Professional Documents
Culture Documents
QUINE
J. S. ULLIAN
BİLGİ AĞI
W. V. QUINE, 1908'de Ohio eyaletinin Akron şehrinde doğdu. Oberlin Üniversite
si Matematik Bölümü'nden mezun oldu ve iki yıl sonra Harvard'da Felsefe dokto-
nı unvanını aldı. Kendisine Oxford, Lille, Chicago, Washington, Ohio Devlet,
Temple, Akron ve Oberlin üniversiteleri tarafından fahri doktora unvanları ve Co
lombia Üniversitesi tarafından Butler Alım Madalyası verildi. Britanya Akademisi,
Milli Bilimler Akademisi, Amerikan Felsefe Derneği, Amerikan Sanat ve Bilini Aka
demisinin üyesidir. Harvard'da Edgar Pierce Profesörü olup 1936 yılından beri ay
nı üniversitede ders vermiştir. Aynı zamanda Oxford, Tokyo, Sâo Pualo üniversi
telerinde ve Kollej de France'da misafir profesörlük yapmıştır. Yayınlanmış on dört
kitabı arasında, Word and Object (Kelime ve Nesne), Set Theory and Its Logic (Kü
meler Teorisi ve Mantığı), Mathematical Logic (Matematiksel Mantık), Methods of
Logic (Mantık Metotları) ve The Roots of Reference (Delaletin Kökleri) vardır.
J. S. ULLİAN, 1930 yılında Ann Arbor'da doğdu. Harvard Üniversitesi Matematik
ve Felsefe bölümlerinden mezun oldu ve felsefe doktorasını Harvard'da yaptı. Lil
lian, Harvard, Standford, Johns Hopkins, Pennsylvania, Chicago ve California üni
versitelerinde öğretim üyeliği yaptı. Hâlen, 1965 yılından beri Washington Üniver-
sitesi'nde felsefe profesörü olarak öğretim üyeliği yapmaktadır. Felsefe, mantık ve
bilgisayar bilimiyle ilgili konularda yazdığı pek çok eseri vardır.
kitâbiyât
Batı Düşüncesi / Çağdaş
W. V. Quine, J. S. Ullian
Bilgi Ağı
ISBN 975-6666-14-5
kitâbiyât
Dr. Mediha Eklem Sokak 41/12 06420 Kızılay ANKARA
tel: 0 (312) 433 24 65 tel&faks: 0 (312) 433 66 68
e-posta: kitabiyat@hotmail.com
BİLGİ AĞI
W. V. QUINE
J. S. ULLIAN
Çeviren
A. Hadi Adanalı
ANKARA 2001
İÇİNDEKİLER
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ 7
ÖNSÖZ 9
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ 11
İKİNCİ BÖLÜM
İNANÇ VE İNANCIN DEĞİŞİMİ 17
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÖZLEM 25
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KENDİNDEN-DELİLLİ OLMA 37
BEŞİNCİ BÖLÜM
TANIKLIK 49
ALTINCI BÖLÜM
HİPOTEZ 61
YEDİNCİ BÖLÜM
TÜMEVARIM, KIYAS VE SEZGİ 75
SEKİZİNCİ BÖLÜM
TASDİK ETME VE REDDETME 85
DOKUZUNCU BÖLÜM
AÇIKLAMA 95
ONUNCU BÖLÜM
İKNA ETME VE DEĞERLENDİRME 107
ÖNERİLEN KİTAPLAR 119
SÖZLÜKÇE 121
DİZİN 123
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
A. Hadi Adanalı
Ankara, Eylül 2001
ÖNSÖZ
GİRİŞ
* Üniversitelerde özel öğrencilere veya genel halka yönelik verilen dersler (Çev.).
*• Alfabe ve diğer işaretleri içeren, ruhani veya telepatik mesajlara ulaşmak ama
cıyla kullanılan bir çeşit oyun tahtası (Çev.).
Giriş 13
• Özel olarak hazırlanmış bir kahinde oturarak insan vücudu tararından kullanıma
hazır hâle geldiğine inanılan, tabiatta olduğu varsayılan hayat enerjisi (Çev.).
** Hafızanın kalıcılığını açıkladığı varsayılan nöra! dokudaki değişiklik zannı (Çev).
14 Bilgi Ağı
' Almanak, her yıl çıkarılan ve içinde önemli bilgileri içeren başvuru kitabıdır (Çev).
22 Bilgi Ağı
GÖZLEM
mızda daha ötesi yoktur. Doğrudan bir gözlem olsa dahi, başka
birinin haberi, bizim için bu kesinliğe sahip değildir. Böyle bir ha
bere güvenmemiz için iyi sebeplerimiz olabilir; fakat ona güve
nirken diğer delillerden ve diğer gözlemlerimizden bir çıkarım ya
parız. Doğrudan gözlemlediğimiz haberin kendisidir, yani sözlü
ya da yazılı kelimeler. Bu kimsenin veya diğerlerinin ifadelerinin
doğruluğu hakkında, geçmişteki dilsel deneyimlere başvurmamız
gerekir. Doğrudan gözlemimizin hatırlanması veya yazılı kaydı
bile ilk gözlemin kendisinden kısmen uzaktır-, ama ancak bu ka-
dannı ümit edebiliriz. Arkadaşımızın haberinde olduğu gibi, kay
dettiğimiz yazının doğrudan gözlemi, ilk gözlemimize sadece çı-
karımsal olarak bağlıdır; fakat söz konusu olan kendimiz isek, çı
karımı kabul etmek için en iyi sebeplere sahibizdir.
O hâlde, bir bütün olarak inanç sistemimizin sorumlu olduğu
nihai delil, tamamen doğrudan gözlemlerimizden oluşur; buna
kendi notlarımız ve diğer insanların haberleriyle ilgili gözlemleri
miz de dahildir. Elbette pek çok noktayı, olduğu gibi bırakıyoruz.
Atalarımızdan bize miras bilgiler ulaşmışür; ama, herhangi birimi
zin sahip olduğu bu tür deliller, sonunda doğrudan duyulara da
yanır. Aynı şekilde, muazzam bir bilim kurumunun olduğuna ve
ya olmuş olduğuna dair ortaklaşa kabul edilen delil, sadece çok
sayıda insanın duyularında doğrudan mevcuttur.
Kuarklarıyla ve kromozomlarıyla, uzak yerleriyle ve sarmal
biçimdeki bulutsularıyla (nebülöz) evren, kara bir kutuda muaz
zam bir bilgisayar gibidir; sadece girdi ve çıktı kayıtlan hariç son
suza dek mühürlenmiştir. Bu girdi ve çıktıları doğrudan gözlemle
riz ve onların ışığında makinanın, yani evrenin yapısı hakkında fi
kir yürütürüz. Böylece kuarkları ve kromozomları, uzak yerleri
ve bulutsuları düşünce yoluyla buluruz; bunlar gözlemlenebilen
verileri açıklar. Beklenmedik bir gözlem ortaya çıktığında, bu ya
pıyla ilgili teorimizin bazı kısımlarını değiştirmeye çalışırız.
Gözlem, bir inanç sisteminin baştan sona incelenmesi gerekti
ğini gösteriyorsa, birbirine kenetlenmiş inançlardan hangisinin
değiştirilmek üzere seçileceğini bize bırakır; bu önemli olgu tek
rar tekrar önümüze çıkmaktadır. İnançlar, gözlemin gözetimi altı
na tek tek değil bir bütün olarak gelirler. Fakat yeni gerçekleşmiş
veya gerçekleşmek üzere olan bir gözlemi haber veren veya tah
min eden gözlem cümlesi de bu açıdan kendine has özelliklere
sahiptir. Gözetim altına çoğunlukla tek başına girer ve haber ver
diği veya tahmin ettiği gözlemle birlikte ayakta kalır ya da düşer.
Gözlem 27
melidir. Ancak, güçlü ve uzun süre sırtı yere gelmemiş bir teori,
hatırlanan, kaydedilen veya haber verilen bir gözlemin karşıt ta
nıklığına bazen direnebilir. Bu gibi özel durumlarda karşıt delili,
açıklanmamış bir etkiye, hatta bir vehme bağlayabiliriz. Eğer id
dia edilen vehim durumları, vehme eğilimli birkaç kişide toplanı
yorsa, bu bizim bilimsel vicdanımızı daha da paklar. Bu durum
da, karşıt gözlemlerin düzensizliklerine başka bir teoride, psiko
patolojide yer bulabilme umudu vardır. Böylece, kanunun açıkça
ihlalinde bile kanun aranabilir.
Gözlemle ısrarlı bir şekilde çelişen bir teori, zorunlu olarak
hemen terk edilmez. Bu durum, akla uygun bir bedel bulununca
ya kadar devam edecektir; çelişki arz eden gözlemler, açıklanma
dan kalacak ve bir kriz hissi kümelenecektir.
Galileo'nin hareketin incelenmesine olan katkılan skolastik ten
kitçilerin Aristo'nun teorisinde buldukları zorluklarla yakından il
giliydi. Newton'un yeni ışık ve renk teorisi (...) mevcut hiçbir te
orinin, spektrumun boyutunu açıklayamayacağının keşfedilmesin
den kaynaklandı. Newton'unkini değiştiren dalga teorisi, bükülme
ve kutuplaşmanın Newton teorisine olan ilgistndeki istisnalar
hakkında gelişen endişelerin ortasında ilan edildi. Termodinamik
teorisi XIX. yüzyıldaki iki fizik teorisinin çarpışmasından ve kuan-
tum mekaniği kara-cisim radyasyonu, özel ısılar ve foto-elektrik
etkisi etrafındaki çeşitli zorluklardan doğdu. Dahası, Newton'un
teorisi dışındaki bütün bu durumlarda, istisnaların bilinmesi o ka
dar uzun sürdü ve o kadar derinlere nüfuz etti ki, ondan etkile
nen alanların gelişmekte olan bir krizin içinde olduğunu söyle
mek mümkündür. Normal bilimin teknikleri ve problemleri, köklü
değişiklikleri (...) gerektirdiği için, yeni teorilerin doğuşu genelde
ifade edilen profesyonel bir güvensizliği takip eder. Kolayca tah
min edileceği gibi, normal bilimin sorunlarının uzun süre çözüle-
meyişi güvensizliği doğurur. Mevcut kuralların başansızlığı, yeni
lerini aramaya bir giriş teşkil eder.1
Bazı durumlarda, teorileri bilinçli bir şekilde değerlendirme
den, gözlemi ufak değişikliklere tâbi tutmayı doğal karşılarız. Su
ya kısmen gömülü çubukların, kırık gözükse de aslında düz ol
duklarını kabul etmek gerektiğini öğreniriz. Ayın ufuk yakınların
da gökyüzündeki görünümünden daha büyük olduğunu varsay-
mamayı öğreniriz. Renkler önümüzde dönmeye başladığında ışı
ğın özelliklerinin değişmiş olduğunu hayal etmeyiz. Fakat yine
1
T. S. Kuhn. 77je Structure of Scientific Revolutions. Chicago and London: The
University of Chicago, 1962. s. 671.
34 Bilgi Ağı
KENDİNDEN-DELİLLİ OLMA
* İngilizcedeki expectant mother deyimi daha önce çocuk sahibi olmuş olmayı ge
rektirmez (Çev).
40 Bilgi Ağı
1
Veya mantıksal edatlarla ilgili malumatfuruşluğu tercih edersek, 'herkim', 'kim' ve
'o'nun saf mantıksal edatlar olmadığını söyleyebiliriz, çünkü onlar mantıktan ziya
de antropolojiye ait olan şahıs fikrini içerir. Bu durumda örneğimizdeki 'herkim'i
'her kimse' olarak, 'hiç kimse'yi 'hiçbir kimse' olarak ve 'kim'i 'hangi' ve 'kendi-
si'ni 'kendi' olarak yeniden ifade etmeliyiz. Böylece, geçerli mantıksal şekle, "Her
ne hiçbir kendini Rleyen Ayı Rlemezse, kendini i?lemez"e ulaşırız. Burada A'nın
yerini 'kişi' gibi herhangi bir cins ad alabilir ve R'in yerini 'yardım' gibi herhangi
geçişli bir fiil alabilir ve diğer kelimeler rakipsiz mantıksal edatlardır.
Kendinden-Delilli Olma 43
lecek kadar güçlü hiçbir ispat süreci olamaz. Her bir ispat süreci
asal sayılar teorisinin bazı doğrularını dışta bırakmak veya bazı
yanlışlıklara izin vermek durumundadır. Gödel'in neticesinin ışığı
altında, asal sayılar teorisinin bütün doğallarının, mantıksal doğ
rular gibi kesin ispatlanabilirliği, bizim kullandığımız anlamda,
pek makul gözükmemektedir: Kendinden-delilli adımlarla, ken-
dinden-delilli doğrulardan çıkarımlanamaz. Sayılar teorisi, küme
ler teorisinin içinde olduğundan, Gödel'in neticesi, kümeler teorisi
için, bu sonucu baştan zorunlu kılar.
O hâlde, genel olarak matematik, (kümeler teorisiyle birlikte
geometri ve sayılar teorisi de dahil olmak üzere) delil açısından,
önceden sanıldığından daha çok fiziğe ve daha az mantığa benzer.
Genelde, matematiğin doğruları, kendinden-delilli aksiyomlardan
değil, doğal bilimlerde olduğu gibi, sadece sonuçların akla uygun
luğu hakkında karar verilebilen hipotezlerden çıkarımlanabilir.
Diğer bazı iddiaların da kendinden-delilli olduğu kabul edil
mektedir. Bu iddialar yaygın olmamakla birlikte, sınırlayıcı ilkeler
olarak bilinir: Büyük oranda felsefi olan bu ilkeler, çeşitli genel
bilimsel hipotezlerden biri veya diğerini dışlar. Bunlardan biri,
Latince saygın karşılığıyla Ex nihilo nihil fit, ya da daha iyi bilinen
şekliyle, hiçten hiçin çıkabileceği ilkesidir. Bu ilke, bize evrende
ne olduğunu değil; olan her bir şeyin, ya daima orada olduğunu
ya da başka bir şeyden kaynaklandığını söyleme iddiasındadır.
Şimdi bu ilkenin dikkate değer yönü, onun yakın zamanlarda
terk edilmekten kıl payı kurtulmasıdır; bu kendinden-delilli olma
iddiasında bir ilke için oldukça ilgi çekici, fakat onur kırıcı bir tec
rübedir. Çünkü son zamanlarda, kararlı-durum teorisi adındaki
kozmolojik teori, tuhaf olmakla birlikte, ısrarla desteklenmekte
dir. O, hidrojen atomlarının herhangi bir şeyden gelmeksizin sü
rekli olarak ortaya çıktığını kabul etmektedir. Bu teoriye göre, ev
renin gözlemlenen yoğunluğunu, ancak bu şekilde açıklayabiliriz.
Her bir gökadanın (galaksinin) diğerlerinden hızla uzaklaşmakta
olduğunu tecrübeden biliyoruz. Eğer "mükemmel kozmolojik il
ke" olarak bilinen -evrenin genel konumunun zaman ve mekan
içinde kabaca tekdüze olması ilkesini- doğru kabul edersek ve
"sürekli yaratma" yok ise, evrenin şu andakinden çok daha az yo
ğun olması gerekirdi. "Kararlı-durum teorisi" akla uygun görün
memekle birlikte, bir paradoksa çözüm olarak meşhur gök bilim
ciler tarafından savunulmuştur.
Kendinden-Delilli Olma 47
TANIKLIK
HİPOTEZ
kün oldu. Bu, yalnız hatırı sayılır ölçüde bilim ve matematik biri
kimini değil, aynı zamanda güçlü teleskopları ve bilim adamları
arasında işbirliğini gerektirdi.
Aslında Neptün'ün var olduğu ve gezegen olduğu, gözlemlen
meden önce bile güvenilir bir şekilde tahmin edilmişti. Fiziksel te
ori sayesinde Uranüs gezegeninin yörüngesini hesaplamak müm
kün oldu, ama Uranüs'ün takip ettiği yol, onun hesaplanmış rota
sından ölçülebilir biçimde ayrılıyordu. Hesaplamaların üzerine
dayandığı teori, diğer teoriler gibi, gözden geçirilmeye ve redde
dilmeye açıktır. Fakat burada muhafazakârlık işlemektedir: Tama
men yerleşmiş bir grup inancı baştan sona gözden geçirmekten
herkes nefret eder; özellikle, bu inançlar, fiziğin temel bir bölümü
hâlinde bir hayli derinlere yerleşmişse. Ciddi bilim adamları tara
fından bildirilen çok sayıda gözlem haberlerini yanlış diye terk et
mek, daha büyük nefret uyandırır. Uranüs'ün hesaplanmış yörün
gesinden iki dakikalık bir kavis çizdiği gözlemi kabul edildiğinde,
geçerli teori çerçevesinde bu sapmayı açıklayabilecek bir buluşa
ihtiyaç vardır. Bu durumda teorinin kendisi ve genel olma özelliği
zedelenmiş olmaz ve yeni karmaşıklık en alt düzeye indirgenir.
Özel bir durumunun Uranüs'ü diğer gezegenlerin tâbi olduğu
fizik kanunlarının dışında tuttuğunu düşünmek, teorik olarak
mümkündü. Eğer böyle bir hipoteze başvurulsaydı, Neptün bulu
namazdı; en azından o zaman bulunamazdı. Fakat böyle bir hi
poteze başvurmamak için gerekçemiz vardır. O duruma has hi
potez şeklinde bilinen bir hipotez olurdu ve duruma has hipotez
lerin kokusu nahoştur; çünkü onlar, III. ve IV. Erdemlerden yok
sundur. Duruma has hipotezler bazı özel gözlemleri, bazı olduk
ça özel güçlerin, mevcut özel durumlar üzerinde etkin olduğunu
varsayarak açıklamaya çalışırlar ve bu durumların ötesine geçen
genellemeler yapmazlar. Özel hipotezlerin kusurları derece dere
cedir. Bunun aşın durumu, hipotezin sadece açıklamak üzere icat
edildiği gözlemleri kapsar; dolayısıyla, tahminde hiçbir işe yara
maz. Bu durumda, onun tahminlerini tasdik etmemiz sonucunda
ortaya çıkacak olan doğrulamaya da kapalıdır.
Duruma has hipotezin akıl-dışılığına kısmen benzer diğer bir
örnek, su-kahininin, toprağın üzerinde tutulan söğüt dalının yer
altındaki su tarafından çekilebileceğine inanmasıdır. İddia edilen
güç, haddinden fazla özeldir. Çekimi açıklayacak akla uygun bir
mekanizmanın yokluğu kesin olarak hissedilir. O zaman, akla uy
gun bir mekanizma nedir? Bir hipotez; bilinme, genelleme ve ba-
72 Bilgi Ağı
ler elde etmiş oluruz. Yanlış çıktığında geri gider, hipotezimizi dü
zeltir ve onu daha iyi bir hâle getirmeye çalışırız.
IV. Bölümde sınırlayıcı ilkeler adını verdiğimiz hususlar, akla
uygun olduklarında hipotezler şeklinde görülmelidir; bu hipotez
lerin bazıları iyi, bazıları kötü olabilir. Genel olarak, bilimsel ka
nunlar da benzer şekildedir. Yine benzer şekilde geometrinin, kü
meler teorisinin ve matematiğin diğer alanlarının kanunları da.
Bütün bu kanunlar, -fiziğin ve matematiğin kanunlarıyla birlikte-
evren hakkındaki kapsamlı bilimsel teorimizi oluşturmak üzere
bütünleşen ilgili parça hipotezler arasındadır. En genel hipotez
ler, herhangi bir gözleme en az cevap verme eğilimindedir; çün
kü sonra gelen hipotezler, çatışmaları yatıştıracak biçimde yeni
den yerleştirilebilir; bu konuda teorik fizikle matematik arasında
kesin bir sınır yoktur. Farklı araştırma alanlarındaki hipotezler,
değişik inceleme yöntemleri aracılığıyla tasdik edilme eğiliminde
olabilirler; fakat bu onlann tamamını hipotezler hâlinde görmemi
ze hiçbir şekilde engel olmamalıdır.
Hipotezleri kurmaktan bahsederiz. Aslında birtakım temel hi
potezleri, içinde yetiştiğimiz canlı bir kültürden miras alırız. İnan
cın devamlılığı, her seferinde, inançların çoğunun elde tutulması
nedeniyledir. I. Erdem, cüssesiyle göz alıcıdır. Aklı başında bir
kimse, sahip olduğu inançların bir kısmını, kendinden-delilli ola
rak diğerlerini kendinden-delilli olmamasına rağmen ortak bilgi;
bazılarını otorite tarafından farklı derecelerde onaylanmış ve di
ğer bazılarını da şimdiye kadar bir sorun çıkarmadan iş görmüş
hipotezler olarak kabul edecektir.
Fakat yaşayan kültürler yollarına devam eder ve her birimiz
hipotezleri ekleme ve terk etme işine katılırız. Süreklilik sayesin
de değişiklikle baş edilebilir. Süreklilikteki önemli kesintiler bilim
adamlarının işidir; fakat hepimiz dolaylı bir delile dayanarak,
okulların kapatılacağı ve uçuşların iptal edileceği veya bir kimse
nin unuttuğunu sandığımız bir şemsiyenin aslında diğer bir kimse
tarafından unutulduğu sonuçlarına vardığımızda, bu yapıyı küçük
çapta şekillendirmekteyiz.
YEDİNCİ BÖLÜM
herkesin her zaman yaptığı bir şeydir. Diğer hayvanlar da, neler
den uzak durulması veya yiyecek ve su için nereye gidilmesi ge
rektiğini öğrenirken bunu yaparlar. Bu tür öğrenmelerin tamamı
benzerlik sayesinde veya özelliklerin atfedilmesiyle gerçekleşir.
Bütün mesele, bazı özellikleri fark etmeye ve böylece diğerlerin
den çok onları atfedilebilir olarak belirlemeye önceden olan yat
kınlık üzerinde toplanır. Benzerliği ve atfedilebilirliği ayırt edebil
memiz, en basit haliyle, hayvansal mirasımızın bir parçasıdır. Pe
ki, o niye bu kadar başarılı olsun? Bizim ayırt etmeye ve dolayı
sıyla atfetmeye doğuştan yatkın olduğumuz yeşil gibi özellikler,
niye aynı zamanda doğru ve tahminde başarılı olma eğiliminde
dir? VI. Bölümdeki basitlik sorusuna olduğu gibi, bu soruya da
verilecek en iyi cevap, doğal ayıklanmada aranmalıdır. Tercih
edilen özellikler tahminde işe yaradıkları sürece, bazı özelliklere
doğuştan duyarlılık ve diğerlerine duyarsızlık, hayatta kalım de
ğerine sahip olacaklardır.
Goodman'ın belirttiği gibi, yevinin atfedilmesi, yeşilin atfedil
mesi kadar hayatta kalma değerine sahipti. Eğer atalarımızdaki
genetik bir mutasyon yeşilden çok yeviyi beklememizi teşvik
eden bir çeşit sinirsel düzenlemeyi bizde oluşturmuş olsaydı, şim
diye kadar bu konudaki beklentilerimiz en az diğerleri kadar
doğrulanırdı. Ne kadar az anlaşılmış olursa olsun, genetik mutas-
yonlar tarafından kalıtımsal hâle gelen çeşitli sinirsel düzenleme
lerin de sınırları vardır. Yeşili atfetme eğilimi kalıtıma dayalı sinir
sel bir yapı tarafından beslenebilir; yeviyi atfetme eğilimi büyük
bir olasılıkla beslenemez. Bu esef verici bir gerçek olabilir ve ge
ce yansı yaşanan bir kriz bunu ispatlayabilir. Fakat kitabın yazar
ları, kalıtımlarının böyle olması sebebiyle, bunu beklememekte
dir. Yoksa bilim bir gecede çökerdi.
Fakat bu Goodman'ın bilmecesine kolay bir cevabın olduğu
anlamına gelmemelidir. Ne atfedilebilen özellikler ne de doğal
ayıklanmanın tercih ettiği özellikler kolaylıkla belirlenebilir; arala
rındaki ilişki daha da zayıftır. Ayrıca, biyolojiye ve sinirsel organi
zasyon teorilerine başvurduğumuzda, büyük oranda tümevarımsal
biçimde temellendirilmiş bilime başvuruyoruz. Ayrıca, temel akıl
yürütme yollarımızı incelerken, kendimizi irdelenenden tamamen
ayn tutmayı ümit edemeyiz. Görülüyor ki, doğuştan gelen duyarlı
lıklarımız, tamamen rastgele seçilen özelliklerin sunacağı muhte
mel hizmete kıyasla, çok daha iyi hizmet vermektedir. Hayvansal
inancımız şanslı talihimizin devamını beklememizi istemektedir.
80 Bilgi Ağı
ğer yandan, tek bir yanlış örneği bile olsa, o düzeltilemez bir
hâlde yanlıştır. Bu yanlışlığı gerektiren herhangi bir hipotez, hat
ta herhangi bir ifade, bizatihi yanlıştır. Bu asimetri saf mantıktır:
Doğruyu gerektiren, doğru veya yanlış olabilir; fakat yanlışı ge
rektiren, yanlıştır.
Bu yüzden, doğru bir hipotezi tespit etmekten yanlış bir hipo
tezi reddetmek daha kolay gibi gözükebilir. Eğer bir hipotez, ba
zı gözlemleri gerektiriyorsa, tahmin ettiği bir gözlem gerçekleş
mediğinde, hipotezi hemen yanlış diye terk etmeye hazır oluruz.
Fakat aslında hipotezlerin reddedilmesi bu kadar basit değildir.
VI. Bölümde V. Erdem, reddedilebilirlikle ilgili olarak söyledikleri
mizden bunu zaten biliyoruz; bir de destekleyici koro meselesi
vardır. Gerektirmeyi yapan tek başına düşünülmüş hipotez değil,
daha ziyade, hipotezle birlikte destekleyici art alan inançlarının
korosudur. Genelde gerektirilen sadece basit bir gözlem değil,
daha ziyade, şartlı bir tahmindir; eğer belirli bir adım atılırsa göz
lem takip edecektir. Herhangi bir hipotezi bir kenara bırakma, zıt
gözlem karşısında tutarlılığı elde tutmanın pek çok yolundan sa
dece biridir; inançlarımızı düzene koymanın ilkede pek çok alter
natif yolu vardır.
Saf suyun 760 milimetre basınç altında 100 derecede kaynadı
ğı hipotezini ele alalım. Bizim oldukça saf sandığımız bir miktar
suyun hemen hemen 760 (milimetre) basınçta 92 derecede kay
namış olduğunu varsayalım. Burada çelişen sadece (a) hipotez ve
(b) 92 derecede kaynama değildir. Hemen çelişkiye iki ortak da
ha katılır: (c) suyun saf olduğu ve (d) basıncın 7ö0'a yeterince ya
kın olduğu inançları. Hipotezi bir kenara atmak, tutarlılığı elde
tutmanın bir yoludur; fakat bunun başka yolları da vardır. Tabii
ki, hiçbir bilim adamı bu durumda hipotezi inkar etmez; çünkü o,
kimyanın oldukça saygın bir kısmını oluşturur. Bunun yerine o,
her biri sorgulamaya açık olan (b), (c) veya (d)'yi yeniden göz
den geçirecektir. Gerçekte (b), (c) veya (d)'nin her biri, sırayla fi
ziğin veya kimyanın bazı bölümlerine dayanır. Bu, mevcut bir sı
vının basıncının ve ısısının ne olduğunu ve ne zaman kaynamaya
başladığını ve saf su olup olmadığını belirlemede kullandığımız
yöntemler aracılığıyla gerçekleşir. O hâlde, gözlemden daha baş
ka hususlar, (b), (c) veya (d)'yi kabul etmemizde etkendir, (b),
(c) veya (d)'nin temelinde yatan genel hiçbir inancı sorgulamasak
bile, saatleri ve aletleri yanlış okuma da mümkündür. Örneğimiz
de tehlikeye giren, inanç kümesinin tamamıdır. Bazen, bu durum
Tasdik Etme ve Reddetme 91
1
Collected Papers, cilt 2 (Cambridge, Mass.- Harvard, 1932), s. 499-500.
Tasdik Etme ve Reddetme 93
* "Merak kediyi öldürür" {Curiocity kills the car) İngilizcede bir deyimdir (Çev.).
96 Bilgi Ağı
lıklarda yaşayan canlılarda suya yönelim, insani veya ilahi bir ama
cın müdahalesini gerektirmeksizin evrim geçirebilir. Canlılar, gene
tik bir 'mutasyon' süreci sebebiyle (ki Darwin için bu açıklanma
mış bir olguydu) nesiller boyunca rastlantısal değişikliklere uğrar.
Bu yeni özellikler, eğer hayatta kalmaya yönlendiriyorsa, daha
sonraki nesillere aktarılma eğilimindedir; yoksa taşıyıcıları üretme
den ölmeye yatkın olduklanndan, kendileri de yok olmaya meyle
der. Dolayısıyla, söğüt ağacı örneğinde olduğu gibi, hayatta kalma
ya yönlendiren özellikleri, hayatta kalan türlerin sergilemesi bekle
nir. Darwin'in hipotezi, akla uygun ve ayrı ayrı bulunabilir süreçle
re başvuran örnek bir açıklamadır. O, doğal olarak çağdaş biyolo
jinin teleolojik açıklamalarını uygun sebeplilik açıklamalarına indir
ger. "Onlarla görmek için" ve "tohumlarının su üstünde daha uza
ğa gitmesi için" şeklindeki kolay cevaplar, Darwin sayesinde, do
ğal ayıklanmanın uzun sebepler zincirine kısa yoldan yapılan ima
lar olarak yorumlanabilir. Bu şekilde yoaımlandığında, onlar bu
sayfalarda öne sürülen genel sebeplilik kavramıyla uyum içindedir.
Darwin'in teorisinin ortaya çıkardığı düşmanlığın nedeni, kuş
kusuz kısmen insanı diğer hayvanlardan gelen bir canlı olarak su
nuşunun aşağılayıcı olması, ama daha çok onun düzen delilini en
gellemesidir.
Bazı durumlarda açıklama, istekleri doğrulama arzusudur:
"Kendini açıkla!" Burada bile, aranan belli bir davranışın nasıl
gerçekleştirildiğinin açıklaması olduğu ölçüde, bizim planımıza
uyar. Doğrulayıcı yön, sadece ek olarak gelmiştir. Açıklamayla il
gili diğer istekler, aslında olayların açıklanmasına yönelik istekler
olmayıp, daha çok, izah etmek içindir: "Teorini açıkla"; "Şu söyle
diğini açıkla", "Onun kim olduğunu açıkla", "İplerin makaralara
nasıl bağlandığını açıkla" ('açıkla'dan önce gelen kelimelerdeki
değişkenliğe dikkat edin.) Aynı şekilde sinüs ve kosinüsün karele
rinin toplamının niye 1 'e denk olması gerektiğini açıklarken, ma
tematikteki açıklamadan bahsediyoruz. Bu, fiziksel anlamda her
hangi bir olayın açıklanması değildir; açıklama başarılı olduğun
da, öğrenciler teoremin teorem olduğunu görebilirler. Aslında bu
durumda, bir inancın niye kabul edilmesi gerektiği açıklanmakta
dır. O, ikna edici nedenleri sıralamadan ibarettir.
Matematikteki açıklamalar, tümdengelimci bağlantıları takip et
mede söz konusudur; açıklananın hâlen kabul edilen doğrular ta
rafından gerektirildiği görülür. Benzer şekilde çekim kanunu sebe
biyle, Kepler'in, gezegenlerin hareketi kanunlarını açıklaması, en
azından gezegenler hakkında biraz bilgi edinildiğinde, bir gerek-
Açıklama 103
* Harry Houdini, düğümlerden kendini kolayca sıyıran Amerikalı bir sihirbazdır (Çev.)
Açıklama 105
Ne mutlu ki, bu aldatıcı araçlar çoğu zaman diğer eski bir güç
le, V. Bölümde işlediğimiz doğruluk gücüyle bastırılır. Bu güç, ba
zı alanlarda diğerlerinden daha baskjrıdır; memnuniyetle ifade
edebiliriz ki, bu küçük kitabın hitap ettiği alanda tamamen bas
kındır. Çünkü bu samimi alanda, başkalarını ikna etme işi, onları
kişinin kendi inançlarına ikna etmesine indirgenir.
İnsanlara bir şeyler yaptırtma amacı, aldatma bir yana bırakıl
sa bile, inançlanmızı yaymak için hiçbir genel çabayı haklı çıkar
maz. Çoğumuz, paylaşmaktan başka hiçbir kazancımız olmadığı
zaman bile inançlarımızı yaymaya devam etmekten memnun olu
ruz. Chaucer'in memuru gibi memnuniyetle öğretiriz. O hâlde, bi
reyin başkalarını kendi inançlarına ikna etmesi, başka bir niyet
taşısa da taşımasa da, basitçe genel bir hedef olarak ortaya çıkar.
Delil getirmenin asıl görevi de budur.
İnançlarımızı sadece kendimiz için kullansak bile, onları dü
zenli bir biçimde elde tutabilmek için nasıl desteklendiklerine ya
kından dikkat etmeliyiz. Sağlıklı bir inanç bahçesi için, kökleri iyi
beslemek ve yorulup usanmadan bakıp budamak gerekir. İnanç
larımızdan birinin başka bir kimsenin bahçesinde açmasını istedi
ğimizde, destek sorunu ikiye katlanır: İlk olarak kendi bahçemiz
de ona ne kadar desteğin yettiğini belirlemeli ve daha sonra yeni
konumda bu desteğin ne kadarının hazır olduğunu görmeliyiz.
Başka bir benzetmeyle, genelde inançlar, diğer inançların üze
rinde durur. Destek veren bu inançların bir kısmı gözlem haberle
rini kaydedebilir; fakat çoğu zaman bir inancı bir kimseye kabul et
tirmek için gözlemlerin belirtilmesine gerek yoktur. Bu kimse zaten
diğer destekleyici inançların yeteri kadarını paylaşıyor olabilir. Bu
yüzden sadece ilgili bağlantılann bazılarına dikkati çekmek yeterli
olacaktır. Mesela İngiliz kelime bilimcilerinin üstadı W. W. Skeat,
sözlüğünde, İngilizce heaven (cennet) ile Almanca tercümesi Him-
mel arasında hiçbir akla uygun köken bağlantısı göremediğini yaz
mıştır. İngilizce ever (hiç) ile Almanca tercümesi immer arasında
bir bağlantı olduğunu da söylemeye cesaret edememiştir. Fakat o,
Germen tarafında olmasa da Kelt tarafında, rr/nin bazı durumlarda
düzenli bir şekilde v^ye çevrildiğini pekala bilmekteydi. Acaba bu
üç ayn, fakat birbirine benzer meseleye aynı ânda sadece bir göz
atsaydı, bu onun heaven ve Himmel'm kök itibarıyla birbirine bağ
lı olduğuna inanması için yeterli olur muydu?1
1
Burada bu üç örneği bizim için bir araya getiren Conrad M. Arensberg'e borçluyuz.
ikna Etme ve Değerlendirme 109
yoktur. Diğer yandan, haklı olmuş olma arzusu düşüşten önce ge
len bir gururdur. Bu, hatalı olduğumuzu görmemizi engeller ve
böylece bilgimizin gelişmesine ket vurur. Dolaylı olarak, inanıla-
bilirlik derecemizde sorun çıkarır.
Bu ikiliden kusursuz olanı haklı olma arzusudur, fakat burada
bile ihtiyatlı olmak yerindedir: Haklı olma, her zaman haklı sebe
bin veya akla uygun olmanın işareti değildir. Bir kimse iki çekişte
flöşü bulabilir; fakat yine de, o kötü bir pokercidir. En iyi yol, her
zaman kazanmaz; onu iyi yapan, uzun vadede çoğu zaman ka
zanmayı vaat etmesidir.
Akla uygun olmaktansa haklı olmayı tercih ederiz. Flöşü bul
mak isteriz. Fakat her zaman haklı olmaya güvence veren bir yo
lu bulmak nasıl ümit edilebilir? En iyi strateji akla uygunluğu sağ
layan, alternatiflerinden daha fazla, inançlarımızı doğrulayarak bi
zi haklı çıkarandır. Eğer eldeki delil yanlış yola, doğrudan başka
sına işaret ediyorsa, sahibi akıllı da olsa onunla birlikte hatalıdır.
Akla uygun olanı olmayandan ayırmayı öğrenme, hikmetin bir
bölümünü geliştirmektir; en az diğerleri kadar o da doğru inanca
götürebilir. Fakat hikmetin daha iyi bölümü, en iyi anladığımız
konular hakkında bile, doğrunun tamamına değil sadece bir kıs
mına sahip olduğumuzu devamlı akılda tutmamızı ister. Bu bilinç,
hiçbir zaman yabana atılamaz; çünkü tek bir konuda bile 'doğru
nun tamamı' ideali, boş bir hevestir.
Daha önce belirttiğimiz gibi, insanları bazı şeylere ikna etme
ye çalışmanın ilk amacı, istediklerimizi onlara yaptırmaktır. Bu
katı amacın dünyanın gelişmesi sayesinde yumuşamış olduğunu
öne sürdük; samimiyet çiçek açtı ve onunla birlikte, inançları sırf
paylaşmak için paylaşma isteği de çiçeklendi. Fakat pratik ama
cın, yani davranışın etkilenmesinin, neredeyse başlangıçtaki tüm
sadeliğiyle öne çıkmayı sürdürdüğü bir alan vardır. O da, değer
ler alanıdır.
Geçmişteki bir davranışı övmek, duyan kimseyi durum elver
diğinde benzer biçimde davranmaya teşvik etmektir. Gelecekteki
bir davranışı övmek, bir kimseyi onu yapmaya yönlendirmektir.
Bir ürünü övmek veya önermek, hemen hemen, onun şiddetle ar
zulanmasına teşvik etmektir. 'Emretmek' ve 'övmek' kelimelerinin
kaynaklarının bir olması şaşırtıcı değildir.* Olgulann ilanının tersi
ne, takdirler, emirlere doğru imada bulunuyor gözükmektedir.
Oldukça Temel
A. J. Ayer, The Problem of Knowledge. Baltimore: Penguin, 1956.
P. W. Bridgman, The Logic of Modern Physics. New York: Macmillan, 1927.
J. Bronowski, The Common Sense of Science. Cambridge: Harvard, 1953-
N. R. Campbell, What is Science? New York: Dover, 1952.
J. B. Conant, Science and Common Sense. New Haven: Yale, 1951.
Pierre Duhem, The Aim and Structure of Physical Theory. New York: Atheneum,
1962.
Philip Frank, Modern Science and Its Philosophy. Cambridge: Harvard, 1950.
Martin Gardner, Fads and Fallacies. New York: Dover, 1957.
P. T. Geach, Reason and Argument. Oxford: Basil Blackwell, 1976.
C. C. Gillispie, The Edge of Objectivity. Princeton: Princeton University Press,
I960.
T. S. Kuhn. The Structure of Scientific Revolutions. Chicago: Chicago University
Press, 1962.
P. B. Medawar. Induction and Intuition in Scientific Thought. Philadelphia: Ameri
can Philosophical Society, 1969.
M. K. Munitz (ed.). Theories of the Universe. Glencoe, 111.: Free Press, 1957.
C. S. Peirce. Essays in the Philosophy of Science (V. Thomas, ed.). New York: Li
beral Arts, 1957.
W. V. Quine. Methods of Logic. New York: Holt, 1972.
W.V. Quine. The Ways of Paradox and Other Essays. Cambridge: Harvard, 1976.
Hans Reichenbach, The Ris of Scientific Philosophy. Berkeley: University of Cali
fornia Press, 1951.
Bertrand Russell. Mysticism and Logic. New York: Doubleday, 1957.
Bertrand Russell. Human Knowledge. New York: Simon and Schuster, 1948.
Gilbert Ryle. Dilemmas. Cambridge: Cambridge University Press, 1954.
Israel Scheffler. Conditions of Knowledge. Chicago: Scott Foresman, 1965.
Israel Scheffler. Science and Subjectivity. New York: Bobbs-Merrill, 1967.
J.J. C. Smart. Philosophy and Scientific Realism. London: Routledge and Kegan Pa
ul, 1963.
J. J. C. Smart and Bernard Williams. Utilitarianism. Cambridge: Cambridge Univer
sity Press, 1973.
P. P. Winer and A. Noland (eds.). Roots of Scientific Thought. New York: Basic
Books, 1957.
120 Bilgi Ağı
Ereksel sebep: Bir fiilin, olayın veya nesnenin amacı, onun ereksel sebebi
olarak adlandırılır. Bu sebep kavramı Aristo'dan kaynaklanır.
Geçerlilik: Mantıksal bir şekil, bütün örnekleri doğru olduğunda geçerlidir.
Gerektirme: Gerektirmenin iyice tanımlanmış özünü mantıksal gerektirme
oluşturur. İki ayu cümleyi "p ise q" şeklinde birleştirerek elde ettiği
miz şartlı cümle, mantıken doğru olduğunda, bir cümle diğerini man
tıken gerektirir. Daha kapsamlı, fakat biraz kapalı bir biçimde, bir
cümleden veya kendinden-delilli bazı doğrulardan başlayarak, bir di
zi kendinden-delilli adımlarla diğer bir cümleye ulaşıldığında, o cümle
diğerini gerektiriyor denir.
Gösterim: Gösterimle öğrenme, işitilen kelimeleri aynı ânda gözlemlenen nes
neler veya durumlarla bağlantılandırmadır; böyle bir öğrenme, dilin
daha önceden bilinmiş olmasını gerektirmez.
Gözlem cümlesi: Eğer bir cümlenin tasdik edilmesinin tek sebebi onun diğer
özneler tarafından hâlen gözlemlenebilir olması ise, o gözlem cümlesi
dir. Dolayısıyla, işaretle öğrenilebilen ve benzer uyarımlar karşısında
dili konuşanların tümü tarafından da kabul edilebilecek bir cümledir.
Hipotez: Doğru olduğunda, hâlen inanılan bazı şeyleri açıklayacağı için değer
lendirilmeye alınan veya kabul edilen bir tahmin. Bir hipotezin delili,
sonuçlannda görülür. Kelime aynca 'öncül' anlamında da kullanılır.
İspat süreci: Geçerliliği belirlemenin şekilsel bir metodudur. En yaygın ispat
süreçleri, aksiyomları ve çıkarım kurallarını içerir. Tüm ispat süreçle
rinin en önemli noktası, formüllerin incelenmesi yoluyla iddia edilen
ispatlann devamlı kontrole açık olmasıdır.
İspatlanabilirlik: Bir cümle eğer kabul edilmiş inançlardan veya belirtilmiş hi
potezlerden hareketle çıkarımlanabilirse, o cümle ispatlanabilirdir.
Kanunumsu cümle: Örneklerinin kendisini tasdik ettiği düşünülen genel bir
cümle veya böyle bir cümlenin mantıksal denkliği. Doğru olan kanu
numsu bir cümle, kanundur.
Kıyas: Tümevarıma genellemeyi aşarak çıkanmsal bir sıçramada bulunma.
Bununla bir kimse bazı önemli açılardan benzer iki şeyin diğer açılar
dan da benzer olduğu sonucuna vanr. Kelimenin aynı zamanda diğer
kullanımlan da vardır; örneğin yeni terimleri öğrenmede izlenen or
tak bir yol için kullanılmıştır.
Mantıksal denklik: Birbirini mantıken gerektiren iki cümle mantıksal açıdan
denktir.
122 Bilgi Ağı
Mantıksal doğru: Bir cümle geçerli, yani bütün örnekleri doğru olan, mantık
sal bir şeklin örneği ise mantıksal bir doğrudur.
Mantıksal edat: Mantıksal şekillerde yer alan; 'her', 'bir', 'ki', 'dir', 'veya', 'de
ğil', 'eğer', 'fakat', 've', 'bazı' gibi kelimeler. Bunlar mantıksal şekille
rin oluşturulmasında ihtiyacı fazlasıyla karşılar.
Mantıksal şekil: Sadece mantıksal edatları ve boşlukları içeren, boşlukları uy
gun kelime ve ifadelerle değiştirildiğinde kendi örnekleri olan cümle
leri veren bir şekil veya şema.
Öncül: Öncüller, kendileri aracılığıyla bir tümdengelimin yapıldığı varsayılar-
dır: Bu öncüller ister inanılmış isterse sadece farz edilmiş olsun.
Şanlı Önenne-, "p ise q" şekli şartlı bir cümleye örnektir. Şartlı bir cümlenin
mantıksal doğruluğu, mantıksal gerektirmenin bir örneğini doğrular.
Şartlı refleks: Belirli bir uyanma otomatik olarak verilen Öğrenilmiş karşılık.
Sınırlayıcı ilkeler. Kapsamlı bir biçimde herhangi bir bilimsel hipotezi dışla
yan genelde felsefi ilkeler.
Tarif: Daha önce net olmayan bir terim veya kavram için felsefi açıdan ve
rimli olması amacıyla yapılan tam bir tanım.
Teleoloji (GayebiUmX Özellikle doğal olgular açısından aınacm, düzenin veya
nihai sebeplerin incelenmesi.
Tümdengelim: Bir cümleyi diğerlerinden kendinden-delilli adımlarla ispatla
yan akıl yürütme çeşidi.
Tümevarım: Bilinen durumlardan benzer bütün durumlara genelleyerek, ge
nel bir hipotez kurma metodu. Tümevarım, bu rrıetodun bir uygula
masıdır.
Tutarsızlık: Eğer bir grup cümle mantıken uyumlu değilse ve dolayısıyla bir
birleriyle çelişiyorsa, bu cümleler tutarsızdır.
DIZIN
mantık 12, 39, 42, 43, 46, 47, 77,80, 90; saçma 56-58; -ya inanma 56
-sal doğru 38-40, 42-45, 46, 61; -sal sadelik 64, 66-69, 75, 83, 116
edatlar 38, 39, 41; -sal gerektirme 40- sebeplilik 50,97,99,102; - bağı 14, 49,
42, 97; -sal içerme 41; -sal sonuç 41; 50, 68, 98; - zinciri 99-101
-sal şekil 39, 42, 44; -sal teori 42 sezgi 61, 82, 83, 115; —karşıtı 40, 45
Martin, Edwin 9 sığ inceleme kuralı 110, 111
matematik 43, 45-47, 55, 58, 66, 71, 74, Skeat, W. W. 108, 110
102; -sel deliller 110; -sel doğrular Skolem 42
43; -sel fizik 69; -sel tercih teorisi 117 Skolem ve Gödel teoremi 43
Michelson-Morley deneyi 69, 70, 73 Smart, J. J. 9 *
Moliere 97, 105 Stalker, Douglas 9
Monako Prensliği 54 Sullivan 109
muhafazakârlık erdemi 63, 64, 67, 69,
70, 71, 75, 86, 106 şekilsel ispat süreci 43, 45
Napolyon 18 tahmin 67, 68, 71-73, 79, 80, 86, 88, 92,
nebülöz 26 93, 95, 96, 103, 114, 116
Neptün 17, 18, 55, 70, 71 tanıklık 49
nesne 28, 44, 50 tanım 30, 65, 87
nesnel doğru 68 Tanrı 57, 101, 105
Newton 33, 65, 66, 69, 70, 96, 97; - fi tasdik etme 88
ziği 69, 70, 73; -'un teorisi 33, 69; — teleolojik açıklama 7, 9, 11, 24, 31, 46,
Lorentz sistemi 73 58, 73, 83, 91, 100-102, 107
nümeroloji 13 teorik fizik 45, 74
termodinamik 33
Öklid 109; -'in paraleller postulatı 45, Tertullian 56, 57, 58
48 tümdengelim 39, 45, 55, 80, 88, 102, 115
ötenazi 116 tümevarım 76-78, 80, 81, 84, 88, 92
öznellik 34, 66, 78
Uranüs 71
Pascal 57
Peirce, C. S. 92 yalan söyleme 50, 51, 107
Pisarro 114 yapay zeka 83
psikoloji 83, 99, 106
Pythagoras (Fisagor) teoremi 55, 109