You are on page 1of 111

MUHTASAR NİMET-İ İSLAM

Mehmed Zihni Efendi

Sadeleştiren: H. R. Yananlı

1990

BEDİR YAYINEVİ

Ankara Cad. 7
Cağaloğlu – İSTANBUL

Tel: 519 36 18

1
SUNUŞ
Bismillahi ve'l-hamdü lillahi ve's-salâtu ve's-selâmu alâ hayri halkıhî Seyyidina
Muhammedin hâtemi rüsûlillah.
Allah'ın adıyla başlarım... Allah'a hamd olsun, salât ve selâm da yaratıkların en hayırlısı,
Efendimiz, Allah elçilerinin hâtemi Muhammed üzerine olsun.
İnsana gerçeğe uygun inançlar ve tam temizlik üzere ibâdetlerini, adalet ve insaf üzre
muamelelerini, üstün ahlâk üzre davranışlarını öğretmekte olduğundan İslâm Dininden
büyük nimet olmaz.
Bizi İslâm nimeti üzere bulunduran ve nimetini bize yeterli kılan Allah'a hamd olsun.
«Nimet-i İslâm» adında küçük bir İlmihâl risalesi vardı ki, o risalecik sonraları İbâdât
ve Münakehât kısımlarını kapsayan büyücek bir kitaba başlangıç olmuş ve onun birinci
kısmını teşkil etmişti.
İbâdetler kısmı, Temizlik, Namaz, Oruç, Zekât ve Hac meselelerini kapsayan müstakil
birer kitap olarak Nimet-i İslâm'ın ikinci kısmını teşkil etmiş, Zebâih (kesilecek
hayvanlar), Udhiye (kurban) ve Akika (çocuk doğumu dolayısiyle kesilen kurban)
meseleleri de Hac Kitabı'na eklenmişti.
İşte o beş kitaptan ibaret olan Nimet-i İslâm'ın ikinci kısmı, bu defa ihtisar olunarak
(kısaltılarak) kitapların adlarının başına birer «Muhtasar» kelimesi getirildi ve hepsine
birden El-Muhtasârât fî Mesâili't-Tahâreti ve'l-İbâdât (Temizlik ve İbâdet Meseleleri
Hakkında Kısaltılmış Bilgiler) adı verildi * . Zekât Kitabı ile Hac Kitabı'nın muhtasarlarına
asıllarında olmayan bazı meseleler eklendi ** . Yardım ve başarı ancak Allah'tandır.
10 Muharrem 1332
Mehmed Zihni

*
Yazarının bu ad altında takdim ettiği işbu «Muhtasarat» kitabını sadeleştirerek size sunarken biz
de ona, yazarı tarafından kısaltılmış bir «Nimet-i İslam» kitabı hulâsası olduğu için kısaca
«Muhtasar Nimet-i İslâm» demeği uygun gördük. (Sadeleştirenin notu).
**
O eklenen kısmın Hac Kitabı'na ait olanı, aslın ikinci baskısında da vardır.

2
GİRİŞ
Kitabımız Fıkıh ilminin ibâdetler kısmından bahseder. Fıkıh: Mükelleflerin fiillerine ait şer'î
hükümleri bilmektir. Bilene Fakıyh denir.
Fakıyhlerin en büyüğü amelde kendisine bağlı olduğumuz İmam Ebu Hanîfe Numân bin
Sabit Hazretleridir. Hicri 80 yılında doğmuş ve 150 yılında Bağdad'da vefat etmiştir. 70
sene yaşamıştır. Çağdaşı olup münevver Medine'de bulunduğu için İmâmu Dâri'l-Hicre
(Göç Yurdunun İmamı) diye tanınan İmam Mâlik Hazretleri ondan on yaş küçüktür ki,
Hicri 90 yılında doğmuş ve 179 yılında münevver Medine'de vefat etmiştir. Hayat süresi
89 senedir. İmam Ebu Hanîfe Hazretlerinin vefatı günü İmam Şafiî Hazretleri doğmuştur
ki, doğumu 150 tarihindedir. Vefatı 204 yılında Mısır'da vuku bulmuştur. Yaşama süresi
54 senedir. İmam Mâlik'in arkadaşlarındandı. İmam Ebu Hanîfe Hazretlerinin
arkadaşlarına da yetişmiş, onlarla buluşup görüşmüştü. Aslında İmam Şafii Hazretlerinin
arkadaşlarından olan İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri, 164 senesinde doğup 241
tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Hayat müddeti 77 senedir.
Adı geçen yüce kişilere Eimme-i Erbaa (Dört İmam) denir. Hepsi sünnet ve cemaat ehli,
takva sahibi, tevfik ve hidayet mazharıdır. İctihad ettikleri mezhebe ve mezheplerinin
mensuplarına Hanefi, Mâliki, Şafiî ve Hanbelî denir.
Türkiye'de yaşayan müslüman halkın çoğunluğu Hanefî mezhebi üzredir.
Adı geçen İmam Ebu Hanîfe Hazretlerinin iki ünlü tilmizi (öğrencisi) vardır 1 ki, biri 113
tarihinde doğup 182 tarihinde vefat eden İmam Ebu Yusuf Yakub bin İbrahim, diğeri
135 tarihinde doğup 189 tarihinde merhum olan İmam Abdullah Muhammed bin el-
Hasan Hazretleridir. Bu iki zâtın biri künyesiyle İmam Ebu Yusuf diye, diğeri ise ismiyle
İmam Muhammed diye yad edilir. İkisine birden İmameyn ve Sahibeyn 2 denir. Hanefî
mezhebini Hazret-i İmam'dan aldıkları usûl üzre bu zâtlar tesbit edip yazmışlar, aldıkları
ilimle yetkili oldukları görüşlerini ortaya koymaları sonucu olarak birtakım meselelerde
gah birlikte ve gah yalnız olarak üstadlarına muhalif kalmışlardır. Bu cildin kapsadığı fıkıh
kitaplarının metinleri İmam'ın (Ebu Hanîfe Hazretlerinin) görüşü üzre düzenlenmiştir.
İmameyn'in kabul ettiği görüş ise ayrıca gösterilmektedir.
İmam Ebu Yusuf, Hanefî mezhebinde İkinci İmam, İmam Muhammed ise Üçüncü
İmam sayıldığından İmam Ebu Hanîfe Hazretleriyle İmam Ebu Yusuf Hazretlerinin
üzerinde birleştikleri meselenin hükmü İnde'ş-Şeyhayn 3 diye gösterilir. İmam Ebu
Hanîfe ile İmam Muhammed Hazretlerinin birleştikleri mesele ise İnde't-Tarafeyn 4 diye
gösterilir. İmameyn Hazretlerinin birlikte Hazret-i İmam'a muhalif bulundukları mesele ise
İnde'l-İmameyn yahut İnde's-Sahibeyn diye anılır.
Hepsinden Hak razı olsun, din ve dünyaya büyük hizmet etmişlerdir.

1
İmam Hazretlerinin öğrencilerinin sayısı bine ulaşır. Bunların en büyüğü ve en üstünü kırk kişidir
ki, müctehid derecesine varmışlardır. Onları İmam Hazretleri kendisine yakın tutar, bir hâdise
olduğunda onlarla görüşüp konuşur, onlara danışır, bazen bir ay veya daha fazla zaman onlarla
görüşlerini tartışırlardı. (Reddü'l-Muhtar).
2
İmameyn: İki imam, Sahibeyn: İki arkadaş, demektir.
3
İnde'ş-Şeyhayn: İki şeyh katında.
4
İnde't-Tarafeyn: İki taraf katında.

3
Dinî Hükümlerle İlgili Bazı Deyimler
Efâl-i Mükellefin: Mükelleflerden sâdır olan fiillerdir.
Mükellef: Akil ve baliğ olmak bakımından üzerinde şeriatın emir ve yasağı geçerli olan
erkek ve kadındır. Emirlerin ve yasakların meydana getirdiği sonuca hüküm denir ve
ahkâm diye çoğul yapılır.
Ahkâm-ı Şer'iyye ki, Ahkâm-ı Teklifiyye dahi denir: Vücûb, Nedb, İbâhat, Hürmet,
Kerahet diye kısaca beş ve ayrıntılarıyla sekiz, kısım sayılarak alâkaları itibarı ile Farz,
Vâcib, Sünnet, Müstehab, Mubah, Haram, Mekruh, Müfsid diye sıralanır. Nitekim ileride
istitrat olarak zikredilecektir.
Mükelleflerden sâdır olan fiil, gerek ibâdetler gibi âhirete dair olsun gerek Münâkehât ve
Muamelât (evlenme, alım-satım vs.) gibi dünyaya ait bulunsun ya mubah veya haram
yahut vâcib veya mekruh ... olmaktan uzak değildir. Biz şimdi âhirete dair olan fiillerden -
ki ibâdetler denir- ve onun şer'i hükümlerinden söz edeceğiz.
Tahâret (temizlik) ibâdetin vesilesidir. Farz-ı ayn olan İbâdetler: Namaz, Oruç, Zekât,
Hac'dır. Bunların her biri birer Kitapla anlatılmıştır. Birinci kitap, işte bu Tahâret
Kitabı'dır.

4
MUHTASAR TAHÂRET KİTABI
Mehmed Zihni

Rûyı nâşüste nebîned rûy-ı hûr


La salâte güft illâ bi't-tuhûr.
(Yıkanmamış yüz huri yüzü göremez,
Buyuruldu: Ancak tahâretle olur namaz.)
Mesnevî

5
TAHÂRET (TEMİZLİK) KİTABI
Bu kitapta tahâretten ve tahâret (temizlik) aracı olan, sulardan 5 , kuyulardan, özürlerden,
pisliklerden ve temizleyici olan şeylerden söz edilir.
Tahâret: Temizliktir ki, hades veya habes'in giderilmesinden ibaret olmak 6 üzre iki
nevidir.
Birine hadesten tahâret denir ki, taabbudi * bir temizliktir.
Diğerine necasetten tahâret denir ki, temiz olmayan şeylerin giderilmesiyle olan
temizliktir.
Hades: Giderici olan şeyi kullanıncaya değin organlarla kaim olan şer'î engeldir.
Hades'in küçük ve büyük nevi vardır. Küçük hades. Abdestsizliktir. Büyük hades:
Cünüplük, hâizlik ve nüfesâlıktır 7 .
Habes: Şer'an pislik kabul edilen şeydir. Nevileri Necisler Bölümü'nde açıklanmıştır.
Küçük hadesin gidericisine vuzû' (abdest) ve büyük hades'in gidericisine gusül denir 8 .
Hades ve habes'in giderilmesinde asıl olan sudur. Bazen temiz toprak ve toprak cinsinden
olan şey dahi suya bedel olur ki, ona teyemmüm denir 9 .
Suya Mâ' ve çoğuluna Miyâh diyeceğiz ki, sular demektir.

SULAR
Sular, abdeste ve gusle elverişli olup olmamak bakımından iki kısımdır.
Bir kısmına Mutlak Su ve diğerine Mukayyed Su denir.
Mutlak Su: Genel olarak su adını alanlardır. Yağmur suyu, kar suyu, deniz suyu, dere
suyu, göl suyu, kuyu suyu, pınar suyu 10 gibi ki, bunlara yalnız su demek yeter.
Mukayyed Su: Doğrudan doğru su adı verilmeyip bir kayd ile tarif olunanlardır: Gül
suyu, çiçek suyu, et suyu, asma suyu, üzüm suyu gibi ki, bunlara yalnız «su» demek
yetmez.
Sirke ve pekmez gibi başka adla anılan sıvılar hadesi gidermeye elverişli olmadığı gibi
anılan kayıtlarla tanınan sular da abdest ve gusle elverişli değildir.
Abdeste ve gusle ancak mutlak su nevi elverişlidir.

5
Temizlik aracı sudan ibaret değilse de hadeslerin ve habeslerin giderilmesinde araç olmakta asıl
olan sudur. Tahâret, abdeste, gusle ve teyemmüme şâmildir. Nitekim gelecek ifadelerden
açıklanmış olacaktır.
6
Tahâret, şöyle de tarif olunur: Salâtın taalluk ettiği mahalde istimâl-i mutahhire mebnî hükmen
zahir olan bir eserdir. (Yâni: Namazla ilgili olan yerlerde -uzuvlarda, üst-başta ve namaz kılınacak
yerde- temizleyici kullanmaktan meydana gelen ve hükmen ortaya çıkan bir sonuçtur, demektir.)
Mahal'den murad: Beden, elbise ve mekândır. İsm-i fâil sigasıyla mutahhir (temizleyici) de, su ve
temiz yeryüzü cinsidir.
*
İbadete ait.
7
Birincisi, erkeklere ve kadınlara şâmil olan hadestir. İkinci ve üçüncü, kadınlara mahsus olan
hallerdir. Nifas, lohusalık halidir.
8
Bunlar kendi fasıllarında ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
9
Kitapta bunun da özel faslı vardır.
10
Pınar deyimi, Arapçadaki ayn ve Farsçadaki çeşme kelimeleri gibi kaynak ve eşme sulara ve
bildiğimiz çeşmelere şâmildir.

6
Mutlak Suyun Kısımları
Mutlak su, - asıl yaratılışı üzre kalmak, arızalara uğrayarak temiz olmamak veya
temizleyici olmamak yahut mekruh veya meşkûk olmak itibariyle - beş kısımdır.
Birincisi, temizdir, temizleyicidir ve mekruh değil'dir:
Denizler, nehirler, geniş ve bol olmasa da aşağıda gelecek arızalara maruz kalmamış olan
sular bu kısımdandır ki, hem temizdir, hem temizleme aracıdır, hem de kullanması
mekruh değildir.
İkincisi, temizdir, temizleyicidir, mekruh'tur: Durgun ve az olup da 11 kedinin, farenin,
sokaklara salıverilmiş tavuğun, çaylak ve doğan gibi yırtıcı kuşların artığı olan su bu
kısımdandır ki, aslında temiz ve hem de temizleme aracı ise de arızasız olan başka su
varken onun kullanılması mekruh görülür 12 .
Üçüncüsü, temiz ve fakat temizleyici değil'dir: Abdest ve gusül gibi şer'î temizlikte
kullanılmış olan su bu kısımdandır ki, aslında temiz ise de hadesi giderici olmak
anlamında temizleme aracı değildir. Yâni onunla abdest alınmaz ve gusül edilmez. Buna
kullanılmış su denir 13 . Bu su, pisliklerin giderilmesinde kullanılabilir.
Dördüncüsü, temiz olmayan'dır: Durgun ve az olduğu halde içine necaset 14 düşmüş
olan, köpek yalamış bulunan ve akarsu olduğu halde pisliğe bulaşmış olmakla pislik
eseri 15 kendisinde belirgin olan su bu kısımdandır, pis su demektir. Toprak ve bitki
sulamaktan başka şeyde kullanmak doğru değildir.
Durgun su: Akar olmayandır. Bunun az ve çok olanı olur. Yüzeyi yüz arşın kare
genişliğinde olmayan durgun su «az» sayılır. Yüz ve daha ziyade arşın kare genişliğinde
olan durgun su «çok» sayılır. Akar olan sular, «çok» su hükmündedir.
Az durgun suyu kapsayan yere küçük havuz, çok durgun suyu kapsayan yere büyük
havuz denir.
Çok suyun hükmü: Pislik karışması durumunda tad yahut koku veya renkçe o pisliğin
eseri görülmedikçe temiz olmaktır.
Az suyun hükmü: Pislik karışması durumunda eseri görülmese de temiz olmamaktır.
Beşincisi, meşkûk (şüpheli) su'dur: Eşeğin ve katırın artığı olan durgun az su bu
kısımdandır ki, temiz olduğunda şüphe yoksa da temizleyici olmasında fukaha katında
şüphe edilmiştir.
Başka su varken 16 abdest veya gusül için ona başvurulmaz. Ondan başka su bulunmadığı
takdirde onunla abdest alınır yahut gusül edilir, daha sonra teyemmüm de edilir 17 .
İstitrat - Durgun ve az olan sudan insan veya hayvan içmiş olması takdirinde o su sü'r
adını alır ki, artık demektir. Çoğulu es'âr gelir. Çok suda 18 artık düşünülmez.

11
Durgun ve az sular ile bunların karşıtı aşağıda tanıtılmıştır.
12
Mekruhluğun tenzihi olduğuna işarettir.
13
Cenaze yıkanan su da bu kısımdandır.
14
Sidiğe ve şaraba da şâmildir. Kan ve meni de necistir. Necasetin çeşitleri Necisler Bölümü'nde
açıklanmıştır.
15
Eser'den kasdedilen renk, tad veya kokudur.
16
İsterse ikinci kısımdan olsun. Çünkü mekruhun bile temizleyiciliği kesindir.
17
Bu, bir şeyin kendisiyle onun yerini tutan şeyi birleştirmek değil, belki farzı onlardan yalnız biriyle
eda edebilmek içindir. Aslın (Nimet-i İslâm kitabının) 147'nci sayfasının notuna bakınız.
(Burada atıf yapılan asıl'daki metin ve not şöyledir: «Yıkama ila teyemmümü birleştirmek, yâni
hasta olmayan yeri yıkayıp hastalıklı yer için teyemmüm etmek doğru olmaz. Çünkü bunun şeriatta
bir benzeri yoktur. Bedel ile kendisine bedel olunan şey birleşmez.
Not: Hırsızlıkta el kesilmesi ile malın tazmini, zinada had ile mehr, terekelerde vasiyet ile miras
hissesi birleşmez. Eşeğin artığı olan su ile teyemmümün birleşmesi (birincisi şüpheli artıklardan
olduğu için), farzı onların ikisiyle değil yalnız birisiyle eda edebilmek içindir.»)

7
İnsanın artığı olan su birinci kısımdandır ki, temizdir, temizleyicidir ve mekruh da değildir.
Gerek çocuk, gerek büyük, gerek kadın, gerek erkek, gerek müslüman ve gerekse
gayrimüslim olsun. Atın ve devenin, sığır, koyun ve keçi cinslerinin, geyik ve tavşan gibi
eti yenen vahşi hayvanların ve yine eti yenen kuşların artığı da böyledir.
Ehlî hayvanlardan eşek ile katırın artığı, zikrolunduğu üzre meşkûktür.
Köpeğin, domuzun ve sair canavarların artığı dördüncü kısımdandır ki, temiz değildir.
Kedinin ve sokaklarda gezen tavuğun, atmaca, şahin, doğan ve çaylak gibi eti yenmeyen
kuşların ve farenin, yılanın, kertenkelenin artığı olan su, ikinci kısımdandır ki, kullanılması
mekruhtur.

Mukayyed Suyun Kısımları


Mukayyed su, aslî ve aslî olmayan olmak üzere başlıca iki kısımdır. Asmadan, kavun ve
karpuzdan hasıl olan, gül ve çiçek suyu gibi bitkiden çıkarılan sular, aslî mukayyed
su'dur.
Mutlak suyun kerahetsiz temiz ve temizleyici olan birinci kısmı, avarızdan dolayı mekruh
veya meşkûk yahut kullanılmış veyahut pislenmiş olduğu gibi ona temiz bir şey
karışmakla mukayyed dahi olabilir ki, buna aslî olmayan mukayyed su deriz.
Meselâ küçük havuza birçok temiz yaprak düşerek ve düşen yapraklar suyun içinde
çürüyerek tabiatı olan incelik ve akıcılığa bozulma gelmiş olmak suretinde o su mukayyed
su olup onunla abdest almak ve gusl etmek sahih olmadığı gibi içinde nohut, mercimek
ve bakla benzeri temiz şeyler pişirilmek suretinde dahi o su nohut (veya) mercimek
(veyahut) bakla suyu adını alarak mukayyed olmuş olmakla incelik ve akıcılığına bozulma
gelmemiş olsa bile onunla abdest ve gusül sahih olmaz.
Suya mücerret yemiş yahut yaprak karışmak ve mısır yahut nohut ıslatılmak engel
olmadığı gibi su bulanık yahut yosunlu olmak veya uzun süre beklemekle renk ve kokuca
bozuk bulunmak da engel değildir.

Araştırma
Galip kanaatla en uygun ve en elverişli olanı istemek demek olan araştırma (taharri), bu
konuda temizi temiz olmayandan ayırmak için güç harcamak anlamındadır. Bu da azı
temiz olmayan ve çoğu temiz olan suların bulunduğu birkaç kabın karışık bulunması
durumunda olur.
Abdest almak veya gusül etmek için onların araştırılması gerekir. Eğer azı temiz ve çoğu
temiz değilse yahut temizi temiz olmayanına sayıca eşitse araştırılmayıp 19 dökülür ve
teyemmüm olunur.

Kuyular
Kuyular ne kadar çok sulu olursa olsun su yüzeyi bakımından küçük havuz olduğundan
pis olan şeyin bulaşması ile pislenmiş olur 20 ve temizlenmesi aşağıda gösterildiği üzre
özel hükümlere bağlı bulunur. Şöyle ki:
Tavuk, kaz ve ördek müstesna olmak üzere genel olarak kuş tersleri kuyuyu ifsad
etmediği (bozmadığı) gibi, at, eşek, katır, deve, sığır, koyun ve keçi tersleri de çok
olmadıkça kuyuyu ifsad etmez. Bunların sidikleri, tavuk, kaz ve ördek tersleri, insanın,
kedinin, köpeğin ve benzerinin tersi ve sidiği gibi, kuyuyu ifsad ve pis eder. Bunların biri

18
Akar olan sular az da olsa hükmen çoktur.
19
İçmek yahut yemek pişirmek için araştırılabilir.
20
Aşağıdan anlaşılacağı üzre leş de pisliktir. Leş, suda yaşamayan kanlı hayvanın ölüsüdür. Aşağıda
açıklanacaktır. Bu konuda necasetin hafifi ağırına eşittir.

8
ile yahut içine kan veya kusmuk veya şarap 21 veyahut artığı pis olan hayvanların salyası
damlamakla kuyu pislenir. Temizlenmesi için suyu boşaltmak gerekir ki, buna nezh
denir. Kuyunun suyu bir kovayı dolduracak kadar kalmayıncaya değin boşaltılır.
Boşaltılması mümkün olmayan kuyunun suyu iki âdil bilirkişinin tanıklığıyla takdir edilip
kuyuda bulunan suyun o miktarı boşaltılır. Ya da kendi kovasıyla iki yüz kovadan üç yüz
kovaya kadar su çekilir.
Kuyuya insan 22 yahut koyun veya keçi yahut köpek gibi büyük cüsseli hayvan düşüp
ölmek, düşen hayvan serçe ve fare gibi küçük cüsseli bile olsa öldükten sonra şişmek
yahut dağılmak veya tüyü dökülmek ile dahi kuyu pislenip düşen çıkarıldıktan sonra suyu
boşaltılmak gerekir.
Kuyuya tavuk veya kedi yahut bu cüssede başka bir hayvan düşüp ölmek ve şişmemek
durumunda düşen çıkarıldıktan sonra cüssenin büyüklük derecesine göre kırk kovadan elli
yahut altmış kovaya kadar su çekilir.
Kuyuya fare veya serçe yahut bu cüssede başka bir hayvan düşüp ölmek ve şişmemek
durumunda düşen çıkarıldıktan sonra yirmi kovadan otuz kovaya kadar su çekilir.
Son kova kuyunun ağzından ayrılmakla hem kuyu hem de çekenin eli, ipi, kovası ve
makarası temiz olmuş olur.
Kuyuya düşüp ölmekle dışarıda ölüp içine düşmek veya atılmak aynı hükümdedir.
Kuyuya düşen hayvanın diri çıkması durumunda düşen domuz ise kuyu yine boşaltılır.
Domuz değilse, insan yahut eti yenen hayvan olduğuna göre üzerinde necaset, olduğu
kesin olarak bilinmedikçe bir şey lâzım gelmez. Eti yenmeyen hayvan olduğuna göre
salyasının suya dokunması bakımından artık hükümleri geçerli olur 23 . Artığı pis olanlarda
kuyunun suyunu boşaltmak gerekir. Artığı mekruh olandan ihtiyaten on kova veya daha
fazla su çekilir.
Eşeğin ve katırın düşmesinde kuyu suyunun meşkûk olmaması doğrudur.
Balık, yengeç ve kurbağa gibi suda yaşayan ve böcek, akrep, sinek gibi akıcı kana mâlik
olmayan hayvanlar suda ölmek veya ölüp suya düşmek ile su fâsid olmaz.
Kuyuda leşten başka necasetin görülmesi meselesinde tafsil olmayarak kuyu görüldüğü
vakitten itibaren pislenmiştir. Görülen pislik leş olduğuna göre de oluş zamanı bilmiyorsa
ihtilafsız olarak kuyu o vakitten itibaren pislenmiştir. Oluşu bilinmiyorsa İmam-ı A'zam
katında onun hükmünde ayrıntılar vardır: Şişmiş vs. (dağılmış, tüyü dökülmüş) olmadıkça
ihtiyaten bir gün bir geceden itibaren ve şişmiş vs. ise üç gün üç geceden itibaren kuyu
pislenmiş sayılır.
İmam Ebû Yusuf ve Muhammed katında kuyunun pislenmesine leşin görüldüğü zamandan
itibaren hükmolunur.

21
Değişik görüşler bulunmakla beraber üstün tutulan görüşe göre sair müskirat (sarhoş edici
içkiler) dahi şarap gibidir. Aslın 199. sayfasına bakınız.
(Atıf yapılan yerdeki ifade ve not şöyledir: «Ağır necaset nevileri arasında zikredilmiş olan şarap,
bilinen sarhoş edici içkinin adıdır ki, çiğ şıradan olur.
Bunun ağır necaset olduğunda ittifak vardır. Diğer sarhoş edici içkiler de, üstün tutulan söze göre,
farksız olarak ağır necasettirler.
Not: Bunu Reddü'l-Muhtar sahibi, Kuhistanî'den ve Gurer-i Efkâr'dan naklen zikretmiştir. Diğer
sarhoş edici içkilerin şaraptan farkı haddin gerekliliği hususundadır ki, şer'î had, hamrin (şarabın)
içilmesine ve diğerinin sarhoş etmesine terettüp eder. Nitekim temizlenmesi kabil olan şeyler
arasında da gelecektir.
Şarap içen kimsenin şarap içmesi akabinde artığı olan suyun necis olduğu 'Artıklar' bahsinde ve
şaraba devam eden kimsenin terinin necis olduğu Elğaz-ı Fıkhiyye kitabımızda zikrolunmuştur».)
22
isterse müslüman çocuk olsun.
23
Artık, biraz yukarıda geçen İstitrat içinde tarif edilmiş ve ayrıldığı kısımlar açıklanmıştır.

9
İSTİNCÂ, İSTİBRÂ, İSTİNKA
İstincâ, necaseti çıkarmak ve gidermektir ki, helaya çıkmaktan, yâni kalın barsak yolu ile
kaba pislik çıkarmaktan sonra, olur;
İstibrâ, ihlil (erkeklik uzvundan) sidik eserini gidermektir ki, erkeğin küçük su
dökmesinden sonra olur.
İstinka, istincâ'da mübalâğa edip kaba pisliğin eseri kalmamak üzre temizlenmektir.
Helaya girişte sol ayak ve çıkışta sağ ayak atılır. İstincâ ve istibrâ'da sol el kullanılır.

ABDEST
(Abdestin şer'î adı vuzû'dur ki, vezâet kelimesinden gelir. Vezâet: Güzellik ve temizlik
demektir. Abdestli kimseye mütevazzi ve karşılığına, yâni abdestli olmayan kimseye
muhdis denir ki, hades kelimesinden gelir. Hades, yeni olan, sonradan ortaya çıkan
anlamında olup abdesti bozan şeylerin hepsine ad olmuştur. Böylece abdest, insanın
fıtratındaki güzellik ve temizliğe, hades de sonradan meydana gelip bu fıtratı bozan
olaylara, abdest ve vesilesi olduğu ibâdetler ise, insanı bu hadesten temizleyerek fıtrî
güzellik ve temizliğine yeniden döndürmeğe anlam bakımından işaret olur. - Asıl'dan).
Abdest hadesten temizlenmektir. Genel olarak hades denince onun küçüğü anlaşılır.
Hadesli (abdestsiz) kimsenin hükmü üç şeyin ona haram olmasıdır: Namaz, tavaf, âyete
el sürmek.
Bunlardan birine girişmeyi istemek abdest için sebeptir.
Çünkü abdestin rüknü, şartı, sebebi, hükmü, sıfatı vardır.
Bir mahiyetin zatî unsur ve kısımlarına - ki o mahiyet ondan ve diğerlerinden meydana
gelmiştir - rükün, bunların dışında kalanlara şart, tesirsiz olarak onu gerektirene sebep,
ona terettüp eden esere hüküm, fıkıh bakımından olan hâl ve şânına sıfat denir 24 .
Abdestin rüknü farzlarından ibarettir ki, o da dörttür:
1. Yüzü yıkamak,
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak,
3. Ayakları topuklara kadar yıkamak 25 ,
4. Başın dörtte birini meshetmek.
Abdestin bir vücub şartı, bir de sıhhat şartı vardır.
Vücub şartı: Temizlenmeyle mükellef olan kimsenin hadesten temizlenmeyi su ile
yapmağa gücü yeter olmasıdır.
Temizlenmeyle mükellef olan kimse: âkil ve baliğ olan hadesli müslümandır. Kadın
hakkında hayz yahut nüfesâlık (lohusalık) üzre olmamak kaydı da eklenir.
Temizlenmeyi su ile yapmağa gücü yeter olmak kaydı, suyun tahûriyyeti - yâni hem
temiz ve hem temizleyici olması - ile beraber hadesi gidermeye yetişir olması ve bir özür
veya ihtiyaçtan dolayı hükmen yok sayılmaması 26 demektir.
(Böylece temiz olmayan veya temizleyici vasıfta bulunmayan yahut yeterli olmayan
veyahut hem temiz, hem temizleyici ve hem de kullanmaya yeterli olduğu halde özür ve
ihtiyaçtan dolayı kullanılmasına kudret yetişmediği için yok hükmünde bulunan su ile
abdest almak vâcib olmaz.)

24
Bunlara ahkâm-ı vaz'iyye denir.
25
Dirsekler ve topuklar da yıkanır. Yıkamak, suyu akıtmakla olacağından suyu sürtmek veya
abdest uzuvlarını yaş bez veya süngerle ıslatmak yeterli değildir.
26
Yâni abdestte kullanılamayacağı için suyun yok hükmünde olması.

10
Sıhhat şartı: Şer'an temizleyici olan suyun abdest organlarının tamamına yayılmasıdır.
Suyun şer'an temizleyici olabilmesi için mutlak suyun birinci veya ikinci kısmından olması
gerektiği gibi abdest alan kimseden hayz veya nifâs (lohusalık) yahut burun kanaması
benzeri abdeste zıt olan halin kesilmiş bulunması da gereklidir.
Mutlak suyun geri kalan kısımlarıyla alınan abdest sahih olmadığı gibi aykırı hâl varken,
meselâ burnu kanarken yahut istibrâsı tam olmamışken ve kadın kısmının hayz ve
nüfesâlık kanı kesilmemişken alınan abdest dahi sahih değildir. Meğer ki, özür sahibi
bulunsun. Bundan dolayı erkek kısmı sidiğini boşalttıktan sonra hemen abdeste
girişmeyip istibrâ etmelidir.
«Abdest organlarının tamamına şâmil olması» kaydı, abdestte yıkanması farz olan organ
üzerinde iğne batıracak kadar yere su değmemiş olmaması demektir. Eğer bu kadarcık
yer kuru kalmış olursa abdest sahih olmaz.
Abdestin sebebi: Abdestsiz helâl olmayan bir işi mubahlaştırmak, yâni namaz, mushafı
tutma ve Kâbe'yi tavaf etme gibi dince muhtemel olan şeylerden birine girişmeyi
istemektir ki, mükellefi abdest almaya götürür ve ulaştırır.
Abdestin hükmü: İşte budur. Yâni abdestsiz helal olmayan bir işin abdestle mubah
olmasıdır. Ancak bu onun dünyevî hükmüdür. Abdestin uhrevî hükmü, sevap niyetiyle
alınarak âhirette sevap hâsıl olmasıdır.
Abdestin sıfatı: Farz yahut vacip veya mendup olmaktır.
Abdesti olmayana namaz kılmak için abdest almak farzdır. Kılacağı namaz isterse nafile
namazı yahut cenaze namazı veyahut tilâvet secdesinden ibaret bulunsun. Kur'an'a el
sürmek için de abdest almak, abdestsiz mükellefe farzdır. İsterse Kur'an bir levha veya
para yahut duvar üzerine işlenmiş bir âyetten ibaret olsun 27 . Mushafın yazısız olan sayfa
kenarları da yazılı yerleri gibidir 28 .
Kâbe'yi tavaf etmek için abdest almak vaciptir.
Bunlardan başka durumlarda abdest almak menduptur: Daima abdestli bulunmak için,
abdesti varken «nur üstüne nur» olması için, abdestli yatmak için, şer'î kitapları okumak
için, din bilgileri okumak veya okutmak için, hiddeti yatıştırmak için...
Hayriye-i Nâbî'den:
Vakti geldikte heman eyle vuzû'
Mâsivâ'dan dehen ü destini yu

Giydir endamına pîrâhen-i nur


Olasın lâik-i divân-ı huzûr,
(Vuzû': Abdest. Mâsivâ: Allah'dan başka olan her şey. Dehen: Ağız. Dest: El. Pîrâhen:
Gömlek. Divân: Büyük meclis. Huzûr: Hazır bulunma.)
***
İstitrat - Terki kesin delille yasaklanmış olmak üzere işlenmesi şeriat koyucu tarafından
terkine üstün tutulan şey farz, terki zannî delille yasaklanmış olmak üzere işlenmesi
terkine üstün tutulan vacib, terki yasaklanmış olmamak üzere işlenmesi terkine üstün
tutulan ve bu büyük dince bir yol olarak benimsenen ise sünnet, genel olarak devamlı

27
Kur'an-ı Kerîm'in tercümesi de aslı hükmündedir. «Âyet» ile sınırlandırmak, bir âyetten daha
azına el süreminin yasaklanmış olmamasındandır. Aslın 178'inci sayfasındaki hayz bahsinin notunda
olduğu gibi.
28
Âyet ile mushaf'ın farkı buradadır ki, mushaftan başkasında men edilmiş olan âyetin kendisine el
sürmektir. Aslın 178'inci sayfasındaki notta olduğu gibi.

11
yapılmaması bakımından dinde bir yol sayılmıyorsa mendub ve müstehab diye adlanır
ki 29 bunlar meşruâtın (şeriata uygun olan şeylerin) kısımlarıdır.
Şeriata aykırı olan şeyler, bunların zıddı ve karşılığı olan şeylerdir: İşlenmesi kesin
delille yasaklanmış olmak üzere terki işlenmesine üstün tutulana haram, işlenmesi kesin
olmayan delille yasaklanmış olmak üzere terki işlenmesine üstün tutulana mekruh denir.
Mekruhun iki kısmı vardır: Tahrimî ve tenzihi. Tahrimî kısmı vacip karşılığıdır. Tenzihî
kısmı derece farklarına göre sünnet ve müstehap karşılığıdır.
Bir de müfsid vardır ki, girişilen işi bozan ve iptal eden demektir. Oruç ve namaz
hakkında bu adla, abdest hakkında nâkız (abdesti bozan şey) adı ile yad olunur. -
***
Abdestin farzı, sünneti, müstehabı, mekruhu, müfsidi vardır. Farzı rüknü sırasında
açıklanmıştır. Vacibi yoktur.
Ellerini yıkarken parmağında olan dar hâtemi 30 oynatmak ve yıkanması farz olan yerde
altına suyun girmesine engel olan hamur, çamur ve çapak gibi bir şey varsa onu
gidermek 31 ve cildi görünür derecede sakalı seyrek kimse için suyu cildine ulaştırmak
gerektir.
Abdest organında ilâç bulunduran kimse suyu ilâç üzerinden geçirir. Üzerinden su
geçmesinden zarar görecekse orasını mesheder 32 , meshetmekten dahi zarar gö-recekse
onu da terkeder 33 .
Derdi sebebiyle başına su değmesinden zarar gören kimseden abdestte başını
meshetmek sakıt olur * .
Dirsekten itibaren kolsuz ve topuktan itibaren ayaksız olan kimseden abdestte kol ve
ayak yıkamak sakıt olmuştur. Dirsekten ve topuktan kalan kısım varsa onlar yıkanır.
Fazla parmak gibi farz yerinde çıkmış olanı yıkamak gerektir. Abdest aldıktan sonra tırnak
kesmek, tıraş olmak, abdest organında olan kıl yerlerini kazımak yıkamayı ve meshi
yeniden yapmak gerekli değildir. Zira bunları yapmakla hades meydana gelmez. Aynı
zamanda farz düşmüştür, düşen şeyse geri dönmez.

Abdestin Sünnetleri
Abdestte on sekiz şey sünnettir:
1. Ellerini bileklerine kadar yıkamak.
2. Besmele ile başlamak.
3. Niyet etmek 34 .
4. Misvak kullanmak yahut dişlerini parmakla oğalamak.
5. Üç kere ağza su verip çalkalamak ve üç kere burna su almak 35 .

29
Farz üzerine fazladan eklenmiş olmak bakımından nafile, şeriat koyucu katında sevgili olması
bakımından müstehab, şeriat koyucu sevap olduğunu bildirerek ona davet ettiği için mendûb,
işleyeni teberruda bulunduğu için tetavvu' ve terkine zem ilişmeyerek işlenmesi istenmiş ve
işleyeni övülmüş olması bakımından edeb dahi denilir.
30
Hâtem, mührü olan halkadır. Yüzük ve dar bilezik de bu hükümdedir.
31
Çünkü suyun abdest organlarına şâmil olması abdestin sıhhat şartı olmak üzere bildirilmiştir.
32
Mesh'in anlamı, «Mestler Üzerine Mesh» faslında zikredilmiştir.
33
Nitekim «Sargı Üzerine Mesh» bahsinde açıklanmıştır.
*
Özürde eşitlikten dolayı abdestte caiz olan şey gusülde de caiz olur.
34
Niyet kalbin kasdetmesidir ki, abdest almak yahut hadesi gidermek azminde, bulunmaktan
ibarettir. Bunu dille söylemek abdestin edeblerinden olmak üzere aşağıda zikredilmiştir. Vesveseye
gerek yoktur.

12
6. Oruçlu olmayanın bunlarda mübalâğa etmesi.
7. Âyet-i kerîme'de zikredilen sıraya uyarak yüzünü yıkadıktan sonra kollarını yıkamak,
ondan sonra başına meshetmek ve daha sonra ayaklarını yıkamak.
8. Çift uzvun yıkanmasında sağdan başlamak.
9. Yıkanan organları üç kere yıkamak.
10. Ellerini ve ayaklarını yıkamağa parmak uçlarından başlamak.
11. Parmak aralarını hilâllamak.
12. Sakalı sık olan kimse yüzünü üç kere yıkadıktan sonra sakalının altından parmaklarını
sokarak yukarı doğru hilâllamak.
13. Başın her tarafını meshetmek.
14. Başın tamamının meshinde ön tarafından başlamak.
15. Baştan sonra kulaklarını meshetmek 36 .
16. Kulaklardan sonra ellerinin arkasıyla boynunu meshetmek.
17. Yıkanan organı oğalamak.
18. Abdest amellerini birbiri ardınca, yâni ara vermeyerek yapmak.
Abdestin Müstehapları
On dört şey abdestin müstehap olan âdâbındandır:
1. Abdesti yüksekçe bir yerde bulunarak almak. (Camilerin musluklarında bu müstehap
gerçekleşmiş bulunur.)
2. Abdest alırken kıbleye karşı bulunmak.
3. Kimseden yardım istememek.
4. Zaruret olmaksızın konuşmamak.
5. Kalb işi olan niyete dil işini de eklemek.
6. Salih seleflerden nakledilmiş olan duaları okumak.
(Abdestte ed'iyye-i me'sûre - Peygamberimizden rivayet edilen dualar- denilen duaları
Peygamber Efendimize nisbetten ziyade salih seleflere nisbet etmek dana üstün tutulan
bir görüştür. - Asıl'dan).
7. Her uzvun yıkanması veya meshi duasında niyetle beraber «Bismillah» demek.
Niyetin kalb işi olduğu unutulmamalıdır. Abdest duaları ise aşağıdaki şekildedir:
("Abdest Duaları", ayrı başlık altında verilmiştir. –AA-)
… diye dua edip her duadan sonra salâvat getirmek.
8. Kulakların meshinde serçe parmaklarının uçlarını, meshe mübalâğa olmak üzere,
kulağın içine sokmak.
9. Dar olmayan yüzüğü, yıkamada mübalâğa olmak üzere, oynatmak.

35
«Ağza su vermeye mazmaza, burna su çekmeğe istinşak denir. Mazmaza ve istinşak işi
müekked sünnettir ki, bunda sıra, üçleme ve yenileme de sünnettir. Sıra'dan maksat önce
mazmaza ve sonra istinşak etmektir. Üçleme: Bunların her birini üçer kere yapmaktır. Yenileme:
Her defasında suyu yeniden almaktır. Bunlardan birini terkeden kimse, mazmazanın ve istinşakın
sünnetini tamamlamış olmaz. Abdestte bunların farzların önüne alınmasının sebebi suyun
özelliklerini bilmektir ki, rengi gözle görüldükten sonra tadı ağızla tadılmış ve kokusu da burunla
alınmış olur.» (Asıl'dan).
36
Bu mesh yeniden su almaya muhtaç değildir. Ancak başa mesh ve yıkama yerine geçen mesh
yeni suya muhtaçtır.

13
10. Mazmaza ve istinşakı sağ el ile yapmak.
11. Sümkürmeyi sol el ile yapmak.
12. Özür sahibi olmayan kimse vakit girmeden önce abdest almak.
13. Abdestin bitiminde kıbleye karşı ayakta durarak şehadet kelimesini okumak.
14. Oruçlu olmayan kimse abdestin artan suyundan bir damla içip:
«Allahümmec'alnî minet-tevvâbîn vec'alnî minel mütetahhirîn.»
«Allah'ım, beni tevbecilerden ve temizlenmişlerden eyle,»
demek.

Abdest Duaları
Önce abdeste niyetle beraber:
«Bismillâhi ve'l-hamdü lillâhi âlâ dinil İslâm.»
«Allah'ın adıyla ve İslâm dini üzre.»
diyerek başlayıp ağız çalkalanırken şu dua okunur:
«Bismillâhi Allahümme einnî alâ tilâvetil-Kur'ân ve zikrike ve şukrike ve hüsni
ibâdetik.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, Kur'an okumakta, seni anmakta, sana şükretmekte ve sana
güzelce ibadet etmekte bana yardım eyle.»
Burna su çekerken:
«Allahümme erıhnî râihâtel-cenneti ve lâ turihni râihaten-nâri.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, bana cennet kokusunu koklat, ateş kokusunu koklatma.»
Yüzünü yıkarken:
«Bismillâhi Allahümme beyyız vechî yevme tebyazzu vucuh ve tesveddu
vucuh.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, bazı yüzlerin ak ve bazı yüzlerin kara olduğu gün benim
yüzümü ak eyle.»
Sağ kolunu yıkarken:
«Bismillahi Allahümme a'tınî kitabî biyemînî ve hasibnî hisâben yesira.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, amel defterimi sağımdan ver ve hesabımı kolaylaştır.»
Sol kolunu yıkarken:
«Bismillâhi Allahümme la tu'tinî kitabî bişimâlî ve la min verâi zahrî.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, amel defterimi solumdan veya arkamdan verme.»
Başına meshederken:
«Bismillâhi Allahümme ezıllınî tahte zilli arşike yevme la zille illâ zillu arşike.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, senin Arş'ının gölgesinden başka bir gölgenin bulunmadığı gün
beni senin Arş'ının gölgesi altında gölgelendir.»
Kulaklarını meshederken:
«Bismillâhi Allahümmec'alnî minellezine yestemiunel-kavle feyettebiûne
ahseneh.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, sen beni söz dinleyenlerden ve ona en güzel şekilde
uyanlardan eyle.»

14
Boynunu meshederken:
«Bismillahi Allahümme a'tık rakabetî minen-nâri.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, boynumu ateşten âzâd eyle.»
Sağ ayağını yıkarken:
«Bismillahi Allahümme sebbit kademi ales-sırâti yevme tezullü fihil akdâmu.»
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, ayakların kaydığı gün benim ayağımı doğru yol üzerinde sabit
eyle.»
Sol ayağını yıkarken:
«Bismilâhi Allahümmec'al zenbî mağfûren ve sa'yî meşkûren ve ticâretî len
tebûra. »
«Allah'ın adıyla... Allah'ım, günahımı bağışla, çalışmamı şükredilen sonuca ulaştır ve
ticaretimi zarardan beri eyle.»

Abdestin Mekruhları
Abdestin sünnetlerine ve edeblerine aykırı düşen şeyler * umumiyetle -yâni tahrimî ve
tenzihîden daha umumî olmak üzere - mekruh olduğu gibi:
Suyu israf yahut taktir ** etmek,
Uzuvlara çarparak kullanmak,
Abdest alırken gerekmediği halde söz söylemek,
Zaruret olmadığı halde başkasından yardım istemek de mekruhtur.

Abdesti Bozan Şeyler


Abdestin müfsitlerine nevâkız 37 denir ki, on iki şey abdesti nakz ve iptal eder:
1. Sebileyn'den, yâni aşağı iki çıkış yolundan, çıkan şey 38 .
2. Çocuk doğurmak. (İsterse doğum sırasında kan zuhur etmemiş olsun.)
3. Sebileyn'den başka yerden akan 39 kan veya irin yahut hastalıklı su. (Hastalığından
dolayı olmayan akıntı ve rutubetler abdesti bozucu değildir.)
4. Ağız dolusu kusmuk.
5. Ağızdan tükrüğe galip yahut eşit gelen kan.
6. Temekkün üzre oturulmayarak -yâni ya yatarak yahut bağdaş kurarak oturup - uyunan
uyku.

*
Abdest dualarını okuyamamak veya başı kaplayıcı meshi terketmenin keraheti gerektirici
olmayacağına işarettir.
**
Guslün mekruhları arasında da zikredildiği üzre gerek abdestte ve gerek gusülde sarf olunacak su
için şeriatça belirtilmiş bir miktar yoksa da herkesin kendi uzvuna ve cesedine göre açıkça
gerektiğinden fazla su sarfetmek ve bir uzvu üç defadan fazla yıkamak mekruhtur. Sarfiyatın ifratı
israf olduğu gibi tefriti de taktîr'dir ki, kısmak, cimrilik etmek demektir. Bu mesele için guslün
mekruhları faslını da gözden geçirmek lâzım gelir.
37
Nitekim orucun müfsitlerine muftırat denir. Nevâkız abdesti bozan şeyler, muftırât orucu bozan
şeyler demektir.
38
Yele, solucana, taşa, meziye, basur kanına, hayz kanına ve sair akıntıya şâmildir. Dışarı çıkma,
mahrecin başında yaşlığın zuhur etmesiyle gerçekledir. Sünnetlenmiş olmayanlarda kılıfına dahi
çıksa abdesti bozar.
39
Akmak -ki Arapçası seyelân'dır- sebileyn hakkında mahrecin başında zahir olmak ve bu iki yoldan
başkasında yayılmak ile tefsir olunur.

15
(Temekkün üzre uyumak: Diz üstü oturarak veya kaynaklarını yere getirerek yerleşip
uyumaktır. Bu şekil de otururken hâsıl olan uyku, bir yere dayanmakla da olsa abdesti
bozacak hâle sebep olmayacağından bozuculardan olmazsa da gerek yan, arka, yüz üstü
yatmak, gerek kadınların namazda oturuşları gibi veya bağdaş kurarak oturmak veya
yaslanmak suretiyle uyunan uyku temekkünsüz olmakla abdesti bozacak hâle sebep
olacağından abdesti bozuculardan olmuştur. - Asıl'dan).
7. Temekkün üzre oturulduğu halde dahi sendelenip kaynağı yerinden oynatan uyku.
8. Bayılmak.
9. Çıldırmak.
10. Sarhoş olmak.
11. Baliğ ve uyanık olarak namaz içinde gülmek 40 .
12. Fahiş mübaşeret.
[Fahiş mübâşeret: Erkek ile kadının perdesiz veya pek ince bir perde ile karınlarını veya
münteşir uzuvlarını birbirine dokundurmaları abdestlerini bozar. Uzuvlardan bir sıvı
çıkmasa bile.]
***
Ağlamak, namaz dışında gülmek, namaz içinde uyuklamak, temekkün üzre oturduğu
yerde uyumak, ağzından balgam yahut biraz kusuntu gelmek, sebileynden başka yerden
kan zuhur edip çıktığı yerde kalmak, aşağı uzva el sürmek ve kadına dokunmak abdesti
bozmaz 41 .
***
Abdest aldığını bilip bozduğunda şüphe eden kimse abdestlidir. Aksi, halde olan kimse
abdestsizdir.
Abdest esnasında bazı uzuvlarını yıkamış olmakta şek eden kimse, vesvese sahibi değilse
o uzvunu yıkar. Eğer vesvese sahibi ise, yâni çoğu zaman böyle şüphe etmekte ise
şüphesine iltifat etmez.
Abdesti aldıktan sonra gelen şüpheye de itibar yoktur. Meğer ki, terk etmiş olduğunu
kesin olarak hatırlasın.

MESTLER ÜZERİNE MESH


Abdest alan kimse ayaklarında tam tahâret (abdestli olmak) üzre giyilmiş postal, bot gibi
ayakları topuklarıyla beraber örtücü ayakkabı varsa ayaklarını yıkamağa bedel olarak
onların üzerine mesheder ki, buna mesh ale'l-huffeyn (mestler üzerine mesh) denir.
Huffeyn kelimesi ikili çoğuldur ki, tekili huff'dur. O halde mesh ale'l-huffeyn, iki huff
(mest) üzerine meshetmek demektir.
(Huffun ikili çoğul sigasıyla söylenmesi onun yalnız biri üzerine meshetmek caiz
olmadığından ötürü olup üzerine edatının söylenmesi de meshde yer, mestin içi yahut
altı değil ancak üstü olduğunu bildirmek içindir. - Asıl'dan).
Bu bahsin meseleleri: Meshin hakikatine, keyfiyetine, müddetine, üzerine meshedilmesi
caiz olan şeye, meshin bozulmasına ve bozulduktan sonraki hükmüne ilişkin olmak üzere
altı nevidir.

40
Buluğ ve uyanıklık kayıtları abdestin bozulmasında muteberdir. Namazın bozulmasında ona hacet
yoktur. Tebessüm gülmek değildir.
41
Bu mesele, hakkında içtihat ihtilâfı olduğundan Hanefî kitaplarına geçmiştir. Meğer ki, aşırı
derecede dokunma olsun.

16
Meshin hakikati: Başka yerde kullanılmadık yaşlığı 42 bir yere değdirmektir. Murad,
ayağın mesh yerine mest üzerinden elin yenilenmiş olan ıslaklığını aşağıda anlatılan
keyfiyet üzre değdirmektir.
Mestler üzerine meshin keyfiyeti: Ayaklarının ucundan başlayarak ayak bileklerine doğru
topukları aşırarak mestler üzerine ıslak el parmakları ile hatlar çekerek sığamaktır 43 .
Mestler üzerine meshin müddeti: Mukim hakkında 24 ve misafir 44 hakkında 72 saattir.
Mesh müddetinin sona ermesinde ayakları yıkamak gerekir. Müddetin başlangıcı hades
vaktidir ki, mestleri tam abdest üzre giydikten sonra hâsıl olan ilk hades zamanıdır.
Mukim olan kimse mesh müddeti esnasında misafir olsa müddetini misafir müddetine
doldurur. Misafir olan kimse bir gün ve bir gece meshettikten sonra mukim olursa
ayaklarını yıkar. Bir gün ve bir geceden eksik meshetmişse onu tamamlar.
Üzerine meshedilmesi caiz olan şey: İçine su almamak şartıyla ayakları topuklara
kadar örten her sağlam konçlu ayakkabıdır. Mestin deriden olması veya altı meşinli
bulunması şart değildir. Abadan ve kalın çuhadan da olur.
Meshin bozulması: Müddetinin sona ermesi, sona ermeden önce dahi mestin ayaktan
çıkması ve hattâ ayağın yarıdan çoğunun konca kadar gelmesi iledir.
Bozulduktan sonraki hükmü: Abdest baki ise yalnız ayakların yıkanması ve baki
değilse abdest alınırken ayakların da yıkanmasıdır.
***
Mestler üzerine meshin de sebebi, şartı, hükmü, rüknü, sıfatı vardır.
Sebebi: Ayaklarda abdest üzere giyilmiş mest bulunmasıdır.
Şartı: Mestin farz mahallini -ki ayaktır- örtücü olması, meshe elverişli bulunması 45 ve
mesh müddetinin geçmemiş olmasıdır.
Hükmü: Müddeti içinde onunla namaz kılmanın sahih olmasıdır. Bu, onun dünyevi
hükmüdür. Uhrevi hükmü, sünneti işlemeyi kasdedene göre sevap hâsıl olmasıdır.
Rüknü: Farz olan miktarını - ki her ayağın ön tarafı üzerinden mest üstünde üç parmak
genişliğinde olan yerdir- meshetmektir 46 .
Sıfatı: Ruhsat olarak meşru olmasıdır 47 .
(Caizliğine itikat etmekle beraber ayağını çıkarıp yıkamak külfetini seçen kimse azimetle
sevap kazanmış olur. Yâni azimetle amel etmiş olmak üstünlüğünde bulunur. Çünkü ayak
yıkamak mest üzerine meshetmek gibi değil, daha meşakkatlidir. Sevap mükâfatı ise
katlanılan zahmet nisbetindedir. - Asıl'dan).
Meshin Cevaz Şartları
Mestler üzerine meshin yedi cevaz şartı vardır:

42
Bundan yalnız kulak meshi müstesnadır ki, yeni suya muhtaç değildir. Nitekim daha önce
Abdestin Sünnetlerinin 15'incisinin dipnotunda geçmişti.
43
Bu, onun hem de sünnetidir. Eğer meshe koncdan başlar yahut mestin üstünü enine meshederse
sahih fakat sünnete aykırıdır. Suyu mesh yerine dökmek yahut bir bez veya sünger parçasıyla
değdirmekle de mesh hâsıl ve caiz olursa da sünnet hâsıl olmuş olmaz. Nitekim mestin her tarafını
meshetmekle dahi matlub hâsıl olsa da sünnet yerine gelmiş olmaz. «Hatlar çekerek» kaydı,
parmakların açık bulundurulması sünnetine işarettir. Meshin tekrarı sünnet değildir.
44
Misafir, mukim karşıtıdır ki, yolcu demektir.
45
Meshe elverişli olmak, aşağıda beyan edilen cevaz şartlarını kendinde toplayıcı olmakla olur.
46
Bu, onun hem de farzıdır. Mestin ne altına, ne ökçesine, ne de yanlarına yahut koncuna
meshedilmez. Asl'ın 162. sayfasına bakınız.
47
Ruhsat: Kulların özürleri dolayısıyla ikinci derecede meşru olan: (dinin koyduğu) bir kolaylık
hükmüdür.

17
Birincisi, mestleri abdestte ayakları yıkadıktan sonra giymiş olmaktır.
İkincisi, mestlerin ayakları topuklarla beraber her taraftan örtücü olmasıdır.
Üçüncüsü, ayak onların içinde olduğu halde mutad yürüyüşle aralıksız üç mil (on iki bin
adım) ve daha ziyade mesafe yürümenin mümkün olmasıdır.
Dördüncüsü, mestlerden her birinin topuktan aşağıda her nerede olursa olsun büyük
delikten, yâni ayak parmaklarının küçüğüyle üç parmak miktarı halelden (delik, yırtık,
sökükten) hâlî olmasıdır 48 .
Beşincisi, mestlerin bağsız olarak bacakta durabilecek derecede kalın olmasıdır. (İncesi
belirli mesafeyi almaya elverişli olamaz.)
Altıncısı, mestlerin suyun ayak derisine ulaşmasına mâni olmasıdır. Yâni aldığı suyu
hemen emerek ayağa ulaştırır cinsten olmamasıdır.
Yedincisi, her ayakta ön taraftan elin en küçük parmağıyla en az üç parmak miktarında
yerin yaradılıştan mevcut olmasıdır. Tâ ki mesh yerinden farz olan miktar
gerçekleşebilsin.
Yıkamak ile mesh bir araya gelmez. Bundan dolayı bir ayağın ökçe tarafı mevcut ise de
meshin yeri olarak ön tarafı büsbütün yok olan kimseye o ayağını yıkamak lâzım olduğu
gibi diğer sağlam ayağında olan meste de meshedemeyip onu da yıkamak lâzım gelir.
Ama ayaklarından biri topuk üzerinden kesilmişse ondan yıkamak sakıt olduğundan
sağlam veya mesh yeri mevcut olan diğer ayağındaki meste meshedebilir.
Meshi Bozan Şeyler
Mestler üzerine meshi dört şey nakz ve iptal eder:
1. Abdesti bozan her şey (Abdesti Bozan Şeyler bahsine bakınız).
2. Mestin ayaktan çıkması ve hattâ bütünüyle çıkmasa bile ayağın mestin koncuna
gelmesi. 49
(Mestin kendiliğinden çıkması ile çıkarılması aynı olduğundan meshi bozucu olmakta ikisi
birbirine eşittir. İki ayak tahâret hükmünde bir uzuv olduğundan birinin yıkanması
gerektiğinde diğerinin de yıkanması lâzım olmakla meshi bozucu olmakta birinin çıkması
da yeterlidir. Çoğunluk için bütünlük hükmü olmakla ayağın çok kısmının mestin koncuna
kadar çıkması da tamamının çıkması hükmündedir. Meshden sonra mestte büyük delik
meydana gelmesi de bu hükümdedir.)
3. Mesh müddeti sona ermiş olmak.
4. Mestin içinde iki ayaktan birinin tamamen yahut çok kısmıyla ıslanmış olması.
Bunlardan birinci şekilde abdest yenilendiği sırada mesh de yenilenir.
Geri kalan hallerde (abdest varsa bozulmayacağından) yalnız ayaklar yıkanır. Abdestin
geri kalanını iade etmek gerekmez.
(Dördüncü şekilde yıkama ile meshi birleştirmemek için ayağın ikisini de mestlerden
çıkarıp yıkamak gerektir.
Mesh müddeti artık bu yıkamadan sonraki hadesten başlayarak hesap olunur.)
Başın meshinde tekrarlama sünnet olmadığı gibi mestler üzerine meshde ve sargılar
üzerine meshde de tekrarlama sünnet değildir.
Sargı Üzerine Mesh

48
Bir ayağın mestinde ayrı ayrı mevcut olan küçük delikler bir araya toplandığında büyük delik
miktarı olursa meshe engeldir. Ama bir ayağın mestindeki küçük delik diğer ayağın mestindeki
küçük delikle birleşmez. Binaenaleyh meshe engel de olmaz.
49
Ayağın topuk hizasına kadar olan kısmı yerinde kaldıkça topuğun oynar olması meshi bozmaz.

18
Cebire -ki kırık, çıkık üzerine sarılan tahta sargıdır - gerek ona ve gerek yara üzerine
bağlanan sargıya ve özür yeri üzerine konan pamuk, sakız ve yakı gibi şeylere ve ilâçlara
zaruret halinde mesh olunur.
Zaruret: Özür yerini ne sıcak ve ne soğuk su ile yıkamağa yahut meshetmeğe muktedir
olamamaktır.
Zaruret kendi miktarıyla sınırlanmış olacağından ilâç vs. üzerine mesh zaruret yerini
aşamaz.
Meshin sebebi hafifletme olduğundan onu bir kere yapmak yeterli olup tekrarlama lâzım
(sünnet) olmadığı gibi kaplama mesh yaranın fesadına yol açmaması için üzerindeki şeyin
her yerini meshetmek de lâzım olmayıp çok kısmını meshetmek yeterlidir.
Sargıyı çözmek zarar verdiği taktirde özür yerinin etrafında sargı altında kalan sağlam
yerleri yıkamak da gerekmeyip sargının dolamından bedenin açık kalan yerlerini
meshetmek yeterlidir.
(O halde: Kan aldırarak, sülük tutunarak yahut başka suretle yaralanarak veya çıban
çıkararak yahut kemiği kırılarak veya incinerek sargı saran veya sardıran kimse, özrü
abdest azasında ise abdest alırken yahut her neresinde olursa olsun gusül ederken orasını
ne sıcak ve ne de soğuk su ile yıkamağa veya meshetmeğe kadir olamazsa onun
üzerindeki şeye bir kere mesheder.
Hazret-i Nebi Efendimiz, Uhud vak'asında aldıkları yaranın sargısına mesheder olmuşlar
ve Hazret-i Ali'ye Hayber'de bilek kemiği kırıldığında sargı üzerine meshi emretmişlerdir. -
Asıl'dan).
Bu hususta mesh, mestler üzerine mesh gibi belli bir müddete tâbi olmayıp özür yeri iyi
oluncaya kadar sürer ve sargı değişmekle meshin iade edilmesi gerekmez.
***
Abdest organlarının yarısında ve yarısından daha fazlasında - az dahi olsa - özrü olan
kimse teyemmüm eder. Abdest organlarının çoğu sağlam olup da daha azı özürlü ise
sağlamını yıkayıp özürlüsünü mesheder; teyemmüm etmez.
Yıkama ile teyemmümü birleştirmek, yâni illetli olmayan yeri yıkayıp illetli bulunan yer
için teyemmüm etmek caiz olmaz 50 .

TEYEMMÜM
Abdest alacak veya gusül edecek kimse, abdeste ve gusle yetecek temizleyici temiz su
bulamadığı 51 takdirde teyemmüm eder.
Teyemmüm, yeryüzü cinsinin 52 temizi ile hadesi gidermektir. Hakikati, niyetle beraber
yüzü ve kolları kendine has şekilde meshetmekten ibarettir. Niteliği aşağıda anlatılacaktır.
Teyemmüm edene ve teyemmümlü kimseye Müteyemmim denir.
(Teyemmümün kelime anlamı, genel olarak «kasdetmek» demektir. Teyemmümde kasd
şarttır. Çünkü bu kasd niyettir.)
Teyemmümün sebebi, hükmü, rüknü, vücud ve sıhhat şartı, sıfatı, keyfiyeti vardır.
Teyemmümün sebebi: Abdestin sebebinin aynidir. Bu, onun dünyevî hükmüdür. Uhrevî
hükmü teyemmüm edene sevap hâsıl olmasıdır.
Teyemmümün rüknü: Yüzü ve kolları toprak cinsinin temizi ile meshetmekten ibaret
olmak üzere ikidir. Bunlar aynı zamanda teyemmümün farzlarıdır.

50
Bedel olan ile bedel olunan şey birleşmez. Meşkûk suyun hükmünde geçen dipnota bakınız.
51
Bulamamak, bulup da kullanmaya kadir olmamağa da şâmildir.
52
Biraz aşağıda zikredilmiş olan Teyemmümün Sıhhat Şartlarının üçüncüsüne bakınız.

19
Teyemmümün vücûbunun şartları: Temizlenmekle mükellef olan kimsenin hadesten
tahâreti su ile yapmağa kaadir olamamasıdır. (Abdestin vücûb şartlarına bakınız.)
Teyemmümün sıhhat şartı, sekizdir:
Birincisi, niyettir.
Teyemmümün namazın anahtarı olabilmesi için hadesten tahârete 53 yahut namazı
mubahlaştırmaya 54 veyahut tahâretsiz sahih olmayan kasdedilmiş ibadete 55 diye niyet
olunmak gerektir.
(Bu şekillerden birini düşünmeden sadece teyemmüme niyet eyleyen kimse, o
teyemmümle namaz kılamadığı gibi Kur'an okuma, mushafı tutma, mescide girme,
başkasına öğretme, kabir ziyaret etme, ezan, kamet, selâm verme veya selâm alma
yahut İslâm'a girme için edilen teyemmümle dahi namaz kılınmaz. Çünkü bunların
birtakımı tahârete bağlı olmayan tâattır. Birtakımı tahârete bağlı ise de kasdedilmiş
ibadet değildir.
Bu cümleden olmak üzere Kur'an okumak gerçi kasdedilmiş ibadettir ve fakat tahârete
bağlı değildir. Abdestsiz olan da ezbere Kur'an okuyabilir. Kur'an okumak büyük hadesten
temizlenmiş olmaya bağlı olmakla gusül edecek kimse mubah kılan özründen dolayı gusül
yerine teyemmüm ederse o teyemmümle namaz kılabilir. Çünkü ona göre Kur'an
okumak, tahâretsiz mubah olmayan kasdedilmiş bir ibadettir.
Mushafı tutmak gerçi tahârete bağlıdır ve fakat kasdedilmiş ibâdet değildir. Kasdedilmiş
olan okumaktır. Tutmak onun vesilesidir. Mescide girmek de büyük hades sahibine göre
böyledir. Yâ'ni tahârete bağlıdır ve fakat kasdedilmiş ibadet değildir. - Asıl'dan)
İkincisi, teyemmümü mubah kılıcı bir özrün bulunmasıdır.
Özrün çeşitleri vardır: Suyun bulunduğu yer dört bin adım uzakta olmak yahut suya olan
ihtiyaçtan dolayı onu kullanmaya kadir olamamak ve cenaze yahut bayram namazlarını
kaçırmak korkusu olmak mubah kılıcı özürlerdendir.
(Cuma ve vakit namazlarının vaktini geçirmek korkusu özür değildir. Çünkü bunların
yerine geçicisi vardır: Cumaya yetişemezse öğle kılınır, vakit namazı geçerse kaza olunur.
Gusül ettiği takdirde hastalanmaktan yahut hastalığının artmasından veya devam
etmesinden korkmak,
Soğuk olup barınacak yer veya suyu ısıtacak şey ve şehirde olduğuna göre hamam parası
bulunmamak,
Suya gitmesi halinde insan veya hayvandan olan düşmanlardan ya nefsi veya malı, ırzı
veya emaneti hakkında korkmak,
Ödeme gücü olmayan borçlu ise 56 hapis veya tevkiften korkmak,
Nefsi veya kafile arkadaşı veyahut - köpek dahi olsa -hayvanı hakkında ya hemen veya
biraz sonra susuzluk çekmek korkusu bulunmak, teyemmümü mubah kılıcı diğer
özürlerdendir. - Asıl'dan).
Üçüncüsü, teyemmümün taş, toprak ve kum gibi yeryüzü cinsinden olan şeylerin tayyib
(güzel) ve temizi ile 57 olmasıdır. Yeryüzü cinsinden olmayan şeylerin temiz tozu ile de
teyemmüm olunur.

53
Gusül yerine alınan teyemmümde hadesin büyüğünü belirtmek şart değildir. Hadesten
temizlenmeğe niyet, hadesin iki cinsi için de yeterlidir.
54
Namazı mubahlaştırmak, namaz kılmağa teşebbüsü murad etmek demektir.
55
Namaz ve tavaf gibi doğrudan kendisi kasdedilmiş olan ibâdettir.
56
Borçlu, borcunu ödemeye gücü yeten kimse ise ödemeyi geri bırakmak ve ödemeden kaçmakla
zulmetmiş olduğu için ona teyemmüm caiz olmaz.
57
O kadar temiz ki, ona necaset hiç dokunmamış olmalı. [Kendisine necaset isabet eden arz güneş
görerek kuruyup necasetin eseri giderilmiş olmakla namaz kılmak için pak olmuş olsa da

20
Dördüncüsü, mesh ile mesh mahallini kaplamaktır ki, tamamiyle yüzü ve dirseklere
kadar el ve kolları kaplayacak şekilde meshetmektir.
(İtibar tozun isabet etmesine değil, meshe olduğundan iki darbeden ibaret olan
teyemmüme bunun için bir üçüncü darbe eklemek lâzım gelmez.)
Beşincisi, meshi elin tamamiyle veya büyük kısmıyla etmektir.
Altıncısı, teyemmümün elin iç yüzü ile iki darbede olmasıdır. Darbe: yeryüzü cinsine eli
koymaktır.
Yedincisi, aykırı hâlin kesilmiş bulunmasıdır. Meselâ, burun kanarken yahut istibrâ tam
olmamışken ve kadın kısmına göre hayz ve nüfesâlık kanı kesilmemişken alınan abdest
ve gusül sahih olmadığı gibi edilen teyemmüm de sahih olmaz.
Sekizincisi, balmumu ve kurumuş hamur veya çamur gibi teyemmüm uzvunda derinin
tamamını kaplamaya -yâni yüzün veya el ve kolların her tarafını tamamiyle meshe -
engel olan bir şey varsa onların giderilmiş olmasıdır.
Teyemmümün sıfatı: Abdestin farz olduğu yerde farz ve vacip olduğu yerde vacip
olmasıdır. (Abdestin Sıfatı'na bakınız.)
Abdestsiz olan kimsenin mescide girmek için teyemmüm etmesi menduptur.
Teyemmümün keyfiyeti: İki elinin iç yüzünü niyetle beraber yeryüzü cinsinden temiz
olana koyduktan sonra önce yüzünü tamamiyle kaplayarak meshetmek ve ikinci olarak
ellerini yine koyup önce sol eliyle sağ kolunu, sonra sağ eliyle sol kolunu dirsekleriyle
beraber içini ve dışını kaplayacak şekilde meshetmektir.
Ellerini ikinci defa yere koymadan önce parmaklarını hilâller, yüzüğünü ve bileziğini
yerinden oynatır. Sol elinin baş ve şehadet parmaklanndan başkasını sağ elinin tersine
parmak uçlarından başlayarak koyup dirseğe kadar mesheder. Dirsekten itibaren elini
çevirip başparmağı kolun altına ve şehadet parmağını kolun iç yüzüne getirerek parmak
uçlarına kadar mesheder.
Bu iki geçişte sağ kol tamamiyle meshedilmiş olur. Sonra sol kolunu da sağ eliyle bu
veçhile tamamiyle mesheder. Teyemmüm de böylece tamamlanmış olur.
Teyemmümün Sünnetleri
Teyemmümde sünnetlerine de riayet olunur. Teyemmümün sünnetleri yedidir:
1. Başlangıcında besmele çekmek.
2. Sıraya riayet edip ilk darbede yüzünü ve ikinci darbede kollarını meshetmek.
3. Bunları ara vermeden birbiri ardınca yapmak.
4. Ellerini yere koyduğu sırada önce ileri doğru sürmek.
5. Ondan sonra geri çekmek.
6. Ellerini yere koyduğu sırada parmaklarını açık bulundurmak.
7. Ellerini yerden kaldırdığında silkelemek 58 .
Bozulmuş olmadıkça bir teyemmümle farz ve nafile birçok namaz kılınır. Vaktin
girmesinden önce de teyemmüm olunur.
Abdesti bozan her şey teyemmümü de bozar. Onlardan fazla olarak teyemmümü, onu
mubah kılan özrün 59 ortadan kalkmış olması da bozar.

teyemmüm için temiz sayılmaz. Zira âyet-i kerîmede (Mâide: 6) 'saîden tayyiben' (güzel ve temiz
toprak) buyurulmuştur.]
58
Elleri yatay olarak birbirine dokundurmakla silkinti hâsıl olur.
59
Teyemmümün sıhhat şartlarının ikincisine bakınız.

21
(Suyu olmayan kimsenin müstehap vakit çıkmadan önce suyu bulacağını galip zanla
umması hâlinde teyemmümü tehir etmesi menduptur ki, namazı en mükemmel iki
temizlik (kalb ve beden temizliği) ile eda etmiş olsun.)
GUSÜL
Gusl - ki yıkanmadır - büyük hadesten temizlenmektir. Bazen mücerret temizlik veya
vücudu ferahlandırmak yahut sünnete uymak için olur. Birincisi farzdır, diğerleri farz
değildir.
Farz Olan Gusül
Gusül edene yıkanmak anlamında olan iğtisâl'den fail isim sigasıyla muğtesil ve - farz
olan gusle nazaran - mukabiline, yâni gerektirici sebebine maruz olup da gusül etmemiş
olan «büyük hadesin müptelâsı» diyeceğiz ki, büyük hades, cünüplük, hayızlık ve
nüfesâlıktan ibaret olduğundan bunların sahipleri, cünüp, hâiz ve nüfesâ (lohusa) diye
ayrı ayrı adlarla yâd olunur. Ve genel olarak bunlara beş şey haram olur: Namaz, âyet
okuma, âyete el sürme, mescide girme, Kâbe'yi tavaf etme.
(Bilhassa hâiz ve nüfesâya oruç tutmak, kocası kendisine yaklaşmak veya göbek altından
faydalanmak dahi haramdır.)
Cünüp için sayılan beş şeyden birini işlemeyi istemek gusle sebep ve gusletmek o
kimseye farz olur.
(Hâiz ve nüfesâ hakkında sebebiyet, hayz ve nüfesâlık kanının kesilmesinden sonra husul
bulur.)
Abdestte olduğu gibi guslün de sebebi, şartı, hükmü, rüknü, sıfatı vardır. Fazla olarak
guslün bir de mucibi (gerektiricisi) vardır.
Guslün sebebi: Farz olan abdeste ve teyemmüme sebep olan istibahadır. Yâni namaz
kılmak, mushafı tutmak, Kâbe'yi tavaf etmek gibi bir ibâdete teşebbüs etmektir. Bunlar
mükellefi abdest almağa veya cünüb ise boy abdesti almağa sevkeder, sebeb olur.
Gusülde âyet okumak da mushafı veya âyeti tutmak gibidir.
(Farz olmayan guslün sebebi de aşağıdaki şekiller üzre sünnetin elde edilmesi, müstehabı
isteme veyahut yararlanmadır.)
Guslün vücub ve sıhhat şartı: Abdestin vücub ve sıhhat şartının aynıdır.
Guslün hükmü: Dünya bakımından sebebi olan mubahlaştırma ve âhiret bakımından
niyetle ecir ve sevabın hâsıl olmasıdır.
Guslün rüknü: Bedenin zahirini (dış yüzünü) tamamiyle yıkamaktır ki, onun hem de
farzıdır. Şu şekilde sayılır:
1. Mazmaza etmek (ağzı yıkamak).
2. İstinşak etmek (burna su çekmek).
3. Tepeden tırnağa kadar bütün bedeni - üzerinde altına suyun ulaşmasına engel olan
hamur, çamur, balmumu, çapak gibi bir şey bırakmamak üzre - yıkamak.
(Boyacının tırnağı üzerinde kalan boya lekesi, rençberlerin ve hattâ şehirlilerin tırnak
kirleri, pire ve sinek tersleri engel değildir.)
4. Açılmasında güçlük olmayan kulfenin içini yıkamak 60 .
5. Göbek çukurunun içini yıkamak.
6. Kapanmamış olan küpe deliğinin içini yıkamak 61 .

60
Bu, sünnet edilmiş olmayanlara göredir. Kulfe, sünnette kesilen deridir.
61
Küpe takılı ise gusülde deliğine su ulaştırabilmek için küpe hareket ettirilir.

22
7. Erkek için saçı örgülü olduğuna göre örgüsünü çözüp içini yıkamak. Kadınlar örgülerini
çözmekle mükellef değildirler.
8. Sakal sık da olsa derisini yıkamak, yâni diplerine su vardırmak.
9. Bıyığın altındaki deriyi yıkamak.
10. Kaşların altındaki deriyi yıkamak.
11. Kadın kısmının tenasül organını yıkaması 62 .
(Kadının gerek içmek, gerekse abdest almak veya gusül etmek için su hakkı erkeğe aittir.
Hamama gitmek mecburiyetinde de hamam ücretini vermek kocanın vazifelerindendir.)
Yıkamak suyu akıtmakla olacağından yağ sürünür gibi su sürünmek yahut yaş bez veya
süngerle bedeni ıslatmak yeterli olmaz.
(Özürde eşitlikten dolayı abdestte caiz olan şey gusülde de caiz olur: Uzvun özürlü
olmasından dolayı yıkamakdan vazgeçilip meshe dönülür. Meshden dahi zarar görecek
olan kimse onu da terkedebilir.)
Guslün sıfatı: Konumuza nazaran farziyetidir. Gerektirici sebebi (mucibi) bulunmadığı
takdirde guslün sıfatı .sünnetlik veya müstehaplık olur.
Guslün mucibi (gerektiricisi): Cünüplük ile hayz ve nifâs hâlinden ibaret olan büyük
hadestir 63 .
Cünüplük erkeğe ve kadına şâmil bir sıfattır. Meydana gelmesinin yolu ikidir. Biri şehvetle
meni inmesi ve diğeri cinsî yakınlıktır.
Meni inmesi uyku hâlinde dahi vuku bulsa guslü gerektiricidir 64 .
Cinsî yakınlığın guslü gerektirici olmasında erkeklik uzvunun sünnetli kısmının girmesi
kâfidir. Meninin inmesi şart değildir.
Hayz ve nifâs kadınlara mahsus hâllerdir. «Kadınların Hâlleri» faslında açıklanmıştır.
Guslün farzı, sünneti, müstehabı, mekruhu, müfsidi vardır.
Guslün farzı: Rükün olarak zikredilmiş olan şeylerdir.
Hastalığından ötürü bedeninin dışından bir yerinde ilâç bulundurmak mecburiyetinde olan
kimse suyu ilâç üzerinden geçirir. Su geçirilmesinden zarar görürse orasını mesheder 65 .
Meshetmekten dahi zarar görürse onu da terkeder. Derdi sebebiyle - meselâ - başına su
değdirmekten zarar gören kimseden baş yıkamak düşer.
Gusül ettikten sonra tırnak kesmek, tıraş olmak, vücutta olan kıl yerlerini kazımakla guslü
yenilemek lâzım gelmez.
Guslün Sünnetleri
Gusülde on iki şey sünnettir:
1. Besmele çekmek.
2. Niyet etmek.
3. Bunlar (yâni Besmele ve niyet) guslün başlangıcında abdest alma sırasında elleri
bileklere kadar yıkarken olmak.

62
Çünkü o da bedenin dışındandır.
63
Ancak hayz ve nifâsın guslu mucib olmasında kanın kesilmesi şarttır. Nitekim zikrolundu.
64
Mesnevi'den: «Uyumuş diye o kimseye denir ki, gördüğü her hâlden bir şey ümid edip onunla
konuşur. Huri veya şeytanı düşde görünce yakınlıkta bulunup şehvetle suyunu saçar. Nesil
tohumunu çorak yere saçtıktan sonra kendine gelince hayâl ondan kaçıp gider.»
65
Mestler Üzerine Mesh ve Sargılar Üzerine Mesh bahislerine bakın.

23
4. Bedenin bir yerinde temizliğe aykırı düşen bir şey varsa suyun değmesiyle yayılıp
artmaması için onu ayrıca ve önceden gidermek.
5. Avret yerini, necaset 66 olmasa dahi ayrıca yıkamak.
6. Gusle girişmeden önce sünnet olan şekil üzre 67 abdest almak.
7. Gusül ettiği yerde altına su toplanmakta ise o abdestte ayak yıkama işini guslün
sonuna bırakmak.
8. Abdestin arkasından gusle girişerek üç defa su dökmek ve her defasında su bedeni
kaplamak.
Suya dalmak suretiyle yıkanmada 68 abdest alacak kadar durmak da bu sünnetleri hâsıl
etmiş olur.
9. Su dökünmeye baştan başlamak.
10. Ondan sonra sağ omzuna dökünmek.
11. Sonra sol omzuna dökünmek.
12. Suyu ilk döküşte bedeni ovalamak. Tâ ki, sonraki iki döküşte su bedenin her yerine
yayılmış olsun.
Guslün Müstehapları
Guslün âdâb ve müstehapları abdestin âdâb ve müstehaplarının aynıdır. Şu kadar ki,
gusülde kıbleye karşı durmak 69 ve dualar okumak müstehap olamaz. Yıkanma sırasında
kimse olmasa dahi avret yerleri örtülü bulunmak lâzımdır.
(Nitekim hadîs-i şerifte buyrulmuştur ki:
«Şüphesiz ki, Allah, haya sahibi ve örtücüdür, haya sahibi ve örtücü olanı sever. Onun
için yıkandığınız zaman örtünün.»
(Erkek kısmı erkekler yanında örtünecek şey bulamasa da yıkanır ve kendince en fazla
örtünme sonucunu doğuracak hâl ne ise onu seçer. Kadın da kadınlar arasında böyledir.
Günah bakanadır.
Mekruh vakitlerden başka zamanlarda abdestten sonra nafile olarak iki rekât namaz
kılmak müstehap olduğu gibi gusülden sonra kılmak da müstehaptır.) 70
Guslün Mekruhları
Abdestte mekruh olan şeyler gusülde de mekruh olur. Fazla olarak bunda dua okumak ve
kimsenin görmeyeceği yerde bile yıkanırken çıplak bulunmak da mekruhtur.

66
Meniye şâmildir.
67
Yâni önce ellerini bileklerine kadar yıkayarak, sonra üçer kere mazmaza ve istinşak ederek ve
yıkamayı üçleyerek, sırasiyle ve aralarını açmadan bunları yapmak suretiyle.
68
Dalınan su temiz ve temizleyici olan mutlak suyun akar veya o hükümde olan çok nevinden
olmak gerekli değil, küçük havuzda bulunmak da yeterlidir. Asl'ın 31. sayfasındaki dipnota bakınız.
(Zikri geçen dipnot şudur: «Birçok kitaplarda zikredilmiş olan 'Büyük hades üzre olan kimse elini
yahut ayağını suya sokarsa o su fasid olur' sözü, kullanılmış suyun necis olması rivayetine dayanır
ki, bu rivayet kaide dışıdır. Fetva için seçkin olan görüş, kullanılmış suyun necis olmamasıdır.
Bahr-i Râik'de denir ki: Bunu bildinse evlerde ve medreselerde bulunan küçük havuzlarda alınan
abdestlerin ve edilen gusüllerin sıhhatına hükmetmekten geri durma. Çünkü suyu haricen kullanıp
sonra mutlak suyun içine dökmekle mutlak suyun içine girmek arasında fark yoktur. Çünkü o sudan
kullanılan kısım, azadan akan yahut cesede değen kısmından ibarettir. Bu ise suyun geri kalan
kısmına göre azdır. Netice olarak onlardan abdest ve gusül, kullanılmış suyun çok veya eşit yahut
da içinde necaset bulunduğuna dair galip zan olmadıkça, caizdir».)
69
Çünkü galip ihtimalle yıkanan kimsenin avret yerleri çıplak olur. Eğer örtülü ise beis yoktur.
70
İhyâ'nın sözüne göre bu, abdest şükür namazı olur.

24
Abdestte ve gusülde sarf olunacak su için şer'an belirlenmiş bir miktar olmadığından israf
ve taktir (cimrilik) olunmamak üzere orta hâle uygun olan yolu tutmak gerekir.
Herkesin kendi uzvuna ve cesedine göre gereğinden fazla su sarfetmek ve bir uzvu
kaplayacak şekilde üç defadan fazla yıkamak mekruh olur.
Guslü Bozan Şeyler
Abdesti bozan şeylerin hiç biri guslü bozmaz, Guslü bozan şeyler, onu gerektiren
sebeplere (mucibine) münhasırdır.
Farz Olmayan Gusül
Gerektirici sebebi yokken 71 şu dört şey için gusül etmek sünnettir:
1. Cuma namazı için.
2. Bayram namazı için.
3. Hac veya umre ihramı için 72 .
4. Arafat vukufu için 73 .
***
Gerektirici sebebi yokken gusül etmek şunlar için müstehaptır:
1. Tâhir (temiz) iken müslüman olan.
(Cünüplüğü, hayz veya nifâs kanının kesilmesini müteakip müslüman olana gusül etmek
farzdır. Zira guslün gerektirici sebebi mevcut olmuş demektir. Müstehaplık bunlardan
azade bulunma hâlindeki ihtidaya aittir.)
2. Yaşça baliğ olan.
(Yaşça buluğ, kız ve oğlanın kendilerinde hayz, gebelik, meni çıkması gibi buluğ eserleri
meydana gelmeden on beş yaşına ulaşmalarıdır ki, bunun mukabili fiilen buluğdur. Fiilen
buluğa gusül farz olarak gerekli olur.)
3. Cinnetten, baygınlıktan veya sarhoşluktan 74 ayılan.
(Bunların guslü, iyileşme nimetine şükran demektir. Eğer iyileştikten sonra kendilerinde
meni zannettikleri bir ıslaklık bulurlarsa gusletmek onlara farz olur.)
4. Hacamat olan.
5. Ölü yıkayan.
6. Berat - Şaban ayının 15'inin - gecesine eren.
7. Kadir gecesine eren.
8. Münevver Medine şehrine giren.
9. Kurban bayramı sabahı Müzdelife vakfesinde bulunan.
10. Ziyaret tavafı için 75 Minâ'dan Mekke'ye inen.
11. Güneş tutulması namazı ve ay tutulması namazı kılan 76 .

71
Çünkü guslü gerektiren sebep varken gusletmek farzdır.
72
Hac Kitabı'na bakınız. Bu yıkanma, tahâret (abdestlenme) değil, temizlenme için olduğundan
kadınlar hayz ve nifâs hâlinde dahi bu guslü edebilirler. Su bulunmazsa bu guslün yerine
teyemmüm olunmaz.
73
Hac Kitabı'na bakınız.
74
Bunlar abdesti bozan şeylerden olduğu için abdesti gerektirirse de guslü gerektirici şeylerden
değildir.
75
Hac Kitabı'na bakınız.
76
Namaz Kitabı'na bakınız.

25
12. Yağmur duasına çıkan.
13. Zulmet, fırtına ve zelzele gibi korku ve dehşetten dolayı namaz ve niyazda bulunacak
olan.
14. Yolculuktan gelen.
15. Günahtan tevbe eden.
16. Müstehâze (aybaşı hâli dışında kan görmekte olan kadın) iken kanı dinen 77 .
17. Remy-i cimâr eden (Hac'da şeytan taşlayan). 78
***
Gusülde mestler üzerine mesh caiz ve câri olamaz 79 ise de sargılar üzerine mesh caiz ve
câri (geçerli) olur.
Organların çoğu sağlam 80 ve azı özürlü bulunan kimse gusülde sağlam yerlerini yıkar,
özürlü yerlerini mesheder.
Organların çoğu özürlü ve azı sıhhatli olan kimse teyemmüm eder. Yarısı da çoğu
hükmündedir.
Teyemmüm - bahsindeki ifadeden anlaşıldığı üzre -abdeste bedel olduğu gibi gusle de
bedel olur. Bundan dolayı gerekli olduğu zaman gusledecek kimse gusle yeterli su
bulamadığı veya suyu kullanmaya kadir olamadığı takdirde teyemmüm eder. Gusledecek
olursa hastalanmaktan yahut hastalığının artmasından veya uzamasından korkmak yahut
soğuk su dökünemediği cihetle suyu ısıtacak şey ve hamama gidecek para bulamamak,
teyemmümü mubah kılan özürlerdendir.
Ölüye de su bulunmadığı vakit gusle bedel teyemmüm edilir.
Farz olmayan gusüller arasında sayılan ihram guslü gibi beden temizliği için olan gusle
teyemmüm bedel olamaz 81 .
***
Gelelim guslü gerektirici olan büyük hadesin hayz ve nifâs nevine.
KADINLARIN HÂLLERİ
Hayz, nifâs ve istihâze adları ile kadınların üç nevi halleri vardır:
Hayz -ki kadınların rahimlerinden 82 gelmesi mutad olan kandır - hades olmak
bakımından şöyle tarif olunur: Kadınlarda belli müddet süren şer'i engeldir. (Onların
namazına, orucuna, Kur'an okumasına, erkekleriyle birleşmesine engeldir.)
Bu hâl kadın kısmında dokuz yaşından önce başlamadığı gibi nihayet elli yaşından
sonraya da kalmaz. Üç günden daha az ve on günden çok olmamak üzere her ay vâki
olur. Meğer ki, kadın gebe olsun. Hamilelik müddetinde kadınlar hayz görmezler.
Doğurmayı müteakip nifâsa müptelâ olurlar.

77
Bu kitapta 'Kadınların Halleri' bahsine bakınız.
78
Hac Kitabı'na bakınız.
79
Çünkü mestler üzerine mesh etmek küçük hadesten temizlenmeye tahsis edilmiştir. Bu kitapta
'Mestler Üzerine Mesh' bahsine bakınız.
80
Gusül konusunda bütün beden bir tek organ hükmünde olduğundan çokluk ve azlık abdestte
olduğu gibi sayıca değil, yüzeycedir.
81
Teyemmümün bir de tekide muhtaç olanı vardır ki, onda mücerret teyemmüm gusül yerini
tutmaz. O da hayzın en uzun süre sınırının altında kesilmesi durumunda cinsî birleşmenin helâl
olması gusle muhtaç olup bir özürden dolayı gusül yerine teyemmüm olunursa o teyemmüm ile
nâfileten olsun bir namaz kılınmış olmak gerekir ki, onun tekid edilmiş olanı işte budur.
82
Kadınların cinsiyet organlarının içinden demektir.

26
Nifâs - ki doğurmayı müteakip zuhur eden kandır -hades olmak bakımından şöyle tarif
olunur: Doğumun arkasından kan çıkması sebebiyle olan şer'î engeldir. (Onların
namazına, orucuna, Kur'an okumasına, tavafına, erkekleriyle birleşmesine engeldir).
Hayz müddetinin en azı üç ve en çoğu on gündür 83 .
(Gün deyimine gece de dahildir.)
Nifas müddetinin en çoğu kırk gündür. En azı için belli bir sınır yoktur.
Eğer nifâs kırk günü geçer ve hayz üç günden daha az yahut on günden daha çok olursa
ona istihâza denir ki, kadına mahsus bir hastalık demektir. Hâmile olan yahut elli beş
yaşını geçen kadından ve henüz dokuz yaşına varmamış bulunan kızdan gelen kan da
istihâza kanıdır.
Bunların hükümlerine gelince: İstihâzanın hükmü abdesti bozması veya istihâzalının
özürlü olmasıdır. Hayz ve nifâsta ise aşağıdaki gibi haramlık hükmü ve kesilmelerine
guslün farz olması terettüp eder.
Hayz ve nifâs ile sekiz şey haram olur:
1. Namaz.
2. Oruç.
3. Âyet okuma.
4. Âyete el sürme.
5. Mescide girme.
6. Kâbe'yi tavaf etme.
7. Cinsî münasebet.
8. Göbek ile diz kapağı arasından dokunarak faydalanmak.
(Âyet-i kerîmede buyrulmuştur ki:
«Temizleninceye kadar kadınlara yaklaşmayın.» (Bakara: 222)
Hadîs-i şerifte de:
«Belden yukarısı sizindir,» diye gelmiştir.
Buna göre göbek ve onun yukarısından yararlanmak helâldir.)
Kadınlar, hayız ve nifâs hâllerinde namaz kılamazlar. Oruç tutamazlar. Geçirdikleri
namazları kaza etmezler. Oruçları sonra öderler. Mushaf'a kılıfsız el süremedikleri gibi
ezbere Kur'an da okuyamazlar. Camilere ve mescitlere giremezler. Harem-i şerife de
giremez ve nafile olarak bile tavaf edemezler. Farz olan ziyaret tavafını hayz ve nifâs
halinde bulunan kadın temizlik zamanına tehir eder. Vacip olan veda tavafı onun
üzerinden düşer. Hayz veya nifâs hâlinde bulunan kadına kocasının yaklaşması haram
olduğu gibi kadının ona bu hususta nefsini vermesi de haramdır.
Hayz ve nifâs bunların en çok haddi ile son bulduğunda kadın henüz gusletmemiş bile
olsa kocasının ona yaklaşması caiz olur. En çok haddin daha azı ile sona ermek
durumunda kadın gusletmiş olmadıkça 84 kocasının ona yaklaşması helâl olmadığı gibi kan
gerek en çok hadde ve gerek ondan daha aşağısında kesilmiş olsun gusülsüz namaza,
oruca, Kur'an okumaya, Kur'an'a el sürmeye, mescide girmeye, Kâbe'yi tavafa girişmek

83
Hayz müddeti içinde kanın aralıksız gelmesi şart olmayıp kesilmesi de gelmesi gibidir. Hattâ bu
müddet içinde halis beyaz olan hariç olmak üzere gelen akıntının hepsi hayz kanıdır.
84
Kanın kesilmesinden sonra gusledip o vaktin namazını kılmağa müsait zaman geçirmek de
gusletmek makamındadır. Bir namazın tahrimesini tahâret üzre ifaya vakit bulmak dahi zimmete
terettübü (borç olması) itibariyle o namazı kılmak demektir.
Bu hususta bir özürden dolayı edilen teyemmümün tekide muhtaç olduğu biraz yukarıda geçen 31.
dipnotta zikrolunmuştu.

27
dahi caiz olmaz. Âdet müddeti son bulmadan önce olan geçici kesilmeye itibar yoktur 85 .
Bundan dolayı bu durumda edilen gusül de hükümsüzdür.
ÖZÜRLER VE ÖZÜRLÜLERİN HÜKÜMLERİ
Özür, devam eden abdest bozucudur ki, insan bedeninden çıkmasiyle abdesti bozan şey
devamlı ve sürekli olduğunda özür sayılır. Onun devamlı ve sürekli oluşu bir namaz
vaktini kapsamakla olur. Bu kapsama da ya hakikî veya hükmî olur.
Hakikî kapsama, özrün bir namaz vaktini tamamen içine almasıdır.
Hükmî kapsama, özür arada sırada kesilse de onun kesilmesi abdest alıp namaz kılacak
kadar sürmemektir ki, namaz vakti hükmen özrün kapsaması içinde demektir.
Özürde kapsama sübut şartıdır ki, zikrolunan kapsamalardan biri bulunmadıkça özür sabit
olmuş olmaz. Özrü söylendiği şekilde sabit olan kimse mazur, yâni özür sahibidir.
Özür sahibinin hükmü, beş vakitte abdest almak ve aldığı abdest vakit baki oldukça bu
özür sebebiyle 86 bozulmayıp namazı öylece kılmaktır.
Özür sahibi olan kimse, o abdestle o vaktin namazını kıldığı gibi farz (kaza) veya vacip
yahut nafile olan daha nice namaz kılabilir. Vaktin çıkmasiyle abdesti bozulmuş olur.
(Vaktin girmesinin abdesti bozmak hususunda tesiri olmadığından bayram veya kuşluk
namazları için almış olduğu abdest ile öğle namazını kılabilir. Bu hususta değişik görüşler
olmakla beraber sahih olan budur.)
Özür - sübut şartının gerçekleşmesiyle sabit olduktan sonra her namaz vaktinde bir kere
olsun bulunmakla - baki sayılır ki, onun bekası için şart da budur, özür sona erip
kesilinceye kadar sahibi, özürlülerin hükümleriyle amel edici olup kesildikten sonra mazur
(özürlü) olmadığı için vaktin çıkması ile değil, abdesti bozan herhangi bir sebeple
bozulmuş olur.
Özrün kesilmesinin şartı da tam bir namaz vaktinin ondan hâli olmasıdır.
***
Özürlünün kan, irin ve idrar gibi özrünün necasetinden giysisine isabet edeni yıkamak -
özrü kaim oldukça -vacip olmayıp dirhem miktarından fazla olanı bile yıkamak -yararlı
olmadıkça- vacip olmaz.
Yararlı olmak: Namazı kılıncaya kadar olsun temiz kalıp kirlenmemektir.
NECİSLER
Temiz olmayan şeye necis denir ki, onun çoğulu encâs'dır. Necis'e necaset de denir.
Necaset, ağır ve hafif adlarıyla aşağıdaki şekilde ayrılır:
Ağır necaset şunlardır: İnsanın -süt emen çocuk dahi olsa- idrarı ve tersi, eti yenmeyen
hayvanların 87 hem idrarı ve tersi, hem de salyası, eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve
ördek tersi ile kan, irin, meni, mezi, hayz ve nifâs kanı, istihâze kanı ve kusuntu 88 gibi
insanlardan çıkması ile abdesti bozan 89 şeyler, müskirat (sarhoş eden içkiler), meyte 90 ,
dökülmüş kan.

85
Hayz müddeti içindeki kesilmenin de kan gelmesi hükmünde olduğunu söylemiştik.
86
Çünkü abdesti bozucu başka bir sebeple abdest elbet bozulmuş olur.
87
Bundan at müstesnadır. Nitekim zikrolunacaktır.
88
Dışarıda et kokmak ve hattâ kurtlanmak ve yemek ekşimek ile necis olmaz. Mideden gelen
necistir.
89
Meniye nazaran bundan genel olarak hades (abdesti bozan şey) mânası anlaşılır.
90
Meyte laşe demektir ki, suda yaşayanlardan gayri kanlı hayvanın ölüsüdür. Kokmuşuna cîfe
denir. Şeriata uygun olarak boğazlanmaksızın ölmüş olan hayvanın ölüsü meytedir. Aşağıda yazılı
olduğu üzre domuzdan başka her kanlı hayvanın necasete bulanmış olmayan dışı diri halde iken
temizdir, ölümle necis olur. Domuz diri iken de ölü iken de necisin kendisidir.

28
Hafif necaset şunlardır: Atın 91 , deve, sığır, koyun, keçi, geyik ve tavşan gibi eti yenen
ehli ve vahşi hayvanların idrarı ve tersi 92 ile eti yenmeyen kuşların tersi 93 .
Ağırlık ve hafiflik temizlemenin keyfiyeti bakımından değil, namazın sıhhatine engel olup
olmamak bakımındandır. Yâni bir kısım necasetin temizlenmesi ve giderilmesi güç olduğu
için onlara ağır ve bir kısmının temizlenip giderilmesi kolay olduğu için onlara hafif adı
verilmiş değildir. Ancak necasetin ağırlığı veya hafifliği namazın sıhhatine engel olup
olmamak bakımındandır. Şöyle ki, az miktarı bağışlanmış olana ağır necaset ve çok
miktarı bağışlanmış olana hafif necaset denilmiştir.
Ağır necasetin ancak dirhem miktarı bağışlanmış olup 94 ondan fazlası -giderilmesine
imkân ve kudret varken- bağışlanmış değildir. Hafif necaset, elbiseye isabetinde elbisenin
dörtte birinden ve bedene isabetinde bedenin dörtte birinden daha azsa bağışlanmıştır.
Bundan fazla olanı, yâni dörtte bir miktarına varmış bulunanı -giderilmesine imkân ve
kudret bulunduğu takdirde- bağışlanmış değildir.
Bağışlanmışlığın da anlamı, zikrolunan miktar necasetler namazı ifsad etmeyecek
demektir. Yoksa tamamen bağışlanmış demek değildir. Zikredilmiş olan miktarlarda
tahrimî kerahet ve onlardan daha azında tenzihi kerahet vardır. Suyu ve kuyuyu ifsad
etmekte ikisinin farkı yoktur.
Hadesten tahâret namaz cinsinde 95 farz olduğu gibi necasetten tahâret de bağışlanmış
olmayan miktarda ise farzdır 96 . Ve bu önceliklidir:
Bağışlanmışlığın bulunmaması ve temizlemenin gerekli olması imkâna bağlı olduğu gibi
daha fenasını işlemeği gerektirmemeye de bağlıdır: İnsanlara avret yerini göstermeksizin
temizlenmeye imkân bulamayan kimse, namazı öylece kılar. Çünkü avret yerini açarsa
fâsık (günah işlemiş) olur. Zira iki mahzur arasında kalan kimseye onların ehven olanını
işlemek gerekli olur. Ancak hem üzerinde hem namaz yerinde 97 giderilmesi gerekli
necaseti olan hem de abdestsiz bulunan kimse, bunlardan yalnız birine yetecek suyu
bulunduğunda, o suyu yalnız necasetin giderilmesine sarfetmelidir. Çünkü abdest yerine
teyemmüm edebilir ve bu takdirde hem necasetten tahâreti hem de hadesten tahâreti
elde etmiş bulunur.
Temizleme Yolları
Necesi (pisliği) isabet ettiği şeyden gidermeğe tathîr (temizleme) ve temizlemenin
yollarına ism-i failin çokluk sigasıyla mutahhirât (temizleyiciler) denir ki, bunun aşağıdaki
gibi birtakım çeşitleri vardır:
1. Gasl'dır ki, su ile yıkamak demektir. Mutlak suyun dördüncüsü olarak zikrolunan necis
(pislenmiş) kısmından başkası bu hususta temizlemeye elverişli olduğu gibi sirke, gülsuyu
ve çiçek suyu gibi temiz, inceliğini ve akışkanlığını muhafaza eden, pisliği yerinden
kaldırıcı ve giderici bulunan, yâni zeytinyağı gibi y ayıcı ve sıvaşıcı olmayıp çıkarıcı ve
giderici olan mukayyed su da temizlemeye elverişlidir. Peltelenip incelik ve akışkanlığına

Lâşe deyimi ölü hayvanın etine ve ham derisine şâmildir.


91
Katırla eşeğin idrarı ve tersi necasetin birinci (ağır) kısmına girer.
92
Bu, İmameyn'in görüşüdür ve diğer görüşlerden üstün tutulmuştur. Her hayvanın ödü idrarı
gibidir. Geviş getirenlerin gevişi gübresi gibidir.
93
Yarasa yaratılışça garabet gösterdiği gibi şeriatça da hususi hüküm göstererek onun idrarı ve
tersi suyu ve elbiseyi ifsad etmemektedir.
94
Dirhem miktarı, katı olanında ağırlıkça ve sıvı olanında kapladığı yüzeyce geçerlidir. Dirhemin
ağırlığı yirmi kırat (keçiboynuzu çekirdeği) ve yüzeyi parmak diplerinden itibaren avuç içi miktarıdır.
95
Cenaze namazına ve tilâvet secdesine şâmildir.
96
Bağışlanmış olan miktarda vaciptir. Farziyet ve vücub, kudret kaydı ile sınırlanmış olduğu gibi
avret yerinin açılması benzeri ondan daha kötüsünü işlemeye sebep olmamak kaydı ile de
sınırlanmıştır.
97
Namaz kıldığı yer ve özellikle ayaklarının, dizlerinin, ellerinin ve alnının geldiği yerler, kişinin
bedeni ve elbisesiyle beraber önceliklidir.

29
bozulma gelen veya yağ, süt, bal, pekmez gibi temiz, ince ve akıcı ise de çıkarıcı ve
giderici olmayan sular ve sıvılar 98 temizlemeye elverişli değildir.
Şarap, bütün müskirat (sarhoş edici içkiler) ve ispirto 99 , pisliği yerinden çıkarıcı ve
giderici olsa da temiz olmadığından onlar da temizlemeye elverişli değildir.
Temizleme işinde ağır necaset ile hafif necasetin farkı olmadığından bu konuda genel
olarak necaseti, görünür ve görünmez diye ikiye ayırıp kuruduktan sonra görünene
görünür necaset ve görünmeyene görünmez necaset 100 diyeceğiz.
Görünür necaset ile pislenmiş olan şey, necasetin kendisi ve - giderilmesinde güçlük
olmayan - eseri, her ne yolla olursa olsun, giderilmekle temiz olur. Renkten ve
kokudan 101 ibaret olan eserinin kalması -giderilmesi güç olduğu takdirde - zarar vermez.
Su ile giderme yolunda sabuna, sodaya ve hattâ suyu ısıtmaya muhtaç olmak güçlük
sayılır.
(Meselâ kan bulaşan, üzerine şarap dökülen veya necislenmiş boya ile boyanan bez, necis
kına ile boyanmış el, görünmeyen necasetin yeri gibi üç defa veya suyu saf oluncaya
kadar yıkanmakla temiz olur. Kanın veya şarabın lekesi, boyanın rengi ve kınanın boyası
onda kalabilir, kalması zarar vermez.)
Görünmeyen necaset ile pislenmiş olan şey, yıkayınca 102 galip zan hâsıl oluncaya değin
yıkamakla temiz olur. Galip zan: Üç kere yıkamak 103 - ve sıkılır olduğuna göre - her
defasında sıkılmak ile sınırlandırılmıştır 104 . Sıkılmakta ve özellikle üçüncü defasında
damlama kesilinceye kadar mübalâğa olunur. Bu hususta ölçü, sıkanın kendi kuvvetidir.
Sıkılamayacak şey her yıkayışta suyu süzülüp damlalar kesilinceye kadar bırakılır. Buna
tecfif (kurutma) denir. Ancak bunların her ikisi, yâni üç kere yıkanıp sıkılması veya suyu
sırkıtılarak kurutulması, tekne veya leğen gibi bir şey içinde yıkanma durumundadır. Ama
büyük bir su içinde yıkanma veya üzerine çok miktarda su dökülerek ona isabet eden
suların çıkıp başka suların onun yerini alması durumunda yıkanan şey, sıkma, kurutma ve
tekrar batırma şartları olmayarak temizlenmiş olur.
Akarsu veya o hükümde olan çok su içinde ıslatmak suretiyle temizliğine galip zan hâsıl
olması sıkma ve sırkıtmadan daha doyurucu olur.
Görünür necasetten kan veya şarap ile necis olan bez, suyu safî oluncaya kadar
yıkanmakla temiz olur. Kanın veya şarabın lekesi kalabilir.
2. Meni yıkamakla giderildiği gibi onun kurumuşu oğalamakla da giderilir. Yâni isabet
ettiği yer ondan pak ve temiz olur. Buna ferk (oğalama suretiyle temizleme) denir.
3. Bunun dengi olan delk (sürtmek) de temizleme yollarındandır ki, pislenmiş olan
ayakkabı temiz bir yere sürtülmekle de temizlenebilir.

98
Sıvı kaydı, katıdan ayırmak içindir: Kar, erimeden temizlemeye elverişli değildir. Kar ve buz,
hadesi giderici olarak da kulanılamaz, yâni bunlarla abdest ve gusûl yapılamaz.
99
Fukahanın gayr-i tâhir (temiz olmayan) saydıkları ispirto, şarap cibresinden istihsal olunandır.
100
Kan, meni, insan ve hayvan tersi gibi necasetler görünür necasettir. Şarap da görünür
necasettir. Rakı görünmez necasettir.
101
Fakat renk ve kokuya ilâveten tad da giderilmedikçe necaset giderilmiş olmaz. Şarap testisinin
temizlenmesinde testiden şarap tadı giderilmedikçe temizlenmiş sayılamayacağı buna misâl
getirilmiştir.
102
Yıkayanın temyiz (ayırım gücü) sahibi olmaması durumunda kullananca.
103
Teneke veya leğen gibi bir kabın içinde yıkanması durumunda her defasında suyu değiştirilir.
Sonunda o kab da temiz su ile çalkalanır.
104
Bu sınırlandırma da gerekli olmayıp itibar galip zannın hâsıl olmasınadır. Bu zan ise
zikredilenden daha azında da (yâni iki veya bir kere yıkamakla da) hâsıl olabilir. Hattâ necislenmiş
bir elbise üzerine su akıtarak temizliği hususunda galip zan hâsıl olsa, her ne kadar yıkama ve
sıkma bulunmasa da, onun kullanılması caiz olur.

30
4. Sıvı yağların necislenmesi durumunda üç defa sudan geçirilmekle temiz olur. Katı ise
necisin dokunduğu yer oyulup atılır. Buna takvîr (oymak suretiyle temizleme) denir.
5. Necislenen şey, bal, pekmez yahut süt ise aslî miktarında kalıncaya kadar üç defa bir
misli su ile kaynatılmakla temiz olur. Buna iğlâ' (kaynatmak suretiyle temizleme) denir.
6. Mesh dahi - ki silmek demektir - yerine göre yıkama yerini tutar. Meselâ boğazlanan
hayvanın kanı ile necislenen bıçak tüyüne silinerek temizlenir. Ve necaset, isabet ettiği
yerden bez ve süngerle silinmek suretiyle de alınabilir.
7. Necislenmiş olan yeryüzü su ile temizlendiği gibi güneş, ateş veya rüzgâr görerek
kuruyup üzerinde olan necasetin eseri yok olmakla da temiz olur. Buna cefâf (kurumak
suretiyle temizleme) denir.
8. Domuzdan başka her hayvanın 105 derisi – kendisi eti yenir olmasa ve iaşe dahi olsa -
tabaklanmakla 106 temiz olduğu gibi zebh (boğazlanmak) ile de temiz olur. Nahr nevine 107
şâmil olmak üzere buna zekât (boğazlama suretiyle temizleme) denir.
Şeriata uygun şekil 108 üzre boğazlanmış olan hayvan eti yenen cinsten olmasa dahi derisi
- üzerinde kan bulaşığı gibi necaset belirgin olmadıkça - temiz sayılır.
9. Temizleme yollarından biri de kalb ve istihale yoludur ki, necislenen bal ve pekmez
kaynatılmak yolu ile temiz olduğu gibi pislenmiş olan zeytinyağı da sabun yapılmakla
temiz olur.
Boğazlanan hayvanın kellesindeki kanlar yakmakla gider ve kelle temiz olur ki, bunlar,
kalb ve tahvil (başka hâle dönüştürme ve mahiyetini değiştirme) yoludur.
Şarap sirke olmak, tezek yanıp kül olmak, pislenmiş çamurdan yapılan çanak, çömlek,
tabak ve bardak gibi şeyler ateşte pişirilmek, tuz gölüne düşen veya atılan lâşe ve hatta
domuz tuz gölünde kalıp tuz kesilmek, toprağa gömülen ters toprak kesilmek ile temiz
olur ki, bunların temizlenmesi hep istihale ve inkılâb yolu ile temizlenmektir.
10. Pislenmiş olan kuyu hakkında nezh (su çekme) kuyular bahsinde geçen ayrıntılar
üzre temizleyici olduğu gibi,
11. Tagavvur (suyunu boşaltma) dahi temizleyicidir ki, pislenen kuyunun suyu çekilip
kaybolduktan sonra gelen su temizdir.
***
Şarap ile pişirilmiş olan et yenmez ve asla temiz olmaz.
Şeriata uygun şekilde boğazlanan tavuğun boğazındaki kanı ve içindeki pisliği
temizlemeden önce tüylerini kolay yolmak için o tavuğu ve kazımak için henüz
temizlenmemiş işkembeyi veya paçayı sıcak suya atmamalı ki, su kaynama derecesine
varır ve içine atılan şey de içinde onu emecek süre kalırsa asla temiz olmaz. Böyle

105
Tabaklanmakla temiz olan her deri, boğazlama ile de temiz olur. Bu sözden çıkarılan anlam
şudur: Tabaklamakla temiz olmayan, boğazlamakla da temiz olmaz. Gerçekten de derisinin
tabaklanması kabil olmayan farenin boğazlanmasının da faydası olmaz.
106
Tabaklamanın hakikî ve hükmî kısımları vardır. Hakikî tabaklama, şap, mazı, palamut ve nar
kabuğu kullanılması gibi sanat icrası ile olur. Hükmî tabaklama, topraklamak yahut güneşletmek ve
hava aldırmak suretiyle olur.
Domuzdan başka her hayvanın derisi hakikî veya hükmî tabaklama ile temiz olur: Seccade olarak
alınırsa üzerinde namaz kılınır. Ondan kova yapılırsa içindeki su ile abdest alınır. Tabaklayan kimse
gerek müslüman, gerekse gayrimüslim, küçük çocuk, mecnun veya kadın olsun, fark etmez.
107
Zebh, nahr ve zekât'ın her üçü de boğazlamak anlamına gelir. Ancak zebh, hayvanı bilindiği
üzre boğazından kesmektir. Sığır ve koyun nevi hayvanlar ile kuşlar böyle kesilir. Nahr ise hayvanı
göğsünün üstünden kesmektir. Deve böyle kesilir. Zekât, her ikisine şâmil mânada boğazlamak
demektir.
108
Gerek boğazlamanın gerekse boğazlayanın şeriata uygun şekli için Hac Kitabı sonlarındaki «Av
ve Zebaih» bahsine bakınız.

31
olmadığına, yâni ya su kaynama derecesine varmadığına veya içine atılan şey onu
emecek süre suda kalmadığına göre yıkamakla temiz olur.
***
Domuzdan başka her demevî 109 hayvanın pisliğe değmemiş olan görünür yüzü diriliğinde
temizdir 110 , ölümle necis olur 111 .
Domuzun dirisi de ölüsü gibi necistir, her organı ve kısmı da necistir. Dikicilerin domuz kılı
kullanmasına zaruretten dolayı ruhsat verilmiştir. Çünkü ondan başka bir şey onun yerini
tutmaz.
Diğer hayvanların dirilik eseri görülmeyen, başka bir deyişle dokunma duyusundan
yoksun bulunan kısımları ölümünden sonra da temizdir: Bulaşıksız tüyü 112 , dişi, tırnağı,
boynuzu, kemiği, gagası...
İnsan da demevî hayvan olduğundan bu hükümdedir. Şu kadar ki, hayvani cüzülerden
faydalanmak mubahtır; fakat insana ait cüzülerden faydalanmak mubah değildir.
***
Tahâret (Temizlik) Kitabı'mıza şöyle son vermiş olalım ki, zahirî temizliğin tam faydası
ancak batini temizlik iledir. Yâni dış temizliğinin insanı istenen sonuca ulaştırması ancak iç
temizliğinin gerçekleşmesiyle mümkündür. Bu da nefsin kötü huylardan temizlenmesi ve
üstün ahlâkın kazanılması ile olur. Bu ise ancak Hâtemü'l-Enbiyâ Hazretlerinin yoluna ve
gidişine tam uygunlukla elde edilir.
Der tû puşîde lûtf-ı Yezdânî
Hil'ati ez sıfât-ı ruhânî
Dâreş ez levs-i hışm u şehvet dûr
Tâ be-pâkîz key şuy-ı meşhur.
(Allah'ın lütfü ruhanî sıfatlardan bir hil'at olarak sende gizlidir.
Onu öfke ve şehvet kirinden uzak tut ki, yıkanmış, arınmış olmakla ün kazanasın.)

109
Demevî kaydı, suda yaşayan ve hem suda hem de karada yaşayanlarla böcek ve sinek gibi akıcı
kana mâlik olmayanlardan ayırmak içindir ki. bunlar ölümle pislenmiş sayılmaz. Diri ve ölü olarak
bulundukları suyu ifsad etmezler. Kuyular faslına bakınız.
110
İçindeki necasetin hükmü dışına çıkmaz. İnsan bile içinde necaseti taşıyarak namaz kılar.
111
Kasdedilen iaşedir. Şeriata uygun şekilde boğazlama, eti yenen hayvan hakkında mutlak olarak,
eti yenmeyenin yalnız derisi hakkında temizlik sebebidir.
112
Tüyünün bulaşıksız bulunması yolunarak alınmamış olmasına, yâni ya kırpılmış yahut tıraş
edilmiş bulunmasına bağlıdır. Bulaşıksızlık, diğerleri hakkında da et ve deri parçalarından
temizlenmiş olmayı ifade eder.

32
MUHTASAR NAMAZ KİTABI
Mehmed Zihni

«Rûy-ı nâşüste nebîned rûy-ı hûr


Lâ salâte güft illâ bi't-tuhûr.»
(Yıkanmamış yüz huri yüzünü görmez
Buyuruldu: «Temizliksiz asla namaz olmaz.»)
Mesnevî

33
NAMAZ KİTABI
Bu kitapta namaz cinsinden ve onun şartlarından, rükünlerinden, vaciplerinden,
sünnetlerinden, edeblerinden, mekruhlarından ve müfsitlerinden bahs olunur.
Salât, namaz demektir. Namaz cinsine sehiv ve tilâvet secdeleri ile cenaze namazı da
dahildir. Namazın farz olanı ve farz olmayanı vardır.
Farz namazlar beş vaktin adlarıyla anılan namazlardır. Bunlara salâvât-ı mektûbe denir.
Cuma namazı ile vitir namazı da bunlar arasındadır. Bayram namazı da onlara tâbidir.
Farz olmayan namazlar nevâfil (nafileler) diye yâd olunur. Böyle namaza salât-ı gayr-i
mektûbe denir ki, farz ve vacip olmayan namaz demektir. Revâtib (farz namazlara
bağlı) ve regâib (farz namazlardan ayrı kılınan) sünnetleri 113 bu cümledendir 114 .
Namaz: Nimet vericiye şükürdür. Onun şer'î sıfatı, farz veya vacip yahut sünnet
olmasıdır. Farz olanının farz kılınması zamanı Miraç gecesidir ki, onlar o vakit, yâni
Hicret'ten bir buçuk yıl önce Mekke'de akşam namazından başka her vaktin namazı iki
rekât olarak farz olmuştur. Hicret'ten sonra yolculuk namazı için aynen muhafaza edilerek
sabah namazından başka diğer vakitlerde mukimin namazına ikişer rekât ilâve edilmiştir.
Namazın hükmü, dünyada borçtan kurtulmak ve âhirette sevap kazanmaktır. Sebebi,
şer'î vakitleridir 115 .
Namazın şartları ve rükünleri, «Namazın Farzları» başlığı altında açıklanmıştır.
Farz Namazlar
Bu fasılda beş vakit namazdan, onların vakitlerinden, ezan ve kametten, cemaatten,
imamlığın ve imama uymanın şartlarından da bahs olunur. Ve genel olarak namazın 116
farzları, vacipleri vs. zikrolunur.
Gerek farz olsun, gerekse farz olmayanlardan olsun kulun Allah'a saygı ve yüceltme
davranışları demek olan namaz ibadetleri birtakım rekâtlerden teşekkül etmiştir ki, bu
rekâtler de kıyam, kıraat, rükû, sücud (secdeler) ile meydana gelmiştir.
Günde, yâni geceli gündüzlü 24 saat içinde 17 rekât namaz farzdır. Vitir namazı ile
beraber toplam 20 rekâttir. Bir o kadar da revâtib vardır ki, bunlara sünnet denir. Nafile
namazlar bahsinde bunlar gösterilecektir.
Bunlar mukime (yerleşik olana, yolcu olmayana) göredir. Yolcunun namazı ayrıca
zikrolunacaktır.
Farz namazlar kendi belirli vakitlerinde kılınır. Özürsüz olarak vaktinden sonraya
bırakmak büyük günahlardandır. Farzlığına inanç sahibi olmakla beraber tembellikle
namazı terketmiş olan kimse günahkârdır; kılmağa devam edinceye kadar hapis olunur.

113
Nafile Namazlar bahsine bakınız. Kelime anlamı bakımından revâtib «vazife olanlar», regâib ise
«isteğe bağlı olarak yapılanlar» demektir.
114
Kolayca hatırda kalması için böyle denilmiştir. Asıl şöyle denilmesi gerekir: Salât adı verilen şey,
farz veya vacip yahut nafiledir. Farz, ayn veya kifâye'dir. Farz-ı ayn, beş vaktin namazı ile cuma
namazıdır. Farz-ı kifâye cenaze namazıdır. Vacib de, ya kendinden dolayı veya başkasından
dolayı'dır. Kendinden vacib -ki vacibliği kulun işlemesine bağlı olmayandır- Vitr, iki bayram
namazı ve tilâvet secdesidir. Başkasından vacib -ki vacibliği kulun işlemesine bağlı bulunandır-
sehiv secdesi, adak tavaf namazı, bozulan nafilenin kazasıdır. Nafile de, teravih namazı ile ve
çeşitli regâib sünnetleridir.
115
«Sonra kılarım diye meydana gelen geciktirmenin seni ibadetten alıkoymaması için Allah
ibadetleri belirli vakitlere bağladı ve senin için bir seçim hissesi de kalmak üzere vakitleri sana
geniş tuttu. Kulların Hak ile alışverişine, yâni Rabbın kulluğuna, rağbet ve itaatlerinin azlığını bildi
de kendilerine ibadetlerin varlığını gerekli kıldı; onları itaat semtine gereklilik zincirleriyle sevketmiş
oldu. Cennete zincirlerle sevk olunanlara şaşılmaz mı? Allah, sana hizmetini gerekli (vacip) kıldı,
böylece sana cennetine girmekten başka bir şeyi vacip kılmadı.» (Evâhirü'l-Hikem'den)
116
Cenaze namazı bu sayıya dahil değildir.

34
Namaz Vakitleri
Her vaktin namazı, o vaktin girmesinden önce caiz olmayıp vakit ile vacib olduğuna göre
vakitler, namaz için sebeplerdir. Vaktin geçmesinden sonra eda sahih olmayıp kılınan
namazın kaza oluşuna göre vakitler, namazın şartlarındandır. Bir vakit içinde hem o
vaktin farzı hem de başka namazlar kılınabileceğine göre vakitler, namazlar için zarftır.
Farz olan namazların vakitleri beştir: Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı.
Sabah namazının vakti, fecr-i sâdığın doğmasından başlayarak güneşin doğmasından
hemen önceye kadardır.
Öğle namazının vakti, güneşin zevalinden 117 itibaren her dikili şeyin gölgesinin,
kendisinin iki ve bir kavle göre bir misli olması zamanına kadardır 118 . Cuma namazının
vakti de budur.
İkindi namazının vakti, dikili şeyin gölgesinin iki değişik görüş üzre zikrolunan
ziyadeliğinden başlayarak güneşin batmasına kadardır 119 .
Akşam namazının vakti, güneşin batmasından başlayarak gurubu takip eden kızıllık
yahut ondan sonraki aklık mânasına gelen «şafak»ın kaybolmasına kadardır 120 .
Yatsı namazının vakti, zikrolunan şafağın kaybolmasından başlayarak fecrin
doğmasından öncesine kadardır. Vitir namazı da yatsı namazının vaktinde, ondan sonra
kılınır.
Farz namazlar için belirli olan beş vakit bunlardır. Her vaktin namazı o vaktin
bölümlerinden hangi bölümünde (başlangıcında, ortasında veya sonunda) bulunursa olur
ki, onlar cevaz vakitleridir.
Müstehap vakitler aşağıda açıklanmıştır.
Müstehap Vakitler
Farz olan her namazı vaktinin girmesinde kılmak daha üstündür. Meğer ki, geriye
bırakma bir üstünlüğü gerektirici olsun 121 . Bundan dolayı sabah namazının ortalığın iyice
ağarmasına bırakılması henüz ortalık karanlıkken kılmaktan daha üstündür 122 .
Genel olarak her vakti cemaatle kılmak ve müstehap vakitlere uygun hareket etmek,
erkekler için fazilettir.
Kadınlar için müstehap olan, namazları, erkekler cemaatle namazı kılıp çıktıktan sonra
evlerde kılmalarıdır.
Öğle namazını yazın serinletmek ve geri bırakmak efdaldir. Serinletmek, öğle sıcağını
geçirmek üzere biraz geri bırakmak demektir. Kışın, baharın ve güzün onu vaktin başına
almak (geri bırakmamak) daha üstündür.
Cuma namazı da öğle namazı hükmündedir.

117
Zeval, güneşin tam tepeden batıya ağması demektir ki, gündüzün birinci yarısının bitip ikinci
yarısının başlamasını gösterir. Bunun işareti, gölgenin kısalmasının sona erip uzamaya
başlamasıdır.
118
ikinci sözü öğle vakti için son ve birinci sözü ikindi vakti için başlangıç kılarak arasını vakt-i
mühmel (boş vakit) kabul edenler de olmuştur ki, ona beyne's-salâteyn (iki namaz arası) adı verilir.
119
Arafat'ta hacılar cemaat-ı kübra ile ikindiyi o gün öğle vaktinde öğle namazının hemen
arkasından kılarlar.
120
Arafat dönüşünde hacılar, akşam namazını Müzdelife'de geciktirip yatsıyla kılarlar.
121
Bu da aşağıda gelecek: «Sabah namazım ortalık ağarınca kılın. Muhakkak ki o, ecir için çok
büyüktür» hadîs-i şerifiyle övülen sevap fazlalığıdır.
122
Bundan Müzdelife'de kılınan sabah namazı müstesnadır ki, daha sonra vakfe edileceği için onda
henüz ortalık iyice ağarmadan kılmak daha üstündür.

35
İkindi namazını, yazın ve kışın güneş değişmiş olmayacak kadar geri bırakmak daha
efdaldir. Güneşin değişmesi gözü kamaştırmayacak hâle gelmesidir. İkindi namazını
güneş değişinceye kadar geciktirmek harama yakın mekruhtur 123 .
Akşam namazını her zaman (yazın ve kışın) erken kılmak müstehaptır.
Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmek efdaldir.
Vitir namazını, uyanmaya güvenenler için, uykudan kalkıp gecenin sonlarında, yâni fecrin
doğmasına yakın kılmak efdaldir.
Mekruh Vakitler
Farz namazlar için caizlik ve üstünlük (müstehaplık) vakti olduğu gibi genel olarak namaz
cinsi için kerahet vakti de vardır. Bunlar iki kısımdır. Bir kısmında hiç bir namaz kılınmaz
ve bir kısmında hassaten nafile kılınmaz, kaza kılınabilir.
Hiç bir namaz kılınması caiz olmayan kerahet vakti üçtür:
1. Güneşin doğmasından yükselmesine kadar olan zaman.
2. Güneşin tam tepeye gelip henüz zeval bulmadığı zaman.
3. Güneşin gurub zamanıdır ki, batı ufkuna yaklaşarak sararıp veya kızarıp gözleri
kamaştırmayacak hâle geldiği zamandır. (Bu üçüncü vakitte yalnız o günün ikindi
namazının farzı, kerahetle beraber kılınır.)
Özellikle nafile kılmak mekruh olan zamanlar ondur:
1. Fecrin doğmasından sonra sabah namazının sünnetinden başka,
2. Sabahın farzını kıldıktan sonra,
3. İkindinin farzından sonra, güneşin rengi değişmiş olmasa da,
4. Akşam namazının farzından önce,
5. Bayram namazlarından önce gerek evde gerekse camide,
6. Bayram namazlarından sonra camide,
7. Arafat ve Müzdelife'deki cemler arasında 124 ,
8. Vaktin farzının pek dar zamana kalmış olması durumunda,
9. Farza durulmak üzere kamet alınırken (Ancak bundan sabah namazının sünneti
müstesnadır),
10. Cuma günü hatibin hutbeye kalkışından başlayarak cumanın farzı kılıncaya kadar.
Bunlarda kaza kılınabilir 125 .
EZAN VE KAMET
Ezan, bildirimdir. Vakitler havassa (seçkin kişilere), ezan umuma bildirir 126 .

123
Kerahet geri bırakmadadır, kılınma işinde değildir. Çünkü namazın kılınması emredilen bir
şeydir. Bir şey emredilmiş olmakla beraber ona kerahet isbatı doğru olmaz. Hattâ usûlde kesin
olarak kabul edilmiştir ki, emrolunan şeyi emredildiği şekilde yapmak, cüzüleriyle beraber onun
yeterliliğini gerektirici olduğu gibi kerahetin ortadan kalkmasını da gerektiricidir. Bunun gibi bir
kimse, güneşin rengi değişmeden başladığı ikindi namazını uzatarak güneş değişmiş olsa bile
mekruh olmaz. Çünkü namaza başlarken kerahetten sakınma mazereti bulunduğundan bağışlanmış
olur.
124
Ki onlardan biri cem'-i takdim, diğeri cem'-i tehir'dir. Nitekim Namaz Vakitleri faslında öğle ve
ikindi namazlarının vaktinin dipnotunda (7. ve 8. dipnotlar) ifade olunmuştur. Onlarda öğlenin son
sünneti ile akşamın sünneti terk olunacak demektir.
125
Ancak yukarıda zikri geçen iki cem' arasında kılınamayacağı açıktır.
126
Müslümana yakışan vakitle uyarılmış olmaktır. Vakit kendisini uyarmayan kimseyi ezan uyarır.

36
Ezan namaz vaktini bildirici olduğu için vakit girmeden ezan okunmaz 127 . Ezanın vakti,
namazların caiz ve müstehab vakitleridir.
Ezan beş vakit namaz için meşrudur 128 ve müekked sünnettir. Dinin şiarlarından
olduğundan bu sünnetin terki caiz değildir. Bir caminin ezanı o caminin mahallesi veya
köyü halkına yeterlidir.
Ezan: Dört Tekbir, ikişer Şehâdet, ikişer Hay'ale 129 , iki Tekbir ve bir Tevhid'den ibarettir:
«Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber.
Eşhedü en la ilahe illallah, Eşhedü en la ilahe illallah.
Eşhedü enne Muhammeden Resulullah, Eşhedü enne Muhammeden Resulullah.
Hayye ale's-salâh, hayye ale's-salâh. 130
Hayye ale'l-felâh, hayye ale'l-felâh. 131
Allahu ekber, Allahu ekber.
La ilahe illallah.»
Sabah namazının hay'alelerinden sonra fazla olarak iki kere: «Es-salâtu hayrun
mine'n-nevm» cümlesi ziyade edilir ki, «Namaz kılmak uyku uyumaktan hayırlıdır»
demektir. Bu güzel kelimelerden başkasıyla ve hattâ tercümesiyle okunan ezana itibar
yoktur.
Kamet de (söz, anlam, sıfat ve sebep bakımlarından) ezan gibidir. Şu kadar ki, kamet
cemaati namaza kaldırmak için olduğundan onda hay'alelerden sonra iki kere «kad
kameti's-salâh» 132 denir. Okunmasının niteliği bakımından da aralarında fark vardır ki,
ezan, yüksek sesle ağır ağır okunur, kamet sesli fakat acele acele okunur. Her ikisinde de
kelimelerin sonları meczum (harekesiz) olur. Ezan ile kamet arası ayrılır. Ezan caminin
dışında okunur. Cami içinde cumadan başka zaman ezan okunmaz. Kamet, cemaat
toplandığı ve namaza durulduğu yerde olur. Ve hemen arkasından namaza durulur. Her
ikisi de tahâret üzre, ayakta ve kıbleye karşı okunur.
Ezan minarede okunduğu takdirde etrafa işittirilmek üzere minarenin şerefesinde
dolaşılır.
Minareden başka yerde okunduğu takdirde yalnız hay'alelerde yüz çevirilir ki, «hayye
ale's-salâh» derken yüzünü sağ tarafa ve «hayye ale'l-felâh» derken sol tarafa çevirir.
Kamette bunlar yoktur.
Ezan ile kametin hükmen de farkı vardır ki, ezanın hükmü ona fiilen ve kavlen icabet
olunmaktır. Fiilen icabet, onu işiten mükellef müslümanın cemaata çıkmasıdır. Kavlen
(sözle) icabet, işiten kimsenin Kur'an okumakta dahi olsa durup dinlemesi ve kelimesi
kelimesine mukabele ederek müezzine uymasıdır. Yalnız hay'alelerde «La havle ve la
kuvvete illâ billah» der ve sabah ezanındaki «essalâtu hayrün mine'n-nevm»
cümlesine «sadakte ve berirte» diye mukabele eder ki, «doğru söyledin ve iyi ettin»

127
Vakit girmeden okunan ezan vaktin girmesinde iade olunur.
128
Cuma namazı da onlardandır. Bayram, cenaze ve teravih namazları için ezan ve kamet yoktur.
129
Hay'ale, besmele vezninde ve onun gibi kısaltılmış sözlerdendir ki, «Hayye ale's-salât» yahut
«Hayye ale'l-felâh» kelimelerini söylemektir. Birincisi «Haydi namaza» ve ikincisi «Haydi felaha»
demektir. İkisine birden ikili çoğul sigasıyla «Hay'aleteyn» denir.
130
«Haydi namaza, haydi namaza» demektir. Namaza çağrıldığı için asıl ezan budur. Parçayla
bütünü adlandırmak kabilinden tamamına ezan denilmiştir. Çünkü esas olan vaktin girdiğini
bildirme onunla hâsıl olur.
131
«Haydi felaha, haydi felaha» demektir. Merhum Tahtavî, Müslim şarihi Nevevî'den naklen diyor
ki: «Arap dilinde felah kelimesinden daha çok iyilik ve güzellikleri kendinde toplayıcı bir kelime
yoktur. Nasihat kelimesi de ona yaklaşır.»
132
«Namaz kaim olmuştur, namaz kaim olmuştur», yâni namaza başlamak üzere bulunulmuştur,
demek olduğundan cemaatin imamı bu esnada namaza başlar. Mevcut cemaat da ona uyar.

37
demektir. Kamette bunlar olmadığı gibi «Eşhedü enne Muhammeden resulullah»
denirken başparmaklarını öpüp gözlerine sürmek de yoktur. Bu da ezanda yapılır.
Ezanın bitiminde hem müezzin ve hem de dinleyen kimse salâvât-ı şerife okuyup vesile 133
duasını eder ki, o da şudur:
«Allahümme rabbe hâzihi'd-da'veti't-tammeti ve's-salâti'l-kaimeti âti
Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazîlete veb'ashü makamen mahmuden'illezi
vaadtehü.»
Anlamı:
«Allahım! Ey bu davetin ve kılınacak namazın Rabbi! Muhammed'e vesile ve fazileti ver
(O'nu bize vesile ederek faziletlere eriştir) ve O'na vaad etmiş olduğun (çok övülmüş)
makamına kavuştur.»
Cumadan başka bir namaz için ezan tekrar edilmediği gibi hiç bir namaz için de kamet
tekrar edilmez. Bir namaz vakti için bir camide okunan ezan ve alınan kamet, ondan
sonra o camide o vakit namazı gerek infirad 134 ve gerek cemaat hâlinde kaç kere kılınsa
yeterlidir. Tekrar ezan okumak gerekmediği gibi kamet almak da gerekmez. Malı ailenin
ve köyün müezzini ezan hakkında o mahalleye ve köy halkına nâib (vekil) olduğu gibi
kamet için de nâibdir ki, onun ezanı ve kameti onlara da şâmildir. Bundan dolayı ezan
vaktinden sonra namazı kendi evinde veya mağazasında kılan kimse ezan okumadığı gibi
cemaat bile olsa kamet dahi almayabilir 135 .
Kırda vakit namazı kılanın bu hususta naibi olmadığından hem ezanı hem kameti
terketmesi lâyık olmayıp o kimse münferid (tek kişi) bile olsa ezan okumak ve kamet
almak efdaldir. Kamet ile yetinebilir. Kır cemaatinin hükmü de böyledir.
Ezan dinin şiarlarından ve kamet müstehap cemaatin sünnetlerindendir 136 . Müslüman
beldelerinde ezan terk olunamadığı gibi mescid ehli için kamet de terk olunamaz.
Mescid ehli: Camilerin ve mescitlerin ilk cemaatidir ki, imam mihrapta bulunur. Müstehap
cemaat de odur 137 .
Onlar hakkında hem ezan ve hem kamet sünnet ve sünnetliği müekked olduğundan her
birinin terki keraheti gerektiricidir.
Ezan ve kamet vaktin sünnetlerinden değil, namazın sünnetlerindendir. Bundan dolayı
beş farzın edasında meşru olduğu gibi kazasında da meşru ve sünnettir.
Müteaddit kaza kılacak kimsenin meclis gerek bir ve gerek birçok olsun onların her biri
için hem ezan okuması ve hem de kamet alması efdaldir. Meclis bir olduğu takdirde
onların ilkinde ezan ve kamet yapıp geri kalanında yalnız birer kamet ile yetinebilir.
Onlarda kameti terketmek mekruhtur. Kaza meclisi birçok (ayn ayrı yerlerde kaza namazı
kılacak) olduğu takdirde ikinci mecliste de ilk geçmiş namaz için hem de ezan okur.

133
Parçayı zikrederek bütünü kasdetmektir. Gayeye ulaştıran her şey vesiledir. Allah'a vesile
olmanın hakikati: İlim, ibâdet, şeriatın beğendiği iyi ahlâkları araştırmak ve doğru yolu gözetmektir.
Neticesi: Emredilenleri işlemek ve yasaklananlardan kaçınmaktır. Bu duadaki vesile, cennette yüce
bir makamdır. (Tahtavî).
134
İnfirad hâli namazı cemaatsiz (her kişi kendi başına) kılmak hâlidir.
135
Almak müstehaptır. Bu da edaya göredir. Kaza namazının hükmü aşağıda anlatılacaktır.
136
Müstehap cemaat tâbiri, mekruh cemaat karşılığıdır ki, kadınlar ve çıplaklar cemaati mekruh
cemaat olduğu gibi cuma günü şehir içinde gerek bir özürden dolayı gerekse özürsüz olarak cuma
namazını terkedenlerin öğle namazı için cemaat olmaları da mekruhtur.
137
Sonraki cemaatlerde imam mihrapta bulunamaz. Şehir içinde cuma namazını kaçıranlar öğle
namazı için cemaat olamazlar. Bundan önceki dipnotta da geçtiği gibi müstehap cemaat tâbiri,
işte bundan, ayrıca icadın ve çıplak cemaatlerinden ayırmak içindir. Cuma namazını kaçıran
kimsenin o gün öğle namazı için kamet alması da mekruhtur. Şehirlerin dışındaki insanlara cuma
lâzım olmadığından onlara öğle namazında cemaat olmak da mekruh olmaz. Onun için mesele şehir
kaydı ile sınırlandırılmıştır.

38
Gerek eda ve gerek kazada ezan ve kamet zikredildiği üzere erkeklere sünnettir.
Kadınlara mekruhtur.
Müezzinin âkil müslüman olması şarttır. Baliğ olması şart değildir.
Camide iken bir vaktin ezanı okunduktan sonra o vaktin namazını cemaatle kılmadan
çıkmak mekruhtur. (Meğer ki, başka caminin imamı veya müezzini olsun). Namazı
münferiden kılıp çıkarsa mekruh olmaz. Şu kadar ki, o kimse cemaati terketme
kerahetinde bulunmuş olur. Ve o kimse, namazı kendi kendine kılıp bitirdikten sonra
camiden çıkmadan önce cemaat namaza kalkar ve cemaatin kılacakları namaz, öğle,
akşam ve yatsı namazları gibi kendisinden sonra nafile kılmak mekruh olmayan
namazlardan bulunursa nafile kılıcı olarak imama iktida eder. İktida etmeyip çıkmak
yahut oturmak dahi mekruhtur. Çünkü cemaata muhalefet suçlama konusudur.
Kamet alınırken camiye giren kimsenin oturmayıp imamı ayakta beklemesi dahi
mekruhtur.
CEMAAT
Yazılmış namazlarda 138 asıl olan cemaat hâlinde kılmaktır 139 . Hür erkekler için beş vakitte
cemaat olmak vacip yahut vacip kuvvetinde müekked sünnettir 140 . Bu yüce dinin
özelliklerinden ve İslâm'ın şiârındandır. Namazın cemaatle kılınması kâmil (tam) eda,
münferiden kılınması kaasır (eksik) eda sayılır. Hadîs-i şeriflerin bildirdiği üzre cemaatle
kılman namaz, münferiden (tek başına) kılınan namaz üzerine yirmi yedi derece daha
üstündür.
Cemaat fazileti gerçi bir kişiyle de hâsıl olur ve evlerde ev halkı ile de cemaat teşkil
olunabilirse de camie çıkmanın ve büyük cemaatte bulunmanın sevabına denk olamaz.
Camilerde cemaat teşkil etmek İslâm'ın şiarından olmak hasebiyle onun terki ve önem
verilmeyip uygulanmaması uygun görülemez. Özürsüz olarak cemaat terkini itiyat eden
mükellef ta'zir olunur.
***
Aşağıdaki özürlerden birisinin bulunmasiyle cemaatte bulunma borcu düşer ve eğer özrü
olmasaydı cemaatte bulunmayı niyet etmiş olan kimse için yine cemaat sevabı hâsıl olur:
1. Yağmur ve çamur,
2. Şiddetli soğuk veya şiddetli sıcak,
3. Zalim (düşman) korkusu,
4. Şiddetli karanlık,
5. Körlük,
6. Mefluçluk 141 ,
7. Ayak kesikliği,
8. Hastalık,
9. Aksaklık,
10. Kötürümlük,

138
Kasdedilen, beş vaktin farzlarıdır. Çünkü cumada cemaat cevaz şartıdır. İki bayram namazında
da böyledir. Vitir namazı cemaati ise teravih gibi ramazana mahsustur.
139
Bundan cuma gününün öğle namazı müstesnadır. Cuma günü öğle vaktinde cemaat cuma
namazına mahsus olduğundan o gün öğle namazında cemaat de olamaz. Cumayı kılamayan öğleyi
münferiden kılar. Bayram namazına yetişemeyen için onun yerine başka namaz yoktur. Bunlar kaza
da olunmaz.
140
Sabah namazının sünnetinden daha kuvvetli müekkeddir. Sıhhat şartlarından olmamak üzre
farz-ı ayn veya kifâye diyenler dahi olmuştur.
141
Felç inme ve mefluç inmeli demektir.

39
11. Düşkün ihtiyarlık,
12. Yokluğundan zarar görecek hastaya bakıcı olmak,
13. Yolculuk etmek üzere olmak,
14. Sidik veya gaita yahut yel sıkıştırmasından kurtulma kaydında olmak,
15. Huzurlarını fırsat bilip kaçırmakdan çekindiği kimselerle din ilmi müzakeresinde
bulunmak.
***
Cemaat kaza namazında da meşrudur 142 . Namazlarını geçiren kimseler, geçirdikleri
namazı cemaat olarak kaza ederler.
İmamlığın fazileti ve müezzinliğin meziyeti pek ziyadedir. İmamlık müezzinlikten efdaldir.
İkisinin hasbi olarak (bir ücret veya karşılık gözetmeyerek) birleştirilmesi elbette daha
güzeldir.
İmamlığın Şartları:
İmam kendisine uyulan kimse demek olduğu için uyandan hâl bakımından daha yüce
olması gerekeceğinden imamlığın sıhhati için bazı şartlar vardır. Bu şartlar altı tanedir:
1. İslâm (yâni kâmil -tam- iman).
Bid'ati küfrü gerektiren bid'at ve dalâlet ehlinin sünnet ve cemaat ehline imamlığı caiz
değildir.
2. Akıl.
Çünkü aklı olmayanın namazı sahih değildir. Sarhoş ve devamlı mecnun olan kimse gibi...
Ancak bazen mecnun olup bazen iyileşen kimsenin iyileşme hâlinde imamlığı sahih olur.
Bunamış kimsenin imamlığı da sahih olmaz.
3. Buluğ.
Çünkü buluğa ermemiş küçük çocuğun namazı nafiledir. Onun nafilesi ise kendisine lâzım
değildir. Yâni ergin kimsenin küçük çocuğa iktidası ne farzda sahihtir ne de nafilede. Her
iki halde de kuvvetliyi zayıfa dayandırmak durumu vardır ki, doğru değildir.
4. Erkeklik 143 .
Bu şart ile kadınlar imamlık dışında kalmışlardır. Kadının kendi hakkında namazı sahih
olduğu hâlde erkeğin ona iktidası sahih olamaz. Hünsa da hükmen kadındır. Kadından
başkası ona iktida edemez.
5. Kırâet.
Okumak demektir. Kasdedilen, namaz sahih olacak miktarda Kur'an'ı 144 ezbere
okumaktır.
6. Özürlerden ve namazın sıhhat şartının yokluğundan selâmet.
Özürlünün özürsüze imamlığı sahih olmadığı gibi, necasetten kat'î temiz veya avreti
örtülü olmayanın da temiz ve avreti örtülü olana imamlığı sahih olmaz.

142
Bu meşruluk ezan ve kamet bahsindeki ifadelerden de anlaşıldığı gibi aşağıdaki iktidarım
(imama uymanın) sıhhat şartlarının beşincisi de buna dayanır.
143
Cenaze namazında erkek bulunmayıp kadınlar cemaat olursa içlerinden biri safın ortasında
bulunmak, yâni ileri geçmemek üzre imamlık edebilir. Bu hususta kadın cemaatinin keraheti
yoktur.
144
İmam Ebu Hanife katında bu miktar, kısa da olsa bir âyettir; İmam Ebu Yusuf ve İmam
Muhammed indinde ise üç âyettir.
Ezberinde olmayanı Mushaf'tan okumak namazı bozucu şeylerdendir. Bu hususta imam ve münferid
aynıdır.

40
Çünkü özür sahibinin namazı ancak özrünün zaruretinden dolayı sahih olmuştur. Artık
ona özür sahibi olandan başkasının iktidası sahih olamaz.
Özürler, daimî burun kanaması, yel kaçırma, kekemelik gibi şeylerdir.
Namazın sıhhat şartının yokluğu ise tahâret ve setr-i avret gibi namazın şartlarından
birinin mevcut olmaması demektir.
Özürlünün özürsüze imamlığı sahih değildir.
Bu şarttan dolayı hadesten veya engel olucu necasetten temizlenmiş olmayanın ve avret
yeri örtülü bulunmayanın, temizlenmiş olana ve avret yeri örtülü bulunana imamlığı sahih
olmaz 145 .
İmamlığa En Lâyık Olanlar
imamlığa en lâyık olan özürsüz kimseler sırasiyle şunlardır:
1. Memleketin emîri (memleketin yönetiminde en yüksek yetkili),
2. Kadı (hâkim),
3. Bir evde toplanılmış olduğu takdirde, ev sahibi,
4. Vazife sahibi, yâni cami ve/veya mahalle imamı,
5. Namaz ve kırâet hükümlerini diğerlerinden daha fazla bilen ve Kur'an
âyetlerini daha çok ezber etmiş olan,
6. Daha verâ ve takva sahibi olan 146 ,
7. Daha yaşlı olan,
8. Ahlâk güzelliğince daha iyi olan,
9. Simaca daha güzel olan,
10. Nesepçe daha şerefli olan,
11. Sesçe daha hoş olan,
12. Giyimce daha temiz olan,
13. Akıl ve zekâ delili olmak üzere, başı daha büyük olan,
14. Malı daha çok olan,
15. İnsanlar arasında kıymet ve itibarı daha çok olan.
Eğer zikredilen sıfatlarca hep eşitlik bulunursa aralarında kur'a çekilir. Yahut en iyisini
araştırma ve seçme cemaata ait olur.
***
Cahilin (bilgisiz kimsenin) imamlığı ve fâsıkın 147 -ilmi dahi olsa - imamlığı mekruhtur.
Şâbb-ı emred'in (henüz sakalı ve bıyığı çıkmamış gencin) ve mürâi kimsenin imamlığı
mekruhtur. Gözleri görmeyenin imamlığı ondan daha üstünü olduğu takdirde tenzihen
mekruh olup ondan üstünü mevcut olmadığı takdirde kerahetsiz caizdir. Ücretle imamlık
edenin arkasında namaz kılmak fukahânın müteahhirîninin fetvaları ile mekruh olmaz.

145
Bu sınırlandırmanın açık anlamı, engel olucu necaseti taşıyanın aynı durumda olana ve çıplağın
çıplağa iktidasının sahih olmasıdır.
146
Verâ şüphelilerden çekinmek, takva haram olanlardan çekinmek demektir. Böyle olunca verâ,
takvadan daha yüksek demek olur.
147
Fısk ve füsûk, lugatta: istikametten çıkmaktır. Şeriatta: Büyük günahları işlemek veya küçük
günahlarda ısrar etmekle Hakk'ın tâatından çıkmaktır. Ağacın uygun düzeni dışında kalan dalına
lugatça fâsık denildiği gibi günahları işlemekle Allah'a itaatin dışına çıkan âsi müslümana dahi
şeriatça fâsık denir.

41
İmamın namazda okumayı veya rükû ve secdelerde tesbihleri çoğaltarak namazı
uzatması mekruhtur.
***
Namazı yalnız kılana münferid ve imam ile (imama uyarak) kılana muktedi denir.
Muktedi, eğer imamın namazına tamamen yetişmişse müdrik'tir; tamamen
yetişememişse velev bir rekâti dahi kaçırmış olsa ona mesbuk denir. Bir rekâta yetişmek
o rekâtın hiç olmazsa rükûunda imam ile beraber bulunmaktır.
Müdrik, imamla beraber selâm verir. Mesbuk, imamla beraber selâm vermeyip onun
selâmından sonra namazı tamamlar, yâni yetişemediği rekâtleri münferid gibi kılar. Sonra
son ka'deyi icra ederek selâm verir.
Muktedi bazen lâhik olur ki, lâhik: namaza imamla beraber girip namaz esnasında
meselâ birinci ka'dede uyumak ve imam namazdan çıktıktan sonra uyanmak gibi bir
sebeple cemaat kendisini geçmiş olan kimsedir. O kimse, cemaat hâlinde kaçırdığı
rekâtleri imam arkasında gibi kırâetsiz, yâni Fatiha ve sure okumayarak tamamlayıp
selâm verir. Kaçırdığı şey rekât değil de onun rükû gibi bir parçası ise onu tesbihleriyle
beraber yerine getirip sonra imamına uyar.
Muktedi bir erkekten ibaret olursa imamın sağına durur. Soluna ve arkasına durmak
sünnete aykırı olduğu için mekruhtur.
Birden fazla olan muktedi imamın arkasında bulunur. Muktedi kadınsa bir kişi dahi olsa
arkada durur.
Cemaat çoğalıp saflar meydana geldiğinde safların sıralanması şu şekilde olur: Önce
erkekler safı, sonra erkek çocuklar safı, daha sonra kadınlar safı.
İmam onlara bunu emir ve işaret eder. Sık durup arada açık yer bırakmamalarını ve
doğru, düzgün durmalarını söyler ki, bunlar safların sünnetlerindendir.
(Resulullah Efendimiz buyurmuşlardır ki:
«Siz doğrulunuz ki, kalbleriniz de doğrulsun ve sıklasınız ki, birbirinize karşı şefkat ve
merhametiniz olsun.»
Yine buyurmuşlardır ki:
«Safları doğrultarak omuzlan aynı hizada tutun, açık yeri kapayın, kardeşlerinizi
ellerinizle okşayarak safa sokulun, şeytana aralıklar bırakmayın. Safı birleştireni Allah
birleştirir. Safı keseni Allah da keser.» - Asıl'dan)
Safların en üstünü ilk saftır. Sonra ikinci ve sonra üçüncü...
Efdaliyet imama daha yakın olma derecesindedir. Fakat imama en yakın duranlar
imamlığa ehil olmalıdır ki, imamda abdest bozulması olduğunda imamın kendi yerine
geçirmesiyle onun yerini tutabilsin.
Camie çıkmak erkekler için güzel ve kadınlar için kötüdür. Onlar evlerde erkeklerile
cemaat olabilirler.
İmama Uymanın Sıhhat Şartları
Cemaat, farzların edasında meşru olduğu gibi farzların kazasında da meşru 148 olduğundan
iktidâ kazada da cereyan eder.
İktidanın sahih olmasının şartlan şunlardır:
1. Muktedi namaza dururken hem asıl namazı hem de imama uymayı niyet
etmek 149 .

148
Bu söz iktidanın şartlarına bir başlangıç olmak üzere tekrar edilmiştir.
149
İmam yalnız asıl namazı niyet eder. Cemaatte kadın varsa imamlığı da niyet eder. İmamın
imamlığa niyet etmesi, kadınların ona iktidalarının sahih olabilmesi için şarttır. İmam ona imamlığı

42
2. Muktedi imamdan sonra bulunmak 150 .
3. İmam muktediden hâl bakımından daha aşağı olmamak: Meselâ muktedi farz
kılıcı ve imam nafile kılıcı bulunmamak 151 .
4. İmamın kıldığı farz muktedinin kıldığı farzdan başka olmamak: Meselâ biri
öğlenin farzını kaza ve diğeri ikindinin farzını eda yahut biri bir günün öğlesini ve diğeri
başka bir günün öğlesini kaza edici olmamak.
5. Dört rekâtli bir farzın kazası için toplanan cemaatte imam mukim ve muktedi
misafir olmamak 152 .
6. İmam mesbuk yahut lâhik olmamak 153 .
7. İmam ile muktedinin arasını kadın safı ayırmış olmamak.
8. İmam ile muktedi arasında nehir veya yol olmamak.
9. İmamın intikallerini bilmeyi güçleştirecek derecede arada büyük engel
olmamak.
10. İmam binici ve muktedi yaya veya bunun aksi olmamak.
11. İmam bir hayvan ve muktedi başka bir hayvan üzerinde olmamak.
12. İmam bir gemide ve muktedi ona bitişik başka bir gemide olmamak.
13. Mezhebdaşından başkasına (meselâ sünnet ehli dört mezhepten olan Şafiî
mezhebinden bir kimseye) iktidâ suretinde Hanefî mezhebinden muktedi, kendi
mezhebince abdesti bozucu olan şeyin (meselâ akıcı kanın) imamda vukuunu bilip
ondan sonra o kimsenin abdesti yenilemediğini kesin olarak bilmiş olmamak.
Abdestlinin teyemmümlüye, yıkayanın meshedene 154 ve ayakta kılanın oturarak kılana
iktidası, bunların aksi gibi sahihtir. Nafile kılanın farz kılana iktidası sahihtir, ancak bunun
aksi sahih değildir. İmâ ile namaz kılanın kendi benzerine iktidası sahihtir.
(İmâ ile namaz kılan bir kimsenin diğer imâ ile namaz kılan bir kimseye benzer olması
her ikisinin de oturarak veya yan yatarak imâ eder olmalarıyla olur. İmam oturucu ve
muktedi yan yatıcı olarak imâ etmekte dahi imamın hâli muktediden daha kuvvetli olduğu
için iktida yine sahih olur.)
Cemaat namazında muktedinin namazı imamın namazına bağlı olduğundan onun fesadı
ile o dahi fâsid olur. Bundan dolayı bir şart veya rükün kaçırılmış olmasından ötürü

niyet etmedikçe kadın imamın namazına dahil olmuş olmaz. Hünsâ da kadın gibidir. Bir ile birçok
olmanın farkı da yoktur.
İmam aynı zamanda istihlâfı da niyet eder, denmiştir. Asl'ın İstihlâf bahsine bakınız.
150
Muktedi bir kişiden ibaret olduğuna göre imamın sağında bulunup ilerisine durmamak demektir.
Birden fazla olan muktedinin imamın arkasında bulunacağı zikrolunmuştur. Muktedinin imamın
sağında ve biraz gerisinde bulunmakta itibar ökçeyedir. Bu itibarla muktedinin ökçesinin imamın
ökçesinden biraz geride olması yeterlidir.
151
İktidada namazın birliği (aynı namazın kılınıyor olması) şart değildir. Nafile kılan farz kılana
iktida edebilir. İktidanın bundan sonra zikredilmiş olan dördüncü şartı farz kılanın farz kılana iktidası
durumunda geçerlidir. Adak olan iki namazın ihtilâfı da iki farzın ihtilâfı gibidir.
152
Bu şart üçüncü şartın dallarındandır ki, imam bu durumda hâl bakımından muktediden daha
aşağı bulunmuş olur. Çünkü iktida çift rekâtlerin ya birincisinde veya ikincisinde olup birinci şıkka
göre ka'de hususunda, ikinci şıkka göre kıraet hususunda farz kılan nafile kılana iktida etmiş
bulunur.
153
İmamda imamlığa niyet şart olmadığından farz kıldığı ve lâhik yahut mesbuk olmadığı bilinen
musalliye hemen niyet edilerek uyulur.
154
Yâni yıkanan abdest uzuvlarını yıkayarak abdest almış olanın mesh ile abdest almış olana
iktidası sahihtir. Gerek mestlere, gerek kırık kemikler üzerine bağlanan tahta veya alçıya yahut
akarı olmayan yara sargısına meshetmiş olsun.

43
imamın namazında sıhhate engel olan şey ortaya çıktığında imamın o namazı iade etmesi
gerektiği gibi cemaatin de iade etmeleri gerekir.
Namazının fesadı ortaya çıkan imamın, mümkün olduğu kadar cemaate namazlarını iade
etmelerini bildirmesi gereklidir.
***
Muktedi imama bağlıdır: Namazın fiilî rükünlerinde bu bağlılık vaciptir. Muktedi onları
imamla beraber, ona bağlı ve uygun olarak yapar. Rükû ve secdelerde ondan önce başını
kaldıramaz, ondan önce rükû ve secdeye gidemez ve selâm veremez.
Sözlü rükün olan kıraeti ancak imam yapar. Onun kıraeti muktedi için de kıraattir.
Muktedi bu hususta imama uyucu olmayıp dinleyici 155 ve sâkit 156 bulunur. Açıktan okunan
namazların Fatiha'sının bitiminde «Âmin» dey içi olur 157 . Kıraetten başka olan zikir ve
tesbihlerde 158 muktedi yine imama tâbi olup onlara okur.
Muktedi rükûda üç kere «Sübhâne rabbiye'l-azîm» ve secdelerde üç kere «Sübhâne
rabbiye'l-a'lâ» demeden önce imam başını kaldırırsa muktedi de ona uyarak başını
kaldırır.
Birinci ka'dede muktedi Tahiyyatı bitirmeden imam üçüncü rekâte kalksa muktedi
tamamlamanın gerekliliği ile imama uymanın gerekliliği arasında seçim yapmakta
serbesttir 159 .
Son ka'dede muktedi Tahiyyatı bitirmeden imam selâm verse muktedi Tahiyyatı
tamamlar, sonra selâm verir. Eğer salâvât ile dualar 160 kalmışsa muktedi onları terkedip
imamla beraber selâm verir.
Namazın aslından olmayan şeyde muktedi imama uymayıp durur: Meselâ imam namazda
bir secde fazla etse yahut son ka'deden sonra sehven kalksa muktedi ona uymaz ve
imamı uyarmak için «Sübhanallah» der. Eğer imam son ka'deden sonra sehven ettiği
kıyamı secdeye varmadan uyanarak terkedip ka'deye geri dönerse muktedi beraberce
selâm verir (sehiv secdesi ederler) ve eğer imam fazla rekâti secde ile tamamlarsa
muktedi artık ona intizar etmeyerek selâm verir. Eğer imam son ka'deyi unutarak fazla
rekâte kalkarsa muktedi bekleyip imamı uyarmak için «Sübhanallah» der. İmam
uyanarak ka'deye gelirse ne âlâ; beraberce selâm verip sehiv secdesi ederler. Muktedi
beklemeyerek kendi kendine selâm veremez; verirse iktidâ hâlinde infirad etmiş (yalnız
başına namaz kılan gibi hareket etmiş) olarak farzını ifsad etmiş olur 161 . İmamın ka'deye
dönmeyip fazla rekâtini secde ile tamamlaması durumunda da imamın farzı son ka'denin
terkinden dolayı fâsid olduğu gibi ona bağlı bulunan muktedinin farzı da fâsid olmuş olur.
Namazın son ka'desinde Ettahiyyatu, salavât, vs... okunduktan sonra imamın selâmından
önce muktedi selâm verebilirse de gerekli olan imama uygun hareket etmeyi terketmek
kerahetinde bulunmuş olur.
Farza Yetişmek
Farz namazlarda asıl olan cemaat olduğundan cemaatle namaz kılınır olan yerde bir farza
münferiden başlamış olan kimse orada o farz için cemaat olunarak imam iftitah tekbirini

155
Dinleyici, açıktan okunan namazlara göredir. Dinlemek aynı zamanda sûkût'u gerektiricidir.
156
Sâkit, susucu demektir ki, gizli okunan namazlara göredir. Dinlemek üzere sükûta inşat denir.
157
Yâni imam Fatiha sûresinin sonuna gelip «Velâ'd-dallin» dediğinde muktedi gizlice «âmin»
der.
158
Yâni Sübhâneke okumakta, rükû ve sücûd tesbihlerinde.
159
Dilerse Tahiyyatını tamamlayarak kalkar, dilerse imamdan ayrılmamak için tamamlamayarak
kalkar.
160
Salavât malûmdur (Allahümme salli ve Allahümme bârik). Dualar ise bu salavâttan sonra
okunan dualardır: «Rabbena âtinâ fi'd-dünyâ...» gibi.
161
Farzı fâsid olmak, kılınan namazın nafile sevabında kalması demektir.

44
aldığında henüz secde etmemişse hemen namazını kesip imama iktidâ eder. Bu kesme
müstehaptır ve selâma muhtaç değildir 162 .
O kimse başladığı farzın ilk rekât secdesini etmişse mesele kılınan farzın dört rekâtli olup
olmadığına göre hükümce değişik olup dört rekâtli olmadığına göre yine hemen kesip
imama iktida eder. Dört rekâtli olduğuna göre bir rekât daha kılarak Tahiyyata oturup
onu okur ve selâm verir. O iki rekât nafile olur. Farz için imama iktidâ eder. İmam
namaza durduğu vakit o kimse dört rekâtli farzın ikisini kılmış bulunmak ve hattâ üçüncü
rekâte kalkmış olmak durumunda da meselenin hükmü budur. Eğer üç rekât kılmış
bulunursa 163 namazını kesmeye yer kalmamış olmakla tamamlar. Sonra kerahet vakti
değilse 164 nafile kılıcı olarak imama uyar ve cemaat faziletine yetişmiş olur. Dört rekâtli
olmayan farzın ikinci rekâti için secdeye varmış bulunmak durumunda dahi meselenin
hükmü budur ki, onu artık kesmeyip tamamlar ve sonra iktida dahi etmez. Çünkü dört
rekâtli olmayan farz sabah ve akşam namazlarından ibaret olup sabah namazından sonra
nafile kılınmadığı gibi akşam namazında da imama uyarak tek rekâtli nafile kılınmaz. Bir
rekât daha eklemek gibi muhalefet de olunmaz.
Eğer o kimsenin başladığı namaz sünnet ise onu iki rekâte tamamlayıp selâm vermedikçe
kesmez 165 . Tamamladığı iki rekât ikindinin sünneti ise onunla yetinir. Öğlenin sünneti ise
farzdan sonra onu yine dört rekât olarak kılar. Son sünneti de ayrıca kılar. Yatsının
müekked olmayan ilk sünnetini de farzdan sonra bu şekilde kaza etmeğe engel yoktur.
Namazı kesmek, başlanmış olan namazı bırakmak ve bozmak demek olup bu ise
özürsüz haram ve gayr-i caiz ise de cemaat faziletini kazanmak için olduğunda eksiği
tamamlama olacağından onarmak ve yenilemek için mescit yıkmak kabilinden caiz ve
müstehap olduğu gibi 166 bir özürden ve şer'i gerekten dolayı dahi bazen vacip bile olur.
Bir dirhem gümüş değerinde olan şey, başkasının dahi olsa çalınmak korkusu üzerine
namazı farz dahi olsa bozmak caizdir. Kadın namazda iken ateş üzerindeki çömleğinin
kaynayıp taşmasından ve çocuğun ağlayıp haykırmak gibi şeylerle acı duymasından
korkarak namazı kesmesi caizdir.
Nafile namazında olan kimseyi ebeveyninden (anne, baba ve onların anne ve babasından)
birinin çağırması durumunda namazı kesmek caizdir. Farz olan namazda çağırma imdat
isteme şeklinde olmadıkça caiz değildir.
İmdat istemek için olan feryatta imdat etmeye kadir olan kimse farz kılıcı dahi olsa ve
imdat isteyen yabancı biri bile bulunsa namazı kesmek vaciptir.
Davara kurt ve diğer canavarlardan biri gelmesi, âmâ olan yahut tehlikeden haberi
olmayan bir kimsenin kuyu gibi bir tehlikeye düşmesi korkusunun bulunması durumunda
dahi namazı kesmek vacip olur. Bunun gibi ebeye, çocuk almaya yetişmek gibi tehlikeli
hallerde namazı kesmek vaciptir. Sonra vakit devam ediyorsa istinaf 167 , etmiyorsa kaza
olunur.

162
Kesmeyi bir selâmla kayıtlayanlar da olmuştur. Yâni o kimsenin ayakta da olsa namazını bir
selâmla keserek namazdan çıkması gerektiğini söylemişlerdir.
163
Rekâti kılmak, onu secde ile tamamlamak demektir.
164
İkindinin farzından ayırmadır ki, ondan sonra nafile kılmak mekruhtur. Mekruh Vakitler bahsine
bakınız.
165
Meğer ki, cemaat cenaze namazı cemaati olsun. Nitekim cenaze namazı bahsinde açıklanmıştır.
166
Nitekim Farza Yetişme konusunda geçmiştir.
«Altın hazinesini ortaya çıkarmak için evin altını üstüne getirdi.
Suyu kesmesi ırmağın yatağını temizledi. Sonra da o yataktan içilmeğe elverişli su akıttı.»
(Mesnevî)
Âb-hurd: îçilmeğe lâyık su demektir.
167
Namaz istinaf olunur demek yeniden kılınır demektir.

45
Kamet alınırken camie giren kimse, sabah namazının sünnetinden başka hiç bir sünnet ile
meşgul olmayıp imamın namaza geçmesini beklemek üzere oturur 168 . Namaza
durulmuşsa o da durur. (Sünnetin kaza edileceğini sonra eder.)
İmama bir rekâtın kıyamının bir kısmında yetişip ortak olmak 169 o rekâta yetişmek olduğu
gibi rükûun bir kısmında yetişip ortak olmak da ona yetişmektir.
İmama rükûda yetişmek isteyen kimse Sübhâneke vs. okumağa muhtaç olmadığı gibi biri
iftitah ve diğeri rükû için olmak üzere iki tekbir almağa da muhtaç olmaz. Yerinde aldığı
iftitah tekbiri yeterli olur.
İmam rükûda iken yetişip rükûun bir kısmında ona ortak olmak kendisine mümkün iken
ayakta olarak aldığı iftitah tekbirinden sonra imam rükûdan başını kaldırıncaya kadar
oyalanan muktedi o rekâta yetişmiş değildir. İktidâ sahih ve rekât kaçmış olmakla o
kimse mesbuktur, imamın namazını bitirmesinden sonra o rekâtı kılar.
Eğer iftitah tekbirini yerinde, yâni kıyam hâlinde yapmayıp da eğilerek almış ve tekbir
sırasında rükû halinde bulunmuşsa namaza girmesi sahih olmamıştır. Kıyamın bir
kısmında imama ortak olup da onunla beraber rükû edemeyen kimse o rekâta yetişmiş ve
fakat lâhik olmuştur. Rükûunu edip sonra imamına uyarak devam eder.
İmamı secdede bulan kimse hemen iktidaya niyet ile iftitah tekbirini alıp intikal tekbirini
de ederek secdeye varıp imama ortak olmak vaciptir, îmama secdede yetişmek o rekâta
yetişmek değildir. Ka'dede yetişmek de böyledir. O kimse mesbuktur. İmam namazda
bulundukça mesbuk ona uyucu ve bağlanıcıdır. İmamın namazı selâmla son bulduktan
sonra mesbuk, geçmiş olan kısmın kazasına kalkar.
Cuma günü camie gidip de hatibi minberde veya minbere çıkmakta bulan kimse hutbe
son bulup cuma namazı eda olununcaya kadar sünnet kılamaz. Cumanın farzından sonra
önce ilk sünnetini kaza ve sonra son sünnetini eda eder.
NAMAZIN FARZLARI
Burada Farz, yapılması kesinlikle gerekli olan şey anlamında olarak şart ile rükünden
daha umumîdir. Namazın dışındaki şartlara, namazın içindeki rükünlere, hem de onlardan
başkasına şâmil olmak üzere aşağıda sayılacaktır. Namaz da, farz namazlara ve farz
olmayan namazlara şâmildir.
1. Hadesten tahâret. (Tahâret Kitabı'na bakınız.)
2. Necasetten tahâret. (Tahâret Kitabı'na bakınız.)
3. Setr-i avret.
Setr, örtmektir. Avret, örtülmesi farz olan yerdir ki, erkeğe göre göbek ile diz kapağı
arası ve bunlara her taraftan aynı hizada (paralel) olan yerlerdir. Diz kapağı da avrettir.
Namazın dışında ve hattâ hamamda da örtülü bulunmak lâzımdır. Kadının her yeri
avrettir. Ancak onlar yüzlerini namazda örtmedikleri gibi ellerini ve ayaklarını da açık
bulundurabilirler. Saçlarıyla beraber başları, bacakları ve kolları örtülü bulunur. Bunlar
hür kadın hakkında namaz için dahi avrettir.
4. İstikbâl-i kıble (kıbleye dönme).
İstikbâl, bir şeyin kubâle'sine yâni karşısına geçmektir ki, ona karşı durmak denir.
Kıble, Mekke-i mükerreme'deki Beyt-i muazzam (Kâbe)dir. Orada olup da onu görmekte
olanlar onun aynına (kendisine) ve olmayanlar onun bulunduğu yöne doğru dururlar.
5. Farz namazlar için vaktin girmesi.
6. Niyet.

168
Ayakta beklemek mekruhtur. Nitekim daha önce de geçmişti. Ancak çok kimse bundan gafildir.
169
Ortak olmak, iktida niyetiyle onun yaptığını yapmaktır. Niyet, bilindiği üzre kalbin işidir. Onu dile
getirmekle oyalanıp rekâtı kaçırmamalıdır.

46
Hangi namaza duracağını zihnen belirlemektir. (İmama uyan kimse için aynı zamanda
imama uyma niyeti bulunmalıdır.)
7. Tahrîme (namaza başlama tekbiri).
Buna iftitâh (açma, başlama) tekbiri de denir ki, namaza, niyetin hemen arkasından
«Allahu ekber» diye durmaktır 170 .
8. Kıyam (ayakta duruş).
Farz ve vacip olan namazlarda kudreti yeten kimse hakkında kıyam (ayakta durarak
namazı kılmak) namazın rüknüdür 171 .
9. Kırâet (okumak).
Kırâet, Kur'an okumaktır ki, yeri kıyamdır. Namazın zâid rüknüdür. İmama uyan
kimseden düşmüştür. Farz namazların ancak iki rekâtında, vacip ve nafile namazların her
rekâtinde farzdır 172 .
10. Kırâetten sonra rükû etmek.
Eller dizlere erer derecede eğilmek.
11. Rükûdan sonra sücûd etmek.
Sücûd, secdenin çoğuludur. Secde, ayak, diz ve eller ile beraber alnı yere getirmektir.
12. Secdede alnın yeri ayağın yerinden çok yüksek olmamak.
13. Secdeden oturuşa yakın derecede kalkmak.
(İki secde arasında birazcık oturmak).
14. İkinci secdeye varmak.
15. Namazın sonunda oturmak.
Buna kuûd-ı âhir yahut ka'de-i ahîre denir ki, son oturuş demektir ve namazın
rükünlerinin sonunda olur 173 .
Namazın farzlarım uyanık olarak yapmak da farzlardandır. Uyuyarak yapılan rükünlerin
uyanık olarak yenilenmesi gerektir.
Namazın vacipleri, sünnetleri ve müstehapları da uyanık değilken muteber olmaz.
NAMAZIN VACİPLERİ
Genel olarak namazın farz olan hususları olduğu gibi vacip, sünnet ve müstehap olan
hususları da vardır. Vacipler farzları, Sünnetler vacipleri, Âdâb ve Müstehaplar
sünnetleri ikmâl etmekte olup farz olan hususun hükmü, terkedildiğinde namazın
bozulmasıdır.
Vaciplerin hükmü, bilerek terkedildiği takdirde namazı yenilemek ve unutarak
terkolunduğunda sehiv secdeleri lâzım gelmek, sehiv secdesi yapmadığı takdirde kerahet
ile beraber zimmetten düşüvermektir. Namazda vacip olan şeyler aşağıdaki şekilde
sayılır:
1. Fatiha sûresini tamamen okumak.
2. Ona sûre eklemek veya âyetler eklemek 174

170
Farz olan sırf Allah'ı anmaktır. Bilhassa «Allahu ekber» demek vaciptir.
171
Oturarak kılarsa yeniden kılmak gerekir. Nafileler oturarak da kalınabilir. Sevabı da ona göre
olur. Ayakta duramayana göre oturmak ayakta durmak gibidir.
172
Farz olan namaz kırâetinin vaciplerde gösterilen nevi ve miktardan daha aşağı olmaması
vaciptir.
173
Namazı Bozan Şeyler'in otuz sekizincisine bakınız.

47
3. Fatiha sûresini diğerinden önce okumak (yâni eklenen sûre Fatiha'dan sonra
olmak).
4. Bunları farz namazların birinci şef'inde, yâni rekâti ikiden fazla olanların ilk çift
rekâtinde yapmak.
5. Rükünlerde itminan üzere olmak, yâni rükû ve secdelerde uzuvlar yerine
yerleşmek.
6. Secdede burnu da alınla beraber yere götürmek.
7. Her rekâtın iki secdesini birbiri ardınca yapıp ikinci secdeyi diğer fiillere
geçtikten sonraya bırakmamak.
(Bir rekâtın ikinci secdesini geçirerek namazın başka bir fiiline intikal eden kimse, onu son
ka'deden ve hattâ konuşmaksızın selâmdan sonra da hatırlasa ifa eder ve son ka'deyi
yeniler.)
8. Rekâti ikiden fazla olan namazlarda birinci oturuş.
9. Birinci oturuşta Tahiyyat.
10. Son oturuşta Tahiyyat.
11. Tahiyyatı her iki oturuşta tam okumak.
12. Farzlarda ve vitirde birinci oturuşun Tahiyyatının arkasından üçüncü rekâta
kalkmak.
13. Namazın tamamlanmasında selâm vermek. (Cenaze namazının ve sehiv
secdelerinin selâmı da vaciptir.)
14. Gerektiğinde sehiv ve tilâvet secdelerini etmek, yâni sehiv secdeleri gerekmişse
onu ve secde âyeti okumuşsa onun secdesini yapmak 175 .
15. Cehrî namazlarda 176 imam kırâeti aşikâr etmek.
16. Sırrî namazlarda 177 musalli kırâeti gizli etmek.
17. Muktedi her iki nevi namazda sükût etmek.
18. Vitir namazında Kunut okumak.
19. Bayram namazlarında zaid tekbirleri almak. (İntikal tekbirleri her namazda
sünnettir 178 . Cenaze namazları tekbirleri rükündür.)
Her namazın iftitahını (başlangıcını) «Allahu ekber» lafzıyla etmek dahi namazın
vaciplerinden sayılır. Namazın Farzları'nın yedincisine bakınız.

174
Fatiha sûresine bir küçük sûre yahut en küçük sûreye denk üç fasla âyet veya üç kısa âyete
denk bir uzun âyet eklemek vaciptir. En küçük sûre Kevser sûresi ve en kısa âyet «Sümme
nazara - Sonra baktı» (Müddessir: 21)dir.
175
Okunan secde âyeti İkra sûresinde olduğu gibi rekâtın sonuna tesadüf ederse tilâvet secdesi
niyet ettiği takdirde rükû ile niyet etmediği takdirde sücûd ile düşer. Secde âyetini okuduktan sonra
kırâete devam ile rekâti uzatacak ise tilâvet secdesine varıp kalkmalıdır.
176
Kırâeti cehredilen (açıktan yapılan, sesli okunan) namazlar demektir ki, Sabah, Akşam, Cuma ve
Bayram namazları ile Teravih ve onun arkasından cemaatle kılınan Vitir namazlarıdır ki, bunların
cemaat cevaz şartı olmayanlarına göre yalnız başına kılan kimse açıktan veya içinden okumakta
serbesttir.
177
Kırâeti cehr olunmayan (açıktan okunmayan) namazlar demektir ki, Öğle ve İkindi namazlarıdır.
Onlara «Acmâveyn» denir. Kırâeti açıktan yapılan namazların gizli yapılan rekâtleri de vardır. Bu
vücubda yalnız başına namaz kılan da imam gibidir. Onun için musalli (namaz kılan kimse)
denmiştir.
178
Bayram namazlarının her rekâtinde üçer tekbir vardır ki, bunların her biri vaciptir, sehven
terkine sehiv secdesi gerekir. Bayram namazlarının ikinci rekâtinin rükû tekbiri de vacip olan fazla
tekbirlere bağlı olarak vaciptir. Birinci rekâtin rükû tekbiri sünnettir.

48
SEHİV SECDELERİ
Sehiv sebebiyle olan secdeler demektir ki, namazda sehven (yanılarak) vaki olan eksikliği
onarıcı ve tamamlayıcı olmakla namazın vaciplerindendir. Sehven bir vacibi bırakma
hâline gerekir 179 . Sehiv secdesini gerektiren hallerin çoğalması hâlinde sehiv secdeleri
artmaz, ancak bir defa sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdesinin kendisinde sehveden kimse
dahi sehiv secdelerini tekrar etmez.
Sehiv secdelerinin hakikati, biri diğerinden bir oturuş ile ayrılmış iki secdeden,
Tahiyyat ve Selâm'dan ibaret olup namazın sonunda oturarak yapılır ki, sağ tarafa verilen
selâmdan hemen sonra «Allahu Ekber» diye secdeye varılır ve ikinci secdeden sonra
Tahiyyat okunup iki tarafa selâm verilir. Secdelerin ikisi vacip olduğu gibi Tahiyyat ve
selâm da vacip, başını koyma ve başını kaldırma esnasındaki tekbirler ve secdelerdeki
tesbihler -ki üç kere 'Sübhâne Rabbiye'l-a'lâ' demekten ibarettir - iki secde arasında olan
oturuş gibi sünnettir.
Sehiv secdelerinin vacip olması için şart: Sehven bırakılmış olan şeyin vacip
olmasıdır. Sünnetin bırakılmış olmasına sehiv secdeleri gerekmez. Nitekim farzın
bırakılmasında sehiv secdesi o eksikliği doldurucu olmaz.
Sehiv secdelerinin sahih olması için şart: Namazın şartları ile eda edilmesi ve
namazın selâmından sonra söz söyleme ve kıbleden başka tarafa dönme gibi namazın
tamamlanmasına engel olan şey bulunmamak ve kerahet vakti girmemektir.
İmama uyan kimse kendi sehvinden dolayı (meselâ birinci oturuşun Tahiyyat'ına sala vat
ile fazlalık etmekle) sehiv secdeleri etmez. İmamının sehvinden dolayı onunla beraber
sehiv secdeleri eder. İlk rekâtlere yetişemeyen muktedî (imama uyan kimse) kaçırdığı
rekâti kaza ederken ettiği sehvinden dolayı da secdeler eder.
***
Mesele: Birinci oturuştan sehvedip üçüncü rekâte davranan kimse tamamen doğrulmuş
olmadıkça oturuşa geri döner ve sehiv için secdeler etmez. Eğer tamamen doğrulmuş
bulunursa oturuşa geri dönmeyip vacip olan oturuşu terketmiş olduğundan dolayı
namazın bitiminde sehiv secdeleri eder.
Son oturuştan sehvedip fazla rekâte davranan kimse, tamamen doğrulmuş dahi olsa o
rekâti rükû ve secdeler ile tamamlamış olmadıkça bırakıp oturuşa döner ve farz olan
oturuşu geri bırakmış olduğundan dolayı sehiv için secdeler eder.
Eğer o rekâti secdelerle tamamlamış olursa kıldığı namaz farz veya vitir olduğuna göre
nafileye döner. Nafile ise bir şey olmaz.
Nafileye dönen namaz farz (veya vacip) üç rekâtli bir namaz idiyse dört rekâtli bir
nafileye dönmüş olur. Üç rekâtli olmadığına göre fazla rekât sebebiyle tek rekâtli
kalacağından öylece oturulup selâm verilebilirse de bir rekât daha ekleyerek rekâtı çift
yapmak mendup olur. Farzlar herhalde yeniden kılınır. Bu surette de sehiv secdeleri
yoktur.
Eğer son oturuş yapıldıktan sonra fazla rekâte kalkılmış olursa onun secdelerle
tamamlanmış olması da farzı bozmayıp fazla rekâte bir rekât daha ekleyerek onu da tam
bir nafile olarak kılmak gerekir ve selâm geri bırakıldığından dolayı namazın bitiminde
sehiv secdeleri olunur.
TİLÂVET SECDESİ
Tilâvet (Kur'an okumak) sebebiyle olan secde demektir ki, şanı büyük Kur'an'ın bilinen on
dört yerindeki secde âyetlerinin birini okuyan veya işiten mükellefe bir secde vacip olur.
Tahâret üzre Kıble'ye yönelmiş olarak tazim maksadiyle «Allahu Ekber» diye alın yere

179
Farzın geri bırakılması da vacibin terki cümlesindendir. Vacibin Terki: Öne geçirmek veya geri
bırakmak yahut fazla veya eksik ile olur. Fatiha'dan önce sehven sûre okumak öne geçirmek veya
geri bırakmaktır. İki rekâtli olmayan farzlarda üçüncü rekâtin Tahiyyattan sonra geri bırakılması
(geciktirilmesi) fazlalıktır. Tahiyyat'ın ve Vitir'de Kunut'un terki eksikliktir.

49
konur. Üç kere «Sübhâne rabbiye'l-a'lâ» denildikten sonra yine «Allahu Ekber» diye
kalkılır. Tekbirler tesbihler gibi sünnettir. Secde âyeti namazda okunduğuna göre hemen
arkasından edilen rükû niyetle beraber ve secdeler niyetsiz olarak tilâvet secdesi yerine
geçer. Tilâvetin geri kalanına devam edilecekse hemen secdeye varılıp kalkılır. Çünkü
tilâvet secdesinin vacipliği namazda hemen ve namaz dışında gecikme üzredir.
NAMAZIN SÜNNETLERİ
Namazın sünnetleri, vaciplerinin tamamlayıcılarıdırlar.
Sünnetin hükmü: Terki, isâet (kötülük) olmaktır. Sünnetin terki, ne farzın terki gibi
namazın bozulmasını ve ne vacibin terki gibi kasıtlısı tahrimi keraheti ve sehvi sehiv
secdelerini gerektirici değildir.
İsâet (kötülük), harama yakın olan mekruh ile tenzihi (helâla yakın olan) mekruh arasıdır
ki, harama yakın olan mekruhun daha aşağısı ve helâla yakın olan mekruhun daha
yukarısıdır.
Namazda sünnet olan şeyler aşağıdaki şekilde sıralanır:
1. İftitah, Vitir namazının Kunut'u ve Bayram Namazı tekbirlerinde el kaldırmak
(erkekler ellerini kulaklarına ve kadınlar 180 göğüslerine paralel kaldırırlar).
2. Kaldırma esnasında eller açık ve parmaklar hâli üzre bulunmak.
3. Elin ve parmakların iç yüzünü Kıble'ye karşı bulundurmak.
4. İmama uyanın iftitah tekbiri, imamının iftitahından sonraya kalmamak.
5. İftitah tekbirinin arkasından el bağlamak.
Buna itimad denir. Bunda irsal, yâni ellerini önce yanlarına salmak yoktur. Erkekler
göbek altından ve kadınlar göğüs üstünden el bağlarlar ve her iki cinsin sağ eli sol elin
üstüne gelir. Erkekler halka dahi ederler ki, sağ elin serçe ve baş parmaklarını sol bileğin
iki tarafından halkalarlar. Kadınlar halka etmezler.
6. Sena etmek, yâni «Sübhâneke...»yi okumak 181 .
7. Teavvüz etmek, yâni «Eûzü billahi mine'ş-şeytâni'r-racim» demek.
8. Tesmi,ye etmek, yâni «Bilmi'llahi'r-Rahmâni'r-Rahîm» demek.
«Bu üç sünnetten Sena, her namaz kılan kimse için ilk rekâtte namaza giriş tekbirinin
hemen arkasından olur.
Teavvüz de, ilk rekâte ve yalnız başına namaz kılan kimse ile imama mahsustur. İmama
uyan kimse Teavvüz etmez. Tesmiye, yalnız başına kılan kimseye, bir de imam olan
kimseye mahsus olarak her rekâtin başlangıcında Fatiha'dan önce olur. İmama uyan
kimse tesmiye de etmez. Teavvüz ve Tesmiye kırâet sünnetleri olduğundan imam onları
Bayram Namazlarında zâid tekbirlerden sonra Kur'an okumağa başlayacağı zaman okur.
Sena Teavvüzden önce olduğu gibi Teavvüz de Tesmiye'den önce olur.»
9. Bunları, yâni Sena ve ondan sonrakileri, gizli okumak.
10. Fatiha'nın sonunda okuyan ve dinleyen gizlice âmin demek.
11. Yalnız başına namaz kılma halinde 182 Fatiha'ya eklenecek sûre sabah 183 ve
öğle namazlarında Uzun Sûrelerden, yâni Hucurât sûresinden Büruc sûresine kadar
olan sûrelerden, ikindi ve yatsı namazlarında Orta Uzunlukta Sûrelerden, yâni

180
El kaldırmak hususunda cariye erkek gibidir. Rükû ve secdelerde hür kadın gibidir.
181
«Sübhâneke»yi okumağa Senâ denildiği gibi İstiftah da denir.
182
Çünkü cemaat olma hâlinde imam cemaati bıktırmamakla yükümlüdür.
183
İlk rekâtini ikinci rekâtinden üçte iki ve üçte bir nisbetinde imamın uzatması da sabah namazına
mahsus sünnettir. İmam-ı A'zam ve İmam Ebû Yusuf'a göre. Ve İmam Muhammed'e göre farz
namazların hepsinde.

50
Büruc'dan Lem-Yekün'e kadar olan sûrelerden, akşam namazında ise Kısa
Sûrelerden, yâni Lem-Yekün'den nihayete kadar olan sûrelerden, okumak.
12. Rükûa varırken bir Tekbir etmek (Allahu Ekber demek).
13. Rükûda üç Tesbih etmek (Sübhâne rabbiye'l-azîm demek).
14. Rükûdan kalkarken imam ve yalnız başına kılan kimse Tesmi' etmek
(Semiallahu li-men hamideh demek).
15. Tesmiin arkasından imam, imama uyan ve yalnız başına kılan kimse Tahmîd
etmek (Rabbena leke'l-hamd demek). 184
16. Yalnız başına kılan kimse Tesmi ve Tahmîd'i gizli yapmak. İmam, Tesmii
Tekbirler gibi açıktan yapmak. İmama uyan kimse de mübelliğlik (camilerde
kalabalık zamanlarda imamın tekbirlerini yüksek sesle tekrarlayarak cemaata ulaştıran
kimse) yapmadıkça Tahmîd'i gizler.
17. Kıyamda iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak.
18. Rükû hâlinde dizlerini elleriyle tutmak.
19. Diz tutmakta parmaklarını açık bulundurmak.
20. Dizlerini rükûda dik tutmak.
21. Rükûda arkasını düz tutmak.
(Rükû hakkında olan bu dört sünnet erkeklere göredir. Kadınlar ellerini dizleri üzerine
korlar, dizlerini tutmazlar. Parmaklarını ayrık bulundurmazlar, dizlerini bükük ve
arkalarını meyilli bulundururlar.)
22. Rükûda başını aşağı, yukarı eğmeyip doğru durmak.
23. Kavme yapmak, yâni rükûdan doğrulup kalkmak. (Celse'ye bakınız).
24. Secdeye varırken yere önce dizlerini, sonra ellerini, daha sonra yüzünü
koymak.
25. Secdelerden sonra ayağa kalkışta bunun aksini yapmak, yâni önce yüzünü,
sonra ellerini ve daha sonra dizlerini - ellerini üzerlerine koyarak - kaldırmak.
26. Secdelere varırken «Allahu Ekber» demek.
27. Secdelerden kalkarken «Allahu Ekber» demek.
28. Celse yapmak, yâni iki secde arasında oturmak. (Kavme ile celsenin vacipliği dahi
zikrolunmuştur.)
29. Secdelerde başını (yâni alnını ve burnunu) iki eli arasında yere koyup ellerini
yüzünden uzak bulundurmamak, eli koyuşta el ayası yere ve parmaklar birbirine
yapışık bulunmak.
30. Secdelerde üçer Tesbih etmek (Sübhâne Rabbiye'l A'lâ demek).
31. Erkek kısmı secdelerde karnını uyluklarından, dirseklerini yanlarından ve
kollarından yerden uzak tutmak.
32. Kadın kısmı secdelerde alçalıp kollarını yanlarına bitiştirmek ve karnını
uyluklarına yapıştırmak.
33. Celsede ellerini uylukları üzerine koymak.
34. Gerek celsede (iki secde arasındaki oturuşta) gerek ka'dede (tahiyyat için
oturuşta) erkek kısmı sol ayağını yere yayıp sağ ayağını parmaklar kıbleye dönük
olmak üzere dikmek.

184
İmamın Tahmîd etmesi İmam-ı A'zam ve İmam Ebû Yusuf'un görüşüdür. İmama uyan ve yalnız
başına kılan kimselerin Tahmîdinde ittifak vardır.

51
35. Kadın kısmı bunlarda teverrük etmek, yâni kaynağı üzerine oturup ayaklarını sağ
yana yatık çıkarmak.
36. Tahiyyatın teşehhüdünde (şehâdet kelimesini söylemede) sağ elinin şehâdet
parmağiyle işaret etmek, yani «La ilahe» derken parmağını kaldırıp «illallah» derken
indirmek.
37. Tahiyyat'ı gizli okumak.
38. Rekâti ikiden fazla olan farzların ilk iki rekâtinden sonrakilerde Fatiha
okumak.
39. Son ka'dede (oturuşta) Tahiyyat'tan sonra salavât okumak 185 .
40. Salavâttan sonra dua okumak.
41. Selâm verirken başını önce sağa ve sonra sola çevirmek.
42. Her iki tarafa selâmda «Es-selâmu aleyküm ve rahmetullah» demek.
43. İmam selâmında «Aleyküm - Sizin üzerinize» hitabiyle koruyucu meleklerle
beraber cemaati, imama uyan kimse cemaatle beraber imamı, yalnız başına
kılan kimse ise melekleri niyet etmek 186 .
44. İmam ikinci selâmda sesini alçaltmak.
45. İmama uyan kimsenin selâmı imamın selâmına yakın olmak.
46. Mesbuk bulunan muktedi (imama uyup da bazı rekâtlere yetişememiş olan
kimse), imamın ikinci selâmını beklemek.
Namaz İçinde Okunacak Dualar
(Yukarıda Namazın Sünnetlerinin 40'ıncısında zikri geçen namaz içinde salavâttan sonra
okunacak Kur'an'dan alınmış bazı dualar şunlardır:
(Rabbena âtina min ledünke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ reşedâ.)
«Ey Rabbimiz, bize kendi tarafından rahmet ve işlerimizi ıslah edip kemâle erdirmekte
kolaylık ihsan et.»
(Rabbenâ âtinâ fi'd-dünya haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kına azâbe'n-
nâr.)
«Ey Rabbimiz, bize dünyada güzel olanı, âhirette de güzel olanı ver ve bizi ateş
azabından koru.»
(Rabbenâ la tuziğ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heblenâ min ledünke
rahmeten inneke ente'l-vehhâb.)
«Ey Rabbimiz, doğru yolu tanıdıktan sonra kalbimizi haktan saptırma ve kendi tarafından
bize rahmet bağışla. Hiç şüphesiz ki, Sen, en cömert bağışlayıcısın.»
(Rabbi'c'alnî mukime's-salâti ve min zürriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâi.)
«Ey Rabbim, beni ve zürriyetimi namazı ikame edici kıl. Ey Rabbimiz, duamızı kabul
buyur.»
(Rabbena'ğf ir lî ve li-vâlideyye ve lil-mü'minîne yevme yekumu'l-hisâbu.)

185
«Salavât-ı şerife» müekked sünnettir. Hiç bir namazın son oturuşunda terk olunamaz.
«Allahümme salli âlâ Muhammed» demek dahi salavâttan ise de sünnet olan Salavât-ı Şerife
biraz ileride Namazın Sıfatı bahsinde yazılmış olandır.
186
Mesnevi'nin beşinci cildinde ihtiyarın (iradenin) isbatı hususunda Cebriyeci kâfire sünnî müminin
cevabı:
«Ey aziz dost! Namazı bitirme vaktinde, salih amelleri yazan meleğe: «İyilerin ilhamı ve duası
sayesinde bu namazda ihtiyarım elden gitti» diye selâm vermek gerektir.»

52
«Ey Rabbimiz, beni, anamı ve babamı, bütün müminleri, hesaba çekildiğimiz günde
bağışla.
(Rabbenâ, heblenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a'yunin ve'c'alnâ lil-
müttakîne imâmen.)
«Ey Rabbimiz, bize zevcelerimizden ve zürriyetimizden göz aydınlan bağışla ve bizi
müttakilere imam eyle.»
Bunlar âyet-i kerimelerdir. Namaz sonunda dua kasdiyle okunur. Kur' an kasdiyle
okunursa tahrimen mekruh olur. Şunlar da hadîs-i şeriflerdir:
(Allahümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîren ve innehu la yağfiru'z-zünûbe illâ
ente fağfirlî mağfireten min indike verhamnî inneke entel-gafûru'r-rahîm.)
«Ey Allahım, hiç şüphesiz ki, ben kendi nefsime çok büyük bir zulümle zulmettim ve
şüphesiz günahları bağışlayıcı olan ancak sensin, kendi katından bir mağfiretle beni
bağışla ve bana merhamet et. Hiç şüphesiz sen, çok bağışlayıcı ve çok merhametlisin.»
(Allahümme innî es'elüke mine'l-hayri küllini mâ alimtu minhu ve mâ lem a'lem
ve eûzü bike mine'ş-şerri küllihi mâ alimtu minhu ve mâ lem a'lem.)
«Ey Allahım, hiç şüphesiz ki, ben senden ancak bildiğim ve bilmediğim bütün hayırları
dilerim, bildiğim ve bilmediğim bütün şerlerden de sana sığınırım.»
(Peygamber Efendimiz, bu duaların birincisini Hazret-i Ebu Bekir'e öğretmişlerdir. İkincisi
de İbni Mes'ud Hazretlerinin namaz dualarındandır. - Asıl'dan)
NAMAZIN MÜSTEHABLARI
Namazın edebleri ve müstehabları şunlardır:
1. Namazda bulunan erkek ve kadın huşu üzere olup kıyamda secde yerine, rükûda
ayaklarının üzerine, secdelerde burnunun ucuna, oturuşta kucağına ve selâmda omuz
başlarına bakmak 187 .
2. Öksürüğü ve geğirmeği gücü yettiği kadar tutup savmak.
3. Esnemekten ağzını tutmak.
4. Kamette «Hayye ale'l-felâh» denirken imam ve cemaat namaza kalkmak.
5. «Kad kameti's-salât» denirken imam namaza başlamak.
Namaza dururken kalbin işi olan niyete dilin işleyişini eklemek de müstehablardandır.
Vesvesenin gereği yoktur.
NAMAZIN SIFATLARI - NASIL KILINACAĞI -
Namaz kılacak kimse tahâret üzre ve kıbleye dönmüş olarak durup 188 ellerini kaldırır,
niyet ederek «Allahu ekber» der, elini bağlar 189 ve:

187
«Kim alık alık bakınır, o ölümünü çağırır» denmiştir. Namazın dışında bu böyle olursa ya içinde
nasıl olur?
Asl'ın mekruhlar bahsinde geçmiştir. Nitekim Mesnevî'nin beşinci cildinde de şöyle denilmiştir:
«İrade ve ihtiyardan hareket meydana gelmesi âdettir,
Kundakçının üflemesinden kıvılcımlar meydana gelmesi gibi.»
(Yâni: Bu bakışlarla, «Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet edin. Her ne kadar siz onu görmüyorsanız da
muhakkak o sizi görmektedir,» hadîs-i şerifinin mânasını düşünerek namaz kılan kişi gittikçe her
baktığı yerde onun asarından başka bir şey görmez olur ve bu görüşten içinde muhabbet
kıvılcımları hasıl olup Hak'dan başka her şey onun ateşiyle yanar, yok olur, demektir.)
188
Durmak ayak üzeri olur ki, hakikî kıyamdır. Kıyama gücü yetmeyen hasta oturarak durur ki,
hükmî kıyamdır. Nitekim Hastanın Namazı bahsinde zikrolunacaktır.
189
El kaldırma ve el bağlama Namazın Sünnetlerinde geçmiştir. El bağlama ayakta duruşun sünneti
olduğundan oturarak namaz kılan da elini bağlar. Her kıyam ki (isterse hükmî olsun) onda karar ve

53
(Sübhânekallâhümme ve bi hamdike ve tebâreke'smüke ve teâlâ ceddüke ve la
ilahe gayrüke,)
«Ey Allahım, seni noksan sıfatlardan tenzih ve kemâl sıfatlarıyla tavsif ederek anarım,
övgüyü ve sevgiyi sana mahsus kılarım. Senin ismin mübarektir, senin azametin yücedir
ve senden başka ilâh yoktur,» der.
İmama uyan kimse değilse 190 ondan sonra:
(Eûzü billahi mine'ş-şeytani'r-racîm. Bismillahi'r-Rahmâni'r-Rahîm,)
«Taşlanmış şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,» diyerek
Fatiha sûresini okur.
Ve bitiminde «Âmin» deyip besmelesiz sûre veya âyetler ekler.
Ondan sonra «Allahu ekber» diye rükûa gider. Ve en az 191 üç kere:
- Sübhâne rabbiye'l-azîm, dedikten sonra:
- Semiallahu limen-hamideh, diyerek doğrulur. Ve.
- Rabbena lekel-hamd, der.
Ondan sonra «Allahu ekber» diye secdelere gider. Ve en az 192 üç kere:
- Sübhâne rabbiye'l-a'lâ, dedikten sonra «Allahu ekber» diyerek celse eder (biraz
oturur). Ondan sonra yine «Allahu ekber» diye ikinci secdeye varır. Yine üç kere:
- Sübhâne rabbiye'l-a'lâ, dedikten sonra «Allahu ekber» diyerek ikinci rekâta kalkar.
Secdelere varırken (bedence bir engeli olmadıkça) yere önce dizlerini, sonra ellerini ve
sonra yüzünü koyar. Kıyama dönüşte bunun aksini yapar ki, yerden önce yüzünü, sonra
ellerini kaldırıp dizleri üzerine kor. Ondan sonra dizlerini kaldırır.
İkinci rekât da birinci rekât gibidir. Şu kadar ki, onda el kaldırma, Sena (Sübhânehe
okumak) ve Teavvüz (Eûzü okumak) yoktur. El bağlayıp Besmeleyle beraber Fatiha
sûresini okur. Ve «Amin» dedikten sonra ona Besmele çekmeden sûre veya âyet ekler.
Ondan sonra birinci rekâttaki gibi rükû ve secdelere gider.
İkinci secdeden sonra oturup şu tahiyyatı okur:
(Et-Tahiyyatü lillahi ve's-salâvâtü ve't-tayyibât. Es-selâmu aleyke eyyühe'n-
nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh. Es-selâmu aleynâ ve âlâ ibâdillahi's-
sâlihîn. Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve
resûlühu.)
(Tahiyyat'ın kelimelerinin anlamı, Asıl'da açıklandığı üzere şöyledir:
Et-tahiyyatu lillahi: Bütün sözle olan ibadetler,
Ve's-salâvâtu: Ve bedenle olan bütün ibadetler,
Ve't-tayyibâtu: Ve bütün malî ibadetler Allah'a mahsustur.
Bu zikredilen şerefli sözler Miraç gecesinde Peygamber Efendimiz Hazretlerinden sâdır
olmuştur. Kendileri Rabbani ilham ile bu tahiyyat ve tazimleri ettiklerinde büyüklük, iyilik
ve cömertlik sahibi Allah:

sünnet olan zikir vardır, namaz kılan kimse onda el bağlar: Sübhâneke okuma, Kunut okuma ve
cenaze namazı hâlleri gibi.
190
Çünkü imama uyan kimse Kur'an okumayacağı için Eûzü ve Besmele de okumaz.
191
Çünkü beş yahut yedi de olur. Fakat bunlar yalnız başına namaz kılan kimse için sünnettir.
İmamların üçten fazla tesbih etmesi alışkanlığa aykırı düştüğü için cemaate sıkıntı verir.
192
Bu da rükû tesbihi gibidir.

54
- Es-selâmu aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü (Ey kadri
yüce Nebi! Sana selâm, Allah'ın rahmeti ve Allah'ın bereketleri senin üzerine olsun) kudsî
sözleriyle tahiyyata karşılık vermişlerdir.
Tahiyyat'a İslâm ehlinin tahiyyesi olan selâm'ı, salâvât'a o anlamda olan rahmet'i,
tayyibât'a da münasibi bulunan berekât'ı mukabil kılmıştır. Peygamber Efendimizin üç
kelimesine karşılık Yüce Yaratıcı, selâm, rahmet ve bereketten ibaret üç kelime ile nimet
ve bağışlarını bol bol ihsan buyurmuş olup Nebi aleyhisselâm da Allah'ın yaratıklarının en
şereflisi ve en cömerdi olmakla o Rabbani bolluktan olan ihsanını bütün peygamber
kardeşlerine, meleklere, insandan ve cinlerden olan müminlerin salihlerine atfederek:
- Es-selâmu aleynâ ve âlâ ibâdullahi's-sâlihîn (Selâm bizim üzerimize ve Allah'ın
salih kullarının üzerine olsun), diye buyurmuşlardır.
Bunun üzerine bütün yüce melekût ve göklerin ehli, özellikle, Hazret-i Cibril, Hazret-i
Rabbın vahiy ve ilhamı ile:
- Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu
(Tanık olduk ki, Allah'dan başka ilâh yoktur ve tanık olduk ki, Muhammed Allah'ın kulu ve
resulüdür), diye iki şehâdet sözünü söylemişlerdir.
İşte İbni Mes'ud'un Teşehhüdü denilen «Et-Tahiyyatu...» böyle dört takım kudsî sözden
ibarettir. «Tanıklık (şehâdet) ederim ki...» demek: «Bilir ve beyan ederim ki...» demektir.
İkinci şehadette onlar da, Hazret-i Resulullah hakkında, üç şey toplamışlardır ki, biri
peygamber adlarının en şereflisi olan Muhammed yüce adıdır, öbürü insan sıfatlarının en
şereflisi olan abdiyyet, diğer biri de insan için en şerefli vasıf olup nübüvveti gerektirici
bulunan risalet'tir.
Namaz kılan kimse, Ettahiyyatu'yu okurken Cenâb-ı Hakk'a tahiyyat, Peygamber
aleyhisselâm'a, kendine ve Allah'ın velilerine selâm eder gibi o mübarek sözleri, kapsadığı
mânaları kasdederek düzenlenmiş olduğu şekilde okur.)
Kılacağı namazın rekâti ikiden fazla ise bu, birinci oturuştur. Buna ka'de-i ûlâ veya kuûd-ı
evvel de denir. Bunda zikri geçen Tahiyyat üzerine bir şey eklemeyerek ve hemen
«Allahu ekber» diyerek üçüncü rekâta kalkar. Kıyama davranırken ellerini dizleri üzerine
getirir. Kıyamda el bağlayıp Besmeleyle beraber Fatiha sûresini okur ve «Âmin» der.
Farzda bulunduğuna göre Fatiha'dan sonra sûre veya âyet eklemeyerek rükûa varır.
Secdelerden sonra dördüncü rekât varsa ona kalkar. Dördüncü rekât da üçüncü rekât
gibidir. Dördüncü rekât yoksa ikinci secdeden sonra oturur.
Farzda bulunmadığı takdirde üçüncü rekâtın Fatiha'sına «Amin» dedikten sonra sûre veya
âyetler ekler. Ondan sonra rükûa... ve böylece sonuna kadar gider. Dördüncü rekât da
üçüncü rekât gibidir. (Vitir'in üçüncü rekâtinde rükûdan önce Kunut duasını okur. Nitekim
kendi bahsinde açıklanmıştır.) Rekâtin bitiminde rekât ikinci secde ile son bulduktan
sonra oturur ki, bu oturuş üç rekâtli namazların üçüncü rekâti ve iki rekâtli namazların
ikinci rekâti sonunda yapılan oturuş gibi kuûd-ı âhir ve başka bir deyişle ka'de-i ahire
(son oturuş) dur. Bunda Tahiyattan sonra Salâvât ve dualar okunarak selâm verilir.
Salâvât-ı şerife şudur:
(Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke Hamîdün Mecîd.
Allahümme bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Kemâ barekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke Hamîdün Mecîd.)
Anlamı:
«Allahım, Efendimiz Muhammed'e ve Efendimiz Muhammed'in yüce soyuna salât (yardım
ve nusret) eyle. İbrahim'e ve İbrahim'in yüce soyuna salât (yardım ve nusret) eylediğin
gibi. Hiç şüphesiz Öven ve Övülen, Yüce olan ve Yücelten, Sensin.

55
Allahım, Efendimiz Muhammed'in ve Efendimiz Muhammed'in yüce soyunun hayır ve
iyiliklerini çoğalt. İbrahim'in ve İbrahim'in yüce soyunun hayır ve iyiliklerini çoğalttığın
gibi. Hiç şüphesiz Öven ve Övülen, Yüce olan ve Yücelten, Sensin.»
Dualar, Namazın Sünnetleri bahsinin sonunda Namaz İçinde Okunacak Dualar başlığı
altında geçtiği üzre, ya Kur'an âyetlerinden alınmış:
«Rabbenâ, âtinâ...»
«Rabbenâ, la tuziğ kulûbenâ...»
«Rabbic'alnî mukime's-salâti...» gibi dualardır, yahut da:
«Allahümme innî es'elüke mine'l-hayri küllihi...» gibi hadîs sözleriyle olan dualar
olur.
İmama uyan kimse, cemaat faslında açıklandığı üzere namazda yapılan işleri imamıyla
beraber yaptığı gibi intikal tekbirlerini, rükû ve secde tesbihlerini de yapar. Ve imamın
«semiallahu limen hamideh» demesinde «Rabbenâ lekel-hamd» der, açıktan Fatiha
okumasının bitiminde de «Âmîn» der. İmama uyan kimsede Kur'an okumak ve Eûzü-
Besmele çekmek yoktur 193 .
Namazların işlerinin sıralanışı ve rekâtlerinin şekilleri hep zikrolunan suret üzredir. Vitir ve
bayram namazlarının sair namazlardan farkları vardır. Cuma namazından başlayarak
onlar burada zikrolunacaktır:
CUMA NAMAZI
Farz namazlardan olan öğle namazı vaktinde ona bedel haftada bir fariza vardır ki, cuma
gününe mahsus olduğu için ona Cuma Namazı denir. Ve cemaatla kılınır. İki rekâtten
ibarettir. Sekiz rekât de müekked sünneti vardır ki, dördü cuma namazından ve onun
hutbesinden önce, dördü cuma namazından sonra yalnız başına kılınır.
Bütün namazlarda şart kılınmış olan işlerden başka Cuma namazında iki nevi şart daha
vardır. Biri vacib olmasının şartı ki, namaz kılan kimseye aittir. Diğeri sahih olmasının
şartıdır ki, namaz kılandan başkasına aittir.
Namaz kılana ait vücubunun şartları altıdır:
1. Zükûret (erkeklik).
2. Hürriyet (hür olmak, köle veya esir olmamak),
3. İkamet (yerli olmak, yolcu olmamak).
4. Sıhhat (sağlıklı olmak).
5. Selâmet-i ayn (gözleri sağlam olmak).
6. Selâmet-i ricl (ayaklan sağlam olmak).
Kadınlar, köleler, yolcu olanlar, hasta bulunanlar, gözsüz olanlar, ayaksız olanlar cuma
namazı ile mükellef değillerdir.
Namaz kılandan başkasına ait olan sıhhat şartları da altıdır:
1. Şehir olmak,

193
Cemaatin imamına farzın edasından sonra vazife kalmadığından son sünneti olan farzlara göre
son sünneti dahi imam ikametgâhında kılmak üzere mihraptan ayrılabilir. Cemaat tesbih ve duayı
müezzinle yahut yalnızca yaparlar. Eûzü çekerek Âyet-i Kürsî'yi ve onun arkasından Besmeleyle
beraber birer İhlâs ve Muavvezeteyn'i (Felâk ve Nas sûrelerini) okuyup 33 Tesbih, 33 Tahmîd ve 33
Tekbîr'den sonra: «Lâ ilâhe illallah vahdehu lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve
hüve alâ külli şey'in kadîr,» diyerek dua olunur. Âyet-i Kürsî'ye başlarken gerekli olan Eûzü
çekmektir, Besmele değil. Müezzinin «Eûzü billahi mine'ş-şeytanir'r-racîm» demesi bunu
hatırlatmak için iken cemaatin Eûzü'yü terkederek «Bismillahi'r-rahmani'r-rahîm» diye
başlaması dikkatsizliktir.

56
2. Cuma kıldırmak için görevli kimse bulunmak 194 ,
3. Öğle namazı vakti olmak,
4. Namazdan önce hutbe okunmak,
5. Cuma kılınan yer herkese açık bulunmak,
6. Cemaat olmak.
Zâbıtasız veya kanunları yürütmeğe muktedir kadısız köylerde, cuma namazı kıldırmağa
görevli veya izinli kimse bulunmayan yerlerde, öğle vaktinden önce veya sonra, hutbesiz
veya cuma namazı kılman yer herkese açık bulunmaksızın yahut cemaatsiz kılınan Cuma
Namazı sahih değildir. Cemaatin en azı imamdan başka üç erkek olmaktır.
Hutbe
Biri diğerinden kısacık bir oturuşla ayrılan iki hutbe okunur. Her biri hamd ve senayı,
teşehhüd ve salâvâtı içine almış olur. Birinci hutbede va'z ve nasihat edilir. İkinci hutbede
va'z yerine erkek ve kadın müminlere dua olunur.
Hutbe vakit içinde ve namazdan önce olmak, cemaat huzurunda okunmak, onunla
namazın arası bölücü bir işle ayrılmamak lâzımdır. Bunlar hutbenin şartlarıdır.
Şunlar da hutbenin sünnetleridir:
1. Hatîb hutbeden önce minber cihetinde bulunmak,
2. Siyah giyinmiş olmak.
3. Minbere çıktığında 195 okunacak ezanı işitmek için cemaata dönüp oturmak 196 .
4. Huzurunda ezan okunmak.
5. Ezandan sonra Hatîb cemaata karşı ayakta durup hutbenin ikisini de ayakta durarak
okumak.
6. Cemaata karşı durup okumak 197 .
7. Harple alınan beldede hatibin sol elinde bir kılınç bulunup hutbeyi ona dayanarak
okumak.
8. Sulhen fetholunan beldelerde hutbe kılınçsız okunmak,
9. Hutbeye gizlice «Eûzü» çekerek hamd ve sena ile başlamak.
10. Şehadet kelimesini okumak.
11. Salâvât-ı şerife okumak.
12. Va'z ve nasihat etmek.
13. Eûzü-Besmele çekerek âyet okumak,
14. Hutbeyi iki yapmak.
15. İki hutbe arasında üç âyet okuyacak kadardan fazla olmamak üzere oturmak198 .

194
İmâmet ve hitabet müminlerin emirlerinin (başkanlarının) haklarıdır. Onlar tarafından tâyin
edilmiş kimseler bu görevi yapmaktadır.
195
Çıkarken minber kapısında ve çıktığında minberin üstünde dua etmek yoktur. Çıkarken
söyleyeceği ve okuyacağı hutbeyi düşünerek ağır ağır teenniyle çıkmak vardır. İnerken bu yoktur.
Bizim hatîbler bunlardan gafildirler.
196
Bayram hutbesinde ezan olmadığından bu oturuş da yoktur.
197
Eğer cemaata arkasını çevirip Kıbleye karşı durursa mekruh olur. Hutbe duasında da Kıble'ye
dönmek yoktur. Duanın Kıble'si göktür. Bizim hatîbler, dua esnasında cemaattan sebepsiz sapmış
olmalarıyla mekruhta bulunuyorlar ve duanın Kıble'sini de bilmiyorlar demektir.
198
Ne bu oturuşta ne de minbere çıkarken ve ne de çıktıktan sonra dua etmek yoktur. Bunlar bizim
hatîblerin ortaya koydukları şeylerdir.

57
16. İkinci hutbeye de Allah'ı överek ve Peygamber Efendimize tekrar salâvât getirerek
başlamak.
17. İkinci hutbede erkek ve kadın müminlere bağışlanma, iyileşme ve başarıya ulaşma
dileyerek dua etmek.
18. İkinci hutbede birinci hutbeden daha aşağı olarak sesini yükseltmek.
19. Her iki hutbeyi pek uzatmayıp hafif tutmak.
20. Hutbeyi bitirdikten hemen sonra kamet alınmak.
Sünnete aykırı olan hutbe mekruhtur. Hutbe okunurken lâkırdı etmek caiz olmadığı gibi
namaz kılmak da caiz değildir 199 .
Hutbeyi dinlerken namazda oturur gibi oturmak lâzım değildir 200 .
VİTİR
Yatsı kılındıktan sonra kılınır, tek rekâtli müstakil 201 bir namazdır ki, akşam namazı gibi
bir selâm ile üç rekâttan ibarettir. Ondan farkı 202 şudur ki, bunun her rekâtinde Fatiha'ya
sûre veya âyet eklenir. Ve üçüncü rekâtın kıraetinin (Kur'an okumasının) bitiminde
rükûdan önce «Allahu ekber» diye ellerini kaldırır, salı vermeksizin bağlayarak Kunût
okur. Bu Tekbîr ve Kunût vaciptir. Hangisi unutulsa sehiv secdesi edilir. Kunût'un rükûdan
sonra hatırlanması hâlinde yeri değiştirilmez. Kunût' u sehven rükûdan sonra eden kimse
dahi rükûu tekrar etmeyip namazın bitiminde sehiv secdeleri eder.
Kunût, dua demektir. Sünnet olan dua şudur:
(Allahümme innâ nesteînüke ve nestehdike ve nestağfirüke ve netûbu ileyke ve
nü'minü bike ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke'l-hayre küllehû neşkürüke
ve lâ nekfürüke ve nahleu ve netrükü men yefcürük.
Allahümme iyyâke na'büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidu
nercü rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bi'l-küffâri mülhık.)
Anlamı;
«Ey Allahım! Hiç şüphesiz biz ancak senden yardım isteriz, senin bizi doğru yola iletmeni
(hidâyetini) dileriz, senden mağfiret taleb ederiz ve sana tevbe ederiz. Sana iman ederiz,
sana güveniriz, bütün iyiliklerini ve nimetlerini anarak seni överiz, sana şükrederiz,
üzerimizdeki nimetlerinden hiç birini inkâr etmeyiz ve onları senden başkasına da izafe
etmeyiz, senin sevmediğin şeylerin hepsinin boyunduruğunu boynumuzdan çıkarıp atarız
ve senin nimetini inkâr edip fücur işleyeni terkeder, ondan uzaklaşırız.
Ey Allahım! Biz ancak sana ibadet ederiz, namazı ancak sana kılar, secdeyi yalnız sana
ederiz. Bizi sana yaklaştıracak vesilelere koşarız, senin rahmetini umar, azabından
korkarız. Hiç şüphesiz senin gerçek azabın kâfirlere erişmiştir.»
Bu duayı okuyamayan kimse:
(Rabbena âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kına azâbe'n-
nâr), duasını okur yahut üç kere «Allahümmağfîrlî» veya üç kere «Yâ Rabbî» der.
Vitir yalnız başına kılınır. Onda cemaat olmak Ramazan-ı şerife mahsustur. Onu diğer
günlerde uyuduktan sonra gecenin sonunda kalkıp kılmak çok sevimli ve daha faziletli
iken 203 Ramazan-ı şerifte cemaat olarak kılmak gecenin sonunda yalnız başına kılmaktan
daha iyidir.

199
Meğer ki, üzerinden tertib sakıt olmadık (tertib sahibi) kimsenin kaza namazı olsun.
200
Namazda oturur gibi oturup da sonunda iki tarafına selâm vermek büsbütün cehalet eseridir.
201
Müstakil oluşu kaza ve ıskatta açıkça görülür.
202
Bu fark, keyfiyet bakımındandır. Sıfat bakımından da farkları vardır ki, akşam namazı farz, vitir
ise vacip'tir.
203
Müstehap Vakitler bahsine bakınız.

58
Cemaat hâlinde Kur'an okumayı imam açıktan yapar. Kunût'u hem imam ve hem de
imama uyan kimse diğer dualar gibi gizler 204 .
Vitir'in şer'î sıfatı vacip oluşudur.
BAYRAM NAMAZLARI
Bayram namazları da vaciptir. Ve ikişer rekâtten ibarettir. Cuma namazının vücub
şartlarına sahip olanlara vaciptir. Bunun sıhhat şartları bütün namazların sıhhat şartları
olup fazla olarak bunda cumanın sıhhat şartları da muteberdir. Onlardan yalnız hutbe
müstesnadır ki, cuma namazında hutbe sıhhat (sahih olmasının) şartı ve bayram
namazında sünnettir. Cumada namazdan önce ve bayramda namazdan sonradır.
Bayram namazının keyfiyetçe diğer namazlardan farkı bunun her rekâtinde üçer fazla
tekbîr olmasındadır. O tekbîrler vaciptir. Birinci rekâtte kırâetten (Kur'an okumaktan)
önce ve ikinci rekâtta kırâetten sonradır. Eller kaldırılır ve salıverilerek alınır. İlk rekâtta
iftitah tekbîrinin hemen arkasından el bağlanarak «Sübhâneke...» sonuna kadar okunur.
Ondan sonra fazla tekbîrlere başlanarak imamla beraber «Allahu ekber» diye el kaldırılır
ve salınır. (İmamın tekbîri diğer intikal tekbîrlerinde olduğu gibi açıkdan ve cemaatinki
gizli olur). Üç «Sübhanallah» denecek kadar sessizce beklendikten sonra «Allahu ekber»
diye yine el kaldırılır ve salınır. Yukarıda geçtiği gibi biraz beklendikten sonra yine
«Allahu ekber» diye el kaldırılıp artık üç tekbîr tamam olduğu için salıvermeye yer
kalmayarak eller bağlanır. Cemaat sessizce durup imam gizlice Eûzü ve Besmele'den
sonra açıktan Kur'an okumaya başlar. Fatiha okuyup cümleten gizlice «Âmin» denildikten
sonra imam sûre veya âyetler ekler. Ondan sonra intikal tekbiriyle rükû ve secdeler
edilerek ikinci rekâta kalkılır.
İkinci rekâtta imamın Fatiha ve sûre veya âyetler okumasının arkasından «Allahu
ekber» diye el kaldırılır ve salınır. Ondan sonra yine «Allahu ekber» diye eller kaldırılıp
salınır. Üçüncü tekbîr de bu şekilde yapıldıktan sonra intikal tekbîriyle rükûa varılır.
Secdelerden sonra oturulup Tahiyyât, Salâvât ve Dualar okunarak selâm verilir.
Namazdan sonra imam minbere çıkıp oturmayarak hutbe eder. Ve cuma hutbesindeki
hamd ve sena yerine:
«Allahu ekber, Allahu ekber. La ilahe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve
lillahi'l-hamd,» der.
Cemaat da beraberce bu tekbîri alır. Hatib, hutbeyi cumada olduğu gibi iki yapıp aralarını
kısa bir oturuşla ayırır.
Bayram namazına gidilirken Ramazan Bayramı'nda gizli olarak ve Kurban Bayramı'nda
açıktan yollarda tekbîr alınır. Ve camie varıldığında da her iki bayramda açıktan ve hep
birlikte namaz vaktine kadar tekbîrler alınır. Bayram namazlarının vakti ilk günü güneş
doğduktan ve kerahet vakti çıktıktan sonradır.
Bayram namazının birinci rekâtında imama tekbîrlerden sonra uymuş bulunan kimse,
iftitah tekbîrinden sonra «Sübhâneke...» okumayarak fazla tekbîrleri yapar. Eğer birinci
rekâtın rükûunda yetişmiş ve ayakta iken imama uyup iftitah tekbîrini alarak rükûa
varmışsa rükû tesbihlerine karşılık el kaldırmayarak fazla tekbîrleri rükûda yapar.
Yetiştiremezse tekbîrler onun üzerinden düşmüş olur. İmama bayram namazının ikinci
rekâtında yetişen kimse imamın selâmından sonra birinci rekâtı kazaya kalkıp fazla
tekbîrleri kırâetten (Kur'an okumaktan) sonraya bırakır.
(Teşrik tekbîri bahsi Namaz Sonu Duaları faslına bırakılmıştır. Bayram namazlarının geri
kalan hükümleri için Asl'a başvurulsun.)
Cuma ve Bayram namazlarında cemaat şart kılınmış olduğundan cemaata son oturuşta
da yetişemeyen kimse bunları yalnız başına kılamaz. Cuma günü öğle vaktinde cemaat
cuma namazına mahsus olduğundan o gün öğle namazında cemaat da olamaz. Cumayı

204
İmamın tekbirleri açıktan almasının namazın sünnetlerinden olduğu malûm olmuştur.

59
kılamayan kimse öğleyi yalnız başına kılar. Bayram namazına yetişemeyen için onun
yerini tutacak başka bir namaz yoktur. Bunlar kaza da olunmaz.
GEÇMİŞ NAMAZLARIN KAZASI
Beş vakit namazın, edası farz olduğu gibi kazası da farzdır 205 . Vaktinde kılmağa eda,
vaktinden sonra kılmağa kaza denir. Eda nasıl tertipli (sıralı) ise kaza da tertipli olur.
Geçmiş namaza fâite ve vakit namazına vaktiye denilip bunlar arasındaki tertibe dahi
riayet etmek gerekir. Namazların tertibine riayet üzre olan kimseye Tertip Sahibi denir.
Tertip sahibi olan kimse, meselâ sabah namazım uyku ile geçirdiği gün onu kaza etmeden
öğleyi eda edemez. Meğer ki, geçirdiği namaz hatırından çıkmış veya vakit daralarak hem
geçmiş namazı hem de vakit namazını kılmağa yeterli olmamış yahut vaktiyelere devam
ile üzerinden beş namaz vakti geçerek kendisi tertip sahibi olmaktan çıkmış olsun...
Uyulması gereken tertip bu üç halde düşmüş ve kılınan namaz sahih olmuş olur.
Tertip düştükten sonra kaza için belirli vakit kalmaz ve güneşin doğuşu, tam tepede
bulunuşu ve batışı zamanlarından başka kerahet vakti de olmaz. Sabah ve ikindi
namazlarından sonra dahi kaza kılınır.
Geçmiş namazları çok olan kimse için onları belirterek kaza etmekte kolaylık: Vaktine
yetişip kılamadığı (meselâ) «İlk öğleyi» yahut «Son öğleyi» diye niyet etmektir ki, her
kılışta ilk yahut son kalanı kaza etmiş, böylece belirleme hâsıl olmuş olur.
Kaza, cumadan gayri, beş vaktin farzları ile vitir namazına mahsustur. Nafile namazlar
nevinden olan vakit namazlarının sünnetleri vaktinden sonra kaza olunmaz. Yalnız sabah
namazının sünneti o günün gün yarısından (güneşin tam tepede bulunmasından) sonraya
kalmamış olmak şartiyle kaza olunabilir.
Biz beş vaktin edâsiyle mükellefiz. Bir namazı özürsüz olarak vaktinden sonraya bırakmak
büyük bir günahtır ki, kaza ile silinmez 206 . Kaza terk günahını giderir, geri bırakma
günahını gidermez 207 .
Geçmiş namazların kazası ile uğraşmak nafileler kılmaktan daha iyi ve daha önemlidir.
Nafilelerin revâtib (vakit namazlarının sünnetleri) kısmı bundan müstesnadır. Namazın
Iskatı, Hastanın Namazı bahsinde açıklanmıştır.
NAFİLELER (YAZILMIŞ (FARZ) OLMAYAN NAMAZLAR)
Yazılmış Namazlar adını vitir'e de şâmil kıldığımız için yazılmış olmayan deyiminden farz
ve vacib olmayan namaz anlamını kasdedeceğiz ki, onlar da Nafileler'dir 208 .
Nafileler: İki nevidir. Bir nevi Revâtib ve diğer nevi Reğâib'dir.
Revâtib: Beş vaktin sünnetlerinden ibarettir ki, farzlardan önce veya sonra yahut hem
önce ve hem sonra kılınmakta olan namazlardır.
Sabah namazından önce iki, öğle namazından önce dört ve sonra iki, cuma namazından
önce dört ve sonra yine dört, ikindi namazından önce dört, akşam namazından sonra
iki, yatsı namazından önce dört ve sonra iki rekât sünnet vardır.
Bunlardan sabah, öğle, cuma ve akşam namazlarının sünnetleriyle yatsı namazının son
sünneti müekkeddir ki, eda vaktinin geniş (müsait) olması hâlinde terk olunamaz.
İkindinin sünneti ile yatsının son sünneti müekked değildir ki, zaman zaman terk
olunabilir. Bunlara Mendûb Sünnetler denir. Mümine dinin kıymetli elbise armağanlarıdır
kat kat vacibler, sünnetler ve mendûblar.

205
Vacibin kazası da vacib ve sünnetinki sünnettir. Sahih vakitte başlanan nafilenin dahi
tamamlanması ve kesilmiş veya bozulmuş ise kazası vacibdir.
206
Meğer ki, bir daha bırakmamak üzere tevbe etmiş yahut hacc-ı mebrûr (kabul edilmiş hac)
eylemiş olsun.
207
Geri bırakma günahını istiğfar giderir.
208
Nâfile'ye -ki tatavvu namazıdır- sübhâ dahi denir.

60
Öğlenin ve yatsının son sünnetlerini dörder rekât olarak kılmak da mendûb
sünnetlerdendir. Dört rekâtli müekked sünnetlerin birinci oturuşunda namaz kılan kimse
yalnız «Et-Tahiyyatu...»yu okuyarak ikinci rekâta kalkar. Ve onda «Sübhâneke...»yi
okumaz.
Dört rekâtli mendûblar böyle olmayıp onların birinci oturuşunda namaz kılan kimse,
Tahiyyat'tan sonra Salâvât ve üçüncü rekâta kalkışında Sübhâneke'yi okur.
Cami ve mescitlerin yapılması cemaat hâlinde farzların kılınması için olduğundan
sünnetlerde asıl olan onları evlerde kılmaktır. Âdet olduğu veçhile camilerde kılındığına
göre mescide giren kimse sabah namazının sünnetini kılmadıkça farza (durulmuş bile
olsa) durmaz 209 . Diğer sünnetler böyle olmayıp onlarda Farza Yetişme bahsinde
açıklanan usûle uygun hareket edilir.
Farzdan önce sünnet kılmak vaktin genişliğine bağlıdır: Vakit ancak farza yetiyorsa
namazın kazaya, kalmaması için farz ile yetinmek gerekir. Cemaatı kaçırma korkusu
varsa, sünnet, yerine göre ya terk olunur veya sonraya bırakılır 210 . Gerek ilk ve gerek son
sünnet olsun, farz ile sünnet arasında söz söylemek, iş görmek veya sünnetleri özürsüz
oturarak kılmak bunların sevabını eksiltir.
Farz namazın ardından sünnet yoksa, selâm duasının hemen arkasından Eûzü - Besmele
çekilerek Âyetü'l-Kürsî, Besmeleyle beraber İhlâs ve Muavezeteyn (Felâk ve Nâs) sûreleri
okunur. Daha sonra 33 Sübhânallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahu ekber denilerek
yapılan tesbihattan sonra:
«La ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve
âlâ külli şey'in kadîr», gibi zikirlerden sonra dua edilir. Namaz cemaatle kılınıp, zikir ve
dualar sırasında imam kalkıp gitmemişse cemaate dönük bulunur.
Eğer son sünnet varsa:
«Allahümme ente's-selâmü ve minke's-selâm. Tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-
ikrâm» dan ibaret selâm duasının hemen arkasından son sünnete kalkılır. Farzların
arkasından okuyacağı virdi varsa, dua gibi o da sonraya kalır. Onu duadan sonra yoluna
giderken bile okuyabilir.
Okunacak şeylerin en önemlisi; sabah ve akşam namazlarından sonra onar kere:
«La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l-mülkû ve lehü'l-hamdü yuhyî ve
yümit. Ve hüve âlâ külli şey'in kadîr», demektir.
Cuma namazından sonra da; 7 İhlâs sûresi, 7 Felâk sûresi, 7 Nâs sûresi, 7 Fatiha sûresi
okumaktır.
Teşrik günlerinde (arefesiyle birlikte Kurban Bayramı günlerinde) farzların arkasından
Teşrik tekbîri almak her namaz kılan kimseye 211 vacip olduğundan, bunlar geri
bırakılmaz. Arefe günü - ki Zilhicce'nin dokuzuncu günüdür - sabah namazından
başlayarak beşinci günü - ki Zilhicce'nin on üçüncü ve Kurban Bayramı'nın dördüncü
günüdür - ikindi namazına değin her farzın arkasından bir kere:
«Allahu ekber, Allahu ekber. La ilahe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve
lillâhi'l-hamd», denir.
Vacip olan bu tekbiri erkekler yüksek sesle, kadınlar ise sessizce okurlar.
Regâib
Revâtib dışındaki nafilelerdir: Kuşluk, Teheccüd (gece namazı), Evvâbin (akşamla yatsı
arası kılınan namaz), Tahiyyetü'l-Mescid (camiye hürmet) ve Tesbih namazları gibi.

209
Meğer ki, imamı Tahiyyatta bularak cemaati kaçırma korkusunda olsun.
210
Terke sabah ve ikindi sünnetleri, sonraya bırakmaya ise öğle ve yatsı sünnetleri maruz kalır.
211
Bu hususta yalnız başına kalan, imama uyan, imam, mukim, misafir, şehirli, köylü, keza erkek
ve kadın eşittir. Hamevî'nin dediğine göre, köleler hariç.

61
Mekruh vakitler müstesna olmak üzere, gece ve gündüz istenildiği kadar nafile kılınabilir.
İki veya dört rekâtta bir selâm verilir: Gece nafilelerinde, iki rekâtta bir; gündüz
nafilelerinde ise, dört rekâtta bir selâm verilmesi sevap bakımından daha üstündür.
Gecenin - özellikle son üçte birinin - nafileleri gündüz nafilelerinden daha faziletlidir.
Teravih
Vakit sünnetlerinden başka, nafile namazların en faziletlisi, gece nafilelerinden olan
Ramazan-ı şerife mahsus müekked sünnettir. Sevap cihetinden olduğu gibi, rekât sayısı
bakımından da gece nafilelerinden fazladır ki, Teheccüd namazının rekât sayısı on ikiyi
geçmediği hâlde, Teravihin rekât sayısı yirmidir. Yatsı namazı kılındıktan sonra, vitirden
önce kılınır. Bunda cemaat olmak da kifâye üzere 212 müekked sünnettir. On selâm verilir
ve beş terviha (dinlenme oturuşu) yapılır. Yâni her iki rekâtta bir selâm verilip, her dört
rekâtta bir o kadar dinlenilir. Besinci tervihadan sonra vitir kılınır 213 .
Teravih, erkek ve kadın için vaktin, yâni Ramazan-ı şerifin sünnetidir. Orucun sünneti
değildir. Bundan dolayı, Ramazan günü, gündüzün sonunda buluğa erene, ihtida edene,
hayız veya nifastan temizlenmiş bulunan kadına o gecenin teravihi sünnet olduğu gibi;
Ramazan-ı şerife erip de oruç tutamayan hastaya, yolcuya da imkân bulduğunda teravih
kılmak sünnet olur.
Vakti geçirilen teravihin kazası yoktur.
HASTA VE YOLCUNUN NAMAZI
Hastalık ve yolculuk, meşakkatli olduğu için bedenî ibadetlerden olan namaz ve oruçta
hafifletici sebep olmuştur. Tâat, tâkata göre (ibâdet kişinin gücü nisbetince) olacağından
hastanın namazı kendi kudretiyle ölçülü olup, hastalığın şiddetlenmesi ve artması
nisbetinde namazın kılınma şeklinde bazı değişiklikler olur: Namazı ayakta durarak
kılamayan hasta, oturarak kılar 214 . Oturuşta asıl olan, tahiyyâtta oturur gibi oturup el
bağlamaktır. Kendince nasıl mümkünse öyle de oturabilir. Oturarak da kılmaktan, yâni
rükû ve secde etmekten âciz ise; imkân ölçüsünde durarak veya oturarak; bunlardan da
âciz okluğu takdirde yatarak imâ eder. İmâ baş eğmekle olur 215 . Secde için olan îmâ,
rükû için olan imâdan aşağıca olur. Secdeden âciz olan hastanın önüne yastık koymak
lâzım değildir. Hasta imâ ile de farz namazları kılmağa muktedir olamadığı takdirde aklı
başında olduğu hâlde geçirdiği namazları, beşten fazla değilse, sağlığına kavuştuktan
sonra kaza eder. Yaşamazsa, iskat etmeleri için veresesine vasiyet eder.
İskat-ı Salât (ölünün namaz borcunun düşürülmesi) Günlük altı namazdan 216 her biri
için bir fıtır sadakası (fitre) miktarı sadaka vermektir ki, ölünün malının üçte birinden
olur. Yetişmezse devir yapılır.
***
Tabii bir yürüyüşle on sekiz saatlik ve daha fazla yol gitmek niyetiyle ikametgâhının
bulunduğu beldenin mamur yerlerinden ayrılan kimse misafir (yolcu) olur. Yolcu,
bineğinden inmiş ve emin bir hâlde durmuş olmadıkça sünnet kılamadığı gibi, farzların da
dört rekâtli olanlarını iki kılar ki, buna kasr (kısaltma) denir. Misafirin (yolcunun)
karşıtına mukîm ve kasrın (kısaltmanın) karşıtına itmâm (tamamlama) denir 217 . Kasrın

212
Yâni: Topluluk hâlinde bulunulduğunda içlerinden biri teravih kılan cemaate katılmakla
diğerlerinden cemaate katılma sünnetinin yükümlülüğü kalkmış olur.
213
Teravih duası, hatîblerin minbere çıkarken ve hutbe basamağında kıbleye yönelerek ve iki hutbe
arasında cemaata dönüp oturduklarında ettikleri dualar gibi sonradan ortaya konmuş şeylerdendir.
214
Farz ve vacip namazlarda kudreti yeten kimseye göre ayakta durmanın terki caiz değildir.
Nafileler oturarak da kılınabilir. Fakat sevabı yarım olur.
215
Göz ve kaş işareti yahut kalb niyeti ile imâ hâsıl olmaz.
216
Çünkü vitir de müstakil bir namazdır.
217
Yolculuğun karşıtına ikamet ve hazar denildiği gibi ikametin (bir yerde yerleşik olarak
oturmanın) karşıtına za'n ve rıhlet (göç etmek) dahi denilir.

62
sünnetlere, vitire ve iki veya üç rekâtli farzlara etkisi yoktur. Dört rekâtli farzlara etkisi
azimet yoluyladır ki, onların tamamlanması caiz değildir. Unutarak itmama sehiv secdeleri
ve bilerek itmama tahrimî kerahet taallûk eder. Bu da birinci oturuşun yapılmış olması
halindedir. Eğer yapılmamışsa, namaz, farz olarak sahih olmayıp nafile yerine geçer.
Yolcu olanlar, dört rekâtli farzları yalnız başlarına kıldıklarında, iki rekâta kısalttıkları gibi,
cemaat hâlinde de kısaltırlar. Yolculuk esnasında, uğradıkları beldenin camiinde, mukîm
olan imama uyarak namaz kılarken imamla beraber dört rekâta tamamlarlar.
Mukîm olanın, yolcu olana uyması hâlinde, yolcu olan imam namazı kısaltır, mukîm olan
muktedi ise tamamlar. Hangi namaz olursa olsun, eda edilirken bu şekilde misafirin
mukîme; mukîmin de misafire uyması sahihtir.
Dört rekâtli farzın kazasında, mukîmin misafire uyması sahih ise de, misafirin mukîme
uyması sahih değildir. İmama uymanın şartlarının beşincisine bakınız.
Kazada değişiklik olmaz: Yolculuk esnasında kaçırılan dört rekâtli namazlar da yolculuğun
bitiminde ikişer rekât olarak kaza edilir.
Yolculuk dışında kaçırılan dört rekâtli namazlar, yolculuk esnasında kaza edildiği takdirde
kısaltılmaz, dörder rekât olarak kılınır.
Ruhsat (kolaylık) yolculuğun kendisine ve hastalığın sıkıntısına bağlı olduğundan, sıhhat
hâli ile hastalık hâlinin edası gibi kazası da birbirinden farklı olur 218 .
***
Nafile namazı ayakta durmaya muktedir iken oturarak kılmak ve ayakta durarak başladığı
nafileyi oturarak tamamlamak ve bunun aksi kerâhetsiz caizdir.
Şu kadar ki, ayakta durmaya muktedir olanın özürsüz ayakta durmayı terketmesinden
dolayı sevabı azalır. Farz ve vacip namazlarda özürsüz kıyamı (ayakta durmayı)
terketmek caiz değildir. Şehir dışında olmak şartıyla * nafile namazı hayvan üzerinde
kılmak da caizdir. Kıbleye dönük olmak, rükû ve secde etmek lâzım değildir. İmâ, ile
kılınır. Farz ve vacip namazı, zaruret olmadıkça binek ve mahmel (develer üzerindeki
odacık) üzerinde kılmak caiz olmaz. Zaruret hâlinde hayvanı durdurmak mümkün olursa,
binici, kıbleye dönük olarak durup imâ eder. Mümkün olmazsa hayvanın dönmüş olduğu
yöne - isterse kıble arkada kalsın - imâ ederek kılar. Süvariler cemaat olarak namaz
kılamazlar. (İmama uymanın sıhhat şartlarına bakınız.)
Gemide Namaz
Gemide namaz karadaki namaz gibidir. Yalnız başına ve cemaat hâlinde 219 kılınır. Ayakta
durulamazsa oturulur, rükû ve secde yapılır. Gemide yatalak hasta olmadıkça, imâ caiz
olmadığı gibi, Kıble'ye dönmeyi terketmek de caiz olmaz. Namaza girişte Kıble'ye yönelip,
gemi döndükçe, başka yönlerden gücü yeterse Kıble'ye döner.
Kâbe'de Namaz
Kâbe'nin - ki Beyt-i Muazzam'dır - içinde namaz kılmak caiz olduğu gibi, üstünde de
kılmak caizdir. Fakat namaz kılmak için Beyt-i Muazzam'ın üstüne çıkmak edebe aykırıdır.
Kâbe'nin gerek içinde ve gerek üstünde her taraf kıbledir. Yalnız başına veya cemaat
olarak her nasıl durulursa durulsun, Kıble'ye dönülmüş olur. Cemaat olma durumunda,

Nitekim Allahu Teâlâ buyurur: «... Testehiffunehâ yevme za'niküm ve yevme ikametiküm
(Allah size göç gününüzde ve ikamet gününüzde kolayca kullanacağınız hafif evler yaptı)...» (Nahl:
80).
218
Yâni: Namazların sağlık ve hastalık hâllerinde eda şekli değişik olduğu gibi kaza şekli de değişir:
Bir kimse hasta değilken kaçırdığı namazları hastalık hâlinde kaza etmek isterse hastalık hâlinde
namaz nasıl kılınırsa o şekilde kaza eder.
*
İmam Ebû Yûsuf, bunu şart koşmamıştır.
219
İmama Uymanın Sıhhat Şartlarının on ikincisini (imamın bir gemide, imama uyanın ona bitişik
başka bir gemide olmaması şartını) unutmayınız,

63
imama uyan kimsenin yeri neresi olursa olsun, arkası imamın yüzüne gelmemek şartıyla
imama uyması sıhhat bulur 220 . Kâbe'nin içinde bulunan imama, Kâbe'nin kendisine
yönelmek ve imamın intikal tekbîrlerini duymak şartıyla dışarıdan uymak da sahihtir.
CENAZE NAMAZI
Cenaze namazı farz-ı kifâyedir. Ölü için dua mahiyetinde olup sevabı ziyadedir. Vaktin
farzı için cemaat namaza başladığında, şayet farz namazlar dışında herhangi bir namaza
durulmuş ise, onu iki rekâta tamamlamadan kesmemek gerekir. Teşkil edilen cemaat
cenaze namazı için olursa bu müstesnadır ki, onun kaçırılmasından korkulduğu takdirde,
namaz kılan kimse başladığı nafileyi (sünneti) dahi hemen keserek cenaze namazında
imama uyar. Çünkü, cenaze namazının yerine geçecek herhangi bir kaza yoktur. Kestiği
nafilenin ise sonradan kazası vardır. Bu suretle cenaze namazı sevabını da kazanmış olur.
Cenaze namazında cemaat şart değildir: Müslüman ölünün yanında bulunan mükellef bir
kişiden ibaret olursa, yıkanması ve kefenlenmesi gibi onun namazı da o mükellefe farz-ı
ayn olur.
Cemaat hâlinde kılındığı takdirde, imamda imamlık şartlarının bulunması gerekir 221 . Bu
hususta ölü sahibi imamete daha lâyıktır 222 .
Cenaze namazının şartları, diğer namazlarda şart olan tahâret, avret yerlerini örtme,
Kıble'ye yönelme ve niyetten başka altıdır:
1. Ölünün müslüman olması.
2. Ölünün temiz ve avret yerlerinin örtülü olması.
3. Ölünün tamamının yahut bedeninin büyük bir kısmının veya hiç olmazsa başı ile
beraber vücudunun yarısının mevcut olması.
4. Ölünün cemaatin önünde hazır olması.
5. Cenaze namazı kılan kimsenin, özürsüz bir bineğe binmiş veya oturur hâlde olmaması.
6. Cenazenin yere konulmuş bulunması.
Ölünün tahâreti, abdestsizlikten ve pislikten temiz olmasıdır. Yıkanmadan kılınan namaz
iade olunur (yeniden kılınır). Cenaze namazının vakti, üç mekruh vaktin gayrisidir.
Cenaze namazının rükünleri: Tekbirler ve kıyam (ayakta durma) dır. Onda rükû,
sücud, kıraat (Kur' an okuma) ve ka'de (oturuş) yoktur. Dua da rükünlerden değil
sünnettir. Tekbîrler dörttür 223 .
Birinci rekâtta el kaldırılıp bağlandıktan sonra (... ve celle senâüke... ilaveli)
«Sübhâneke...» okunur. İkincisinde el kaldırmadan, salâvat ve üçüncüsünde dualar
okunup, dördüncüsünde selâm verilir. Bunlarda cemaatin imamdan farkı yoktur.
Tekbîrlerde cemaat imama uymuş bulunur. Selâm vaciptir. Bu selâmda cemaatle beraber
ölü üzerine niyet olunur. Cemaat imamı da hatırlar. Cenaze namazının keyfiyeti, bundan
ve sünnetlerinden bilinir.
Sünnetleri dörttür:
1. İmamın ölünün göğsü hizasında durması.

220
Arkası imamın yüzüne gelmek onun önüne geçmek demek olduğundan imama uymaya engeldir.
Yüzyüze gelmekte kerahet vardır.
221
Erkek bulunmaması durumunda kadınlardan birinin safın ortasında durup imam olarak cemaat
teşkil etmelerinde bile bu hususta kerahet yoktur. Nitekim imamlık bahsinde zikrolunmuştur.
222
Velâyet-i âmme sahibi (vali, kaymakam, nahiye müdürü, köy muhtarı gibi zâtlar) hazır ise ölü
sahipleri onu kendilerine üstün tutarak imamlığa geçirirler. Mahalle imamının ölü sahibine üstün
tutulması daha faziletli olması şartiyledir.
223
Her biri bir rekât yerine geçer. Birincisi hem şart ve hem rükündür. Çünkü başlamak ona
bağlıdır. Diğerleri kıyam (ayakta durma) gibi sırf rükündür.

64
2. İlk tekbîrin hemen arkasından:
«Sübhanekellahümme ve bihamdike ve tebârekesmüke ve teâlâ ceddüke ve
celle senâüke ve la ilâhe gayrük», denilmesi.
3. ikinci tekbîrin hemen arkasından:
«Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Kemâ salleyte alâ İbrâhlme ve alâ âli İbrahim. İnneke Hamîdün Mecîd.
Allahümme bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Kemâ bârekte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrahim. İnneke Hamîdün Mecîd»,
denilmesi.
4. Üçüncü tekbîrin hemen arkasından, ölü ve bütün müslümanlar için dua okumak.
Okunacak dua şudur (bunlardan biri, ikisi veya hepsi):
«Allahümmağfir li-hayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve gâibinâ ve zekerinâ ve
ünsânâ ve sağîrinâ ve kebîrinâ.»
«Allahümme men ahyeytehu minnâ feahyihi ale'l-islâmi ve men teveffeytehu
minnâ feteveffehu alel-imân.»
«Allahümme in kâne muhsinen 224 fezid fî ihsânihi ve in kâne musîen fetecâvez
an seyyiâtihi. Allahümme lâ tuharrimnâ ecrehu ve la teftinâ ba'dehu.» 225 .
Bunları okuyamayan:
«Allahümmağfirlî ve lehu ve lilmü'minine ve'l-mü'minât = Allahım, beni, onu, erkek
müminlerle kadın müminleri bağışla!» der.
İlk tekbîrden başkasında el kaldırılmaz ve dördüncü tekbîrden sonra dua edilmez.
Tekbîrleri imam açıktan söyler.
Cenaze namazına sonradan gelip imama iki tekbîr arasında yetişen kimse, namaza
hemen katılmayıp imamın tekbirini bekler.
İmamın ilk tekbîrinde orada bulunduğu hâlde katılmakta gecikmiş olan kimse, imamın
ikinci tekbirini beklemeyerek ona uyar ve tekbîrini alır.
Dördüncü tekbîrden sonra gelen kimse, cenaze namazına yetişememiş olur.
***

224
Ölü kadınsa (zamirler müennese çevrilerek):
«Allahümme in kânet muhsineten fezid fî ihsânihâ ve in kânet müsfen fetecâvez an
seyyiâtihâ.»
Küçük çocuğun cenaze namazında, «Allahümme in kânet muhsinen... vs.» yerine:
«Allahümmec'alhu faraten vec'alhu lenâ ecren ve zahren vec'alhu lenâ şâfian müşeffean -
Allahım, onu bize ikram kıl, onu bize ecir ve zahire eyle, onu bize şefaatçi ve şefaatini kabul eyle,»
denir.
Küçük, kız çocuğu ise zamirler müennes olur.
225
Duaların en güzeli hadîslerde gelen bu duaları okumaktır. Duanın üç parçası ayrı ayrı rivayetlerle
gelmiştir. Bu rivayetleri hep birleştirerek okumak en güzelidir.
Duanın anlamı:
«Allahım, bağışla bizi, dirimizi ve ölümüzü, burada bulunanımızı ve bulunmayanımızı, erkeğimizi ve
kadınımızı, küçüğümüzü ve büyüğümüzü.»
«Allahım, bizden yaşattıklarını İslâm üzere yaşat, öldürdüklerini iman üzere öldür.»
«Allahım, eğer bu ölü iyilik yapan bir kimseyse ona iyiliğini arttır, eğer kötülük işlemişse onun
kötülüklerinden vazgeç. Allahım, onun ecrinden bizi mahrum eyleme ve ondan sonra bizi fitneye
uğratma.»
Birinci cümlede geçen «Küçüğümüzü ve büyüğümüzü» sözünden maksat, günahlarımızdan
küçük olanları ve onların büyüklerini demektir. - Asıl'-dan. -

65
Cenaze namazında, namazın başına yetişemeyen kimse, imamın selâmından sonra,
cenaze hemen kaldırılmamışsa dualar ile beraber, kaldırılmışsa yalnız tekbîrler ile namazı
tamamlar.
***
Doğan çocuk, ölü doğmuş olmadıkça ölümü, doğuşundan hemen sonra bile olsa isim
verilerek yıkanır. Ve bir kefene sarılıp namazı kılınır. Düşüğe ve ölü doğan çocuğa namaz
kılınmaz. İsim verilerek yıkanır ve bir beze sarılarak gömülür.
İntihar edenin, recmen (taşlanarak) veya kısâsen (haksız yere adam öldürdüğünden
dolayı) idam olunanın da yıkanıp kefenlenerek namazı kılınır. Mürted (dinden çıkmış)
olarak öldürülen kimse yıkama ve kefenleme olmaksızın, namazı da kılınmayarak bir
çukura gömülür. Yol kesen şakilerin çarpışma sırasında öldürülmüş olanlarına da namaz
kılınmaz. Tutulduktan sonra öldürülenleri kısâsen öldürülen gibidir. Ana - babasından
birini bilerek: isteyerek ve haksız olarak öldürenin, haksız yere silâh çektiğinden dolayı
karşılık olarak öldürülenin ve asabiyyet maktulünün namazı kılınmaz.
Ölümü gerçekleşen cenazenin yıkama, kefenleme ve gömülmesinde acele etmek
müstehap olduğundan, cuma sabahı hazırlanan cenazenin namazını, cemaatın çok olması
için cuma namazından sonraya bırakmak mekruhtur.
***
Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar.
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı bozan şeyler şöyle sıralanır:
1. Namazda konuşmak.
Gerek bilerek, gerek sehven 226 veya hatâen 227 yahut namazı bozucu olduğu bilinmeyerek
veyahut uyaklarken konuşulmuş bulunsun.
2. İnsanların konuşmasına benzer dua 228 .
3. Birine selâm vermek veya «Merhaba!» demek.
4. Verilen selâmı dille almak.
5. El sıkışmak.
6. Amel-i kesîr'de 229 bulunmak.
7. Kıble'den çevrilmek.
8. Bir şey yemek.
Ağzın dışından alındığına göre yenen şey susam tanesi kadar da olsa bozucudur. Ağzın
içinden, meselâ diş arasında kalandan olduğuna göre nohut tanesi kadar olmadıkça veya
çiğnenmedikçe bozucu değildir. Çiğnenerek yutulan şey, ağzın içinden ve susam tanesi
kadar da olsa namazı bozucudur. Ağızda bir şeyi çiğnemek ve gevelemek namaza aykırı

226
Sehiv: Nisyân manasınadır ki, namazda olduğunu unutarak demektir.
227
Hatâ: Yanılmak demektir. Meselâ: «Yâ eyyühe'n-nâs» âyetini okuyacak yerde «Yâ filân»
demek gibi.
228
Meselâ: «Allahım, beni şöyle giydir; Allahım, beni şöyle doyur; Allahım, filânca kadını bana nasib
eyle,» anlamına gelen dualar veya aksırana «yerhamük'allah» demek gibi.
229
Amel-i kesîr: Çok amel (hareket) demektir. Az amel namazı bozmaz. Amelin azını çoğundan
ayıran ölçü şudur: Çok amel odur ki, onun failini gören namazda olmadığından şüphe etmez. Eğer
şüphe ederse o amel azdır ve namazı bozucu değildir. Çok amelin başka bir tarifi de şudur: Birbiri
arkasından üç hareket çok, ondan daha azı azdır. Yahut: İki el ile yapılması âdet olan şey bir el ile
de yapılsa çok, bunun aksi azdır. Veyahut: Buna müptelâ olanın kendi görüşüne bırakılmış olup
onun çok gördüğü çok, az gördüğü azdır, denildi.

66
ve onu bozucu olduğu gibi ağzına şeker alıp namaza durmak ve eridikçe yutmak da
namazı bozucudur.
9. Bir şey içmek.
10. Özürsüz tenahnuh etmek 230 .
11. Uf veya tüf diye bir şeyi üflemek veya bezginlik göstermek.
12. İnlemek.
13. Ah, oh demek.
14. Ses çıkararak ağlamak.
Bunlar huşu hâlinden (Allah korkusundan) dolayı olursa namazı bozmaz.
15. Gülmek 231 .
16. Kur'an'dan olan bir şeyi cevap olması kasdiyle okumak.
Meselâ Allah'ın ortağından sual eden kimseye cevap olarak:
-Lâ ilahe illallah (Allah'dan başka ilâh yoktur), demek.
Kötü habere karşılık:
- İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'a aitiz ve hepimiz ona döneceğiz), demek.
Şaşılacak bir habere:
- Sübhânallah! demek.
Bir işi yapmak hususunda kendisinden izin isteyen kimseye:
- Tilke hududullahi fela takrebuhâ (Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayın),
âyetini okuyarak cevap vermek gibi.
17. Teyemmümle namaz kılmakta olan kimsenin suyu görüp kullanmaya gücü yetmesi.
18. Mestlerinin mesh müddetinin namaz içinde sona ermesi.
19. Üzerine mesh edilmiş olan mesti az amel ile de olsa ayağından çıkarmak.
20. Zaruretten ötürü avret yerini örtemeyerek namaz kılmakta olan kimseye avret yerini
örtücü bir şey bulunması.
21. İmâ ile namaz kılmakta iken rükû ve sucuda gücü yeter oluvermek.
22. Kırâetsiz namaz kılmakta olan ümminin, bir âyet öğrenmesi.
23. Tertip sahibi olan kimsenin vaktin namazını kılarken geçirmiş olduğu namazı
hatırlaması.
24. Sabah namazını kılarken güneşin doğması.
25. Bayram namazını kılarken zeval vaktinin girmesi.
26. Cuma namazını kılarken ikindi vaktinin girmesi 232 .
27. Özürlü için özrün ortadan kalkması.
28. Bayılmak
29. Çıldırmak

230
Boğazını hırıldatmak, gırtlağını temizlemek için öksürük yapmak.
231
Gülen gerek uykuda ve gerek buluğa ermemiş bulunsun namaz içinde gülmek namazı
bozucudur. Buluğ ve uyanıklık kayıtları, abdesti bozucu olmak için geçerlidir. Abdesti Bozan
Şeyler'e bakınız.
232
Öğle kılınırken ikindi olmakla öğle namazı bozulmaz.

67
Bayılmak ve çıldırmak aynı zamanda abdesti bozan şeylerdendir. Namazda hades
yapılması da böyledir.
30. Sebk-i hades (abdestin namaz içinde istemeyerek bozulması) şartınca yeniden abdest
aldıktan sonra namazı tamamlamağa engel değilse de abdestin yenilenmesi sırasında
avret yerinin açılması veya söz söyleme veya Kur'an okuma yahut özürsüz gecikme
meydana gelmesi.
31. Namaz kılan kimsenin, imamdan başkasına feth-i kırâet etmesi 233 .
32. Bir namazı kılmakta iken ondan başka bir namaza geçmek maksadiyle tekbîr almak.
33. «Allahü ekber» demekte hemzeyi (Allah kelimesinin A'sını) uzatmak.
34. Ezberinde olmayanı açık mushaftan bakarak okumak.
35. Avret yerinin açılması veya necasetin engel olucu miktarı ile bir rükün eda etmek
(isterse unutularak kılınmış olsun).
36. Yahut o hâlde bir rükün eda edecek kadar zaman geçirmek.
37. İmama uyan kimsenin, bir rükünde imama uymuş olmayarak onu geçmiş olması.
38. Namaz kılan kimsenin, son oturuşta teşehüdden sonra hatırladığı namaz veya tilâvet
secdesini yaptıktan sonra son oturuşu iade etmemesi 234 .
39. Birinci oturuşu, sonuncu sanarak selâm vermek, namazı bozmazsa da 235 mukîm
kendisini misafir yahut kıldığı öğleyi cuma veyahut yatsıyı teravih zanniyle selâm vermesi
namazı kesmek kasdiyle olduğu için namazı bozucudur.
40. Namaz kılan kimseye namazda katılmak suretiyle müştehât (genç kız veya kadın)
aynı hizada durmak 236 .
***
Namazın rükünlerinden olan kırâeti (Kur'an okumayı) eda ve ifade yanlışlık edip mânayı
bozmak da namazı bozan şeylerdendir. Bunun bilmeyerek meydana çıkması durumunda
aranacak şey, değişen kelimenin Kur'an kelimelerinden olup olmamasıdır. Kur'an
kelimelerinden olmayan şey okunmuş olursa namaz bozulur.
Okunan şeyin, Kur'an kelimelerinden olması hâlinde zabt, i'rab ve mânada bozukluk olsa
da namaz bozulmaz. Kırâette atlamak da namazı bozucu değildir.
***
Namaz kılan kimsenin önünden geçilmekle namaz bozulmaz. Geçen kimse namaza ehil ve
kasıtlı ise günahkâr olur 237 . Önüne bakmak namaza engel olmadığından geçen kimse
kadın da olsa namaz kılan kimse onu görmek ve bakışta iştihâ hâsıl olmakla namaz
bozulmaz * .
Mekruh olan geçiş, sahraya ve büyük camiye göre namaz kılan kimsenin secde yerinden
ve küçük mescitlere göre perdesiz mutlak olarak önünden geçmektir.

233
Mekruhların 37. ve 38'incisine bakınız. İmamın kendisine uyanlardan olmayan bir kimsenin
uyarma ve hatırlatmasından alması ve okuması da namazı bozucudur.
(Feth-i kırâet: İmam namazda Kur'an okurken duraklaması halinde imama uyan kimsenin ona
hatırlatmasıdır.)
234
Namazın Farzları'nın 15'incisine bakınız.
235
Sehiv secdelerini gerektirir.
236
Muhâzât (erkekle namazda aynı hizada duran kadın), şartlarıyla beraber asıl'da zikredilmiştir.
Müştehât (iştihâ verici kadın) dahi tarif edilmiştir.
237
Geçeni «Sübhânallah» diye uyarmak ve önlemeğe izin vardır.
*
Helâl olmayan kadına bakmak haram olduğu gibi helâline bakmak da namazda edebin terkine
sebep olduğu için mekruhtur.

68
Namaz kılacak kimsenin, önünden geçilmesi muhtemel olduğu yerde sütre 238 edinmesi
müstehaptır ki, kendisine ya bir sütunu veya bir ağacı yahut diktiği değneği, koyduğu
kamçı, şemsiye veya sandalyeyi siper edinir. Kamçı, değnek ve şemsiye gibi şeyler
uzunluğuna yatırılır. Sütre olmak üzere önüne dikecek veya koyacak bir şey bulamayan
kimse, uzunluğuna bir hat çizer, onu yarım daire şeklinde de yapabilir.
Cemaatle kılınan namazda imamın sütresi imama uyanlar için de sütredir.
Sünnet olan, sütreye yakın durmaktır. Tam karşısına durmayıp, onu sağ yahut sol kaşı
hizasına almaktır.
İhtar - Kâbe'yi tavaf edenler, namaz kılan kimse sayıldığından, tavaf yeri kenarında
namaz kılanların önünde sütreye hacet yoktur. Kâbe'nin içinde ve İbrahim makamında da
namaz kılan kimsenin önünden geçen men olunmaz.
NAMAZIN MEKRUHLARI
Namazda tahrimî (harama yakın) veya tenzihi (helâle yakın) olmak üzere farklı
derecelerde mekruh olan şeyler vardır. Bunlar namazın vaciplerine, sünnetlerine ve
müstehaplarına aykırı gelen şeylerdir ki, başlıcaları aşağıdaki şekilde sıralanır:
1. Namaz kılan kimsenin, önünden geçilmesi muhtemel yerde sütre edinmeyi terketmesi.
2. Elbisesiyle oynamak yahut rüzgârlanmak.
3. Bedeniyle oynamak.
4. Parmak çıtlatmak.
5. Kıyamda sünnet olan el bağlamayı terketmek 239 .
6. Ka'de'de özürsüz bağdaş kurmak yahut çömelmek.
7. Erkeğin kolu sıvalı olarak namaza durması 240 .
8. Etrafa bakınmak.
9. Erkeklerin secdede kollarını yere yatırması.
10. Namaza kıyafetsiz veya başı açık durmak.
11. Elbisesini - kollarını giymeyerek - arkasına alıp namaza durmak.
12. Başına sarığı sarıp tepesini açık bulundurmak.
13. Zaruret olmaksızın bir burgu içine bürünüp durmak.
14. Kırâeti rükû hâlinde tamamlamak.
15. İntikallerde (bir rükünden diğerine geçişlerde) meşru olan zikirleri 241 intikalin
tamamlanmasından sonra yapmak.
16. Secdeye varırken, özürsüz ellerini dizlerinden önce yere getirmek.
17. Kalkarken bunun aksini yapmak.
18. İkinci rekâti birinci rekâtten uzun etmek.
19. Kırâeti tersine çevirip okuduğu sûre veya âyetin üst tarafını okumak.
20. Bilerek âyet geçmek.
21. Bir rekâtte, iki sûre arasını bir veya daha fazla sûre atlayarak birleştirmek.

238
Sütre, siper olarak kullanılan şeydir.
239
İki elin parmaklarını birbirine geçirerek kenetlemek, elleri kalçaya koymak ve elleri aşağıya
salıvermek şekillerine de şâmildir.
240
Kadın hakkında bu hâl namazı bozucudur.
241
Tekbîrlere ve «Semiallahu limen hamîdeh» demeğe de şâmildir.

69
22. Esnemek.
23. Gerinmek.
24. Pek rahatsız olmadan kaşınmak yahut ter silmek.
25. Rükûda ellerini dizlerine getirmemek.
26. Kuûdda (oturuşta) ve celsede (iki secde arası duruşta) ellerini uylukları üzerinde
bulundurmamak.
27. Secdede özürsüz sadece alnını yere getirmek.
28. Rükû veya sücûd tesbihlerini terk veya üçten az etmek.
29. Rükuda başını düz tutmayıp yukarı dikmek yahut aşağı eğmek.
30. Kâbe'nin üstünde, hamamın içinde, kabristanda, necasete 242 yakın yerde, yol
üzerinde ve sahibinin rızası olmayan başkasının toprağında namaza durmak.
31. Küçük abdest sıkıntısında
32. Büyük abdest sıkıntısında
33. Gaz sıkıntısında
34. Çok sevdiği yemek hazır iken.
35. Camide ayakkabısını yahut el çantasını arkada bırakmak 243 ve süslü yahut yazılı
seccadede veya çalgı, oyun yakınında ve zihni meşgul eden yerde namaza durmak.
36. Açığı olan safın arkasında,
37. Sûretli (insan resmi bulunan) yerde,
38. Ayna ve ateşli mangal karşısında ve insan yüzüne doğru kılmak.
39. İmama uyan kimsenin, imama hatırlatmayı çabuk yapması, acele etmesi.
40. İmam yeteri kadar Kur'an okuduktan sonra tutulduğunda rükûa varmayıp imama
uyan kimseyi fethe (hatırlatmaya) mecbur etmesi.
Yâni, bunlar sıkıştırmakta iken.
***
Namazda düşen serpuşunu bir eliyle alıp giymek mekruh değildir. Ve başı açık kalmaktan
daha efdâldir. Sücûdunda alnını yere koymağa engel olan külahını eliyle tutmakta kerahet
yoktur. Cepken giyenlerin kollarını geçirmeyerek, silâh takınanların da silâhlarını
çıkarmayarak 244 namaza durmaları mekruh değildir.
Efdâl olan, namazı, hâil (yaygı) siz yer üzerinde yahut hasır gibi yerden biten şey
üzerinde kılmaktır. Halı ve ipek üzerinde dahi namaz kılınır.
Pîş-ı Hak'da yüzünü yerlere sür
Bende-i dergehi ol, devleti gör.
CENAZELERİN HÜKÜMLERİ
Can verme durumuna gelen hastaya, muhtasar vezninde muhtazar (ölüme hazırlanmış
kimse) denir 245 . Öldükten sonra meyyit adı verilir; çoğulu mevtâ gelir.

242
Necaset nevileri Tahâret Kitabı'nda zikredilmiştir.
243
Bu, haccın sünnetlerinde de zikredilmiştir. Nitekim Bayram sabahı eşyasını Minâ'da bırakmaktan
emin oldukça kendisi orada iken yükünü Mekke'ye göndermek, kalbini meşgul edeceği için mekruh
olur.
244
Belden kılıç kuşananlar kılıçlarını çıkarmalıdır.
245
Sen edersin gerçi dünya bahsini tatvîl bugün,
Bu mutavvel bahsi yârın ihtisar eyler ölüm.

70
Muhtazar, mümkün oldukça, yâni kendisine güçlük olmadıkça kıbleye karşı sağ tarafına
çevrilir. Yanında Tevhid kelimesi okunur; istiğfar olunur. Şöyle denilmesi ikisini de
toplayıcı olur:
«Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilahe illâ hüve'l-hayyu'l-kayyum - O büyük
Allah'dan bağışlanma dilerim ki, O'ndan başka ilâh yoktur, diri ve ebedî bakîdir.»
Yâ-sin-i şerif gibi Ra'd sûresinin okunması da müstehap olur.
Ölümün vukuunda Kur'an okumaya son verilerek çenesi bağlanır.
Gözleri açık kaldıysa yumulur, elleri yanlarına getirilir. Ondan sonra ölü teçhiz olunur.
Ölünün teçhizi, yıkanmasından gömülmesine kadar olan işlerdir ki, kifâye farzlardandır.
Ölü önce yıkanır. Ondan sonra kurulanıp kefenlenir. Sonra namazı kılınarak gömülür.
Erkeği erkek, kadını kadın yıkar. Su bulunmazsa, ölüye teyemmüm verilebildiği gibi,
erkekler içinde ölen kadına onlardan biri; kadınlar içinde ölen erkeğe de onlardan biri
teyemmüm verir.
Sünnete uygun olan kefen: Erkeğe gömlek, izâr ve lifafe'den ibaret üç kat ve kadına bir
de baş ve göğüs örtüşünden ibaret olmak üzere beş kat bezdir.
Erkeğe izâr ve sargıdan ibaret iki kat ve kadına bir ele baş örtüsüyle üç kat bez, kifâye
olan kefen'dir.
Erkek ve kadın, her ne bulunup ona sarılırsa bu da, zaruret olan kefen'dir.
Sünnet olan kefene göre kamis (gömlek), boyun kökünden ayaklara kadar olur. İzâr ile
lifafe (sargı) baştan ayağa olur. ölünün tenine gömlek, onun üzerine izâr ve onun da
üzerine sargı gelir. Hepsinden uzun olan lifafe (sargı) ise baş ve ayak tarafından
düğümlenir.
Kadının sünnet olan kefeninde saçları iki örgü edilerek göğüs üstüne kamis üzerinden
konur. Onun üzerine baş örtüsü yüzüyle beraber örtülür. Daha üstüne izâr gelir. İzârın
üzerinden göğüs örtüsü bağlanıp daha sonra lifafe (sargı) sarılır.
Gömlek -ki ona kamis ve dir' de denir- yensiz, yakasız ve dikişsiz bir gömlektir.
İzâr don ve eteklik, lifafe sargı ve burgu demektir.
«Allahümme teveffenâ müslimen ve elhıkna bissâlihîn - Allahım, bize müslüman
olarak ölmeyi nasip et ve bizi salihler arasına kat.»
Ölü üzerine namaz (Cenaze namazı), «Namazı Bozan Şeyler» den önce zikrolunmuştur.
Ölülerin gömülmesi kabirlere mahsustur. Ölen çocuk dahi olsa kabristana gömülür.
Cenaze götürmek kifâye farzlardan bir ibâdettir. Müsait olan ona hemen girişmelidir.
Ölünün gömülmesi de yıkanması gibi kifâye farzdır. Kabri adam boyu derinliğinde kazılır.
Kabrin içinde ölü, sağ yanı üzerine, kıbleye karşı bulundurulur. Gömüldükten sonra Yâ-
sîn-i şerif, Mülk sûresi, on bir İhlâs ve birer Muavezeteyn (Felâk ve Nas) süreleri okunup
hatm olunur.
Kabir terkedilmiş olmayıp, ziyaret yeri olmak umudundan ötürü Mezar (ziyaret yeri) diye
adlanır. Kabristanı ziyaret, aynı zamanda ibret almağa sebeptir. Cuma günü, kabir
ziyaretleri için günlerin en faziletlisidir.
Ölü gömme ve ziyaret gibi bir ihtiyaç olmadıkça kabri çiğnemek günahtır.
«Gücün yettiği kadar çalış, yeryüzünde yavaş yavaş yürü,
Kulların çürümüş kemikleri üstünde kurula kurula yürüme.»

(Tatvîl ve mutavvel: Uzun, İhtisar eylemek: Kısaltmak demektir.)

71
Kabristanın ağacı kesilmez, yeşilliği yolunmaz. Ziyaretinde oturarak Yâ-sin-i Şerif okunur.
Ayakta durarak on bir İhlas okunmakla da kabir ziyareti hâsıl olur. Sevabı ölülere hediye
olunur.
***
Gemide ölen müslüman, kara uzak olduğu, cenaze durdukça bozulmasından korkulduğu
takdirde, yıkanıp kefenlendikten sonra mümkünse iki tahta arasına sıkıca sarılır 246 .
Namazı kılındıktan sonra kabre konur gibi kıbleye karşı sağ yanı üzere denize bırakılır.
Kara uzak olsa da, ölünün bozulmasından korkulmadığı veya kara yakın olup çıkmak da
mümkün olduğu takdirde cenaze denize atılmaz.
ŞEHİDİN HÜKMÜ
Şehid, «Allah yolunda öldürülmüş olan mü'mindir». Onun dünyevî hükmü, aşağıdaki
şartların bir araya gelmesinde, yıkanmaksızın namazı kılınıp kanıyle gömülmektir.
Genel bir tarifle «Haksız yere öldürülen müslüman» da bu hükümdedir. Şartlar şunlardır
ki: Akıl, bulûğ, büyük hadesten (cünüplükten) temizlik, irtisâs247 olmaması, haksız yere
öldürmenin cihaddan başka zamanda, taammüden - kasden - olması.
Yukarıdaki şartlar gereğince, mecnûn erkek ve kadınlar, sabi kız ve erkekler veya cünüp
iken öldürülenler bu hükümlere tâbi olmayıp, onların namazları yıkandıktan sonra
kılınabilir. Mürtes olan, yâni öldürücü şekilde yaralandıktan sonra konuşma, uyuma, yeme
ve içme gibi hayatî menfaatlerden bir şeyle faydalanmış bulunan ölünün de namazının
yıkandıktan sonra kılınması gerekir. Haksız yere öldürülmüş olmak ile recm, kısas ve
benzeri bir (hak) tan dolayı öldürülmüş olanlar hariç kalmıştır. Cihadın haricinde katili
bilinmeyen maktul de bu kısma girer ki, onun da haklı veya haksız öldürüldüğü bilinmiyor
demektir.
Bunun gibi kısas gerekmeyip diyet gereken çeşitli öldürme şekillerinin maktulleri dahi
taammüden «bilerek ve isteyerek» öldürme kaydıyla bu hükmün dışında kalır. Ateşte
yanmak, suda boğulmak, bir yerden düşüp ölmek, veba hastalığından ölmek gibi başka
birinin maktulü olmayan ölüye de şehidin anılan dünyevî hükmü şâmil değildir.
Kendi nefsini, malını, müslümanlardan veya zimmet ehlinden 248 birini korurken
öldürülmüş olanlar, İslâm mücahidleri gibi haksız yere öldürülenler cümlesindendir ki,
onlar taammüden (bilerek ve isteyerek) öldürülmüş bulunmak şartıyla şehiddirler 249 .
Şehidler yıkanmaksızın üzerlerine namaz kılınır.
Onlar kanlarıyla kefenlenirler ki, kana bulanmış elbiseleri soyulmayıp kürk ve kaput gibi
üzerlerinde kefen olmağa elverişli olmayan fazla elbise varsa silâhı, ayakkabısı, kep ve
benzeri onlar da çıkarılır. Sünnet olan kefenden eksik olanı tamamlanır; fazla olanı
eksiltilir.
Elhamdü lillâhi alettemam, vessalâtu vesselâmü ala seyyidi'l-enam, Allahümme
salli ebeden efdâle salevâtike alâ seyyidinâ Muhammedin abdike ve Nebiyyike

246
Sahil yakınsa böyle yapılır. Müslümanların oturduğu memleket sahilleri uzak veya kâfirlerin
bulunduğu memleket sahilleri yakınsa tahta arasına sarma yerine dibe batması için cenazeye ağır
bir şey bağlanır.
247
İrtisâs: Öldürücü yara ile yaralanıp hemen vefat etmeyerek harbin bitmesinden sonra; ya
tedavi edilmek için başka yere taşındıktan, yemek yemek, su içmek, uyumak, konuşmak veya
alışveriş etmek gibi hayat menfaatlarından bir şeyle faydalanmış olduktan yahut aklı başında olarak
üzerinden bir namaz vakti geçtikten sonra ölmektir.
İrtisâs, yıkanmanın terkine engeldir. İrtisâsın bulunmasıyle ölene mürtes denir. Hazret-i Ömer,
Osman ve Ali (Allah onlardan razı olsun) hep şehid olmuşlarken Ömer ve Ali mürtes olduklarından
yıkandılar, Osman mürtes olmadığı için yıkanmadı.
248
Zımmî (zimmet ehli): İslâm devletinin himayesindeki gayri müslim tebea.
249
Hükmî bakımdan şehidlik mertebesine kavuşanlardan söz etmiyoruz.

72
ve Resûlike Muhammedin ve âlihî ve sellim teslîmen kesîren ve zidhu tesrîfen ve
tekrîmen ve enzilhul münzelel mukarrebe ındeke yevmel kıyameh.

73
MUHTASAR ORUÇ KİTABI
Mehmed Zihni

«Yemeyi içmeyi bırak da,


Allah'ın semavî sofrasına koş!»
Mesnevî

74
ORUÇ KİTABI
Bu bölümde oruçtan, onun kısımlarından ve hükümlerinden bahsedilecektir.
Savm (ki oruçtur): «Belli bir zamanda, belirli bir şekilde, belli şeylerden imsak
eylemekten (kendini tutmaktan) ibaret»tir.
Belirli zaman: Şer'î gündüzdür ki, fecrin doğumundan güneşin batışına kadar olan
süredir.
Belli şekil: Niyetten ibarettir ki, imsakı ibâdet niyetiyle etmektir.
Belli şeyler: Aşağıda açıklanacak olanlar orucu bozan şeylerdir: Bunlar yeme, içme ve
cinsi münasebettir.
İmsak: Bunlardan el çekmektir ki, kendini tutmak denir. Bu hususta onun zıddı ve
mukabili iftar (oruç bozmak) tır.
Orucun Kısımları
Oruç da namaz gibi bedeni ibadettir. Farz olan ve farz olmayan şeklinde ikiye ayrılmıştır.
Savm-ı mektûb, farz olan oruç demektir. Savm-ı gayr-i mektûb ise farz olmayan oruç
demektir ki, vacip ve nafile kısımlarına ayrılır. Nafilenin de sünnet, mendup ve mekruh
kısımları vardır.
Farz Olan Oruç
Ramazan orucudur. Ramazan, kamerî ayların dokuzuncusudur ki, Şaban ile Şevval
arasında olan mübarek aydır. Bazen yirmi dokuz, bazen otuz gündür. O mübarek
günlerde oruçlu olmak, mükellef bulunan her erkek ve kadın müslümana farzdır.
Ramazan orucu eda (vaktinde tutmak) bakımından farz olduğu gibi, kaza (başka
zamanda onu tutmak) bakımından da farzdır. Senenin Ramazan günlerinde özürlü veya
özürsüz eda olunamayan oruçların, oruç tutmak haram veya mekruh olmayan başka
günlerde kaza olunması da farzdır. (Mubah kılan bir özrü olmayarak edayı bozanlar
kefaret ile de yükümlü olurlar. Nitekim ileride daha geniş bilgi verilecektir.)
Ramazan orucunun farz olmasının şartı: İslâm (müslim olmak), akıl ve bulûğdur.
Edasının farz olmasının şartı: Sıhhat (sağlığı elverişli olmak) ve ikamet (yerli olmak,
yolcu olmamak) tır.
Edasının sıhhat şartı: Niyet ve kadınlar için hayz ve nifastan temizliktir. (Orucu bozan
şeyin ona ârız olmaması da şarttır). Niyet, oruçların bütün çeşitlerinde sıhhat şartıdır ve
vaktinde olması muteberdir. Ramazan orucunun eda edilmesi -kaza değil- bakımından
niyetin vakti: Güneşin batmasından sonra başlayarak kuşluk vaktinden öncesine kadar
olan zamandır. Anılan zamanın herhangi bir anında niyet edilse olur. Ramazan orucunun
kazasında niyetin vakti bütün gecedir. Gece: Güneşin batmasından sonra fecrin
doğuşunun hemen öncesine kadardır. Fecrin doğmasından sonraki niyete itibar edilmez.
Niyetsiz ibadet olmaz. Niyet, kalben ibadeti kasdetmektir. Oruç tutmak üzere sahur
yemek de niyettir. Ramazanda sahura kalkılmadığında gündüzün dahi nehâr-ı şer'înin
yarısı kabul edilen kuşluk vaktine değin niyet olunabilir. Ramazan günleri, Ramazan orucu
için şeriat tarafından belirlenmiş olduğundan onu edada (vaktinde tutmakta) niyetle
belirlemek dahi lâzım değildir. Genel olarak oruç niyeti yeterlidir. Diğer günler, Ramazan
orucunun kazası için belirlenmiş olmadığından, onu kazada Ramazan orucunun kazası
olduğunu belirtmek, gündüze bırakmayıp geceden niyetlenmek gerektir.
Ramazan ve Şevvalin Sübûtu
Kamerî aylar, bazen yirmi dokuz ve bazen otuz olmakta, her kamerî ayın başlangıcı, ya o
ayın hilâlini görmek yahut ondan öncekinin günlerini otuza ulaştırmakla tesbit edilir. Hava
açık olursa, hilâlin görülmesi herkes için mümkün olur. Hava bulutlu olup, görüş
gerçekleşemezse, günlerin hesaplanması lâzım geleceğinden, her kamerî ayın başı bilinip
sağlamca belirlenmiş olması lâzım gelir.

75
Ramazan hilâlini görmek mümkün olursa ne âlâ; mümkün olmadığı takdirde, Şaban
günlerini otuza tamamlayıp ertesi gün Ramazan orucu tutulur. Şevval ayı da böyledir ki,
onun hilâlini görüş sabit olursa bayram edilir. Görüş sabit olmazsa. Ramazan otuz gün
tutulur. Bu hususta, yâni ne oruca başlamanın lüzumuna ve ne de orucu bozmanın
lüzumunda hesap ehlinin söz ve görüşlerine itibar olunmaz 250 . Şevval de dahil olmak
üzere, her kamerî ayda ayın görülüşünün isbatı, şehadet nisabına ve sözüne bağlıdır 251 .
Özellikle Ramazan hilâlini görüş, şehadet sözüne ve şehadet nisabına bağlı olmayarak âdil
bir tek kişinin haber vermesiyle de sabit olur.
Bulutlu havada, Şaban ayının yirmi dokuzundan (sebk-i da'va) sonraki gün rüyet sabit
olmuş olmadıkça yevm-i şek (şüpheli gün) dür. O gün Ramazan diye oruç tutulmaz.
Farz Olmayan Oruç
Ramazan orucunun eda ve kazasından başka olan oruçlar, farz olmayan oruçlardır ki, ya
vacip yahut nafilelerdir.
Vacip Oruç
Bu dört nevidir: Kefaret, adak, nafile olarak tutulan oruçtan bozulanın kazası, adanmış
itikâf orucu. Dört - beş nevi kefaret vardır:
1. Zıhar kefareti 252 .
2. İftar (Ramazan orucunu bozma) kefareti 253 .
3. Katil kefareti 254 .
4. Yemin kefareti 255 .
5. İhram cinayeti kefareti 256 .
Bunlarda tutulacak oruçlar, vacip (ve başka bir deyişle amelî farz) olduğu gibi adak orucu
da vaciptir.
Nezir, adamaktır. Adanan oruç - gerek mutlak olarak ve gerek dileğinin olmasına bağlı
olarak adanmış olsun -yerine getirilmesi gereklidir 257 .
Nafile olarak (yâni farz ve vacip olmayarak) tutulan oruç, başlamakla tamamlanması
vacip olur. Bozulması halinde kazası da vacip olan oruçtur.
Ramazan-ı şerifin son on gününde itikâf, kifâye üzere müekked sünnettir, itikâf
adanmakla vacip olur. Ramazan-ı şerifin son on gününden başka günlerde itikâf
nezredilirse itikâf günlerinin orucu da vacip olur.
Nafile Oruç

250
Zamanımızda rasathaneler geliştiği için, bunlara dayanılarak yapılan hesapları kapsayan
takvimlere göre hareket etmekte dince bir sakınca olmaması lâzım gelir.
251
Şehadet nisabı: Erişkin ve akıllı (mükellef) müslüman olup namuslu bir kadına zina iftirasından
ceza görmüş olmayan âdil iki hür erkek veya aynı vasıfta bir hür erkekle iki hür kadındır.
Şehadet sözü: Şehadet ederim ki, diye haber vermektir.
252
Bir kimsenin, karısını anasına benzetmesinden dolayı, kefaret olmak üzere aralıksız iki ay
tutması gereken oruç demektir. Ayrıntıları Münâkehât (Nikâh) Kitabı'mızda açıklanmıştır.
253
Ramazanda oruçlu iken bilerek orucunu bozmaktan dolayı ceza olarak aralıksız iki ay tutulan
oruç. Burada konumuz olan meselelerdendir.
254
Bilmeyerek ve istemeyerek yanlışlıkla adam öldürmek yüzünden aralıksız iki ay tutulan oruçtur.
Katlin çeşitlerinin ve hükümlerinin açıklanması «Cinayetler Kitabı»na aittir.
255
Yeminini bozmaktan dolayı üç gün tutulan oruç; «Münâkehât Kitabı»mızda ve münasebeti
dolayısiyle «Yeminler Kitabı»nda da geçmiştir.
256
Avlanma cezası ve eza fidyesi orucudur ki, «Hacc Kitabı»mızda zikredilmiştir.
257
Dilekten başka şarta bağlı olan adak, yemin demektir. Onun sahibi, adağını yerine getirmekle
yemin kefareti arasında muhayyerdir. Asl'ın Adağın Hükümleri veya Yeminler Kitabı'mıza bakınız.

76
Farz oruç ile vacip oruç dışındaki oruçtur ki, o da sünnet, mendup veya mekruh olur.
Sünnet Oruç
Muharrem ayının hem dokuzuncu ve hem onuncu günleri tutulan oruçtur.
Mendub Oruç
Bunlar (müekked olmayan) sünnet ve müstehap oruçlardır: Biyd günleri 258 , arefe
günü 259 , pazartesi ve perşembe günleri, Şevval ayında tutulan altı gün oruç ve Davûd
Peygamber Aleyhisselâm'ın orucudur 260 .
Mekruh Oruç
Mekruh oruç da iki nevidir: Biri tenzihen, diğeri tahrimen mekruhtur.
Tenzihen mekruh oruçlar; Muharremin yalnız onuncu günü, yalnız cuma, yalnız
cumartesi ve bilhassa Nevruz ve Mihrican günleri tutulan oruçlardır. Farz veya farz
dışında tutulan oruçta, güneş battıktan sonra iftar etmeyip, bir günün orucunu ertesi
güne ulamak; aşağıda zikredilen yasaklanmış günlerden başkasında her gün oruçlu
bulunmak da mekruhtur.
Tahrîmen mekruh oruç: Bayram günleri orucudur ki, Ramazan Bayramı'nın ilk günü ile
Kurban Bayramı'nın dört gününden ibaret olmak üzere senede beş günün orucudur 261 .
Ramazandan, mekruh ve haram günlerden başkasında insan, kerahet olmadan nafile
olarak oruçlu olabilir. Nafile orucun niyeti de Ramazan orucu gibi ne orucu olduğu
belirtilmeye ve akşamdan niyet edilmeye muhtaç değildir 262 . Vacip olan oruçlardan günü
belirtilmiş olan orucun da öyledir. Mutlak adak (günü belirtilmemiş adak) orucu, kefaret
oruçları, nafile oruçtan bozulanın kazası (Ramazan orucunun kazası gibi), ne orucu
olduğunu belirtmeye ve geceden niyet etmeye muhtaçtır 263 .
Orucun Hükümleri
Orucun hükmü, farz kılınan bir emrin yerine getirilmesi ve âhiret için sevap hâsıl
olmasıdır. Bunlardan sevap hâsıl olması, nehyolunmayan oruç için Allah tarafında uhrevî
ikrama nail olmaktır. Farzın (vacibin) borçtan düşmesi dünyevi hükmüdür. [Vacip, farz
olana ve farz olmayana şâmil olmak üzere lâzım anlamınadır.] Ramazan ve kefaret
oruçlarında farz oluş Hakk'ın farz kılması iledir. Adak ve nafilelerde vacip oluş kulun kendi
üzerine vacip kılması iledir.
Her oruç ki, ibadettir, başlamakla tamamlanması borç olur. Onun özürsüz bozulması ve
ibtâli günahtır. Başlanan oruç, Ramazanın edası olduğu takdirde özürsüz bozulmasına -
aşağıda geniş olarak anlatılacağı gibi - dünyevî ceza olarak kefaret dahi gerekir 264 .
Orucun bozulması ve ibdâli (bozucu bir şeyle bozulması), onun şer'î hakikati olan belli
şeylerden kendini tutmayı ihlâl iledir. Kendini tutmanın (imsakin) zıddı ve karşılığı
iftardır ki, hiç imsak etmemeğe, imsakten sonra orucu nakz etmeğe (bozmağa) ve orucu
ifsad etmeğe (orucu bozucu şeylerle bozmağa) şâmildir. Oruca aykırı ve onu bozucu olan
şeyler de Muftırât (bozucular) dır.

258
Biyd (beyaz) günleri: Geceleri parlak olan günler demektir ki, kamerî ayların on üçüncü, on
dördüncü ve on beşinci günleridir.
259
Zilhiccenin dokuzuncu günüdür.
260
Davud Aleyhisselâm'ın orucu: Bir gün yeyip bir gün tutmaktır.
261
İşte yasaklanmış günler bunlardır. Bu günlerde oruçlu bulunmak haramdır. Bu günlerin orucu
fâsiddir.
262
Tebyid, geceletmek demektir ki, niyeti gündüze bırakmayıp geceden etmektir.
263
Adanmış itikâf orucu, adak orucunun ıtlak ve takyidinde dahildir. (Yâni bu oruç, hem ne gün
tutulacağı belirtilmiş olan hem de belirtilmiş olmayan adak oruçlarının hükümlerine bağlıdır.)
264
Ramazan orucunu özürsüz yemek kaza ile yahut tevbe ile düşer günahlardan değildir. «Bu yüce
dinin verdiği izin dışında Ramazan'dan bir gün yenen oruca bir sene boyunca tutulan orucun denk
olmayacağı» hadîs-i şerif hükmüdür.

77
Orucu bozan şeylerin başlıcası yeme, içme ve cinsî temasta bulunmaktır. Yeme ve
içmenin alışılmış yiyecek ve içeceklerin yenilip içilmesine inhisarı olmadığı gibi, iki tarafa
şâmil olan cinsî temasın da mu'tad (alışılmış) şekline inhisarı yoktur. İlâç nevinden olan
şeylerin yenmesi veya içilmesi, gıda türünden olan şeylerin yenilip içilmesi gibi, Hattâ ne
gıda ve ne de deva olmak üzere yeme ve içmeye elverişli olmayan şeyin bile yutulması
imsake (kendini tutmağa) aykırı ve orucu bozucu olduğu gibi, hükne şırınga etmek,
kulağa ilâç akıtmak, tütün içmek, enfiye çekmek, kusmak, dumanı boğaza, genize almak
şeklinde tütsülenmek 265 , cinsî temasta iki sünnet yerinin buluşması ve oynaşmakla meni
inmesi de orucu bozucudur.
Unutarak yemek, içmek, yutmak ve yine unutarak birleşmek bağışlanmıştır.
Hatırlandıktan sonra devam edilmemek şartiyle orucu bozmaz. Hatâ kazayı gerektiricidir:
Meselâ, mazmaza ederken boğaza kaçan su, orucu bozmakla kaza gerekir. Şunlar orucu
bozmaz:
* Öpmek.
* İhtilâm (hamamcı) olmak.
* Sabaha kadar cünüp kalmak.
* Ağıza gelen balgamı yutmak.
* Burnu içine inen yaşlığı çekip yutmak.
* Kulağına su kaçmak.
* Bir şey koklamak.
* Elinde olmayarak boğazına duman, toz veya sinek girmesi.
* Erkeklik uzvunun içine ilâç akıtmak, sonda salmak.
* Göze sürme ve bıyığa yağ sürmek.
* Ağıza alınan ilâcın tadı anlaşılmak.
KAZA VE KEFFARET
Bozulan orucun hükmü, ya sadece kaza yahut hem kaza ve hem keffaret veyahut günün
geri kalan kısmını tutmaktan ibaret olmak üzere üçtür.
Orucun kazâsı: Gününe gün tutmaktır.
Orucun keffareti: Keffaret niyetiyle köle azad etmek, ondan âcizse iki ay aralıksız oruç
tutmak, ondan da âcizse altmış fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktır 266 .
Kaza her orucun bozulmasına bağlı olup keffaret özellikle Ramazan orucunun edasının
bozulmasına bağlıdır. Oruçlunun, mükellef (erginlik çağında ve akıllı) olması, geceden
niyetlenmiş bulunması ve kendisine orucu bozduktan sonra semavî 267 bir özür
gelmemesi, ikrah (zorlama) veya hatâ ile değil de isteyerek, bilerek ve bir zorlama
altında olmaksızın orucu bozmuş olması ve orucu bozan şeyde kusur olmaması hallerinde
keffaret gerekir.
Oruç bozmayı mubah kılan özürler şunlardır:
Hastalık,
Yolculuk,
Zorlayan bir kimsenin zorlaması ile mecburluk 268 ,
Gebelik,

265
Genize sade su da gitse oruç bozulur.
266
Doyurmak, yemek yedirmekle olduğu gibi yemeğin bedelini vermekle de olur.
267
Allah tarafından, yâni kendi arzusu ile değil.
268
Bu kayıt, keffareti (cezayı) düşürmek için değil, haramlığı düşürmek içindir.

78
Emziklilik,
Bitkinlik...
Oruç bozma mubah olunca keffaret de düşmüş olur.
Günün geri kalanını tutmak:
Ramazanın gündüzünde iyileşen hasta ve ikamet eden kimse gibi Ramazan orucunu
tutmakla mükellef oldukları hâlde mazeretleri sebebiyle oruca başlamamış olanlar, o
günün geri kalanını vaktin hakkını kazaya benzeterek tutarlar.
Iskat
Orucun ıskatı (düşürülmesi), farz veya vacip olarak ölünün üzerinde kalmış olan kaza
oruçlarına taallûk eder ki, her günlük oruca bir fidye verilmesi gerekir. Oruç tutmaktan
âciz oluş hâli, ölümüne kadar devam etmiş olan ihtiyar da oruca karşılık fidye verir. Bir
fidye, miktar bakımından bir fıtır sadakası kadardır. Fıtır sadakası, «Zekât Kitatabı»nda
zikredilmiştir.

79
MUHTASAR HAC KİTABI
Mehmed Zihni

«Hac ziyaret gerden hâne bûd


Hac rabbu'l-beyti merdâne bûd.»
(Hac, evi ziyaret etme işi oldu,
Evin sahibini ziyaret eden er kişi oldu.)

80
HAC VE HACCIN KEYFİYETİ
Hac: Kâbe'yi ve çevresindeki şerefli mekânları ziyarettir.
Kâbe: Müslümanların kıblesi olan Beyt-i Muazzama'dır. Kâbe, Mekke'dedir.
Şerefli mekânlar ise: Safa, Merve, Mina, Müzdelife, Arafat denilen mübarek yerlerdir.
Ziyaretin nasıl yapılacağı, aşağıdaki «Haccın Keyfiyeti» bölümünde anlatılacağı gibidir:
Haccedecek kimse -ki artık ona şimdiden hacı diyeceğiz - Zilhicce'nin başlarında 269
Mekke'de bulunmak üzere 270 memleketinden yola çıkar. Belli yerlerde ihram eder 271 .
İhram etmek: Hac niyetiyle 272 ihram kuşanıp telbiye etmektir.
İhram kuşanmak: Her zaman giymekte olduğu giysiden çıkıp, bir peştemal ve bir havlu
tutunmaktır 273 .
Telbiye etmek: «Lebbeyk...» diye çağırmaktır 274 .
Hacı bunları yapmakla muhrim - ihram etmiş ve umumun deyişiyle ihrama girmiş -
olur 275 .
Başını ve ayaklarının üstünü açık bulundurur. Av avlamak ve karısıyla cimada bulunmak
gibi esasen mubah olan şeyler, ondan başlayarak nihayetine kadar yasak olduğu gibi;
tırnak kesmek, tıraş olmak ve güzel koku sürünmek de yasak olduğundan; tıraş olmak,
tırnak kesmek, koltuk ve kasık temizlemek, güzel koku sürünmek gibi şeyleri önceden
yapmış olması gerekir.
İhram ederken abdest alır ve mümkünse gusleder. Kerahet vakti değilse iki rekât namaz
kılar. Birinci rekâtta Fatiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rekâtta Fatiha'dan sonra
İhlâs sûresini okur.
Selâmında: «Yâ Rab! Ben haccetmek istiyorum, onu benim için kolaylaştır,» diye dua
eder.
«Sabır ve salâtla yardım isteyiniz,» (Bakara: 45) yüce emri gereğince bütün işlerinde
Cenâb-ı Hak'tan yardım ve başarı diler. Ondan sonra:

269
Başlarından murat Zilhicce'nin ilk on günüdür. Sekizinci gün Minâ'ya, dokuzuncu gün Arafat'a
gidilir. Onuncu gün Minâ'ya dönülür.
270
Daha önce - özellikle Ramazan-ı şerifte - de bulunulabilir. Fakat hac ayları: Şevval ve Zilkade ile
Zilhicce'nin ilk on günüdür. Haccın fiillerine Şevval'den önce başlanamaz. Hattâ hac için kudüm
tavafını takip edecek olan sa'y, ancak hac aylarında caiz olur. Mekke dışından gelenler için kudüm
tavafı, hac ayları dışında da sünnet olur.
271
İhram etmek için belli yerler vardır ki, onların her birine Mîkat; çoğuluna Mevâkıyt denir. Şu
manzumede mikatların hepsi zikredilmiştir:
«Iraklılar için Ark, Yemenliler için Yelemlem, Medineliler için Zü'l-Huleyfe, Şamlılar için Cuhfe ve
Necidliler için Karn'ın ihrama girme yerleri olduğunu bil.»
Bizim mîkatımız denizden Râbiğ'dir ki, Cuhfe yakınındadır. Karadan Zü'l - Huleyfe'dir ki, diğer
adıyla Âbâr-ı Alî denir. Mîkata yaklaşıldığında «İhramlanın, ey hacılar!.» diye ihram etmemiz bize
hatırlatılır.
272
Şimdilik umreden bahsetmeyeceğiz.
273
Omuzdan tutulan havluya bina vezninde ridâ; belden aşağı peştemal tarzında tutunulan diğer
havluya hisar vezninde izâr denir.
274
Telbiye sözlerinin tamamı ileride gelecektir.
275
Muhrim, ihramdan fail isimdir. Ona haram da denir. Çoğulu hurum gelir. Muhrim'in karşıtı
halâl'dır ki, harama da karşılık olur. Kaldı ki, «ihrama girmek» deyiminin umumî olması şundandır:
İhram, niyet ve telbiyeden ibaret olup, ondan önce mubahlardan olan bazı işler, ondan sonra
haram olmaktadır ki, dikişli veya yapıştırılı elbise içinde bulunmak da o işler cümlesindendir. İzâr ve
ridâ ve onların beyaz olması sünnettir. Maksat, dikişsiz bir veya iki örtü içinde bulunmaktır.
Mağriplilerle Bedevilerin her zaman giydikleri elbiseler, böyle olduğundan onlar ihram sırasında
bizim gibi bir şekilden çıkıp, başka bir şekle girmiş olmazlar.

81
«Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lâ şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-
ni'mete leke ve'l-mülke la şerike lek,»
demeğe başlar ve bunları sesini yükselterek söyler. Her beş vakitte - özellikle seher
vaktinde - ve yolda yokuş çıktıkça, iniş indikçe ve yolculara rast geldikçe bu telbiyeyi
eder. Mekke-i Mükerreme'ye varıp Harem-i Şerifin içine girerek tavafa, başlayıncaya
kadar telbiyeye devam eder 276 .
Mekke-i Mükerreme'ye vardığında, hemen bir gusül edip veya abdest alıp Harem-i
Şerife 277 girer. Girişi sırasında o makamın büyüklüğünü düşünerek saygı ve yakarış üzre
telbiye, tekbîr, tehlîl ve tasliye eder 278 . Muazzam Beyt'i (Kâbe'yi) gördüğünde dilediği
duayı eder 279 . Ve artık telbiyeyi keserek tavafa teşebbüs eder 280 .
Tavaf: Kâbe (Muazzam Beyt) nin etrafında yedi devre yapmaktır 281 . Her devrenin
başlangıcı ve sonu Hacer-i Esved'dir. Hacer-i Esved -ki ona Hacer-i Es'ad da denir -
Mükerrem Kâbe'nin kapısı yakınındaki köşe duvarında, siyah bir taştır; aynı zamanda,
tavaf devreleri için başlangıç ve son işaretidir. Tavaf eden kimse tavafa onu istilâm
ederek başlar ve Kâbe'yi sola alarak devreder. Hacer-i Esved'e geldikçe onu istilâm eder.
İstilâm, selâmlamaktır ki, yapılışı-. İki elini kaldırıp «Allahu ekber» diyerek mümkünse
Hacer-i Esved'e koymak, onu öpmek.. Kalabalık sebebiyle elini koymak mümkün değilse,
avuçlarını açıp uzaktan ona koyar gibi işaretle yüzüne getirip öpmektir.
Yedinci devrenin istilâmiyle tavaf nihayet bulduğunda, iki rekât namaz kılar 282 . Sonra
Hacer-i Esved'i yine istilam eder. Tavafta telbiye edilmez, tekbîr, tehlîl ve tasliye olunur.
Bu ilk tavafa Kudüm Tavafı 283 denir ki, Mekke'nin yerlisi olmayanlar için sünnettir. Buna
başlamadan önce ridânın, yâni omuz havlusunun bir ucu sağ koltuk altından alınarak sol
omuz üstüne atılır. Sağ kol açık bulundurulur ki, buna ıztıbâ denir.
Iztıbâ hâlinde tavafın ilk üç devresi, adımlar kısaltılmak ve omuzlar silkelenmek üzre
süratli ve çalımlı yapılır. Bu sürate de remel denir 284 .

276
Telbiyeyi tavaftan başka hiçbir hâlde terketmez. Ve hiçbir kelimesini eksik söylemez. Fazla
olarak sonuna şunları ekleyebilir:
«Lebbeyk ve sa'deyk ve'l-hayru külluhu beyne yedeyke ve'r-rağbâ ileyk.»
Lebbeyk kelimesi müsennâ tesniye sigası üzere mansûb ve hitap zamirine (kaf) muzaf olmakla
telbiyenin anlamı, Cenâb-ı Hakk'a hitaben: «Ben senin kapında defalarca durmağa ve çağırmana
defalarca uymağa geldim. Senin için hiçbir ortak yoktur. Hamd, nimet ve mülk hep Senindir. Sen
ortaksız ve eşsizsin,» demektir.
Eklenecek sözlerin de anlamı: Sana her vakit itaatli ve emirlerini tutarım. Hayır ve nimetlerin hepsi
Senin katındadır. Dilek ve yakarış da sanadır, demektir.
277
Harem-i Şerif, mükerrem Mekke'deki cami-i şeriftir ki, ona Mescid-i Haram da denir. Yedi
minaresi vardır. Mekke'de ondan başka cami yoktur. Başka yerde de ondan büyük mabet yoktur.
Müslümanların kıblesi olan Kâbe, mükerrem Mekke'nin ortasındadır. Etrafta Ehl-i Sünnet'in dört
mezhebine mahsus dört müezzin mahfeli vardır. Zemzem kuyusu da Harem-i Şerif içindedir.
Harem-i Şerife girmek için her taraftan birçok kapılar vardır. Selâm kapısından girmek müstehaptır.
278
Tehlîl, «La ilahe illallah» demektir. Tasliye, salevât-ı şerife okumaktır.
279
O dua müstehap olduğundan «her ne vakit dua ederse makbul olmak» niyazını etmelidir.
280
Mescid-i Haram'ın tahiyyeti tavaftır; onda tahiyyet-i mescid namazı yoktur.
281
Her devre bir şavt denir. Tavaf, yedi şavttır. Hacer-i Esved'den Hacer-i Esved'e yedi kere gidilip
gelinecek, demektir. Her şavtta Kâbe'nin altın oluğunun önündeki yarım duvarın da dışından
dolaşılır ki, o yarım daire de Bayt-i Muazzama'dan sayılır. Tavaf yeri Metaf adıyla belirlenmiştir.
Kâbe, Harem içinde uzaktan da tavaf olunabilir.
282
Bu namaz vaciplerdendir. Her tavaf bitiminde kılınır. Kerahet vakti ise geri bırakılır. Harem-i
Şerif içinde nerede olsa bu namaz kılınır. İbrahim Makamı denilen mübarek yerde kılmak daha
faziletli olur.
283
Tahiyye Tavâfı, Lika Tavâfı ve Tavâfu evvelü ahdin bi'l–beyt diye de adlanır.

82
Belirtilen kudüm tavafından (onun iki rekât namazından ve Hacer-i Esved'in istilâmından)
sonra hacı, sa'y etmek için Harem-i Şeriften çıkar. Çünkü sa'y yeri Harem-i Şerif
dışındadır.
Sa'y: Safa ile Merve arasında, yedi kere gidip gelmek ve orada koşmaktır.
Safâ ve Merve, Mekke içinde ve Harem-i Şerif dışında birer tepedir ki, çıkılmak için
basamakları vardır. O iki tepenin arası bir vadidir ki 285 , sa'y yeri olması bakımından
Mes'â diye adlanır. Safâ'dan başlayarak Merve'ye dört gidiş ve Merve'den Safâ'ya üç
geliş ile sa'y son bulur 286 . Her gidişte ve her gelişte Kâbe görününceye kadar 287
basamaklara çıkılır. Hacı oralara çıktıkça Beyt-i Muazzama (Kâbe) yönüne dönüp tekbîr,
tehlîl ve tasliye eder, el kaldırıp dualar eyler. Safa ile Merve arasında telbiye yaparak
yavaş yavaş yürür. Yolda Mileyn-i Ahdareyn denilen iki yeşil sütun vardır 288 . Onların
arasından geçerken:
«Allahümmağfir verham ve tecâvez amma ta'lemu feinneke ente'l-aliyyü'l-
a'zamu.»
(Allahım, mağfiret buyur ve rahmet eyle. Bildiğin bütün günahlarımdan vazgeç. Çünkü hiç
şüphesiz Sen, çok yüce, çok büyüksün), diyerek sür 'at eder. Bu hızlı yürüyüşe hervele
denir.
Sa'yi de hacı bu şekilde yaptıktan sonra, beş vakit namazı Harem-i Şerifte cemaat ile
kılmak, dilediği zaman dilediği kadar tavaf etmek 289 üzere ikametgâhında bulunur.
(Zilhicce'nin yedinci günü Harem-i Şerifte tek bir hutbe okunur.)
Terviye gününde - ki Zilhicce'nin sekizinci günüdür -sabah namazını kıldıktan sonra
hazırlanıp, Minâ'ya gitmek üzere güneşin doğuşundan sonra Mekke'den çıkar, telbiye
ederek Minâ'ya gider. Hayf mescidi yakınına konar, öğle namazını ve diğerlerini orada
kılar. O gece orada kalıp ertesi (Arefe) günü sabah namazını kıldıktan ve güneş
doğduktan sonra telbiye ederek Arafat'a gider. Zeval vaktine kadar bekleyip öğle
vaktinde mümkünse guslederek Nemre mescidine varır. Orada okunan hutbelerden 290
sonra büyük cemaat ile öğle ve ikindi namazlarım topluca kılarlar ki, o gün ikindi namazı
öğle ile birlikte ve vaktinden önce kılınmış olur 291 ,
Ondan sonra Cebel-i Rahmet yakınına gider; ona karşı durup tekbîr, tehlîl, telbiye ederek
ve bir şey ister gibi, el açıp uzatarak Cenâb-ı Hakk'a dua eder. Güneşin batmasına değin
bu şekilde vukuf olunur 292 .
Gün batınımdan sonra herkesle beraber yavaş yavaş ve kimseye eza vermemek üzere
sür'atlice Arafat'tan Müzdelife'ye iner. Ve - selâmette olmak üzere - Meş'ar-i Haram
yakınına konar. Orada akşam ve yatsı namazlarını cem ederek kılar ki, o gece akşam

284
Iztıbâ ve remel, kudüm tavafına ve - onda yapılmadığı takdirde -ziyaret tavafına mahsustur,
bunları sa'y takip eder. Sa'y takip etmeyecek olan tavafların hiçbirinde ıztıbâ ve remel yoktur.
Ziyaret tavafına kalan remelde de ıztıbâ yoktur. Çünkü ihramdan çıkılmıştır.
285
O vadi boş değil, çarşı halindedir.
286
Tavaf yedi şavt olduğu gibi sa'y de yedi şavttır. Şavt, devre demek değil, bir gayeye yelmek
(koşmak)tir.
287
Kâbe, Safâ'dan görünürse de Merve'den görünmesine şimdiki hâlde binalar engeldir.
288
Bunlar birbirine muvazi (paralel) olmadığından araları epeyce aralıklıdır.
289
Çünkü, belirli bir vakti olmamak üzere, gece ve gündüz nafile olarak birçok tavaf edilebilir. Ve
nafile namazdan daha faziletli olur. Her tavafın bitiminde - kerahet vakti dışında - iki rekât da
namaz kılınır. Hac vaktine mahsus üç tavaf vardır. Onların biri sünnet, biri farz ve diğeri vaciptir.
Sünnet olan açıklamakta olduğumuz kudüm tavâfı'dır. Farz olan, ziyaret tavâfı'dır. Vacip olan,
veda tavâfı'dır. Mahiyet itibariyle farkları yoktur. Sıfatları yapıldıkları zaman bakımındandır.
290
Hutbeler denilmesi, bunun çift olduğuna işarettir. Hacca mahsus olan üç hutbenin bu ikincisidir.
Üçüncüsü, ertesi gün Minâ'da olur.
291
Buna cem'-i takdim (öne alarak birleştirme) denir. Bir ezan okunup öğle ve ikindi için ayrı ayrı
kamet alınır, öğlenin son sünneti ile ikindinin sünneti kılınmaz.
292
Vukufta hayvan üzerinde yahut ayakta bulunmak oturmaktan daha faziletlidir.

83
namazı vaktinden sonra kılınmış olur 293 . Sabah namazı da orada erken kılınır ve ondan
sonra vukuf edilir. Cenab-ı Hakk'a dua edilip yalvarılır, yakarılır. Ortalık gereği gibi
aydınladığında hacı, herkesle beraber, gün doğmadan önce Müzdelife'den kalkıp Minâ'ya
gelir. Gelmeden önce yolda veya Müzdelife'de yetmişten daha az olmamak üzere 294
ufacık taşlar toplar ve onları temiz tutar. Minâ'ya geldiğinde, Akabe Cemresi denen
yokuş yerdeki taşcıklar yığınına kendinde olan taşların yedisini (yokuşun alt başından)
birer birer atar 295 . Buna ve bundan sonra zikrolunacak benzerlerine Remy-i Cimâr
denir 296 . Oralarda biriken taşlardan alıp atmak caiz olmaz. Atarken telbiyeyi kesip, her
atışta «Allahu ekber» diyerek 297 taşı sağ elinin baş ve şehadet parmağı ucuyla tutup
atar. Attığı taş, bir kimsenin üzerine düşüp kalırsa, remyi (atışı) yeniler 298 . Akabe
Cemresi'nin atılmasından sonra kurban kesecekse keser 299 . Ondan sonra tıraş olur 300
veya saçını kırptırır. Böylece ihramına son vermiş olur. Artık elbisesini giyer, tırnaklarını
keser, vs... Yalnız karısıyla cinsî münasebette bulunamaz. Giyimli olarak o gün Mekke'ye
inip 301 Kâbe'yi (Muazzam Beyt'i) tavaf eder ki, hacda farz olan tavaf işte budur. Buna
Ziyaret Tavafı yahut İfâza Tavafı da denir. Kudüm tavafında remel yapmamış ve sa'y
etmemişse, bu tavafta remel yapar 302 ve sa'y eyler. Sonra yine Minâ'ya gelip üç gün
Minâ'da ikamet eder. İkinci gün zevalden sonra, Hayf mescidi yakınındaki birinci
cemreden (taşlamadan) başlayarak Vustâ (orta) ve Akabe taşlamalarım yapar. Belirli üç
yerdeki taşcıklar yığınından her birine sırasıyla yedişer taş atar, dua eder. Birinci ve ikinci
taşlamalarda yaya, Akabe taslamasında binek üzerinde bulunur. Ve orada duaya
durmayıp ikametgâhına gider.
Üçüncü gün de öğleden sonra, yine böyle üç cemre (taşlama) yapar. O gün güneş
batmadan önce, Mekke-i Mükerreme'ye inmek veya o gece kalarak dördüncü gün de
Minâ'da bulunmak arasında hacı serbesttir. Üçüncü gün inerse, kırk dokuz taş atmış olur.
Dördüncü gün kalırsa, yine üç cemre yapacağından, attığı taşçıkların sayısı yetmişi bulur.

293
Buna cem'-i tehir (geri bırakarak birleştirme) denir. Bir ezan ve bir kamet ile hem akşam ve
hem yatsı kılınır. Akşamın sünneti ile yatsının ilk sünneti kılınmaz.
294
Atarken kaybolması ihtimalinden dolayı taşların yetmişten fazla olması ihtiyattır. Minâ'da üç
günden fazla kalınmazsa, kırk dokuz taş yeter; geri kalanı bırakılır. Dördüncü gün de Minâ'da
bulunulursa, yirmi bir taş daha. gerekir ki, böylece taşların sayısı tam yetmiş olur. Nitekim bu
durum, aşağıdaki ifadelerden de anlaşılır.
295
Üst başından atmak, halkı rahatsız edeceği için mekruhtur.
296
Remy, atmaktır. Atana raini, atılana mermi denilir. Cimâr ise, ufak taş yahut onların yığını
demek olan cemrenin çoğuludur. Ateş parçasına da cemre denilirse de burada o mâna kasdedilmiş
değildir. Remy-i cimâr etmeye, cemre yapmak deyimini kullanacağız ve cemrenin çoğuluna
cemerât diyeceğiz.
297
Dürer'de şöyle gösterilmiştir:
«Bismillahi vallahu ekber, rağmen liş-şeytani ve hizbihi, Allahümmec'al haccî mebrûren
ve sa'yî meşkûren ve zenbî mağfuren.»
(Allah'ın adıyla, Allah en büyük, şeytan ve grubunun düşmanlığına karşı Allahım, haccımı kabul
edilmiş, sa'yimi beğenilmiş ve günahımı bağışlanmış kıl.)
298
Kalmayıp cemre yoluna ve yakınına düşerse yeter. Uzak düşerse yetmez. (Zira') uzaktır. Ondan
azı yakındır.
(Taş yığınlarından taş alıp atmanın mekruh olması şu hadîs-i şeriften dolayıdır ki, Peygamber
Efendimiz (s.a.): «Men kubilet hacetuhu rufiat cemretuhu; Kimin dileği kabul edilmişse, onun
taşı (göğe) kaldırılır,» buyurmuştur ki, orada kalan taşların kabul edilmeyip reddedilmiş taşlar
olduğuna inanılır.)
299
Misafir olduğu için kurban kesmekle mükellef değildir. İfrad haccında kurban kesmek müstehap,
Kıran ve Temettü haccında vaciptir.
300
Tıraş olmaktan maksat saçları tıraş etmektir. Sakal tıraş etmek zaten yoktur.
301
Ziyaret tavafının yerine getirilmesi için Minâ'dan Mekke'ye inmekte günlerin en faziletlisi ilk
gündür, ikinci veya üçüncü gün inmek de caizdir. Daha sonraya bırakmak ise caiz değildir. Böyle
durumlarda dem (yâni kurban) lâzım gelir.
302
Remelin ziyaret tavafında yapılması daha faziletlidir ki, böylece farza bağlanmış olur.

84
Minâ'dan Mekke'ye, gerek ziyaret tavafı ve gerek dönüş için yolculuk sırasında hacı
tahsîb eder. Yâni yolda Muhassab denilen düzlüğe geldiğinde orada inip biraz dinlenir.
Mekke-i Mükerreme'ye dönüşte Harem-i Şerife varıp, bir tavaf daha yapar. Buna Veda
Tavafı denir. Bunun bir başka adı da Sader Tavafı'dır: Sader, dönüş anlamınadır 303 .
Anılan tavafın bitiminden ve iki rekât namazdan sonra, Zemzem kuyusuna varıp
suyundan içer 304 . İsterse bedenine de döker veya sadece yüzüne ve başına sürer.
İçerken Kâbe'ye karşı ayakta durur ve:
«Allahümme innî es'elüke ilmen nâfian ve rızkan vâsian ve şifâen min külli dâin:
Allahım! Hiç şüphesiz Senden faydalı ilim, geniş rızık ve bütün hastalıklardan şifa
dilerim,» diye dua eder.
Daha sonra Kâbe'nin kapısına varıp eşiğini öper. İçeriye girmek mümkün olursa 305 , girip
Kâbe'nin kapısını arkasına alarak, ön tarafta olan duvarın üç arşın yakınında -ki
Peygamberimiz sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin namaz kıldıkları
yerdir - iki rekât namaz kılar. (Kâbe içinde her taraf kıbledir). Namazdan sonra yüzünü
Kâbe duvarına koyarak dua ve istiğfar eder. Beyt-i Muazzama'nın içinde her köşeye varıp
hamd, tehlîl, tesbih, tekbîr ve dilediği duayı eder.
Ondan sonra çıkıp Mültezem'e gelir 306 , yüzünü ve göğsünü oraya koyup yapıştırarak ve
Kâbe'nin örtüsüne yapışarak Cenâb-ı Hakk'a yalvarıp yakarır. Şöyle de söyler:
«Allahümme hine hazâ beytüke'llezî cealtehu mübâreken ve hüden lil-âlemîn.
Allahümme kemâ hedeytenî lehu fetekabbel minnî ve la tec'al hazâ âhiri'l-ahdi
min beytike ve'rzukni'l-avde ileyhi hattâ terdâ annî birahmetike yâ erhame'r-
râhimîn.» 307
Ondan sonra yüzünü Beyt-i Muazzama'dan ayırmamak üzere geri geri çekilerek ve
Beyt'ten ayrılışın hasreti sebebiyle ağlayarak veya ağlar gibi yaparak 308 Harem-i Şeriften
çıkar.
***
İşte haccın keyfiyeti budur. Buna İfrad Haccı denir ki. yalnız hac demektir.
Bir de Umre ile beraber yapılan hac vardır ki, haccın en faziletlisi odur.
Umre, ihramlı olarak tavaf ile sa'yden ibaret küçük bir hacdır. Onda Arafat'a çıkmak,
Müzdelife'ye inmek ve Minâ'ya gelip cemre yapmak yoktur 309 . Umre, tavaf ve sa'y olmak

303
Mekke dışından gelen hacılar, o vakit Kâbe'ye veda edip beldelerine dönmek üzere hazırlanmış
olurlar. Mekke'de oturanlara Veda Tavafı gerekli değil; Mekke dışından gelenlere vaciptir. Veda
Tavafından sonra sa'y olmadığından, bunda remel de olmaz. İhrama zaten nihayet verilmiştir.
304
Zemzem kuyusunun Harem-i Şerif dahilinde olduğu daha önce zikredilmişti.
305
Çünkü Kâbe kapısı, yüksekte olmakla beraber her vakit açık değildir.
306
Mültezem. Kâbe kapısı ile Hacer-i Esved arasıdır. Mültezem, Metâf (tavaf yeri), Oluk Altı,
Kâbe'nin İçi, Zemzem, İbrahim Makamı, Mes'â (sa'y edilen yer), Safa, Merve, Arafat, Müzdelife,
Minâ ve cemreler; duaların kabul olduğu mukaddes yerlerdir.
307
Meali (anlamı): «Allah'ım, işte bu Senin evindir ki, onu mübarek kıldın ve âlemleri onunla doğru
yola ilettin. Allah'ım, beni ona ilettiğin gibi benden (bu haccı da) kabul eyle. Bunu senin evinin
sonuncu devri eyleme. Benden razı oluncaya değin beni ona geri gelişle rızıklandır. Senin sevginden
ve acımandan umarım, ey sevip acıyanların en ziyade sevip acıyanı Allah'ım!»
308
«Gözlerden yaşlar aktığı zaman,
Ağlayanla ağlar görünen belli olur.»
309
Onda kudüm ve ziyaret tavafı ile veda tavafı yoktur. Onun hac gibi belirli bir zamanı da yoktur.
Senenin bütün vakitlerinde umre yapmak caizdir. Yalnız bu beş günde: Arefe günü, Kurban
Bayramı'nın birinci günü, teşrik günleri (Kurban Bayramı'nın diğer üç günü) mekruhtur. Umrenin,
en faziletlisi Ramazan ayında yapılandır.

85
üzere üç şeyden meydana gelir. Tıraş olmak veya saçından kırpmakla son bulur ki,
toplamı dört şeydir 310 .
Umre ile haccın, başka bir deyişle Hacc-ı Asgar (küçük hac) ile Hacc-ı Ekber (büyük
hac)'in 311 birleşmesi - bir veya iki defa ihram etmek bakımından - iki türlü olur: Birinci
nev'ine Temettü Haccı ve diğer nev'ine Kıran Haccı denir. Böylece hac nev'ilerinin
toplamı üç olmuş olur: İfrad Haccı, Temettü Haccı, Kıran Haccı. Bunların her biri, hac
farizasını borçtan düşürmeye yeterlidir. İfrad Haccı sahibine Müfrid; Temettü Haccı
sahibine Mutemetti ve Kıran Haccı sahibine Kaarin denir. Hac deyimi bunların hepsine
şâmil umumi isimdir. Çoğulu Huccâc'dır 312 .
İfrad Haccı, umresiz olan hacdır ki, nasıl yapılacağı belirtildi.
Temettü Haccı, umre ile haccı başka başka ihram ile birleştirmektir. Şöyle ki, hacı
Mîkat'tan ihram ettiği sırada kıldığı iki rekât namazdan sonra: «Yâ Rab! Ben umre etmek
istiyorum; onu bana kolaylaştır ve kabul buyur» 313 diye yalnız umreye niyet eder ve
telbiyeye başlar. Mekke-i Mükerreme'ye girişinde, umre olmak üzere, yukarıda tarif
edildiği üzere tavaf 314 ve sa'y edip tıraş olur. Umresi, ihram üzere ettiği tavaf ve sa'y ile
husul ve tıraş ile nihayet bulmuş olmakla ihram hâlinden çıkıp 315 her zaman giydiği elbise
ile Mekke'de dinlenir. Mekkeliler gibi her mubah iş, ona da helâl ve mubah olur. Beş vakit
namazını Harem-i Şerifte büyük cemaat ile kılar ve Beyt-i Muazzama'yı (Kâbe'yi) dilediği
kadar nafile olarak tavaf eder 316 .

310
Onlardan ikisi -ki ihram ve tavaftır- rükündür (ihram aynı zamanda sıhhat şartıdır). Diğer ikisi -
ki sa'y ve tıraş olmak yahut saçını kırpmak- vaciptir. Kıran haccının umresinde dördüncü tahakkuk
etmez. Nitekim beyanı gelecektir.
311
Hacc-ı Ekber, herkesin zannettiği gibi, Arefe'nin cuma gününe tesadüfüne mahsus değildir.
Anılan tesadüfün gerçekleşmesi büyüktür, o başka.
«Dil be-dest âver ki hacc-ı ekberest
Ez hezârân Kâ'be yek dil bihterest
Kâ'be bünyâd-ı Halil-i Azerest
Dil nazargâh-ı Celil-i ekberest.»
(Bir gönül ele geçir ki, o en büyük hacdır
Binlerce Kâbe'den bir gönül daha kıymetlidir
Kâbe Âzer'in oğlu Halil'in yaptığı bir binadır
Gönül ise En Büyük Celil'in nazar yeridir.)
Bu deyim gönül ehlinin kalbi hakkındadır.
«An dili gez âsumânhâ berterest
An dil-i abdal yâ peygamberest.»
(Bu gönül göklerden daha değerlidir,
Bu, ya abdal ya da peygamber gönlüdür.)
Mesnevi
312
Umre edene özellikle Âmir yahut Mu'temir denirse de Umre küçük hac olmak bakımından Hac
umumi ismine o da dahil edilebilir. Hac veya gaza etmemiş olana, sabûr vezninde Sarûr denir.
313
Arapçası:
314
Onun başladığı, tavaf umresinin tavafıdır. Onda kudüm tavafı yoktur.
315
Eğer hedy sevketmemişse - ki Minâ'ya kurban göndermemişse demektir - eğer müt'a kurbanını
kendinden önce Minâ'ya göndermiş bulunursa umre ihramından çıkamaz. Fakat hedy sevketmek
zamanımızda bilinmediği için bu kaydı burada terkettik.
316
Mekke'nin yerlisi gibi olduğundan onun kudüm tavafı yoktur.

86
Minâ'ya çıkılmak günü geldiğinde 317 hac niyetiyle ihram kuşanır 318 ve herkesle beraber
çıkıp yukarıda tarif edildiği şekilde o gün Minâ'ya ve ertesi gün Arafat'a gider. Bayram
gecesi Müzdelife'ye gelip bayram sabahı Müzdelife vukufundan sonra Minâ'ya döner.
Orada Akabe cemresini (taşlamasını) yaptıktan sonra kurban keser 319 , ondan sonra tıraş
olup ihramdan çıkar. Mekke'de ziyaret tavafının, sa'yin 320 ve Minâ'ya dönüşle cemreleri
taşlamanın her zamanki elbisesi ile yapılmasından sonra, Mekke'ye gelip veda tavafını da
yapar 321 .
İste bu suretle haccı da tamamlanmış olur. Böylece hem umre ve hem hac etmiş, yâni
Hacc-ı Asgar (küçük hac) ile Hacc-ı Ekber'i (büyük haccı) birleştirmiş olur. Onları ayrı ayrı
ihramlarda birleştirmekle aradaki fasıladan hacı faydalanmakta olduğundan buna
Temettü Haccı ve hacıya Mutemetti denilmiştir. Kıran Haccı, umre ile haccı bir
ihramda birleştirmektir. Şöyle ki, mîkattan ihram ettiği vakit kıldığı iki rekât namazdan
sonra: «Yâ Rab! Ben hem umre, hem hac etmek istiyorum. Onları bana kolaylaşır ve
kabul buyur» 322 , diye ikisine birden niyet eder ve telbiyeye başlar. Mekke'ye girdiğinde
umresi için tavaf ve sa'yden sonra, ihramına son vermeyip 323 , o ihram ile haccın fiillerine
başlar: Haccın keyfiyetinde açıklandığı üzere Kudüm Tavafı ve onun arkasından sa'y 324
fiillerini yaparak 325 , ihram üzere Terviye gününü bekler. O gün herkesle beraber Minâ'ya
ve Arefe günü Arafat'a çıkar. O gece Müzdelife'ye ve ertesi sabah Minâ'ya gelerek Akabe
cemresini yaptıktan sonra kurban keser 326 . Ondan sonra tıraş olup ihramdan çıkar. Her
zaman giydiği elbisesi ile Mekke'ye inip Ziyaret Tavafı'nı eder 327 . Daha sonra Minâ'ya
dönerek haccın geri kalan isleri olan remy-i cimârı (cemreleri taşlamayı) da günlerinde
yapıp Meke'ye iner. Veda Tavafı'nı da ona bağlı olan islerle beraber yaparak memleketine
döner.
Umre ile hac aralıksız bir ihramda birleştiği için buna Kıran Haccı denilmiştir ki, umreye
mukaarın (bitişik, beraber) olan hac demektir.
Umre sevabı da olduğu için Temettü Haccı, Hacc-ı İfraddan efdâl olduğu gibi bu sevap
uzun müddet ihram zahmetinde kalınmak sevabı ile beraber bulunduğu için Kıran Haccı,
Temettü Haccı'ndan da üstündür.
Hac ve umre işlerinin toplamına Menâsik denir ki, ibadetler demektir.

317
O gün Zilhicce'nin sekizinci günüdür ki, terviye günü denir. İsterse -daha faziletli olmak üzere-
daha önce ihram eder.
318
İşte bu ikinci ihramdır. Bunu yapmak için Mekke dışında Umre denilen yere çıkmağa ihtiyaç
yoktur. Orada ihram etmek Mekke'de oturmakta olup da umre etmek isteyenlere göredir.
319
İki nüsüki (ibâdeti) birleştirmeye muvaffak olduğuna teşekkür olmak üzere kurban kesmek,
temettü haccı yapana vaciptir. Kurban, bir koyun veya keçi yahut deve veya sığırın yedide biridir.
Kurban kesmeğe kadir değilse üçü yasak olan günlerden önce ve yedisi onlardan sonra olmak üzere
on gün oruç tutar.
320
Bunlar hac için olan tavaf ve sa'ydir. Bu tavafta remel yapar. Çünkü temettü haccı yapan kimse,
umre ihramından çıktığında Mekke'nin yerlisi gibi olduğundan kudüm tavafı etmeyecektir. Eğer onu
remelle beraber yapmış ve sa'yi de etmişle ziyaret tavafında remel yapmadığı gibi, ondan sonra
sa'y da etmez. Cevhere'de ve Şürün - Bilâliye'de olduğu gibi.
321
Her tavafta olduğu gibi bunun için de iki rekât namaz kılar ki, vaciptir. Ondan sonra Zemzem,
Mültezem, vs. işlerini târif olunduğu şekilde yapar.
322
Arapçası:
323
İhramın sona ermesi, bilindiği üzre halk (saçın kökten taraş edilmesi) veya taksir (saçın
ucundan kırpılarak kısaltılması) iledir.
324
Hac aylarında olmak şartıyle.
325
Hac aylarında bulunduğuna göre umre ve hac tavaflarını arka arkaya ve sa'ylerini de arka
arkaya yapmak caiz ise de edebe aykırıdır.
326
Kurban, Kıran Haccı yapan kimseye de vaciptir. Kurbana gücü yetmiyorsa, Temettü Haccı yapan
kimsede olduğu gibi on gün oruç tutar. Kıran ve Temettü'nün kurbanı, udhiyye (Kurban Bayramı'nın
kurbanı) değildir. Misafir kurban ile mükellef olmaz. Kurban bunların yerini tutmaz.
327
Sa'yi daha önce ettiği için artık sa'y yoktur.

87
***
Kadın, haccın ve umrenin bütün işlerinde erkek gibidir. Şu kadar ki, ihramda onların
başları, ayakları ve yüzleri âdet üzere örtülü bulunur. Telbiye'de sesleri işitilmez. Onlar
tavafta, remel ve sa'yde hervele etmezler. Ve erkekler bulundukça, Safâ ile Merve
üzerine çıkmazlar. İhramda mutad giyimli ve örtülü bulundukları gibi, ihramdan çıkmak
için saç da kesmezler. Hayız hâlinde tavaf edemezler; farz olan ziyaret tavafını da
temizlendikleri zamana bırakırlar. Ziyaret tavafından sonra hayız hâli olanlardan veda
tavafı düşer. Tavaftan başka hac ibadetlerine, hayız engel değildir.
HACCIN MESELELERİ
Ömründe bir kere hac etmek hür ve mükellef bulunan328 istitâat ehline farz-ı ayndır.
İstitâat: Malca ve bedence olan iktidardır.
Köleye, cariyeye, bulûğa ermemiş erkek ve kız çocuğuna, deli erkek ve kadına, bunak
erkek ve kadına, hac etmek farz olmadığı gibi, erkek olsun, kadın olsun yolculuk
yapamayacak kadar hasta olana ve gidip gelinceye kadar kendisine ve ailesine - ki idaresi
altında olanlar demektir - yetecek ve kul borcundan arınmış helâl parası olmayana da hac
etmek farz değildir.
İstitâat ehli (gücü yetenler) hakkında haccın farziyyeti için yol emniyeti ve kadın için -
gerek genç, gerek ihtiyar olsun - kocası veya mahreminin beraber bulunması da
şarttır 329 .
Her mükellef - fakir dahi olsa - bir kere hac etmekle üzerinden hac farzı düşer. Birçok
defalar hacca giderse nafile olarak hac etmiş olur.
Farz olan hac, ana - babaya itaat etmekten daha üstündür 330 . Nafile olan hac öyle
değildir.
Zenginin haccı, fakirin haccından daha faziletlidir.
Umre, sünnettir 331 ; başlandığında tamamlanması vacip olur 332 .
Haccın farzı üçtür: İhram, Arefe Vukufu, Ziyaret Tavafı.
Bunların birincisi sıhhat şartıdır; ikincisiyle üçüncüsü rükündür 333 .

328
Teklifin (yükümlülüğün) dayanağı, kâmil (tam) akıldır ki, buluğ (erginlik) çağına erişmiş olup
bunak olmayan kimsenin aklıdır. Bunda kadın, erkek eşittir. Kadının mahremi (kendisine nikâh
düşmeyen kimse) ile hacca gitmesine kocası engel olamaz.
329
Vücub şartını elde etmeye çalışmak vacîp olmadığından hac etmeye malca ve bedence gücü
yettiği halde kocası veya mahremi (kendisine nikâh düşmeyen kimsesi) olmayan kadına hacca
gitmek için evlenmek vacip değildir.
330
Haccın fazileti pek büyüktür. Haccı kabul edilmiş olanın günahları Allah'ın lütfü ile bağışlanır.
Hadîs-i şerifte: «Fısk ve cidal (azgınlık ve kavga) etmeyerek hac eden kimse, anasından
doğduğu gündeki hâle döner,» buyrulmuştur. Şifâ-i Şerifin üçüncü kısmının başlarında da: «Bir
kere hac eden farzını yerine getirmiş olur; ikinci defa hac eden Rabbine borç vermiş olur; üçüncü
defa hac eyleyenin kılını ve derisini Allah ateşe haram eder,» anlamında bir hadîs nakledilmiştir.
Hac farz-ı ayn olduğu için, onun yapılmasında -farz-ı kifaye olan cihada gönüllü gitmek gibi- ana -
babanın rızası şart değildir. Ancak ana baba veya onlardan biri, kendisine muhtaç iken bırakıp
gitmek mekruhtur. Ana - babanın bulunmaması hâlinde, dede ile nene de ana - baba gibidir.
331
Sünnet genel olarak söylendiğinde bundan Müekked Sünnet anlamı murad olunur. Geniş bilgi
için Ni'met-i İslâm'ın «Tahâret Kitabı»ndaki «Teklif Hükümleri» ve «Abdestin Sünnetleri»
bahislerine bakınız.
332
Rüknüne karşılık olmaz; vacibin terkine kurban gerekir. Umrenin rüknü ve vacibi ileride
açıklanacaktır.
333
Vukuf rüknünün zamanı ve yeri vardır. Zamanı: Arefe günü öğle vaktinden ertesi günün fecir
doğumuna kadar olan müddettir. Yeri: Arafat'ın Batn-ı Arefe'den başka olan her yeridir.
Zikrolunan müddet zarfında, Arafat'ta bulunan kimse, bilerek veya bilmeyerek oradan geçse veya
bir müddet dursa vukuf etmiş olur. O zaman hiçbir vakit orada bulunmayan kimse hac etmiş

88
İhram, hac için sıhhat şartı olduğu gibi, umre için de sıhhat şartıdır. Hem de umrenin
rüknüdür. Diğer rüknü tavaftır. Sa'y ile halk (tıraş) - ve taksir (saçını kırpmak) -umrenin
vacipleridir. Bunlar hacda da vaciptir.
Haccın Vacipleri
Haccın vacipleri şunlardır:
* Mîkatı ihramsız geçmemek,
* Beyt-i Muazzama'yı her tavafta Hacer-i Esved'den başlamak,
* Kâbe'yi sola alarak Verâ-i Hatîm'den 334 dolaşarak tavaf etmek,
* Tavafta abdestli bulunmak 335 ,
* Yedinci devrenin tamamlanmasında iki rekât namaz kılmak,
* Özrü olmayanın tavafta yaya olması 336 ,
* Sa'y etmek,
* Sa'yi tavaftan sonra etmek,
* Sa'ye Safâ'dan başlamak,
* Özrü olmayana göre sa'yi yürüyerek etmek 337 ,
* Arafat'ta vukufu güneşin batışına kadar uzatmak,
* Müzdelife vukufu yapmak,
* Minâ'da remy-i cimâr etmek 338 ,
* İlk cemreden sonra başını tıraş etmek veya saçını kestirmek,
* Kıran Haccı veya Temettü Haccı yapanın kurban kesmesi,
* Ziyaret tavafını nahir günlerinden - ki Kurban Bay-ramı'nın üç günüdür - sonraya
bırakmamak,
* İhramlı iken yapılması mahzurlu olan işlerde bulunmamak,
* Mekke'de mukim olmayanların veda tavafını yapması 339 vaciptir.
Haccın vaciplerinden, hacca mahsus olmayanlar umrede de vaciptir. Vacibin hükmü,
terkinde dem (kurban) gerekmesidir, yâni fukaraya verilmek üzere bir koyun veya keçi
kesilir.

olamaz. Ziyaret tavafının zamanı: Kurban Bayramı'nın ilk günü fecrinin doğması ile girer. Ondan
önce Ziyaret tavafı olmaz; bundan dolayı Kudüm tavafı onun yerini tutmaz. Yeri: Bilindiği üzre
Metâf'tır (tavafın yapıldığı yerdir). Bu tavaf, Arafat'tan, Müzdelife'den, Minâ'da Akabe Cemresinin
taşlanmasından ve tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra Kurban Bayramı günleri geçirilmemek üzere
icra olunur. Bu tavafın nahir (Kurban Bayramı) günlerinde olması vaciptir. Sonraya bırakılması,
hayızlı kadından başkası hakkında kurbanı gerektirir.
334
Verâ-i Hatîm, Hatîm'in dış tarafı demektir. Hatîm, Kâbe'nin kuzey kenarında, yarım daire
şeklinde bir duvardır. O da Kâbe'dendir.
335
Kâbe'yi tavaf etmek için abdesti yoksa abdest almak vaciptir. Hadîs-i şerifte: «Tavaf namaz
gibidir. Şu kadar ki, siz onda konuşursunuz. Tavafta konuşan kimse hayırdan başka söz
söylemesin,» buyrulmuştur. Hadîsin mânası hükmünce tavaf; hakikaten namaz olmadığından
onda hades-ten temizlenmek vacip olmadığı gibi tavafın sıhhati o temizliğe bağlı olmamıştır.
Abdestsiz kimsenin tavafı (kusurlu eda olarak), sahih ve fakat temizliğin terkine dem (kurban)
gerekir (Ni'met-i İslâm'dan).
336
Hastalar sedye üzerinde dolaştırılmakla tavaf etmiş olurlar.
337
Özürlüler binekle sa'y ederler.
338
Bir günlüğünü bile -isterse bir mazeretten dolayı olsun- terkederse dem (kurban) lâzım gelir.
339
Veda tavafı, Mekke'de mukim olandan düştüğü gibi hayız hâlinde bulunan Mekke dışından
gelmiş kadından da düşer.

89
Haccın Sünnetleri
Haccın sünnetleri şunlardır:
* İhram ederken tıraş olmak, tırnak kesmek, koltuk temizlemek, gusletmek veya abdest
almak,
* Beyaz bir izâr ile beyaz bir ridâ tutunmak 340 ,
* Koku sürünmek,
* İki rekât namaz kılmak,
* Telbiyeyi çok ve sesini yükselterek yapmak 341 ,
* Her başlayışta, üç telbiye edip üçüncünün nihayetinde, salavât-ı şerife getirip dua ve
tazarruda bulunmak,
* Mekke'ye girişte gusletmek,
* Kâbe'yi gördüğünde dilediği duayı etmek,
* Beyt'in önünde Tekbîr ve Tehlîl getirmek,
* Temettü Haccından başkasında Mekke dışından gelen kimsenin, Kudüm tavafını
yapması,
* Kudüm, Umre ve Ziyaret tavaflarında erkeklerin ıztıbâ (ihramda sağ kolunu çıplak
bırakmak) ve remel (omuzlan silkeleyerek çalımlı ve çabuk çabuk yürüyüş) yapmaları,
* Her tavaf devresinde Hacer-i Esved'i selâmlamak,
* Sa'yde (iki yeşil direk arasında) koşarak hervele yapmak,
* Sa'yin hervele yerinden başkasında yavaş yürümek,
* Zilhiccenin yedinci günü öğle namazından sonra hatibin bir hutbe irad etmesi 342 .
* Zilhiccenin sekizinci günü, güneş doğduktan sonra Minâ'ya çıkıp o gece orada kalmak,
* Arefe günü - ki Zilhicce'nin dokuzuncu günüdür -erkenden Arafat'a gitmek, güneş
batıncaya kadar Arafat'ta kalıp güneş battıktan sonra, ağır ağır Arafat'tan inmek,
* Müzdelife'de Meş'ar-ı Haram yakınına konmak,
* Bayram gecesi orada (Meş'ar-ı Haram yakınında) kalmak,
* Gerek Arafat'ta birleştirerek kılınan öğle ve ikindi namazlarından sonra ve gerek
Müzdelife'de birleştirerek kılınan akşam ve yatsı namazlarından sonra yana yana ve
ağlaya ağlaya dua ve tazarruda bulunmak,
* Müzdelife'de sabah namazının kılınmasından ve vukuftan sonra Minâ'ya gelmek,
* Akabe cemresinde her vakit binekli ve diğer cemrelerde yaya bulunmak,
* Cemre yapmak (taş atmak) için durulduğunda Minâ'yı sağa ve Mekke'yi sola alarak
durmak,
* Akabe cemresini taşlarken vadinin içinde bulunup taşcıkları aşağıdan yukarıya atmak,
* İlk günün remyini (taşlaması) öğleden önce, diğer günlerin remyini öğleden sonra
yapmak,

340
Bu, erkeğe göredir; daha önce açıklaması geçtiği gibi...
341
Bu da erkeğe göredir.
342
Bu hutbe tektir; bunda celse (oturuş) yoktur. Hacca mahsus üç hutbe vardır; Üçü de sünnettir.
Birincisi budur. İkincisi Arafat'ta zeval vaktinden sonra okunandır. Üçüncüsü Minâ'da ilk günkü
hutbedir ki, onda hac ibâdetlerinin geri kalanı tarif edilir.

90
* Minâ'da dört gün kalmak istemeyen kimsenin bayramın üçüncü günü Mekke'ye inmek
için Minâ'dan güneşin batışından önce çıkması,
* Mekke-i Mükerreme'ye inişte (tahsîb etmek, yâni) Muhassab denilen düzlükte bir
müddet dinlenmek,
* Veda tavafından ve iki rekât tavaf namazından sonra Zemzem suyundan içmek ve
dökünmek,
* İçerken Beyt-i Muazzama'ya (Kâbe'ye) karşı ayakta bulunmak,
* Hacer-i Esved ile Kâbe kapısı arasındaki yere - ki Mültezim denir- göğsüyle ve yüzüyle
yapışıp ağlayarak durmak,
* Kâbe örtüsüne yapışarak dua ve niyaz etmek,
* Kâbe'nin içine girmek mümkün olursa, kimseyi incitmeden girip iki rekât namaz kılmak,
sünnettir.
Haccın sünnetlerinden hacca mahsus olmayanlar, umre için sünnettir. Sünnetin hükmü,
«Tahâret Kitabı»nda zikrolunmuştur.
(Sünnetin hükmü: işlenmesi hâlinde farz ve vacipten daha az sevap terettüp eder. Bilerek
terkedilmesinde ise, ikab değil, itâb terettüp eder).
Haccın Âdâbı: Borcunu ödemek, haksız yere aldığını geri vermek, günahlarına tevbe
etmek, yapabilecekken gevşekliği ve tembelliği yüzünden yapmadığı ibadetleri kazâ
ederek ve hak sahipleri ile helâllaşarak hacca helâl mal ile gitmek 343 , yolda hiç kimse ile
münakaşa ve kavga etmemektir.
Haccın Mahzurları: «Haccın Cinayetleri» kısmında açıklanacaktır.
Fevât, Fesâd ve İhsâr
Fevât: Haccın fevtedilmesi, yâni vaktinin geçirilmesidir. Umrenin belli vakti olmadığı için
fevât (vaktini geçirmek) düşünülemez. Haccın vaktinin geçirilmesi, Arefe vukufunu
geçirmekledir: Arefe günü veya akşamı Arafat'ta bulunmayan kimse haccı fevtetmiş
(kaçırmış) olur.
Bu durumda bir umre yaparak ihramdan çıkar, gelecek sene haccı kaza eder.
Başka bir şey lâzım gelmez: Başlamış olduğu hac gerek farz, gerek nafile veya adak
olsun...
Fesâd: Haccın fâsid olması, yâni bozulmasıdır. Hacı, ihram hâlinde Arefe vukufundan
önce, cinsî münasebette bulunmakla iki tarafın haccı bozulur. Haccını bu suretle bozmuş
olan kimse, bir kurban keser ve sahih hac gibi hac esnasında yapılan işlere, ihramın
mahzurlarından (yasaklarından) kaçınmaya devam ile beraber (nafile bile olsa) gelecek
sene haccı kaza eder.
Cinsi münasebeti Arefe vukufundan sonra ve ziyaret tavafından önce etmişse haccı
bozulmaz. Ancak bir bedene (deve veya sığır) kurban etmek lâzım gelir.
Ziyaret tavafından sonra ise cinsî münasebette bulunmakla bir şey lâzım gelmez.

343
Çünkü haram para ile yapılan hac makbul olmaz. Şair Ebu'ş Şemakkamak bile bakın ne diyor:
«Aslı pis (kötü yoldan kazanılmış) bir malla haccedersen eğer,
O haccı sen değil kafile hac yapmış olur.
Allah ancak tayyib (temiz ve helâl) şeyleri kabul eder,
Allah'ın Evi'ni her ziyaret edenin ziyareti kabul edilmemiştir.»

91
Fesâd, umrede de olabilir. Umrenin fesadı, ihram hâlinde tavaftan önce 344 cinsî
münasebette bulunmakladır. Onun da devamı ve kazası lâzım olur. Umre tavafından
sonra yapılan cinsî münasebete bedene (deve veya sığır) kurban etmek gerekir.
İhsâr: Haccın veya umrenin rükünlerinden mahrum (alıkonulmuş) kalmaktır. Kalana
Muhsâr denir. İhramlı olan kimse ya hastalanarak veya parası tükenerek yahut
düşmanla kuşatılmış olduğu için vukuf ve tavafa, -umreye göre - sa'y tavafına muktedir
olamazsa harem içinde ise bir kurban keserek 345 , değilse bir kimseye bir kurban veya
onun parasını verip sözleşmeyle belirttiği gün o kimse tarafından Harem içinde kurban
kesilerek hacdan alıkonulmuş olan ihramlı ihramdan çıkar. Tıraş olmaya yahut saç
kestirmeğe hacet olmaz. Engelin kalkmasından sonra, hac veya umre edebilecekse, yine
ihram kuşanarak eder. Aksi hâlde diğer senede kaza eder: Umreden muhsâr idiyse
umreyi, hacdan muhsâr idiyse hem hac ve hem umreyi kaza eder. Eğer kıran haccından
muhsâr idiyse (yâni hem hacca ve hem de umreye niyet edip de bunları yerine
getirmekten mahrum kalmışsa) bir hac ve iki umre kaza eder.
İhsâr kurbanı, eğer umre içinse, nahr gününde (Kurban Bayramı'nın ilk gününde)
kesilmesi - ittifakan - lâzım olmayıp nahr gününden önce de kesilebilir. Hac için ise,
İmam Ebû Hanife'ye göre yine öyledir. İmameyn'e göre, onun nahr gününde kesilmesi
gerektir. Her iki görüşte de kesilme yeri Harem'dir. Hill değildir.
Hill ve Harem
İhram etmek için belli yerler olduğu gibi - ki onlara Mikat ve çoğuluna Mevâkıyt denir -
Mekke Harem'i için de her taraftan belli sınırlar vardır ki, oralara işaretler konulmuştur.
İşte o işaretlerin içi Harem, dışı Hill'dir 346 .
Mekke'nin Haremi: Medine-i Münevvere cihetinden 3, Irak, Tâif ve Yemen cihetlerinden
7, Ci'râne semtinden 9 ve Cidde cihetinden 10 mil mesafedir. «Hediyetü'n-Nâsik» adlı
kitapta olduğu gibi. Mekke-i Mükerreme'nin kendisi gibi etrafı da hürmete lâyık
Harem'dir: Hayvanları avlanmaz, bitkileri kesilmez ve hayvanlara otlatılmaz.
Hill'in sahipsiz olan bitkileri herkese, avı da ihramlı olmayan kimseye mubahtır.
İhram'ın Hükümleri
İhramlı kimseye ihramda caiz olmayan şeyler üç kısımdır ki, hepsi ihramın mahzurları ve
yasaklarıdır. Bunlar haccın cinayetleri diye isimlendirilir. Bir kısmı ihramlının kendisi
hakkında, bir kısmı elbisesi hakkında, diğer bir kısmı kendinden ve elbisesinden başkası
hakkındadır.
Kendi hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır:
* Baş taramak,
* Sakal - bıyık taramak.
* Başını tıraş etmek,
* Sakalını yahut bıyığını tıraş etmek,
* Saç kestirmek,
* Koltuk ve kasık kıllarını gidermek,
* Tırnak kesmek,
* Saçlarını veya sakalını yağlamak,
* Koku sürünmek.

344
Murad, tavafın çoğu, yâni yandan fazlasıdır ki, dört şavtı demektir. Ondan sonra cinsî
münasebet umreyi bozmayıp bir bedene kurban etmek gerekir.
345
Kıran haccı yapan kimse ise, iki kurban keser.
346
Harem'de oturanlar Mekkî (Mekkeli) sayılır. Hill'de oturanlara ise bizim gibi Afakî (Harem
dışından, yabancı) denir.

92
Elbisesi hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır:
* Gömlek veya fanila giymek,
* Don, pantolon yahut şalvar giymek,
* Entari, hırka, yelek, ceket, bornoz, cübbe gibi bir nevi elbise giymek,
* Başına fes yahut takke veya kalensüve giymek,
* Sarık veya sargı sarmak,
* Ayağına mest, potin, lapçin veya çorap yahut çizme giymek 347 .
İhramlıya kendisinden ve elbisesinden başka hususlarda caiz olmayan şeyler iki kısım
olup, bir kısmı av ve bir kısmı halile 348 hakkındadır.
Av hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır: İhramlı olan kimse karada avlanamaz,
avlanana yardımcı da olamaz, avı avcıya gösteremez, avın yerini haber veremez, avı
satın alamaz, av hediyesini kabul edemez, av sadaka olarak verilse, muhtaç olan ihramlı
onu alamaz.
Halîle hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır: İhramlı olan kimse cinsî münasebette
bulunamaz, tenasül yerinin haricine de cima edici olamaz. Şehvetle mübaşeret 349
edemez, şehvetle muânaka 350 edemez, şehvetle dokunamaz, öpemez, şehvetli bakışını
devam ettiremez.
Şunlar, ihramlı kimseye işlenmesi caiz olan şeylerdendir: Deniz avı, eti yenen ehli
hayvanların kesilmesi, saldırsın saldırmasın canavarın (vahşi hayvanın) öldürülmesi,
kuduz köpeğin öldürülmesi, yılan, akrep, fare ve pire gibi zararlı haşerelerin öldürülmesi,
çiçek koklamak, yıkanmak, başına ve bedenine kokusuz sabun sürmek 351 , gözüne
kokusuz sürme çekmek, kıl düşürmeyecek derecede kaşınmak, hacamat olmak, kan
aldırmak, sülük tutmak, diş çektirmek, kopuk tırnağı almak, sünnetli değilse sünnet
olmak...
İhramlı kimse beline para kemeri bağlar, ridâsının ucunu izârına sokabilir; silâh ve mühür
takınabilir; ev, mahmel (deve üstüne konan odacık), ağaç, duvar veya şemsiye gibi başa
değmeyen bir şey ile gölgelenebilir? kollarını giymeyerek arkasına elbise alabilir; yatarken
yorgan veya cübbe örtünebilir; attarın yâni güzel kokulu şeyler satanın dükkânında
oturabilir, tütsü yapılan yerde durabilir.
HACCIN CİNAYETLERİ VE ONLARIN KEFFARETİ
Haccın cinayetleri, ihram hükümleri ile harem hükümlerine ait mahzurlardan (haram olan
şeylerden) ibaret olmak üzere iki kısımdır. Menâsikten (haccın ibadetlerinden) birinin terk
ve ihlâli de haccın cinayetlerinden sayılır.
İhram hükümlerine dair olanı sadece ihramlı kimsenin kendisine mahsus olan
mahzurlardır.
Haremin hükümlerine dair olan, ihramlı kimsenin kendisine mahsus olmayan
mahzurlardır.
Bunların ceza ve keffaretleri aşağıda olduğu gibi sıralanır. Bu husustaki cinayetlerin ceza
ve keffaretleri:
* Dem,
* Sadaka,

347
Ayaklarının üstü açık kalmak üzere yüzsüz yemeni veya iskarpin giyebilir.
348
Zevceye ve odalığa şâmildir.
349
Tenini tenine dokundurmak.
350
Kucaklaşmak, boyun boyuna gelmek.
351
Sabun yerine hatmi kullanamaz.

93
* Tasadduk,
* Kıymet'ten ibaret olmak üzere dört nevidir.
Dem, kurban demektir ki, bir koyun veya keçi352 kesilip muhtaçlara dağıtılır 353 .
Sadaka, bir fıtır sadakası (fitre) miktarının verilmesidir.
Tasadduk, sadakanın yâni bir fitrenin daha azını vermektir 354 .
Kıymet, av öldürmenin cezasıdır: Vurulan ava vurulduğu yerde veya ona yakın yerde âdil
iki kimsenin takdir ettikleri kıymet, sadaka olarak verilir.
Harem'in ağaçlarını kesme cinayetinin cezası da kıymettir 355 .
***
Şu cinayetler kurban kesmeyi icab ettirir:
Bedenine yahut ihramına güzel koku sürünmek,
Başını yağlamak veya kınalamak,
Giyinmek ve hattâ yalnız don veya gömlek yahut başına fes veya takke giymek yahut
sargı sarmak 356 ,
Tıraş olmak, koltuk 357 yahut kasık veya boyun kıllarını almak,
Tırnaklarını kesmek 358 ,
Haccın vaciplerinden birini yapmamak.
***
359
Şu cinayetler sadaka vermeye sebep olur:
Bir uzuvdan daha aza koku sürmek,
Bir günden veya bir geceden daha az zaman giyinmek,
Başın dörtte birinden veya sakalın dörtte birinden daha azını tıraş etmek 360 ,
Kudüm tavafını yahut ziyaret tavafını abdestsiz etmek,

352
Kıran haccı yapan kimsenin cinayeti, ihramı bozarsa, dem iki olur. Zira iki ihramını bozmuştur.
Eğer haccın vaciplerinden birini terketmek gibi ihramı bozan şeylerden değilse dem (kurban) yine
bir tanedir.
353
Demi gerektiren her cinayette şât, yâni koyun veya keçi yeterlidir. Yalnız iki nevi cinayette
koyun yeterli değildir ki, onlardan biri Arefe vukufundan sonra ve ziyaret tavafından önce cinsî
münasebette bulunmak, diğeri ziyaret tavafını büyük hades (cünüplük) hâlinde yapmaktır. Bunların
kefareti bedene'dir ki, bir deve veya sığır kurban etmektir.
354
Bir miktar tasadduk yahut dem (kurban) veya oruç arasında serbest olmağa da şâmildir.
Dürer'de olduğu gibi.
355
Bir kimsenin mülkünde yetişmiş değilse bir, eğer bir kimsenin: mülkünde yetişmişse iki kıymet
verilir ki, biri sahibinin hakkıdır, diğeri şeriatın hakkıdır.
356
Ayağa çorap giymek de böyledir. Nitekim daha önce sayılmıştır. Bunlardan bir gün akşama
kadar yahut bir gece sabaha kadar giyinmek murad edilir. Bir günden fazla olanı bir gün gibidir.
Bunları mutat üzere giymek de şarttır. Mutat üzere giymeyip de beline kuşanır veya omzuna alırsa
bir şey lâzım gelmez. Eğer hastalık ve özür gibi bir zaruret üzerine giymiş olursa, dem vacip
olmayıp belki onunla sadaka veya oruç arasında serbest olur: Dilerse üç sâ (ölçek) buğdayı altı
fakire yarımşar sâ dağıtır yahut üç gün oruç tutar. Gün veya gece tam olmazsa, fıtır sadakası
miktarı tasadduk olunur.
357
İsterse bir koltuk olsun.
358
Bu, on tırnağın cezasıdır. Ondan daha azında her tırnak için bir fıtır sadakası (fitre) miktarı şey
tasadduk olunur.
359
Miktarı daha önce belirtilmiştir.
360
Dörtte bir için tamamlık hükmü vardır.

94
Tavaftan veya sa'yden bir şavtı terketmek,
Remy-i cimârda (cemreleri taşlamada) bir taşı eksik atmak 361 ,
Başkasını tıraş etmek yahut başkasının tırnağını kesmek.
***
Şu cinayetler tasadduka sebep olur: Bit öldürmek yahut ölmek üzere bir yere bırakmak,
çekirge öldürmek.
Av hayvanını öldürmenin, onu avcıya göstermenin ve bulunduğu yere götürmenin cezası
kıymettir. Takdir edilen kıymet, kurban kıymetini aşmamak üzere tasadduk olunur. Eğer
bir kurban kıymetinde olursa, orada bir kurban kesmek yahut buğday alıp her nerede
olursa altı fakire yarımşar sâ (bir fıtır sadakası) tasadduk etmek veyahut her yarım sâ
karşılığında birer gün oruç tutmak arasında o kimse muhayyer (serbest) olur.
Av hayvanını kaçıp kurtulmaktan alıkoyacak şekilde yaralamak ve cılk olmayan kuş
yumurtasını kırmak da tam kıymeti gerektirir. Avın kaçıp kurtulmasını bozmayacak
şekilde onu yaralamak, noksan kıymet verilmesini gerektirir ki, o av bir sağlam ve bir de
o şekilde yaralanmış olarak değerlendirilip iki kıymetin arası olan miktar tasadduk olunur.
Harem'in Mahzurları (Haramları): Mekke'nin Haremi'nin avını avlamak, ağaçlarını ve
otlarını kesmek, koparmak gibi yasaklanmış şeylerdir. Bu türlü tecavüzler ihramlı kimseye
mahsus olmayıp hiç kimse için caiz olamaz. O suçu işleyen kimse kıymetini ödemekle
yükümlü olur. Mekke'nin Haremi'nde İslâmiyetten önceki zamanlardan beri hayvan
otlatmak bile yasaklanmıştır. Ağacın kurumuşunu kesmek veya kökünden söküp
çıkarmakta, Mekke samanı denen izhir otunu ve Mekke mantarını koparmakta haramlık
yoktur.
İHCÂC (HACCA BEDEL GÖNDERMEK)
Hac etmek, - şartlarını toplamış olan insan için - farz-ı ayn olduğu gibi onun farziyeti de
fevri (hemen )dir. Muktedir olana ömründe bir kere hac etmek fevri yâni tehiri caiz
olmamak üzere farzdır. Bu sene mümkün ve yolun emniyetinden kalpler kuşkusuz iken,
gelecek seneye bırakmak -engel çıkması ihtimalinden dolayı- mubah değildir 362 . İktidar
sahiplerinden olup üzerine hac farz olmuşken geri bırakarak bedenen gidemez hâle gelen
kimseye ihcâc (kendi yerine başka birini hacca göndermek) lâzım olur ki, bedel
göndermek demektir. Hac, hem malî ve hem bedenî bir ibadet olduğu için onda niyabet
(vekillik etmek) geçerli olur: «Tarafımdan hac etmeyi sana emir ve tavsiye ediyorum»
diye müslüman ve akıllı bir kişiye 363 para verir. O kişi de o para ile gidip o kimse
tarafından (onun namına) hac eder. İhrama girerken onun için niyet eder; hangi nevi
haccı 364 emretmişse o şekilde niyet eder. Haccın ve umrenin bütün işlerini onun niyetiyle
yapar. Ve binekli olarak gidip binekli olarak gelir. Parayı ne israf ve ne de cimrilik
etmeyerek sarfeder.

361
Her bir taşın terki böyledir. Bir cemreyi büsbütün terkederse, yedi sadaka verir. Eğer bir günlük
cemreyi terkederse dem gerekir.
362
Hadîs-i şerifte:
«Hacca kadir olan kimse, engel çıkmadan önce hemen haccetsin,» buyrulmustur.
Hazreti İbni Abbas'ın rivayeti böyledir. Diğer rivayette:
Ziyadesi de vardır. Câmiu's - Sağir'de olduğu gibi. Bu emre aykırı hareketin günahı daha sonra
edilen hac ile silinir.
363
İsterse -sahibinin izniyle- köle yahut -kocasının izni ile, mahremi bulunan- kadın olsun. Efdâl
olan; haccın fiillerini bilir hür bir erkek olmasıdır. Kendisine farz olan haccı eda etmiş bulunan şahıs
için başkasından yana hac (gerek farz ve gerek nafile olsun) kendi nefsi için edeceği nafile hacdan
daha faziletlidir. Hazreti İbni Abbas'dan rivayet edilmiş olan şu hadîsten dolayı ki:
«Bir kimse bir ölüden yana hac ederse, ölü için bir hac ve hacı için yedi hac sevabı
yazılır.» buyurulmuştur.
Bir rivayette: «Ve hacı için cehennemden beraeti yazılır,» buyurulmuştur.
364
İfrad, Temettü, Kıran.

95
Artanını getirip kendisine yahut mirasçısına verir 365 .
Böylece hac farizası o kimse'den düşmüş olur. Şu şartla ki, o kimsenin bizzat hac
etmekten âciz oluşu, bedel gönderdiği zamandan itibaren ölümüne değin devam etmiş
olsun 366 .
Aciz değilken bedel göndermek - velev ki ondan sonra âciz olsun - yeterli olmadığı gibi,
âciz iken bedel gönderdikten sonra, âczi ortadan kalkmış olma durumunda da bedel
tarafından edilen hac kendisi için yeterli olmaz.
Birinci durumda yeniden bedel göndermek; ikinci durumda ise bizzat gidip haccetmek
gerekir. Bedel göndermeğe muktedir olan hasta, bedel göndermeyerek ölecek olursa,
ölümü sırasında onu vasiyet etmesi gerekir. Verese, o vasiyeti, ölünün malının üçte
birinden yapabilir. Kendisine hac farz olmuşken eda etmeyerek ve tarafından edayı
vasiyet etmeyerek vefat eden kimse günahkârdır.
Haccetmekle mükellef olan kimse mükellef olduğu sene haccetmek için çıkıp yolda ölürse,
bu niyetiyle sevap kazanmış olur. Bedel göndermeyi vasiyet etmek ona gerekli değildir.
Eğer haccı, onunla mükellef olduktan sonra geri bırakmışsa vasiyet eder. Vasiyetinde
paranın miktarı ile yola çıkılacak yeri belirtmişse, parasının yeteceği şekilde belirttiği o
yerden bedel çıkarılır. Eğer yola çıkılacak yeri ve paranın miktarını belirtmemişse, malının
üçte biri yeterli olursa bedel çıkaranın kendi beldesinden, olmazsa yeterli olduğu yerden
bedel çıkarılır. Belirtilen para ve malın üçte biri yeterli olduğu hâlde, hacca vekil tâyin
edilen kişi, belirtilen yerden, yer belirtilmemişse vasiyet edenin kendi beldesinden başka
yerden hac ederse sahih olmaz.
MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET
Belirli zamanında, belirli işlerle, belirli yeri ziyaret etmek demek olan haccı, Mekke'de eda
ve ifadan sonra 367 Medine'yi ziyaret etmek de zenginlerin vazifesidir. Medine'yi ziyaret
azminde olan kimse, her zamankinden fazla salavât-ı şerife okumaya devam edip,
yollarda salât ve selâm getirerek, istiğfar ederek ve şefaat dileyerek gitmeli.
Medine-i Münevvere yakınına geldiğinde, gücü yeterse deveden iner. Yürüyerek ve
edeblice şehre gidip 368 yerleştikten - yâni yerinden ve yükünden emin olduktan -sonra
tam temizlikle Mescid-i Nebi'ye girer. Ve kerahet vakti değilse, Peygamberin şerefli
minberinin yakınında iki rekât tahiyyet-i mescid namazı kılar. Ondan sonra Yüce Allah'a
şükür olmak üzere iki rekât namaz daha kılarak Allahu Teâlâ'ya muvaffakiyet ihsan
etmesinden dolayı şükür secdesine varır. Ondan sonra dilediği duayı eder.
Daha sonra kalkıp tam bir edeple Peygamberimizin Kabr-i Şerifi'nin şebekesi yakınına
varıp o yüce makama yüzünü dönmüş ve Kıble'ye arkasını vermiş olarak dört zira (üç
metre) kadar uzakta, delilin göstermesiyle Peygamberimizin Mübarek Başı hizasında
durur. Salât ve selâm getirerek şefaat ister.
Ondan sonra Hazret-i Ebû Bekir es-Sıddîk'in ve daha sonra Hazret-i Faruk'un mübarek
başları hizasına varır. Selâm ve tahiyye ederek, Allah'a dua eder, onlardan da şefaat
diler.- Sonra yine Peygamber Efendimizin Mübarek Başı cihetine gelip salât ve selâm
okuyarak dua ve niyazda bulunur.

365
Meğer ki, emreden kimse, parayı verdiği sırada: «Bunun artanım nefsin için bağışlamaya seni
vekil ettim,» demiş olsun. Bu durumda bedel giden kişi, aldığı parayı şeriata uygun şekilde
harcayarak haccı ifa eyle dikten sonra artarsa, fazlasını kendine bağışlar ve nefsi için kabzeder
(alır). Ve o para ona helâl ve hoş olur.
366
Aczin devamlılığının şart kılınması, farz olan hac içindir. Sözün gelişinden açıkça anlaşılan da
odur. Nafile hacca bedel göndermek, kudretin bulunması hâlinde de caizdir.
367
Haccetmeden önce olursa da, daha faziletlisi hacdan sonra olmasıdır.
368
«Medine öyle bir yerdir ki, Cebrail orada yürümüştür,
Allah onun toprağını ve göğünü şerefli kılmıştır.»

96
Sonra Ebi Lübâbe Sütunu ve daha sonra Hınâne Sütunu denilen sütunları ziyaret edip
oralarda namaz kılar, dua eder. Hazret-i Fatıma'nın nurlu kabrini de ziyaret ve
kendilerinden şefaat talep ederek Cennetü'l-Baki'e - ki Medine-i Münevvere'nin
kabristanıdır - çıkar. Orada gömülmüş bulunan ashâb ve Peygamberimizin temiz
zevcelerini ziyaret ederek bir Âyete'l-Kürsi, on bir İhlâs ve mümkünse bir de Yâsin-i Şerif
okuyup sevabını onlara hediye eder.
Medine-i Münevvere'de kaldığı sürece beş vakit namazı Peygamberimizin şerefli
Mescidinde, özellikle (Ravza-i Celile'de kılmağa ve huzur-ı saadette çok bulunmağa
ihtimam gösterir. Uhud şehidlerini, Küba Mescidi'ni ve İki Kıbleli Mescid'i ziyarete de
gider.
«Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhanunedin ve âlâ âli seyyidinâ Muhammed -
Allahım, Efendimiz Muhammed üzerine ve Efendimiz Muhammed'in Ehl-i Beyti üzerine
rahmet eyle!»
SAYD VE ZEBÎHA
Sayd, avlamaktır; ava da sayd denir; avlamağa ıstıyâd da denir 369 .
Zebîha, zebh olunacak (kesilecek, boğazlanacak) hayvandır 370 .
Av, mubahtır. (İhramda olan kimseye haram olduğu için «Hac Kitabı»nda açıklanması
uygun düşmüştür). İnsan sebze ve meyve yemekle beslendiği gibi et yemekle de
beslenir. Eti yenen hayvanların vahşisi avlanır, ehlisi kesilir.
Zebh, ya ihtiyari (isteyerek) veya ıztırari (çaresiz kalarak) olur.
Avlama zebhin ıztırarî kısmıdır.
Iztırari Zebh: Kuşları ve vahşi hayvanları 371 her neresinden ne ile mümkün olursa
öldürmektir.
Kara hayvanının avının yenmesinin helâl olmasında, hayvanın yaralanarak ölmüş olması
ve diri olarak elde edilmesi hâlinde boğazlanması şarttır. Deniz avında bunlar şart
değildir.
İhtiyari Zebh: Boğazlamaktır ki, hayvanın çenesi altını bıçaklayarak 372 gırtlağını, onun
arkasındaki yem ve su oluğunu ve iki taraftaki şah damarlarını 373 kesip kanını akıtmaktır.
Kaz ve ördek gibi kuşlar da bu şekilde zebh olunur (boğazlanır).
Devede sünnet olan Nahr olunmak, yâni göğsünün üstünden boğazlanmaktır. Zebh ve
nahre şâmil olmak üzere Zekât ve Tezkiye deyimleri vardır. Zebhin ıztırari kısmı da
zekâttır. Müzekkâ, boğazlanmış anlamınadır. Eti yenen hayvanların yenmesinin helâl
olmasında zekât (boğazlanmış olmak) şarttır. Tezkiye olunmayan (boğazlanmayan)
hayvanın yenmesi helâl değildir: İster kendiliğinden veya bir tehlike yüzünden 374 ölmüş;
ister başına tokmak vurularak yahut boğularak ölmüş olsun.
Yenmesinin helâl olmasında zekât (kesmek) şart olduğu gibi; zekâtın (boğazlamanın)
şeriatın emrettiği şekle uygun olması da şarttır.

369
Mustâd, yerine göre ism-i fail ve ism-i mef'ul [avlayan ve avlanan anlamında] olur. Avlayana
Sâid, avlanana Masid denir. Sayyad, avcıdır.
370
Balık zebîha (kesilmeğe, boğazlanmağa elverişli hayvan) değildir.
371
Ehli hayvanların vahşileşmiş olanı -meselâ azgın manda yahut deve- de bu hükümdedir. Alışkın
ceylân ise aksine ihtiyarî zebh (boğazlama) ile kesilmiş olması lâzımdır.
372
Kesip kan akıtıcı her şey, hattâ cam ve keskin taş veya kamış -bıçağın bulunmadığı yerde- onun
yerini tutar. Kör bıçakla boğazlamak, hayvanı yatırdıktan sonra bıçak bilemek, boğazlamakta
hayvanın murdar iliğini dahi koparmak, kellesini kesip almak ve hayvanı ölmeden yüzmek
mekruhtur.
373
Bunların dördüne birden Evdâc denilmekle zebh (boğazlama), evdâcı kesmekte ibaret olur.
Evdâcın üçünü -gırtlak, oluk, bir tarafın şah damarını- kesmek de yeterlidir.
374
Deniz avı bundan müstesnadır.

97
Şeriata uygun şekilde boğazlama: Müslümanlardan ve kitap ehlinden 375 birinin Besmele
ile beraber 376 yaptığı boğazlamadır. İhtiyari boğazlamada onun dinin gösterdiği yerde
gerçekleşmesi de şer'i şeklidir. Enseden kesilen hayvan, dine uygun şekilde boğazlanmış
olmaz. Puta tapanın, ateşe tapanın, dinden dönenin 377 ve dinsizin kestiği yenmez.
Kesen müslüman veya kitap ehlinin erkek olması şart değildir: Kadının ve akıllı küçük
çocuğun dahi kestiği yenir.
Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar
Eti Yenen Hayvanlar
Ehli hayvanlardan: Koyun, keçi, sığır, manda, deve...
Vahşi hayvanlardan: Tavşan, geyik, karaca, dağ keçisi, vahşi sığır ve manda, vahşi
deve...
Ehli kuşlardan: Hindi, tavuk ve vahşisine de şâmil olmak üzere kaz, ördek...
Vahşi kuşlardan: Serçe, bıldırcın, güvencin ve benzerleri...
Suda yaşayanlardan yalnız balık cinsi.
Eti Yenmeyen Hayvanlar
Ehli hayvanlardan: At, eşek, katır, kedi, köpek...
Vahşi hayvanlardan: Kurt, çakal, maymun vb. gibi canavar cinsi. Ayrıca fare, köstebek,
gelincik, kertenkele, solucan, yılan, akrep, kirpi, kaplumbağa, tosbağa, kurbağa ve
benzeri haşerât.
Vahşi kuşlardan: Doğan, papağan, çaylak gibi et yeyici; kartal, karga ve leylek gibi leş ve
pislik yeyici; sinek, arı ve kelebek gibi - çekirge müstesna olmak üzere - bütün böcekler.
KURBAN (UDHİYYE)
Kurban bayramında kesilen, hayvana kurban denir. Eti yenen ehli hayvanların şu üç
nev'ine münhasırdır.
İbil,
Bakar,
Ganem.
İbil, deve cinsidir; bakar, sığıra ve mandaya şâmildir, ganem, koyun ve keçi demektir.
Kurban olmak bakımından bunların dişisi erkeğine eşittir 378 . Boynuzlu türünün,
boynuzunun bulunmaması veya boynuzunun birazının kırık bulunması mani değildir.
Kulaksız veya gözsüz; hattâ bir gözlü olması ve dişsiz olması manidir.
Boğazlanma yerine yürüyemeyecek derecede topallık veya hastalık, çok cılızlık, kulağının
veya kuyruğunun büyük bir kısmındaki veya başlarında kopukluk dahi engeldir.
Kurban kesmeğe Tadhiye denir. Hür ve muktedir 379 olup da yolcu bulunmayan müslüman
erkek ve kadına, kurban kesmek vaciptir 380 . Vacibin terki günahtır 381 .

375
Kitap Ehli: Yahudilerle Hıristiyanlardır. Tekilinde Kitabî denir.
376
Besmele: «Bismillah» yahut «Yâ Allah» veyahut «Allahu Ekber» gibi hâlis zikir ile Cenâb-ı
Hakk'ı yâd etmektir. «Er-Rahmânir-Rahîm» yeri değildir. Besmele, ihtiyarî boğazlamada
boğazlamaya girişirken ve ıztırarî boğazlamada tüfeği atarken yahut köpeği salarken söylenir.
377
Mürted: İslâm dininden dönendir. Hangi dine girerse girsin, isterse dinsiz olarak kalsın.
378
Devenin ancak beş yaşında olanı, sığır ve mandanın iki yaşında olanı, koyun ve keçinin bir
yaşında olanı kurban edilebilir, özellikle koyunun, gösterişli olması hâlinde altı aylığı da kurbanlığa
yeter. Bir koç veya teke, ne kadar yaşlı ve iri olursa olsun, bir kişiden fazlasına kurban olamaz.
Ama bir deve veya sığır, yedi kişiye kadar ortaklık kabul eder.
379
İktidar: Nisab sahibi olmakladır. Nisab: Zenginliğin esası olan mal miktarıdır ki, gümüşe göre
iki yüz dirhemdir. Borçtan ve zarurî ihtiyaçlardan başka o miktar mala aynen veya kıymeten sahip

98
Elinden gelen, kurbanını kendi keser. Elinden gelmiyorsa, yanında bulunarak elinden
gelen bir müslümana kestirir 382 . İbâdete müslüman olmayanı sokmaz.
Kurban kesen kimse, kurbanının etinden hem yer ve hem yedirir. Kurban etinin bir kısmı
alıkonur, bir kısmı da tasadduk olunur (sadaka olarak verilir). Tamamen alıkonulması da
caiz olur.
Kurbanın postu, tasadduk da olunur, eve de alıkonulur. Demirbaş bir şey ile mübadele
bile edilebilir. Satılıp parası alınmaz; ondan kasap ücreti de verilmez; istihlâk olacak
(tüketilecek) bir şeyle mübadele de edilmez.
Akîka
Çocuk kurbanıdır 383 ki, çocuğu olan kimse doğumun yedinci günü 384 sabahı, kurbanlık 385
bir koyun (veya keçi) kesip bütünce pişirerek 386 fukaraya yedirir; kendisi de yiyebilir.
Ebeye de ondan bir but verir.

olan kimse, dince zengin sayılarak kendisine dört hüküm düşer: Fitre vacip olur, kurban vacip olur;
akrabaya nafaka vacip olur; sadaka almak haram olur. Bu hususta nema (malın üremesi, gelir
getirmesi, çoğalması) ve havelân (üzerinden bir yıl geçmesi) şart değildir.
380
Hadîs-i şerifte: «Hâli elverişli olupta kurban kesmeyen kimse sakın bizim mescidimize
yaklaşmasın,» buyurulmuştur. Zaten vacip olduğu için Kurban Bayramı kurbanı adanmaz; meğer
ki, vacip olandan daha üstün bir şeyi adamış olsun. Cinsinden vacip bulunduğundan dolayı
hastasının afiyet bulması gibi bir şarta bağlayarak veya bağlamaksızın kurban kesmeyi adamak
sahih ve gereğini yapmak vacip olur. Türbelere kurban adanması sahih değildir.
381
Vacip olan; kurban kesmektir: Yâni kurbanı diri olarak tasadduk etmekle vacip yerine gelmez.
Kam akıtıldıktan sonra kurban tamamen tasadduk edilebilir.
382
Kesmek için zebiha bahsinde dipnotdaki hatırlatmaları unutmayınız.
383
Bu kurbana, akîka yerine nesike veya zebîha denilmesi daha uygundur. Nitekim aşağıda
açıklanacağı üzere burada bilinen eski adı verilmiştir.
Akîka, Araplar arasında cahiliye devrinden beri mevcut olan bir âdettir. Doğan çocuğun başındaki
ana tüyü demek olan akîka, bu kurbana ad olmuştur.
«Onlardan birine dişi (kız çocuğu doğduğu) müjdelendiği zaman, yüzü gölgelenip kararır ve
öfkesini saklamak zorunda kalır,» (Nahl: 58) âyeti de delil olduğu üzre cahiliye Arapları, kız
çocuğu istemedikleri ve hattâ bazıları kız çocuklarını diri diri toprağa bile gömdükleri için akikayi
erkek çocuklara yaparlar ve çocuğun baş tüylerini tıraş edip akîkanın kanını çocuğun başına
sürerlerdi.
Peygamber Efendimiz, bu cahiliye âdetini, kurbanı Allah'a şükür olmak üzere kız çocuğuna da
teşmil, çocuğun başına kan sürmeği zaferan sürmeğe ve tüylerin ağırlığınca tasadduk etmeğe
dönüştürmek suretiyle düzeltmiş; akîka kelimesini de ukuk (isyan, evlâdın ana-babaya isyanı)
mânasını hatıra getirici olmasından dolayı nesîke kelimesine çevirmişlerdir. Nitekim Peygamber
Efendimiz, bir hadîsinde: «Allah, akuku (isyanı) sevmez,» buyurmuştur. Başka bir rivayette:
«Ukuk, Allah için sevimli değildir,» diye gelmiştir. Yine bir hadîslerinde de: «Nesîke deyiniz,
akîka demeyiniz,» buyurmuşlardır.
Bundan dolayı akîkanın İslâmî adı nesîke olup İbni Abidin'e göre onun akîka diye isimlendirilmesi
mekruh olur.
Nesîke kelimesinin kökü olan nüsük, Kur'ân-ı Kerîm'de ibâdet ve tâat mânasında geçen bir
kelimedir. Menâsik onun çoğulu olup «Haccın Menâsiki» deyiminde, haccın bütün ibâdetlerini
toplayıcı bir anlamda kullanılır. Ukuk, isyan ve özellikle evlâdın ebeveynine karşı gelmesi
anlamında olduğuna göre, itaat ve ibâdet anlamına gelen nüsük kelimesi onun zıddı olmuş olur.
(S.N.)
384
Efdâli budur. On dördüncü yahut yirmi birinci günü, daha önce yahut daha sonra da olur.
Doğumdan önce olmaz. Gece doğmuşsa, ertesi sabaha itibar olunur. Kurban, sabahleyin kerahet
vakti çıktıktan sonra kesilir.
385
Kurban bahsinde açıklanan engellerden uzak olan demektir. Yâni kurban vasıflarına sahip
olmayan hayvandan akika da olmaz.
386
Kemikleri kırılarak pişirılse de mekruh olmaz. Çocuğun tabiatının tatlı olması umut ve
temennisiyle tatlı ile pişirilmek sünnet olur. Tenkihi'l-Hâmidiyye'de olduğu gibi.

99
Bu mubah olan şeylerdendir. Bunu insan, kendisi için de yapabilir; vaktiyle akikası
yapılmamış olan kimse, kendisi için bir koyun kesip fukaraya yedirir 387 .
Kız çocuk için bir koyun, erkek çocuk için iki koyun kesilmesi de uygundur. Hayvanın
kesilmesi sırasında baba veya anne: «Yâ Rab! Bu benim çocuğumun akîkasıdır. Onun
cehennem ateşinden kurtuluş fidyesi olsun,» diye dua eder.

387
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretleri, peygamberlikle
görevlendirilmelerinden sonra, kendileri için ve iki torununun (Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin)
doğumlarında onlar için akîka etmişlerdir. (İbn Âbidin'in Tenkîhi'l-Hâmidiyye'sinde olduğu gibi.
Akîka, Hindiyye'nin beşinci cildinin 316'ncı sayfasındadır.)

100
MUHTASAR ZEKÂT KİTABI
Mehmed Zihni

101
ZEKÂT KİTABI
İbadetin malî olanına sadaka, -ki muhtaçlara sevap için verilen şeydir - onu vermeğe
tasadduk denir. Tasaddukun farz olanı zekâttır 388 . Farz olmayanı ise, ya vacip veya
müstehaptır. Müstehap olan: Nafile olarak verilen sadakalardır. En yakından başlayarak
gerek müslüman olsun, gerek olmasın, kime olsa az çok verilir 389 . Nafile olarak verilen
sadakada, şeriatça belirlenmiş yer ve miktar olmadığından, ondan söz etmeye gerek
yoktur.
Vacip olan sadaka, ya li-aynihî (doğrudan doğruya Allah'ın vacip kılmasıyla) vacip veya
li-gayrihî (kulun kendi kendine vacip kılmasiyle) vaciptir.
Li-gayrihî vacip, kulun istemesi ve gerekli kılmasiyle gerekli olandır ki, o da adanmış
olan sadakadır. Şu kadar mal veya şu kadar kuruş tasadduk etmeyi adayan kimseye, o
miktarı tasadduk etmek vacip olur. Bunda şahıs belirtmek ve mal belirtmek kaldırılmıştır.
Filân fakire diye edilen adağı, başka bir fakire vermek caiz olduğu gibi; şu malı, şu
parayı diye belirttiği mal ve para yerine aynı cinsten başka bir malı veya parayı tasadduk
etmek de caizdir. Nisaba mâlik olana göre zaten farz veya vacip olan zekâtı veya fıtır
sadakasını adamak manasızdır. Adanan şeyin sarf (verilme) yeri ona ihtiyacı olan fakirler
olduğundan, ihtiyacı olmayanlara adak verilmesi caiz değildir. Filân yatıra mum yakmak
gibi ölüler için olan adağın da sıhhati yoktur.
Li-aynihî vacip: Fıtır sadakasıdır 390 .
FITIR SADAKASI (FİTRE)
Fıtır (oruç bozma, Ramazan bayramı) gününün sadakası mânasına olarak, Ramazan
Bayramı'nı geçirmemek üzere verilen sadakadır. Ona Sadakatü'r-Re's (Baş Sadakası),
Zekâtü'r-Re's (Baş Zekâtı), Zekâtü'l-Fıtr (Oruç Bozma Zekâtı), Zekâtü's-Siyâm (Oruç
Zekâtı) ve aslında olmadığı halde yapma kelimelerden olarak el-Fıtra da denir 391 .

388
Bazılarına göre, malın zekâtı olduğu gibi, sahip olunan mevki ve makamın da zekâtı vardır.
Nitekim şöyle demişlerdir:
«Sahipliği elimde olan malın zekâtı bana farz kılındı.
Mevkiimin zekâtı ise başkalarına yardımda bulunmam ve şefaat etmemdir.
Sen de bir mevki sahibi olursan öyle yap,
Eğer buna gücün yetmezse bari gücün yettiği kadar etrafına faydalı olmak için çalış.»
«Zekât ortadan kalkınca artık bulut gelmez (rahmet yağmaz) olur,
Zina yüzünden her tarafı veba kaplar.
Karanlık ve kaygıdan yana başına her ne gelirse,
Hepsi temizliğin terkinden ve haddini bilmemekten gelir.»
(Mesnevî)
389
«Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan
kimselere iyilik etmekten ve onlara adaletli davranmaktan men etmez. Muhakkak Allah
âdil olanları sever. Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurdunuzdan atmak
isteyen ve atılmanıza yardım eden kimselerle dostluk kurmaktan men eder. Kim onlara
dost olursa, işte onlar zalimlerdir.» (Mümtehine sûresi: 8-9).
390
Vacip olan nafakaları «Münâkehât Kitabı»mızın «Nafaka» ve «İddet» bölümünde zikretmişizdir.
Onlar, bir kimsenin zahmetini çekmek, nafakalarını (yiyecek, içecek, barınak ve giyim gibi
ihtiyaçlarını) karşılamak ve ivazlara benzer sıla'dır. Mal olmayan şey karşılığında, maldan vacip
olan şey, sıla'dır. (Yâni: Bir kimseden alınan bir mal bedeli olmaksızın o kimseye, tahammülü ve
hizmeti dolayısiyle malından vermesi gereken her şey sıla (yardım, bağış, hediye) benzeri olup
nafaka diye adlanır.) Gerek meûnet benzeri olsun: Akrabaya verilen nafaka gibi. Gerek ivaz benzeri
olsun: Erkeğin karısına verdiği nafaka gibi. Gerek ceza benzeri olsun: Diyet gibi. Nitekim Usûl
okuyanlarca bilinir ki, kefaret olarak verilen mal da li-aynihi vacip kısmındandır; Hakk'ın vacip
kılmasiyle vacip olmuştur. Burada onlardan, yâni kefaret nevilerinden de bahis yoktur.
391
Nitekim bu mesele, Kudûrî'de ve Kuhistânî'nin metninde aynen zikredilmiş ve Dürr-i Muhtar'ın
ibarelerinde de böyle alınmıştır. Yaratılış mânasına olan fıtrata bağlanmakla muzaf takdir olunarak

102
Fıtır sadakasının vücub vakti, Fıtır (Ramazan) Bayramı'nın ilk günü sabahıdır ki, Şevvâl'in
ilk günü tan yerinin ağarmasından itibaren verilmesi gerekli olur. Ondan önce ve sonra da
verilebilir. Müstehap olan vakti bayram namazına çıkılmadan öncedir.
Fıtır sadakasının cins ve miktarı şeriatça belirlenmiştir ki, dört cins şeyden verilir:
Buğday,
Arpa,
Kuru hurma,
Kuru üzüm.
Arpa, hurma ve üzümün miktarı bin kırk dirhemdir (3 kilo 120 gram kadar). Buğdayın
miktarı beş yüz yirmi dirhemdir (1kilo 567 gram kadar). Arpa ve buğdayın bu miktar unu
da verilebilir. Un verilmesi, aynen arpa ve buğday verilmesinden elbette daha iyi olduğu
gibi, para cinsinden kıymetinin verilmesi de çeşitli ihtiyaçlara cevap vermesinden dolayı
hepsinden iyidir.
Fıtır sadakasını veren zengin müslümandır; alan fakir müslümandır. Zengin: İleride
açıklanacağı üzere nisaba mâlik olan kimsedir. Fakir: O şekilde nisaba mâlik olmayandır.
Nisap: Gümüş cinsi için iki yüz dirhemdir. Borçtan ve aslî ihtiyaçlardan ayrı olarak o
miktar mala veya onun kıymetine mâlik olan hür zengin müslüman fıtır sadakası
vermekle mükelleftir.
Küçük çocuk ve deli de olsa, velileri onların kendi mallarından verir. Hür mükellef
müslüman, hem kendi nefsi, hem de buluğa ermemiş ve malsız bulunan çocukları, ticaret
için olmayan köle veya cariyeleri için her sene birer fıtır sadakası verir. Oruç tutamayıp
fidye vermekte olan çok yaşlı kimse dahi fıtır sadakasını verir.
Fıtır sadakası zengine ve gayr-i müslime verilmediği gibi, usûl (baba, dede, onların baba
ve dedeleri) ve fürûdan (çocuk, çocuğun çocuğu, onların çocuklarından) olan fakire de
verilmez. Verilirken veya verilmek üzere ayrılırken niyet olunur. Alan fakirin, onu fıtır
sadakası olmak üzere bilerek alması ve «Aldım, kabul ettim,» demesi şart değildir.
ZEKÂT
Zekât, - malî ibadet olan sadakanın farz kısmıdır - Haşimî olmayan fakir müslümana,
seneden seneye verilmesi, zengin 392 , mükellef ve hür müslümana farz-ı ayn bulunan
malın bir cüz'üdür 393 . Malların para, uruz (ticaret malları), sevâim (hayvanlar) ve zürû
(tarım ürünleri) nevilerine taallûk eder. Taallûk ettiği şey bakımından o cüz birbirinden
farklı olur. Zekât vermeye tezkiye, veren kimseye müzekkî, zekâtı verilen mala müzekkâ
denilir.
Çünkü etmiş seni Hak ehl-i nisâb
Sen de et tezkiye-i mâla şitâb.
Nukud ve Urûzun Zekâtı
Nukud'dan murad: Sikke hâlinde olsun olmasın mutlak altın ve gümüştür. Urûzdan
murad: Ticaret mallarıdır 394 . Bunların zekâtı aynen veya kıymeten öşrün (onda birin)
dörtte biridir ki, kırkta birdir.
Zekâtın vücup (farziyetinin) şartları ve lüzum sebepleri sekizdir: Dördü zekât veren
kimsenin kendisine, dördü de zekâtı verilen mala aittir.

Zekâtü'l - Beden (Bedenin Zekâtı) ve Sadakatü'r-Re's (Baş Sadakası) demek gibi olmuştur.
Misbah ve Kuhistânî'de olduğu gibi.
392
Biraz yukarıda tarif olunmuştu.
393
O cüz'ü, o fakire temlik etmekten ibaret olmak üzere de tarif olunur.
394
Ticaret kasdı ile alınmış olan hayvanlara da şâmildir: Hayvanların zekâtına bakınız. Tacirin malı:
Keylî (ölçülebilen), veznî (tartılabilen), ziraî (tarımsal), sınaî (endüstriyel), adedî (sayılabilir), gayr-i
adedî (sayılamayan), mislî (benzeriyle ölçülen) ve kıyemî (değeriyle ölçülen) olabilir.

103
Zekât verenin kendisine ait olan şartlar şunlardır:
İslâm,
Hür olmak,
Akıl,
Buluğ.
Zekâtı verilen mala ait olan şartlar şunlardır:
Nisâb,
Havelân-ı havl (yıl geçmesi),
Borçtan hâli olmak,
Helâllık.
Bu şartlardan dolayı, müslüman olmayan, hür bulunmayan, deli veya bunak olan, buluğa
ermemiş bulunan kimse zekâtla mükellef olmadığı gibi, akıllı ve buluğa ermiş olan hür
müslüman da nisaba mâlik olmadıkça zekâtla mükellef olmaz. Tarım mahsullerinin zekâtı
olan öşürden (onda birden) başka zekât nevilerinin hepsinde nisap geçerlidir.
Altının nisabı yirmi mıskal (aşağı yukarı 100 gr.) dir. Gümüşün nisabı iki yüz dirhem
(aşağı yukarı 619 gr.) dir. Ticaret mallarının nisabı, kıymeti altın veya gümüş nisabına
ulaşmaktır. (Hayvanların nisabı, hayvanların zekâtı faslındadır).
Zekât, kırkta bir olup, her yirmi miskal altında seneden seneye yarım miskal altın ve her
iki yüz dirhem gümüşte beş dirhem gümüş ve ticaret metaında o kadar kıymet verilir.
Nisaptan daha azı, zekâta maruz olmadığı gibi nisabın fazlası da beşte birine ulaşmadıkça
zekâta maruz olmaz. Kırkta bir hesabiyle her beşte biri zekâta maruz olur. İki yüz
dirhemin beşte biri kırk dirhem ve yirmi miskalin beşte biri dört miskaldir. Bir miskal
yirmi kırat olmakla nisabın tamamlanmasından sonra her dört miskal altında iki kırat altın
ve her kırk dirhem gümüşte bir dirhem gümüş zekât verilir. Nisabın nâmî (çoğalan),
havlî (üstünden yıl geçen) ve borçtan hâli olması gerektir.
Nâmî, nema (çoğalma, üreme, büyüme, gelir getirme) dan ism-i fail. Nisabın nâmi
olması, nema ve artmaya elverişli olması demektir. Bu ise, malın kendi sahibi veya, onun
vekili tarafından işletilmesi ile olur. Senedi ve belgesi olmayan borç, inkâr olunmak,
çalınmak, zorla alınmak ve ya müsadere suretiyle sahibinin elinden çıkmış veya denize
batmış mal gibi mülkün varlığı devam etmekle beraber, kendisine ulaşmak güç olan
mallarda (bunlara zımâr denir) nema olmayacağından, onlar sahibi eline geçmekle
muzmer (ele geçmesi güç) ve gaib olduğu müddetin zekâtı olmaz. Borç olarak verilmiş
olan malların (alacakların) zekâtı aşağıda açıklanmıştır.
Havlî olması: Yıllanması, yâni üzerinden bir kameri (hicrî) sene geçmiş bulunması
demektir.
Havelân-ı havl (yıl dolanması), deyiminden maksat işte budur ve her nevin nisabında
geçerlidir. Havelân şartı, aslî nisâb içindir. Sene içinde istifade olunan mal da aslı
mevcuda eklenerek asıl miktarın üzerinden yılın geçmesi tamamlandığında hepsinin
zekâtı verilir 395 .

395
Netef'de denmiştir ki: «Elde edilen mal, dört şekil üzeredir: Birincisi, nisaptan daha azına sahip
olan kimse, sene esnasında elde ettiği malla tam nisaba mâlik olur ki, onun senesi nisabın
tamamlandığı vakitten başlar. İkincisi, tam nisaba mâlik olarak mal sahibi olan kimse, asıl malı
yıllandıktan sonra mal elde etmiş olmaktır ki, bunda elde edilen malın senesi elde etme vaktinden
başlar, üçüncüsü, tam nisap miktarı mala mâlik olan kimsenin, yılın tamamlanmasından önce,
malının cinsinden olmayan başka mal elde etmiş olmasıdır ki, o kimse başka cins olarak kazandığı
malı da asıl malına katarak hesap eder. Ancak bu, hayvanlardan başkasında geçerlidir. Nitekim
Ni'met-i İslâm'da da naklettiğimiz gibi, develerle koyun ve keçiler birbirine eklenerek hesap
edilemez, denmiştir. Dördüncüsü, tam nisaba mâlik olan kimsenin yıl tamamlanmadan önce, kendi

104
Borçtan hâli olması: Nisap sahibinin üzerinde nisabını kaplayan kul borcu olmaması
demektir.
Kul borcu: İnsanlar tarafından isteneni olan borçtur; adak, kefaret ve hac borcu gibi
insanlar tarafından istenenleri bulunmayan borçtan ayrıdır. Gerek ödünç verme, satın
alınan bir malın bedeli, zarar gören veya yok olan bir malın kıymetinin tazmini, kefillik,
zevcesinin muaccel (hemen ödenen) mehri gibi kul haklarından olsun ve gerek zekât,
tarla ürününün öşrü (onda biri) gibi Allah'ın haklarından bulunsun, nisabı kaplayıcı
oldukça zekât lâzım gelmez.
Eğer borcundan fazla malı var ve nisap sınırına erişmiş ise, üzerinden yıl geçmesi hâlinde
onun zekâtını verir. Nisabın borçtan hâli olması şart olduğu gibi, aslî ihtiyaçlar dışında
olması da şarttır. Nafaka, mesken (ev, dükkân, mağaza), elbise, ev eşyası, san'at
aletleri, binek hayvanı, hizmet kölesi, kitap, silâh aslî ihtiyaçlardandır.
Alacak, nisap miktarında oldukça zekâta tâbi olur.. Alacak ve verecek mânalarında
birbirine zıt iki anlamı olan deyn kelimesi burada birinci anlama alınarak üç kısım itibar
olunmuştur:
Deyn-i kavı (sağlam alacak),
Deyn-i vasat (orta derecede sağlam alacak),
Deyn-i zaif (zayıf alacak).
Sağlam alacak: ödünç (borç) verme ve ticaret (mal) bedeli olan alacaktır. Bu tür
alacağın borçlusu inkâr etmedikçe, gerek varlıklı, gerek iflâs etmiş olsun 396 onu alacaklı
olan kimse aldığı vakit geçmiş senelerin zekâtını verir. Zekât vermenin farz (vacip) oluşu
kırk dirhemden daha az olmamak üzere alacağın alınmasına kadar bekler.
Vasat (orta derecede sağlam) alacak: Ticaret için olmayan satış bedelinin alacağıdır. Bu
nevi alacağın da geçmiş senelerinin zekâtı verilir. Şu kadar ki, zekât vermenin farz
(vacip) oluşu, tam bir nisap kazanılmasına kadar gecikir.
Zayıf alacak: Bir şeyden bedel olmayarak zimmette (borç) kalandır. Karının, koca
zimmetinde kalan müeccel mehri, kendisine vasiyette bulunulan kimsenin mirasçıların
zimmetlerinde kalan alacağı, bir bedel karşılığında karısını boşayan kocanın boşadığı
kadında bu boşamadan dolayı kalan alacağı gibi 397 . Bunlar alındıktan sonra, nisap miktarı
üzerinden yıl geçtikten sonra zekât lâzım olur. Geçmiş seneler için bunlara zekât yoktur.
Helâllik şartına gelince: Zekâtın farz (vacip) olması için nisabın helâl olması da şarttır;
haram mala zekât düşmez. Haram malın sahibi hazırsa, tamamen ona verilir; değilse
tamamen tasadduk edilmesi gerekir.
***
Zekâtın farz (vacip) olmasında erkeklik şart değildir. Zekâtın farz oluş (vâciplik) şartları
kendisinde gerçekleşmiş olan kadın da zekât vermekle mükelleftir.
Zekâtın verilmesinin sahih oluş (sıhhat) şartı, zekât veren kimsenin niyet etmesidir. Niyet
sırasında fakirin yanında bulunması ve kendisine verilen şeyin zekât olduğunu bilmesi
şart değildir. Şu kadar ki, nafile sadakanın gizli, farz olan sadaka (yâni zekât) nın açıktan
ve göstererek verilmesi daha faziletlidir.

malı cinsinden mal elde etmiş olmasıdır ki, o da elde etmiş olduğu malını, asıl malına ekleyerek
senenin tamamlanmasında hepsinin zekâtını verir.
396
Borçlu inkâr ederse isbat edici delil (senet, tanık) olsa bile zekât yoktur. Çünkü her delil makbul
olmaz, her kadı da adalet etmez.
397
Ve yine böylece kasden adam öldürmekten sulh, diyet, kitabet (köle ile efendisi arasında yapılan
ve bir bedele bağlanan azatlık sözleşmesi) bedeli ve kısmen azatlık suretinde kıymetinin geri kalan
kısmını çalışarak ödemesi kararlaştırılmış olan kölenin zimmetinde bulunan bedel gibi. Bunlardan
alınan mal nisap miktarını doldurmadıkça ve alındıktan sonra üzerinden sene geçmedikçe zekât
gerekmez. Bu taksim ise İmam Ebû Hanife'ye göredir. Eğer üç nevi alacaktan almış olduğu bir şey
varsa, mutlak olarak zekât hesabına dahil edilmesi gerekir: İster az olsun, ister çok.

105
Zekâtı verilen mallar şu nevilerdir:
Nukud (Paralar),
Urûz (Ticaret malları),
Sevâim (Hayvanlar),
Zürû' (Tarla mahsulleri).
Altın ve Gümüşün (Nukudun) Zekâtı
Nukud'dan, altın ve gümüş kasdedilmiştir. Gerek külçe, gerek sikke, gerek takı ve kap-
kacak olsun; nisabında olup üzerinden kamerî (hicrî) sene aştıkça zekâtı hesap olunarak
verilir. Zekât, rub'-ı öşürdür ki, onda birin dörtte biri (kırkta bir) dir. Nukud'un nisabı
daha önce gösterilmiştir. Kıymet bakımından birbirine eklenebilir. Zekâtları da o şekilde
verilir.
Ziynet için olan elmasa, inciye zekât yoksa da, altın ve gümüşten olan süs eşyasına,
nisabında oldukça zekât vardır. (Eğer inci, elmas ve diğer kıymetli taşlar, ziynet olarak
değil de ticaret maksadıyla alınmış bulunuyorsa, onlara da, diğer ticaret mallarına zekât
düştüğü gibi zekât düşer.)
Ticaret Malları (Uruz) nın Zekâtı
Urûz'dan, nukud ve sevâim dışındaki ticaret mallan kastedilmiştir. Ticaret niyetiyle
edinilen her sağlam mal nakit nisâbını dolduruyorsa, seneden seneye zekâta tâbi olur ki,
kıymetinin kırkta biri verilir.
(Nisapta altın ve gümüş - aralarındaki malların ve hizmetlerin bedeli olma birliğinden
dolayı - birbirine kıymetçe eklendiği gibi, ticaret mallarının kıymeti de altın ve gümüşe
eklenir. Çünkü hepsi ticaret içindir. Nitekim altın ve gümüşün zekâtına karşılık, aynı
kıymette başka mal verilmesi de sahih olur.
Gerçi ticaret niyetiyle alınmış hayvanlar da ticaret mallarıdır; fakat hayvanların zekâtı ile
ticaret mallarının zekâtı, miktarca ve sebepçe değişik olduğundan 398 , birinin üzerinden yıl
geçmesi, diğerine dayandırılamaz.)
Hayvanların Zekâtı
Sevâimin zekâtı, hayvanların zekâtı demektir. Onun da farz (vacip) oluş sebepleri,
paraların ve ticaret mallarının farz (vacip) oluş sebepleri gibidir. Fazla olarak bunda sâime
olmak da farz (vacip) oluş şartıdır. Sâime, alûfe'nin zıddıdır. Ahırda ve otlak parası
verilerek çayırda beslenen hayvana alûfe, kırlarda yayılan hayvana sâime denir 399 .
Sevâim işte bunun çoğuludur. Sâimelik ve alûfelik senenin daha çok olan müddeti
bakımındandır. Senenin daha çok olan müddetinde ve hattâ yarısında alef yeyici 400 olan
hayvanlar sâime sayılmaz. Sahnenin - aşağıda açıklandığı gibi - zekât malı olması için,

398
Ticaret malında zekâtın miktarı, öşürün dörtte biri (1/40) dir. Hayvanlarda öyle değildir. Ticaret
malının zekâtında sebep, nema getirici olan malda nisaba mâlik olmaktır. Hayvanlarda ise, süt ve
yavru alma kasdiyle beraber belli sayıya mâlik olmaktır.
399
Mâsiye'nin dişisi gibidir. Mal, insanın her mâlik olduğu şeydir. Ancak çölde ve çadırda yaşayan
halka göre mal denince, mevâsi (deve, inek, koyun ve keçi gibi hayvanlar) anlaşılır.
Nitekim Allah'ın sözünde de iki yerde hayır kelimesiyle mal kasdedilmiştir:
«Sizden birinize ölüm hazır olduğunda, eğer hayır (mal) bırakıyorsa babası, annesi ve
akrabası için adalet dairesinde vasiyet etmek (Allah'tan) sakınanlar üzerine hak olarak
farz kılındı.» (Bakara: 180).
«Doğrusu o (insan), hayr (mal)'ı çok sever.» (Âdiyat: 8).
400
Yem yeyici demektir ki, mubah olmayan otlaklarda, çayır parası verilerek beslenenlere de
şâmildir.
(Bu alûfe kelimesi ile aynı yazılışta olan ulufe, yem anlamında olan alef'in çoğuludur. Yeniçeri
ulufesi ondandır ki, Merhum Âsim, alefi tarif ederken: «Ulufe yiyenlerin ulufeleri bundandır,»
demiştir.)

106
sırf süt vermek ve üremek için edinilmiş olması şarttır. Binmek veya yük taşımak yahut
ticaret yapmak için olanında yemle beslenen hayvanlar gibi ticaret mallan hükümleri
geçerlidir. Ticaret niyetiyle alınmış olan ticaret mallarının kıymetlerinin nisabında kırkta
biri, seneden seneye kıymet yönünden zekât olur.
Sâime olan hayvanların zekâtı, - aşağıda olduğu gibi -sayı itibariyledir. Ayrıca üç nev'e
mahsustur:
İbil (deve),
Bakar (manda, sığır),
Ganem (koyun, keçi),
Atlar, katırlar ve eşekler de senenin yarısından fazla müddetle kırlarda ve çayırlarda
otlayarak beslenmekte bile olsalar, - aşağıda açıklandığı şekilde - zekâta dahil
olmazlar 401 . Onların ticaret için olanından, sâime hayvanların 402 ticaret maksadıyla
alınmış olanında olduğu gibi, ticaret mallarında olduğu şekilde zekât verilir.
Develerin Zekâtı
Develerin nisabı, beş adet olmaktır. Beşten daha az olan develerin zekâtı yoktur.
Beş sâime devesi olan mükellef müslüman bir kimse, seneden seneye deve zekâtı olmak
üzere bir şat - koyun veya keçi 403 - verir.
Beşten yirmi beşe kadar, her beşte bir koyun veya keçi verilir, iki nisap arası bağışlanmış
olur.
Develerin sayısı tam yirmi beş olduğunda, zekât olarak bir bint-i muhâd (iki yaşına
girmiş bir dişi deve) verilir. Yirmi beşten otuz beşe kadar verilecek zekât budur.
Develer otuz altı olduğunda, bir bint-i lebûn (üç yaşına girmiş bir dişi deve) verilir. Otuz
altıdan kırk beşe kadar verilecek zekât budur.
Develer kırk altı olduğunda, bir hıkka (dört yaşına girmiş bir dişi deve) verilir. Kırk
altıdan altmışa kadar verilecek zekât budur.
Develer altmış bir olduğunda, bir cezea (beş yaşına girmiş bir dişi deve) verilir. Altmış
birden yetmiş beşe kadar verilecek zekât budur.
Develer yetmiş altı olduğunda iki bint-i lebûn (üç yaşına girmiş iki dişi deve) verilir.
Yetmiş altıdan doksana kadar verilecek zekât budur.
Develer doksan bir olduğunda iki hıkka (dört yaşma girmiş iki dişi deve) verilir. Doksan
birden yüz yirmiye kadar verilecek zekât budur.
Yüz yirmi deveden sonra iki hıkka (dört yaşına girmiş iki dişi deve) ile beraber her beş
devede bir sat (koyun veya keçi) verilip develerin sayısı yüz kırk beş olduğunda iki hıkka
ile bir bint-i mûhâd (iki yaşına girmiş bir dişi deve) verilmesi gerekir.
Yüz elli devede üç hıkka verilir. Yüz elliden sonra, fariza yeniden başlayıp üç hıkka ile
beraber her beş devede bir sât verilir. Yirmi beşte, yâni develerin sayısı yüz yetmiş beş
olduğunda üç hıkka ile bir bint-i muhâd; otuz altıda, yâni develer yüz seksen altı
olduğunda üç hıkka ile bir bint-i lebûn; yüz doksan altı devede dört hıkka verilir. İki
yüz deveye kadar zekât budur. İki yüz devenin zekâtını dilerse her ellide bir hıkka olmak
üzere dört hıkka verir, dilerse her kırk devede bir bint-i lebûn verir.

401
İmam Azam'a göre, atlarda da zekât vardır: Her at için bir dinar yahut on dirhem veya onların
kıymeti verilir. Fakat bu fetva, İmameyn'in bu hususta zekât olmadığı şeklindeki görüşüne dayanır.
Hindiyye ve diğerlerinde olduğu gibi.
402
Kuşların ve domuzdan başka hayvanın.
403
Erkeğe ve dişiye şâmildir.

107
İki yüz deveden sonra, fariza, yeniden başlayıp yüz elliden sonra olan hesap üzere
hesaplanır. Zekâtın verilmesinde her nevi deve birdir. Küçükleri ve körleri sayıya girse de,
onlar zekât olarak verilmez.
En seçkinleri de alınmaz; orta derecede olanları verilir.
Bakarın (Sığır) Zekâtı
Zekât hususunda bakar, camusa da şâmildir. Sığır ve manda nevinin nisabı otuz olmaktır.
Otuzdan daha az olan bakar nevine zekât yoktur.
Otuz sâime bakan olan mükellef müslüman kimse, seneden seneye bakar zekâtı olarak
bir tebî, veya tebîa (tam bir senelik erkek veya dişi buzağı) verir. Otuzdan kırka kadar
zekât budur.
Bakarın sayısı tam kırk olduğunda bir müsin veya müsinne (tam iki senelik erkek veya
dişi dana) verilir.
Altmışta iki tebî' veya tebîa verilir. Altmıştan sonra kırklar ve otuzlar göz önüne alınır ki,
her kırkta bir müsin veya müsinne; her otuzda bir tebî' veya tebîa verilir. Yetmişte bir
müsin veya müsinne ile bir tebî' veya tebîa; seksende iki müsin veya müsinne;
doksanda üç tebî' veya tebîa; yüzde bir müsin veya müsinne ile iki tebî' veya tebîa
verilir.
Bakarın sayısı, - yüz yirmi olmak gibi - müsinne veya tebia takdir edilmesine elverişli
olduğunda, zekâtın verilmesinde de muhayyerlik hâsıl olur. Zekât veren kimse, dilerse
kırkta bir müsinne olmak üzere üç müsinne, dilerse her otuzda bir tebîa olmak üzere dört
tebîa verir.
İnek, öküz ve manda karışık olan sâime hayvanların zekâtı, onların sayısı en çok olan
kısmından alınır. Verilmesi gereken yaşta hayvan verilmezse, daha aşağısında farkiyle
beraber verilir. Daha yukarısında olanın farkı geri alınır.
Koyun ve Keçinin Zekâtı
Koyun ve keçi cinsinin nisabı kırk olmaktır. Kırktan daha az olan ganem nevinin zekâtı
yoktur. Kırk sâime koyun veya keçisi olan mükellef müslüman, seneden seneye ganem
zekâtı olmak üzere bir şât (koyun veya keçi) verir. Kırktan yüz yirmiye kadar ganem
zekâtı budur.
Yüz yirmi bir ganemin zekâtı, iki yüze kadar iki sattır. Ganem sayısı iki yüzü geçerse, iki
yüz birden üç yüz doksan dokuza kadar üç koyun veya keçi verilir. Dört yüz olduğunda
dört koyun veya keçi verilir. Böylece aradakiler bağışlanmış olmak üzere, her yüzde bir
koyun veya keçi zekât olarak verilir.
***
Devede olsun, sığır veya koyun - keçi cinsinde olsun, bir yaşından aşağı olan küçüklere
ve kuzulara müstakil olarak zekât düşmez. Ancak onlar sürüde sayıya girer.
Bunların içinde yalnız biri büyük olsa, nisaplarına zekât düşer. Ve zekât olarak o büyük
alınır. Meğer ki, pek seçkin olsun. Bu durumda ona karşılık orta derecede bir koyun veya
keçi verilir. Her nevide zekât olarak aynen verilecek orta derecedeki hayvandır ki,
kötünün iyisi ve iyinin kötüsüdür. Aynen (hayvanın kendisini vermek) yerine
kıymetini vermek de caizdir. Göz önünde tutulması gereken, verildiği gündeki
kıymetidir.
Tarım Ürünlerinin Zekâtı
Mezrûât (tarım mahsulü, tarlalardan ekip - biçme suretiyle elde edilen ürün) her ne
olursa onun zekâtı, mahsulün onda biridir 404 . Bunda nisap ve üstünden yıl geçmesi şart
değildir. Bir tarlanın senede kaç ürünü olursa, o kadar da öşrü aranır. Meyveler de tarım

404
Bu, öşür'dür, haraç (devlete verilen vergi) ile birleşmez.

108
mahsulleri gibidir 405 . Vakıf tarlaların, ekin ve meyvelerin sahibi küçük çocuk ve deli olan
tarlaların öşrü alınır. Balda da öşür vardır. Zekât veren kimsenin vasiyette bulunmaksızın
ölümünde zekâtın alınması imkânsız olursa da, mahsul meydanda oldukça sahibi ölse de
öşür alınır. Dolap ile sulanan tarla ve bostan mahsulünden yarım, yâni yirmide bir alınır.
Öşür de zekât gibi Müslümanlığın mâlî vazifelerindendir. Onu müslüman kişi, ibadet
niyetiyle öder. İbadeti içine alan bir yardımdır. Toprağın mahsulüne taalluk eder.
Masraflar hesaba konulmaz.
Zekâtta sinâ yoktur. Sinâ, tekrar anlamındadır ki, bir senede bir maldan iki nevi zekât
almak demektir. Dâne öşrü alındıktan sonra, saman öşrü alınmaz. Öşrü verilen üzümün
zekâtı olmaz. Bir kimse, öşrünü verip ticaret niyetiyle anbara koyduğu hububat nisabının,
sene devretmesi hâlinde yeniden zekâtını vermez 406 . Ama onlardan elde ettiği para, nisap
haddinde olur ve üzerinden bir kamerî sene de geçerse onun zekâtını verir.
Zekâtın Sarf Yeri
Zekât, müslümanların - aşağıda sayılan - zayıf sınıflarına sarfedilir. Gerek erkek, gerek
kadın, gerekse mümeyyiz (ayırım gücüne sahip) küçük çocuk olsun: Fakirler, miskinler,
mükâtebler, borçlular, münkati fi-sebilillah (Allah yolunda güçsüz kalmış) olanlar, ibni
sebiller (yolda kalmışlar) âmiller (zekât toplayıcılar).
Fakir: Zikrolunduğu üzere nisaba mâlik olmayandır. Bedenen sağlam ve kazanç sahibi
olmak zekât almaya engel değildir.
Miskin: Hiçbir şeyi olmayan zavallıdır.
Mükâteb: Boynunu kölelikten kurtarmak için. efendisiyle belirli bir bedel üzerinde
sözleşme yapan köledir 407 .
Borçlu: Borcundan fazla ne nisaba ve ne de onun kıymetine mâlik olmayan borçludur.
Münkati fî-sebilillâh: Hac veya cihad için yola çıkıp da nafakasının tükenmesi veya
hayvanının helaki sebebiyle yolda kalmış olandır. Garip (başka memleketten gelmiş) olan
ilim talebesi de münkati fî-sebilillâh demektir.
İbni Sebil: Yanında kendisini vatanına ulaştıracak parası bulunmayan yolcudur.
Âmil: Zekât tahsiline memur olandır.
Bunlar, Haşimî olmayan 408 müslüman olmak şartiyle zekâtın sarf yerleridir. Zekât bunlara
verilir (temlik olunur).

405
Ev bahçelerinde yetişen meyve ve sebzenin öşrü olmaz.
406
«Zeyd, tapu ile tasarrufunda olan vakıf tarlanın toprağında kiremit işlese, Zeyd toprağın
kıymetini zâmin (ödemeye mecbur) olurken mütevelli, «Kiremidin öşrünü ver» demeğe kadir olur
mu? El-cevab: Olmaz.
Kendi arazisinden toprak almakla önce arazinin eksilen kıymetini ödemeye mecbur olur.» (Ali
Efendi)
407
«Münâkehât Kitabımızın Rakıyk'ın (Kölenin) Nikâhı faslına bakınız.
408
Benî Hâşim -ki Resûlullah aleyhisselâm'ın soyudur-, ganimet hisseleriyle tatmin olmaları
bakımından malın kirleri demek olan zekâtı almaktan korundular. Hadîs-i şerifte: «Sadaka almak
bize helâl değildir,» buyuruldu.
Ayrıca: «Bir topluluğun azat edilmiş köleleri onlardan sayılır,» hadîs-i şerifi, Benî Hâşim'in
azatlılarını da onlara katılmış kıldı.
Ancak Tahtavî, Benî Hâşim'e verilmesini tavsiye etmiştir. Çünkü onun karşılığı olan ganimet
mallarının beşte biri halkın ihmâli yüzünden onlara ulaşamamakta, ona hakkı olmayanlara
ulaşmaktadır. Bu zekât almanın haramlığı ganimet mallarının beşte birini elde ettikleri devre
mahsustur. Fakat artık bu, tarihe karışmıştır. İbni Nüceym bununla fetva vermiştir. Fetvası şudur:
«Sadât-ı kiramdan (Peygamberimizin soyundan) fakir olan Zeyd'e zekât vermek caiz ve edâ eden
kimseden zekât sakıt ve Zeyd'e onu almak helâl olur mu? El-cevab: Olur.» (Ni'met-i İslâm'dan).

109
Temlik: Menfaatini her bakımdan kendinden keserek vermektir. Verilen kimsenin fakir,
yâni ona muhtaç olması şart olduğu gibi, fakirin de zekât veren kimsenin usûl (ana, baba,
onların ana ve babaları) ve fürûundan (çocuk ve çocuklarının çocuklarından) olmaması,
aralarında karı - kocalık yahut efendilik - kölelik ilişkisi bulunmaması şarttır.
Anaya, babaya, büyük ana ve büyük babaya, evlâda, toruna, karısına zekât verilemez.
Zengin karının da fakir kocasına zekât verememesi hakkında fetva vardır.
Zekâtı, zekât veren kimse kendi kölesine ve cariyesine usûl ve fürüunun köle ve
cariyesine dahi veremez.
Haşimî: Resûlullah (aleyhissalâtü ve'sselâm) Efendimiz Hazretlerinin ailesinden olandır.
Onlara, onların kölelerine ve azatlılarına dahi zekât verilemez.
Zekât malı, mescit yapımı ve onarımı, ölünün teçhizi gibi işlere sarf olunamaz. Yâni
zekâtın sarf yerlerinden başkasına sarf olunan mallar, niyet de olunsa zekât yerine
geçmez. Meğer ki, sarf yerinden olan kimseye temlik edildikten sonra, o vasıta ile o gibi
hayır ve haseneye sarf edilmiş olsun. Bu durumda, hem zekât veren için zekât sevabı,
hem de sarfeden fakir için hasenat sevabı olur. Zekât veren kimse, kendi borçlusu
bulunan fakirin borcunu zekâta sayarak ibra etmesi de temlik olmadığından zekât yerine
geçmez. Meğer ki, zekâtını o borçluya temlik ettikten sonra onu alacağına karşı almış
olsun.
***
Zekât âmili, ona Musaddık denir, Sâî (zekât alan) ve Âşir (öşür alan)e şâmildir. Haşimî
olmayan hür rnüslümanlardan olmak gerektir.
Sâî: Zekât malını bulunduğu yerlerde tahsil için dolaşandır.
Aşir: Yolcuları yol kesicilerin saldırılarından koruyarak ticarî mallardan (vergi) tahsili için
belli yerlere ve bölgelere konulan kimselerdir, işte o memur, kendi bölgesine geçen
müslüman tacirlerin nîsâba ulaşmış olup, üzerinden bir yıl geçmesiyle zekâtı gerekli
olmuşken verilememiş olan ticaret mallarından kırkta birini; zimmet ehli (müslümanların
idaresi altında bulunan gayrimüslim) tacirlerin nisaba ulaşmış olan ticarî mallarından
yirmide birini; yabancı ülkelerin tacirlerinin nisaba ulaşmış olan ticari mallarından onların
bizim tüccarlarımızdan ne aldıkları bilinmediği takdirde onda birini ve bilindiği takdirde o
miktarı alır. Âşir'in müslüman tacirlerden aldığı zekât demektir. Zekât yerine konulur.
Müslüman olmayanlardan aldığı cizye yerine konur. Bununla zımmînin baş cizyesi (esas
cizye borcu) düşmez.
Hums
Allah'ın kul üzerindeki mâlî haklarının biri de hums (beşte bir)'dir ki, mâlî vazifelerden
olmak bakımından fıkıhçılar onu da «Zekât Kitabı»na geçirmişlerdir. O da üç şekil
üzeredir: Biri hums-ı maden (madenlerden alınan beşte bir), biri hums-ı kenz
(definelerden alınan beşte bir) ve biri de hums-ı ganimet (savaşta elde edilen
ganimetlerden alman beşte bir)'dir.
Ganimet, savaşan düşmandan alınan maldır, beşe pay edilip dördü İslâm mücahitlerine
verilir; bir payı da Beytü'l-Mâl'e alınır 409 .
Maden ile kenz (define) - hicüz vezninde - rikâz adıyla anılır ki, yer altında bulunan mal
demektir. Madenler üç nevidir.
Bir nevi muntabî (eritilip külçe hâline getirilebilen madenler) dir: Altın, gümüş, demir,
bakır, kurşun gibi... Bir nevi sıvı'dır: Zift, neft, tuz gibi.. Bir nevi ise ne muntabî ve ne
de sıvı'dır: Kireç, kömür, aşı, sürme, madenî taşlar gibi...
Hums, bunların yalnız muntabî kısmından alınır 410 .

409
Resûlullah aleyhisselâtu ve's-selâm ailesinin ondan hisseleri vardır.
410
Sıvı madenler ve madenlerin ne sıvı ve ne de muntabî olmayanına; elmasa, zümrüde, yakuta,
firuzeye ve denizden çıkan şeylerden balığa, sedeflere, inciye, mercana ve anbere bir şey düşmez,

110
Bulup işleten gerek müslüman, gerek tebaadan bulunan gayrimüslim, hür olan veya
olmayan erkek veya kadın olsun veya henüz bulûğa ermemiş bulunsun.
Geri kalanı (yâni beşte dördü), bulanın kendisine ait olur. Ecnebi olan kimse izinsiz böyle
bir işe girişmişse, bir şey alamaz. İzinle başlamışsa sözleşmede kabul edileni alır.
Kenz (define), kimsenin mülkü olmayan İslâm topraklarında gömülü bulunan sikkeler
(paralar), müslüman halkın sikkeleri ise lukata (yitik mal) buluntusudur. Sahibi ortaya
çıkıncaya kadar, bulan kimsede emanet olarak kalır. Haçlı yahut resimli veya üzerinde hiç
alâmet bulunmamak gibi müslüman halkın sikkelerinden değilse, onun humsu alınır; geri
kalanı da bulanın olur. Gömülü olan şey, para cinsinden olmasa da hüküm budur.
Define bir kimsenin mülkünde bulunursa, ecnebilere ait paralar bile olsa mülk sahibi,
benimdir diye iddia ettiğinde sözüyle tasdik olunur. Benim mülkündür diye iddia etmediği
takdirde, ecnebi paralardan ise, beşte biri alınıp geri kalanı fetih sırasında o mülke ilk
önce kim mâlik olmuş idiyse ona yahut mirasçılarına verilir. İlk mâlik belli değilse, hepsi
Beytü'l-Mâl'e alınır. Mülk içinde bulunan müslümanlara ait paralar, mülk sahibinin
iddiasıyla onundur. İddiası olmazsa, yitik mal buluntusudur.
Allahu Teâlâ'ya hamdolsun, «Zekât Kitabı»nın Muhtasarının yazılması 1324
senesi Şevvâl'inin 8'inci Cumartesi günü sabahleyin bitti.

imam Ebû Yusuf'un kavlince incide ve anberde hums (beşte bir) alınır. Netef'de olduğu gibi. Ve
civada da hums gerekir. Hindiyye'de olduğu gibi.

111

You might also like