You are on page 1of 7

Louis Hjelmslev (1899-1965)

Glosematik ile Dilbilime Çözümleme


Sistemi Uyarlama...

Giriş
Louis Hjelmslev’in dilbilime katkıları ve dilbilim sahasından
uzaklaştırdıkları üzerine bir çalışma yapma zorunluluğu
üzerine bu yazın yavaş yavaş belirmeye başladı. Louis
Hjelmslev, bir çok göz önündeki genel ağ sitesinden
ulaşılabilecek bir yaşantıya sahiptir.1 Bu sebepten ötürü bilimsel bir incelemede olması
gereken, inceleme yapılan kişinin kendisi-tözü değil; kişinin inceleme yapılan alanın geneliyle
olan etkileşimi olmalıdır görüşünü benimseyerek Hjelmslev’in yaşantısıyla ilgili ayrıntıları
başka kaynaklara bırakıyoruz. Ancak itiraf edilmesi gerekir ki bir bilim adamının yaşantısının,
bilim adamının uğraştığı alana doğrudan ya da dolaylı bir etkisi olacaktır (örneğin: Maddi
sıkıntılar çeken Nikolai Tesla’nın alternatif akıma yönelmesindeki ya da Einstein’ın atom
bombası yapımına yönelik taşıdığı pozitif korelasyon) Bu sebepten ötürü incelemenin biraz
daha aydınlanması için Hjelmslev’in yaşamıyla ile ilgili bahsedilebilecek iki önemli nokta
saptayabiliriz. Bunlardan ilki, Hjelmslev’in babasının matematik profesörü oluşu.2 Bu
saptamanın önemliliği ise Hjelmslev’in dilbilim sahasına getirdiği katı bilimsellik tanımları ve
dilbilime cebirsel bir düzlemde yaklaşmasını biraz daha aydınlatabilecek bir kapsamı
olmasıdır. İkincisi ise, Hjelmslev’in Kopenhag Dilbilim Sahası’nın kurucusu olmasıdır. Bu
saptama ise bize Hjelmslev’in dilbilim alanında oluşturduğu etkileşimin kabul görürlüğü
açısından bir fikir vermek için gereklidir.

Hjelmslev’in dilbilime çözümleme açısından etkilerini saptayabilmek için bir


bölümleme yapmak gerekirse;
1) Ayrıştırma – Yalınlama
2) Çözümleme – Yöntem Oluşturma
3) Çözümlemenin Göstergebilim’e Uygulanışı – Anlatım ve İçerik

1. Ayrıştırma – Yalınlama

Louis Hjelmslev, öncelikle araştırmalarını yoğunlaştıracağı alanın bir sınırını çizmekle


işe başlar. Dilbilim’i semiyolojinin bir alt kümesi olarak görür. Bu sebepten ötürü önce işe
semiyolojiyle başlar. Semiyoloji (göstergebilim) o zamana kadar sınırları çok da net
oluşturulmuş bir alan değildir. Kaldı ki günümüzde de Semiyoloji hakkında tam olarak ortak
kanının getirdiği bir sınırlandırma olmadığını söyleyebiliriz. Varoluşu gereği iletişimin ve
nesneleri anlamlandırmanın en temelinde olan bir ilişkiler bütünü olan Semiyolojinin alanı
aşırı geniştir.

Hjelmslev, bu alanda bir bilim adamı olarak yapılması gerekenleri irdeleyince


öncelikle ölçümlenebilir durumlardan yola çıkması gerektiğini saptamıştır ki bu zaten başlı
1
Bknz: wikipedia
2
Bknz: J. Whitfield, Francis, Louis Hjelmslev (Language, Vol. 42, No. 3, Part 1 (Sep., 1966), ss. 615

1
başına hjelmslev’in dilbilime yaptığı en önemli katkı olarak karşımıza çıkar. Descartes’in
aklın yönetimi ile ilgili söylediklerini destekleyerek semiyoloji’nin bir dil bilimci olarak
incelenebilecek kısımları hakkında bir görüş belirtir.3 Burada Descartes’in aklın yönetiminde
belirlediği bir kaç kurala değinmek yerinde olacaktır. Descartes’in bu kurallarından 2. kural,
3. kural ve 4. kuralı özellikle Hjelmslev’in ilk olarak ölçümlenebilirlik ve deneycilik ilkesine
göre neden Semiyoloji ve onun bir alt kümesi olan dilbilimi ölçümlenemez ve deney
yapılamaz olan kuram ve fikirlerden ayrıştırdığına yönelik bize bir fikir verecektir.

Kural 2: Uğraşmamız gereken konular, yalnızca, aklımızın kesin ve açık bir bilgi edinmeye
yeteceğini kestirdiklerimiz olmalıdır.

Her bilim kesin ve apaçık bir bilgidir.


(…)
Şeyleri bilmeye bizi iki şey götürür: Deney ve tümdengelim. Olası bütün yanlışlar kötü
çıkarsamayla değil, iyi kavranılmamış deneylerden veya deneyler üzerinde iyi düşünülmeden
yapılan temelsiz yargılardan kaynaklanır.

Kural 3: Düşünce konusu olan şeylerde araştırılması gereken şey başkasının ne düşündüğü
ya da kendi yapacağımız sanılar değildir, ama sezgi ile açık ve seçik olarak
görebileceklerimiz ya da yapabileceğimiz çıkarsamalardır. Zaten bilim başka türlü
edinilemez.

(…)
Şeylerin doğruluğu üzerindeki yargılarımıza hiçbir zaman hiçbir sanıyı karıştırmamalıyız.
Aklımızın eşyayı herhangi bir yanılma korkusu olmadan tanımasına elverecek iki önemli
husus vardır: Sezgi ve tümdengelim.

Sezgiden anladığımız şey, duyulardan edindiğimiz değişken inanç ya da kötü kurulmuş bir
imgelemin (muhayyile) yanıltıcı yargısı değil, dikkatli ve saf zekanın onca kolaylıkla ve
belirgin olarak biçim verdiği ve anladığımız şey üzerine herhangi bir şüpheye kesinlikle yer
bırakmayan kavramdır. Tümdengelimin yalınlığından daha büyük olduğu için kesinliği de çok
büyük olan bir kavramdır.

Sezgideki apaçıklık ve kesinlik yalnız açıklamalar için değil her türlü akıl yürütmeler için de
gereklidir. Sezgi ile tümdengelim arasında bazı farklar vardır. Tümdengelimde bir tür
devinim, birinden öbürüne geçme vardır. Sezgide durum böyle değildir. Tümdengelim sezgi
gibi fiili bir açıklık istemez, kesinliğini şu veya bu şekilde bellekten alır.

Bilime götüren en güvenilir iki yol tümdengelim ve sezgidir. Akıl için fazlasında gerek
yoktur.

Kural 4: Metod, doğruyu aramak için zorunludur.

(…)
Metod ile kast edilen şey, kesin ve uygulanması kolay kurallardır. Bunlara uyan kimseler
yanlışı doğru diye almayacak, bilebileceği her şey üzerine boş yere kafa yormadan, bilgisini
sürekli olarak, adım adım arttırarak doğru olan bilgiyi edinecektir. Burada iki noktanın altı
çizilmelidir: Hiçbir suretle yanlışı doğrunun yerine koymamak ve her şeyin bilgisine varmak.

3
bknz: Vardar Berke , Yirminci Yüzyıl Dilbilimi (ss. 170)

2
Madem ki bilgi ancak zihinsel sezgi veya tümdengelim sayesinde ediniliyor, o halde eğer
metod doğrunun tersi olan yanlışa düşmemek için, zihinsel sezginin nasıl kullanılması
gerektiği üzerine bize eksiksiz bir açıklama ve her şeyin bilgisine ulaşmak için
tümdengelimler bulmanın yolunu gösteriyorsa, metodun tam ve eksiksiz olması için başka bir
şeye gerek kalmayacak.ama metod bu işlemlerin nasıl yapılması gerektiğini öğretmeye kadar
gitmez. 4

Descartes’in bu kurallarının öncelik noktasının sezgiye zaten sahip olan bilimadamı


için, tümdengelim olduğunu söyleyebiliriz. Ancak her ne şekilde olursa olsun tümdengelim ya
da tümevarım, öncelik her zaman “tüm”e yöneliktir. Bu yüzden Hjelmslev önce tüm’ü
belirlemiş, tüm’ün ölçümlenebilir ve üzerinde deney yapılabilir alanlarını saptamıştır.
Dilbilimde ise bu alan geleneksel dilbilim kuramlarının da kalkış noktası olan “doğal
diller”dir.

Hjelmslev doğal diller üzerinde deney yapıp, sonuçlar üretmek için doğal diller’in
artsürem yapılarına değil, eşsürem yapılarına bakmıştır-ki bu da Hjelmslev’i biçimsel
yaklaşım sergilemeye götüren durumdur.

Belirtilmesi gereken önemli bir nokta da Hjelmslev, semiyoloji’nin kapsamının


daraltılmasının aslında bakış açısını sınırlamayacağını, tümdengelme durumunda izlenecek
basamaklandırmayla beraber inilecek en son noktada değiştirilemez bir tanım ya da kuralla
karşılaşılacağını ve bu son noktada karşılaşılanların daha sonra gelinen “tüm”e ışık tutacağını,
dolayısıyla semiyolojinin diğer ölçümlenemez alanlarını da bu deneycilik ve çözümleme
ilkesine dayanan tümdengelim yönteminin sayesinde aydınlanacağı görüşünü savunur.

Son olarak Hjelmslev’in mantıktan esinlenen bu kuramı, özellikle bir "metnin"


(sözceler bütünü, betik), dilbilimsel betimlemesinin (a) çelişkisiz (b) tümü kapsayıcı, (c)
olabildiğince yalın olmasını gerektiren deneycilik ilkesine bağlanır5. Bu yüzden bu mantıkla
hareket eden Hjelmslev için sonuç olarak denilebilir ki ; Hjelmslev, bütün kuramını
ölçümlenemez ve deney yapılamaz durumlardan ayrıştırmış, karşısına çıkan salt “dil” ile
uğraşmıştır.

2. Çözümleme – Yöntem Oluşturma

Dil kuramı oturtmak için yapılması gereken


şeyin bir betikten yola çıkmak ve bu betiği çözümleme
yoluyla tutarlı ve anlaşılırlığı yüksek bir tanım
olduğunu belirten Hjemslev, kullandığı enstrüman olan
çözümlemenin de ilkelerinin, temel kavramlarının,
Şekil 1. Tümdengelim’in kaba bir taslağı
incelenmesi gerektiğini savunur. Bilimselliğin var
olabilmesi için deneycilik ilkesini her yere
uygulayacığını söylerken, bunu deneyselliğin kendisini bile deneyebilecek kadar sıkı bir
şekilde uygulamaya koyması da zaten kaçınılmazdır.

Yukarıda bahsi geçen “özellikle bir "metnin" (sözceler bütünü, betik), dilbilimsel
betimlemesinin (a) çelişkisiz (b) tümü kapsayıcı, (c) olabildiğince yalın olmasını gerektiren
deneycilik ilkesine bağlanır” cümlesini tekrar gözden geçirelim. Eğer bir çözümleme
yapılacaksa ve bu çözümleme sonucunda deneyciliğin bu üç maddesine uyacak bir sonuç
4
bknz: Descartes Rene, Aklın Yönetimi ile İlgili Kurallar
5
Büyük Larousse, cilt 8

3
çıkarılacaksa, çözümlemenin temeli çözümleme yapılan betiklere göre bir değişim gösterme
zorundalığındadır. Yani bir çözümleme işleminin gerçekleştiğini varsayalım : betik /
çözümleme / tanımlama süreci içerisindeki üçlünün içindeki değişkenliklere bakarsak; Betik
zaten bir başlangıç noktası olarak sabittir. Tanımlama ise varılacak sonucun deneycilik
ilkesine dayanması hususunu ve özellikle bu hususun tümü kapsayıcı olması durumunu
üzerinde taşıdığından sabit olmak zorundadır. Çözümleme ise bu iki sabitin birbirine
kavuşması durumunu sağlayan ve bu yüzden de tümü kapsayıcılık durumuna ulaşmaya
çalışan bir değişken olmaktadır.

Çözümleme her ne kadar iki sabit arasında değişken bir rol üstlense de Hjelmslev için
önemli olan çözümlemenin tanımlama yüzünden aldığı değişkenlik değil, çözümlemenin bir
kuram oluşturmak için mutlaka olması gerektiği durumudur. Bu açıdan çözümleme bir kuram
oluşturma yolunda sabittir ve Hjelmslev’i ilgilendiren tek yanı da
bu sabitliktir.

Sabit bir bakış açısına sahip olan insan çözümlemeyi sadece bir
parçalama işlemi, bölümlere ayırma işlemi olarak görebilir.
Ancak en sabit görüşlü insan bile bir nesneyi bölümleme işlemi
esnasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Bu seçim nesneyi
nasıl bölümleyeceğinin seçimidir.

Şekil 2.1 Nesne (tüm) Örneğin; Şekil 2.1’deki nesneye bir çözümleme yapmaya
çalışalım. (nesne = { 1 ∪ 2 ∪ 3 } )

Çözümleme 1 : Bu çözümlemede içinde başka nesneler olan nesneleri bölümleyeceğiz.

∪ ∪

Şekil 2.2 Şekil 2.3 Şekil 2.4

Bu çözümlemeyi daha da derinleştirebilsek de, farklı çözümlemeleri de bu çözümlemeler


içinde uygulayabilsek de (mesela [1∩2],[2∩3],[1∩3],[1∩2∩ 3] de nesnenin var olan alt
kümeleri olarak kendi nesneliklerini isbat eder ki bu nesnelerin de içinde başka nesneler
mevcuttur) sadece bir örnek olduğu için bu kısmı uzatmıyoruz. İleride karşılacağımız bir
çözümlemeler bütünü tabirine bir örnek teşkil etmesi hususuyla kısaca belirtiyoruz.

Çözümleme 2 : Dairesel olan şekiller bakımından çözümleyeceğiz.

Dairesel olan şekiller kümesi : {1,2,3,b,c,e,f,g,i }

4
Çözümleme 3 : Büyüklük-küçüklüklerine göre bölümleme
yapacağız.

Elbette ki bu çözümlemede derinlemesine gidildikçe daha da


bölümlenebilir. ( örneğin [1∩ 2],[2∩ 3] gibi alt kümeler de
barındıran bu nesnenin ikincil bir çözümlemesine gerek
duymadığımız için bu alt kümeleri içeriğe almıyoruz.)
Şekil 2.5

Yukarıda sadece nesne olarak kabul ettiğimiz bir venn kümelemesini ve onun
öğelerini çözümleme işleminde dahi üç farklı yöntem kullandık ve bu çözümleme işlemini
çok daha farklı şekillerde çoğaltabilirdik. Lakin o zaman bunlrın hangisini deneyciliğin üç
ilkesine uyacak ve tanımlamayı anlaşılır ve kabul edilebilir hale getireceğinin üzerinde
durulması gereklidir. Çok geçmeden önemli olanın bir nesneyi bölümlemek değil,
çözümlemeyi bu bölümlerin aralarındaki bağımlılıklara uygun(uyarlı) onların yerli yerince
açıklayacak biçimde sürdürmek olduğu ortaya çıkar. Ancak böyle bir çözümleme deneyciliğin
üç ilkesine uyarlıdır.

Eğer çözümlemenin bağımlılıkları incelemesi gerektiği durumu anlaşılırsa daha çarpıcı


bir sonuca da varabiliriz : “Hem incelenen nesne, hem de onun değişik bölümleri ancak ve
ancak bu bağımlılıklarla var olurlar.” Bu durum yüzyılların süregelen nesnelerin “kendi
değillikleri-zıtlarıyla” var olabilir görüşünün de felsefe açısından bir genelleştirilmesi olarak
varsayılabilir-ki bu bir yenilik değildir!-. Yani bir nesnenin var olabilmesi ancak o nesnenin
bağımlılıklar ve ilişkiler demetinin var olması ile ilintilidir. Hjelmslev’in deyişi ile : nesneler
ancak bağımlılıklarının yardımıyla betimlenebilirler, bilimsel yönden tanımlanmalarının ve
betimlenmelerinin başka bir yolu yoktur. Hjelmslev bu sözüyle, dilbilim’in kendisinden
fizikötesi bütün kavramları uzaklaştırdığı gibi, çözümleme yönteminden de fizikötesi tabir
edilebilecek durumları da bütünüyle uzaklaştırır.

Hjelmslev’in sistemini daha net anlayabilmek için, Hjelmslev’in süreç diye belirttiği
şeyin sentagma, dizge diye belirttiği şeyin de paradigma olduğunu belirtmekte fayda var. Biz
de bundan sonra bu kavramlar yerine süreç ve dizge kelimelerini kullanacağız. Bu sayede
Hjlemslev’in sınırlarını çizdiği çözümleme sisteminin, “dil” üzerine iliştirerek çözümleme
bahsini sonlandıracağız.

Hjelmslev bir dil süreci (sentagması)


içerisinde bulunan sınıflara zincir, bu zincirin
bileşenlerine bölüm denmesini, bir dil dizgesi
(paradigması) içinde bulunan sınıflara dizi, bir
dizinin bileşenlerine de üye adlandırmasını
teklif eder. Sürecin çözümlemesine de
bölümleme, dizgenin çözümlemesine ise
eklemleme adını verir. Bu açıdan Hjelmslev’e
Şekil 2.6. Çözümleme örneği göre metinler zincirlerden ibarettir ve en son
bölümlemeye kadar var olan bütün bölümler de
birer zincirdir.

Burada üzerine düşünmemiz gereken bir metinin tanımlamasını yaparken tek bir

5
çözümleme sisteminin yeterli olup olmadığı sorunudur. Elbette ki bir metin tek bir
çözümlemeyle en son bölüme kadar gidene kadar devam eden bir süreç içerinde incelenebilir.
Ancak bu yeterli bir inceleme anlamına gelmez. Her bölüm kendine ayrık bir çözümleme ile
başka bölümlere ayrılabilir, böylelikle durumlar geliştirilebilir. Bu durumda bir betik
incelenirken bir tek bölümlemeden değil, bir bölümlemeler bütününden (çözümlemeler
bütünü6) yararlanılması daha sağlıklıdır.

3. Çözümlemenin Göstergebilim’e Uygulanışı – Anlatım ve İçerik

Saussure yaklaşımını gösteren (signifiant) ve gösterilenden (signifié) oluşan ikili bir


model üzerine kurmuştur.7 Hjelmslev ise Saussure’ün ortaya koyduğu
gösteren/gösterilen karşıtlığını anlatım/içerik düzlemleriyle karşılamış ve her düzlemde de
töz/biçim karşıtlığını öngörmüştür.8 Bunu daha iyi anlamak için Günay’ın çizdiği bir tabloya
başvurabiliriz.

F. de Saussure Louis Hjelmslev

biçim
gösteren anlatım töz
Gösterge
gösterilen Gösterge
biçim

içerik
töz

Hjelmslev’in içerik olarak aldığını belirttiğimiz dilsel göstergeyi Hjelmslev öncelikle anlatım
ve içerik olarak ikiye ayrılır. Yine bunları da tümden gelime uygun bir biçimde çözümlemeye
devam eder... Bu çözümlemeye göre hem anlatımın hem de içeriğin biçim ve tözünden söz
etmek olasıdır.

Anlatımın Biçimi: Dilsel göstergenin yazı ya da ses olarak söylenmesidir. Saussure'ün


gösterenine eşit bir yapıdır.9

Anlatımın Tözü: Dilin henüz yapısal bir özellik vermediği ses yığınıdır. Tek tek
sesbirimlerdir. Sesbilgisi vardır.
İçeriğin Biçimi: Saussure'ün gösterilen kavramına denk düşer. Toplumca belirlenmiş tözün
somut bir biçimidir. İçeriğin tözünün somutlaşmasıdır. Tözün somutlaşmış biçimi olarak
yazınsal, bilimsel, her türlü anlatım biçimi, konuşma türünde zaman, kişi, uzam, çevre, doğa,
6
bknz. Ss 4. çözümleme 1
7
bknz. Deely, John Basics of Semiotics, Indiana University Press, Bloomington ss.115
8
Vardar, Berke yönetiminde, Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, ABC Yay., İstanbul, 1988, ss.114
9
Kıran, Zeynel & Ayşe KIRAN (2001) Dilbilime Giriş, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Ss.143

6
aşk, ölüm gibi tözlerden söz eder. Şiir, roman, deneme, çevre koruma konusunda yazılmış
bilimsel bir makale vb. tüm bunlar, biçimsel bir betimlemede uygulama (tözün biçimsel
olarak belirmesi) olabilir.

İçeriğin Tözü: Dil tarafından henüz yapısal bir özellik kazanmamış dil dışı gerçekliklerdir.
Toplumca kabul edilmiş değerlerdir. İçeriğin tözü, nesnel biçimde tanımlayabileceğimiz
anlamdır. Bu nedenle de incelenmesi ve tanımlanması diğer bilim dallarına bağlıdır. Bir
anlamda içeriğin tözü, sadece dilbilimce ortaya konulamaz. Toplumbilim, felsefe, ruhbilim,
yazın, yazın tarihi, siyaset bilimi vb. gibi alanlarla ilgilidir.

Bir dilsel göstergenin göndergesi, Hjelmslev’in açıklamasına göre içeriğin biçimidir. Ama
içeriğin biçiminin anlaşılması da içeriğin tözüyle ile doğrudan ilintilidir. Yani bir dilsel
göndergenin doğru anlaşılması gönderge kavramının verici ve alıcı tarafından ortak olarak
algılanması ile olasıdır. Ama bir verici ya da alıcının ne denli çok şey bildiği de kendi
bildirisindeki içeriğin tözü ile ilgilidir. Yani içeriğin tözü, bildirinin yorumlanması için çok
önemlidir. İçeriğin tözü bildirinin çok yetkin hazırlanması ile doğrudan ilintilidir.10

Yektacan Özçift
Pam. Üni. Sos. Bil. Ens. Türkçe Eğ. Y.Lisans Öğrencisi
E-Mektup : yektacanweb@gmail.com

10
Günay,Doğan, Görsel Okuryazarlık ve İmgenin Anlamlandırılması, S. Demirel Üni. Güz. San. Fak. Hakemli
Dergisi, ss. 10

You might also like