Professional Documents
Culture Documents
enginel
IVO A I M • n i e
•RIMA KOPRUSL
altın kitaplar
yayınevi gjj
DRİNA K Ö P R Ü S Ü , ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ tara
fından onuncu kez Eylüi 1977'de yayınlanmıştır.
9.77.85 - 10
DRİNA KÖPRÜSÜ
Sırrı Korkut
DRİNA KÖPRÜSÜ
«... Büyük bir ilgi ile okuduğum bu roman doğu ile ba
tının ilişkilerini, toplumların doğudan batıya, batı anlayışı
nın doğuya —manevî anlamda— geçişini büyük bir başarı
ile anlatıyor. Yazar, Sava nehrine dökülen Drina suyu üze
rindeki bir köprüyü ele alarak, bu köprünün başındaki Vi-
şegrad kasabasının orta çağdan günümüze gelen serüve
nini ilginç bir kuruluş ve dille anlatmış... Drina Köprüsü,
doğudan batıya, altından geçen sular gibi, Osmanlılığı ge
çirmektedir. Doğu ile batıyı kaynaştırmaktadır. Yüzyıllar bo
yunca doğudan batıya olan bu akış, bir zaman geliyor ki
tersine dönüyor... Andriç'in şu görüşü ne kadar yerinde:
Balkan savaşından sonra yitirilen ülkeler için, Türk genç-
ieri, Müslüman unsurlar ah vah ederken Bosnalı gençler,
Sırp gençleri Viyana, Prag Üniversitelerinde okuyorlar...
Sırplar, Hırvatlar, Slovaklar milliyetçilik fikirlerini gelişti
riyor, sosyalist görüşleri yayıyor, Müslümanlar, Türkler, hâ
lâ Drina Köprüsüne bakmakta, eski günleri anmaktadırlar.»
Samim Kocagöz
DRİNA KÖPRÜSÜ
HAYATİ :
EDEBİ ÇALIŞMALARI : x
BAŞLICA ESERLERİ :
II
(1) Duleigno: 4000 nüfuslu küçük bir kasaba. Eski Türk paşalarının
oturduğu yer. Bir Venedik kalesi, güzel bir camii, kumsal bir
plajı var. Arnavutluğa varmadan son Yugoslav limanıdır. Eski adı
Ultsinya'dır.
— 43 —
IV
(1) Baki:-Kitapta her halde bir dizgi yanlışı olarak «Badi» yazılmış,
ama biz onun, o çağların büyük şairi Baki olduğunu tahmin edi
yoruz. (H. Âli Ediz)
tía, iyi niyetli veya kötü niyetli, akıllı veya deli, bilgin ya
da cahil herkesin istediği gibi yorumlayacağı ölümsüz bir
taşın üstünde ölümsüz kalacak bir yazı oldu.
Dinleyenlerden de herkes, karakterine en uygun, ku
lağına en tatlı gelen mısraları hatırında tutuyordu. Ve böy
lece, orada herkesin gözü önüne serilen bu yazı, sert taşa
kazılmış bu mısralar, ağızdan ağıza geçerken, başka kılığa
bürünüyor, bazan şaşılacak kadar değişiyordu. Yazının an
lamı şuydu:
«İşte, çağının akıllı, büyük adamlarının en büyüğü ve
en akıllısı olan Mehmet Faşa, yüreğinin en büyük isteğini
gerçekleştirdi. Çabası ve fedakârlığı sayesinde Drina'mn
üstündeki bu köprüyü yaptırdı. Hızlı akan bu derin suların
üstüne ondan önce gelenlerin hiç biri köprü kuramamıştı.
Bu yapının sağlam olmasını, hayatının mutluluk İçinde geç
mesini, ihtiyarlığında hiç keder görmemesini Allantan di
lerim. Çünkü hayatında altınla gümüşü mübarek vakıflar
uğruna harcadı. Bu gibi amaçlara harcanan servetin heba
olduğunu da kimse iddia edemez. Bu yapı bittiği zaman,
bütün bunları yakından gören Baki bu mısraları yazdı. Bu
tesisi ve mucizeli bir güzellikte olan bu köprüyü Allah
korusun!»
En sonunda halk buna da doydu. Hayranlığı da sona
erdi. Köprünün taşlarını da yeteri kadar çiğnedi. Mısraları
dinlemekten bıktı. İlk günlerin harikası artık günlük ya
şantılarına karışmıştı. Artık köprünün üstünden üzgün, dü
şünceli, dalgın, altından akan bu gürültülü sular gibi ilgi
siz geçiyorlardı. Sanki hayvanlariyle gelip geçerken çiğne-
ye çiğneye meydana gelen yollardan biriymiş gibi... Du
varın üstündeki kitabede yer alan yazılar da bütün ben
zerleri gibi sustu. Artık ırmağın sol kıyısındaki yol, öteki
tarafta, ovadaki yolla tamamiyle birleşti. Yosunlu siyah
sal, garip salcısı ile birlikte ortadan kalktı.
Vaktiyle zorlukla inip çıktıkları, kenarında bekleyip o
kadar güçlükle karşı kıyıya seslendikleri o kumlu kayalar,
sen kemerlerin derinliklerinde kalmıştı. Şimdi bütün bu zor
geçitler, azgın sularla birlikte sihirli bir el değmiş gibi aş:-
lıveriyordu. Bütün bu engellerin üstünde kanatlanmış gibi.
doğrudan doğruya bir kıyıdan öbürüne geçiliyordu... Bunun
için de at nallarının altında sanki incecik bir taştan yapıl
mış gibi öten, bir dağ kadar dayanıklı, sert, uzun ve ge
niş köprüyü baştan başa geçmek yeterdi.
Kulübeler, tahta değirmenler ve gerektiği zaman yol
cuların geceyi geçirdikleri barakalar da ortadan kalkmıştı.
Onların yerinde şimdi her gün yolcusu çoğalan sağlam ve
rahat bir kervansaray yükseliyordu. Hana, düzgün çizgili
bir kapıdan giriliyordu.
Kapının her iki yanında parmaklıklı iki büyük pencere
vardı. Parmaklıklar demirden değil, tek parça kireçli bir
taştan yontulmuştu. Bir dikdörtgen biçimindeki kocaman
avlusunda eşyaları ve malları koymak için bol bol yer var
dı. Çevresinde 36 odanın . kapısı sıralanıyordu. Ahırlar ar
kaya, tepenin üstüne yapılmıştı. Onlar da saltanat hara
ları gibi taştan yapılmıştı. Edirne'den Saraybosna'ya ka
dar bu hanın bir benzeri yoktu. Her yolcu, hayvanlar!, hiz-
metkârlarıyie bedava yiyip içmek şartiyle bir gece burada
kalabiliyordu. Bütün bunlar da köprü gibi Mehmet Paşa'nm
vakıfları arasında idi.
60 yıl kadar önce o, bu dağların ardında, yükseklerde
ki Sokoloviç köyünde doğmuştu. Çocukluğunda başka Sırp
çocuklarıyle birlikte «kan bedeli» olmak üzere İstanbul'a
götürülmüştü. Kervansarayın masrafı, Mehmet Paşa'nm
mal-mülk yatırarak kurduğu vakıftan sağlanıyordu. Bunlar;
Macaristan'ın son fethedilen yerlerinden alınan ganimet
lerdi. Köprünün ve kervansarayın yapılmasiyie görüldüğü
gibi birçok zorluklar ve acılar ortadan kalkmış oldu. Sadra
zamın, çocukluğunda, Vişegrad'ın salından hâtıra kalan o
anlaşılmaz acının da artık dinmesi gerekti. Ama bu acıyı
— 93 —
li) Slava: Aile reisi olan kişi için yapılan yortu. Yalnız Sırp Grto.
dokslarına özgü bir gelenektir. (H. Â. Ediz)
— 100 —
V!
VII
VIH
IX
XI
leyen, dolduran, yakan Sırık Ferhat adlı biri idi. Fakir bir
adam olan Ferhat, belli bir maaş almadan, bundan önce de
belediye hesabına ramazan toplarını patlatır, buna benzer
bir sürü iş yaparak çoluk çocuk kalabalık ailesini geçin
dirmeye çalışırdı.
Köprünün bir çok yeri, özellikle Kapiya da böylece ay
dınlatıldı. Fenerin asılı olduğu direk eski nöbetçi karako
lundan kalan kazığa çivilenmişti. Kapiya'daki bu fener, ka
ranlıkta sigara içmesini, şarkı söylemesini sevenlerle, ru
hunda aşk fırtınaları, yalnızlığın ya da sarhoşluğun çılgın
lığını taşıyan gençlerin kırıp dökme isteklerine engel ol
duğu için uzun mücadelelere yol açtı.
Bu titrek ışık onları sinirlendiriyordu. Birçok sefer
lambayı da, feneri de fırlatıp attıkları olmuştu. Çok kere
de bu yüzden para ödemeyle ya da hapisle cezalandırıl
mışlardı. Nihayet bir polis memuru nöbet beklemeye baş
ladı. Bu sefer köprünün gece ziyaretçileri fenerden daha
tatsız, canlı bir tanıkla karşılaşmışlardı. Ama zaman orada
da etkisini gösterdi. Yeni kuşak yavaş yavaş alışmaya baş
ladı. Öyle ki, Belediye fenerinin soluk ışığı altında artık
serbestçe hareket ediyor, ona taş, sopa... ellerine geçen
her şeyi fırlatmak gerekliliğini duymuyorlardı. Ay ışığı ol
duğu geceler Kapiya'daki fenerleri yakmadıkları için bu
iş daha kolaylaştı.
Yalnız yılda bir kere köprü donanırdı. Her yıl impara
torun doğum gününde, 18 ağustos gecesinde memurlar
köprüyü dallarla, çamlarla süslüyor, hava kararmaya baş
lar başlamaz da dizi dizi kandilleri, fenerleri yakıyorlardı.
İçine doldurulmuş binlerce konserve kutusu köprünün iki
tarafına titrek alevlerini döküyordu. Bunlar sadece orta ye
ri aydınlatıp köprünün iki başıyla üstüne dayandığı sütun
ları karanlıkta bıraktığından, bu aydınlanmış bölüm, boş
lukta yüzüyormuş izlenimini veriyordu. Ama bu kandiller
— 181 —
XII
XII!
Sarayevo ve Bosna'da
Oğlunu imparatora
Asker diye yollayan
Bütün analar yaslıdır.
XIV
XV
«isır.abilseydim eğer»
«Güneş batarken yanında.»
XVI
Dinleyenler nezaketle:
— Oh Allahım!.. Allahım!.. diye şaşkınlıklarını göste
rirler.
Böyle konuşarak zamanı kısaltıyorlardı. Oysa günler
geçiyor, orada köprünün üstünde el arabalarının gıcırtıları
kumla çimentoyu karıştıran makinenin gürültüleri ile bir
likte işler de ilerliyordu.
Her zaman har tartışmada olduğu gibi, söz yine Ho-
ca'da kaldı. Çünkü onunla bir tartışmayı sürdürebilecek, ya
da sürdürmek isteyecek kimse yoktu. Hele bunlar gibi şim
di kahvesini içmiş olan, yarın da vakitlerinin bir bölümü
nü onun dükkânında geçireceğini bilen kişiler, böyle bir işe
hiç kalkışmazlardı. İşte Hoca, dükkânının önünden geçen
ya da bir iş için dükkâna gelenlerle böyle konuşuyordu.
Hepsi de onu alaycı bir anlama merakı, ya da dikkatle din
liyordu. Ama kasabada onun gibi düşünen hiç kimse yok
tu. Kötümserliğini, kendisinin bile gereğince açıklayama
dığı o karanlık duygularını da kimse anlamıyordu. Zaten
onu çoktan beri, herkesten ayrı düşünen inatçı bir adam
olarak kabul etmişlerdi. Şimdi yıllar, geçim zorlukları, genç
karısmın huysuzlukları da onun her şeyi daha karanlık gör
mesine sebep oluyordu. Onun için de her şeye uğursuz
ve mistik bir anlam veriyordu.
Halkın çoğu, yabancıların yıllardan beri kasabada ve
dolaylarında yaptığı şeylere olduğu gibi, köprüde yapılan
işlere de ilgisiz davranıyordu. Çoğu da kum, tahta ve iş
çilere yiyecek taşımakla hayatını kazanıyordu.
Yalnız çocuklar, işçilerin tahta iskelelerin arasından
geçerek orta sütundaki o «Karanlık oda» dedikleri deliğe
girdiklerini görünce, hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü on
ların inancına göre orada bir arap yaşıyordu. Oysa bu de
likten çıkan işçiler ırmağa sepet sepet kuş pisliği atmış
lardı ve hepsi de bu kadarla kalmıştı. Arap görünmemiş-
— 270 —
(1) Bir kruna beş gümüş kuruş karşılığı idi. 20 kruna, bir Türk lirası
ederdi.
— 272 —
XV3I
(1) Kral Alexandre ile karısının Belgrad'ta bir subay grubu tarafın
dan öldürülmesi üzerine (10 Haziran 1903) Sırp tahtı Obrevo-
niç'ierden Karageorgeviç sülâlesine geçti. Ve Pierre I, kral oldu.
1908'de de Türkiye'de Abdüihamlt çağı sona erdi (H. Â. Ediz)
— 279 —
Bildiri
Bosna - Hersek Halkına
«Biz Avusturya İmparatoru, Bohemya Kralı ve ilh...
Macaristan'ın Katolik hükümdarı Bosna ve Hersek halkına:
«Bundan bir kuşak önce ordularımız ülkenizin sınır
larını aştı...»
Boşnaklar ve Hersekliler:
Tahtımızı çevreleyen çeşitli sorunlar arasında sizin,
maddî ve manevî refahınızı düşünmek sonuncu derdimiz
olmayacaktır. Herkes kanun önünde bir tutulması, ülke
nin idaresine ve kanunların yapılmasına katılması... Bütün
dinlerin, bütün dillerin ve bütün millî özelliklerin aynı de
recede korunması idealimizdir. Bütün bu iyiliklerden de
bol bol yararlanacaksınız.
Fertlerin özgürlüğü ve ortaklaşa çalışmanın yararları,
her iki ülke için hükümetimize yol gösteren yıldız ola
caktır!»
— 282 —
yeşil suları güneşte pırıl pırıl iki renkli tuhaf bir gerdan
lığa benziyordu.
XVIII
sı yerinde idi. Dili de yine sivri idi. Pietro karısına acı acr
dert yandı. Müslüman gençleri ondan, daha birkaç gün ön
cesine kadar, adını bile bilmediği Trablus'u istemiş ve ya
kışık almayan sözler söylemişlerdi. Stana yine eski Stana
idi. Ona acımak ve onu anlamak istemedi. Her zamanki gi
bi bu davranışlara lâyık olduğunu tekrarladı.
— Eğer gerçekten erkek olsaydın —ki değilsin— taş
çı kalemini veya çekici pis suratlarına indirirdin, serseri
lerin de bir daha sana hakaret etmek akıllarından bile geç
mezdi. Tersine köprüden geçerken, karşında divan bile
dururlardı.
Pietro sakin ve biraz mahzun:
— Ah Stana... Stana... Bir insan nasıl kıyar da hem
cinsinin göğsüne bir çekiç indirir?., dedi.
Bu yıllar da böylece, büyük ve küçük heyecanlar için
de, daima da heyecan arayarak geçti. 1912 yılı, sonra da
1913 Balkan Savaşı ve Sırpların zaferi geldi. Kaderin tuhaf
bir cilvesi olarak, köprünün, kasabanın ve orada yaşayan
ların alınyazıları için önemli olan olay, sessiz sedasız ve
dikkati çekmeden oldu.
Mısırların toplanmasını, yeni rakı ürününü bekleyen
kasabada ekim günleri... Sabahları ve akşamları kızıl, öğ
leleri yaldızlı olarak geçiyordu. Öğleden sonraları güneşte
Kapiya'da oturmak hâlâ zevkli idi. Zaman sanki, kasabanın
üstündeki hava esintilerini bile durdurmuştu, işte bu....
tam o zaman oldu.
Gazetelerin verdikleri birbiriyle çelişen havadisler ara
sında, Osmanlılar ile dört Balkan devleti arasında savaş
patlamış ve Balkanların eski yolları üstünde harekete bile
geçilmişti. Bütün dünya, bu savaşın anlamını kavrayıp, öne
mini ölçünceye kadar, Sırpların ve Hıristiyanların zafer
leriyle sonuçlanmıştı...
Bütün bunlar tâ uzaklarda... sınırdan top ve silah ses
leri gelmeden, Kapiya'da hiç bir baş kesilmeden olmuştu.
— 293 —
XIX
— Ya?...
— Hayır, yok... Bunu kesin olarak söylerken sizleri
kıracak, fenanıza gidecek bir şey söylemiyorum. Tam ter
sine, bu toprakların biricik efendilerisiniz... Ya da daha
doğrusu idiniz! Yüzyıllar boyunca, egemenliğinizi genişlet
tiniz, güçlendirdiniz. Onu kâh kılıçla, kâh kitapla, dinî, hu
kukî ve askerî bakımdan savundunuz! Bu da sîzi savaşçı,
idareci, devlet adamı yaptı. Bu sınıfa giren İnsanlar dünya
nın hiç bir yerinde soyut bilimlerle uğraşmazlar. Ekonomi,
politika, hukuk öğrenimi sizin içindir. Çünkü sizler olumlu
bilgiler için yaratılmış insanlarsınız. Egemen sınıfından
olanlar her yerde ve her zaman böyledirler.
— Yani kültürsüz kalmanız gerekiyor demektir.
— Hayır, bu... ne iseniz o kalmanız gerekiyor demek
tir. Daha doğrusu ne idiyseniz demek gerek. Buna zorun
lusunuz... Çünkü hiç kimse hem olduğu gibi kalıp, hem de
onun tersi olamaz.
— Ama bugün artık egemen sınıf değiliz. Bugün he
pimiz eşitiz.
Bahtiyaroviç bunları gurur ve alayla karışık bir acılık
la söylemişti.
— Değilsiniz... Tabiî ki değilsiniz.. Vaktiyle sizi oldu
ğunuz gibi yapan koşullar çoktan değişti. Ama bu demek
değildir ki sizler de aynı hızla değişebilirsiniz. Sosyal bir
sınıfın temeli yıkıldığı halde kendisinin aynı kaldığı ilk de
fa görülmüyor. Hayat koşulları değişir ama bir sınıf insan
ne ise öyle kalır. Çünkü ancak böyle kalmakla yaşayabilir
ve yine böyle kalarak, ölür.
Görülmeyen gençlerin konuşması bir an kesildi. Ko
nuşma Bahtiyaroviç'in susmasiyle kesilmişti.
Açık gökyüzünde, ufkun sonunda, siyah dağların üs
tünde fırtınaya tutulmuş gibi çarpık bir ay göründü. Üs
tünde Türkçe yazılar bulunan mermer levha mavi karan
lıklar içinde, hafif ışıklı bir pencere gibi aydınlandı.
— 315 —
XXI
dan sonra her nedense herkes, sakin.ve güzel bir yıl, bun
dan önceki yılların zarar ve ziyanını bol bol çıkaracak ve
rimli bir yıl bekliyordu, İnsan zaafının bu en acıklı, en fecî
yanı, şüphesiz ilerisini görmek yeteneğinden yoksun olu
şudur. Allah vergisi bilgi, sanat ve istidatla taban tabana
çelişen bir kabiliyetsizlik...
Kimi zaman öyle müstesna yıllar olur ki! (bu yıl olduğu
gibi...) güneşin sıcaklığıyla toprağın rutubeti en uygun bir
gücün altında bereketini dökmek ihtiyacı ile titrer. Toprak
şişer, içinde hayatla ilgili her ne varsa yeşerir, tomurcuk
lanır... Yüzlerce yaprak ve çiçek verir. Bu bereket solu
ğunun, her toprak izinden ve kümesinden ılık bir buhar gibi
yükselip titrediği görülür. Keçiler ve inekler, dolgun ve
şişkin memeleri yüzünden art bacaklarını ayırarak yürür ve
bu onlara salına salına bir yürüyüş verir. Her yaz başında
Rzav'da sürüler halinde inen tatlı su kefaileri öylesine bol
akın eder ki... çocuklar onları sığ yerlerde kovalarla top
layarak kıyıya atarlar. Köprünün gözenekli taşı yumuşar ve
sanki canlı imiş gibi topraktan taşan bereketin gücü ile
şişer, bu bereket neşeli, uğurlu bir eyyamı bahur gibi ka
sabanın üstünü kaplar ve onun altında herşey çabucak so
luk alır ve daha büyük bir güçle büyür.
(1) Zmaj: İvan İvaniç Zmaj (1883-1904). Tanınmış Sırp millî şairi.
Özellikle çocuklar için manzumeler yazmıştır.
— 349 —
her şeyden çok... ama bir sırada ona evet diyemezdi... Onu
parça parça etseler yine diyemezdi. Hiç umudu olmadığı
halde, o, sevmesini bilmeyen adamı bir kere daha görmek
istiyordu. Bir kere daha görsün... sonra ne olursa olsun
du!
Nikola beklerdi. Bunu biliyordu.
XXII
Ötekiler:
— Haydi canım, diye söyleniyorlardı. Şimdi bizi rahat
sız etmenin ne anlamı var? Kasabada şimdiye kadar kim
vaftiz olmadan kalmış ki!., diyerek birbirlerine mataraların
dan rakı ikram ediyorlardı. Baba da, arada gitmek için bir
kalkmıyordu ama, rakı nihayet hepsini susturmuş, yatıştır-
mıştı. O zamana kadar çocuğu, soğuktan moraran kolların
da taşıyan kadın usulca taş sıranın üstüne bıraktı. Ve üstüne
alacalı bir şal örttü. Çocuk sanki beşiğinde imiş gibi rahat
rahat yatıyordu. Bazan uyuyor, bazan da bu neşeli havaya
ortak olmak istiyormuş gibi gözlerini açıyordu.
İsim babası:
— 389 —
Komşulardan biri:
Baba:
Hepsi birden:
— Vaftiz için hiç üzülme! diye bağrıştılar. Ve tekrar
rakı elden ele dolaştı. Komşulardan biri kahkaha tufanı
içinde:
— Rahip efendi Borovats'a vaftiz yapılmadı ama, bu
arslan gibi bir delikanlı olmasına engel olmadı, dedi. Altın
daki at bile iki büklüm oluyor. • .
Kapiya'dakiler artık zaman kavramını büsbütün yitir
mişlerdi. Ama rahip Nikola yitirmemişti. Bir süre kilisenin
önünde bekledi, sonra tilki kürkünü giyerek Meydan'dan
şehre indi. Yolda rastladığı biri ona kalabalığın çocukla bir
likte Kapiya'da olduğunu söyleyince, o tarafa yollandı. O,
kendine özgü tavrlyle onları azarlamaya hazırlanıyordu. Ama
onu öylesine büyük bir sevgi ve öylesine candan karşıladı
lar, özür dileyerek öyle güzel dileklerde bulundular ve öyle
tatlı sözler söylediler ki, sert ve öfkeli bir adam olması
na rağmen kalben bir Vîşegrad'lı olan rahip Nikola, olanı
affederek mataradan bir yudum içti ve bir lokma bir şey
yedi. Sonra çocuğun üstüne eğilerek ona güzel sözler söy
ledi... Çocuk da iri mavi gözleriyle bu gür kızıl saçlı, kızı!
bıyıklı, şiş yüze sakin sakin bakıyordu.
— 390 —
<1) Çarık.
— 408 —
SON