşıldı." "Saçmalamıyorum."
"Neden bu kadar büyütüyorsun ki?" "Evet saçmalıyorsun."
"Çünkü doğru dürüst bir reçel olmadan kahvaltı edemem "Canım reçel istiyor, ne var bunda?"
ben." "Neden bu kadar zorluk çıkarıyorsun ki? Ben kalkıp sana
"Ama doğru dürüst reçeller var, yalnızca senin sevdiğinden kahvaltı hazırlıyorum, sense bir reçel yüzünden söylenip du-
yok." ruyorsun. Eğer o kadar istiyorsan defol git, başkasıyla ye reçe-
"Dükkân uzakta mı?" lini."
"Neden?"
"Gidip alacağım da ondan." 11. Bir sessizlik oldu, Chloe'nin gözleri parladı, sonra bir-
'Tanrı aşkına daha yeni oturduk şu masaya, şimdi gidersen den kalkıp yatak odasına gitti, kapıyı da arkasından çarptı.
her şey buz gibi olacak." Bense masada kalakaldım, odadan gelen ağlama benzeri sesleri
"Gideceğim." dinledim ve sevdiğimi iddia ettiğim kadının moralini boz-
"Her şey soğuyacak dedim, neden ısrar ediyorsun?" duğum için kendimi salak gibi hissettim.
12. Karşılıksız aşk ıstıraplıdır ama en azından emin bir şey Tann, bir kulüp, Kadın/Erkek olabilir bu. Sevdiğimiz kişi sev-
dir, çünkü insan kendisinden başka birini incitme tehlikesine gimize karşılık verirse (Tanrı dualarımızı kabul ederse, kulüp
düşmez, tek taraflı ıstırabın acı-tatlı bir tarafı da vardır aslında. üyeliğimizi uzatırsa) o zaman kendi içimize dönerek o kişiyi
Ama aşk karşılığını bulduğunda, insan tek başına acı çekme neden sevdiğimizi anımsamak durumunda kalırız. Yani belki
nin edilgenliğini terk ederek bir başkasını da üzebilmenin so de istediğimiz aşk değil, âşık olacak birini bulabilmek. O kişi
rumluluğunu üstüne almak zorunda kalır. kalkıp da bize inanmaya başlarsa, o zaman biz nasıl ona inanı-
rız?
13. Sorumluluk ne büyük yük getirir insana. Chloe'yi incit
tiğim için kendime duyduğum nefret, bir an için ona yöneldi. 17. Chloe'nin duygusal yaşantısını benim gibi bir serseri
Benim için bu kadar çaba harcaması, bana inanarak zayıflık üzerine temellendirmeyi düşünebilmesi bile çok ilginçti. Bana
göstermesi ve onu kırmama izin verdiği için nefret ediyordum biraz âşık olmuş gibi göründüğüne göre, beni yanlış anlamış
şimdi ondan. Bana diş fırçası vermiş olması, kahvaltı hazırla olmuyor muydu? Yine o klasik Marksist düşünceye dönüyo
ması, bir de kalkıp yatak odasında benim yüzümden çocuklar ruz işte; aşk arzulanır ama kabul edilemez, çünkü gerçek ben
gibi ağlaması aşırı duygusal, hatta salakça görünüyordu bana. lik ortaya konduğunda hayal kırıklıkları yaşanacaktır - zaten
Bana, benim ruh halime gösterdiği bu duyarlılık hiç hoşuma yaşanmış olan bir hayal kırıklığının (bir anne ya da babanın
gitmemişti, gösterdiği bu zaaf nedeniyle onu cezalandırmak elinde) geleceğe yönlendirilmiş halidir bu. Marksistler gerçek
istiyordum. benliklerini öylesine küçümserler ki her türlü yakınlaşmanın
onları birer şarlatana dönüştüreceğini sanırlar. Sonradan yitiri-
14. Neden canavarlaşmıştım böyle? Ben hep bir tür Mark lecek bir aşk armağanını kabul etmenin ne anlamı var? Beni se
sist olmuştum da ondan. viyorsan, yeterince tanımıyorsun diye düşünür Marksist, yeterin
ce tanımadığına göre de tanıyana kadar sevgine alışmak delilik olur.
15. Marx'm bir esprisi vardır, kendisini üyeliğe kabul ede
cek kulübe girmeye tenezzül etmediğini söyleyerek gülerdi - 18. Ve işte bu gibi nedenlerle, Ortodoks bir Marksist ile ya
kulüp üyeliğinde olduğu kadar aşk için de geçerli bu. Bu pılan işbirliği eşitsiz bir şefkat dağılımı ve paylaşımı üzerine
Marksist düşünceyi saçma bulup güleriz: kuruludur. Karşılıksız bir aşkın kurbanı bir gün aşkına karşılık
Nasıl olur da hem bir kulübe üye olmayı isteyip, sonra da bulacağı hayaliyle yaşarken, Marksist'in bilinçaltında düşlerin
kabul edilince artık istemiyorum? düşler âleminde kalması gerektiği düşüncesi yatar. Karşısında
Nasıl olur da Chloe'nin beni sevmesini isteyip, sevdiği za- ki insanın bu sevginin farkında olması bile gerekmemektedir,
man sinirleniyorum? kendi kendisine verdiği değerin bir uzantısı olarak fazla aran
mamalı, fazla destek olunmamalı, fazla iyi davranmamalıdır
16. Bunun nedeni belki de belli bir tür sevginin özünde ken ona - başkaları neden kendisinden daha çok değer versin ki? Sevdi
dimizden, kendi zaaflarımızdan kaçmak için bizden daha güç ği kişi ona tesadüfen iyi davranırsa (sevişirse, gülerse, kahval
lü, daha güzel olana sığınmayı istemekten kaynaklanıyor - tı hazırlarsa sözgelimi) Marksist'in ilk dürtüsü, hoşuna gitmedi-
ğinden değil, hak etmediğini düşündüğü için bu güzelliği yok et-
mektir. Sevdiği kişi karşılık veriyorsa, bir serseriyi sevdiği için
değerini yitirir. Chloe benimle sevişerek, bana iyi davranarak
değerini yitirmişse, bu belki de bir Marksistle tehlikeli derece- "Ne giydiğimin ne önemi var Sophie? Parkta yürüyüşe çı-
de yakınlaşarak kaptığı Ben-mikrobundan kaynaklanmıyor kıyoruz," diye yanıtladım, gerçi belki ciddi söylüyordur diye
muydu? tedirgin olmamış değildim hani.
"Nereye gittiğimiz hiç önemli değil, bak söylüyorum, üstü-
19. Başka Marksistlerin davranışlarına sık sık tanık oldum. nü değiştirmezsen ben parka gitmiyorum."
On altı yaşımdayken, okuldaki voleybol takımının kaptanı, Ama benim de inadım tuttu ve kazağımı değiştirmeyi red-
hem çok güzel hem de koyu bir Marksist olan on beş yaşında dettim. Üstelik öyle bir savundum ki kazağımı, çok geçmeden
ki bir kıza âşık olmuştum. Kraliyet Hastanesi'nin bahçesi önünden geçiyor, parka doğru
"Bir erkek beni dokuzda arayacağını söyleyip, dokuzda yol alıyorduk. Parkın kapısına geldiğimizde, o ana dek somur-
ararsa telefona bakmam bile," demişti bana, ona kantinden al- tan Sophie kolumu tuttu, beni öptü ve sessizliği kırarak Mark-
dığım portakal suyunu yudumlarken. "Ne yani, o kadar sabır- sizmin özünü oluşturan cümleyi fısıldadı:
sız olunacak ne var? Beni bekleten erkekleri severim ben, saat "Üzülme, kızmadım ben sana, bu korkunç kazağı çıkarmadığına
dokuz buçuk olduğunda hâlâ aramamışsa ayaklarına bile ka- sevindim aslında, sözümü dinleseydin ne kadar zayıf olduğunu dü-
panabilirim." şünecektim."
O yaşımda bu kızın Marksizmini içgüdüsel olarak algılamış
olmalıyım çünkü her söylediğine ve yaptığına ilgisiz davran- 21. Marksist'in çığlığı, şu ikilemli cümleyle özetlenebilirdi
mak gibi bir çaba sarf ettiğimi anımsıyorum. Bu çabalarım ilk demek ki: "Bana karşı gel seni seveyim, zamanında arama seni öpe
meyvesini birkaç hafta önce tattığım ilk öpücükle verdi. Ama yim, benimle sevişme sana tapınayım." Bunu bahçıvanlığa uyarla
çok güzel (ve aşk sanatında voleybolda olduğu kadar atılgan) yacak olursak, komşunun çimenlerinin her zaman daha yeşil
olmasma karşın ilişkimiz sürmedi. Sürekli geç aramaya çalış- olduğu inancını ortaya koyan bir komplekstir bu. Bahçede tek
mak yormuştu beni. başına otururken, komşunun çimenlerine gözlerimizi dikmi-
şizdir açgözlülükle (ya da Chloe'nin güzel gözlerine, saçını na
20. Birkaç yıl sonra bir başka kızla çıkıyordum ve o da (her sıl fırçaladığına falan). Mesele aslında komşunun bahçesinin
iyi Marksist gibi) bir erkeğe âşık olabilmesi için erkeğin ona daha yeşil ya da bakımlı olması (ya da Chloe'nin gözlerinin
meydan okuması gerektiğine inanıyordu. Bir sabah birlikte herkesinkinden daha güzel ya da aynı fırçayla başka birinin de
parkta yürüyüşe çıkarken son derece iğrenç, cart mavi bir ka saçını aynı şekilde fırçalayacağı) değildir. O çimenleri daha ye
zak geçirmiştim üzerime. şil ve daha güzel kılan bize değil, Ben-mikrobu taşımayan kom
"Bak söylüyorum, şu kazağı çıkarmazsan seninle dışarı çık- şumuza ait olmasıdır.
mıyorum," dedi Sophie beni merdivenlerde görünce, "Şaka ol-
malı. Böyle bir kazak giymiş biriyle görüleceğimi sanıyorsan 22. Peki ya komşu kalkıp da bize âşık olup, bahçeyi ayıran
yanılıyorsun." duvarı yıktırmak için belediyeye başvuracak olursa? Çimen
kıskançlığımızı tehdit etmez mi bu? Komşunun bahçesi yavaş
yavaş cazibesini yitirerek, kendi bahçemiz gibi bakımsız, ruh-
AŞK ÜZERİNE

suz görünmeye başlamaz mı? Belki de aradığımız daha yeşil


çimenler değil, bizim olmadığı için hayranlık duyabileceğimiz
(bakımlı olsun olmasın) çimenli bir bahçe bulabilmek.

23. Birinin bizi sevmesi, bizimle aynı gereksinimleri paylaş


tığının bir kanıtıdır. Bir eksiklik duymasaydık sevmeyecektik
Öznel Kaos Chloe'nin düşlediğim bütünlüğü
belki ama, aynı eksiklikleri bir başkasında görmek hoşumuza
gitmez işte. Bir yanıt arıyoruzdur, sorduğumuz soruyu bulu
Şekil 6.1
ruz karşımızda. Onların da bir idol yaratmak gibi bir gereksi
nimi olduğu ortaya çıkar, onlar da çaresizdir bizim gibi. Bu du
25. Demek ki arzu edilen insan, dengesizliğin geçerli oldu
rumda, çocuklar gibi edilgen olmaktan, Tannsal bir hayranlık
ğu bir alanda, aşırı kırılganlık ile aşırı bağımsızlık arasında bir
ve tapınmanın ardına saklanmaktan istemeden vazgeçerek bi
denge kurmak zorunda Marksist için. Chloe'nin gözyaşlarının
rini hem taşımak, hem de onun tarafından taşınmak sorumlu
beni tedirgin etmesi, ona karşı duyarlılığımı yansıtmasından
luğunu üstümüze almak zorunda kalırız. kaynaklanıyordu aslında. Ben kapılmak istemezken, onun ba
na kapılmasına sinirlenmiştim. Gerçi bağımsızlık da kırılgan
24. Albert Camus, kendimizi dağınık hissetmemize karşılık,
lık kadar sorun teşkil ediyordu bazen, kimi kadınların kibirli
başkalarının dışardan bakınca hem fiziksel, hem de duygusal
liği, soğukluğu aşka duyulan gereksinimi bile yok etmeye ye
olarak son derece derli toplu göründüğü gerekçesiyle âşık oldu
terdi. Chloe'nin işi zordu: Ne benim bağımsızlığımı tehdit ede
ğumuzu öne sürmüştü. Tutarlı bir öykü, sabit bir kişilik, belli
cek kadar kırılgan ne de kırılganlığımı yok edecek kadar ba
bir yön duygusu hissetmeyince, öteki insanlarda bunları gör
ğımsız olacaktı.
düğümüzü sanırız. Chloe ile ilişkimde de buna benzer bir du
rum yok muydu? İlk bakışta, dışardan son derece denetimli
26. Batı düşüncesinde aşkın yalnızca karşılıksız kalabilecek
görünen, sabit ve tutarlı bir kişiliği vardı oysa cinsel birleşme
Marksist bir alıştırma olduğunu, zaten karşılık görmeyerek
sonrasında onun da belli gereksinimleri olan kırılgan ve dağı
beslendiğini ileri süren karamsar bir gelenek vardır. Bu düşün
nık yüzünü görmüştüm (bkz. şekil 6.1). Bütün davranışların
ceye göre, aşk vanlacak bir nokta değil o noktaya giden yolun
toplamından oluşan, Psikopos Butler'ın "öz" benlik dediğine
kendisidir ve âşığın hedefine ulaşması, yani sevdiğini elde et
bağlanan ve cinsel çekim duyan klasik bir Nietzsche'ci benlik
mesi (yatakta ya da başka şekilde) aşkı küllendirir. Troubado-
sorunsalı değil miydi bu? Gözyaşlarının ardından da Bob
Dylan'ın o ünlü "Üzerime yıkılıp kalma (bu gece)" sözleri yankı ur şiirinin tümü, cinselliği geciktirmek üzerine kurulu olduğu
için, o akımın şairleri sürekli reddedilenlerin acıklı haykırışla-
lanıyordu.
rını yineleyip durdu. Dört asır sonra aşkın nasıl beslendiğini 29. Çoğu ilişkide, Marksist bir durum gelip dayanır kapıya
irdeleyen Montaigne de aynı düşünceyi savunuyordu: 'Aşk, mutlaka (genelde aşkın karşılıklı olduğu anlaşıldığı anda) ve
bizden kaçanı yakalamak için duyulan çılgın arzudan başka nasıl sonuçlanacağı, insanın kendi kendine duyduğu sevgi ile
bir şey değildir' - Anatole France'ın düsturuyla da örtüşen bir nefret arasındaki dengeye bağlıdır. Kendi kendine duyulan
görüştü bu: 'İnsanın sahip olduğu bir şeyi sevmesi alışıldık bir nefret ağır basıyorsa, aşkına karşılık bulan taraf (şu ya da bu
durum değildir.' Stendhal de aşkın ancak âşık olunan kişiyi yi- nedenle) ötekinin kendisine layık olmadığını söyleyecektir (la-
tirme duygusu üzerine temellendirilebileceğine inanıyordu, yık değildir çünkü kendisinden daha iyi birisiyle ilişkiye gir-
Denis de Rougemont ise, 'En ciddi engel, en çok yeğlenen en- miştir). Ama kendi kendine duyulan sevgi ağır basarsa, her iki
geldir. Tutkuyu çoğaltandır,' diyordu ve Roland Barthes da taraf da aşklarına karşılık bulmanın karşısındakini alçalttığını
tutkuyu elde edilemez olana duyulan özlem olarak tanımlıyor- düşünmeden, karşısındakinin gerçekten sevilesi olduğunu ka-
du. bullenebilir.

27. Bu düşünceye göre, âşıklar zaten sürekli özlem duymak


ile usanmışlık arasında gidip gelirler. Aşkın belli bir ortamı yok
tur, bir yöndür aşk, arzu duyduğuna onu yakaladığı anın öte
sinde arzu duyamaz olur. Dolayısıyla aşk karşılığını bulmadan
küllenmelidir, çünkü arzu duyulanı elde etmek o arzuyu öldü
rür. Chloe ile kendimizi işte böylesi bir Marksist kısırdöngü
içine hapsederek, biri severken ötekinin sevmemesi, biri sev
mez olunca ötekinin yine sevmeye başlaması gibi zaman için
de kayıtsızlığa uzanan yolda bulmamız tehlikesi vardı.

28. Ama daha mutlu bir sonuç yaşandı. Ben o kahvaltıdan


eve özürler dileyerek, suçluluk duygusu ve utanç içinde,
Chloe'yi yeniden kazanabilmek için her şeyi yapabilecek halde
döndüm. Kolay olmadı elbette (önce telefonu yüzüme kapattı,
sonra birlikte olduğum kadınlara her zaman böyle terbiyesiz
lik edip etmediğimi sordu), ama özürlerden, hakaretlerden,
gözyaşlanndan ve gülücüklerden sonra, Romeo ve Juliet aynı
günün öğleden sonrasında Ulusal Film Merkezi'nde Aşk ve
Ölüm'ün dört buçuk seansının karanlığında yapış yapış bir se
vecenlik içinde ele ele tutuşmuşlardı. Mutlu bir son olmuştu,
yani en azından şimdilik.
pik bir aşk öyküsüydü yaşadığımız. İlk haftalar, bir zamanlar
çift cinsiyetti olan gövdemizin öteki yansını yeniden keşfetmek
gibiydi. O kadar farklı konularda anlaşabiliyorduk ki, belli ayı-
rıcı noktalara karşın bir zamanlar aynı gövdenin iki parçası ol-
duğumuz sonucuna vanyorduk ister istemez.

YEDİNCİ BÖLÜM 3. Filozofların ütopik toplumları farklılıkları barındıran bir


pota gibi düşledikleri pek görülmemiştir, düşlerdeki ütopik
Sahte Notalar toplumlar aynı anlayış, düşünce ve amaçlar çerçevesinde bir a-
raya gelmiş birlik ve benzerlik üzerine kuruludur. Chloe ile
paylaştığım yaşamı çekici kılan da aramızda kurduğumuz
uyumdu zaten, gönül işlerinde verilen onca zorlu mücadeleden
sonra esprilerini sözlüğe başvurmadan anladığım, düşünceleri
1. Âşık olunan kişiyle henüz bir samimiyet kurmadan önce ni mucizevi biçimde paylaştığım, benimle hemen hemen aynı
bile onu zaten tanıyormuşuz gibi tuhaf bir duyguya kapılabi şeyleri seven ve aynı şeylerden nefret eden ve yanında sürekli,
liriz. Onunla daha önce bir yerde, bir önceki yaşamımızda ya "Olamaz, ben de şimdi aynı şeyi söyleyecektim/düşünüyordum/yapa-
da belki rüyalarımızda tanışmışızdır sanki. Platon'un Şölen'in- caktım/anlatacaktım..." dediğim birisini bulmuştum sonunda.
de Aristofanes, bu aşinalık duygusuna ilişkin âşık olduğumuz
kişinin bir zamanlar yapışık olup da sonra yitirdiğimiz "öteki 4. Aşka şüpheyle bakanlar, bu duygunun insanlar arasında
yarımız" olduğu iddiasını ortaya atar. Başlangıçta, bütün in ki farklılıkları yok edip, tarafların birbiri içinde eriyerek nere
sanlar çift sırtlı, çift böğürlü, dört elli, dört bacaklı ve aynı baş deyse tek kişiye dönüşebilmesini eleştirirler haklı olarak. Bu
ta zıt taraflara bakan iki suratlı, çift cinsiyetti canlılarmış. Bu şüphe, benzerliklerin farklılıklardan daha kolay kabullenilir ol
çift cinsiyettiler öyle güçlü, öyle gururluymuşlar ki Zeus onla masından kaynaklanır (tanıdık olanı yeniden keşfetmemiz gerek
rı ikiye ayırmak zorunda kalmış, -erkek ve dişi olmak üzere- mez), çünkü tanıdık olanı keşfetmeye yelteniriz, bizi tedirgin
işte o gün bugündür, her erkek ve kadın, öteki yarısıyla yeni edene yüzümüzü döneriz genelde. Yani aslında duyduğumuz
den birleşebilmek için çabalayıp duruyor demek ki. aşkı yetersiz malzeme üzerine temellendirir, bu cehaleti de ar
zularla örtmeye çalışırız. Oysa aşkı eleştirenlerin de işaret etti
2. Chloe ile ben Noel'i ayrı geçirdik ama yeni yılda Lond ği gibi, zaman bize gövdelerimizi ayıran tenin yalnızca fiziksel
ra'ya döndüğümüzde bütün boş zamanlarımızı birbirimize bir sınır olmadığını, aşmaya çabalamanın gereksiz olduğu da
ayırdık, genelde birbirimizin kollarındaydık, sık sık da yatak ha derin, psikolojik ayrımların taşıyıcısı olduğunu gösterir.
larımızı paylaşıyorduk. İş saatleri arasına sıkıştırılan (özleme
dayanamadıkça göbek bağımız haline gelen telefona sarıla 5. Dolayısıyla, olgun bir insan ilk görüşte âşık olmaz. Âşık
rak), parkta yürüyüşler, kitapçılarda gezintiler ve lokantalarda olmak, insanın atlayacağı suyun ne kadar derin olduğunun bi-
yemeklerle canlanan, yirminci yüzyıl sonu kent yaşamının ti-
lincinde olmasıyla başlar. İki insan, kendi geçmişleri ve siyaset, SAHTE NOTALAR
sanat, bilim ve yemek üzerine düşüncelerini paylaştıktan son-
ra ancak birbirlerini sevmeye hazır hale gelirler; bu yakınlık,
karşılıklı anlayış temeline oturur. Böylesi olgun ilişkilerde, kişi 8. "Bayılmadın mı ayakkabılarıma?" diye sordu Chloe yeni
eşini gerçekten tanıdığı zaman serpilip büyümeye başlar aşk. bir şey almış olmanın heyecanıyla, "Ayağımdan çıkarmayaca
Gerçi aşkın insanın aklını da çelebildiği düşünüldüğünde (ge- ğım bunları. Ne güzeller değil mi?"
nelde tanımadan âşık olanlann içine düştüğü bir durumdur Chloe'ye âşıktım ama, ayakkabılarını birer tutku nesnesine
bu) birbirini tanımak, engel de oluşturabilir - ütopya ile gerçek dönüştürebilecek sihirli değnek her zamanki büyüyü yapama-
arasında çatışma yaşanabilir. dı bu kez.
"Mağazadaki bütün ayakkabılan satın alabilirdim. Öyle
6. Chloe ile aramızda hoş benzerlikler bulmuştuk ama Mart müthiş modelleri var ki. Çizmeleri bir görseydin."
ayının ortalarında yeni aldığı bir çift ayakkabıyı gösterdiğinde (O ana kadar hemen her konuda anlaştığım) Chloe'nin ba-
onun belki de Zeus'un acımasız darbesiyle benden aynlan öte na göre zevksiz bir çift ayakkabıyla kendinden geçmesi son de-
ki yarım olmadığını ilk kez düşündüğüm tarihi bir kenara yaz rece şaşırtmıştı beni. Chloe'nin kim olduğuyla ilgili düşüncele-
dım. Böylesi bir karara varmak için belki çok küçük bir neden rim, Aristofanes'çi eminliğim, bu belli hevesi kapsamıyordu.
gibi görünecek bu ayakkabı meselesi, ama ayakkabı, psikolojik Chloe'nin o ayakkabıları satın alırken aklından geçirdiklerin-
farklılıklara kadar uzanan önemli bir estetik simgeydi bana gö den bile rahatsız olmuştum ve kendi kendime, "Hem bu tür
re. Gövdenin belli bölümleriyle, belli giysiler insana dair ipuç- bir ayakkabıyı, hem de beni nasıl sevebilir?" diye soruyordum.
ları verir: Ayakkabılar kazaklardan, başparmaklar dirsekler
den, iç çamaşırları paltolardan, bilekler omuzlardan daha çok 9. Chloe'nin seçtiği ayakkabı, kendi varoluşunun (birleşik
şey ifade eder sözgelimi. fantezilerimizin ötesindeki) zevklerinin her zaman bana uy
mayabileceğinin, belli konularda birleşsek de bu görüş birliği
7. Nesi vardı Chloe'nin ayakkabılarının? Nesnel bir bakış nin her alanı kapsamadığının rahatsız edici bir anımsatmasıy-
açısıyla hiçbir şeyi yoktu (insan ne zaman nesnel olarak âşık dı. Demek ki birisini tanımaya kalkışmak her zaman güzel bir
olur ki?). O gece davetli olduğumuz bir partide giymek için süreç olmayabilirdi, hoş benzerlikler üzerinde dururken tehdit
Cumartesi sabahı King's Caddesi'nde bir mağazadan almıştı. edici farklılıklarla karşılaşmak da olasıydı. Chloe'nin ayakka-
Ayakkabıyı tasarlayan, topuğunu yüksek mi alçak mı yapaca bılanna bakarken, onu gördüğüm andan itibaren düşlerimde
ğına karar verememişti belli ki; parmak uçlarındaki yükseklik kurguladığım güzel imgeyi bozar diye onunla ilgili bazı şeyle
ile topuğundaki yükseklik aynıydı, bu dolgu topuk sayesinde ri öğrenmemeyi diledim.
düz topuklu gibi görünürken, sivri topuklu bir ayakkabı kadar
yüksekti. Rokoko çağrışımlı ön kısmında ise kalın bir kurde 10. Baudelaire, hoşlandığı kadınla Paris'te bir gün geçiren
leyle yapılmış bir fiyonk ile yıldızlar vardı. Son moda, kaliteli, adamı anlatıyor bir şiirinde. Kadınla birçok konuda anlaşabil
temiz bir çift ayakkabıydı işte - ama benim nefret ettiğim tür diği için, ruhunu birleştirebileceği ideal eşi bulduğu sanısına
dendi. kapılıyor adam. Birlikte bir bulvarın köşesindeki kafeye girip
oturduklarında, kafenin penceresinden içerdeki zarif müşteri
lere, kenan altın yaldızlı parlak beyaz duvarlanna bakan yok-
nan o meleksi varlıklar gerçek birer varlığa dönüşerek kendi zi-
hinsel ve fiziksel (ve genelde tuhaf) geçmişleriyle yere inerler -
ve o zaman hangi diş macununu kullandıklarını, ayak tırnakla-
sul bir işçi ile ailesini görüyor adam. İçerdeki şatafatı seyreden rını nasıl kestiklerini, Bach'ı değil Beethoven'i dinlediklerini,
bu yoksul insanların büyülenmişliği, adamın kendi pozisyo- dolmakalem değil kurşunkalem kullanmayı sevdiklerini öğre-
nundan utanıp sıkılmasına yol açıyor. Aynı ruh halini kadının niriz.
gözlerinden okuyabilmek için ona dönüyor. Oysa ruhunu bir-
leştirmek istediği kadın, şu paçozların kocaman şaşkın gözle- 13. Chloe'nin ayakkabıları, ilişkinin ilk döneminde fark edi
riyle ne kadar dayanılmaz olduğunu söyleyerek, garsonu çağı- len ve içsel fantezilerle dışsal gerçekler arasında kalan sahte
rıp onlan kovdurmasını istiyor. Her aşk öyküsünde böyle anlar notalardan yalnızca biriydi (olabildiğince iyimserlikle söz edi
yok mudur? İnsanın, kendi düşüncelerini yansıtan bir çift gözü yorum onlardan). Onunla geçirdiğim her gün, yabancı bir ülke
arayışı (traji-komik) bir görüş aynlığıyla sonuçlanabiliyor işte - ye uyum sağlamak gibiydi. Kendi geleneklerimden, kendi tari
ister sınıf mücadelesi, ister bir çift ayakkabı üzerine olsun. himden ayrıldıkça yabancı düşmanlığına kapılıyordum. Hem
coğrafi, hem kültürel bir değişim geçiriyor, yalnız yaşamak ile
11. En kolay âşık olduğumuz kişilerin, yüzünden ya da se birlikte yaşamak arasındaki bu yersizlik haline alışmam gereki
sinden okuyabildiklerimiz dışında pek bir şey ele vermeyenler yordu. Öyle bir durumdu ki bu (sözgelimi) Chloe'nin canı ara
olduğu belki de doğru. İnsanlar, fantezilerimizde istenen her sıra geç saatte gece kulübüne, benimse avangard bir filme git
şekle girerler. Hayal kurmak havasındaysanız, tren penceresin mek isteyişimiz ötekinin yerleşik gece hayatı ve sinemasal alış
den dışarıyı gözleyen çekici bir insanın başrol oynadığı bir aşk kanlıklarına zıt düşebiliyordu.
öyküsü uydurmak kadar zevkli bir şey yoktur - Troilus ya da
Criseyde başını dönüp sıkıcı bir sohbete başlamaz ya da kirli 14. Tehdit edici farklılıklar, temel noktalarda değil (ulusal
bir mendile gürültülü bir şekilde sümkürmezse tabii. kimlik, cinsiyet, sınıf, meslek) zevk ve düşünceler gibi nazik
konularda ortaya çıkıyordu genelde. Chloe makarnayı neden o
12. Sevgiliyi daha yakından tanımanın yol açabileceği hayal çok önemli iki dakikayı unutarak fazladan kaynatıyordu? Ben
kırıklıkları, insanın zihninde muhteşem bir senfoni besteleyip, gözlüklerimi neden bu kadar seviyordum? Jimnastiğini neden
sonra onu bir orkestranın seslendirmesine benzer. Düşündüğü her sabah yatak odasında yapmakta ısrar ediyordu? Benim ne
müz şeylerin hayata geçirilmesi hoşumuza gider ama kimi kü den mutlaka sekiz saat uyumam gerekiyordu? O neden opera
çük ayrıntıların yerinde olmadığına yine de hayıflanırız. Ke ya daha çok gitmiyordu? Ben neden Joni Mitchell'den hoşlan
mancılardan biri ötekilere uyum sağlayabiliyor mu? Flütçü bi mıyordum? Deniz ürünlerinden neden o kadar nefret ediyor
raz geç girmedi parçaya? Vurmalılar biraz fazla gürültülü değil du? Benim çiçeklere, bahçıvanlığa olan direncim nasıl kırılabi
mi? İlk görüşte mi âşık olduğumuz kişiler, zihinde bestelenen lirdi? Denizaşırı yolculukları neden sevmiyordu? Tann'yla ilgi
senfoniler kadar muhteşemdirler. Yani ayakkabı ya da edebiyat li düşüncelerinde nasıl o denli açık olabiliyordu ("en azından
zevki konusunda yaşanabilecek tüm çatışmalardan, henüz pro kanser olana kadar öyle")? Bense aynı konuda neden o kadar ke
va edilmemiş bir senfoni zamanlama tutturamayan kemancı ve tumdum?
flütçülerden ne kadar uzaksa o kadar uzaktırlar. Ama o fantezi
bir konser salonunda çalındığı anda zihnimizden çıkıp havala-
simle ilgileniyordu, hatta aynı Pazar gazetelerini okuyorlardı.
Babası ise yürüyüş yapmayı seviyordu, hafta sonları beni
Hampstead kırlanna sürükleyen ve babası gibi temiz havanın
15. Antropologlar için topluluk bireyden önce gelir, bireyi yararlarını anlatan Chloe gibi.
anlayabilmek için toplumu anlamak gerektiğini söylerler, ister
ulus, ister klan, ister aile olsun. Chloe ailesine pek düşkün de 17. Ne kadar tuhaf, ama yeniydi her şey. Çocukluğunu ge
ğildi ama bir Pazar günü Marlborough yakınlarındaki evleri çirdiği ev, benim tanık olamadığım, ama onu anlamak için sin
ne davet edildiğimizde kabul etmesi için ısrar ettim. "Bak gö dirmem gereken koskoca bir geçmişi canlandınyordu. Yeme
rürsün, nefret edeceksin oradan," dedi, "ama o kadar çok isti ğin büyük bölümü, Chloe ile anne babası arasında aile folklo
yorsan gideriz. Ömrüm boyunca neden kaçtığımı anlarsın en runun gelişimiyle ilgili bir soru-yanıt volesi şeklinde geçti: Si
azından." gorta büyükannenin hastane faturalarını ödemiş miydi? Su
deposu onarılmış mıydı? Carolyn emlakçıdan haber almış
16. Bağımsızlığına karşın, Chloe'yi ev ortamı içinde göz mıydı? Lucy'nin Amerika'da okuyacağı doğru muydu? Sarah
lemlemek çeşitli yönlerini anlamama yardımcı olduğu gibi, Teyze'nin romanını okuyan var mıydı? Henry gerçekten Jemi-
aramızdaki bazı farklılıklann kökenlerini keşfetmek açısından ma ile evleniyor muydu? (Chloe'nin yaşamına benden çok ön
da aydınlatıcı oldu. Budaklı Meşe Kulübesi'yle ilgili her şey ce girmişti tüm bu karakterler - ve insanın asla kurtulamadığı
Chloe ile benim farklı dünyaların (hatta farklı galaksilerin) in aile bağları gibi, ben gittikten sonra da orada olacaklardı).
sanları olduğumuzu gösteriyordu. Oturma odası sahte Chip-
pendale mobilyalarla döşenmişti, halı lekeli bir kızıl kahveydi, 18. Chloe'nin, anne babasının gözünde bana göründüğün
duvarları Trollope ciltleriyle dolu kitap rafları çevreliyordu, den ne kadar farklı olduğunu izlemek heyecan vericiydi. Ben
oturma odasında Stubbs'vari resimler vardı, bir köşedeki sak onu yardımsever ve bonkör bir kız diye biliyordum, evdekile-
sıdan geçkin bir bitki sarkıyor ve salyaları akan üç köpek otur re göre buyurgan ve talepkârdı sözgelimi. Çocukluğunda an
ma odasıyla bahçe arasında koşuşturup duruyordu. Chloe'nin ne babası bir çocuk kitabından esinlenerek ona Küçük Bayan
annesi kalın, işlemeli, mor bir kazağın altına bol, çiçekli bir Pompadosso adını takmış, bir minik diktatörmüş yani. Ben
etek giymişti, uzun kır saçlarını dağınık bir atkuyruğu yap Chloe'nin maddi ve mesleki konularda sağduyulu olduğunu
mıştı. Adımı sürekli unutmasıyla (ama yeni isimler uydur düşünüyordum, babası ise kalkmış kızının "gerçek dünyayla
maktaki yaratıcı yaklaşımıyla) daha da görünür olan bir köy ilgili en ufak bir şey bilmediğini" söylüyor, annesi ise "bütün
lü kayıtsızlığı vardı kadında, üzerinde saman saplan bulaca erkek arkadaşlarını zorbalıkla yola getirdiğini" anlatıyordu.
ğım sandım neredeyse. Chloe'nin annesiyle kendi annemi kar Zihnimdeki imge ile ailesinin anlattığı öyküler çarpıştıkça
şılaştırarak, bu iki kadının çocuklanna ne denli farklı dünya Chloe ile ilgili düşüncelerime, benden önceki yaşamıyla ilgili
görüşleri aşıladığını düşündüm. Chloe tüm bunları geride bı ayrıntıları da katmak zorunda kaldım.
rakarak kente, kentin değerlerine ve arkadaşlanna kaçmış da
olsa ailesi onun ait olduğu ortak bir genetik ve tarihsel gelene
ği temsil ediyordu. Kuşaktan kuşağa geçen benzerlikleri gör
meden edemedim: Annesi de patatesleri kızı gibi, tereyağına
biraz sarmısak ezip üzerine tuz serperek hazırlıyordu, o da re-
19. Chloe öğleden sonra evi gezdirdi bana. Çocukken amca
sı piyanonun içinde hayalet yaşıyor dedi diye çıkmaya korktu
ğu merdivenlerin tepesindeki odayı gösterdi. Annesinin artık
atölye olarak kullandığı yatak odasında, canı sıkıldığında
oyuncak fili Guppy'yi alıp saklandığı küçük bir bölmeyi de SEKİZİNCİ BOLUM
gösterdi. Bahçede yürüyüşe çıktık, erkek kardeşinin Chloe yü
zünden arabayı çarptığı bereli ağacın önünden geçtik. Komşu
Ya Aşk Ya Liberalizm
nun evini gösterdi, yazlan orada böğürtlen toplarmış, eski sa
hibinin oğlunu da bir gün okul dönüşünde öpmüş.

20. Daha sonra bir de babasıyla yürüyüşe çıktım, otuz yıllık


evliliğin epey ilginç şeyler öğrettiği beyefendi bir adamdı baba 1. Chloe'nin ayakkabılarına kısaca dönecek olursak, o ayak
sı. "Kızımla birbirinizden hoşlandığınızı biliyorum. Ben aşk kabıları satın almış olmasının kendime sakladığım düşüncele
konusunda uzman sayılmam ama bak sana bir şey söyleyece rle sonlanmadığını söylemeliyim belki. Evet itiraf ediyorum, o
ğim. Kiminle evlendiğin pek fark etmiyor doğrusu. Severek ev- ayakkabılar nedeniyle ilişkimizin en büyük ikinci kavgasını et
lenmişsen, sonunda büyük olasılıkta soğumuş oluyorsun on tik, gözyaşları, hakaretler ve bağırış çağırışlardan sonra ayak
dan. Sevmeyerek evlenmişsen, sonunda o kadar da kötü olma kabının sağ teki camdan gürültüyle Denbigh Sokağı kaldırımı
dığını keşfedebilirsin." na uçtu. Olay, bırakın melodramatik yanını, politik arenada ol
duğu kadar insanın kişisel dünyasında da radikal bir seçimi
21. O akşam trenle Londra'ya dönerken, Chloe'nin simgelediği için felsefi bir sorunsal oluşturuyordu: Aşk ya da
çocukluk dünyasıyla benim çocukluk dünyamı liberalizm arasındaki seçimdi bu.
karşılaştırmaktan bitkin düşmüştüm. Geçmişin öyküleri,
mekânları bir yandan büyülü-yordu beni, bir yandan da 2. Bu iki terim genelde iyimser biçimde özdeşleştirildiği, bi
korkutuyordu, tuhaf geliyordu bana. Onu tanımadan önceki ri diğerinin özü gibi görüldüğü için aralarında bir seçim yapı
bütün o yıllar ve alışkanlıklar, aslında burnunun şekli ya da labileceği gözden kaçırılmıştır. Oysa ikisini ilişkilendirmek an
gözlerinin rengi kadar önemli bir parçasıydı Chloe'nin. O aile lamsızdır, çünkü sevmek ve yaşatmak olanaksız gibidir, eğer
ortamı içinde ilkel bir nostalji de duyarak her ilişkinin yaşatılıyorsak bu genelde sevilmediğimiz anlamına gelir.
doğasında varolan zorluğu fark ettim - yeni bir insanı Âşıkların birbirlerine ettikleri kötülüklerin açık bir düşmanlık
tanımak, ona kendini anlatmak, alışmaya çalışmak. Chloe'de durumu dışında neden hoşgörülemeyeceğini (hatta kavrana-
bulabileceğim tüm farklılıkları düşünmenin yarattığı mayacağını bile) soralım kendi kendimize. Ayakkabılar ile
korkuydu belki bu, onun bir öteki olması, dünya görüşlerimi- uluslar arasında benzerlik kurarak, soruları çoğaltabiliriz de:
zin örtüşmeyebileceği gerçeğinden kaynaklanıyordu. Tren Sosyal birlikten, vatandaşlıktan pek söz etmeyen ülkeler va-
penceresinden Wiltshire doğasını seyrederken, bütünüyle anla-
dığım, evini, anne babasını ve tarihi zihnimde çoktan evcilleş-
tirmiş olduğum biri için çocukça bir özlem duydum.
tandaşlarını neden kendi halinde ama rahat bırakırlar? Buna "Peki neden düşüncelerini kendine saklamıyorsun?" "Çünkü
karşın, sosyal birlikten, sevgiden, kardeşlikten en çok söz eden sana önem veriyorum. Yoksa kim söyleyecek sana
ülkeler sonunda neden kıyımlara sahne olurlar? ayakkabılarının çirkin olduğunu? Gerçi benim ne düşündü-
ğüm neden bu kadar önemli olsun ki?"
3. "Eee? Beğendin mi peki?" diye yineledi Chloe. "Senin de beğenmeni isterdim de ondan. Senin de beğene-
"Pek beğenmedim açıkçası." ceğini umarak almıştım ama sen kalkmış onları giyince tuhaf
"Neden?" bir yaratığa dönüşeceğimi söylüyorsun. Her yaptığım yanlış
"Bu tür ayakkabıları sevmiyorum da ondan. Pelikan gaga- olmak zorunda mı?"
sına benziyor." "Hadi, böyle söyleme şimdi. Öyle olmadığını biliyorsun."
"Gerçekten öyle mi, bence zarif bir ayakkabı." "Baksana ayakkabılarımı bile beğenmiyorsun." "Ama geri
"Hayır, değil." kalan hemen her şeyini beğeniyorum." "O zaman şu
"Öyle işte, şu topuğuna, fiyonguna baksana. Bence harika." ayakkabıları neden görmezlikten geliniyorsun ki?"
"Bakalım aynı düşünceyi paylaşan birini bulabilecek mi- "Çünkü sen daha iyisini hak ediyorsun."
sin?"
"Sen modadan ne anlarsın ki." 4. Şimdi size bu melodramın tümünü anlatacak değilim,
"Belki de anlamıyorum ama bir ayakkabı zevksiz mi değil Chloe'nin birkaç dakika sonra (belki de yalnızca göstermek
mi görebiliyorum." amacıyla) ayakkabılardan birini ayağından çıkartarak bana at
"Zevksiz değiller bir kere." tığını, benim de (belki biraz aptalca ama) yakalamak yerine
"Hadi kabullen artık Chloe, gerçekten çok kötüler." yaydan fırlamış bu okla vurulmamak için eğildiğimi, dolayı
"Kendime yeni ayakkabı aldığım için kıskanıyorsun sen." sıyla ayakkabının arkamdaki pencereden camlan da indirerek
"Ben seninle açık konuşuyorum o kadar. Bence bu akşamki sokağı boyladığını söylemem yeterli sanırım.
parti için uygun değiller."
"Harika. Kahrolası ayakkabıları özellikle bu akşam için al- 5. Aşk ve liberalizmin ikilemleriyle ateşlenmişti tartışma
dım." mız. Chloe'nin ayakkabılarının ne önemi vardı ki? Onun o ka
"Peki giy o zaman." dar güzel başka tarafları vardı ki şimdi kalkıp şu ayrıntıya ki
"Nasıl giyebilirim ki şimdi?" litlenmiş olmam şımarıklık olmuyor muydu? Herhangi bir ar
"Neden giymeyecekmişsin ki?" kadaşıma söylediğim kibar yalanlan ona da söyleyemez miy
"Çünkü daha bir dakika önce onları pelikan gagasına ben- dim? Tek bahanem onu seviyor olmam, onun benim idealim
zettin." olmasıydı -ayakkabılan dışında tabii- bu küçük hatasını yü
"Evet, benziyorlar." züne vurmam da bundan kaynaklanıyordu, bir arkadaşıma as
"Yani partide pelikan gibi mi görüneyim istiyorsun?" la yapmazdım bunu (çünkü bir arkadaşım zaten ideallerimden
"Aslında istemiyorum tabii. Zaten onun için sana ne kadar uzak olurdu, daha doğrusu bir arkadaşımda ideallerimi ara-
berbat olduklarını söylüyorum."
mak aklımın ucundan bile geçmezdi). Onu sevdiğim için söy- tim? Neden ayaklarımı hep yatağın üzerine koyuyordum? Ye-
lemiştim o sözleri - başka da savunmam yoktu. ni Ahit'te sözü edilen sevgi böyle değildi, ne ilgisi olacaktı çir-
kin ayakkabıların, dişlerin arasında kalmış bir parça marulun
6. Daha idealist olabildiğimizde, romantik aşkı Hıristiyan ya da yanlış da olsa inatla Bukleye Tecavüz'ü* {The Rape ofthe
sevgisine benzetiriz: "Seni bir bütün olarak seviyorum" diye Lock, Alexander Pope [1712-1714]} kimin yazdığı konusunda
bilen, koşulsuz, sınırsız, her ayakkabıyı seven, her şeyi kabul inatlaşmanın orada sözü edilen sevgiyle? Ama tüm bunlar
lenebilen evrensel bir duygudur bu. Ancak âşıklar, Hıristiyan evcilleştirme adına, ötekini belli bir kalıba sokmak için
sevgisinin yatak odasına geçerken tükendiğini bilirler. Çünkü girişilen günlük uğraşlardı. İdealimizle gerçeği birbiri üzerin-
özel değil, evrensel bir mesajı vardır o tür aşkın, ve zaten bü den geçen iki daire şeklinde düşünürsek, ettiğimiz kavgalarla
tün kadınlarla erkeklerin, birbirlerinin horlamasını duymayan o farklılıklar yarım ayını yok etmeye çalıştığımızı, yani iki da-
komşuların birbirlerini sevmeleri gerektiğinden söz eder. ireden tek daire oluşturmaya çalıştığımızı söyleyebiliriz.

7. Romantik aşk belli bir gövde üzerinden konuşur, genelle-


nemez, tekillikle ilgilidir. Gülüşü, çilleri, kahkahası, düşünce
leri, bilekleri Komşu B'ninkinden farklı olduğu için Komşu
A'ya âşık olunur, olay budur. Sevgiyi kriterlere ayırarak bu zor
konuyu görmezlikten gelen İsa, böylece aşkın doğasında varo
lan kötülüğü de göz ardı etmiş oldu. Zaten aşka acıyı katan o
kriterlerdir, Komşu A'yı Komşu B'ye dönüştürmeye ya da
Komşu B'yi evlenmeden önceki idealize ettiğimiz B haline ge
tirmeye çalıştığımızda ayakkabılar uçuşmaya, boşanma dava
ları açılmaya başlar. İşte O sabırsızlığımız, mükemmelliyetçili-
ğimiz ve sonunda da hoşgörüsüzlüğümüz, düşlediklerimiz ile Şekil 8.1
zamanın bize gösterdiği arasındaki o gri alanda filizleniyor.
9. Peki var mıydı bunun bir bahanesi? Bütün anne babala
8. Bir tek camcıların ilgilenebileceği bir konu değil bu bakın, rın, generallerin, Chicago ekolü iktisatçılarının ve Komünistle
bu dargörüşlülükler asla tek taraflı değildir. Benimle ilgili bel rin başkalannı kırmadan önce başvuracakları o bildik dizeler
ki bin bir şey vardı Chloe'yi deli eden: Ruh halim neden sık sık den başka - Sana önem veriyorum, dolayısıyla seni kırabilirim, sa
değişiyordu? Bir asırlıkmış görünen bir paltoyu hâlâ giymekte na nasıl olman gerektiğini söyleyerek onurlandırıyorum aslında, do
neden ısrar ediyordum? Uyurken neden yorganı hep yataktan layısıyla incitebilirim seni.
düşürüyordum? Saul Bellovv'un neden o kadar iyi bir yazar ol
duğunu düşünüyordum? Neden hâlâ tekerleğin büyük bir bö 10. Chloe ile eğer arkadaş olsaydık, asla bu kadar tartışmaz
lümünü kaldırımda bırakmadan park etmeyi öğrenememiş- dık. Arkadaşlar arasında belli terbiye ve uygarlık şifreleriyle
kurgulanmış belirli bir mesafe vardır, düşmanca dürtüleri bas- filmlerini tartışırken (o nefret ediyor, bense bayılıyordum),
tıran bir biyolojik yabancılık kılıfıdır bu. Oysa Chloe ile ben, Rohmer'in filmlerinin izleyen kişiye göre değişebileceğini,
artık korunarak sevişmiyorduk: Birlikte uyumak ve yıkanmak, hem iyi hem de kötü olabileceği olasılığını göz ardı ediyorduk.
dişlerimizi fırçalarken birbirimizi seyretmek, ötekinin yapış Tartışmamız, farklı bakış açılarının geçerliliğini teslim edeceği-
yapış duygusal bir film izlediğinde ağladığına tanık olmak, mize, ötekine kendi düşüncesini dayatma egzersizine indir-
aramızdaki kılıfı yırtmış ve yalnızca aşk hastalığına değil, ma- genmişti. Chloe'nin ayakkabılarından nefret ederken, aslında
dalyonun öteki yüzüne, yani tacize de zaman zaman kapılma- benim onları sevmemiş olmama karşın, ille de sevilesi olmadık-
mıza yol açmıştı. Birbirimiz hakkında bildiklerimizden dolayı ları gerçeğini göz ardı ettiğim gibi.
birbirimize artık sahip olduğumuzu, neredeyse lisanslı oldu-
ğumuzu sanıyorduk: Seni tanıyorum, dolayısıyla bana aitsin. Aş- 13. Zaten kişiselden evrensele geçilmesinden, kişisel değer
kımızın kronolojisinde kibarlığın (arkadaşlığın) cinsel ilişkiden yargılarını evrenselleştirip bir kız ya da erkek arkadaşa uygu
sonra sona ermiş olması ve ilk kavgamızın ertesi sabah kahval- lamaya kalkmaktan (ya da bir ülkenin tüm vatandaşlarına),
tıda çıkmış olması rastlantı değildi. Benim için iyi'nin, Bence bu senin için de iyi'ye dönüşmesinden
doğuyor zorbalık. Chloe'nin de benim de belli konularda doğ
11. Kılıfın yırtılmasıyla, tekel mallar serbest pazara düşmüş rularımız vardı ve bunlar, birbirimize uygulamaya kalktığımız
ve genelde (insafa kalmış) insanın kendi düşünceleriyle sınır- evrensel doğrulara dönüşüyordu ister istemez. Aşkın zorba
lanan gerginliklerin ayyuka çıkmasına neden olmuştu. Fre- yanı, eşimizi (güya sevgiden) görmek isteyebileceği bir filmi
ud'çu bir dille ifade edecek olursak, artık yalnızca kendi süpe- görmekten, satın almak isteyebileceği bir ayakkabıyı almaktan
rego-ego çatışmalarımızı değil, bir başkasınınkileri de yaşıyor- alıkoymak ve evrensel doğru kisvesi altında olsa olsa (en iyi
duk (bkz. şekil. 8.2). Gelgitlerin yalnızca ego A ile ego B arasın- koşullarda bile) kişisel bir değer yargısını kabul etmeye zorla
da gidip gelmesi aşkı doğuruyordu: Süperego A süperego B'ye maktır.
saldırdığında ise ayakkabılar uçmaya başlıyordu.
14. Politikanın aşkla bağdaşmadığı sanılır ama Fransız Dev-
rimi'nin kanla lekeli tarihinde ya da Faşist ve Komünist deney
lerde aynı tür bir aşk kurgusu bulmak olası değil mi? Yine de
ğişen gerçekler karşısında, o farklılıklar yarım ayının yarattığı
sabırsızlık (baltalı adamın sabırsızlığı) söz konusu değil mi?
Aşkın politikası Fransız Devrimi'nin ayyuka çıkmış tarihiyle
Şekil 8.2 başlıyor, devletin vatandaşlarına yalnız hükmedeceği değil,
onları sevmeye de kalkacağı teklif edildiğinde (tecavüzde de
12. Hoşgörüsüzlüğün temelinde neyin doğru neyin yanlış bu kadar seçim hakkı bırakırlar insana), vatandaşların da aynı
olduğuna ilişkin belli kavramlar ile başkalanna ille de doğru şekilde karşılık vereceği varsayılıyordu - yoksa giyotine...
yolu gösterme arzusu yatar. Chloe ile bir gece Eric Rohmer'in Devrimlerin başlangıcı, çarpıcı bir biçimde bazı ilişkilerin baş-
langıçlarına benziyor - birliğe verilen önem, ulusun/çiftin gü- çeşitliliği hoş görmüyorlardı? Liberal düşünürlere göre, lider-
cüne olan inanç, bencillikten vazgeçmek, benliğin sınırlarını ler artık vatandaşlarını sevdikleri için hüküm sürdüklerini söy-
yok etmek, tüm sırlardan kurtulmak arzusu (karşmdakinden lemekten vazgeçip, faiz oranlarını indirmeli, trenlerin zama-
korkmak da çok geçmeden âşık paranoyasına ve/ya gizli poli- nında kalkmasını sağlamalı. İçtenlik dediğin böyle olur.
sin ortaya çıkmasına yol açar).
18. Temkinli politikanın en büyük savunucusu, 1859 yılında
15. Aşk ile âşıkane politika aynı toz pembe havada başladı sevgisiz liberalizmin klasik savunusunu, devletin vatandaşla
ğı gibi, ikisinin sonu da aynı derecede kanlı olabilir. Zorbalık rını rahat bırakarak ayakkabılarını değiştirmesini, belli kitap
la son bulan aşklara, ulusun gerçek çıkarlarını yürekten dü lar okumasını, kulaklarını temizlemesini ya da diş ipliği kul
şündüklerine dair sarsılmaz inançlarını bu inanca ters düşen lanmasına karışmamasını rica eden (ne kadar iyi niyetli de ol
herkesi öldürerek haklı çıkaran hükümdarlara aşina değil mi sa) Özgürlük Üzerine'yi yazan John Stuart Mill'dir. Mill bir ulu
yiz? Aşk bir inançsa eğer (ki bunun yanı sıra daha birçok şey sun (Robespierre'in Fransası'nı unutmayalım) "her vatandaşı
se) dargörüşlü bir inanç olabilir ancak, çünkü hiçbir inanç öf nın zihinsel disiplini ve derin ortak çıkarları" üzerinde düşün
kesini onu kabul etmeyenler ve inançsızlardan çıkarmaktan mesi gerektiğini hissetmiş olsa bile, modern devletin olabildi
alıkoyamamıştır kendini. Başka bir deyişle, insan bir şeye ğince kendini çekerek vatandaşlarını kendi halinde bırakması
inandığı anda (la patrie, Marksizm-Leninizm, Nasyonal Sosya gerektiğini öne sürüyordu. Bir ilişkide tacize uğrayan eşin bi
lizm), o inancın gücü, tüm seçenekleri kendiliğinden yok et raz rahat bırakılmak için yalvarması gibi, Mill de devletin va
mek durumundadır. tandaşlarını kendi halinde bırakmasını istiyordu:

16. Ayakkabı olayından birkaç gün sonra gazete ve süt al "Adını hak eden tek özgürlük, başkalarını özgürlükle-
mak için bakkala gittim. Bay Paul, dükkânda süt kalmadığını, rinden alıkoymadığımız ya da kendi özgürlüğümüzü
ama biraz beklersem gidip depodan getirebileceğini söyledi. elde etmek için onların çabalarını engellemediğimiz sü-
Dükkânın arka tarafına giderken, kahverengi deri sandaletleri rece kendi doğrumuz doğrultusunda, kendi bildiğimiz
nin içine gri, kaim bir çift çorap giymiş olduğunu fark ettim. yolda ilerlemektir... Uygar bir toplumda belli insanlar
İnanılmaz ölçüde çirkindiler, ama tuhaf, son derece de sıradan üzerinde güç kullanmanın tek haklı gerekçesi, başkala-
görünüyorlardı. Chloe'nin ayakkabılanm görünce neden aynı rını korumak olmalıdır. Fiziksel ya da ahlaki anlamda
soğukkanlılığı gösterememiştim? Bana günlük ekmeğimi sa menfaatler, yeterince haklı bir neden
tan bakkalıma gösterdiğim kibarlığı, sevdiğim kadına neden değildir."{Özgürlük Üzerine, John Stuart Mili, Cambridge
gösteremiyordum? Üniversitesi Yay.1989}

17. Dayak atan-yiyen ilişkisini değiştirme arzusu, siyasal 19. Mill'in ifadeleri öyle mantıklı ki, bu ilkeleri kişisel dün
düşüncede epey bir zamandır baskın. Hükümdarlar, vatandaş yaya uyarlamak mümkün değil mi? Gerçi bir ilişkiye uyarlan
larına neden kibar davranmıyorlar, sandaletleri, muhalifleri ve dığında, Mill'in bakış açısı çekiciliğini büyük ölçüde yitiriyor.
Sevginin çoktan buharlaştığı, çiftin ayrı yatak odalarında yat-
tığı, işe gitmeden önce mutfakta buluştuklarında bir iki laf et- rememek, arzuların çokluğu ve çatışmasını sezememek, insa-
tikleri, iki tarafın da karşılıklı anlayıştan umudu keserek anla- nın eşinin arabayı asla doğru dürüst park edemeyeceğini, yı-
yışla karşılanan yanlış anlaşılmalarla geçinmeye çalıştığı, ak- kandıktan sonra banyoyu temizlemeyeceğini ya da Joni Mitc-
şam yemeğinin çoban yahnisi sırasında kibarlıklar, yaşamları- hell'i sevmekten vazgeçmeyeceğini - ama yine de bizi sevebi-
na sinmiş duygusal iflasın yarattığı sabah saat üç bunalımla- leceğini kabullenme gereksinimi gibi.
rıyla geçen köhnemiş bir evliliği akla getiriyor.
23. Chloe ile bazı farklılıklarımızı görmezlikten gelebiliyor-
20. Aşk ile liberalizm arasındaki seçime döndük yine, bir se sak, bunun tek nedeni kişiliklerimizdeki kördüğümlerle ilgili
çimdir bu, çünkü ikincisi ancak mesafeli bir dostlukta ya da ka espri yapabilmemizdi. Ben Chloe'nin ayakkabılarından hâlâ
yıtsızlığın hâkim olduğu bir ilişkide elverişli görünüyor. Bak nefret ediyordum, o hâlâ seviyordu, ben onu seviyordum ve
kalın sandaletleri sinirlerime dokunmuyordu çünkü umrum- (pencere camı yenilendikten sonra) olayı espriyle geçiştirebil-
da değildi, ondan gazetemi ve sütümü alıyordum, o kadar. miştik. Tartışmalar ne zaman biraz ateşlense, kendimizi cam-
Ona ruhumu açmak ya da onun omzuna yaslanıp ağlamak gi dan atacağımız yolunda tehditleri savurarak ötekini güldüre-
bi bir arzum yoktu, dolayısıyla ayağına ne giydiği de beni ilgi biliyor, dolayısıyla gerginliği yok edebiliyorduk. Ben hâlâ eskisi
lendirmiyordu. Ama Bay Paul'e âşık olmuş olsaydım, sanda kadar kötü araba kullanıyordum ama böylece "Alain Prost"
letlerini bu denli kayıtsızlıkla karşılayabilir miydim, yoksa bir lakabını edinmiştim, Chloe'nin fedakârlıklarına dair söylen-
an gelir de (elbette aşkımdan), şöyle bir öksürerek, farklı bir melerini bazen yorucu buluyordum ama ben de ona "Jean
ayakkabı alması gerektiğini söyleyecek noktaya gelmez miy d'Arc" diyerek geçiştiriyordum. Mizah, doğrudan bir çatışmayı
dim? engelliyor, bazı şeyleri söylemeden ötekini eleştirme olanağını
tanıyordu "Bu espriyle, söylemeye gerek kalmadan x'ten
21. Chloe ile olan ilişkimin terör boyutlarına hiç varmama nefret ettiğimi bildiriyorum sana - gülmen, eleştiriyi dikkate
sı, aşk ile liberalizm arasındaki seçimi, pek az ilişkinin ve âşi- aldığının göstergesidir"
kane politikacının (Lenin, Pol Pot, Robespierre) sahip olmadı
ğı bir malzemeyle yumuşatabilmemizden kaynaklanıyordu, 24. Farklılıkları şakaya dönüştürememek, iki kişinin birbir-
(yeterince olsa) hem devletleri, hem çiftleri hoşgörüsüzlükten lerini artık sevmediğine (en azından aşkın yüzde doksanını
kurtarabilecek bir malzemeydi bu; espri anlayışı denen şey. oluşturan çabayı göstermeyi artık arzu etmediğine) dair bir
işaret sayılabilir. İdeallerimiz ile gerçekler arasındaki duvarı
22. Devrimcilerin de âşıklar gibi ciddi olma eğilimi içinde esprilerle boyamıştık: Her esprinin altında farklılıklara dair bir
olmaları önemli sayılabilir. Stalin'le şakalaşmak, Genç Wert- uyarı, hatta hayal kırıklığı vardı ama üstesinden gelinmiş bir
her'le şakalaşmayı hayal etmek kadar güç - ikisi de farklı açı farklılıktı bu - ve dolayısıyla bir kıyıma gerek kalmadan geçiş-
lardan da olsa, aşın derecede ciddi görünüyorlar. Ve gülme ye tirilebiliyordu.
teneksizliği, insani olanı fark edebilme yeteneksizliğine yol
açıyor; bir toplumun ya da ilişkinin doğasındaki zıtlıkları gö-
ediyordu. Elle ve Vogue dergilerinin sayfalarındaki yüzleri içi
giderek seyrediyor ve adil bir Tanrı kavramının -kendi fiziksel
görüntüsü ışığında- hiçbir anlam taşımadığını söylüyordu.
DOKUZUNCU BÖLÜM 3. Güzelliğin nesnel bir standarda göre ölçülebileceğine ina-
Güzellik nan Chloe, kendisinin bu standarda ulaşamadığını düşünü-
yordu. Adını koyamıyordu ama, Platonik güzellik kavramına
yürekten bağlıydı, dünyanın tüm moda dergilerinin editörle-
riyle paylaştığı ve ayna önünde kendi kendinden nefret etme
duygusu aşılayan bir estetik anlayışı vardı. Platon'a ve Vo-
1. Güzellik mi aşkı doğurur, aşk mı güzelliği? Chloe'ye gü gue'un editörüne göre, ölümlü gövdelerin az ya da çok benze-
zel olduğu için mi âşıktım, yoksa Chloe ona âşık olduğum için diği, gövdenin belli bölümleri arasındaki orantıdan kaynakla-
mi güzeldi? Etrafımızdaki sayısız insanın arasında, (telefonda nan ideal güzellik diye bir şey vardır. Güzel bulduğumuz her şey,
konuşmakta olan ya da banyo küvetinde yanımıza uzanmış der Platon, o ideal güzelliğin bir parçasıdır ve dolayısıyla evrensel
sevgiliye bakarak) arzumuzun neden özellikle bu yüz, bu ağız, özellikler sergilemelidir. Güzel bir kadına bakın, güzelliğinde, klasik
burun ya da kulak üzerinde odaklandığını, boynunun kıvrımı bir tapınağın kurgusunda varolan dengeden farksız bir matematiksel
ya da yanağındaki gamzenin mükemmellik ölçütlerimizi nasıl oran olduğunu göreceksiniz. Bir derginin ön kapağındaki yüzü
böylesi kesin bir biçimde tatmin edebildiğini merak edebiliriz. görse, ideal güzelliğe yaklaşabilen insani bir ortalama olduğu-
Âşık olduğumuz insanlar güzellik sorunsalına dair farklı çö nu öne sürerdi herhalde Platon (Chloe de o yüze işte bu neden-
zümler getirirken, bir yandan da aşk estetiğimizi, üstelik surat le tapınıyordu. Yatağın üzerinde oturmuş saçlarını kurutur-
larının haritası kadar özgün ve özel kılacak biçimde yeniden ken, bir yandan da önündeki derginin sayfalarını çevirerek o
şekillendirmeyi başarabiliyor. sayfalardaki mankenlerin rahat pozlarını suratını bin bir şekle
sokarak karikatürize ettiği zamanki görüntüsü hâlâ gözlerimin
2. Marsilio Ficino'ya (1433-99) göre aşk "güzelliğe duyulan önünde). Chloe, burnunun ölçüsüyle dudaklarının ölçüsü uy-
arzu" ise, Chloe bu arzuyu ne şekilde doyuruyordu? Chloe'ye madığı için utanıyordu. Burnu küçük, dudakları ise iriydi; de-
kulak verecek olursak, hiçbir şekilde. Ne kadar telkin edilse de mek ki suratının ortasında Platonik bir uyumsuzluk söz konu-
bir hilkat garibesi olmadığına onu ikna etmek olanaksız gibiy suydu. Platon, ancak ayrı öğelerin uyumu durumunda bir
di. Burnunu çok küçük, ağzını çok büyük, çenesini sıradan, nesnenin dinamik bir durağanlık ve bütünlüğe kavuşabildiği-
kulaklarını fazlasıyla yuvarlak, göğüslerini küçük, ayaklarını ni söylemişti, demek ki onda eksik olan buydu. Platon eğer,
büyük, ellerini geniş, bileklerini aşırı ince buluyor, gözlerinin yalnızca "ölçü (metron) ve orantı (simetron) değerlerinin kati
olarak güzellik ve mükemmelliği doğurduğunu" söylemişse, o
yeterince yeşil, saçlarının yeterince dalgalı olmadığında ısrar
zaman Chloe'nin yüzünde güzellik ya da mükemmellik ara-
mak boşunaydı.
ralara benzer. Van Gogh'unki mi Gauguin'inki mi? Birini ya da
ötekini savunmak için, söz konusu resmi sözcüklerle yeniden
betimlemek gerekir ("Gauguin'in Pasifik Okyanusu üzerindeki
4. Yüzündeki uyumsuzluklar bir yana, Chloe gövdesinin gökyüzünü yansıtan şiirsel dehası..."na kıyasla "Van
geri kalan bölümünü daha da orantısız buluyordu. Birlikte yı Gogh'un mavilerinin VVagnerVari derinliği...") ya da teknik ve
kandığımızda karnından bacaklarına akan sabunlu suları sey malzeme konusunda açıklamalar yapmak ("Van Gogh'un son
retmeye ne kadar hayran da olsam, kendisi aynaya baktığında
yıllarının Dışavurumcu duyarlılığı..." "Gauguin'in Cezan-
mutlaka bir dengesizlik bulurdu - ne demek istediğini ise ben
ne'vari çizgiselliği..."). Ancak tüm bunlar, gerçekte bir resmin
hiç anlayamadım. Leon Batista Alberti (1409-72) olsa belki gö
neden başarılı olduğunu, bizi etkisine alıp, güzelliğiyle yaka-
rürdü, çünkü o güzel bir gövdenin, altı yüz parçaya bölünün
mızdan kavradığını anlatmaya yetiyor mu? Ve ressamlar, ken-
ce bu noktalar arasındaki sözde ideal mesafeleri ortaya koydu
dileriyle aynı çağda yaşamış sanat tarihçilerini hep küçük gör-
ğuna, heykeltraşların da bilmesi gereken belli oranları olduğu
müş olduklarına göre, bu belki de içe dönük bir kendini beğen-
na inanmıştı. Heykel Üzerine adlı kitabında, Alberti güzelliği
"Öznesi ne olursa olsun, bir şey eklendiği, yok edildiği ya da mişlikten çok, resmin dilinin (güzelliğin dili) sözcüklerin dili-
değiştirildiği takdirde bozulan bir orantı ve bağlantı ile bir bü ne aktarılamayacağını hissetmiş olmalarından kaynaklanıyor-
tün oluşturan, tüm bölümler arasındaki uyum" olarak tanım du.
lamıştı. Chloe'ye göre ise, doğanın zaten bozduğu vücudunun
6. Bu nedenle betimlemeyi umduğum olgu güzellik değil,
hemen her tarafı bir ekleme, çıkartma ya da değişme işlemin
Chloe'nin görüntüsüne yönelik benim öznel görüşüm olmalıy
den geçirilebilirdi.
dı. Evrensel değeri olan estetik bir kuram ortaya attığımı iddia
etmeye yeltenmiyordum zaten, başkalarının aynı vücutta aynı
5. Ancak Platon'un da Leon Battista Alberti'nin de (hesap
mükemmellikleri görememe olasılığını da göz önünde bulun
lamaları ne kadar sağlam ise de) estetik kuramlarmda bir ek
durarak benim arzularımın kendilerine seçtikleri yuvaya işaret
siklik olduğu açık, çünkü ben Chloe'yi fena halde güzel bulu
ediyordum o kadar. Bu tavrım, güzelliğin nesnel bir kriter ol
yordum. Onu neden bu denli çekici bulduğumu betimlemekte
duğunu öne süren Platonik düşünceden uzaklaşarak, estetik
biraz güçlük çekiyorum. Yeşil gözlerine, kara saçlanna, dolgun
dudaklarına mı vurulmuştum? Bir insanın neden çekici oldu yargıların "ancak öznel temellere dayandırılabileceğini" savu
ğunu, ötekininse neden çekici olmadığını sözcüklerle anlatma nan Kant'ın (Saf Aklın Eleştirisi'nde ortaya koyduğu) görüşleri
nın her zamanki zorluğu nedeniyle yanıtı vermekte duraksıyo- ni benimsememi zorunlu kılıyordu.
rum. Burnunun üzerindeki çilleri ya da boynunun kıvrımını
7. Kantçı estetik yaklaşım, bir gövdeye öznel bakışın, o göv
öne sürebilirim ama, onu çekici bulmayan birisini ikna edebi
lir mi bunlar? Güzellik, ne de olsa kimsenin kimseyi ikna ede denin oranlarından daha büyük önem taşıdığını ileri sürer. Ay
bileceği bir konu değil. Aşama aşama göstererek, sonunda tar nı gövdenin birine güzel, ötekine çirkin görünmesini başka na
tışılmaz bir sonuca varılabilecek matematiksel bir formül ol sıl açıklayabiliriz? Güzelliğin, bakan kişinin bakış açısından
maktan çok uzak. Erkeklerle kadınların çekiciliği konusunda kaynaklandığı olgusunu, aynı uzunluktaki iki çizginin, uçla-
ki münazaralar, bir resmin bir diğerinden daha değerli oldu
ğunu kanıtlamaya çalışan sanat tarihçileri arasındaki münaza-
nndaki farklı yönelimli oklar nedeniyle farklı uzunluklarday- özgün, sevilesi bir yeni yorumu olarak görüyordum. Dişleri-
mış gibi göründüğü ünlü Müller-Lyer illüzyonuyla (bkz. şekil nin arasındaki boşluğu görmezlikten gelmek bir yana, içim gi-
9.1) karşılaştırabiliriz. Uzunluğun yerine güzelliği koyarsak, diyordu o boşluğa.
benim Chloe'ye bakışım, o iki çizginin ucundaki oklar gibi iş-
liyordu; nesnel bir bakışla tıpatıp algılanabilecekken, Chloe'-
nin yüzünü daha farklı, daha güzel (daha uzun) algılamamın
altında yatan işte buydu. Ona duyduğum aşk, her ne kadar ha-
yali de olsa, aynı uzunluktaki iki çizginin ucuna yerleştirildi-
ğinde bir farklılık izlenimi doğuran oklar gibiydi.

Platonik Dişler Kantçı dişler

Şekil 9.2

Şekil 9.1 Müller-Lyer illüzyonu 10. Bu gizliliğe, arzularımın karmaşıklığına ve kimsenin,


Chloe'nin dişlerinin benim için ne anlama geldiğini tahmin bi-
le edememesine bayılıyordum. Bir Platoncu'nun bakışıyla gü-
8. Stendhal'in o bilinen tanımıyla güzellik "mutluluğun ko zel sayılamazdı, hatta bazı açılardan çirkin bile bulunabilirdi
şulu", ki bu tanım bölümler arasında mükemmel bir uyumdan ama onun güzelliğinde, Platonik mükemmelliyet taşıyan bir
söz eden Platonik düşüncenin sertliğinden epey uzak. yüzde eksik olan bir şey vardı. Güzelliği, çirkinlik ile klasik
Chloe'ye klasik bir mükemmelliyet bahsedilmemişti belki ama mükemmelliyet arasındaki titreşimlerde ortaya çıkıyordu. Yeri
güzeldi yine de. Güzel olduğu için mi beni mutlu ediyordu, yerinden oynatan bir yüzün her zaman mimari bir biçimselliği
yoksa beni mutlu ettiği için mi güzeldi? Bir tür kısırdöngü söz yoktur: İki renk arasında dönen ve hareket ettikçe üçüncü bir
konusuydu: Beni mutlu ettiği zaman Chloe'yi güzel buluyor rengin gölgelerini yansıtan bir nesne gibi hareketli bir şey de
dum, güzel olduğu için beni mutlu ediyordu. olabilir. Mükemmellik biraz zorbalık gibi, hatta bıkkınlık veri-
ci, izleyiciyi göz ardı eden, başı sonu belli olan, dogmatik bir
9. Ancak benim ona duyduğum ilginin farklı yanı, arzuları şey. Gerçek güzellik ölçülemez çünkü değişken bir şeydir, farklı
mın o belli yerlere odaklanmaması, aksine, Chloe'ye Platonik açılardan görünür yalnızca ve o zaman bile her ışıkta ve her
bir perspektiften bakan birinin özellikle çirkin bulabileceği zaman değil. Çirkinlikle tehlikeli bir biçimde flört eder, riskle-
hatların beni cezbetmesiydi. Yüzünün, başkalarının pek fark re girer, matematiksel orantı kurallarına gelmez, çünkü albeni-
etmeyeceği, tuhaf hatlarına ilgi duyduğum için böbürleniyor sini zaten çirkin de görünebilen taraflarından alır. Güzelliğin,
dum bile. Sözgelimi iki ön dişi arasındaki boşluğu (bkz. şekil çirkinlikle hesaplı bir riske girmesi gerekebilir.
9.2) idealden uzak bir defo olarak değil, diş mükemmelliğinin
11. Proust klasik anlamda güzel kadınların hayal gücünden bi görünmesi yerine) elbette ki aşktı. Açık ve belli bir biçimde
yoksun erkeklere bırakılması gerektiğini söylemişti, Chloe'nin daha orantılı bir yüzü seçmemiş olmasından dolayı bu aşkın
dişlerinin arasındaki boşluğu hayal gücümü harekete geçirme- daha sahici olduğunu bile hissediyordum. Vogue'un editörü
yi başardığı için o kadar tahrik edici bulmam belki bundan dergisinin bir sayısına Chloe'nin fotoğraflarını basmaktan ka-
kaynaklanıyordu. O küçük boşlukla oynamak, onu kapatmak, çınabilirdi belki ama, bu durum, ironik bir biçimde benim ona
yeniden açmak, dilimi arasında gezdirmek gibi oyunlar oyna- duyduğum arzuyu arttırıyordu, çünkü onda bulduğum tekil-
maktan zevk alıyordum. O boşluk sayesinde Chloe'nin diş ya- liği kanıtlıyordu. Klasik orantılara sahip bir insanı "güzel" bul-
pısında yeni düzenlemeler yapabiliyordum. Chloe'nin güzelliği mak ne denli özgün olabilir? İki diş arasındaki boşlukta güzel-
bazı yaratıcı değişiklikleri kaldırabilecek ölçüde mükem- lik bulabilmek, kesinlikle daha yoğun çaba, daha zengin, Pro-
mellikten uzaktı. Yüzünde hem güzellik hem çirkinlik sayıla- ustçu bir hayal gücü gerektirir. Chloe'yi güzel bularak, bildik
bilecek özellikler bulunduğu için, hayal gücüm güzelliğin o in- olana kapılmamıştım ve onun yüzünde başkalarının belki de
celdiği yerden kopabilecek ipine tutunmak gibi bir işlev üst- göremediği bir şey görmüştüm: Yüzüne ruh vermiştim.
lenmişti. Bu belirsizliğiyle, Chloe'nin yüzü Wittgenstein'ın aynı
imgede hem bir ördek hem de bir tavşan bulunan ördek-tav- 13. Bir Yunan heykeline benzemeyen türde güzelliğin barın-
şanıyla karşılaştırılabilirdi, sanki Chloe'nin hatları da iki farklı dırdığı tehlike, rizikonun tutup tutmayacağının fazlasıyla izle-
yüz barındırıyordu. yiciye bağlı olmasıdır. Hayal gücü, dişlerin arasındaki boşluk-
tan sıkıldığı zaman, iyi bir ortodontiste gitmenin zamanı gel-
memiş midir? Güzelliği belirleyen bakan kişiyse, o kişi başka
bir yere bakmaya karar verdiğinde ne olacak? Ama belki de
Chloe'nin albenisi buna bağlıydı. Öznel bir güzellik kuramının
olmazsa olmaz koşulu, gözlemcisidir.

Şekil 9.3 Wittgenstein'ın Ördek-Tavşanı

12. Wittgenstein'ın örneğinde durum izleyicinin tavrına


bağlı büyük ölçüde: Hayal gücü ördek arıyorsa ördek bulur,
tavşan arıyorsa, o zaman onu da bulur. İkisinin de kanıtlan
mevcut, dolayısıyla izleyicinin eğilimi, zihinsel durumu önem
taşıyor. Chloe'nin bana güzel görünmesinin nedeni (ördek gi-
yaratabilir," demişti bir keresinde ve dil, sorunların doğmasına
nasıl yol açabiliyorsa, aşk da onun aracılığıyla tahribata uğra-
yabilirdi. Bana anlattığı bir öyküyü anımsadım. Chloe on iki
yaşındayken, ailesi onu bir gençlik örgütünün düzenlediği bir
kampa göndermiş. Orada, kendi yaşıtı olan bir çocuğa delice-
sine âşık olmuş ve epey bir tereddüt ve kızarıp bozarmalar
sonrasında göl çevresinde birlikte yürüyüşe çıkmışlar. Göl kı-
yısında gölgeli bir noktaya geldiklerinde, çocuk ona oturması-
nı söylemiş, sonra da Chloe'nin terleyen elini tutmuş. İlk kez
ONUNCU BÖLÜM elini tutuyormuş bir erkek, Chloe'nin. Öylesine mutlu olmuş
Aşk Sözcükleri ki (on iki yaşındaki bir insanın tüm ciddiyetiyle) ona bunun,
"başına gelen en güzel şey" olduğunu söylemeden edememiş.
Oysa keşke söylemeseymiş. Ertesi gün, bu sözlerinin bütün
kampa yayıldığını ve aptalcasına dürüst olan açıklamasının,
zayıf yönüyle ilgili bir alaya dönüştüğünü fark etmiş. Sırrının
1. Mayıs ayının ortasında Chloe yirmi dördüncü yaş günü ne kadar kolaylıkla dedikoduya dönüştüğünü görmesiyle di-
nü kutladı. Piccadilly'de bir mağazanın vitrininde gördüğü lin ihanetine uğramış ve ondan sonra beden diline, cümleler
kırmızı bir kazağı beğendiğini epey zamandır belli ediyordu, yerine eylemlere daha çok güvenir olmuş.
benim de bir akşam önceden iş dönüşünde o mağazaya uğra
yıp satın aldım kazağı, pembe kurdeleli mavi bir kağıda sardı 4. Aşın duygusallığa genelde gösterdiği dirençle, Chloe aşk
lar. Ancak hediye paketinin üzerine iliştirilecek kartı yazmaya sözcüklerini duymak istemediği için değil de vereceği karşılı
gelince epey düşündüm, Chloe'ye onu sevdiğimi henüz söyle ğın klişe ile duygusal çıplaklık arasında gidip gelmesi tehlike
memiş olduğumu fark etmiştim. sinden korktuğu için şakayla geçiştirirdi olsa olsa. Duygusuz
olmasından kaynaklanmıyordu bu, ama (aşkın belirlediği) ro
2. Bu konuyu ona açmaya karar vermemde şaşılacak bir şey mantiğin o çok kullanılmış sosyal dilini konuşamayacak kadar
yoktu (özellikle de kırmızı bir kazak eşliğinde), ama şimdiye gizliyordu duygularını. Tuhaftı ama bana yönlendirilmiş olan
dek hiçbir şey söylenmemiş olması önem taşıyordu. O kazak duygularım, benim bilmem gerekmiyordu.
da aramızdaki aşkın bir simgesi sayılabilirdi elbette ama bizim
artık konuyu yünlü giysilerin ötesinde bir dile taşımamız gere 5. Yine de kalemim (pastasındaki mumları üfleyen zürafa
kiyordu. Aşk sözcüğüyle şekillenmiş ilişkimizin özünü oluştu resimli) doğum günü kartının üzerinde tereddüt ediyordu ve
ran bu olgudan hiç söz edilmemişti nedense, ya söz etmeye de Chloe her ne kadar direnç gösterse de (insanın doğumuna
ğer bulunmamıştı ya da çok önemli olduğu için nasıl söylene yüklenen o saçma ihtimamla dolu) bu yaş günü vesilesiyle ara
ceği üzerinde yeterince durulmamıştı. mızdaki bağın dilsel olarak artık onaylanması gerektiğini his-

3. Chloe'nin neden bir şey söylemediğini anlamak daha ko


laydı. Sözcüklere karşı şüpheliydi o. "insan konuşa konuşa sorun
sediyordum. Kırmızı kazağı değil, aşk sözcüklerimi taşıyan o 8. Aramızdaki köprüyü ancak dille kurabilirdim. Bu delikli
paketi ona verdiğimde neler hissedeceğini hayal etmeye çalış- süzgece yığdığım anlamı kavrayabilecek miydi? Anlam ona
tım. İşe giderken metroda, banyoda ya da sokakta, tek başına, ulaşana dek geriye ne kadar aşk kalacaktı? Ortak gibi görünen
paketi acele etmeksizin açarken, kendisini seven adamın ona bir dilde diyalog kurmaya yeltenirken, sözcüklerin kökenleri-
verdiği bu hediyenin ne anlama geldiğini çözmeye çalıştığını nin farklı kaynaklara dayandığını keşfedebilirdik. Aynı yatak-
kurdum kafamda. ta, aynı kitabı okuduğumuz olmuştu sık sık, sonradan farklı
bölümlerden etkilendiğimizi, aynı kitabın ikimiz için farklı ki-
6. Aşkı sözcüklere dökmenin güçlüğü, günlük iletişimde taplar gibi algılandığını görmüştük. Aynı ayrım, tek bir aşk
karşılaşılan güçlüklerden farklıdır. Chloe'ye karnımın ağrıdı cümlesinde de oluşamaz mıydı?
ğını, kırmızı bir arabam ya da bir nergis bahçem olduğunu
söyleyecek olsaydım, beni anlayacağından emin olabilirdim. Benim kalbim >>>---a---ş---k---> Onun
Benim hayalimdeki nergisli bir bahçe onunkinden biraz farklı kalbi
olabilirdi doğal olarak, ama iki imge arasmda tutarlı ölçüde
benzerlik bulunabilirdi. Bizi ayıran sınırları aşan bu sözcükler,
anlamın güvenilir bir biçimde karşı tarafa iletilmesine yarar,
mektup yerine varabilirdi. Yazmaya çalıştığım tebrik kartının
ise böyle bir garantisi yoktu. Kullanacağım sözcükler, somut 9. Gerçi sözcükleri avucumun içinde bütünüyle kavraya
bir anlamdan yoksun olduğu için her yöne çekilebilecek tür mamıştım. Benden önce çok kimsenin söylediği sözcüklerdi
dendi. Yürek yolcuları vardı elbet, gördüklerini betimlemeye bunlar, dilin içine doğmuştum ben (söz konusu yaş günü be
çalışmışlardı onlar, ama sözcük belli bir enlemden yoksundu, nimki olmasa da), bu hastalığı ben icat etmemiştim ki - ve bu
coğrafi bir tanıma gelmiyordu, bir türlü adı konamayan, ender nu bilmenin zararları da vardı yararlan da. Yararlan vardı çün
görülen renkli bir kelebekti. kü yüzyıllar boyunca aşk kapsamına girdiği kabul edilen ortak
bir alan söz konusuydu. Birbirimiz hakkında neler hissettikle
7. İnsanı yalnızlaştıran bir düşünceydi bu: Tek bir sözcük
rimiz konusunda anlaşamasak da Chloe de ben de aşkın nefret
ile hata yapmaktan korkmak belki saçma gelecekti çok bilmiş
olmadığını ve Hollyvvood yıldızlarının martinilerini yudumla
lere, ama yorumcular aracılığıyla konuşmaktan bıkmış usan
yarak konuşmaya başladıklarında hangi alana girdiklerini bi
mış âşıklar için büyük önem taşıyordu bu. İkimiz de âşık ol
lecek ve görebilecek kadar iyi öğrencilerdik.
maktan söz edebilirdik ama aşk ikimiz için de bambaşka an
lamlar ifade ediyor olabilirdi. Aşk sözcükleri iletmek, bozuk 10. Aşkı algılama biçimlerimiz, romantizmin sosyal küve
bir vericiyle, nasıl algılanacağı meçhul şifreli bir mesaj gönder tinde bir sudan geçmişti. Chloe'yi hayal ettiğimde, o hayal,
mek gibi bir şeydi (yine de gönderilmek zorundaydı mesaj, fi yüz bir medya kucaklaşmasınm yumuşak, karamelimsi imge
lizlenir umuduyla sayısız tohumunu havaya salan nergis gibi sinden öğeler banndınyordu ister istemez. Chloe'ye âşık olma
şansa bağlıydı olay, iyimser bir iletişim çabasıydı - postaya gü nın ötesinde, sosyal bir ritüele katılıyordum. Arabadayken en
venmekten başka çare yoktu). son pop şarkılannın sözlerini dinlediğimde, duygularım şarkı-
cının giderek yükselen sesine karışmıyor muydu kendiliğin-
den, bir başkasınm dokunaklı sözlerinde Chloe'yi bulmuyor
daha çok grupların üzerinde duruyor (Lao Tzu'nun müdürü
muydum?
yer ayırtmak için aradığımda son derece sevindi oysa). Aşk as-
Ne güzel olurdu
la kendiliğinden bir olgu değildir, farklı toplumlarca kurgula-
Kollanma almak seni
nır ve tanımlanır. Bazı toplumlarda, sözgelimi Yeni Gine'deki
Sevmek seni, bebeğim
Manu'da, aşkı tanımlayacak bir sözcük bile yok. Başka kültür-
Kucaklamak seni de aşk varolan bir olgu ama, belli biçimleri var. Antik Mısır'ın
Sevmek seni, bebeğim aşk şiirlerinde utanma, suçluluk ya da belirsizlik gibi kavram-
lar bulunmuyor. Yunanlılar eşcinselliği normal karşılıyorlar,
11. Tanımı konamayan, yaş günümüzü kutladığımız kültür Hıristiyanlık gövdeyi göz ardı edip ruhu erotize ediyor, Tro-
tarafından yorumlanan bir olgudur aşk. Chloe'ye olan duygu ubadour'lar aşkın karşılıksız bir tutkuyu ifade ettiğine inanı-
larımın aşk olduğunu, çevremde bu soruya yanıt aramamı ge yor ve mutlu bir evlilik süren S.M. Greenfield da Sociological
rektirecek durumlar olmasa nereden bilecektim? Arabanın Quarterly (6,361-377) dergisinde yayımladığı makalesinde aşkı
radyosundaki şarkıcıyla kendimi özdeşleştirmem, bu olguyu günümüzde modern kapitalizmin neden ayakta tuttuğunu
kendiliğinden kavramış olmam anlamına gelmiyordu. Âşık ol şöyle açıklıyor:
duğuma inanmam, aşktan küt küt atan yüreklere tapınan bir "... bireyleri motive ediyor -onları motive edecek başka
kültürel çağda yaşıyor olmamın sonucu olamaz mıydı? Beni bir şey yok çünkü koca-baba ve karı-anne pozisyonları-
motive eden, sosyal yaşam öncesi dürtülerimden çok, toplu nı doldurarak oluşturulan çekirdek aileler yalnızca üre-
mun kendisi değil miydi? Önceki çağlarda ve kültürlerde me ya da sosyalleşme için değil, tüketim mallarının ve
Chloe'ye olan duygularımı bastırmam öğretilmeyecek miydi hizmet sektörünün dağıtımı için varolan düzenlemeleri
bana (tıpkı bugün külotlu çorap giymek dürtüsüne ya da bir korumak ve genelde sosyal sistemin doğru bir biçimde
düello çağrısına hakaretle karşılık vermemin öğretilmiş oldu işlemesini sürdürmek için gerekli görülüyor."
ğu gibi)?
13. Konu cinsellik olunca, antropoloji ve tarih alanlarında
12. "Bazı insanlar, aşkın varlığından habersiz olsalardı asla âşık farklı uygulamalardan geçilmiyor (ve dolayısıyla o zamanlan
olmazlardı," diye bir aforizması var La Rochefoucauld'nun; ta yaşamış olanların korkunç deneyimlerinden). Viktoryen döne-
rih onu haklı çıkarmıyor mu? Chloe'yi Camden'daki bir Çin mi İngilteresi'nde, kendi kendini tatmin eden bir kadın deli ol-
lokantasına götürecektim, oysa Çin kültüründe aşka gelenek duğu gerekçesiyle akıl hastanesine yatınlabiliyordu. Yeni Gi-
sel olarak pek önem verilmediğini göz önünde bulundurunca, ne'de, "erkekliğin" meniden geçtiği inancı nedeniyle genç er-
aşk sözcüklerimi başka bir yerde fısıldamam belki daha uygun kekler arasında meni içme ritüeli yapılıyordu. Hatta Yeni Gi-
olacaktı. Antropolog L.K. Hsu'ya göre, Batı kültürlerinin "bi- ne'deki Iwi köyünde, öldürülen erkeklerin penislerini yeme-
rey-merkezli" olması ve duygulara büyük önem vermesine nin güce güç kattığına inanılıyordu. Mangalı kızların klitoris-
karşılık, Çin kültürü "durum-merkezli" ve âşık çiftler yerine leri gerilirken, Maasai toplumunda ergenliğe eren kızların "ço-
cukluklarındaki pislikleri temizlemek" amacıyla klitorisleri ve
vajina dudakları kesilip çıkarılıyordu. Kızılderililerde cinsiyet
ayrımının gözetilmediği vakalar vardı, savaşlarda esir düşen- 16. Lokanta son derece romantikti. Lao Tzu'da bizim gibi
ler, zafer kazananların evine kadın statüsüyle giriyordu. çiftler vardı (ama tabii kendi biricikliğimize dair öznelliğimiz
le böyle düşünmüyorduk o an) el ele tutuşmuşlar, şarap içiyor
14. Toplum, teferruatlı bir kırtasiyeci gibi, kalbin kanat çır lar, çubuklarla yemek yemeye çalışıyorlardı.
pışlarına yapıştırılacak bir dizi etiketle donatmıştı beni.
"Aman Tanrım, biraz kendime gelebildim, açlıktan ölüyor-
Chloe'yi düşündüğümde zaman zaman yaşadığım hastalıklı dum. Bütün gün canım sıkkındı," dedi Chloe.
hali, mide bulantısını ve özlemi, içinde yaşadığım toplum "A"
"Neden?"
başlıklı dosyanın içine koymuştu ama okyanuslar ya da yüz
"Yaş günleri bana ölümü anımsatır, yapay bir neşe kaynağı
yıllar ötesinde, dosyanın farklı bir dizini de bulunabilirdi. Be
gibi gelir. Gerçi bu sefer pek fena geçmiyor. Daha doğrusu, sev-
nim gösterdiğim belirtilere, dinsel huşu, virüs enfeksiyonu ve
gilimin yardımıyla gayet iyi geçiyor."
hatta metaforik olmayan bir kalp krizi teşhisi konamaz mıydı?
Bana bakıp gülümsedi.
Karmelitlerin kurucusu Avilalı Azize Tereza (1515-82) günü
"Geçen yıl bugün neredeydim biliyor musun?"
müzün psiko-dedektiflerinin yüce bir orgazm olarak tanımla
"Bilmiyorum, neredeydin?"
yacaklarını Tanrı'nın aşkı olarak görmüş ve bunu bir melek
aracılığıyla tecrübe ettiğini anlatmıştı, bu melek gerçekte bir "Sinir bozucu bir teyzem var, beni yemeğe çıkarmıştı. Çok
erkek çocuğuydu: kötüydü, ağlayasım geliyor, ikide bir tuvalete gidiyordum, yaş
"... çok güzeldi, yüzü öylesine ateşliydi ki alev alev ya- günümde beni yemeğe davet eden tek kişinin sürekli kekeleye-
nan en yüce meleklerden biriymiş gibiydi... Ellerinde al- rek benim gibi hoş bir kızın yaşamında bir erkek olmayışını an-
tın bir mızrak vardı, mızrağın demir ucunda da sanki layamadığını söyleyen teyzem oluşuna o kadar üzülmüştüm
ateş yanıyordu. Onu sanki kalbime sapladı birkaç kez, ki. Yani seninle karşılaşmış olmam hiç de fena olmadı..."
içim dışıma çıkmış gibi oldum... Öylesine keskin bir
acıydı ki birkaç kere inledim; ve bu yoğun acının bana 17. Gerçekten çok sevimliydi (diye düşündü öznel yargının
hissettirdiği tatlılık öylesine inanılmazdı ki bunu hiç yi- doruğundaki âşık). Ama ona olan duygularımın çok özel oldu
tirmemeyi diledim, insan ruhu bu deneyden sonra Tan- ğunu nasıl anlatacaktım? Aşk, bağlılık ya da tutku gibi sözcük
rı'dan başkasıyla tatmin olamazdı." ler bir aşk öyküleri silsilesi içinde, başkalarının kullanımıyla bi
riken anlam katmanlarıyla ağırlığını yitirmişti. Dilin özgün, ki
15. Sonunda zürafa resimli bir kartın aşkımı açıklamak için şisel ve bütünüyle özel olmasını en çok istediğim şu anda, yü
pek uygun olmadığını düşünerek yemeğe kadar beklemeye rek dilinin değişmez toplumsal doğasının duvarlarına çarpı
karar verdim. Saat sekizde hediyesini vermek üzere Chloe'nin yordum.
dairesine doğru yola çıktım. Piccadilly'deki vitrinin önündey-
ken verdiği ipuçlannı fark etmiş olmama çok sevindi, t ek 18. Lokanta da durumu kolaylaştırmıyordu çünkü romantik
üzüntüsü (birkaç gün sonra zarifçe açıkladı da) kırmızı kazağa atmosferi zaten aşkı bariz kılıyor, dolayısıyla durumun doğal
değil, mavi yeleğe işaret ettiğini görmemiş olmamdı (ki bu so lığını bozuyordu. Romantizm, insanın amacıyla dil arasındaki
run da kazağı değiştirmesiyle çözüldü). bağlantıyı zayıflatıyordu, belirleyici işaretler daha çok aldat-
macayı akla getiriyordu (özellikle de fonda Chopin'in Nök-
türn'leri çalarken ve ikimiz arasmda bir de mum yanarken).
Aşk sözcüğünü bütün banal çağrışımlarını da sepete katma- 21. Başkalarının kıymıkları düğümleniyordu boğazımda.
dan A-Ş-K şeklinde iletmek olası görünmüyordu. A-Ş-K ile öz- Yediğim yemek ile düşüncelerim arasında ayrılıklar vardı. Yal
deşleşmek gerekiyordu, ama ne kadar çabalarsam çabalayım, nızca Chloe'nin varlığını istiyor ama içinde yaşadığım kültür
sözcüğün tarihsel geçmişi yine de çok yabancı geliyordu bana: le ister istemez ensest bir ilişkiye giriyordum: Yirminci yüzyılın
Troubadour'lardan Casablanca'ya kadar herkes o harfleri kul- sonlarında bir zaman diliminde, bir gece, Batı dünyasında, birbirle
lanmıştı. rine âşık bir erkek ve kadın, Çin lokantasında yaş günü kutluyorlar.
Chloe'nin elini tutarken, onu sevdiğimi düşünürken göze çar
19. Duygusal tembellik seçeneği de vardı elbette, yani bir pan sözde özgünlüğümün ne kadar sıradan olduğunu hisse
başkasından alıntı yapmak. Her duruma uygun hazır paketler dince sinirlendim. Chloe'nin yaş günlerini neden sevmediğini
den oluşan, yalanlar ve karamellerden artık yapış yapış olmuş şimdi anlıyordum, kültürümüzün gereklerine boyun eğiyor
Âşıklar Sözlüğü'ne de bakabilirdim. Ama başka birinin kirli çar duk o kadar. Sonunda bildik ifadelerden vazgeçip, metaforla-
şaflarında yatmak kadar iğrenç geliyordu bana bu. İnsanın ra sürüklendim arzularımla. Ne demek istediğimi A-Ş-K ile
kendi romantik diyalogunun yazarı olması sorumluluğunu ta ifade edemeyecektim bir türlü. Farklı bir anlam yolculuğuna
şıması gerekmez mi? Chloe'nin tekilliğine uygun bir dekleras- çıkmak gerekiyordu, eskimiş püskümüş, batmış bir tekne ya
yon hazırlamam gerekmiyor muydu? da bir hayalet gemiyle belki - bir şeyi temsil etmeyen, dolayı
sıyla gizemini yitirmeyen, tanrısal bir aşktaki gibi.
20. Başkalarından alıntı yapmak içten konuşmaktan, Sha-
kespeare ya da Sinatra'ya başvurmak kendini tehlikeye atmak 22. Derken, Chloe'nin dirseğinin yanındaki lokantanın ikra
tan daha kolaydır elbette. Dilin içine doğduğumuz için, başka mı olan bir tabak lokum gözüme çarptı. Birden, semantik açı
larının dili kullanımlarını ister istemez üstümüze alırız, bize dan anlatamayacağım bir şeyi hissettim, Chloe'yi sevmekten
ait olmayan bir tarihin parçası haline geliveririz. Aşkları aracı öte, onu lokumsadığımın farkına vardım. Lokum hangi özellik
lığıyla dünyayı yeniden yaratıyormuş hissine kapılan âşıklar leriyle birden ona olan duygularımla örtüşecek mükemmel bir
için, birlikteliklerinden öncesine uzanan tarihe karşı girişilen örnek oluşturdu, hiçbir zaman çözemeyeceğim belki ama bu
kaçınılmaz bir zıtlaşma vardır (ister kendi geçmişleri, ister sözcük benim âşık durumumun özüyle, kullanılmaktan eski
içinde yaşadıklan toplumun geçmişi olsun). Benim her sevgi miş aşk sözcüğünün ifade edemeyeceği ölçüde örtüşüyordu.
dolu hareketimin Chloe'den önceye uzanan bir yaş günü var Daha da anlaşılmaz olanı, Bogart ve Romeo'ya göz kırparak
dı - hep başka yaş günleri vardı, ilk kez gerçekleştirilen dekle- Chloe'nin elini tutup, ona söylemek istediğim çok önemli bir
rasyonlar olamazdı (Chloe on iki yaşındayken o göl kıyısında şey olduğunu, onu lokumsadığımı söylediğimde, beni bütünüy
bile bu durumun bilincine varmıştı, televizyon sayesinde de le anlamışa benziyordu, bugüne dek kendisine söylenmiş en
olsa). Tıpkı sevişmek gibi, sevgiden konuşmak da bugüne ka tatlı şey olduğunu belirtti.
dar yattığım herkesin izlerini taşıyacaktı.
23. Ve o andan sonra aşk, en azından Chloe ile benim için
artık salt aşk değil, ağızda eriyen nefis, şekerli, yumuşak, ufak
bir nesne oldu.
3. "Anlat bakalım, sevgilin var mı?" diye sordu Will, kahve
lerimizi içerken. "Hâlâ o, neydi ya onun adı...?"
"Hayır, hayır, o biteli çok oldu. Şu sıralar hayatımda ciddi
biri var."
ON BİRİNCİ BOLUM "Harika, anlatsana."
"Yemeğe gel, tanıştırayım."
Onda Ne Buluyorsun? "Çok isterim. Anlat anlat."
"Adı Chloe, yirmi dört yaşında, grafik tasarımcısı. Zeki, gü-
zel, çok komik..."
"Kulağa hoş geliyor."
"Ya sen?"
1. Haziran ayının ilk haftasında yaz gelince Londra bir Ak "Anlatacak pek bir şey yok aslında. UCLA'dan bir kızla bir-
likteydim, ama birbirimizin yaşamına müdahale etmeye başla-
deniz kentine dönüştü adeta, insanlar evlerinden, büroların
dan çıkıp parkları, meydanları doldurdular. Isı dalgası işyeri- mıştık, nasıldır bilirsin, biz de ayrılmaya karar verdik. İkimiz
me yeni bir meslektaşın, Waterloo yakınlarında yapımı süren de henüz ciddi sözler vermeye hazır değildik, öyle olunca...
iş merkezi inşaatında çalışmak üzere altı ay anlaşmalı olarak Ama sen şu Chloe'yi anlat, tam olarak nedir seni ona çeken, ne
Londra'da bulunacak Amerikalı bir mimann katılmasına denk buluyorsun onda?"
geldi.
4. Ne mi buluyorum onda? Bu soru o gün akşam üzeri Safe-
way'de Chloe'yi kasa başında, aldığımız sebzeleri naylon bir
2. "Londra'da her gün yağmur yağar demişlerdi - bir de şu
torbaya dolduruşunu kendimden geçerek seyrederken yine
havaya bak!" dedi Will, öğle tatilinde Covent Garden'da bir lo
geldi aklıma. Bu gibi önemsiz hareketlerinde bile yakaladığım
kantada otururken. "İnanılmaz! Bavulumu kazaklarla doldur
muştum." zarafet, onun mükemmel olduğunu dünden kabullenmiş ol
duğumun tartışmasız kanıtı gibiydi. Ne mi buluyorum onda?
"Kaygılanma Will, Londra'da da tişört satılıyor." William Knott
Hemen her şeyi.
ile beş yıl önce tanışmıştım, Rhode Island Ta-sanmcılık
Okulu'nda bir dönem birlikte okumuştuk. Uzun boylu bir
5. Bir an, Chloe'nin beni de o nazik ve düşünceli haliyle
adamdı, sürekli yanık tenliydi, tebessümü özgüvenini açığa
naylon torbanın içinde, bir teneke ton balığıyla bir şişe zeytin
vuruyordu, yüzü bir gezgincininki gibi sertti. Berke-ley'den
mezun olduktan sonra Batı Yakası'nda başarılı bir iş yağı arasına yerleştirmesi için bir yoğurt kartonuna dönüştü
kurmuştu ve kendi kuşağının en yaratıcı, en zeki mimarların- ğümü hayal ettim. Süpermarketin hayallerime hiç uymayan
dan biriydi. duygusallıktan uzak atmosferi ("Ciğerde İndirim Haftası"), ro
mantik patolojinin derinliklerine belki de biraz fazlasıyla sar
dırmış olduğumu fark ettirdi bana.
6. Arabaya dönerken, alışverişi ne kadar sevimli hale getir ler şaşkınlıkla bakıyorlardı. Arkadaşlarıma belki onuncu kez
diği konusunda Chloe'ye iltifat ettim. Chloe'nin kuru temizleyicide, Chloe ile birlikte sinemada ya
"Saçmalama," diye yanıtladı. "Bagajı açar mısın, anahtarla- da Chloe ile birlikte paket yemek alırken gibi, kurgudan, hare-
rım çantamda." ketten yoksun, neredeyse tamamen durağan bir olayın merke-
zinde bulunan temel bir karakterle ilgili hareketsiz öyküleri
7. Olmadık yerlerde güzellikler bulmak, sıradan olanın bü anlattıktan sonra, âşığın yalnız bir yolcu olduğunu, en iyi ola-
yüsüne kapılmayı reddetmektir. Bir çift gözü ya da güzel bir sılıkla tek bir kişi tarafından, âşık olunan kişinin kendisi tara-
ağzı güzel bulmak kolaydır. Bir kadının süpermarket ödeme fından anlaşıldığını kavradım.
kuyruğunda ellerinin tezgâha uzanışını güzel bulmak elbette
daha zordur. Chloe'nin davranışlanndaki mükemmelliyeti an 10. Aşkı yanılsamadan, safsatadan, narsist tutkulardan in
cak bir âşık keşfedebilirdi. Bir buzulun doruğunu düşünün, al cecik bir çizgi ayırır. Chloe'nin erzakları torbaya koyuşu elbet
tında neler yatıyordur, işte böyle bir keşifti bu da. Bir âşığın, te ki hayranlık uyandırıcı değildi aslında, bizimle o sırada Sa-
ona bu kadar ilgi duymayan, daha az âşık bir başkasının do fevvay kuyruğunda bekleyenlerce tamamen farklı algılanabile
ğallıkla anlamsız bulabileceği bu gibi olguların gerçek değeri cek hareketlerine benim duygularımla abarttığım bir durum
ni görmesi gerekmiyor muydu? du yalnızca. İnsan aslında asla iyi ya da kötü değildir, bu da
onları sevmenin ya da onlardan nefret etmemizin temelinde
8. Akşam trafiğinde arabada eve dönerken düşünceliydim öznel ve belki hayali bir öğe bulunduğu anlamına gelir. Will'in
oysa. Aşkımı sorgulamaya başladım. Chloe'nin hoş bulduğum bir insanın özellikleriyle, bir insana sevgilisi tarafından yükle
yanlannı, kendisinin gerçek kimliği açısından rastlantısal ya nen özellikleri ayırt eden sorusunu anımsadım. Çünkü Will
da önemsiz bulması ne anlama geliyordu? Kendisine ait olma bana Chloe'nin kim olduğunu sormamıştı (bir âşık nasıl o ka
yan özellikler mi yüklüyordum Chloe'ye? Omuzlarının kıvrı dar nesnel olabilirdi ki?), onda ne bulduğumu sormuştu - çok
mına ve koltuk başına sıkışan saç tellerine baktım. Başını çevi daha öznel ve belki güvenilmez bir algılama biçimiydi bu.
rip gülümsedi bana, böylece bir an için ön dişlerinin arasında
ki boşluğu gördüm. Duyarlı, derin sevgilim miydi yanımda 11. Ağabeyi öldükten kısa bir süre sonra, (sekiz yaşını he
oturan bu yolcu? nüz kutlamış olan) Chloe derin bir felsefi süreçten geçmiş.
"Her şeyi sorgulamaya başladım," diye anlattı bana, "Ölümün
9. Aşkın çılgınlığı, âşık olunan kişinin özündeki normalliği ne olduğunu kavramam gerekiyordu, insanı filozofa dönüştü
görmeyi reddetmesinden bellidir. Benim aşkımın başkasına sı rür bu gibi düşünceler." Ailesinin hâlâ imalarla anımsattığı en
kıcı gelmesi bundandır işte. Onlar o kişide, sıradan bir insan büyük tutkulanndan biri, Descartes ve Berkeley okurlarına ya
dan öte ne görürler ki? Chloe'ye olan ilgimi, geçmişte filmler, bancı gelmeyecek düşüncelere benziyordu. Chloe elleriyle
kitaplar ve politika konusunda birçok ortak noktayı paylaştı gözlerini kapatır ve ailesine ağabeyinin hâlâ hayatta olduğu
ğım arkadaşlarımla paylaşmaya çalışmıştım ama şimdi bana nu, çünkü onu zihninde tıpkı onları gördüğü gibi görebildiği
tanrıtanımazların aşırı dindarlar karşısında takındıkları sekü- ni söylerdi. Zihninde onu görebiliyorsa, neden ağabeyinin öl-
düğünü söylüyorlardı? Derken gerçeklere daha da meydan le) ama gerçekte aklı en zarif, ince ve ilahi düşüncelerle dolu
okurcasına, ailesine olan duygularının etkisiyle, Chloe (düş- bir melekti sanki.
manca dürtülerinden güç alan altı yaşında bir çocuğun sırıtı-
şıyla) annesine ve babasına gözlerini yumarak onları bir daha 15. Göze görünen yalnızca vücut olduğundan, tutkulu bir
hiç aklına getirmeyerek öldürebileceğini söylermiş - hiç de fel- âşığın tek umudu ruhun kendisini taşıyan vücuda sadık olma
sefi olmayan bir yanıt aldığı kesin. sı, başka bir deyişle, belli bir vücudun o vücuda uygun bir ru
ha sahip olmasıdır, yani tenin gerçeği temsil etmesi. Ben
12. Aşk ve ölüm, içsel arzular ile dışsal gerçeklere dair soru Chloe'yi vücudu için sevmiyordum, vücudunu bana vaat edi
lar uyandırıyor doğal olarak, ilki varoluşa, ikincisi ise yokluğa len kişiliği taşıdığı için seviyordum. Son derece esin verici bir
inanmaya yönlendiriyor bizi. Chloe kim olursa olsun, gözleri vaatti bu.
mi kapatıp onu düşündüğümde gördüğümün gerçek olduğu
na inanamaz mıydım? 16. Ama yüzü ya bir trompe-l'oeil'se, bir maskeyse, gerçekle
ri yansıtmıyorsa? Will'in altını çizdiği ayrıma dönecek olursak,
13. Ne var ki, tekbenciliğin de bir sınırı var. Chloe ile ilgili ya ona kendi hayallerimi yüklüyorsam? Kimi insanların yü
düşüncelerim gerçekleri biraz olsun yansıtabiliyor muydu, zünde onlara atfedilemeyecek özellikler oluyordu bazen, kü
yoksa değerlendirmelerimde bütünüyle yanılmış mıydım? El çük yaşta edinilmesi olanaksız bir erdemi yansıtan çocuklar da
bette sevimli görünüyordu bana, ama düşündüğüm kadar se vardı. "Kırk yaşına geldiğinde herkesin suratı hak ettiği gibi olur,"
vimli miydi gerçekten? O bildik Kartezyen renk sorunsalıyla diye yazmıştı George Onvell ama bunun doğruluğu kanıtlan
karşı karşıyaydım: Otobüs bakan kişiye kırmızı görünebilir, mış mıdır hiç, ekonomide olduğu gibi suretler dünyasında da
ama gerçekten kırmızı mı? Will birkaç hafta sonra Chloe ile ta insanı rahatlatan bir mitten, başka bir deyişle bir tür doğal
nıştığında pek şüpheliydi doğrusu, bana bir şey söylemedi el adalete inanıştan öte bir anlamı var mı? Bu mite inanmak do
bette ama davranışlarından ve ertesi gün büroda Kaliforniya ğanın o korkunç suret piyangosuna meydan okumak, yani
lılara İngiliz kadınlarının tabii ki "pek özel" göründüğünü Tanrı'nın bize verdiği (en azından anlamlı olarak verilen) yüz
söyleyiş tarzından belli oluyordu bu. lere inancımızdan vazgeçmek anlamına gelir.
14. Açık konuşayım, Chloe beni de şüpheye düşürüyordu 17. Âşık, süpermarket tezgâhının ardında ya da oturma
zaman zaman. Bir gece, benim oturma odamda birlikte otur odasında geride durarak sevdiğini izler ve hayal etmeye, yü
muş kitap okurken, bir Bach kantatı dinliyorduk. Müzik cen zünü ve hareketlerini yorumlamaya başlar, ilahi, mükemmel,
netin ateşinden, Tann'nın dualarından ve sevdiği kullarından büyülü özellikler bulur. Sevgilinin bir konserve kutusu ton ba
dem vururken, Chloe'nin yorgun ama mutlu yüzü, loş odayı lığını torbaya nasıl koyduğu ya da çayı fincana nasıl döktüğü
aydınlatan çalışma lambasından yansıyan ışıkla melek gibi gö gibi görüntüleri hayalleri için malzeme olarak kullanır. Oysa
rünüyordu, sıradan bir ölümlü olduğunu çevresindekilere yaşam onların uykusunu zorla hafif kılmaz mı, her zaman da
inandırmaya çalışan (Safevvay ve postaneye yapılan ziyaretler- ha sıradan gerçeklere uyanmazlar mı?
18. "Şu dayanılmaz zırvalamayı kesemez misin," dedi me
lek birden bire.
"Hangi dayanılmaz zırvalamayı?"
"Şu müziği yani." "Bach bu." ON İKİNCİ BOLUM
"Biliyorum ama çok saçma geliyor kulağıma, Cosmo'ya yo-
ğunlaşamıyorum." Şüphe ve İnanç

19. Sevdiğim kadın bu mu gerçekten diye düşündüm oda


nın bir köşesindeki koltukta oturmuş der gisini okuyan
Chloe'ye baktığımda, yoksa ağzı, gözleri, yüzü üzerine temel- 1. Aşkın tarihiyle karşılaştırıldığında, felsefe tarihinin yanıl
lenmiş bir düşünceye mi âşığım? Yüzündeki ifadeyi tüm kişi sama ile gerçek arasındaki çelişkilere önemle eğildiğini görü
liğinin ifadesi sayarak hata ediyordum belki de; tek bir özelli rüz. "Dışarıda bir ağaç gördüğümü sanıyorum," diye mırılda
ğini simgeleştiriyor, onun varoluşunun özü olarak kabul edi nır filozof, "ama bu gözümün ağ tabakasının yarattığı optik bir
yordum. Monarşinin tacı, arabanın tekerleği, Amerikan hükü yanılsama olamaz mı?" "Karımı gördüğümü sanıyorum" diye
metinin Beyaz Sarayı, Chloe'nin yüzündeki meleksi ifade... mırıldanmayı sürdürür filozof ve umutla ekler, "ama o da op
tik bir yanılsama olamaz mı?"
20. Vaha kompleksi yaşayan susamış bir adam, gerçekte
gördüğü için değil, gereksinim duyduğu için su, palmiyeler, 2. Filozoflar epistemolojik şüpheyi masalann, sandalyele
gölgelik alanlar gördüğünü sanır. Doyurulmayı bekleyen ge rin, Cambridge kolejleri avlularının, arada bir de istenmeyen
reksinimler kimi zaman halüsinasyonlar doğurur: Susuzluk karılarının varoluşuyla sınırlandırma eğilimi içindedirler. Bu
suyu hayal eder, aşka duyulan gereksinim de ideal bir erkek ya soruları bizim için önemli olan şeylere, sözgelimi aşka uyarla
da kadını. Vaha kompleksi aslında bütünüyle yanılsama değil mak, âşık olduğumuz kişinin nesnel gerçeklerle pek ilgisi ol
dir: Çöldeki adam ufukta bir şey görür. Ama palmiyeler sara- madığını, yalnızca içsel bir fantezi de olabileceği yolundaki
rıp solmuş, su kuyusu kurumuş ve ortalık çekirgelerin istilası korkunç olasılığı gündeme getirmektir.
na uğramıştır.
3. Şüphe duymak, ölüm kalım meselesi olmadığı sürece ko
21. Bir odada yüzünde sanki İlahi Komedya'yı tasarlıyor- laydır: Göze alabildiğimiz ölçüde şüpheciyizdir, bizi ayakta
muş gibi görünürken, Cosmopolitan dergisinin astroloji bölü tutmayan şeyler konusunda şüpheci davranmak en kolayıdır.
münü okuyan bir kadınla yalnızlığımı paylaşan ben de benzer Yani bir masanın varoluşundan şüphe etmek kolaydır da insa
bir yanılsamanın kurbanı değil miydim? nın aşkının gerçekliği konusunda şüphe duyması cehennem
azabı haline gelebilir.
6. Dinsel açıdan, gerçeğin değeri elbette ki asırlarca önce
sinden sorgulanmıştı. Filozof Pascal (1623-62, Kambur Janse-
4. Batı'da felsefi düşüncenin temeli, cehaletten bilgiye uza nist, Pensees) Tanrısız bir evrenin korkunçluğu ile, neşe dolu -
nan süreç, Platon tarafından karanlık bir mağaradan parlak ama kesinlikle daha uzaktaki - Tanrı'nın varolduğu inanışı
gün ışığına uzanan görkemli bir yolculuk şeklinde özetlenir. arasında eşit olmayan bir biçimde dağılmış bir dünyada her
Platon'a göre insanlar gerçekleri algılama yetisinden yoksun Hıristiyanın karşı karşıya kaldığı bir seçimden söz etmişti. So
doğarlar, tıpkı mağara duvarlarında gölgesini gördükleri nes nuç Tanrı'nın varolmadığı yönünde çıktıysa da Pascal inancı
neleri o nesnelerin kendisi sanan mağara insanları gibi. Ancak mızda yine de haklı olduğumuzu çünkü daha düşük olasılığın
büyük çaba harcayarak illüzyonlardan annılabilir ve mağara olumlu taraflarının, çoğunluğun korkunçluğunu kat kat geride
nın gölgeli dünyasından, nesnelerin gerçekte olduğu gibi gö bıraktığını söylüyordu. Ve belki aşkta da böyle olmalı. Âşıklar
ründüğü parlak gün ışığına geçilebilir. Bütün alegoriler gibi, uzun süre filozof kalamazlar, şüphe duymayı ve sorgulamayı
bu da ahlaki bir mesaj içeren bir öyküdür, gerçeklerin, insanla beraberinde getiren felsefi dürtülere inanmak anlamına gelir
rın yaşamı kadar anlamlı ve önemli olduğuna işaret eder. bu. Âşıklar, yanılgıya düşerek âşık olma riskini, şüpheye düşe
rek aşksız kalma riskine tercih etmelidirler.
5. İllüzyondan bilgiye uzanan bu yolun yararlarıyla ilgili
Sokratik sava salt epistemolojik değil, ahlaki açıdan meydan 7. Bir akşam Chloe'nin yatağında oturmuş oyuncak fili
okunması için bir yirmi üç asır geçmesi gerekti. Elbette ki Aris Guppy ile oynarken bu gibi düşünceler geçiyordu aklımdan.
toteles'ten Kant'a dek herkes Platon'u gerçeğe ulaşma yolu açı Çocukken Guppy'nin yaşamında büyük rol oynadığını anlat
sından eleştirmişti ama hiç kimse böyle bir işe girişmenin değe mıştı. Aile üyeleri kadar gerçek bir kişilikti Guppy, üstelik çok
rini ciddi bir biçimde sorgulamamıştı. Ama iyinin ve Kötünün daha sempatikti. Kendi alışkanlıkları, en sevdiği yemekleri,
Ötesinde adlı yapıtında (1886), Friedrich Nietzsche sonunda uyuma ve konuşma biçimi vardı - oysa Guppy'nin onun yara
tuttu boğayı boynuzlarından ve sordu o soruyu. tısı olduğu ve hayal gücü dışında bir varoluşu olmadığı elbet
te ki gün gibi ortadaydı. Ama Chloe'nin fille olan ilişkisini bo
İçimizde "gerçeği" isteyen aslen nedir? ... Bunun değeri- zacak bir şey varsa, o da bu yaratığın gerçekten varolup olma
ni sorduk. Diyelim gerçeği istiyoruz: Neden onun yerine dığını ona sormak olabilirdi: Bu tüylü şeyin gerçekten senden ay
gerçek olmayanı istemiyoruz? Kesin olmayanı? Hatta rı bir varoluşu var mı, yoksa sen mi onu yarattın? Ve işte o zaman
cehaleti? ... Bir yargının yanlışlığı, o yargıya karşı gel- belki âşıklar ile âşık oldukları kişiler arasında da aynı takdirin
memiz anlamına gelmiyor... Buradaki sorun, bunun ya- bulunduğu ve bir âşığa asla, Bu aşk dolu insan gerçekten var mı
şamı ne denli geliştirdiği, türleri koruduğu, hatta belki yoksa onu hayalinde mi yaşatıyorsun? diye sorulmaması gerekti
çoğalttığı; ve temel eğilimimiz, en yanlış yargılar ... On- ğini düşündüm.
suz yapamadıklarımızda ... Yanlış yargılardan vazgeç-
mek, yaşamdan vazgeçmek, yaşamı yok saymak anla-
8. Tıp tarihinde, kendisini sahanda yumurta sanan bir ada
mına gelir. {İyinin ve Kötünün Ötesinde, Friedrich
mın öyküsü vardır. Bu düşüncenin ne zaman belirdiğini kimse
Nietzsche, Penguin, 1990}
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Samimiyet
tam olarak bilmiyordu ama adam "kendini döker" ve
"sarısını ortalığa akıtır" korkusuyla herhangi bir yere
oturmayı reddediyordu. Doktorlar adamın korkularını
azaltmak için sakinleştiriciler ve çeşitli ilaçlar denemişlerdi
1. Papatya çayının içinde eriyen bir küp şekeri
ama hiçbiri işe yaramıyordu. Sonunda biri delirmiş hastasının
seyrederken,
düşünce tarzını kavramaya çalışıp, bundan sonra yanında hep
bir dilim kızarmış ekmek taşıması gerektiğini, bu kızarmış yaşamıma anlam katması için birlikteliğine
ekmeği istediği koltuğun üzerine koyabileceğini ve böylece güvendiğim
dökülmekten kurtulabileceğini söylemişti. O günden sonra Chloe, "Birlikte yaşayamayız, çünkü benim bir
adam kızarmış ekmeği yanından hiç eksik etmemiş ve öyle ya sorunum var:
da böyle daha normal bir varoluş sürdürmeyi başarmıştı. Yalnız yaşamak zorundayım yoksa eriyip giderim. Sana kapı
larımı kapatmakla ilgisi yok bunun, psikolojik bir korunma
9. Nedir bu öykünün anlamı? Bir yanılsama içinde yaşan- güdüsü o kadar. Seni istemediğimden değil, yalnızca seni iste
masına karşın (âşık olmak; insanın kendisini yumurta sanma- mekten, sonunda kendimi kaybetmekten korkuyorum. Onun
sı), bu durumun tamamlayıcı öğesi bulunursa (aynı yanılsama için lütfen bunu benim genel sorunlarımın bir parçası olarak
içinde bulunan Chloe gibi bir sevgili; bir dilim kızarmış ek- gör, ama yaşamımı bohçalı teyze olarak sürdürmek durumun
mek), o zaman her şey yolunda gidebilir. Yanılsamalar kendi dayım" dedi.
içinde zararlı değildirler aslında, ama insan onlara inanmakta
2. Chloe'nin fosforlu yeşil saplı, parlak pembe yuvarlak
yalnızsa canını acıtabilirler, o yanılsamaları kontrol altında tu-
çantasını Heathrow havaalanında görmüştüm ilk. Bende ilk
tacak bir çevre gerekir. Chloe de ben de aşk denilen rizikolu sa-
kaldığı gece de onunla gelmiş, iğrenç renkleri için bir kez daha
bun köpüğüne inandığımız sürece, otobüsün kırmızı olup ol-
özür dilemiş, temiz giysileriyle diş fırçasını taşımak için kul
mamasının ne önemi vardı ki?
landığını söylemişti. Çantanın, benim dairemde birkaç giysi ve
bir diş fırçası bırakabilecek samimiyeti kurana kadar kullanıla
cak geçici bir nesne olacağını düşünmüştüm. Ama Chloe çan
tadan hiç vazgeçmedi, her sabah, sanki birbirimizi bir daha hiç
göremeyecekmişiz gibi; unutabileceği bir çift küpenin bile en
gel olunamaz bir erime sürecini başlatacağı korkusuyla eşyala
rını içine yerleştirirdi.
3. Dağılmaktan söz ederdi, sabah treninde üstüne üstüne düşünüyor olabilir?), sohbet etmek için paranoyakça gayretle-
gelen kalabalıkların arasında yitmekten, ailesine ya da büroda re girmiyorduk. Birbirimizin zihnindeki konumumuz sağlam-
ki kimliğine bürünmekten - ve böylece sevgilisinin de etkisin laşmıştı, artık birbirimizi sürekli baştan çıkarmaya (önceleri
de yitip gitmekten korktuğunu da ima etmiş oluyordu belki. nasıl korkuyorduk) uğraşmıyorduk.
Özgürlüğün ve bağımsızlığın simgesi olan çantanın önemini
açığa vuruyordu bu, Chloe kendisini duvarlar içine alıp, çev 6. Aramızda kurulan samimiyet, varoluşun felsefi yönüne
reye dağılan parçalarını toparlamaya çalışıyordu sanki. karşılık, romansı yönüne dair bir bilgi hazinesi doğurdu:
Chloe'nin teninin duş aldıktan sonraki kokusu, öteki odada te
4. Ancak çantası konusunda ne kadar duyarlı olursa olsun, lefonda konuşurkenki sesi, acıktığı zaman karnının gurultusu,
zaman içinde bazı şeyleri geride bırakmaya başladı. Diş fırça hapşırmadan önce yüzünde beliren ifade, uyandığı zaman
sını ya da ayakkabılarını değil ama, kendisinden parçalan bı gözlerinin mahmurluğu, ıslak bir şemsiyeyi sallayış tarzı, saçı
rakır oldu. Önce dille başladı bu, bana asla yerine hiçbir zaman nı fırçalarken çıkan ses... gibi.
deyişini bıraktı önce, sonra önce sözcüğünü kullandığında ön
derkenki vurgusunu, bir de telefonu kapatmadan önce kendine 7. Ötekinin özelliklerini iyice benimseyince, birbirimizi ye
iyi bak deyişini. O da bunlara karşılık benim mükemmel ve ger niden adlandırmak gereğini hissettik. Aşk kapıyı çaldığında,
çekten öyle düşünüyorum'larıma alıştı. Derken alışkanlıklanmız doğar doğmaz anne babalanmızın bize verdiği, pasaportlar ve
birbirine benzemeye başladı; ben yatak odasında Chloe gibi zi kimliklerle resmileşen isimlerimizle bulur bizi. Âşığın öteki ki
firi karanlıktan hoşlanır oldum, o gazetesini benim gibi katla şide bulduğu tekilliği göz önünde bulundurursak, başkaları
maya başladı, ben bir sorunu düşünürken oturma odasında nın kullanmadığı bir isimle (ne kadar anlamsız olursa olsun)
onun gibi koltuğun etrafında daireler çizerek yürümeye başla kendini ifade etmek istemesi doğal değil midir? Çalıştığı büro
dım, o benim gibi halıya uzanır oldu. da Chloe olan Chloe, benimle (ikimizin de anlamadığı bir ne
denle) birlikteyken artık Tidge'di. Bense, belki bir keresinde
5. Bu yayılma durumu zaman içinde aramızdaki sınırlann ona Alman entelektüellerin taklidini yaptığımdan (ve dolayı
eskisi denli korunmadığı, moleküllerimize serbest geçiş tanı sıyla daha anlaşılır olarak) Weltschmerz olmuştum. Bu lakapla-
yan belli bir samimiyeti de beraberinde getirdi. Vücutlarımız, nn önemi, bulduğumuz isimlerde değildi -birbirimize Pwitt
artık ötekinin gözlerini hissetmiyordu üzerinde. Chloe yatakta ve Tic de diyebilirdik- önemli olan birbirimizi yeniden adlan
uzanmış kitap okurken burnunu temizlemek için parmağını dırmaya karar vermiş olmamızdı. Tidge ismi, Chloe'nin, ban
burun deliğine sokar, çıkardığı sümüğü kuruyup sertleşene ka memuresinin bilmediği özelliklerine işaret ediyordu (duş
kadar yuvarlar, sonra yutardı. Vücutlanmızla olan tanışıklığı tan çıktıktan sonra teninin yumuşaklığı ya da saçını fırçalama
mız cinselliğin ötesine geçmiş, sıcak yaz gecelerinde çıplaklığı sının sesini bilmek gibi). Chloe resmi kimliğine ilişkin bir isim
mızın farkında olmaksızın yan yana yatabilir olmuştuk. Ses di, Tidge ise resmiyetin ötesine, aşkın o belirsiz ve tekil alanına
sizlikleri artık bir risk olarak görmüyorduk, eskisi gibi sükûnet aitti. Geçmişe karşı kazanılmış bir zafer; aşkla gelen yeniden
anlarında kaygılanmıyor (Bu sessizlikte benim hakkımda ne doğuş ve yeniden adlandınşın bir simgesiydi bu. Sana verilmiş
bir isimle buldum seni, der âşık, ama benim için ne kadar farklı ol-
duğunu anlatmak için seni yeniden adlandırıyorum. Büroda sana X
diyebilirler (politik arenada) ama yatağımda, sen hep "Benim Havu-
cum" olacaksın... 9. Samimiyet, benlik/öteki arasındaki ayrımı yok etmiyor
du. Bu ayrımı, çiftin dışına çıkarıyordu yalnızca. Yabancılık ka
8. Adlandırma oyunumuz, dilin öteki alanlarına da yayıldı.
pı dışarı edilmişti artık, ki bu da aşkın suikasttan asla uzak ol
Günlük diyaloglar doğrudan (belli amaçları olan) bir iletişimi
madığı yolundaki şüpheleri bir bakıma doğruluyordu. Özel
gerektirirken, ikimizin arasındaki dil kurallardan sıyrılmıştı,
yargılar ikili bir jürinin düşünceleri haline gelmişti, dışarıdan
anlaşılır ya da aklı başında olması gerekmiyordu. Mantıksızca
gelen tehditlere ortak bir yatakta göğüs geriliyordu. Başka bir
konuşabilir, oyunlar oynayabilir, kendimizi bilinç akımına bı-
deyişle, dedikodu yapıyorduk. Bunlar genelde kötü niyetli de
rakabilir, eğlenmek için Sokratik mantıktan ayrılabilir, iletişimi
dikodular değildi, sıradan iletişimde belli ahlak kuralları çer
seslere bile indirgeyebilirdik. Aşk aslında deneyimlerde, söyle-
çevesinde kalmak zorunluluğunun birikmiş bir dışavurumuy
nen ve söylenmeyen, ifade edilen ve edilemeyen arasındaki sı-
du daha çok. Seninle kişiliğinin şu ya da özelliğiyle ilgili konuşa
nırlarda geziniyordu (ötekinin netleşmemiş düşüncelerini bile
madığım için (çünkü anlamazsın, seni fazlasıyla incitebilir), bunu
anlayabilecek duruma gelmek gibi). Bir karalama ile mimari
senin arkandan, beni anlayabilecek birisiyle konuşacağım, dedikodu
çizim arasındaki farka benziyordu bu: Karalamayı yapanın ka-
sunu yapacağım. Chloe, dünyayla ilgili yargılarımı paylaştığım
lemi özgürdür, uçurtma gibi havalanır; insanın zaman zaman
sırdaşım haline gelmişti. Arkadaşlarla ya da meslekdaşlarla il
da amaçsız davranması özgürlüğüdür bu aslında. Bulaşık ma-
gili düşündüğüm ama onlara söyleyemediğim, hatta kendime
kinelerinden Warhol'a, Warhol'dan nişastaya, nişastadan ulu-
bile itiraf edemediğim şeyleri şimdi artık Chloe ile paylaşmak
sallığa, ulusallıktan projeksiyona, projeksiyondan projektörle-
ta özgürdüm. Aşk, ortak hoşnutsuzlukları bulup çıkarmakla
re, projektörlerden patlamış mısıra, patlamış mısırdan penisle-
besleniyordu, ikimiz de X'ten nefret ederiz, Birbirimizi seviyoruz'a
re, penislerden erken doğuma, erken doğumdan çocuk ölüm-
dönüşüyordu. Âşıklar, yani dolayısıyla suçlular olarak, birbiri
lerine, çocuk ölümlerinden böcek ilaçlarına, böcek ilaçlarından
mize olan sadakatimizi, başkalarına olan sadakatsizliğimizi or
emmeye, emmekten uçmaya, uçmaktan öpmeye uzanıyorduk.
taya koyarak kanıtlıyorduk.
Dilin üzerindeki sansür kalkmıştı, yatar pozisyonda gevezelik
ettiğimiz için dil engeline takılıp düşmüyorduk da. Her şeyin
10. Fesat bir şeydi belki aşk ama en azından özgündü. Res
söylenebildiği bir düşünceler kakafonisi içindeydik. Yazarlığı
mi dünyada karşılaştığımız hoş olmayan olaylara gülebilmek
bırakıyor, aksanları değiş tokuş ediyor, düşüncelerimizi bazen
için birlikte kurduğumuz dünyaya koşuyorduk. Resmi yemek
politikacıları, bazen pop yıldızlarını, bazen kuzeylileri bazen
lerden ne denli sıkıcı olduklarıyla alay ederek dönüyor, iki da
güneylileri taklit ederek ifade ediyorduk. Dilbilgisi meraklıla-
kika önce kibar bir biçimde iyi günler dediğimiz insanların ak
rını çileden çıkarırdık herhalde; bitiremeyeceğimiz cümleler
sanlarını taklit ederek onları yerin dibine batınyorduk. Yatağa
kuruyorduk, sözcükler tükendiğinde öteki yardıma koşuyor,
uzanıp, müthiş bir resmiyet içinde kendini çok önemseyen in
halatı bırakılan yerden alıp, bir sonraki dubaya geçiriyordu he-
sanlarla dalga geçerek yemek ritüeli sırasında yaşanan o kibar
men.
soru cevap volelerini yeniden canlandırıyorduk; sözgelimi ben
Chloe'ye masadaki sakallı gazetecinin sorduğu soruları yeni
den soruyordum o da bana aynı kibarlıkla yanıt veriyordu
ama bu arada yorganın altından beni tatmin ediyor oluyor, ben kapasitesini yitirmişti büyük ölçüde. Anne babaların taktığı
de bacağımı apış arasına sürtürüyor oluyordum. Sonra yoktu, orman parka dönüşmüştü, toplum onaylamadıklarını
Chloe'nin ne yaptığını birden fark etmiş gibi yapıyor, "Ma- evrensel hoşgörü kisvesi altında saklıyordu, lokantalar geç sa-
dam, afedersiniz ama benim onurlu küçük beyefendimle ne ate kadar açıktı, kredi kartları hemen her yerde kabul görüyor-
yaptığınızı sorabilir miyim?" diye soruyordum. "Kibar beye- du ve cinsellik suç olmaktan çıkıp adeta bir görev haline gel-
fendi," diye yanıtlıyordu beni, "küçüğün onurlu davranışları mişti. Yine de bir öykümüz vardı Chloe ile benim de, birlikte-
sizi ilgilendirmez." Ya da Chloe yataktan fırlıyor ve, "Beyefen- liğimizi kanıtlayacak ortak bir tarihimiz (geçmişin ağırlığı, ne-
di lütfen yatağımı hemen terk edin, beni yanlış anladınız, bir- redeyse hiç ağırlığı olmayan şimdiki zamanın üzerine biniyor-
birimizi doğru dürüst tanımıyoruz bile" diyordu. Samimiyeti- du...).
mizle yarattığımız alanla, aklı başında yaşamın formaliteleri
komik görünüyordu bize, sözgelimi Hamlet'i oynayan bir 13. Bizim öykümüzden bir gerilim öyküsü yazılamazdı bel-
oyuncunun temsilden sonra Gertrude'u kollarına alıp, "Ye be- ki ama, bizi de birbirimize bağlayan bir dizi ortak deneyim bu-
ni, anam!" dediği bir kuliste oyuncularının muziplik yaptığı lunuyordu. Deneyim nedir? Sıradanlığı kırarak, bir yenilik,
trajediler gibi. güzellik ya da tehlikeye artan bir duyarlılıkla bir an için tanık
olmak gibi bir şey. Bir deneyim, insanın alışkanlıklardan kör-
11. Yalnızca yaşanıp yok olmuyordu bu samimi anlar, leşmiş gözlerini iyice açmasıdır ve eğer iki insan gözlerini bu
Chloe ile aşkımızın kendimizce yorumlanan öyküsüne dönü şekilde aynı anda açmışsa o zaman bu deneyimin onları yakın-
şüyordu. Kökleri epik geleneğe dayanan aşkın bir öyküsü var laştırmasını bekleyebiliriz. Bir orman meydanında karşılarına
dır mutlaka (aşktan söz etmek, öyküyü de beraberinde getirir) çıkan aslanla şaşıran iki insan (eğer deneyimi atlatabilirlerse
üstelik belirli başlangıçlar, sonlar, amaçlar, dönüşümler ve za- tabii) yaşadıklarından sonra bir üçgenle örneklenebilecek bi-
ferlerlerle macera türüne uzanır. Epik öykülerde günler biribi- çimde birbirlerine yaklaşırlar.
rini izlemez, karakterleri yaşatan erekselliktir - yoksa okur es
nemeye başlar, başka bir şeyle ilgilenir. Paul ile Virginie, Anna
ile Vronsky, Tarzan ile Jane arasındaki bağlar karşılarına çıkan
engellerle daha da güçlenmiştir. Bir ormanda, batmış bir gemi
de ya da bir dağın tepesinde terk edilmiş, doğayla ya da top
lumla mücadele içinde olan epik çiftler aşklarının gücünü zor
lukları aşmaktaki gayretleriyle kanıtlarlar. Şekil 13.1

12. Modern aşk ilişkisiyle birlikte, macera öğesi önemini yi 14. Chloe ile ben bir aslan görüp neye uğradığımıza şaşır-
tirir, olaylar karakterin içsel hallerinin bir yansıması olmaktan mamıştık gerçi ama biz de bir dizi küçük kent deneyimi atlat-
çıkar. Chloe ve ben moderndik, birer maceraperestten çok, iç tık. Bir gece bir partiden dönerken ölü bir insan gördük sözge-
sel monologçulardık. Dünya, romantik mücadeleyi gerektirme limi. Ceset, Charlwood Sokağı'nm Belgrave Sokağı'yla kesişti-
ği köşede yere serilmişti. İlk başta uyumak için kaldırıma lığı, tıpkı ceset gördüğümüzde olduğu gibi ama elbette daha
uzanmış sarhoş bir kadın sandık. Kavga dövüş izine rastlanmı- bir neşeyle, ilişkimiz içindeki Leitmotif 'lerden, öykümüz içinde
yordu, kan izi de yoktu ama tam geçip gidecekken Chloe kadı- sözünü ettiğimiz ve güldüğümüz olaylardan biri oldu. Lokan-
nın karnına saplanmış bıçağın sapını gördü. İnsan bir ötekini, talarda pastanedeki o adamın gizemli havasıyla, birbirimize
onunla birlikte bir cesede tanık olmadan ne kadar tanıyabilir notlar uzatmaya başladık sessizce, ama bizimkilerin üzerinde
ki? Hemen cesedin üzerine eğildik, Chloe hemşire/öğretmen Lütfen tuzu uzatır mısın yazardı. Bizi seyreden biri durup du-
ses tonunu takındı, bana bakmamamı söyledi, polis çağırma- rurken kıkırdamaya başlamamızı saçma ve anlaşılmaz bulabi-
mız gerekiyormuş, bu arada kadının kalp atışlarını kontrol etti lirdi. Ama Leitmotiflerin özü budur zaten, başkalarının bilme-
(ölmüştü gerçekten de) hiçbir şeye dokunmamaya da dikkat diği olaylara göndermede bulunurlar. Böylesi özel bir dilin
etti. Profesyonel tavrı etkiledi beni, ama polis sorgusunun orta olayla ilgili olmayanların sinirine dokunmasına şaşmamak ge-
yerinde hıçkırarak ağlamaya başladı ve o bıçağın hayalinden rek.
haftalarca kurtulamadı. Korkunç bir olaydı ama bizi birbirimi-
ze yaklaştırdı. Gecenin geri kalan bölümünü benim evimde 16. İki insan birbirlerini tanıdıkça, aralarında konuştukları
viski içerek geçirdik, birbirimize dehşetli ve saçma bir dizi öy- dil sözlüklerde karşılığı bulunan sözcükleri aşar. Samimiyetle
kü anlattık, korkularımızdan arınmak için ceset ve polis taklit- yeni bir dil doğar, iki âşığın birlikte işledikleri ve başkalarınca
leri yaptık. hemen anlaşılamayacak öyküye göndermelerde bulunan bir
"özel" dildir bu. Onların paylaşılmış deneyimlerini ima eden
bu dil, ilişkinin tarihini barındırır içinde, sevgiliyle konuşmayı
başkalarıyla konuşmaktan ayıran da budur.

17. Daha pek çok olay yaşamıştık: Tanıştığımız insanlara,


gördüğümüz, duyduğumuz ya da yaptığımız şeylere, aramız
Şekil 13.2 daki ortak mirası gündeme getirdiği için sık sık geri dönerdik:
Freud'un karısının psikanalizin gerçek kâşifi olduğuna dair bir
15. Birkaç hafta sonra Brick Lane'de bir pastanede sırada kitap yazan, bir yemekte tanıştığımız bir profesör vardı sözge
beklerken arkamızda duran çizgili takım elbiseli şık bir adam limi, sonra benim komik Kaliforniyalı alışkanlıkları olan arka
Chloe'nin eline üzerinde çalakalem "Seni seviyorum" yazan daşım Will Knott, Chloe'nin yatağının üzerinde duran file ar
buruşmuş bir not tutuşturdu sessizce. Chloe kağıdı açtı, oku- kadaş olsun diye Bath'dan aldığımız o oyuncak zürafa, trende
masıyla birlikte yutkundu, sonra dönüp notu veren adama tanıştığımız, ve bize çantasında her zaman silah taşıdığını iti
baktı. Ama adam sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor ve raf eden o muhasebeci kadın...
çizgili takım elbise giyen tarzda adamların gururlu ifadesiyle
sokaktan geçenleri seyrediyordu. Chloe de, en az onunki kadar 18. Bu anekdotlar her zaman ilginç olmuyordu doğal ola
masum bir ifadeyle notu katlayıp cebine koydu. Olayın çılgın- rak: Çoğu zaman, ardındaki öyküleri bildiğimiz için Chloe ile
bana anlamlı geliyordu yalnızca. Yine de önemliydi bu Leitmo-
tifler çünkü birbirimize yabancı olmadığımız duygusunu
uyandırıyor, birlikte bir şeyler yaşadığımızı kanıtlıyor ve olay-
dan birlikte çıkardığımız anlamı anımsadığımızı ortaya koyu-
yordu. Bu küçük olayların ilişki içinde beton gibi ağırlığı var- ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
dı, aramızda bir samimiyet dili kurulmasına katkıda bulunu-
yordu ve (ormanlarda korkuyla gezmek, canavarlar öldürmek "Ben"in Onaylanması
ya da aynı daireleri paylaşmak gibi olaylar yaşamasak da)
Chloe ile benim birlikte bir tür dünya kurduğumuzun işareti-
ni oluşturuyordu.

1. Temmuz ayının ortasında bir Pazar günü geç saatlerde,


Portobello Sokağı'ndaki bir kahvede oturuyorduk. Büyük bir
bölümünü Hyde Park'ta, güneşlenerek ve kitap okuyarak ge-
çirdiğimiz güzel bir günün akşamıydı. Oysa saat beş suların-
dan bu yana içim kararmaya başlamıştı. Eve gidip battaniye-
nin altına girmek dürtümü, neden saklanmak istediğimi bil-
mediğim için bastırıyordum. Pazar geceleri beni hep hüzün-
lendirirdi, ölümü, tamamlanmamış işleri anımsatır, bir suçlu-
luk ve yitiklik duygusu hissettirirdi. Sessizlik içinde oturuyor-
duk, Chloe gazeteleri okuyordu, ben de dışardaki trafiği ve in-
sanları seyrediyordum. Chloe birden uzanıp beni öptü ve fısıl-
dayarak, "Yine o kayıp, kimsesiz çocuk ifadeni takındın" dedi.
Daha önce kimse bana böyle bir yüz ifadesi taşıdığımı söyle-
memişti, ama Chloe söyleyince, o an duyduğum karmaşık hü-
zün bir anda hafifledi. Yoğun (ve belki de biraz aşırı) bir aşk
hissettim ona bu sözleri sarf etmiş olduğu için, benim hissetti-
ğim ama bir türlü adını koyamadığım duygunun farkında olu-
şundan, iç dünyamı nesnelleştirmesinden - kimsesiz çocuğa
kimsesiz olduğunu anımsatıp sonra evine teslim ettiği için
şükran duymuştum ona.
2. Varoluşumuzu izleyen bir başkası olmadığı sürece ger kimliğimizi iyice öğrenmiş birine sığınmak rahatlatıcı değil
çekte varolmadığımız doğrudur belki de, söylediklerimizi an midir?
layacak biri olmadan doğru dürüst konuşamayız, yani mesele
nin özüne inecek olursak, sevilmiyorsak, tam anlamıyla yaşı 5. Semantik açıdan baktığımızda, aşk ile ilginin birbirinden
yor olamayız. farklı olmayışı, "Kelebekleri severim"in, "Kelebeklere ilgi du-
yanm"la aynı anlama gelmesi rastlantı olmasa gerek. Birini
3. İnsanın "sosyal bir yaratık" olması ne demek? İnsanların, sevmek, ona karşı yoğun bir ilgi duymaktır aynı zamanda,
yumuşakçalardan ya da solucanlardan farklı olarak kendileri davranışlarının, konuşmalarının farkında olduğumuzu belli
ni tanımlayabilmeleri ve bilinçlenmeleri için birbirlerine gerek etmektir. Beni daha iyi tanımaya başlayınca, Chloe'nin davra-
sinim duymalan anlamına mı geliyor? Etrafımızda bizim nere nışları, "Ben"in Onaylanması diyebileceğimiz bir durumla ör-
de bitip, başkalarının nerede başladığını gösterecek birileri ol tüşmeye başladı. İçgüdüsel olarak kavradığı çeşitli ruh halle-
madığı sürece kendi benliğimizi tümüyle kavrayamayız. "İn rim, zevklerim, bana kendisiyle ilgili anlattıkları, rutinlerim,
san yalnızlık içinde yaşadığında bir karakter dışında her şeyi alışkanlıklarım ve gülerek kabullendiği fobilerimde, çeşitli
kendi kendine edinebilir," diye yazmış Stendhal, karakter olu "Ben"in Onaylanması halleri vardı - sevgili, parmaklara cuk
şumunu başkalarının kişiye gösterdiği tepkilerle açıklamaya oturan bir eldiven rolüne bürünmüş oluyordu. Chloe benim
çalışarak. "Ben" bütünüyle bağımsız bir yapı olmadığı için, hastalık hastası ve utangaç olduğumu, telefonda konuşmaktan
başkalarına gereksinim duyar. Kişisel tarihimi özümseyebil- nefret ettiğimi, her gece sekiz saat uykusuz edemediğimi, ye-
mem için beni iyi tanıyan, hatta bazen kendimden bile iyi tanı mekten sonra lokantalarda uzun saatler oyalanmaktan nefret
yan bir başkasına gereksinimim vardır. ettiğimi, kibarlığı saldırgan bir savunma biçimi olarak kullan-
dığımı, evet ya da hayır yerine "belki" demeyi yeğlediğimi
4. Aşk olmadan, doğru dürüst bir kimlik edinme yeteneği fark etmişti. Kişiliğimle ilgili temel öğeleri kavradığını sergi-
mizi yitiririz, aşk olduğunda ise benlik bir bakıma sürekli lercesine, öykümün -iyi ve kötü yönlerini- aklında tutarak bana
onaylanır. Dinde Tanrı'nın bakışının bu kadar önemli olmasına benden alıntılar yapar olmuştu hatta. ("Geçen defa, bu tür ironiden
şaşmamak gerek: Göze görünmek, varoluşunu onaylatmaktır, hoşlanmadığını söylemiştin..."), ("Ne zaman böyle olsa paniğe
bakanın Tanrı ya da bizi seven biri olması daha da iyidir. Kişi kapılırsın..." "Benzin almayı senin kadar çok unutan birini daha gör-
sel dünyamızın temelinde bulunan (ve onun dünyasının teme medim...") . Chloe'nin varlığı sayesinde kendimle ilgili daha
linde bulunduğumuz) bir başka varlığın gözlerinde meşruluk derin gözlemlerde bulunuyordum, bir olgunlaşma sürecine
kazanır varlığımız. Üstelik, çevremizde kim olduğumuzu girmiştim. Kişiliğimizin, kolay kolay yüzleşemediğimiz, baş-
anımsamayan, kişisel tarihimizi sayısız kereler anlatmış olma kalarının da pek umursamadığı yönlerine dikkat çekmeyi an-
mıza karşın kaç kere evlendiğimizi, kaç çocuğumuz olduğunu cak bir sevgili başarabilir kurduğu samimiyetle. Chloe'nin bana
unutan, ismimizin Brad mi Bill mi, Catrina mı Catherine mi ol son derece alıngan, eleştirel, düşmanca, kıskanç, komik de-
duğunu sürekli karıştıran (biz de genelde onlannkileri unutu recede çocuksu ya da birçok kez olumsuz (ama doğru) şekilde
ruz) insanlar çoğunluktayken, şizofreniden kurtulmak için davrandığımı açıkça söylediği zamanlar olurdu - o anlarda, ki-
şiliğimin sıradan bir içe bakışın sağlamadığı (iç huzur adına), da sivilcenin nasıl bir şey olduğunu sezinlemeye benzer. Ne
başkalannın da altını çizecek kadar ilgi göstermedikleri ve an- kadar zarar verirse versin, ayna en azından bize bizi gösterir
cak yatak odasını paylaştığımız birinin açığa vurabileceği yön- bir şekilde, hayal gücünün sınırlarını çizmemize yardımcı olur.
lerimle yüz yüze gelirdim. Kim olduğumuza dair soruları genelde kendimiz bulamadığı-
mız için, Chloe'nin kafası karışmıştı çöldeyken, kişiliğinin ana
6. Aşk iki ayrımla sınırlanmış sanki - çok sayıda görenle, az hatlan başkalannın odak noktası olmaktan çıkınca bulanıklaş-
sayıda görenlerin arasında yaşamak. Chloe, ilkinin daha bü- mıştı, hayal gücü dizginleri ele alıp, paranoyalan ve hayalle-
yük bir tehlike olduğunu hissetmişti hep. Çocukluğunda çok riyle onu yaralanmış bir yaratığa dönüştürmüştü. Davranışla-
sıkılgan olduğu için, katı bakışlarıyla davranışlarını sınırlandı- rımıza başkalarının gösterdiği tepki bir aynaya benzetilebilir
ranlardan bir kaçış olarak görmüştü yetişkinliği. Kentten uzak- çünkü bizim göremediğimiz yönlerimizi gösterir bize. Başkaları-
ta, büyük pencereleri olan, az mobilyalı, baskıcı bakışların hâ- nın varlığını zorunlu kılan da budur zaten, bize, tek başımıza
kim olduğu bir dünyadan kaçışın simgesi olan bembeyaz bir göremeyeceklerimizi, kişiliğimizin smırlannın anlaşılması zor
evde yaşamayı düşlemişti. On dokuz yaşındayken Arizona'ya yönünü gösterirler. Ben kimdim ki başkalan olmadan yanıtla-n
giderek bu düşünü gerçekleştirmeye çalışmış, memleketinden bulayım? (Ben kimdim ki Chloe olmadan doğru yanıtı bula-
binlerce kilometre uzakta, kimseyi tanımadığı küçük bir kasa- yım?)
banın yakınlarında bir kulübeye yerleşmişti. Gençlik roman-
tizmiyle doluydu, çölde günbatımlarını ve mehtabı seyreder- 8. Chloe'yi ayn bir kişilik olarak görebilmem, bana anlattığı
ken okuyup düşünmek için yanına bir bavul dolusu klasik ro- yaşam öyküsünde nasıl bir rol oynadığını kavrayabilmem için
man almıştı. Oysa oraya varmasından birkaç hafta sonra, yaşa- epey zaman geçmesi gerekti. Yavaş yavaş, ağzından çıkan mil-
mı boyunca özlemini çektiği yalnızlığı şaşırtıcı, korkutucu ve yonlarca sözcüğü, gövdesinin milyonlarca hareketini, yani
gerçekdışı bulmuştu. Her hafta mini markette duyduğu kendi çok yönlü kişiliğinin kurgusal ipliklerini birbirine bağladıktan
sesi bile onu irkiltmeye başlamış, kişiliğini ve kişiliğinin sınır- sonra anlamaya başladım. Başkalannı tanıdığımızı sanırız ama
larını çizebilmek için kendini aynalarda seyreder olmuştu. So- genelde birkaç yönüyle bütünü yorumluyoruzdur. Birisini tü-
nunda, yalnızca bir ay sonra, Phoenix'te bir lokantada garson müyle tanımak için, insanın yaşamının her dakikasını o insan-
olarak çalışmak için kasabayı terk etmişti, çevresini saran "ger- la, onun yanında geçirmesi gerekir. Bunu başaramayınca, birer
çek dişilik" duygusunu daha fazla kaldıramamıştı. Phoenix'e detektif ve psikolog olarak (psiko-dedektif) ipuçlarını bir ara-
vardığında, sosyal iletişim de şok etmişti onu. Ne yaptığına ya getirerek bir bütün oluşturmaya çalışırız. Oysa her zaman
dair basit sorulan yanıtlamakta bile güçlük çeker olmuştu. biraz geç varırız suç mahaline; suç işlenmiş, ilk sahne oynan-
"Ben" olmayı unutmuştu sanki, geçirdiği deneyimi dil aracılı- mış olur ve uyandıktan sonra çözümlemeye çalıştığımız rüya-
ğıyla anlatmakta güçlük çekiyordu. lar gibi bir kurgu oluşturmaya çalışırız kalan tortulardan.

7. Aşk bize bizi yansıtıyorsa, o zaman yalnızlık, ayna kul- 9. Chloe'yi anlamaya çalışmak, hastanın bedeninde ellerini
lanmamaya ve yüzümüzde olduğunu bildiğimiz bir kesik ya gezdiren bir doktor gibi içinde ne olup bittiğini sezmeye ben-
ziyordu. Derinliklerini kavramak için yüzeyde çalışmak duru- ne kadar nefret ettiğini ortaya koyuyordu. Kapana kıstırılma-
mundaydım, ani bir sıkıntı, şiddetli bir nefret ya da neşenin mak arzusunun, kişiliğindeki o çöl kaçkınının farkına varma-
nereden çıktığını anlamaya çalışıyor, bunların beni Chloe'nin ya başladım. Yalnızca işinde değil, masayı kurarken ya da bir
kim olduğuna götüreceğini umuyordum. Ama epey zaman alı- demet çiçeği yerleştirirken dışavurulan görsel yaratıcılığına
yordu bu, üstelik geç kalmak tehlikesi de vardı hep, kıpırda- hayrandım. Başka kadınların yanında tuhaflaştığını, erkeklere
yan bir hedefi vurmaya çalışmak gibiydi. Örnek vermek gere- kendini daha yakın hissettiğinin işaretlerini yakaladım. Dostu
kirse, Chloe'nin başkalarını rahatsız etmektense tek başına acı olduğunu varsaydığı kişilere karşı amansız bağlılığını, içgüdü-
çekmeyi yeğlemesinin karakteristik önemini anlayabilmem sel bir klan ve toplum duygusu taşıdığını gördüm. Bu gibi ki-
epey zaman aldı. Bir sabah, Chloe bana önceki gece hastalan- şilik özellikleriyle, Chloe zihnimde yavaş yavaş tutarlı bir bü-
dığını, arabaya atlayıp nöbetçi eczaneye gittiğini anlattı, tüm tün oluşturmaya başladı, davranışlarını öngörebileceğim, be-
bunlar olurken beni uyandırmamayı seçmişti. Şaşırdım ve öf- ğenebileceği bir filmi ya da hoşlanacağı türden insanları sor-
kelendim - neden bana haber vermemişti? Beni bir kriz esna- madan tahmin edebileceğim birisine dönüştü.
sında bile uyandıramayacak denli mesafeli bir ilişki içinde
miydik? Oysa öfkem son derece yersizdi (ki bir tür kıskançlık 11. Ama Chloe'nin aynası olmak o denli kolay değildi. Çün
sayılabilirdi aslında) çünkü Chloe'nin zaman içinde öğrenece- kü gerçek aynaların aksine, metaforik aynalar edilgen olamaz.
ğim en büyük özelliklerinden birini dikkate almamıştım, suçu Ötekinin imgesini bulmak zorunda olan, arayan, gezinen, bir
hep kendinde görürdü Chloe, savaşacağına ölür, bu gibi du- başkasının kişiliğinin olağanüstü karmaşıklığının boyutlarını
rumlarda da ne yapıp edip kimseyi uyandırmazdı. Beni uyan- yakalamanın peşinde olan hareketli bir aynadır. Kendi ilgi
dırması için ölüm döşeğinde olması gerekirdi çünkü kişiliğinin alanları ve özellikleri olan ve titrek bir elin tuttuğu bir el ayna
en temel özelliği başkalarına sorumluluk yüklemekten kaçın- sıdır bu - bulmayı umduğumuz imge, gerçekte varolan bir im
masıydı. Doğasındaki bu özelliği bir kez fark ettikten sonra ge midir? Akıl, Onda ne buluyorsun? diye sorar aynaya: Yürek
Chloe'nin yüzlerce farklı özelliği de açıklık kazanıyordu - anne ise, Onda ne bulmayı istiyorsun? diye sorar.
ve babasma bilinçli bir öfke duymaması (yalnızca vahşi bir
ironiyle ifade edilebilen bir öfkeydi bu), işine olan aşırı bağlılı- 12. "Ben"in onaylanmasının içerdiği tehlike, varlığımıza ge
ğı, sürekli kendi kendini suçlaması, kendine acıyan insanlara çerlilik kazandırmaları için başkalarına gereksinim duymamız
duyduğu kızgınlık, görev bilinci ve hatta ağlama biçimi bile başkalarının insafına kalmış olmamızdır. Eğer, Stendhal'in de
(isterik bağırışlardan ziyade, bastırılan hıçkırıklar) artık daha diği gibi, başkaları olmadan kişiliğimiz oluşmuyorsa, o zaman
kolay anlaşılıyordu. yatağımızı paylaştığımız öteki, yetenekli bir yansıtıcı olmak
zorundadır - yoksa vah halimize. Ya her şeyi yanlış anlayan bi
10. Bir telefon mühendisi gibi, hareket halindeki bir benli- risiyle birlikteysek, duygularımızı paylaşmaktaki yoksunluk-
ğin karmaşasındaki baskın telleri bulup çıkarıyordum: Ne za- larıyla kişiliğimizin bir yönünü görmezlikten gelen birisi sevi
man kalabalık halinde bir lokantaya gitsek para konusunda yorsa bizi? Ve de o büyük kuşku: Ötekiler, (çünkü aynanın yü
tartışma yapılacağına herkese ısmarlama eğilimi, cimrilikten zeyi asla kaygan değildir) bizi, iyi ya da kötü, değiştiriyor ol
muyor muydu öyleyse?
13. Herkes bizi kim olduğumuza dair faklı verilerle donatır,
çünkü bizler, onların tahayyül ettiği kişi oluruz biraz biraz.
Benlik, dış duvan elastik olan bir amibe benzetilebilir, çevreye bir miras bırakmış - nereden kaynaklandığı belli olmayan bir
zaten böyle uyum sağlanır. Absürd bir insan benim absürd zihinsel yetersizlik duygusu. Nasıl başarmıştı bunu? Chloe bu-
yanlanmı keşfedecektir ama ciddi bir insanla ciddiyetimi ko- na da bir yanıt veremiyordu. Bunu yapmak için belli bir dil
rurum. Birisi benim utangaç olduğumu düşünüyorsa, onun kullanmadan, amibi kendi öngörülerine göre şekillendirmeyi
yanında büyük olasılıkla utangaç davranırım, benim komik ol- başarmıştı - yani genç ve güzel bir öğrenci olan Chloe'nin,
duğumu düşünen birinin yanındaysa herhalde sürekli espri onun yanında aklını kullanmasına gerek görmüyordu. Ve böy-
patlatınm. Dairesel bir süreç bu: lece, kırk gün deli muamelesi gören Chloe farkında olmaksızın
beş kitap yazan ve birçok akademik dergide sayısız makalesi
yayımlanan bu felsefecinin, yıl sonu dağıttığı ödevlerden bi-
riymiş gibi şekillendirilmiş bir kimliğe bürünmüştü. Sonunda,
gördüğü aptal muamelesi kadar aptal gibi hissetmeye başla-
mıştı kendini.
Şekil 14.1 16. Kronoloji, kendi öyküsünü anlatacak yaşa gelmemiş ço-
cuğun her zaman için üçüncü kişinin bakış açısından yorum-
14. Chloe, annem ve babamla öğle yemeğine çıktığında, ye lanması anlamına gelir (Chloe ne kadar şirin/çirkin/zeki/aptal bir
mek boyunca sessizdi. Eve döndüğümüzde, ona ne olduğunu çocuk değil mi?). Çocukluktan çıkmak, başkalarının, yani öykü-
sordum. Kendisi de anlayamamıştı. Neşeli ve ilginç olmaya ça ler anlatmaya bayılan anne ve babalarımızın sahte yorumları-
lışmıştı ama karşısında oturan iki insanın şüpheleri, her za nı düzeltmektir bir anlamda da. Ama bu öyküleri düzeltme
manki kişiliğine bürünmesini engellemişti. Annem ve babam mücadelesi, çocukluktan sonra da sürer: Kim olduğumuza dair
gözle görülür bir hata yapmamışlardı ama onların belli bir kararları çevreleyen bir propaganda savaşı yaşanır sanki,
özelliği, Chloe'nin tek heceli sözcükler dışına çıkmasını engel birkaç farklı grup kendi gerçeğini kabul ettirmeye, kendi öy-
lemişti. Ötekilerin üzerimize yapıştırdığı etiketlerin şiddetli bir küsünü duyurmaya çalışıyordur. Ama gerçek yine saptırılmış-
biçimde açığa vurulan bir süreç olmadığının bir işaretiydi bu. tır - ya bir düşmanın kıskançlığından ya bir umursamazın
Çoğu kimse bizi belli rollere bürünmeye zorlamaz yalnızca umarsızlığından ya da kendi bencil körlüğümüzden. Birisini
tepkileriyle bizi bir yöne çekerler ve dolayısıyla, öngörülen ka sevmek bile kocaman bir yanılsama olabilir, birinin bu dünya-
lıbın dışına çıkmamızı nazikçe engellemiş olurlar. daki en zeki ya da en akıllı kişi olduğunu pek bir temele da-
yandırmadan savunmak, gerçek bir anlayışın gerektirdiği ta-
15. Birkaç yıl önce, Chloe Londra Üniversitesi'nden bir aka rafsız bakış açısından epey uzaktır - hoş bir saptırmadır bu
demisyenle birlikte olmuş. Beş kitap yazan ve birçok akade ama yine de saptırmadır işte. Kendimizi bir başkasının gözle-
mik dergide yazılan yayımlanan bu analitik felsefeci Chloe'ye rinde onaylama arayışımız, lunaparktaki komik aynalara bak-
mak gibidir: Ufak tefek bir insan birden üç metre boylanmıştır,
zayıf bir kadın birden şişmanlar, şişman olan zayıflar, zürafa
gibi bir boyun ya da fil gibi ayaklarımız olur birden, kötü bir
karakter ya da bir aziz, büyük bir beyin ya da beyinsiz, uzun
bacaklı ve hatta hiç bacaksız oluruz... Narkissos gibi, bir başka- sanki. Bana ilgi duyuyorsun ve beni daha iyi anlıyorsun, onun
sının sulu gözlerinde kendimizi aradığımızda ister istemez için kıvrık yaptım, doğal görünsün diye."
belli bir hayal kırıklığına uğrarız. Hiçbir göz, bizim kendi benimi- "Tamam anladım. O zaman şu düz taraf ne?"
zi bütünüyle içeremez. Şu ya da bu özelliğimiz kesilip atılacaktır "Nerede?"
kuşkusuz, önemli olsun olmasın. "Amibin kuzeydoğu bölümünde."
"Coğrafyam hiçbir zaman iyi olmadı biliyor musun? Ama
17. Chloe'ye insan kişiliğinin amiplere benzediğini söyledi- evet işaret ettiğin yeri, görüyorum. Benimle ilgili her şeyi anla-
ğimde güldü, okuldayken amiplerin resmini yapmayı çok sev- mıyorsun değil mi? Onun için biraz daha gerçekçi bir şekil çiz-
diğini söyledi. Sonra eline bir kalem aldı. dim. O düz çizgi, benimle ilgili anlayamadığın ya da çözmek
"Şu gazeteyi versene, sana bürodaki amip-benliğimin şek- için zaman bulamadığın yönlerimi temsil ediyor."
liyle senin yanındaki şeklini çizeyim." "Yaa."
Sonra şu şekilleri çizdi: "Ah o ne surat, o çizginin de yuvarlandığını görsen neler
olurdu bilmek istemezsin. Ayrıca kaygılanma, o kadar ciddi ol-
sa, burada senin koynuna girmiş, son derece mutlu bir amip
olmazdım herhalde."

18. Chloe amibin üzerindeki o düz çizgiyle ne demek iste-


mişti? Yalnızca onu bütünüyle anlayamayacağımı - bunda şaşı-
lacak bir şey yoktu belki, halden anlamanın da bir sınırı vardır
kuşkusuz. Peki neydi çabalarımı sınırlayan? Belki de onu yal-
nızca insan doğasına ilişkin o güne dek kavradığım gerçeklere
göre tanımaya çalışmam. Ondan beklentilerim başkalarından
beklentilerimin bir uzantısı olabilirdi ancak, başka sosyal iliş-
kilerimin süzgecinden geçiriliyordu ona dair bilgilerim. Kaya-
lık bir dağ peysajına bakıp kendini bir yere ait hissetmek için
Şekil 14.2 "İsviçre'ye ne kadar benziyor" diyen bir Avrupalı gibi,
Chloe'nin karamsar bir ruh halini, "Çünkü x gibi hissediyor... tıp-
"Şu kıvrık bölümler ne?" "Senin yanında kendimi kı ablam gibi..." şeklinde kavrayabiliyordum ancak. Kadın ve
kıvrık hissediyorum." "Ne?" erkeklerle yaşadığım bütün yaşam deneyimleri, Chloe'yi anla-
yabilmek için bana hizmet ediyordu şimdi - benim öznel ve
"Yani, nasıl diyeyim, senin yanında nefes alabiliyorum. Bü-
dolayısıyla saptırılmış insan doğası anlayışım, biyolojik özel-
roda olduğumdan daha karmaşık bir kişiliğe bürünüyorum
liklerime, mensubu olduğum sınıfa, vatandaşı olduğum ülke-
ye ve psikobiyografime bağlı olarak ortaya çıkıyordu böylece.
136
19. Sevgilinin bakışı, bir ızgara şişine benzetilebilir. İnsan 21. Düz sınırlar ve düz çizgilerden arınmış, içinde küçülme-
doğasının karmaşıklığı nedeniyle, her sevgili belli özellikleri diğimiz bir aşkın özlemini çekeriz. Başkalarınca sınıflandırıl
görür, belli özellikleri geçirir ızgara şişine, gerisini göz ardı maya, etiketlenmeye (kadın, erkek, zengin, yoksul, Yahudi,
eder: Sözgelimi benim bakışım Chloe'nin şu yönlerini görü Katolik vs.) ölümüne direniriz. Bu direnç, etiketlerin doğru ol
yordu ya da (anlıyor, kavrıyor, yakın buluyordu): mamasından değil, sınıflandırılamayacağımıza dair öznel
> > - ironi - gözlerinin rengi - iki ön dişinin arasındaki boşluk - duygumuzu korumak adınadır. Ne de olsa kendimize göre as
zekâsı - ekmek pişirme yeteneği - annesiyle olan ilişkisi - sosyal kay la etiketlenemeyecek varhklarızdır. Yalnız olduğumuzda, gayet
gısı - Beethoven sevgisi - tembellikten nefret etmesi - papatya çayı basit bir biçimde "ben"izdir işte ve başkalarının bize dayattık
nı sevmesi - kendini beğenmişlerden nefret etmesi - yün giysileri ları olmadan, o etiketlenmiş yönlerimiz arasında gidip geliriz.
sevmesi - klostrofobisi - dürüstlük arzusu - > Chloe'nin bir keresinde "birkaç yıl önce birlikte olduğu bir
Oysa bunlar, Chloe'nin kişiliğinin bütününü oluşturmuyor- adam"'dan söz ettiğini duyduğumda birden üzülmüştüm, bir
du. Elimizde farklı bir ızgara şişi olsa ve ben de farklı bir sev- kaç yıl sonra benden de belki (ortasında ton balığı salatası bu
gili olsaydım, belki şu yönlerini de görecek zamanım olurdu: lunan masada Chloe'nin karşısında bu kez başka bir adam
oturmuşken) "bir süre önce birlikte olduğu bir adam..." diye söz
> > - sağlıklı yemekleri sevmesi - bilekleri - açıkhava pazarlarını edilebileceğini düşünmüştüm. Geçmişteki bir sevgilisinden
sevmesi - matematik yeteneği - kardeşiyle olan ilişkisi - gece kulüp söz edişindeki rahatlık, o an ne kadar özel olursam olayım, yi
lerini sevmesi - Tanrıya ilişkin görüşleri - pilav sevmesi - Degas - ne de belli tanımlar içinde bulunduğumu ("bir adam", "bir er
paten kayması - uzun doğa yürüyüşleri - arabada müzik dinlemeye kek arkadaş") ima eden nesnel durumu göstermişti bana, var
karşı çıkması - Viktoryen mimariye olan ilgisi - > lığım bir yansımadan (ne kadar özel olursam olayım) ibaretti
Chloe'nin gözlerinde.
20. Chloe'nin doğasının karmaşık yönleriyle yeterince ilgi
lendiğimi sanıyordum ama önemli kısaltmalar yaptığım, onu 22. Başkalarınca etiketlenmek, kategorilere konmak ve ta
anlayacak denli duyarlılığa ya da olgunluğa sahip olmadığım nımlanmak durumunda kaldığımız için, sonunda âşık olduğu
zamanlar da oluyordu kuşkusuz. En önemli ama kaçınılmaz muz kişi, ızgarayı en iyi yapabilendir sonuçta, sevilesi sandığı
olan bir kısaltma ise Chloe'nin yaşamına ancak dışardan birisi mız yönlerimiz için bizi seven, anlaşılmasını istediğimiz yön
olarak katılabilmemdi belki, onun iç dünyasını hayal edebilir lerimizi anlayan kişidir o. "Chloeip" ile benim birlikteliğimiz,
ama asla tecrübe edemezdim. Ben/sen ayrımıyla bölünmüş şimdilik de olsa birbirimizin yanında rahat ettiğimizi, dilediği
tük, ben ve ben olmayan ile. Ne kadar yakın olursak olalım, mizde yayılabileceğimiz bir alan bulduğumuzu ortaya koyu
Chloe sonuçta başka bir insandı ve bunun getirdiği tüm gizem yordu.
ve mesafeyle donanmıştı (yalnız öleceğimizi anımsatan o kaçı
nılmaz mesafe...).
3. Başka bir deyişle, özetler çıkararak yaşıyoruz bizler, (bir
ağacın ya da duygusal bir durumun) baskın özelliğini alıp, bü
tünü o özellikle etiketliyoruz. Yaşanmış bir olayı anlatmaya
kalktığımızda, o olayın, anlamı soyutlanmış, amaçlarımız doğ
rultusunda çok yönlülüğünü, belirsizliğini yitirmiş tortusunu
anlatıyoruz aslında. Bir öykü, anımsanan bir anın yoksul kar
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
şılığı olabilir ancak. Chloe ile yaşadığımız aşk öyküsü sürecin
Gönül de Mola Verir de benim duygularım duygusal cetvelin bir ucundan diğerine
uzanmıştı ve bu durumu yalnızca âşık olmak diye geçiştirmek,
acımasızca özetlemek gibi geliyordu bana. Ama olayları özet
lemeye hevesliyizdir bizler, pek zamanımız da yoktur genelde
ve yaşananları kısaltarak ifade ederiz, yoksa değişkenliğimizin
1. Dil, istikranyla kararsızlıklarımızı bertaraf eder. Dünya ve belirsizliklerimizin üstesinden gelemeyebiliriz. Sonuçta
her an değişirken, bizlere hayali bir süreklilik ve sabitliğin ar şimdiki zaman önce tarih, sonra nostaljiye dönüşerek bozulur.
dına saklanma olanağı tanır. Değişimin kaçınılmazlığını anlat
mak için, "Kimse aynı nehire iki kez giremez," demişti Herak- 4. Chloe ile birlikte Bath'da hoş bir hafta sonu geçirdik. Ro
litus oysa bu cümlede nehir sözcüğünün değişmiyor olmasını malılardan kalma hamamları ziyaret ettik, bir İtalyan lokanta
göz ardı etmişti, dolayısıyla aslında aynı nehire iki kez girilme sında yemek yedik ve Pazar öğleden sonra tarihi evlerin çevre
si gibi bir durum ortaya çıkıyordu. Ben bir kadına âşık olan bir sinde yürüyüş yaptık. Bath'daki o hafta sonundan geriye ne
adamdım ama bu cümle, duygularımın iniş çıkışlarını ve de kaldı? Belleklere yerleşen birkaç fotoğraf - yattığımız odanın
ğişkenliğini ne ölçüde ifade edebiliyordu ki? Zaman zaman sa mor perdeleri, kentin tren penceresinden manzarası, bir park,
dakatsizliği, sıkıntıyı, sinir ve kayıtsızlığı da kapsayan aşka da bir şöminenin üstündeki saat. Bunlar görsel kalıntılar. Duygu
hil miydi bu sözcükler de? Duygularımın belirsizliğini bütü sal olanlar daha da belirsiz. Mutlu olduğumu anımsıyorum,
nüyle yansıtabilecek bir sözcük var mıydı ki? Chloe'yi sevdiğimi. Oysa geçmişe dönüp anlık ansımaların
ötesine uzanmak istediğimde daha karmaşık bir tarih beliri
2. Yaşamım boyunca taşıdığım bir ismim var - altı yaşın yor: Müzedeki kalabalığın sinirimi bozması, Cumartesi gecesi
dayken bir fotoğrafta gördüğüm "ben" ile belki altmış yaşım bir türlü uyayamamam, dana bifteği yedikten sonra geçirdi
dayken bir fotoğrafta göreceğim "ben" aynı harflerle yazılıyor ğim ufak çaplı hazımsızlık, Bath tren istasyonunda sevimsiz
oysa zaman beni bu arada tanınmaz hale getiriyor. Ağaca ağaç bir gecikme, Chloe'yle takside yaptığımız tartışma gibi.
diyorum ama o ağaç yıl içinde çeşitli değişimlere uğruyor. O
ağacı her mevsim yeniden adlandırmanın yaratacağı karmaşa 5. Aslında dilin ikiyüzlülüğü bağışlanabilir belki de; çünkü
yı engellemek için süreğen olanın üzerine temelleniyor dil ve Bath'da geçirilmiş bir hafta sonunu tek bir sözcükle, hoş sözcü-
ağacın bir mevsim yapraklı, bir mevsim çıplak oluşunu göz ar ğüyle anımsamamızı sağlıyor ve bir düzen, bir kimlik kurma-
dı ediyor.
mıza yardımcı oluyor. Oysa insan sözcüklerin, Heraklitus'un
nehrinde akan sular gibi akan alt anlamlarıyla yüz yüze geli-
yor bazen - ki o zaman, harflerle sınırlanan basit anlamlarını şamdan yalnızca birini yaşadığımızı anımsatır: Ve belki hepsi-
arar oluyor. Ben Chloe'yi seviyordum - ne kadar basit geliyor ni birden yaşayabilmenin olanaksızlığıdır bizi hüzünlendiren.
kulağa, birinin elma suyunu veya Marcel Prousf u sevdiğini Bir seçim yapma gereğini (ne kadar iyi olursa olsun), bir şeyi
söylemesi gibi tıpkı. Oysa gerçekler çok daha karmaşıktı, çün- seçerek yitirdiklerimizin hüznünü duymadığımız günlerin öz-
kü bir anı belli biçimde anlatmak bazı şeylerin göz ardı edilme- lemini duyarız.
sine yol açıyordu ister istemez - bir açıklama, binlerce karşıt
açıklamanın bastırıldığı anlamına geliyordu. 9. Sokaklarda veya kalabalık lokantalarda yaşamları benim
le paralel gelişen ama benim için birer muamma olarak kala
6. Arkadaşı Alice bir Cuma gecesi bizi yemeğe davet etti cak yüzlerce (ve hatta milyonlarca) kadının varlığını fark eder
ğinde, Chloe daveti kabul etti ve ona âşık olacağımı söyledi.
dim. Chloe'yi sevmeme karşın, bu kadınları görünce pişman
Alice'in yemek masası çevresinde sekiz kişiydik, dört kişilik
lık duymadan edemiyordum. Bir tren istasyonunda ya da ban
masada dirsek dirseğe yemek yemeye çalışıyorduk. Balham'da
ka kuyruğunda bir yüz görür, bir sohbetten kesit (birinin ara
bir evin en üst katında oturan Alice, Sanat Konseyi'nde sekre
bası bozulmuş, öteki üniversiteden mezun oluyor, bir başkası
terlik yapıyordu ve itiraf etmeliyim ki, evet, ona birazcık âşık
nın annesi hastalanmış...) duyar ve öykünün devamını öğrene
oldum.
meyeceğim için anlık bir hüzne kapılır, o öykülere uygun bir
son yazarak kendi kendimi teskin ederdim.
7. Birlikte olduğumuz kişiyle ne kadar mutlu olursak ola
lım, ona olan sevgimiz (çokeşli bir toplumda yaşamıyorsak 10. Yemekten sonra divanda oturup Alice'le sohbet edebilir
eğer) başka romantik ilişkilere girmemizi engeller. Ama onu dim ama yalnızca hayal kuracak halim vardı. Alice'in yüzü,
gerçekten seviyorsak, bu bizi neden zorlasın ki? Ve ona olan Chloe ile olan birlikteliğime karşın giderilememiş belli belirsiz
aşkımız zaten solmaya başlamamışsa eğer, neden üzülelim bu bir boşluk duymama yol açmıştı. Bir bilinmeyen, ifade edile
na? Bu sorunun yanıtı belki de sevmek gereksinimimizi çö meyen, en derindeki arzulan yansıtan ayna gibidir. Odanın
zümlemiş olmamıza karşın, bu gereksinimi uzun süre denetim öteki köşesindeki bir yüzün bilinene sunduğu ölümcül bir tek
altında tutmayı başaramamamızda yatıyor. liftir. Chloe'yi seviyor olabilirdim ama onu tanıdığım için, has
retini çekmiyordum. Tanıdıklanmıza hasret duymayız çünkü
8. Alice'i konuşurken, sönmüş bir mumu yakarken, tabak hasretin gerektirdiği muammadan yoksundur onlar. Birkaç da
larla mutfağa koşarken, alnına düşen san saçlarını geri itişini kika veya birkaç saat görülüp sonsuza dek yok olan bir yüz,
seyrederken kendimi romantik nostaljiye kapılmış buldum. çözümlenemeyen hayaller için gerekli bir katalizördür, boş bir
Romantik nostalji, sevgilimiz olabilecek ama şans eseri neden sayfadır, insanın hissettiği ama tanımlayamadığı, tutamadığı
se olmamış kişiler gördüğümüzde ortaya çıkar. Alternatif bir aşın tutkunun yansımasıdır.
aşk yaşamanın olasılığı, sürdürdüğümüz yaşamın, sayısız ya-
11. "Söyle bakalım, âşık oldun mu ona?" diye sordu Chloe
arabada.
'Tabii ki olmadım."
"Senin tipin ama."
"Hiç de değil. Hem zaten ben sana âşığım, biliyorsun." en zengin yönünü -hareketlerini- göz ardı etmek anlamına ge-
Aldatmanın bildik senaryosunda, bir sevgili ötekine "Beni liyordu. Uzun dönemler olurdu ki ben (artık bana tanıdık gel-
sevdiğini söylemişken, x'le nasıl aldatırsın?" diye sorar. Oysa diği için) onun vücudundaki değişimleri ya da yüzünde za-
birini sevdiğini söylemekle onu aldatmak arasındaki denklem, man zaman beliren çizgileri, Pazartesi ile Cuma günlerindeki
zaman kavramı göz önünde bulundurularak çözüldüğünde farklılığını artık görmezdim. Chloe bir alışkanlık olmuştu, zihni-
yanlış çıkmaz. "Seni seviyorum" ancak ve ancak "Seni şimdi
me yerleşmiş sabit bir imgeye dönüşmüştü.
seviyorum" anlamında söylenebilir. Alice'in yemek davetin-
den sonra eve dönerken Chloe'ye onu sevdiğimi söylediğimde 14. Ama alışkanlığın kaygan yüzeyinin kırıldığı anlar da
yalan söylemiyordum, ama sözcüklerim ister istemez zamanla olurdu ve o zaman ona yeniden doğru dürüst bakar, onu ilk
sınırlıydı. kez gören birinin gözleriyle izlerdim. Bir hafta sonu, arabamız
otobanda bozulunca yardım çağırmak durumunda kaldık. On
12. Chloe'ye olan duygularımın değişmesi, onun sürekli de beş dakika sonra bir tamirci geldiğinde, Chloe yetkiliye derdi
ğişen, hatta anlam karmaşası yaratan bir insan olmasından mizi anlatmaya koyuldu. Bir yabancıyla konuşmasını izlerken
kaynaklanıyordu. İşinin ya da telefon numarasının kesin oldu (kendimi o adamla özdeşleştiriyordum bir yandan da) tanıdı
ğundan bile emin değildim. Dikkatli bir göz, onun yüzünde en ğım kadın bana birden yabancılaştı. Tanıdıklığın soluk perdesi
küçük psikolojik ve fizyolojik değişimleri okuyabilir, kimle ol olmadan yüzünü görüp sesini duyduğumda tanıdığım haliyle
duğu ya da hangi filmi gördüğüne göre değişen aksanını fark değil ilk kez gören birinin gözleriyle izledim onu, zamanın
edebilir, yorgun olduğunda omuzlarının sarktığını, kendine yüklediği değerlerinin ötesine uzanabildim.
güvendiğinde boyunun adeta uzadığını görebilirdi. Yüzü Pa
zartesi ve Cuma günleri farklıydı, gözleri üzgün olduğunda 15. Ve birden, Chloe bujilerden ve yağ filtrelerinden söz
başka, uyarıldığında başkaydı, ellerindeki damarlar gazeteleri ederken, denetlenemez bir şehvete kapıldım. Alışkanlığın bir
okurken sanki duş aldığındaki damarlardan farklıydı. Değişik den kırılması yabancılaşma etkisi yaratmış ve Chloe'yi bilin
açılardan bakıldığında yüzünün görüntüsü farklıydı; masanın mez ve egzotik bir varlığa dönüştürmüştü - daha önce hiç do
öteki yanında, öpmeye uzandığında yakından ya da bir tren is kunmadığım bir kimsenin vücudunun uyandırdığı şehveti
tasyonunda... Anne ve babasının yanında başka, sevgilisinin uyandırmıştı bende. Tamircinin sorunu çözmesi uzun sürme
yanında başkaydı. Gülen Chloe başka, dişlerini diş ipliğiyle te di, sigortayla ilgili bir sorun varmış, çok geçmeden Londra'ya
mizleyen Chloe başkaydı. doğru yola çıktık. Oysa ben arzulanmı dizginleyemeyecek hal
deydim.
13. Bu değişimleri listelemek için sınır tanımayan bir biyog "Durmamız gerek, bir otel, park ya da küçük bir köy yolu
rafi yazarı olmam gerekirdi; bense alışkanlıklarına bağlı tem
bulalım. Sevişmemiz gerek."
bel bir yaratıktım. Bitkinlik çoğu zaman, Chloe'nin yaşamının
"Niye? Ne oldu? Ne yapıyorsun? Lütfen, şimdi olmaz, Tan
rım .... aaaah, Tanrı aşkına, yapma... Dur, peki, tamam, bekle,
arabayı durdursak iyi olacak, şurada kenara çekelim..."
16. Bir-yabancı-olarak-Chloe'nin cazibesi, değişkenlik ile
cinsellik arasındaki ilişkinin bir işaretiydi, başka bir deyişle, gi
yinik gövde ile çıplak gövde arasındaki farklılıktı. M4 karayo 19. Yine bir Çin lokantasında (Chloe bayılıyordu Çin lokan-
lunda bir sapağa girip durduk. Elimi uzatıp elbisesinin hafif talarına), insanlarla ilişkilerimizin masanın ortasında yemekle-
kumaşının üzerinden göğüslerini okşamaya başladım, bana rin yerleştirildiği ve insanın çevirerek bir an karides bir an do-
yabancılaşmış olan bu gövdeyi yeniden keşfediyordum müt muz etiyle karşı karşıya kaldığı döner çembere benzediğini
hiş bir haz duyarak. Çıplaklık ile giyinildik, tanıdıklık ile ya fark ettim. Sevmek, zaman içinde iyiyle de kötüyle de karşılaş-
bancılık arasında insanı kendinden geçiren bir süreçti bu, hem tığın dairesel bir süreç değil miydi? Genelde hareketli varlıklar
bir günah hem de yeni bir başlangıçtı. olmamıza karşın, duyguların hep sabit olması gerektiği gibi
yanlış bir düşünceye kapılır insanlar, aşk ya vardır ya yoktur
17. Chloe'nin Volkswagen'inin arka koltuğunda, çantalarla sanırlar, bu ayrımları da kalkıp ilişkinin başında ve sonunda
eski gazeteler arasında iki kez seviştik. Bu ani ve belirsiz arzu, yaparlar - oysa her gün, hatta saat başı değişebilir insanın
birbirimizin giysilerine ve tenine saldırılar hoş gelmişti ama, duygulan. Sevgi ve nefreti bir kişinin birçok yönünün meşru
tutkularımızın akışının ne denli tahrip edici olabileceğini orta karşılıkları olarak görmek yerine bunları birbirinden ayırmaya
ya koyuyordu. Bir arzuyla karayolundan sapıyorsak, sonraki çalışırız. Bütünüyle iyi olanı sevmek, bütünüyle kötü olandan
bir tarihte başka bir hormonun peşine takılıp birbirimizden nefret etmek gibi, insanın sevgi dolu ya da saldırgan içgüdüle-
kopmamız olası değil miydi? Duyguların ne yöne gideceğini rine yanıt getirmek gibi çocuksu bir gereksinim duyarız. Oysa
kestirmek olanaksız gibiydi. Aşkımız, mevsimlerin yumuşak Chloe'yle böyle sabit duygular yaşamak olanaksızdı. Bazen
geçişlerinden çok, dağlardan boşalan bir akarsuyun sarsıcı akı kafamı öyle karıştırırdı ki döner masadaki bütün yemeklerin
şına benziyordu.

18. Chloe ile aramızda bir espri vardı; birbirimizin duygu


sal hallerinin farkında olduğumuzu göstermek adına oynanan
Heraklitçi bir oyundu bu, aşkın bir ampul gibi aynı sabit ışık
la yanması gerektiği düşünsel baskıyı biraz olsun hafiletiyor-
du. "Bir şey mi oldu? Bugün beni sevmiyor musun?" diye so
rardı içimizden biri. "Daha az seviyorum."
"Gerçekten mi? Çok mu daha az?" tadına bakmış olurdum. Chloe'nin aşağıdakiler gibi olduğunu
"Hayır, o kadar da az değil." hissederdim sözgelimi:
"On üzerinden kaç?"
Şekil 16.1
"Bugün mü? Belki altı buçuk veya belki altı ve üç çeyrek ka-
dar. Ya sen?"
"Tanrım, eksi üç diyebilirim, gerçi bu sabah on iki buçuk
20. Çemberin bir duygudan ötekine neden kaydığını kestir-
verebilirdim, hani..."
mek güç oluyordu genellikle. Chloe'yi belli bir şekilde oturur-
ken ya da belli bir şey söylerken görüp, az önce ballı börekliy-
ken birden son derecede sıkılırdım ondan. Bu duygulan bir tek
ben yaşamıyordum, çünkü bazen Chloe de bana karşı ani pat- uzanıyor ve bazen öylesine üstesinden gelinemez hale geliyor-
lamalar gösterirdi. Bir gece arkadaşlarla bir film üzerine tartı- du ki.
şırken, benim başka insanların zevklerine burun kıvırdığımı
söyledi durup dururken düşmanca bir tavırla. Önce şaşırdım 22. Filozoflar geleneksel olarak aklın üstünlüğüne dayanan
çünkü henüz ağzımı bile açmamıştım, ama sonra daha önce ve dolayısıyla arzuların egemenliğini kınayan bir yaşam tarzı
yaptığım bir şeye alınmış olabileceğini ve öfkesini bu şekilde nın savunusu yapmışlarsa bu, aklın, sürekliliğin temelini teşkil
gösterdiğini tahmin ettim - başka birine de alınmış olabilirdi, etmesinden, zamanla sınırlı olmayışından, yani bir son kullan
ben de hedef tahtası oluyordum. Tartışmalarımızın çoğu bu gi- ma tarihi bulunmayışındandır. Romantiğin aksine filozof, ilgi
bi haksızlıklar nedeniyle, zamanında ya da gereken kişilere ile- sinin bir an Chloe'den Alice'e, bir an Alice'den Chloe'ye sav
tilmemiş duygulardan kaynaklanıyordu. Chloe'ye, bulaşık rulmasına izin vermez çünkü yapılan her seçimi destekleyen
makinesini son derece gürültü çıkartarak boşaltması gibi yü- sabit nedenler vardır. Filozoflar, arzularında yalnızca evrimi
zeysel bir nedenle değil, o gün daha erken saatlerde işten ara- gözlemlerler, kopuklukları değil. Aşkta sadık ve sabittirler, ya
dıklarında telefona çıkmadığım için duyduğum suçluluk ne- şamları bir merminin yörüngesi denli sağlam bir çizgide iler
deniyle öfkelenebiliyordum. Buna karşılık Chloe de belki o sa- ler.
bah belli etmediği öfkesini bulaşık makinesindeki tabak çanak-
tan çıkartıyordu. (Belki de olgunluğu -o anlaşılması zor hede- 23. Ama bundan da önemlisi, filozofun sağlam bir kimliği
fi- herkese gereken zamanda hak ettiği gibi davranmak, kendi vardır. Nedir kimlik? Belki insanın eğilimleriyle şekilleniyor
öfkeni masum insanlardan çıkartmamak ve hangi duygularını dun Sevdiklerim beni belirler. Ben kimim, büyük ölçüde ben ne is
kendine saklayacağınla hangi duyguları dışavuracağının ayrı- tiyorum ile birlikte gelişir. Eğer ben on yaşımdan beri golf oy
mını yapabilmek yeteneği olarak tanımlayabiliriz.) namayı sevmişsem ve bugün yüz yirmi yaşındaysam ve hâlâ
bu sporu seviyorsam, o zaman ben istikrarlı bir kimliğe (hem
21. Bizi sevdiklerini iddia edenlerin aynı zamanda nasıl golfçu hem de dolaylı yoldan insan olarak) sahip olduğumu
haksız düşmanlıklar ve dargınlıklar hissedebildiğini merak söyleyebilirim. İki yaşımdan doksan yaşıma dek Katolisizme
edebilir insan. Benliğimizde birbirine zıt çok sayıda duyguyu, olan inancımı korumuşsam, otuz beş yaşında bir gün kalkıp
denetleyemediğimiz katmer katmer çocuksu tepkileri barındı- psikopos ya da papa olmak isteyen ama yaşamının sonunda
rıyoruz. Öfkeler, yamyamsı dürtüler, yıkıcı fanteziler, biseksü- İslam'a yönelen Yahudi'nin yaşadığı kimlik krizini yaşamaya
el eğilimler ve çocukluk paranoyaları, daha saygıdeğer duygu- cağım demektir.
ların içine sarmalanmış bulunuyor. "İnsanların kötü olduğunu
söylememeliyiz asla," diyordu Fransız filozof Alain, "yeter ki 24. Duygusal insanların yaşamı zamanın başdöndürücü
neden öyle davrandıklarını görebilelim" - yani, bir tartışma- devrimleri etrafında geliştiği için farklıdır, ne istedikleri o kadar
nın ya da saldırganlığın temeline inmeliyiz. Chloe ile ben de çabuk değişir ki kim oldukları da sürekli bir soru işaretidir. Duy
bunu denemeye niyetliydik ama bu karmaşa, cinsel dürtülerin gusal bir adam bir gün Samantha'yı ertesi gün Sally'yi seviyor
yarattığı kaprislerden çocukluk travmalarının etkilerine kadar sa, o zaman kimdir o? Bir gece yatağa Chloe'yi severek girip,
ertesi sabah ondan nefret ederek uyansam, o zaman "ben" ki- denli ciddiye almıştık ki ilişkimizin sonunun artık geldiğini
mim? Daha mantıklı bir insan olma tasarımdan tümüyle vaz- düşünmüştük. Oysa öyküyü sonlandırma olasılığı, böyle bir
geçmiş değildim. Ama Chloe'yi sevmek ya da sevmemek ile il- şeyi tasavvur bile etmeyen arkadaşlarımız sayesinde unutul-
gili sağlam nedenler bulmak gibi bir türlü peşimi bırakmayan muştu. Kahve içerken, mutlu çiftle ilgili sorular sorulmuştu,
bir durumla yüz yüzeydim. Sevmek ya da nefret etmek için bir kopuş olasılığının bilincinde olmayan, dolayısıyla böyle bir
güvenli, çürütülemez (mantıklı demeye cüret etmiyorum) ne- olasılığı göz ardı eden sorulardı bunlar. Başkalarının varlığı,
denler olsaydı, geri dönüp değerlendirme yapılabilecek sabit bizim iniş çıkışlarımızı dengeliyordu, ne istediğimizden ve do-
bir nokta da olurdu. Ama iki ön dişinin arasındaki boşluk ona layısıyla kim olduğumuzdan emin olamadığımız zamanlarda
sırılsıklam âşık olmam için bir neden oluşturmuşsa, dirseğini dışarda duran ve yalnızca sürekliliğin farkında olan ama bu
nasıl kaşıdığı da ondan birden nefret etmeme neden olamaz öykünün bitmeyecek bir öykü olmadığının farkında olmayan-
mıydı? Bilinçli olarak ne gibi nedenler sıralarsak sıralayayım, ların yatıştırıcı çözümlemelerinin arkasına saklanabiliyorduk.
bizi cezbedenin ne olduğunu ancak tahmin edebiliriz (ve dola-
yısıyla aşkın yok olmasının o geri dönülemez ve trajik süreci- 27. Moralimiz iyiyken, gelecekteki günlerin düşleriyle de
nin de...) avutabiliyorduk kendimizi. Aşkın başladığı gibi bitmesi tehli-
kesi, şimdiki zamanın biz ölene dek süreceğini düşündürecek
25. Uyuşmazlıkların karşısında doğal bir insani dürtü var bir gelecek kurgulamamızı doğal kılıyordu. Nerede oturacağı-
dı: Duygusal çevrenin sabitliğinin korunması. Bu insanın dür mıza, kaç çocuk sahibi olacağımıza, emekliliğimizi nasıl geçi-
tü dalgalanmalarını azaltıyor, kargaşaların önlenmesi ve belli receğimize dair düşler kurarak Kensington Parkı'nda el ele tu-
bir düzenin kurulmasını hedefliyor, sürekliliği ve uyumu ar- tuşarak torunlarını gezdiren ihtiyarlarla özdeşleştirirdik ken-
zuluyordu. Bu durum çizgisel bir aşk öyküsüne demir atmamı dimizi. Aşkın biteviyeliğinden korunmak için uzun bir zaman
sağlamıştı, Chloe ile benim öykümdü bu ve tali öyküler yaz dilimi içinde yaşantımızı tasarlamaktan zevk alıyorduk. Not-
mak, modern yazının şizofrenisiyle kendi öykümden başka ting Hill yakınlarında ikimizin de sevdiği ve zihnimizde döşe-
öykülere dalmak ya da kendi öykümü sorgulamak istediğim diğimiz evler vardı, üst katta iki küçük çalışma odası, bodrum
de dizginleri eline alıyordu. Bir gün önce bir mağazada gördü katında en yeni malzemelerle yapılmış bir mutfak ve çiçekler-
ğüm iki güzel yüzle yaşadığım erotik öyküden uyanır uyan le, ağaçlarla dolu bir bahçesi olacaktı. Bu ilişki herhalde o ka-
maz yanımda yatan Chloe'yi görünce kendime gelirdim. Ola dar sürmezdi ama sürmemesi için bir neden olmadığına inan-
naklarımın bilincine varır, öykümün bana yüklemiş olduğu ro mak zorundaydık. Birisini sevmek ve aynı zamanda ayrılma-
le döner ve yaşanan gerçeğin muazzam otoritesine boyun yı, başka birisiyle evlenip evini onunla döşediğini düşünmek
eğerdim. olası mı? Hayır, birlikte yaşlanıp emekli olmayı ve takma diş-
lerimizle deniz kenarında bir bungalovda yaşayacağımızı dü-
26. Dalgalanmalar çevrenin onayıyla, çevremizdekilerin sa şünmek zorundaydık. Bunlara gerçekten inansaydık, insanı
bit varsayımlarıyla dengede tutuluyordu. Bir Cumartesi günü sonsuz aşka zorlamaya kalkışan, yasal eylemlerin o en insafsızı
arkadaşlarımızla bir kahvede buluşmadan önce giriştiğimiz olan evlenmeye bile yanaşabilirdik.
şiddetli kavgayı anımsıyorum. O an ikimiz de bu kavgayı o
28. Eski sevgililerden söz etmeyi pek sevmememin nedeni
yaşadıklarımızın sonsuza dek sürmesi arzusundan kaynakla
nıyordu belki de. Bütün eski sevgililer, bir zamanlar sürekli
sandığın duygunun hiç de sürekli olmadığının birer gösterge
siydi ve Chloe'yle ilişkim de aynı şekilde sonuçlanabilirdi. Bir
akşam üzeri Hayvvard Galerisi'nin kitapçısında Picasso'yla il
gili bir kitap karıştıran eski bir kız arkadaşımı gördüm. Arka
daşlarına göndermek için kartpostal seçmekte olan Chloe bir ON ALTINCI BÖLÜM
kaç adım ötemdeydi. O eski kız arkadaşım Picasso'yu çok se Mutluluk Korkusu
verdi. Gidip merhaba diyebilirdim. Ne de olsa Chloe de hâlâ
belli aralıklarla görüştüğü bazı eski erkek arkadaşlarını tanış
tırmıştı benimle. Ama rahatsız olmuştum: Çünkü bu kadın
duygularımın ne kadar değişken olduğunu yüzüme vuruyor
du sanki. Onunla kurduğum ama sonra yitirdiğim yakınlığın 1. Aşkın en büyük sakıncalarından biri, kısa bir süre için de
Chloe ile yinelenebileceğinden korkuyordum. olsa, bizi mutlu etme tehlikesi taşımasıdır.
29. Aşkı trajik kılan geçiciliğidir. Bir sevgiliyle birlikteyken 2. Ağustos ayının son haftasında Chloe ile birlikte İspan
eski sevgilileri tarihe gömmek kayıtsızlığı aslında ne kadar ya'ya gitmeye karar verdik - yolculuk da (tıpkı aşk gibi) hayal
korkunç. Bugün her şeyini kurban edebileceğin bir insanı bir leri gerçeğe dönüştürme teşebbüsüdür. Londra'dayken, İspan
kaç ay sonra gördüğünde yolunu değiştirmek (ya da onun da ya emlak pazarının uzmanlarından Ütopya Seyahatleri'nin ki
girdiği kitapçıdan çıkmak) dehşet veriyor bana. Chloe'ye olan tapçığını gözden geçirmiş ve Valencia'nın ardındaki dağlarda,
sevgim şu an benliğimin özünü oluşturuyorsa, o zaman haya Aras de Alpuente kasabasında çiftlik evinden bozma bir dağ e-
tımdan çıktığında bir parçam da ölmüş olacak demekti. vinde karar kılmıştık. Fotoğraflarda göründüğünden daha da
güzeldi ev. Odaları basit ama rahat döşenmişti, banyosunda
30. Tüm bunlara karşın Chloe ile ben yine de âşık olduğu herhangi bir sorun yoktu, asma yapraklarıyla gölgeli bir terası
muza inanıyorsak bu belki de sonunda güzel anların (en azın vardı, yakınında yüzebileceğimiz bir göl bulunuyordu, komşu
dan şimdilik) sıkıntı ve kayıtsızlık anlarından çok olmasından evin keçi besleyen çiftçisi de zeytinyağı ve peynir ikramıyla bi
kaynaklanıyordu. Yine de adına aşk dediğimiz olgunun daha zi pek hoş karşılamıştı.
karmaşık ve sonuçta o kadar da muhteşem olmayan bir gerçe
ğin özeti olduğunun her zaman farkındaydık. 3. Havaalanında kiraladığımız arabayla daracık dağ yolla
rından geçerek, öğleden sonra geç saatlerde varabildik eve.
Gölün berrak mavi sularına attık kendimizi hemen, solmaya
başlayan güneşin altında kuruduk. Sonra eve dönüp bir şişe
şarap ve zeytin ile terasta oturup, güneşin batışını seyrettik.
"Harika değil mi?" dedim şiirsel bir tonla.
"Evet, değil mi?" diyerek yankıladı beni Chloe.
"Öyle mi gerçekten?" diye şaka yaptım. 5. Dr. Saavedra, bir köy doktoru için fazlasıyla asil bir tipti.
"Sus, manzaranın güzelliğini bozuyorsun." Beyaz keten bir takım giymişti, 1950'li yıllarda Imperial Ko
"Hayır, ciddiyim, gerçekten harika. Böyle bir yerin varoldu- lej'de bir dönem geçirmişti, İngiliz tiyatro geleneğine hayrandı
ğuna bile inanmazdım görmesem. Her şeyden o kadar uzak ki, ve İspanya ziyaretinin daha ilk gününde rahatsızlanan genç kı
kimsenin bozmaya yeltenmediği bir cennet gibi." za bakmak için benimle gelmeye son derece hevesliydi. Aras de
"Yaşamımın geri kalan kısmını burada geçirebilirim," diye- Alpuente'ye döndüğümüzde Chloe'nin durumu hâlâ düzel
rek iç çekti Chloe. memişti. Doktoru onunla yalnız bırakıp, öteki odada bekleme
"Ben de." ye başladım kaygıyla. Doktor, on dakika sonra odadan çıktı.
"Burada birlikte yaşardık, ben keçileri beslerdim, sen zeytin "Kaygılanacak bir şey yok."
yetiştirirdin, kitaplar yazardık, resim yapardık ve ..." "İyileşecek mi?"
"İyi misin sen?" diye sordum Chloe'nin birden acıyla yüzü- "Evet dostum, sabaha bir şeyi kalmaz."
nü buruşturduğunu görünce. "Neyi varmış?"
"Evet, şimdi iyiyim. Ne oldu bilmiyorum. Birden başımda "Pek bir şey değil, biraz midesi, biraz başı, tatilcilerde sık
korkunç bir ağrı hissettim, korkunç bir zonklama gibi. Bir şey sık rastlanan bir olaydır. İlaç yazacağım. Bir tür ank-edonya işte,
değildir. Ah, hayır, yine başladı işte." ne bekliyordun?"
"Dur bir bakayım."
"Nasıl bakacaksın, başım ağrıyor." 6. Dr. Saavedra, İngiliz Tıp Birliği'nce dağ hastalığına ben
"Biliyorum ama acını paylaşmaya çalışıyorum." zeyen ve mutluluk tehdidiyle ani bir korku şeklinde beliren bir
'Tanrım, uzansam iyi olacak. Yol yorgunluğu olsa gerek, ya hastalık olarak tanımlanan anhedonia teşhisi koymuştu. İspanya
da belki yükseklikten etkilenmişimdir. Yine de içeri girsem iyi bölgesinde, pastoral çevreyle yüzleşince dünyevi mutluluğun
olacak. Sen kal burada, ben çaresine bakarım." belki de çok uzaklarında olmadığı gerçeğini aniden fark eden
ama böyle bir olasılığa karşı şiddetli bir fizyolojik tepkinin ağı
4. Chloe'nin ağrıları hafiflemedi. Bir aspirin içip yattı ama na düşen turistler arasında sıkça görülen bir hastalıktı bu.
uyuyamadı. Rahatsızlığını ne denli ciddiye almam gerektiğini
kestirememekle birlikte, onun olayları büyütmeme eğilimini 7. Mutluluk ender rastlanan bir olgu olduğundan, kabullen
göz önünde bulundurarak bir doktor çağırmaya karar verdim. mesi de yoğun bir korku ve kaygıyla birlikte gelir. Dolayısıyla,
Çiftçiyle karısı, kulübelerinin kapısını çaldığımda yemek yi- bilincinde olmadan belki, Chloe ve ben (gerçi ben hastalanma-
yorlardı, bölük pörçük İspanyolcamla en yakın doktoru nere- mıştım) hedonia'yı, yani mutluluğu hep anılarda ya da beklen
de bulabileceğimi sordum onlara. Doktor, Villar del Arzobis- tilerimizde aramaya yönelmiştik. Mutluluğu yakalamak her ne
po'da, yirmi kilometre ötede bir kasabada oturuyormuş. kadar temel bir hedef de olsa, ancak uzak bir gelecekte belki
yakalanabileceği inancıyla beliren bir hedefti - Aras de Alpu-
ente'deki doğal yaşam ile belki birbirimizin kollarında hissetti
ğimiz duygular, işte bu inanca meydan okuyordu.
8. Neden böyle yaşıyorduk ki? Yaşamdan sonrasına dair ra zaman? Çocukken benim için her tatil bittikten sonra mükem-
hat inancın ardına sığınmak yerine şimdiki zamandan zevk al melleşirdi, çünkü şimdiki zamanın kaygıları silinmiş, birer anı-
mak, kendimizi mükemmel olmayan ve üstelik tehlikeli biçim ya dönüşmüş olurdu. Ne olduğu değil, ne olacaksa hemen ol-
de ölümlü de olan bir gerçeğe adamak anlamına geliyordu ması önemliydi, böylece geriye dönüp yaralarımı sarabiliyor
çünkü. Gelecek zaman kipinde yaşamak, bugüne benzemeyen ya da neşeli bir anı zihnimde yeniden canlandırabiliyordum.
ideal bir gelecek adına bizi tehdit eden durumlara bağlanma Çocukluk yıllarımı ailecek Zürih'ten Engadine'e kayak yap-
gereksiniminden kurtarıyordu bizi. Yaşamı, yaşamdan çok da maya gittiğimiz kış tatillerini bekleyerek geçirirdim. Ama so-
ha güzel bir cennetin başlangıç evresi olarak gören kimi dinler nunda dağın tepesine çıktığımda bembeyaz, saf piste bakar, o
deki inançlara benziyordu bu. Tatillere, partilere, işe ve belki an bir anı olmuş olsa hissedilmeyecek bir kaygı duyardım,
de aşka olan yaklaşımımız bir ölümsüzlük inancı taşıyordu, bu çünkü anılar yalnızca öznel koşullardan oluşur (dağın tepesi,
gibi olguların sonlanacağını görmeyecektik sanki - ve dolayı harika bir gün) ve dolayısıyla o anı cehenneme dönüştüren her
sıyla bunlardan bir ders de çıkarmıyorduk. Sonuçta, rahattı iş şeyden arınmış olurdu. Şimdiyi rahatsız kılan o an burnumun
te gelecek zaman kipinde yaşamak: Şimdiki zamanın gerçekli akması, susamış olmam ya da atkımı unutmuş olmamın öte-
ğini hissetmemizi engellediği gibi, birbirimizi sevmemenin il sinde bir şeydi - yıl boyunca geleceğin rahat katmanları ara-
le de ölmek anlamına gelmesini önlüyordu. sında yerini almış bir olasılığı sonunda tüketiyor oluşumu ka-
bullenmek istemiyordum, o kadar. İnsanın ağzını sulandıran
9. Chloe, şimdiki zamanı yaşamaya başladığı için hastalan beklentilerle hoş anılar arasında sandviçlenmiş olan kayak, hiç
mıştı belki de. Kısa bir an için, geleceğin barındırabileceği her zaman kaybetmeden şimdiye kaymıştı bile. Yokuşun dibine
hangi bir şeyin eksikliğini duymaz olmuştu. Ama ben de en az iner inmez dönüp dağa bakar, ne kadar mükemmel ve harika
Chloe kadar suçlu sayılmaz mıydım bu hastalığa kapılmış ol bir kayış olduğunu düşünürdüm. Ve böylece kayak tatili (ve
maktan? Bilinmez bir gelecek adına şimdiki zamanlardan aldı genelde yaşamım) geçirilmiş olurdu: Sabah saatlerinde beklen-
ğım hazzı elimin tersiyle terbiyesizce ittiğim, bazen belli belir ti, şimdiki zamanda kaygı ve akşam saatlerinde de hoş anılar.
siz bir ölümsüzlük düşüncesiyle dergilerde gördüğüm erkek
lerin kayıtsızlığıyla nasılsa zevkine varacağım başka aşklar 11. Chloe ile olan ilişkimde de bu gergin ikilemin belirtileri
olacağı inancıyla kendimi tümüyle sevmekten alıkoyduğum, hissedildi uzun süre: Bütün günü onunla çıkacağım bir akşam
gelecekte, tarihin zamanında önüme koyduğu biriyle iletişim yemeğini bekleyerek geçirir, yemekten en güzel izlenimlerle
kurmaya çalışırken gösterdiğim vahim çabadan beni kurtara kalkar, ama ne beklentisine ne de anısına denk bir şimdiki za-
cak başka aşklar olacağına kendimi inandırdığım zamanlar ol manla yüzleşmiş bulurdum kendimi. İspanya'ya gitmeden bir
mamış mıydı? süre önce Chloe ve arkadaşlarla birlikte bir gece Will Knott'un
tekne-evindeyken her şey öylesine mükemmeldi ki kendimi
10. Uzak bir geleceğe duyulan özlem ile uzak bir geçmişe şimdiki zamana dair aklımı kurcalayan şüphelerden alıkoya-
duyulan özlem aynı madalyonun iki yüzüdür aslında. Geçmiş, mamıştım. Şimdiki zaman şimdiki zaman kipi hastalığına kapıl-
zaten geçmişte kaldığı için daha güzel anımsanmaz mı çoğu dığımızı hissettirmeyecek denli kusurludur genelde. Ama o
gece Chelsea'de içinde bulunduğum anla ilgili hiçbir kusur
bulamayınca sorunun benden kaynaklandığını kabullenmek
zorunda kalmıştım: Yemekler son derece lezzetliydi, arkadaş- kız arkadaşımla ilgili şaka yaparken başlamış, Chloe'nin aklı-
larımızla birlikteydik, yanımda oturan ve elimi tutan Chloe na hâlâ ona âşık olduğum şüphesi düşünce, kavga hiddetlen-
çok güzel görünüyordu. Ama yine de bir şey bozuyordu o anı, mişti. Gerçeklerden bu kadar uzak bir suçlama olamazdı ama,
gecenin tarihe dönüşmesini bekleyemeyecek kadar sabırsız ben bu şüpheyi asıl Chloe'nin bana karşı azalan aşkının bir
oluşum... yansıması olarak değerlendirmiş ve onu suçlamıştım. Tartış-
ma, surat asma ve bağrışma faslı bittiğinde öğleden sonra ol-
12. Şimdiki zamanda yaşayamamak, insanın yaşam boyu muş ve gözyaşlarına, bağırışlarımıza şaşkın, kalakalmıştık.
beklentilerinin sonunda gerçekleştiğinin farkına varmasından Başka tartışmalar da olmuştu. Loba del Obispo kasabası yakın-
korkması, beklentilerle anılar arasında bulunan göreceli sığı- larında birbirimizden sıkılıp sıkılmadığımıza dair tartışmıştık,
naklı durumu terk etmek zorunda kalması ve dolayısıyla bu Sot de Chera'da da Chloe'nin harita okumakta ne kadar bece-
nun yaşanan ve yaşanılacak tek (cennet bir yana) yaşam oldu riksiz olduğunu söyleyince o da beni faşist bir harita uzmanı
ğunu sözle ifade etmesek de itiraf etmek durumunda kalacağı olmakla suçlayınca külahları yine değişmiştik.
mızdan kaynaklanıyor. Taahhüt denen şeyi bir sepet yumurta
gibi düşünürsek, insanın şimdiki zamana dair taahhütte bu 14. Bu gibi tartışmaların asıl nedeni, bariz olmuyordu asla:
lunması, yumurtaları geçmiş ve gelecek sepetlerine paylaştır- Chloe her ne kadar Guide Michelin'i okumakta güçlük çekerse
maktansa, bütün yumurtalarını şimdiki zaman sepetine koy çeksin ya da ben İspanyol doğası içinde kaybolup arabayla da-
ması gibidir. Ve bu örneği aşk alanına kaydırdığımızda, Chloe ireler çizmeye ne kadar sinirlenirsem sinirleneyim, bu tartış-
ile mutlu olduğumu sonunda kabullenmem, ne kadar tehlike maların altında çok daha derin kaygılar yatıyordu. Yaptığımız
li olursa olursa olsun, benim yumurtalarımın tümünü onun se suçlamaların ağırlığı ve saçmalığı, birbirimizden nefret ettiği-
petine koyduğum anlamına geliyordu. miz için değil, birbirimizi fazlasıyla seviyor olmamızdan kay-
naklanıyordu - ya da daha az basit bir deyişle, birbirimizi bu
13. Doktor, Chloe'ye nasıl bir ilaç yazdı bilmiyorum ama er kadar sevmekten nefret ediyorduk. Suçlamalarımızın derinde
tesi sabah tümüyle iyileşmişti. Piknik sepeti hazırlayıp göl ke yatan karmaşık açılımları vardı, Senden nefret ediyorum, çünkü
narına gittik, günü yüzerek ve okuyarak geçirdik. İspanya'da seni seviyorum. Temel bir tepkiyi içeriyordu, Seni böyle sevmek
on gün geçirdik ve sanıyorum ilk kez (anılara güvenebildiğim riskine girmekten başka seçeneğim olmamasından nefret ediyorum.
kadarıyla) ikimiz de o günlerde şimdiki zamanda yaşama ris Birisine sonuna dek güvenmenin getirdiği hazzın yanında, bu
kini aldık. Bu kipte yaşamak her zaman büyük mutluluklar an güvenin getirdiği felç edici korkular. Valencia'da yaptığımız
lamına da gelmiyordu hani; aşkın inişli çıkışlı mutluluğunun zaman zaman şiddetli ama anlamsız tartışmalar, ikimizin de
yarattığı kaygılar rutin bir biçimde kavgalara yol açıyordu yi yumurtalarımızı ötekinin sepetine yerleştirdiğimizin -ve ken-
ne. Öğle yemeği için uğradığımız Fuentelespino de Moya ka dimizi sağlama almaya çalıştığımızın- farkına varmanın yarat-
sabasında ettiğimiz şiddetli bir kavgayı anımsıyorum. Eski bir tığı gerginliğin gerekli bir dışavurumuydu. Kavgalarımız ba-
zen neredeyse teatral biçimde gelişiyordu, kitaplığı yerle bir
ederken, tabak çanakları fırlatırken ya da kapıları çarparken
neşelenir, canlanırdık: "Senden böylesine nefret edebileceğimi
bilmek güzel," demişti Chloe bana bir keresinde. "Alınmadığı-
nı, sana siktiri çeksem de kafama bir şey fırlatacağını, ama ye- dınlardan birine âşık olduğunu hisseder hissetmez kadını öl-
rinde duracağını gösteriyor." Birbirimizin bağırışlarına hoşgö- dürten II. Mehmet'in öyküsünü anlatır Proust. Ruhani bağlar-
rü gösterip gösteremeyeceğimizi görebilmek için birbirimize la ilgili bir sorunum olmadığımdan, kendi kendime yetmeyi
bağırmaya gereksinim duyuyorduk. Birbirimizin yaşam kapa- başarmaya çalışmaktan çoktan vazgeçmiştim. Odamdan çıkıp,
sitesini ölçmek istiyorduk: Birbirimizi yok etmeye çalışıp da bir başkasını sevmeye başlamıştım - ve dolayısıyla insanın ya-
başarısız olmalıydık ki birbirimize güvenebilelim. şamını bir başka insana bağlamasından kaynaklanan riski de
göze almıştım.
15. İnsanın denetleyebileceği, büyük çaba ve mantık sonu
cunda gelen mutluluğu kabullenmesi daha kolaydır. Oysa be 17. Chloe'yi sevmekle gelen kaygılar, mutluluğumun kay
nim Chloe'yle vardığım mutluluk ne derin düşünsel hesapla nağının aniden yok olması, birden bana ilgisiz kalması, ölmesi
rın ne de belli bir kişisel başarının sonucuydu. İlahi müdahele- ya da başkasıyla evlenmesiyle kesilmesi gibi düşüncelerden
den kaynaklanan bir mucizeyle, bana dünyada hemen herkes kaynaklanıyordu. Aşkın doruğundayken ilişkiyi erkenden bi
ten daha değerli hale gelen bir insan bulma şansına erişmiştim tirmek gibi bir dürtü hissettiğim oluyordu, böylece ilişkiyi
yalnızca. Böyle bir mutluluk çok tehlikeliydi çünkü sürekliliği Chloe'nin, alışkanlığın ya da usanmışlığın bitirmesini önleye
insanın kendisine bağlı değildi. Aylarca düzenli bir biçimde bilirdim. Aşk ilişkisini doğal sonundan önce bitirmek (hiçbir
emek verdikten sonra moleküler biyoloji dünyasını sarsacak şeyle ilgili olmayan kavgalarımızdan kaynaklanan) dürtüsü,
bilimsel bir formül bulmuş olsaydım böylesi bir keşiften kay nefretten değil, aşırı sevgiden işlenen bir cinayet gibiydi - ya
naklanan bir mutluluğu kabullenmekte vicdan azabı çekmez da daha doğrusu, bu aşırılığın getirdiği korkudan. Âşıklar
dim. Chloe'nin temsil ettiği mutluluğu kabullenmekteki güç kendi aşk öykülerini salt belirsizliğin üstesinden gelemedikle
lük, bu mutluluğa yol açan süreçte benim yokluğum, yani ya ri için, mutlulukla girdikleri deneyin yarattığı risk nedeniyle
şamımda mutluluğa yol açan öğeyle ilgili denetimi elimde tut erkenden sonlandırabilirler.
muyor olmamdan kaynaklanıyordu. Tanrılar tarafından ayar
lanmışa benzediği için, ilahi cezayla birlikte gelen ilkel korku 18. Her aşk öyküsünün üzerinde nasıl biteceğine dair bilin
ları da bünyesinde barındırıyordu. mez ve en az o kadar korkunç bir düşünce bulutu gezinir. En
sağlıklı ve dinç olduğumuz bir sırada ölümümüzü düşlemek
16. İnsanın sosyal arenada kendini bitkin düşüren sosyal gibi bir şeydir bu, ama bir aşkın sonuyla bir yaşamın sonu ara
bağlara karşı savaşıp, üstesinden gelmesine yardımcı olacak sındaki fark, en azından ikincisinde nasılsa ölümden sonra bir
çareler bulması gerektiğini savunan Pascal, "İnsanın tüm mut şey hissetmeyeceğimizin yatıştırıcı bilincidir. Âşığın böyle bir
suzluğu odasında tek başına duramamasından kaynaklanır," rahatlığı yoktur, bir ilişkinin sonunun aşkının sonu olmayabi
der. Ama aşkta nasıl üstesinden gelinir bunun? Bir başkasıyla leceğini bilir o ve bu sondan sonra yaşamının da süreceği ne
ruhani bir bağ içinde yaşamak istemediği için haremindeki ka- redeyse kesindir.
3. Kasılmaların azalması, genel anlamda ilginin azalmasıyla
birlikte olmamıştı. Aslında sevişmek tam da bu sırada daha tut
kulu olmaya başladı. Yalnızca daha sık değil, çok farklı pozis
ON YEDİNCİ BÖLÜM yonlarda ve günün farklı saatlerinde sevişiyorduk artık, eskiye
göre daha heyecanlıydı, çığlıklar atılıyor, hatta ağlanıyor, seviş
Kasılmalar me deyince genelde akla gelen yumuşaklığa değil, öfkeye daha
yakın bir eylem gerçekleşmiş oluyordu. Tüm bunlardan nasıl
bir sonuca varmam gerektiğini kestiremiyordum. Şüphelenme
ye başladığımı söylemek yeterli sanırım.
1. İlki ve son ikisinin (3.2 sn.) gerçek olduğu, sekiz adet 0.8
saniyelik kasılmalar arasında 3.2 saniyelik bir taklit yapılabile- 4. Chloe'ye söylenmesi gerekenleri, bir erkek arkadaşımla
ceğini tasavvur bile edememiştim başında. Bütünüyle gerçek paylaşmayı yeğledim.
ya da bütünüyle taklit olduğunu düşünmek daha kolaydı, ger- "Ne oluyor bilmiyorum, Will, cinsel yaşantımız eskisi gibi
çek-sahte-gerçek şekli ise sapıkça ve gereksiz görünüyordu ba- değil artık."
na. Ya bütünüyle sahte ya da bütünüyle gerçek olmalıydı. Gerçi "Kaygılanma, dönem dönem farklılık gösterebilir, her za-
bunun bilerek olmadığını göz ardı etmek için fizyolojik bir man bomba gibi olmasını bekleyemezsin."
açıklama bulmalıydım belki. Ama nedeni ya da açıklaması ne "Beklemiyorum ki. Yalnızca bir şey yolunda gitmiyormuş gi-
olursa olsun, Chloe'nin (İspanya'dan döndüğümüzden bu ya- bi geliyor bana, ne olduğunu bilmiyorum ama İspanya'dan
na) orgazmlarının hepsinin ya da en azından bir bölümünün döndüğümüzden beri son aylarda bazı şeyler dikkatimi çekme-
sahte olduğunu fark etmeye başlamıştım. ye başladı."
0.8+/0.8+/0.8-/0.8-/0.8-/0.8-/0.8+/0.8+ = toplam süre 6.4 4 "Ne gibi?"
"Özellikle altını çizebileceğim bir şey yok aslmda. Ama dur,
2. Kasılmalarının sayısı, sürece gerçekte bağlı olmadığını bak aklıma bir şey geldi. Benim sevdiğim mısır gevreğiyle onun
fark etmeyeyim diye her zamankine göre aşırı derece artmıştı sevdiği tutmuyor, ama birlikte kahvaltı edelim diye hep benim-
sanki. Kasılmaların gerçek olup olmadığı üzerinde bu kadar kinden de alıyordu. Derken durup dururken geçen hafta artık
durmam, kasılmaların kendi başına o kadar önemli olmasın- almamaya başladı, çok pahalıymış. Bir sonuca varmak istemi-
dan değil (hazzın sayılarla ölçülemeyeceği kanıtlanmıştı), bir yorum ama fark etmeden de edemedim."
kadının ilgisinin azaldığına dair (ki aynı kadın geçmişte üs-t
üste kasılıyordu) bir eğilimin önemli bir göstergesi sayılabile- 5. Will ile birlikte bizim büronun girişinde duruyorduk. Şir
ceği içindi. 4 + = pozitif kasılma, - = yokluk ketin yirminci yılını kutlamak için bir kokteyl düzenlenmişti. İş
yerimi ilk defa gören Chloe'yi de getirmiştim.
"Neden Will senden daha çok proje almış?" diye sordu
Chloe sergilenen projeler arasında gezindikten sonra.
"Bunu sen yanıtla, Will." 7. Bir gün sokakta önümüzden geçen talihsiz bir kadını
"Gerçek dahiler işlerini kabul ettirmekte her zaman daha gösteren Chloe, "Benim suratımın ortasında da onunki gibi
çok güçlük çekerler de ondan," dedi Will, iyi niyetle. doğuştan bir leke olsaydı beni yine de sever miydin?" diye sor
"Tasarımların muhteşem," dedi Chloe VVill'e, "Bu kadar ya- du. Burada verilecek yanıtın "evet" olması arzulanır - aşkı
ratıcı şeyler görmemiştim, özellikle de iş yeri projeleri için. Mal- gövdenin olağan veyahut değiştirilemeyecek çirkin özellikle
zemeyi kullanımın olanağanüstü, özellikle de tuğlayla metali rinden soyutlayan bir yanıt beklenir. Seni yalnızca esprilerin,
bir arada kullanma biçimin. Sen de bu tip şeyler yapamaz mı- yeteneğin ve güzelliğin için değil, ama salt sen olduğun için,
sın?" diye sordu Chloe bana dönerek. hiçbir özelliğini göz önüne almadan seveceğim. Seni ruhunun
"Birkaç fikir üzerinde çalışıyorum şu sıralar, ama benim tar- derinlikleri için seveceğim, gözlerinin rengi, bacaklarının
zım çok değişik, zaten farklı malzemelerle çalışıyorum." uzunluğu ya da çek defterin için değil. Sevgilinin bizi dıştan
"Bence Will'in işleri harika, hatta olağanüstü. İyi ki gelip da görülebilen değerli niteliklerimiz için sevmesini değil, var
görmüşüm." lığımızın özünü, başarılanınızı hesaba katmadan sevmesinin
"Chloe, beğendiğine çok sevindim," diye yanıt verdi Will. özlemini çekeriz, bir açıdan anne baba ile çocuğu arasında va
"O kadar etkilendim ki, bu tür şeylere çok ilgi duyuyorum, rolduğu söylenen koşulsuz sevgiyi yinelemesini isteriz. İnsa
başka mimarların da senin gibi işler yapmaması ne yazık. Pek nın gerçek benliği kim olmak istediğini özgürce seçebilen ben
kolay olmasa gerek." liğidir, alnımızda bir leke belirse, yıllar bizi çökertse ya da eko
"O kadar kolay değil ama bana inandığım yolda yürümeyi nomik kriz iflas ettirse bile yalnızca benliğimizin yüzeyini çö
öğrettiler. İnsanın bütün enerjisini emen binalar yapmak yerine, kerten bu kazalar için hoşgörülmeliyiz. Güzel de olsak zengin
içinde yaşadığımı hissettiğim binalar yapıyorum." de olsak, yalnız bu nedenlerle sevilmeyi istemeyiz çünkü bun
"Ne demek istediğini anlıyorum galiba." lar geçici olabilir, sevgiyi de geçici kılabilir. Bana yüzüm yeri
"Kaliforniya'ya gelsen daha iyi görebilirdin. Monterey'de bir ne beynimle ilgili iltifatta bulunmanı yeğlerim, ama ille de yü
proje üzerinde çalışıyordum ve orada, farklı türde taşlar, hatta zümle ilgili bir iltifatta bulunacaksan o zaman (motor ve kas
biraz çelik ve alüminyum kullanarak doğaya karşı değil, doğay- güdümlü) gülüşümle ilgili bir yorum yap, (statik ve dokusal
la işbirliği içinde neler yapılabileceğini gösterdim herkese." temelli) burnumla değil. Her şeyimi yitirsem de sevilmek, ar
zum budur: "Ben"den başka bir şey kalmasın geriye, ki bu gi
6. Bir başkasının sevgisine neden olan kriterleri sorgulamak, zemli "ben" benliğin en zayıf, en kırılgan noktasıdır. Yanında
görgü kurallarına uymaz. İnsan zaten belli kriterler için sevil- zayıf davranabileceğim kadar seviyor musun beni? Herkes gücü se
mediğini, sahip olunan özellikleri aşan ontolojik bir statü nede- ver, ama Sen beni zaaflarımla seviyor musun? Asıl sınav budur.
niyle, yani kim olduğu nedeniyle sevildiğini umar. Zenginlikte Yitirebileceğim her şeyden arınmış olsam, yalnızca ömür boyu
olduğu gibi aşkta da şefkat/mal edinmek ve elde tutmanın an- sahip olacağım şeyler için sever misin beni?
lamı, bir tabuyla sarılıdır. Yalnızca aşktan ya da paradan yok-
sunluk insanın sistemi sorgulamasına yol açar - âşıkların büyük 8. O gece mimarlık bürosunda Chloe'nin ilk kez parmakla
devrimci olamamasının ardında belki de bu yatıyordur. rımın arasından kaymaya başladığını, işime olan hayranlığını
yavaş yavaş yitirdiğini ve benim değerimi başka erkeklerle kı-
yasladığını fark ettim. O gece Chloe ile Will Batı yakasında bir-
likte içki içmeye gittiler, ben gidemeyecek kadar yorgundum. de öfkelenmeme karşın ertesi gün saat onda Chloe ile buluştu-
Chloe eve vanr varmaz beni arayacağını söylemişti ama saat ğumuzda hiçbir şey fark etmemiş gibi davrandım. O da suç-
on bir civarında ben onu aramaya karar verdim. Daha sonra luluk hissediyor olmalıydı - yoksa mahalle bakkalına gidip
saat iki buçukta aradığımda da yine telesekreter yanıt verdi. mutfağına Genç Werther'in karnını doyurmak için o artık al-
Kaygılarımı makineye söyleyecektim neredeyse ama söyle- madığı mısır gevreğini neden eklemişti? Kendi kendini kayıt-
sem, bu kaygılar bir varlık kazanmış olacaktı, şüphelerim bir sızlığıyla değil, görev bilinciyle ele veriyordu, ki bu da pence-
ithama dönüşecekti. Gerçi kaygılanacak bir şey yoktu belki de re camına göze çarpar biçimde yerleştirilen Three Cereal Gol-
- ya da çok şey vardı: Beni Will ile aldattığını düşünmektense, den Bran'den belliydi.
kaza geçirdiğini düşünmeyi yeğliyordum. Sabah dörtte polisi "Bir şey mi oldu? Senin sevdiğin bu değil miydi?" diye sor-
arayıp votka sarhoşu sesimle olabildiğince ciddi, bir Volkswa- du Chloe, lokmalarımın boğazıma dizildiğini görünce.
gen kazası olup olmadığını, en son Barbican civannda bir bü-
roda görülen, benim kısa yeşil etekli, siyah ceketli meleğimi 11. Geceyi kız arkadaşı Paula'nın evinde geçirdiğini söyle
andıran parçalanmış bir vücut bulunup bulunmadığını sor- di. VVill'le birlikte Soho'da bir barda geç saatlere kadar sohbet
dum. Hayır, efendim, böyle bir rapor yok, kadın yakınınız mı etmişlerdi, içkiyi biraz fazla kaçırınca ta Islington'a dönmek
yoksa yalnızca arkadaşınız mıydı? Sabaha kadar bekleyip ka- yerine Bloomsbury'de kalmayı yeğlemişti. Beni arayacakmış
rakolu yeniden arayabilir miymişim? ama uyandırmak istememiş. Ben erken yatmak istediğimi söy
lemişim, yani iyi etmemiş mi? Neden o surat ifadesini takını-
9. "insan düşünerek sorunları yoktan var edebilir," demişti yormuşum? Biraz daha süt ister miymişim mısır gevreğime?
Chloe bana. Keşfedeceklerimin korkusuyla düşünmeye bile
cesaret edemiyordum. Düşünme özgürlüğü, yolumuza çıka 12. Gerçeğin epistemik biçimde kesintiye uğrayan açıkla-
cak şeytanlarla karşılaşmaya cesaret edebilmektir. Ama kork malanyla birlikte bir dürtü belirir - hoş olan ise, bu açıklama
muş bir zihin gezinemez, ben paranoyamın sınırlan içinde kal lara inanmak dürtüsüdür. Saf bir iyimserin dünyaya bakışıyla,
dım, cam kadar kırılgandım. Psikopos Berkeley ve sonradan Chloe'nin anlattığı öykü inanılmaz ölçüde inanılasıydı, içinde
da Chloe, insan gözünü kapattığında gerçek dünyanın bir dü yatmak istediğim sıcak bir köpük banyosu gibiydi. O inanıyor
şe dönüşebileceğini söylemişlerdi ve özellikle şimdi, yanılsa sa, ben neden inanmayayım? Onun için bu kadar basitse, be
manın gücü beni rahatlatıyor gibiydi, gerçeklerle yüz yüze gel nim için neden bu kadar karmaşık olsun? Paula'nın Blooms-
memek, insan düşünmezse hoş olmayan gerçeklerin gerçekten bury'daki dairesinde yapılan yer yatağında geçirilmiş bir gece
de varolmayabileceğim hissetmek istiyordum. ye ilişkin öyküsüne inanmayı, benim alternatif gece (başka bir
yatak, başka bir erkek, kasılmalar) öykümü silebilmeyi dili
10. Dün geceki yokluğundan kendimi sorumlu tutmak, yordum. Politikacının karamel sözlerine gözyaşı akıtan bir seç
şüphelerimden suçluluk duymama, suçluluk duyduğum için men gibi, en derin duygusal özlemlerim uğruna yalanlann tu
zağına düşmüştüm.
13. Geceyi Paula'yla geçirdiğine, mısır gevreği aldığına ve
her şey unutulduğuna göre, bir rahatlama ve güven duygusu
hissettim, kabustan uyanmış gibi oldum. Masadan kalkıp, sev Kliğinden vazgeçip kendisine döneceğine inanmayı sürdürür-
diğimin kalı beyaz kazağına sarıldım, yünün altındaki omuz ler. Gemisi batmış bir sevgili, batığı bir kanıt olarak kabullen-
larını okşadım, sonra uzanıp boynunu öptüm, kulaklarını ısır mez, hiçbir şey değişmemiş gibi davranmayı sürdürür, ölüm
maya başladım, teninin tanıdık kokusunu ve yüzüme bastırdı yargısını görmezlikten gelince, ölüm sürecinin durdurulabile-
ğım saçlarını hissettim. "Yapma, şimdi olmaz," dedi melek. ceğine inanır. Ölümün işaretleri çevremi sarmış, okunmayı
Ama Eros onu dinlemedi, teninin tanıdık kokusuna ve saçları bekliyordu - ama hissettiğim acı nedeniyle okuyamaz olmuş-
nın yumuşaklığına kendini kaptırarak dudaklarını ensesinde tum.
gezdirmeyi sürdürdü. "Söyledim ya şimdi olmaz!" diye yine
ledi melek, Eros'un bile duyabileceği bir sesle. 16. Aşkın ölümünün kurbanı olan kişi cesedi canlandırmak
için gerekli özgün stratejileri belirleyemez olur. Tam da kurta
14. Bu öpüş biçimi birlikte geçirdikleri ilk gece şekillenmiş rılmak için belli bir yetenek gerektiren bu zamanda korkuya
ti. Chloe başını onun başına yaslamış, akılla gövdenin birleşti kapıldığım için son derece özgün olmak yerine, nostaljik olma
ği bu yumuşak ense onun hoşuna gitmiş ve dudaklarını boy ya başladım. Chloe'nin benden uzaklaştığını hissedince geç
nunun kıvrımında gezdirmeye başlamıştı. O zaman ürperme mişte bizi birbirimize bağlayan birtakım öğeleri körce tekrarla
geçirerek gülümsemiş ve gözlerini yummuştu Chloe. Araların maya başladım. İstememesine karşın onu öpmeyi sürdürdü
da bir rutin olmuştu bu, ortak samimi dillerinin bir imzası ha ğüm gibi, sonraki haftalarda bir zamanlar hoş geceler geçirdi
line dönüşmüştü. Yapma, şimdi olmaz. Nefret, aşk mektupları ğimiz sinemalara ve lokantalara gitmeyi önerdim, güldüğü
nın içine gizlenen gizli bir belge gibidir, tam karşıtıyla aynı te müz esprileri yineledim, vücutlarımızın bir zamanlar girdiği
melleri paylaşır. Sevgilisinin boynunu öpüşü, bir kitabın sayfa şekillere girdim.
larını çevirişi ya da bir esprisiyle baştan çıkan kadının sonun
da sinirine dokunan şeyler de işte bu noktalarda toplanır. Aş 17. Kendi samimi dilimizin tanıdıklığıyla kendimi rahatlat
kın sonu başında saklıdır aslında, yıkımın ipuçları aşk doğdu maya çalıştım, bir zamanlar kargaşaları önlemek için kullandı
ğu sırada önceden kendini göstermiş gibidir. ğımız dildi bu, aşkın geçici iniş çıkışlarını kaldırabilmek için
gerekli Heraklitçi şakayı.
15. Söyledim ya şimdi olmaz. Hastalarında kanserin ilk belir "Bugün bir şey mi oldu?" diye sordum, Venüs'ün en az benim
tilerini fark edebilen yetenekli doktorların nasıl oluyorsa ken kadar üzgün ve süzgün göründüğü bir sabah. "Bugün mü?"
di vücutlarındaki futbol topu büyüklüğündeki urlan göz ardı "Evet, bugün, bir şey mi oldu?" "Hayır, neden?
ettiği vakalar vardır. İnsanların yaşamın birçok alanında net ve Olması mı gerekir?" "Sanmıyorum." "Neden
akılcı davranabilirlerken çocuğunun öldüğünü ya da karısının soruyorsun o zaman?" "Bilmiyorum. Biraz mutsuz
veya kocasının kendisini terk ettiğini kabullenemeyen insanlar görünüyorsun da ondan." "Kusura bakma ama ben de
vardır - çocuğunun kaybolduğuna ya da eski eşlerinin yeni ev- insanım."
"Yalnızca yardım etmek istemiştim. Bugün bana on üzerin-
den kaç verirsin?"
"Gerçekten bilmiyorum." çük düşmektir. Bana surat asabilir, bağırabilir, beni görmezlik-
"Neden?" ten gelebilir, sinirimi bozabilir, sahtekârlık yapabilir, bana vu-
"Yorgunum." , rabilir, beni tekmeleyebilirdi ama ben yine de tepki vermiyor-
"Söyle işte." dum - gelin görün ki yalnızca nefret uyandırıyordum.
"Söyleyemem."
"Hadi, on üzerinden. Altı? Üç? Eksi on iki? Artı yirmi?" 20. İki saatte hazırladığım bir yemeğin ardından (büyük bir
"Bilmiyorum." bölümü Balkan tarihi tartışmasıyla geçmişti), Chloe'nin elini
"Bir tahminde bulun." tutup, ona, "Bak belki de sana aşırı duygusal gelecek ama ne
"Tanrı aşkına, bilmiyorum işte, rahat bırak beni, kahretsin!" kadar kavga edersek edelim benim için hâlâ çok önemlisin ve
aramızdaki sorunların çözümlenmesini istediğimi söylemek
18. İkimizin ortak dili çözülmeye, Chloe'ye yabancı gelme istiyorum. Benim her şeyimsin, biliyorsun," dedim.
ye başlamıştı, daha doğrusu, artık bu dili reddettiğini itiraf et (Romanlardan çok psikanalitik kitaplar okumuş olan)
memek adına unutmuş gibi yapıyordu. Bana ortak olmayı red Chloe ise beni şüpheyle süzerek, "Dinle, çok naziksin ama kay-
dediyor, yabancıyı oynuyor, beni artık kendi doğasına aykırı gılandırıyorsun; böyle ego idealin haline getirmekten vazgeç-
görüyor ve bende hatalar buluyordu. Geçmişte son derece ho melisin beni."
şuna giden şeyler, şimdi söylediğimde neden birden sinirine
dokunuyordu anlayamıyordum. Değişmemiş olduğuma göre, 21. Olaylar traji-komik bir senaryoya dönüşmüştü: Bir ta
şimdi benimle ilgili her şey neden sinirlendiriyordu onu? Pani rafta kadını bir melekle özdeşleştiren bir adam, öteki tarafta
ğe kapılarak yeniden altın çağımıza dönmek için çaba harca aşkı neredeyse patolojik bir rahatsızlık gibi gören melek.
dım ve kendi kendime, "O zaman ne yapıyordum da artık yapmı
yorum?" diye sordum. Geçmişte onda aşk uyandıran benliği
me dönmeye çalışıyordum çaresizce. Ancak şu anda zaten
onun sinirine dokunanm o geçmişteki benlik olduğunu fark e-
demiyordum ve dolayısıyla çözülmeye giden süreci hızlandır
maktan başka bir işe yaramıyordum.

19. Sinir bozucu bir kimse olmuştum, karşılık bile beklemi


yordum artık. Ona kitaplar aldım, ceketlerini kuru temizlikçi
ye götürdüm, yemekleri hep ben ödedim, Noel'de ilk yılımızı
kutlamak için Paris'e gitmeyi önerdim. Ancak varlığına dair
pek kanıt bulunmuyorsa aşkı sürdürmenin sonucu ancak kü-
iyi bir seçenek olmayabilecek bir yaşamı seçmekten korkuyor-
du belki. Dolayısıyla, yavaş bir ayrılık oldu, etkisini zaman
içinde göstererek sevilenin vücudundan sonunda kopabildi.
Aldatmadan kaynaklanan, bir zamanlar değer verilmiş bir
ON SEKİZİNCİ BOLUM nesneye duyulan sorumluluğun yok olmasıyla birlikte gelen
Romantik Terörizm suçluluk vardı, bir bardağın dibinde zamanla temizlenen şı-
ramsı bir sıvı gibiydi.

3. Bütün kararlar zor geldiğinde, bir karar alınmaz. Chloe


karar vermekten kaçındıkça ben de ona katılıyordum (ne de ol
1. Neden sevmiyorsun beni? sorusu, Neden seviyorsun beni? so sa herhangi bir karar benim için hoş olmayacaktı). Birbirimizi
rusu kadar (daha sevimsiz olmakla birlikte) zor bir sorudur. görmeyi, birlikte yatmayı sürdürdük ve Noel'de Paris'e gitme
Her iki durumda da şehvete ilişkin bilinçli (tahrik edici) bir de ye karar verdik. Oysa Chloe varla yok arasındaydı yaşamım
netimden yoksun oluruz, aşk, tümüyle belirlemediğimiz ya da da- sanki bir başkası için hazırlanıyormuş gibiydi - ve uçak bi
hak etmediğimiz nedenlerle bir armağan gibi kucağımıza düş letlerini temin etmek, temin edilip edilmemesi gerektiğinin ar
müştür. Bu sorunun yanıtını bilmek aslında gereksizdir, çünkü dında yatan nedenleri tartışmaktan daha kolay geliyordu ona
nedenlerine göre davranamayız. Bu nedenler bir etken oluş şimdilik. Kararsızlığı, hiçbir şey yapmadıkça kararı kendisi
turmaz çünkü âşık olduktan sonra ortaya çıkarlar ve aslında için bir başkasının vermesi umudunu içeriyordu, kararsızlığı
yapay nedenlerdir, bu süreç mantıklı açıklamalara gelmez. Bu nı ve çaresizliğini sergilemesine karşın bir adım atmamakla,
tür sorular sorarken, bir yanda bütünüyle küstahlık, öte yanda sonunda atmak istediği (ama korktuğu) adımı benim atmamı
bütünüyle alçakgönüllülük arasında kalırız ister istemez: Aşkı umuyordu.
hak etmek için ne yaptım ben? diye sorar alçakgönüllü âşık; bir
şey yapmış olamam. Aşkımın karşılıksız kalması için ne yaptım 4. Romantik terörizm evresine girmiştik.
ben? diye ayağa kalkar ihanete uğrayan, aslında hiçbir zaman "Bir şey mi oldu?"
sahip olmadığı bir armağana küstahça sahip çıkarak. Her iki "Hayır, neden, olması mı gerek?" "Belki
soruya da aşkını sunan kişi ancak Sen olduğun için diye yanıt konuşmak istersin diye düşünmüştüm." "Neyi?"
verebilir - sevilen kişiyi belirsizce ve tehlikeli bir biçimde gör "Bizle ilgili bazı şeyleri."
kemli duygularla depresyon arasında bırakan bir yanıttır bu. "Senle ilgili demek istiyorsun," diye terslendi Chloe.
"Hayır, bizimle ilgili demek istiyorum." "Ne olmuş
2. Aşk ilk görüşte doğabilir ama aynı hızla ölmez. Chloe ko bize?"
nuşmak ve hatta beni terk etmek için erken olmasından, daha "Bilmiyorum aslında. Ama Eylül ayının ortalarından bu ya-
na pek iletişim kuramıyormuşuz gibi geliyor bana. Sanki bir
(bilinçli ya da yan-bilinçli olarak) arzu edilen amaca ulaşıla-
mayacağının farkına vararak -ve aslında öteki tarafı daha da
duvar var aramızda ve sen yokmuş gibi davranıyorsun." uzaklaştırmaktan başka işe yarayamayacak- eyleme geçer. Te-
"Ben duvar muvar görmüyorum." rörizmin olumsuzluğu çocuksu öfkenin tüm özelliklerini taşır,
"İşte anlatmak istediğim buydu. Bunun dışında bir şey ol- daha güçlü bir rakibin karşısında hissedilen güçsüzlüğe duyu-
duğunu itiraf etmeyi bile reddediyorsun." lan öfkeden ibarettir.
"Neyin dışında?"
7.1972 yılının Mayıs'ında, Japon Kızıl Ordusu'nda, Filistin
5. Birlikte olduğumuz kişi bize artık eskisi kadar ilgi duy Halk Kurtuluş Cephesi (PFLP) tarafından silahlandırılan, bil-
muyorsa, bu süreci durdurmak için ötekinin yapabileceği bir gilendirilen ve masrafları karşılanan üç kişi, programı önceden
şey kalmamış gibidir. Geri çekilmek de baştan çıkarmak gibi belli bir yolcu uçağıyla Tel Aviv yakınlarındaki Lod Havaala-
bir sessizlik çığı altında kalır, ilişkinin temelindeki sözü edile nı'na indiler. Uçaktan çıkarak öteki yolcuları terminale kadar
mez konu belirir: Seni arzuluyorum / Seni arzulamıyorum - her izledikten sonra, el bagajlarından makineli tüfek ve el bomba-
iki durumda da mesajın yerine ulaşması için bir asır geçer. Her lan çıkardılar. Güvenlik görevlilerinin kurşunlanyla ölmeden
iki partnerin de düzelmesini istediği durumlar dışında, iletişi önce rastgele ateş açtıkları kalabalıktaki yirmi dört kişiyi öl-
min koptuğunu konuşmak bile zordur. Bu durum, âşığı çare dürdüler, yedi kişiyi de yaraladılar. Bu tür caniliğin Filistin'in
siz bırakır: Her zamanki konuşmalann cazibesi yitmiş, öteki özerkliğiyle ne ilgisi vardı ki? Cinayetler barış sürecini hızlan-
kişiyi sinirlendirmekten öte bir işlev görmemektedir. Sevgili dırmadığı gibi, İsrail halkının Filistin davasına ilişkin düşünce-
nin her zamanki gibi (şirince) davranması genelde ironik bir lerini sertleştirmesine yol açtı ve teröristler için son ironi de
eylemdir çünkü aşkı canlandırmaya çalışırken ancak boğup öl kurbanlarının çoğunun İsrailli bile değil, Kudüs'e dini neden-
dürür. Ve böylece bu noktada, sevgiliyi ne olursa olsun geri al lerle gelen bir grup Porto Rikolu Hıristiyan olmasıydı. Gerçi
mak çaresizliğiyle romantik terörizme başvurulur; çaresiz du eylem, diyalogun sonuç vermediği noktada öfkeyi başka yere
rumların ürünü olan, her çeşit hileyi bünyesinde banndıran yöneltme gibi bir nedenle gerekçesini bulmuştu.
(surat asmak, kıskançlık, suçluluk), sevgilinin önünde patlaya
rak (gözyaşlan, öfke ya da başka şekillerde) onu yeniden sev 8. İkimizin de Paris'te ancak bir hafta sonu geçirecek kadar
meye zorlamak çabasıdır bu. İlişkinin teröristi aşkının karşılık zamanı vardı, biz de Heathrow'dan Cuma günü kalkan son
göreceğine aslında inanmaz ama bir şeyin abesliği (hem aşkta uçağa bindik, Pazar akşamı geç saatlerde dönmeyi tasarlamış-
hem politikada) ona karşı durmak için her zaman yeterli bir tık. Fransa'ya ilişkimizin yıldönümünü kutlamaya gidiyorduk
neden sayılmaz. Bazı şeyler duyulsun diye değil, o an konuş ama, daha çok bir cenaze havası esiyordu. Uçak Paris'e indi-
mak önemli olduğu için söylenir. ğinde havaalanı terminali boş ve kasvetliydi. Kar yağmaya,
şiddetli bir kuzey rüzgârı esmeye başlamıştı. Yolculara yetecek
6. Politik diyalog bir şikâyeti çözümlemekte yetersiz kaldı kadar taksi olmadığı için pasaport kontrolü sırasında tanıştığı-
ğında, yarası olan taraf karşısındaki kişiyi barışla elde edeme mız, Londra'dan Paris'e bir konferans için gelen bir avukat ka-
diğinden çaresiz kalıp terör eylemlerine başvurabilir. Politik
terörizm artık düğüm olmuş durumlarda ortaya çıkar, bir taraf
dınla taksimizi paylaşmak durumunda kaldık. Kadın çekiciydi 10. Ertesi sabah uyandığımızda hâlâ kar yağıyordu ama ha
ama kimseyi çekici bulacak halim yoktu, yine de kente gi- va yeterince soğuk olmadığı için tutmamıştı, kaldırımlar ça
derken onunla flört ettim. Chloe sohbete katıldığında sözünü murluydu, gökyüzü de gri. Kahvaltıdan sonra Orsay Müze-
keserek özellikle (ve tahrik edici bir biçimde) kadına yönelip, si'ni ziyaret etmeye karar vermiştik, öğleden sonra da sinema
bir şeyler söylüyordum. Oysa kıskandırmak önemli bir faktöre ya gidecektik. Otel odasının kapısını henüz kapatmıştım ki
bağlıdır: Hedef kitlenin umrunda olup olmaması. Dolayısıyla, Chloe bana dönüp, kabaca, "Anahtar sende mi?" diye sordu.
terör kıskançlığı bir kumar olmuştur hep: Chloe'yi kıskan- "Hayır," diye yanıt verdim, "biraz önce sende olduğunu
dırmakta ne kadar ileri gitmeliydim? Ya tepki vermezse? Blöf söylemiştin."
yaptığımı anladığı için kıskançlığını mı saklıyor (televizyona "Öyle mi dedim? Hayır, demedim," dedi Chloe, "Anahtar
çıkıp terörizm tehdidini önemsemediklerini söyleyen politika- bende değil. Senin yüzünden dışarda kaldık."
cılar gibi) yoksa gerçekten önemsemiyor mu emin olamıyor- "Benim yüzümden dışarda kalmadık. Anahtar bıraktığım
dum. Ama kesin bir şey vardı, Chloe bana bir kıskançlık tepki- yerde olmadığı için senin aldığını düşünerek kapıyı kapattım."
sinin vereceği zevki yaşattırmadı ve Rue Jacob'daki küçük ote- "Aptallık etmişsin çünkü anahtar ben de yok, yani dışarda
limizdeki odamıza sonunda yerleştiğimizde son zamanlarda kaldık - senin yüzünden."
olduğundan çok daha sevimliydi. "Benim yüzümden mi! Tanrı aşkına, anahtarı unuttuğun
için beni suçlamaktan vazgeç."
9. Teröristler, eylemlerinin kendilerine pazarlık etme gücü "Ben anahtarı görmedim bile."
sağlayacak kadar korkunç olup olamayacağına ilişkin kumar Tam o sırada Chloe asansöre binmek için dönmüştü ki (ki-
oynarlar. Bir öğleden sonra, bürosunda otururken en küçük kı- taplara yaraşır bir zamanlamayla) odanın anahtarı cebinden
zını kaçırdıklarını söyleyen bir terörist grubunun telefonuna otelin kestane rengi halısının üstüne düştü.
yanıt veren zengin bir İtalyan iş adamının öyküsü vardır. Fid- "Ah özür dilerim. Bendeymiş demek, ne yapalım," dedi
ye olarak son derece büyük bir rakam istiyorlar ve ödenmedi- Chloe.
ği takdirde kızını öldüreceklerini söylüyorlardı. Oysa iş adamı Ama onu öyle kolay kolay affetmemeye karar vermiştim ve
paniğe kapılmamış ve eğer kızını öldürürlerse ona bir iyilik terslenerek, "Yetti artık," dedim ve sessizce, melodramatik bir
edeceklerini söylemişti. On çocuğu olduğunu, hepsinin de biçimde merdivenlere yöneldim, Chloe arkamdan bağırıyor-
kendisi için zorluk ve düş kırıklığı yarattığını, bakımlarının du, "Bekle, saçmalama, nereye gidiyorsun? Özür diledim ya."
çok pahalı olduğunu ve zaten kendi adına yatak odasında ge-
çirdiği birkaç dakikalık gayretin sonucu olduğunu söylemişti. 11. Teröristin surat asmasının başarı kazanması için teme
Fidye ödenmeyecekti ve kızı öldürmek istiyorlarsa, o da onla- linde ne kadar küçük olursa olsun, surat asılan kişinin yaptığı
ra kalmıştı. Ve bu gayet açık mesajla birlikte telefonu yüzlerine bir hatadan kaynaklanmış olması gerekir, öte yandan maruz
kapatmıştı. Terörist grup ona inanmıştı ve kız birkaç saat için- kalınan hakaret ile yürürlüğe konan surat asma eylemi arasın
de serbest bırakılmıştı. da olaya yol açan kırgınlıkla gösterilen tepki arasında genelde
bir orantısızlık vardır - normal yollarla çözümü bulunmaz bu
tür eylemlerin. Chloe'ye surat asmak için ne zamandır bekli- 14. Ama Chloe zorba bir insan değildi ve ben ne söylersem
yordum ama hiçbir neden olmadan surat asmak yarar değil söyleyeyim, kendi kendini aşın derece suçlardı hep. Beni Saint
zarar getirir, çünkü öteki kişinin fark etmemesi ve dolayısıyla Germain'de izlemeye çalışmış ama kalabalıkta gözden yitir
suçluluk duymaması olasılığı vardır. mişti. Otele dönmüş, bir süre beklemiş sonra Orsay Müzesi'ne
gitmişti. Sonunda odaya döndüğümde onu odada dinlenirken
12. Chloe'ye o an bağırabilirdim, o da bana bağırırdı, böylece buldum, ama onunla konuşmadan banyoya girip uzun bir duş
odanın anahtarlanyla ilgili tartışmamız kendi kendine çözü- aldım.
lebilirdi. Bütün surat asmaların temelinde o an gündeme geti-
rilerek yok edilebilecek bir yanlışlık yatar ama bunun yerine 15. Surat asan, karmaşık bir yaratıktır, derin belirsizler içe
kınlan taraf bu yanlışlığı alıp, daha sonra, daha acı verici bir ren mesajlar yayar, yardım ve ilgi çığlıklan atar ama aynı za
patlamaya kadar saklar. Açıklamaları geciktirmek, şikâyetlere manda teklif edilse reddeder, konuşma gereği olmadan anlaşılma
anında ele alınsa yok olacak bir ağırlık yükler. Kinci bir olay yı ister. Chloe onu affedip edemeyeceğimi, tartışmalan çözüm
olduğunda aniden öfke sergilemek insanın yapabileceği en cö- süz bırakmaktan nefret ettiğini ve o akşam hoş bir yıldönümü
mert şeydir, çünkü suratı asılan kişinin suçluluk duymasını ve gecesi geçirmek istediğini söyledi. Ona olan öfkemi tam olarak
öteki kişiyle konuşmak gerektiğini hissetmesi durumundan ifade edemediğim için (anahtarla hiçbir ilgisi olmayan bir öf
kurtarır. Ben Chloe'ye böyle bir iyilik yapmaya niyetli olmadı- keydi bu), mantıksız davranmaya başlamıştım. Düşündüğü
ğım için oteli tek başına terk ederek Saint Germain'e doğru yü- mü söylemek neden bu kadar güç olmaya başlamıştı? Çünkü
rümeye başladım, oradaki kitapçılarda iki saat kadar gezin- gerçek şikâyetimin açığa çıkmasından korkuyordum; Chloe
artık beni sevmiyordu. Acım öylesine ifade edilemez bir hal
dim. Sonra otele dönüp mesaj bırakacağıma, bir lokantada tek
deydi ve unutulan anahtarla o kadar ilgisizdi ki konuyu şimdi
başıma yemek yedim ve art arda iki film izledikten sonra ak-
gündeme getirsem salak gibi görünecektim. Dolayısıyla öfkem
şam saat yedi sulannda otele döndüm.
yer altına itilmişti. Ne söylemek istediğimi doğrudan söyleye
13. Terörizme ilişkin anahtar, ilgi çekmek amacıyla yapıl- mediğim için anlamı simgelerle aktarmayı seçmiş, yan umut
masıdır, belli amaçlan olan (sözgelimi bir Filistin devletinin yan korkuyla simgelerin kendiliğinden çözülmesi olasılığına
kurulması) ama askeri teknikleriyle ilgisi olmayan (Lod Hava- başvurmuştum.
alanı'nın bekleme salonunda ateş açmak gibi) psikolojik bir sa- 16. Duşumu aldıktan sonra anahtar olayıyla ilgili sonunda
vaştır bu. Amaçlarla sonuçlar arasında ayrım vardır ve surat banştık ve akşam yemeği için Ile de la Cite üzerindeki bir lo
asma, surat asmanın kendisine bağlı olmayan konulara işaret kantaya gittik. İkimiz de en uslu hallerimizi takınmış, gergin
etmek için kullanılabilir - Beni anahtarı kaybetmekle suçladığın liği önlemeye çalışıyor ve kitaplar, filmler ve başkentler gibi
için sana kızgınım, aslında Beni artık sevmediğin için sana kızgınım nötr konularda sohbet ediyorduk. Bizim gerçekten de mutlu
şeklindeki daha kapsamlı (ama söylenemeyen) mesajın bir bir çift olduğumuz (garsonun bakış açısıyla en azından) - ve
simgesi haline gelmiştir. romantik terörizmin önemli bir zafer elde ettiği izlenimine ka
pılanlar bile olabilirdi.
17. Oysa sıradan teröristlerin romantik teröristlere göre
apaçık bir avantajı vardır, ki bu da isteklerinin (ne kadar ola
ğandışı olursa olsun) en olağandışı olanını, sevilme isteğini
içermemesidir. O gece Paris'te tattığımız mutluluğun bir yanıl
sama olduğunun farkındaydım, çünkü Chloe'nin gösterdiği
sevgi içten değildi. Artık şefkat duymadığı için suçluluk du
yan ama yine de sadakatini göstermeye çabalayan (partneri ON DOKUZUNCU BÖLÜM
için olduğu kadar kendisi için de) bir kadının duyduğu bir
sevgiydi bu. Dolayısıyla, mutlu değildim o gece: Surat asmam İyinin ve Kötünün Ötesinde
işe yaramıştı ama boş bir başanydı bu.

18. Sıradan teröristler zaman zaman binaları ya da okullu


çocuklan havaya uçurarak hükümetlerden zorla bazı imtiyaz
lar elde etseler de romantik teröristler, yaklaşımlarındaki temel 1. Pazar akşam üzeri erken saatlerde Cloe ile birlikte Pa
bir uyuşmazlık nedeniyle başarısız olmaya mahkûmdurlar. Be ris'ten Londra'ya giden bir İngiliz Havayolları uçağının eko
ni sevmelisin, der romantik terörist, Sana surat asarak ya da seni nomi bölümünde oturuyorduk. Normandiya kıyılarını yeni
kıskandırarak beni sevmeye zorlayacağım seni, ama sonra o ikilem geçmiştik, kış bulutları karanlık suların üzerinden çekilmişti.
le karşı karşıya kalınır, çünkü aşk karşılığını bulursa, hemen Aklımı toplayamıyordum bir türlü, gergindim ve koltuğumda
sahte olduğundan şüphelenilir ve o zaman romantik terörist, sürekli kıpırdanıyordum. Motorun o boğuk uğultusu, kasvetli
Beni sevmeye zorladıysam seni, o zaman bu aşkı kabul edemem çün gri dekoru, hosteslerin o yapmacık gülüşleriyle uçakta rahatsız
kü içinden gelerek vermedin şeklinde şikâyet etmek durumunda edici bir hava esiyordu sanki. İçki ve çerezle dolu bir araba
kalır. Romantik terörizm, çözüme ulaşma yolundayken kendi yaklaşmaktaydı ama hem aç, hem susuz olmama karşın uçak
kendini yok eden bir istek biçimidir, teröristi rahatsız edici bir ta yemeklerin hissettirdiği o hafif bulantıyı hissediyordum.
gerçekle yüzleştirir: aşkın ölümü önlenemez.
2. Chloe vvalkman'ini dinleyerek kestiriyordu, derken ku
19. Yürüyerek otele geri dönerken Chloe elini paltomun ce laklıkları çıkarıp büyük sulu gözlerini önündeki koltuğa dikti.
bine soktu ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Öpücüğüne "İyi misin?" diye sordum.
karşılık vermedim; korkunç bir günün sonunda en çok arzu Bir sessizlik oldu, duymamış gibiydi. Sonra konuşmaya
edilen şey olduğu için değil, Chloe'nin öpücüğünün gerçek ol başladı.
duğunu artık hissedemediğim için. Aşkı, isteksiz alıcısına zor "Ben sana layık değilim," dedi.
la dayatmak istemiyordum artık. "Ne?"
"Ben sana layık değilim, dedim."
"Ne? Neden?"
"Çünkü öyle."
"Niye böyle söylüyorsun Chloe?"
"Bilmiyorum."
"Bana sorarsan, durum tam tersi. Bir sorun çıktığında hep Chloe'nin perişanlığı, aldatmanın yükünü geçici olarak ha-
çaba harcayan sensin, hep kendini suçlarsın..." fifletmişti. Onun gözyaşları, benimkileri ertelemişti. Durumun
"Sus, dur, yapma," dedi Chloe başını öteki yana çevirerek. ironikliğini de düşünmeden edemiyordum bir yandan - sevdi-
"Neden?" ğini, kendisini aldattığı için rahatlatmaya çalışan âşık.
"Çünkü ben Will'le görüşüyorum."
"Sen ne?" 4. Pilot, ağlama faslının başlamasından hemen sonra inme
"VVill'le görüşüyorum, tamam mı?" ye hazırlanmıyor olsaydı, uçaktaki bütün yolcular Chloe'nin
"Ne? Görüşmek ne demek? Will'le görüşmek?" gözyaşlarından boğulabilirdi. Sel gibiydi sanki, her iki taraf da
"Tanrı aşkına, Will'le yattım yani." durumun kaçınılmazlığı ve kötülüğü karşısında bir üzüntü tu
"Bayan bir içki ya da çerez alır mıydı?" diye sordu hostes fanına yakalanmıştı: Olmuyordu işte, sonlanmak zorundaydı.
tam o an arabayla yanımızda belirerek. Kabinin teknolojik dekoru, hosteslerin klinik ilgileri, öteki yol
"Hayır, teşekkür ederim." cuların yabancıların duygusal krizlerini seyrederken hissettik
"Hiçbir şey istemiyor musunuz?" leri rahat avuntu sanki daha da ıssızlaştırıyordu içinde bulun
"Hayır, iyiyim." duğumuz çevreyi.
"Ya siz beyefendi?"
"Hayır teşekkürler, hiçbir şey istemiyorum." 5. Uçak bulutları delip geçerken ben geleceği tasavvur et
meye çalıştım: Yaşamımın bir evresi ansızın kesiliyordu, yeri
3. Chloe ağlamaya başlamıştı. ni doldurabileceğim bir şey de yoktu, korkunç bir boşlukla ka-
"İnanamam buna. İnanamıyorum bir türlü. Bana şaka, kor- lakalacaktım. Londra'ya seyahatinizin başarılı geçmiş olmasını
kunç bir şaka olduğunu söyle, VVill'le yattın demek? Ne za- umar, yakında yeniden bizimle uçmanızı dileriz. Yeniden uçmak-
man? Nasıl yaptın bunu?" mış, yeniden yaşayacak mıydım ben? Başkalarının varsayımla
'Tanrım, gerçekten özür dilerim. Özer dilerim, ama ben... rını, düzenli yaşamların güvencesini ve yeniden uçma planla
Ben... Özür dilerim..." rını kıskanıyordum. Bundan sonra yaşamımın bir anlamı ola
cak mıydı ki? Hâlâ el ele tutuşuyor olmamıza karşın, Chloe ile
Chloe o kadar şiddetle ağlıyordu ki konuşamıyordu. Göz-
vücutlarımızın yavaş yavaş yabancılaşmasına tanık olacağımı
yaşları yanağından süzülüyor, burnu akıyor, gövdesi spazm-
zı biliyordum. Duvarlar örülecek, ayrılık kurumsallaşacaktı,
larla kasılıyor, ara sıra soluksuz kalıyordu. O kadar çaresiz gö-
birkaç ay ya da yıl sonra onu gördüğümde ben hafiflemiş, ne
rünüyordu ki bir ara yaptığı açıklamanın önemini unuttum,
şeli, maskeli olacaktım, iş giysilerim içinde belki, lokantada
gözyaşlannı durdurmanın bir çaresini aramaya başladım.
kendime salata ısmarlarken - yalnızca şimdi açığa vurabilece
"Chloe, lütfen ağlama, önemli değil. Konuşabiliriz. Tidge,
ğimiz şeye dokunamayacaktım bir daha, o insan dramını, çıp
lütfen, al şu mendili. Her şey düzelecek, söz veriyorum sana..." laklığı, bağımlılığı, önlenemez yitiklik duygusunu. İnsanın yü
'Tanrım, özür dilerim, aman Tanrım özür dilerim, hiç hak reğini çelen bir oyundan çıkıp içerde hissettiğimiz duyguların
etmiyorsun bunu, gerçekten hiç." hiçbirini iletemeyen ve çareyi bardan bir içki almaya yönel-
mekte bulan izleyiciler gibi olacaktık, hissedecektik ama doku- Sana gerçekte yazmak istediğim mektubu yazmayı asla başa-
namayacaktık. Acıklı olmasına karşın bu anı gelecekte yaşaya- ramayacağım. Son günlerde aklımda sana yazdığım satırlar
cağım anlara yeğliyordum; tek başıma yeniden yaşamaya çalı- değil bunlar. Keşke bir resim yapabilseydim senin için, kalemle
şırken, kendimi ve onu suçlayarak, bir gelecek kurmaya, alter- aram hiç iyi olmadı zaten. Asıl söylemek istediklerimi yaz-
natif bir öykü yazmaya çalışırken, karakterleriyle ne yapması maktan acizim, umarım boşlukları sen doldurursun. Seni
gerektiğini kestiremeyen bir oyun yazarının durumuna düşe- özleyeceğim, paylaştıklarımızı hiçbir şey unutturamaz.
cektim (temiz bir son için hepsini öldürmek dışında...). Tüm Birlikte geçirdiğimiz ayları çok sevdim. Öyle gerçeküstü bir
bunlar, uçağın tekerlekleri Heathrow'da alana değene, uçak bileşimdi ki, kahvaltılar, öğle yemekleri, öğleden sonra telefon
terminale doğru yavaş yavaş seyrettikten sonra kargosunu sa- sohbetleri, Electric'de sabaha karışan geceler, Kensington Par-
lona boşaltana dek olmuş, Chloe ile ben bagajlarımızı alıp, kı'nda yürüyüşler. Hiçbir şey bunları bozsun istemiyorum.
Âşık olmuşsan, geçirdiğin zaman değil, hissettiğin her şeyin
gümrükten geçtiğimiz sırada ilişkimiz resmen bitmişti. Arka-
yoğunlaşarak çoğalması önemlidir. Benim için, yaşamın baş-
daş kalacak, ağlamamaya, kendimizi kurban ya da cellat gibi
ka yerde olmadığı bir zaman dilimi gibiydi. Sen hep benim
hissetmemeye çalışacaktık. güzelim olacaksın, uyanıp seni yanımda bulmayı ne kadar
sevdiğimi hiç unutmayacağım. Ama seni daha fazla kırmak
6. İki hissiz gün geçti. Bir darbe yaşayıp, hiçbir şey hisset- istemiyorum artık. Her şeyin yavaş yavaş bayatlamasına kat-
memek - modern anlamda, darbenin gerçekten de sert oldu- lanamam.
ğunu gösterir bu. Derken bir sabah, Chloe'den kendisinin ge- Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyorum. Noel'i belki tek ba-
tirip bırakmış olduğu bir mektup aldım, tanıdık siyah yazısı şıma, belki de annemlerle geçireceğim. Will yakında Kalifor-
iki kaygan beyaz kâğıdı doldurmuştu: niya'ya dönüyor, yani durum belli değil. Haksızlık etme, onu
suçlama. Seni çok seviyor ve sana sonsuz saygısı var. O yal-
Kendi karmaşamı sana aktardığım için, Paris yolculuğumuzu nızca bir belirtiydi, olanların nedeni değil. Bu dağınık mektu-
rezil ettiğim için ve tüm bu melodramı sana yaşattığım için bu hoşgör, karmaşıklığı, sana karşı davranışlarımı anımsata-
özür dilerim. O berbat uçakta ağladığım kadar ağlayacağımı caktır. Beni affet, sana layık olamadım. Umarım arkadaş kala-
sanmıyorum bir daha ya da duyguların beni o denli param- biliriz. Bütün sevgimle...
parça edeceğini. Ne kadar iyi davrandın bana, beni daha da
çok ağlatan da buydu zaten, başka bir erkek olsa cehennemi 7. Mektup beni avutacağına, anıları canlandırdı yine. Yüzü-
boylamamı söylerdi ama sen öyle yapmadın, zaten her şeyi da- nün görüntüsünü, teninin kokusunu anımsatan konuşma tar-
ha da zorlaştıran da buydu. zının ritmini ve vurgularını fark ettim - ve edindiğim yarayı.
Terminalde nasıl öyle ağlayıp, aynı zamanda o kadar emin Mektubun kesinliği ağlattı beni, durum onaylanmış, çözüm-
olabildiğimi sormuştun. Artık süremeyeceğini bildiğim için lenmiş ve geçmiş zaman olmuştu. Cümlelerindeki kuşkuyu ve
ağladığımı anlamalısın ama beni sana bağlayan o kadar çok belirsizliği hissedebiliyordum ama mesaj ortadaydı. Bitmişti,
şey var ki hâlâ. Sana hakettiğin, ama benim artık veremez ol- bittiğine üzülmüştü ama sevgi pınarı kurumuştu. Aldatılmış-
duğum sevgiyi göstermeden sürdüremeyeceğimi düşünüyo-
lık duygusuyla kendimden geçmiştim, çünkü o kadar yatırım
rum. Haksızlık olurdu bu, ikimizi de mahvederdi.
yaptığım bir ilişki, nasıl olduğunu anlamadan iflas etmişti. Chloe ilişkiyi aynı derecede bencil güdülerle bitirmekte hak-
Chloe'nin ilişkiyi bir gözden geçirme gereği bile duymamasını lıydı. Bu açıdan bakıldığında aşkın sonu, özveriyle bencillik,
eleştirdim kendimce, sabahın dört buçuğunda boş hükümler ahlak ile ahlaksızlık yerine, iki temel bencil güdünün çarpış-
veren bu içsel muhakemelerin bir işe yaramadığını bile bile. masından kaynaklanıyor gibiydi.
Bir yürek sözleşmesi dışında sözleşmemiz olmamasına karşın,
Chloe'nin sadakatsizliği, uyumsuzluğu ve bir başka erkekle 10. Immanuel Kant'a göre ahlaki bir davranış, görev bilin
geçirdiği gece beni derinden yaralamıştı. Böyle bir şeyin olması ciyle, getireceği acı ya da haz göz önünde bulundurulmaksızın
ahlaken nasıl mümkündü? yapılmış olmasıyla ahlaksız bir davranıştan ayrılır. Sonunda
bana ne getireceğini düşünmeden, yalnızca görev bilinciyle
8. Aşkta reddedilmenin genelde doğru ve yanlış, iyi ve kötü hareket ediyorsam, ahlaklı davranıyorum demektir: "Herhan
olmak üzere ahlaki bir dille ifade edilmesi ne kadar şaşırtıcı, gi bir davranışın ahlakça iyi sayılması için ahlak yasalarına bo
sanki reddetmek ya da etmemek, sevmek ya da sevmemek yun eğmiş olması yeterli değildir - ayrıca bizzat ahlaki yasalar
doğası gereği ahlakın bir dalıymış gibi. Reddedenin genelde uğruna da yapılmış olması gerekir." { Ahlakın Metafiziği,
kötü, reddedileninse genelde iyi olarak algılanabilmesi de tu- Immanuel Kant, Harper Torchbooks, 1964.} İnsanın doğasından
haf. Chloe ile ikimizin davranışlarında da bu ahlaki tavrın iz- kay
leri görülüyordu. Beni reddetmesini, beni sevmemesini kötü- naklanan davranışlar ahlaki sayılamaz, insanın eğilimleri üze
lükle özdeşleştirmiş, benim ona olan sevgimi ise iyiliğin bir ka- rine temellenen ahlak anlayışını savunan faydacı görüşün doğ
nıtı olarak kabullenmişti - ve dolayısıyla, onu hâlâ arzuluyor rudan reddidir bu. Kant'ın kuramının özünde, ahlakm yalnız
olmam dışında herhangi bir temele dayandırılamayacak bir ca bir davranışa neden olan güdülerde bulunduğu düşüncesi
sonuca varmış ve bana "layık olmadığını" söylemişti. Bunları yatar. Bir insanı sevmek, o sevgiyi karşılıksız, salt sevmek uğ
salt kibarlıktan söylemediği düşünülürse, benim için yeterince runa verdiğimizde ahlakidir yalnızca.
iyi olmadığına dair ahlaki bir açıklamada bulunuyordu ama 11. Ona sürekli destek veren ve şefkat gösteren birinin ilgi
bu da artık beni sevmediği içindi - ona göre bu, onu benim gibi sini reddettiği için Chloe'yi ahlaksız buluyordum. Ama bunla
hâlâ sevebilecek kadar iyi yürekli bir adamdan daha değersiz rı reddettiği için ahlaki açıdan suçlu muydu gerçekten? Büyük
kılan bir şeydi. bedel ve özveriyle verdiğimiz bir armağan reddedildiğinde bir
suçlu aranmalı belki, ama veren kişi vermekten, bizim almak
9. Ancak reddedilmek ne kadar talihsiz de olsa, sevmeyi öz- tan aldığımız zevk kadar zevk almışsa, o zaman ahlaki bir dil
veriyle ve iyilikle, reddetmeyi ve kayıtsızlığı kötülükle özdeş- kullanmayı gerektirecek bir durum var mı? Eğer aşk aslında
leştirebilir miyiz gerçekten? Benim Chloe'ye olan sevgim ahla- bencil güdülerle verilmişse (örneğin bir başkasının yararına ol
ki, onun beni reddetmesi ahlaksızlık mıydı? Beni reddettiği duğu kadar kendi yararınaysa), o zaman, en azından Kant'ın
için duyduğu suçluluk, benim ona olan sevgimin özverili ol- gözünde, ahlaki bir armağan değildir. Yalnızca onu sevdiğim
duğu inancına dayanıyordu - çünkü eğer ona sunduğum ar- için Chloe'den daha mı iyiydim? Elbette değildim, çünkü ona
mağan paketinin içinde bencil güdüler bulunuyorsa, o zaman olan sevgim dahilinde her ne kadar özveri varsa da kendimi
kurban etmemiştim, eğilimlere son derece uyduğu için öyle
davranmıştım, bir görev değildi ki bu.
12. Zamanımızı faydacılar gibi severek geçiriyoruz, yatak o- nüşmüştüm, dünyayı da Chloe'yi de kendi çıkarlarıma göre
değerlendiriyordum. Ahlaki yasalarım, arzularımın yüceleşti-
dasında Hobbes ile Bentham'm peşinden gidiyoruz, Platon ile
rilmesinden ibaretti, eğer varsa öyle bir şey, Platonik bir suç iş-
Kant'ın değil. Tercihlerimiz üzerine ahlaki yargılarda bulunu
liyordum.
yoruz, aşkın değerleri üzerine değil: Hobbes'un Hukukun Öğe-
leri'nde yazmış olduğu gibi,
14. Kendi kendimi üstün görmenin zirvelerinde, "Onu sev
"Her insan kendisini hoşnut eden ve kendisine zevk ve- mek benim hakkım, onun beni sevmesi onun görevi değil mi?"
renlere iyi der; etmeyenlere ise kötü: İnsanların yapısı diye soruyordum. Chloe'nin sevgisi olmazsa olmaz bir olguya
nasıl birbirinden farklıysa, iyi ile kötü arasındaki ortak dönüşmüştü, yatakta yanımdaki varlığı özgürlük ya da yaşa
ayrımlarla ilgili düşüncelerinde de birbirlerinden farklı- ma hakkı kadar önem kazanmıştı. Hükümet bana bu ikisini
dırlar. Ayrıca agathon haplos diye bir şey de yoktur, yani, vakfediyorsa, o zaman neden sevilme hakkımı da sağlama al
salt iyi..." {Hukukun Öğeleri, Thomas Hobbes, edt. mıyordu? Yaşamımı paylaşacak biri olmadan yaşama hakkı
Molesworth, 1839-45.} nın, sesimi duyacak biri olmadan düşünce özgürlüğünün ne
anlamı vardı ki? Terk edilme özgürlüğü anlamına geliyorsa öz
13. Chloe'nin kötü olduğunu söylüyordum çünkü beni gürlük neydi ki?
"hoşnut etmemişti", özünde kötü olduğu için değil. Değer yar
gılarım Chloe'nin yaptığını mutlak bir standarda göre açıkla 15. Ama insan haklarının dilini sevgiye nasıl uyarlayabilir-
mak yerine, bir durumun gerekçelendirilmesi üzerine kuruluy dik, insanlan bir görev bilinciyle sevmeye nasıl zorlayabilirdik
du. Nietzsche tarafından gayet kısa ve öz açıklanan, klasik ah ki? Bu da romantik terörizmin, romantik faşizmin bir türü de
lakçının hatasını işlemiştim: ğil miydi? Ahlakın da belli sınırları olmalı. Bu, Yüksek Mahke-
"Öncelikle, insan bireysel eylemleri güdülerinden bağımsız mi'nin işi, iyi yiyen, iyi yaşayan, fazla kitap okuyan, fazla piş
olarak, tamamen yararlı ya da zararlı sonuçlarına bakarak iyi miş duygusalların, tuzlu gözyaşlarının ve yürek çelici ayrılık
ya da kötü olarak değerlendirir. Ama çok geçmeden, tayin et- ların konusu değil. Ben şimdiye kadar yalnızca bencilce, içim
tiklerinin kökenini unutur, iyi ve kötü değerlerinin davranışla- den gelerek sevmiştim, bir faydacı gibi. Ve eğer faydacılık yal
rın sonuçlarını göz önünde bulundurmadan özünde iyi veya nızca en büyük sayılar için en büyük mutluluğu yarattığı za
kötü olduğunu sanır..." {İnsanca, Pek İnsanca, Friedrich man doğruysa, o zaman şimdi Chloe'yi sevmenin ve onun se
Nietzsche, University of Nebraska Press, 1986.a} vilmesinin acısı, ilişkimizin yalnızca ahlakdışı değil, edepsiz
olduğunun bir işaretiydi.
Bana haz ya ve zevk veren şeyler, Chloe'ye yapıştırdığım
ahlaki etiketleri belirtiyordu - benmerkezci bir ahlakçıya dö- 16. Öfkelenince birilerini suçlayamamak ne büyük talihsiz
likti. Çektiğim acılar bir suçlu bulmamı gerektiriyordu ama so
rumluluğu Chloe üzerine yükleyemezdim. İnsanlar birbirleri
ne istedikleri gibi davranmakta özgürdü sonuçta, bunu öğren-
miştim artık, başkalarını kırmamaya çalışmak doğaldı ama
kimsenin kimseyi sevmek gibi bir sorumluluğu bulunmuyor-
du ki. Primitif bir inançla suçu kendimden başkasına atabilece-
ğimi sanmıştım, ama benim durumumda birisini suçlamak
olanaksız gibiydi. Şarkı söyleyemediği için bir eşeğe öfkelen-
meyiz, çünkü eşeğin yapısı ona a-i'lerinden başka bir ses çıkar-
ma olanağı tanımamıştır. Aynı şekilde, bizi sevdi ya da sevme- YİRMİNCİ BÖLÜM
di diye kimseyi suçlayamayız, çünkü bu onlann dışındadır, Ruhsal-Yazgıcılık
böyle bir sorumlulukları olamaz - gerçi eşeğin şarkı söyleye-
memesini kabullenmenin, aşkta reddedilmeyi kabullenmekten
daha kolay olmasının nedeni, sevgilinin bir zamanlar sevdiği-
ni de görmüş olmamızdır. Seni artık sevemiyorum sözlerini sin-
dirmek bu nedenle çok zordur. 1. Ne zaman vahim bir şeyle karşı karşıya kalsak, böylesi
korkunç, dayanılmaz cezaların neden özellikle bizim başımıza
17. Sevgi karşılığını bulamayınca sevilmek isteğinin küstah-
geldiğini açıklayabilmek için sıradan nedenlerin ötesine baka
lığı ortaya çıkar - yine arzularımla bir başıma kalmıştım işte, rız. Olayın sarsıcılığı ölçüsünde nesnellikten uzak bir önem
korunaksız, haksız, yasalan da aşan isteklerimde son derece de yükleriz ona, böylece ruhsal-yazgıcılığa yönelmiş oluruz.
açık: Sev beni! Ve neden? Neden olacak, o her zamanki önem- Üzüntüden öylesine yorulmuş ve tükenmiştim ki içine düştü
siz nedenden: Çünkü ben seni seviyorum... ğüm karmaşayı anlayabilmek için beliren soru işaretlerine gö
müldüm: "Neden ben? Neden böyle oldu? Neden şimdi?"
Pençesine düştüğüm anlamsızlığı biraz olsun anlamlandırabil-
mek için geçmişe baktım, işaretler, belirtiler, suçlar, kabahatlar
aradım; yarama merhem olsun, yaşamımın rastlantısal nokta
larını birleştirebileyim diye.

2. Modernliğin tekno-iyimserliğini terkedip, ilkel korkula


rın ağından geçtim. Günlük gazeteleri okumayı bıraktım, tele
vizyona güvenmez oldum, hava durumu tahminlerine ve eko
nomik göstergelere olan inancım sarsıldı. Çağsonu felaketle-
riyle aklımı bozmaya başladım - depremler, seller, açlık, veba
gibi. Tanrıların, ilkel güçlerin etkisi altına girmiştim sanki. Bu
fani dünyada, gökdelenlerin, köprülerin, kuramların, roket fır
latıcılarının, seçimlerin ve hazıryemek lokantalarının birer ya-
nılsama olduğunu düşünür olmuştum. Mutluluk ve huzur,
gerçekleri görememek anlamına geliyordu benim için. Trende-
ki yoldaşlara bakıp hâlâ gerçeği görememiş oldukları için acı- 4. Aklım, olayların belirleyicisi değil de soluk bir taklitçisiy-
yordum onlara. Mide bulandırıcı bir nostalji kisvesi altına giz- se, o zaman o öteki, bilinçli aklım, başka bir yerde olmalıydı,
lenen kıyımların çetelesini tutan tarih de ne denli acıklı bir şey- sahne dışında, setin altında ya da yukarda kanatlarda belki,
miş. Bilimcilerin ve politikacıların, haber spikerlerinin ve ben- ama benim başımda değil. Aşkın doğasının ilahi kökenlerini
zincilerin küstahlığı, muhasebecilerin ve bahçıvanların kendini hissettim bir kez daha. Başı ve sonu (ilki ne kadar güzel, ikin
beğenmişliği gözüme batmaya başladı. Kendimi toplum dışına cisi ne kadar dehşetli) benim Eros ve Afrodif in oyunlarında
itilmiş büyük isimlerle bağdaştırdım, Caliban ile Diony- bir oyuncaktan öte bir varlığım olmadığını düşündürüyordu
sus'un, gerçekleri söylediği için dokuz köyden kovulan tüm bana. Dayanılmaz biçimde cezalandırılmış olduğum için nere
insanların yandaşı oldum. Özetlemek gerekirse, kısa bir süre de yanıldığımı bulmaya çalıştım. Bilinçsiz bir suçlu olmuştum,
için aklımı yitirdim. hiç farkına varmadan tehlikelere atılmıştım, bilmeden öldür
müştüm. Cezamı hafifletecek bir durum da yoktu çünkü bilin
3. Başka bir seçeneğim var mıydı ki? Chloe'nin beni terk et- cim yerinde değildi. Aşkımın sürmesini istemiştim ama yok et
mesi kurduğum dünyaya olan inancımı sarsmış, sinirlerimin miştim onu. Ne yaptığımdan emin değildim ama her şeyi itiraf
ne kadar zayıf olduğunu, ne denli güçsüz ve yetersiz olduğu- etmiştim. Suç aletini aramak için kendimi paramparça ettim;
mu ortaya koymuştu. Umutsuzluğumdan sağduyumu yitir- ettiğim her küstahlık kâbusum oldu, olağan düşüncelerim ka
miştim, yerçekimi beni tutmuyordu sanki, dağılmıştım. Kendi rabasanlara dönüştü - yaptığım hiçbir şey tanrıların gözünden
öykümü anlatamıyordum, çocuksu, huysuz bir şeytan ele ge- kaçmamıştı ki, bu korkunç intikamı alıyorlardı benden. Kendi
çirmişti beni, insanları kandırıp kayalıklardan aşağı atmaktan yüzüme bile bakamaz olmuştum; gözlerimi oydum, kuşların
zevk alan bir şeytandı bu. Göklere yükselen ya da ruhun de- gelip ciğerlerimi gagalamasını bekledim ve günahlarımın ağır
rinliklerine indirilen bir kukla gibi hissediyordum kendimi. Bir lığını dağ tepelerine taşıdım.
öykünün içinde bir karakterdim yalnızca, olayların gidişatını
değiştirmekten acizdim. Oyun yazarı değil, oyuncuydum ben, 5. Antik mitler geçmişte kaldı elbette, cep bilgisayarları ça
bilinmeyen ama belli ki acıklı bir sona beni iten bir senaryoyu ğında artık modası geçmişti onların, Olimpos Dağı kayak mer
yutuyordum körlükle. Geçmişte ne kadar iyimsermişim; düşü- kezine dönüşmüştü, Apollon Tapınağı Queensway'de bir ta
nerek her şeyi çözebileceğimi sandığım için pişmanlık duyu- vernanın ismiydi - ama tanrılar vardı hâlâ, yalnızca yeni şekil
yordum şimdi. Arabanın kontrolü bende değildi, frene de bas- lere girmişlerdi, takım elbiseler giyerek modern çağa ayak uy
sam, gaza da bassam araba kendi hızıyla gitmeyi sürdürüyor- durmuşlardı. Minyatürleşmişler, bulutlarda değil, ruhumuzun
du. Ben, pedalların bir etkisi var sanmış ve yanılmıştım, pedalla içinde yaşıyorlardı. Ben aslında aklın sahnelediği bir dramı ya
arabanın gidişi, bilinçli kuramlar ile yazgı arasında talihli bir şıyordum, birey, boğuşmaları izleyen tanrıların ayrıcalıklı kol
rastlantı yaşamıştım o kada: tuğuydu. Tam ortada, Zeus/Freud gösteriyi yönetiyor, güdü
leri belirliyor, gökgürültüsü, şimşek efektleri arasında belaları
sıralıyorlardı. Yazgımda lanetlenmek varmış, üstelik ruhsal
yazgımda: İçten kaynaklanan bir yazgıyı yaşıyordum.
6. İçinde yaşadığımız bilim çağında, beni rahat bırakmayan
şeytanlara psikanalitik isimler veriyorlar. Kendisi de bir bilim
olmasına karşın, batıl inançlann (içeriğini olmasa da) dinami- cağımı görmüştü. Chloe'yi resim yaparken seyrederken o tey-
ğini taşıyor psikanaliz, yaşamın genelde rasyonel denetimden zemi anımsardım, bu ayrıntının bile teyzemin öngörüsünü
yoksun geliştiğini savunuyor. O delilikler, takıntılar ve vizite- haklı çıkardığı düşüncesiyle sevinerek. Chloe ile sokakta kol
ler dünyasında, Zeus'u ve meslektaşlarını görür gibi oluyor- kola yürürken, tanrıların beni kutsadığı hissine kapılırdım, ba-
dum, Akdeniz on dokuzuncu yüzyıl sonu Viyanası'na dönüş- na bahşedilen mutluluk nedeniyle başımın üstünde bir hale
müştü ama sonuçta bu dünya da ötekinin biraz daha aklı ba- var sanıyordum.
şında bir versiyonuydu. Galileo ve Darvvin'in öncülüğünü et-
tiği devrimi tamamlayan Freud'un dünyasındaki insanlar da 8. İyi ya da kötü olsun belli alametler aradığımızda bulmakta
Yunan atalarının dünyasındaki gibi alçakgönüllü olmak zo- güçlük çekmeyiz. Chloe beni terk ettiği için, yaşadığımız aşk
rundaydı, oyuncu olamıyorlar, oyunları izliyorlardı. Freud'un öyküsünü farklı yorumluyordum artık. Zaten başarısızlığa
dünyası bir tarafını asla göremediğimiz çift taraflı bir madal- mahkûm bir ilişkiydi, klasik aile nevrozu modelinin bir türüy-
yon gibiydi, nefretin büyük aşklan, büyük aşların nefreti giz- dü diyordum kendi kendime. Annem ve babam boşandığında,
lediği, bir erkeğin bir kadını sevmeye çalışırken bilinçsiz ola- annem beni kendisininkine benzer bir mutsuzluk kıskacına ka-
rak kendisinden uzaklaştırdığı bir dünyaydı. Uzun bir süre öz- pılmamam için uyarmıştı, onun annesi de mutsuzmuş, hatta
gür iradeyi savunmuş bir bilim dalının yeniden psişik deter- annesinin annesi de. Genetik bir hastalık olamaz mıydı bu?
minizme dönüşünü temsil ediyordu Freud. Bilim tarihinde ya- Belki ailemizin üzerine çökmüş genetik ve psikolojik bir lanetti
şanan ironik dönüm noktalarından biriydi bu, Freud'çular bi- kim bilir? Chloe'den birkaç yıl önce birlikte olduğum bir kadın,
lim aracılığıyla bilimsel "Ben"in üstünlüğünü sorguladılar. "çok fazla düşündüğüm için" aşkta asla mutlu olamaya-
"Düşünüyorum, öyleyse varım," Lacan'ın "Düşündüğüm yerde de- cağımı söylemişti bana. Doğru, fazla düşünüyorum (bu dü-
ğilim ve bulunmadığım yerde düşünüyorum"una dönüşmüştü. şünceler de kanıtlamıyor mu bunu?): Aklım işe de yanyor ama
kimi zaman da bir işkence aletine dönüşüyor. Belki de bu ka-
7. Geçmişi gözlemlerken, aşkın durağan bir noktasının ol- dar düşünerek, Chloe'nin önüne, kendisine tamamen aykırı
madığını görürüz; geçmiş hep şimdiki anda yeniden kurgula- olan analitik, kuru bir kimlikle çıkarak yabancılaştırmıştım
nır ve değişime uğrar. Geçmişe salt kendisi için değil, şimdiyi onu kendimden. Dişçide okuduğum bir yıldız falını anımsıyo-
açıklamasına yardıma olsun diye bakarız. Chloe'nin yaşa- rum, aşkta ne kadar başarılı olmaya çalışırsam olayların o ka-
mımda oynadığı rol, olayın böyle mutsuzca bitmesi üzerine dar zorlaşabileceğini söylüyordu. Chloe'nin beni reddetmesi,
şimdi çok daha farklı görünüyordu bana. İlişkideki iyimser an- hâlâ pek çözemediğim, ama bir kadını sevmem, onu elde et-
larımda, aşkı giderek gelişen bir öykünün uzantısı olarak gör- mem ve sonra da onunla kurduğum dünyanın başıma yıkıl-
müş ve mutlu yaşamayı öğrendiğimin bir kanıtı olarak algıla- ması şeklinde kendini gösteren ruhsal yazgımın yeni bir örneği
mıştım. Boş zamanlarında fal bakan bir teyzemi anımsadım, gibi görünmeye başlamıştı. Beceriksizin tekiydim işte, tanrı-
aşkta mutluluğu büyük olasılıkla resim yapan bir kızda bula- ların gazabına uğramıştım, Afrodit beni lanetlemişti.
9. Geçmişteki romantik yazgıcılığımın yerini alan ruhsal 10. Ama Chloe beni reddedince bu resim bozulmuş ve geç
yazgıcılık aynı bakış açısının iki farklı boyutuydu aslında. İki- mişimin aslında ne kadar karmaşık olduğu ortaya çıkmıştı.
si de aynı şekilde gelişiyor, belli zaman süreçlerinden bağımsız Mutlulukların her zaman sert bir düşüşle sonuçlandığı bir di
olan zincirleme olaylarla ortaya çıkıyor ve iyi/kötü, kahraman zi olay yaşamıştım ben. Yine bir grafiğe aktardığımızda (bkz.
veya trajik kahraman gibi değerleri ölçüt alıyordu. Bunu bir Şekil 20.2), yaşamımın akışının derin düşüncelerle yorumla
grafiğe aktardığımızda (bkz. Şekil 20.1), mutlu gelişimlerin nan bir dizi zirveden oluştuğu görülüyor - başarısını her za
grafikteki yükselen ok ile temsil edildiğini, dünyayı ve aşkı da- man pahalıya ödeyen trajik bir kahramanın yaşamıydı bu.
ha iyi anladıkça bu okun yükseldiğini görebiliriz.
11. Lanetlenmiş bir kişi, lanetlendiğinden habersizdir. Bire
yin yaşamı boyunca hissettiği ama mantıklı bir açıklama geti
remediği gizli bir şifre gibidir bu. Kahinler, Oidipus'a babasını
öldürüp annesiyle evleneceğini söylerler - bilinçli uyarılar bir
işe yaramaz oysa, yalnızca düşünen "Ben"in dikkatini çekerler,
şifreli laneti çözmeye yaramazlar. Oidipus, bu kehaneti önle
yebilmek için evden aynlır, ama sonuçta yine de evlenir İokas-
te ile: O da kendi öyküsünü anlatamamış, öyküsünü anlatmış
lardır ona. Olası sonucu, olası tehlikeleri bilmektedir ama hiç
bir şeyi değiştiremez: Lanet iradeyi alt eder.

12. Peki ya ben neyle lanetlenmiştim? Modern toplumlarda


insanın başına gelebilecek en büyük talihsizlik olarak değer
lendirilen, mutlu ilişkiler kurma engeliyle. Aşkın gölgeli bah
çesinden sürgün edilmiş halde, ölümüme dek dünyayı dolaşa
rak sevdiklerimin benden kaçmasını engelleyemeyecektim. Bu
fenalığı tanımlamaya çalıştım ve sonunda psikanalizde buna
tekerrür takıntısı dendiğini öğrendim:
... bilinçaltından kaynaklanan, engel olunamaz bir süreç.
Davranışlarının sonucu olarak özne kendisini bile bile
belli üzücü durumlara düşürür ve böylece eski bir dene-
yimi tekrarlar, ama kendisi bu prototipin farkında değil-
dir; aksine, durumun bütünüyle o anın koşulları nede-
niyle oluştuğuna vargücüyle inanır. {Psikanalizin Dili, J.
Laplanche, J.B. Pontalis, Karnac Kitapları, 1988.}
Şekil 20.2 Trajik

Kahramanın Öyküsü (Ruhsal-Yazgıcılık)


13. Psikanalizin yatıştırıcı yönü (eğer kişi bu kadar iyimser tan acizdim ve ıstırabı başkalarıyla paylaşamamak daha da ya-
olabilirse) içinde yaşadığımızı öne sürdüğü anlamlı dünyadır. kıp yıkıyordu beni. Perdelerim çekilmişti, yatağıma kıvrılmış
Her felsefe zaman zaman hiçbir şeyi ifade edemeyen bir salak yatıyor, en ufak tıkırtıyla irkiliyor, ışığa sinir oluyor, dolaptaki
tarafından yazılmış bir öykü hissi uyandırabilir insanda (anla süt bozulmuşsa çileden çıkıyor, bir çekmece sıkışmış açılmı-
mı reddetmek bile anlamlıdır). Ama anlam asla o kadar hafife yorsa mahvoluyordum. Her şeyin parmaklarımın arasından
alınmamalıdır: Ruhsal-yazgıcının yaptığı büyü ve sonra söz kayıp gidişini izlerken, kendi denetimimi yeniden ele geçirme-
cüklerinin yerine birden öyle olması için sözcüklerini koyarak nin tek yolunun kendimi öldürmek olduğu sonucuna vardım.
sıradan bir bağlantının müthiş önemine parmak basar. Demek
ki Chloe'yi sevdim ve sonra beni terk etmedi. Ben Chloe'yi beni
terk etmesi için sevdim. Onu sevmemin acıklı gerçeği, asıl öykü
nün satır aralannda okunabiliyordu. Bilinçaltımın derinlikleri
ne, belki ilk aylarda ya da yıllarda yerleştirilen bir şema vardı
sanki. Bebek anneyi kaçırmış ya da anne bebeği terk etmişti ve
şimdi bebek/adam aynı senaryoyu yineliyordu, farklı oyuncu
lar vardı ama aynı öyküydü sonuçta, Chloe, bir zamanlar baş
kasının oynadığı role bürünmüştü. Neden onu seçmiştim ki
zaten? Gülüşü ya da zekâsının parıltılarından olmasa gerek.
Bilinçaltını, yani bu içsel dramın oyuncularını belirleyen yö
netmen, onun bu anne/çocuk senaryosundaki rolü doldurabi
lecek uygun karakter olduğunda karar kılmıştı, sahneyi can
alıcı bir anda gerekli tahribatla terk ederek oyun yazarını zor
durumda bırakmayacak bir oyuncu aranıyordu çünkü.

14. Yunan tanrılarının lanetinden değil ama ruhsal-yazgıcı-


lıktan koruyabiliriz kendimizi. İd neredeyse ego da orada ol
malı - tabii ego çektiği acılarla o kadar yıkılmış, yaralanmış,
berelenmiş, değil geleceğini gününü planlayacak halde olma
sa... Yeniden yaşama dönecek gücünü yitiren ego, kasırgadan
bitkin çıkmış, en basit hizmetleri yerine getirmeye çalışıyordu.
Yatağımdan bir kalkabilsem, kanepeye oturabilir ve orada, Ko-
lonas'ta Oidipus gibi, çektiğim acılara bir son vermeye çalışa
bilirdim. Ama evden çıkıp birilerinden yardım isteyecek halim
bile yoktu. Konuşmaktan, hatta simgelerle kendimi anlatmak-
"Duydun demek. Evet, birden oldu işte. Ondan ne kadar
hoşlandığımı biliyordun zaten, arayıp ayrıldığınızı söyledi,
öylece gelişti işte."
"Ne diyebilirim ki, harika olmuş Will."
YİRMİ BİRİNCİ BOLUM "Bunu duyduğuma çok sevindim. Bu olay aramızı açsın is-
İntihar temem, iyi bir dostluğu sokağa atmak bana yakışmaz. Sorun-
larınızı çözersiniz diye ummuştum, harika bir çift olurdunuz,
gerçekten yazık oldu, ama herneyse. Noel'de ne yapıyorsun?"
"Evde olacağım, sanırım."
"Kar fırtınası yaklaştı gibi görünüyor, kayakları çıkarmanın
1. Şarkılar, tebrik kartları ve ilk karla birlikte Noel mevsimi tam sırası, değil mi?"
geldi. Chloe ile birlikte Noel hafta sonunu Yorkshire'da küçük "Chloe şu an yanında mı?"
bir otelde geçirmeyi tasarlamıştık. Kitapçık masamda duru "Şu an yanımda mı? Evet, hayır, yani, şu an burada değil.
yordu: "Abbey Evi konuklarını en güzel mekânlarda Yorkshi- Buradaydı ama köşedeki dükkâna kadar gitti, Noel çatpatla-
re'ın sıcak misafirperverliğini tatmaya çağırıyor. Meşe kapla nndan söz ediyorduk da çok seviyormuş, almaya gitti."
malı oturma odasındaki şöminenin başında oturun, doğa yü "Harika, saygılarımı ilet ona."
rüyüşlerine çıkın ya da bırakın biz sizi eğlendirelim. Abbey "Konuştuğumuzu duyunca çok sevineceğine eminim. Bili-
Evi, bir otelden beklentilerinizin ötesini vaat ediyor." yor musun Noel'i geçirmek için benimle birlikte Kaliforniya'ya
geliyor."
2. Noel'den iki gün, benim ölümümden saatler öncesinde, "Öyle mi?"
kasvetli bir Cuma akşamı saat beşte Will Knott beni aradı: "Evet, iyi olacak. Birkaç gün Santa Barbara'da benim ailem-
"Arayıp vedalaşmak istedim, hafta sonu San Fransisco'ya le birlikte olacağız, sonra belki birkaç günlüğüne çöle gideriz."
uçuyorum." "Çölleri çok sever."
"Öyleymiş, bana da söyledi. Neyse, dinle, artık kapatsam
"Öyle mi?"
iyi olacak, sana iyi tatiller. Buradaki eşyalarımı toparlamam
"Söylesene, nasılsın sen?"
"Efendim?" gerek. Önümüzdeki sonbahar yine Avrupa'da olabilirim, ara-
"Her şey yolunda mı?" rım seni, bir yoklarım..."
"Yolunda mı? Evet, evet sanırım yolunda diyebiliriz."
3. Banyoda biriktirmiş olduğum tüm ilaçları çıkarıp mutfak
"Chloe'den ayrıldığını duydum, üzüldüm. Gerçekten çok
masasının üzerine serdim. Bu pandomime bir son verecek ka-
fena." dar aspirin, vitamin, uyku hapı, birkaç bardak öksürük şurubu
"Ben de senin Chloe'yle birlikte olmana çok sevindim." ve viskim vardı. İnsanın aşkta reddedildikten sonra kendisini
öldürmesi kadar mantıklı bir tepki olabilir miydi? Chloe ger-
çekten de yaşamımın aşkıysa, onsuz yaşamanın olanaksız ol- şında derdimi dinleyen yoktu. Birden, sonradan yirmi adet
duğunu kanıtlamak için yaşamıma son vermem normal değil efervesan C vitamini hapı olduğunu anladığım bir şişe ilacı
miydi? Varlığımın anlamı dediğim kişi, şu an Santa Barba- yuttum.
ra'nın dağ eteklerinde evi olan Kaliforniyalı bir mimara Noel
çatpatları alıyorsa, benim hâlâ her sabah uyanmam sahtekârlık 6. Cesedimin bulunmasından kısa bir süre sonra, bir polisin
değil miydi? Chloe'yi ziyaret ettiğini düşledim. Şok olmuş yüzünü görür gi
bi oldum, bu arada Will Knott beline sarılmış kirli bir çarşafla
4. Chloe'den ayrılmam, beraberinde arkadaşlarımdan ve ta- odadan çıkacak ve, "Bir şey mi oldu, sevgilim?" diye soracaktı, o
nıdıklardan binlerce basmakalıp taziyeyi getirmişti: Sürseymiş da, "Evet, aman Tanrım, evet!" diyebilecekti gözyaşlarına boğul
güzel olabilirmiş, insanlar birbirinden uzak düşebilirmiş, tut- madan hemen önce. Sonra korkunç bir pişmanlık ve üzüntü
kular sönermiş, iyi ki yaşamış ve sevmişim, zaman her şeyi iyi- duyacaktı - beni anlamadığı, kötü davrandığı, ileriyi görmek
leştirirmiş. Will bile olaydan bir deprem ya da kar fırtınası gibi ten bu denli aciz olduğu için kendini suçlayacaktı. Onu kendi
gayet olağan bir şeymiş gibi söz etmişti, doğanm bizi denemek ni öldürecek kadar seven bir başka erkek olmuş muydu?
için gönderdiği bir işaretti sanki, kaçınılmazlığına meydan
okumak yersizdi. Benim ölümüm işte bu sıradanlığı şiddetle 7. Duygularını ifade etmekte güçlük çektiği için intihar ye
reddetmek anlamına gelecekti - başkaları unutmuştu ama tisine sahip tek hayvan insandır. Öfkeli bir köpek intihar et
ben unutmayacaktım. Zamanın erozyonuna kapılarak mez, kendisini kızdıran kişiyi ya da şeyi ısırır, ama öfkeli bir
acılarımın hafiflemesini istemiyordum, yanmış sinir uçlarımla adam odasında oturup suratını asar sonra da sessiz bir not bı
da olsa tutunmak istiyordum Chloe'ye. Aşkımın ne kadar rakarak kendini vurur. İnsan, simgesel ve metaforik bir yara
ölümsüz olduğunu ancak ölümümle kabul ettirebilecektim, tık: Ben de öfkemi dışavuramadığıma göre, ölümümle simge-
trajedilerden bitkin düşmüş bir dünyaya aşkın ciddi bir olay leyecektim. Chloe'yi incitmektense kendimi incitecektim, beni
olduğunu ancak kendi kendimi yok ederek anlatabilirdim. düşürdüğü halleri bilsin diye kendimi öldürecektim.
5. Bunu okuduğunuzda ben ölmüş olacağım. Saat yediye 8. Bu arada ağzım köpürmeye başlamıştı, ağzımı açtıkça ço
gelmişti, kentin üzerini battaniye gibi sarmalayan, bir kefen gibi ğalan portakal köpükleri arasında geğirip duruyordum ve so
örten kar hâlâ yağıyordu. Seni seviyorum demenin tek yolu bu,
nunda masanın üstü, üstüm başım ağzımdan püsküren bu
kendini suçlamanı istemeyecek kadar olgunum, suçluluk konusunda
açık portakal renkli sıvıyla battı. Bu asidik kimyasal görüntü
neler hissettiğimi biliyorsun. Kaliforniya'yı seversin umarım, dağları
yü izlerken, intiharın tutarsızlığı çarptı birden beni, yaşamak
çok güzelmiş, beni sevemedin biliyorum, ama lütfen anla ben senin ya da ölmek arasında bir seçim yapmak istemiyordum ki ben.
aşkın olmadan yaşayamadım... İntihar metni (yazmak, intihan ge- Yalnızca Chloe'ye, metaforik olarak, onsuz yaşayamayacağımı
ciktirmenin bir yoludur) birçok denemeden geçmişti: Yanımda göstermek istiyordum. İşin ironik yanı, kurduğum metaforun
bir tomar buruşturulmuş kâğıt vardı. Mutfak masasında otur- okunup okunmayacağını göremeyecek kadar gerçek bir ey
muştum, üzerimde gri bir palto vardı ve buzdolabının sesi dı- lemde bulunmuş olduğumdu, yaşayanların ölülere bakışını
göremeyecek kadar ölü (laik bakış açısıyla en azından) olacak-
tım çünkü. Başkalarının hareketimi gördüğünü göremeyecek-
sem, böyle bir işe kalkışmamın ne anlamı vardı? Kendi ölümü-
mü düşleyerek, yok oluşumun izleyicisi olarak gördüm kendi-
mi, ama gerçekte asla olamayacak bir şeydi bu, çünkü o zaman
ölü olacaktım ve asıl dileğime kavuşamayacaktım - yani hem
ölü hem yaşıyor olmak. Ölü olmalıydım ki tüm dünyaya ama YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
özellikle Chloe'ye ne kadar öfkeli olduğumu gösterebileyim,
ama yaşıyor olmalıydım ki Chloe üzerinde yarattığım etkiye İsa Kompleksi
tanık olabileyim ve dolayısıyla öfkemden kurtulayım. Olmak
ya da olmamak sorunsalı değildi bu. Hamlet'e getirdiğim yo-
rum, olmak ve olmamaktı.

9. İntihara kalkışanlar belki denklemin ikinci bölümünü 1. Istırap çekmenin herhangi bir yararı varsa, bu belki de
unutuyorlar, ölümü de yaşamın bir uzantısı olarak görüyorlar bazı çilekeşlerin çektikleri sıkıntıyı (ne kadar sapkınca da olsa)
(bu hareketin etkilerini izleyebilecekleri bir tür yaşam-sonrası özel olmaları gerekçesiyle açıklayabilme yeteneğidir. Bu tita-
gibi). Sendeleyerek musluğa gittim, efervesan zehiri kustum. nik azabı, acı çekmeyenlerden farklı ve dolayısıyla daha iyi ol
İntiharın zevki organizmayı öldürmek gibi korkunç işte değildi duklarının bir kanıtı değilse, neden onlar seçilmiş olsun ki?
ki, başkalarının o ölüme gösterecekleri tepkiyi izleyebilmekti
(Chloe mezarımın başında ağlıyor, Will gözlerini kaçırıyor, 2. Noel döneminde evde tek başıma oturmaya dayanama
ikisi de ceviz kaplama mezarıma toprak serpiyorlar). Kendimi dığını için Baysvvater Sokağı'ndaki küçük bir otele yerleştim.
öldürmek, küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırmak anlamına ge- Küçük bir bavulun içine birkaç kitap ve giysi koydum ama ne
lecekti: Yok oluşumun melodramını izleyemeyecek kadar ölü okudum ne de giyindim. Bütün günlerimi beyaz bornozun
olacaktım. içinde, yatağa uzanmış televizyonun kanalları arasında gezi
nerek, oda servisi mönülerini okuyarak ve sokaktan gelen ses
leri dinleyerek geçirdim.

3. İlk başta o sesi aşağıdaki trafiğin genel uğultusundan


ayırmak güçtü: Araba kapıları çarpılıyor, kamyonlar vites de
ğiştiriyor, havalı bir matkap kaldırımı deliyordu. Ama tüm
bunların arasında oldukça farklı bir ses duyabiliyordum, ote
lin ince duvarından geçerek, araya buruşmuş bir Time dergisi
koyup başımı yasladığım yağlı yatak başının hizasından geli
yordu. Ne kadar uğraşsam da (tanrı bilir, insan elinden geleni
yapar bu durumda) yadsmamaz hale gelmişti artık, komşu noktaya gelmiştim. Yan odada çiftleşenlerin sesleriyle, eski
odadan gelen sesler, insan türünün çiftleşme ritüelinin sesin- mutlu günlerimden kalan şarkının anısı talihsiz varoluşuma
den başka bir şey değildi. "Siktir," diye düşündüm, "sikişiyor- akıtılan kocaman gözyaşlanma karıştı. Ama bunlar artık öfke-
lar!" li, yanık gözyaşları olmaktan öte, çektiğim ızdırabın benden
değil, başkalarından kaynaklandığı inancıyla akıtılan acı-tatlı
4. Başkalarının bu tür hareketlerini duyunca takınılan belli gözyaşlanydı. Keyiflenmeye başlamıştım, acının doruğundan
doğal tavırlar vardır. İnsan gençse, düş gücü de zenginse, du sevinç vadisine düşmüştüm, bir şehidin gururunu, yani İsa
varın öteki tarafındaki adamla özdeşleştirir kendini ve şairane- Kompleksi'nin hazzını yaşıyordum. Chloe ve Will'in Kaliforni-
lik göstererek ideal bir kadını düşler -Beatrice, Juliet, Charlot- ya'da oldukları düşüncesi, yan odadan gelen "daha", "daha
te, Tess- çığlıkları kadına kendisinin attırdığını düşleyerek bö sert" çığlıklarına karıştıkça ıstırap likörüyle sarhoş oldum.
bürlenir. Ya da kendini hakarete uğramış sayar kendi dışında
gelişen bu libido patlamasından, duymamaya çalışır, İngilte 7. "Herkesin anladığı birisi ne kadar yüce olabilir ki?" diye
re'yi düşünür ve televizyonun sesini yükseltir. sordum kendi kendime, Tanrı'nın Oğlu'nun başından geçenle
ri düşünürken. Chloe beni anlayamadı diye kendimi suçlama
5. Bense pasif bir tepki verebilmiştim ancak - daha doğru yı sürdürebilir miydim gerçekten? Beni reddetmesi, benim ye
su, durumu kabullenmek dışında bir tepki göstermekten aciz tersiz olduğumu değil, onun miyop olduğunu gösteriyordu.
kalmıştım. Chloe beni terk ettiğinden beri başıma gelen her şe Artık o melek, ben solucan değildim. Değerimi anlayamaya
yi kabullenir olmuştum zaten. Hiçbir şey beni şaşırtamaz ol cak kadar sığ bir insan olduğu için, üçüncü sınıf bir Kaliforni
muştu. Psikologlara göre, sürpriz, beklenmeyene gösterilen yalı Corbusier için bırakmıştı beni. Pek sevmediğim yönleri
tepkidir; ben her şeyi bekler olduğum için hiç şaşırmaz olmuş üzerinde odaklanarak Chloe'nin kişiliğini yeniden yorumla
tum. maya başladım. Aslmda çok bencil bir insandı, pek de çekici
olmayan gerçek doğasını yüzeysel bir duvarın ardına gizledi
6.Aklımdan ne geçiyordu? Otoyolun kenarından güneş ba ği için cazibeli görünüyordu. İlginç konuşmaları ve sıcak gülü-
tarken, Chloe'nin arabasında radyoda duyduğum bir şarkıyı şüyle sevimli göründüğü için insanlan baştan çıkarıyordu ama
duyuyordum: aslmda sevgiden yoksundu. Kimse onu benim kadar iyi tanı
mıyordu ve artık (geçmişte göremesem de) onun bencil ve acı
Âşığım, tatlı aşkım, masız, çoğu zaman düşüncesiz hatta kaba, yorgun olduğunda
İsmini söylüyorum duyuyor musun, utanmıyorum, sabırsız, kendi isteklerini kabul ettirmeye çalıştığında iddiacı
Âşığım, tatlı aşkım, ve beni reddetmesi kararına gelince de hem düşüncesiz hem
Sakın gitme, hep böyle olsun. de inceliksiz olduğunu biliyordum.
Üzüntümle zehirlenmiş, acının stratosferini boylamış ve 8. Acı bana o kadar çok şey öğretmişti ki onu bağışlayabi
bu acının artık bir değer olarak İsa Kompleksi'ne dönüştüğü liyor, ona acıyabiliyor hatta boş değer yargıları nedeniyle onu
küçük görüyordum - üstelik böylece müthiş derece içim rahat- olur. İsa Kompleksi sayesinde yüceliyor, kendisine zorbalık
lıyordu. Leylak ve yeşil renkli bir otel odasında oturmuş, ne edenlerin suratlarındaki meymenetsizlik karşısında kendi er-
denli faziletli olduğumu düşünerek oturabiliyordum işte. deminin fakına varıyordu insan. Sevdiğim kadın tarafından
Chloe'ye, beni anlayamadığı için acıyordum; melankolik, bil- terk edilmiştim ama çektiğim acılan bir değere dönüştürerek
giç bir tebessümle etrafını izleyen bilge bir gözlemci olup çık- (öğleden sonra saat üçte bir yatağa serilmiş ben ya da Çarmı-
mıştım. ha Gerilmiş İsa) üzüntümü olağan bir romantik aynlık olarak
algılamamış oluyordum. Chloe'den ayrılmak beni mahvetmişti
9. Yenilgileri ve küçük düşmüşlüğü karşıtına dönüştüren ama ahlaki bir zafer kazanmıştım, en azından tarihin şehitle-
sapkın bir psikolojik hile olan bu kompleks, neden İsa'nın rinden biri olarak mahkûm edilmiştim ölüme.
adıyla anılıyordu? Çektiğim acılan Genç Werther, Madame Bo-
vary veya SWann'la da özdeşleştirebilirdim, ancak bu morar 12. İsa Kompleksi ile Marksizm, bir yelpazenin iki karşıt
mış âşıklann hiçbiri, İsa'nın, sevdiklerinin kötülüğü karşısında ucunda bulunuyor. Kendi kendinden hoşnutsuzluktan doğdu-
lekelenmeyen bilgeliği ve sorgulanamaz iyiliğiyle kıyaslana- ğu için Marksizm bana hiç uymuyordu, o kulübe girecek halim
mazdı. Rönesans ressamlarınca betimlenen ağlamaklı gözleri yoktu. Gerçi İsa Kompleksi'yle de herhangi bir kulübe girebil-
ve soluk yüzü değildi onu bu denli cezbedici kılan, İsa'nın iyi, miş değildim ama kendi kendini sevmek temeline dayandığı
bütünüyle adil ve ihanete uğramış olmasıydı. Benim aşk öy için, çok özel olduğum için beni almadıklarını sanıyordum.
küm de Yeni Ahik'teki patos'tan izler taşıyordu; herkese kom Zaten bu edepsiz kulüpler, yüce, erdemli ve duyarlı, ayrıca terk
şusunu sevmesini öğütleyen, ama bu iyiniyetli sözlerinin sura edilmiş insanları kapıdan sokmazlar. Oysa benim üstünlü-
tına fırlatıldığını gören yanlış anlaşılmış adamın acıklı öyküsü ğüm zaten terk edilmişliğimden ve çektiğim acılardan kaynak-
gibiydi benim öyküm de. lanıyordu: Acı çekiyorum, öyleyse özel birisiyim. Beni anlamadı-
lar, ama zaten özellikle bu nedenle, gerçekten anlaşılmayı hak ediyo-
10. Böyle bir şehit vermemiş olsaydı, Hıristiyanlık bu den rum.
li başarı kazanamazdı herhalde. İsa Celile'de lazımlık iskemle
si ve yemek masaları yaparak sakin bir yaşam sürüp, kalp kri 13. Kendi kendinden nefret etmekten kaçınabildiğimiz sü-
zinden ölmeden önce Yaşam Felsefem adında ince bir kitap ya rece, zayıflığın erdeme dönüşmesi simyasına sempatiyle bak-
yımlamış olsaydı, bugünkü statüsüne erişemezdi. Çarmıhtaki malıyız - çektiğim ıstırabın İsa Kompleksi'ne dönüşmesi iyi-
acıklı ölümü, Romalı yetkililerin yolsuzlukları ve kötülükleri, leşmeye başladığımın bir işareti sayılabilirdi. Kendinden nef-
arkadaşlannın ihaneti, Tanrı'nın bu adamdan yana olduğunun ret etmek ile kendini sevmek arasında kurulan o terazide ken-
(tarihselden çok psikolojik olarak) kanıtının olmazsa olmaz dimi sevmenin öne çıktığı görülüyordu. Chloe'nin beni red-
öğeleriydi. detmesine gösterdiğim ilk tepki, kendimden nefret etmekti,
Chloe'yi sevmeyi sürdürmüş ama ilişkiyi sürdüremediğim için
11. Erdemli duygular, acının bereketli topraklarında kendi kendimden nefret etmiştim. Oysa İsa Kompleksim denklemi
liğinden gelişir. İnsan ne kadar acı çekerse, o kadar erdemli tersine çevirmişti ve reddedilmeyi Chloe'nin de acınacak du-
rumda olduğunun (Hıristiyan değerlerinin o mükemmel örne-
ği) bir işareti sayıyordu. İsa Kompleksi, kendini savunma me-
kanizmasından öte bir şey değildi aslında, Chloe'nin beni terk
etmesini istememiştim, bir kadını hiç sevmediğim kadar sev-
miştim onu, ama o şimdi Kaliforniya'ya gittiğine göre bu da- YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
yanılmaz kayıbı kabullenebilmek için yeniden gözden geçiri- Boşlukları Doldurmak
yordum kişiliğini. Sahtekârlıktı düpedüz, ama Noel'i bir otel
odasmda tek başına, terkedilmiş ve umutsuz halde yan oda-
dan gelen orgazm keyfini dinleyerek geçirmek durumunda ka-
lınca, dürüst olabilecek güce sahip olamayabiliyor insan.

1. Bir Arap atasözüne göre, insan ruhu bir deveyle aynı hız
da ilerler. Şimdiki zamanın şiddetli dinamiğiyle geleceğe itilir
ken, insan yüreğini taşıyan ruh, anıların yüküyle, nostaljik bir
halde arkadan yetişmeye çalışır. Devenin yükü her aşk ilişki
siyle ağırlaştığı için, ruh bu aşklardan yavaşlar. Anıların o çö-
kertici yükünü sırtından indirdiğimde, Chloe benim devemi
neredeyse öldürmüştü.

2. Onun gitmesiyle, anı yakalamak gibi bir arzu duymaz ol


muştum. Onunla geçirdiğim günleri anarak nostalji içinde ya
şıyordum. Önümü göremez olmuştum, ya arkama ya içime,
yani anılarımıza bakıyordum. Geri kalan günlerimi devenin
peşinde, anı kumulları arasında tembelce gezinerek, güzel va
halarda dinlenip daha mutlu günlerimin yapraklarını çevire
rek geçirmek yeterdi bana. Yaşadığım anın hiçbir anlamı kal
mamıştı artık, geçmişte yaşıyordum. Kaybolup giden geçmişe
kıyasla, o geçmişi akla getiren alaysı bir zamandan öteye geçe
bilecek miydi sanki şimdiki an? Gelecek, acıklı bir yokluk duy
gusundan başka ne getirebilirdi ki bana?
3. Anılara boğulduğumda, artık Chloe'siz olduğumu unu jik gözlemden öte, psikolojik bir hali simgeliyordun Yaşam
tur, aslında ayrılmadığımızı, bunun bir halüsinasyon olduğu böyle elverişli işaretler çakmaz - fırtınalar kopar ama çöküş ve
nu sanır, hâlâ birlikteymişiz gibi istediğim zaman arayıp Ode- ölüm getireceğine, insan o sırada aşkı, gerçeği, güzelliği, mut-
on'da bir filme ya da parkta yürüyüşe çağırasım gelirdi. Will luluğu keşfeder, bu arada seller sular akmaktadır. Öte yandan
ile birlikte Kaliforniya'da küçük bir kasabaya yerleşmeyi seç güzel, sıcak bir yaz günü, virajlı bir yolda aniden kontrolden
miş olmasını görmezlikten gelirdim, gerçeklere uyanacağıma çıkarak ağaca çarpan bir arabanın içindekiler ölümden dönebi-
aşk, neşe ve güzelliklerle dolu fantezilere dalardım. Derken lir.
herhangi bir şey, Chloe'siz şimdiki zamana şiddetle fırlatıverir-
di beni. Sözgelimi telefonu açmaya giderken Chloe'nin banyo 6. Oysa dış dünya iç dünyamı yansıtmıyordu benim, aşkın
da saç fırçasını koyduğu yerin artık boş olduğunu fark eder heyecanıyla canlandırdığım binalar, ruh halimi paylaşmayı
dim (sanki ilk defa görüyormuşum gibi, ilkinde duyduğum inatla reddediyordu. Buckingham Sarayı'nı aynı ağaçlar çevre
acıyı duyumsayarak). Fırçanın yerindeki boşluk bir bıçak gibi liyordu, evlerle dolu sokakları aynı sıvalı evler dolduruyordu,
saplanırdı yüreğime, ayrılık acısını bir daha duyardım. Hyde Park'tan aynı Serpentine akıyordu, aynı gökyüzü aynı
porselen mavisiyle kuşanmıştı, aynı sokaklardan aynı arabalar
4. Onun varlığının izlerini hâlâ taşıyan dış dünya, unutma geçiyordu, aynı dükkânlar, aynı insanlara, hemen hemen aynı
mı zorlaştırıyordu. Mutfaktaki çaydanlığı görünce, Chloe'nin mallan satmaktaydı.
onu nasıl doldurduğunu görür gibi oluyor, süpermarket rafın
da gözüme ilişen bir şişe ketçap aylarca öncesinde yaptığımız 7. Değişmiyordu işte dünya, âşık olsam da olmasam da,
bir alışverişe götürebiliyordu beni. Bir akşam geç saatlerde mutluluktan uçsam da uçmasam da, yaşasam da ölsem de
Hammersmith'den geçerken, yine yağmurlu bir gecede ya benden bağımsız, dönüp duruyordu. Dünyanın değişmesi bir
nımda Chloe varken aynı yoldan geçtiğimi anımsardım. Kane- yana, kent sokaklannı dolduran o taş yığmlannın da umrunda
pemdeki yastıklar, Chloe yorgun olduğunda başını onlara na değildi benim aşk öyküm. Ben mutluyken mutlulukla kuşat
sıl yasladığını akla getiriyor, kütüphanemdeki sözlük bilmedi mışlardı beni belki, ama Chloe beni terk etti diye yerle bir ola
ği sözcükleri öğrenme tutkusunu anımsatıyordu. Haftanın bel cak halleri yoktu.
li günlerindeki geleneklerimiz, geçmiş ile bugün arasında acı
paralellikler yaratıyordu: Cumartesi sabahlan müze gezileri 8. Derken kaçınılmaz olarak unutmaya başladım. Chloe'-
mizi, Cuma geceleri belli diskolan, Pazartesi akşamlan belli te den ayrıldıktan birkaç ay sonra kendimi onun yaşadığı semtte
levizyon programlannı anımsatıyordu... bulduğumda onu düşünmenin artık eskisi kadar acıtmadığını,
hatta onu değil (ki tam da onun semtindeydim), yakındaki bir
5. Dış dünya unutmamı engelliyordu. Yaşam sanattan beter, lokantada verdiğim yemek randevusunu düşündüğümü far-
çünkü en azından sanatta dış dünya kişinin ruhsal durumları kettim. Chloe'nin anısı yok olmaya, tarih olmaya başlamıştı.
nı yansıtır çoğu zaman. Lorca'nın bir oyun kişisi, gökyüzünün Gerçi bu unutuştan suçluluk da duydum. Artık beni üzen
kasvetli ve gri olduğunu söylediğinde, masum bir meteorolo- onun yokluğu değil, onun yokluğuna giderek artan kayıtsızlı-
ğımdı. Unutuşum, ölümün, onu yitirişimin ve benim için bir kazağı, Fransa'da bir trene binen Rus şakasını yaptığımdaki
zamanlar çok değerli olan bir varlığa sadakatsizliğimin işare- gülüşü, eliyle saçlannı arkaya itişi...
tiydi sanki.
11. Zaman içinde yürüyerek yavaş yavaş hafifledi deve, sır-
9. Sonunda benliğimi yeniden keşfettim, yeni alışkanlıklar tından düşürdüğü anılarla fotoğraflar çöl rüzgârlarıyla kuma
edindim ve Chloe-siz bir kimliğe büründüm. O kadar uzun bir gömüldü ve sonunda o kadar hafifledi ki koşmaya başladı,
süredir "biz" olmuştum ki "Ben"e dönmek için kendimi baş hatta o kendine özgü tuhaf hareketleriyle dörtnala da geldi - ta
tan yaratmak durumunda kaldım. Chloe ile biriktirdiğimiz ki bir gün, şimdiki zaman denilen ufak bir vahada yorgun dü-
yüzlerce çağrışımın silinip gitmesi uzun sürdü. Kanepemin şüp, bana yetişene kadar.
üzerinde onun sabahlığıyla yatmasına değil de bir arkadaşm
kitap okumasına ya da paltomun durmasına alışmam için ay
ların geçmesi gerekti. Islington'm yalnızca Chloe'nin semti de
ğil, alışveriş etmek ve yemek yemek için de hiç de fena olma
yan bir yer olduğuna aklımın yatması için sayısız kereler Is-
lington'dan geçecektim. Gittiğimiz her yere yeniden gitmem,
konuştuğumuz her şeyi yeniden düşünmem, her şarkıyı yeni
den dinlemem, yaptığımız her şeyi yeniden yapmam gereki
yordu ki içinde yaşadığım anı yakalayabileyim ve çağrışımları
yok edeyim. Ama sonunda unuttum.

10. Ancak esnediği zaman uzayan bir akordeon gibi, zaman


da kısaldı sanki. Chloe ile paylaşmış olduğum her şey, zamana
yayıldıkça bir buz kalıbı gibi yavaş yavaş eridi, ayrıntılarına
indirgenen bir olay oldu. Bir dakikada binlerce kare çeken ama
çoğunu yakan, ama bir duyguyu barındıran bir kareyi gizemli
biçimde seçen bir fotoğraf makinesine benziyordu yaşadığım
süreç. Kısaltılıp, bir papanın ismi, bir monarşi ya da savaşla
simgelenen yüzyıllar gibi, benim aşk ilişkim de birkaç ikonik
öğeye dönüştü (tarihçilerden daha rastlantısal ama en az o ka
dar seçicilikle oluşmuştu bu öğeler); ilk öpüştüğümüzde
Chloe'nin yüzündeki ifade, kolundaki ayva tüyleri, Liverpool
Sokağı İstasyonu önünde beni beklerkenki görüntüsü, beyaz
3. Peki aşka dair ne söyler akıl? Kahve ve sigara gibi toptan
bırakmalı mı aşkı, yoksa bir kadeh şarap ya da çikolata gibi ara
sıra tadına varılabilir mi? Aşk aklın karşısında mı durur? Bil
geler hiç akıllarını yitirirler mi yoksa yalnızca koca bebekler mi
bu duruma düşer?

YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. Bazı akılcı düşünürler aşka onay verirken aşkın türleri
arasındaki ayrımı göz önünde bulundurmuşlardır; hastalarına
Aşk Dersleri yalnızca kolesterolü düşük mayonezi öneren doktorlar gibi ya
ni. Romeo ve Juliet'in cüretkâr aşkını Sokrates'in İyi'yi soğuk
kanlı tapınışından ayırır, Werther'in aşırılıklarını İsa'nın temiz
kardeşlik sevgisiyle karşılaştırırlar.

5. Olgun bir aşkı, olgunlaşmamışından ayıran da budur.


1. Saydamlığına kanıp sürekli cama çarparak çileden çıkan Her açıdan daha çok yeğlenir olgun aşk, her insanın doğasın
sinekler gibi aynı hatayı yineleyip durmaktan hoşnut değilsek, da iyinin de kötünün de bulunduğu bilincini taşır, ülküleştir
o zaman aşktan alınacak belli dersler var demektir. Boş heves meyi reddeder, kıskançlıktan, maçoluktan ve aşırı tutkudan
leri, ıstırabı ve acıklı hayal kırıklıklarını önleyecek bazı basit uzak, cinsel boyutu da olan bir arkadaşlık biçimidir, hoştur,
doğrular olmalı değil mi? huzur doludur ve karşılıklıdır (belki de arzuyu tatmış olanlar,
ıstıraptan bu denli uzak olduğu için buna aşk demezler). Ol
2. Yaşamın bisiklete binmek ya da piyano çalmak gibi son gunlaşmamış bir aşk ise (yaşla bir ilgisi yoktur bunun) ülküleş
radan öğrenilmesi gereken bir beceri olduğunu fark ettiğimiz tirme ile hayal kırıklığı kargaşası arasında gidip gelir, haz ve
de, biraz akıllanmaya başlarız. Ama akıl bize nasıl bir yol gös güzellik ölümcül bir bulantıya dönüşebilir, insanın aradığı çö
terir? Zararlı tutkulardan, aşırılıklardan, korkudan, kaygıdan zümü sonunda bulduğu duygusuyla o güne dek kendini hiç o
uzak, sakin ve huzurlu bir yaşamı hedeflememizi öğütler. Ba denli boşlukta hissetmemesi gibi duygular atbaşı gider. Olgun
zı dürtülerin bastırılması gerektiğini, gerçek gereksinimleri olmayan aşkların mantıklı sonucu (mutlak sonucu) simgesel
mizle gereksiz olanları ayırmayı öğrenmezsek, aşırı bir iştahın ya da gerçek bir ölümdür: Olgun aşklar ise evlilikle doruğuna
kurbanı olabileceğimizi söyler. Gerçekleri çarpıtmamak, hab çıkarak ölümü alışkanlıklarla engellemeye girişir (Pazar gaze
beyi kubbe, pireyi deve, kurbağayı prens gibi görmemek için teleri, ütülenen pantolonlar, uzaktan kumandalı ev alet edava-
düş gücümüzün denetlenmesi gerektiğini düşündürür. Bize tı gibi). Olgun olmayan aşklar asla ödün vermez ki bu da ölme
zarar verebilecek şeylere temkinli yaklaşmamızı önerir, ama ye yatmak demektir. Olgunlaşmamış bir ihtirasın doruklarına
duvardaki gölgelerden kaçarak enerji tüketmenin gereksizliği varmışlar için evlilik dayanılmaz bir bedeldir - böyleleri, iliş
ne işaret eder. Korkunun ecele faydası olmadığını söyler, kor kiyi öyle sonlandırmaktansa arabasını uçurumdan aşağı sür
kudan başka korkacak şey yoktur der. meyi yeğler.
6. Zor sorunlarla karşı karşıya kalmanın getirdiği saflıkla
(yanıtı bir zarfın arka kapağına sığacak bir soruymuş gibi)
"Neden hepimiz birbirimizi sevemeyiz ki?" diye sorardım za yasla, genelde yozlaşmış sanatçılarla aklını yitirmiş şairlerin
man zaman. Etrafım aşkın çilekeşleriyle, annelerin, babaların, melankolik hayal gücüne bırakılmış bu alanda güven telkin
erkek ve kız kardeşlerin, arkadaşların, sabun köpüğü dizileri eden aydınlıkçı bir yaklaşımın cesur şampiyonlarıydı onlar.
nin ve berberlerin şikâyetlerinden geçilmiyordu ve hemen her
kes aynı acılan çekip, aynı acılardan kaçındığına göre ortak bir 9. Chloe'den ayrıldıktan bir süre sonra, Dr. Peggy Nearly
yanıtı olmalıydı bu sorunun - Komünistlerin uluslararası kapi adında bir yazarın, Kanayan Yürek adlı kitabına rastladım.
talin paylaşımındaki haksızlıklara getirdikleri çözüm önerisi {Kanayan Yürek, Peggy Nearly, Capulet Kitapları, 1987.} Hemen
gibi, metafizik bir çare bulunabilmeliydi dünyanın romantik büroya dönmem gerekiyordu ama kitabı almadan edemedim,
sorunlarına. pembe arka kapağındaki soru dikkatimi çekmişti: "Âşık
olmak mutlaka acı çekmek anlamına mı gelmeli?" Kimdi bu
7. Bu ütopik düşlere ben kapılmıyorum yalnızca, yeterince bilmeceyi çözebildiğini iddia eden şu Dr. Peggy Nearly? Kita-
kafa yorarak ve terapiyle aşkın daha sağlıklı, daha ıstırapsız bın ilk sayfasından öğrendiğime göre Peggy Nearly,
bir deneyime dönüşebileceğine inanan romantik pozitivistler ... Oregon Sevgi ve İnsan İlişkileri Enstitüsü'nden me-
var. Psikanalistler, vaizler, gurular ve yazarlardan oluşan bu zun oldu. Halen San Francisco'da yaşıyor, psikanaliz,
karma topluluk, aşkın sorunlu olabileceğini kabul etmekle bir çocuk terapisi ve evlilik danışmanlığıyla uğraşıyor.
likte, bu sorunlara çözüm bulunabileceğine inanıyorlar. Ro Duygusal bağımlılıkla ilgili kitaplarının yanı sıra penis
mantik pozitivistler, duygusal yaşamlarm sıkıntıları ardındaki kompleksi, grup dinamiği ve agorafobiyle ilgili kitapla-
nedenleri görüp -özgüven kompleksi, baba kompleksi, anne rı bulunuyor.
kompleksi, kompleks kompleksi- çaresini bulmaya çalışıyor
lar (regresyon terapisi, Tann'nın Kenti' nin okunması, bahçıvan 10. Peki neler anlatıyor Kanayan Yürek? Kendilerine uygun
lık ya da meditasyon gibi). Demek ki Hamlet'in yazgısı usta olmayan, kötü davranan veya duygusal açıdan tatmin edeme
bir Jung'cu psikanalist sayesinde farklı olabilir, Othello saldır yen, alkole ya da şiddete başvuran tiplere âşık olan kadınlarla
ganlığından tedavi divanında kurtulabilir, Romeo çöpçatanlık erkeklerin iyimser bir bakış açısıyla yazılmış talihsiz öyküleri
şirketi aracılığıyla kendine daha uygun bir eş bulabilir ve Oi- var içinde. Bu insanlar aşk ve acıyı bilinçsizce özdeşleştirerek,
dipus da aile terapisi seanslarında ailesiyle olan sorunlarını çö seçtikleri uygunsuz tiplerin bir gün değişeceklerine, kendileri
zümleyebilirdi. ni doğru dürüst seveceklerine inanıyorlar. Sözün kısası, doğal
duygusal gereksinimlerini doyuramayacak bu insanları değiş
8. Sanat aşkın ıstıraplarına adeta meşum bir tutkuyla eğilir- tirebilecekleri yanılsaması içine düştükleri için hayattan kayı
ken, romantik pozitivistler tüm dikkatlerini yürek acılarını ön- yor. Üçüncü bölüme geldiğimde, Dr. Nearly'ye göre sorunun
leyebilecek birkaç pratik çözüm üzerinde odaklamışlardı. Batı- kökeninde anne babaların bulunduğunu öğrendim, talihsiz ro
da romantik edebiyatın hemen tümünün karamsarlığına kı- mantiklerin duygusal yaşamında çarpık bir süreç söz konu
suymuş. Kendilerine iyi davranmayan insanlara tutulanlar, ço
cukken girdikleri duygusal etkileşimlerde sevginin kötü ve
karşılıksız olduğunu öğrenenlermiş. Oysa terapiye gidip ço- (Madame Bovary başını kaldırmadan burnunu dantelli bir mendil-
cukluğumuzu eşelersek, neden mazoşist olduğumuzu anlaya- le siler.)
bilir, kendimize uygun olmayan bir eşi değiştirmeye çalışma- NEARLY: Ağlamak pozitif bir deneyimdir, ama elli dakika-
nın, aslında anne babaların doğru dürüst bakımı beklentisi mızın tümünü ağlayarak geçirmemelisin bence.
içinde kalanların çocuksu fantezilerinin kalıntısı olduğunu gö- BOVARY: (Gözyaşı selinin arasında) Yazmadı, o bana... yaz-
rebilirmişiz. madı.
NEARLY: Kim yazmadı, Emma?
11. Kitabı birkaç gün önce bitirdiğim için olsa gerek, Dr. Ne
arly'nin kitabındaki kişilerle Flauberf in başyapıhndaki trajik BOVARY: Rodolphe. Yazmadı, yazmadı. Beni sevmiyor. Yı-
kahraman Emma Bovary arasında belki de başarısız bir para kılmış bir kadınım ben. Perişanım, aptalım, çocuk gibi-
yim.
lellik kurdum. Kimdi Emma Bovary? Bir Fransız köylüsü, aşkı
acıyla özdeşleştirdiği için kendisine tutkun kocasından nefret NEARLY: Emma, böyle konuşma. Kendini sevmeyi öğren-
eden genç bir kadın. Sonuçta, romantik özlemlerini doyurama- melisin demiştim.
yacak denli kaba, kötü huylu adamlarla evlilik dışı ilişkilere BOVARY: Aptallığımı neden seveyim?
girdi. Bovary'nin hastalığı, ilişkiye girdiği o adamların değişip NEARLY: Çünkü sen güzel bir insansın. Ve bunu göremedi-
kendisini gerçekten seveceğini ummaktan vazgeçememesiydi ğin için sana duygusal acı çektiren erkeklere bağımlısın.
- ki Rodolphe ve Leon'un onunla yalnızca eğlendikleri apaçık BOVARY: Ama çok iyiydi zamanında. NEARLY: Ne çok
tı. Yazık ki Emma'nın terapiye gidip mazoşistik eğilimlerinin iyiydi?
kökenine inmek gibi bir olanağı yoktu. Gitti kocasıyla çocuğu
BOVARY: Yanında olmak, yanımda olması, sevişmek, tenini
nu terk etti, ailenin parasını çarçur etti ve geride küçük bir ço
tenimde hissetmek, ormanda birlikte ata binmek. Gerçek-
cukla çökmüş bir koca bırakarak arsenikle intihar etti. ten yaşadığımı hissetmiştim ama şimdi yaşam başıma yı-
kıldı.
12. Bazı çağdaş çözümler o günlerde de olanaklı olsaydı
olayların nasıl gelişebileceğini düşünmek oldukça ilginç so NEARLY: Belki gerçekten yaşadığını hissettin ama bunun
tek nedeni o duygunun sürekli olamayacağını bilmendi,
nuçlar doğurur kimi zaman. Madame Bovary sorununu Dr.
o adamın seni gerçekten sevmediğini biliyordun. Bir de-
Nearly ile konuşabilmiş olsaydı ne olurdu? Romantik poziti
diğini iki etmeyen kocandan nefret ediyorsun sonra kal-
vizmin edebiyatın en trajik öykülerinden birine müdahale et kıp sana iki hafta yanıt vermeyen bir adama âşık oluyor-
mesinden ne gibi bir sonuç çıkardı? Emma, Dr. Nearly'nin San sun. Açık söylemem gerekirse, senin aşk dediğin zorla-
Francisco'daki kliniğinin kapısını çalmış olsaydı sohbetin ne ma, mazoşist duygulara daha yakın Emma.
relere varacağını merak ediyor insan.
BOVARY: Öyle mi? Ben nereden bileyim? Hastalıksa bile
(Bovary koltukta oturmuş, ağlıyor.) umrumda değil, tek istediğim onu yeniden öpebilmek,
NEARLY: Emma, sana yardım etmemi istiyorsan, sorunun beni kollarına alması, teninin kokusunu duymak.
ne olduğunu anlatman gerekecek bana.
NEARLY: Kendini tanımaya çalışmalısın, çocukluğuna dön- aşk, kan akmayan bir savaş gibi bir çelişki taşıyor - Cenevre
melisin, belki o zaman bütün bu acıyı hak etmediğini gö- Antlaşması'nı karıştırmayın şimdi. Madam Bovary ile Peggy
receksin. Duygusal gereksinimlerini doyuramayan, kifa- Nearly arasındaki çatışma, romantik trajedi ile romantik pozi-
yetsiz bir ailenin çocuğu olduğun için kendini kurtaramı- tivizmin çatışması aslında. Akıl ile karşıtı (cehalet olsa gider-
yorsun. mek kolay), yani doğru bildiğini bir türlü eyleme geçirememek
BOVARY: Benim babam sıradan bir çiftçiydi. arasındaki çatışmadır bu. Chloe ile ilişkimizin aslında bir ha-
NEARLY: Belki öyleydi, ama belli ki sana duygusal bir gü- yal olduğunu bilmek bir işimize yaramamış, aptallık etmiş ola-
ven aşılayamamış, o zaman doyurulmayan gereksinimle- bileceğimizi fark ettiğimiz için akıllanmamıştık.
rini seni tatmin edemeyecek adamlara âşık olarak doyur-
maya çalışıyorsun. 14. Aşkın ıstırabıyla karamsarlaştıkça, bu duyguya sırtımı
BOVARY: Sorun Charles, Rodolphe değil ki. dönmeye karar verdim. Romantik pozitivizm de bir işe yara
madığına göre, en doğrusu bir daha âşık olmamak şeklinde
NEARLY: Pekâlâ canım, bu haftalık bu kadar, haftaya devam
özetlenebilecek Stoik önermeydi. Yani artık simgesel bir ma
ederiz. Seansımızın sonuna geldik. BOVARY: Ah Dr. nastıra kapanacak, kimseyle görüşmeyecek, meyve vermeden
Nearly, daha önce söyleyemedim, bu hafta yaşayacak ve kendimi işime verecektim. Dünyevi eğlenceler
da ödeme yapamayacağım. den elini ayağını çekmiş, bekârlık andı içmiş ve yaşamlarını
NEARLY: Ama bu üçüncü oluyor. manastırlarda geçirmiş kadın ve erkeklerin öykülerini hayran
BOVARY: Özür dilerim, ama şu sıralar maddi açıdan öyle sı- lık duyarak okudum. Yaşamını mağaralarda geçirmiş, kırk elli
kıntıdayım ki, çok mutsuzum, bütün paramı alışverişe yılını çöllerde bitki kökleri ve meyve yiyerek hayatta kalmış,
harcıyorum. Daha bugün üç yeni elbise, renkli bir yük- insan yüzü görmeden yaşamış bir sürü münzevi vardı.
sük, bir de porselen çay takımı aldım.
15. Oysa bir akşam yemeği davetinde bana iş hayatını anla
13. Madam Bovarynin terapisinin de yaşamının da mutlu- tırken Rachel'ın gözlerinde kaybolunca, Chloe ile yaptığım bü
lukla sonlanması zor görünüyor doğrusu. Dr. Nearly'nin tün hataları yinelemek adına Stoacı felsefeden ne çabuk vazge
(parasını alabilmişse eğer) Emma'yı, Flaubert'in kitabını çebileceğimi fark ederek irkildim. Rachel'ın zarif topuzuna, ça
iyimser bir kurtuluş öyküsüne dönüştürecek denli düzenli, tal bıçağını kullanmaktaki zarafetine, mavi gözlerinin derinli
rahat ve sevecen bir eş haline getirebileceğine ancak koyu bir ğine dalarsam geceyi kazasız belasız atlatamayacağımı biliyor
romantik pozitivist inanır. Dr. Nearly, Madam Bovary'nin dum.
sorununu yo-rumlayabilmişti elbette, ama bir sorunu görmekle
çözmek arasındaki fark, başkalanna akıl vermekle akıllı 16. Rachel'ı görünce, Stoacı yaklaşımın ne denli sınırlayıcı
davranabilmek arasındaki fark gibidir. Akıllı olmak başka, olduğunun farkına vardım. Aşk ne kadar ıstıraplı ve ne kadar
aklını kullanabilmek başka, aşktan aklını yitirebileceğini mantıksız olursa olsun, unutulmaz bir duyguydu aynı zaman
bilmek kimseyi bu hastalıktan kurtarmıyor. Aslında aklı da. Ve mantıksız olduğu ölçüde de kaçınılmazdı, yani mantık-
başında, ıstırapsız bir
sız olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Bitki kökü ve meyve ye-
mek için Cudi dağına çıkmak biraz saçma değil miydi? Niye-
tim cesur olabilmekse, aşk daha çok olanak tanımıyor muydu Analitik bir akla belli bir tevazu öğreten, böyle belirsizliklerle
kahramanlıklara? Hem Stoik yaşam, tüm fedakârlıklarına kar- dolu bir alanda bir çözüme ulaşmanın (nedenlerle sonuçlarını
şın korkaklık değil miydi biraz? Bu düşüncenin temelinde, temize çekerek) zor olduğunu gösteriyordu aşk dersi - ironi-
düşkırıklığına uğratılamayacak denli umutsuz olmak yatıyordu. den asla vazgeçmemek gerektiğinin altını çiziyordu.
Aslında sevilmekle gelen tehlikelere karşı kendini savunmak,
çölde tek başına kalmaktan da zordu. Duygusal yıkımlardan 19. Rachel, gelecek hafta için yemek teklifimi kabul edince,
uzak bir manastır deneyimi ararken, temel insani gereksinim- bu dersler daha da anlamlı görünmeye başladı, onu düşünmek
lerin varlığını yok saymaya çalışıyordu Stoik düşünce. Ve ne bile şairlerin yürek dedikleri o bölgede tek bir anlamı olabile-
kadar cesur olursa olsun, o en büyük gerçek, yani aşk söz ko- cek titreşimlere yol açıyordu - yeniden kapılmaya başlamıştım
nusu olduğunda bir korkak sayılırdı Stoacı. bile.

17. Sorunları en temel ayırıcı özelliğine indirgeyerek ger


çekte ne kadar karmaşık olduklarını görmezlikten gelebiliriz www.web-turkiye.com
zaman zaman. Romantik pozitivizm de Stoik düşünce de aşkın
ıstıraplarına yetkin çözümler getiremiyordu aslında, çünkü
ikisi de çelişkileri dengelemektense, görmezlikten geliyordu.
Stoacılar, aşkın acısını ve mantıksızlığını aşka karşı kullanıyor BİTTİ
lar - ve böylece denetlenemez duygusal gereksinimlerimiz ile
arzuların yarattığı travmayı dengelemekten aciz kalıyorlardı.
Romantik pozitivistler ise kolaycı bir psikolojik bilgelikle, aş
kın sorunlardan anndırılabileceği inancıyla, aşk aklını kullan
manın bazen ne kadar zor olabildiğini görmezlikten gelerek,
Madam Bovary'nin trajedisini Dr. Nearly'nin o bildik
kuram
larına indirgiyorlardı.

18. Uyuşmazlıkların göz ardı edilmemesi, akıllı olmakla ak


lını kullanmanın, aşın tutkunun saçmalığıyla kaçınılmazlığı
nın dengelenmesi gerektiğini öğretiyordu, aşktan alınan o kar
maşık ders. Aşk, birden dogmatik bir iyimserlik veya karam
sarlığa kapılmadan, insanın korkularından felsefe, hayal kırık
lıklarından ahlak dersi çıkarmadan yaşanacak bir duyguydu.

You might also like