You are on page 1of 124

_ Musa'nın Çocukları Tayyip ve Emine

Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.


Musa'nın Çocukları Tayyip ve Emine

Musa'nın Çocukları
Tayyip ve Emine
Togan Yayınları
Musa'nın Çocukları Tayip ve Emine
Araştırma Đnceleme
Yazan
Kapak Tasarım Đç Düzen Baskı
0. Basım
2. Basım
3. Basım
4. Basım
ISBN
Togan Yayıncılık
Bizim Avrasya Yay. Turz. Ins. ve San. Tic. Ltd. Şü

Togan Grafik -Tasarım Togan Mizanpaj Kuşak Ofset 527 41 03


Nisan / 2007 / Đstanbul(Çalış Ofset) Nisan / 2007 / Đstanbul(Çalış Ofset) Nisan / 2007 / Đstanbul Nisan /
2007 / Đstanbul
978-9944-337-07-6
BĐZĐM AVRASYA YAYINCILIK kuruluşudur.
Klodfarer Cad. Memişoğlu Ap. No: 27/2
Sultanahmet /Đstanbul
Tel: (0212) 518 22 94/518 23 28

Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tamamı ya da bir kısmı 5846 sayılı


yasanın hükümlerine göre, kitabı yayınlayan TOGAN YAY/NLAR/'nın ve
yazarının izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir
kayıt sistemi ile çoğaltılamaz, yavmlanamaz, depolanamaz.

Musa'nın Çocuklan
Tayyip ve Emine
T#gan

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Kemal'in Askerleri Dr. Necip Hablemitoğlu ue E. Binbaşı Đhsan Güven'e

ĐÇĐNDEKĐLER
Gürcü mü yoksa Rum mu? 13
Potamya'nın gururu 15
Ben Gürcüyüm eşim Arap 16
Güçlü karşısında eğildi 20
Tayyip'in küfürle imtihanı 21
Küfretmedi ama bayıldı 25
Küçükken Kur'anı öğrendiğini söyledi ama 27
Tayyip ve MTTB 28
Tayyip ve Necip Fazıl 29
Tebliğ, Cirîadve Şiddet 31
Tayyip ve Tarikat 34
Asker oldu Piyade 34
Bir garip love story 36
Aşk yolculuğu 38
Kaportası bozuklar 39
Bu Tayyip'i nasıl buldu 41
Emine'nin Künyesi 43
Aşkından bi deri bi kemik kaldı ama 46
Đnsan aşkını inkâr eder mi? 47
Hediye , 48
Tayyip, Đlkeli, mert ve dobraymış 56
Erdoğan'ın sözcüsü 60
Firavun sarayındaki Musa 63
Musa'nın soyundan geldiği iddia edildi, Yahudi'yi kardeş ilan etti .67
Beni Đstanbul Yahudilerine sorun 72
Ecevit Yahudi lobisini kızdırıyor 73
5
MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
Yahudi 77
AKP Hıristiyan Demokratlar'a "Gözlemci" Oldu 78
Museviler Tayyip Erdoğan'ı ödüle boğuyor 80
ABD'de Yahudi Mafyası: ADL ve Gülen Efendi'nin diyalog
masalı 82
Đngilizler de okey verdi 90
Yahudi komitesinin davetlisi 92
Her taşın altından çıkan örgüt ADL 93
Fetullah Gülen ve Papa ve Tayyip 93
ABD'de Gülen konferansı 96
Ve Tayyip- Fetullah buluşması 98
Korkut Abi 99
ABD'de, Deccal'a karşı duran Mehdi,
Başbakana barış ödülü verdi 100
Mason rehberler .102
Mason AKP ilişkisi hiçbir zaman eksik olmadı 103
Atatürk'ten intikam alacağız diyen Masonlar 104
Ordu Savunma Bakanlığı'nın emrine 106
Genelkurmay Savunma Bakanlığına 107
Yazar Tayyip; Bal tutan parmağını yalar 109
Başkanlık sistemi 110
Kemalizm'i terk et, Fetullahçı ol 111
Kıyamet saati değil seçim vakti 114
Tayyip'in takiyyesi 115
Türk ve Đslam düşmanı Papazın heykeli altında imza 117
Tayyip'in Kürt Raporu ve kimlik değişimi 118
BOP'çu Tayyip 121
Tayyip ABD vatandaşı mı? 122
Küresel dayatmalar AKP programında 124

Annç da sorunlu 126


Erdoğan'ın isteği Güneydoğu-Kürt raporu 126
Abdullah Gül ve Đslam kardeşliği 129
Đhsan Aslan'ın Kürdistan aşkı 131
Atatürk, kimlikçilere röntgen tutmuştu 140
Tayyip Genelevde 140
At bile kabul etmedi, balıklar kaçtı 143
Avrupa Birliği ve Tayyip Erdoğan 144
Belediye Başkanlığı serüveni 147
Elhamdülillah şeriatçıyım 148
Kurtuluş savaşımızın kahramanlanna "kahpe" diyen zihniyete daha
ne kadar katlanılacak? 149
Hilafet ve Halifesiz Müslümanlar 150
Kurtuluş bayramı kafayı çekme günüymüş 151
Bu kavga kimin? 152
Kadrolaşma 156
Đran karşı devrimcileri de belediyeden nemalanıyor 160
Kadrolaşmanın temeli 172
Đki ayaklı inekler 175
AKP'de sancılı atamalar 176
Şeriatçılar şirketleşti 178
Babasına kefil olmadı Kadı'ya oldu 178
EL Kadı'nm şirketini Erdoğan'ın avukatı kurdu 179
Başbakanla Avukatının sıcak ilişkisi 180
Başbakan Kadı'ya kefil olunca 181
Kadı'dan El Kaideye 184
MASAK raporunda tespit edilebilen hesaplar 185
AL Baraka hesap hareketlerini sakladı mı? 192
Savcıdan hayırsever tanımlaması 195
7
MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
El Kadı dosyası kapatılıyor 199
TVVRA kim tarafından kuruldu? 200
Usame; Tayyip'in yeğeni 202
Biz bu filmi daha önce görmüştük 203
Đslam özel sektörü 204
Đhaleler Birlik Vakfı üyelerine 206
Birlik Vakfı 211
Tayyip'in gizlediği şirketi 215
Mal varlığı davası 217
Đshal raporu verdi, kardeşi müdür oldu 222
Sahte rapor sanığı 223
Vefa borcu 224
Reklâmcı tüccar Başbakan 227
Denizci oğul 229
Öğrenci gençlik 232
Müslüman Kardeşler Teşkilatı 234
Müslüman Topluluklar Birliği 235
Uluslar arası Đslam Birliği konferansı ( 236
AKP'nin bürokratları 237
Tayyip'in danışmanları 239
Atatürk'e hakaret edene danışmanlık 240
Geleceğin başbakanı ve Cihat hazırlığı 241
Başkanlara suçlamalar 246
DGM Başsavcılığı devre dışı 248
Yargıtay Başsavcısının müdahalesi 249
Yolsuzluklara Milli Görüşçüler bile dayanamadı 250
Memlekette ağaç mı yoktu? .251
Tayyip'in müstakbel bakanları 253
Ülke kaynaklan yurt dışına 254
Mafyavari işlemler 257
Tanıklar ifade vermeye korkuyor 263
Eski arkadaşa 190 milyon dolar 267
Đhalelerden komisyon 268
Đhale komisyonlarından sorumlu danışman 269
Yemeğin parasını ben mi verecem 271
Yolsuzluk davalarından Meclise 272
Đspatlamayan şerefsizdir 278
'Bu şarkı bitmez1 Lakin başkanlık bitti! 280
Masonlar Tayyip'e kol kanat geriyor 282
DGM'den ceza 284
Şeyhle namaz 286
Emine de şaşırdı 291
Tayyip de şaşırdı292
Erbakan'la yolları ayırdı 293
Burjuvayla tokalaşma 297
Đngilizlerde sahnede 297
Sevindirik olanların arasına ADL de katılıyor 298
Erdoğan'a Davos daveti 300
Tayyip Đçin Jet Karar 301
YSK Barajını aşamadı 303
Bozöyük Zirvesi 307
Ekranda Büyük buluşma 308
Başbakanlık için formül arayışları 309
Đlk ziyaret Đtalya'ya 310
Erdoğan'dan Denktaş'a: Masadan kaçma 312
Kıbrıs'ı Hançerleyen Dörtlü 313
Baykal'dan Tayyibe jest 314
Cenneti Yunan müziğinde keşfetti 317
9
MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
Bu ülke Hablemitoglu cinayetini örttü 318
Abdülkadir Aksu 319
Erdoğan- Kabbani görüşmesi 322
Kabbani kimdir 323
Türban 326
Akdamar Kilisesi'ne 'Erdogansız' açılış 328
Önce Türbe ziyareti, sonra Vakıf 329
At Sineği ve bu adamı kullanın 330
Laiklik tabi elden gidecek 331
10

ÖNSÖZ
Tayyip Erdoğan Kasımpaşa'da kendi halinde geçinip giderken önce akıncılara, ardından MSP'ye, MSP ile
beraber MTTB'ye katılmıştı. Arkadaşları ile beraber sokaklarda "Şeriat Gelecek Vahşet Bitecek", "Tek Yol
Đslam" gibi sloganları atıyor, bu arada simitçilikten gelen tanışıklıkla 'şirket'le de içli dışlı oluyordu. Ne
hikmetse Türkiye'deki liderler hep simitçilikten gelmeydi, aynı Deniz Baykal gibi.
Şirketle tanışmasının ardından Tayyip'in önü açılıyor, önce MSP Gençlik Kolları Başkanı oluyor, derken RP Đl
Başkanı, milletvekili ve belediye başkan adaylıklarının ardından Đstanbul Belediye Başkanlığı dönemi ve
Đsrail, ingiliz ve ABD Büyükelçilikleri ile işkiler başlıyordu.
ıı

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Belediye başkanlığı ve öncesinde Izak Alaton'un rah-ie-i tedrisatından geçtiği için Đsrail istihbaratı efemanı
ve elçilik müsteşarı Alon Liel'in yanında zorluk çekmiyordu. Tayyip'i bu günlere getiren Mehmet Metiner gibi
Kürt danışmanlarının yanında; Đngiltere Büyükelçisi Pe-ter VJestmacott, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi
aynı zamanda CIA Türkiye ve Ortadoğu masası şefi Mason Morton Abramoıvitz, ABD'nin eski Ankara
Büyükelçisi aynı zamanda CIA Türkiye ve Ortadoğu masası şefi Marc Parris, CIA üst düzey yöneticisi ve
karanlıklar prensi lakaplı Richard Perle'den oluşan bir ekipti.
Tayyip'i bu ekip ve alt takımı geliştiriyor ve değişime uğratıyorlardı. Şimdi bu değişim ve gelişimin hikâyesini
32 kısım tekmili birden izlemeye başlayalım...
, Ankara 30 Mart 2007
12

Gürcü mü yoksa Rum mu


Tayyip'in hayat hikâyesine başlamadan önce dedelerinin nereden geldiğine bakmak onun hikâyesini
anlamamızı bir hayli kolaylaştıracaktır. Tayyip'in anne tarafı Rize ili Güneysu ilçesine Gürcistan'ın başkenti
Batum'dan gelmişlerdi. O sıra Batum'dan gelen aileler arasında "Mezarcı" ailesi de vardı.
1991 yılı milletvekili seçimlerinde liste savaşları başlıyor, Erba-kan'ın kendine yakın gördüğü isimleri
Đstanbul'da liste başlarına yerleştirmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Erbakan liste başına Ali Oğuz'u getirmek
istiyor, Tayyip ise aynı yere Gürcü kökenli, Ümraniye Müftüsü Hasan Mezarcı'yı düşünüyordu. Erdoğan parti
merkezine karşı direniyor, bu direnmenin sonucunda hemşehrisi Hasan Mezarcı'yı liste başına getirtiyordu.
Mezarcı, milletvekili seçilmesinin ardından Tayyip'e layık olduğunu konuşmaları ve davranışları ile bir bir
kanıtlıyordu. Partinin Bayrampaşa teşkilatında kadınlara yaptığı konuşmada Atatürk'e iğrenç iftiralarla
saldırırken kendi köklerini de açıklıyordu. Mezarcı, Tayyip gibi Batum'lu olduğunu vurguladığı konuşmasında
şunları söylüyordu:
"Atatürk milliyetçiliği ne demek? Herkes Türküm diyecek, ne yani, senin hatırın için ben anamı babamı
inkâr edeyim. Ben senin atan gibi veled-i zina mıyım? Ben Batum'luyum benim köküm belli..."
13

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Tayyip de aynı tarihlerde Almanya'da yaptığı konuşma ile Mezarcı'ya adeta destek veriyordu:
"Ne mutlu Türküm diyene ne demek? Sen 'Ne Mutlu Türküm Diyene' dersen, o da 'Ne Mutlu Kürdüm Diyene'
der..."
Yine her fırsatta Türklüğü aşağılayan Tayyip'in yakın arkadaşlarından Rize milletvekili Şevki Yılmaz şöyle
yırtınıyordu:
"Şimdi gençler! Müjde veriyorum. Şafak var... Şafak!.. Vallahi şafak var. Safları sıklaştırın... Tahrik için
konuşmuyorum, şafağı gördüm... Nerede?.. Đşte burda... SümeyyelerL. Nerde?.. Đşte burda; BilallerL.
Şafak vakti var. Gençler, gençler!... Muhammed Đkbal'i dinle, meşhur şair: "Güneş doğarken şafak gelir.
Kızıllık olur sabah. Gök kızarmadan güneş gelmez. Şehit kanı dökülmeden hak gelmez..."
Şevki, Sümeyye'nin Đslam'ın ilk şehidi olduğunu, putperestlerin onu ayaklarından develere bağlayarak iki
ayrı yöne develeri sürmeleri sonucu feci bir şekilde öldürerek şehit ettiklerini anlatıyor ve gençlere "bu
düzen sizi ayaklarınızdan taksilere bağlayıp parçalasa dahi asla yolunuzdan ayrılmayın" diyordu.
Tayyip'in çocukları Sümeyye, Bilal ve diğerleri soluğu Amerika'da alıyorlar, öğrenimlerini oralarda devam
ettiriyorlardı. Akranları Türban kavgaları verirken, kendileri, babalarının açıklamalarında görüldüğü gibi,
Türbanla okuyamadıkları için Amerika'ya gidiyorlar, Sümeyye, ABD'de, Hollyvvood yıldızları ile aynı masada
mum ışıkları altında yemekler yiyordu.
Kızları, Amerika'da Robert De Niro ile mum ışıklarında yemekler yiyen Tayip, 1994 yılında, Ümraniye'de
yaptığı konuşmalarda, insanlarımızı kendi refah ve mutlulukları için kullanmanın değişik versiyonlarını
sergiliyor, bu konuşmalarının kasetleri AKP teşkilatlarında saf insanlarımıza seyrettiriliyordu:
"...Bir gece saat bir buçukta elektrik direğinde bir yaşlı amca,
14

eve dönüyorum, araba ile durdum, gece saat bir otuz durdum. Üç dört tane genç, "amca" dedim, "yahu ne
yapıyorsun?.. Elektrik çarpacak in aşağı bu gençler çıksın bağlasın" hiç umurunda değil.
Bağladı, indi. Gayet kararlı. Đfade aynen şöyle; "Sen bana şahadeti çok mu görüyorsun?" dedi. "yahu amca
Refah'ın bayrağı ile şahadetin ne alakası var Allah aşkına?" , "Sen ne diyorsun" dedi. "Her Refah bayrağı,
Muavenet Muhribi'nden Saratoga'ya bir mermidir" dedi. Şimdi soruyorum sizlere; bu inancın, bu imanın
önünde Amerikası, Batısı, basını televizyonu durabilir mi?.."
Bugün kızlarının ABD'de sergiledikleri davranışları görmeyen Tayyip, dün bu imkânları sağlamak için
döktürmeye devam ediyordu:
"...Olay bu kadar açık ve net ortada. Ama bunun hala farkında değildi onlar... Hala bunlar, yok çarşafların
içinde erkekler vardı, ondan dolayı seçim gitti diyorlar... Ve bununla da kalmıyor, şu hanım kardeşlerimizin
çalışması var ya, Hey Rabbim... Bunu papatyaların yapması mümkün mü? Değil... Gelinciklerin yapması
mümkün mü?.. Değil. Onlar ancak beş yıldızlı otellerde demlenirler. Ama onların da huzuru inanıyorum ki,
refahı, mutluluğu, kurtuluşu inşallah bu hanım kardeşlerimizin gayretinde yatmaktadır..."
Potamya'nın gururu
Tayyip, Başbakan olarak memleketi Rize'nin Güneysu Belde-si'ne gittiğinde hemşehrileri kendisini
'Potamya'ya Hoşgeldjn', 'Potamya'nın Gururu' pankartlanyla karşıladı. Buralar Güneysu olarak bilinirdi.
Potamya ne demekti? Đşin aslı çok geçmeden ortaya çıkıyordu: Güneysu Beldesi'nin Rumca ismi
Potamya'ydı. Bu beldenin ahalisinin bir kısmı sonradan Müslüman olmuş(!) Rum'du. Hala beldenin Rumca
adını kullandıklarına göre Türklüğü içlerine tam sindirememişler demekti. Tayyip Erdoğan bu pankarttan
rahatsız olmadı. En ufak bir tepki göstermedi.
15

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Başbakan olduğunda ilk ziyaretini Yunanistan'a yapmış, Ramazan ayında olduğumuz halde orucunu
tutmamıştı. Oysa hayatını anlattığı "Bu şarla burada bitmez" adlı kitapta her zorluk karşısında orucunu
bırakmadıgıyla övünüyor, hatta röportaj günü Ramazan olmadığı halde oruç tuttuğunu söyleyerek reklâmını
yapıyordu.
Erdoğan Simitis'le gerçekleştirdiği görüşmelerde iki saati aşkın başbaşa kalmıştı. Bu görüşmelerde
konuştukları dil merak konusu olmuştu. Öyle ya, Tayyip Đngilizce bilmiyor, Simitis ise Türkçe'den
anlamıyordu. Sonunda Tayyip bu olaya da açıklık getirdi. Anlatımına göre ilk patronu Rum'du. Bu arada
kardeşinin de Mossad ile yakın ilişki içinde olan Of er'in gemilerinde çalıştığı ortaya çıkıyor, Tayyip hükümeti
tarafından ülke limanlan ve kaynaklan Ofer'e adeta altın tepsi içinde sunuluyordu...
Ben Gürcüyüm eşim Arap
Hürriyet Gazetesi'nden Emin Çölaşan 2 Ekim 2006 tarihinde Tayyip'in kökleri ile ilgili şöyle yazıyordu:
"...Elimde Recep Tayyip Erdoğan'ın aile nüfus kütüğü var. Devletin resmi belgesi.
Bu belgede "baba tarafından çeşitli kimselerin anneleri" olarak şöyle isimler geçiyor:
"Havuli... Farfuli...Fatuli..."
Örneğin, Ahmet ve Yunus Erdoğan'ın ana adı Havuli.
Fatuli Erdoğan'ın ana adı Farfuli, Vesile Erdoğan'ın ana adı Fatuli
Bizim aklımıza insanların soyunu sopunu araştırmak, oralardan sonuç çıkarmak, bunları siyasal amaçla
kullanmak asla gelmez.
"Falanca Ermeni'dir, filanca Rum'dur, Yahudi'dir, dönmedir!.."
Đnsanların ve ailelerin kökeni şu veya bu olabilir.
16

Onlar Hıristiyan, Musevi kökenli de olabilir. Kınanması gerekmez. Biz, rektörler ve başbakanlar dâhil
istisnasız herkesi dinine, ırkına, aile kökenlerine göre değil, bu ülkeye yaptıkları -veya yapmadıkları-
hizmetle değerlendiririz.
Her uygar insanın yapması gereken de budur..."
3 Ekim 2006 Hürriyet Gazetesi; "Doğu Karadeniz'de Fatma Fatuli'dir." Başlığı altında Çölaşan'ın yazdıkları
ile ilgili bir haber yapıyordu:
"Hürriyet yazarı Emin Çölaşan, önceki gün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın nüfus kayıtlannda Havuli,
Farfuli ve Fatuii gibi isimlere rastlandığını yazdı. Çölaşan'ın verdiği bilgiye göre, 'Ahmet ve Yunus Erdoğan'ın
ana adı Havuli. Fatuii Erdoğan'ın ana adı Farfuli, Vesile Erdoğan'ın ana adı Fatuli'liydi.
Çölaşan daha sonra, "Bizim aklımıza insanların soyunu sopu-nu araştırmak, oralardan sonuç çıkarmak,
bunları siyasal amaçla kullanmak asla gelmez" diyordu. Bu kelimelerin hangi dilden gelmiş olabileceğini
bölgeyi yakından tanıyan insanlara sorduk. Rize doğumlu gazeteci Ömer Lütfi Mete, Doğu Karadeniz'de
Fatma'ya Fatuii, Havva'ya Havuli denildiğini belirterek, "-H eki Gürcüce'den geçmiş olabilir. Zaten
biliyorsunuz, Türkçe ve Gürcüce'nin karışımından, araya Ermenice kelimelerin de girmesiyle ortaya çıkan
dile bölgede Lazca ismi verilir" dedi.
Doğu Karadeniz'de Lazca türküler derleyen ve Türkçe'yi sonradan öğrenen, Rize-Pazar doğumlu müzisyen
Birol Topaloglu da, Ömer Lütfi Mete'nin dediklerini doğruluyor. Topaloglu da, bölgede, özellikle kadın
isimlerine bu tür eklerin takıldığını, zamanla hece düşmesiyle Havuli, Fatuii, Farfuli şekline dönüştüğünü
söylüyor. Ermenice ve Rumca'da ise böyle kelimeler bulunmuyor..." diyordu. Ancak içinde zerre kadar
Müslümanlık bulunan bir insan Đslam Peygamberi'nin Kızı'nın ismi olan Fatma'nın özgün hali dururken
17

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
ona Fatuli der mi, diyebilir mi?... Yine Âdem Peygamber'in Eşinin ismi Havva'yı nasıl Havuli yapabilir?.. Peki,
Farfuli neydi ve nereden geliyordu?..
Ağustos 2004 yılında yaptığı Gürcistan gezisinde Gürcistan Devlet Başkam'nın yanında; "Ben de Gürcüyüm.
Ailemiz Ba-tum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü Ailesi'dir" diyordu. Bu bağlamda Tayyip'in Gürcü olma
ihtimali de kesinlik kazanıyordu. Kısacası; Tayyip Erdoğan Türk kökenli değildi. Zaten Türklük şuuru da
taşımıyordu. Zorunlu olmadıkça Türk sözünü kullanmıyor, Türklüğü ve Türk milliyetçiliğini ayrımcılık olarak
değerlendirdiğini çok kere vurguluyordu.
Tayyip'in en yakınındaki isim tarafından yazılan ve Tayyip tarafından yalanlamayı bırakın desteklenen
"Erdoğan'ın Harfleri" adlı kitaba baktığımızda Tayyip Erdoğan'ın Musa Peygamber'in soyundan geldiği
bildiriliyor. Musa'nın Đsrailoğlu olduğu vurgulaması yapılıyordu. "Ben Şeriatçı'yım" diyen birinin Hz.
Muhammed'in soyundan geldiğini ya da en azından onla bağlantılı olduğunu iddia etmesi gerekirken,
Đsrailoğullarına gelen peygamberle kendini öz-leştirip bir de onun soyundan geldiğini açıklattırması, soyunda
Yahudilik olduğunun en açık kanıtı oluyordu. Gürcü olduğunu açıklayan Tayyip, bir özelliğini gizliyordu.
Tayyip anne tarafından Gürcistan'da yerleşik Musa'nın yani Yahudinin soyundan geliyordu...
Başbakan olduğundan beri ağzından bir kez bile "Türk milleti" sözü çıkmıyor, hep "Türkiye halkı" diyordu.
Kaldı ki; gerek MSP Gençlik Kolları Başkanlığı, gerek RP Đl Başkanlığı, gerekse Belediye Başkanlığı
döneminde danışmanlığını yapan ve Tayyip'in; "Beynimin yarısı, bugünlere gelmemde çok emeği vardır"
dediği Mehmet Metiner, Tayyip için "Türk değildir" diye açıklamalarda bulunuyordu.
Gürcülüğünü ilan eden Tayyip Erdoğan, 1994 yılında Ümraniye'de yaptığı konuşmada, Türklüğe karşı tüm
kinini kusuyordu:
18

"Bakınız, geçen gün Đstanbul Valiliği'nin bir beyanı var. Ne diyor? 4 şehit polis memurunun cenazesine "Ben
Türküm diyen gelsin" diyor. "Ben Đstanbulluyum diyen gelsin" diyor. Ben Lazım diyen ne olacak? Ben
Gürcüyüm diyen, Ben Kürdüm diyen ne olacak? Ben Çerkez'im diyen ne olacak?... Ben Abaza'yım diyen ne
olacak?..
Ya bunlar bu ülkeyi zaten yıllardır bu ifadelerle parçaladılar. Ama Anayasa'da ne yazdılar? Ne Mutlu Türküm
Diyene!.. Milletin bütünlüğü ilkesi "Ne Mutlu Türküm Diyene" ifadesi ile sağlanır mı?...
Babama sordum "Biz Laz mıyız, Türk müyüz?" dedim. Allah rahmet eylesin, babam dedi ki; "Oğlum ben de
dedeme sordum, dedeme dedim ki, 'dede biz Laz mıyız, Türk müyüz?' Torinim dedi, 'Yarın öleceğiz.
Öldüğümüz zaman Allah bize bir soru soracak, men Rabbüke vemen Nebiyyüke ve ma Dinüke diyecek.
Vema Kav-müke diye bir soru sormayacak torinim' dedi...
Şimdi salonda saf saf dinliyor. Tabi büyük dedem molla idi. 'Torunum Rabbin kim? Nebin kim? Dinin ne?
Ama kavmin ne diye bir soru sormayacak. Sana sordukları zaman 'Elhamdülillah Müslüman'ım de geç'.
Şüphesiz her kavmin mensubu rahatlıkla ben Kürdüm, ben Türk'üm, ben Çerkez'im, ben Abhaza'yım,
demek hak ve hürriyetine sahiptir. Bundan daha tabi bir hak ve hürriyet olmaz...
... 600 sene Osmanlı otuzu aşkın etnik gurubu Ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu. 600 sene... Buyrun, şu
anda 70 senedir tutabildiler mi? Tutamadılar işte, bak ülke birbirine girdi..."
Tayyip, Ocak 1995'te Hollanda Đslam Federasyonu'nda yaptığı konuşmasında "Türkiyeli Müslüman"
olduğunu şu sözleri ile vurguluyordu:
"Ben Türkiyeli bir Müslüman'ım. Müslümanlar şu anda önemli bir karar aşamasında bulunmaktadırlar.
Đslam havzası, bu kararın arifesindedir.
19
MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Tayyip Erdoğan AKP'nin internet sitesinde öz geçmişini şöyle açıklıyordu:
"Aslen Rize'li olup 26 Şubat 1954 yılında Kasımpaşa'da doğdum. Rahmetli babam Ahmet Bey deniz
yollarında kıyı kaptanlığı yapardı. Babam 13 yaşında Rize'den Đstanbul'a gelmiş. Çünkü o zaman hayat
şartları Rize'de çok kötü, iş yok. O zamanlar çay daha Rize'ye girmemiş. Bu nedenle gurbet var. 4 erkek 1
kız olmak üzere 5 kardeşiz. Dedemin adı Tayyip olduğundan ve Recep ayında doğduğumdan ismimi "Recep
Tayyip" olarak koymuşlar."
Erdoğan çocukluk günlerini anlatırken komşuları Müşerref ablasını unutmuyor, ağzının bozukluğundan
faydalanıp, küfrettirmesini, küfürün ardından önce kahkahalarla gülüp daha sonra "poposuna poposuna"
vurarak cezalandırmasını şöyle anlatıyordu-,
"Hava kararmadan önce eve girmek zorundaydık. Bizim evin karşısında Müşerref Abla dediğimiz bir
komşumuz vardı. Ben, beş-altı yaşlarındaydım. Çocuğum ya, küfür ediyorum ona... Beni almış karşısına...
Ben küfrettikçe onun hoşuna gidiyor. O da benim popoma vuruyor. O vuruyor ben küfrediyorum. Babam
gelince hemen şikâyet etmiş beni. Bunlardan haberim yok tabi. Babam içeri giriyor... Allah rahmet etsin...
Alıyor beni tavana asıveriyor. Ancak ellerimden mi, koltuk altlarımdan mı bağlamış onu hatırlayamıyorum.
Orada 15-20 dakika kalmış olacağım ki dayım gelip beni kurtarıyor. O günden sonra küfür faslı da
kapandı..."
Güçlü karşısında edildi
Tayyip'in babası son derece sinirli bir adamdı. Sinirlendiğinde evden kimse yanına yaklaşamıyordu.
Babasının Tayyip'e karşı özel bir ilgisi vardı. Annesi bu durumu keşfetmişti. Baba sinirli olduğunda görev
Tayyip'e kalırdı. Hemen babasının yanına sokulur, bahsinin ayakkabılarını öperdi. Bunu gören Babası
sakinleşir, gözlerin-
20

den yaşlar süzülür, bütün çocuklar babalarıyla birlikte ağlarlardı.


Tayyip'in babası çok otoriter bir adamdı. Denizciliğin kendine has kurallarını evinde de yaşardı. Kapıdan içeri
girdiğinde otorite ilan edilmiş olurdu. Evin cezaları bile deniz kurallarına göreydi. Tenzile hanım, babanın
otoritesi karşısında çaresiz, çocuklarını kanatları altına alır korurdu. Erdoğan yıllar sonra bile babasından
duydukları korkuyu şöyle anlatıyordu:
"Otoriteye saygılıydık. Yoksa bilirdik ki babam bunun faturasını çıkarır..."
Tayyip'in otorite karşısında boyun eğmeyi küçük yaşta öğrenmesi yükselmesinde de etkin oluyordu. Şirketin
prensiplerine uyması, Erbakan'a biat etmesi ve her gördüğünde elini öpmesi ancak güç kendi eline geçince
isyan etmesi bundandı. 10 Temmuz 2003 tarihli Star Gazetesi 'nde yer alan Hikmetyar'ın dizinin diplerinde
çekilen fotoğrafları da otorite karşısındaki boyun eğmesine kanıt oluyordu.
Parti kurulduktan sonra gittiği ABD'de Yahudilere nasıl iyi davranacağına kanıt olarak "beni Đstanbul
Yahudilerine sorun" demesi, Amerikan Büyükelçisi ile beraber yine Yahudiler karşısında "Teskere" günahı
çıkarması bundandı. Otorite karşısında eğilip bükülen Tayyip, hırsını kendinden çok güçsüzler karşısında,
yoksul ve çaresiz vatandaşlara karşı çıkarıyordu.
27 Ocak 2007 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Đsmail Cem'in Teşvikiye Camii'nde gerçekleşen cenazesinde
Cem'in oğluna baş sağlığı dilerken sırıtan bir poz vermesi kendinde geçmişten gelen davranış bozukluğunun
yansımasıydı.
Tayyip'in küfürle imtihanı
Tayyip verdiği röportaj da "küfür faslı kapandı" diyordu, demesine de ancak gerçek hiç te böyle değildi. Her
sinirlendiği ortamda kendine hâkim olamayarak küfrü basıyordu.
21

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
1980 yılında öldürülen Necip Kural adlı Đslamcı gencin cenaze töreni ardından liderliğini Tayyip'in yaptığı, o
tarihten beri danışmanı olan ve Star Gazetesi'ne el konulduktan sonra gazeteye danışman yapılan Mehmet
Metiner, Vakit Gazetesi'nde Medya Kritik adlı sayfayı hazırlayan Yılmaz Yalçıner, Amerika'da garip garip dini
kitaplar yazıp her Ramazan insanların kafasını bulandırmaya çalışan Kürt dincisi Edip Yüksel ve Ömer
Yorulmaz'ın bulunduğu yaklaşık dört yüz kadar genç attıkları sloganların ardından namaz eylemi yapıyor,
namaz sonrası gözaltına alınıyorlardı. Burada Tayyip'in imdadına MTTB'ye girişinde yakınlaştığı MĐT
tarafından koruma sağlanıyor ve ardından mahkemeye bile çıkmadan serbest kalıyordu.
Tayyip'in Kültür Müdürlüğünü yaptığı Milli Türk Talebe Birli-ği'ne 1975 yılında kayıt olan ve Tayyip'in MSP
Gençlik Kolları Başkanlığından bu yana sürekli danışmanlığını yapan Mehmet Metiner, yaptıkları mitingleri
şöyle anlatıyor:
"Đran'da Ayetullah Humeyni önderliğinde bir Đslam devrimi gerçekleştirilmişti. Afganistan'da komünist
darbeye ve Rus işgaline karşı yaygın bir cihat hareketi başlamıştı. Pakistan'da Ziya ül-Hak, Butto'yu
devirerek ülkeye şeriat rejimini getirdiğini açıklamıştı. Bütün bu gelişmeler öz güvenimizi artırmış ve daha
bir pervasız davranmamıza neden olmuştu.
Laik ve dinsiz devlete karşı cihad çağrılarımız sokaklara taşmıştı artık. Mitinglerdeki sloganlarımız bile
giderek cüretkâr bir kimliğe bürünmüştü. Erbakan Hoca konuşurken hep bir ağızdan bağırırdık: "Vur de
vuralım, öl de ölelim!", "Erbakan, Ziya, Humeyni! Yaşasın Đslam Birliği!"
Şeriata yönelik eleştirilere karşı hançeremiz yırtmırcasına bağırırdık: "Şeriat Đslam'dır, Anayasa Kur'an'dır".
Laik devlete ve laikçilere karşı üretilen sloganlar da ziyadesiyle açık bir hesaplaşmaya çağrı niteliğindeydi:
"Laik Devlet Yıkılacak Elbet, Dinsiz Devlet Yıkılacak Elbet"
Ve arkasından amacımızı ortaya koyardık şu sloganla: "Đslami Devlet Kurulacak Elbet"
22

Amacımız şeriatı hâkim kılmaktı. Laik-Dinsiz devleti yıkıp yerine Đslam devletini kurmaktı. Ülkede var olan
haksızlıkların, yanlışlıkların ve vahşetin tek sebebi olarak, laik ve dinsiz devletin varlığını gösterirdik. O
yüzden şeriatın gelmesiyle bütün kötülüklerin ve vahşetin sona ereceğine inanırdık.
Şu sloganımız net bir biçimde amacımızı ortaya koyuyordu nitekim: "Şeriat Gelecek Vahşet Bitecek"
Miting meydanları bu sloganlarla inlerdi. Yeni bir ruh iklimine girmiştik. Yeni bir süreç başlamıştı. Ölmeye ve
öldürmeye hazır olduğumuzu ilan etmekten kaçınmıyorduk..."
1989 yılı yerel seçimlerinde Beyoğlu Belediye Başkanlığı'na aday oluyor, meyhanelere, gece kulüplerine ve
genelevlere kadar gidip oy isteniyordu. Seçim sonuçları açıklandığında Erdoğan kıl payı ikinci oluyor ve
seçimi kaybediyordu. Hemen "seçim sandıkta kaybedildi" söylentisi yayılıyor, bu söylenti sonucunda da
Seçim Kurulu'na itiraz ediliyordu. Görevli hâkim, Tayyip ve arkadaşlarının itirazını kabul etmeyince Erdoğan
sinirleniyor; hâkime dönüp "sarhoş kafayla karar veremezsin" diyordu. Bu sözler üzerine hâkim davacı
oluyor, Erdoğan'a suçüstü yapılarak Sağmalcılar Cezaevi'ne götürülüyordu. RP'liler ve Şirket burada da
devreye giriyor, Erdoğan'ı bir hafta revirde misafir ettirerek koğuşa göndermiyorlardı.
Koğuşta kalmayıp revirde misafir muamelesi gören Tayyip, "Bu Şarkı Burada Bitmez" adlı hayatını anlattığı
kitabında gerçeklere takla attırıyordu:
"Hatta bir keresinde hâkim beyle bir tatsız şey de oldu. Ondan dolayı da biliyorsunuz, benim bir mahkûmiyet
olayım söz konusu oldu. Para cezasına çevirdiler. O zaman bir hafta kadar hapiste yattım..."
Tayyip, revirde yani misafir mahpusluğunda hayatını gözden geçirdi... Müşerref ablasının poposunu
tokatlamasını, Babasının tavana asmasını, 1979 yılında ĐETT ile Yıldızspor'un yaptığı maçta hakemle
tartışmasını ve hakemin onu oyundan atmasını, küfür yü-
23

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
zünden kendisine adliyenin verdikleri cezaları... Ve kararını verdi... Artık sövmeyecek, Başbakan olana kadar
bu duygularını saklayacak, Başbakan olduğunda karşısına çıkana ağzına geleni söyleyecekti.
Ve nihayet, Tayyip Başbakan olunca kendisine dert yanan çiftçi karşısında içinde sakladığı cevherleri
kusuyordu:
"Artislik yapma lannn... Anam da al git, laynnn"
Yine bir Almanya gezisinde Đslami holdinglerin dolandırdığı vatandaşlar, mağduriyetlerini kendisine
aktarmak istediklerinde "Sahtekârlar" şeklinde tepki veriyor, yine aynı Almanya'da yandaşlarının yanında
Büyükelçileri de azarlıyordu...
Deniz Baykal'a; "tezgâha geliyorsun", "Aklı basmaz" gibi ifadelerle sesleniyor, rektörlere ise; "Edepsiz" diye
haykırıyordu...
îhlâs'a para kaptıranlara; "paraları yatırırken sormuyorsunuz, kaptırdıktan sonra ne yapacağız diyorsunuz"
diyordu.
Bedelli askerlik isteyenlere gösterdiği yol ilginçti; "Dilekçe verin, devlete baskı yapın ve parayı sayıp
askerlikten kurtulun". Tayyip burada kendince uyanıklık yapıyordu. Tabi, dilekçeler sonucu karar çıkarsa
kendi oğulları da bundan yararlanacaktı.
28 Mart seçimleri sırasında CHP'ye; "Onların kökleri bereketsiz" şeklinde kinini kusuyordu.
Şirketlerini kayyuma devretmesini söyleyenlere ise esip güdüyordu; "Cahiller... Ne etigi kardeşim"
Irak'ı işgal eden ABD'li askerler için yatıp kalkıp en az kayıpla ülkelerine dönmeleri için dua edip bu
dileklerini içeren bir mektubu Bush'a gönderirken, Şehit olan askerlerimiz için "Askerlik yan yatma yeri
değildir" diyordu. Bununla da kalmıyor; Apo alçağı ve PKK'nın şehit ettiği insanlarımız için "Kelle" tabirini
kullanıyordu.
24

Küfretmedi ama bayıldı


Tayyip küfürlü konuşmasının ceremesini çektiğinden artık bu tür konuşmalardan uzak durmaya çalışıyordu.
1991 Genel Seçimle-ri'nde liste başı olmasına rağmen tercih oylarıyla Mustafa Baş meclise gidiyor, Tayyip,
on bir gün elinde tuttuğu mazbatasını Mustafa Baş'a bırakırken düşüp bayılıyordu.
Bu olayı önce Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk'un; "Tayyip Erdoğan- Bir Değişimin Öyküsü" adlı kitaptan
izleyelim.
"RP, 1991 genel seçimlerinde MÇP ve IDP ile seçim ittifakına gitmişti, ancak Đstanbul seçim çevresinde RP
dışındaki partilerin adaylarına yer verilmedi. Böylelikle en iyi yerlere yerleştirilmiş olan çok sayıda genç
RP'liye TBMM yolu gözükmüştü. Özellikle 6. Bölge 1. sıra adayı olan Tayyip Erdoğan'ın seçimi kazanmasına
kesin gözüyle bakılıyordu. Düşünüldüğü gibi de oldu. Seçimi kazandı. Mazbatasını aldı ve milletvekili oldu.
Ama bir aksilik vardı. Tercihli oy sistemi nedeniyle parti içinde tartışmalar çıkmıştı. Daha önce
Bayrampaşa'dan belediye başkan adayı olup seçimi kaybeden Mustafa Baş, tercih oylarıyla Erdoğan'ı
geçmişti. Aynı parti, hatta aynı teşkilattan iki arkadaşın birbirlerine karşı tercih oyu avına çıkmış olması
tartışmaları da beraberinde getirdi.
Yüksek Seçim Kurulu bir itiraz durumunda oyları yeniden say-dırabilirdi. Bu konuda parti içinde iki iddia
dolaştı. Birinci iddiaya göre, Erdoğan milletvekili mazbatasını almasından birkaç gün sonra Balgat'ta
bulunan RP Genel Merkezi'ne "Erdoğan" yazılı kırmızı plakalı bir araçla gitmişti. Erdo§an, arabasını tam da
"Erbakan" plakalı Mercedes'in tam arkasına park etmişti. Bu olay RP Genel Merkezi'nde bomba etkisi yaptı.
Korku oluşturdu. El altından Mustafa Baş'a YSK'ye itirazda bulunması için baskı yapıldı.
Đkinci iddia ise, Erdoğan'ın yakın çevresinin, YSK'ye itirazda bulunmaması için Mustafa Baş'a baskı yaptığı
yolunda idi. Baş, se-
25

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
çimi kazanmasına rağmen birkaç ay ortalıkta hiç gözükmedi. Nihayet YSK, Tayyip Erdoğan'ın 11 gün taşıdığı
mazbatasını iptal etti. Erdoğan olay üzerine üzgündü, üzgün olmasına ama, "Ben sarsılmış değilim. Normal
bile karşıladım diyebilirim." şeklinde açıklama yaptı. Erdoğan'ın tek itirazı tercihli seçim sistemine idi:
"Ortada tercihli sistemi denilen bir zulüm sistemi var. Kalkıp 100 tane oy alacaksın. 15 tercih alacaksın,
peki 85 kişi ne olacak? O listeyi aynen kabul eden 85 kişinin, o kabulünü red ediyorsunuz, 15 kişinin tercih
kullandığı kişiyi başa getiriyorsunuz. Adil bir anlayış değil bu."
Tayyip Erdoğan o günkü olayı böyle anlatıyordu, anlatmasına ancak Tayyip'in o gün yanında olan danışmanı
ve "Beynimin yansı" şeklinde tanımladığı Mehmet Metiner mazbatanın iade edildiği günü ve Tayyip'in
bayılmasını şöyle aktarıyordu:
"Tayyip Erdoğan, Mustafa Baş'ın tercih oylarıyla önüne geçip seçildiğini öğrendiğinde -yanında olduğum için
biliyorum- sinirinden düşüp bayılmıştı. Çünkü bu durum teşkilat disiplinine ve milli görüş geleneğine
aykırıydı, kabul edilemezdi..."
Bu Tayyip'in ne ilk bayılmasıydı ne de son, Belediye başkanlığında da bayıldı, Başbakanlığında da... Çünkü
Tayyip Sara hastasıydı. Hastalığından dolayı kontrolden çıkınca da düşüp bayılıyordu...
Neyse biz yine dönelim Tayyip'in çocukluğuna;
Hayatının önemli bir bölümünün Đstanbul'un en eski yerleşim yerlerinden biri olan Kasımpaşa'da geçtiğini ve
5 çocuklu ailenin yoksulluğu içinde büyüdüğünü anlatan Erdoğan, kâğıtlı şeker satarak hem okul masrafını
çıkardığını hem de annesine bile harçlık verdiğini söylüyordu. Derken ilkokul bitiverdi. Đstanbul Đmam Hatip
Lisesi'ne yazıldı. Bu okulun harçlığı kâğıt şekeri satmakla karşılan-mazdı.
26
i

Yatılı okuyor, babası haftada 2,5 TL. veriyordu ona. O hafta sonlarında top sahalarına gider, su satardı. Yol
parası vermemek için Kasımpaşa'dan Eminönü'ne yürüyerek gider. Bazı günler akşamdan simit alırdı
fırından. Bayat simit alırdı. Annesi onu buhara yatırırdı. O zaman simit 10 kuruştu. 2.5 kuruşa tanesini alır, 5
kuruşa satardı.
Tayyip'in o günlerdeki bu deneyimini bu güne geldiğinde kurduğu siyasi partinin yaşama geçirilmesinde
görülecekti. Kurduğu partiye Milli Görüş camiasından laiklik ve irticai faaliyetleri ile ünlenen insanları dahil
ediyor, adeta bunları da buharla yumuşatıp taze diye sattığı simitler gibi buhara yatırıyor, "Yenilikçi Hareket"
adıyla lanse ediyordu. Ancak bu sefer kimseye yediremiyordu. Tayyip'i yine kendisinden dinleyelim:
"Okuldaki şiir okuma yarışmalarına, liseler arası münazaralardan, kompozisyon yarışmalarına; atletizmden,
futbol turnuvalarına kadar her türlü sportif, sosyal ve kültürel etkinliklere zevkle, kazanma azmi ve
gayretiyle katılırdım..."
Küçükken Kur'anı öğrendiğini söyledi ama
Tayyip, daha küçücük bir çocukken Kur'an okumayı öğrendiğini, camiye gidip namaz kıldığını, oruç
tuttuğunu anlatıyordu. Hatta Đlkokulda müdürü Đhsan Aksoy'un sınıfta "Kim namaz kılacak" diye sorduğunda
bir tek kendinin parmak kaldırdığını söylüyordu. Öğretmenin sınıfın ortasına bir gazete sererek "Haydi kıl
bakalım" demesine, "olmaz, bu gazetenin üzerinde resim var, namaz kılınmaz" diye cevap verdiğini
belirtiyor, yine aynı müdürün isteği ile Đmam Ha-tip'e gittiğini anlatıyordu.
"Küçük yaşta Kur'an okumayı öğrendim" diyen Tayyip, Đmam Hatip'te Kur'an-ı Kerim ve Arapça'dan
bütünlemeye kalıyordu.
Tayyip, 2 Nisan 1997 tarihinde Musa Ağacık ile yaptığı röpor-
27

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
tajında; "Ezberlediğiniz Kur'anın anlamını da öğrenmeye başladığınızda, sizin bir defa muhakeme
kabiliyetiniz zenginleşir. Ve zenginleşmiştir. Đstanbul'a da Belediye Başkanı olmuşumdur." diyor ancak,
AKP'nin kuruluş aşamasında "Sakalı düzgün ve iyi Kur'an okuyan insanlara değil, Türkiye'yi yönetebilecek
kadrolara ihtiyaç var" şeklinde konuşuyordu...
15 yaşında Camialtı Spor Kulübü'nden transfer teklifi aldığını söyleyen Erdoğan 1969 yılında transferine o
günün parası ile 1.000 TL. ödendiğini belirtiyor, Camialtı Spor Kulübünde oynarken Đstanbul genç karmasına
seçildiğini de ekliyordu. Tayyip o günleri şöyle yâd ediyordu:
"Rahmetli babam futbolun eğitim hayatımı menfi etkileyeceğini düşündüğünden bana izin vermezdi. Hep
gizli gizli oynardım. Đstanbul genç karmasındayken veli muvafakatini imzalamadığı için Türkiye
şampiyonasına gidemedim.
Đmam Hatip Okulu'ndan 1973 yılında mezun oldum. Marmara Üniversitesi Đktisadi ve Ticari Bilimler
Fakültesini kazandım. Bu arada Camialtı Spor Kulübü'nden Đ.E.T.T'ye transfer oldum. Belediyeciliğim ilk
olarak Đ.E.T.T ile başlamış oldu. 1976 yılında Đ.E.T.T futbol takımı Đstanbul şampiyonu oldu. 12 Eylül 1980
sonrası Đ.E.T.T'den ayrılmak zorunda kaldım. 16 senelik futbol hayatıma 12 Eylül 1980 sonrası noktayı
koymuştum."
Tayyip ve MTTB
"Üniversite yıllarında aktif sosyal ve siyasi hayatın içinde yer almaya başlamıştım" şeklinde konuşan Tayyip,
Nesil Yayınlan'nca basımı yapılan "Bu Şarkı Burada Bitmez" adlı ve kendisiyle söyleşi şeklinde yayınlanan
kitabında Milli Türk Talebe Birligi'nde Kültür Müdürü olduğunu söylüyordu.
Uğur Mumcu, 8 Nisan 1988 tarihli "Rabıta ve CIA" başlıklı ya-
28

zısında, Đstanbul'da Rabıta örgütüne bağlı kuruluşları, yine Rabıta örgütünce yayınlanan "A World Guide to
Organizations of Islamic Activites" adlı kitabına dayanarak açıklıyordu. Rabıta'ya bağlı kuruluşların başında
Milli Türk Talebe Birliği gelirken, onu Doğu Türkistan Göçmenler Derneği ve The Instute of Islamic Studies-
Universi-te of istanbul izliyordu. Mumcu, Rabıta ve CIA'nm Türkiye'deki bağlantıları ile ilgili şunları
aktarıyordu:
"Đslamcı ve Amerikancı akımların bugün için birleştikleri iki adres vardır. Bu adreslerden biri "Rabıta" öteki
de "CIA"dır.
Rabıta ve CIA, bu gibi konularda iç içe, yan yana ve omuz omuzadır.
Rabıta, halifeliğini Suudi Kralı'nın yapacağı bir "Đslam Enternasyonalizmi" peşindedir. CIA ise, Sovyetler
Birliği'ndeki Müslüman azınlığı kışkırtma stratejisi uygulamaktadır.
Seminerler... Toplantılar... Bunlara bir diyeceğimiz yok. Her konu böyle toplantılarda açıkça tartışılmalıdır.
Bir tek koşulla:
Yabancıların Türkiye'yi ipotek edici planlarına dikkat ederek...
Türkiye bir Đslamcı devlet değildir; laiktir, laik kalmalıdır. Ve laik kalacaktır. Amerikancı bütün etkilere karşı
Türkiye, kendi bağımsız siyasetini kendi çizecek ve bu siyaseti yine kendisi uygulayacaktır..."
Tayyip ve Necip Fazıl
Necip Fazıl Kısakürek'i yakından tanıyan herkesin birleştiği ortak konu onun hızlı bir Atatürk düşmanı
olmasıydı. Şeriatçılığı ve ABD'ye yakınlığı diğer özelliklerindendî. Necip Fazıl; 5816 sayılı Atatürk'ü koruma
yasası uyarınca Đstanbul Toplu Basın Mahkemelerince 8.7.1981 tarihli ve 1977-137 sayılı kararı ile
Atatürk'e hakaretten mahkûm edilmiş, bu mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza
29

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Dairesi'nin 17.2.1982 tarih 1982-13 esas ve 1982-786 sayılı kararı ile onanmıştı.
Necip Fazıl, Đslami Büyük Doğu Akıncıları ĐBDA'nın fikir babası ve kurucularındandı. 80'li yıllarda "Şeriat Đçin
Silahlı Mücadele" söylemiyle yola çıkan ĐBDA-C'liler PKK'lılar için "Gerilla" derken, her şehit olan asker ve
polisimizin ardından baklava ziyafetleri verdiklerini yayınlarında övünçle anlatıyorlardı. Bu yayınlara bayram
tebriki gönderen isimlerin arasında Tayyip Erdoğan da yer almıştı.
ĐBDA'cılarm yayın organı olan Taraf dergisini Erdoğan'ın Kemal Abisi, yani Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın
kurucusu olduğu, yönetiminde yer aldığı, müdürlüğünü yaptığı Al Baraka'nm reklâmları süslüyordu.
Taraf Dergisi'nin "Mayıs 1992" tarihli sayısının arka kapağında Al Baraka'nm tam sayfa ilanı yer alırken, 45.
sayfasında "Aydınlık Savaşçıları Gecesi"ne dönemin Fatih RP Đlçe Teşkilatı Başkanı M. Ali Şahin'in tebrik ve
mesajları, "Kâfir Devlet Yıkacağız Elbet" şeklindeki sloganlar arasında okunuyordu.
Tayyip Erdoğan Necip Fazıl Kısakürek ile olan ilişkilerini de şöyle anlatıyordu:
"Onunla en önemli hatıramız şu; Allah rahmet eylesin, o zaman Milli Türk Talebe Birliği olarak Üstada bir
jübile gecesi yapacağız. Ve bu jübile gecesi ile ilgili o gece kim takdimini yapacak? Sakarya ve Zindandan
Mehmet'e Mektup'u kimler okuyacak?
O zaman bir arkadaşımız daha vardı. O da şiiri güzel okuyan arkadaşlardan biriydi. Milli Türk Talebe
Birliği'nin o büyük salonunda, Genel Başkanımız Rüştü Ecevit ile birlikte oturdular. Biz de o arkadaşla
hazırlıklarımızı yaptık. Üstadımızın takdimini yapacağız.
Ben o zaman Talebe Birliğinde kültür müdürüydüm. Arkadaşa dedim, 'önce sen hazırlığını takdim et'.
A4 sayfasıyla 4 sayfalık takdim hazırlamış, ikinci sayfanın sonu-
30

na gelmişti ki, Üstadın mimikleri felan birbirine karıştı. Böyle doğruldu, ayağa kalktı, "Sen" dedi "adamın
belini getirirsin, belini". O arkadaşıma öyle deyince ben kızardım, bozardım. Ben o kıvraklığı o anda
kavrayamadım tabi. Daha sonradan düşündük ki o kadar övmeye karşı adam dayanamaz.
Benim de avuç içi kadar öğrenciyken kitap özetlerini çıkarmak
için kullandığımız kâğıtlardan iki fişe hazırladığım takdimim vardı.
Đşte "Bizi 4 kıtaya, 7 iklime hâkim kılan ruhun mimarı.... Üstad Ne
cip Fazıl vs "
"Bu genç takdimi yapsın" dedi. Ve takdimi bize verdi. Ondan sonra sıra geldi şiirlere. Şimdi şiirde de arkadaş
Sakarya'yı okudu. Zindandan Mehmet'e Gelen Mektup'a gelince, manayla uygun düşmeyen bir ses
ayarlaması içindeydi arkadaşımız. Tabi o manayla uygun düşmeyen tempoyu tutunca, Üstad Necip Fazıl
orada da "şiirimin ırzına geçtin" dedi.
Zindandan Mehmet'e Mektup'u ben okudum; onu bana verdi, Sakarya'yı da o arkadaşımıza verdi. Ve
böylece jübilesini yapmıştık. Bu, Üstadla olan bir hatıramızdı."
Tayyip Erdoğan, "Milli Türk Talebe Birligi'ndeki görev yıllarımdan sonra, 1976 yılında M.S.P Beyoğlu Gençlik
Kolu Başkanlıgı'na ve aynı yıl MSP Đstanbul Đl Başkanlıgı'na seçildim." diyerek hayatının bazı bölümlerini
anlatıyordu.
Tebliğ, cihad ve şiddet
Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk; "Tayyip Erdoğan, Bir Değişimin Öyküsü" adlı kitaplarında MSP'li Tayyip
hakkında şunları aktarıyorlardı:
"Đlk durak MSP Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığıydı. Beyoğlu onun siyasi serüveninde bir nevi karargâhtı.
Babası da, annesi de oğullarının aktif olmasına karşı değillerdi....
31

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Erdoğan gençlik lideriydi. Toplantılarda arkadaşlarının karşısında daha derli toplu, daha düzgün
konuşmalıydı. Heyecanını yenmeliydi. Telaffuzuna, üslubuna dikkat etmeliydi. Konuşmalarına iyi
hazırlanmalıydı. Evden okula yürüyerek gidip gelirken Haliç Rıhtı-mı'ndan geçerdi. Bir ara gözü limana
demirlenmiş büyük gemilere takıldı. Bunlar yıllardır burada duran işadamı Ali Đpar'ın, bir nevi el konulmuş
gemileriydi. Bunları gözüne kestirdi. Artık okuldan her çıkışında buraya geliyor, geminin güvertesine çıkıyor,
yönünü denize dönüyor ve konuşmaları prova ediyordu. Konuşmaya, ya "Essela-mü Aleyküm" diyerek ya da
besmele çekerek başlıyor ve şöyle sesleniyordu: "Kalpleri müstakbel ve büyük bir Đslami fethin heyecanı ile
çarpan aziz kardeşlerim!"
Defalarca aynı konuşmayı tekrarlıyordu. Elindeki metni bağıra bağıra okuyordu. Konuşmalarının sonu ise
şöyle bitiyordu. "Benim Mücahid Kardeşlerim! Yolunuz, alnınız gibi açık olsun!"
Bir tarafta MTTB, diğer tarafta Akıncılar olmasına karşın Tayyip Erdoğan, MSP Đstanbul Gençlik Kollan
Başkanlığı sırasında inanılmaz bir denge kurmuştu. Bütün Đslami gençlik hareketi, neredeyse, MSP Gençlik
Kolları tarafından yönlendiriliyordu. Tayyip Erdoğan'ın ekibi, örneğin; şaibeli bir şekilde Fatih Camii
avlusunda öldürülen Metin Yüksel'in cenazesinde çok etkin bir rol oynamadılar. MSP Đstanbul Gençlik
Teşkilatı "Metin'in kavgası sürdürülecektir" şeklinde bir açıklamayı 9 Mart 1979 tarihli Sebil Dergisi'ne
yapıyordu.
MSP Đstanbul Đl Gençlik Kolları Başkanlığı 25 Şubat 1979'da Milli Gazete'ye verdiği taziye ilanında ise,
saldırganları isim vermeden "Beşeri sistemlerin kölesi, inancımızın istismarcısı münafık zihniyetler" diye
tanımlanıyordu...
Erdoğan, MSP gençliğini şöyle tanımlıyordu: Milli Selamet Gençliği, yok olma pahasına zulmetten nura
haykırmaya memur-
32

dur. Zulmeti nuruyla yırtmaya taliptir. Gençliğimiz, ilahi davaya ulaşmak için, dikenli yollara taliptir. Cihad
takatin son noktasına kadardır. Attığımız her adımın bir karşılığı vardır. Günümüzde haçlı zihniyeti eskiye
oranla daha modernize edilmiş bir şekilde karşımızdadır. AET, IMF ve OECD bunların örnekleridir. Bu itibarla
Milli Selamet Gençligi'nin küfre karşı yılmadan mücadele edeceğine inanıyorum.
MSP Đstanbul Gençlik Kollan, Mayıs 1980'de büyük bir gövde gösterisine hazırlandı. Đstanbul'un fethinin
527. yıldönümünde Spor ve Sergi Sarayı'nı tıka basa doldurmayı başaran gençlik örgütü, canhıraş bir
şekilde kürsüdeki konuşmacıyı alkışlıyor, onun lehine sloganlar atıyordu.
Sebil Dergisi "Şaha kalkan bir at sırtında olduğu intibahını veren heyecanlı konuşmacı "nm Đslami gençlere
şöyle hitap ettiğini naklediyor: "Hayat büyük bir velinin ifade ettiği gibi iman ve Ci-had'dan ibarettir.
Konuşmacı Erdoğan'dan başkası değildi. Erdoğan konuşmasında, salonu dolduran gençleri, "Hazır asker"
olarak tanımlıyor ve onlara şöyle sesleniyordu: "Sizler bu müstakbel fetih hareketinin birer askerisiniz..."
Çalmuk ve Çakır, Erdoğan'ın şu sözlerini de aktarıyorlardı:
"...Davamız kuru kavga ve cihangirlik davası değildir. Allah'ın dinini yaymak ve hükmünü galip kılmak
davasıdır. Bu davanın birinci şiarı, sulh ve müsalemettir. Bugün, Đslam'dan bihaber olduğu için anarşinin
gayyasına düşmüş olan vatan çocuklarının kurtarılmasını, henüz hakka meyletmemiş olan resmi
kuvvetlerden beklemeyiniz. Onları, öleni ve öldüreni itibariyle de kurtaracak bulunan nesil sizsiniz. Đslam'ı iyi
öğrenerek, mükemmel yaşayarak, hikmetli Ve güzel bir suretle tebliğ ederek, hak ve hakikatin galebesini
sizler saSĐayacaksmız...
33

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Tayyip ve tarikat
80 öncesi Đstanbul da, bugün olduğu gibi, adeta bir tarikat cennetiydi. Nakşîlikten Süleymancıhga,
Süleymancılıktan Nurculuğa, Nurculuktan Kadiriliğe, Kadirilikten Rufailiğe kadar boy boy desen desen irili
ufaklı onlarca yüzlerce tarikat...
Nakşibendîliğin Đsmail aga ve Đskenderpaşa kolları siyasetçilerin, yazar, fikir ve işadamları ile kamu
görevlilerinin ikinci adresi durumundaydı. Đsmailaga cemaatinin kuralları son derece ağırdı; sakal
bırakmanız, cüppe, çarşaf ve şalvar giymeniz gerekirken, sarık takmayı ihmal etmemeniz de şartlar
arasındaydı.
Tayyip kolay olanı seçti ve rotasını Đskenderpaşa Dergâhı'na çevirdi. Zaten Erbakan ve arkadaşları da aynı
cemaattandı. Vakit geçirmeden Mehmet Zahit Kotku'nun sohbetlerine katıldı. Ve tarikatlarla irtibatını hiç
kesmedi.
Đstanbul'da yapılan Habitat toplantılarında sunulan tarikatlar aleyhindeki raporlara tepkilerini dile getirerek
şunları söyledi:
"Raporda, ülkemizde gerçek sivil toplum kuruluşları olan dini grup ve cemaatler, bölücü teşkilatlar olarak
takdim edilmiştir. Oysa gerçek sivil toplum kuruluşları, dini tarikat ve cemaatlerdir. Dini tarikat ve
cemaatlerdir..."
Asker oldu Piyade
Tayyip ĐETT'de futbol oynarken şort giydiği için "Günahkâr olduğumu biliyorum" diyor, sözde sakallarını
kesmemek için buradan ayrıldığını anlatıyordu. ĐETT'den ayrılmasının ardından sucukçuda çalışmaya
başlıyordu. Sucuk imalatçısı şirket, Tayyip'in askerdeyken maaşını ödemeye devam ediyordu.
31 Mart 1982 tarihinde Yedek subay adayı olarak askere gitti. Acemi eğitimini Tuzla Yedeksubay Piyade
Okulu'nda yaptı. Burada eğitimlerini tamamlayanlar kura ile birliklerine gönderiliyorlardı. Đs-
34

tanbui'da ikamet edenlerin Đstanbul ve bağlı yerlere gitmeleri imkânsızdı. Tayyip, kuralar çekilirken bu
durumu bildiği halde, evine en yakın yer olarak düşündüğü Haramidere veya Davutpaşa'yı istiyor; "Ya-rabbi
bana Đstanbul'a en yakın yeri ver" diye dua ettiğini söylüyordu. Tayyip askerde dua ederken, Emine de evde
dualarını eksik etmediğini anlatıyordu. Tayyip, duasının kabulüne çok güvenemediginden olacak şirket(!)
arkadaşlarından da destek istemeyi ihmal etmiyordu.
Şirket devreye giriyor ve usta askerliği Davutpaşa'dan daha yakın olan Hasdal'a çıkıyordu. Gerçi
Kasımpaşa'da askeri birlik olsa oraya da gönderilirdi. Tayyip'in ikametgâhında Piyade birliği olmadığı için,
evine yirmi dakikalık mesafede Kâğıthane- Hasdal'da bulunan 3. Kolordu'ya bağlı 6. Piyade Tümeni, 77.
Piyade Alayı A. Kh. Srv. Bölügü'nde kalan askerliğini tamamlayacaktı. Erdoğan askerliği süresince evci
çıkmış, akşamlan evine gitmiş, böylece askerliğini bir nevi evinde Emine'sinin yanında geçirmişti.
Tayyip'in 31.7.1983 tarihli P. Yzb. Sefa Erdoğan imzalı, Muvazzaflık devrine ait sütunda; "Takım Komutanı"
olarak askerliğini yaptığı, 20.6.1983- 30.6.1983 tarihleri arasında 10 gün, yine bunun ardından 30.6.1983-
30.7.1983 dönemi arasında da 30 gün izin kullanarak askerliğini bitirdiği belirtiliyordu.
Tayyip Erdoğan, askerlik anılarını anlatırken, ticaret tecrübesi nedeniyle kantin subayı olduğunu anlatıyordu.
Zamanla kantin sayısını fazlalaştırdıgını, buraları kâr eden birer işletme haline getirdiğini vurguluyordu.
Erdoğan askerlik olgusunu şöyle yorumluyordu:
"Askersiz bir toplum düşünemiyorum. Hatta karşılaştığımda Paşalara diyorum ki, bugün bütün orman
arazilerini askeri alan ilan edelim yahut kontrolü size verelim."
Tayyip askerliği boyunca kendine maddi destekte bulunan şirkete teskeresinin ardından geri dönüyor,
burada müdürlüğe kadar yükseliyordu.
35

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Bir garip love story
Emine Hanım ile Tayyip'in evliliğe giden görüşmelerini, Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk "Tayyip Erdoğan" adlı
kitaplarında adeta destanlaştırır, yeni bir "Leyla ile Mecnun" hikâyesi yaratmaya çalışırlar. Nasıl mı?
Đzleyelim:
"Tarih yapraklan 1977 yılını gösterdiğinde Tayyip Erdoğan'ın hayatında yeni bir dönem başlıyordu.
Kasımpaşa'nın serde delikanlısı, Đstanbul gençliğinin "Reis" diye hitap ettiği Erdoğan, o güne kadar
tadamadıgı bir duygunun peşinden gidecekti.
Bu dönemde Đstanbul'da MSP çizgisinde faaliyet gösteren bir kadın derneği vardı; Đdealist Hanımlar Derneği.
Aslen Siirtli olan Emine Hanım, Đstanbul Fatih'te doğmuş, Üsküdar'da büyümüştü. Kız sanat okulunun orta
kısmından, ailevi nedenlerle, ayrılmıştı. Üsküdar'da muhafazakâr ailesiyle oturan Emine Hanım, Đslami
ilkelerin toplumda yeniden ihya edilebilmesi için ne yapılması gerektiğini düşünürken, Şule Yüksel Şenler'in
öncülüğünde kurulan Đdealist Kadınlar Dernegi'ne üye oldu. Üsküdar Balık Pazarı'nın üstünde kiraladıkları
yerde faaliyet sürdüren dernek yöneticileri Tepebaşı'nda MSP'nin düzenlediği toplantıya katılmak için yola
çıktılar."

Ayla Özcan Bir Harf Yayınları'ndan çıkan "Emine Erdoğan" adlı kitabında Çakır ve Çalmuk'u gölgede bırakan
masallarla Emine ve Tayyip'i adeta göklere çıkarıyordu. Đşte Ozcan'ın kaleminden Tayyip ve Emine aşkı:
"1977 yılı Emine (Gül)Baran için çok önemliydi.
O gün yine Şule Yüksel Şenler'le ertesi güne dair bir plan yapmışlardı. MSP Genel Başkanı Necmeddin
Erbakan'ın Taksim Te-pebaşı'ndaki gazinoda düzenlenen, kadınların da katılacağı, bir toplantıya gitmek için
sözleştiler. Şule Hanımı bu toplantıya ikna eden 23 yaşındaki Tayyip Erdoğan'dı. O sırada eşinden yeni
boşanmış olan Şule Yüksel Şenler'in dışarıdaki işlerini Tayyip Erdoğan yap-
36

mak için talip olmuştu. "Sen çıkma, zaten yeterince koşturuyorsun abla, bırak dışarıdaki işleri biz yaparız"
diyecek kadar da Şule Ablasını çok sevmekteydi.
"O gece Emine için hayatı boyunca unutamayacağı bir gece olacaktı. Çünkü Emine, hayatının erkeğini, 4
çocuğun babasını, âşık olduğu adamı rüyasında görecekti. Đnsanın bu hikâyeye gerçekten inanası gelmiyor.
Türk filmlerinin senaryolarından çıkmış gibi, oysa gerçeğin ta kendisi..."
Özcan, Emine Erdoğan'ın anlattıklarının ucuz Yeşilçam senaryolarını andırdığını bir nevi itiraf ediyor, ama
arkasından kitabının kahramanını üzmemek için olsa gerek sanki kendi yaşamış gibi "Gerçeğin ta kendisi"
diyebiliyordu. Gerçekten de anlatılan olay basit keramet masalı ve yerli film senaryosu ile bulamaç yapılan
ve insanlar üzerinde etki bırakmayı amaçlayan bir garip kurgu, bir garip hikâye, bir garip reklâm!.. Neyse biz
yine dönelim Tayyip ve Emi-ne'nin aşkına(î):
"Ertesi gün, Şule Yüksel Şenlerle buluşup Necmeddin Erba-kan'm geleceği toplantıya gitmek üzere yola
çıktılar. Toplantının olduğu Tepebaşı'ndaki bir salona geldiler. MSP lideri Necmeddin Er-bakan salona
gelmeden, konuşma öncesi, 23 yaşında, zayıf, uzun boylu, krem rengi takım elbise giymiş, siyasi çizgisini
temsil eden ince bıyıklı delikanlının konuşmaları ve şiirleri herkesi heyecanlandırmıştı. O kişi MSP Đstanbul Đl
Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan başkası değildi. Tıpkı şimdi olduğu gibi, henüz 23'ündeki delikanlı, o
zaman da çok iyi bir hatipti. Salondakiler Recep Tayyip Erdo-âan'ı dikkatle dinlemeye çalışsalar da
heyecanları baskın geliyordu. Başbakan Yardımcısı MSP Genel Başkanı Necmeddin Erbakan'ın Selme vakti
yaklaştıkça tansiyon artıyordu. Genç Tayyip'in konuşması bittiğinde herkes ayakta alkışlamaya başladı.
Salonda kadın dinleyicilerin arasında biri vardı ki, hiç kimsenin
37

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
kalbi onun kadar hızlı atmıyordu. Hiç kimsenin yüregindeki ateş onun ki kadar yanmıyordu. Rüyasında
gördüğü adam karşısındaydı, şaşkınlık ile heyecan birbirine karışmıştı.
Tepebaşı'ndaki toplantıya birlikte geldikleri Şule ablası Emi-ne'de farklı bir ruh hali sezmişti. Emine
Gülbaran'm yüregindeki yangın, yüzüne yansımıştı. Sonraki günlerde neler olduğunu Şule Hanım Emine'nin
ağzından dinleyecekti.
O gün Tayyip Erdoğan'ın gözünde de bir yıldız parladı, o da Emine Gülbaran'ı fark etmişti. Ön sırada oturan
genç kadının kimliğini merak etti ansızın.
Aşk yolculuğu
"Emine Erdoğan" adlı kitabın 56. sayfasının başlığı "Zorlu ama güzel bir aşk yolculuğu başlıyor" idi.
"Emine çok güzel ve alımlı bir kızdı", hemen "TV'lerdeki görüntülere, gazetelerdeki fotoğraflara mı inanalım
sana mı" diye söylenerek ters ters bakmayın, bunu ben demiyorum kitabın yazarı Ayla Özcan söylüyor ve
devam ediyor:
"Bir giydiğini bir daha giymezdi. Çok titiz, kişiliği oturmuş, ağır başlı, konuşurken çevresindeki herkesi
etkilemeyi bilen yardımsever bir kızdı..."
Yine kitabın 60. sayfasında bir giydiğini bir daha giymemesinin yanında Emine Şenlikoğlu'nun "Bir başörtü
bir daha başında olmaz" sözleri yer alıyordu.
Şimdi burada duralım... Titizliği, kişiliği ayrıca tartışılır ancak "Bir giydiğini bir daha giymemesi", "Bir taktığı
başörtüsünü bir daha takmaması" oldukça garip. Böyle bir davranışı sergileyen birinin maddi yönden iyice
rahat olması gerekiyordu. Yine aynı kitabın 52. sayfasındaki bilgilere(l) göre vaktinin büyük bir kısmını vakıf
ve def'i neklerde geçiren Emine Gülbaran'ın abisi Ali'nin; "Hiçbir zaman
38
varlıklı bir aile olmadık" sözleri yer alıyordu. Ali Gülbaran konuşmasını şöyle sürdürüyordu:
"Hiçbir zaman varlıklı bir aile olmadık, ama babamız bizi kimseye muhtaç etmedi. Kardeşim Emine, çok
şirin ve sevimli bir çocuktu. Çok zekiydi. Büyüdükten sonra da hiç değişmedi..."
Tayip, Başbakan olduğunda da Emine'nin başörtüsü haber oluyordu. Bu haberlerden biri de örtünün
fiyatıydı. Emine'nin bir takıp bir daha kullanmadığı Türban'ın fiyatı, asgari ücretlinin 1,5 -2 aylık çalışmasının
karşılığıydı.
Emine Erdoğan'a övgüler düzülen kitapta başörtü ve giyimi ve süslenmesi ile ilgili bilgiler de şöyle
veriliyordu:
"Onu yakından tanıyan dostları ve arkadaşları Emine Erdoğan'ın genç kızlığından beri yüzünden pudrasının,
gözünden sürmesinin eksik olmadığını anlatıyorlar. Kimine göre sürmeyi sevmesi, Arap kökenli olmasından,
kimine göre de süsüne düşkün olmasından kaynaklanıyor..."
Kaportası bozuklar
Emine'nin makyaj yapması kendini övmek için yazılan kitapta açıkça belirtiliyor, iltifatlara mahzar oluyordu.
Oysa Tayyip, makyaj yapan kadınları "kaportası bozuk arabalara" benzetiyor, cevabı Er-bakan'ın kızından
alıyordu: "Herkes kendi işine baksın".
First Leydi olduktan sonra, en çok kıyafetleriyle eleştirilen Emine Erdoğan, güzel giyinmeyi hayatının her
döneminde önemsedi. First Leydi olması onun kıyafetlere olan düşkünlüğünde hiçbir değişiklik yapmadı.
Sadece tarzını ve markalarını değiştirdi. Artık eskiye oranla giysilerine daha çok para harcıyor, daha özenli,
hatta vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetleri bile rahatlıkla giyebiliyordu:
Milli Görüş'ün Hatipleri, Milli Gençlik Vakıfları'nda, RP Teşki-latları'nda; pantolon giyen, makyaj yapan
kadınların lanetlenmiş ol-
39

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
duklarını bağıra bağıra anlatıyorlardı. AKP iktidar olup, Emine Hanım etek altından pantolon giymeye
başlayınca, o hatipler de Kanal 7 ekranlarında çark ediyorlar, eğiliyorlar, bükülüyorlar, kıvır kıvır kıvırıyorlar,
pardon, gelişerek değişiyorlar, ve ardından "pantolona adeta fetva veriyorlardı"
Tayyip, Başbakan olduğunda "Dini kullandık" demiş, Bakan M. Ali Şahin de "Siyasette dini kullandık"
açıklamasında bulunmuştu. Milli Görüşün Hatipleri de "Allah'ın emri mi, yoksa Tayyip'in gönlü mü"
ikileminde tercihlerini Tayyip'ten yana kullanıyorlardı...
Neyse biz yine dönelim Emine'ye:
"2003 yılında Tayyip Erdoğan'ın başbakan olmasından sonra, bütün gözlerin çevrildiği Emine Erdoğan,
kıyafetleri yüzünden sürekli eleştirildi. Dünyanın en ünlü markalarını hep giydi. Hatta öyle ki, uyum olsun
diye kol saatlerinin kordonlarının rengi ile başörtüsünün rengini aynı yaptı. Taktığı başörtülerinin fiyatı
havalarda uçuştu. Kimine göre 500 YTL, kimine göre 750 YTL'lik başörtüler taktı.
Seçimler öncesi gecekondu ve fakirlik edebiyatı yapan Emine Erdoğan, hükümet olmalarından sonra; Louis
Vuitton, Gucci, Fendi, Furla, Fila, Celine, Prada gibi moda ve marka devlerine ait çanta ve gözlüklerinden
asla vazgeçmiyordu.
Kitap baştan sona Emine Erdoğan övgüsüyle geçiyor, Emine Erdoğan hak etmediği iltifatlara boğuluyordu.
Kitapta giydikleri bile övülürken, basının ve giyimini yakından görenlerin "Rüküş" olarak tanımlamaları net
bir şekilde ortaya konamıyordu.
Amerika gezisinde yakasına taktığı kocaman gül günlerce alay konusu oldu. Yine bir başka gezide beline
taktığı iri fiyonk herkesi güldürdü. Yunanistan gezisi ise tam bir komediydi. Akropolis'in taşlı yolarında
incecik topuklu ayakkabılarla yürümeye kalkması fiyaskoyla sonuçlanmış, Karamanlis'in eşi Nataşa'nın
koluna girerek geziyi tamamlayabilmişti.
40

Tayyip'in dostu Kosta, Erdoğanları Yunanistan'dan uğurlarken Emine'yi kollarından tutup öpüyordu. Ve
ardından fırtına kopuyor, gazetelere bu olayın fotoğraflarının yayınlanmaması için ricacılar gönderiliyordu:
Tayyip'in basın danışmanlarından Ahmet Tezcan'ın fotoğrafın yayınlatılmaması ile ilgili söyleşi yaptığı isimle
aralarında şu konuşma geçiyordu:
"Fotoğraftan konu açılmışken, siz daha önce Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis'in Emine Erdoğan'ı
öptüğü fotoğrafı da yayınlatmadığınız için eleştirilmiştiniz... "Yok öyle bir şey!"...
Peki, işin aslı neydi?
"Ben bir kadın olarak o fotoğrafın Emine Hanım'ı rahatsız edeceğini düşünerek bir ricada bulundum. Bunu
yaparlar ya da yapmazlar, o kendilerinin bileceği iştir..."
Olacağı buydu. Böyle olacağı daha baştan belliydi. Yunanistan Başbakanı Kostas, Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın zevceleri Emine Erdoğan'ı yanaklarından şapur şupur öpüverdi. Hem de Erdoğan'ın gözü
önünde... Erdoğan, siyah gözlükleriyle bu enstantaneyi kara kara seyrediyordu. Yunanlı Kostas, Emine
Erdoğan'ın yanaklarından şapur şupur öperken "Đsa Mesih'e şükür..." diyordu.
Emine Tayyib'i nasıl buldu
Şimdi burada biraz daha durup aynı kitabın 48. sayfasında Emine'nin annesi Hayriye'nin en yakın arkadaşı
ve komşuları ve hatta Emine'nin "Sen benim ikinci annemsin" dediği Đfakat Hay-dargil'in, açıklamalarına
bakalım:
"Emine'nin çok çeyizi vardı. Hep 'Yavruma Allah iyi bir kısmet versin, hayırlı bir kısmet' diye annesi dua
ederdi. Evinden dışarı çık-nıazdı. Bu Tayyib'i nasıl buldu ben de bilmiyorum. Zaten Hayriye Hanım da
kimselere gelip gitmezdi..."
41

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Şimdi karşımıza abisinin sözleri ile vaktinin çoğunu vakıf ve derneklerde geçiren Emine ile yine komşusu ve
cici annesi Đfakat'in sözleri ile evden hiç çıkmayan Emine çıkıyor... Üstelik bu açıklamalar aynı kitapta
geçiyor, biri bizi işletiyor mu ne?
Neyse biz devam edelim aşk yolculuğuna(l)... Ayla Özcan "Emine Erdoğan" adlı kitabının 56. sayfasında
anlatmaya devam ediyor:
"... Tepebaşı'ndaki o toplantıdan sonra Emine'nin de, Tayyip'in de hayatı eskisi gibi olmayacaktı. Herşey
ama herşey çok zor görünüyordu. Çünkü Tayyip'in annesi Tenzile Hanım, yine Đdealist Hanımlar
Derneği'nden olan bir Karadenizli kızla Tayyip'i evlendirmek istiyordu. Emine de kızı tanıyordu. Kız
başörtüsünden kara çarşafa girmişti. Şule Hanım, Tayyip Erdoğan'a geleceği açısından hiç iyi bir seçim
olmayacağını söyledi. Tayyip Erdoğan da, annesiyle konuşup mutlaka bu meseleyi halledeceğini söyledi...
Şule Yüksel Şenler, Gülay Atasoy'un kaleme aldığı "Nasıl örtündüler" adlı kitabında Emine ile Tayyip'in
tanışmaları konusunda şunları da söylüyordu:
"Tayyip Bey kürsüye çıktı. Gayet bakımlıydı. Hem şiirler okuyor, hem de güzel hitaplar ediyordu. O sahneye
çıkmadan evvel biz de Emine'yle çevremizde gördüğümüz kişiler hakkında birbirimize fikirlerimizi
söylüyorduk. Tayyip bey sahneye çıktığında ben Emi-ne'ye döndüm: Tayyip ne güzel konuşuyor değil mi?'
dedim. Bir baktım, başı önüne eğik ve yüzü kıpkırmızı. 'Evet, güzel' falan dedi. Sesi titriyordu. Anladım bir
şeyler var. Daha sonra bir ara gözüm ilişti. O zamana kadar hiçbir hanıma bakmayan Tayyip Bey'in gözü de
yanımda Emine'ye ara ara takılıyordu. Allah Allah dedim. Bir elektrik var ama dur bakalım dedim.
Bütün konuşmalar bitti. Salondan ayrılıyoruz. Tayyip bey beni sahne kenarına çağırdı ve çömeldi. Böylece
Emine'yi daha yakından gördü. O gece ayrıldık. Biz vapurla dönüyoruz. Sordum Emine
42

sende bir hal var. Kimsede olmadı ama Tayyip Bey çıkınca senin yüzün gözün değişti. 'Abla inanılmaz bir şey
yaşadım. Dün gece rüyamda sakallı, cüppeli, başında sarık olan bir zat gördüm. Elini uzattı, birini işaret
ediyordu. Sen bununla evleneceksin diyordu. Hiç tanımadığım birisi. Beyaza yakın krem renkli elbiseli, boylu
poslu yakışıklı birisiydi. Zat yine 'bak kızım bununla evleneceksin' dedi. Çok değişik halde uyandım. Anneme
bile anlatamadım. Bugün oraya gittiğimde, Tayyip Bey'i sahnede gördüğümde tüylerimin ürperdiğini
hissettim. Çünkü rüyamda gördüğüm, beyaz takım elbiseli adam karşımdaydı. Aynı şahsı, aynı elbise ile
görünce Allah Allah, demek ki bugün karşılaşacakmışım diye düşündüm..."
Şule Yüksel Şenler o günlerde Tayyip'in Akıncılar Derneği Başkanı olduğunu, Emine'nin de Đdealist Hanımlar
Derneği'nin 2. Başkanı olduğunu anlatıyordu...
Emine'nin künyesi
Emine Erdoğan'ın, 17216718520 no'lu T.C kimlik numarasm-daki bilgilere göre; 21.02.1955 yılında
Đstanbul'da doğdu. Babası Cemal Gülbaran, 3.3.1926 yılında Đstanbul'da dünyaya geliyor, annesi Hayriye de
1921 yılında, aynı şehirde, gözlerini açıyordu.
Hayriye Hanım'ın Arap Cemal lakaplı Siirtli bir Arap olarak tanınan, ancak Yahudi kökenli Cemal Gülbaran
ile evlenmeden önceki soyadı "Mercan"dı. Fatih, Hasan Halife Mahallesi'ne kayıtlıydı. Cemal Gülbaran'ın
annesi "Hanım", Đstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26-8-1997 tarih ve 1997/871-541 sayılı karan ile
"Hatmi" olan adına veda ederek, bu "Hanım" ismini alıyordu.
Emine Erdoğan'ın şeceresinde geçmişe doğru gidildiğinde ilginç isimler ortaya çıkıyordu:
Emine'nin babası Cemal'in babası yani Emine'nin dedesi Hamdi Ali'nin babasının adı Süleyman, annesinin
adı ise Nili idi.

43

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Nili'nin baba adı Đsmail, anne adı ise Nasra'ydı. Gülbaran ailesindeki diğer ilginç isimler ise; Üzeyir, Hacer,
Fevziye, Yasin, Meho, Şey-ma, Şuayb, Lut...
Tayyip, sık sık eşinin Arap olduğunu vurguluyordu, ancak Gülbaran ailesinin kütüğüne baktığımızda adeta
orada da dede Hamdi Ali'den bu yana bir "degişim(!)" göze çarpıyordu.
' Emine'nin, 20.01.1944 tevellüttü Hüseyin, 22.10.1948'te dünyaya gelen Hasan, 14.12.1950 doğumlu
Eyüp adlı kardeşlerini 20.04.1952 yılında Ali takip ediyordu. Beş kardeşin en küçüğü olan Emine Erdoğan,
Gülay Atasoy tarafından yazılan, "Nasıl Örtündüler" adlı kitabın 135. sayfasından öğrendiğimize göre
ağabeylerinden gelen örtünme teklifi karşısında intihar bile etmeyi düşündüğünü şöyle anlatıyordu:
"Kendisi örtüyle ilk gençlik yıllarında tanışmış. Ruhunda örtüye karşı bir sevgisi olduğu halde, bunu
uygulamak ona çok zor gelmiş. "O kadar ki, ağabeyim bana örtünmem gerektiğini söylediği zaman intihar
etmeyi bile düşünmüştüm" diyor.
Kendisine bu kadar zor gelen örtünme hikâyesini şöyle anlatıyor:
"Nasıl olurdu da örtünürdüm? Çevremde bir tane örneği yoktu. Köy gibi bir yerde olsam neyse... Orada
dikkati çekmezdim. Ama burada olamazdı. Bu karışık duygular içerisindeyken bir vesile ile Şule Yüksel
Şenler ile tanıştım. Bu tanışma, beni çok etkiledi. Böylelikle, bir Müslüman hanımın hem modern, hem
kültürlü, hem de örtülü olabileceğini gördüm. Hemen, o anda örtünmeye karar verdim. O günden beri de,
örtümü gururla taşıyorum."
Kendisinin örtüye dönüşünü anlattıktan sonra, eğitim kurumlarımızdaki ve devlet dairelerindeki başörtüsü
yasağını esefle karşılıyor. Ve bunu şöyle değerlendiriyor:
"Bu uygulama, buna sebebiyet verenlerin bir yüz karası olarak
44

tarihe geçecektir. Fakat, her şeye rağmen bir gün mağdur edilen bu genç kızlarımız ve hanımlarımız Adil
Düzen iktidarında, yönetici konumuna geldikleri zaman, gerçek fikir ve inanç hürriyetinin nasıl olması
gerektiğini gösterecektir..."
1-7 Mart 2007 tarihli Aktüel Dergisi'nin kapağına bakınca Emine'nin tam sayfa makyajlı fotoğrafını
görüyorduk. Hey gidinin Tayyip'ü Bir zamanlar makyaj yapan kadınlar için "Kaportası bozuk arabalar"
tanımlaması yapıyordu. Ya neyse! Biz dönelim Aktü-el'deki bir garip değişim olayına: Tayyip Cumhurbaşkanı
olmak istiyor ya, tabana şirin görünmek lazım düsturundan hareketle olacak, Aktüel Dergisi'nden Tuluhan
Tekelioglu günlerce uğraşarak araya ricacılar koyarak 11 Kasım 2004 tarihinde yaptığını belirttiği röportajı
aradan geçen üç yıl içinde yayınlamıyor, her ne hikmetse(l) 2007 Mart'ında açıklıyordu. Emine, daha önceki
senelerde ağabeylerinin zoruyla örtündüğünü söylediği sözlerinin yanlış anlaşıldığını aslında gönlüyle
örtündüğünü söylüyordu. Bunu 2004'te söylemiş de, ancak 2007 Mart'ında yayınlamak nasip olmuş.
Haklı(!) Mart güzel ve bereketli bir aydır. Bir de Mart karı var ki, yağacağı yere göre değişir.
Emine Erdoğan, "Ben Adi Bir kürdüm" diyen Đngiliz ajanı Kürt Said hakkında da kitabın 137. sayfasında şu
övgüleri diziyordu:
"Zamanın Bediiüzzaman'ı Said Nursi Hazretlerinin eserlerinin bir kısmıyla tanışmam, örtüyle tanışmamdan
bir süre sonra oldu. Bu eserlerin bilhassa Đslam'ı yaşamayan Müslümanlar için çok faydalı olacağına
inanıyorum. Đslam'ı yaşamaya çalışan insanların da, Risale-ı Nur'ların çok değişik görüş açıları sunması
dolayısıyla düşünce ufuklarını genişlettiğini ve güzelleştirdigini düşünüyorum: Said Nursi Hazretlerini iyi
anlamalıyız. Kendisi, her zaman batıla karşı, Hakkın yanında olup batılla mücadele etmiştir. Bu uğurda
zindanlarda bile kalmıştır. Onu seviyorsak onun yolunda gitmeliyiz..."
45

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Aşkından bi deri bi kemik kaldı ama
Tayyip de hemen Şule Yüksel'in bürolarına gidiyor, "Abla beni o kızla evlendir" diyor ve ekliyor, "Ama annem
katiyyen izin vermez. Çünkü o beni Karadenizli bir kızla evlendirmek istiyor".
Tayyip'in düşündüğü oluyor, annesi evlenmelerine şiddetle karşı çıkıyordu. Tayyip annesi ile konuştuğunda,
annesinin gelin olarak Karadenizli kızı kabul edeceğini, Emine'yi ise istemediğini görüyordu.
Tayyjp bi deri bi kemik kalmış, iyice zayıflamıştı. Ve en sonunda, Tayyip ve Emine'nin iyice ısrarcı olmalarının
sonucunda, Tenzile Hanım'm inadı kırılıyor ve evlenmelerine izin veriyordu.
Tayyip ve Emine, 4 Temmuz 1978 tarihinde, Tepebaşı Gazi-nosu'nda dünyaevine giriyorlardı. Gözler
düğünde onları tanıştıran, evlenmelerine vesile olan Şule Ablalarını arıyordu. Ama o yoktu. Çünkü dönemin
Cumhurbaşkanına hakaretten 9 ay hüküm giymişti. Tayyip ile Emine'nin acelesi olduğundan, onun hapisten
çıkmasını bekleyememiş, düğünlerini yapmışlardı.
Yeşilçam filmlerine taş çıkartacak bu senaryo ile ilgili olarak Emine Erdoğan, 2 Ekim 1994 tarihli Meydan
Gazetesi'nde yapılan röportajda şunları söyler:
"Evet. O beni beğendi, ben onu beğendim. Birbirimize yıldınm aşkıyla tutulduk. Ancak Tayyip Bey'le flört dahi
etmeden evlendik..."
Emine Hanım yıldırım aşkı ile vurulduklarından bahsederken, Tayyip, 20 Ekim 1996 tarihinde Hürriyet
Gazetesi'nden Gülden Aydın ile yaptığı söyleşide "Aşkı reddetmiyorum ama maalesef âşık olamıyorum"
demişti. Yine Gülden Aydın'm röportajında da, görücü usulü ile evlendiğini söylüyor, her fırsatta övündüğü
dobralığı ve mertliğine yakışacak şekilde "16 yıllık evliyim ama hiç âşık olmadım" şeklinde açıklamalarda
bulunuyordu.
46

Đnsan aşkını inkâr eder mi


Emine Erdoğan'ın "Yıldırım aşkıyla tutulduk, aşk evliliği yaptık" sözlerine karşı ondan habersiz; görücü usulü
ile evlendiklerini eşi dâhil hiç kimseye âşık olmadığını anlatan Tayyip niye böyle davranmıştı? Tayyip mi
doğru söylüyordu, Emine mi?... Yoksa Tayyip birilerine mesaj mı gönderiyordu?.. Bilinmez ki... Bu karışıklığın
cevabı ancak ikisinin anlaşarak birisinin sözlerinin yalan olduğunu açıklamak olacaktır. Öyle ya! Đki zıt
açıklamanın ikisi birden doğru olmaz... Böyle bir konuda bile gerçeklere takla attıran insanlara güvenilir
miydi?..
Bu olay nedense bana bir trajik olayı hatırlattı. Dinci olarak bilinen bir kanalda çalışan bayan muhabir,
Milliyetçi bakanlardan birinin sekreteri ile, uzun boylu, öküz bakışlı siyasetçiyi evinde buluşturur, onlara
çilingir sofrası hazırlar, daha sonra da onları başbaşa bırakırdı. Bu günler, aylar boyu böyle sürdü. Günlerden
bir gün muhabir bayan işsiz kaldı. Ve evlerinde buluşturduğu dostlarından yardım istedi. Onlar, şen şakrak
kendi hallerinde olmalarından dolayı, kızcağızla ilgilenmediler. Kız hayatının hatasını yaparak, bu ilişkiyi
sağda solda söylemeye ve âşıkları tehdide başladı. Bir gün arabasıyla memleketini ziyaretten dönerken bir
kamyon yoldan onu attı ve ölümüne neden oldu...
Siyasetçi kahramanımız bir gün hacca gitmek ister. Ancak geç kaldığı akıldaneleri tarafından kendine
söylenir, zira kontenjanlar dolmuştur. Alman istihbaratı ile sıkı fıkı olan akıldanesi, kendine, sahte
pasaportla Almanya üzerinden gitmesi teklifini getirir. Sahte pasaport hazırlanır. Alman gümrüğünden
çıkarken, polis olayı an-lar(!) ve onu gözaltına alır. Kahramanımızı anadan üryan soyarak bir de fotoğraflar.
Ol nedenle kahramanımız kâh BND'ye kâh CIA'ya çalışan akıldanesinin sözünden çıkamaz...
1994 seçimleri öncesinde "Sultanbeyli'de orman arazisine ka-
47

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
çak bina yaptı" iddialarına Tayyip, şiddetle karşı çıkıyordu. Tay-yip'in bu açıklamalarına karşı Partisinin
Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak, kendisini yalanlayarak, kaçak gecekondu olayını doğruluyordu.
Hediye
14 Ocak 2005 Hürriyet Gazetesi'nde, Tayyip ve Emine'ye 5 bin 300 dolarlık ipek halı da hediye edildiği
bildiriliyordu...
"Moskova'daki açılışlar sırasında Emine Erdoğan'a 30 bin dolarlık gerdanlığın yanı sıra 5 bin 300 dolar
değerinde bir özel dokuma ipek halı da hediye edildi. Emine Hanım halıyı beğenince Başbakan Erdoğan
satın almak istedi, ancak mağaza sahipleri armağan ettiler.
Başbakan Erdoğan'ın üç günlük Moskova gezisi sırasında açılışını yaptığı Türk alışveriş merkezinde mağaza
sahipleri tarafından Emine Hanım'a yalnız 30 bin dolarlık mercan ve pırlantah gerdanlık değil, ipek halı da
hediye edildi. Crokus City alışveriş merkezindeki Karpit Galeri mağazası sahibi Bülent Turan, 5 bin 300 dolar
değerindeki özel imalat halının Erdoğanlar'a hediye edildiğini belirterek, şunları söyledi:
'Başbakanımız birçok mağazayı gezdiği gibi bize de uğradı. Biz Türkiye'de Buşra Halı olarak biliniriz.
Moskova'da ise, Rus ortağım Yevgeniya Lapinova ile Karpit Galeri mağazasını açtık. Başbakan ile eşi, bizim
mağazaya girdiğinde Emine Hanım'm gözü vitrindeki özel ipek halıya takıldı. Bordo ve yeşil renkli 115x95
boyutundaki ipek hah çok hoşuna gitti. Sayın Başbakan'a dönerek 'Bu halıyı satın almak istiyorum' dedi.
Eşinin ricasını kırmayan Başbakan Erdoğan bize fiyatını sordu. Kendisinden para alamayacağımızı söyledik
ve beğendikleri halıyı mağazamızın bir hediyesi olarak sunduk. Hediyenin fiyatı söylenmez, ama çok rica
ettiğiniz için size açıklıyo-
48

rum. Piyasa fiyatı 5 bin 300 dolar.'


Bülent Turan, ipek halının özel hazırlanmış bir parça olduğunu da şöyle anlattı-.
'Hah, saf ipekten özel bir yöntemle 8 bin ilmek atılarak yapılmıştır. Üzeri kadifeden daha yumuşak. Halı,
Çınar halıcılık tarafından dokundu. Türkiye'nin en iyi halı dokumacısı, arkadaşımız Mehmet Çınar ipek
halının hazırlanmasında titizlikle üzerinde çalıştı.'.."
Emine Hanım'a, Moskova gezisinde, 30 bin dolarlık pırlanta gerdanlıkla 20 bin dolarlık broş hediye(!?)
ediliyordu. Olay basma yansıyınca, Tayyip ve Emine'yi bir telaş alıyordu. Gazete'de olay şöyle anlatılıyordu:
"Emine Hanım gerdanlığı iade etmeyi düşünüyor
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan, Moskova'da kendisine hediye edilen ve değeri 30 bin dolar
olarak açıklanan pırlanta gerdanlık ve broşu iade etmeyi düşünüyor. Emine Erdoğan'ın daha önce hiç böyle
bir hediye kabul etmediğini belirten yakın çevresi, 'Emine Hanım, bu hediyeyi kabul ederken bunun bu
kadar değerli olduğunu tahmin etmemişti. Zaten çarşı ziyareti sırasında hediyenin takdimi de bir emrivaki
ile gerçekleşti. Normal bir hediye takdimi gibi gerçekleştiği için de o anda geri çevrilemedi' dedi. Ancak,
basma yansıyan bilgilerden hediyenin oldukça değerli olduğu öğrenilince Emine Erdoğan'ın bunu kabul
edemeyeceğini belirttiğini kaydeden yakın çevresi, 'Şimdi biz hediyenin gerçekten bu kadar değerli olup
olmadığını araştırtıyoruz. Gerçekten değeriiyse Emine Hanım, bunu iade edecek' bilgisini verdi.
Rusya gezisinde 'hediye gerdanlık' krizi!
Erdoğan, eşine sunulan 45 bin dolarlık hediyelerden rahatsız °'du. Eşiyle hediyeleri iade etmeyi tartışan
Erdoğan, hukuki durucun araştırılmasını istedi...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'a ön-
4Q
MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ceki gün Moskova'da Storks Mücevherat Yönetim Kurulu Başkanı Muammer Alkım'ın armağan ettiği 25 bin
dolarlık gerdanlıkla Moskova Belediye Başkan Yardımcısı Vilademir Losefovich Reisen'in verdiği aynı
firmaya ait 20 bin dolarlık broş sıkıntı yarattı. Erdoğan çifti, sabahtan itibaren armağanların iadesini tartıştı,
ancak akşam saatlerine kadar resmi bir açıklama yapmadı..."
Tayyip ile Emine hediyeleri geri vermemek için her çareye başvuruyor, hukuki kılıf bulmaları için
başbakanlık bürokratlarına danışıyorlardı:
"Rusya gezisinden moralle dönen Erdoğan, eşine armağan edilen gerdanlığa ilişkin haberlerden rahatsız
oldu. Sabah, gazetelere yansıyan haberleri gören Erdoğan'ın armağanlara biçilen değerden duyduğu
rahatsızlığı eşi ile paylaştığı öğrenildi. Eşi ile bir değerlendirme yapan Erdoğan, hukuki durumun
araştırılması için Başbakanlık bürokratlarına talimat verdi.
Erdoğan'a yakın kaynaklar, Başbakan ve eşinin gerdanlığın fiyatı konusunda bilgiye sahip olmadığını
kaydetti. Kaynaklar, gerdanlığın 30 bin dolara yakın bir değerde olmasının, armağanı veren Alkım'ın
inisiyatifinde olduğunu belirterek, "Hediye kullanılmayabilir. Gereken neyse o yapılır" dedi.
Erdoğan ve eşinin, dün öğle saatlerinde gerdanlık ve broşu iade etmeye karar verdikleri iddiaları internet
siteleri ve televizyonlara yansırken, Başbakanlık yetkilileri bu haberleri doğrulamadı. Başbakanlık Basın
Müşavirliği yetkilileri, "armağanın iade edilmesi yerine bağışlanması" seçeneğinin de tartışıldığını bildirdi.
Emine Erdoğan'a yakın kaynaklar, "Emine Hanım böyle pahalı bir hediyeyi şimdiye kadar kabul etmedi.
Fiyatını da bilmiyorlardı. Onlar da şaşırdı. Büyük bir ihtimalle iade edilir" dedi. Alkım ise, "Đade ile ilgili bir şey
duymadım, ama canlan sağ olsun" demekle yetindi.
'Erdoğan için hazırlanmadı'
50

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'a pırlanta, mercan ve ametistten yapılan 25 bin
dolarlık gerdanlık armağan eden Sümer Kuyumculuk'un sahibi Muammer Alkım, çelişkili açıklamalarıyla
dikkat çekti. Alkım, önceki akşam Emine Erdoğan için hazırladığını söylediği armağanın, aslında Moskova
Belediye Başkan Yardımcısı Vilademir Losefovich Reisen'in törene katılamayan eşi için planlandığını öne
sürdü.
'Devletle işim yok'
Alkım, hediye için önceki akşam "(Başbakan'a) böyle bir hediye vermeyi planlamıştım" dedi. Başka bir soru
üzerine ise hediyenin Reisen için hazırlandığını kaydeden Alkım, şöyle konuştu: "Biz aslında bir tane hediye
hazırladık. Başbakan için değil şey (Reisen) için hazırladık. Ama bir tane hanım olunca, zaten bu da hanım
kolyesi, erkeğe verilecek hali yok, Emine Hanım'a verdik. Başbakanlık yetkilileri uyarınca bir hediye de
Reisen'e verdik. Bütün olay bu." Altın sektörüne 35 yıl önce girdiğini anlatan Alkım, hediye verirken çıkar
sağlamayı düşünmediğini belirterek, "Benim devletle işim olmadı, olmayacak. Bugüne kadar hiçbir siyasi
partiyle ilişki kurmadım" dedi.
Đpek halı da hediye edildi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan'ın Türk Ticaret Merkezi'nin açılışı sırasında sadece
gerdanlık değil, birçok mağazadan değişik hediyeler aldığı ortaya çıktı. Bunlardan biri de yaklaşık 5 bin
dolarlık ipek halı oldu.
Erdoğan çifti, önceki günkü açılışta mağazaları gezerken basını içeriye almamayı tercih etti. Bazı
mağazalardan parasıyla alışveriş yapan Erdoğan bazı mağazalardan hediyeler kabul etti. Erdoğan Ç'fti,
Karpit Galeri mağazasını gezerken Đpek bir halı beğendi ve pa-
51

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
rasını ödeyerek almak istedi. Ancak mağazanın sahibi Bülent Turan bunu kabul etmedi ve halıyı hediye etti.
Halının fiyatının yaklaşık 5 bin dolar olduğu öğrenildi.
Ramsey'den elbise
Erdoğan, yakın arkadaşı Remzi Gür'ün sahibi olduğu Ramsey mağazasını gezerek takımları da inceledi. Gür,
Erdoğan'a bir takım elbise, kravat ve gömlek hediye etti. Erdoğan, bakanlara da birer kravat sipariş etti.
Erdoğan, ayrıca mağazaları gezerken Lacoste ve XS parfümlerini para verip aldı. Erdoğan, bunları kredi
kartıyla ödemek istedi ancak yeni açılış yapıldığı için kart makinelerinin çalışmadığı dile getirildi. Erdoğan,
bunun üzerine nakit ödeme yaptı. Erdoğan'a Guerlain isimli parfüm hediye edildi..."
Erdoğan ailesi hediyeler için 'istemem yan cebime koy' diyorlardı. Erdoganlar hediyeyi çok seviyorlardı.
Erdoğan'a 2007 yılı yaş gününde 10 bin dolarlık saatle başlayan hediyeler veriliyordu.
Ramsey'in sahibi Remzi Gür, Erdoğan'ın çocuklarını ABD ve Đngiltere'de okutmakla ünlü olmuştu. Bu arada
bir genci de döverek hastanelik etmesiyle... Burak Erdoğan Đngiltere'de okurken, Necmeddin Bilal ile
Sümeyye, ABD'de tahsillerine devam ediyordu. Masrafları ise babasının tatilini yanında geçirdiği Remzi Gür
karşılıyordu.
Bush ile Erdoğan bir dış gezide karşılaştıklarında yanlarında Erdoğan'ın kadim dostu Toni de bulunuyor, iki
dakikalık ayaküstü konuşmada, Bush, Toni'ye "Bilal de babası gibi yakışıklı değil mi" diye alay ederek
soruyor, Erdoğan'a dönerek "Oğlun eve ekmek götürüyor mu" diyordu. Öyle ya! Bilal'e Dünya Bankası'nda işi
ABD'liler ayarlamıştı. Bilal, ABD'de 270 bin dolara bir de ev almış-
52

Cargill
Bursa Orhangazi'de birinci sınıf tarım arazisi üzerine kurulan Cargill, Bursa'da sivil toplum örgütleri ile
mahkemelik olmuştu. ABD Başkanı Bush, Erdoğan'dan Cargill'in önündeki engelleri kaldırmasını istemişti.
Erdoğan, tüm mahkeme kararlarına rağmen, Cargill'in faaliyetlerini sürdürmesi için metrekare başına 2 YTL
gibi komik bir rakam ödeyerek af dâhil her türlü imkânı seferber etmişti.
Cargill, Türkiye'de birinci sınıf tarım arazileri üzerine kurulmuş, mısır nişastasından sıvı şeker üreten bir
Amerikan şirketi... Amerika'nın çıkarları doğrultusunda, Amerikan ekonomisine katkı olsun diye, ülkemizde
pancar üretimi sınırlandırılmıştı. Tarlalar boş kalırken Türk çiftçisi fakirleştirilmiş, ülke şeker ithal etmek
zorunda bırakılmıştı. Böylece yerli pancar üreticisi gözden çıkarılmıştı. 10 milyon kişinin ekmek yediği
sektör sıkıntıya düşürülmüş, milyonlarca dolar verilerek ithalat yapılıyor. Şeker fabrikalarımız elindeki şekeri
satamaz hale getirilmişti.
Türkiye'de, mısır ithalatında Maliye Bakanı Kemal Unakı-tan'ın oğlu Abdullah Unakıtan'ın AB Gıda şirketine,
yurtdışından 400 bin ton mısır ithal etme hakkı veriliyordu. Unakıtan'ın ithali tamamlamasının ardından
gümrük değerleri yükseltiliyor, Oğul Unakıtan'ın kasasına servet üstüne servet akıtılıyordu.
Puşt Gribi pardon Kuş Gribi yalanlarıyla Türkiye'deki tavuklar canh canlı yakılıp itlaf edilirken yine aynı
Unakıtan'ın oğlu yumurtacığa soyunuyor, küplerini dolarlarla dolduruyordu.
Mısır şurubundan Ülker'in ürettiği COLA TURKA'nın pazarlamacısı olarak âa Tayyip Erdoğan'ın oğlu Ahmet
Burak Erdoğan'ın adı aynı noktada buluşuyor. Ve bu nedenle, Amerikalılar, Erdoğan ^an Cargill'in kotalarını
kaldırmasını istiyorlardı. ABD'liler bunun-d da kalmayarak Cargill'in önündeki yasal engellerin kaldırılmasını
tdleP ediyorlardı.
53

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Çünkü; ABD kontrolü hep elinde tutmak istiyor, kontrolden çıkanlara acıması olmuyordu. Bakan Ali
Coşkun'un, bağımsız bir kurum diyerek herkesi gülümsettigi; Türkiye Şeker Kurumu, Ülker'e. Cola Turka
üretiminde 'kota fazlası nişasta bazlı şeker kullandığı' gerekçesiyle 32 milyon YTL ceza kesiyordu.
Bu arada ABD Büyükelçiliği hangi bakanlığa mektup yazmıştı. Mektupta kimlerin cezalandırılmaları
emrediliyordu. Tayyip'e yapılan bir toplantıda "Abi ya abi" diye teessüftü konuşma yapan kimdi?.. Kimbilir
belki bir gün bunlar da açıklanır.
Bush boşuna mı söylemişti dünya bankasında iş buldukları Bilal için; "Oğlun eve ekmek getiriyor mu "diye.
Uyan Türkiye soyuluyorsun
Mart 2007 tarihinde ABD bankalarına yüzde 4 faizle 23 milyar dolar yatırdığımız ortaya çıkıyordu. Biz de
başta ABD'li olmak üzere dolar milyarderlerinden aldığımız dolarlara yüzde 10 faiz ödüyorduk. Böylece AKP
kurmaylarının ekonomiyi nasıl da iyi bildikleri bir kere daha kanıtlanıyordu.
7 Haziran 2006 tarihinde Necati Doğru, AKP'li ekonomistlerin yönetiminden örnekler veriyordu:
"Uyan Türkiye Soyuluyorsun
"Ülke ekonomisinin son 20 yılını mercek altına alan Vatan yazarı Necati Doğru, millet fakirleştirilirken
yabancı sermayenin nasıl beslenip semirtildiğini çarpıcı örneklerle ortaya koydu"
Kabuguyla, derisiyle, etiyle, kanıyla soyuluyor. Ayıktırmadan soyuyorlar. Uyansa bile soygunu önleyebilir mi?
Emin değilim. 1984'te geldiler. Đtibar, istikrar dediler. Yaşasın yabancı yatırımcı! Şenlensin borsa... Girsin
sıcak para... Isınsın ekonomi... Kabuk değişimi... Türkiye çag atlasın... Ekonomi yönetimini "yüksek faiz-dü-
şük kur" çevrimine soktular, soygun ortamının cennet taşlarını bu
54

formülle döşediler, döşettiler. Tankla, tüfekle, orduyla, işgalle, bombayla değil sıcak para ile soydular. Ders
almazsan, kesintisiz soyarlar. 1994'te bir daha... 2001'de yine... 2006'ya gelirsin, bu kez de "düşük faiz-
yüksek kur" çevrimine alırlar ve yine soyarlar. Üstelik "Türkiye'yi soydurmayacağız... Đç ve dış hortumları
keseceğiz... Biz VVashington'dan, Paris'ten, Brüksel'den değil; biz Ankara Çıkrıkçılar Çarşısı'ndan feyiz alan,
ilham bulanlarız..." diyenlerin döneminde bir daha soyarlar.
Uyan Türkiye! Geçen soygunda seni "Amerika'da okumuş, Bebek'te büyümüş, kolej bitirmişler"
soydurmuştu, bu kez "Kasımpaşa'da yetişmiş, Đmam Hatip bitirmişler" soyduruyor. Çıkrıkçılar Çarşısı
ütopyası da "cari açık, finanse ettiğimiz sürece problem değildir..." diyenleri utançtan sarartıp
morartırcasına son buluyor.
Hoppa para çekiliyor.
Liradan çıkıyorlar, dolara dönerek ve "Türkiye piyasasından alacağımızı aldık, bu koyundan ancak bu kadar
post çıkar" diyerek daha yüksek kâr gördükleri piyasalara gidiyorlar.
Dünyanın sülüğüdürler.
Emerler.
Đşte! Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkan Yardımcısı Lucas Papandemos onları; piyasalara hızla girip çıkan
yüksek kâr peşinde sürü psikolojisiyle hareket eden çekirgelere" benzetti ve "hedge fonlar (hoppa para-
sıcak para) dünya için kuş gribinden daha tehlikeli" deyiverdi.
Avrupa büyük ekonomi.
Çok güçlü.
Dünyanın ikinci ekonomisi.
O bile korkuyor.
Avrupa Merkez Bankası Başkan Yardımcısı bile kendi dilinde "hedge fonlar" dediği bu "hoppa paranın"
birbirini taklit ederek
55

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"aniden çıkış yapma kabiliyeti" yarattığını ve zaten "ödemede acze düşme tehlikesi olan" ülkeyi (Türkiye
gibi) krize soktuğunu açık açık söylüyor.
Çekirge gibi geldiler.
Liraya döndüler.
Yüksek faizle beslendiler.
Doç. Dr. Mete Gündogan hesaplamış: "Ülkeye 25 milyar dolar döviz getirdiler. Bu para, 3 yılda, 65 milyar
dolar oldu. Bunlar fonların paraları. ABD'de olsaydı 3 yılda ancak 30 milyar dolar olurdu. Türkiye'de 65
milyar doları buldu" diyor.
Đşte soygunun boyutu.
'Soydurmayacağız' demişlerdi.
'Çıkrıkçılar Çarşısı'nda babamızın dükkânında yetiştik' diye övünmüşlerdi. Şimdi bu büyük soygun;
"Kasımpaşah Başbakan'ın 3,5 yıllık döneminde" gerçekleşti.
Kasımpaşah ne yapacak?
Soygunu nasıl önleyecek?
Merkez Bankası faiz zıplatacak.
TMSF piyasaya dolar satacak.
Soygun, halkı uyandırmadan, ayıktırmadan; "2 yüzbaşı, 1 astsubay çete kurdu, istikrarı elimizden aldı,
derinciler, laikler türbana özgürlük vermediler, ülke karıştı; AB, zaten bizi hazmedemeyecegi-ni anladı, sopa
gösterip durdu" boş tartışmalarıyla perdelenip sürecek. Dolar düşerken de yüksek vergi ödeyip işsiz kalan
halk, şimdi dolar yükselirken de vergi ödeyip yine işsiz kalacak!
Uyan Türkiye!.."
Tayyip, ilkeli, mert ve dobraymış
Nurcu olarak bilinen Nesil Yayınları'ndan çıkan, takdimini Vakit Gazetesi'nden Yavuz Bahadıroglu takma
ismini kullanan Niyazi
56

Birinci'nin yaptığı ve baştan sona Tayyip övgüsü olan "Recep Tayyip Erdoğan, Bu Şarkı Burada Bitmez" adlı
kitapta Tayyip'in kendini nasıl tanımladığı şeklinde sorulan soruya verdiği cevapta görelim:
"Đki keskin nokta var hayatınızda; Karadeniz kökenli ve Kasım-paşalı. Đkisi de bayağı keskin sirke gibi.
Karadeniz kökenli ve Kasım-paşalı oluş, hayatınızın seyrinde kendini nasıl gösterdi?.."
"O kökten ve ruhtan aldığım şey, bize mertliği verdi, ilkeli olmayı verdi ve hamdolsun bize dobra olmayı
verdi."
Buraya kadar okuduğumuzda mertlikten bahseden, dobralık-tan dem vuran Tayyip kim?.. Bildiğimiz Tayyip
kim?... Diye bir soru geliyor ve tekrar Tayyip'in kendini tanımlamasını yine kendinden izleyelim:
"Yani biraz kaba olacak, argo olacak; bize, hani o çirkin politikada kıvırma var ya onu vermedi. Đnandığımızı,
bildiğimizi, gördüğümüzü, müzakerelerle istişarelerden sonra, dosdoğru ortaya koymayı verdi..."
1994 yılında Ümraniye'de insanlara "hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah'ındır" diye fetvalar verip şu şekilde
seslenen Tayyip Erdoğan;
"...Ben Müslüman'ım" diyenin tekrar yanına gelip bir de "Aynı zamanda laikim" demesi mümkün değil,
Niye? Çünkü Müslüman'ın yaratıcısı Allah, kesin hâkimiyet sahibidir. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir"
koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır..."
Köklerinden, ruhlarından mertliği, ilkeliliği aldığını, kıvırmayı almadığını da iddia ederken yukarıdaki
sözlerinin basına yansıması-nın ardından "Ben hâkimiyet derken tabiatı kastetmiştim" diyerek tam bir u
dönüşü yapıyor, mertliği ve ilkeleri konusunda ipuçlarını sergiliyordu:
"Çok açık ve net söyledim onu ben.. Yani şimdi bir şeyi karıştı-
57

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
nyoruz. Egemenlik bir defa demokratik sistemde, insan planında şüphesiz ki insanındır. Burada milli
egemenliğin insana saygı duyularak verilmediği de orada işlenir dikkat edilirse. Yani beş senede bir insana
egemenlik hakkı tanımanın eleştirildiği orada görülecektir. Hâlbuki dünyanın değişik ülkelerinde birçok
konu zamanla bakıyorsunuz, Đskandinav ülkelerinde çok olur, devamlı insana müracaat edilir ve
referandumlar yapılır. Ama olay tabiatın, doğanın durumuna geldiği zaman biz Müslüman bakışı olarak
orada hâkimiyet Allah'ındır. Onunla demokrasideki tercihler konusunu birbirine karıştırmamak lazım.
Söylenen de odur."
1994 yılında "hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya laik... Đkisi bi arada ters
mıknatıslanma yapar" sözleriyle haykırırken, AKP'nin başına geçtiğinde herkesten fazla laik kesiliyor,
1994'deki sözleri de soğukların etkisi ile söylediği basına yansıyordu.
Fetullah Gülen'in hayatını anlatan "Küçük Dünyam" adlı kitabın Yazarı Şemsettin Nuri ya da asıl adıyla Latif
Erdoğan; Fetullah Gülen'in redaktörlüğünü yaptığı "Nil Yayınlarından çıkan "En Güzel Kıssa" adlı kitabında;
"Yusuf" suresini yorumlarken Hüküm yetkisinin sadece Allah'a ait olduğunu şöyle açıklıyordu:
"...Vahye dayanmayan her sistem, zulüm temeline oturtulmuştur. Çünkü beşerin hüküm vaaz etme yetkisi
yoktur. O sadece Allah tarafından konulmuş bir hükmün tatbikçisidir. Zulüm, haddi aşma demek olduğuna
göre beşer, kendisine verilmemiş olan bir salahiyeti kullanmakla işin daha temelinden zulmetmiştir ve
getireceği sistemin şekli ne olursa olsun, onun tek ismi vardır: Zulüm sistemi..."
Tayyip'e Rize'de yaptığı konuşmada '20001i yıllarda dine dayalı sistemler iktidar olacaktır' diyor bir
Hıristiyan misyoner, oysa biz şimdi sadece Elhamdülillah Müslüman'ım diyebiliyoruz. Hâlbuki Müslüman gibi
yaşayabileceğim diyebilmeliyiz" şeklindeki sözleri hatırlatıldığında,
58

"Ben burada dinimizi birey planında şahsımızda yaşabilmeliyiz demek istedim, yoksa dine dayalı bir
sistemden bahsetmedim, Hıristiyan misyonerin sözleri benimle alakalı olamaz, biz AK Parti olarak ta dini
eksenli bir parti olmayacağımızı baştan belirttik, kurulurken bunu ifade ettik. Zaten çağımızda ideolojik
partiler bitmiştir. Bu itibarla dini esaslara dayalı bir devleti istememiz, müdafaa etmemiz de mümkün
değildir. Bunu kabul etmiyorum" diyordu.
Ankara DGM Savcısının Rize konuşmasında yer alan "14 asır evvel ticaret için kervanlarla başka ülkelere
gidilirken yanlarında Đrmikten yapılmış putlar götürürlerdi, geçenlerde TÜSĐAD denilen kuruluş, işadamlarını
götürdü ancak bu işadamları irmikten yapılmış değil, fakat alçıdan veya betondan yapılmış putlar
götürdüler gibi sözlerini hatırlattığında verdiği cevap tam kendini tanımladığı şekilde dobra dobra(!) idi:
"Ben bu işadamlarının o zaman neler götürdüklerini bilemiyorum, bu nedenle bu sorunuza şimdi cevap
veremeyeceğim"
Almanya'nın Ausburg kentinde yaptığı konuşması ve bu konuşmada; 'Ne Mutlu Türküm Diyene' diye
memleketi parçaladılar, her etki bir tepkiyi doğurur, karşı tarafta 'Ne Mutlu Kürdüm Diyene' diye ortaya
çıktı. 'Ne Mutlu Kürdüm' diyenler Đstanbul'daki seçimlerde %1.48, 'Ne Mutlu Türküm Diyene' diyenler %1.37
ve 'Ne Mutlu Müslüman'ım' diyenler ise %28 rey aldılar" şeklindeki sözleri hatırlatıldığında verdiği cevapta,
Tayyip usulü mertliğin, Tayyip usulü ilkeliligin, Tayyip usulü dobralığm ve yine Tayyip usulü kıvırtma-malıgın
en net örneğini görüyorduk:
"Ben bu kaseti hiç anlayamadım. Böyle bir konuşmamı da hatırlayamıyorum. Zaten söylenen sözler son
derece tutarsız ve mantıksız"
59

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Erdoğan'ın sözcüsü
3 Haziran 2005 tarihli Milliyet Gazetesi'nde, Abdullah Karakuş imzası ile çıkan haberde, Erdoğan'ı Musa
Peygamber'e benzeten Kanal 7 Ankara Temsilcisi ve Emine gibi Siirt'li olduğu iddia edilen Akif Beki'nin,
Başbakanlık Sözcüsü olacağı şu şekilde yazılıyordu:
"..ABD'deki "Beyaz Saray Sözcülüğü" modelini örnek alan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'de
benzer bir uygulama başlatıyor. Başbakanlık Sözcülügü'nü hayata geçirmeye karar veren Erdoğan, bu
göreve, kendisini Musa Peygamber'e benzeten Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Akif Beki'yi getiriyor.
AKP Ankara Milletvekili Faruk Koca'nın apartmanından bir daire alan Mehmet Akif Beki, Erdoğan da aynı
apartmana taşınınca Başbakan'ın komşusu da olmuştu.
Medyayla temasta olacak
Başbakanlık'ta "basınla ilişkilerde yeni yapılanma" çerçevesinde, ilk kez Milliyet tarafından kamuoyuna
duyurulan, "Başbakanlık Sözcülüğü" sistemi hayata geçiriliyor. Erdoğan, ABD gezisi öncesi, periyodik
açıklama yapılan Beyaz Saray modelini temel alarak, Başbakanlık Sözcülüğü görevine Beki'yi getirmeye
karar verdi.

Alınan bilgilere göre, Beki, Erdoğan'ın başdanışmanı olacak ve medyayla sürekli temasta bulunacak.
Erdoğan adına konuşma yetkisine de sahip olacak Beki, kısa aralıklarla kameraların önüne geçerek resmi
açıklamalar yapabilecek..."
Haberde öngörülen gibi oluyor ve Akif Beki, Beyazsaray modeli çerçevesinde Erdoğan'ın gaflarını düzeltiyor,
"Öyle demek istemedi, böyle demek istedi" türünden açıklamalar yapıyordu.
Akif Beki için Milliyet Siirtli derken, kendiyle gururlanan Bin-göllülerin Đnternet sitelerinde şöyle yer alıyordu,
kim bilir belki yarı Bingöl'lü, yarı Siirt'lidir. Beki'nin nereli olduğu değil ne olduğu ve Tayyip'in yaşamındaki
yeri önemliydi. Beki, danışmanlık basamak-
60

larını tırmanırken Erdoğan'ı şöyle kutsuyordu:

"Her dil, grameri ve yazı sistemiyle akla giydirilen çift taraflı bir gözlük gibidir. Hem konuşanın dünyaya
bakışını tayin eder, hem de zihin dünyasını kendi üzerinden görmemizi sağlar. Đşte bu yüzden her gramer
ayrı bir dünyayı, her alfabe ayrı bir medeniyeti temsil eder."
Yukarıdaki cümleler bugünlerde "Başbakan'ın sözcüsü" olarak atanan hemşerimiz Mehmet Akif Beki'nin
"Erdoğan'ın Harfleri" isimli kitabından alınma. Beki söz konusu kitabın da Başbakan'ın kurduğu
cümlelerden yola çıkarak bildiği iki dilin yani Türkçe ve Arapça'nın Erdoğan'ın zihnini nasıl şekillendirdiğini
ortaya koyuyor.
Çok ilginç tespitlerin olduğu ve 2003 yılında yayınlanan kitabın ilk bölümünde Hurufiliğe göre Başbakan
Erdoğan'ın harflerinden karakter tahlili yapılmaktadır. Kimilerine göre dini bir akım, kimilerine göre
mezhep, kimilerine göre ise yalnızca bir tarikat olan Hurufilik felsefe sözlüğünde "harflerden dinsel anlamlar
çıkaran Đran içrekçiligi (ezoterizmi)" olarak tanımlanmaktadır. Britanni-ca'da yer alan tanım ise "harf ve
rakamların çeşitli yorumlanmaları üzerine kurulu bir inanç dizgesi" biçimindedir. Ki, Beki'de kitabının ilk
bölümünde "eğer yaşasaydı bir Hurufi Erdoğan'ın harflerini nasıl yorumlardı" sorusunun cevabını aramıştır.
Ancak Beki'nin kitabını sadece "harflerin yorumlanması" üzerine bir çalışma olarak değerlendirmek büyük
bir yanılgı olacaktır. Radikal Gazetesinde de bir bölümü yazı dizisi olarak yayınlanan bu Çalışmada 1928
harf devriminin "şapka inkılâbı" kadar dahi tepki 9örmeden kolayca kabullenilişinin ardındaki psiko-
sosyolojik ve konjoktürel sebeplerin yanı sıra bu alfabe değişikliğinin ülkenin kültür kodlarında meydana
getirdiği değişimin 70 yıl sonra gözle görülebilen sonuçlarını da ortaya koyuyor.
61

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
Erdoğan'ın astrolojik analizinin de yapıldığı kitaptaki en önemli tespitlerden biri şu; Beki'ye göre "Erdoğan'ın
hayatında Perşembe günlerinin özel bir yer var." O önemli kararlarının çoğunu Perşembe günü alıyor.
Đşin ilginç tarafı, Başbakan'ın hayatında Perşembe günlerinin özel ve önemli olduğunu gösteren bir çok
önemli olay da var aynı zamanda.
Bir Perşembe günü başbakan olarak atanıyor mesela. Sonra bir başka Perşembe günü kabineyi değiştiriyor.
Gezilerine, çoğunlukla Perşembe günü başlıyor Başbakan. "Ve Mehmet Akif Beki'yi bir Perşembe günü
"Geçen Perşembe" kendisinin sözcüsü olarak atıyor."
Şehirde heyecan uyandıran bir gelişme olarak algılandı olay. Yayınlanmış üç kitabı olan, (Kara Liste- Indus
Vadisinin Đncirleri) önemli bir televizyon kuruluşunda görev yapan ve bulunduğu her yere, deyim yerinde ise
tırmanarak gelen hemşehrimizin bu başarı öyküsü şehirde hak ettiği değeri buldu hemen.
Geldiği konumun önemine atfen şaşıranların çoğunlukta olduğu şehirde gelişmelerden önceden haberi olan
bizler gibi birkaç kişi şaşırmadı. 2 ay kadar önce amcasının oğlu olan ve Özel Tıp Merke-zi'nin sahibi Dr.
Nesip Beki ile Ankara'da birlikteyken konu açılmıştı. Sohbet esnasında uzun zamandan beri kendisine teklif
edilen "başbakanlık danışmanlığı görevini, gazeteciliği bırakmak istemediği ve siyasete girmeye hevesli
olmadığı için kabul etmediğini" söylemişti. Ancak şimdi hükümet sözcülüğü ile beraber gelen başbakanlık
başdanışmanlıgı görevi Sevgili Bekinin "siyasete tam olarak girdiğini göstermesi" açısından da önemli bir
değişimin işareti.
"Kolay iş mi Başbakan'ın baş danışmanı ve basın sözcüsü olmak?" Bir düşünün; ne derse, ne açıklarsa, ne
söylerse "başbakan söylemiş" gibi olacak. Bir basın toplantısında Erdoğan'ın ne düşün-
62

düğü konusundaki sorulara "Erdogan'mış gibi" cevap verecek.


Siyasi iktidarın zirvesine bu kadar yakın olabilmiş bir başka Bingöllü bilen var mı? Kendi adıma bu
atamadan heyecan -ve içten içe gurur- duyduğumu açıkça deklare ediyorum.
Bu gelişmenin Bingöl'de neleri değiştireceği sorusuna cevap aramak niyetinde değilim. Siyasetin bundan
sonra nasıl şekilleneceği de siyasileri ilgilendirir. Ancak ikbal beklentisinin şehrin geleceğinden daha önemli
olmadığını bilen herkes bu atamadan en az benim kadar heyecan duymuş ve keyif almışlardır.
Tebrikler sevgili Beki, gelmeyi başardığın yer için ve teşekkürler bu keyfi bizlere yaşattığın için."
Firavun sarayındaki Musa
Başbakanın baş danışmanı ve basın sözcüsü olan M. Akif Beki 'nin "Erdoğan'ın Harfleri" adlı kitabına
gelmeden Tayyip Erdoğan'ın Ümraniye'de yaptığı konuşmaya baktığımızda bu kitabın temellerinin 1994
yılında, belki de daha önce atıldığını görüyorduk:
"...Bak; Firavunlar, Nemrutlar, devam edebildiler mi? Ama şunu da bileceğiz ki, her devrin bir Firavunu
vardır. Ama şunu da bileceğiz ki, her Firavun sarayında da bir Musa vardır. Đşte şimdi devir buna geliyor ve
teslim edecekler. Başka çıkış yolu yok..."
Başbakanın baş danışmanı ve basın sözcüsü M. Akif Beki'nin bu unvanı almasını sağlayan nedenlerden biri
olan "Erdoğan'ın Harfleri" adlı kitabının 14. sayfasında Erdoğan'ın Musa Peygam-ber'in soyundan gelmesi
hatta onunla özleştirilmesi bölümüne baktığımızda Erdoğan'ın Yahudi cemaati ile içli dışlı olmasındaki ortak
değerlerinin büyük rol oynadığı ve Eşinin aile tablosunun ve geldiği soyun da bunda etken olduğu
görülüyordu:
"...Serler hayra dönüşüyor
Ve Tayyip Erdoğan'ın harfler hiyerarşisindeki peygamberi. Er-
63

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
doğan, Đbn Arabi'nin çizelgesine göre Musa Peygamber soyundan geliyor. Yani, hem Musa peygamberin
karakteristik özelliklerini taşıyor hem de hayatı bu peygamberin yaşam öyküsüyle paralellikler gösteriyor.
Musa peygamber, halkını özgürleştiren bir lider. Hayatı, tevafuklarla örülü. Hikmetini sonradan anlayacağı
badireler atlatır. Peygamberlik yolculuğu, bir kavgayı ayırmaya çalışırken kazara işlediği cinayetle başlar.
Kaçar Mısır'dan, sürgüne gider ve bu yolculuk sırasında başka bir peygamberle (Medyen'de Şuayb
peygamberle) tanışır, onun terbiyesinden geçer, olgunlaşır ve yurduna seçilmiş bir peygamber olarak geri
döner. Kutsal metinlerde anlatılan kıssaya göre, müneccimlerin kehaneti Firavun'u korkutur, içlerinden biri
tahtına son verecek diye o gün doğan Đsrail oğullarının tüm erkek çocukları için ölüm emri verir. Ve Musa o
gün doğar. Olaylar gelişir, Musa, Firavun'un sarayında büyür. Kehanet sonunda kendini gerçekleştirir ve
Musa, mucizeler dolu asasıyla bir gün Firavun'un karşısına, peygamber olarak çıkar..."
Ne tesadüftür ki, Emine'nin dedeleri arasında Üzeyir, Neneleri arasında NÜi, Nasra olmasının yanında
kardeşi Eyüp, çocuklarının birinin ismini Şuayb koyarken bir diğerini Şeyma olarak adlandırıyordu. Emine'nin
bir diğer kardeşi Hüseyin ise oğluna Lut ismini veriyordu.
Yani, Tayyip'in "Arap" olduğu açıklamasına karşın Emine Yahudi idi. Tayyip'in en yakınındaki isim tarafından
yazılan ve Tayyip tarafından yalanlamayı bırakın desteklenen "Erdoğan'ın harfleri" adlı kitaba baktığımızda
Tayyip Erdoğan'ın Musa Peygamber'in soyundan geldiği bildiriliyor. Musa'nın Đsrailoglu olduğu vurgulaması
yapılıyordu. 'Ben Şeriatçıyım' diyen birinin Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini ya da en azından onla
bağlantılı olduğunu iddia etmesi gerekirken Đsrailogullarına gelen peygamberle kendini özleş-
64

tirip bir de onun soyundan geldiğini açıklattırması soyunda Yahudilik olduğunun en açık kanıtı oluyordu.
Aynı kitapta Erdoğan'ın, Erbakan'ın yanında yetişmesi adeta Firavun'un yanında yetişen Musa ile
özdeşleştiriliyordu. Ve bir insanın Yahudi soyundan olduğu ancak bu denli mükemmel anlatılabili-nirdi.
Sadece Musa'nın soyundan geldiğini itiraf etmekle de kalınmıyordu. Musa nasıl Firavun'un koynunda
yetişiyorsa, Erdoğan'ın da aynı Musa gibi Erbakan'ın yanında yetiştiği vurgulanıyordu... Bu bölüme gelmeden
önce Erdoğan'ın Musa gibi kurtarıcı olması hezeyanına bir göz atalım:
"...Hayatından bir başka önemli ayrıntı da Hızır'la çıktığı yolculuk. Bu yolculukta büyük bir sabır sınavından
geçer. Dayanamayıp itiraz ettiği olayların hikmetini her seferinde sonradan anlar ve yanıldığını, aslında şer
gibi görünen olayların altında daha sonra büyük hayırlar çıktığını görür. Musa peygamberin en önemli
özelliklerinden biri de şu: Peygamberliğini kardeşi Harun'la paylaşır. Bunda kendi arzusu da önemli rol oynar
çünkü kardeşi Harun'u daha yumuşak dilli bulmaktadır. Ama Đsrailoğullarını Mısır'dan çıkardıktan,
Kızıldeniz'in karşı yakasına geçirip özgürleştirdikten sonra, kardeşi Harun'la arasını açan bir olay yaşanır.
Kavmini çölde kardeşine emanet edip Sina Dagı'na çıkar ve on emirle geri döndüğünde onları altından bir
buzağıya tapar halde bulur. Aceleci davranıp kardeşini suçlar ve herkesin gözü önünde sakalını çekip onunla
kavga eder, halkının karşısında Harun peygamberi küçük düşürür. Kardeşinin suçsuz oldugunuysa ancak
daha sonra anlar.
-Onlar peygamberliği bunlar iktidarı paylaştı-
Ana hatlarıyla Musa peygamberin kıssası böyle nakledilir. Bir Hurufi için, Tayyip Erdoğan'ın yaşam öyküsüyle
bu kıssa arasında Paralellikler kurmaksa hiç de zor görünmüyor. Đşte Tayyip Erdo-San'ın serüveni:
65

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi şahsiyetlerinden birinin, Necmettin Erbakan'ın yanında yetişiyor. Onu
liderliğe götüren süreç, kazara işlediği bir suç, iyi niyetle okuduğu bir şiirle başlıyor. Sürgüne değil ama
cezaevine gidiyor, halkın umudu olarak geri geliyor. Siyasi yasağı önce büyük bir kötülük gibi gözüküyor,
sonra Erdoğan için yeni bir başlangıca dönüşüyor. Kendi yolunu çiziyor. Kaderin garip cilvesine bakın ki
(böylesine, Hurufiler ancak tevafuk diyebiliyor), yasakları başladığı yerde, Siirt'te bitiyor. Yasaklandığı yerden
başbakan olarak çıkıyor.
En çok oligarşinin korkularından çekiyor, öcü gibi gösteriliyor, siyasi yaşamı boyunca bununla mücadele
ediyor. Ve oligarşinin korkuları (bu anlamda kehanet) gerçek oluyor, Erdoğan iktidara geliyor. Ama onu son
umut ve kurtarıcı olarak gören halkının oylarıyla.
Ve Musa peygamberle Tayyip Erdoğan'ın yaşamındaki en inanılmaz paralellik tam da bu noktada ortaya
çıkıyor. Tayyip Erdoğan iktidarını Abdullah Gül'le, en az 30 yıllık bir geçmişe dayanan yol arkadaşıyla
paylaşıyor.
Hemen burada Đbn Arabi'nin Musa peygamberle ilgili yorumuna değinmek gerekiyor. Çünkü içinde, Tayyip
Erdoğan'ın Abdullah Gül'le ilişkileri konusunda çok çarpıcı bir ipucu barındırıyor bu yorum.
Đbn Arabî, önce Musa peygamberle kardeşi Harun'un arasını açan olayı ve Đsrailoğullarının gözü önünde
Musa peygamberin aceleci davranarak, aslını araştırmadan suçladığı kardeşi Harun'u nasıl küçük
düşürdüğünü hatırlatıyor. Sonra da, sabırlı davransa, Musa peygamberin Đsrailoğullarının sapkınlığında
kardeşi Harun'un suçsuz olduğunu göreceğini söylüyor.
Bu yorumdan yola çıkan bir Hurufi, Tayyip Erdoğan'la Abdullah Gül'ün de aralarındaki iktidar paylaşımında
benzer sorunlar ya~
66

şayabileceklerini söyleyip, Erdoğan'a fitneciler karşısında sabır tavsiye edebilir..."


Akif Beki, son merhalede Tayyip'i öyle bir seviyeye çıkarıyor ki, artık bu son derece tehlikeli açıklamalar
karşısında verilecek cevap, söylenecek söz kalmıyor, işte bu hezeyanlar:
"...Son olarak, Tayyip Erdoğan'ın varlık mertebesinde tecelli eden ilahi isimler ve anlamları şöyle:
Alim, gizli ve açık her şeyi bilen anlamına geliyor. Muhyi ismiy-se, dirilten, hayat veren anlamında.
En azından bir Hurifinin yorumu böyle olurdu..."
Bu isimler, Tayyip Erdoğan üzerinde, bilgiye ve öğrenmeye merak ve etkileyici duyguları harekete geçiren
hitabet özelliği şeklinde tecelli edebilir diyordu, ancak burada yer alan iki ismin de yani Alim ve Muhyi'nin
Allah'ın isimlerinden olduğu görülüyordu. Allah'ın isimlerinin Tayyip'e yakıştınlması en azından "Şirk"
"Allah'a ortak koşma" olarak nitelendiriliyordu. Đçinde bir damla dahi Müslümanlık olan bir insanın böyle bir
tanımlamayı ret etmesi, bundan şiddetle kaçınması gerekiyordu.
Musa'nın soyundan geldiği iddia edildi, Yahudi'yi kardeş ilan etti
Aylık "Bilgi ve Düşünce" Dergisi Eylül-2003 tarihli sayısında "Bağımsız bir Kürt devleti fikrinin Đsrail'i hiç
rahatsız etmediğini" söyleyen Alon Liel'le bir söyleşi yapıyordu.
Tayyip Erdoğan'ı sütre gerisinde yetiştiren isimlerden biri şayian, AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ı konu
alan, 'Demo-Đslam: Türkiye'nin Yeni Yüzü' adlı bir kitap yazan Đsrail Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Dr. Alon
Liel, AKP için, 'Đslam light' benzetmesi ya-P'Vordu. Liel, Erdoğan için de aynı benzetmeyi yaptığını şu sözleri
lle anlatıyordu.-

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"'Đsrail'de bana "Erdoğan nedir?" diye soruyorlar. Ben de 'Đslam light' diyorum. Bu, Đslam'ın yeni bir versiyonu.
Bû modern Đslam'dır, ılımlı Đslam'dır. Erdoğan, Đslam'ın özel hayattaki yeriyle kamudaki yeri arasında bir
duvar çekti' diyordu..."
Liel, "Yirmi beş yıldır modern Türkiye üzerinde çalıştığını belirtiyordu. Đsrail Büyükelçiliğindeki görevleri
nedeniyle 1977 ve 1981-84 yılları arasında da Türkiye'de bulunduğunu anlatıyordu.
Alon Liel, kitabının yazımına AKP'nin kurulma sürecinde başladığını ve iktidara geldiği 3 Kasım
seçimlerinden 4 ay sonra da tamamladığını söylüyordu. Liel'in "Erdoğan Din Devletine Đzin Vermiyor"
diyerek, BD Dergisine yaptığı AKP, Erdoğan ve Türkiye üzerine değerlendirmeleri şöyle yer alıyordu:
"... Ben Türkiye'deki Batı, Đsrail ve serbest piyasa yanlısı öğelerin Erdoğan'ı etkilemelerinden memnun
oluyorum. Bunun böyle olacağını da biliyordum. Çünkü bu çağda ülke dini kurallar ile yönetilmez.
Profesyoneller ile yönetilir ve onları dinlemesinden memnunum. Đsrail'de ders verirken bana (Erdoğan nedir)
diye soruyorlar. Ben de (Đslam light) diyorum. Bu Đslam'ın yeni bir versiyonu. Bu modern Đslam'dır, ılımlı
Đslam'dır.
Erdoğan, Đslam'ın özel hayattaki yeriyle kamudaki yeri arasına bir duvar çekti. Bu ihtiyacımız olan şeydi.
Đsrail'de bazı kişiler ülkenin Tevrat'la yönetilmesini istiyor. Böyle birşey olamaz. Erdoğan, Đslam'ın ülke
yönetimine etki etmesine müsaade etmedi. Biliyoruz ki AKP'de bazı insanlar Đslam'ın idarede rol
oynamasından memnun olacaktır. Erdoğan ve Gül bunu engelliyor..."
Alon Liel Demirel ile Erdoğan'ı karşılaştırmayı da ihmal etmiyor, Erdoğan'ın Özal'a benzediğini iddia
ediyordu-.
"...Đki yıl önce Demirel, Đsrail'e geldi. Öğlen yemeğine giderken, Demirel bana, "Ben gelemem oruçluyum"
dedi ve orucunu bozmadı. Bir de Erdoğan'a bakın. Berlusconi ile öğlen yemeği yiyor. Ben-
68
J

ce bu Erdoğan tarafından verilen önemli bir mesajdı. Kendisi uçakta alkole de izin verdi. Erbakan böyle
birşeye müsaade etmemişti. Bu farklı liderlik şekli beni çok etkiledi..."
Erdoğan'ı sevmeyenler bile Özal'a benzerliği olduğunu söylüyor. Đkisi de pragmatik ve mantıklı politikacılar.
Erdoğan gibi Özal da diğer siyasi liderlere oranla daha dindar..."
Mossad Ajanı Yahudi Alon Liel yetiştirdiği öğrencisi için "Er-doğanizm" masalı uydurmayı ihmal etmiyor,
böylece Erdoğan da Allah rızasından basın danışmanının soyundan geldiğini iddia ettiği Musa'nın yoluna
dönüyordu-.
"...Erdoğanizm'i demokratikleştirilmiş Kemalizm olarak görüyorum. Erdoğanizm teriminin kullanımı için
biraz erken olsa da Er-doğanizm, Kemalizm'in güncelleşmiş bir versiyonu. Bu benim iddiam. Türk halkının
belli bir bölümü ki, bunlar eskiden RP, son olarak da FP'ye oy verdiler, Erdoğan iktidar olduktan sonra
kendilerini TC, Atatürk ve Kemalizm ile birlikte tanımlama fikrine daha yaklaştılar..."
Đsrail'in Türkiye özel uzmanı, Yahudi Alon Liel: "Demo-Đslam: Türkiye'nin Yeni yüzü" adlı, Đbranice kitabında
Tayyip Erdoğan'ı 10 yıl öncesinden keşfettiklerini" söylüyordu. Liel, Tayyip'in Yahudi cemaatiyle arası iyi
olduğunu söylüyor ve şunları aktarıyordu:
"Türkiye'deki Yahudilerin yüzde 90'ı Đstanbul'da yaşıyor. Erdoğan Đstanbul Belediye Başkanı'ydı. Yahudi
cemaati lideri Bensiyon Pinto'nun, Erdoğan ile görüştüğünü biliyorum, Erdoğan ile Yahudi cemaati arasında
iyi bir temas vardı. Diğer yandan Türkiye şunu biliyor ki, Đsrail ile ilişkiler, Türkiye'nin ABD ile ilişkileri
açısından büyük öneme sahip. Dolayısıyla, Đsrail ile ilişkiler sadece ordu ve laikte'" açısından değil, bütün
Türkiye açısından önemli..."
Yahudi Liel, tezkerenin kabul edilmemesini şöyle yorumluyor-
69

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"Ben Amerikalıların hislerini anlıyorum. Bilhassa WoHowitz, Perle gibi Türkiye'yi destekleyen, ancak tezkere
şokuyla karşılaşan insanların hislerini anlıyorum. Bu, sevdiğiniz kızın size hayır demesi gibi bir durum.
Hissiyatları yatıştığında Türkiye'yi reddetmeyeceklerdir..."
ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi, aynı zamanda CIA'nın Türkiye ve Ortadoğu stratejisti Yahudi, Mason
Morton Abramoıvitz, Tayyip Erdoğan'ı Refah Partisi Đstanbul Beyoğlu Đlçe Başkanı iken keşfediyordu. Bu
keşiften sonra Erdoğan, ilçe başkanlığından il başkanlığına, oradan belediye başkanlığına ve derken parti
kurulup başbakanlık adaylığına varan hızlı yükseliş tirendi başlatılmıştır. Bu koşuda medya desteği de eksik
olmamıştı.
Erdoğan'ın, Abramowitz'le Kasımpaşa'daki özel bir vakıfta başlayan tanışıklıkları, belediye başkanı seçilme
öncesi ve sonrası Belediyenin Florya tesislerindeki görüşmelerle devam etmiş, ardından Tayyip Erdoğan'ın
Amerika ziyaretleri yoğunlaşmıştı. Đlk defa 17-21 Nisan 1995'te başlayan, 26-30 Temmuz 1996 Atlanta,
daha sonra 17-22 Kasım 1996 Miami Florida, 21-24 Aralık 1996 Dayton Pittisburg, cezaevine girmeden
hemen önceye rastlayan 1 Mart 1998 ve yine 16 Temmuz 2000 tarihlerinde tekrarlanan ABD gezileri
bunların bazılarıydı. Bu arada 9-13 Haziran 1995 Đngiltere, 3-7 Kasım 1997 yine Đngiltere gezileri ile
başlayan Almanya, Fransa, Dubai, Đtalya gezileri ise parti kurma ve destek arayışlarının bir başka turlarıydı.
CIA Ortadoğu ve Türkiye Masası Şefi, Mason, Yahudi Morton Abromowitz 15 Ekim 1996 günü Tayyip
Erdoğan'ı Belediye makamında ziyaret ediyordu. Erdoğan, Abromowitz'in olumlu ve sıcak mesaj getirdiğini
söylüyordu. Abramowitz: "Siz Đstanbul'u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey
yapabilirsiniz!..." diyordu. Abramowitz'in bu sözleri gazetelerde yer alıyordu.
70

Abramowitz ise zaten bu tezgâhı çok önceden ve Ertugrul Öz-kök'ün köşesinden şöyle açıklamıştı:
Abramowitz 1994 yılında Hürriyet Gazetesi'nde Ertugrul Öz-kök'e "Evet, kravatlı ve daha şehirli kılıklı (!)
görünen Erdoğan'ı, Er-bakan'a tercih ederiz" diyerek, Erdoğan'a desteklerini bildiriyordu.
Türkiye'nin geleceği için Tayyip Erdoğan'ı çok önemli gören Abromovvitz gittiği her ülkeden kovulan bir
isimdi. Abromovvitz'in kartvizitinde; Amerika'nın Ankara eski Büyükelçisi, CIA Ortadoğu ve Türkiye Masası
Şefi, "Mason" sıfatına ek olarak sık sık MOSSAD ajanı suçlamaları taşımasının yanında ırk bilinci yüksek bir
Amerikan Yahudisi olma özelliklerini de bulunduruyordu. ABD Dışişleri Đstihbarat ve Araştırma Müsteşar
Yardımcılığı görevlerinde de bulunan Abromowitz, Amerikan ve Đsrail istihbarat örgütleri arasındaki
koordinasyonu sağlamakla görevliydi.
Abromowitz; "Kürt sorunu kendi haline bırakılamaz" diyerek, Türkiye'nin parçalanabileceği şeklinde
hezeyanlarda bulunuyordu.
Abromovitz'in gözünde; "Türkiye'de otuzu aşkın etnik gurup var. Biz bu etnik guruplardan bir mozaik
oluşturacağız" diyen Tayyip Erdoğan bulunmaz bir nimetti. Zira Erdoğan'ın da, Türk kelimesini duyunca
adeta tüyleri diken diken oluyordu. Bu kinini Almanya'nın Ausburg kentinde yaptığı konuşmasında
kusuyordu:
"Sen Ne Mutlu Türküm Diyene dersen, Öbürü de ne diyecek Ne mutlu Kürdüm Diyene" diyecektir..."
Abromowitz'in, Tayyip'e güveninin boş olmadığı her olayla kanıtlanıyordu. 7 Mart 2002 tarihinde
gerçekleştirilen Talabani-Erdo-gan görüşmesi sırasında bu durum bir kere daha ortaya çıkıyordu. Tayyip
Erdoğan, eline her fırsat geçtiğinde Türkiye'ye hakaretler yağdıran, kafa tutan Talabani ile yaptığı görüşme
sonrasında şunları söylüyordu:
"21. Yüzyıl diktatörler çağı olmamalıdır. Sağlıklı bir demokrasi,
71

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
laik bir anlayışı gerçekleştirebilirsek, bu münasebetlerimize katkı sağlar. Halkın katılımcılığını çok anlamlı
buluyorum. Irak'tan ve Kürdistan'dan aldığımız bilgiler bizleri memnun etmiştir..."
Tayyip'in bu konuşmasını yapması tesadüf değildi. Zira yine aynı gün; Fransa'nın madamı Daniella Mitterant
başkanlığında, Heinrich Böll arşivi yöneticisi Viktor Böll ve Türkiye'nin doğusunda 'Kürt Devleti' hayalleri
kuran bir kısım bölücü dernek yöneticileri ve Yahudi işadamları 'Kürtçe Eğitim Yapılsın' kampanyaları
başlatıyordu.
Tayyip'in Amerikalı destekçileri arasında "Yenilikçi hareket, Türkiye'deki Đslamcıların öncüleridir" sözleri ile
yer alan bir diğer kişi de, CIA Türkiye ve Ortadoğu Masası şeflerinden Graham Ful-ler'di. Fuller de selefleri
gibi Yahudi ve Mason'du.
Graham Fuller; Atatürk ve Kemalizm'in artık devrini tamamladığını iddia ediyor, 'Türkiye, Kürtlere özerklik
vermelidir. Böylece Türkiye'deki Kürtlerle, Kuzey Iraktakiler bütünleşebilir' diyordu.
Beni Đstanbul Yahudilerine sorun
Uzun bir süre Đsrail'de yaşayan Wolfowitz'in akıl hocalarından biri de Yahudi ve Mossad üst düzey sorumlusu
Albert Wohlstetter idi. Wohlstetter'in yetiştirdiği isimlerin arasında CIA'nm Ortadoğu ve Türkiye masasından
Richard Perle, Zalmay Khalilzad bulunuyordu.
Wohlstetter, 1979 yılında her gün yaklaşık 25 kişinin öldürüldüğü günlerde askeri darbenin olacağını ve bu
darbe sonunda Tür-kiye-lsrail-ABD ittifakının doğacağını söylüyordu. Đstanbul Yahudileri ve Perle'nin
bulunduğu ortamda.
3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen sonrasında, Đçlerinde Cüneyt Zapsu, Mustafa Koç, Koç'un danışmanı Soli
Özel, TÜSĐAD Yönetim Kurulu Üyesi Ali Babaoğlu gibi TÜSĐAD üyelerinin
72

ABD'ye yaptıkları ziyaretlerde, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Dan Fried, Dışişleri Bakanlığı ve
CIA mensubu Marc Grossman, karanlıklar Prensi Rıchard Perle bir yemekte buluşuyorlardı. ABD yönetiminin
üst düzey yöneticileri TÜSĐAD üyelerine ve onların üzerinden AKP'lilere; "Umarız, AKP, RP'nin yaptığı hataları
tekrarlamaz" şeklinde mesaj veriyorlardı.
Bu çağrıya, bu temenniye(î) aynı günlerde ABD'de Musevi kuruluşlarıyla görüşmelerde bulunan Tayyip ses
veriyordu. 10 Aralık 2002 tarihinde ABD Dışfşleri Bakanı Colin Powel ile görüşüyor ona "sadakat" sözü
verdikten sonra, Monarch Otelinde Musevi örgütlerinin temsilcileri ile bir araya geliyordu. Erdoğan
görüşmede; "Devlet işlerinde Liberal laik olduğunu, Devlet işleri ile devletler arası ilişkilerde ancak laiklik
temeli üzerinden bir araya gelinebileceğini, Đslamcı oldukları şekildeki söylemlerin doğru olmadığını"
vurguluyordu." Tayyip konuşmasına şöyle devam ediyordu:
"Şu andaki Türk-Đsrail ilişkilerini yeterli bulmuyorum. Biz bu ilişkilerin çok daha ileri gitmesini istiyoruz. Bizim
iktidarımız döneminde çok daha ileri gittiğini göreceksiniz..."
Diyor ve ekliyordu: "Biz Yahudilerden çok şey öğrendik, beni Đstanbul'daki dostlarınızdan sorabilirsiniz..."
Ecevit Yahudi lobisini kızdırıyor
AKP'nin hızlı tırmanışa geçmeye başlamasıve iktidara getirilme oyununun bir başka senaryosu da, 6 Nisan
2002 tarihinde Başbakan Ecevit'in; "Filistin halkına karşı, dünyanın gözleri önünde soykırım
uygulanmaktadır" şeklindeki sözlerinin ardından gerçekleşiyordu. Gerçi Ecevit ABD'nin Irak'a müdahalesine
sürekli karşı çıkmasıyla çoktan gözden çıkarılmış, bu demeci ise bardağı taşıran son damla olmuştu.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hilmi Özkök, gazeteciler-
73

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
le yaptığı konuşmalarda Ecevit'in hasta olduğunu, artık çekilmesi gerektiğini söylüyordu. Amerika'dan
Derwish gelmiş, kurtarıcı edasıyla piyasaya sürülmüştü. Bu arada her zaman olduğu gibi masonlar devreye
giriyor, Ecevit'e "Hastasın görevi bırak" baskıları yapıyorlardı. Ecevit mason Mehmet Haberal'm hastanesine
yatırılıyor, buradan Gata'ya kaçarak canını kurtarması filmlere bile konu oluyordu.
Bu süreçte Masonların faaliyetlerini "Tarikat Siyaset, Ticaret ve Cinayet" adlı kitabımda şöyle anlatmıştım:
Bülent Ecevit'in Başbakanlığı döneminde kendine isyan eden gurupların başını da mason milletvekilleri
çekiyordu. Ecevit'in o dönemde hastalandı(l) diyerek yattığı hastanenin sahibi Mehmet Ha-beral, Ankara'da
bulunan Doğuş Locasının 424 no'lu üyesiydi.
Tayyip Erdoğan'ın, selefi Ecevit'in eski doktoru Haberal'ın ricasıyla Başkent Üniversitesi Hastanesi'ni açmak
için Konya'ya gittiği basında yer alıyor ve 'komplo' iddiası nedeniyle Ecevit'in tedavisinden el çektirilen Prof.
Mehmet Haberal'la hastane açarken, 'Ona sahip çıkacağım' dediği haber oluyordu. Tayyip; Haberal'ın
kendisine Đhsan Doğramacı'nın emaneti olduğunu vurguluyordu.
Erdoğan ve Haberal, hastane açılış törenini, protokolde kendilerine ayrılan yerde 'el ele' izledi. Erdoğan sık
sık Haberal'ın kulağına eğilerek bir şeyler anlattı. Daha sonra kürsüye çıkan Erdoğan, "Đhsan Doğramacı
bana, 'Bu Haberal'a sahip çıkın' dedi. Biz görevde olduğumuz sürece Haberal'a sahip çıkacağız. Bu ülkede
taş üstüne taş koyanı başımızın üstünde taşırız. Derdimiz üzüm yemek, bağcıyla işimiz yok" dedi.
Ecevit'i düşürmek için isyan bayrağı açan ve 9'lar olarak isimlendirilen gurubun başı olan DSP eski
milletvekili Cengiz Güleç Ankara Doğuş Locası'nın 551 No'lu üyesiydi. Cengiz Güleç, 14 temmuz 2002
tarihinde Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman'a verdiği
74

ERGUN POYRAZ
demeçte "DSP'li 9'lardan Prof. Dr.Cengiz Güleç: Özkan hiçbir zaman Ecevit'in oğlu olmadı" diyordu.
Güleç'in, Bir zamanlar etrafında pervane olduğu yoldaşları ile ilgili Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen
Zaman Gazetesi'ne verdiği demecinde şunlar da yer alıyordu.
"DSP'nin psikiyatrist milletvekili, 9'lu muhalif gruptan Prof. Dr. Dr.Cengiz Güleç, son günlerin çok konuşulan
isimlerinin karakter analizini yaptı.
Nuriye Akman'a konuşan Güleç'e göre Kemal Derviş'in çok naif bir kişiliği var. Çabuk kırılabiliyor ve
duygusal tepkiler gösteriyor. Siyasi manevrayı önceden okuyabilme sezisi yok. Đsmail Cem ise inat
derecesinde kararlı. Aynı zamanda yeni angajmanlara çevresini çabuk ikna edebilen bir yapısı var. Ancak
DSP'den ayrılırken yaptığı konuşma inandırıcı değildi. Hüsamettin Özkan ise aşırı nazik görünüyor. Ancak
Güleç'e göre, aşırı nazik kişiliğin arkasında genelde saldırganlık eğilimi yatıyor.
Güleç'in Ecevitler'le ilgili değerlendirmesi ise şöyle: "Bülent Bey, hayatı çekip çevirmede çok becerikli değil.
Böyle olunca, o yapıya Rahşan Hanım'ın koruyucu, kuşatıcı, anaç rolü denk düşer. Sayın Ecevitler'in sosyal
ilişkilere açık oldukları iddia edilemez."
Cengiz Güleç, Sosyal Demokrasi Derneği Bilim Kurulu Üyesiydi.
Bir başka isyancı gurupla 11 Temmuz 2002 tarihinde Ecevit'e bayrak açarak 6 arkadaşı ile birlikte istifa
eden Samsun DSP Eski milletvekili Mason Doğuş locası üyesi Tarık Cengiz AKP hükümeti döneminde
hentbol federasyonunun başına getiriliyordu.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasındaysa, Ecevit'in Haberal'ı Cumhurbaşkanlığına aday göstermesi basında
şu şekilde yer alıyordu:
"Ecevit'te Dışişleri Bakanı Đsmail Cem ile Başkent Hastane-
75

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
si'nin sahibi Mehmet Haberal'ı aday gösterdi. Burada Ecevit'in tercihlerine bir paragraf açmak gerekiyor.
Ecevit'in Cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği Đsmail Cem, kısa bir süre sonra DSP'yi parçalayarak YTP'yi
kurdu. Mehmet Haberal ise Ecevit'in rahatsızlığında yanlış tedavi uygulamakla suçlandı. Yani Ecevit'in
seçtiği iki isim de ilerleyen günlerde kendisinin hasmı oldu. Ne kadar acı değil mi?"
Haberal, 2000'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet
Sezer önerilmeden önce, dönemin Başbakanı Ecevit'in cumhurbaşkanı adayıydı.
Đsrail Ecevit'in "Filitinlilere soykırım yapılıyor" şeklindeki sözlerinin ardından Ankara ve Telaviv nezdinde
rahatsızlığını iletmek üzere iki ayrı girişimde bulunduğu ortaya çıkıyordu. Đsrail'in bu girişimlerini
"Diplomatik" olarak maskelediği görülüyordu.
2 Temmuz 2002 tarihinde Financial Times Gazetesi; "Türkiye Ecevit ile yola devam edemez" başlığı ile
çıkıyor, "Ecevit vazgeçilmez olmadığını bilmeli" diyordu.
Bu kampanyayı 5 Temmuz 2002 tarihinde The Times takip ediyor, "Ecevit Avrupa'nın hasta adamı"
manşetiyle çıkıyordu.
6 Temmuz 2002 tarihinde The Times'in haberi Hürriyet Gazetesinden tekrar duyuruluyordu.
12 Temmuz 2002 tarihli Radikal, "Batı Başbakan'ı terk etti" manşetini atıyordu.
14 Temmuz 2002'de yırtık çoraplı CIA ajanı Paul Wolfowitz Türkiye'ye geliyordu. Wolfowitz; Türkiye'nin Irak
konusundaki söyleminin ABD'için son derece tehlikeli olduğunu söylüyordu. TESEV açık deyişle Türkiye
Ekonomik Sosyal Etütler Vakfı'nca Conrad Otel'de düzenlenen konferansta konuşma yapıyor, ardından
Mustafa Koç'un Kanlıca'daki yalısına geçiyordu. Burada Mustafa Koç, Cüneyt Zapsu, Kemal Derviş, ABD
Büyükelçisi Robert Pearson, ABD istanbul ABD istanbul Başkonsolosu Dr. David Arnett katılıyordu.
76

Bilindiği gibi TESEV'in Başkanı Can Paker, Tayyip'in yanaklarını okşayan Mehmet Barlas'ın kayınbiraderiydi.
Barlas kızını, Fahrettin Aslan'ın yakın arkadaşı 1936 yılında Urfa'dan Đstanbul'a göçen Yahudi ailesinden
Nesim Anter'in torunuyla evlendirmişti.
15 Eylül 2002 Tarihli Milliyet "Artık Bırakın Sayın Başbakan" manşetini, "Türk Basın tarihinin en büyük
mutabakatı" başlığı ile besliyor, Milli Gazete'den Zeki Ceylan, Vakit'ten Abdurrahman Dili-pak, Zaman'dan
Tamer Korkmaz, Güngör Mengi, Hasan Cemal, Güneri Civaoglu, Ertuğrul Özkök ve diğerlerinin Ecevit'in
Başbakanlığı bırakması konularındaki yazılarına yer veriyordu.
Yanakçı Mehmet Barlas, Ecevit'in başbakanlıktan indirilmesi için "MGK tavsiye kararı almalı" şeklinde akıl
veriyordu.
Ecevit tüm komplolara direniyor, başbakanlığı bırakmıyordu. Ancak ABD ve Đsrail, Đngiltere'nin desteği ile
yeni bir oyun daha sergiliyordu; Erken seçim!.. Seçimi kaybedeceğini bile bile siyasi partiler her ne hikmetse
erken seçime gidiyorlar ve sözde iktidarı Tayyip ve AKP'ye altın bir tepsi içinde sunuyorlardı.
Yahudi
Şair Eşref gerek Jöntürkler'e gerekse Đttihat ve Terakki Cemi-yeti'ne Yahudi kökenlilerin hakimiyetini dile
getirmek için çok anlamlı bir dörtlük söylemiştir. Bu dörtlüğünde şöyle diyor-.
"Avdetiler ile hükümetimiz,
Benzedi devlet-i Yehuda'ya,
Bab-ı fetvayı da çıfıtlık edip
Verdiler en-nihaye Musa'ya"
Açıklaması:
"Hükümetimiz Dönmeler yüzünden, adeta Yahudi devletine dönüştü. Fetva makamını da Yahudilerin
kontrolüne sokup, sonunda Musa'ya verdiler."
77

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Zaten içinde bol miktarda Yahudi barındıran bu gibi yapılar Osmanlının sürekli toprak kaybetmesine,
yıkılmasına neden olmuşlardı. 1492'de bağrımıza bastığımız Yahudiler şimdi de son devleti yıkıp yok etmek
için her türlü karanlık oyunların içine giriyor, tüm güçlerini bu son devleti yok etmek için harcıyorlardı.
AKP Hıristiyan Demokratiar'a "Gözlemci" oldu
23 Temmuz 2002 tarihli Milliyet Gazetesi, ülkemize karşı hıyanet ve hakaretleriyle meşhur AB'nin eski
Türkiye temsilcisi Karen Fogg'un "Erdoğan'ın Hıristiyan Demokratiar'a benzediğini, sol ve sağın boşalttığı
alana yöneleceğini, siyasal ve ekonomik bakımdan batılı değerlere yanaşacağını ama bunlara ahlaki ve
kültürel bakımdan yerli öğeler katacağını ve başarılı olacağını" ortaya atıyordu...
Erdoğan da Hıristiyan Demokratlara katılmak, onlarla birlik olmak için hayaller kuruyordu. "Đktidar için
papaz elbisesi bile giyerim" diyen Erdoğan'ın, Partisini Avrupa Parlamentosu'nun Hıristiyan Demokrat
Grubu'na (PPE) katmak istediği ve PPE'den yanıt beklediği ortaya çıkıyordu.
Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Grubu Başkanı Wilfried Martens, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın AKP'nin PPE üyesi olmasını arzu ettiğini açıklıyordu. Belçika'nın eski Başbakanlarından olan
Martens, 23 Nisan 2003 tarihinde Bürüksel'de basına yaptığı açıklamada "Henüz resmi bir talep almadık
ama Erdoğan, birkaç hafta önce partisinin PPE üyesi olup olamayacağını bana sordu" diyordu.
Martens'in Erdoğan'a "Alman Hıristiyan Demokratlar arasında uzlaşma sağlandığı takdirde meselenin
sonuçlanacağını" söylediği, Erdoğan'ın da Martens'e "saygın bir muhafazakâr parti olan AKP'nin din ve
devlet işlerinin ayrı tutulmasından yana olduğunu" vurguladığı ortaya çıkıyordu.
78

29 Ocak 2005 tarihine geldiğimizde AKP'lilerin Fogg teyzelerinin tavsiyesine uydukları görülüyordu. AKP'nin,
Avrupa Parlamentosunun en büyük siyasi grubu olan ve Hıristiyan Demokratlar olarak anılan Avrupa Halk
Partisi'ne 'Gözlemci' statüsü ile kabul edildiği ortaya çıkıyordu. Gerçi Erdoğan Hıristiyan Demokratlar'a
katılmak için Almanya'ya gitmiş, Konrad Adenauer Vakfında, Türkiye'de yargılaması süren Alman
Vakıfları'nı öven konuşmalar yapmıştı. Alman Vakıfları daha dava sürerken beraat ettiklerini açıklamışlardı.
AKP'nin Hıristiyan Demokratlara katılması ile ilgili haber şöyleydi:
"AKP, Avrupa Parlamentosu'nun en büyük siyasi grubu olan ve Hıristiyan Demokratlar olarak anılan Avrupa
Halk Partisi'ne 'gözlemci' statüsü ile kabul edildi. Bu statüyle AKP grupta söz hakkı sahibi olacak, ancak oy
kullanamayacak.
Avrupa Halk Partisi'nde (EPP) yapılan oylamada Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Alman ve Fransız siyasi
partileri dâhil, ezici bir çoğunluk AKP lehinde oy kullandı. Sadece iki Slovak partisi çekince koydu. Yaklaşık
iki saat süren toplantıya AKP adına, Dış Đlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli ve AB
Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış katıldı. Türk tarafı, "Gözlemcilik statüsü, AKP'nin bu siyasi grup
içindeki geleceğini belirsiz bir hale getirir" diyerek ortak üyelik verilmesi için ısrar etti. Ancak Hıristiyan
Demokratlar, "Kural gereği ilk defa kabul edilen bir siyasi partiye önce 'gözlemci' daha sonra ise 'ortak
üyelik' verilir" gerekçesiyle bu talebi kabul etmedi.
Bu statü ile AKP, Avrupa Hıristiyan Demokratları içinde söz hakkı sahibi olmasına rağmen oy
kullanamayacak. Oy hakkı, 'ortak üyelere' veriliyor. AKP'nin gruba 'tam üye' kabul edilmesi için ise,
Türkiye'nin AB üyesi olması gerekiyor..."
79

MUSA'NIN ÇOCUKLAR!
Museviler Tayyip Erdoğan'ı ödüle boğuyor
21.01.2004 tarihli Hürriyet Gazetesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a Amerika ziyaretinin ilk ayağı olan
New York'ta Amerikan Musevi Komitesi tarafından "Cesaret Ödülü" verileceğini duyuruyor ve şöyle diyordu:
"Kısa adı AJC olan Amerikan Musevi Komitesi bu amaçla Erdoğan şerefine HSBC bankasında bir yemek
düzenleyecek. Ödülün bu yemek sırasında Başbakana takdim edileceği bildirildi. Erdoğan ve beraberindeki
heyeti getirecek özel uçağın 25 Ocak Pazar akşamı Nevv York'a varması bekleniyor.
Erdoğan, 26 Ocak Pazartesi günü kısa adı FPA olan Dış Politika Dernegi'nde düzenlenen bir toplantıya da
katılarak konuşma yapacak. Başbakan'ın konuşmasında, AB yolunda atılan adımlar ve reformlar hakkında
bilgi vermesi bekleniyor..."
11 Haziran 2005 tarihli AKP ve Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen Vakit gazetesi her yıl verilen ödüllerden birini
daha haber yapıyordu. ADL, yani Anti Defamation League'nin Çevik Bir'e verdiği aynı amaçlı ödül için
"Yahudilerden üstün hizmet madalyası" başlığını kullanırken, Tayyip için hafif bir kıvırtma yaparak
"Musevilerden Cesaret Ödülü" açıklamasında bulunuyorlardı. Gerçekte ADL, bu ödülleri kendilerine üstün
hizmet edenlere veriyordu.
Tayyip'in ödülü almasını Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Devlet Bakanı Ali Babacan ve Milli Savunma Bakanı
Vecdi Gönül izliyordu. Tayyip, ödül alırken şöyle döktürüyordu:
"Musevi düşmanlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır,
sapıklıktır... Soykırım, etnik temizlik, ırkçılık, Đslam düşmanlığı, Hıristiyan düşmanlığı, yabancı düşmanlığı ve
terörizm geçmişten bu güne kadar devam ede-gelen aynı kötülüğün farklı yüzleridir... Başka dinlere hoşgörü
göstermek bize Peygamberimizin mirasıdır.... Musevi düşmanlığının Türkiye'de yeri yok..."
80

Oysa Meclis Başkanı AKP Manisa Milletvekili Bülent Arınç, 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi "Şeref
Madalyalarımız" dediği konuşmalarında Yahudiler için şöyle diyordu:
"...Şöyle bir hadisi şerif var, Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bu harpte
Müslümanlar galip gelecektir, öylesine galibiyet ki, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak,
ağaçlar haber verecektir, "Ey Müslüman arkama Yahudi saklandı gel onu öldür" diyeceklerdir".
Haziran 2003'te ise, Türkiye'ye gelen Amerikan Musevi Konseyi Başkanı Harold Tanner ile beraberindeki
heyet, Başbakan Tayyip ile bir saat başbaşa görüşme yapıyordu. Başbakanlık Merkez Binası'nda basma
kapalı olarak gerçekleşen görüşmede Müsteşar Fikret Üçcan, Milletvekilleri Egemen Bağış ile Ömer Çelik ve
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson da hazır bulunuyordu. Görüşmede Erdoğan'ın Amerikan Musevi
Konseyi üyelerine, "Amerika ile ilişkilerimize verdiğim önem nedeniyle, uçuş iznini daha güvenoyu bile
almadan Meclis'ten geçirttim. Bu benim için büyük bir riskti." dediği öğreniliyordu. Erdoğan konuşmasında
tezkereyi geçiremediği için adeta özür diliyordu:
"ABD için her zaman, Anayasa ve Parlamentomuzun verebileceğinin en fazlasını yaptık. Tezkere sürecinde
ABD ile nasıl bir işbirliği yaptığımıza Sayın Pearson da şahittir...."
Görüşmelerde hazır bulunan ABD Büyükelçisi Pearson ise kendisine dönerek bu sözleri söyleyen Erdoğan'ı
başıyla onaylıyordu. Musevi Konseyi Başkanı Tanner de, tezkere nedeniyle Türk-ABD ilişkilerinin biraz
sarsıldığını belirterek "Biz bu süreci böyle bilmiyorduk, demek ki bilgilerimizde eksiklik varmış. Bu sürecin
işlemesinde bazı sorunlar çıkmış. Ama sizin anlattıklarınıza bakınca, Şimdi ben, Türk-ABD ilişkilerinin
geleceğinden umutluyum..."
Taner, Erdoğan'a; "Belediye Başkanlığınızdan beri, Türki-
81

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ye'deki Musevilerden hep sizinle ilgili takdir sözleri duyduk. Şimdi sizinle tanışınca gördük ki, haklılarmış...."
ABD'de Yahudi mafyası: ADL ve Gülen Efendi'nin diyalog masalı
23.03.2005 Tarihli Yeni Mesaj Gazetesi'nde M. Emin Koç, Tayyip Erdoğan'ın, her ABD gezisinde (!) ödül
aldığı Yahudi ADL adlı örgüt hakkında ilginç bir yazı yazmış-,
"Zaman en büyük tefsirdir" der eskiler. "Gerçekler zamanla anlaşılır" kelam-ı kibarını nazar boncuğu olarak
kullanırlar zamane çocuklar. Dolayısıyla şu malum "diyalog masah"nın orijinine, gerçek sahiplerine ve yerli
taşeronlarına Zaman'dan bir ayna tutalım da suret-i Hak'tan görünenlerin maskeleri düşsün, foyaları ve bo-
yunlardaki haçlar ortaya çıksın...
Yorumsuz sunacağım iki belge de Zaman gazetesinden... Bakın bakalım kimin eli kimin cebinde, kim
kimlerin adamı, kim kimler adına diyalog işine taşeronluk yapıyor?
Son bir hatırlatma; bu yazıyı "Papalık misyonunun Müslüman kılıklı yerli parçaları için bir foyametre" olarak
kesip arşivinize almanızda fayda var.
Önce, 20 Kasım 1992 günkü Zaman'ın 2. sayfasındaki "ABD'de Yahudi mafyası: ADL" başlıklı ve Yunus
Altınöz imzalı araştırmadan bazı bölümleri aktaralım:
"Đngiliz Farmasonluğu'nun Yahudi kolu olan B'nai Brith'in etkisi altındaki ADL (Anti-Defamation League)
1913 yılında kurulmuştur.
ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir-
Kurdukları "Denizaşırı Yatırımcılar Servisi" adlı şirketle milletlerarası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli
parayı aklama gibi işlen yürütmektedir.
82
Đşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs'ün Hıristiyan ve Müslüman bölgesinde geniş arazilerin
kanunsuz alım-satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandali da yine işin içinde ADL'nin varlığını ortaya
koyuyor
ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürdü. FBI ise Kongre tarafından
suçlandığı zaman suçu daima ADL'nin üzerine attı. ADL'nin bilinen cinayetleri şunlardır: 15 Ağustos 1985'te
Kafkasyalı Müslüman Lider Tscherim Sobzo-cov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu öldürüldü... Musevi
iken Hak din olan Đslam'a dönüş yapan Prof. Đsmail Raci Faruki ve eşi 1985'in Ramazan'ında sabaha karşı
evlerinde bıçaklanarak öldürüldüler... Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADL'yi görmekteyiz.
ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını Amerikan Hükümeti Adalet BakanlıgYna
bağlı Özel Soruşturmalar Ofisi'nde (OSI), bir kısmını da Đsrail otoriteleriyle Tel Aviv'de çalıştırmaktadır.
Đsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, Đsrail Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini daima sürdürmüş,
Đsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar kurmuştur... ADL-Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları
evlerde militan Yahudiler'i yetiştirdiler..."
Kim yazıyor bütün bunları ve danasını; 20 Kasım 1992 günkü Zaman gazetesi... Dilerseniz ADL'ye ilişkin
bilgileri tekrar okuyun.
Gelelim 10 Mart 1998 günkü aynı Zaman gazetesinin "Diyalog çabaları devam ediyor" başlıklı ve Selçuk
Gültaşlı imzalı haberine:
"3 gündür Türkiye'de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı
Çetin ve Dışişleri "akanı Cem'den sonra Fethullah Gülen ile görüştü... 55 Yahudi ör-Sütünü temsilen
Türkiye'de bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan
83

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fethullah Gülen'in Türkiye'deki ve yurtdışındaki çabalarını
önümüzdeki yüzyılın 'Barış' asrı olması açısından önemsediklerini ve sözkonusu projeye büyük
ilgi.duyduklarını belirttiler...
Görüşmede; Gülen'in, ABD'nin en etkili Yahudi Lobisi olan "ADL'nin (Anti-Defamation League) tekliffyle
hazırladığı "hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap" da gündeme geldi. Gülen, Đngilizce olarak hazırlanan kitap
üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söyledi.
Kitap, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacak..."
Tek harf dahi ilave etmeden aktardım; 10 Mart 1998 günkü Zaman gazetesi aynen böyle yazıyor a dostlar.
Şimdi anladınız mı ADL kim, Fetullah Efendi ne iş yapar, "hoşgörü masalı ve diyalog kitabı" ne? Hala fark
edemediyseniz her iki "Zaman haberi"ni tekrar okuyun lütfen; gerçekler zamanla anlaşılır çünkü.
Hayırdır, bazıları şoklanmış gibi... Bu Mart haberi soğuk duş etkisi yaptı herhalde?
Öyledir; Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır, Şubat soğuğuna benzemez..."
Gülen ve istihbarat
Gülen, Gazi olaylarının patlak vereceğini gösteren istihbarat raporunun aylar önce kendisine verildiğini,
kendinin de bunu devletin başındaki insanın en yakınma 1,5 ay önce verdiğini söylüyordu. Gülen'in bu
konuşması insanın aklına "istihbarat örgütleri kendine mi bağlı, istihbarat örgütleri niye Başbakan,
Cumhurbaşkanı dururken raporlarını Gülen'e verirler?.." sorusunu getiriyordu.
Hadi diyelim "Hıyararşi" bizim bilemediğimiz(!) şekilde işliyor, raporu Gülen'den öğrenen devletin başındaki
kişiler niye tedbir al-
84

cadılar. Gülen açıklamasında, bu olayın ardında Almanların ve Apo'nun olduğunu iddia ederde, bu olaylara
seyirci kalan devlet görevlileri de bu durumda onların işbirlikçisi olmaz mı?... Neyse Biz Gülen'i izleyelim:
"Burada istihbari raporlara dayanarak, demeye mezun muyum, değil miyim bir hususun kapağını açacağım.
Burada bir ukalâlığımı da arz etmeme müsaade eder misiniz? Bunca böyle bu işlerde saçlarını ağartmış
adamların ukalâlığı olabilir. Ben iyi bir insan değilim.
Gaziosmanpaşa hadiseleri olmadan evvel, Türkiye'nin her yerinde böyle bir patlama olacağını 1,5 ay evvel
ben devletin başındaki insanın en yakınına verdim. Türkiye'de bir şeyler planlanıyor, raporu okuyun, bana bir
dostum verdi bunu... Aleviliği oyuna getirmek istiyorlar. Türkiye'de bir kısım alevi ocak ve bucaklarını
kundaklayacaklar. Avrupa'da bu iş için çıkardıkları mecmualar var. 1,5 ay önce bunu raporu verdim... 30-40
sayfalık bir rapor.
Alevilerden bazı yerleri vuracaklar ve sünnilerden bizi vurdu diye Alevileri ayaklandıracaklar. Verdim ve
bekledim. Devletin başındaki insanlar bu fitneyi önlemek için çare ararlar... Sonra hata ettiği mi anladım..."
Gülen, son günlerde yandaş gazetecilerine yaptığı açıklamalarda yine Đstihbarı bilgiler aldığını Türkiye'de
yeni olaylar yeni cinayetler olacağını anlatıyordu:
Emekli Vaiz Gülen'in istihbarat tecrübelerinin anlaşılmasında Mısıroğlu'nun anıları yararlı olcaktır.
Nakşibendi tarikatına yakınlığı ile bilinen Kadir Mısıroğlu'nun kaleme aldığı "Gurbet Đçinde Gurbet" adlı
kitabının 190. sayfasında, Hilmi Türkmen'den şunları naklediyordu:
"... O zaman Đzmir'in Kestanepazan'ndaki Kur'an-ı Kerim Kur-su'nun idarecilerini tanıyordum. O'nu çocuk
okutmak üzere oraya
85

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
yerleştirdim. Beş on gün sonra halini hatırını sormak için oraya uğradığımda, başbaşa bir kimseyle fiskos
ettiğine rast geldim. Konuştuğu adam, beni görünce yaydan çıkmış bir ok gibi fırlayıp kaçtı. Kendisine; "Bu
kimdir" diye sorduğumda "Bir talebe velisi!.." diye cevap verdi.
Bu söz doğru değildi. Tahkikatım da onu göstermiştir. Bu adam, böyle bir karşılaşmadan beş-altı ay evvel
bana müftülük makamına gelmiş ve MĐT'ci hüviyyetini gösterdikten sonra, benimle açıkça bir meseleyi
konuşmak istediğini söylemişti. Söylediği söz şuydu:
"Bizim teşkilat (MĐT'i kasdediyor) Müslümanların M. Kemal Paşa'ya menfi bir tavır almasından rahatsızdır.
Đstiyoruz ki, bu mü-nafereti giderelim. Sen, en büyük dini cemaatlerden biri olan Süleymancı cemaati içinde
söz sahibi bir kimsesin. Sizin cemaatte M. Kemal Paşa hakkında "Deccal" ithamında bulunmakta ve ağza
alınmayacak sözler söylemektedir. Sen bunu düzeltebilirsin. Bunu yaptığın takdirde, bizden ne istersen iste.
Seni Diyanet Đşleri Başkanı yapalım...
Kendisine yanlış kapı çaldığını, benim bahsettiği cemaat içinde böyle bir şey yapacak gücüm olmadığını,
bunu ancak Kemal Kaçar Bey'in yapacağını söyledimse de ikna olmadı ve;
"Sen bilirsin biz seni seçmiştik. Anlaşılan sen bunu yapmak istemiyorsun. Amma biz bu işin peşini
bırakmayacağız. Bu işi, birisini bularak muhakkak yapacağız!.." diyerek ayrılmıştı.
Şimdi anlıyordum ki, buldukları adam Fetullah Gülen'di. Fakat o sıralarda Fetullah Gülen sapı silik bir
adamdı. Bunu nasıl becerebilecekti?!... Đşi takip etttim. MĐT güdümlü olarak nasıl nafiz bir mevkiye
getirildiğine safha safha şahit oldum..."
25 Ocak 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Hikmet Çetin-kaya, kendisine bir Cumhuriyet okurunun
telefon ettiğini söylüyor.
86

konuşmayı şöyle aktarıyordu:


"Erzurum'da Komünizm'le Mücadele Derneği'nde Başkanlık yapan Fetullah Gülen'in Kontrgerillayla ilişkisini
neden araştırmıyorsunuz?"
Bu soruya yanıt veremedim
Birden 26 yıl önceye gittim...
Fetullah Gülen o tarihte aranıyor. Ancak bir türlü yakalanamı-yordu. 1981 yılında Đsparta- Burdur yolunda
yakalandı. Ancak gözaltına alınmadan serbest bırakıldı.
Ardından neler oldu?
Kenan Evren ve arkadaşları Fetullah Gülen'le ilişki kurdu, iki Kurmay Albay, bir Tuğgeneral Gülen'le pazarlık
yaptı.
Pazarlıktan sonra Fetullah Gülen ve arkadaşları, Mehmet Kut-lular'ın liderliğini yaptığı Nurcu gurubundan
koptu. ..
Ve 1982 Anayasası'nı Fetullah Gülen ve arkadaşları destekleme kararı aldı...
Fetullah Gülen 8 yıldır ABD'de yaşıyor CIA denetiminde okullar açıyor..."
Hikmet Çetinkaya'nın aktardıklarının ötesinde, Mısıroğlu Sıkıyönetim döneminde Gülen'in aranmasının da
danışıklı dövüş olduğunu anlatıyordu:
"...Adalet eski Bakanı Đsmail Müftüoglu'na Fetullah Gülen'in duvar ilanlarıyla arandığı hengam da O'nun
adamlarından biri gelerek; "Siz eski bir bakansınız!.. Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi bizim hocamız için
yakalama kararı çıkarmış. Fotoğrafı, aranan bir cani gibi duvarlara asılmış. Lütfen Đzmir'e kadar gidip te bu
meseleyi halletseniz olmaz mı?" ricasında bulunmuşlar. O da bu maksatla Đzmir'e gitmiş. Başsavcıyı ziyaret
etmiş. Odasında Albay rütbesinde bir misafir bulunduğundan meseleyi açmayıp havadan sudan konuşarak
albayın çıkıp gitmesini beklemiş. Fakat vakit ilerlediği halde o,
87

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
bir türlü kalkıp gitmiyormuş. Bundan dolayı istemeye istemeye meramını açıklayınca, O albay söze
karışarak:
"Đsmail Bey!.." demiş, "Siz eski bir bakansınız, bu işleri bilmeniz lazım! Beni galiba tanıyamadmız. Siz,
Eskişehir'de Kadir Mısıroglu'nun avukatlığını yaparken ben o mahkemede yüzbaşı rütbesiyle hakimdim.
Adım Kerim Günday, buraya kadar boşuna zahmet etmişsiniz. Bu yalandan alınmış bir karardır. Fetullah
Efendi'yi kimsenin aradığı yoktur. Yakalama kararının da O'na bir zararı dokunacak değildir..." demiş.
Trabzon'da bir sohbette bu vakayı anlattığımda hazırda bulunanlar arasındaki Yaşar Hoca (Ocak):
"Kadir Bey, dedi. "Sen yurt dışındayken bizim arkadaşlardan bir polis evrak imzalatmak için gittiği Tümen
kumandanının nez-dinde Fetullah Efendi'yi görmüş. Gelip anlattı. O sırada hoca aranıyordu. Ben polise
inanmadım. Yanlış görmüş olabileceğini söylemiştim. Demek ki doğruymuş" diye beni teyid etti..."
Mısıroglu, kitabında insanın tüylerini diken diken eden olaylardan da bahsediyor:
"... Bu demektir ki, Fetullah Gülen etrafındaki gizli ve aşikar gerçekler bu derece korkunçtur. Bunu şifai
olarak ilk ve müessir bir surette ifşa etmiş bulunan bir arkadaşımızın (Teşkilatın bütün kıdemli üst
kademelerince çok iyi tanınan Kuyumcu Sadettin Çetin Bey'in) kendisi Fetullah Gülen'e en büyük hizmetleri
ifa etmiş bir kimse olduğu halde cesedi parçalanmış olarak bir yol kenarında bulunmuştur. Sadece bunu
hatırlamak, bu sahada gerçeği beyan etmenin ne ağır bir bedeli olabileceğini anlamaya kafidir sanırız..."
Sudan'daki okul
Mısıroglu, Gülen okulları ile ilgili bir anısını aktararak aslında bu okulların neye hizmet ettiğine dair ip uçları
yakalamış;
88

"Fetullah Gülen'in vazifesi, Đslam Dünyası'nın her tarafından süper zeki çocukları seçerek Amerika'da
okutmak ve sonra onları kendi ülkelerine müstakbel siyasi ve idari kadrolar olarak göndermektir. Bu
çocuklarda hemen hemen Müslümanlığın bütün şiarları mevcut olacak, sadece dinin "Muamelat" kısmının
çeşitli bahanelerle tayyedilmesi istikamatinde bir görüş bulunacaktır. Bu hareketin gayesi "Muamelatsız
sapık bir Đslam muhtevası" ortaya çıkarmaktır.
Bu sözleri benden defaatle dinlemiş olan Hüseyin Cevahir, bundan beş on sene evvel Sudan'da iş yapıyordu.
Orada Fetullahçı-lar'ın bir mektep açtığını duyunca, gurbette milli tesanüd namına onları tebrike gitmiş.
Kendisini, o anda makamında bulunmayan müdürün odasına oturtmuşlar ve biraz beklemesini, müdürün
hemen geleceğini söylemişler....
Müdür gelene kadar O'nun masası üzerindeki yığınla evrakın en üstünde duran bir kağıt alakasını çekmiş ve
gayrı ihtiyari onu okumuş. Bu UNESCO'dan geliyor ve Hartum'da açılmış bulunan mektebin masraflarının
kendileri tarafından karşılandığını, paranın ne suretle ve hangi bankaya intikal ettiği hususundaki bilgiyi
ihtiva ediyormuş. O, bu yazıyı gayri ihtiyari okuduktan sonra, müdür, odasına gelmiş. Selam kelamdan sonra
aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.
"Siz burada ne yapıyorsunuz? Arapça öğretiyoruz dersen, bunların anadili Arapça!.. Şeriat öğretiyoruz desen,
resmi nizamları şeriat! Allah için burada ne yapmak istiyorsunuz?!.."
"Bunların hiçbiri değil! Biz burada Sudan'ın müstakbel idarecileri olacak süper zeki çocukları bulup
Amerika'ya göndermek için bulunuyoruz. Orada bir Üniversitemiz var. Onları yetiştirip tekrar buraya
göndereceğiz!.."
O zaman Yusuf Cevahir masa üzerindeki muhtevasına muttali olduğu mektubun bir suretini istemiş, mdür;
89

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"Hayır asla!... Diyerek, mektubu kaptığı gibi çekmecesine koymuş..."
Fetullah Gülen, Kenan Evren'i cennetlik olarak ilan ediyordu. Kenan Evren ise ülkenin sekize bölünerek
eyaletlere ayrılmasını öneriyor, kürtler kardeşim diyordu. Apo ise Evren hakkında "Askeri Deha"
yakıştırmasında bulunuordu. Eyalet sistemini savunan bir diğer isim ise Tayyip Erdoğan'dı.
Fetullah Gülen'in yargılandığı bir dosyada talimatla ifadesi alınan Vatikan Temsilcisi Fetullah Gülen'in Papa
ile dinlerarası diyalog kapsamında görüştüğünü ve Vatikan'da "Dinlerarası diyalog komisyonu" olduğunu
beyan ediyordu...
Yine bir başka dava dosyasında; fetullah Gülen'in sağlık sorunlarını gerekçe göstererek hakkındaki
soruşturmalardan kaçmak için ABD'ye sığındığı ve kontrolündeki yapılanmanın ABD'nin emperyalist
politikalarının doruğa ulaştırıldığı Fas'tan Çin sınırlarına kadar uluslann kontrol altına alınması kapsamında
Vatikan'da Papa ile dinlerarası diyalog gerçekleştirildiği vurgulanıyordu.
Yine aynı davada, Papa'nın "Sizler Đsa Mesih'in henüz fazla tanınmadığı halklar arasında çobanlık yapmakla
yükümlüsünüz dediği ve Đncil'i yayma amaçlı misyonerlik faaliyetiyle diyalog'un birbirinden ayrılamayacağını
belirttiği aktarılıyordu.
Zaten Gülen'de Papa ile görüşmesini CIA ajanı Abromovvitz'in ayarladığını belirtmişti. Gülen Papa'ya "en
aciz bir biçimde sizin misyonunuzu tamamlamaya geldik" demişti. Aynı Papa "dinlerarası diyaloga evet.
Ama tek kurtarıcı Đsa" şeklinde tavrını ortaya koymuştu.
Đngilizler de "okey" verdi
28 Eylül 1998 tarihinde 312-2'den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra, ABD'nin Đstanbul
Başkonsolosu Caroline Ha-
90

gins, Tayyip Erdoğan'ı Belediye makamında ziyaret edip, Washing-ton'dan aldığı talimat sonucunda, "Bu tür
gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır" açıklamasını yapıyordu...
Parti kurulması aşamasında ise; Amerikanın inayetine, Đngilizlerin de ökeyi ekleniyor ve Đngiltere'nin
Đstanbul Başkonsolosu Ro-ger Short'un "Bu parti bizi mutlu eder" şeklindeki sözlerinin ardından AKP kuruluş
aşamasını tamamlıyordu. AKP Đngiliz ve Amerikalıları memnun edecekti, etmesine ancak oy'u da bizim
insanımızdan alacaktı. AKP'yi bu sorunla başbaşa bırakalım ve geçelim görüşmeye...
Tayyip Erdoğan'ın medyadaki desteği olan Yeni Şafak Gazete-si'nin 8 Ağustos 2001 tarihli haberine göre,
Tayyip Erdoğan'ın Đs-tanbul-Üsküdar'daki bürosunda gerçekleşen ve bir saat süren görüşme sonunda
Erdoğan, "Kurulacak parti hakkında konuştuk ve görüşme son derece olumlu geçti" diyordu.
Đngiliz Konsolos ise kurulacak olan partiden duydukları memnuniyetlerini şu sözlerle dile getiriyordu:
"Bildiğiniz gibi biz çoğulcu demokrasiden yanayız. Bu parti de bu düşünceyi destekliyor. Böyle bir partinin
kurulması bizi muüu eder..."
AKP'nin kurulma aşamasında, Tayyip Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen "Yeni Şafak" gazetesinin 9.8.2001
tarihli "Đngiliz Başkonsolosu Erdoğan'ı ziyaret etti" başlıklı haberde AKP'nin kurulma amaçları ve bu partide
yer alan Đngiliz parmağı da net bir şekilde görülüyordu:
"Đngiltere Başkonsolosu Short, "Çoğulcu demokrasiden yanayız. Böyle bir parti kurulması bizi mutlu eder"
dedi. Đngiltere'nin Đstanbul Başkonsolosu Roger Short, parti kurma hazırlıklarını sürdüren eski Đstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret etti. Erdoğan'ın Üsküdar Emniyet
Mahallesi'ndeki bü-
91

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
rosunda gerçekleşen Short ile Erdoğan görüşmesi yaklaşık 45 dakika sürdü. Başkonsolos Short,
görüşmeden sonra bürodan ayrılışı sırasında basın mensuplarının soruları üzerine, Tayyip Erdoğan'ın planlan
ve yeni partiyle ilgili konuştuklarını söyledi."
Partinin kurulma haberi ve diğer gelişmeler için "Haftaya haber alırsınız" başlığı altında da şu bilgiler
aktarılıyordu:
"Short, "Tayyip Erdoğan'ın planları nedir?" şeklindeki soruyu, "Onun neye ilgi duyduğunu herkes biliyor.
Haftaya haberleri almış olacaksınız" diye cevapladı. Bu konudaki düşüncelerinin sorulması üzerine Short,
"Bildiğiniz gibi biz çoğulcu demokrasiden yanayız. Bu parti de bu düşünceyi destekliyor. Böyle bir partinin
kurulması bizi mutlu eder" şeklinde konuştu.
Roger Short, "Tayyip Erdoğan'ın misyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna ise şu karşılığı verdi: "Bu
parti çoğulcu demokrasiyi benimserse, yeni atılımlar yaparsa bizi mutlu eder. Çoğulcu demokrasinin
benimsenmesiyle, oy kullananlar isteklerini daha kolay ifade edecekler. Bu onları mutlu eder. Böylece
demokrasinin gelişmesi de bizi mutlu eder." "Fazilet Partisi'nin bu şekilde ayrışması konusunda ne
düşünüyorsunuz?" sorusu üzerine de Başkonsolos Short, "Bu, bizim cevap vereceğimiz bir konu değildir"
dedi. Recep Tayyip Erdoğan da, görüşmenin son derece olumlu geçtiğini ve kuracakları yeni parti hakkında
konuştuklarını söyledi."
Yahudi komitesinin davetlisi
Tayip Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen "Yeni Şafak" gazetesinin Yazı Đşleri Müdürlüğünü de yapan Nasuhi
Güngör "Yenilikçi Hareket" adlı kitabında "Yahudi Komitesinin davetlisi başlığı altında Erdoğan'ın kısa adı
JĐNSA olan Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü ile olan görüşmelerini aktarıyordu:
"Erdoğan 16 Temmuz 2000 tarihinde ABD'ye gitti. American
92

Jewish Comitte'nin davetlisi olarak orada bulunuyordu. Ayrıca burada JINSA (Yahudi Ulusal Güvenlik
Enstitüsü) yetkilileri ile de görüşmeler yaptı. Bu gezide kendisiyle beraber KĐPTAŞ eski Genel Müdürü
Erdoğan Bayraktar ve Münci Đnci de yer alıyordu..."
Tayyip Erdoğan, Çevik Bir ile birlikte ABD'de Jewish Commi-te'nin (Yahudi Komitesi) konuğu oluyordu.
Her taşın altından çıkan örgüt ADL
Kısa adıyla ADL olarak bilinen Anti Demafation League adlı kuruluş, Yahudilerin bütün dünyaca tanınmış en
etkin örgütü. ABD'de Kongre ve Beyaz Saray üzerinde de son derece etkili olan bu yapılanma, Yahudilerin
aleyhine olan tüm faaliyetlere karşı çıkmak için kurulan, finans ve medya dünyasında da büyük bir ağırlığı
olan bir örgüt.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül'ün aracılığı ile bu örgütün başı Abraham Foxman ile iki saati
aşan bir görüşme yapıyordu.
ADL daha önce de Gülen ile Papa arasındaki görüşmeyi de organize etmiş, Gülen de bu örgütün
başkanlarından Leon Levy ile birlikte fotoğraflar çektirmeyi ihmal etmemişti.
Fetullah Gülen, Papa ve Tayyip
1998 yılının Şubat ayının sevgililer gününe denk düşen günlerde Fetullah Gülen ile Papa II. Jean Paul
Vatikan'da buluştular. Bu buluşmayı ise CIA yandaşı örgütlerle beraber organize etti. Gülen'in basın
önündeki itirafından da anlaşılacağı üzere ABD Ankara eski Büyükelçisi Morton Abromowitz buluşmada
başrolü oynadı. Fetullah Gülen, 8 Şubat 1998 Pazar günü Vatikan'a hareketinden önce yaptığı açıklamada
şöyle diyordu:
93

MUSA'NIN ÇOCUKLARl____
"Birkaç ay önce Abramowitz cenaplarının yardımıyla bu buluşma gerçekleşti"
Gülen'i Papa ile buluşturan Abromou/itz, Erdoğan'a da tam destek veriyordu. Siyasette Erdoğan,
cemaatleşmede Gülen!...
ABD eski Savunma Bakan Yardımcısı ve Jak Kamhi'nin yakın arkadaşı Richard Perle, FBI ve MOSSAD'ın
paravan Yahudi örgütü Ayrımcılıkla Mücadele Birliği (Anti- Defamation league/ ADL) ve Moon Tarikatı, Papa
ile Gülen buluşmasını organize edenler arasındaydı.
Vatikan buluşmasının temelleri, Gülen'in saglık(l) kontrolü gerekçesiyle bulunduğu New York'ta atıldı. Bu
günlerde görüştüğü Amerikalılardan biri de, 1996 yılında CIA Başkanhgı'na aday gösterilen, Carnegie Vakfı
Başkanı Morton Abramowitz idi.
Morton Abramowitz ile görüşmesinin ortak dostları Kasım Gü-lek vasıtasıyla tanışmasından sonra
gerçekleştiğini açıklayan Gülen,
Abramou/itz ile:
"Toplum hadiselerinin sebepleri ve sonuçlan hakkında konuştuk. Daha sonra teşekkür mektubu yazdı"
diyordu. Gülen, Abramou/itz'e Ortadoğu ve Türkiye konusunda yazdığı kitap için yardım etme sözü verirken,
Amerika'daki Siyonist lobisinin en güçlü kolu ADL, Gülen'in bir kitabını Đngilizce olarak Amerika'da
yayınlama garantisi veriyordu.
Zamanın Đsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya yakınlığı ile tanınan ve Đstanbul'a gelerek Tayyip Erdoğan
ile yaklaşık iki saat görüşen ADL Başkanı Abraham H. Foxman, Zaman gazetesindeki açıklamasında kitap
olayım şöyle anlatıyor: "Kendisinden Đslam'da hoşgörüyü anlatan bir kitap yazmasını rica ettik."
Gülen'in, ABD yönetiminde ve BM'de etkiye sahip Papa'nın sag kolu Kardinal John O'Connor ile Eylül 97'de
New York'ta gerçekleşen görüşmesinde, Roma ziyaretinin tarihi kararlaştırıldı.
94

ADL'nin Türkiye'de MOSSAD'a yakın Yahudi çevrelerle yakın bağlantıları bulunuyor. ADL'nin ABD dışında,
Avrupa'da özellikle Fransa ve Đngiltere'de de bir çok faaliyetleri bulunmaktadır.
ADL'nin kuruluş yılı 1913. Kurulduğu günden itibaren, yine aynı dönemde kurulan Amerikan Đç Đstihbarat
Örgütü FBI ile yakın işbirliği içinde oldu. FBI; Edgar Hoover'in başkanlığı döneminde ADL'yi kanatları altına
aldı ve geliştirdi.
Klu Klux Klan örgütü ADL kanalıyla finanse edildi. Dernek gibi örgütlenen ve otuza yakın şubesi bulunan
ADL, görünüşte konferanslar düzenliyor, ödüller dağıtıyordu.
Ancak, ADL'nin gerçek kimliği 1992 yılında iki ajanının yakalanmasıyla belgelendi. Ajanlar, Tom Gerard ve
Roy Bullock'ın evlerinde çıkan bilgiler ve ifadeler ADL'nin kirli ilişkilerini gün yüzüne çıkardı. New York'lu
gazeteci, John Ross'un haberine göre; "ADL'nin MOSSAD, CIA, Güney Afrika ırkçı rejimi ve Đngiliz Đstihbarat
'yla bağlantıları ortaya serildi.''
Yakalanan kimi üyelerinin istihbarat faaliyetleri yaptıkları ortaya çıktı. ADL ajanları, muhalif örgütler ve
kişileri fişlediklerini itiraf ettiler. ADL ajanları bu faaliyetlerinde ilginç bir olayı da gerçekleştiriyorlar, FBI'nın
istihbarat kayıtlarından yararlanıyorlardı.
Abramoıvitz'in ve Jak Kamhi'nin yakın arkadaşı Perle bir Yahudi ve ADL yönetimiyle ilişki içinde. Uzun
seneler Pentagon'un Türkiye sorumluluğunu yürüten Perle, bir süre önce Irak'ı bölme planlarını Washington
Post'ta açıkça yazdı. Bosna'yla ilgili olarak ABD'de kurulan kriz merkezi ekibi içinde de yer alan Perle,
Türkiye Đran arasındaki savaş kışkırtıcılığında da başroldeydi. CIA ajanı Perle Türkiye'de Şişecam fabrikaları
yönetim kurullarında da görev aldı. Maaşını Türkiye Cumhuriyeti'nden çıkarttı.
Fetullah Gülen'in ve Tayyip Erdoğan'ın hamiliğine soyunan ADL, Moon tarikatı ile de çok yakın ilişki içinde.
VVashington'daki
95

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
iki büyük gazeteden biri olan Washington Times'in sahibi, Moon tarikatı ADL ve Moon tarikatı bu gazete
içinde birlikte çalışıyor. Gazete ClA'nın yayın organı olarak tanınıyor. 1981'de kurulan gazete Reagan ve
Bush'a olan yakınlığı ile biliniyor.
Moon Tarikatı, Kore'nin bölünmesinden hemen sonra kuruldu Kurucusu, ClA'nın yan kuruluşu gibi çalışan,
Kore istihbarat Teşkilatı Kore nüfusunun yüzde onunun Budizm'den Hıristiyanlığa Seçişini organize
edenlerden. Bu çalışmalar sonucu bugün Güney Kore nüfusunda Hıristiyanlar^ oranı yüzde 35'i buldu. Moon
tarikatı ClA'nın dünya çapında kullandığı etkili bir kamuflaj aracı. Đ980'li yıllarda tarikatın adı Irangate
skandalına kanşt,.
Moon tarikatının.bir süre önce ölen Türkiye temsilcisi Kasım Çülek, Fetullah Gülen'in sag koluydu.
ABD'de Gülen konferansı
ABD yıllarca el altından desteklediği Ankara DGM'de yargıların Gülen'e desteğinin tam olduğunu ispat için
başkenti Washing-ton'da Fetullah Gülen konferansı düzenliyordu. Konferansta konuşanların çoğunun CIA
görevlisi olarak tanınması ve bu isimlerin AKP'nin destekçileri olması da olayın ilginçliğini artırıyordu.
Aralarında Türkiye'de yakından tanınan Graham Fuller, Alan Makovsky, George Harris, Eşi AKP Genel
Başkan yardımcısı olan Dr Hakan Yavuz ve Bekim Akai gibi isimlerin de yer aldığı, "Islami Moderniteler:
Fetullah Gülen ve ÇaSdas Đslam" konulu konferans ABD'nin başkenti Washington'da bulunan Georgetown
Üniversitesinin ev sahipliğinde ve yine Washington'da bulunan Rumi Forum Dinler Arası Diyalog Vakfı'n.n
sponsorluğunda 26-27 Nisan 2001
tarihinde yapıldı.
Konferansın açılışını, "Georgetown Müslüman-Hıristiyan Anla-yış Merkezi" direktörü John Esposito yaparken
çeşitli ülkelerden
96 ' -

gelen ve bilim adamı olarak tanıtılan 15 konuşmacı, Fetullah Gülen konulu bildirilerini sundular. Fetullah
Gülen üzerine uluslar arası düzeyde gerçekleştirilen ilk toplantı olma özelliğini taşıyan konferansta açılış
konuşmasını yapan John Esposito, 20. Yüzyılın özellikle son yarısında Đslam Dünyasından "Modernite" ile
Đslam'ın bağdaşabileceğini belirten düşünürler çıktığını, ancak bunların düşüncelerini
kurumsallaştıramadıklarını anımsatarak,
"Gülen olgusu, Türkiye'deki Đslam karakterinin önde gelen heyecan verici bir örneğidir" dedi. Bu panelden bir
süre sonra da CIA'nın Ortadoğu ve Türkiye masası şefi Graham Fuller de-.
"Yenilikçi hareket, Türkiye'deki Đslamcıların önderleridir"
diyordu. Sağlık sorunlarını öne sürerek konferansa katılmayan Fetullah Gülen, konferansa gönderdiği
mektubunda, katılımcılara kendisine gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkürlerini iletiyordu.
Konferansa izleyici olarak katılanlar arasında tanıdık adlar da bulunuyordu. Bunların başında da Ortadoğu
Enstitüsü Başkam Roscoe Suddart, Washington Enstitüsü Türkiye Uzmanı emekli Diplomat George Harris de
yer alıyordu.
Đleriki günlerde sunulan bildirilerin bir kitapta toplanıp yayınlanacağı ve konuya ilişkin görüş bildiren
Amerikalı aydınların bu görüşlerine de kitapta yer verileceği açıklandı.
Konferansa konuşmacı olarak katılan öteki kişiler şunlardı-.
Doç. Dr. Yasin Aktay (Utah Üniversitesi-ABD), Prof. Dr. Osman Bakar (Pierre Mendes Üniversitesi-Fransa),
Mücahit Bilici (Utah Üniversitesi), Prof Dr. Thomas Michel (Dinler Arası Diyalog Başkanı Amerikalı Rahip,
Vatikan), Prof. Dr. John Ovoll (George-town Üniversitesi-ABD)...
ABD'de 2002 yılının en garip olaylarından biri de Gülen adına yapılan paneldi. Paneli organize edenlerin ve
konuşmacıların arasından bir isim özelikle dikkati çekiyordu. Graham Fuller!..
97

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Konferansın ikinci gününde yapılan panelde "Türkiye'de Đslam" konusu tartışıldı. Panelde "Kemalizm bitti...
Türkiye bir Kürt devletinin kurulmasını engellemeye çalışırsa, bunun Türkiye'ye pahalıya mal olacağını ve
Türkiye'nin önemli toprak kaybına uğrayacağını öne süren, CIA'nın Ortadoğu masası görevlisi ve ABD'nin
Đstanbul eski Başkonsolosu Graham Fuller (Rand). Fuller ABD'de Gülen'e sonsuz destek verirken Türkiye'de
de sözde Yenilikçi Hareket'i kanatlan altına alıyordu.
Tayyip-Fetullah buluşması
Gerek Tayyip'in gerekse Gülen'in arkasında bulunan Graham Fuller Morton Abramowitz, ADL, JINSA; CIA,
vs.ler; Ulus devleti parçalayıp, Kürdistan, Ermenistan, Pontus hayalleriyle yanan ve sözde şeriat devleti
kurmak için faaliyet gösteren Türk düşmanı güçler, bu ikiliyi bir araya getiriyor ve aynı idealde beraber
yürümeleri için zemin hazırlıyorlardı.
Tayyipçi Yeni Şafak gazetesinin haber müdürlüğü ve köşe yazarlığını, daha önce de Gülenci Zaman
gazetesinin muhabirliğini yapan Nasuhi Güngör, Tayyip-Fetullah buluşmasını "Yenilikçi Hareket" adlı
kitabında şöyle anlatıyordu:
"Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretlerinde pek çok teması oldu. Ama bunlar arasında birisinin gerçekten ayrı bir
önemi vardı.
Erdoğan, 2000 yılı Mayıs ayında ABD'ye yaptığı gezide, uzun süredir orada yaşayan Fetullah Gülen'le de bir
araya geldi. Erdo-gan-Gülen görüşmesi muhtevasından çok, uzun yıllardır birbirine bir hayli mesafeli olan iki
farklı ekolün bir araya gelmesi açısından hayli dikkat çekiciydi.
Görüşme daha çok Türkiye'deki siyasal gelişmeler üzerine sohbet şeklinde gelişti. Fetullah Gülen, 28 Şubat
sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendirerek, daha kucaklayıcı bir yeni siyaset anlayı-
98

sının zaruretini ifade etti. Gülen, Özal örneğini gündeme getirerek, Erdoğan'la uzun uzun sohbet etti.
Bu, Yenilikçi hareketle Gülen cemaati arasındaki ne ilk ne de son temas oldu. Siyasetteki tercihlerini,
çoğunlukla merkezdeki sag partiler üzerinde yapan Gülen hareketinin tartışmasız yeni gözdesi, Erdoğan'ın
başını çektiği yenilikçi hareketti..."
Korkut Abi
Korkut Özal, ABD ve Đsrail'e yakınlaşmanın ilk adımlarıydı. Korkut Özal'ın, yıllar önce katıldığı bir Star TV
Kırmızı Koltuk programında sarf ettiği; "Türkiye Đsrail'in liderliğinde oluşacak bir Orta Doğu ortak pazarına
girmelidir!" sözleri bir çok AKP'linin kıblesi oluyordu.
Erbakan'a ilk isyan bayrağını açan isim Korkut Özal'dı. Korkut Özal'ın AKP'deki konumunun "Büyük Abi"
olduğunu bilmeyen kalmadı. Korkut Özal AKP'ye bir çok isim kazandırdı. Bunlara örnek olarak bir iki isim
vermek gerekirse; Cüneyt Zapsu; ilginç ve esrarengiz danışman ve gölge kabine bakanı, Amerika'da
"Tayyip'i sü-pürmeyin, kullanın" diyen baş danışman... Korkut Özal'ın Demokrat Partisi'nde Başkan Vekili..
11 Mart 2007 tarihli Hürriyet Gazetesi'nden, Cüneyt Zap-su'nun Alman hükümeti tarafından Almanya'ya
üstün hizmet edenlere verilen "Federal Almanya Liyakat Nişanı"nı alacağını öğreniyorduk... Tayyip de,
Yahudi örgütleri JINSA, ADL, Jewiss Comi-te'den Yahudilere üstün hizmetlerde bulunanlara verilen
ödüllerden defalarca alıyordu.
Mücahit Arslan; Kürdistan sevdalısı ve AKP Diyarbakır Milletvekili M. Đhsan Arslan'ın oğlu, Ali Đhsan Arslan ya
da namı diğer Mücahit Arslan'ın, hükümet içinde "Olsun" dediği hiçbir şey geri Çevrilmiyor, Mücahid Arslan'a
ulaşanın önü açılıyordu. Tayyip ile Mücahid'i tanıştıran yine Korkut Özal'dı.
99

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ABD'de, Deccal'a karşı duran Mehdi, Başbakan'a banş ödülü verdi
"tepkimiz.net" adlı sitede Muammer Karabulut, ödül hakkında ilginç bilgiler veriyordu:
"Prof. Dr. Zeki Sarıtoprak 1999 yılında, Amerika'da, dinlerara-sı diyalog kurmak amacıyla, Washington'da
Mevlana Celaleddin Rumi'nin adından esinlenerek Rumi Forum adı ile bir grup oluşturdu... Sarıtoprak,
"Đslam ve dinlere göre Deccal, Nüzuk tsa meselesi" gibi kitapların yazarı... Sarıtoprak'ın üzerinde durduğu
Deccal, daha çok Đsa'nın muhaliflerine ve kıyamet günü ortaya çıkacak olan yalancı ve kötü kişilerin
cezalandırılması anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca o "yalancı ve kötü" kim ise Đsa (mehdi) gelecek ve onu
öldürecek!!! Türkiye'de çoğu tarikatların Deccal olarak tanımladıkları kişi ise Mustafa Kemal Atatürk'tür...
ABD'de var edilen Rumi Forum'un amacı da dinlerarası diyalog değil, dinlerarası sulandırma ve siyasettir.
Eğer böyle olmasa, Rumi Forum Washington'da yaptığı sema gösterisi davetiyelerine F. Gülen'in resmini
basmaz, o kişiyi de böylesi bir kurumun onursal başkanı yapmazlardı.
ABD'de yaşayan Türklerin, Türkiye'de saygı ile andıkları Mevlana ve ilgi ile izledikleri sema gösterisini, 13
Nisan 2004 tarihinde Washington'da yapılan gösterilerini izledikten sonra "...FetuUah Gülen ve Said-i Nursi
isimlerinin Mevlana ile bagdasürılmasına anlam veremediklerini..." söylemişlerdir. Yaşananlara tepki
göstermiş ve Mevlana düşüncesinin bir parçası olan sema gösterisinin siyasallaşmasını "çok büyük bir
yanlış" olarak tanımlamışlardır...
ABD'de Prof. Dr. Zeki Sarıtoprak tarafından kurulan Rumi Forum'un başkanlığı Dr. Hasan Ali Yurtsever
tarafından yürütülmektedir. Yurtsever de Washington Post'ta yayınlanan demecine göre Gülen'in, "Đslam'ın
bilim, demokrasi ve özgürlüklerle bağdaşan mo-
100

dcrn bir yorum" yaptığını söylemiştir. Anlaşılacağı üzere, Rumi Forum ABD'nin Protestan Kuran ve Đslam
üzerine ihtiyaçlarını karşılamak üzere şekillenmiştir. Bu nedenle de BM'ye bağlı eğitim, bilim ve kültür
örgütü olan UNESCO, Mevlana Celaleddin Rumi'nin 800. doğum yılı nedeni ile 2007 yılını Dünya Mevlana
Yılı ilan etmiştir... Bakalım, hoşgörü ve diyalog için ABD'li UNESCO, Dünya Mevlana yılı kapsamında,
Mevlana'nın çok sevildiği Đran ve Pakistan'da neler yapacak?
Diyeceksiniz ki, Mevlana ve sema gösterileri Türkiye'de sevilmiyor mu?
Öyle çok seviliyor ki, FGÖ'nün Mevlana'yı modern ihtiyaçlar için oluşturdukları Rumi Forum ile Dünya
Mevlana Yılı'nı dinlerara-sı sulandırma siyaseti için kullanacak. Türkiye de operasyonun merkezi olacaktır...
Onun için Rumi Forum, Türkler sözde Ermeni soykırımı yapmıştır tehdidi ile Ermenistan'ın kapı ve pencere
sorunlarını halletmek isteyen ABD Kongresi'nde, 13 Mart 2007 günü düzenlenen bir tören ile T.C. Başbakanı
Sayın Tayyip Erdoğan'a 2007 Rumi Barış ve Diyalog ödülü verdi. Ödül, "Türk Başbakanı adına" Washington
Kardinali Theodore McCarrick tarafından AKP milletvekili Egemen Bağış'a takdim edildi.
- Kim tarafından?
- Washington Kardinali Theodore McCarrick!!!
Haberde kullanıldığı gibi Başbakan'ın barış ödülünü, Kardinal Theodore Mc Carrick elinden alan "TBMM"
milletvekili Bağış, "Bu ödülü, patronum ve Türk ulusunun lideri adına almak bir şereftir. Medeniyetler ittifakı
bir Rumi medeniyetidir" demiştir... (Kasım Cin-demir, Hürriyet Gazetesi / Washington, 14 Mart 2007) T.C.
Başbakanı, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin altını oymak isteyen bir düşünceden böylesi uyduruk bir ödül almaz.
T.C. Başbakanı beni de temsil ediyor.
101

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Hatırlatmak isterim, Hz. Mevlana'nın 21. kuşaktan torunu olan rahmetli Dr. Celaleddin Çelebi sag olsa idi
yüzünüze tükürürdü... Çelebi 1994 yılında, Antalya'ya davetlimiz olarak geldiğinde ABD'den yeni gelmişti.
Çelebi, ABD'de otuzun üzerinde ve ayrı eyaletlerde gördüğü Mevlana sevgisi ve sema gösterilerine karşı olan
ilgiyi anlatmıştı. O ilginin yalnızca insani ve kültürel boyutu vardı. Bugün ise o ilgiye, ABD'li F. Gülen ile Kürt
Said'li Nurculuk yamanmaya çalışılmaktadır. ABD'de yaşayan Türk vatandaşlarının ilgi ile izledikleri sema
törenleri sonrası "çok büyük bir yanlış" şeklindeki tepkileri, umarım daha iyi anlaşılmıştır...
ABD'de, Türk Başbakan'ın aldığı ödül'e dönecek olursak, ABD'de Deccal'e karşı duran sözde Mehdi yanlıları
barış ödülünü T.C. Başbakanına değil, yalnızca O'nun patronu olan Recep Tay-yip Erdoğan'a vermiştir..."
Mason rehberler
Akif Beki'nin kitabında Erdoğan hareketinin Mason Cemalet-tin Efgani'nin ideallerini paylaştığı bölümleri
sayfa 82'de ibretle okuyorduk:
"...Osmanlıcılık çökünce, arka arkaya Đslamcılık ve sonra da Türkçülük ideolojilerini ortaya süren ismin aynı
olmasıydı: Cema-leddin Efgani. Afganlı mı, Đranlı mı, yoksa Azeri Türkü mü olduğu bile bilinmeyen bu Đslamcı
aksiyon adamının bir ütopyası vardı: Đslam Cumhuriyetleri Birliği. Bu amaca ulaşmak için, hem ümmetçi
hem milliyetçi fikirleri Đslam dünyasında yaymaya çalıştı.
Đslamcılık kadar Türkçülük ve Arapçılık akımlarının da fikir babalığını yaptı. Ünlü fikir adamı Cemil Meriç,
"Ümrandan Uygarlığa" adlı eserinde Efgani efsanesini böyle anlatıyor. Mısır'da Mu-hammed Abduh,
Suriye'de Reşit Rıza, Türkiye'de Mehmet Akif Er-soy, Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Bey başta olmak üzere
Đslam
102

coğrafyasında birçok önemli entellektüel, üstadın milliyetçi-ümmetçi fikirlerinden etkilendi. Said Nursi bile,
Efgani'nin Đslam Cumhuriyetleri Birliği projesini benimseyebildi.
Hem ümmetçi hem milliyetçi oluşu önce çelişki gibi gözükse de Efgani'nin yapmak istediği şuydu: Önce
Đslam milletleri ulus-devlet-ler olarak kalkınacak (milliyetçi akımlar sayesinde), sonra da birlik
oluşturacaklardı. Ama bunun için "ümmetçi" siyasi ideallerden kop-mamak gerekiyordu. Gelinen nokta,
ütopyanın unutulduğunu gösteriyor.
Tayyip Erdoğan ve Ak Parti hareketi bunun açık göstergesi. Siyasi Đslamcılık, "muhafazakâr demokrat" bir
harekete dönüştürüldü. Đnançlarına aykırı buldukları için başından beri karşı çıkan büyük bir dindar kitle,
Tayyip Erdoğan liderliğinde, cumhuriyetin modernleşme projesiyle ve onun savunucusu kurulu devlet
düzeniyle barıştı..."
Mason AKP ilişkisi hiçbir zaman eksik olmadı
AKP'lilerle masonların ilişkisi hiçbir zaman eksik olmadı. Ta kuruluşundan, hatta tohumlarının atıldığı
günlerden bu güne kadar... Beşiktaş Đmar Güzelleştirme Sosyal Yardım Vakfı'nın kurucularına baktığımızda
bu ilişkinin boyutlarını bir kere daha görüyorduk. Bu Vakfın önde gelen isimlerinden Üzeyir Garih ve Đshak
Ala-ton üst düzey mason üstatlanydılar. Vakıftaki masonlar sadece ikisi mi? Tabi ki, hayır! Şimdilik bu ikisini
açıklamak sanırım yeter de artar bile...l986 yılında kurulan bu vakıfta oldukça ilginç isimler yer alıyordu.
Aydın Doğan, Tayyip dâhil bir çok AKP'linin abisi Korkut Özal'ın hemen hemen her şirketindeki ortağı Talat
Đçöz, AKP'li Bakan Ali Coşkun, dikerlerin ve bir çok AKP'li ile şirket ortağı Eymen Topbaş... Vakfın tüm
kurucuları şu şekilde sıralanıyordu:
Mehmet Alacacı, Mümtaz Kola, Turgut Işık, Đlyas Özgüer, Sıtkı
103

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
Çiftçi, Yılmaz Sanlı, Adil Karaağaçlı, Đbrahim Polat, Kemal Dede-man, Mehmet Huntürk, Hüseyin Kocabıyık,
Hüseyin Anlar, Cengiz Aslan, Çetin Biraniç, Tekin Günver, Fikri Akşit, Talat tçöz, H. Bayram Güneş, Đbrahim
Yalçın, M. Salih Tatlıcı, Hasan Çolakoglu, Faruk Ebubekir, Đbrahim Bodur, Gündüz Sevilgen, Nurullah Gezgin,
Ahmet Ekmekçioglu, Abdulkadir Çavuşoglu, Engin Pak, Ahmet Yi-gitbaş, Haydar Akın, Hulisi Çetinoglu, Aydın
Doğan, Ali Tanrıyar, Mükerrer Taşçıoğlu, Eymen Topbaş, Ali Coşkun, Orhan Demirtaş, Ahmet Güler, Ali Orhan
Đnan, Üzeyir Garih, Đshak Alaton, Yalçın Sürmeli...
Vakıf üyelerinin bazıları Beşiktaş'ı güzelleştirmeyi, Serencebey yokuşunda bir araya gelerek
gerçekleştireceklerini zannediyorlardı. Tıpkı Tayyip Erdogan-Aydın Doğan yakınlaşmasının Almanya'da tesis
edildiğini zannettikleri gibi.
Atatürk'ten intikam alacağız diyen masonlar
1993 yılında Yahudi Mason Jak Kamhi'nin oğlu Mason Jefi Kamhi ile Kürtçe egitim(!) yapacak diye bazı
derslikler açan Mehmet Nazif Ülgen "Ufuktaki Cumhuriyet" adlı kitabı kaleme alıyorlardı. 2000'li yıllarda
Türkiye'yi yönetecek yenilikçiler derlerken adeta Tayyip ve arkadaşlarını işaret ediyor gibiydiler. Baştan sona
hezeyanlarla dolu olan kitabın onuncu sayfasında şöyle deniyordu:
"Cumhuriyet, egemenliği halka vermedi. Osmanlıdan hanedanlığı alıp asker ve sivil bürokrasiye verdi..."
On birinci sayfada; "...Đkinci Cumhuriyet olarak savunulan sistem için zannediyor ki, birileri topla tüfekle
gelecek ihtilal yaparak Cumhuriyet'i yeniden kuracak, hiç kimsenin radikal çerçevede gelip Đkinci
Cumhuriyet'i kurmaya niyeti yok. Niyeti olanlar da muvaffak olamazlar.
Diyoruz ki, Birinci Cumhuriyet'i askerler kurdu. Osmanlı hane-
104

danının devamı olan bu Cumhuriyet'i paşalar kurdu. Buna bağlı olarak, askerin ülke yönetimine hâkim
olması, MGK'nın hükümetin üstünde olması, bugünkü Cumhuriyet anlayışıyla bağdaşmaz. Bu Cumhuriyet
anlayışı 70 yıl öncesinin anlayışıydı."
"Tasarladığımız bu Cumhuriyet'e 2000'li yılların Cumhuriyet'i de diyebiliriz. Ne dersek diyelim bir farklı
addan söz etmek lazım..."
Kitabın on yedinci sayfasında, "Gerçek halk idaresi neden oluşmamıştır. Çünkü birinci Cumhuriyet'i kuran
güçler, gücünü çekip, Cumhuriyet'i halka devretmek istememiştir" deniyordu.
Yirminci sayfada mevcut siyasi partilerin birinci Cumhuriyetin ürünleri, yapısını; devletçi, merkeziyetçi ve
asker kökenlilerin oluşturduğu, bu partilerin Cumhuriyeti yeni ufuklara taşımasının imkânsız olduğu
vurgulanıyor ve şöyle deniyordu:
"Birinci Cumhuriyetin yarattığı liderlerin ve siyasi partilerin tamamı bu yapıdadır. Bu kadrolarla Ufuktaki
Cumhuriyet'ten söz edilemez...
Ufuktaki Cumhuriyet'i kurabilmek için öncelikle siyasi kadroların gençleşmesi lazım. Siyasi kadroların dünya
gerçeklerini bilen, eğitilmiş genç beyinlere bırakılması lazım.
Siyasi kadrolarda bu kabuk değişimi olmamışsa korkarım Ufuktaki Cumhuriyet de gündeme gelmez...
...Ufuktaki Cumhuriyet tartışmalarına başlamadan ve fiiliyata geçmeden bu felsefeyi sırtlayacak bir siyasi
oluşumun dogması bir zorunluluktur. Ya da mevcut siyasi partilerin yeniden yapılanması bir zorunluluktur.
Devrimler bir anda olmaz. Devrimler uzun yıllar kapalı kapılar adında kahve köşelerinde, aile toplantılarında
konuşulur. Birileri Çıkar bir kibrit çakar, cayır cayır yanmaya başlar..."
Ufuktaki Cumhuriyetlerinin öncelikli olarak paranın arkasındaki sıfırları silmesinin gerektiğini belirtirlerken,
eğitimde özelleştirme-
105

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
nin iyice yaygınlaştırılması, hatta devletin eğitimden elini çekmesi şu sözlerle vurgu yapılanarak isteniyordu:
"70 yıl öncesinin şartlarına göre düzenlenen eğitimin dikilen elbisesi dar geliyorsa, teyeller atmışsa,
değiştirmek lazım. Sırf Atatürk bu elbiseyi dikti diye değiştirmemek Atatürk'ün devrimlerine ters düşer."
Đsrail istihbarat örgütü Mossad'la yakın ilişkide olan Kamhi'le-rin desteklediği ve yazımına ortak olduğu
kitabın yetmiş beşinci sayfasında Türklük düşmanlığı şu sözlerle yer alıyordu:
"Diğer taraftan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin milli hudutları içinde o kadar çok ırk yaşamış ki, bugün bu
topraklarda yaşayan insanların Türklükleri bile tartışılır...."
Türkçe konuşmayan insanların zindanlarda çürütüldüğü gibi yalan ve iftiralarla dolu kitapta "Osmanlıdan
kalan Rumlara, Ermenilere ve Yahudilere T.C hudutları içinde kültürel serbestiyetler verilmesine karşın
Kürtlere verilmemesi bugün ortaya çıkan terörün esas kaynağıdır" deniyordu.
"Herkes çalışıp sağlığını kurtaracak" diyerek devletin sağlıktan elini çekmesini isteyen Yahudi ve kardeşleri,
Kürtler söz konusu olduğunda çark ediyor ve şöyle yazıyorlardı:
"Bölgede Kürtçe konuşmak serbest olmalı. Đsteyenler Kürtçe tedrisat yapan okullar açabilmeli. Ermeni ve
Yahudilere tanınan haklar Kürtlere de tanınmalı, her köşeye yetişecek ve hizmet verecek eğitim kurumları
açılmalı, halkın sa§hk ve eğitim sorunları halledilmeli..."
Ordu Savunma Bakanlığı'mn emrine
Mason Kamhi'lerin desteklediği kitabın 85. sayfasında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Savunma Bakanlığı'na
bağlanmasını isteyerek şunları vurguluyorlardi:
106

"Gelişmiş ülkelerin ordularına bakıyoruz. Genelkurmay Başkanları, Milli Savunma Bakanlığı emrindedir.
Oysa Türkiye'deki Milli Savunma Bakanhgı'nm fonksiyon ve görevi ordu için iaşe ve ibade yapan bir sayman
niteliğindedir...."
Kitaba destek veren diğer isimleri 3. sayfada şu sözleri ile okuyorduk:
"Mehmet Aharı (Gazeteci-Yazar): 'Çok mükemmel bir çalışma. Đkinci Cumhuriyet çok sistematik bir şekilde
anlatılmış.' derken, Đşadamı sıfatıyla Bedii Okyay: "Görüşlerinin %95'ine katılıyorum. Ülke sorunlarını çok
güzel deşmiş ve çözüm önerileri getirmişsiniz." şeklindeki sözleriyle memnuniyetini dile getiriyordu. Yazar,
Cemal Şener ise; "Başından sonuna kadar çok büyük zevk alarak okudum. Ortaya koyduğunuz görüşlerinizin
tamamına katılıyorum..." diyordu.
Kitaba destek veren diğer isimler ise şöyle aktarılıyordu: Gökhan Serter, Şerif Kaynar, Murat Bekdik, Avni
Demirci, Yılmaz Men, Tarık Ustaoğlu, Gültekin Okan Salgar, Hüseyin Papila, Hadi Türkmen, Zafer Çevik,
Ahmet Hamamcıoğlu, Ahmet Çalık...
Genelkurmay Savunma Bakanlığı'na
TÜSĐAD Şubat 2007'de yayınlanan raporunda Genelkurmayın Savunma Bakanlığına bağlanmasını istiyordu.
Kamhi'lerin desteklediği kitabın 100. sayfasında, Genelkurmay Başkanlığı'nın Savunma Bakanlığı'na
bağlanacağı anlatılıyordu. MGK'nın ve DGM'lerin kaldırılacağı, paranın arkasındaki sıfırların atılacağı, Aydın
din adamlarınca Đslam dininin reformlara tabi tutulacağının, Kürtlerin kültürel haklarının verileceğinin, kendi
dillerinde okul açma, radyo, TV kurma haklarının sağlanacağını da vurgulanıyordu. "Ordu hiçbir şekilde
içeride polisiye tedbirler içinde kullanılamayacak" deniyor ve ilave ediliyordu; "Askerlik profesyonelle-Şecek
ve paralı hale getirilecek"
107

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Bunları kim yapacak?... Tabii ki Yahudi desteği ile yazılan kitapta bu da düşünülmüş, zaten kitabı
okuduğunuzda bahsedilen ve "Yenilikçi" diye tanımlanan kişilerin kimliğini hemen tanıyorsunuz. Kırk
dokuzuncu sayfada bu kişilerle ilgili bilgi verilmeye devam ediliyordu:
"Yeni Türkiye"yi yaratan 2000'li yılların Türkiye'sinde söz sahibi olacak genç nesil 70 yıl öncesinin nesli
değildir. Üretime katkı yapan üretken ruh, devletin kapısında iş beklemeyen bu genç potansiyel, ufuktaki
Cumhuriyetin temellerini atacak kesimdir. Bu kesim çalıştığı işyerini kutsal sayan kesimdir...."
Bu kitabın ardından bugün Tayyip'in kurmay kadrosunda yer alan isimlerce "Yeni Türkiye'' adlı bir kitap
türünde dergi çıkarılıyordu. Yeni Türkiye'yi kurmak için bu kitapta Demirel'den Tayyip Erdoğan'a, Rahmi
Koç'tan Sakıp Sabancı'ya, Haşim Kılıç'tan Yekta Güngör Özden'e, Đlber Ortaylı'dan Mahir Kaynak'a,
Abdurrah-man Dilipak'tan Şakir Süter'e, Toktamış Ateş'ten Doğu Perinçek'e, Ömer Dinçer'den Osman
Altug'a, Şükrü Karatepe'den Sönmez Koksal'a kadar bir çok isim yer alıyor; ancak ipi Tayyip Erdoğan ve
kurmayları gögüslüyordu.
Sahte Atatürkçülerin tiyatro sahnesi haline gelen ülkemizde, gerçek Atatürkçülerin sesleri çıkmıyor.
Yıllardan beri ne kadar çapsız, milli ruhtan yoksun kişi varsa birçoğunun maskesi olan Atatürkçülük bugün
masonların elinde oyuncak durumuna düşüyordu.
Yahudi destekli Masonlar, "Atatürk'ün fikirlerini biz yaşatacağız" diyorlardı demesine de, fikirlerini
yaşatmayı bir yana bırakın 29 Ekimlerde localarında kurdukları sarhoş masalarında Cumhuriyetin
kazanıldığını iddia ediyorlar, Atatürk ve silah arkadaşlarını içW masasında gösteriyorlar, Cumhuriyetin içki
masalarında kazanıldığını iddia ediyorlardı.
18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı "Bu
108

kadar demokrasi fazla" başlıklı yazısında, bir internet sitesinde yer alan ve Başbakan Erdoğan'a sorular
başlığı ile yazılan yazılara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağmen cevap
verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve
Erdoğan'ın AKP Genel Đdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazı özetle şöyleydi:
"Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu
da masonların kontrolünde. Tüm paşalar mason ya da masonların kontrolünde. Đsrail'le stratejik işbirliği
yapıldığı için paşalan Đsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason localarının kapatılmasının
hesabını Kemalizm'i, Atatürkçülüğü, Atatürk'ü Türkiye'den silerek intikamla-nnı Atatürk'ten alacaklar. Đshak
Alaton bana bu konuda teminat verdi."
Yazar Tayyip; Bal tutan parmağını yalar
Kadrolarının büyük çoğunluğunu Tayyip'in şu andaki kurmaylarının oluşturduğu ve Yekta Güngör Özden'in
de yazdığı "Yeni Türkiye Dergisi" Mart-Nisan 1997'de çıkan 14. Özel sayısında Recep Tayyip Erdoğan'ın şu
görüşlerine yer veriyordu:
"Bal tutan parmağını yalar" özdeyişi başka hiçbir söze yer bırakmadan siyasetin yozlaşmasının yanı sıra
siyasi gücü elde edenlerin, bu konuşmalarına paralel bir kişisel çıkarı edinmekten geri durmayacaklarını,
hatta mevki-makam sahiplerinin kendi keselerini "oldurmak, yakınlarına kaynak aktarmak gibi
davranışlarının adeta oii" doğa yazısı gibi tekrar ettiğini ortaya koymaktadır.
"Devlet ricali hesap vermez, hesap alır... Devletin bendesi ola-ra* halk, devletin demir elinde her türlü eğilip
bükülmeyi, her renk e Şekli almayı hak etmiş bir yığındır. Devletin kendi iktidar hiyerarşi içinde en üstteki,
bir altında yer alan kişiye bu üstünlüğün ona
109

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
sunduğu kadar bir baskıyı tatbik etme hakkına sahiptir, v.s. Dolayısıyla en tepede oturanın karşısında
herkes bir kul durumundadır. Tarihimiz bu tür uygulamalarla ve hatta bir çift sözde idam edilmiş vezirlerin
hikâyeleri ile doludur. Cumhuriyet döneminde de aynı mantalitenin devam ettiğini gösteren çok sayıda
uygulamaya rastlanmıştır. Tek parti döneminde bir kişinin elinde toplanan kayıtsız ve denetimsiz güç, sanki
demokrasiye geçilince parti başkanlarının eline geçmiştir.*'
Türkiye, sahip olduğu bütün toplumsal, siyasal nitelikleriyle kapalı toplum özelliklerini göstermektedir.
Milletimiz, Türkiye'nin açık topluma geçmesinden yana tavır koyarken, devlet ve siyaset ricali, milletimizi
kendi iradesine sahip çıkamaz bir zavallı durumunda görüp, ülkemizi kapalı bir toplum halinde tutmanın
derdine düşmüştür... Türkiye haklar ve özgürlükler ekseninde özgür bireyin ve eleştirel aklın gelişeceği bir
hayatı kendi selameti bakımından inşa etmelidir..."
Başkanlık sistemi
Her yerde olduğu gibi tarikatların fikri yapısını Đngiltere oluştururken, eylem sahasında Amerika yerini
alıyordu. Dinli dinsiz tüm tarikatlar aynı kaynaktan yönlendiriliyordu. Nurcular, Nakşibendî-ler, Süleymancı
ve diğerleri bu sistemde kukla iken, kuklacıyı da masonlar oynuyordu. Masonların ipini tuttuğu tarikatlar
insanlarımızı iliği kemiğine kadar somurturken, masonlar ipleri tutmanın avantajı ile bu ortamda aslan
payını kapıyordu. Masonları idare edenler ise Bilderberg, CFR daha açık bir deyişle beynelmilel Yahudi idi.
Son senelerde ülkemizde Demirci'den başlayarak bir çok kesimin hayallerini süsleyen ideallerden biri de
başkanlık sistemiydi.
Yine 1993 yılında "Đkinci Cumhuriyet" adlı bir kitap yayınlanı-
110

yor, bu kitapta kendisine sorulan " Bu değişim süreci içinde eğer ülkede yaşayan bazı grup insanlar Milli
Yapı içersinde kalmak istemezlerse ne olacak?" şeklindeki soruya, "Onun kararını yine halk verecek"
şeklinde cevaplıyordu.
Erdoğan, "Kürtlerin; biz ayrı yaşamak istiyoruz" şeklindeki istekleri olursa şeklindeki soruya da "bu durumda
belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir" diyordu.
Tabii ki sorular bitmiyordu: "Bağımsızlık isterlerse tamamen ayrılmak isterlerse.." Tayyip'in cevabı girdiği
rotayı gösteriyordu;
"Ona orada sınır tayin edemem. Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum."
Bu açıklamaların ardından önce, "Türkiye'de yirmi yedi etnik gurup var" diyor, ardından etnik gurup sayısını
otuzlara, kırklara kadar çıkartıyordu.
Böylece, Özal'ın 1993 yılında ölümünün ardından eyaletçi, fe-derasyoncu, başkanlık sistemli söylemler
sahibini bulmaya başlıyordu.
Kemalizmi terk et, Fetullahçı ol
Tayyip'in destekçilerinden CIA eski Ortadoğu masası şefi Gra-ham Fuller, Kemalizm'in terk edilip Fetullahçı
olunmasını aşağıdaki sözleriyle ögütlüyordu:
"Zorunlu batılılaşma Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı. Kendi Osmanlı tarihini, Đslam geleneklerini
sevenler vardı. Batılılaşma, Đslamiyet'i aşağılayan bir hale dönüşünce bu bir hoşnutsuzluğa y°l açtı.
Kemalizm'in sonuna geldiğini ve belki de sonuna gelmesi-n'n iyi olduğunu söyledim. Halkın büyük bir
parçası Đslam için daha "Urmet görmeyi, Osmanlı tarihi ile övünme istedi.
Dünyada hiçbir lider ne George Washington, ne Nehru, ne Le-ln, ne Gandi sonsuza kadar yaşayabilecek bir
ürün vermedi. Oysa
111

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
Đncil ve Kur'an veriyor. Liderler ölüyor. Önce bedenleri, zaman içinde düşünceleri siliniyor. Oysa Kur'an ve
Đncil yaşıyor. Đşte Mustafa Kemal'in başına gelen de her tarih yazmış liderin başına gelenden farklı
değildir..."
Fuller şu anda koruma altına aldıkları ve adına konferanslar düzenledikleri, Rabbin Aciz Kulu, Papalık
misyonunun hizmetkârı Fetullah Gülen'i yere göğe sığdıramıyordu:
"Batı, Fetullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet toplumunda
Đslam'ın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor..."
ABD Başkanı Bili Clinton Monika'dan ayrı kaldığında ne söylediğini bilemiyor, Patriği ekümenik ilan ederken
Đslam'a, Türkiye'den bir halife istiyordu.
ClA'nın uzun yıllar Türkiye masası şefliği yapan bir diğer isim olan Paul Henze, 15 Haziran 1994 yılında
Aktüel dergisine verdiği mülakatta "Türkiye'yi federalizm büyütecek" diyordu.
Esquire dergisinde yer alan "Yakındoğu federasyonu" görüşü altında Mason yazarların fikirlerinden alıntı
yapılarak özetle şöyle deniyordu: Bundan yaklaşık iki yıl kadar önce Türkiye'nin Kafkas-ya'daki Türk
Cumhuriyetleri ile ilişkisinin yoğunlaşması, Balkanlardan Kuzey Afrika'ya kadar uzanan bölgeyi yeniden
etkiyebilir hale gelmesi ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın geniş vizyonu elitleri kışkırttı. Türk aydınları ilk kez
kendi ütopyalarını yaratıyorlardı. Đşte Mehmet Altan'm isim babalığını yaptığı, nihayetinde Tarhan Erdem
gibi CHP'lilerin hem fikir olduğu Đkinci Cumhuriyet tezi bu ortamda doğdu.
Aynı dönemde yalnızca Osmanlı Coğrafyası'nı değil, Osmanlı kültürünü de keşfeden, "halka tepeden
bakmayan" elitler, "Beyaz Türkler" arasındaki halk ajanları Neo Osmanlılık fikrini, ütopyası^1 dile getirmeye
başladılar.
112

Özal öldü. Gündem değişti. Hayallerimizi de unutmaya başlamıştık. Đşte tam bu sırada Đstanbul Dergisi'nde
tarihçi Mete Tuncay başkenti Đstanbul olan bir Yakındoğu federasyonundan söz etti. Ardından Cengiz
Çandar, Sabah gazetesindeki köşesinde federasyon tartışmasının altını çizdi. Esquire, bu son entelektüel
ütopya etrafındaki tartışmaların önce Türk aydınının sonra da Türk halkının zihniyet kalıplarını kıracağına ve
vizyonunu genişleteceğine inanıyor.
Mete Tuncay'la söyleşimizde Yakındoğu Federasyonu'nun ütopyasını sorguladık. Cengiz Çandar ise,
Türkiye'nin geleceğinin Đstanbul'a endeksli olduğunu açıklamıştı yazısında. Tuncay'ın ütopyasını daha ileriye
taşıdı. Đkinci Cumhuriyet ile Neo-Osmanlılık fikirlerinin buluşma mekânının Đstanbul olacağını ileri sürüp,
federasyonun şartlarını anlattı."
Yakındoğu Federasyonu, Osmanlı Eyaletler sistemi son Türk Devleti'nin parçalanma senaryolarının değişik
versiyonlarıydı. Sözde şeriatçılar da bu yolda başkenti Đstanbul olarak istiyorlar, ABD'li-ler de, Yahudi
kontrolündeki masonlar da...
Eyaletçilere son günlerde Kenan Evren de katıldı. Evren, Eyalet sistemini isterken ülkeyi de 8 parçaya
ayırıyordu. Aynı gün Rice de Amerika'da Irak'ın kuzeyi için "Kürdistan" tanımlamasında bulunuyordu.
Ve Evren'e en büyük destek terörist başından geliyor, Apo'nun övgülerine mahzar oluyordu.
Tayyip 14 Ocak 2000 tarihinde Avusturalya'da mülakat yaptığı bir radyo'da, 30 binden fazla insanımızın
katili kuduz bir it'e iki defe "sayın" diyor ve ekliyordu, "Sayın Öcalan aldığı kellelerin bedelini ödüyor" Tayyip,
şehitlerimiz için "kelle" demekten bile çekinmiyordu.
Ve Tayyip'e Cumhurbaşkanlığı yolunda en büyük destek Kenan Evren'den geliyordu. Evren, "Tayyip'in
Cumhurbaşkanı olma-Slr" istiyorum" diyordu.
113

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Kıyamet saati değil seçim vakti
Erdoğan'ın Baş danışmanı ve Basın sözcüsü Akif Beki, Erdoğan'ın "kurtarıcı" olduğunu da anlatıyordu:
"...Đslam cumhuriyetleri birliği, aslında yalnızca Osmanlı-sonra-sı ortaya çıkan bir Đslamcı ideal değildi, aynı
zamanda Müslüman cemaatlerin ahir zaman (tarihin sonu) umutlarını temsil ediyordu. Đmparatorluk
yıkılmış, din ve ibadet hürriyeti baskı altına alınmıştı. Dünya kötü bir yer olmaya, kıyamet alametleri ortaya
çıkmaya başlamıştı.
Birçokları için artık kıyamet saati yaklaşmış, insanlığın son günleri gelmişti. Hz. Muhammed'in hadislerinde
haber verilen "mehdi" gelecek, din düşmanı "Deccal" e karşı savaşacak ve bu savaşta Đsa Mesih
önderliğindeki Hıristiyanlar da ona katılacaktı. Mehdinin zaferinden sonra yeryüzünde kıyamet öncesi ikinci
bir saadet çağı yaşanacak, ilahi toplum/Đslam ümmeti yeniden dünyaya hâkim olacaktı.
Bu "kurtarıcı" beklentisi, özellikle baskı ve zulüm dönemlerinde güçlenen (ve bin yıl sonlarında alevlenen)
milenarist akımların standart sloganlarından biri. Her üç Đbrahimi dinde de (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Đslam)
büyük özellikler gösteren bir inanış bu.
Hadis külliyatında geniş yer tutan "Mehdi", "Deccal" ve ahir zaman haberleri, sembolik anlatıma sahip olsa
da, küçümsenmeyecek bir kitle yakın zamanlara kadar onları bire bir okudu. Bu yüzden iki buçuk minare
boyunda ve alnında kefere yazan bir Deccal bekledi, sahte cennetler sunacak biri. Ve ona karşı gelecek
mehdinin söylendiği gibi Şam'dan çıkıp geleceği sanıldı.
Bu çalışma boyunca anlatılan mantalite evrimi ve eldeki veriler artık çoğunluk için "kurtarıcı" haberlerinin
bire bir anlamından soyutlandığını gösteriyor.
Göklerden beklenen "kurtarıcı", insanların arasında zuhur etti.
114

Göksel değil dünyevi bir kurtarıcı, bir siyasi lider olarak. Mucizelerle gönderilen göksel bir varlık yerine
oylarla sandıktan çıkarılan bir kurtarıcı. Büyük bir kitlenin son umudu. Seçilmiş biri ama seçmenleri
tarafından..."
"Beni Tanrı yargılayacak. Tanrı bana; "George git ve Irak'taki diktatörlüğü devir" dedi. Ben de bu buyruğu
yerine getirdim. Bu bana Tanrı'nın verdiği bir misyon" diyordu. George W Bush'un bu hezeyanları karşısında
tepkimiz, "Manyak" olurken, Tayyip ve sözcüsünün "Musa, Mehdi ve Allah'ın isimlerini" kendilerine
yakıştırmalarına söylenecek söz herhalde bulunamıyordu.
Tayyip Erdoğan, George W Bush'un Irak halkına ve oradaki soydaşlarımıza karşı katliamlar yaptırırken,
kendisine "Alçak" demesi gerekirken; "Kahraman evlatlarınızın ana vatana en az kayıpla dönmesi için dua
ediyorum" diyordu. Tayyip bu kadarla da kalmıyor; 17 Eylül 2001 tarihli AKP Gurup toplantısında "Tann,
ABD Başkanı'nı Đsa Mesih'in yolundan ayırmasın" şeklinde konuşuyordu.
Tayyip Erdoğan, Amerikan askerleri Süleymaniye'de bizim özel birliklerin kafalarına çuval geçirip esir
aldıklarında nota vermesi istendiğinde; "Ne notası müzik notası mı?" diye dalga geçiyordu.
Tayyip'in takiyyesi
Ege Cansen, 13.10. 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde "Erdoğan'ın Takiyyesi" başlığı altında, değişimin
aslında bir takiyye olduğunu anlatıyor, Erdoğan'ın Đslamcılığının bir "takiyye" olduğunu sorguluyordu:
"Bundan yaklaşık beş yıl önce bu köşede yayımlanan "Demokrasiyi, Müslümanlar; Đslam'ı laikler
kurtaracak" yazımı, geçen Cumartesi tekrar yayınladım. Bunun sebebi, Türkiye'de demokrasinin, hem geniş
halk kitleleri tarafından daha fazla benimsenmesinde,
115

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ama daha çok önemlisi, cumhuriyetçi laikler tarafından iyice haz-medilmesinde "Müslümanların önemli rol
oynamış olmalarıdır. Bu süreçte, Başbakan Erdoğan'ın geçirdiği değişim çok önemlidir. Onun önderliği
olmasaydı, ne bugünkü Ak Parti olurdu, ne de AB'ye uzun yürüyüşte bu kadar mesafe ahnabilirdi...
Erdoğan'ın davranışı, Đslami bir sözcük olan ve "Yaşamsal bir tehlike karşısında dinini-mezhebini gizlemende
günah yoktur" anlamına gelen "Takiyye" ile ifade edildi.
Şimdi geriye bakıp düşünüyorum, acaba Erdoğan kalben batıcı idi de, Refah-Fazilet- Saadet hareketinde
tasfiye olmamak için mi, Đslamcı olarak davrandı? Yani, gizli emeli, Türkiye'yi Baü medeniyetine taşımaktı.
Bunu erken açıklarsa önderliği ele geçiremeyecek-ti, onun için mi Đslamcı gibi konuşup, Müslümanlara
takiyye yaptı? Neyse işin şakası..."
Ege Cansen'in "Neyse, işin şakası" sözlerine "Đsasız Mehdisiz Đslam Olmuyor mu" adlı kitabın yazarı Ahmet
Musaoğlu şunları söylüyordu:
"Şaka mı çok komik! Her şey aleni yaşanıyor. Papazların Ankara'nın göbeğinde imamlara ders vermelerinin
bu dönemde yaşanıyor olması, rast gele mi oluyor!
Yeni din (reforme edilmiş Đslam) ortaya çıktığını herkes görebiliyor, Đftar sofrası Mozart çalıyor. Serviste mini
etekli kızlar. Schrö-der oturmuş, iftar topunun atılmasını bekliyor. Sağında Başbakan, aralarında saç baş
açık bir sarışın, öbür yanında içinden ya yabancı sermaye girdisini hesaplayan ya da Kevser suresini okuyan
huşu içinde Ali Babacan..."
Evet, işte bu... Masonların ilahı(!) Mozart'la başlayan ve ezanla devam eden iftar şöleni, en sonunda AB
marşı ile noktalanıyor! Bu yeni dinin bağlılarına "Đslami Kalvenistler" deniliyor. Tayyip'in, Musa gibi
Firavun'un bünyesinde kendini gizleyerek yaşadığı günü gel-
116

ERG UN POYRAZ
diginde kurtarıcı olduğu el altından yayılan ve vurgulanan düşüncelerden de açıkça anlaşılacağı üzere bu
işte bir terslik vardı. Çünkü, Musa Yahudi idi ve halkını yani Đsrailogullarını kurtarmak için faaliyetlerde
bulunmuştu. Tayyip Musa'ya benzetilirken vurgulanmak istenen neydi? Kurtaracağı halk hangisiydi?..
Tayyip'in danışmanlarından Cüneyt Zapsu'nun karısı Beyza Zapsu yanında bir gurup olduğu halde, Üsküdar
Subaşı Camii 'nde başı açık ve erkeklerle karışık namaz kılarak, çevre halkını ve cami cemaatini tahrik
ederek kargaşaya sebep olmak istemişti. Tayyip bu olayda Danışmanını uyarıp böyle şeylere meydan
vermemesini isteyeceği yerde, "Aileyi yıkmak istiyorlar", "takma kafana" gibi anlamsız sözlerle Zapsu'yu
destekliyordu. Ne ilginçtir ki bu namaz eylemlerinin öncesinde Amerika'da zenci bir kadın, kadın-erkek
karışık cemaate namaz kıldırıyor bu da basında çok geniş bir şekilde yer alıyordu.
Türk ve Đslam Düşmanı Papaz'ın heykeli alfanda imza
Tayyip Erdoğan, Ekim 2004'te Türk ve Đslam düşmanı Papa 10. Innorcenzio'nun heykeli altında Avrupa
Birliği ile mutabakat için imza atmaya Roma'ya gittiğinde, oruç tutmuyor, Avrupalı liderlerle yemek yiyordu.
5. Cidde Ekonomik Forumu için gittiği Arabistan'da Fetullah'a yakın isimlerin organize ettiği Abant ruhuna
paralel olarak şunları söylüyordu:
"Ben Đslam Ortak Pazarı anlayışını doğru bulmuyorum. Çünkü, ne olursa olsun bu birliktelikleri ne etnik, ne
dini kökene ne de coğrafyaya bağlı olarak düşüneceğiz. Artık dünyada bunların hiçbirisi kaldı mı?
Kuruluşları böyle oluşturmaya kalktığımızda kamplaşma başlar..."
Tayyip'in bu açıklamalarına karşı Ahmet Musaoglu, "Đsasız Mehdisiz Đslam Olmuyor mu" adlı kitabında
şunları vurguluyordu:

"Dinleri, hayatlarının esası olan Hıristiyanlarla 'ortak kamplaş-


117

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
mayı' fiilen de kendileri sürdürüyordu. Đslam'ın kime 'dostum' denilebileceği bildirisi ortada iken, dostluğun
reformize edilmiş şeklini sürdürüyordu. 11 Eylül saldırılarından sonra "Batı medeniyeti Đslam'dan üstündür"
diyen Đtalyan Katolik (eski başbakanı) Berlusco-ni için, "Dostum Silvio ve aile mensubum" gibi ifadeler
kullanıyor, Yunan Başbakanı Karamanlis'ten "Dostum Kostas" diye söz ediyor, Đngiliz Başbakanı Protestan
Blair'den de "Değerli dostum Tony".." diye bahsediyordu.
Abdullah Gül de Conderalle Rice'ye, "Condi" şeklinde hitap ettiğini söylüyor, Condi'nin de ona "Abduş"
demesi gerektiği esprileri yapılıyordu...
Ancak bunca dostlarının ortak çabaları sonucunda Avrupa'nın hemen hemen tamamı "Sözde Ermeni
soykırımf'nı tanıyor, Türk insanına vize üzerine vize koyuyor, koydukları vizenin şartlarını agırlaştırıyorlardı.
Ülkemizi Avrupa Birligi'nin kapısından bile baktırmıyorlardı.
Tayyip'in Kürt Raporu ve kimlik değişimi
Tayyip Erdoğan, 1993'te 'Bu anayasa ırkçıdır', 1995'te 'Ölünce, kavmini sormayacaklar', 2002'de 'Kürt
sorunu yoktur' demişti. 2005'te 'Kürt sorunu' ile 'Türk kökenli vatandaşlar' ifadesini kullanıyordu.
Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olduktan sonra "Kürt sorunu" ve "üst kimlik" tartışmasında muhalefetin
"Yugoslavya'ya döneriz. Üniter çimento esnetiliyor" tepkisine hedef olurken, verdiği çelişkili mesajlarla
zikzaklar çiziyordu.
Geçmişte "molla" olan büyük dedesinin dini duyarlılığıyla etnik ayrımları reddeden, 2002 yılında "Türkiye'de
Kürt sorunu yok" diyen Erdoğan, 10 Ağustos 2005'te probleme "Kürt sorunu" adını koyma, 28 Kasım
2005'te "'Kürt'üm demeyeceksin ha, dersen is-
118

ERG UN POYRAZ
yan başlar" deme noktasına geldi. Erdoğan'ın kimlik bunalımında son nokta, 6 Aralık 2005 tarihinde "Türk
kökenli vatandaşlar" demesi oldu. Erdoğan'ın geçmişten bugüne uzanan değerlendirmeleri şöyle:
RP Đstanbul Đl Başkanlığı döneminde yani 1993 yılında, "Bu anayasa ırkçıdır ama "Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığı" diye bir anlayışı getirmiştir. Bir çatışma var anayasada. Bir taraftan bir Kürt'ün kalkıp da Türk
aleyhine konuşmasını suç unsuru telakki ediyor ama bir Kürt'ün aleyhine konuştuğun zaman onu alkışlıyor.
Ee bu mantık, çelişkidir. Üstünlük ancak Hakk'a olan yakınlıkla ölçülür..." diyordu.
Kürt sorunu yok
24 Aralık 2002 yılında gerçekleştirdiği Rusya gezisinde; "Türkiye'de Kürt sorunu yok. Sorun var diye
inanacaksan sorun olur, yok dersen sorun ortadan kalkar. Böyle öngörü ile yaklaşırsan, sorunun içindesin
demek. Bak, "Siirt'ten evliyim, huzurluyum" diyorum. Böyle yaklaş olaya. Kürt sorunu var dersek, bu, sanal
sorunlar olarak ortaya çıkarılmıştır. Bizim için böyle bir sorun yok" şeklinde konuşuyordu.
Sorunun adi: Kürt sorunu
10 Ağustos 2005 yılında sözde aydınlara; "Her soruna illa ki bir ad koymak gerekiyorsa, Kürt sorunu... Adına
ister "kökeni Kürt vatandaşlarımızın toplumsal talepleri" deyin, ister "Güneydoğu sorunu" deyin, isterseniz
"Kürt sorunu" deyin... Sorunlar, anayasal düzende, demokratik cumhuriyet sistemi içinde ve daha çok
demokratikleşme yoluyla çözülmeli..." tavsiyesinde bulunuyordu.
12 Ağustos 2005'te Diyarbakır'da yaptığı konuşmasında; "Kürt sorunu ne olacak?" diyenlere diyorum ki,
herkesten önce bu benim sorunumdur..." diyerek daha değişik bir tablo çiziyordu.
119

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
30 etnik, 1 üst kimlik
15 Ağustos 2005 tarihinde; AKP'nin 4. kuruluş yıldönümü töreninde ise "Etnik unsurlar vardır. Kürt'ü vardır,
Laz'ı, Çerkez'i, Gürcü'sü, Arnavut'u, Boşnak'ı, Türk'ü vardır. Bunlar ülkemizde bir alt kimliktir. Bunun bir tek
üst kimliği vardır; o da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır..." diyebiliyordu.
21 Ağustos 2005'e geldiğimizde, Đstanbul'da minibüsçülerle sohbet ederken; "...Ülkemizde Laz da var,
Boşnak da var, Arnavut da var, Çerkez de var. 30'a yakın etnik kimlik var. Bununla Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığını birbirine karıştırmayalım..." biçiminde kendince uyarılarda bulunuyordu.
3 Eylül 2005'te Napoli yolculuğu esnasında uçakta; "...Kürt olan vatandaşımıza, "Kürt değilsin, Türk'sün"
dayatmasını yapmamız yanlış. Aynı şey Laz, Gürcü, Çerkez, Abaza, Boşnak, Arnavut için de geçerli..."
şeklinde döktürüyordu.
Kürt, Kürt'üm diyecek
8 Ekim 2005'te enişte edildiği Siirt'te; "...Ülkemde birçok sorunlar var. Doğu sorunu, Güneydoğu sorunu,
Kürt vatandaşların kendine ait sorunları vardır. Hangi etnik unsurdan olursa olsun, Türk, Kürt, Çerkez, Laz,
Arnavut, Boşnak, ki biz buna alt kimlik diyoruz, üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır..." diyecekti.
20 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli'de; "...Türk Türk'üm, Kürt Kürt'üm, Laz Laz'ım, Çerkez Çerkez'im
diyebilecek. Hepimizin üst kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır..." önerisinde bulunuyordu.
23 Kasım 2005'e geldiğimizde AKP grubunda yaptığı konuşmada Tayyip'i mozaikçi olarak görüyorduk:
"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, 73 milyon için sigortadır. Bizi; Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Türk'ü, doğulusu,
batılısı, güneylisi, kuzeylisi ile inananı, inanmayanı ile birleştiren bu üst kimliktir. Biz bir mozaiğiz..."
?
120

Yasak isyan başlabr


0 Kasım 2005 tarihinde Samsun'da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: "Deniz Baykal, bana bir defa
Türk milleti' demenin dersini vermesin, önce onun dersini alsın. Dünyada Türk ırkı yok mu? Var. Etnik unsur
olarak Türk yok mu? ABD'de zenciler, beyazlar vardır. ABD vatandaşlığı üst kimlik kabul edilmiştir..."
27 Kasım 2005 günü yaptığı Đspanya gezisinde, "Đnsanların ben Gürcü'yüm, ben Laz'ım deme hakkı var.
Oradaki vatandaşın "Ben Kürt'üm" demesini engelleyemezsin. "Kürdüm demeyeceksin ha" dersen isyan
başlar..." şeklinde konuşuyor, bu söylemleri suç içermesine rağmen başta Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
olmak üzere kimseden çıt çıkmıyordu.
Türk kökenli vatandaş
6 Aralık 2005'te rotasını Yeni Zelanda'ya çeviriyor, "Bizde etnik unsurlar din bağıyla bağlıdır. Türkiye'deki
Kürt kökenli vatandaşların sorunu, Türk kökenli vatandaşlar kadardır..." diyordu.
BOP'çu Tayyip
18 Şubat 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Tayyip'in "Diyarbakır'ın, Büyük Ortadoğu Projesinde bir yıldız
olabileceği" şeklindeki düşünceleri yer alıyordu.-
"Başbakan Tayyip Erdoğan, Diyarbakır'ın, ABD'nin, "Büyük Ortadoğu Projesi" içinde "Yıldız" olabileceğini
belirterek, "Kürt vatandaşlarımız da benim canım ciğerimdir" dedi. Fatih Altayh'nın Kanal D'de önceki gece
sunduğu Teke Tek programına katılan Erdoğan, Güneydoğu illerindeki belediye başkanlıklarına aday olanlar
üzerinde hassasiyetle durduklarını kaydetti. Erdoğan, çünkü burada yatırımlar ve belediyecilik çalışmaları
aksamıştır. Bunların giderilmesi için iyi bir çalışma yapılması lazım. Bunu bizim başarmamız
121

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
lazım. Kürt vatandaşlarımız da benim canım ciğerimdir..." dedi.
Erdoğan bu kapsamda özellikle Diyarbakır'a çok farklı baktığını ifade ederek şunları söyledi: "Diyarbakır!..
Đstiyorum ki şu anda Amerika'nın da 'Büyük Ortadoğu Projesi" var ya, 'Genişletilmiş Ortadoğu', yani bu proje
içersinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir, bunu başarmamız lazım..."
Tayyip ABD vatandaşı mı
10 Mayıs 2000 tarihli, Elazığ'da yayınlanan ve Erbakan'a yakınlığı ile bilinen El-Aziz Gazetesi'nden Vahit
Şekerci; "Gül Amerikan vatandaşı olduğunu neden gizliyor" başlığı altında Abdullah Gül'ün de, Tayyip
Erdoğan'ın da ABD vatandaşı olduğunu yazıyordu:
"1997'nin başlarında, önce Tayyip Erdoğan Amerikan rüyasını gerçekleştirdi ve ABD vatandaşlığına geçti.
Erdoğan'ı daha sonra Abdullah Gül izledi ve böylece Gül için ABD serüveni başlamış oldu..."
08.07.2005 tarihinde Başbakanlık basın merkezinin verdiği bilgilerden öğrendiğimize göre, Erdoğan ABD'de
yaşayan Türklerin ABD vatandaşlığına geçmelerini istiyordu, konuyla ilgili haber şu şekildeydi:
"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ABD'de yaşayan Türklerin ABD vatandaşlığını almalarını ve Amerikan
siyasi hayatına daha çok katılmalarını isteyerek, "Bu doğrultudaki gelişmeler burada yaşayan
vatandaşlarımızın haklarının korunmasına yardımcı olacak, ayrıca iki ülke ilişkilerine de katkıda
bulunacaktır" dedi"
ABD'deki temasları çerçevesinde, San Francisco'da faaliyet gösteren Türk-Amerikan Đş Đlişkileri Derneği
(TABC) tarafından Fa-irmont Oteli'nde onuruna verilen yemeğe katılan Erdoğan, Califor-nia çevresinde
yaşayan Türk işadamlarına yönelik bir konuşma yaptı.
"ABD'yi daha önce ziyaret ettiğimde Batı yakasına gelerek siz-
122

lerle bir araya gelme imkânını bulamamıştım. Bu defa Sun Val-ley'deki toplantı bizler için bir fırsat oldu.
Böylece bu akşam sizlerle bir arada bulunuyoruz" diyen Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sizlerin ABD'de özellikle Türkiye'ye hasım lobilerin en aktif olduğu bölgede yaşamanın güçlükleriyle karşı
karşıya olduğunuzu biliyorum. Bu lobilerin çocukların müfredatlarından parlamentolarda karar çıkarmaya
kadar geniş bir yelpazede çalıştıklarını da biliyor ve gelişmeleri yakından takip etmek suretiyle gerekli karşı
önlemleri almaya da çalışıyoruz.
Türkiye karşıtı lobilerin ülkemiz aleyhindeki faaliyetlerinin engellenmesi ve dengelenmesi için örgütlü olarak
birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmemiz şarttır. ABD, bünyesinde barındırdığı topluluklara, bütünlük
içerisinde hareket ettikleri takdirde, aslında geniş imkânlar sunmaktadır. Şüphesiz bütünlük içerisinde
hareket, birlik ve beraberlik içerisinde örgütlenmekten ve yerel koşullara uyum sağlamaktan geçmektedir.
Ancak bunu yaparken ortak değerlerimizin, kültürümüzün güzel dilimiz Türkçemizin ihmal edilmemesi
gerektiğinin önemini vurgulamak istiyorum. Bu ortak paydaları unutan toplumların birlik ve beraberliklerini
korumakta zorlandıkları bir gerçektir."
ABD'deki Türk toplumunun bu hususun bilinci içerisinde hareket ettiğini memnuniyetle gördüğünü ifade
eden Erdoğan, "ABD vatandaşlığını almanızı ve Amerikan siyasi hayatına daha çok katılmanızı bu
düşüncelerle de destekliyoruz. Bu doğrultudaki gelişmeler burada yaşayan vatandaşlarımızın haklarının
korunmasına yardımcı olacak, ayrıca iki ülke ilişkilerine de katkıda bulunacaktır" dedi.
Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu konuda, maalesef, bugüne kadar birçok ülkede hala bizim
123

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
vatandaşlarımız bulundukları ülkelerdeki siyasi hareketlerin içerisinde gereken ağırlığı koyamamışlardır. Bu
konuda ilk sırada Almanya geliyor. Zira, 3 milyona yakın insanımız, 700 bin Türk asıllı vatandaş var, buna
rağmen orada hala bir siyasi güç haline gelememişiz. Tabii ABD'de henüz o noktada değiliz. Burada da eğer
işe bütün hassasiyetler ele alınarak devam edilirse, öyle inanıyorum ki, kısa süre içerisinde bu farklı
gelişmelerin, oluşturulacak farklı lobilerle meydana geldiğini görmek mümkün olacaktır..."
"Türkiye ile ABD geleceğe ortak değerler çerçevesinde bakan iki ülkedir"
Konuşmasında Türk-ABD ilişkilerini de değerlendiren Başbakan Erdoğan, "Türk-Amerikan ortaklığı yarım
asrı aşan bir süredir gelişmektedir. Türkiye ve ABD geleceğe ortak değerler çerçevesinde bakan iki ülkedir.
ABD ile olan ilişkilerimiz herhangi bir başka ülke ile olan ilişkilerimizden farklıdır. ABD, bölge ve dünya
sorunlarıyla mücadelede de başlıca ortağımızdır. ABD ile mevcut sağlam ve güçlü ilişkilerimizi her zaman
daha ileri götürmek arzu ve iradesine sahibiz" dedi.
Küresel dayatmalar AKP programında
Arslan Bulut, 9.9.2001.tarihinde, www.buyukkurul-tay/gen.tr/4.htm de Tayyip Erdoğan'a New York'tan
gönderilen memorandumu açıklıyordu:
"Recep Tayyip Erdoğan'a New York'tan gönderilen memorandumda belirtilen Türkiye'nin şehir devletlerine
ayrılması planı, AKP Program ve Tüzüğü'ne hemen hemen aynı ifadelerle geçirildi!
26 Ağustos 2001 tarihli Büyük Kurultay'da 16. sayfadaki "Yazıt" sütunumda "Mr. Tayyip Erdoğan'ı ürperten
belge" başlıklı yazımda, New York'taki bir lobi kuruluşu aracılığı ile AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğan'a verilen bir memorandumdan bahset-
124

mistim. Bu memorandumda Tayyip Erdoğan'a, küreselleşmenin şehir devletleri demek olduğu, kendisinin
de bu yönde hareket etmesi halinde destekleneceği belirtiliyordu. Tayyip Erdoğan, bu konuda en küçük bir
açıklama bile yapamadı!
Küreselleşmenin Şehir Devletleri Planı
Önce, Nevv York'tan, Recep Tayyip Erdoğan'a gönderilen, memorandumda ne isteniyor bir bakalım:
"Mr. Erdoğan, sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yönündeki adımlarınız, Türkiye'ye
kriz sırasında destek olan uluslar arası güçler tarafından da kabul görecektir. Ankara, küreselleşmenin
gerekliliğini anlamak ve dünyada geçerli olan kurallara uyum sağlamak zorundadır. Ankara şunu da
anlamalıdır ki, uygun gördüğü kuralları uygulayıp, kendi çıkarlarına uymayanları reddetmesi mümkün
değildir... Küreselleşmenin bir adı da şehirleşmedir. Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli
hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün
hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız..."
Kısacası, Erdoğan'a deniliyor ki, "Küreselleşmeye kayıtsız şartsız boyun eğecek misin? Küreselleşme şehir
devletleri dönemi demektir. Etnik nüfusa göre, kendi ülkeni otonom şehir devletlerine ayıracak mısın? Bu
devletlerin kendi askeri ve polis güçlerini kurmalarına izin verecek misin?"
Daha da kısası Erdoğan'a deniliyor ki, "Mistir Erdoğan, başbakan olursan, ülkeni bölmek için bizimle ortak
çalışma yapacak mısın? Genelkurmay ile savaşacak mısın?.."
Eyalet sistemi, Şemdinli iddianamesi, Barzani ve Talabani aşkı, alt kimlik üst kimlik gibi konular akla
gelince memleketin kimlerin elinde kaldığı bir kere daha kanıtlanıyordu.
125

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Arınç da sorunlu
Tayyip'in bu konuşmaları karşısında AKP'liler coşmaya başlıyor birbiri ardına demeçler veriyorlardı. Yeniden
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi "Bülent Arınç da sorunlu" başlığı ile Arınç'in görüşlerini
aktarıyordu:
"...Bülent Arınç herhalde; tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, vesaire
tarafından takdir ve tebrik edilmeyi arzu etmiş olmalı ki, o da Güneydogu'daki terör meselesini "Kürt
Sorunu" olarak açıklayıverdi.
Allah encamını hayreylesin.
Kürt sorununun çözümü için cesur adımlar atılmalıymış, daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük
gerekirmiş...
Asla!..
Daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük Güneydogu'nun elimizden çıkmasına sebep olacaktır..."
Erdoğan'ın isteği Güneydogu-Kürt raporu
"Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi" adlı kitabının 426. sayfasında Tayyip'in Kürt danışmanı Mehmet
Metiner, diğer Kürt danışman Ali Bulaç ile hazırladıkları rapor ile ilgili şunları anlatıyordu:
"Erdoğan'ın isteği Güneydogu-Kürt raporu
Kimilerince "iç savaş", kimilerince de "düşük yoğunluklu savaş" biçiminde yorumlanan bölgedeki çatışmalar
had safhaya ulaşmıştı. PKK'nın şiddet politikası, büyük kentlere kadar sirayet etmişti. Çatışma her
boyutuyla giderek acımasız bir hale dönüşmüştü.
Kürt sorunu eksenindeki tartışmaların alevi giderek yükseliyordu. PKK, bölgede siyasi partilerin
çalışmalarını engelleyen bir tutuma girmişti.
Bölge insanları bu acımasız çatışma ortamında mağdur ediliyor, köyler boşaltılarak kentlere göç
ettiriliyordu. Mağduriyet arttık-
126

ERG UN POYRAZ
ça PKK güç kazanıyor ve toplumsallaşıyordu. Bölge tam bir dramın ortasına dönmüştü. Kan ve gözyaşı alıp
başını yürümüştü.
Đşte böyle bir zaman diliminde RP Đstanbul Đl Başkanı ve MKYK üyesi Tayyip Erdoğan, partisinin bu soruna
ilişkin politikasının ne olması gerektiği konusunda herkes gibi düşünmeye başlamıştı. O bir politikacıydı.
Sorunu anlamak ve bilmek istiyordu. Bir de sorunun çözümüne ilişkin ne tür öneriler geliştirilebileceğini...
Tayyip Erdoğan'ın isteği üzerine kendisine geniş kapsamlı bir Güneydogu-Kürt raporu hazırlayıp sundum.
Sorunun geçmişten günümüze nasıl taşındığına (tarihsel arka plan bağlamında) değindikten sonra çözüm
önerilerini maddeler halinde sıraladım. RP'nin sorunun çözümüne ilişkin yaklaşımının yeni dönemde nasıl
olması gerektiğine dair önerileri ise sonuç bölümünde siyasetin diline aktararak sundum. 20 küsur
sayfadan oluşan bu raporda, özetle, devletçi seçkinlerin geleneksel "yok say ve ez" anlayışına dayalı
politikalarının çözümsüzlüğüne vurguda bulunduktan sonra yapıştırıcı üst kimlik olarak "anayasal yurttaşlık"
anlayışı temelinde eksiksiz bir demokrasiyle sorunun çözümünün pekâlâ mümkün olabileceğini belirttim.
Bu cümleden olarak, RP'nin etnik temelde ayrı devlet, federasyon veya özerklik gibi taleplerin
çözümsüzlüğüne ve yanlışlığına vurguda bulunup Kürt kimliğinin kabulü, Kürt dilinin ögretilebilme-sinin
önündeki engellerin kaldırılması, Kürtçe şarkı ve türkü yapılabilmesi, olağanüstü hal yönetiminin
kaldırılması gibi konularda samimi ve içten bir savunu içine girmesi halinde hem sorunun çözücüne katkıda
bulunabileceğini, hem de bölge halkını AKP'nin Kopenhag Kriterleri çerçevesinde yapmaya çalıştıkları
şeylerdi önerdiklerim.
Başbakan ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın bugün Sc""unun çözümü hakkında vurgu yaptığı
"Anayasal yurttaşlık",
127
fc.

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" veya "Türkiyecilik bilinci", raporda öne çıkartılan önerilerin genel
mantığını oluşturuyordu.
Erdoğan raporu ilgiyle ve beğeniyle okuduğunu, raporda sunulan görüşlere ve önerilere katıldığını belirtti.
Sonraki günlerden birinde bana "Mehmet, Erbakan Hoca'nm sana selamı var. Tebriklerini iletmemi istedi"
dedi. "Hayırdır Reisim" diye sorduğumda, "Hazırladığın raporun bir nüshasını Ho-cam'a Đstanbul'da takdim
etmiştim" dedi. "Ankara"ya gece dönerken uçakta okumuş. Çok beğenmiş. Eve varır varmaz gecenin bir
vaktinde arayıp raporun kimin tarafından hazırlandığını sordu. Ben de, "Mehmet hazırladı" deyince, Hocam
da " O zaman tebriklerimi ilet. Gayet güzel ve özlü bir rapor hazırlamış" dedi.
Reisin de keyfine diyecek yoktu doğrusu.
Raporun altında imzam yoktu. Erdoğan'ı bilgilendirmek amacıyla hazırlamıştım sadece. Doğrusu, Erbakan
Hoca'ya takdim edeceği aklıma gelmemişti. Rapordan dolayı Erbakan'ın tebriklerini alınca o da en az benim
kadar sevindi.
Birkaç gün sonra Đstanbul'da düzenlenen bir toplantıda Erbakan'ın yanına "hoş geldin" demek için
gittiğimde Hoca, hemen sözü rapora getirip, "Tayyip söyledi senin hazırladığını. Okudum. Çok beğendim.
Gözlerinden öperim. Tebrikler. Gazan mübarek olsun" dedi.
Hoca'nın bu konuda samimi olduğundan hiç kuşkum yoktu.
Çünkü sonraki günlerden birinde Meclis kürsüsünde konuşurken söz güneydoğuya geldiğinde devletçi
seçkinlerin geleneksel politikalarıyla sorunun çözülemeyeceğinin artık anlaşıldığının altını çizerken söylediği
şu söz hala hatırımdadır. "Türkiye'de yetmiş yıldan beridir ırkçı, inkarcı ve asimileci politikalar izlenmiştir."
Erbakan Hoca'nın RP'nin dördüncü büyük kongresinde yaptığı konuşmada, Kürt sorununun çözümüne ilişkin
daha ayrıntılı ve
128

cesur şeyler söylediğine tanık olacaktı tüm Türkiye. Bu konuşma metni büyük ölçüde Ali Bulaç'ın teorik
katkılarıyla şekillendirilmişti.
Hoca söyledikten sonra parti içinde bunları konuşmak ve tartışmak artık olanaklı hale gelmişti.
Büyükşehir belediye başkanıyken Tayyip Erdoğan'ın Đstanbul Üniversitesi'nde bir öğrencinin kendisine
sorduğu, "Siz güneydoğu ve Kürt meselesinde danışmanının Mehmet Metiner gibi mi düşünüyorsunuz"
sorusuna gayet içtenlikle ve dürüstçe, "Sadece Güneydoğu ve Kürt meselesinde değil, her konuda
danışmanım Mehmet Metiner gibi düşünüyorum" biçiminde yanıt vermesi, Erdoğan'ın dostluk anlayışına
çok iyi bir örnektir.
Tayyip'in danışmanı Mehmet Metiner'in kitabının 481. sayfasında Abdullah Gül ile ilgili bazı açıklamalara
yer veriliyordu:
Abdullah Gül ve Đslam kardeşliği
"...Abdullah Gül: "Asıl çözüm Đslam kardeşliği
O dönemde Đslamcı siyasetçilerimizin, yani RP'de siyaset yapan aktörlerin, şiddet sarmalındaki Kürt
sorununa ilişkin neler dediğine bakmakta yarar olduğu kanısındayım. O gün söylenenler ile bugün
söylenenler arasındaki farkı görmek açısından çok gerekli ayrıca.
Osman Tunç'un yönettiği, DYP'den Baki Tuğ, DEP'ten Remzi Kartal ve RP'den Abdullah Gül'ün katıldığı "Kürt
sorununda şiddet-siyaset çekişmesi" başlıklı açıkoturumda Gül'ün söyledikleri o günkü anlayışına uygun
"dini bir söyleme" yaslanıyordu bütün bütüne.
Bugün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül, o tarihte RP Genel Başkan Yardımcısı ve
Kayseri Milletvekili sıfatıyla bakınız neler diyordu:
"Şimdi ben bu meseleye farklı yaklaşmak istiyorum. Bunlar benim şahsi görüşlerimdir. Bir ırk asabiyeti
içerisinde değil. Çünkü
129

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ben Kayseri'de, Remzi Bey Van'da doğarken iradelerimiz dışında olan şeylerdir. Dolayısıyla meseleye biraz
daha inanç birliği açısından değinmek istiyorum.(...)
"Ne Trablusgarp'ta savaşırken, ne Medine'yi müdafaa ederken, ne de Çanakkale'de çarpışırken sen Kürt
müsün, Çerkez misin, Türk müsün diye kimse sormuyordu. Bunu sormayı inancına, ahlakına yakıştıramazdı.
Đslam ahlakından gelen böyle bir kaygı yoktu. Böyle bir birlik, böyle bir yapı içerisinden geldik.(...)
Fakat Osmanlı'dan sonra, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde özellikle tek parti diktatoryası öyle yanlış politikalar
izlemiştir ki, burada Kürt orijinli olan arkadaşlarımızı, vatandaşlarımızı değil Türk olanları da mahvetmiştir.
Mesela bir Atıf Hoca Kürt değildi ki! Dolayısıyla devletin bu yanlış politikası, Kürt-Türk'ten çok Türkiye'ye
giydirilmek istenen bir elbise olmuştur ki, bu milletin örfüne, âdetine, geçmişine zıt olan bir yapıdır.
Gösterebilir misin, resmi ideolojiyle bütünleşmiş olan Kürt vatandaşlarımızın hor görüldüğünü? Ama çok
Türk gösterebilirim ki ezilmiştir. Dolayısıyla şunu demek istiyorum. Meselenin ortaya çıkması ırki bir
asabiyetten olmamıştır. Ama bu 70 senelik uygulamalar Türkiye'yi şimdiki duruma getirmiştir.(...)
70 yılın çok büyük yanlışları olmuştur. Çukurca'da dağa "Ne mutlu Türküm diye" yazmışsınız. Hala
Diyarbakır'ın ortasında bu tür sloganlar yazılıdır. Maalesef resmi ideoloji, Türk milliyetçiliği şeklinde
kendisini, ırki taassup olarak tezahür ettirmiştir.(...)
Serbest ortamlarda, üniversitelerde, devlet dairelerinde Kürt-Türk ayrımı yapılmamıştır. Ayrımlar bıyığa,
pantolon, fiziki özelliklere bakılarak yapılmamıştır. Türkiye'de esas, baskın olan ayrım, inanç birliğinden
gelmiştir. Hangi bölgeden değil de, ailesi dindar mı değil mi diye ayrım yapılmıştır. Terör olaylarından dolayı
bu an- I tattıklarımıza Kürt-Türk ayrımı başlamışsa kötü şey tabii ki budur. Yaşar Kemal Kürt'tür. Baş tacı
edilmiştir.(...)
130

Esas ortaya çıkan ayrımcılık, Türkiye'de hep inançtan gelmiştir. Eğer Kürt ve Türk dindar olmuşsa
mahvolmuştur. Ama diyelim ki Kürt laik, dindar değil, sosyete bir havada ise kabul edilmiştir. Đnsanlara
Allah'ın bahşettiği tabii hakları engellemek doğru olmaz. Bir insan kendi anadilini konuşmalı, bununla varsa
eğitim görmelidir. Bu ülkede insanlar çeşitli ırklara mensup olabilirler. Ama bunları birbirine bağlayan ortak
noktayı bulmak gerekirse işte bu Đslam kardeşliğidir. Asıl çözümü bence burada aramamız gerekir..."
Đhsan Aslan'ın Kürdistan aşkı
25-28 Eylül 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde değerli Gazeteci ve Yazar Emin Çölaşan, AKP Diyarbakır
Milletvekili Đhsan Ars-lan'ın maskesini düşürüyordu:
"...Dün Mardin'de bir şehit daha verdik. Teğmen Cengiz Evra-nos, PKK pususunda şehit düştü. Hiç kuşkunuz
olmasın, biz daha nice şehitler vereceğiz, nice şehit cenazeleri kaldıracağız.
Askerlik yan gelip yatma yeri değil ki!
Dünkü Tercüman Gazetesi'nde Faruk Mangırcı'nın manşetten verilen haberi vardı. Okuyunca irkildim,
şaşırdım, Türkiye'nin kimlere emanet edildiğini, kimlerin eline bırakıldığını ve bizi "milletin vekili" olarak
kimlerin temsil ettiğini bir kez daha utanarak gördüm.
Adı Đhsan Arslan. AKP Diyarbakır milletvekili. Recep Tayyip Erdoğan'ın en yakınlarından biri. Oğlu Mücahit
Arslan, yine Başba-kan'ın en yakın danışmanı. Hatta sağ kolu. Bunlar müteahhit. Kamu kuruluşlarına ve
AKP'li belediyelere iş yapıyorlar...
Şimdi Kürt Soruşturması isimli kitaba bakalım. AKP Diyarba-k'r Milletvekili Đhsan Arslan görüşlerini
açıklıyor! Milletin vekili olan °u şahıs bakınız ne gibi inciler saçıyor:
"Doğduğum yer olarak Kürdistan vatanımdır. Halen yaşamak-d olduğum yer itibarıyla da Türkiye vatanım
durumundadır."
131

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"Müslümanların vatanı neresi ise orayı korumak, orayı kurtarmak ve vatan diye orasını isimlendirmek
gerekir. Bu manada Türkiye coğrafyasının Misak-ı Milli ile çizilen sınırlan hiçbir anlam ifade etmemektedir."
"Son Đslam devletini (Osmanlı'yı) ve onun müesseselerini (padişahlık ve halifeliği) ortadan kaldıran ve
yegâne politikası Đslam'a düşmanlık ve onu yok etme esası üzerine kurulan bir zihniyet ve otoriteye
(Cumhuriyet rejimine) karşı tüm isyan ve başkaldırıları (Cumhuriyet dönemindeki Kürt isyanları ve PKK
olayı) alkışlamak gerekir."
Evet, aynen bunları söylüyor!
AKP Diyarbakır Milletvekili Đhsan Arslan, vecize yumurtlamayı sürdürüyor:
"Zulme karşı verdiği mücadele sonunda halkın mazlumiyeti yanında onun yegâne koruyucusu ve destekçisi
konumuna giren gerilla hareketi (yani PKK!) bölge halkının gözünde muteber (seçkin-saygın) bir kişiliğe
sahip olmuştur. Mücadelenin ilk günlerinde bir köye gece gizlice gidebilen gerilla timleri (PKK'lılar) artık
gündüzleri gitme imkânını bulmuştur. Halk, ulusal kurtuluş mücadelesi verdiği kabul edilen PKK hareketi
yanında yer almaya başladı."
"Bölgedeki (Güneydogu'daki) tüm ilave askeri birlikler geri çekilmeli, özel tim ve koruculuk sistemi
kaldırılmalıdır."
"Kemalist, laik ve demokratik ilkeler Türkiye'de herkese zorla dayatılmaktadır... (PKK'yı kastederek) Bu
inkarcı ve kanlı politikalar karşısında siz olsaydınız ne yapardınız?"
"Kısa vadede yegâne çözümün ve önlemin, Türkiye'nin tamamına uygulanacak yeni bir 'Eyalet Sistemi'
olduğunu hatırlatmak isterim."
Adam PKK'yı gerilla, PKK terörünü ulusal kurtuluş savaşı, Gü-neydogu'yu Kürdistan olarak tanımlıyor,
bununla da yetinmeyip Cumhuriyet rejimine dil uzatmaya yelteniyor.
132

Bu adam AKP Diyarbakır Milletvekili. Oğluyla birlikte Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı ve akıl hocası.
Sevgili okuyucularım, Türkiye'nin bunların elinde nerelere sürüklenmek istendiğini artık hepiniz çok iyi
biliyorsunuz. O yüzden, bunları yadırgamayın. Đhsan Arslan bu görüşlerinde yalnız değil. Şimdi kendisinin
başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan bile geçmişte benzer sözleri söylerdi:
"Bize göre demokrasi ancak bir araçür. Hangi sisteme (Kürtçü-lük, Đslamcılık) gitmek istiyorsanız, bu
düzenin seçiminde bir araçtır."
"Türkiye'nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır."
"Şu anda Türkiye'de 27 etnik grup yaşamakta. Bunların varlığının tanınması gerekir.
Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır."
"Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilir. Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler Sistemi benzeri bir
şey yapılabilir."
Başbakan ile milletvekilinin Eyalet önerisi nasıl da örtüşüyor!
Başbakan sözlerini daha sonra şöyle sürdürüyor:
"(Devlet yapısını) Ben Đslam'ın devlet planı içinde düşünüyorum. Bizim için en üst belirleyici Đslam'ın
Đlkeleridir. Her şey ona göre belirlenir. Türkiye'nin yarınında artık Kemalizm'e yer yoktur."
"Biz Türkiye'yi önemsiyoruz ve Türkiyeliler olarak buna mecburuz... Günümüz Türkiyelileri... Biz Türkiyelilere
diyoruz ki..."
Dikkat ediniz, söylemlerinde "Türk" yok, "Türkiyeli" var!
AKP Diyarbakır Milletvekili Đhsan Arslan ia Başbakanının söylemleri birbiriyle ne güzel uyuşup örtüşüyor!
Ülkemizi şimdi onlar yönetiyor.
Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
Dün yine bir teğmenimiz şehit edildi, kimin umurunda! Biz onların sözlerine bakalım, teselli bulalım! Elbet
vardır bir bildikleri!
133

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Đhsan Arslan (AKP) konuşuyor (2)
Dünkü yazımda AKP Diyarbakır milletvekili Đhsan Arslan'ın incilerini (!) size aktarmıştım.
PKK'ya övgüler düzüyor, Türkiye'de eyalet sistemi kurulması gerektiğinden söz ediyor, vatanının Kürdistan
olduğunu söylüyordu.
Şimdi aynı kitaptan kendisinin başka sözlerini de sizlere aktarıyorum. Kararı siz verin. Türkiye'yi kimlerin,
hangi kafaların yönettiğini iyi görün. Sözü Đhsan Arslan'a bırakıyorum:
"Ne mutlu Türk'üm diyene! Çok meşhur olan bu sloganda Türklüğün üstün bir ırk olduğunu açıkça
belirtilmektedir. Benzer ifadelerine Mussolini ve Hitler'de rastladığımız bu Faşist anlayış gayri Đslami olduğu
gibi, başka ırktan insanları da tahkir ve tezyif etmektedir. (Aşağılamaktadır.)
'Türkiye Türklerindir... Türkiye ülkesiyle... bölünmez bütünlüğü...'
Başlangıçta çok masum gibi görünen bu ilkeler gerçekte çok açık gasp ve tahakkümü (baskıyı)
içermektedir... Hayır, bunlar yalan ve yıllardan beri devam edegelen gayri samimi uyutma politikalarının
gereğidir. Eğer Türkiye Türkiye'de yaşayan herkesindir' denemiyorsa, bu ikiyüzlülüktür.
'Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür... Milletin bölünmez bütünlüğü... Kürt diye bir şey yok...'
Bu sapık anlayışla Allah'ın (C.C) ayetlerinden olan bir kavmin (Kürtlerin) varlığı ve dini inkâr edilmekte ve
millet kavramı kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır.
Millet kelimesini kavim karşılığında kullanmak yanlıştır.
Dolayısıyla Türk Milleti değil, Türk Kavmi demek gerekir."
Dünkü yazımda ayrıca Tayyip Erdoğan'ın sözlerini de size aktarmıştım. AKP Diyarbakır milletvekili Đhsan
Arslan'la fikir ve gö-
134

rüşlerinin nasıl örtüştüğünü, nasıl uyum içerisinde ve aynı doğrultuda olduğunu belgelerle kanıtlamıştım.
(Lütfen dünkü yazımı bir kez daha okuyunuz.)
Bay Đhsan Arslan sözlerini sürdürüyor. Okuyalım:
"Kemalist, laik ve demokratik ilkeler Türkiye'de yaşayan herkese zorla dayatılmaktadır. Türklük adına
yönetimi ellerinde bulunduranlar, halkları için Kemalizm adında bir din tercih etmişlerdir.
Herhalde Türklerin ATASI olmaya layık olununca, onlara din tayin etmek de kaçınılmaz oluyor!"
Arkadaşın espri yeteneği de epeyce yüksek! Söz yine kendisinde:
"Biz müslümanların tezi, kesinlikle 'Ulus Devlet' olmamalıdır. Bizler için devlet, ana unsurlarını
ideolojimizden (Đslamdan) alan devlet olmalı."
"Rejimin (Cumhuriyet rejiminin) yüz yıllık zulmü, halifeliği kaldırması ve Đslam düşmanlığı halen bütün
şiddetiyle devam ediyorken, kimi müslümanın Apo'nun (Abdullah Öcalan'ın) sosyalistliğinden bahsetmesi,
'70 yıldır bizi Türk Kemalistleri idare etti, bırakın biraz da Kürt sosyalistleri idare etsin' cevabı, halkın tepki
ve duygularına tercümanlık yapmaktadır...
Bu cephenin değişik unsurları içinde yer aldım. Türkiye'nin geçirdiği tüm evrim-devrim ve maskaralıkları
yakından gözleme talihsizliğini yaşadım."
Burada bir husus daha var. Bu sözleri söyleyen, bu görüşleri savunan Đhsan Arslan, milletvekili seçildiğinde
Meclis kürsüsünde aşağıdaki metni okuyarak şöyle ant içti:
"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız
egemenliğini koruyacağıma... Laik Cumhuriyet'e ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma... Büyük
Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim."
135

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Onurlu bir insan ya dün ve bugün alıntı yaptığım sözleri söyler ve ilkelerine bütünüyle ters olan bu yemini
etmez, ya da bu yemini -hem de namusu ve şerefi üzerine ediyorsa- yakın geçmişteki o sözlerinden
vazgeçmiş olduğunu kamuoyuna açıklar.
Beyefendinin bu konudaki namus ve şeref çelişkisini hangi akıl ve mantıkla nasıl açıklamak gerektiğini
bilebilmek kolay değil!
Son olarak kendisine birkaç soru sorayım da, içimde kalmasın!
1970 yılı kurban bayramında zamanın ünlü siyaset adamı, milletvekili Dr. Sadettin Bilgiç'in her zaman
rahatça girip çıktığınız ve ağırlandığınız evini bayram ziyaretinde arkadaşlarınızla birlikte bombaladınız mı?
Evde yangın çıktı mı? Dinamit ve molotof kokteyllerini hediye oyuncak ve lokum paketlerinin içine
sakladınız mı? Molotofla birlikte dinamitler de patlasaydı ne olacak, kaç kişi ölecekti? Bu olaydan sonra
yakalanıp yargılandınız mı? Altı ay hapis cezası aldınız mı?
Teşekkür ediyorum, milletin vekilinden yanıt bekliyor, başarılarının devamını diliyor, saygılar sunuyorum!
Đhsan Aslan ülke aleyhindeki sözleri ortaya çıkınca manevra yapıyor ve döndüğünü anlatıyordu. Çölaşan,
Đhsan Aslan'ın bu tavrı karşısında şunları yazıyordu:
"Sevgili okuyucularım, dün ve önceki günkü yazılarımda size, halen AKP Diyarbakır milletvekili olan Đhsan
Arslan'ın döktürdüğü incilerden bazılarını belgelerle aktardım. PKK'yı övüyor, vatanının Kürdistan olduğunu
söylüyor, Cumhuriyet rejimini yerin dibine ba-tınyordu.
Kendisi dün TBMM'de bir basın toplantısı düzenledi. Geçmişte söylediği sözlerden artık "döndüğünü" ve
şimdi öyle düşünmediğin' söylemek zorunda kaldı!
Ben zorda kalınca böyle 180 derece dönenlere bayılırım!
Dünkü yazımın sonunda ayrıca, bu şahsın 1970 yılında döne-
136

min en önde gelen siyasetçilerinden Dr. Sadettin Bilgiç'in evini


bombalayıp bombalamadığını da sormuştum.
Önce Bilgiç'in "Dr. Sadettin Bilgiç. Hatıralar" isimli kitabının 222 ve 223. sayfalarını okuyalım. Bölümün
başlığı "Bizim evi dinamitle uçuracaklardı."
"Rahmetli babam 1970 yılının kurban bayramında kalça kırığından ameliyat olmuş, hastanede yatıyordu.
Hastanede babamı ziyaret ederek eve geldiğimizde hemşerilerimle ve yazıhanemde çalışma imkânı
verdiğim gençlerle karşılaştım. Hepsine ayrı ayrı hoşgel-din dedikten sonra kahvaltı için içeride bir odaya
çekildik. O sırada "salonda yangın var, vestiyer yanıyor" bağrışmaları oldu. Salona geldim. Yanan paltolar
merdivenden aşağı atılıyordu... Yangın söndürülmüştü.
Pencerede bir oyuncak otobüs kutusu vardı. Onu oradan aldım ve banyoya götürdüm. Çocuklara getirilmiş
bir oyuncak olduğunu sandım. Yangını da, dışarıdan kasıtlı getirilmiş bir şeye bağlamadım. Kendi
çocuklarımın maytap gibi yanıcı bir cismi sakladıklarını düşünüp onları sıkıştırdım.
Halil Çobanoğlu isminde eski polis komiseri bir hemşehrim de ziyaretçiler arasındaydı. "Buraları bir
arayalım" dedi. Ayakkabı dolabında patlamamış bir molotof kokteyli daha bulunca, oyuncak diye içeriye
götürdüğüm paket aklıma geldi. Onu salona getirdiğimde, içine dört adet dinamit lokumu yerleştirilmiş
olduğunu görmeyelim mi!
Derhal polise haber verdik... Ankara Emniyet Müdürü ve Ankara Valisi de geldiler.
Yazıhanemi paylaştığım gençlerden şüphelendiğimi bütün işarlara rağmen söylemedim. Fakat polis yaptığı
incelemede, yazıhar-'err>de çalışmalarına izin verdiğim gençler arasında bulunan, Sa-n 'u olduğunu ve
Yükseliş Koleji'nde çalıştığını öğrendiğim bir
137

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
gencin koyduğu çok geçmeden anlaşıldı. Yine de davaya müdahil olmadım. Kamu davası yürüdü ve altı aya
mahkûm olan genç daha sonra tahliye edildi. En ağırını ve ilkini hafif atlattığımız bu anarşik hareketin
basına yansımasını istemedim." Sadettin Bilgiç'in kitabında anlattığı ve ismini vermediği bu "Sa-son'lu
genç", şu anda AKP Diyarbakır milletvekili olan Sason doğumlu Đhsan Arslan. Bu ismi dün Sadettin Bey'e de
doğrulattım.
Şimdi bir düşünün, aynı görüşleri paylaştığınız bir siyasetçi size evini ve bürosunu açıyor, oralarda çalışma
yapmanıza izin veriyor... Ve siz - hem de bir bayram ziyaretinde - o evi bombalıyorsunuz. Allah'tan ki
dinamitler patlamıyor, iş küçük bir yangınla atlatılıyor.
AKP milletvekili Đhsan Arslan dün Meclis'teki basın toplantısında kendisine bu konuda sorulan sorulara şu
yanıtı verdi:
"36 yıl önce yaptıklarımdan yargılanmamı hiçbir vicdan kabul etmez. Konu o dönem yargıya intikal etti ve
sonuçlanmadı. Mahkûm olmadım. Tam hatırlamıyorum ama galiba af süreciydi."
Havada kalan bu laflar üzerine gazeteci arkadaşlarımız soruyu yineledi:
"Bombaladınız mı, bombalamadınız mı? Biraz açıklık getirseniz!"
Yanıt:
"Ben hayatım boyunca hiçbir insanın canına kastetmedim. Ben Müslüman'ım."
Doğru söylüyor olabilir!
Bombayı belki de mutfaktaki hamamböcekleri ölsün diye koymuştu. Sen geçmişte bir eve bomba
koyacaksın, aradan yıllar geçince sonucunu "tam olarak hatırlamıyorum" diyeceksin!
Geçmişte söylediğin çirkin, Cumhuriyet rejimini ve Türk milletini aşağılayan sözleri "çevir kazı yanmasın"
yöntemiyle ve "Ben artık değiştim" diyerek bugün kabul etmeyeceksin, bombalama olayı sonrasını
hatırlamayacaksın!
138

Böyle şeyler unutulur mu? Hayatında kaç yeri bombalamış da unutmuş yani! Ayıp valla! Şimdi "değiştiğini"
açıklamak zorunda kalan milletimizin vekiline bundan sonraki siyasi yaşamında çok daha büyük başarılar
dilerim!
Helal olsun ona ve partisine bu yollar!.."
Amed ve Đhsan
Đ. Arslan, Erdoğan gibi "Değiştim" diyor ancak 06 Haziran 2005 tarihinde PKK'nın yayın organı
görünümündeki "Özgür Politika "ya demeç veriyor, kendisinin Amed milletvekili olduğu şeklindeki
tanımlamaya karşı çıkmıyordu:
"06 Haziran 2005 Pazartesi AKP'nin Harbiyeli Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül ise bu yönlü soru sormamıza
bile sinirleniyor. Yüksek tonla "Neden yapılmıyor bilemiyorum" diyen Akgül, kısa yanıtını daha sonra "Bakılır
ihtiyaç varsa yapılır yani" diye noktalıyor. Daha yumuşak bir ses tonu ise Fetullah Gülen okulunda yetişmiş
AKP'li M.Đhsan Arslan'dan geliyor. Arslan ise sorunu hükümet ve devletin tavrından çok, maddi
imkânsızlıklara bağlıyor. Bu da AKP politikasının resmi versiyonu.
Özgür Politika'ya konuşan AKP Amed Milletvekili M. Đhsan Arslan da kentin acil olarak uluslararası bir
havaalanına ihtiyaç duyduğunu kabul ediyor: "Şüphesiz bölgenin uluslararası bir havaalanına ihtiyacı var."
Arslan, ilin milletvekilleri ile proje için çalıştıklarını belirterek, şöyle devam ediyor: "Belki bizim
hazırladığımız Mardin, Batman, Diyarbakır arasında biraz daha bölgeye hitap eden uluslararası bir sivil
havaalanı olabilir. Tabi zaman alır. Bunun programa alınıp paranın bulunması ve projelendirilmesi zaman
alır. Ama er geç böyle bir şey olacak. Zaman konusunda şu anda somut bir şey söyleyemem."
Đstanbul Bağımsız Milletvekili Emin Şirin; Đhsan Arslan için;
139

MUSA'NIN çppUKLARI
"Erdoöan'ın 'zn' °lmadan konuşmaz" diyordu:
Arslan'ı tanlmaya devam ediyoruz. Arkadaşları anlatıyor: "12 Evlül vönetif111'06 yakındı. 1986'da Zaman
gazetesinin üç kurucu ortaöından biriy^'- 1987'de gazetede bir darbe yapü ama 15 gün sonra tüm Đdelerini
Alaaddin Kaya'ya devretti. Fehmi Koru da Arslan'ın yaddaydı sonra Kaya'nın yanına geçti."
TauuiD £rdoSan 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde yaptığı rt Qezijeri sırasında Türkiye'nin doğusu için
"Kürdistan" diyor, ardından acıkl3mac'a bulunuyorlardı, "Ay pardon!.. Yanlışlık oldu"
Atatürk kimlikçilere röntgen tutmuştu
Ulusal Kurtu'u§ Savaşımızın Önderi Atatürk, etnik özürlülerin boyunlarına kimliklerini şu sözlerle asmıştı:
"Budün^ü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük frk"' ÇerkezÜk fikri ve hatta Lazlık
fikri, Boşnaklık fikri o nda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazif'n istibdat
devirleri mahsulü olan bu yanlış isimlendirmeler birkaÇ düşman aleti, mürteci beyinsizden başka hiçbir
millet ferdi üzerin^ üzüntüden başka hiçbir tesir hâsıl etmemiştir. Çünkü, bu millet efradl da umum Türk
camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlak3- hukuka sahip bulunuyor..."
Tayyip9enelevde
1994 yılı belediye seçimlerinden önce Tayyip kurmaylarına her
ücra kösed^ °y ^karılması talimatını veriyordu. Bu talimat ve secim taktiklef'sonucu meyhanelerden
genelevlere kadar her yere gidin ov istef>ecekti- Bu bağlamda çalışmalara önce genelevlerden başlanacak^
Kasımpaşa eşrafından bu bölgenin raconunu bilen birkaç kişin'11 yanına RP'H gençler verildi. Gençler
buralara hayatlarında ilk d^a> ürkerek ve korkarak girdiler. Biri cılız sesle, "Biraz
140

ERG UN P0YRA2
sonra RP Belediye Başkan adayımız Recep Tayyip Erdoğan sizleri ziyaret edecek" dedi.
Fehmi Çalmuk "Tayyip Erdoğan"adlı kitabında o günü şöyle anlatıyordu.-
"Kadınlardan bir kaçı gülüşüyordu. "Burası hacı, hoca yeri değil" dediler. Kadınların bazıları başlarına
yaşmak aldı. Karşılarında sakallı, sarıklı birini bekliyorlardı. Takım elbiseli genç bir adam içeri girdiğinde
herkes şaşırmıştı. Kısa bir konuşma yaptı. Đçine düştükleri talihsizliklerden dem vurdu.
Erdoğan, "Biz, sizi içine düştüğünüz karanlık dünyadan kurtarmak istiyoruz." şeklindeki sözlerinin ardından
"Oyunuzu, gönlünüzü, desteğinizi istiyorum" dedi..."
Tayyip'in derdi onları değil, onlardan alacağı oylarla kendini kurtarmaktı. O gün genelevde bir dram
yaşanıyordu. Bazı kadınlar ağlıyordu. Birinin sözü Erdoğan ve arkadaşlarına propaganda malzemesi
olacaktı. "Başkan sen bizi kurtaramazsın. Bize senet imzalattılar. Ne kadar olduğunu bilmiyorum. 13
yaşında bu tuzağa düştüm. O gün bugündür borç ödüyorum. Şimdi bir küçük kızım var, sen onu kurtar..."
26 Aralık 1993 tarihinde Sabah Gazetesi'nde Nuriye Akman ile yaptığı röportajda Genelevleri kapatma
konusunda kesin kararlı olduğunu söylüyordu. Kendi nefsi için istediğini başka nefisler için de isteyeceğini
anlatan Erdoğan, "Sizin istemediğinizi onlar istiyorsa" şeklindeki soruyu da "Ona şunu sorarım. Siz kızınızın,
eşinizin böyle bir yerde sermaye olarak kullanılmasına müsaade eder misiniz? Bu bir kadın sömürüşüdür.
Ben buna evet dersem ne insanlığa bunun hesabını verebilirim, ne de beni yaratan rabbime..."
Akman, "Sorun genelev kapatmakla çözülebilecek mi" şeklinde bir soru yöneltiyor, Erdoğan onu şöyle
yanıtlıyordu:
"Bize 'gençlerin hali ne olacak' diye sorulabilir. Bunun tek çö-
141

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
zümü evlilik müessesesidir. Biz gençlere bu konuda yardımcı oluruz. Toplu evlendirme merasimleri
yaparız..."
"Bu kadar kolay mı?"
"Tabi. Ben kendi nefsime uyguladım oldu. Bana olduğuna göre bir başkasına da olabilir..."
Bu arada Erdoğan'ın cevaplarından Emine ile evlenmesinin ardında yatan gerçek nedenler de ortaya
çıkıyordu: Geneleve gitmemek için...
Öyle ya ne diyordu Erdoğan, Emine'nin "Yıldırım aşkı" söylemlerine inat; "Hiç âşık olmadım."
Tayyip'in "beynimin yarısı" dediği Kürt danışmanı Mehmet Metiner "Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi"
adlı kitabının 416. sayfasında 1994 "Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi" başlığı altında Tayyip'in
savunmasını üstleniyordu:
"Başkan Erdoğan'ın belediye başkanlığı seçim döneminde yapmış olduğu propagandalardan biri,
genelevlerin kapatılmasıyla ilgiliydi. "Başkan seçilirsem genelevleri kapatacağım" diyordu Erdoğan.
Seçildikten sonra genelevleri kapatamadı, çünkü onun yetkisi dâhilinde değildi, ama belediyeye ait
mekânlarda-Cemal Reşit Rey gibi uluslar arası bir kültür merkezinde, köşk ve lokantalarda-içki yasağını
yürürlüğe koydu. "Ben buranın belediye başkanıyım ve dolayısıyla benim emrimdeki mekânlarda
dinime/inancıma göre haram olan bir nesnenin içilmesine izin vermem" anlayışını dillendiriyordu. "Kamusal
alanı tanzim etme" hakkının halktan aldığı yetkiye dayanarak kendine ait olduğuna inanıyordu. Her iki
olayda da yanlış düşündüğünü söylememiz nafile bir uğraş elbet. Çünkü partisi ve çevresindeki insanlar da
böyle yapması gerektiğini telkin ediyordu kendisine.
Tayyip Erdoğan kişisel zihni değişimini içten içe tamamlama-
142

ya çalışıyordu. Geç de olsa evriliyordu bir yerlere doğru. Ama sonuçta politik bir önderdi o, yükselebilmek
için de halkın desteğine, siyaset yaptığı tabanın sevgisine ve gücüne ihtiyacı vardı. Belediye başkanlığı
döneminde zaman zaman çeşitli illere gider orada konuşmalar yapardı.
Milli görüş tabanına irticalen yaptığı ajitatif ve coşkulu konuşmalarda hayli sorunlu sözler sarf ederdi. Milli
görüş tabanına hoş gelecek konularda böyle konuşmayı siyaseten gerekli gören Erdoğan, başına işler
açmıyor değildi. Çok iyi anımsıyorum; Anadolu'nun bir yerinde, Refah Partisi'nin düzenlediği bir toplantıda
konuşan Erdo§an, makyajlı kadınları "kaportası bozuk araba "ya benzetmişti. Tabii bu sözleri medyaya
yansıyınca kıyamet kopmuştu. Bunu düzeltmenin ne kadar zor olduğunu bizzat yaşadığım için biliyorum..."
At bile kabul etmedi, balıklar kaçü
Tayyip, Genelev kadınlarına "sizleri buradan kurtaracağım" diyerek dokunaklı konuşmalar yapmış, kadınları
aglatmıştı. Hepsinin içinde bir ümit doğmuş, kendileri olmasa bile en azından kızları, çocukları bu
bataklıktan kurtulacaktı. Tayyip'in Belediye Başkanlığını kazanması onlarda bayram coşkusu olmuştu.
Günler geçiyor, ancak Tayyip verdiği sözü unutuyor, genelevlerden belediyeye gelen gelirin cazibesi ile bir
daha genelevleri kapatma sözünü ağzına almıyordu. Belediye Başkanı iken genelevleri kapatmayan Tayyip
Başbakan olduğunda da böyle bir girişime yaklaşmıyordu.
Belediyelerin dört bir yanından yolsuzluk hikâyeleri fışkırıyor, irticai faaliyetler kök salmakla kalmıyor, dal
budak her tarafı sarıyordu.
30 Temmuz 2003 tarihinde Bayrampaşa şehir parkında çocukları ve insanları ücretli olarak gezdiren ve
Cihan adındaki son
143

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
derece uysal bir at, Tayyip sırtına binince delleniyor ve bir an bile onu taşımıyor, taşımayı reddediyor ve onu
sırtından yere atıyordu. Oysa bu millet bir atın gösterdiği feraseti gösteremiyor, yıllarca o ve ekibini
omuzlarında taşıyordu...
14 Ağustos 2003 tarihli Zaman Gazetesi Erdoğan'ın tatilini geçirdiği Etkinlik Adasında Ramsey'in sahibi
Remzi Gür'ün villasından ayrılıp balığa çıktığını belirtiyordu. Yazının başlığı "Oltayla balığa çıkan Erdoğan eli
boş dondü"ydü. Habere göre Erdoğan hiç balık avlayamamıştı. Balıklar bile Erdoğan'ın o bölgeye geldiğini
hissedince başka taraflara kaçmıştı.
Avrupa Birliği ve Tayyip Erdoğan
Avrupa Birliği için yıllarca "Hıristiyan Kulübü" diyerek propaganda yapıp taraftar toplayan hatta Avrupa
Birliği yanlılarını hainlikle de suçlayan Erdoğan, AKP'nin başkanı olduktan sonra bu konudaki fikirlerinin
nasıl değiştiğini Savaş Ay'a anlatıyordu. Gazioğ-lu'nun Tayyip hakkındaki kanaatlerinin değişmesinin
olayında Ga-zioğlu için "Rüzgâr Gülü" yakıştırmasında bulunan Savaş Ay, Erdoğan için "Avrupa Birliği ve
Tayyip Erdoğan" başlığını kullanıyordu. Erdoğan'ın Avrupa Birliği hakkındaki görüşleri:
"Şimdi şıklar arasında bir değerlendirme değil. Bu olayı genel olarak ele almakta fayda var. Yani bütün
insanlar doğar, gelişir ve ölür. Aynı şekilde tabi ki dünyada fikir gelişimiyle bir evrim süreci var. Örn; Avrupa
Birliği konusundaki düşüncelerimi defalarca söylemiştim. On yıl önce, yirmi yıl önce çok farklıydı. Tam bu
günün aksine. Ama Avrupa Birliği'nin gerek birlik üyesi adaylar arasındaki tercihleri, fikir bakışları vs.
Bunların hak ve özgürlükler konusundaki gelişimi bizim de Avrupa Birliği'ne üye olmamız sürecinden geçer
düşüncesindeyim. Ve bu konuyla ilgili bugün daha objektif bakarlar diye düşünüyorum.
144

Bundan dolayı da Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin girmesinde fayda görüyoruz. Ama bunun sürecinin
uzatılmamasını da böyle bir şart olarak söylüyoruz. Şu anda biliyorsunuz; 2010 konuşuluyor. Diyoruz ki;
böyle olmamalı, bu süratlendirilmeli. Çünkü Türkiye'den çok sonra bu işe müracaat edenler alınma
durumuna gelmişken Türkiye'nin çok çok yani... Çünkü bu biliyorsunuz; Avrupa Birliği, ayeti, süreci vs.
yaklaşık 49-50 yıllık bir süreçtir. Ve 86'h yıllarda emeğin dolaşım süreci başlayacaktı. Bu da durduruldu..."
AKP'yi kurup bir de partinin Genel Başkanı olduktan ve 17 Eylül 2001 tarihli AKP Gurup toplantısında Tanrı,
ABD Başka-nı'nı Đsa Mesih'in yolundan ayırmasın" dedikten sonra Avrupa Top-lulugu'yla ilgili düşünceleri
tamamen değişiyordu. Oysa Tayyip, bir zamanlar Eyüp Belediyesi balkonundan insanlara şöyle sesleniyordu:
"55 milyonun kardeşliği için geliyoruz. 1,5 milyarlık Đslam âleminin Đslam birliği anlayışıyla geliyoruz. AT'a
girmemek için geliyoruz. Bak Avrupa Topluluğu'nun yöneticileri talimat verdiler, ne dediler bayrağınızı
değiştirin, vay dangalak vay... Bu bayrağın rengini bu milletin dedesi verdi.
Gerçek ölçüyü, bizi yaradan Allah koyuyor. 'Siz onların dinini kabul etmediğiniz müddetçe onlar sizi
kendilerinden kabul etmezler. Kâfirleri dost edinmeyiniz, onlar birbirlerinin dostudur. Đşte uygulamalar
ortaya çıkıyor, Bosna Hersek'te ortaya çıkıyor, Kıbrıs'ta çıkıyor, Cezayir'de, Afganistan'da, Karabag'da ortaya
çıkıyor. Şimdi soruyorum sizlere, değerli kardeşlerim bu düzeni değiştirmeye hazır mıyız?.."
Tayyip'in bu sözlerine inanan saf insanlar ise hep bir ağızdan cevap veriyorlardı.
'Hazınıızzz'..."
Tayyip'in "bugünlere gelmemde onun katkısı vardır" dediği da-
145

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
nışmanı Mehmet Metiner, Tayyip'in, AB ve diğer kavramlarla ile ilgili tavrını ve dönüşümlerini şöyle
anlatıyordu:
"...Erdoğan şimdi başbakan. Dünün Erdoğan'ı yok artık. O "Đs-lami devlet" diyen Erdoğan gitmiş, yerine "din
devletine karşıyım, dinsel milliyetçiliğe hayır" diyen bir Erdoğan gelmiş. Dün Avrupa Birliği'ne "Hıristiyan
kulübüdür" diyerek karşı çıkan Erdoğan, bugün Başbakan sıfatıyla AB ile bütünleşmek için elinden geleni
yapmaya kararlı...
Bir ciddi uyarının tam vaktidir. Bu ülkede demokratik seçimlerle iktidara gelenleri muktedir olma gücünden
yoksun bırakan "bürokratik oligarşi"ye karşı meydan okuyan bir Başbakan, Đstanbul'da kendisini protesto
eden bir genç kıza kızgınlığını "muktedirlerin diliyle" sergilememeliydi..."
Tayyip'in "beynimin yarısı" olan Metiner, kitabının 385. sayfasında cemi cümle şeriatçıların değişimlerinden
birkaç değişik örnekler veriyordu. Tabi bu örnekleri görünce Tayyip'in "Dini bir dönem kullandık" sözleri akla
geliyor ve daha neleri kullandılar diye de düşünmeden edemiyorsunuz. Metiner bu konuda şunları
anlatıyordu:
"Gannuşi'yi demokraside karar kıldığı için fikren recm edenler, bizi de bu değişimimizden ötürü "hain" ve
"dönek" ilan ettiler.
Dün meydanlarda bizler gibi "Zincirler kırılsın Ayasofya açılsın" diye slogan atan Erdoğan, bugün
Başbakanlık koltuğunda oturuyor. Ondan önce de Erbakan 80 öncesinde Başbakan Yardımcılığı görevinde
bulundu, 90'lı yıllarda da bir yıl Başbakanlık koltuğunda oturdu. Ne Ayasofya'nın zincirleri kırıldı ne de
Ayasofya camiye çevrilebildi.
Ama nedense Erbakan'ın Başbakan, Erdoğan'ın da Büyükşe-hir Belediye Başkanı olduğu dönemde, gereksiz
yere, "Taksim'e ve Çankaya'ya cami" söylemi dillendirildi. Bir tür "meydan okumacı" bir tavırla.
Đstanbul'un fethini kutlamaya gerek olmadığı gibi, sırf Hıristi-
146

yanlar ve paganlar yılbaşı kutluyor diye, alternatif yılbaşı geceleri düzenlemenin de Đslamcılık adına gerekli
olmadığına inanıyorum. Tarihte Müslümanların yılbaşı kutlamadıkları bilinmektedir.
Ayasofya, fetihten önce kiliseydi. Fatih tarafından camiye çevrildi. Başkalarının camilerimi kiliseye
çevirmelerini nasıl istemiyorsak, başkalarının kiliselerini de biz camiye çevirmeyi istememeli-yiz..."
Belediye Başkanlığı serüveni
Erdoğan, Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olana kadar geçen süreyi de büyük bir gururla anlatıyordu:
"12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra, 1983 yılında kurulan RP ile siyasi hayatım tekrar başlamış oldu. 1984
yılında Beyoğlu Đlçe Başkanı, 1985 yılında da Đl Başkanı ve M.K.Y.K üyesi seçilmiştim. 30 yaşındaydım.
Başarmak için gece-gündüz çalışıyorduk. Birbirine kenetlenmiş, başarıya inanmış iyi bir ekibimiz vardı.
Siyasette başarıyı yakalamak çok önemliydi. Şuna inanmıştım: "Siyaset hayat kurtarmaktır." Đçinde
yaşadığımız toplumda binlerce, on binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın refah ve mutluluğunu
sağlamak için siyaset yapmak ve başarmak zorundaydık.
1984-1994 yılları arasında bir çok seçimlere girdik. 1986 ara seçimlerinde milletvekili adayı oldum. 1989
yılında Beyoğlu ilçesinden belediye başkan adayı oldum. Farklı bir seçim kampanyası ile başarıyı
yakalamıştık. Đlk defa hanımlar komisyonu aktif rol alıyordu. Çeşitli eleştiriler de almıyor değildik. Ama
zaman bizi haklı çıkardı. 1989 seçimlerinden 2. parti olarak çıkmıştık. Kazanmaya azmetmiştik, çünkü biz
kısa mesafe koşucusu değildik, maraton koşu-cusuyduk. Bizim maratonumuz öyle bir maraton ki
"Đlânihaye" devam edecekti.
1991 senesinde tekrar milletvekili adayı oldum. Seçimi kazan-
147

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
dik. Mazbatayı aldım ve milletvekili oldum. Tercihli oy sistemi nedeniyle yüksek seçim kurulu mazbatamızı
iptal etti.
27 Mart 1994 seçimlerine kadar Đstanbul Đl Başkanlığı görevimi sürdürdüm. Nihayet 27 Mart 1994
seçimlerinde Đstanbul Büyük-şehir Belediye Başkan adayı oldum. Seçim çalışmasındaki kampanyamız ses
getirince medyadan da sesler yükselmeye başladı. Medyanın hedef tahtası haline gelmiştim. "Vay Tayyip
Aga vay", "Tay-yip'in Villaları" gibi manşetler gazetelerde çıkmaya başlamıştı. Sür-manşetten bu tür aslı
olmayan yazılar adeta beni, arkadaşlarımı ve teşkilatımızı kamçılıyordu..."
Tayyip, "Vay Tayyip Aga vay", "Tayyip'in Villaları" gibi konuları anlatırken kaçak gecekondu yapması ve bu
nedenle aldığı cezayı es geçiyordu. Dün; Tayyip "Parasızlıktan" ancak kaçak gecekondu yaptırıyor ve bu
gecekonduda oturmayı göze alıyordu. Aynı Tayyip bugün ise milyon dolarlardan başlayıp, milyar dolarlarla
konuşmaya devam ediyordu. Milyar dolarlık gerçeklere gelmeden önce Tayyip'in serüvenine kendi ağzından
devam edelim:
"Neticede 27 Mart 1994 seçimlerinde halkımızın teveccühü ile Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
seçilmiştim..."
Elhamdülillah şeriatçıyım
Tayyip, belediye başkan adayı olarak TV'lere çıktığında "Elhamdülillah Şeriatçıyım" diyor, Erbakan'ı yıkma
stratejisini daha o günlerde sahneye koyuyordu. Erbakan'ı yıkmak, genel başkan olmak, Türkiye'yi
yönetmek o kadar da kolay değildi. Recep Tayyip Erdoğan'ın belli iddialara ve sloganlara sahip çıkması
gerekiyordu. "Elhamdülillah Şeriatçıyım" diyor, laikliğin bir gün mutlaka eWen gideceğini ilan ediyordu. Batı
uygarlığına karşı Türkiye'nin dijer islam ülkeleriyle ayrı bir blokta yer alması gerektiğini savunuyordu-
17 Temmuz 2002 tarihli Akşam Gazetesi Erdoğan'ın Financial
148

Times Gazetesi'ne verdiği demeci aktarıyordu;


"Đslamcı değilim. Siyasi yaşamım boyunca kendimi tanımlamak için asla 'Đslamcı' sözcüğünü seçmedim. "
Oysa Tayyip her fırsatta; "Referansımız Đslam" bile demişti.
Erdoğan 27 Mart 1994 yerel seçimleri sonucunda Đstanbul Bü-yükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Belediye
Meclisi'nin ilk toplantısında şov yapmak istiyor, yönettiği Meclis'te Fatiha okutturmak istiyordu. Belediye
Meclis'i Tayyip'in bu isteği ile karışıyor, ardından Tayyip bir şov daha yaparak Atatürk'e saygı duruşu
yapılmasını engelliyordu. Erdoğan, saygı duruşunu sap gibi durmak olarak niteliyordu.
Tayyip Erdoğan tüm ısrarlara rağmen, yönettiği belediye meclisinde Fatiha okumuştu. 29 Mayıs 1994 tarihli
Milliyet Gazetesi'nde Tayyip'in; "Atatürk, ilkeleriyle yaşayan bir ölüdür. Her Müslüman'ın da sag kalanlardan
beklediği fatihadır. Biz de bunu yaptık..."
Erdoğan'ın belediyedeki danışmanı ve "benim idolüm" dediği ve aynı zamanda dünürü Sadık Albayrak'ın
"Şeyhülislam Mustafa Sabri" kitabındaki hezeyanları Tayyip'in davranışlarını anlamamıza yardımcı oluyordu:
Kurtuluş savaşımızın kahramanlarına "kahpe" diyen zihniyete daha ne kadar katlanılacak?
Sadık Albayrak, Tayyip'in Đstanbul Belediye Başkanlığı döneminde danışmanlığını yapmış, Belediye şirketi
olan Kültür AŞ'nin başına getirilmişti. Arkadaşlıkları Milli Türk Talebe BirligTne dayanıyor, Tayyip onun için
"Benim idolüm" diyordu. Bu idollük, kızını Sadık'ın oğluna verince akrabalık ilişkisine kayıyordu:
Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde Yeni Şafak Gazetesi yazarlığı da yapan Sadık Albayrak,
"Şeyhülislam Mustafa Sab-
149

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ri" adlı kitabında Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kahramanları hakkında işgal kuvvetleri ile aynı dili
konuşuyordu;
"...Đki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek Đngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin
Đstanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir..."
Potamyalı Tayyip'in Danışmanlarından ve hatta kızını verdiği dünürü, AKP'li Sadık Albayrak kitabında
Türkleri "Cibilliyetsiz ve Milliyetsiz" olarak tanımlıyor ülkeyi yönetenlerin kimliği hakkında ipuçları veriyordu.
"...Mustafa Kemal'in ve Ankara Hükümetinin kahpeliklerini, sahtekârlıklarını şu ufacık mukaddimeye
(Önsöz) sığdıracak değilim. Demek isterim ki, bu şekil değiştirmeleri, bu zıtlıkları işleyebilmek için insan
utanmamazlıkta da kahraman olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayâsızlığın bu derecesi
tasavvur olunamaz.."
Hilafet ve Halifesiz Müslümanlar
Aynı Sadık Albayrak, "Hilafet Ve Halifesiz Müslümanlar" adlı kitabının 131. ve 132. sayfalarında; Halifeli
şeriat devletine olan özlemlerini anlatıyor, kurtuluşun halifeli şeriat devletinde olduğunu vurguluyordu:
"...Bu esaslar ışığında düşünülürse Müslümanların birliği, iktisadi ve içtimaî hayatlarının tanzimi şeriat
yönünden sağlanmadığı devirlerde, Müslümanların bir halifeye ihtiyaçları vardır.
Dünyada bir buçuk milyara varan Müslümanların, uydurma hudutlarla ayrılıp beşeri sistemlerin esaretinde
yaşayıp devam etmeleri fikren cahiliyet devrini daha tamamlamadıklarını gösterir.
Müslüman'ı, oturduğu hiçbir topraktaki idare tatmin edemediğine ve çoğu yerde laik-kapitalist, sosyalist ve
kavmiyetçi sultalar hâ-
V
150

kimiyet tesis ettiğine göre XX. asrın başından itibaren halifeli cemi-yet-ümmet haline gelmeleri Đslam
şeriatının ana esaslarından biri ve en önde gelenidir.
Batıl sistemleri yıkmak, Müslümanlarca yaşamak ancak Đslam'ın devlet yapısını teşkil eden halifeli şeriat
devletine adım atmakla olur.
Ehl-i Sünnet Müslümanlarının önderi durumunda bulunan âlimlerin, Müslümanların cahiliyet ölümünden
kurtulmaları için gösterecekleri bir başka yol yoktur..."
Kurtuluş Bayramı kafayı çekme günüymüş
Yunan Turizm Bakanı ile Sirtaki oynadığı Sisam Adası'na giderken, "Kurtuluş bayramı, kafayı çekme günü"
diyen, AKP'li Kültür Bakanı Atilla Koç, Aydın'm Yunan işgalinden kurtuluşunun kutlandığı 7 Eylül 2006
yılında "Yabancı işgal etti diye kutlama olmaz" diyebiliyor, kimlerle hangi kulvarlarda yürüdüğünü
gösteriyordu.
Bu kavga kimin?
Tayyip'in dünürü olan Sadık Albayrak'ın kitabında Kurtuluş Savaşı kahramanlarına nasıl hakaretler
yağdırılıp, 1923 Türkiye'si hedef alınıyorsa, Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen "Sızıntı" dergisinin
yazarlarından Nihat Dağlı, yine aynı grup tarafından çıkarılan "Bu Kavga Kimin" adlı kitabında, yok etmek
istedikleri hedeflerinin 1923 yılında kurulan "Cumhuriyet" olduğunu, hilafet ve şeriat özlemlerini açık bir
şekilde ifade ediyordu. Bu kitaptan alıntılara Seçmeden önce Gülen'in talebelerinden Şemsettin Nuri'nin
"Kırık Tayflar" adlı kitabından "Sızıntı" ile ilgili bilgileri ilk ağızdan, Fetullah Gülen'den izleyelim:
"...Bu mevkute, neşrettiğin (hitap Bediüzzaman Hazretlerine-
151

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
dir) ışığa tercüman olma mülahazasıyla yola çıktı. Varılacak yer uzak, yollar da tekin değildi. Cinler, ifritlerle
beraber taarruza geçti..."
Gülen, Kürt Said'in sözde yaydığı ışığa tercüman olma amacıyla yani tamamen onun fikirleri doğrultusunda
"Sızıntı" dergisini çıkardıklarını söylüyor, şunları da ilave ediyordu:
"Sızıntının ilk on bir senesinde 132 sayı risalelerden sadeleştirilerek yapılan iktibaslar vardır. Bir yönüyle bu
iktibaslar Sızıntının çıkış gayesine denk ölçüde önemlidir. Bazı çevreler Risalelerin sadeleştirilmesine sıcak
bakmazlar ve bunu tenkit malzemesi olarak kullanırlar..."
Gülen ve talebesi Şemsettin'e göre, Sızıntı; Đslam devletinin yeniden kuruluşunun destanı:
"Birinci cihan harbiyle batıp giden Đslam Devleti, zamanın ana rahminde yepyeni bir tarihi doğuşa
hazırlanıyor. Ne muhteşem bir doğuştur bu, nefsin ve şeytanın radyasyon sızıntılarına mukabil, ruhun ışık
sızıntıları, kutlu tayflar halinde toplanıp kalplerde yoğunlaşarak hidayet lazerleri halinde küfrün, karanlığın
urlarını, kanserlerini kuruta kuruta geliyor. Nefs kışının inkâr kefenlerini yırtıp, ruhun bahar filizlerini vere
vere ilerliyor. Đşte Sızıntı da böyle bir gelişin destanı sunuluyor."
Sızıntı dergisinin yazarlarından ve bu cemaatın bir üyesi olan Nihat Dağlı, "Bu Kavga Kimin" adlı kitabında
Cumhuriyet dönemini, 1923 kimliğini şiddetle red ederek, zorla şapka giydirildigini, harf devrimleri ile
insanların cahil bırakıldığını iddia ediyor, adeta kinini kusuyor, o da Gülen ve Kürt Said'i göklere çıkarıyordu.
"Cumhuriyet döneminde Đslamla barışık olmayan yeni sistem, batıda olduğu gibi doğuda da var olan bütün
Đslami müessese ve Müslüman şahsiyetleri hedef almıştı. Latin harflerinin kabulü ile başlayan yeni vetirede
medreseler illegallige itiliyordu. Oysa medrese, doğuda hayatla eş anlamlıydı. Medresesiz bir doğu
düşünülemezdi. Yeni anlayışın estirdiği yabancılaşmanın tesirini, ancak medreseler kırabiliyordu. Latin
harflerinin kabulü medreselerin dokusunu koparıyordu. Bölgedeki huzursuzluğun ortaya çıkışını hazırlayan
152

sebeplerden birisi de bu olsa gerek. Zira, bölgenin tümüne yayılmış bir hayat dokusunun koparılması bahis
mevzuuydu...."
Sızıntı ailesinin de üyesi olan Nurcu yazar, kitabın 22. sayfasında Cumhuriyet rejimine olan düşmanlığını
iftiraları ile sergiliyordu:
"...1923 hareketi modernizmi esas alan bir hareketti. Maziye kin duyuyordu. Dinden arındırılmış bir vetire
başlatıyordu. Bu vetirede din, referans alınmıyor ve fırsat nispetinde hayattan kovuluyordu. Kıble,
modernizmi din derecesinde kabullenen batı olmuştu. Batılı değerlerle yeni bir insan şekillendirmek
suretiyle, yeni bir toplum öngörülüyor ve dini kurumlar üst değer olmaktan çıkarılıyordu. Bu süreçte, bütün
müesseseler batılı değerler perspektifinde tanımlandı ve bunun ışığında faaliyet sahaları belirlendi."
Kitabın 39. sayfasında ise halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, harf devriminin
yapılması, geçmişle bağın kopartılması olarak tanımlanıyordu:
"Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki söylem ise, Đslam'a karşı konulan radikal bir çıkıştı. Halifeliğin
kaldırılması, medrese ve tekkelerin kapatılması, sosyal hayatta yeni düzenlemelere gidilmesi, harf devrimi
yapılarak geçmişle olan bağın kopartılması vs.... Bütün bunlar Osmanlının şahsında Đslam'a "Hayır"ın
ifadesiydi...
Bu bir tenakuzdu, Kuvay-ı Milliye ruhuyla ters düşmekti. Zira kurtuluş savaşında, batılı değerlerin
saldırısından hareketle Đslami değerlerin savunulması gerektiği öne sürülerek, insanların yardımı
isteniyordu. Ancak 1923'ten sonra, batılı değerlerin savunulması ve yerleşilmesi adına Đslam kapı dışan
edilmişti. Eğer dini sömürü gibi bir anlayıştan bahsedilirse ilk sömürü cumhuriyetin o yıllarında yapılmıştır...
...Millet huzursuzdu ve Ankara'ya kırgındı. Soğukluklar başlamıştı. Đsyanların oluşumunu sağlayan bir zemin
ortaya çıkmıştı. Bu acınası bir durumdu. O güne dek ehl-i salib'e duyulan kinler, ifade edilmese bile yeni
oluşuma yönelmeye başlamıştı. Ankara ise, ihtimal dâhilinde olan bu gelişmelere mani olmak için yeni
düzenleme-
153

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
lere gidiyordu. Provoke hadiseler bahane edilerek yurt sathında Đstiklal Mahkemeleri kuruluyordu.
Cumhuriyet Halk Fırkasfnın bir uygulaması olan bu mahkemeler, hukuki hiçbir dayanağa dayanmıyor;
sadece sindirme, korkutma ve olası bir hareketin sahiplerine gözdağı verme düşüncesiyle hareket
ediyorlardı..."
Gülen'in Sızıntı dergisinin yazarı, Đngilizlerin çıkarlarına hizmet için kiralanan insanların çıkardıkları ve ayrı
bir Kürt devleti kurma bahanesi ile yapılan isyanları savunuyor, bu isyanları 1923 kimliğine bir başkaldırış
olarak vurguluyordu:
"Eğer o dönemde isyanların varlığından söz ediliyorsa, bunun en büyük sebebi, yeni oluşumun savuna
geldiği ve dayattığı yeni kimliktir. Bu kimliğe, ciddi bir itiraz vardı. Bu ülkenin mümin insanları, dipçikle
şapka giymeyi, Kuran'ın bir suç unsuru olarak telakki edilmesini hak etmediklerini düşünüyorlardı. Bu bir
zulümdü...
Olan isyanlar, ifade edildiği gibi başka sebepleri olmakla birlikte ağırlıklı olarak dine gelen saldırılar
sebebiyle ortaya çıkmıştı. Mesela Şeyh Said hadisesi bunlardan biridir. Her ne kadar resmi ideoloji bu isyanı
farklı tanımlasa da Şeyh Said hadisesi, yeni kimliğe olan bir itirazdır, dini karşısına alan laik yapılı
Cumhuriyet idaresine karşı Osmanlı idaresini talep etmeyi ifade etmişti..."
Nurcu yazar, Kürt Said'in bir öldüğünü ancak bin olarak diril-diğini de iddia ediyor, devletin Said'i sürekli
olarak rahatsız ettiği görüşünü savunuyordu:
"...Vazifeli insanlar vazifelerini yaparlar. Allah dilemedikçe hiçbir güç onları vazifelerinden alıkoyamaz.
Bediüzzaman Hazretleri de bir hizmet sistematiğinin dellalıydı. O vazifesini bitirecekti. Bu sebeple 1960'a
kadar 1923 zihniyetinin takibatından kurtulamayacaktı. Koskoca bir devlet, ailesi dahi olmayan, insanlara
hak ve hakikati ulaştırmaktan öte bir gayeyi gütmeyen Bediüzzamanı sekerat anında bile rahatsız etmekten
çekinmeyecekti. Ve Said bir olarak
154

ERG UN POYRAZ
Rahman'a kavuşacak, ancak Anadolu'nun bağrında bin olarak dirilecekti. Eserleri belde belde dolaşacak,
dillere çevrilecek, inkâr düşüncesi onların ışığında boğulacak ve milyonlar imanın kutlu iklimiyle
buluşacaktı...."
"Dış tehlikelere karşı kurulan, ona göre yapılandırılan ordu, Cumhuriyetle birlikte devrimlerin bekçiliği rolüne
de girmişti. Böylece oluşturmaya çalışılan yeni devletle yeni kimlik, 'birlik ve bütünlük' ordunun teminatı ile
sağlanmış oluyordu" şeklinde alıntı yapılan kitapta, Nurcuların Türk Silahlı Kuvvetleri hakkındaki
düşünceleri de açığa çıkıyordu:
"Birlik ve bütünlük sağlanmış mıydı yoksa öyle mi görünüyordu? Öyle göründüğü kanaatindeyim. Çünkü,
'birlik ve bütünlük' gönülde, yani dipçik ve silahın uzanamadığı sevgi ikliminde kurulur. Oysa söz konusu
olan ne sevgiydi ne de birbirini anlama esası üzerinde bir araya gelmeydi. Zora dayanılarak yapılan
inkılâplar yine zora dayanılarak korunuyordu ve bugftn de korunmaya devam ediliyor..."
Fetullah Gülen'in redaktörlüğünü yaptığı Nil yayınlarından Mehmet Kafkas adına çıkan "Geçmişi Bilmek"
adlı kitapta, 31 Mart isyanlarını bastıran Atatürk'ün Kurmay Başkanı olduğu ordu için; "Haçlı Ordusu" ifadesi
kullanılıyor, "başıbozukların ve serserilerin katıldığı ordu"... Hatta, "adları kötüye çıkmış Bulgar ve Rum
gönüllülerini barındıran ordu" tanımlaması yapılıyordu.
Yine aynı kitabın 161. sayfasında,
"Yıldız Sarayını yağmalayan, Đstanbul'a girer girmez yolda rastladıkları âlim ve salih kişileri öldürmeye
başlayan, her türlü zulüm ve zorbalık yapan hareket ordusunun subayları arasında Atatürk, Rauf Orbay, Ali
Fethi Okyar, Đsmet Đnönü de bulunuyordu..." deniyordu.
Tüm bu oluşumlar ve hareketler Laik Demokratik Cumhuriye-
155

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
tin engin hoşgörüsü altında gelişiyor, dallanıp budaklanıyordu. Tabi
ki nereye kadar?..
Recep Tayyip Erdoğan, belki Erbakan'ı yıkıp genel başkan olabilirdi ama iddialarını hayata geçirebilmesi için
çok güçlü bir şekilde iktidara gelmesi gerekiyordu. Bunun için de önce büyük paralara, kadrolara ve medya
desteğine ihtiyacı vardı. Đstanbul Belediyesi olanakları iktidar için kullanılmalıydı.
Đstanbul Belediyesi, BĐT'ler ve bağlı kuruluşlar, uzun yıllar iktidar yüzü görmemiş RP yandaşları için büyük bir
hazineydi. RP örgütünün açlığı ve belediye olanakları Tayyip'in siyasi geleceği için büyük fırsattı ve
değerlendirilmeliydi.
Kadrolaşma
Recep Tayyip Erdoğan bir yandan da süratle kadrolaşıyordu. Belediye ve BĐT kadroları şeriat yanlılarıyla
dolduruluyordu. Diyanet Đşleri Başkanlığı kadrosundaki yüzlerce imam Đstanbul Belediyesine yatay geçiş
yaptı. Türk Silahlı Kuvvetlerinden irticai faaliyetleri nedeniyle atılan subay ve astsubaylara kucak açıldı.
Atatürk'e hakaretten hüküm giymiş kişiler danışman kadrolarına atanıyor, adeta laik düzene meydan
okunuyordu. Bunların yanında Đran karşı devriminin taktikleri de kullanılarak TKP'li, DHKP-C'li ve diğer sol
guruplar ile PKK yandaşları da belediye şirketlerine yerleştiriliyor, daha önce yer alanlara da
dokunulmuyordu. Tasarruf genelgelerine karşın binlerce militan belediye ve BĐT kadrolarına dolduruldu.
Belediyedeki bu kadrolaşma aynen iktidarda da gerçekleşiyor, AKP ve dolayısıyla Erdoğan'a yakın olanlar
ödüllendiriliyordu. Bu durum valiler kararnamesinde de göze çarpıyor, Erdoğan'ı soruşturmalardan kurtaran
isimler vali yapılıyordu.
Tayyip, AKP seçimi kazanıp iktidar olunca devletin kasasının başına Faysal Finans'ı Ülker gurubuna şaibeli
yollarla kazandıran,
156

ERG ÜN POYRAZ
Nakşibendî kökenli ve hakkında çete dâhil nitelikli dolandırıcılıktan soruşturma bulunan Kemal Unakıtan'ı
getiriyordu. Başbakan olduğunda da, yine dikerlerin finans kurumundan gelme, nitelikli dolandırıcılık,
gerçeğe aykırı beyanda bulunmak, emniyeti suiistimal, suça iştirak ve çete kurmak suçlarından
soruşturmalar geçirmiş olan, (Faisal) Family Finans eski yönetim kurulu başkanı ve Faisal Emlak Đnşaat
Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Sayın'ı Kamu Bankaları Yönetim Kurulu Başkanlığı'na atıyor, yine aynı
suçlardan yargılanması istenen Family Finans Gene! Müdürü Can Akın Çağlar'ı Ziraat Bankası Genel
Müdürlüğü'ne getiriyordu.
Zeki Sayın, makamına geldiğinde istediği ilk şey namaz kılmak için seccade istemek oluyor, böylece din
tacirliğinin meyvelerinin nasıl toplanacağının işaretlerinden biri daha veriliyordu
Bu atamaların ardından kamu bankalarındaki yönetimi değiştiren Tayyip hükümetince, AKP Genel Başkan
Yardımcısı Nazım Ek-ren'in danışmanlığında, Ziraat Bankası ve Halkbank'ın kar payına göre bankacılık
yapması için çalışma başlatıyor, böylece yıllardır gizli yapılanan bir oluşum bankacılık sahasında da işbaşı
yapıyordu.
Erdoğan kadrolaşma harekeüne daha seçim gecesi karar vermiş, seçimlerde "koordinatör" görevi verdiği
Ömer Dinçer'e dönerek; "Hocam kolları sıvamanın vakti geldi. Siz içeri odaya geçin ve belediyede hangi
bürokratlara nerede, nasıl görev vereceğimizin listesini çıkararak planlamasını yapın."
Prof. Dinçer, o gece bu listeyi ayrıntılarıyla hazırlayıp Erdoğan'a verdi. Erdoğan listede değişiklik yapmadan
hayata geçirmek istedi. Fakat RP Genel Merkezi başta olmak üzere teşkilatlardan beklenmedik bir refleks
ile karşılaştı. Partiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, hatta Đslamcılığından kuşku duyulan isimlerin önemli
görevlere getirildiği söyleniyordu. Bahri Zengin bile "taban onlara aşina değil" şeklinde bir açıklama yaptı.
157

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
31 Temmuz 1994 tarihli Nokta dergisi konuyla ilgili Başkan'ın ihanetle suçlandığını yazıyordu. Erdoğan'ın
başkan olduktan sonra kendilerine danışmadığını ve bildiğini okuduğunu söyleyen RP'liler öfkeli ve küskün
olduklarını belirtiyorlardı...
Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk "Tayyip Erdoğan" adlı kitaplarında kadrolaşma hareketini açıklamaya şöyle
devam ediyorlardı:
"...Erdoğan, işte o zaman külfeti üstlenen teşkilatların nimeti de paylaşmak istediklerinin farkına varmıştı.
Belediyenin para pul işlerinin hiçbirini teşkilat kökenli bürokratlara vermedi. Onları maliye ve yatırım işlerine
dahil etmedi. Kıyamette esas bundan kopmuştu. Atanan bürokratlardan bazıları eski ANAP'lıydı. Bazılarıysa
Fetul-lah Gülen'in talebelerindendi. Parti tabanından gelen isimler ise hizmet sektöründe görevlendirildi.
Örneğin Kahraman Emmioğlu Genel Sekreter, Akif Gülle ise Personelden Sorumlu Daire Başkanı oldu...
Bu durum partide ve partililerde hoşnutsuzluk yaratmıştı. RP Genel Merkezi'ne şikâyetler yağıyordu.
Erbakan birkaç kez olaya Ahmet Tekdal ve Oğuzhan Asiltürk aracılığıyla müdahale etmek istedi. Ama
Erdoğan kararlıydı. Genel Merkez'in artan baskısı karşısında zehir zemberek bir açıklama yaptı: "Partim
dâhil hiç kimse bana göreve alınacak kişilerle ilgili baskı yapamaz. Partimle bazı konularda istişare yaparız
o kadar. Hiçbir zaman yetkilerime karışamaz. Karışırsa resti çekerim..."
Đslami medya da bu dönemde Tayyip Erdoğan'ı yakın takibe almıştı. Özellikle Belediye Kültür Đşleri Daire
Başkanlığı'na getirilen Şenol Demiröz'ün bir takım faaliyetlerinden rahatsızlık basına yansıyordu.
Erdoğan'ın yakın arkadaşı ve Akit Gazetesi yazarı Yılmaz Yal-çıner, 25 Nisan 1996 tarihinde gazetedeki
köşesinde; "Belediyeye Musallat Olan Ent*»ürr" başlıklı oldukça sert bir yazı yazıyordu:
158

"Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin altı oyuluyor. Kim oyarsa oysun, nasıl oyarsa oysun, katiyen umurumda
değil amma... Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin başında Sayın Recep Tayyip Erdoğan bulunduğu ve onun
şahsında 'emin eller' idaresinin simgelendi-gi bir ortamda, orada sinsice cereyan eden hadiselere karşı
suskun kalmak mümkün değildir.
Refah Partisi'nin Meclis'te bütçe görüşmeleri sırasında Kültür Bakanlıgı'nın 'Opera ve Bale' gerekçesiyle
halkın trilyonlarını çarçur etmesini nasıl şiddetle eleştirdiğini biliyoruz. Bunların özelleştirilmesini halkın
sırtından tufeyli beslenmemesini Sayın Zeki Ünal gayet yerinde hatırlatmalarla belirtmişti.
Refah Partisi aynı hassasiyeti, Đstanbul Büyükşehir Belediye-si'ne bağlı Kültür Dairesi'nin faaliyetleri için niye
göstermiyor, orada dönenleri neden görmüyor, anlamak mümkün değildir. Ankara'da Devlet Opera ve
Balesi'nin 'Özelleştirilmesi'ni isterken, Refah Partisi'nin ne yapmayı düşünüyorsa doğrudan doğruya bizzat
kendisinin yaparak, örnek olacağı imkân varken, Đstanbul'da neden aksine icraatta bulunuyor?
Soruyorum 80 milyar lira harcama ile Đstanbul'da 'Opera Sahnesi' kurulduğundan ve bunu Büyükşehir
Belediyesi'ne bağlı Kültür Dairesi'nin yaptığından Refah Partisi yetkililerinin haberi yok mu? 80 milyara
Opera Sahnesi... Ve her ay 10-15 milyar buraya işletme masrafı. Recep Tayyip Erdoğan Bey kardeşimizin
'emin el'in-den, halkın paralarını, kimler, nasıl oluyor da böyle fütursuzca çarpabiliyor. Cevap: Çok seslilik
abicim! Artık gırtlağa geldi, dayandı. Seçkin bazı Müslüman kimliklilerin; danışmanlık, programcılık,
organizatörlük, vs. gibi arpalıklar dağıtılarak ve demokratlık, çok seslilik yavelerinin oltasına takılarak,
susturulmalarına, enterne edilmelerine göz yumamayız.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey kardeşimiz, etrafını saran,
159

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
karşısına kavuk, sırtını döndüğü zaman da temellerimize kazma sallayan güruha dikkat etmelidir, diye
düşünüyorum. Onu sadece bugün değil, Allah nasib ederse yarınlarda da Müslümanlar nezdinde 'emin el' in
simgesi olarak ayakta görmek istiyoruz..."
Đran karşı devrimcileri de belediyeden nemalanıyor
Đçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişlerince 07.12.2001-26.03.2002 tarihleri arasında; "Đstanbul Belediyesi
iştiraki olan şirketlerde yıkıcı, bölücü, irticai nitelikte faaliyetlerde bulunmaktan dolayı haklarında adli ve
idari mercilerce işlem yapılmış personel istihdam edilmesi" konulu incelemede; Belediye'ye bağlı Ulaşım
AŞ'de insan kaynakları bölümünde görev yapan Abdullah Arpa'nm yasa dışı "Đslami Hareket" örgütüne
yönelik eylemlerde yakalandığı bilahare DGM tarafından serbest bırakıldığı belirtiliyordu.
1999 yılına kadar Đstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı ĐS-VALT AŞ, bu tarihten sonra ĐSTAÇ Genel Müdürü
olarak görev yapan Abdülhalim Karabıyık, müfettişlerin raporlarına göre Hizbul-lah terör örgütüne yönelik
operasyonlar nedeniyle aranıyordu. Karabıyık hakkında müfettişlerin incelemesi sonucu şu bilgilere
ulaşılıyordu:
"...Đstaç AŞ Genel Müdürü olmasından itibaren Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden alınan çöp toplama
ihalelerini Albayraklar gurubuna vererek bir gurubun menfaatlenmesini sağladığı ve bu hususta hakkında
dava açıldığı halde 2002 yılında da alınan çöp ihalesinde bu kez Albayraklar gurubunda çalışan elemanları
şirkete alarak muvazaa yoluyla Albayraklara menfaat sağladığı, yine bu gurubun şirketlerinden olan Motif
Tur Nakliyat Tic. Ltd. Şti'ye 2000-2001 yılı araç kiralaması ihalesi verilerek menfaatlenmenin bu yolda
devam etmesini sağlamış, Mehmet Nuri Yazıcı adlı Üsküdar Belediye Meclisi Üyesi olan şahısla birlikte 3
adet başka beledi-
160

ye meclis üyesinin şirketle hiçbir ilgisinin olmamasına rağmen cep telefonu faturalarının ödenmesini
sağlayarak şirketi şahıs çıkarlarına alet ettiği, şirketi zarara uğrattığı, 2000 yılında alınan sekiz adet
yönetim kurulu kararı ile şirket kaynaklan Đstanbul Büyükşehir Be-lediyesi'ne bağlanmış, 2000-2001
yıllarında Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü'ne reklâm adı altında 230 milyar TL, kaynak
aktarımında bulunmuş...
Birleşik faizli sermayesi yaklaşık 18 milyon 880 bin dolar olan şirketin net aktif değeri 6 milyon dolar
seviyesine gerilemiş..."
Müfettiş raporlarına göre, Belediye şirketini kara geçirmek bir yana yaklaşık 12 milyon dolar zarara uğratan
Abdülhalim Karabı-yık'm yapılan incelemelerde Fetullah Gülen'in kurucu üye olduğu aynı zamanda Onursal
başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na 3000 dolar bağışladığı da ortaya çıkıyordu.
1994 yılından bu yana BELBĐM AŞ'de matbaa teknisyeni olarak görev yapan Đbrahim Bulaç'ın, 21.12.1981
tarihinde Türkiyeli Talebeler Konseyi isimli örgütle irtibatlı olduğu, Đran modeli bir düzen kurmak istedikleri
için yakalanıp sıkıyönetim komutanlığınca sevk edildiği mahkemece tutuklanıp, 1982 yılında tahliye edildiği
müfettişlerce ortaya çıkarılıyordu.
Gülen yanlısı Zaman gazetesinde yazarlık yapan ve Samanyolu televizyonunda yer alan programların
gediklisi Ali Bulaç'ın KÜLTÜR AŞ'de kültürel etkinlikler koordinatörü olarak görev yaptığı da ortaya çıkıyordu.
Bulaç'ın da kardeşi gibi Türkiye'li Talebeler Konseyi isimli örgüt ile irtibatlı olduğu, Đran modeli bir düzen
kurmayı amaçladığından 28.12.1981 tarihinde yakalanıp, sıkıyönetim komutanlığına teslim edildiği yine
müfettişlerce tespit ediliyordu.
"Şeriat Yolunda Yürüyenler, Şeriat Yolunda Sürünenler" adlı kitabın ve Tayyip'e yakınlığı ile bilinen Yeni
Şafak gazetesinin yazarı Sadık Albayrak da müfettişlerin raporlarında; KÜLTÜR AŞ'de
161

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
görev yaptığı yine Belediye'ye bağlı KĐPTAŞ AŞ'de kitaplarının basıldığı şeklinde yer alıyordu.
Gerek Ali Bulaç'ın gerekse Sadık Albayrak'in bu kadar yoğun çalışma ortamlarından nasîl zaman bulupta,
Belediye'ye bağlı bu kuruluşlarda görevlerini sürdürüyorlar sorusu insanın aklına takılıyor. Öyle ya, Ali Bulaç,
Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor, Samanyolu televizyonunu ne zaman açsanız karşınıza Fehmi
Koru, Đlnur Çevik, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu gibi isimlerle birlikte çıkıyor, bir çok dergide yazıyor,
konferanslar veriyor ve bir de belediyeye bağlı şirketlerde koordinatör olarak çalışıp maaşını alıyor...
Tayyip'in kızını oğluna alarak dünür de olan Sadık Albayrak hem köşe yazarlığı yapıyor, hem de neredeyse
ayda bir kitap yazıyor ve bir de MGV ve benzeri yerlerde konferanslar veriyor, bu tempoda bir de belediyede
çalışıp maaş alıyor?
Sadık Albayrak, Đstanbul-Fatih Milli Gençlik Vâkfı'nda yaptığı konuşmalarda insanları isyana çağırıyor ve
şunları söylüyordu;
"Esselamü aleyküm, Muhterem kardeşlerim,
Gecenin bu ilerleyen saatinde sizi fazla meşgul etmek istemiyorum. Yalnız belki bir ay, belki iki ay, belki de
o kadar değil, Fatih'te yine MGV'nin bir gecesi olmuştu. Bendeniz de bir başka toplantıdan geldim.
Muhterem Hasan Aksay, Muhterem Ö. Vehbi Hatipoğ-lu, Muhterem Necdet Külünk kardeşlerimiz o gece
konuşmacı olarak katılmışlardı.
Programı sunmak ile görevli olan kardeşimiz: 'Efendim, Sadık Albayrak da bir selamlama konuşması
yapacak. Gecenin mana ve önemini ifade eden dayanak olan husus; Mazlumlarla dayanışma gecesi'. Hani
zuhurat denir ya, o anda ne demek lazım gelirdi. Selam verdim. Ve ben de 'Zalimlere karşı isyan' gecesinde
konuşacağım dedim...
Đşte aradan geçen bir ay içinde böyle bir gece düzenlendi. Ama
162

benim tam istediğim değil, Müştade kardeşime sordum; 'Niçin böyle bir isim aldınız?' 'Abi' dedi, 'buna da
izin vermeyebilirlerdi'. Zalimlerle zalimlere karşı el ele gecesi. Ama biz bir merhale kat ettik bir ay içinde...
Đnşallah mukaddes emanetlerin bulunduğu Topkapı'ya yaklaştığımız bir gecede bu günlerde inşallah orada
bir gün 'zalimlere Đsyan' gecesi düzenleyeceğiz, inşallah!...
Bakın sol tarafımda bir ayet meali var. Maide suresi, burada; 'Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin
kâfirlerin ta kendileri olduğu' ifade ediliyor... Ama bir de bu ayetin başka bir ifadesi var; 'Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir' Bir ayette de 'fasıkların ta kendileridir'.. O halde Allah'ın indirdiği
ile hükmetmeyenler; zalimler, fasıklar, kâfirler ve fasıklar hepsi aynı kategoridedir.
Şimdi bakınız, Bakara suresi 114. Ayette Cenab-ı Mevla buyuruyor ki, 'Allah'ın adının anıldığı mescidleri
yasaklayan ve orada Allah'ın adını yasaklayan ve o mescidleri yok edenlerden daha zalim kim olabilir.'
Mescidleri yasaklamak nerede olmuştur? Bu yasaklama 1915 Ekim devriminden sonra Sovyetler Birliği
'nde yani Kafkaslarda olmuştur. Azerbaycan'dan Moğolistan'a kadar olmuştur.
Türkiye'de ne zaman olmuştur? Biraz sonra, biz de gâvurlukta bile daha gâvurdur, bizim yerli gâvurlar!.. Açık
söylüyorum. 1922'de Azerbaycan'da Latin alfabesine, Kiril alfabesine geçtiler. Bizde 1928'de geçildi. Orada
mescidleri, camileri yıktılar, Türkiye'de 1924'ten sonra yıkmışlar...
Đstanbul, makam-ı Hilafet, hilafet merkezi. Bütün Đslam dünyasının siyasi bakımdan yönetilmesi. Ama ilahi
kanun kıble, beytullah elbette orayla, o Belde-i Tayyibe ile hiçbir belde mukayese edilemez. Ama Đstanbul'da
böyle bir yer şeklinde ifade ediliyordu. Ne-
163

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
den?.. Zülfikar, Topkapı Sarayı'ndaydı. Hz. Ömer'in kılıcı oradaysa, Allah'ın kitabı oradaysa, bu belde de
Tayyip bir beldedir.
Bu belde de mevcut olan camiler 1924'ten sonra içlerinde yapılan bir istatistikle yüzde altmışı yıkılmış, yok
edilmiştir...
Kim yıktı bunları?.. Devrimciler, Đnkılâpçılar, Batıcılar... Demek ki bunlar; zalimlerden daha zalimdir!.. "
Fatih Milli Gençlik Vakfı'nda Laik Demokratik Cumhuriyete ve onu kuranlara karşı kinlerini kusan Tayyipçi
Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarı ve Đstanbul belediyesi çalışanı Sadık Albayrak, gençleri isyana teşvik
ederek kelle alıp kelle vermeye de çağırıyordu.
"Ortada olan bir insan var ya, bizim kardeşimiz dedi, ortada olan adam ot gibidir...
Şeriat!... Şeriat, yol, otoban!.. Bütün canlı mahlûkatın, mükede-natın dünyevi ve uhrevi bütün meselelerin
çözülebileceği bu şeriat; Saray-ı kibriya, hakikat ve bu muhkem bina.... Kim anın bir taşı ko-parsa başı oraya
koymak sezadır..."
Belediye'nin yan kuruluşu olan KÜLTÜR AŞ'de; Đran yanlısı bir düzen kurmak için örgüt oluşturmaktan
haklarında işlem yapılan Ali Bulaç ve kardeşinin, hilafet ve şeriat özlemcisi Sadık Albay-rak'ın yanlarında,
TKP/ML örgütüne yönelik operasyonlarda yakalanıp haklarında işlem yapılan C. Oral Yıldırım da yer
alıyordu. C. Oral Yıldırım'ın 24.03.1993 yılında Bahçelievler'de ölü olarak ele geçen bir örgüt militanının
cenazesinin Kocasinan mezarlığına defni sırasında çıkan olaylarda yakalandığı ortaya çıkıyordu.
Đstanbul Belediyesi'ne bağlı Halk Ekmek AŞ'de ise, YAŞ kararları ile ordudan ilişiği kesilen Nejat Özden'in
yanında, 6.7.1982 yılında Üsküdar müftüsünün tabanca ile öldürülmesinin sonunda Akıncılar gurubu
üzerinde yapılan çalışmalarda 16.2.1982 tarihinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince yakalanıp
ideolojik amaçlı öldürme ve tarikatçılık faaliyetlerinden dolayı Sıkıyönetim
164

Komutanlıgı'na sevk edilen Tahsin Azaklı da yer alıyordu.


ĐDO (Đstanbul Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret A.Ş)'da ise 26.11.1995 tarihinde Đslami Hareket örgütüne
yönelik operasyonlarda yakalanan Fatih Taşkıran'ın yanında ise, 1994 Yaş kararı ile ordudan ilişiği kesilen
Emir Altıntaş, 1997 yılı YAŞ kararları ile ilişiği kesilen Necdet Atlas, 1997 yılında ilişikleri kesilen Ferruh
Uluca ve Nail Doyuk da yer alıyordu.
Sermayesinin yüzde 99,86'sı Đstanbul Belediyesi'ne ait olan SPOR AŞ'nin büyük bir bölümü ise, Tayyip'in her
fırsatta kutlama telgrafları gönderdiği ĐBDA-C örgütüne yönelik operasyonlarda aranan ve ele geçen
zanlılardan oluşuyordu.
Bunlardan Ali Hışıroglu, ĐBDA-C örgüt üyesi olma suçundan aranırken SPOR AŞ'de görev yapıyordu.
Hışıroglu'nun imdadına Rahşan affı yetişiyor ve takibattan kurtuluyordu.
Spor AŞ'de görev yapan bir başka isim olan Uğur Boyacı da 20.09.2000 tarihinde ĐBDA-C operasyonlarında
yakalanıyor, sevk edildiği DGM'ce serbest bırakılıyordu.
Zaman gazetesi muhabiri de olan Yunus Akgül, 8 yıllık kesintisiz temel eğitim yasasını protesto eylemlerine
katılmaktan gözaltına alınıyor, Đstanbul Belediyesi'nin SPOR AŞ'sinde görevine devam ediyordu.
Đbrahim Türkbey Turan ise, AKP kurucu üyesi ve milletvekili adayı çıkaran Tayyip'in Đstanbul Belediyesi'nin
en üst makamlarını işgal eden ve insanlardan oluşan kadroların altında yer alan isimlerden biriydi. Turan da
09.12.1981 tarihinde camilerde Cihat propagandaları yapmak suçundan adliyeyi boyluyordu.
SPOR AŞ'nin Genel Müdürü Ayhan Bülükbaşı ise 230 kişilik kabarık personel sayısı ve kötü yönetimi
sonucunda şirketin sermayesini 6 milyon 500 bin Amerikan dolarından 620 bin dolara düşü-
165

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
rüyordu.
ĐSTAÇ (Đstanbul Çevre Koruma ve Atık Maddeleri Değerlendirme) Sanayi ve Ticaret AŞ'nin de diğer
şirketlerden farksız olduğu göze çarpıyordu. Bu şirkette görev yapan Mustafa Şengün'ün
01.05.1997 tarihinde Đstanbul ili, Şişli Abide-i Hürriyet meydanında
1 Mayıs ile ilgili miting sırasında çıkan olaylar üzerine yakalanıp gö
zaltına alındığı ortaya çıkıyordu.
Yine ĐSTAÇ AŞ'den Nusret Battal'ın başörtüsü eylemlerine katıldığı ve mahkûm olduğu belgelenirken, Genel
Müdür Abdulhalim Karabıyık'ın adı ise Hizbullah terör örgütü davasına karışıyordu.
Đstanbul Belediyesi'nin; ĐSTON (Đstanbul Beton Elemanları ve Hazır Beton Fabrikası) Sanayi ve Ticaret
AŞ'inde ise; Makine Operatörü olarak görev yapan Beyazıt Helvacıoglu'nun 22.08.1997 tarihinde eğitim
yasasını protesto suçundan yakalandığı, hakkında işlem yapıldığı, Đstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin
15.07.1999 tarih ve 1999/1123 sayılı kararı ile mahkûm olduğu belgeleniyor,
ĐSTON AŞ'de inşaat mühendisi olarak görev yapan Erdinç Çe-lebi'nin Müslüman Gençlik Örgütü üyesi olduğu,
Kırklareli'nde yaklaşık 15 kişi ile kamp yaptığı seminer faaliyetlerinde bulunduğu,
17.07.1998 tarihinde Demirköy Cumhuriyet Savcılıgı'na sevk edil
dikleri, görülüyordu.
Belediye şirketlerinde her türlü suçtan kovuşturma geçirmiş isimlere rastlamak mümkündü, bunlarından
Kemal Posluoglu, Satın Alma ve Ticaret kontrolörü olarak belediyeye bağlı ĐSTON firmasında görev
yapıyordu. Đnsanın aklına Posluoglu'nun; burada işe başlama referansı olarak; "Antalya Đli Kale içi semtinde
faaliyet gösteren "Ally" isimli eğlence merkezinin 15.07. 2001 tarihinde Murat Tosun ve adamları
tarafından basılarak el konulması, 6136 sayılı kanuna muhalefet, silah çekme ve darp olayları ile ilgili
olarak 15.07. 2001 tarihinde yakalandığı ve Cumhuriyet Başsavcılıg'nın,
166

Hz. 2001/21140 sayısına kayden serbest bırakıldığı" bilgilerini içeren dosyasını ibraz ettiği mi? sorusu
geliyordu.
ĐSBAK (Đstanbul Belediyeler Bakım Sanayi ve Ticaret) AŞ
ĐSBAK AŞ'de doktor olarak görev yapan Agâh Sırrı Sav-run'un; Adana Emniyet Müdürlügü'nün 21.12.1988
tarih ve 988/10413 sayılı yazıları ile yasadışı "SGB" "Örgütü üyesi olmak suçundan aranırken, 17.05.1990
tarihinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin yasa dışı TKP/Đşçinin Sesi örgütüne yönelik
operasyonlarda yakalanıp DGM'ye sevkedildiği;
ĐSBAK AŞ'de güvenlik memuru olarak çalışan Sinan Çan'ın, 08.01.1982 tarihinde yasa dışı THKP/C-
KURTULUŞ örgütü mensubu olmak suçundan aranırken, 01.05.1990 tarihinde 1 Mayıs kutlamaları
sırasında çıkan olaylarda Kâğıthane semtinde yakalanıp sevk edildiği DGM'ce tutuklandığı;
ĐSBAK AŞ'de kalite ve stok şefi olarak görev yapan Mustafa Remzi Erişen'in, 1992 YAŞ kararları ile ordudan
ilişiğinin kesildiği,
Yine aynı kurumda kalite güvence uzmanı olarak çalışan Yılmaz Çelik'in de 1997 YAŞ kararları ile ordudan
ilişiği kesildiği kayıtlarında görülüyordu.
ĐSFALT A.Ş (Đstanbul Asfalt Fabrikaları Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi)
Bu şirkette de irticai eylemlerde başrolü oynayan şahıslar göze çarpıyordu. Güvenlik elemanı olarak görev
yapan Selami Deli-baş'ın 1999 yılında katıldığı irticai eylemden sonra 2911 sayılı kanuna muhalefetten
hakkında işlen yapıldığı, bu arada yoklama kaçağı olarak ta arandığının tespit edilmesi üzerine arandığı
Fatih Askerlik Şubesi'ne teslim edildiği,
Avukat olarak görev yapan Ali Büyükadalı'nın ve yine avukat olarak görev yapan Halil Đbrahim Arıkan'ın,
1997 YAŞ kararları ile ordudan atıldığı meydana çıkıyordu.
AĞAÇ A.Ş (Đstanbul Ağaç ve Peyzaj Sanayi ve Ticaret Anonim
167

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Şirketi)'de güvenlik görevlisi olarak görev yapan Ahmet Aslan'ın 1998 tarihinde kılık kıyafet genelgesini ve
öğrenci harçlarını protesto etmekten yakalandığı,
Đdari işler görevlisi Turgay Taş'ın 05.06.1982 tarihinde Üsküdar Đlçesi Namazgah Đzzettinbey Sokak'ta yeni
yapılan inşaatta laikliğe aykırı olarak şeriat esasına dayalı bir düzen kurulması amacıyla fetva vermek
suretiyle adam öldürmeye azmettirmek ve 6136 ile 1402 sayılı kanunlara muhalefetten yakalanıp
tutuklandığı, hüküm giydiği 31.07.1991 yılında şartlı tahliye edildiği ortaya çıkıyordu.
1982 yılında öldürülen ve Đstanbul belediyesinde bu olayın fail ve zanlıları olarak çalışan isimlere ek olarak
bu olayda adı geçen bir başka isim de AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül'ün Vakit gazetesine
verdiği demeçle sahiplendiği mirasın göbeğinde yer alan milli görüşçülerin akıl hocası Đmdat Kaya idi.
AĞAÇ AŞ'de Genel Müdür olarak çalışan Ahmet Erorhan'ın 1992 yılından kapatılana kadar Refah Partisi'nin,
bu partinin kapatılmasının ardından Fazilet Partisi'nin Güngören Đlçesi ve Büyükşe-hir Belediyesi Meclis
Üyesi olmuş, halen Büyükşehir Belediyesi Meclis üyesi. Erorhan bu görevlerinin yanında, Đstanbul Belediyesi
kuruluşu olan AĞAÇ AŞ'de genel müdürlüğü sırasında mülkiye müfettişlerinin tespitleri sonucunda şirket
sermayesini yaklaşık iki yılda 4 milyon 723 bin 910 dolardan, siyasi yapısı nedeniyle siyasi amaçlara
yönelik harcamalar ve kötü yönetimi dolayısıyla 1 milyon 596 bin 294 dolara düşürmüştür. Böylece yine
belediye yani Đstanbul halkının cebinden yaklaşık 3,5 milyon dolar milli görüşe akmıştır.
BĐMTAŞ-Bogaziçi Peyzaj, Đnşaat, Müşavirlik, Teknik Hizmetler, Ağaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'nde
danışmanlık yapan Ahmet Rıfat Kazokoğlu hakkında Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 2001/34176
hazırlık ve 2002/306 sayılı iddianame ile Ağır Ceza Mahkemesi'nde açtığı "Zimmet, kamu taşıma
biletlerinde kal-
168

pazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak" davasında
BELBĐM AŞ Genel Müdürü olarak hakkında dava açıldığı öğreniliyordu.
Yine aynı şirkette görev yapan Ahmet Agırman'ın Đstanbul Bü-yükşehir Belediyesi Đştiraki olan ĐSTON AŞ'de
iken; Erzurum Đli Lalapaşa Camii önünde 8 yıllık temel eğitimi protesto amacıyla 01.08.1997 tarihinde
2911 sayılı kanuna muhalefetten Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü elemanlarınca gözaltına alındığı, aynı
gün sevk edildiği 2. Sulh Ceza Mahkemesince tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı, devam eden
yargılama sonucu 14.10.1997 tarihinde lyıl 6 ay hapis ve 860 bin lira para cezasına çarptırıldığı,
15.07.1995 tarihinden 01.11.1997 tarihine kadar ĐSTAÇ AŞ'de danışman olarak görev yaparken yine bu
tarihten itibaren BĐMTAŞ'ta Genel Müdürlüğe getirilen Nejat Yazıcı'ya mülkiye müfettişlerince; Genel Müdür
Yardımcısı Mehmet Sedat Taktak'ın evrakta sahtekârlık yoluyla dolandırıcılık suçundan mahkûm olduğu
Esma Okutur'un 1998 yılında Đstanbul'da kanunsuz olarak düzenlenen 'Đnanca Saygı Düşünceye Özgürlük
Đçin Bütün Türkiye'de El Ele' adlı zincir eyleminde yakalandığı Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma
başlatıldığı bildirilmiş, Yazıcı, Müfettişlerin bu ihtarlarına aldırmamıştı. Müfettişlerce bu davranışının nedeni
olarak şirkette daha önce yürüttüğü siyasi yapılanma gösteriliyor, Yazı-cı'nın, 12 milyon dolar olan şirket
sermayesini siyasi amaçlarla yapılan usulsüzlüklerinin sonucunda 390 bin dolar seviyesine düşürdü gü
rapor ediliyordu.
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki olan BĐMTAŞ'ta Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Mehmet
Sedat Taktak'ın Gaziantep Emniyet Müdürlügü'nce yasadışı ĐBDA-C örgütü üyesi olması suçundan ve
Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesi'nce gıyabi tevkif-
169

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
li olarak arandığından 22.06.2000 tarihinde yakalanıp Đstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca tutuklandığı ve
mahkûm olarak cezasının infaz edildiği meydana çıkıyordu.
BEL-PET Ltd. Şti, Akaryakıt ve Müştakları Ticaret Limited Şir-keti'nde danışman olarak görev yapan Caner
Vardarlı'nın Đstanbul'da PKK terör örgütü adına sözde Marmara ERNK adı altında oluşturulan komitenin
deşifre edilmesine yönelik olarak yapılan çalışmalarda yakalanarak gözaltına alındığı ve ardından Đstanbul
DGM'ye sevk edildiği öğreniliyordu.
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım A.Ş ya da açık adıyla Đstanbul Ulaşım Sanayi ve Ticaret Anonim
Şirketi'nde elektronik mühendisi olarak görev yapan Hayrettin Bozan'in, 1993 yılında Ankara'da
apartmanların posta kutularına "faili meçhul cinayetleri Müslümanlara yıkan laik terörün amacı ne?"
başlıklı bildiriyi dağıtmak suçundan yakalandığı...
Yine aynı şirkette mühendis olarak görev yapan Murat Kuru-kafa'nın 1993 yılında Đstanbul'da Türkiyeli
Müslümanlar' imzalı bildiriyi dağıtmak ve korsan gösterilere katılmak suçlarından yakalandığı...
Ulaşım AŞ'de, Teknik Şef olarak çalışan Müjdat Uludağ ve Mühendis olarak görev yapan Şerafettin Dilaver'in
Bahçelievler Alba-raka Đşhanı'nda bulunan Anadolu Dergisi Bahçelievler temsilciliğinde 25.04.2001
tarihinde irticai faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle gözaltına alındığı...
Aynı şirkette görev yapan Ayşe Pakdil'in Đslami Çağrı Örgü-tü'nün, Ankara merkezli 'Uluslar Arası Đnsani
Yardım Konseyi Örgütü' adı altında bir oluşuma gitmek için 28-30 Mart tarihleri arasında Konya'da yapılan
toplantıya katıldığı ve icra kurulunda görev aldığı saptanıyordu.
Ulaşım AŞ'de avukat olarak istihdam edilen Abdurrahman
170

ERG ÜN POYRAZ
Serhat Kaya'nın 08.06.1996 tarihinde Galatasaray Lisesi önünde gösteri ve yürüyüş kanununa
muhalefetten yakalandığı ve hakkında işlem yapıldığı...
Yine aynı şirkette güvenlik görevlisi olan Sadrettin Öz-lük'ün, 10.10.1997 tarihinde Beyazıt Meydanı'nda
eğitim yasasını protesto sırasında yakalanıp hakkında işlem yapıldığı...
Yine Ulaşım AŞ'de insan kaynaklan bölümünde görev yapan Abdullah Arpa'nın 25.11.1995 tarihinde
yasadışı 'Đslami Hareket' örgütüne yönelik operasyonlarda yakalandığı...
Ulaşım AŞ'de personel şefi olan Mustafa Kaya, Tramvay işletme şefi olarak çalışan Hakan Üzmezoğlu ve
büro personeli Ali Đhsan Çorbacı'nın YAŞ kararları ile ordudan atıldıkları tespit ediliyordu.
Đstanbul Belediyesi'ne bağlı şirketlerin birçoğu Refah Partisi çizgisinde faaliyetlerde bulunuyor, Đstanbul
halkı için harcanması gereken milyonlarca dolar bu çizgideki irticai faaliyetler için kurulan oluşumlara ve
insanlara sel gibi akıtılıyordu.
Ulaşım AŞ'de Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür olarak görev yapan Abdurrahman Gündogdu; Şirket
ana sözleşmesine aykırı olarak şirket dışında bir çok personel çalıştırıyor, şirkete alınan otomobilleri, şirket
bünyesinde çalışmayan kişilere tahsis ederek şirket zararına yol açıyor, Genel Müdürlük binasına da bilirkişi
raporlarına da geçen fazla ve usulsüz ödemelerde bulunuyordu.
Mülkiye müfettişlerinin 16.7.2002 tarih ve 18/23, 141/33 ve 115/44 sayılı Đstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'na tevdi raporu düzenlediği, yine Albayrak Holdingin bir şirketi olan Metro-tem ile yapılan
temizlik sözleşmesinde aksine hüküm olmamasına rağmen erken ödemeler yaptırarak şirketi zarara
uğrattığı saptanıyordu. Đstanbul Belediyesi'nden kiralanan helikopterin sadece belediyelere yüzde 50
indirimle hizmet vermesi karar altına alınmışken, Refah Par-
171

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
tisi'ne de yüzde 50 indirim uygulanarak yine şirketi zarara uğrattığı, 2000 yılında şirket yönetim kurulu üyesi
denerek Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahmut Kuş'un Nispetiye'deki lojmanı, başkanlık
konutunun tamir ve teşrifi sağlanmış, Kanal 7 ve bağlı yurt ajansına reklâm işleri usulsüz olarak verilerek
şirket zarara uğratılmış bütün bu ve benzeri usulsüzlüklerin sonucunda 128 milyon 706 bin dolarlık
sermayenin 72 bin dolara düşürüldüğü tespit ediliyordu.
Tayyip Erdoğan'ın Đstanbul Belediyesi'ndeki bu kadrolaşmaya bakınca, Milli Görüş hatibi Đmdat Kaya'nın;
"... Çankaya, Ezankaya olana kadar bu savaş sürecek..." sözleri karşısında uzunca bir süre düşünmek
gerekiyordu.
Kadrolaşmanın temeli
Erdoğan'ın seçim gecesi kadrolaşma talimatını verdiği Ömer Dinçer'i Başbakan olduğunda "Müsteşarı"
olarak atıyordu. Aslında herkesin zannettiği gibi Erdoğan'ın kadrolaşması belediye başkanlığı zamanında
değil, çok daha önceleri Usame Bin Ladin'in Türkiye'deki temsilcisi Yasin Al Kadı'nın ortağı Mehmet Fatih
Saraç'm kurduğu Risale Yayınları ve bu yayınevinin çıkardığı Sosyal Bilimler Ansiklopedisi ile başlıyordu.
Yasin Al Kadı'nın çok yoğun bir şekilde para aktardığı Risale yayınlarınca 1990 yılından başlayarak
yayınlanan ansiklopedinin ismi "Sosyal Bilimler Ansiklopedisf'ydi. Bu ansiklopedi de Atatürk ve silah
arkadaşları, Atatürkçülük, Kurtuluş Savaşı yer almıyordu. Müslüman Kardeşler Örgütü, Ümmet, Şeriat gibi
kavramlar övülüyor, laiklik yerilirken Batılılaşma yerden yere vuruluyordu.
Ansiklopediyi hazırlayanlara baktığımızda ise bugün hemen hemen hepsinin AKP'li Belediyelerde ve AKP
iktidarında yer aldığı görülüyordu.
Ansiklopedinin hazırlanmasında yer alan bir isim de Anayasa
172

Mahkemesi Üyesi Prof. Dr. Sacit Adalı'ydı. Bilindiği gibi Sacid Adalı Refah Partisi'nin de, Fazilet Partisi'nin de
kapatılmasına karşı çıkmıştı.
1990 yılından itibaren yayın hayatına atılan şeriatçı ve Kürtçü "Vahdet" adlı örgütle de işbirliği yapan Risale
yayınlarınca basılan "Sosyal Bilimler Ansiklopedisi", Emine Şenlikoglu'nun çıkardığı "Mektup" adlı dergi
tarafından da okuyucularına dağıtılıyordu. Bu ansiklopedinin yazarlarına baktığımızda Vahdetçilerden
Fetullahçı-lara, Nakşibendîlerden Nurculara, Süleymancılardan Işıkçılara, bilumum irticai yapılanmalara ait
isimlerle Anayasa Mahkemesi üyelerine kadar cemi cümlesini bir arada görüyorduk.
Yazarlar arasında Anayasa Mahkemesi üyesi Prof. Dr Sacit Adalı, Đstanbul Belediyesi'ne bağlı, Đstanbul
Kültür ve Sanat Ürünleri AŞ'nin Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ömer Dinçer, Ülker grubunun ortaklarından ve
Tayyip'in beraberce kurduğu bazı vakıflardaki kurucu arkadaşı, Usame Bin Ladin'in adamı olarak tanınan M.
Fatih Saraç, Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen Suat Yıldırım, Ali Ünal, Vehbi Yavuz, Davut Dursun, Tayyip'in
danışmanı Ali Bu-laç, Tayyip'in danışmanı Đ. Süreyya Sırma, yine Tayyip'in TRT Genel Müdürü yapmak
istediği bu görevi kabul etmemesi üzerine Başbakanlık Başmüşaviri yaptığı Atatürk ve Laik Cumhuriyete
ağır hakaretler yağdıran "Đşaret" yayınlarının da yazarı Nabi Avcı, Tayyip Erdoğan'ın ve Abdullah Gül'ün
danışmanı Dr. Ahmet Davutoglu, Abdullah Gül gibileri kullanmak için yetiştirdiğini söyleyen Prof. Dr.
Sabahattin Zaim, Akit gazetesi yazarlarından Abdurrahman Dili-pak, yine Akit gazetesinde Yusuf Kerimoglu
takma adıyla Fıkıh köşesi yazan Hüsnü Aktaş, Tayyip tarafından Ziraat Bankası Yönetim Kuruluna getirilen
Nur Zahit Keskin, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve kamu bankalarını kar zarar bankacılığına dönüştürme
organizatörü ve AKP'nin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
173

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Nazım Ekren...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Yalçıntaş, Merkez Ban-kası'nın başına getirilmek istenen Adnan
Büyükdeniz, Milli Gazete Yazarı Zübeyir Yetik, Akit Gazetesi yazarı D. Mehmet Doğan, Prof Dr. Mehmet E.
Palamut, Dr. Fehmi Cumalıoglu, Doç Dr Abdülaziz Bayındır, Doç Dr. Bilal Eryılmaz, Beşir Ayvazoglu, Rasim
Özdenö-ren, Mustafa Armağan, Dr. Tayyar Arı, Doç. Dr Şükrü Karatepe, Kürşat Demirci, Dr. Erol Göka gibi
daha bir çok isim bu ansiklopedi etrafında toplanıyordu.
Ansiklopedinin sahibi ise Ülker gurubuna bağlı Ak Gıda ve Bahar Su'da Yönetim Kurulu Üyesi ve ortaklıkları
bulunan ve Usame Bin Laden'in adamı olarak şöhret yapan; M. Fatih Saraç'tı.
Usame Bin Laden'in adamı olarak tanınan BM'nin terör listesinde yer alan Yasin Azuziddin Kadı, ya da
bilinen adıyla Yasin El Kadı'nın para trafiğinde başı çekenler arasında bu ansiklopediyi ve şeriatçı yayınları
yayınlayan Risale yayınları geliyordu.
Yeni Şafak Gazetesi'nin ortakları arasında da yer alan M. Fatih Saraç, Tayyip Erdoğan ile birlikte Eyüp Sultan
Vakfı'nın da kurucu üyelerindendi.
Ansiklopedi'de, Đhvanü'l-Müslimin şöyle tanıtılıyordu:
"Müslüman Kardeşler, Kur'an ve sünnette olduğu şekliyle Đslam'a dönülmesini ve pratik hayatta Đslam
şeriatının uygulanmasını isteyen ve çağımızda yaşanan Đslami uyanışta büyük payı olan bir teşkilattır..."
Ansiklopedi'de Hasan el Benna için "Üstad" tabiri kullanılırken, kurduğu teşkilat için de; "Türkiye, Pakistan,
Afganistan gibi ülkelerde Đslami hareketin fikri zeminini oluşturmuştur..." deniyordu.
Risale Yayınları Abdurrahman Dilipak'ın "Yaşasın Şeriat" adlı kitabını yayınlıyordu. Kitabın arka kapağı
baştan sona şeriat övgüsü doluydu:
"Şeriat!
174

Kutsal kelime...
Đster, Allah'ın, insanlar için seçtiği "din" i kastedin, ister, insanların bir arada yaşamalarının temel şartı olan
"meşruiyet" anlamında kullanın. Đsterseniz, devletlerin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetinin
teminatı olan "hukuk" diye düşünün, yada "suyun kaynağı" sizi meşru hedefinize ulaştıracak emin bir "yol"
olarak algılayın. Şeriat güzeldir. Şeriat, yaşamanın sevincini yakalamanın; hayatı anlamlı ve kutsal kılmanın
sırrıdır. O zaman Şeriata küfretmek niye? Bu kitap bir yanlışa son vermek, karanlık fikirlilere meydan
okumak için yazıldı. Şeriat, insanların ortak faziletidir. Barışın ve özgürlüğün bilgisidir şeriat! Şeriatı
savunmak değil, Şeriata saldırmak suçtur. Evet biz Şeriatçıyız. Gün doğmakta. Gerçekler beyinlere
yazılmakta tek tek! "kelimelerden bir kelime dikmek yeryüzüne"
Savaş!
Barış!
Đktidar!
Şeriat, gerçeğin, hakkın, bilginin, güzelliğin zaferidir.
Öyleyse
Hep birlikte haykıralım:
Yaşasın Şeriat!"
Đki ayaklı inekler
Şevki Yılmaz RP'nin hatibi olarak yurdun değişik yerlerinde konuşurken, hocalarından birinin okula şapka ile
geldiğini söyler, hocalarına niye böyle davranıyorsunuz dediklerinde ise hocasının, "Evlat ben bu şapkayla iki
ayaklı inekleri kandırıyorum. Bu iki ayaklı inekler ne ile kanmak isterse onları öyle kandırmalıyız" şeklindeki
konuşmasını aktarıyor ve şöyle diyordu;
"Gençler siz de bir gün bizde hoşa gitmeyen bir şey, bir davranış, giyim, kuşam görürseniz sakın bize
kırılmayın. Biz de hocaları-
175

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
mız gibi o an iki ayaklı inekleri kandınyoruzdur. Bu iki ayaklı inekler ne ile kanarlarsa onları o şekilde
kandırmak mecburiyeti vardır..."
Değişim, gelişim, dönme, ya da kıvırma adına ne derseniz deyin altında yatan iki ayaklı inek kandırma
siyasetiydi.
15 yaşında Đslamcı dernek, parti ve oluşumların içine giren Erdoğan, AKP kurulana dek bu kimliklerini
koruyordu. AKP kurulurken ne olduysa değiştim, geliştim, kabuk değiştiriyorum gibi laflarla ortaya çıkıyordu.
17 Ekim 2002 tarihli Damga Gazetesi'nde "Müthiş Takiyye" başlığı ile; Tayyip'in liberal seçmenlere
"Değiştim" derken Milli Görüş kökeninden gelenlere "Değişmedik, Erbakan'ı köşke çıkaracağız" şeklinde
konuştuğu aktarılıyordu.
14 Ağustos 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Psikiyatrist Prof. Dr. Özcan Köknel; bir insanın 40-45 yaşına
kadar edindiği kimliğin, Tayyip Erdoğan gibi, ani bir kararla değişmeyeceğini, bunun ilmen olanaksız
olduğunu, psikolojik durumlarda bile, bu tür değişimlerin uzun tedavilerle sağlanabileceğini, belli bir amaca
erişince eski kimliğinin egemen olacağını söylüyordu...
Gerçi Tayyip de değişimin "masal" olduğunu şu sözleriyle ispatlıyordu:
"Kendi mutlak değerlerimden bugün de yarın da taviz vermem; ama aynı üslup bugün geçerli değil"
AKP'de sancılı atamalar
Tayyip Erdoğan Hükümeti 2005 Haziranı'nda Erdoğan ve Gül çekişmesinin sinyallerini veriyor, yapılan
değişikliklerde bu durum gözleniyordu. 4.6.2005 tarihli Milli Gazete'de Mustafa Kurdaş ve Mustafa Yılmaz
bu durumu anlatıyordu:
"Kabine revizyonunda ilk dikkat çeken nokta, Abdullah Gül'e yakın isimler görevden alınırken, yerlerine
Tayyip Erdoğan'a yakın isimlerin alınmasıdır. Mesela Tarım Bakanı Sami Güçlü; Refahyol Hükümeti
döneminde, Gül'ün danışmanıydı. Gül'ün kontenjanın-
176

dan milletvekili ve bakan oldu. Yerine getirilen Mehdi Eker ise Tay-yip Erdoğan'ın Đstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nde veteriner işleri müdürüydü. Erdoğan Gül'ün danışmanını aldı, kendi müdürünü getirdi.
Sonra Güldal Akşit. ANAP'lı eski Bakan Galip Demirel'in kızı. Abdulkadir Aksu ve Abdullah Gül'e yakındı.
Yerine Nimet Çubukçu geldi. Çubukçu; Ülker Grubu'nun avukatlarından. Biliyorsunuz, Başbakan Erdoğan ve
aile şirketleri de Ülker'in en büyük bayisiydi. Bir ilave daha; AKP'deki kadın milletvekilleri içinde Emine
Erdoğan'a en yakın isim de yine Nimet Çubukçu'ydu.
Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen'in yerine getirilen Trabzon Milletvekili Faruk Özak da Başbakan Erdoğan'ın
yakın arkadaşı. Erdoğan'ın ricasıyla siyasete girdi. Ortak yönleri çok. ikisi de Topçu. Faruk Özak bir zamanlar
Trabzonspor'un takım kaptanıydı. Trab-zonspor'un Başkanlığını da yaptı. Sonra ikisi de Karadenizli. Tam bu
noktada Bayındırlık Bakanlığı'ndaki değişimle ilgili ilginç bir iddiayı daha paylaşalım; Türkiye'de inşaat
sektörü tamamen Doğu kökenli müteahhitlerle, Karadeniz kökenli müteahhitlerin hâkimiyetinde. Doğulu
bakan gitti yerine Karadenizli bir bakan geldi. Dikkat çekicidir. Bakanlıkta bu yönde ciddi bir görüş hâkim.
Bu arada Faruk Özak da inşaat sektöründen. YAPISUN isimli firma O'nun. YAPISUN Karadeniz bölgesinin en
büyük inşaat malzemeleri satan bayilerinden birisi. Faruk Özak bundan sonra dikkatli olmalı. Koray Aydın'ın
da inşaat malzemeleri satan bir firması vardı. Ancak başına dert oldu...
Sonuç itibariyle, Kabinede görevden alınanlar Erdoğan'a uzak, Gül'e yakın isimlerdi. Gelenler ise tam tersine
Gül'e uzak, Erdoğan'a yakın isimler. Hem de çok yakın!
Bu durumdan Abdullah Gül'ün pek hoşnut olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek..."
177

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Şeriatçılar şirketieşti
Türkiye'nin dört bir yanından RP yandaşı şirketler Đstanbul Belediyesi olanaklarından paylarını almaları için
Đstanbul'a davet edildi. Đstanbul'da partili ve Tayyip yanlısı olup iş yapacak firması olmayanlara şirketler
kurduruldu. Đstanbullunun paralan RP ve Tayyip yanlılarına akıtılmaya başlandı. Đstanbul Belediyesi ve
BĐT'lerin ihaleleri yandaş şirketlere fahiş fiyatlarla veriliyor, bu şirketlerden irtica yanlısı vakıf ve derneklere
büyük bağışlar alınıyordu. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu. Hem RP'li şirketler zengin oluyorlar,
hem de yandaş vakıf ve derneklerin kasaları doluyordu. Bu paralara iktidar için ihtiyaç vardı.
Babasına kefil olmadı Kadı'ya oldu
18 Nisan 1999 Genel ve Yerel Seçimleri öncesinde Kanal 7 Televizyonu'nda Ahmet Hakan'ın karşısına
geçen Tayyip Erdoğan, "Fazilet Partisi Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ali Müfit Gürtu-na'ya kefil misiniz?"
şeklindeki soruya, "Ben sadece kendime kefil olurum. Babama, hatta çocuklanma bile kefil olmam"
diyordu...
Tayyip Erdoğan bu sözlerinin ardından daha 7 yıl bile geçmeden bu kere Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'nin terörü finanse edenler listesinde 39. sırada yer alan Yasin El Kadı'ya kefil oluyordu.
11 Temmuz 2006 tarihinde NTV'de "Yasin El Kadı'nın hayırsever bir iş adamı olduğunu ve kendisine kefil
olduğunu" söyleyen Tayyip Erdoğan danışmanı El Kadı'nın bir zamanlar ortağı olan Cüneyt Zapsu'ya da,
kendisinin ortak olduğu Ülker gurubuna da sahip çıkıyordu.
Tayyip Erdoğan; "Ben Yasin Bey'i tanıyorum ve kendime inandığım gibi inanıyorum. Yasin Bey'in bir terör
örgütüyle müna-
178

sebet kurması, ona destek vermesi mümkün değil..."


TayyiP TV'lerde böyle konuşuyordu ancak gerçekler hiçte öyle değildi- Kendisinin Başbakan, Abdullah Gül'ün
de Dışişleri Bakanı olduğu hükümet, 16 Nisan 2003 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne
gönderdikleri yazıda, "Türk Vatandaşı Olmayan, yabancı sermaye sahibi olan bir şahsın (Yasin Al Kadı)
Türkiye'de ekonomik açıdan faal olduğu belirlenmiştir. Bu şahsın neredeyse 2 milyon doları bulan mal
varlığı Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu'nun kararı ile dondurulmuştur."
Ne gariptir ki, 2000'li yıllarda 'kendisine kefil olunamayacağı bildirilen bir adamın oğlu' bu ülkeye Başbakan
olabiliyordu. Üstelik babasına güvenilemeyeceğini ama bir teröriste güvenilebilinecegini söyleyen de aynı
babanın Başbakan olan oğluydu.
EL Kadı'nın şirketini Erdoğan'ın avukatı kurdu
Milliyet Gazetesi yazarlarından Nedim Şener, "Hayırsever Terörist" adlı kitabının 72. sayfasında Erdoğan'ın
avukatı ile Yasin Kadı ilişkisini anlatıyordu:
"Başbakan Erdoğan, Yasin El Kadı'yı tanımasının yanında avukatları da aynı kişiydi. Hatta Yasin El Kadı'nın
Caravan Dış Ticaret ve inşaat Limited Şirketi'nin kuruluş sözleşmesini Yasin El Kadı adına Tayyip Erdoğan'ın
da avukatı olan Faik Işık imzalamıştı.
Yasin el Kadı, Eyüp 3. Noterden Faik Işık'a vekâletname vermişti. Faik Işık bu 35375 No'lu vekâletnameye
dayanarak Đstanbul 9. Noteri'nde 25 Ocak 1995 tarihinde imzaladığı şirket ana sözleşmesiyle (Noter
No:2726) Caravan Dış Ticaret ve Limited Şirketi'nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Ana sözleşmeyi imzalayan
diğer kişi ise şirketin küçük ortağı Mehmet Fatih Saraç'tı. Şirketin kuruluşuyla ilgili Ticaret Sicil Gazetesi'nde
bunları gösteriyordu.
Recep Tayyip Erdoğan, 6 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te yaptığı
179

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
bir konuşma sırasında; "Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker" sözleri
nedeniyle o dönemde geçerli olan Türk Ceza Kanunu'nun 312/2. Maddesi'nde yer alan "Halkı kin ve
düşmanlığa tahrik" suçundan 10 ay hapis cezası almışta.
Bu dava sırasında Erdoğan'ın avukatlığını Faik Işık yapmıştı. Işık ayrıca Suudi Arabistanlı milyarder terörist
Usame Bin Ladin'in adamı olduğu iddia edilen Mısırlı televizyoncu Rafet Yahya Alaze-hab Abdau'nun;
kapatılan RP'nin "Gizli kasası" oldukları öne sürülen Süleyman Mercümek ile Beşir Darçın'ın da avukatlığını
üstlenmişti.
Yakalanması için Emniyet tarafından bülten yayımlanan Ab-dau, arandığını öğrenince Mısır'ın Đstanbul
Başkonsolosluğuna sığınmıştı. Olay Türkiye ile Mısır arasında diplomatik krize neden olmuştu. Bebek'teki
Mısır Başkonsolosluğu'na sığınan Abdau'nun talebi üzerine avukatlığını Faik Işık üstlenmişti.
Faik Işık aynı zamanda Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden usulsüz ihale aldıkları gerekçesiyle yapılan
Albayrak operasyonları sanıklarının da avukatlığını yapmışta.
Ve, Fazilet Partisi Milletvekili olarak türbanıyla TBMM Genel Kurul Salonu'na giren Merve Kavakçı'nın
avukatlığını yaptığını da ekleyelim..."
Başbakanla Avukatının sıcak ilişkisi
Faik Işık'la Başbakan olduktan sonra da sıcak ilişkisini sürdürdü Recep Tayyip Erdoğan...
El Kadı'nın şirketi için Hazine'den gerekli izinlerin alınması ve şirketi kuracak kadar yetenekli bir avukat olan
Faik Işık'ın Tayyip Erdoğan ile yakınlığını anlatmak bakımından Sıcak Yuva Vakfı'nı örnek almak yeter de
artar bile. Faik Işık, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kurucusu olduğu Sıcak Yuva Vakfı'nın başkan
yardımcılığını yürütüyor.
Vakfın adı hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce Başbakan'in
180

konuşma yapacağı yerlere otobüslerle çocukların götürülm esiyle gündeme gelmişti.


Đşinden arta kalan zamanlarda sosyal yardım vakıflarında çalışan Işık, Erdoğan'ın başbakan olmasına
paralel olarak iş yaşamında çok önemli adımlar attı.
Enerji alanında Fatih Büyüktopçu ve Refik Renda ile beraber Anadolu Dogalgaz Dağıtım AŞ, Afyon Dogalgaz
Dağıtım AŞ, Mustafa Kemal Paşa Dogalgaz Dağıtım AŞ, Tokat Dogalgaz Dağıtım AŞ, Trakya Dogalgaz
Dağıtım AŞ ve Sivas Dogalgaz Dağıtım AŞ şirketlerine ortak oldu.
Anadolu Dogalgaz Dağıtım AŞ, Enerji Piyasası Düzenleme Ku-rumu'nun düzenlediği toplam 45 dogalgaz
dağıtım ihalesinin dokuz tanesini kazandı.
Anadolu Dogalgaz dağıtım şirketinin yüzde üç hissesi Faik Işık'a ait. Şirketin yüzde 97 hissesi ise Fatih
Büyüktopçu'ya ait.
Başbakan Kadı'ya kefil olunca
Yasin El Kadı'nın mal varlığı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kon-seyi'nin terörü finanse edenler listesinde 39.
sırada yer alması nedeniyle, Bakanlar Kurulu kararı ile 22 Aralık 2001 tarihinde dondurulmuştu.
Nedim Şener, "Hayırsever Terörist" adlı kitabının 38. sayfasında "Cumhuriyet Savcısı; 'kadı ve Jelaidan
hayırsever iş adamları' başlığı altında Kadı'nın Savcılıklardan nasıl kurtulduğunu anlatıyordu:
"Değişik "siyasi ve bürokratik" engellemelerle ilerleyen rapor bir süre MASAK'ta bekledi. Nihayet iki ay sonra
Đstanbul Cumhuriyet Başsavcıhgı'na gönderildi.
MASAK raporu çerçevesinde başlatılan soruşturmalardan bir tanesi "kara para aklama", diğeri "terör örgütü
El Kaide'ye üye ol-
181

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
mak ve yardım etmekten" açıldı.
2004/22072 hazırlık numarasıyla açılan "kara para aklama" soruşturmasını yürüten Savcı Sadi Yoldaş,
Yasin El Kadı'nın ortağı Mehmet Fatih Saraç'ın ifadesini aldıktan sonra verdiği belgeleri, iki haftalık bir süre
sonunda MASAK'a göndererek incelemenin yeniden yapılmasını talep etti.
MASAK bu kez daha önceki raporun tersine bir rapor daha yazdı. Yasin El Kadı, Jelaidan ve Mehmet Fatih
Saraç hakkındaki yeni incelemeyi 11 Kasım 2004 tarihinde yeni bir raporla savcılığa gönderdi.
Rapora, Mehmet Fatih Saraç'ın ifadeleri damgasını vurdu. Ca-ravan Dış Ticaret Ltd. Şti'nin Albaraka Türk'te
açmış olduğu hesaplara yatan paralar bizzat Yasin El Kadı'nın kendisi tarafından yatırılmıştı. Yine Saraç'ın
ifadesine dayanarak, Al Baraka Türk'teki Yasin El Kadı hesabına yatan paraları dünyanın bir çok yerinde
yatırımı olan Yasin El Kadı'nın Türkiye'de yatırım yapmak için getirip kendi hesabına yatırdığı belirtildi.
Raporda Baş Müfettiş Hamza Kaçar tarafından düzenlenen 31 Mart 2004 tarihli raporun sonuç bölümünde
belirtilen hususla ilgili olarak, hesap ekstrelerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda, 1 milyon USD'nin 13
Ekim 1997 tarihinde nakit teslimat olarak Yasin El Kadı'ya ait 143100 numaralı hesaba yatırıldığı ve yine
bu hesaptan 14 Ekim 1997'de 'Yasin El Kadı' açıklamasıyla 'Abrar Global Asset M' adına Bank Of New York
unvanlı bankaya havale edildiği, kanaat ve sonucuna varıldığı bildirildi.
Bu bilgilerin elinin altında olduğu Đstanbul Cumhuriyet Savcısı Sadi Yoldaş, 24 Aralık 2004 tarihinde,
"Sanıklar hakkında unsurları oluşmayan müsnet suçtan takibata yer olmadığına" karar verdi.
Böylece El Kadı ve Saraç hakkındaki soruşturma "kara para"
182

yönünden "Takipsizlikle" sonuçlanmış oldu.


Maliye Bakanlığı'nın karara itiraz etmesi gerekirken etmediği ortaya çıkıyordu. Nasıl etsin ki, çıkardıkları af
ve benzeri kararlarla bu zatlara en az 5 trilyon kazandırmışlardı.
Kara para yönünden verilen bu takipsizlik kararını eski adı Devlet Güvenlik Mahkemesi olan, yeni adıyla özel
görevlendirilmiş Đstanbul Cumhuriyet Savcılarından Đdris Ermeydan'ın tartışmalı karan izledi.
Danıştay 10. Dairesi'ne başvuran Yasin El Kadı, isminin listeden çıkarılmasını mal varlığının serbest
bırakılmasını istiyordu. Danıştay 10. Dairesi 20 Temmuz 2006 tarihinde bire karşı dört oyla Kadı'nın isteği
doğrultusunda karar verdi.
Danıştay'ın bu kararında muhalefet şerhi olan üye; "BM sözleşmesini imzalayan ülkelerin, BM'nin aldığı
kararlara uyma yükümlüğünün olduğunu vurguluyordu. Yasin El Kadı'nın ismi BM kararlarında yer aldığı
sürece dondurma kararının kaldırılamayacağını ifade ediyordu.
31 Ağustos 2006 tarihinde Başbakanlık 1. Hukuk Müşavirliği Danıştay'ın bu kararını temyiz ediyordu.
"Dilekçelerin ortak konusu; BM'nin kararları doğrultusunda haksızlığa uğradığını iddia eden kişilerin BM
nezdinde itiraz yollarının açık olduğu belirtiliyor, ve şöyle deniyordu:
"Yasin El Kadı'nın Türkiye'deki mal varlıklarının dondurulma-sıyla ilgili olarak alınan Bakanlar Kurulu
Karar'nın aksi yönde karar alan Danıştay 10. Dairesi'nin kararının uygulanması halinde, Türkiye uluslararası
anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeyen bir ülke durumuna sokulacaktır. Bu durum da
telafisi güç ve imkânsız zararlar doğuracaktır..."
Başbakan, Danıştay kararının temyiz edildiğini öğrenince yaygarayı basıyordu. Yasin El Kadı'nın ortağı
Mehmet Fatih Saraç ile
183

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Ansiklopedi çıkaran Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer devreye giriyor, temyiz dilekçesini hazırlayanları
azarladığı iddiaları gündemi oluşturuyordu.
5 Eylül 2006 tarihli temyizden feragat dilekçesi Dışişleri Bakanlığından geliyordu. Oysa Dışişleri Bakanlığı
aynı gün Danıştay'ın kararını temyiz etmişti. 6 Eylül 2006 tarihli Başbakan adına Müsteşar Yardımcısı
Mustafa Çetin imzalı temyizden feragat dilekçesini veren kurum Başbakanlık oluyordu... Böylece
Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı Yasin Al Kadı davasını temyiz etmek istemiyordu...
Kadı'dan El Kaide'ye
Yasin El Kadı'nın hakkındaki iddialardan en önemlisi, zengin işadamlarından topladığı paraları
yönetimindeki Muvaffak Vakfı aracılığı ile El Kaide ile bağlantılı kişilere ve kurumlara "Yardım" başlığı
altında aktarması geliyordu. MASAK raporunda Hasan Cüneyt Zapsu'nun 60 bin dolar, Annesi Gaye
Zapsu'nun 250 bin dolar Yasin Al Kadı'nın Al Baraka Türk'teki hesabına para yatırdıkları ortaya çıkıyordu.
Yine aynı raporda; Al Baraka Türk'ten 18 Ocak 2001 tarihinde Muvaffak Vakfı'na 210 bin dolar, Usame Bin
Ladin'in en yakın adamı Wael H. Jelaidan adına da 27 Ocak 1994 tarihinde 210 bin dolar gönderildiği
belirtiliyordu.
MASAK raporuna göre Yasin El Kadı, Mehmet Fatih Saraç ve Mohammed Ömer A. Zubair'in ortak olduğu
Caravan Dış Tica-ret'ten BĐM'e para aktarılmıştı. BĐM'in Yönetim Kurullarında AKP'lilertn ağabeyi Korkut
Özal, Yasin El Kadı, Cüneyt Zapsu, Ge-orge Bitâr, M.P. Kassamali Merali, Ekrem Pakdemirli, Başbakan
Tayyip Erdoğan'a kızının kına gecesini evinde yapacak kadar yakın olan Nakşibendî tarikatının önemli
isimlerinden Mustafa Latif Top-baş yer alıyordu.
184

Çok ilginçtir; Kadı ile ilişkili isimler gündeme geldiğinde BĐM'deki bazı ortaklar gözden kaçırılıyordu. Bunlar;
2000 yılında ortak olan Bank Of Amerika, International Invesment Corparation, 1999 yılında ortak olan
Merrill Lynch Global Emerging Marketing Partuens, World Wide Limited...
31.03.2004 tarihli Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Ku-rulu'nun Raporuna göre Yasin Al Kadı ile para
ilişkisi olan Nimet Gıda'nın Yönetim Kurulu Üyeleri; Mehmet Fatih Saraç, Osman Faik Bilge, G. Abdülaziz
Zapsu, Mustafa Rıza Yazan, Ahmet Erdoğan, Tayfun Ergün, Mustafa Latif Topbaş, Hasan Cüneyt Zapsu...
Yine aynı rapora göre Ahsen Plastik de Kadı ile para ilişkisi içindeydi. Ahsen Plastik Yönetimi şu isimlerden
oluşuyordu:
"G. Abdülaziz Zapsu, Tayfun Ergin, M. Fatih Saraç, Hasan Cüneyt Zapsu, M. Latif Topbaş...
Yasin Al Kadı ile para ve ortaklık ilişkisine giren bir başka şirket ise Ülker Gurubuna dâhil AK Gıda idi: AK
Gıda'nın Yönetim Kurulunda; Mustafa Latif Topbaş, Murat Ülker, Zeki Ziya Sözen, Đbrahim Halit Çizmeci,
Metin Yurdagül, Sabri Ülker, Orhan Özokur... gibi isimler yer alıyordu.
MASAK raporunda tespit edilebilen hesaplar
31.03.2004 tarihli Maliye Bakanlığı Mali Suçlan Araştırma Ku-rulu'nun Raporunun, 16. sayfasında: "Caravan
Dış Ticaret Limited Şirketi ile bu şirketin ortakları Yasin El kadı ile M. Fatih Saraç'ın tespit edilebilen
hesaplarına ilişkin bilgiler aşağıda açıklanmıştır" deniliyor ve şöyle devam ediliyordu:
"Caravan ve Ella şirketleri ile bu şirketlerin ortakları Yasin Kadı ve M. Fatih Saraç'ın Al Baraka Türk Özel
Finans Kurumu A.Ş, nezdinde Türk lirası ve döviz hesapları bulunmaktadır. Al Baraka Türk Özel Finans
Kurumu A.Ş tarafından gönderilen hesap ekstre-
185

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
lerinin çok sayıda olması nedeniyle, aynı kişiler adına birkaç kalemde yapılan işlemler (Hesap hareketleri)
toplanarak tek kalemde yazılmıştır. Ayrıca Türk lirası ve döviz hesapları arasında gerçekleşen havale veya
EFT işlemleri mükerrerliği önlemek amacıyla mahsup edilmiştir.
Caravan Dış Tic. Ltd. Şti'nin tespit edilebilen hesaplarına ilişkin bilgiler
Caravan Şirketi tarafından Al Baraka Türk Özel Finans Kurumu A.Ş nezdinde açılan hesapların açılış
tarihleri, hesap numaraları, hesap cinsi (Türk lirası veya döviz) ve çeşitli kişiler tarafından çeşitli zamanlarda
birkaç işlemde yatırılan (gelen) ve çekilen (gönderilen) paraların toplamının özet dökümü yıllar itibarıyla
aşağıda yapılmıştır.
Caravan Dış. Tic. Ltd. Şti. tarafından Al Baraka Türk Özel Finans Kurumu A.Ş nezdinde 04.10.1995 tarihinde
açılan 011201-142322 no'lu ABD Doları döviz hesabına çeşitli kişiler tarafından çeşitli zamanlarda birkaç
işlemde yatırılan paralar toplamı yıllar itibarıyla aşağıda açıklanmıştır.
1997 yılında Yasin Kadı; 7.559. 941 Dolar, Caravan; 28.894
Dolar yatınyordu.
0 yılında; Yasin El Kadı: 2.699.945 Dolar, Cara-van:723.044 Dolar, M. Fatih Saraç; 20.000 Dolar, Caravan
66.800 Dolar, Dış işlemler havalesi:607.211 Dolar...
1998 yılında; Yasin Al Kadı: 808.754 Dolar, Caravan 1.056.075 Dolar, M. Fatih Saraç: 479.950 Dolar,
Nimet Gıda: 36.050 Dolar, Ecmel Tekstil:70.000 Dolar, Ak Gıda 38.300 Dolar, Sağlam Đnşaat: 5.450 Dolar,
Virman: 16.916, Diğer işlemler hava-le:2.837.525 Dolar...
2000 yılında; Yasin Al Kadi:1.375, Caravan: 2.048.775, M.
Fatih Saraç:5.000, Nimet Gıda-. 25.000, Sağlam Đnşaat:877.700,
186

Virman:28.400, Dış Đşlemler havale:539.947 dolar...


2001 yıhnda;Yasin Kadi:107.250, Caravan:85.252, Sağlam Đnşaat:9.500, Dış Đşlemler havale-. 84.252,
Caravan: 74.128 Dolar...
Aynı hesaptan çeşitli zamanlarda para aktarılan şahıslar yıllar itibarıyla aşağıda gösterilmiştir:
0 yılında; Nimet Gıda:34.311, Dış Đşlemler Havalesi 620.151, Caravan: 1.619.465, Caravan 24499 hesaba
5.214.617, Yasin Kadı: 50.363 Dolar....
1997 yılında; Dış Đşlemler Havalesi; 437.123, Yasin Kadı: 200.000, Caravan 24499 TL Hesabı 3.474.288
dolar... .
1998 yılında; Sağlam Đnşaat; 624.228, Ella; 63.900, Ecmel Tekstil; 13.000, Nimet Gıda; 23.650, Caravan;
902.392, Đktisat Bankası Maslak Şb. 128.000, Dış Đşlemler Havale; 100.000, Yasin Kadı; 84.110 Dolar...
1999 yılında; Sağlam Đnşaat: 929.050, Ella: 42.310, M. Fatih Saraç; 77.200, Nimet Gıda; 25.000 Dolar...
Bu hesaptan, 1997-2001 yılları arasında;
Orhan ÖLÇEN, Hilmi YILMAZ, Remzi ÇAKIROĞLU, Đzzet ÖZKALAYCI, Savaş SAĞSÜS, Serkan KIZILAY, Bülent
AKSOY, Mehmet TARI, Abdurrahman ŞEKER, Đrfan AKICI, Sema ÇETĐN, Saim OĞUZCAN ve Davut COŞKUN,
adlı şahıslara da çeşitli tarihlerde, muhtelif defalar ve miktarlarda ödemeler yapıldığı tespit edilmiştir.
B-Caravan Dış Tic. Ltd. Şti. tarafından Albaraka Türk Özel Fi-nans Kurumu A.Ş. nezdinde 23.02.1995
tarihinde açılan 011200-024499 no'lu Türk Lirası hesabına çeşitli kişiler tarafından çeşitli zamanlarda
birkaç işlemde yatırılan paralar toplamı şu şekildedir.
187

MUSA'NIN ÇOCUKLARI

242.564.365.000 TL 6.951.380.000 TL 29.497.526.000 TL 10.690.000.000 TL 122.395.421.000 TL


137.346.288.000 TL 863.978.865.000 TL
Caravan
Yassin Kadı
Dış Đşlemler Havalesi
Ahsen Plastik
Caravan 242383 DEM Hs.
Caravan 242392 DEM Hs.
Caravan 142322 USD Hs.
1997 yılında: 1.418.782.510.000 TL Al Baraka Türk'teki he
saba yatırılmıştı...
0 yılında: Caravan: 106.006.708.000 TL, Caravan 242392; DEM Hs: 302.861.208.000 TL, Caravan 242383
DEM Hs.: 30.905.762.000 TL, Caravan 142322 USD Hs.: 920.619.144.000 TL. yatırılmıştı. Yasin El Kadı'nın
hesabına 1998 yılında toplanıl.372.052.044.000 TL yatırılmıştı.
1998 yılında Caravan: 51.731.195.000 TL, Sağlam Đnşa-at:10.180.446.000 TL, Nimet Gıda :6.916.760.000
TL, Dış Đşlemler Havalesi; 269.568.000.000 TL, Caravan 142322 USD Hs.: 796.964.439.000 TL, toplam:
1.140.982.850.000 TL yatırılmıştı...
1999 yılında; Caravan: 12.918.466.000 TL, Ahsen Plas-tik:3.000.OO0.000 TL, Nimet Gıda:4.030.000.000
TL, Aksal Đnşa-at:7.950.OO0.000 TL, ONLY Havalesi: 8.950.625.000 TL, Dış Đşlemler Havalesi:
21.217.608.000 TL, Caravan 142322 USD Hs: 48.444.784.000 TL, olmak üzere toplam 108.361.483.000
TL yatırılmıştı....
2000 yılında; Aksal Đnşaat :7.950.000.000 TL, Ella Film: 25.800.0OO.000 TL, Dış Đşlemler Havalesi:
23.932.233.000 TL, Caravan 142322 USD Hs: 33.273.530.000 TL, 2001 yılı yatırılan
miktar;191.955.763.000 TL idi.
Aynı hesaptan çeşitli zamanlarda para aktarılan şahıslar yıllar Đtibariyle aşağıda gösterilmiştir.
188

_
Bim
Ak Gıda Ella Film Sağlam Đnş. Ahsen Plast Ecınel Teks. Nimet Gıda Vefa Mühen
1997 yılında Kadı'nın Caravan şirketi hesabından para aktarılan isimlere de rastlanıyordu:
335.828.500.000 TL 417.800.107.000 TL 51.482.300.000 TL 221.215.515.000 TL 24.930.847.000 TL
35.890.720.000 TL 7.545.881.000 TL 50.825.000.000 TL
1998 yılında, bu hesaptan para aktarılan şahıslar:
Bim : 64.901.498.000 TL
Ak Gıda : 457.399.808.000 TL
Ella Film : 12.188.987.000 TL
Sağlam Đnş. : 549.153.161.000 TL
EcmelTeks. - 16.386.492.000 TL
Nimet Gıda - 27.917.645.000 TL
Kadı'nın Caravan şirketi ve çevresinde para transferleri durmak bilmiyordu. 1999 yılına geldiğimizde bu
hesaptan para aktarılan başını Ülker gurubuna bağlı AK Gıda'nın çektiği şirketler şöyle sıralanıyordu:
Ak Gıda : 236.600.000.000 TL
Ella Film : 19.035.054.000 TL
Sağlam Đnş. : 257.677.936.000 TL
EcmelTeks. :21.374.486.000 TL
2000 yılında Ella Film'e, 28.530.566.000 TL bu hesaptan para aktarılırken, 2001'de Sağlam Đnşaata,
17.500.000.000 TL, Ec-mel Tekstile ise, 2.825.000.000 TL. gönderiliyordu.
Bu hesaptan 1991-2001 yılları arasında; Sinan Vaizoglu, Wal-
189

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ter Malate, Hasan Erbaş, Halil Bulut, Mehmet Tan, Solmaz Ayars-lan, Orhan Akçay, Ragıp Çakar, A. Rıza
Akçay, Yaşar Altun, Hasan Akçaoglu, Ahmet Erdoğan, Nazlı Aksoy, Ali Hacınogman, Mehmet Güven, Erdal
Uzgör, Cengiz Biçici, Muhsin Yorgancı, Atilla Yaman, Musa Orduhan, Đrfan Akıcı, M. Rıza Yazan, Mehmet
Hakan, Engin Çacın, Necip Dost, ABS Dış. Tic. Ltd. Şti., YAPKĐM A.Ş., Favori Çamaşırları, Işıl Çamaşırları,
Azim Tekstil San. Ve Tic. Paz., Mustafa Şeker, Đzzet Özkalaycıoglu, Hüsnü Kutuç, Metin Yıldız, Ku-bilay Sargın,
Đrfan Çakıcı, Selim Çay, Hümmet Can, Mecit Yıldız, Kayhan Pekşen, Adem Aktaş, Kadir Şahin Yıldız, M. Nezir
Tatlı, Saim Oguzcan, Yılmaz Dalgıç, Erol Akınsu, Tahsin Bayram, Bora Yeniay, Nihat Gün Hüseyin, Harun
Özkara, Bülent Aksoy, Yaşar Günday, Đsmail Şen, Ahmet Hakan, Serkan Ercan, Hasan Zeynel, Fazıl Ahmet
Kahya, Savaş Sagsüş, Cem Sevin, Selma Erkal, Mehmet Evgin, A. Rıza Yazan, Fahrettin Polat, Nazan
Kandemir, Sema Çetin, Risale Basın Yayın Turizm Ltd. Şti., Nihan Yılmaz, Dursun Ali Çıbaş, Yaşar Topuzoglu,
isimli şahıslara da çeşitli tarihlerde, muhtelif defalar ve miktarlarda ödemeler yapıldığı tespit ediliyordu. C-
Caravan Dış Tic. Ltd. Şti. tarafından Albaraka Türk Özel Fi-nans Kurumu A.Ş. nezdinde 22.07.1997 tarihinde
açılan 011204-242392 no'lu Alman Markı (DEM) hesabına çeşitli kişiler tarafından çeşitli zamanlarda
birkaç işlemde yatırılan paralar toplamı yıllar itibariyle şu şekilde yer alıyordu:
1997 yılında Yassın Kadı tarafındanl.405.292 DEM yatırılı-
yordu.
1998 yıhnda;Yasin Al Kadı: 779.756 DEM, Caravan:
1.409.492 DEM, Sarmany LTD: 57.510 DEM yatınlıyordu.
Aynı hesaptan çeşitli zamanlarda Alman markı olarak para aktarılan şahıslar yıllar itibariyle aşağıda
gösterilmiştir:
190

1997 yılında bu hesaptan Caravan'in 24499 TL Hesabına: 1.405.292 DEM yatırılıyordu. 1998 yılında;
Caravan 24499 TL Hesabına: 2.246.758 DEM aktarılıyordu.
Caravan Ltd. Şti. tarafından Albaraka Türk Özel Finans Kurumu A.Ş. nezdinde 14.07.1997 tarihinde açılan
011204-242383 no'lu Alman Markı (DEM) hesabına çeşitli kişiler tarafından çeşitli zamanlarda birkaç
işlemde yatırılan paralar toplamı yıllar itibariyle aşağıda açıklanıyordu:
0 yılında; Yassın Kadı tarafından 1.383.879.DEM yatırılmıştır.
1997 yılında; Yassın Kadi:77.224 DEM, Caravan: 275.976 DEM yatırılmıştır
Aynı hesaptan çeşitli zamanlarda para aktarılan şahıslar yıllar itibariyle aşağıda gösterilmiştir:
0 yılında; bu hesaptan para aktarılan şahıslar başlığı altında; Caravan 24499 TL Hs : 1.383.879 DEM bilgisi
yer alıyordu.
1997 yılında bu hesaptan para aktarılan şahıslar, 217.795 DEM ile Caravan 24499 TL Hesabına... 135.405
DEM, Ulusoy Otomotiv hesabına...
Caravan Ltd. Şti. tarafından Albaraka Türk Özel Finans Kurumu A.Ş nezdinde 14.07.1997 tarihinde açılan
011201-144408 no'lu Alman Markı (DEM) hesabına çeşitli kişiler tarafından çeşitli zamanlarda birkaç
işlemde yatırılan paralar toplamı yıllar itibariyle şöyle açıklanıyordu:
2000 yılında toplam 22.000 DEM yatırılıyor, bununl5.000 DEM'i Yassin Kadı tarafından, 7.000 DEM'i
Caravan'dan geliyordu.
2000 yılında; aynı hesaptan Sağlam Đnşaat'a 22.000 DEM aktarılıyordu.
191

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
AL Baraka hesap hareketlerini sakladı mı?
Yasin El Kadı ve çevresindekilerin para trafiği ile ilgili raporu hazırlayan Hamza Kaçar'a çok yoğun baskılar
uygulanmaya başlıyordu. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın kurucusu olduğu, 3 Kasım 2002 seçimlerine
kadar yönetiminde bulunduğu gerek Al Bara-ka'nın gerekse şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği, umum
müdürlük yaptığı Ülkerlerin hesaplarının para trafiklerinin ortaya çıkıp küresel teröristlerle bağlantılarının
gün yüzüne vurmasına gönlü razı olmuyordu. Sadece Ülkerler mi tabi ki hayır; Zapsu'lar, Topbaşlar, Özallar
ve diğerleri topun ağzındaydılar.
Yasin Al Kadı ve M. Fatih Saraç ile ticari ilişkisi ortaya çıkan Murat Ülker, 90'lı yıllarda Đlim Yayma Vakfı
Başkanı Kemal Unakı-tan gibi sakallı geziyor, şirketlerinin resmi belgelerinde bile sakallı fotoğrafları yer
alıyor, üyesi olduğu vakfın başkanı Unakıtan'ın bir dediğini iki etmiyordu. Aynı vakıfta Sabri Ülker de üyeydi.
Maliye Bakanlığı önce Kemal Unakıtan'ın oluru ile Başmüfettişin raporu 10 gün gibi kısa bir süre içinde
bitirmesini istiyordu. Başmüfettiş Hamza Kaçar, süre ihtarından önce Maliye Yüksek Eğitim Merkezi'ne
sürgüne gönderiliyordu.
Hamza Kaçar raporunu hazırladığı süreçte karşılaştığı siyasi baskıları; "Bu raporda açıklanmasına gerek
görülmeyen yönetici konumundaki bazı bürokrat ve siyasilerin engelleme boyutuna varan müdahaleleri de
inceleme sürecini yavaşlatmıştır..." şeklinde dile getiriyordu.
Başmüfettiş'in karşılaştığı engellemeler bu kadar mıydı? Tabi ki hayır diğer engellemeler şöyle
sıralanıyordu:
"Müfettişliğimce yapılan çalışmalarda bazı güçlüklerle karşılaşılmıştır. Bunlardan ilki, üç yıldır
müfettişliğimce yapılan incelemelerde, müfettişliğimin görüşü alınmadan ve Maliye Teftiş Kurulu Baş-
kanhğı'na hiçbir bilgi verilmeden yöntem ve yasaya aykırı olarak iki
192

vergi denetmeninin Gelirler Genel Müdürlüğü'nce çalışma gurubundan alınmalarıdır.


19.2.2002'de El Kadı ile ilgili kara para incelemesinde kritik bir aşamaya gelindiğini ve incelemenin kısa
sürede tamamlanması için iki MASAK uzmanının görevlendirilmesi talep edilmiş olup MASAK Başkanlığı bu
güne kadar görevlendirmeyi yapmadığı gibi söz konusu yazıya yanıt da vermemiştir.
Đnceleme sırasında karşılaşılan bir diğer güçlükte inceleme konusu gerçek ve tüzel kişilerin çeşitli
hesaplarının bulunduğu Al Baraka Türk AŞ'de bazı işlemlerin içeriği konusunda ayrıntılı bilgi istenmesine
rağmen verilmemesidir.
Diğer bir güçlük ise MASAK Başkanlığı'nca alınan 22 Mart 2004 tarihli bakan oluruyla getirilen süre
kısıtlamasıdır.
Đncelemenin hiçbir hukuki ve maddi gerekçe gösterilmeden, bakanlık makamı oluruyla 10 gün gibi kısa bir
sürede sonuçlandırılmak istenmesi, incelemelerin yeterli kapsam ve içerikte yapılmasını engellemiştir.
Yukarıdaki nedenlerle iş bu rapora konu olan şahıslar hakkında inceleme ve soruşturmaların yürütülmesi ve
sonuçlandırılması ilgili Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri Başsavcılıklarının
takdirine bırakılmıştır..."
Al Baraka'nın hesapların incelenmesindeki engellemeleri raporun sonuç bölümünde de açıklayan
Başmüfettiş Kaçar şunları belirtiyordu:
"...Yukarıda yer alan hesapların incelenmesinden görüleceği üzere, bazı hesaplarda Albaraka Türk'ün Dış
Đşlemler Müdürlüğü'nce yapılan para yatırma, çekme işlemleri bulunmaktadır. Yukarıda ki bölümde
(inceleme yöntemi) açıklandığı üzere,' Albaraka Türk yetkilileri bu işlemlerin nedenini ve içeriğini
Müfettişliğime açıklamaktan imtina etmişlerdir. Dış Đşlemler Müdürlüğü'nce, Cara-
193

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
van şirketinin hesaplarının kendi şahsi hesabı gibi kullanılması yöntem ve yasaya uygun değildir. Dış
Đşlemler Müdürlügü'nce yapılan söz konusu havale işlemlerinin kimin adına ve niçin yapıldığının bilinmesi
gerekmektedir.
Caravan ve Ella şirketlerinin ortaklarından ve müdürlerinden (terörist organizasyonlara mali destek vermesi
nedeniyle 30.12.2001 tarih ve 24626 (Mükerrer) Resmi Gazete'de yayımlanan 200173483 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile bütün para, mal, hak ve alacakları dondurulan) Yasin A1-QADI (Yasin Al Kadı) isimli şahsın,
söz konusu işlemlerinin terörist organizasyonlarla bağlantısının olup olmadığının ilgili Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturulması gerekmektedir.
Diğer taraftan, Caravan Ltd. Şti.'nin 24499 no'lu hesabından Vefa Ltd. Şti.'ne 26.12.1997 tarihinde
50.825.000.000 TL ödendiği görülmüştür.
(16.11.2002 tarih ve 24938 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.10.2002 tarih ve 2002/4896 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile bütün mal ve hakları dondurulan) VVa'el H. JELAĐDAN'nın ortağı olduğu Maram
Seyahat Ltd. Şti.'nin 1998 yılında ihraç etmiş olduğu prefabrike yapı malzemelerini, Vefa Mühendislik Ltd.
Şti.'den satın aldığı tespit edilmiştir. (Maram Seyahat Ltd. Şti.'nin satın almış olduğu prefabrik yapı
malzemelerinin bir kısmını Islamic Int Co. GULF isimli bir firmaya sattığı, Maram Sey. Tur. Ltd. Şti. nez-dinde
Müfettişligimce yapılan inceleme sırasında görülmüştür.) (Islamic Int Co. GULF Yemen'de olup, Maram Ltd.
Şti. bu firmaya 1998 yılında prefabrik yapı malzemeleri ihraç etmiştir.)
Gerek Vefa Ltd. Şti. ile Caravan şirketi arasındaki gerekse Vefa şirketi ile Maram şirketi arasındaki bu
ilişkinin ilgili Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığınca araştırılması gerekmektedir.
Ayrıca, Caravan şirketine ait 142322 no'lu ABD Doları hesabı
194

ile 024499 no'lu Türk Lirası hesabından ödemeler yapılan ve işbu Raporun bu (IV.6.1) bölümünde adı geçen
kişilerin bir terör organizasyonu ile bağlantılı olup olmadıklarının ilgili DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
araştırılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir...."
Savcıdan hayırsever tanımlaması
Đstanbul Cumhuriyet Savcısı Đdris Ermeydan bütün bu raporlara belge ve bilgilere rağmen "Yasin Al Kadı"yı,
aynı Başbakan gibi; "Hayırsever" ilan ediyor ve hakkında "Takipsizlik" kararı veriyordu.
"Hayırsever Terrorıst" adlı kitabının 42. sayfasında Nedim Şener, "Savcı Emniyet'in yazısını okumadı mı"
başlıklı yazısında savcının tutumunu anlatıyordu:
"...Savcı Emniyet'in yazısını okumadı mı?
Konuyu terör yönünden soruşturan Đstanbul Cumhuriyet Savcısı Đdris Ermeydan, 28 Nisan 2004 tarihinde
Đstanbul Emniyet Mü-dürlügü'ne bir yazı göndererek Wael H. Jelaidan ve Yasin El Kadı hakkında bilgi istedi.
El Kadı soruşturmasını yürüten Savcı Đdris Ermeydan'a gönderilen ve Đstanbul Emniyet Müdürlüğü arşiv
kayıtlarından çıkarılan 27 Eylül 2004 tarihli yazı Wael H. Jelaidan'la ilgili enteresan bilgiler içeriyordu.
Terörle Mücadele Harekât Dairesi (TEMÜH), Đstanbul Emniyet Müdürlügü'ne 11 Kasım 1999 tarihinde ABD
Başkanı Bili Clinton dâhil tüm devlet başkanlarının katılacağı, 18-19 Kasım 1999 tarihleri arasında
yapılacak AGĐT Zirvesi öncesi yazılı bir uyarı göndermişti.
TEMÜH söz konusu uyarı yazısında, Suudi Arabistan vatandaşı olan 22 Ocak 1958 Medine doğumlu Wael H.
Jelaidan'dan bahsediyordu. Usame Bin Ladin ile Afganistan'da birlikte savaşmışlar-
195

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
di. 1980'li yıllarda Ladin'in kayınbiraderi Muhammed Jamal Kha-ifak ile yakın ilişkide olduğunun bilgisi
verilmişti. Bu kişinin Ladin'in üsteğmeni Adel Mohammed Sadeq Kathum ile birlikte Rabıta Trust'ta beraber
çalıştıkları ifade ediliyordu.
Ayrıca Doktor Abdul Latif Saleh isimli şahsm Arnavutluk Đsla-mi Cihat'ını kurduğu ve isminin Ladin ile
bağlantılı gruplara mensup kişilerin telefon defterlerinde bulunduğu tespit edilmişti.
Çeçenistan'da yaşayan, Mısır uyruklu bir şahıs aracılığıyla, Türkiye'ye altı çeşit (patlayıcı olabilir) malzeme
veya personel sevk edilmişti. Mısır uyruklu Türkiye'deki alıcı da malzemeyi karşılayacaktı. Bu malzemeleri
alan kişinin Fatih'de Đnsani Dayanışma Komitesi Genel Denetleyicisi Asraf Abdelfghaffar olduğu
belirlenmişti. Dahası Abdelfghaffar'ın kullandığı cep telefonunun, Usame Bin Ladin'in kayınbiraderi olan ve
VVael H. Jelaidan ile yakın ilişkisi bulunun Mahammed Jamal Khaifak'ın telefon defterinde Nur-Al Din isimli
şirket olarak kayıtlı olduğu görülmüştü.
El Kadı soruşturmasını yapan Savcı Ermeydan'a gönderilen yazıda, Fatih'de bulunan Đnsani Dayanışma
Komitesi Genel Denetleyicisi Ashraf Abdelghaffar'ın 12 Kasım 1999 tarihinde gözaltına alındığı bilgisi
verildi.
TEMÜH'ün gözaltına aldığı 1956 doğumlu Abdelghaffar, ifadesinde 1995 yılında Bosna'da Đnsani
Dayanışma Komitesi'ni kurduğunu, 1993 yılında Bosna Hersek vatandaşı olduğunu, Kazakistan'da ve
Azerbaycan'da şirketi bulunduğunu ve Dr. Abdel Latef Saleh ile 1993 yılında bir arkadaşı vasıtasıyla bir
hastanede tanıştığını söyledi. 1997 yılı başından beri Fatih'te Nureddin Dış Ticaret Limited Şirketi adıyla
faaliyet gösterin Abdelghaffar, 14 Ocak 1999 tarihinde salıverildi. Ancak Yabancılar Şube Müdürlüğü'nün
18 Ocak 2000 tarihli yazısıyla Abdelghaffar, Bosna Hersek'e sınırdışı edildi.
196

Đstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün arşivinden çıkarıp Savcı Đdris Ermeydan'a gönderdiği yazıda, Yabancılar
Şube Müdürlügü'nün bu dosyada bulunan bir notu da iletilmişti. Yabancılar Şubesi, Wael H Jelaidan
hakkında "Usame Bin Ladin'le bağlantılı şahıslardan, yurda giremez" diyordu. Aynı şekilde Yasin El Kadı
hakkında da "Yurda giremez" kayıtlarının yer aldığı bilgisi verildi.
Emniyet, Savcı Ermeydan'a Yasin El Kadı hakkında Đnter-pol'ün elindeki bilgileri de aktarmayı ihmal
etmemişti.
Interpol Daire Başkanlığı 7 Mayıs 2004 tarihli yazısında (TE-41196-65616/91207 sayılı) Yasin El Kadı'yla
ilgili şu bilgiler yer alıyordu.
"...11 Eylül sonrasında Interpol Genel Sekreterliği bünyesinde tesis edilen Füzyon Görev Gücü tarafından
yürütülen çalışma grubu faaliyetleri kapsamında Interpol Genel Sekreterliği kayıtlarına ulaşan bilgilere göre
hazırlanan raporda:

Suudi Arabistan uyruklu Yasin El Kadı'nın Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği'ne bagh olarak faaliyet
gösteren Muvaffak isimli vakfın kurucusu olduğu, bu vakfın çeşitli Avrupa ülkelerinde ofisleri bulunduğu ve
özellikle eski Yugoslavya'da insani yardım amaçlı faaliyetlerde bulunduğu, açık kaynaklı bilgilere göre El
Kadı'nın Usame Bin Ladin'e 3 milyon ABD doları civarında finansal yardım göndermiş olduğu yönünde
bilgilere rastlandığı, El Kadı'nın söz konusu vakfın kurucu üyelerinden olan ve 1994 yılında Avusturya-Vi-
yana'da sorumlu müdürü konumunda bulunan 21.03.1963 doğumlu Chafik Ayadi isimli şahısla, Türkiye
bağlantılı şüpheli ticari faaliyetlerde bulunduğu, Kadı'nın Ayadi tarafından 1997 yılında kurulan Euro-invest
isimli şirkete dahil olmasından sonra, aynı yılın Ekim ayında Suudi uyruklu Wael H. Jelaidan'm bu şirketin
hissedarlanndan birisi olduğu, Wael HAJelaidan'm ise Bin Ladin'e yakınlığı ile bilinen WA El Juledan
olabileceği yönünde bilgilere ulaşıldı."
197

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Wael Hamza Jelaidan, uluslar arası alanda şu isimlerle tanınıyor: Wail Hamza Julaidan, Wael Hamza
Jalaidan, Wa'il Hamza Ja-laidan, We'el Hamza Jaladin ve Wael Hamza Jaladin.
Geniş bir bilgilendirme yazısıyla Savcı Ermeydan'ın soruşturmasını kolaylaştırmak amacındaki Emniyet
Müdürlüğü, açık kaynak olarak internet sitelerinde yer alan bilgilere de yazısında yer verdi. Đnternet
sitelerinde yer alan bilgiler ışığında da Yasin El Kadı ile Je-laidan'ın terör örgütünün mali kaynaklarını
yürüttükleri ve Jela-idan'm El Kaide'nin kurucuları arasında yer aldığı bilgisi vardı.
Polis yaptığı araştırma doğrultusunda Yasin El Kadı ile Mehmet Fatih Saraç'ın ortak olduğu Caravan Dış
Ticaret ve Ella Film Prodüksiyon Ltd. Şti. ile ilgili bilgi verirken nedense BĐM yönetim kurulu üyeleri hakkında
arşiv araştırması yapamamıştı.
MASAK Raporu'na istinaden Savcılığın bildirdiğine göre Caravan Dış Ticaret'ten BĐM'e para aktarılmıştı. Ella
Film Prodüksiyon AŞ. hesabına da BĐM tarafından para yatırılmıştı. Her iki konuyla ilgili olarak polisten bilgi
istenmişti.
Ancak polis Yasin El Kadı'nın da açık olarak yer aldığı BĐM Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında "açık kimlik
bilgileri yer almadığı" gerekçesiyle arşiv taraması yapamadığını bildirdi.
Hâlbuki bilgi taraması yapılsaydı çok ilginç sonuçlar ortaya çıkabilirdi.
Kimler yoktu ki BĐM'in Yönetim Kurulu Üyeleri arasında; Yasin El Kadı yanında, Başbakan'ın danışmanı
Cüneyd Zapsu, AKP'lilerin "Ağabey" dedikleri Korkut Özal, Başbakan'a kızının kına gecesini evinde yapacak
kadar yakın olan Nakşibendî tarikatının önemli ismi Mustafa Latif Topbaş.
Bu bilgileri Emniyet'ten temin eden Savcı Đdris Ermeydan'ın Wael H. Jelaidan ve Yasin El Kadı hakkında
"hayırsever" olduklarına kanaat getirip "takipsizlik" kararı vermesi gerçekten ilginçti.
198

El Kadı dosyası kapatılıyor


Eldeki tüm veriler bir başka şeyi işaret ediyorken Savcılığın "Takipsizlik" karan verdiği günlerde soruşturma
açılmasının kaynağını oluşturan raporu yazan Müfettiş Hamza Kaçar da bir hukuk mücadelesi başlatmıştı.
Araştırması gereken tam 87 konu varken on gün içinde raporunu hazırlaması Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan imzasıyla kendisine deklare edilip, "zorla terfi" kararıyla gönderildiği Maliye Yüksek Eğitim
Merkezi'ndeki görevinden, eski görevi olan Teftiş Kurulu'na dönmek için hukuki mücadele yürütüyordu
Hamza Kaçar.
Ankara 6. Đdare Mahkemesi'nde dava açan Hamza Kaçar, 16 Aralık 2004 tarihinde verilen mahkeme
kararıyla hukuk mücadelesini kazanarak eski görevine geri döndü.
"Aziz Nesin "lik bir öykü daha tarihteki yerini almıştı; çünkü Ka-çar'ın kendisi ve yöneticilerinin karşı çıktığı
tayin için Maliye Bakanlığı, "görevindeki başarı nedeniyle terfi ettirildiğini" belirterek savunma yapmıştı.
Başmüfettiş Hamza Kaçar Teftiş Kurulu'na geri döner dönmez bir başka rapor daha hazırladı.
25 Mart 2005 tarihli ikinci rapora göre, Yasin El Kadı ve Wael H.Jelaidan hakkında soruşturma yapan Maliye
Bakanlığı, soruşturma hakkında takipsizlik kararı veren Đstanbul Cumhuriyet Savcılarının kararlarına itiraz
etmediği gibi, soruşturma dosyasını devletin diğer birimlerine haber vermeden rafa kaldırmıştı.
Çünkü; Hamza Kaçar'ın ulaştığı bilgi ve belgeler "takipsizlik" kararının çok uzağmdaydı. Bu durumda olayın
iddia makamı olan Maliye Bakanlığı'nın sonuca itiraz etmesi gerekiyordu.
Müfettiş eski görevine hukuki mücadeleyi kazanıp döndükten sonra hazırladığı raporda, soruşturmanın
2001 yılında başlatıldığı dönemde herhangi bir süre sınırı konulmadığını belirtti.
199

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Raporunda, Maliye Bakanlıgı'nın 17 Ekim 2001 tarih ve 2001/4 sayılı yazısında, Dışişleri Bakanlıgı'nın
koordinasyonunda Genelkurmay Başkanlığı, Adalet, Đçişleri, MĐT, Hazine, SPK, BDDK temsilcilerinden oluşan
bir çalışma grubu oluşturulduğunu hatırlattı. Müfettişlere ise çalışma grubuna iştirak etme, gerekli
araştırma ve incelemeyi yapma görevi verildiğini vurguladı.
Müfettişlere, gruptaki diğer kurumlardan bilgi alabilme, kurumlardan gelen bilgileri değerlendirme rolü
verildiğinin altı çizilen ikinci raporda, Maliye Bakanlıgı'nın diğer kurumları bilgilendirmeden, çalışmayı
"sessiz sedasız" sonlandırdığı şu ifadelerle dile getirildi:
"Yukarıda da belirtildiği gibi inceleme Dışişleri Bakanlıgı'nın koordinasyonunda çalışma grubu içerisinde ve
birlikte yürütülen bir incelemedir. Bu durum söz konusu incelemenin sona erdirilebilme-si için anılan
birimlerin görüşünün alınması ve koordine makamı olan Dışişleri Bakanlıgı'na bilgi verilmesini zorunlu
kılmaktadır.
MASAK Başkanlığınca müfettişliğimize gönderilen yazılardan incelemenin sona erdirildiğine ilişkin yukarıda
adı geçen birimlerin ve koordinasyon makamı olan Dışişleri Bakanlıgı'nın görüşünün alındığına dair bir
bilgiye rastlanamamıştır."
17 Ekim 2001 yılında alınan karar çerçevesinden bakıldığında ortada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu
kesindi. "Ben yaptım oldu" güdüsüyle hareket bir noktada kesiliyordu. Çünkü henüz "tüm kaleleri zapt
edilmemişti" bu ülkenin...
TWRA kim tarafından kuruldu
Đstanbul'da ofisi bulunan Sudan merkezli TVVRA'nın başındaki kişi Dr. Fatih El Hassanein'di.
TWRA 1987 yılında Avusturya'da Hassanein'in üzerine kayıt edilmişti. Sudan'daki Hasan Turabi
yönetimindeki Ulusal Đslam Cephesi'nin de önde gelen isimlerindendi. Aynı zamanda Müslü-
200
man Kardeşler Örgütü'nün de üyesi olan Hassanein, Sudan'ın Viyana Büyükelçiliği'nden verilen diplomatik
pasaportu da kullanıyordu. Suudi Arabistan, Đran, Sudan, Pakistan gibi ülkelerden paraların
koordinasyonunu sağlayan Hassanein, Bosnalı lider Aliye Đzzet-begoviç ile Belgrad'da dişçilik eğitimi aldığı
üniversite yıllarından beri tanışıyordu. Hassanein ile Begoviç arasındaki resmi ilişki de 1992 yılında
Sarayova'da TVVRA'nın ofisinin açılmasıyla başladı.
Đstihbarat raporları ve hakkında çıkan haberlere göre Bosna'ya yapılan tüm para hareketlerinin ve silah
sevkıyatının başında Hassanein vardı. TVVRA'nın bağışçılarından birisi de Usame Bin La-din'di. CIA'nın 1996
tarihli raporuna göre TVVRA'nın bağlantıları ve faaliyetleri yönünde terör eylemleri yanında bilgiler de
içeriyordu. Bu rapora göre, bir TWRA çalışanı, Usame Bin Ladin'e yani El Kaide'ye yakın El Đslami
yöneticisinin tutuklanmasına misilleme olarak, 1995 yılı Ekim ayı ortasında Hırvatistan polis tesisine
yönelik otomobille, intihar eylemi nedeniyle suçlandı.
Bombalama eylemi, 1995 yılı Aralık ayında Hırvatistan güvenlik güçleri tarafından öldürülen ve Bosna'da
savaşan mücahit grubu liderlerinden Enver Şaban tarafından yürütüldü. O ve diğer mücahit liderler,
Bosna'ya gönderilen NATO güçlerine karşı eylem için planlama yapmaya başladılar. CIA için, bölgedeki en
etkili sivil toplum kuruluşu olan TVVRA'nın başında bulunan Dr. Muhammed Fatih El Hassanein'in 1994
yılında silah kaçakçılığı yaptığı ortaya çıkınca Zagrep'teki ofisinin yerini değiştirdiği belirtildi.
Hassanein'in ABD'den gelen Müslüman militanları desteklediğine de değinilen raporda, kardeşini 1995
yılının Ağustos'unda Đtalya'ya gönderdiği ve cemaatin Đtalya'daki bağlantılarının oluşturulması için
görevlendirdiği belirtiliyor. Hassanein'in bir başka düzen-cesi de Milano ve Roma'da cemaatle birlikte diğer
radikal Đslamcı grupların bağlantısını ve finansmanını sağlamaktı.
201

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2006 yılı Mart ayında Sudan'a yaptığı gezi sırasında Sudan Devlet
Başkanı Ömer El Beşir'in resmi yemeğine katılmayarak gizlice Dr. Fatih El Hassanein ile görüştüğü ortaya
çıktı. Bu ziyaret Recep Tayyip Erdoğan'ın Refah Partisi il yöneticisi olduğu dönemde Afgan mücahit
liderlerinden Hikmetyar ile yaptığı görüşmeyi akıllara getirdi. Hem El Hassanein hem de Hikmetyar cihada
ömürlerini vermiş isimlerdi. Başbakan Erdoğan açısından değişen ise, Hikmetyar'la görüştüğünde Refah
Partisi Đstanbul Đl Başkanı'yken bu kez Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olmasıydı.
Hyundai'nin ana bayii olan El Hassanein'in Sudan'da çok sayıda şirketi bulunuyor.
Đkilinin görüşmesine "özel" olduğu gerekçesiyle Dışişleri Bakanlığı yetkilileri alınmadı..."
Hassanein, 31.03.2006 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Erdoğan ile, Refah Partisi Đstanbul Đl Başkanı'yken
tanışmasını şöyle anlattı:
"Kendisiyle (Erdoğan) 1990'larda tanışmıştık. Evimdeki davette Sudan hükümetinin 3 bakanı, üniversite
rektörleri, Türk işadamları ve burslu okuyan Türk öğrenciler vardı. Türkiye'ye ilk kez 1967'de geldim.
1991'de Fetullah Gülen'in Sudan'daki ilk okulunu ben açtım. Gülen ile 1993'te bir görüşmemiz oldu. El
Kaide ya da Üsame Bin Ladin ile hiçbir alakam yok. Bosna'ya yardım yaptım. Bunu yaparken Aliya
Đzzetbegoviç'in danışmanı sıfatıyla hareket ettim."
Üsame; Tayyip'in yeğeni
Üsame Bin Ladin, Yemen kökenli Suudi vatandaşı. Ailesi Baba Bush ile ortak petrol şirketi çalıştırıyor. Laden
ailesi, Bush ailesi ve CIA her ortamda birlikteler. Ancak verilen rol gereği Oğul Bush ile oğul Üsame
düşman... Oğul Üsame ABD'nin en önemli yerleri-
202

ni uçakla vurmakla suçlanıyor. Hem de Amerika'nın "Biz Rus çiftçisinin tarlasında işediğini bile görüntüleriz,
uzaydaki böcekleri bile izleriz" diye övündükleri bir sırada... Demek ki ABD'liler Rus çiftçisinin pipisini
seyrederken Üsame'nin adamları ABD'de bombalama eylemlerini gerçekleştirmiş. CIA ajanı olan Üsame'nin
bu güne kadar yakalanamamış olması da hayli düşündürücüdür.
Tayip de Üsame Bin Ladin'e hayrandı. Bu hayranlığını birçok defa gösterdi. Kardeşi Mustafa Erdoğan'ın
6.9.1995 tarihinde Üsküdar'da doğan yeğenine Üsame adını veriyordu. Sadece o kadar mı tabi ki, hayır!..
Her fırsatta peygamber soyundan geldiği yalanına sarılan Suud Kralı Fahd'ın ve Đspanya kralının paralarını
da çalıştıran Yahudilerle bir çok vakıfta üye olan Süryani kökenli Mason işadamı, Tayyip Erdoğan'ı Sudan'da
Üsame Bin Ladin ile buluşturuyordu.
10 Temmuz 2003 tarihli Star Gazetesi'nde ise Đstanbul Fatih'in Çarşamba semtinde Tayyip'in, Üsame Bin
Laden'in yardımcısı Gulbeddin'in dizleri dibinde çökerken görülen fotoğrafı yayınlanıyordu.
Biz bu filmi daha önce görmüştük
Ankara 6. Đdare Mahkemesi'nde dava açan Hamza Kaçar, 16 Aralık 2004 tarihinde verilen mahkeme
kararıyla hukuk mücadelesini kazanarak eski görevine geri döndü. Eski görevine dönen Kaçar, yarım kalan
soruşturmaları tamamlamak istedi ve ne olduysa bundan sonra oldu. Bildik senaryo oyuna kondu ve Hamza
Kaçar, "Genelkurmay dâhil binlerce hesaba inceleme yaptı" diyerek görevden alındı.
Bu olay, bize Fetullah Gülen hakkında soruşturma açan DGM'ye rapor gönderen Ankara Emniyet Müdürü
Cevdet Saral, Yardımcısı Osman Ak'ın ve arkadaşlarının başına gelen uydurma
203

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"Telekulak" skandalini hatırlattı. Gülenciler bu müdürlerin başını yemek için uydurma dosyalar oluşturmuş,
"Genelkurmay dâhil her yeri dinlemişler" diyerek yaygara yapmış, her tarafı ayağa kaldırmışlardı. Oysa
dosyalar incelendiğinde 1800'lü(!?) yıllarda telefonların dinlendiği, bazı numaraların hiç olmadığı, O(sıfır)
dakika gibi zaman dilimlerinde dinleme yapıldığı şeklinde uydurma evraklarla dosyalar oluşturulmuştu.
Gerek Osman Ak gerekse Cevdet Saral yıllardan beri atılan bu çamuru temizlemeye çalışırken, Fetullahçılar
önlerindeki en büyük engelden kurtulmuşlardı.
Đslam özel sektörü
17.8.2004 tarihinde Tayyip, Başbakan sıfatıyla TBMM'ye Bakanlar Kurulu'nun da imzaladığı Şeriat
hükümlerine göre, "Đslam Özel Sektörünün Geliştirilmesi Kurumunu Kuran Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısını" gönderiyordu.
Kanunun gerekçesi özetle şöyleydi:
"Đslam Kalkınma Bankası (ĐKB)nin 2-3 Kasım 1999 tarihlerinde Cidde'de yapılan 24. yıllık toplantısı
sırasında, üye ülkelerdeki özel sektör yatırımlarının finansal ve teknik yönden desteklenmesi amacıyla
"Đslam Özel Sektörün Geliştirilmesi Kurumu" (Isiamic Corparation for The Development of the Private
Sector) isimli, tüzel kişiliğe sahip, ayrı bir uluslararası kurum kurulması ĐKB Guver-nörler Kurulu tarafından
onaylanmıştır.
Kurum 8 Temmuz 2000 tarihi itibarıyla faaliyetine başlamıştır.
Kurum'un merkezi Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde bulunmaktadır. Kurum üye ülkelerde ofis
açabilecektir...
...Kurum'un Kurucu Anlaşması Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1 Eylül 2003 tarihinde imzalanmıştır...."
204

.
Anlaşmanın özelliklerinin anlatıldığı bölüm oldukça ilginçti; "islam Kalkınma Bankası'nın hedefinin, Đslam
ilkelerine uygun olarak, Đslam Kalkınma Bankasına üye ülkelerdeki gerek kamu gerekse özel üretim
kuruluşlarının büyümesini teşvik ederek ekonomik kalkınmayı ve sosyal gelişmeyi güçlendirmek olduğunu
kabul edeceği" belirtiliyordu....
Laik bir ülkede Başbakan ve Bakanlar Kurulu'nun imzaladığı kanun teklifinin 1. bölümünde, Đslam Özel
Sektörünün Geliştirilmesi Kurumunun amacının Đslam kurallarına uygun olarak, Đslam Kalkınma Bankası'nın
bundan sonra banka olarak adlandırılacağı vurgulanıyordu.
3. Bölüm faaliyetler kısmında Đslam Hukuku Komitesi'nin Đslam'a göre uygun bulmadığı yatırım kategorisine
giren, Kurumun bu anlaşma veya bu anlaşmaya istinaden çıkarılacak düzenlemeler ile çelişik olduğunu
düşündüğü faaliyetleri gerçekleştirmeyecektir..." Kurumun organizasyonunda şunlar olacaktı: "Kurum,
Genel Kurul, Yönetim Kurulu, Đcra Komitesi, Danışma Kurulu, Đslam Hukuku Komitesi, Yönetim Kurulu
Başkanlığı, Genel Müdür ve diğerleri...
Madde 29'da Đslam Hukuku Komitesi hakkında bilgiler bulunuyordu.-
"Kurum, finansal konularda deneyimli üç Đslam bilgininden oluşan bir Đslam Hukuku Komitesi'ne sahip
olacaktır. Đslam Hukuku Komitesi'nin üyeleri, yenilenebilir üç yıllık bir dönem için atanacaklardır.
Đslam Hukuku Komitesi, belli bir yatırım komitesinin Đslam'a uygun olup olmadığına karar verecek ve
Yönetim Kurulu, Đcra Komitesi veya Kurum Yönetimi tarafından kendisine yöneltilecek soruları
değerlendirecektir...."
Sözleşmenin 55. maddesinin "Tahkim" başlığı altında anlaş-
205

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
mazlıkların Đslami Adalet Mahkemesi ile çözüleceği yer alıyordu. Đşte o madde:
"Eğer Kurum ve üyeliği sona eren bir üye arasında, veya kurum ile bir üye arasında kurumun faaliyetlerini
sona erdirme kararı alındıktan sonra, bir anlaşmazlık çıkması durumunda bu anlaşmazlık üç hakemden
oluşan bir tahkime sunulacaktır.
Hakemlerden biri kurum tarafından diğeri ilgili tarafça atanacak, her iki tarafta tahkim talebini takip eden
60 gün içersinde göreve başlayacaktır. Üçüncü hakem her iki tarafın ortak kararı ile atanacaktır. Taraflar 60
gün içersinde üçüncü hakem üzerinde anlaşmaya varamazlarsa Đslami Adalet Mahkemesi üçüncü hakemi
atayacaktır. Đslami Adalet Mahkemesi ayrıca diğer tarafın talebi üzerine karşı taraf tarafından yukarıda
belirtilen sürede atanmayan hakemi de atayabilecektir.
Bütün çabalara rağmen oy birliği ile bir hakem kararı alınmaz ise üç hakemin oy çokluğu ile karar
verilecektir. Üçüncü hakem tarafların anlaşmazlığa düştükleri prosedür meselelerinin çözümlenmesi için
yetkilendirilecektir..."
Başbakan Tayyip ve Bakanlar Kurulu'nun hazırladığı bu kanun teklifi, Laik Cumhuriyetin temellerine dinamit
koyacağı gün için pusuda bekliyor...
Đhaleler Birlik Vakfı Üyelerine
Mart ayı başında küçük bir kız çocuğu annesinin elinde yürürken, yolda bulunan rögar çukurunun üzerine
adeta bir tuzak gibi konulan karton benzeri örtünün üzerine basınca çukura düşüyor, yaklaşık yüzlerce
metre sürükleniyor bunun sonucunda da hayatını kaybediyordu. Şirket avukatı her vicdan sahibini çıldırtan
bir açıklama yaparak "herkesin başına adam mı dikelim" diyordu. Çok geçmeden ihaleyi alan şirketin
AKP'nin kuruluş çalışmalarında karar-
206

gâh olan Birlik Vakfı üyesi olduğu ortaya çıkıyordu. 7 Mart 2007 Çarşamba günlü Milliyet Gazetesi'nde
Mehmet Uzunkaya ve Serhat Oğuz firma hakkında şu bilgileri veriyordu:
"MVM, Đstanbul'daki Đhalelerin Gözde Firması
Önlenemeyen Yükseliş
Küçük Dilara'nın rögara düşüp ölümüyle gündeme gelen MVM adlı şirket, Đstanbul Belediyesi'nden son 1,5
yılda 7 ihale aldı. Bu ihalelerin 5 tanesi davet usulüydü...
MVM'nin patronu 57 yaşındaki Bilal Şahin, kurucuları arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dâhil çok
sayıda AKP'linin bulunduğu Birlik Vakfı'nın üyesi. MVM adlı şirketin kuruluş tarihi, ĐTO kayıtlarında 2001
olarak görünüyor. Şirketin internet sitesinde ise kuruluş tarihinin 1996 olduğu kaydedilmiş. Yine internet
sitesinde MVM'nin 1997 yılından bu yana aldığı ihalelerin listesi var.
Şirketin son 1,5 yılda Büyükşehir Belediyesi ve ĐSKĐ'den art arda 7 ihale aldığı göze çarpıyor. 100 milyon
YTL'yi bulan bu ihalelerin 5'i davet usulüyle yapılmış. Davet usulü ihaleler, Kamu Đhale Ka-nunu'nun 21.
maddesine dayandırılıyor. Bu madde özetle, "Doğal afet, salgın hastalık, can veya mal kaybı tehlikesi gibi
durumlar ortaya çıkarsa ihale davet usulü yapılabilir" diyor.
Şirketin 1,5 yıllık kârlı tablosuna göre yükselen grafiği şöyle;
1 Temmuz 2005 tarihinde "Avrupa Yakası 2. Kısım Atıksu Kanalı Yagmursuyu Kanalı ve Dere Islahı Đnşaatı
işi" ihale bedeli: 10 milyon 703 bin 716 YTL.
7 Aralık 2005 tarihinde, Avrupa ve Asya yakasındaki iki ayrı dere ıslahı işi (MVM, Canal-Control+Clean
Umvveltschutz Service GMBH ortaklığı) iki ihalenin toplam bedeli 21 milyon 666 bin 499 YTL.
1 Mart 2006 tarihinde, Tavukçu Deresi Islahını kapsayan "Av-
207

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
rupa yakası 3. Kısım Atıksu Kanalı, Yağmurcuyu Kanalı ve Dere Islahı" işi. Đhale Bedeli: 20 milyon 13 bin
902 YTL
7 Ağustos 2006 tarihinde, Tavukçu Deresi'nin tamamlanmamış işlerin ihalesi. Đhale bedeli: 26 milyon 300
bin YTL.
22 Şubat 2006 tarihinde, Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin "Esenyurt-Doğan Araslı Caddesi Mezarlık
Kavşağı Viyadük ve Altyapı Đnşaatı işi." Đhale bedeli: 12 milyon 400 bin YTL.
15 Kasım 2005 tarihinde "Ambarlı Atıksu Arıtma Tesisi ve Deniz Deşarjı Đnşaatı" işini, PWT Wasser Und
Abwasser Technic GMBH ve Alke Đnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş ile ortak aldı. Đhale bedeli: 11 milyon YTL.
MVM'nin aldığı 7 ihaleden 5'inde, Kamu Đhale Kanunu'nun şu fıkrası uygulandı:
"Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare
tarafından önceden öngörülmeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının
zorunlu olması." Đstanbul Büyükşehir Belediyesi, "Dolmabahçe-Piyalepaşa-Dolapdere Tüneli Đnşaatı" işini de
aynı yöntemle yapmış ve dosyası Kamu Đhale Kurumu'na gönderilmişti. Kamu Đhale Kurumu, söz konusu iş
kapsamındaki aykırılıkların ihalenin iptalini gerektirdiği, ancak iddialar kapsamında iptal kararı verilmesini
olanaklı görmedi.
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ise, MVM'nin aldığı ihalelerin neden Kamu Đhale Kanunu 21-b
maddesine göre yapıldığını şöyle açıkladı:
"Tavukçu Deresi'nin acilen ıslah edilmesiyle ilgili Bakanlar Kurulu Kararı var. Sel yüzünden üç çocuk hayatını
kaybetmişti. Bakanlar Kurulu bölgeyi afet bölgesi kapsamına aldığı için ıslah çalışmaları da Đhale
Kanunu'nun 21-b maddesine göre yapıldı.
MVM şirketi, Termikel Grubu'na bağlı olduklarını kabul etmez-
208

ken, şirketin internet sitesinde durum farklı. Sitede, MVM'nin sitesinde yer alan telefon numaraları da
Termikel Grup olarak yanıtlanıyor. Şirket, Termikel Grubu'nun Çamlıca'daki binasında yer alıyor. Termikel
Grubu Mali Đşler Koordinatörü Gürhan Tontu, MVM'nin sahipleri Bilal ve Osman Şahin'le Termikel Grubu'nun
sahibi Mehmet Kaya arasında akrabalık bağı bulunduğunu, ticari bağı olmadığını savundu.
Bu arada ĐSKĐ Genel Müdürlüğü'nden dün, "12-14 Temmuz 2005 tarihleri arasında yapılan 5 ihale "yle ilgili
bir açıklama yapıldı. Yazılı açıklamada, söz konusu 5 ihalenin 1 Haziran 2005 tarihli Kamu Đhale Bülteninde
yayınlanarak, 4734 sayılı Kamu Đhale Ka-nunu'nun 19. maddesine göre açık ihale usulüyle yapıldığı
kaydedildi.
Bu arada MVM şirketinin merkezi Ankara'da bulunan Termikel Şirketler Gurubu içinde yer aldığı belirtildi.
CHP Ankara Milletvekili Đsmail Değerli, aynı gurup içindeki Elektromed şirketinin 1994'ten bu yana
Büyükşehir Belediyesi'nin dogalgaz sayacı ihalelerini kazanan tek şirket olduğunu belirtti. Değerli, Đçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu hakkında soru önergesi verdi ve suç duyurusunda bulundu. Firmanın Alfagaz olan
adını Elektromed olarak değiştirdiğini belirten değerli, belediyenin ilk olarak 10 bin doğal gaz sayacı
aldığını, daha sonraki ihalede ise, "devlete 10 bin sayaç satmış olma" şartını getirerek aynı şirketten 50 bin
sayaç daha alındığını kaydetti.
Değerli sayacın elektronik sisteminin 48 dolara mal olduğunu, Alfagaz'ın 159 dolara sattığını iddia etti.
8 Mart 2007 tarihli Milliyet Gazetesi, ihalelerdeki yanlışları aÇiklamaya devam ediyordu:
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi, ĐSKĐ ve ĐETT geçen yıl 85 iha-leyi davet yöntemiyle verdi. Yasaya göre sadece
doğal afet, salgın
209

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
hastalık, can veya mal kaybı tehlikesi gibi acil durumlarda devreye giren davetle ihale yöntemini cami
restorasyonu, köşk bakım ve onarımı, mesire alanı düzenleme inşaatı gibi konularda da uygulanması dikkat
çekti. Sadece Büyükşehir Belediyesi, davet yöntemiyle 228 milyon YTL'lik ihale açtı.
Belediye, Dilara'nın ölümüyle gündeme gelen MVM'nin de aralarında olduğu şirketlere, 85 ihaleyi
olağanüstü durumlarda uygulanan davet yöntemiyle verdi.
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi ile yan kuruluşları ĐSKĐ ve ĐETT, geçen yıl 85 ihaleyi aralarında MVM'nin de
bulunduğu çeşitli şirketlere davet yöntemiyle verdi.

Belediye ancak olağanüstü anlarda ve acilen yapılmasının zorunlu olduğu durumlarda uygulanan yöntemi,
cami restorasyonundan, köşk bakım ve onarım inşaatına, lise cephesine kaplama yapılması işinden çevre
düzenlemesine kadar birçok farklı alanda uyguladı.
Sadece Büyükşehir Belediyesi'nin bu yöntemle verdiği "yapım işi" ile ilgili ihalelerin bedeli 228 milyon YTL
tuttu.
5 yaşındaki Dilara'nın Tavukçu Deresi'ne düşmesi ve bunun üzerine Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş'ın işin müteahhidi MVM'yi kamu ihalelerinden yasaklaması, Büyükşehir Belediyesi'nin davet
yöntemiyle yaptığı ihaleleri bir kez daha gündeme getirdi.
Kamu Đhale Kanunu'nun 21. maddesinin (b) fıkrasına göre 2006 yılı içinde Büyükşehir Belediyesi 52 ihale
yaptı. Belediyenin yan kuruluşları ĐSKĐ ve ĐETT'nin yaptığı ihalelerle bu rakam 85'e çıktı. Bunların 31'i yapım
işi, 18'i hizmet alımı ve 3'ü de mal alımı ihalesiydi.
Söz konusu kanun maddesi "Doğal afet, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve
beklenmeyen veya idare tarafın-
210

dan önceden öngörülmeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu
olması"nı şart koşmasına karşın, belediye yöntemi yaygın olarak kullandı.
Davet yöntemiyle ihale için tespit edilen firmalar teklif vermeye davet ediliyor. En az üç firmanın davet
edilmesi gerekiyor. Firmalara yapılacak olan iş ve işin teknik ayrıntıları anlatıldıktan sonra teklif isteniyor.
En uygun teklifi veren firma ihaleyi kazanıyor. Bu yöntemde işin duyurusu yapılmadığı için ihaleden, ihale
sonucu açıklanana kadar kamuoyunun haberi olmuyor..."
AKP'li Belediyelerin ihalelerinin hemen hemen tamamı yandaş firmalara gidiyordu. Örneğin Birlik Vakfı'nın
kurucularından Hasan Kalyoncu'nun Kalyon inşaatı da bunlardan biriydi.
Birlik Vakfı
AKP'lilerin çatı örgütü konumunda da olan Birlik Vakfı, 29 Mayıs 1985 tarihinde, 28953 tescil numarası ile,
Beşiktaş Đkinci Noterliği'nde Mehmet Alacacı, Abdurrahman Serdar, Hüseyin Coşkun, Hasan Kalyoncu ve
Đsmail Kahraman tarafından kuruldu. Birlik Vakfı'nın onuncu kuruluş törenlerine; Fetullah Gülen, Tayyip
Erdoğan, Abdullah Gül, Abdülkadir Aksu da katılmıştı. Birlik Vak-fı'nda Nazlı Ilıcak'tan Tayyip Erdoğan'a
kadar bir çok isim konferans verdi.
"Cumhuriyet uğursuz bir rejimdir. Ben Büyük Doğu ĐBDA'cıyım" diyen Bahçelievler eski Belediye Başkanı
Muzaffer Doğan da...
4 Temmuz 2004 tarihinde Birlik Vakfı'nda konuşan Tayyip, "YÖK yasasına toplumun gerekli desteği
vermediğini belirtiyor, özellikle meslek liselerinde yavrularını okutanlar, çocuklarının durumuna sahip
çıkmamışlardır" diyerek yasadan niye çark ettiklerini başkalarının üstüne yıkarak anlatmaya çalışıyordu.
Tayyip konuşmasında şunları da söylüyordu.
211

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
"Bunun karşısına dikilenlere toplum gereken cevabı vermemiştir. Şunu da hatırlatmak isterim. Biz bunun
ikincisini de yaparız, yapardık. Ama bunun bedelini siz ödemeye hazır mısmız? Bunun bedeli var. Biz
hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz. Niye? Çünkü daha önceden ödenen bedeller var. Biz şimdi
bu meslek liselerinde okuyanlara da aynı bedeli ödetemeyiz. Bunun için de bu adımı atamayız. Toplum buna
hazır olduğu zaman bu adım atılır..."
Oysa Erdo§an seçimler öncesinde Đmam Hatiplilere zenci muamelesi yapıldığını söylüyor, "Đmam Hatiplerin
niye önünü kesiyorsunuz. Eğitimde fırsat eşitliği yok" diyordu.
15.10.2003 tarihinde Erdoğan meslek okulları ile ilgili mini bir tasarının TBMM Milli Eğitim Komisyonu'na
geleceğini söyledi ve şöyle dedi: "tabi biz bu tasarıyı gönderirken, 'ülkemizdeki gerek meslek okullarında,
gerek düz liselerde olan sıkıntıları, çarpıklıkları bir an önce aşarak, daha modern çağdaş dünya ile uyumlu
bir YÖK tasarısını Meclis'e sevk edebilmektir. Bununla ilgili yarın gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra öyle
zannediyorum ki, toplumsal mutabakatı da sağlayabilecek bir alt yapı oluşturulacak ve buna göre de
adımlar atılacaktır..."
Tayyip kanunun bir an önce çıkarılacağını açıklamış, sonra dediklerinden caymış, Birlik Vakfı'nda da
vatandaşları suçlamıştır. Sanki hükümet onlarmış gibi...
Birlik Vakfı'nın kuruluşunun onuncu yılında dağıttığı kitapçıkta üyeleri ile ilgili şu bilgileri veriyordu:
Birlik Vakfı Kurucular Kurulu
0- Aldülkadir AKSU/A.Ö Siyasal Bilgiler FaMçişleri eski Bakanı ve Devlet Bakanı
1- Mehmet ALACACIÂ-Ü Hukuk FakJAvukat
2- Azmi ATEŞ/LÜ Kimya FakAşadamı, Yük.Mük, Milletvekili
3- Hüseyin AVŞAROĞLUI'Işık M.M. Yüksek OkAşadamı
4- Ahmet E.BEDÜK/A.Ü Đlahiyat FakMamu Yöneticisi
5- Nasuh BOZTEPE/Î.Ü Kimya Yük. Mühjsadam)
212

0- M. Bahaeddin CEBECĐA.Y.Đslam EnstJ.ÜĐşletme Fak/Đşadamı


7- Ali COŞKUN /Yıldız ÜnivJSanayid-TOBB Eski Baskanı-Elektrik Müh-Milletuekili
9- Hüseyin COŞKUN A-Y.Đslam Enst. ĐÜ. Hukuk Fak/Tüccar
10-Bekir ÇALKAN/AĐT.Đ.A/Đdareci
11-Ahmet. R. ÇELEBĐ/Siyasal Bilgiler FakMali Müşavir
12-Đbrahim H. ÇELĐKAÜHukuk FakMületvekili
13-Cemil ÇĐÇEK Â-Ü Hukuk FakJDevlet Bakanı
14-Đbrahim M.DOĞRUER, Prof. DrA.ÜĐktisat Fak.Öğretim Üyesi
15-R.Tayyip ERDOĞAN/Marmara Ün. Đ.Đ.B.FÂstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
16-Zeki ERGEZEN/Ankara Müh. Mim. FakMületvekili
17-Orhan ESMER/Đ. Ü Edebiyat Fak./Müteahhit
18-Metin GENÇA.T.ÜĐşadamı
19-Hüseyin GÖZGÜ AÜ EdebiyatFak./Y6netici
20-Đsmail KAHRAMAN A.Ü Hukuk Fakültesi/Sanayici-Milletvekili
21-Hasan KALYONCU Aşık M.M. Yük.OkJSanayici
22-Yaşar KARAYEL /.ĐT. Đ. Akademisi/Đşadamı
23-Fahrettin KASARCIAşık M.M.Yük.Ok/Sanayici
24-Sadi KAYAÂ-ÜKimya Fak./Sanayici
25-Fatih KURTULMUŞ /B.Ü Đktisat Fak./Tüccar
26-O.Kadri KESKĐN, Dr A.Ü. Hukuk Fak/Yargıtay Üyesi
27-Recai KUTANÂ-T.ÜĐnşaat Fak/Đmar ve Đskân Eski Bakanı-Milletveküi
28-Sebahattin MÜCAHĐTOĞLU/D.M.M.A Işık M.M.Yük.OkMüteahhit
29-Mehmet ÖZYOL/A.Đ. T.Đ AkademisiAşadamı
30-R.SedatSAVAŞER/Uz.DrJst. Tıp. Fak./Doktor
31-Abdurrahman SERDAR/Siyasal Bil. Fak/Mali Müşavir
32-Bilal ŞAHĐN A T. Ü Đnşaat Fak./Sanayid
33-Sami ŞENER A.Ü. Edebiyat FakyÖğretim Üyesi
34-Mustafa ŞĐMŞEK/AĐ T.Đ Akademisi/Đşadamı
35-Cafer TATUBALAst. Tıp.FakJUz.Dr.
36-Erdoğan TOZDUM AN/Y.MühAşık M.M.Yük. OkAdareci
37-Erman TUNCER, Prof. Dr. A.Ü Diş.Hek.Fak/Öğretim Üyesi
38-M. Fatih UĞURLU/A.Ü.Đlahiyat Fak.-G.Ü. Kamu Yön/Kamu Yöneticisi
39-Kasım YAPICI A.Ü Hukuk FakültesiAiukukçu
40-Bekir YILDIZ/D.M.M.A. Galatasaray Müh. OkMimarsinan Belediye ^kam/Kayseri
213

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Birlik Vakfı Mütevelli Heyeti
-Prof. Dr. Erman Tuncer (Başkan) -Hasan Kalyoncu (Başkanuekili) -Av.Mehmet Alacacı (Genel Sekreter) -
Fatih Kurtulmuş (Genel Muhasip) -Dr. Azmi Ateş (Üye) -M. Bahaeddin Cebeci (Üye) -Sabahaddin Mücahitoğlu
(Üye)
-Bilal Şahin (Üye) -Bekir Yıldız (Üye)
Murakabe Heyeti
-Yaşar Karayel (Başkan) -A.Rüştü Çelebi (Üye) -M. Fatih Uğurlu (Üye)
Yüksek Đstişare Kurulu
-Abdülkadir Aksu (Devlet Bakanı)
-Ali Coşkun (Işadamı-Milletvekili)
-Hüseyin Coşkun (Işadamı-Avukat-Tüccar)
-Cemil Çiçek (Devlet Bakanı)
-R.Tayyip Erdoğan (Đst. Büyükşehir Belediye Başkanı)
-Đsmail Kahraman (Sanayici-Milletvekili)
-Hasan Kalyoncu (Sanayici)
-Dr. O. Kadri Keskin (Yargıtay, 2.Ceza D. Üyesi)
-M. Recai Kutan (Đmar ve Đskân eski Bakanı-Milletveküi)
-Prof. Dr. Erman Tuncer (Đ.Ü.Diş. Hek. Fak. Öğr. Üyesi)
214

Tayyip'in gizlediği şirketi


Tayyip'in, hayat hikâyesini anlatırken, mal beyanlarını verirken gerçekleri anlatmadığı da ortaya çıkıyordu. 1
Nisan 1981 yılında Kasımpaşa Yeniyol Caddesi 86/12'de "istanbul Pres Döküm Sanayi Anonim Şirketi" adlı
firma faaliyete geçiyordu. 22 Nisan 1981 tarihinde Đstanbul Ticaret Odası'na müracaatta bulunan şirketin
ortakları arasında 26.02.1954'te Ahmet'ten olma Tenzile'den dogma Recep Tayyip Erdoğan da yer alıyordu.
Firma ortakları arasında yer alan ortaklar daha önce yaptıkları işleri yazarken Tayyip nedense bu bölümü es
geçiyordu.
Ortaklarından Abdullah Hasan Bayramoglu, oto yedek parça alım satımı ile uğraşırken, Hikmet Kaan gıda
toptancılığı yapıyordu. Diğer ortaklardan Đsmail Kaya konfeksiyonculuk yaparken, Mustafa Kopuz gıda
sektöründe yer alıyordu. Tayyip'in hayatının her döneminde sakladığı bu şirketteki ortakları arasında
kayınbiraderi Hüseyin Gülbaran da yer alırken bir diğer ortağı ise avukatı ile aynı soyadını taşıyan Hamdi
Yazıcı idi.
1 Mayıs 1981 yılında şirket kuruluşu Ticaret ve Sicil Gazete-si'nde yayınlanıyor ve böylece Tayyip Erdoğan'ın
1 milyon lira ile şirket ortaklığı kayıtlara geçiyordu. Kayınbiraderi Hüseyin Gülbaran ise 750 bin lira ile şirket
sermayesine katılıyordu.
Şirketin Đdare Meclisi Başkanı Mustafa Kopuz olurken, Tayyip; "Đdare Meclisi Başkan Vekili" tabelasını
odasının kapısına astırıyordu.
Tayyip'in bu şirketteki ortaklığı belediye başkanlığının sonlarına kadar sürerken bildirdiği mal beyanlarında
da bu şirketten hiçbir zaman bahsetmedi. Öyle ki, hapis cezasını göze alarak bu şirketini sürekli olarak
sakladı. Devlete yalan beyan verdi. Kendini sevenleri yanlış bilgilendirdi ve seçmenlerine bile gerçeği
söylemedi.
Tayyip Erdoğan 15 Mart 1994 yılında Đstanbul Valiliği'ne ver-
215

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
digi mal bildiriminde; Đstanbul-Bolluca beldesinde 100 milyon lira değerinde 376 metrekare arsa, Rize
Güneysu ilçesinde 500 milyon lira değerinde 2 bin metrekare tarla, Đstanbul Beyoğlu Kulaksız Mahallesinde
200 milyon lira değerinde 65 metrekare bir daire ve Đstanbul Maltepe'de 500 milyon lira değerinde 110
metrekare bir dairesinin olduğunu bildirmişti.
Erdoğan ayrıca eşine ait 50 milyon lira değerinde 10 adet altın bilezik ve 50 milyon lira değerinde bir adet
beşibirlikleri olduğunu ilave ederken, yine kendisine ait 2 milyar 100 milyon lira değerinde 100 bin DM, 1
milyar 600 milyon tutarında 50 bin ABD doları ile Burak Gıda Ticaret ve Sanayi Limited Şirketinin yüzde on
hissesine sahip bulunduklarını belirtiyordu.
10 Ocak 1995 yılında verdiği mal beyanında eski mallarının değerlerini adeta yüzde yüz artırırken son
model bir Ford otomobili olduğunu da aktarıyordu.
10 Mayıs 1997 yılında ise Ülker grubu ortaklan ile bir ortak şirkete daha ortak oluyor, bir de hiç çalışmadığı
halde eşi Opel marka otomobil alıyordu.
1998 yılında mal varlıkları artıyor, ayrıca bir de 1998 model Wolkswagen marka bir araçları daha oluyordu.
Tayyip, yargılandığı davada servetinin kaynaklarını belirtirken oğlunun sünnetinden gelen altınları borç
alarak mallarını çoğalttığını belirtiyordu. Tayyip, yargılama aşamasında ishal oluyor mahkemelere bir süre
gelemiyor, ancak gizlediği şirketi ile ilgili hiçbir bilgi sızdırmıyordu.
Tayyip, şirketini sadece devletten değil cümle âlemden saklıyordu. Refah Partisi Đl Başkanı iken partiyi
boyatmak için boya bulamıyorlar, esnaflardan yardım dileniyorlardı. Kendi anlatımına göre esnaflar onları
sinli, kaflı sözcüklerle kovuyordu. Bu küfürleri sineye çeken Tayyip kendi fabrikasından boya almaya
gidemiyordu.
216
Oysa Tayyip'in işletmesi adeta para basıyor, kayıtlara göre şu işlerde faaliyet gösteriyordu:
"...Şirket aşağıdaki iş mevzularında tesis ve işletmeler kurar. Motorlu makine donatım sanayi elektrik ve
elektronik sanayi ile ilgili makine motor ve aksamı pres döküm ve her türlü izabe işleri inşaat taahhüt ve
inşaat sanayi ile ilgili makine motor aksamı ile bu mevzulardaki işletmelerin icap ettirdiği ham madde,
makine, eşya ve tesislerinin imalatı, revizyonu ve maden istihracı ve bunların müteahhitlik, pazarlama,
komisyonculuk, acentelik ve mümessillik ile ihracatı ithalatı. Her türlü menkul gayrimenkul malları maddi
olmayan hakları elde etmek, kiralamak, kiraya vermek gerektiğinde devir ve ferağ etmek girişilen iş ve
taahhütlerin gerektirdiği hallerde başkalarına ait menkul ve gayrimenkul mallar üzerinde şirket lehine rehin
almak veya bunlar üzerinde haklan elde etmek ve ana sözleşmesinde yazılı olan diğer işler..."
Tayyip, her ne hikmetse bu şirketini herkesten gizlemiş, bu şirketteki ortaklığı Belediye Başkanlığı süresince
de sürmüştü. Tayyip gerek dolaylı gerekse dolaysız olarak bu şirkete belediyeden iş vermiş miydi?.. Bu
şirketi neden saklamış, kendilerine oy verenleri bile yanlış, eksik hayat hikâyeleri ile oyalamıştı. Çağdaş
olacaklarını, Avrupa Birliği'ne gireceklerini sürekli tekrarlayan Tayyip ve ekibine şunu sormak gerekir;
Avrupa ülkelerinde böyle bir açığı çıkan insanı değil başbakan olarak görmek, onu insan içine çıkartırlar
mıydı?
Mal varlığı davası
Tayyip, Đstanbul Belediye Başkanı olmadan önce kaçak gecekonduda oturan orta halli bir vatandaş olarak
tanımlıyordu kendini. Başkan seçilmesinin ardından 15 Nisan 1994 tarihinde verdiği mal beyanı ile bu
durumu kendince teyit ediyordu. Tayyip'in o günkü mal varlığı şöyleydi:
217

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Bolluca köyünde 100 milyon değerinde kendine ait 376 metrekare arsa... Rize Güneysu'da 500 milyon
değerinde kendine ait 2 bin metrekare tarla... Beyoğlu, Kulaksız Mahallesi'nde kendine ait 200 milyon lira
değerinde 65 metrekare daire... Đstanbul, Maltepe'de 500 milyon lira değerinde 110 metrekare daire... 100
bin Alman Markı, 50 Bin ABD doları... Burak Gıda Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi'nde yüzde 10 hisse...
Emine Erdoğan'a ait 50 milyon lira değerinde 10 adet altın bilezik... Emine Erdoğan'a ait bir adet beşibirlik
50 milyon lira değerinde...
10.01.1995 tarihli mal beyanında Emine'nin 1995 model Ford marka otomobile kavuştuğunu
öğreniyorduk.
10.05.1997 tarihli mal beyanında; diğer servetine ek olarak Emine'nin 96 model Opel marka arabasının
olduğunu görüyorduk.
Tayyip bu arada bir çok kere daha mal beyanı vermiş bu beyanlarında bazı şirketlerini saklamıştı. 1 Aralık
1998 tarihinde bir mal beyanı daha veriyordu. Bu beyana göre mal varlığı şu şekildeydi:
"Bolluca'da 376 metrekare arsa değer 1 milyar 500 milyon liraya çıkıyordu... Samandıra'da 1800
metrekare arsa 12 Milyar lira... Rize Güneysu'da 2000 metrekare tarla 3 milyar lira... Emniyet Gıda Ticaret
ve Sanayi Limited Şirketi'nde yüzde 20 hisse 40 milyar lira... 9 milyar lira değerinde Wolkswagen Passat
otomobil... Emine'ye ait 8 adet bilezik... Bir adet beşibirlik...
Tayyip, AKP Genel Başkanı olduktan sonra 10 Eylül 2001 tarihinde bir mal bildiriminde daha bulunuyordu:
"Bolluca'da 376 metrekare arsa; 40 milyar... Güneysu'da 2000 metrekare arsa; 10 milyar... Emniyet
Gıda'da yüzde 12 hisse; 95 milyar lira... Đhsan Gıda AŞ'de yüzde 12 ortaklık; 25 milyar lira... Đhsan Gıda
Limited'de yüzde 12 hisse; 1 milyar lira... 340 bin ABD dolan... 130 bin Alman Markı... 174 adet Cumhuriyet
Altını; 14
218

milyar 300 milyon lira... Emine Erdoğan'a ait muhtelif takılar; 7 milyar 800 milyon lira... Emine Erdoğan'a ait
2000 model Passat; 10 milyar lira...
Tayyip Erdoğan, oğlu Ahmet Burak'a 220 bin Dolar ve 55 bin mark borçluydu...
Rahmi Koç, 5 ağustos 2001 tarihinde birden ortaya çıkıp; "Erdoğan'ın 1 milyar doları var" deyiverdi. Erdoğan
açıklamanın ardından sonra ancak 24 Şubat 2002 tarihinde Habertürk'te yayınlanan, "Basın Kulübü"
programına çıkarak, mal varlığının ancak 1 milyon dolar edeceğini söyledi.
Bu açıklamanın ardından Đçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri Candan Eren, Necati Küçükdumlu, Murat
Özgan, Orhan Tavlı ve Adnan Gürsoy'u görevlendirdi. Erdoğan'ın mal varlığı hakkında çalışmalarını
tamamlayan Mülkiye Başmüfettişleri 1994-2001 yılları arasında Erdoğan'ın servetinin inanılmaz boyutlarda
arttığını belgelediler. Başmüfettişler yazdıkları raporu gereği yapılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderdiler.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı soruşturulma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
yolladı.
Başsavcı Vekili Bekir Selçuk, 5 Haziran 2002 tarihli iddianame ile 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde; "3628
Sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Yasası'na aykırılıktan" dava açtı.
Erdoğan dava sırasında oğlu Ahmet Burak'tan 220 bin dolar ve 55 bin mark borç almıştı. Ahmet Burak
kendi açıklamasına göre bu parayı Sema Ketenci ile evlenirken takılan takılardan elde etmişti.
Erdoğan kendi şirketi olan Emniyet Gıda'dan yaklaşık 15 milyar lira danışmanlık ücreti almıştı. Đhsan
Gıda'dan aldığı net danışmanlık ücreti ise yaklaşık 6 milyar liraydı. Erdoğan gelirini böyle
219

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
açıklamaya çalışıyordu. Mahkeme kayıtlarına geçen belgelerde gerek Emniyet Gıda'dan yapılan gerekse
Đhsan Gıda'dan yapılan ödemelerin kim tarafından yapıldığına dair bilgilerin olmadığı görülüyordu.
Sanık Erdoğan'ın mal varlığındaki artışların ve hayat standartlarının bu şekilde açıklanamayacağını
vurgulayan Savcılık, Erdoğan'ın cezalandırılmasını istiyordu. Dava sırasında Bilirkişi seçilen Emekli Sayıştay
Denetçisi Osman Zeki Mahmutyazıcıoğlu, Sayıştay Denetçisi Kenan Tepe, emekli Başmüfettiş Burhan Đper,
Erdoğan'ın "malvarlığında artış olduğunu" belirtiliyordu.
Bunun üzerine başka bir bilirkişi heyeti seçiliyordu. Sayıştay Denetçisi Faruk Eroğlu, Hüseyin Özer ve Avukat
Mehmet Serdar Karahan'dan oluşan bilirkişi heyeti tam ters olarak "mal varlığında azalma var" şeklinde
rapor düzenliyorlardı.
Mahkeme iki grup bilirkişi arasındaki çelişkilerin giderilmesi için yeni bir bilirkişiye gitmeye gerek
görmüyordu.
22 Ekim 2002 tarihinde Erdoğan "Akut gastroenterit" teşhisiyle rapor alıyordu. Yani Erdoğan "Đshal"
olmuştu.
Mahkeme, Erdoğan'ın haksız mal edindiğine ilişkin aleyhinde yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı" ve "suç
unsurununda oluşmadığı" gerekçesiyle beraat kararı veriyordu.
Cumhuriyet Başsavcısı Fahri Kasırga, karara kamu adına karara itiraz etmesi gerekirken temyiz etmeyince
karar kesinleşti. Hazine avukatı da kararı temyiz etmemişti.
Daha sonra Fahri Kasırga, Adalet Bakanlığı Müsteşarı oluyordu. Erdoğan hakkında beraat kararı veren
Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanı Đbrahim Kozan görevlendirme yoluyla yürüttüğü Ankara 9. Ağır
Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na resmen atanıyordu.
Parlamenterler hakkındaki soruşturmaları yürütmekle görevli
220

olan ve Erdoğan'a dava açan Başsavcı Vekili Bekir Selçuk, AKP iktidarı sonrasında kızak göreve getiriliyor ve
Cezaevlerinden sorumlu Savcı oluyordu.
Erdoğan'ın Diyarbakır DGM'den aldığı cezanın silinmesine karar veren Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi
Başkan'ı Đsmail Rüştü Cirit, AKP döneminde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla, Yargıtay 2. Ceza
Dairesi üyeliğine seçiliyordu.
Tayyip'in maaşları ve huzur hakkı
Tayyip Đstanbul Bejediye Başkanı olduğu 1994 yılındaki ilk maaşı 27 milyon 674 bin 840 lira idi. Başkanlığı
bırakmak zorunda kaldığı son maaşı ise 522 milyon 325 bin 737 liraydı. Tayyip, Başkanlık görevinde
bulunduğu süreler içinde yaklaşık 14 milyar lira maaş alıyordu.
Tayyip maaşlarının yanında 1994 yılı itibarıyla belediye şirketlerinden huzur hakkı adıyla bir başka maaş
daha doğru deyimle ballı maaşlar daha alıyordu.
Đstanbul Asvalt Fabrikalarından ayda; 16 milyon lira...
Đstanbul Belediyeler Bakım Sanayi'nden ayda; 7 milyon 165 bin 666 lira...
Dünya Ticaret Merkezi'nden ayda; 7 milyon 165 bin 666 lira...
Đstanbul Halk Ekmak'ten ayda; 9 milyon 750 bin lira...
Đstanbul Ulaşım Sanayi'nden; 9 milyon 750 bin lira aylık alıyordu.
ĐGDAŞ'tan aldığı aylığı 1994 yılında 9 milyon 750 bin lira iken, 1995 yılında; 16 milyon lira oluyor ve
periyodik olarak aylıkları artıyordu.
Đstanbul Ulaşım'dan aldığı aylık miktarı ise 16 milyon liraydı.
Tayyip'e adeta yağmur gibi maaş yağıyordu. Belediye başkanlığı döneminde ballı maaşlara alışan Tayyip
başbakanlığının ilk günlerinde durumu yadırgıyor, önce Alman başbakanı ile kendi maaşı-
221

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
nı karşılaştırıyor, geçinemediğinden şirketlerinin faaliyetlerine devam ettiğini söylüyordu. Ortağı olduğu
Ülker ürünlerinin reklamlarını yapıyor, Ülkerler devletten ihale üstüne ihale kazanıyorlardı.
Örneğin Ülker Grubunun hissedarı oldukları Data Teknik Bilgisayar Sistemleri Ticaret ve Sanayi A.Ş.. Adalet
Bakanlığı'nın, Türk Telekom'un, PTT Genel Müdürlügü'nün, Türkiye Şeker Fabrikası Genel Müdürlügü'nün,
Çevre ve Orman Bakanhgı'nın, Türkiye Taş Kömürü Kurumu Genel Müdürlügü'nün; bilgisayar, donanım,
yapısal kablolama ihalelerini kazanıyordu.
Đshal raporu verdi, kardeşi müdür oldu
Tayyip Erdoğan'ın, kendisini ishal raporu vererek mahkemeye gitmekten kurtaran doktorun kardeşini,
SSK'ye Bölge Müdürü olarak atanmasını sağlayarak ödüllendirildiği şeklinde basında haberler çıkıyordu.
"...AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'a mahkemeye gitmemesini sağlayan raporu verdiği için "usulsüz rapor"
vermekle suçlanan doktorun kardeşi SSK Đstanbul Bölge Müdürlüğü'ne getirildi. Erdoğan'ın Büyükşehir
Belediye Başkanı olduğu döneme ilişkin bazı ihaleler nedeniyle yargılanan işadamı Mustafa Albayrak'a
işkence yapıldığına dair sahte rapor düzenlendiği iddiasıyla açılan davada yargılanan doktor da Hudut ve
Sahiller Genel Müdürü oldu. AKP'nin iktidara gelmesinden sonra yapılan atamalar "Diyet mi ödeniyor?"
sorusunu gündeme getirdi.
Đshal raporu;
Erdoğan, seçimlerden hemen önce hakkındaki "haksız mal edindiğine dair" davanın duruşmasına
katılmamış ve mahkemeye "ishal" raporu sunmuştu. Erdoğan raporlu olduğu süre boyunca değişik
kentlerde mitinglere katılmış, Ankara'da bir grup yabancı büyükelçi ile yemek yemiş, ancak mahkemeye
gitmemişti.
222

Erdoğan mahkemeye Haseki Hastanesi'nden 22.10.2002 tarih, 3403 no.lu protokol ile "Akut gastroenterit"
teşhisiyle verilen raporu sunmuştu. 5 günlük rapor Haseki Hastanesi Dâhiliye Kliniği şef yardımcısı Hikmet
Feyizoglu tarafından hazırlanmıştı. Ancak Đstanbul Đl Sağlık Müdürlüğü, sözkonusu raporun "usulsüz" olduğu
gerekçesiyle Feyizoglu hakkında soruşturma açmıştı. Raporun "Mesai saatleri dışında part-time çalışan
hekim tarafından Erdoğan'ın evinde yapılan muayene sonucunda verildiği ve sonradan doktor tarafından
hastane poliklinik defterine kaydedilerek resmi geçerlilik kazandırıldıgı" belirtilmişti. Đstanbul Đl Sağlık
Müdürlüğü, 1 Ka-sım'da Teftiş Kurulu'na gönderdiği yazıda "Raporun usulsüz olarak resmiyete konulduğu"
ileri sürülmüştü. AKP'nin iktidara gelmesinden sonra Feyizoglu'nun kardeşi SSK Đstanbul Bölge
Müdürlügü'ne atandı.
Sahte rapor sanığı
AKP'nin iktidara gelmesinden sonra yapılan bir başka ilginç atama da yine bir doktor raporu olayıyla
bağlantılı. Erdoğan'ın başkanlığı döneminde Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki bazı ihalelerde yolsuzluk
yapıldığı iddiasıyla yargılanan işadamı Mustafa Al-bayrak'a "sahte işkence raporu" verildiği iddiasıyla
yargılanan doktor da Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlügü'ne getirildi. Dr. Orhan Fevzi
Gümrükçüoglu, Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlügü'ne vekâleten atandı. Bu
atamanın gerçekleştirilebilmesi için genel müdür Dr. Sait Karagül ise Konya Numune Hastanesi'ne uzman
hekim olarak görevlendirildi.
Gümrükçüoglu, yargılandığı davada görevli olmadığı hastanede kendisini o hastanenin mensubu gibi
gösterip, gözaltından getirilen sanıkların muayenesine girmek, raporu yazıp hastanenin dok-
223

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
toruna imzalatmakla suçlanmış, Haseki Hastanesi doktoru Ayhan Sandal'la birlikte haklarında dava
açılmıştı.
Sağlık Bakanı Akdağ, AKP Lideri Erdoğan'ın mahkûm olduğu şiir davasına muhalefet şerhi koyan hâkimin
eşini, Đlaç ve Eczacılık Genel Müdürü yaparak, 'ahde vefa' gösterdi.
Sağlık Bakanı Recep Akdag, AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasaklı hale getiren şiir davasına tek
muhalefet şerhi koyan Yargıtay Üyesi Muhittin Mıhçak'ın eşi Hayriye Mıhçak'ı Đlaç ve Eczacılık Genel
Müdürlüğü'ne atadı. Akdag, Erdoğan'a Đshal raporu vererek duruşmaya katılmamasını sağlayan Doktor
Hikmet Feyzioğlu'nun kardeşi Dr. Akif Feyzioğlu da SSK Sağlık Đşleri Müdürlügü'ne getirdi. Sağlık Bakanı
Akdağ, 'ahde vefa' atamayı şimdilik vekâleten yaptı. Hayriye Mıhçak'ın atamasına ilişkin kararname
Cumhurbaşkanlığı'na gönderildi.
Hayriye Mıhçak'ın eşi Muhittin Mıhçak, Erdoğan'ın Siirt'te okuduğu şiirle ilgili davada karar veren 5 kişiden
birisiydi. Yargıtay 8'inci Dairesi, Erdoğan'ın 10 aylık mahkûmiyet kararını onayladı. Erdoğan temyiz için
başvurdu. O dönemde başkan olan Naci Ün-ver, Uzel Kızılkılınç, Serpil Çetinkol, Muhittin Mıhçak ve Yusuf
Kenan Doğan'dan oluşan 5 kişilik heyet kararı görüştü. Erdoğan'ın temyiz başvurusu, l'e karşı 4 oyla
reddedildi. Karara muhalefet eden tek kişi Muhittin Mıhçak oldu. Mıhçak, o dönemde, 'Suça konu olan
bölüm değil, bütün olarak değerlendirilmeli. Şiirin sanığa değil, ünlü şaire ait olması ve suç kastı
bulunmamasını da DGM'de dile getirmesi nedeniyle muhalefet şerhi koyuyorum' açıklamasını yaptı.
Vefa borcu
21.10.2004 tarihli Birgün Gazetesi'nde Erdoğan'ın oğluna "Tamamen kusursuz" raporu veren doktorun
atama ile ödüllendiril-
224

diğini iddia eden bir haber veriliyordu:


"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ses sanatçısı Sevim Ta-nürek'e otomobiliyle çarparak ölümüne neden
olan oğlu Ahmet Burak Erdoğan için "Tamamen Kusursuz" raporu vererek beraatını sağlayan Adli Tıp Trafik
Đhtisas Dairesi Başkanı Eyüp Çakmak, Türkiye Denizcilik Đşletmeleri'ne (TDĐ) Genel Müdür Yardımcısı olarak
atandı.
Dava konusu kaza 11 Mayıs 1998 günü Şişli Abide-i Hürriyet Caddesi'nde, saat 11.45 sıralarında meydana
geldi. Yaya geçidinden yolun karşısına geçmeye çalışan Sevim Tanürek'e, dönemin Đstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Bilgi Üniversitesi'nde okuyan 19 yaşındaki oğlu Ahmet Burak
Erdoğan, otomobiliyle çarptı. Şişli Etfal Hastanesi'ne kaldırılan Tanürek, Alman Hastanesi'nde ameliyat
edildi fakat bir süre sonra yaşamını yitirdi.
Sevim Tanürek, hastanede yaşam mücadelesi verirken olay sı-asında annesi Emine Erdoğan'a ait 34 ABR
93 plakalı Opel oto-obili kullandığı ortaya çıkan Erdoğan saat 18.00'de Şişli Adliye-i'ne gizlice getirilip,
Nöbetçi Savcı Turgay Babacan tarafından sorulandı. Savcı, Erdoğan'ın polis ifadesini yeterli görüp, tutuksuz
argılanmasına karar verdi. Erdoğan hakkında "Dikkatsizlik ve Tedbirsizlik ile Hayati Tehlike Teşkil Edecek
Derecede Yaralamaya Sebebiyet Vermek" suçundan Asliye Ceza Mahkemesi'nde TCK 459/2 maddesi
uyarınca 3 aydan 20 aya kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Erdoğan'ın, trafik raporunda "dalgın olarak araç kullandığı için tali kusurlu" olduğu, Tanürek'in, duran
taşıtların önünden yola çıktığı için hatalı olduğu ifade edildi. Erdoğan'ın kusur oranı, 3/8 olarak belirlendi.
Tanürek'in hastanede vefatı üzerine oğul Erdoğan hakkında ek iddianame düzenlendi ve istenen ceza 2
yıldan 5 yıla
225

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
kadar hapis olarak yükseltildi. Müdahil Tanürek ailesi, sanık Erdoğan'ın ehliyetsiz olduğunu, mahkemeye
sunulan ehliyetin "geriye dönük" düzenlendiğini iddia etti. Duruşmalara gitmeyen Erdoğan'ın avukatı Kadir
Kartal, müvekkilinin Đngiltere'de dil öğrenimi gördüğünü söyledi...
Sevim Tanürek'in eşi Ahmet ile oğlu Mustafa Cavit Tanürek basına hastane masrafları ile ilgili verilen
sözlerin tutulmadığını şu sözlerle açıklıyorlardı:
"Bir insan ölüyor ve sanık ise elini kolunu sallayarak yurtdışına gidiyor, tutuklanmıyor bile". Baba-oğul
açıklamasına şöyle devam ediyordu: "Bir insan, bir insanı öldürüyor ve Japonya'ya gezmeye gidiyor. Bizimle
5 aydır görüşmek istemeyen Tayyip Erdoğan, bugün avukatları ile haber gönderip anlaşmak istediğini
söylüyor. Bu saatten sonra anlaşma olmaz. Bir telefon açıp başsağlığı bile dilemedi. Biz hastane
masraflarını ödeyecektik, fakat Tayyip Erdoğan hastane masraflarını karşılamak istediğini söyledi. 5 ay
geçmesine rağmen hastane masrafları ödenmedi. "
Tanürek'in ailesi bu açıklamanın ardından Erdoğanlarla anlaşıyor, hastane masrafı ve mezar ihtiyacının,
dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan tarafından karşılandığını söylüyor ve şikâyetlerini geri
alıyorlardı.
Mahkeme, Adli Tıp Trafik Đhtisas Dairesi'nden kazayla ilgili rapor istedi. Başında Makine Mühendisi Eyüp
Çakmak'ın bulunduğu daire 4 Ocak 2000 tarihinde sanık Ahmet Burak Erdoğan için "tamamen kusursuz"
raporu düzenledi ve 8/8 kusurun, Ölen yaya Sevim Tanürek'te olduğunu bildirdi. Mahkeme, bu rapor
doğrultusunda 2 Haziran 2000 tarihli duruşmada oğul Erdoğan'ın beraatına karar verdi. Gerekçede, suçun
manevi unsurunun oluşmadığı öne sürüldü. Oğul Ahmet Burak Erdoğan için "tamamen kusursuz" raporu
düzenleyen Adli Tıp uzmanı Eyüp Çakmak, kısa süre önce bu
226

görevinden istifa etti ve kadrosu Adalet Bakanlıgı'ndan alınarak, Ulaştırma BakanlıgYna bağlı TDĐ'ye Genel
Müdür Yardımcısı olarak atandı. Adli Tıp'çı Çakmak, TDĐ Genel Müdürü Burhan Kü-lünk'ün yardımcısı oldu.
Ahmet Burak Erdoğan, Tanürek'e çarparak ölümüne sebep olduğu zaman Đstanbul Bilgi Üniversitesi
öğrencisiydi. Olayın hemen ardından Đngiltere'ye dil okuluna giden Erdoğan, Londra'da ekonomi okudu.
Erdoğan, Ülker ürünlerinin Anadolu yakasındaki dağıtımcılığını yapıyor...."
Reklâmcı tüccar Başbakan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, resmi bir ziyaret için ülkemizi ziyaret eden Alman Başbakanına maaşını
soruyor. Kendisine 6 milyar civarında maaş verildiğini bu maaşla geçinemediğini o nedenle yan iş olan
ticaretle uğraştığını söylüyordu. Oysa bu ülkede eşinin bir takıp bir daha takmadığı başörtüsünün fiyatına bir
aile en az bir ay geçiniyordu. Đnsanlar hastanelerde rehin kalıyor, ucuz ekmek kuyrukları kilometrelere
ulaşıyordu. Çöpler yoksul halkın yiyecek ihtiyacını karşılıyordu.
Erdoğan geçinemediginden olacak, devletin ve milletin sorunlarını bırakıp bayisi olduğu Ülker ürünlerinin
reklâmlarını yapıyordu. Devletin ve milletin imkânlarını kullanarak. Cola Turka tesislerinin açılışını
bakanlarıyla beraber yapıyor, kafasına geçirdiği Cola Turka şapkasıyla gazetecilere ve TV'cilere poz üzerine
poz veriyordu. Öyle ya, oğlu Ahmet Burak Cola Turka'nm dağıtıcısı olmuştu.
Makam arabasının arkasına koyduğu Ülker ürünlerini küçük çocuklara TV ve gazetecilerin eşliğinde
dağıtıyor, reklâmlara devam ediyordu. Açılış ve toplantılarda Teneke Cola Turka içiyor, basında bu mutlu
olayı görüntülüyor, Başbakanı reklâmlarında yalnız bırakmıyorlardı.
227

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
05.02.2005 Hürriyet Gazetesi'nde Nurten Erk'in haberi Baş-bakan'ın reklâmlarının neden ve sonuçlarına ışık
tutuyordu:
"Başbakan Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan, yıllardır ürünlerinin dağıtımını yaptığı Ülker Grubu
ile yollarını ayırıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ülker Grubu ile yollarını ayırıyor. Erdoğan'ın yüzde 12 ortağı olduğu
Emniyet Gıda, Ülker'e başvurarak, distribütörlükten ayrılmak istediğini bildirdi. Ülker, Erdoğan'ın
"distribütörlüğü başkasına devretme" talebini incelemeye aldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, zaman zaman eleştirilere neden olan Ülker Grubu ürünlerinin dağıtıcılığını
tamamen bırakıyor. Erdoğan, Başbakan olduktan sonra, Ülker'in Đstanbul Anadolu yakasındaki yetkili
dağıtıcısı olan Emniyet Gıda'nın yönetiminden ayrılmış, hisselerinin kontrolünü de büyük oğlu Ahmet Burak
Erdoğan'a bırakmıştı.
Erdoğan'ın yüzde 12 ortağı olduğu Emniyet Gıda, distribütörlüğünü bir başka şirkete devretmek istediğini
Ülker Grubu'na bildirdi. Ülker de, Emniyet Gıda'nın başvurusunu incelemeye aldı. Ülker Holding Đcra Kurulu
Üyesi ve Gıda Grubu Başkanı Metin Yurdagül, "Sözkonusu distribütörden böyle bir istek geldi, haklarını
başka bir şirkete devretmek istiyor. Konuyu inceliyoruz" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın kurucusu olduğu Emniyet Gıda, Erdoğan'ın daha belediye başkanı olmadığı
dönemlerden beri Ülker ürünlerinin Anadolu Yakası'nda dağıtıyordu. Başbakan Erdoğan, Emniyet Gıda'nın
yönetiminden 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra ayrılmıştı.
Sözkonusu şirkette Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın da hissesi bulunuyordu. Burak Erdoğan,
daha sonra Ülker'in 2003 yılı ortalarında pazara sunduğu ColaTurka'nın da oto-matikman Anadolu Yakası
bayisi olmuştu.
228

Başbakan Tayyip Erdoğan, o günlerde yaptığı bir konuşmada, ColaTurka bayiliği konusunda çıkan haberler
üzerine, "Biz yıllardan beri Ülker'in bayisiyiz. Siyaset^ atılınca işimi oğluma bıraktım. Ülker'in bayisi
olduğumuz için de ColaTurka'yı da satıyoruz. Yani, yeni bir bayilik sözkonusu değil" demişti..."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmadığı dönemlerde kur"duSu ve
Ülker'in Anadolu Yakası distribütörü olan Emniyet Gı<da'daki ortaklığından Başbakan olunca ayrılmış,
hisselerinin kontrolünü büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'a bırakmıştı.
Söz konusu şirkette Erdoğan'ı*1 büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın da ayrıca hissesi bulunuyordu. Burak
Erdoğan, daha sonra Ülker'in 2003 yılı ortalarında pa^ara sunduğu Cola Turka'nm da Anadolu Yakası Bayisi
olmuştu. Bı> ticari tablo nedeniyle eleştiriler artınca Erdoğan Ailesi Ülker GrubU ile ortaklık ve ticari
ilişkilerine 19 Şubat 2005'te tamamen son ver"di, Sibi gözükse de aynı şirkette kardeşi ve eniştesi işlerine
devam e*üy°rdu. Erdoğan Ailesi'nin hisseleri Trabzonlu işadamı Ahmet Gü naydın'a 1,2 milyon YTL'ye yani
1,2 trilyon liraya devredildi. Baz*, kaynaklar bu rakamın 2,5 trilyon olduğunu vurguluyordu. Ve bc^ylece
reklâmlarının semeresini aldı. Çünkü reklâmlardan önce hisseli" 50 bin YTL anca yapıyordu.
Denizci oğul
Başbakan Recep Tayyip Erdoğss311'1" büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan denizci oldu!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan, kardeşi Mustafa Erdoğan \^e ^ız
kardeşi Vesile Đlgen'in eşi Ziya Đlgen 1 milyon YTL sermaye ile "Turkuaz Denizcilik ve Ticaret Anonim Şirketi"
adında bir şirket kurudu.
Đstanbul Ticaret Odası (ĐTO) kay^'darmdaki "ana sözleşme tescil
229

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
tarihine göre 10 Nisan 2006'da kurulan bu "çok yeni" şirketin iş konusu ise "denizde, havada ve karada,
yurtiçi, yurtdışı ve uluslararası nakliye işleri yapmak".
ĐTO kayıtlarına göre şirketin adresi "Đmrahor Mahallesi, Salacak Đskele Caddesi, No: 14, Üsküdar." Ancak bu
adreste Turkuaz Denizcilik'e ait herhangi bir tabela bulunmuyor. Kesme taştan yapılmış üç katlı beyaz
binanın kapısındaki tabelaya göre bu adreste "Mecit Çetinkaya Denizcilik", "Çetinkaya Armatörlük" ve
"Manta Denizcilik" firmaları faaliyet gösteriyor.
ĐTO kayıtlarına göre "Mecit Çetinkaya Denizcilik Taşımacılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi",
"Salacak Đskele Sokak, No: 14, Kat: 1, Üsküdar" adresinde faaliyet gösteriyor. Kuruluş tarihi 31 Aralık 1997
olan 10.000 YTL sermayeli şirketin ortakları, Mecit Çetinkaya ile Binnur Çetinkaya.
Aynı adresteki "Çetinkaya Armatörlük Gemi Đşletmeciliği Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi" ise 21 Temmuz
1995'te kurulmuş. 10.000 YTL sermayeli bu şirketin yönetim kurulu üyeleri Mecit Çetinkaya, Binnur
Çetinkaya ve Mert Mecit Çetinkaya. Bu adresteki üçüncü şirket "Manta Denizcilik Nakliyat ve Ticaret Limited
Şirketi." 4 Mayıs 1998'de kurulan şirketin ortakları, Mecit Mert Çetinkaya ile Mecit Çetinkaya.
Erdoğan ailesinin Çetinkayalar ile tanışıklığı eskiye dayanıyor. Başbakan Erdoğan Ağustos 2005'te, Mecit
Çetinkaya'nın oğlu Mert Mecit Çetinkaya ile merhum tekstilci Ahmet Gazioğlu'nun kızı Ahu Gazioğlu'nun
nikâhında şahitlik yapmıştı. Çırağan Sarayı'nda-ki nikâhı da Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş kıymıştı
Ahmet Burak Erdoğan'ın kurduğu şirketlerden biri MB denizcilikti. Salacak Mahallesi, Đskele Caddesi,
Numara 14'te faaliyet gösteriyordu. Sermayesi 50.000,00 YTL, kuruluş tarihi 19.1.2007 idi.
230

Şirketin faaliyet sahası dudak uçuklatacak cinstendi:


"Kara, deniz ve havada yurt içi ve yurt dışı uluslar arası nakliye işleri yapmak. Gemicilik ile ilgili işler
yapmak, muhtelif tonajda ve tipte gemi inşa etmek, ettirmek, ithal ve ihraç etmek, satın almak, satmak,
kiralamak, kiraya vermek, işletmek, ipotek etmek...
Şirket amacını gerçekleştirmek için her türlü gayrimenkul alabilir, satabilir, kiralar, kiraya verir. Bunlar
üzerinde ayni ve şahsi her türlü hakları tesis edebilir, ipotek alabilir, ipotek verebilir, ipotekleri fek edebilir,
şirket gayrimenkulları üzerinde irtifak, intifa, sükna gayrimenkul mükellefiyeti kat irtifakı, kat mülkiyeti
parselasyon ile ilgili her nevi muamele ve tasarrufları gerçekleştirebilir... Ve şirketin ana sözleşmesinde
yazılı olan diğer işler..."
Şirketin Ortakları; Ahmet Burak Erdoğan ve Mecit Mert Çetinkaya olarak gözüküyordu.
Başbakan'ın oğlu Ahmet Burak, 10.4.2006 tarihinde amcası Mustafa Erdoğan ve eniştesi Ziya Đlgen ile
birlikte; Bumerz Denizcilik ve Ticaret Anonim Şirketi ismiyle bir şirket daha kuruyordu. Şirketin adresi;
Emirgan Aykan Sokak Numara 10 Sarıyer'di. Sermaye 1.000.000,00 YTL idi. Şirket; karada, havada ve
denizde yurt içi ve yurt dışı ve uluslararası nakliye işleri yapacaktı.
Çok geçmeden Ahmet Burak Erdoğan'ın ortağı Mecit Mert Çetinkaya ile beraber kendini Đngiltere'de
kardeşlerini Amerika'da okutan Ramsey'in sahibi Remzi Gür'ün kayınbiraderi Hasan Do-ğan'dan yaklaşık üç
milyon dolara bir gemi aldığı, geminin adını Safran 1 koydukları ortaya çıkıyordu.
Ahmet Burak Erdoğan, 2001 yılında Rizeli Ketenci ailesinin kızı ve Đmam Hatip Lisesi'nden sınıf arkadaşı
Sema Ketenci ile evlenmişti.
Başbakan Erdoğan'ın oğlu Ahmet Burak, yeni işinde çalışırken babasının 1 yıl önce satın aldığı Çamlıca-
Kısıklı'daki villada otura-
231

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
cak. Ahmet Burak Erdoğan'ın eşi Sema ile oturacağı villada temizlik yapıldı, pencerelerine perde, çatısına
da çanak anten takıldı. Erdoğan, biri kendine diğerleri de iki oğluna olmak üzere üç tane villa aldı. Aynı
yerden kardeşi Mustafa Erdoğan ile eniştesi Ziya Đlgen de birer villa satın aldı.
Öğrenci gençlik
Gelecekteki iktidar için "gençlik" çok önemliydi. Öğrenci gençlik içinde örgütlenme, öğrenci gençlik arasında
irticai yapılanma hedeflendi. Bu amaçla, on binlerce öğrenciye burs verildi. Burs başvurusunda bulunan
gençlerden, irticai vakıf ve derneklerden referans getirenlere öncelik verdiler. Burs alan öğrenciler belediye
etkinliklerine katılacaklarına dair taahhütnameler imzalattılar. Böylece miting ve toplantılarının kadrolarını
hazırlamış oldular.
Öğrenci gençlik örgütlenmesinde T.C. yurttaşlarıyla sınırlı kalmadılar. Arap, Đranlı ve Türk
Cumhuriyetleri'nden binlerce öğrenciye de Đstanbullunun cebinden burs verdiler. Tayyip'in kafasındaki
"Đslam Dünyası"nın kapılarının bu şekilde aralandığına inandılar. Çeçen savaşçılardan Filistin'deki kökten
dinci örgütlere kadar birçok irticai örgütle ilişkileri Đçişleri Bakanlığı soruşturmalarına konu oldu.
Đstanbul Belediyesi ve BĐT'lere aldıkları militanlara cep telefonu ve kiralık otomobil verdiler. Böylece altında
araba, cebinde para ve telefon olan ciddi sayıda militan kadronun sahibi oldular. Mülkiye müfettişlerinin bu
konudaki belgeli tespitlerini ilerleyen sayfalara bırakarak Tayyip'i dinlemeye devam edelim:
"Kolay değildi sorunlar yumağı şehri Đstanbul'da başkanlık yapmak. Đstanbul'un birikmiş sorunlannı çözmek
için kollan sıvamıştık. Rüşvet, susuzluk, çöp dağlan, hava kirliliği ve ulaşım güçlüğü v.s.
Başkan olduğumda şuna inancım tamdı: Đstanbul'un bütün
232

problemlerini çözeceğiz... En azından acil eylem planı içinde öncelikli sorunları mutlaka çözecektik, buna
inanıyorduk.
Çok çalıştık, tüm mesai arkadaşlarımla gece gündüz kavramını bir kenara atarak proje üretip faaliyete
geçirdik, gayret ettik, başaracağımıza inandık. Bugün Đstanbul'da çöp dağlan yok. Hava kirliliğinden gaz
maskesiyle gezmiyoruz. Günlerce çeşmelerimizin başında "su" diye nöbet tutmuyoruz. Her yağmurda su
basan semtlerin bir çoğunu artık su basmıyor. Yapılan 37 kavşak ve bitirilen metro ile Đstanbul trafiği nefes
alıyor.
Seçim öncesi Đstanbulluların _'ünün gönlünü kazanıp oyunu alarak başkan olmuştum. Başkan olduğum gün
sadece partimin veya bana oy verenlerin değil "tüm Đstanbulluların başkanıyım'' diye basına açıkladığım gibi
herkesin başkanı olmak için çalıştım. "Sessiz yığınların sesi, kimsesizlerin kimi" olmak için gayret ettim.
Belediye hizmetlerinin toplumun her kesimine ulaşması için çalıştım. Öğrenim gören dar gelirli aile
çocuklarına, şehit ve yetim çocuklarına eğitim yardımı yaparak eğitimlerini destekledik.
Đstanbul'un ve dolayısıyla Đstanbulluların rahat nefes alması için bir milyon ağaç diktik. Rüşvet ve yolsuzluğu
aldığımız tedbirlerle önledik. Buralara giden parayı belediye bütçesine aktararak, hizmet olarak halkımıza
verdik. "Laf değil, iş ürettik..."
Tayyip Erdoğan, Đstanbul'daki Đslamcı eylemlerin hep başında yer alıyordu. Onbinlerce gence burs
vermesindeki en önemli amacı olabildiğince yandaş üretmekti. Değiştim masalına sarılıyor, bu masala
inanmak isteyen şiircileri de yanına çekiyordu. Oysa öylesine radikaldi ki, Başbakan olduktan sonra
evlendirdiği oğlunun davetiyelerine; buranın laik bir ülke olduğuna başkaldırır gibi, devrimlere savaş açar
gibi 29 Zilkade 1427 şeklinde nikâh tarihi yazdırıyordu.
233

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Müslüman Kardeşler Teşkilatı
Mısır'da Hasan el Benna tarafından kurulan "Đhvanü'l Müsli-min" ya da ülkemizde bilinen adıyla "Müslüman
Kardeşler Teşkilatı" yöneticilerinin, çeşitli tarihlerde Đstanbul'a geldikleri, Holiday Inn Oteli'nde kaldıkları,
otel masraflarının Đstanbul Belediyesi BĐT'i Ulaşım AŞ tarafından ödendiği ve Belediye Başkanı Recep Tayyip
Erdoğan ile Đştirakler Daire Başkanı Necmi KADIOĞLU'nun bu kişileri ziyaret ederek gizli görüşmeler
yaptıkları iddia edildi.
iddiaya göre, Müslüman Kardeşler Örgütü'nün Ürdün sorumlusu Mohammed Ashmavey ile Mısır sorumlusu
Hasan Huvaydi, 15 Eylül-12 Ekim 1995 ve 12-22 Ağustos 1997 tarihleri arasında Bakırköy sahilindeki
Holiday Inn Oteli'nde kalmışlar, paraları da Ulaşım AŞ ödemişti. Bu iddia öyle sıradan bir ihbar değildi.
Ulaşım AŞ'nin ödediği otel faturaları da ibraz ediliyordu.
Konuyla ilgili olarak 1998 yılında Đçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri ile Đstanbul Emniyet
Müdürlügü'nün ilgili birimleri Holiday Inn Oteli'nin defter ve muhasebe kayıtlarını inceledi. Yapılan inceleme
ve soruşturma sonunda Müslüman Kardeşler Ürdün sorumlusu olduğu iddia edilen Mohammed
Ashmavey'in otelin 4204 numaralı odasında 2-31 Mayıs 1997 tarihleri arasında kaldığı, otel giderlerinin de
Ulaşım AŞ tarafından ödendiği tespit edildi.
Yapılan araştırmada, Ulaşım AŞ Genel Müdür Yardımcısı Ömer Yıldız'ın Mohammed Ashmavey'in otel
masraflarının kendileri tarafından ödeneceğine dair Holiday Inn Oteli'ne yazdığı resmi yazı da ele geçirildi.
Ömer Yıldız taahhüt etmiş, ödeme Ulaşım AŞ muhasebe müdürü Tülay Seniye Agay tarafından yapılmıştı.
Müslüman Kardeşler Örgütü Ürdün sorumlusu Mohammed Ashmavey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi'nin
diğer ziyaretlerine ilişkin faturalar zaten iddia sahibi tarafından ibraz edilmişti.
Böylece Recep Tayyip Erdoğan döneminde Đstanbul Belediyesi
234

ile Mısır'daki aşırı dinci Müslüman Kardeşler Örgütü'nün ilişkileri belgelenmiş oldu.
AKP'li Meclis Başkanı Bülent Arınç, Konya-Karatay'da yaptığı konuşmada örgütün kurucusuna övgüler
düzmüştü.
Yine gerek Milli Görüş'ün diğer hatiplerinden Şevki Yılmaz, gerekse Fetullah Gülen, örgütün ikinci önemli
ismi Seyyid Kutup'u dillerinden düşürmüyordu.
Đhvanül-Müslimin'in diğer iki ismi ise, Yusuf Havvaş ile Abdül-fettah Đsmail idi. Fetullah Gülen'in bazı
kitaplarında "Abdülfettah" takma adını kullanması ise sadece bir rastlantıydı.
Neyse biz yine dönelim Đstanbul Belediyesi, örgüt ilişkisine; Recep Tayyip Erdoğan bu olaydan, yazılı emri
olmaması ve otel müşterilerini ziyaret edenler ile ilgili kayıt tutulmaması nedeniyle hakkında herhangi bir
işlem yapılmayarak kurtuluyordu.

Ulaşım AŞ Đstanbul Belediyesi'ne ait bir şirketti ama Türk Ticaret Kanunu'na göre kurulmuştu. Đstediği
adamın otel parasını öderdi, kim ne diyebilirdi?
Đçişleri Bakanlığı dosyayı, olayın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1, 2, 3 ve 7. Maddeleri
çerçevesinde incelenmesi için Esenler Cumhuriyet Başsavcılığına yolladı. Bu dosyadan bir daha ses seda
çıkmadı.
'El Tayyip' kitabında Mehmet Bölük şu hatırlatmayı yapıyordu:
"Esenler'de Cumhuriyet Başsavcılığı yok."
Müslüman Topluluklar Birliği
"El Tayyip" adlı, Erdoğan'ın bir çok bilinmeyenini gün yüzüne çıkaran kitabın yazarı Mehmet Bölük, Tayyip
Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı dönemindeki bir diğer icraatını da şöyle aktarıyordu:
"5. Müslüman Topluluklar Birliği Konferansı", Ekonomik ve Sosyal Araştırma Merkezi tarafından 28-29
Mayıs 1996'da Đstan-
235

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
bul'da düzenlendi. Toplantının açılış konuşmasını RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan yaptı. Toplantıya
zamanın Đstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı.
Pakistan Cemaati Đslam lideri Gazi Ahmet Hüseyin'in bu toplantıda yaptığı konuşmadaki RP'nin başarısının
hilafetin başarısı olacağı sözleri ulusal basında yer aldı.
Söz konusu konferans için değişik Müslüman ülkelerden gelen delegeler 5 ile 8 gün arasında Đstanbul'da
Eresin Oteli'nde ağırlandı. 13.893.000.000.-TL (180.000.-$) otel parası ise Đstanbul'un do-ğalgaz dağıtım
şirketi ĐGDAŞ tarafından ödendi.
Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde, RP'nin gövde gösterisi yaptığı Müslüman
Topluluklar Birliği Konferansı masrafları, doğalgaz parası olarak Đstanbul halkının cebinden çıktı.
Uluslararası Đslam Birliği Konferansı
Tayyip Đslam Dünyası'nın liderliğine kafayı fena takmıştı. 28 Şubat MGK Toplantısı'nm üzerinden daha iki ay
geçmemişti ki, Đstanbul'da, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda "Uluslararası Đslam
Düşüncesi Konferansı" düzenlendi. Kongre giderleri ve yurtdışından gelen konukların masrafları yine
Đstanbul Halkı'nın cebinden karşılandı. Ancak konferans 28 Şubat sürecinin etkisiyle olsa gerek beklenen
ilgiyi görmedi. Tayyip'in konuşacağı ilk gün bile salonun yarıdan fazlası boştu. Tayyip konuşmasında Đslam
Dünyası'nın Batı karşısındaki gerilemesinin tahlilini şöyle yaptı:
"Müslümanlar ne yazık ki sanayi medeniyetinin meydan okumasına anlamlı bir cevap geliştiremedi.
Müslümanlar yükselen yeni medeniyet karşısında yenildi. Siyasi istiklallerini kaybetti. Bizim kılıçlarımız,
batılıların tüfekleri vardı. Savaş meydanlarında Müslümanlar yenilgiyi tatmaya başladı. Ardından kültürel
yenilgimiz baş-
236

ladı. Geleneksel Müslüman zihniyeti, sanayi medeniyeti karşısında çaresiz kaldı.


Ulemamız içine kapanarak savunmacı pozisyona çekildi. Ulemanın yerini batılı eğitimden geçmiş yeni bir
aydın sınıfı aldı. Bu sınıf batı karşısında özür dileyici tavra büründü. Batının kültürel parlaklığı yeni
Müslüman aydınların gözlerini kamaştırmıştı. Böylece maddi yenilgi, kültürel bir yenilgiyle iyice pekişti.
Batılılaşma serüveni Đslam Dünyası'nın kendi içinde bölünmesinin tohumlarını da ekmişti."
Tayyip böylece Đslam Dünyasının, Batı karşısındaki yenilgisinin sorumlularının, Batıda eğitim görmüş, batıya
hayranlık duyan aydınlar olduğunu ilan etmişti. Đki çocuğunu Amerika'da okutan, üçüncüsünü de Amerika'ya
göndermeye hazırlanan Tayyip'in tespiti buydu.
AKP'nin bürokratları
THY Genel Müdürlügü'ne; Abdurrahman Gündogdu getiriliyordu. Gündogdu, Đstanbul Belediyesi BlT'lerinden
ULAŞIM AŞ'nin eski Genel Müdürü. Mısır'daki "Müslüman Kardeşler Teşkilatı" temsilcilerinin otel paralarını
şirket kasasından ödemesiyle tanınıyor. Bazı ihaleleri için yapılan soruşturmalar sonucunda yolsuzluklar,
fazla ödemeler saptandı, yargılaması sürüyor.
'Akbil Davası' sanığı Yusuf Beyazıt, Vakıflar Genel Müdürü yapıldı. Beyazıt'ın eski görevi; Đstanbul Belediyesi
Emlak Đstimlâk Daire Başkanlığı.
Eski ĐSKĐ Genel Müdürü Veysel Eroglu, DSĐ Genel Müdür yapıldı. Eroglu; ĐGDAŞ ve ALBAYRAK davaları sanığı.
Đçişleri Bakanlığı tarafından yapılan soruşturmalarda, ihale düzeninde yolsuzluklara ve usulsüzlüklere
karıştığı belirlendi.
Đstanbul Belediyesi BĐT'lerinden KĐPTAŞ'ın eski Genel Müdü-
237

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
rü Erdoğan Bayraktar, Başbakanlığa bağlı TOKĐ (Toplu Konut Đdaresi) Genel Müdürlüğü'ne getirildi.
El Ezher'den Türkiye Cumhuriyeti Arşivi Daire Başkanlığı'na;
Başbakanlığın tüm yazışmalarının, Dışişleri Bakanlığı'nın bütün arşivinin, Genelkurmay Başkanlığı ile MĐT
Müsteşarlığının gönderdiği tüm yazılarının bulunduğu dairenin başına Mısır'daki Şeriat Üniversitesi El
Ezher'in mezunu Hüsnü Özer, Başbakanlık Müsteşarı Fikret Uçcan'ın önerisi ve Başbakan Gül'ün onayı ile
getiriliyordu.
Hayvanat bahçesinde gişe memuru olan Kamil Tabak, Başbakanlık Müsteşarı Fikret Uçcan'ın önerisi,
Başbakan Gül'ün onayı ile Başbakanlık Basın ve Halkla Đlişkiler Müşavirliği'ne atanıyordu.
Đstanbul Belediyesi BĐT'lerinden SPOR AŞ'nin eski Genel Mü-dür'ü Mehmet Atalay, Gençlik ve Spor Genel
Müdürü yapılıyordu.
ALBAYRAK davası sanığı ve eski ĐETT Genel Müdür Yardımcısı Süleyman Karaman, TCDD Genel Müdürü
oluyordu.
Eski BĐLBOARD davası sanığı, Đstanbul Belediyesi eski Genel Sekreteri Kahraman Emmioğlu, TÜPRAŞ
Yönetim Kurulu Başkanı yapılıyordu.
Hikmet Nuri Bulduk: Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü'ne getirildi. Bulduk, Đstanbul Belediyesi
BĐT'lerinden BELTUR'un eski Genel Müdürü. Đstanbul Belediyesi'ne bağlı tesislere onun zamanında içki
yasağı getirilmişti. Tayyip ERDOĞAN'ın çok yakını. Erdoğan'ın AKP Genel Merkezi'nde de özel kalem
müdürlüğünü yapıyordu.
Faisal Finans eski yöneticisi Zeki Sayın, Ziraat Bankası-Halk Bankası Ortak Yönetim Kurulu Başkanlığına
getiriliyordu. Sayın; Đstanbul Belediyesi BĐT'lerinden BELPA'nın eski Genel Müdürü.
AKBĐL davası sanığı Cemal Şanlı, THY Yönetim Kurulu Üyeliğinde kendisine yer buluyordu. Cemal Şanlı,
Đstanbul Belediyesinin eski başkanlık danışmanlarından.
238

M. Fatih Saraç'ın ansiklopedisini hazırlayanlardan Ömer Din-çer, THY Yönetim Kurulu Üyesi yapılıyordu.
Dinçer, Đstanbul Belediyesi Başkanlık eski danışmanı. Başbakanlık Danışmanlığı görevini de halen
sürdürüyor ve ardından Başbakanlık Müsteşarı oluyordu.
Akraba-ı Taallukat da Đşbaşında
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in ağabeyi, Abdullah Şener, Erdemir Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcılığına getiriliyordu.
Devlet Başkanı Beşir Atalay'ın yeğeni, Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığına; Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan'ın kayınbiraderi Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığına; Đçişleri Bakanı Abdülka-dir Aksu'nun
kardeşi Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlü-gü'ne; Enerji Bakanı Hilmi Güner'in kayınbiraderi Bakanlık
Danışmanlığına; Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Çoşkun'un oğlu Osman Yıldırım Coşkun Aycell'in Yönetim
Kurulu Üyeliğine atanıyordu.
Tayyip'in danışmanları
Tayyip'in bir an bile yanından ayırmadığı danışmanları arasında yer alan dört ismin ortak özellikleri Kürt
kökenli olmalarıydı. Mücahit Arslan, AKP Diyarbakır milletvekili Đhsan Arslan'ın oğlu. Đhsan Arslan Mazlum-
Der'in başkanlığını yapmıştı. Partideki resmi sıfatı idari ve Mali Đşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı.
Mali konularda Erdoğan adına birinci derecede imza yetkisine sahip. Tayyip'in diğer Kürt kökenli
danışmanları şöyle sıralanıyordu; Adana milletvekili Ömer Çelik, Đstanbul milletvekili Egemen Bağış ve
Cüneyt Zapsu...
Azizler Holding Đcra Kurulu Başkanı, Balsu Holding'in patronu ve BĐM marketler zincirinin, 4 Amerikan
firması ile birlikte sahibi olan Cüneyt Zapsu, AKP'nin adeta gölge başkanı.
239

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Cüneyt Zapsu'nun dedesi Abdürrahim Rahmi Zapsu; Kürt Ta-lebe-Hevi Cemiyeti'nin 51. üyesi... Aynı
zamanda Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıyla ünlü Necip Fazıl Kısakürek'in de en yakın adamı ve sağ
koluydu Abdürrahim Zapsu. Birlikte, Büyük Doğu mecmuasını çıkarmışlardı. Abdürrahim Zapsu, Jin Dergisi,
sayı 6 sayfa 17'de "Kürdistan'da Kürtlerden başka hiçbir millet yoktur" diyor ve şöyle devam ediyordu.
"Evet, biz Kürtler şimdiye kadar Türk hükümetinin yönetiminden yani Osmanlı topluluğundan çıkma gereğini
duymadık. Şimdi bakıyoruz ki Wilson, Türk olmayanları Osmanlılara vermeyeceğiz diyor. Oysa bizim
yerimize Kürdistan derler; orada memurluk için gelip yerleşmiş olan iki üç memurdan başka hiçbir Türk
yoktur. Türkler bulunmadığına göre ya Ermeniler, başkaları? Ermeniler ise, yüzde beşimiz kadar da
yokturlar. Başkaları da yüzde iki ancak oluştururlar. Öyleyse Kürdistan'da Kürtlerden başka hiçbir millet
yoktur. Öyle olunca da Kürdistan Kürtlerin hakkıdır. Kürtlerden başka kimsenin hakkı değildir..."
Cüneyt Zapsu'nun şirketinde çalışan yöneticilerden; Ticaret Müdürü Mehmet Geylan'ın dedesi Kürt Teali
cemiyetinin başkanı Seyit Abdülkadir... Đkinci başkanı Seyit Şefik'in torunu ise aynı şirkette üretim müdürü...
Tayyip Erdoğan'ın 3 Kasım seçimlerinden önce söylediği şu söz gaf sayılmıştı: "Kürdistan"
Atatürk'e hakaret edene danışmanlık
Recep Tayyip Erdoğan, Belediyedeki danışmanlarını Kürtlerden seçiyordu. Erdoğan, toplumda laik düzene
karşı eylemleriyle tanınan, Atatürk'e hakaretten hüküm giymiş kişileri danışman yapmayı borç biliyor,
onlara belediye ve belediyenin yan kuruluşlarında görev vermekten hiçbir zaman çekinmiyordu.
240

Bu isimlerden biri de Prof. Dr. Đhsan Süreyya Sırma'ydı. "Türkiye'de Yanlış Din Anlayışı" adlı kitabında
Atatürk'ün hatırasına hakaret suçunu işlemiş olmasından ötürü bir buçuk yıl hapis cezası almıştı. Bu gibi
isimler Tayyip için çok değerliydi. Belediye ve devlet kadrolarını bu gibi isimlerle doldurdu. Prof. Dr. Sırma
maaşını bir belediye BĐT'i olan Kültür AŞ'den alıyor, Tayyip'e danışmanlık yapıyordu.
Tayyip'in danışmanı Đ. Süreyya Sırma 2002 yılı Eylül ayında basılan "Neler Sordular" adlı kitabında ana dilini
"Kürtçe" olarak lanse ediyor, demokrasi hakkında şunları söylüyordu:
"Şurası iyi bilinmelidir ki, birileri ne kadar taparsa tapsın, insan hayatı demokrasi ilahından daha kutsaldır.
Đnsanlarımızın bu hale gelmesine sebep Batıdan devşirdiğimiz bu lanet sistemlerse neden hala onları baş
tacı ediyoruz?"
Tayyip'in danışmanı ve Siirtli bir Kürt olan Đ.Süreyya Sırma "Beyan" yayınlarından 2002 Ekiminde çıkan
"Đslami Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad" adlı kitabında; "Cihadı önlemeyi ve Đslam Devleti'nin kurulmasını
engelleyenlerin" iyi Müslüman bile olsalar "münafık" sayılacaklarını söylüyordu.
Đ. Sırma Arap harflerinin yerine Latin harflerinin kabul edilmesini "Bir Garip Tarih" adlı kitabında "büyük
cinayet" olarak gösteriyordu.
Tayyip'in danışmanı Sırma, "Alaturka Demokrasi Alaturka Laiklik" adlı kitabında ise laikliği milletin başında
bir bela olarak niteliyordu.
Geleceğin başbakanı ve Cihat hazırlığı
Tayyip'in kendi kendine yaptığı gerçek dışı reklâmına biraz ara vererek, işin aslını incelemeye başlayalım.
30 Temmuz 2001 tarihli Milliyet gazetesinin manşeti; "Albayrak raporu; Đstanbul Belediye-
241

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
si'ne ait paralar Geleceğin başbakanını hazırlayıp, Cihat hazırlığı yapmak için Albayraklara aktarıldı"
şeklindeydi. Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren'in Đstanbul Büyükşehir Belediyesinde yaptığı soruşturmanın
raporu sonucunda hemen hemen tüm ulusal basında Tayyip-Albayrak ikilisi yer alıyordu. Raporda, Tayyip ile
ilgili özetle şu bilgiler yer alıyordu:
"Siyasi ve Sosyal bir görüşten kaynaklanan bir amaçla cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturduğu,
Oluşturulan bu teşekkül vasıtası ile organize çalışmalar yapmak suretiyle ihalelere fesat karıştırdığı,
Belediye birimlerinde, yapılan ihalelere esas olan şartnameleri Albayrak Şirketler grubunun menfaatleri
doğrultusunda hazırladığı,
Belediye Şirketlerinde ise, Yönetim kurulu Kararları ile yapılması planlanan hizmetleri Albayrak Şirketinin
veya bu şirket sahiplerinin kurdukları tali şirketlere verdiği, ihtiyaca binaen araç kiralanması adı altında
Belediye yetkililerinin kendi araçlarına Belediye bütçesinden kira adı altında ödemeler yapılmasını
sağladığı,
Ağaç dikimi, park ve bahçelerin bakımı adı altında, sağlıksız satın alımlara ve gerçeği yansıtmayan işlere
karşın büyük ödemeler yaptığı,
Hayali şirketlere, naylon ve sahte faturalarla ödemeler yaptığı,
Yapılan bu ödemeler sonucu, toplanan paraları kendilerince bilinen kişilerin elinde toplayarak özel amaçlar
doğrultusunda kullandığı,
Tüm bu yollarla Siyasi, Sosyal ve Ekonomik amaçlan gerçekleştirmek amacıyla organize bir şekilde suç
işlemek için oluşturulan teşekkül vasıtasıyla,
Devlet parasını yani Belediye parasını, nitelikli yollar kullanarak, yukanda belirtilen (Geleceğin Başbakanını
hazırlamak ve cihat hazırlığı yapmak) amaçlara yönlendirdiği ve zimmete geçirdiği,
242

Đstanbul Đlinde özellikle kapatılan Fazilet Partisi Belediyeleri ile işbirliği yaparak kamu imkânlannı çeşitli
yollarla kendilerinin ve mensubu bulundukları partinin menfaatine aktardığı, güncel tabiri ile hortumladıgı,
bu eylemler sırasında gerek görüldüğü takdirde baskı, şiddet, cebir ve mafyavari yollara başvurmak
suretiyle suç işlediği,
Belediyenin kuruluş amaçları dışında başka gerekçelerle veya ticari amaçlarla şirket kurduğu veya
kurulmuş şirketlere iştirak edildiği ve Belediye ihtiyaçlarının bu şirketlerden ihale yapılmaksızın karşılandığı,
2886 sayılı ihale kanununun temel ilkelerine aykırı olarak ihtiyaçların serbest rekabet ortamından
karşılanmasının engellendiği,
Đhalelerde tasarruf tedbirlerine uyulmadığı,
Belediye imkânları ile yapılabilecek bazı işlerin başka kişi ve kuruluşlara yaptırılması sonucunda
belediyenin zarara uğratıldığı,
Đddiaları, iddia konusunu oluşturmaktadır..."
Bu iddiaların basına yansımasının ardından sonra ortalık tam anlamıyla karışıyor, Tayyip; büyük bir panikle
"Đspatlayamayan şerefsizdir" diyordu. Tayyip'i destekleyen basın organlarından, Akit, Yeni Şafak ve Gülenci
Zaman gazeteleri Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren hakkında gerçek dışı karalama kampanyaları
başlatıyorlardı. Tayyip Erdoğan'dan cesaret alan Đstanbul Belediyesi yetkilileri ve Albayraklar şirketinin
sahipleri Eren'i, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Đçişleri Bakanlığı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı gibi makamlara şikâyet üzerine şikâyet yağdırıyorlardı. Ayrıca Albayraklar şirketler
gurubu yetkilileri çok büyük meblağlar ile ifade edilen tazminat davaları açıyordu.
Örneğin, Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 600 milyar liralık tazminat davası açıyorlardı. Açılan
dava hiçbir belgeye dayanmadığı ve soruşturma yapan müfettişi yıldırmayı amaçladığı gerekçesiyle red
ediliyordu.
Albayraklar ve belediye yetkililerinin müfettiş aleyhine yaptıkla-
243

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
fi diğer şikâyetler ise başsavcılıklarca; suç oluşturan herhangi bir eylem tespit edilemediğinden, Müfettiş
aleyhine ileri sürülen iddiaların haklı yasal gerekçelere dayandırtlmadıgı nedenleriyle dilekçelerin işleme
bile konulmamasına karar veriliyordu.
Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren, hakkında asılsız haberleri <3ava ediyor, bunun sonucunda açtığı
tazminat davalarını kazanıyordu. Böylece Müfettişlerin raporlarının doğruluğu bir kere daha kanıtlanıyordu.
Mülkiye Başmüfettişi Eren'in hazırladığı rapor; Đstanbul Devlet Çiüvenlik Mahkemesi savcıları tarafından
yapılan soruşturmalar sokucunda görevsizlik kararı ile birlikte "iddianame" şekline dönüştürülüyor ve
Đstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderiliyordu.
Đstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Albayraklar ve 70'e yakın belediye görevlisi hakkında "Cürüm işlemek
için teşekkül oluşturmak, ihaleye fesat karıştırmak, hizmet nedeniyle emniyeti suiistimal, Sfcerçege aykırı
beyanda bulunmak, sahte vekâletname düzenlemek ^e kullanmak" suçlarından dava açılıyor, Halk Ekmek
ve ĐGDAŞ'ta-ka iddialarla ilgili olarak, tefrik ettiği dosyayı Eyüp Cumhuriyet Baş-s avcılığına gönderiyor,
ardından burada da aralarında Bülent ^rınç'ın ağabeyi, Saadet Partisi Milletvekili Ali Oğuz'un oğlu, Kanal
>** sunucusu Ahmet Hakan'ın kardeşlerinin de bulunduğu 83 sanık hakkında, "Cürüm işlemek amacıyla
teşekkül oluşturmak ve yönetmek, teşekküle üye olmak, yardım etmek, ihtisalen zimmet, sahte t^elge
düzenlemek, ihalelere fesat karıştırmak, hizmet sebebiyle emniyeti suiistimal" suçlarından iddianame
düzenleniyor ve ardından BSyüp Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılıyordu.
Takip eden günlerde Đstanbul D.G.M. Cumhuriyet Başsavcılığının gönderdiği dosya üzerinde incelemeler
yapan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kamuoyunu ve Danıştay'ı sarsan bir karar veri-y>ordu
244

Bu kararın sonuç bölümünde özetle;


"1-Sanıklar Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna hakkında TCK'nin 313'ncü maddesine temas eden
cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek suçuna ilişkin olarak verilen soruşturma
iznine yapılan itirazın yeniden incelenerek irdelenip, karar verilmesi için konu ile ilgili evrakın Danıştay 2'nci
Da-iresi'ne gönderilmesine",
"2-Sanık Recep Tayyip Erdoğan'a atılı, Đstanbul Büyükşehir Belediyesi merkez bina ve bağlı birimlerinin
1995 yılı temizlik işine yönelik eylemin TCK'nin 240'ıncı maddesine temas ettiği ve bu suça ilişkin dava
zamanaşımının dolmuş olduğu anlaşılmakla sanık hakkında Takibata Yer Olmadığına" deniliyordu.
"3-Sanıklar Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna hakkında ise çok sayıda ihaleye fesat karıştırıldığı"
ileri sürülüyordu
Burada dikkati çeken en önemli nokta gerek Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren, gerekse Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoglu başta olmak üzere tüm Cumhuriyet ortada suç işlemek amacıyla
kurulmuş bir teşekkülden söz ederken Danıştay'ın henüz soruşturma devam ederken "Teşekkül yoktur"
diyerek Yargının önüne çekmek istediği "setin" Cumhuriyet Savcıları tarafından aşıl-masıydı.
Tayyip'in kendini bu denli övdüğü bir dönemde bu olay nasıl ortaya çıkmıştı. Đstanbul Büyükşehir
Belediyesi'ndeki yolsuzlukları belgeleyen "El Tayyip" adlı kitabın yazarı Mehmet Bölük, Đstanbul Büyük Şehir
Belediyesi ve BĐT'leri (Belediye Đktisadi Teşekkülleri) izliyor, yolsuzlukları belgelerle saptıyor, suç
duyurularıyla yargıya, basın kanalıyla da kamuoyuna aktarıyordu.
Milli Görüşçü Đstanbul Belediyesi'nin BĐT'leri kullanarak Đstanbul Halkı'nı nasıl zarara uğrattığını BELBĐM'in
AKBĐL ile ĐETT'yi nasıl batırdığını, ĐGDAŞ'taki yolsuzluklar sebebiyle DOĞALGAZ fi-

245

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
yatlarının nasıl arttığını, KĐPTAŞ'ın banka olarak nasıl kullanıldığını ve halkın arsalarını yandaşlarına nasıl
dağıttığını belgelerle kanıtlıyor, yargıya ve kamuoyuna iletiyordu.
Yargı süreci
AKBĐL soruşturmasını yürüten Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı hazırladığı fezlekeyi soruşturmanın devamı
için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yollamıştı. Başsavcılık da Đçişleri Bakanlığından gerekli soruşturma
iznini almıştı. Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna, Đçişleri Bakanlıgı'nın verdiği soruşturma iznine
karşı Danıştay'a itiraz etmişlerdi. Danıştay 2. Dairesi de üzerlerine atılan suçun "4616 sayılı şartlı salıverme
ve cezaların ertelenmesi hakkında kanun" bir diğer deyişle "Rahşan Affı" kapsamında olduğu gerekçesiyle
itirazları kabul ederek soruşturma iznini kaldırmış-
Başkanlara suçlamalar
Kamuoyunda Albayraklar Soruşturması olarak bilinen Đçişleri Bakanlığı incelemesi, Mülkiye Başmüfettişi
Candan Eren tarafından yapılmış, 03 Eylül 2001 tarihli raporla sonuçlandırılmıştı. Candan Eren raporunda
Recep Tayyip Erdoğan için "Siyasi ve sosyal bir görüşten kaynaklanan bir amaçla cürüm işlemek için bir
teşekkül oluşturduğu ve bu teşekkülün liderliğini, belediye başkanı seçildiği 01 Nisan 1994 tarihinden, 06
Kasım 1998 tarihine kadar fiilen ve aktif bir şekilde, söz konusu tarihten bugüne kadar ise perde
arkasından sürdürdüğü" suçlamasında bulundu. Candan Eren'in raporunda Ali Müfit GÜRTUNA ile ilgili
olarak da "Göreve başladığı 12 Kasım 1998 tarihinden bu güne kadar, Recep Tayyip Erdoğan tarafından
kurulan teşekkülün faaliyetlerine göz yumduğu, bu teşekkülün faaliyetlerini engellemediği veya
engelleyemediği, sahip oldu-
246

ğu yetki ve sorumluluklara rağmen bu teşekkülün faaliyetlerine devam ettiği" deniliyordu. Her iki başkanın
ihalelere fesat karıştırmak, zimmete para geçirmek, irtikâpla suçlandığı rapor, gereği için Đstanbul DGM
Başsavcılığına gönderildi. Đstanbul DGM Başsavcılığı soruşturmayı derinleştirdi, yeni bulgulara ulaştı.
Danıştay'dan izin yok
Recep Tayyip Erdoğan ile Ali Müfit Gürtuna hakkında "siyasi ve sosyal bir görüşten kaynaklanan amaçla
cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülün amacına yönelik cürüm işlemek" eylemlerinden
soruşturma yapılması için içişleri Bakanlığı'nın verdiği izin, Danıştay 2. Daire tarafından 11.12.2001
tarihinde iptal edildi. Bu kararın 25.01.2002 tarihinde yayınlanmasıyla Danıştay 2. Dairesi'nin iptal
gerekçeleri de açıklanmış oldu.
Bu olay; Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte yıldızı parlayan, personel taşımacılığı dışında, alt ve üst yapı
müteahhitliğinden medya patronluğuna kadar birçok sektöre yayılan Albayraklar'ın yayın organı "Yeni
Şafak" gazetesinde "Danıştay'dan Đftiraya Cevap" manşeti ile kamuoyuna duyuruldu. Yayınlanan haberde;
incelemeyi yapan Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren iftiracılıkla ve düzmece rapor hazırlamakla
suçlanıyordu. Soruşturmanın Đçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen tarafından siyasi amaçla yaptırıldığı ima
ediliyordu. Danıştay'ın soruşturma iznini kaldırarak "iftiraya cevap verdiğini" vurgulayan "Yeni Şafak", bu
kararla Recep Tayyip Erdoğan ile Ali Müfit Gürtuna'nm aklandıkları yönünde kamuoyu oluşturmaya
çalışıyordu.
Tayyip ve yandaşları, uzayıp giden bu yargı sürecini kendi lehlerine çevirmek için her türlü oyunu
oynuyorlardı. AK Parti birinci parti, Tayyip yakında başbakan olacak, birileri siyasi amaçlı soruşturmalarla
önlerini kesmeye çalışıyorlar. Bu imajı yaratmak için adeta orta oyunu oynuyorlardı. Tayyip çok sevdiği
"mağdur" rolünü yine bulmuştu.
247

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Đşin aslı
Danıştay 2. Daire, inceleme raporundaki suçları aşağıda belirtilen bir şekilde sistematik olarak
sınıflandırmış, bu sınıflandırmaya göre de soruşturma iznini kaldırmıştı.
Danıştay 2. Dairesi'nin yaptığı sınıflandırma:
1-TCK'nin 240. maddesi (görevini kötüye kullanmak) kapsamına giren, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası
gerektiren,ancak 5 yıllık zaman aşımına giren suçlar.
2-TCK'nin 240. maddesi (görevini kötüye kullanmak) kapsamına giren, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası
gerektiren, ancak 4616 sayılı şartlı salıverme yasası nedeniyle (Rahşan Affı) ertelenen suçlar.
3-AK Parti kurucusu, milletvekili adayı ve Meclis Başkan Vekili Vecdi Gönül'ün başkanlığı döneminde
Sayıştay denetiminden geçmiş konular.
4-Davası halen Danıştay'da görülen derdest konular.
5-Danıştay 2. Daire tarafından delilleri yetersiz görülen konular.
6-Danıştay 2. Daire'nin daha önce soruşturma iznini kaldırdığı konular.
7-Danıştay 2. Daire'nin daha önce onayladığı, soruşturma ve yargı sürecinin devam ettiği konular.
DGM Başsavcılığı devre dışı
Tayyip'in şansı Danıştay'da olduğu gibi yine yaver gidiyordu. Bu arada DGM yasasında değişiklikler yapıldı ve
DGM'lerin yetki alanları daraltıldı. Bunun üzerine Đstanbul DGM Başsavcılığı, Đstanbul Belediyesi ve BĐT'ler ile
ilgili dosyayı görevsizlik kararı vererek
248

25.12.2001'de Đstanbul Cumhuriyet Başsavcıhgı'na gönderdi. Recep Tayyip ERDOĞAN ve Ali Müfit GÜRTÜNA
ile ilgili dosyayı ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıhgı'na iletti.
Yargıtay Başsavcısı'nın müdahalesi
Tayyip ve yandaşları tarafından oynanan bu "orta oyunu", Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun
zamanında müdahalesiyle bozuldu. Recep Tayyip Erdoğan ile Ali Müfit Gürtuna'nın suçlandığı konuların
önemli bir kısmının soruşturulması için Đçişleri Bakanlıgı'ndan izin almaya gerek yoktu. Böyle bir izin de söz
konusu olmayınca, Danıştay'a itiraz da söz konusu olamazdı. Danıştay'a itirazın söz konusu olmadığı
hallerde, Danıştay itirazı nasıl karara bağlayacaktı?
Recep Tayyip Erdoğan ile Ali Müfit Gürtuna'nın suçlandıkları konular şunlardı:
- Nitelikli zimmet
- Devlet alım ve satımlarında çıkar sağlamak
- Rüşvet almak
- Görevde yetkiyi kötüye kullanmak
- Artırma ve eksiltmeye hile karıştırmak
- Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek
362& sayılı "Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu" nun 17 maddesi gayet açıktı:
"Bu kanunda yazılı suçlarla, irtikâp, rüşvet, ihtilas ve zimmete para geçirme, görev sırasında veya
görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarının açıklanması
veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlanndan veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında
"Memurin Muhake-man Hakkında Kanunu Muvakkat" uygulanmaz."
249

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Kanadoğlu'nun kararı, basına; "Danıştay'a itiraz" gibi yansıdı. Oysa ortada itiraz yoktu. Başsavcı, savcılıkları
gerekli soruşturmaları yapmaları için harekete geçiriyordu. Olayın Danıştay'ı ilgilendiren bölümü ise sadece
"cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek" suçunun oluşmadığı ile ilgili
kararlarını yeniden gözden geçirmeleriydi. Danıştay 2. Daire dosyayı incelemeden red kararı verdi.
Danıştay'ın bu kararı Cumhuriyet savcılarının, nitelikli zimmet, rüşvet almak gibi konularda soruşturma
yapmalarına engel değildi.
Böylece, Recep Tayyip Erdoğan ile Ali Müfit Gürtuna'ya yargı yolu açılmış oldu.
Yolsuzluklara Milli Görüşçüler bile dayanamadı
Mülkiye Başmüfettişleri tarafından bilgisine başvurulan Đstanbul Büyük Şehir Belediyesi eski Park ve
Bahçeler Müdürü ve aynı zamanda kapatılan Refah Partisi Antalya Milletvekili adayı Ali Kara-koç verdiği
ifadesinde Erdoğan'ın gerçek yüzünü belgeleyen açıklamalarda bulunuyordu;
"Ben 1995 yılında Antalya'da bulunan Narenciye ve Seracılık Araştırma Enstitüsü'nde Dr. Ziraat Yüksek
Mühendisi olarak görev yapmakta iken, 1995 yılında Refah Partisinden Antalya Milletvekili adayı oldum.
Seçimleri kaybettim.
Bilahare 1996 yılında Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Adem Baştürk beni yanına
çağırdı ve Tayyip Erdoğan'ın, beni Park ve Bahçeler Müdürü yapmak istediğini, birlikte çalışmamız halinde
Đstanbul'a daha faydalı olabileceğimizi söyledi. Ben de uzmanlık dalım olan Peyzaj ve çevre konularında
Đstanbul'a faydalı olabileceğimi düşünerek teklifi kabul ettim. Gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra
Tarım Bakanlıgı'ndan yatay geçişle Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Park ve Bahçeler Müdürü olarak
göreve başladım.
250

Göreve başlar başlamaz daha önceden tarafımca hazırlanmış çevre düzenlemesi ile ilgili projelerimi
Belediye Başkanı Recep Tay-yip Erdoğan'a sundum ve projelerin gerçekleşmemesi halinde görevi
bırakacağımı söylediğimde, projelerimi beğendiğini, aynen uygulanacağını söyledi ve mutabık kaldık.
Burada ben de projelerimi kamuoyuna anlattım. Ve 200.000 Ağaç kampanyasını başlattık. Söz konusu
200.000 ağacın alınması işi, ben gelmeden önce Belediye Đktisadi Teşekkülleri'nden olan ĐS TAÇ' a ihale
edilmiş idi..."
Memlekette ağaç mı yoktu
Dört bir yanı yeşillik olan ülkemizde ağaç kalmamış gibi, Tay-yip'in başkanı olduğu belediye, ağaç alımı için
milyonlarca dövizi yurt dışına akıtıyordu. Milli Görüşçü Ali Karakoç'un ifadesine göre şartnameye uymayan
yani kuruyacağı daha işin başında belli olan binlerce ağaç Đtalya'dan ithal ediliyordu. Olayı Karakoç'tan
dinleyelim:
"O günlerde yapılan ihale kapsamında ağaçların bir kısmının yurtiçinden bir kısmının da yurt dışından satın
alınması için gerekli girişimler yapıldığından, Đtalya'dan satın alınması düşünülen ağaçların şartnameye
uygun olup olmadığının tespiti için, ĐSTAŞ A. Ş. Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nden yetkili teknik eleman
istenmesi üzerine, Đştirakler Daire Başkanı Necmi Kadıoğlu'nun başkanlığında, ben ve teknik elemanlarım
ağaçların alınacağı yer olan Đtalya'ya gittik.
Ben ve yanımdaki teknik elemanlar Đtalya'da satın alınması düşünülen ağaçlardan bir kısmının teknik
şartnameye uygun olduğunu, ancak çoğunun şartnameye uygun olmadığını tespit ettik ve alınması ve
alınmaması gereken ağaçları yine Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Đştirakler Daire Başkanı olan Necmi
Kadıoğlu'na söyledik.
251

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Türkiye'ye döndükten sonra bağlı bulunduğumuz Genel Sekreter Yardımcısı Adem Baştürk'ün başkanlığında
değerlendirme toplantısı yapıldı. Bu toplantıda Đtalya'da görmüş olduğumuz ağaçlarla ilgili teknik bilgileri
aktardık. Akabinde Đtalya'dan sipariş verilen ağaçlar gelmeye başladı. ĐSTAÇ A.Ş. tarafından ithal edilen bu
ağaçlar, taşeron firmalar marifetiyle bizim daha önceden projelendirdiğimiz yerlere dikilmeye başlandı.
O günlerde Park ve Bahçeler Müdürlüğü olarak gelen ağaçların uygun gördüğümüz ağaçlar olup olmadığının
kontrolü için her bölgede teknik şefler görevlendirdik. Teknik elemanların uygun gördüğü ağaçların
dikilmesine, uygun görülmeyenlerin ise dikilmeme-sine karar veriliyordu.
Bu konuda teknik elemanlarımın günlük raporları bana geliyor, ben de bağlı olduğum Genel Sekreter
Yardımcısı Adem Baş-türk'e sonuçlan iletiyordum.
Đlk partide gelen 350-400 civarındaki ağaçların tamamı Đtalya'da incelediğimiz ve onay verdiğimiz
ağaçlardandı. Bu ağaçların tamamı dikildi.
2. partiden itibaren yine Đtalya'da bizim onay verdiğimiz ve vermediklerimiz karışık olarak gelmeye başladı.
Ben hemen Genel Sekreter Yardımcımız Adem Baştürk'e, onay vermediğimiz ağaçlardan da geldiğini,
bunların dikilemeyeceğini bildirdim ve tespitlerimi rapor halinde kendisine sundum.
Aynı rapordan bir adet de ĐSTAÇ A.Ş'ye gönderdim. Benim verdiğim rapor hiç dikkate alınmadı ve onay
vermediğimiz ağaçlar da dikilmeye devam etti.
Bunun üzerine ben, Adem Baştürk'ün yanına giderek itirazımı sürdürdüm ve onay vermediğimiz ağaçların
dikiminin engellemesini istediğimde, bana, fidanları ĐSTAÇ A.Ş'nin diktiğini, tutmamaları halinde yerine
yenisini dikeceklerini, bunun parasının Park ve Bah-
252

çeler Müdürlüğü'nden çıkmayacağını, ağaç satın alınmasından benim sorumlu olmadığımı, sorumluluğun
kendisine ve ĐSTAÇ A.Ş'ye ait olduğunu, benim itiraz etmeye yetkimin olmadığını söyledi..."
Tayyip'in müstakbel bakardan
AKP iktidara gelirse bakanlarında aranacak vasıfların nasıl olduğunu Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren'e
ifade veren Milli Görüş kökenli Park ve Bahçeler Müdürü Ali Karakoç'un ifadelerinde görüyorduk. Kuruyacak
ağaçlara "uygundur" raporu veren Ziraat Mühendisi kurulacak kabinede Tarım Bakanı, ithal edilecek
ağaçların kuruyacağını bile bile bu ağaçlar için ülkemizin kıt kaynaklarını dolar olarak yabancı ülkelere
peşkeş çekenler ise Maliye Bakanı olacaktı. Bütün bu yolsuzlukların hepsine birden onay veren ise
Başbakan!...
Đktidara geldiklerinde Maliye bakanları; bu ülkenin kaynakları için "Babalar gibi satarım" dedi. Limanlar
Yahudilere, Telekom Đngilizlere, bankalar Yunanlılara satıldı. Neyse, eski RP Antalya milletvekili adayı Ali
Karakoç'un samimi itiraflarına devam edelim:
"...Ben de ĐSTAÇ A.Ş'nin parasının da Büyükşehir Belediyesi'nden ödendiğini dolayısı ile zararın Belediyeye
ve Đstanbullulara ait olduğunu ve vicdanen rahatsız olduğumu söyledim, hatta bu görüşme sırasında Necmi
Kadıoğlu'nun Đtalya'da bana "Bu ağaçların alımına itiraz etme, bunlar çok küçük hadiseler biz geleceğin
Başbakanı için çaba sarf ediyoruz, ben geleceğin Maliye Bakanıyım, sen de bizimle ters düşmezsen
geleceğin Tarım Bakanı olursun dediğini ve benim de bu tür organizasyonlar içerisinde yer almak
istemediğimi kendisine söylediğimi hatırlatarak Adem Baştürk'ün odasından ayrıldım.
200.000 ağaç kampanyası ile ilgili olarak dikilen ağaçlardan sadece 12000 adedine tarafımızdan onay
verilmişti. Diğerlerine
253

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
onay verilmemişti. Öyle ki onay verilmeyen ağaçların büyük bir bölümü dikiminden 2 ay geçtikten sonra
kurumaya başladı, bunun üzerine Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan beni yanına çağırarak, kuruyan ağaçları,
Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nde görevli personel vasıtasıyla geceleyin halk görmeden söktürmemi istedi,
bir kısmını da taşeron firmalara söktüreceğini söyledi.
Ben personelimin yetersiz olduğunu ve bu hatanın benim personelimden kaynaklanmadığını, dolayısı ile
kuruyan ağaçları ĐS-TAÇ A.Ş.'nin sökmesi gerektiğini söyledim.
Belediye Başkanı emrinde görevli olduğumuzdan ve verilen emri yerine getirmek için kuruyan ağaçlardan
çok az da olsa bir kısmını personelime geceleyin söktürdüm. Büyük bölümü ise ISTAÇ marifetiyle taşeron
firmalara söktürüldü ve 1. Ağaç kampanyamız bu şekilde sona erdi..."
Ülke kaynakları yurt dışına
Karakoç, ülke kaynaklarının yurt dışına aktarılma çabalarını da şöyle anlatıyordu:
"...1997 yılında Yine Büyükşehir Belediye Başkanlığı Đstanbul'a 400.000 ağaç kampanyası başlattı. Bunun
üzerine ben Adem Baştürk'ün yanına gittim ve 400.000 adet ağacın parasının yurt dışına gitmemesi için
yurt içinde Orman Bakanhgı'nda bir araştırma yapacağımı, olmazsa özel sektör üreticileri ile toplantı
yapacağımı söyledim.
Baştürk, Yurt içinde temin edemememiz halinde o zaman Yurt dışından alınabileceğini söylediğimde, bu
olaya sıcak bakmadı, ĐS-TAÇ A.Ş'nin bu konuda uzmanlaştığını, benim bu konu ile fazla ilgilenmememi,
Tayyip Erdoğan'ın düşüncesinin de bu yönde olduğunu söyledi.
Bunun üzerine ben de Adem Baştürk'ü ikna edemediğim için
254

yine Büyükşehir Belediye Başkanlığı Genel Sekreteri olan Mustafa Açıkalın'ın yanına gittim, düşüncelerimi
anlattım, o da kabul etti ve bana bu konuda yardımcı olabileceğini söyledikten sonra ben Orman Bakanlığı
Bölge Müdürlerine ve Tarım Bakanlığı Müsteşarlığına davetiye göndererek toplantıya çağırdım. Park ve
Bahçeler Müdürlüğü'nde yaptığırriız toplantıda, istenilen niteliklerdeki ağaçların büyük kısmının Türkiye'den
temin edebileceğimizi tespit ettim. Sadece 7.000 adet ağacın Türkiye'de olmadığını tespit ettik.
Toplantı neticelerini rapor halinde bağlı bulunduğum Genel Sekreter Yardımcımız Adem Baştürk'e sundum.
Raporu inceledikten sonra Tayyip Erdoğan'la görüşeceklerini söyledi ve raporu aldı.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Adem Baştürk'e hatırlattığımda, bu konularla benim ilgilenmememi,
fazla ilgilendiğimden dolayı Müdürlüğümüzü Mustafa Öztürk'ün Başkanı olduğu Çevre Daire Başkanlığına
bağladıklarını söyledi. Bu olaydan sonra direk Genel sekreterliğine bağlı Park ve Bahçeler Müdürlüğü'müzü
Çevre Daire Başkanlığı'na bağladılar.
Çevre Daire Başkanı Mustafa Öztürk, Genel Sekreter Yardımcısı Adem Baştürk gibi, Đştirakler Daire Başkanı
Necmi Kadıoğ-lu'nun her dediğini yapan, istenilen her belgeyi imzalayan birisi olduğundan ve benimde ağaç
seçimi olayında titiz olduğumdan ve sık sık itiraz etmem nedeni ile hem beni pasifize etmek hem de benim
birimimin işlerini her dediklerini yapan Mustafa Oztürk'e yaptırmak için Müdürlüğümüzün bütün yetkilerini
Çevre Daire Başkanlığına bağladılar.
Akabinde, benim teknik elemanlarımın, Necmi Kadıoğlu, Mustafa Öztürk ve Adem Baştürk'ün talimatları ile
hareket ettiğini, hatta bana bağlı elemanlardan Necmi Kadıoğlu'nun akrabası olan Ahmet Temel ve Şevket
Abit Ağaoğlu'nun yurt dışına ağaç seçmek için gönderildiğine şahit oldum.
255
MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Bu gelişmeleri hazmedemediğimden dolayı Tayyip Erdoğan'la görüşmeye gittim. Yaptığım görüşmede ve
yukarıda izahını yaptığım konuların tamamını belgeler ile kendisine aktardığımda, konuların kendisi
tarafından yönlendirileceğini, bu konularla ilgili Necmi Kadıoğlu, Adem Baştürk'e gerekli talimatları
verdiğini, onların gönderdiği evrakları imzalamak durumunda olduğumu söylediğinde, ben de kendisine aynı
siyasi görüşe sahip olduğumuzu, buralara gelebilmek için Halka bu şekilde söylemlerimizin bulunmadığını,
söylemlerimizle icraatlarımızın çakıştığını ve bundan vicdanen rahatsız olduğumu, dolayısı ile prosedürlere
uygun olmayan evraklara imza atmayacağımı söyledim.
Tayyip Bey de bana imzalayan birisinin olacağını söyledi. Bunun üzerine ben bu şartlarda çalışamayacağımı
ve Park ve Bahçeler Müdürlüğünden ayrılacağımı söyledim ve o gün ayrıldım. Akabinde beni Danışman
olarak görevlendirdiler. O tarihten beri aktif bir görev verilmedi. Halen Florya'da sosyal ve turistik tesislerde
memur olarak çalışmaya devam etmekteyim.
Tüm bu konularda yapılan usulsüzlüklere ilaveten şunları söyleyebilirim. Park ve Bahçeler Müdürlüğü'ndeki
ihalelerde dahil olmak üzere Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na bağlı bütün birimlerde, ihale dosyalan
hazırlanıp, bütün işlemler tamamlanıp, Belediye Encümeninin ve akabinde Belediye Başkanı'nın onayından
geçtikten sonra sonuçlanan ihale dosyaları, ilgili birimlere gönderilmesi gerekmekte iken, bu dosyalar ilgili
birimlere gönderilmez ve Tayyip Erdoğan'ın danışmanı Harun Karaca'ya gönderilir,
Harun Karaca ihaleyi kazanan firma yetkilileri ile görüşme yapar, bilahare dosya ilgili birimlere gönderilir.
Dosya, Harun Karaca'ya geldikten sonra ihaleyi kazanan firma yetkilileri ile Harun Karaca arasında özel
görüşmeler yapıldığı, bu görüşmelerde firma yetkilileri tarafından Harun Karaca'ya taahhüt-
256

lerin verildiği, taahhütlerin yerine getirileceğine dair yemimi .^ edildiği, ihaleyi alan kişilerden uzun vadeli
çeklerin alındığı, b»en ı„ dahil olmak üzere pek çok kişinin duyduğu dedikodulardır.
Bu tür dedikodularda Başkan Danışmanı Harun Karac^ ~ nel Sekreter Yardımcısı Adem Baştürk, Đştirakler
Daire Ba^ Necmi Kadıoğlu, Çevre Daire Başkanı Mustafa Öztürk ve ihw . yapan BĐT yönetim kurulları
etrafında yoğunlaşmaktadır. ?
Yapılan usulsüzlüklerin temelindeki amaç yukarıda da b^^,. ğim gibi Recep Tayyip Erdoğan'ı Başbakanlığa
hazırlamaktır.
Konular hakkında şimdilik söyleyeceklerim bundan ibarwt. Bu konularda elimde mevcut olan bilgi ve
belgeleri toparlad^ sonra Müfettişliğinize ibraz edeceğim ve uygun görürseniz yenjçu ifade vereceğim."
Mafyavari işlemler
Refah Partisi Antalya milletvekili adayı Ali Karakoç'un ar<j dan Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren'e
bildiklerini anlatan Đs^ bul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahmut Fçu Albayrak Şirketinin
Đstanbul'da çok güçlü bir hale geldiğini, işle^. dışarıda Mafyavari işlemlerle hallederlerken içerde adamları
vaslta sıyla yürüttüğünü, kendisinin evindeki bilgisayarına dinleme c\\\^z koyduklarını, bunu Fiziksel
Engelliler Vakfı aracılığı ile yaptıklat-,n anlatıyordu.
Đstanbul Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısının Fiziksel ^n_ gelliler Vakfı aracılığı ile bilgisayarına dinheme
cihazı koyduğu^ söylemesinin ardından, AKP Kurucularının yer aldığı "Kurucu|ar Kurulu" adlı kitapçığı
incelediğimizde Fiziksel Engelliler Vakfı hj2. met ödülü almış bilgisayar hocası olan Lokman Ayva ismini
gö^_ yoruz. Lokman Ayva aynı zamanda AKP milletvekili adayı olar^ da siyaset sahnesinde yerini aldı. Tabi
ki, Lokman Ayva'nın Gei)ej
257

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Sekreter Yardımcısı'nın bilgisayarına dinleme cihazı koydurduğu gibi bir iddiamız yok, olamaz da... Đki farklı
olayın bu denli kesişmesi sadece bir rastlantı olarak bu oluşumda yerini alıyordu.
Đstanbul Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahmut Kuş;
"Milli Gençlik Vakfı ile Albayraklar'ın ortak çalıştığını, Ruhsat Denetim Müdürü ve Hal Müdürünün Milli
Gençlik Vakfı'nın para kasaları olduğunu, Ruhsat Müdürünün eskiden Milli Gençlik Vakfı Başkanlığı
yaptığını, Milli Gençlik Vakfı'nın Mafyavari ilişkileri olduğunu ve kendisini tehdit ettiğini" Mülkiye
müfettişlerine anlatarak, Milli Gençlik Vakfı-Albayrak ilişkisine dikkat çekiyordu:
"Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Ali Müfit Gürtuna'nın hâkimiyeti ele geçiremediğini, Adem Baştürk'ü
bile görevden alamadığını, Adem Baştürk'ün Tayyip Erdoğan'ın adamı olduğunu, kendisinin ilk göreve
geldiği zaman önüne servis ihalesini getirdiklerini, 3-4 trilyonluk bir iş olan bu ihaleyi 4 parçaya bölmek
istediğini, bu sırada okul arkadaşı olan eski Maliye Müfettişi ve Defterdar olan Nurettin Canikli'nin kendisini
ziyarete geldiğini ve 4 parçaya bölmek istediği ihaleden dolayı şirketin rahatsız olduğunu söylediğini,
Kendisini ikna etmek için uzun uzun konuştuğunu, karşı çıkması üzerine Nurettin Canikli'nin kendisine
Albayrakları kastederek, "bu adamlar senin bildiğin adamlardan değiller, bunlar mafyacı adamlar, bunlarla
takışmasan iyi olur, ne yapacakları belli olmaz , senin güvenliğin için uygun olmaz, asarlar, keserler"
şeklinde konuştuğunu ve kendisinin bu yolla tehdit edildiğini,
Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Açıkalın'ın Albayraklar'ın köpeği olduğunu, Ali Müfit Gürtuna'nın, Recep
Tayyip Erdoğan ve Necmettin Erbakan arasında sıkıştığını, Recep Tayyip Erdoğan'ın halen Belediyeyi
yönettiğini, tüm kadronun Recep Tayyip Erdoğan'ın emrinde olduğunu, Personelin Ali Müfit Gürtuna'yı
dinlemediğini,
258

Bu yüzden Büyükşehir Belediyesi ile Albayraklar'ın ilişkisinin kesilemediğini, Necmi Kadıoğlu'nun hırsız başı
olduğunu ve Tayyip Erdoğan'ın adamı olduğunu, Mustafa Açıkalın'ın Ali Müfit Gürtu-na'yı hiç dinlemediğini,
Belediye'ye dahi gelmediğini, izinsiz yurt dışına gittiğini, bu yüzden kendisinin işlem yaptırarak müstafi
saydırdığını, bunun üzerine Parti'den pek çok kimsenin telefon ettiğini, buna rağmen Mustafa Açıkalın'ın
görevine son verdiklerini,
Belediye görevlilerinin hala Tayyip Erdoğan'ın güdümünde olduğunu, özellikle çöp toplama ve süpürme
işlerinde kendisinin ihaleye hazırlık için Ağustos ayında talimat verdiği halde görevlilerin ihale dosyasını 31
Aralık tarihine kadar beklettiğini ve ihaleyi Albay-rak şirketinden başka kimse almasın diye her yolu
denediğini,
Bir anlamda her sene çöp toplama, süpürme işlerini mecburiyetten ve alternatif bulmaya vakit
olmadığından dolayı Albayrak şirketine verdiklerini, Albayrak şirketinin kan emici vampir gibi Đstanbul'un
kanını emdiklerini,
Servis ihalesinde bir şirketi ihaleye girmesi için ikna ettiğini, Albayraklar'ın bu şirketi tehdit ettiğini,
kendisinin bunun üzerine ihaleyi iptal ettiğini, Albayrakların bunun üzerine tenzilatı %13'lere kadar
çıkarttığını, bu gelişmelerden sonra bir yandan Albayrak Şirketinin adamları tarafından, bir yandan da Milli
Gençlik Vakfı adamları tarafından takip edildiğini, tehdit edildiğini, tavır koyması üzerine kendisini derin
devletin adamı, MĐT'in adamı diye nitelendirdiklerini,
Albayrak Şirketi'nin servis işletmeciliği, çöp taşımacılığı, personel taşımacılığı alanında dışarıdan mafyavari
yöntemlerle içeriden de kendi adamları vasıtasıyla ihalelere tek katılımcı olarak katıldıklarını ve ihaleleri
aldıklarını, içerideki adamlarının başında Tayyip Erdoğan'ın da adamı olan Mustafa Açıkalın'ın geldiğini,
bunun yanı sıra Đşletmeler Müdürü Kemal Öztürk ve Sosyal ve Đdari Đşler Müdü-
259

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
rü Necdet Berber'in de Albayraklar'ın Belediye'deki adamları olduğunu, ayrıca Necmi Kadıoğlu'nun şirketleri
Albayrak'a peşkeş çektiğini,
Tayyip Bey'in danışmanlığını da yapan Harun Karaca'nın her ihaleden % aldığını ve Albayraklar'ın yakın
adamı olduğunu, Harun Karaca'nın ayrıca Milli Gençlik Vakfı'na da ihalelerden önemli miktarlarda bağış
topladığını, ayrıca Mezarlıklar Vakfı, Zabıta Vakfı, Đtfaiye Vakfı adında kurulan vakıflara yapılan usulsüzlükler
karşılığında büyük paralar aktarıldığını,
Tayyip Erdoğan'ın Zabıta Vakfı'na verdiği destek ile bu vakıf tarafından sahil boyunda baraka şeklinde
dükkânlar yapıldığını ve büyük paralar alınarak kiraya verildiğini, kendisinin göreve geldikten sonra bu
dükkânların hepsini yıktığını, bu vakıflara verilen belediye tesislerini geri aldığını,
Necmi Kadıoğlu ve Harun Karaca'nın baş aktörler olduğunu, Albayrak şirketleri ile diğer şirketler arasında
bağlantıyı Enver isminde bir adamın sağladığını, bu adamın ihalelerde organizatörlük yaptığını, bu yolla
anlaşma sağlanmaz ise mafyavari yöntemlere başvurulduğunu, dosyanın kendilerine her türlü bağlantı
bitmiş vaziyette geldiğini,
ĐETT'den yapılan ihalelerden HADEP'e bile para aktarıldığını, bunu MĐT'ten arkadaşlarının söylediğini,
kendisinin Büyükşehir Belediyesi'ne Ali Müfit Gürtuna ile yakın dostluğu yüzünden geldiğini, FP ile her hangi
bir yakınlığının olmadığını,
Albayrak şirketince Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden çok büyük miktarlarda para hortumlandığını, Recep
Tayyip Erdoğan ile Albayrak Şirketi arasındaki her türlü ilişkinin istihbarat birimlerinin desteği ile
sağlanabileceğini, özellikle MĐT yetkililerinin bu konuya ciddi bir şekilde eğilmeleri gerektiğini, Belediye
Genel Sekreter Yardımcısının Mülkiye Müfettişi, Albayrak Şirketi'nin Genel Koordina-
260

törü'nün de Maliye Müfettişi ve Defterdar kökenli olması sebebiyle bu adamların evrak üzerinde hata
yapmadıklarını,
Albayraklar'ın adamlarından birinin de ĐSKĐ'de Daire Başkanı olan Hüseyin Gülsün olduğunu, Belediye'den
Albayraklar'a para pompalanması için kullanılan en basit ve en önemli yolun ağaç işi olduğunu, Recep
Tayyip Erdoğan'ın şu anda elinde nakit 1 Milyar Dolar olduğunun söylendiği, bu paranın önemli bölümünün
kaynağının ağaç işi olduğunu, ağaç işindeki yolsuzluğu yakalamanın imkânsız olduğu, getirdik, diktik,
kurudu mantığının olduğunu,
Necmi Kadıoğiu ve Harun Karaca'nın bu işleri organize ettiği, bunların Allah rızası için, Cihat için çalıyoruz
şeklinde bir mantığının olduğunu, dosyalar üzerinde her hangi bir eksikliğin bulunamayacağını, en önemli
kanıtın tek katılımcı olmasının irdelenmesi olduğunu, araç kiralama işlerinde de büyük yolsuzluklar
yapıldığını,
Albayraklar'ın Belediye yetkililerine aldıkları arabaları daha sonra belediyeye kiraladıkları ve bu yolla da
belediyeden iki yönlü bir şekilde para hortumladıkları, kendisinin Albayraklar'ın belediyeden kiraladıkları
araçların listesini çıkarttığını, bu listedeki araçlann sahiplerinin kimler olduğunu araştırdığını,
Belediye Hukuk Müşaviri'ne, diğer firmalara yeterlilik vermemesi karşılığında Albayrakların Opel Omega
araba aldıklarını, Hukuk Müşaviri'nin adının Osman Yıldırak olduğunu,
Mevcut organizasyonda Recep Tayyip Erdoğan'ın lider olarak isimlendirilmesinin kâğıt üzerinde zor
olduğunu, bu bağlantının Harun Karaca ve Necmi Kadıoğiu tarafından sağlandığını,
Bunun yanı sıra işletmeler müdürü Kemal Öztürk, Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Açıkalın ve Hüseyin
Gülsün'ün bu organizasyonda kilit isimler olduğunu, Mustafa Açıkalın'ın mali müşavirlik bürosunun
olduğunu,
Bu konularda Milli Đstihbarat Teşkilatı'nda çok güzel bilgiler ol-
261

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
duğunu, hatta kendisinin bilgisayarına dinleme cihazı yerleştirildiğini, MĐT'ten aldığı bilgiler sayesinde
öğrendiğini, Albayraklar'ın katıldığı bir ihalede encümen başkanı olarak bulunduğunu, bu ihale sırasında
Albayraklar'ın tenzilatı arttırması için baskı yaptığını, buna kendisi hariç bütün encümen üyelerinin karşı
çıktığını, hatta kararı yazan bayan personelin bile indirim yapılmaması için gayret sarf ettiğini, yani tüm
belediyenin bu adamların elinde olduğunu anlatmak istediğini, ihalelerde yapılan en büyük usulsüzlüğün
hazırlanan şartnamenin Albayrak şirketine yönelik olarak hazırlanması olduğunu, örneğin şartnamede
"Kiralanan araçların sahiplerinden noter tasdikli taahhütname alınacaktır" şeklinde bir hüküm bulunması
halinde ihaleye girmeye talipli diğer şirketlerin (500) araçlık bir ihalede araç sahiplerinden alacağı
taahhütnameleri kendisine tanınan 15 gün içerisinde toplayıp getirmesinin mümkün olmadığını, bunun da
zaten Albayraklar'ın şirketinde hazır bulunduğunu, bu ve benzeri hükümler ile ihalelere başka firmaların
katılımının engellendiğini, bu yolla engelleme sağlanamadığı takdirde bu sefer mafyava-ri yöntemlere
başvurulduğunu,
Đstanbul'da LPG benzin istasyonlarından da büyük menfaatler temin edildiğini, bunlara verilen geçici
ruhsatlar karşılığında vakıflara 3-5 milyon dolar bağış alındığını, yine asfalt ve ağaç işlerinden büyük
vurgunlar yaptıklarını, ancak bunların tespitinin mümkün olmadığını, bütün Đstanbul'u bu doğrultuda bir
tespite tabi tutmanın imkânsız olduğunu, örneğin ağaç işlerini Necmi Kadıoğlu'nun ayarladığını, faturalarda
belirtilen ağaçların getirilip getirilmediğinin tespitinin mümkün olmadığını, ağaçların Đtalya'dan getirildiğini,
bunun karşılığında büyük paralar ödendiğini, öyle ki çoğu zaman taze ağaç yerine kurumuş ağaç
getirildiğini, bunu kendisinin bile Çağlayan Parkı'nda tespit ettiğini, evrak üzerinde Đtalya'ya ödendiği
görülen paraların Necmi Kadıoğlu vasıtası ile Đtalya'dan çanta değişimi şeklinde geri getirildiği,
Genel Sekreter Adem Baştürk'ün VADĐ isminde bir şirket kurduğunu ve ağaç işlerini bu şirketin organize
ettiğini, daha sonra ga-
262

'
zetelerde bu hususta yazılar çıkınca şirketin isminin değiştirildiğini, başka paravan şirketler kurulduğunu,
Albayraklar'ın ve Belediye'deki adamlarının Belediye'den para hortumlamalarında kullandıkları yolların
başında ağaç işlerinin geldiğini, bunu çöp toplama ve araç kiralama işlerinin takip ettiğini, kendisinin servis
ihalesindeki şartnameyi değiştirmesinin Albayrak şirketine çok koyduğunu,
Servis ihalelerini düzenleyebileceklerini ancak çöp toplama ihalelerinde bu firmaya mahkûm olduklarını,
aksi bir uygulamada bu kişilerin bütün Đstanbul'u çöplük haline getirebilecek bir organizasyona sahip
olduklarını, bu tür bir olayın da Ali Müfit Gürtuna'yı bitireceğini...",
belirten Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahmut Kuş, tüm bu konularda Albayrak
Şirketler Gru-bu'nun Đstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ile birlikte oluşturdukları organizasyonun
kanuna aykırı faaliyetlerinin ortaya çıkarılmasının, devletin tüm birimlerinin birlikte ve uzun vadeli bir
çalışması ile mümkün olduğunu da söylüyordu.
Tanıklar ifade vermeye korkuyor
Mülkiye müfettişlerince ifadeye alınan insanlar karşılaştıkları baskılardan dolayı bildiklerinin kayıtlara
geçmesinden korkuyorlardı. Đstanbul Kâğıthane Belediyesi Eski Sağlık Đşleri Müdürü Doktor Necmettin
Çağlar, Müfettişlere yaptığı açıklamanın kayda geçmemesini istiyordu. Doktor Çağlar bu konudaki
çekincelerini şöyle dile getiriyordu:
"Ben hâlihazırda Kâğıthane Belediyesi'nin Sağlık Đşleri Müdür-lüğü'nde Doktor olarak görev yapmaktayım.
Bana göstermiş olduğunuz gazete kupürlerinde belirtilen ihalenin yapıldığı günlerde Sağlık Đşleri Müdür
Vekili olarak görev yapmakta idim. Ancak gaze-
263

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
telere manşet olan ihaleye ilişkin Encümen Kararı'na imza atmadığım için Belediye Başkanı tarafından bu
görevimden alındım. Bu gerekçeden dolayı söz konusu günlerde Belediye Hukuk işleri Müdürü olan Av. Ali
Kazcı da Encümen kararına imza atmadığı için aynı gün görevden alındı.
Bu konulara ilişkin olarak daha önce Mülkiye Başmüfettişleri Adnan Kandemir, Abdulkadir Topçu ve Zeki
Çiftçi'ye ifade verdim. Söz konusu ifadelerin tarafınızdan temini halinde konuyla ilgili tüm ayrıntılar
görülecektir.
Aradan uzun bir süre geçtiği için ve geçen süre içerisinde Belediye Yönetimi'nin hasımhane tutumlarına ve
tacizlerine maruz kaldığım için tarafınızdan yapılmakta olan incelemelerde şikâyetçi sıfatı ile ifade vermek
istemiyorum.
Bilgime başvurulmak istendiğinde tarafınızdan yapılmakta olan incelemeler sırasında Belediye Encümen
Üyeleri'nin ve Belediye Encümeni'ne katılan Meclis Üyeleri'nin mal varlıklarına bakılmasında fayda
görüyorum.
Yine Belediye tarafından gerçekleştirilen çöp toplama ihalesinin şartnamesinin katılımı zorlaştırıcı
hükümlerinin kime menfaat sağladığının araştırılmasında fayda görüyorum...."
şeklinde ifade veren Sağlık Đşleri Müdürü, ayrıca yazılı ifadesine geçmemek kaydı ile Müfettişlerce bazı
bilgiler vermiş olup, bu bilgiler de özetle şöyleydi;
"Kendisinin Kaymakamlıkta özellikle ifade vermek istemediğini, çünkü Kaymakamlık Yazı Đşleri Müdiresi
Hülya Hanım'ın kapatılan Fazilet Partisi Milletvekili Mukadder Başegmez'in eşi olduğunu ve Kaymakamlıkla
olan biten her şeyi Kâğıthane Belediye Başka-nı'na ilettiğini, Belediye'ye gelen Müfettişler'e yeminli Kâtip
olarak şikâyet edilen şirketin elemanının gönderildiğini,
Belediye yetkililerinin Müfettişler'in istediği belgelerin yerine
264

kendi düzenledikleri düzgün tutanakları getirdiğini, yani suçu kamufle eden yeni belgeler düzenlediklerini,
buna rağmen suç yakalandığı takdirde bu sefer suçu 1-2 küçük memurun üzerine yüklediklerini,
Belediye yetkililerinin Đdare Mahkemeleri'nde de kollarının olduğunu, öyle ki kendisi ile ilgili olarak Men'i
muhakeme kararı mevcut olduğu halde Đdare Mahkemesi'nin lüzum'u muhakeme kararı varmış gibi karar
verdiğini, Belediye yetkililerinin kendisini tehdit ettiğini, taciz ettiğini, hiç kimsenin çalışmadığı bir
dispanserde görevlendirdiklerini, kendisinin bu konularla ilgili olarak daha önce gelen Müfettişlere ayrıntılı
ifade verdiğini, Maltepe, Esenyurt gibi Belediyelerin görevden alındığı bir ortamda Kâğıthane Belediye
Başkanı Arif Calban'ın çoktan görevden alınması gerektiğini, Kâğıthane Belediyesi'nde TALAN zihniyetinin
hakim olduğunu, öyle ki aylık bedeli (80) milyar olan bir işin Kâğıthane Belediyesi'nde (160) milyar liraya
yaptırıldığını, muhammen bedel tespitinin keyfi ve kişisel menfaate yönelik olduğunu, bu hususların ihale
dosyalarından tespit edilebileceğini, bununla beraber belgelerin değişmiş olma ihtimalinin de yüksek
olduğunu, sokak süpürme ve çöp toplama işinin ALBAYRAK şirketi tarafından yapıldığını,
Bina içi temizleme işini Belediye Başkan Yardımcısı'mn firmasının yaptığını, kendisinin yaptığı bu
açıklamalardan dolayı endişeli olduğunu, Belediye tarafından devamlı olarak sıkıştırıldığını, lojmandan
atılma ile karşı karşıya olduğunu, Kâğıthane Belediye-si'ndeki ve Đstanbul'daki yolsuzlukların bir Müfettiş
tarafından ortaya çıkarılmasının hayal olduğunu, yolsuzlukların hat safhada olduğunu ve bu yolsuzlukları
kamufle etmek için organize bir çalışma düzeninin mevcut olduğunu,
Örneğin BĐLBORD kirası diye bir şey olduğunu, bu ihalenin Belediye tarafından yapıldığını, yerin ihaleyi alan
kişiye fiilen teslim
265

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
edildiğini, ancak belge üzerinde teslim edilmediğini,
Bu uygulamayla ihaleyi alan kişinin (7) ay bedava ve haksız bir şekilde kazanç elde ettiğini, daha sonra
birilerinin uyanması üzerine ihalenin iptal edildiğini ancak ihaleyi gayri resmi bir şekilde alan şahsın (7) ay
haksız kazancına göz yumulduğu, bunun yanı sıra Al-bayrak Şirketi'nin, Belediye yetkililerine araba aldığı
duyumlarının olduğu, bilahare alınan bu arabaların kiralanma şeklinde tekrar ihaleye konu edildiğini, ancak
bunların ispatının zor olduğunu,
Temizlik Đşleri Müdürü ve üç Başkan Yardımcısı'nın Albayrak Şirketi tarafından yurtdışına geziye
götürüldüğünü, kendisinin Kâğıthane Belediyesi ile ilgili olarak yapmış olduğu şikâyetlerin anında Belediye
yetkililerine ulaştırıldığını,
Dolayısıyla hangi konuda şikâyet edilmiş iseler derhal tedbirlerini aldıklarını, belge eksikliğini giderdiklerini
veya yeniden belge düzenlediklerini, ihale dosyalarının Sayıştay tescilini çaycı Ali denilen bir şahıs aracılığı
ile 15 dakikada gerçekleştirdiklerini, Arif Cal-ban, Tahsin Calban, Yazı Đşleri Müdürü Mehmet Maşuk Süer
(Bu Şahsın P.K.K. olaylarından dolayı bölge dışına sürüldüğünü ileri sürüyor), Temizlik Đşleri Müdürü
Muhammet Gürlek, Basın Danışmanı Hüseyin Irmak'm Albayrak Şirketi ile menfaat ilişkisi içerisinde
olduğunu, bunun yanı sıra Belediye Meclisinden Encümene seçilen Meclis üyelerinin ihalelerle iç içe
olduğunu, hatta ihaleleri kendi şirketlerine aldıklarını, bu meclis üyelerinin Arif Calban, Ömer Seli-moğlu,
Cemil Söğütçü, Şaban Gülen, Metin Öktem, Ali Natık Buda, Fahrettin Soylu ve Mustafa Söğüt olduğunu,
Cemil Öğütçü'nün BĐLBORD ihalesinin ortaklarından biri olduğunu, Şaban Gülen'in hesap işlerinden sorumlu
olduğunu, Orhan Özer'in Fen Đşlerinden sorumlu olduğunu, hatta bir defasında ortada hakediş olmadığı
halde Muhasebede çalışan Arzu isimli bir bayana telefon ederek hakediş varmış gibi ödeme yapılmasını
sağladığını, bunun üzerine soruş-
266

turma açıldığını ve Arzu Çamiçi isimli Muhasebe memurunun yargılanmasına karar verildiğini, hatta bu
arada gerçeğe aykırı hak ediş düzenlenmesinin bile düşünüldüğünü, bunu da bizzat Arif Cal-ban'ın talimatı
olduğunu,
Kâğıthane'deki yolsuzlukları anlayabilmek için kendilerinin görevden alınmasına sebep olan ihale
dosyasının incelenmesinin yeterli olacağını, söz konusu ihale dosyasındaki şartnamenin nasıl ve kimin
menfaatine hazırlandığının tespitinin olayları aydınlatacağını, örneğin 300.000 nüfusa sahip bir ilçede çöp
toplamış olma şartının Albayrakları tarif eden bir şart olduğunu,
Albayraklar'ın Đstanbul'da çok kuvvetli olduğunu, Kâğıthane Belediye Başkanı'nın da güçlü bir konuma
geldiğini, geçirdiği soruşturmalardan her hangi bir sonuç çıkmayınca kendilerini daha da güçlenmiş
hissettiklerini, Kâğıthane Belediye Başkanının görevden alınmasını Sultan HOSPITAL'in sahibi olan
Muharrem Usta'nın engellediğini, Muharrem Usta'nın Fatih'ten Anavatan Meclis Üyesi olduğunu, bu işi
Kâğıthane'de yapımı sürdürülen Hastanenin kendisine kiralanması şartı ile yaptığını..."
Anlatan Sağlık Müdürü, Sadettin Tantan'ın da kendisini kıramadığını, Belediye Başkanı'nın görevden
alınması halinde bütün suiistimallerinin çorap söküğü gibi ortaya çıkarılacağını, Kâğıthane Belediyesi'nin
yıllık bütçesinin 30 Trilyon olduğunu, bunun 10 Trilyon lirası ile Kâğıthane'nin yıllık ihtiyaçlarının rahatlıkla
karşılanabileceğini söylüyordu.
Eski arkadaşa 190 milyon dolar
Albayraklar şirketinin sahiplerinden Mustafa Albayrak, Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'nde, 1994 yılı
mahalli seçimlerinde ağabeyi Nuri Albayrak'ın Fatih Đmam Hatip Lisesi'nde birlikte okuduğu ve samimi
görüştüğü arkadaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçilmesiy-
267

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
le Büyükşehir Belediyesine bir yakınlaşmalarının olduğunu, Recep Tayyip Erdoğan ile eskiden gelen
dostluklarından dolayı belediyeden ihale almalarının kolaylaştığını anlatıyordu. Mustafa Albayrak, Tayyip
Erdoğan'ı seçim çalışmalarında maddi ve manevi olarak desteklediklerini söylüyor, sahibi olduğu seçim
otobüslerini seçim faaliyetlerinde kullanması için Erdoğan'a tahsis ettiklerini de belirtirken Đstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nden 190 milyon dolarlık ihale aldıklarını da aktarıyordu. (Oysa gerçek rakamın
yaklaşık 450 Milyon dolar olduğu söyleniyor)
Albayraklar, Tayyip'in Başbakan olmasıyla SEKA'yı değerinin çok altında satın alıyor, Trabzon limanını da
çok düşük bedelle işletmeye başlıyorlardı.
Đhalelerden komisyon
Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı-Kapatılan Fazilet Partisi'nin eski Đstanbul Đl Meclis üyesi Ahmet Ergün,
Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'nde verdiği ifadesinde, Belediye'den ihale alan firmalardan yüzde 3 ile 10
arasında komisyon aldıklarını söylüyor, ifadesinde bir çok olaya açıklık getiriyordu.
"Ben 1986-1994 yılları arasında Refah Partisi Yönetim Kurullarında görev yaptım. Son seçimlerde Refah
Partisi'nden aday oldum ve Đl Genel Meclisi Üyesi seçildim. O dönemde Harun Karaca Đstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nde başkan danışmanlığı yapmaktaydı. Tahminen görevini 1995 ve 1998 yılları arsında kesintisiz
sürdürdü. Bu dönemlerde belediyeden ihale alan firmalar için Harun Karaca önemli bir isimdi. Çünkü ihale
şartnamelerini Harun Karaca inceler ve ihale alan firmalara, belediyelere yakın olan vakıflara veya başka
birimlere bağış yapılmasını sağlar, bir firma ihaleyi aldıktan sonra, Harun Karaca direkt olarak firma
sahibine "hayırlı olsun, sen bu ihaleyi kazandın. Buradan para kazanacaksın. Bizim
268

öğrencilere yönelik hizmet amaçlayan bazı vakıf ve kuruluşlarımız var. Buralara yardım ederseniz memnun
oluruz" diyerek yüzde 3'ten başlayıp, yüzde 10'lara kadar varan miktarlarda kararlaştırılan komisyonu ilgili
vakfa ve yurtlara kanalize etmek için beni arar ve söz konusu firma sahibi ile ben diyaloga geçerdim..."
Đhale komisyonlarından sorumlu danışman
1986 yılında Đstanbul Fatih Đlçesi Refah Partisi teşkilatına üye olan Harun Karaca, 1989 ve 1991 yıllarında
yapılan yerel seçimlerde memleketi olan Tokat-Zile'den Refah Partisi adına belediye başkan adayı olur
ancak seçimleri kaybeder. 1994 yerel seçimlerinde Fatih Belediyesi Meclis Üyeliğine seçilir. Parti listesinde
3. sırada olması nedeniyle de otomatikman Büyükşehir Meclisi'ne de girer. Kendisindeki yetenekler Tayyip
tarafından anında keşfedilir. Bu tarihten sonra da Tayyip'in danışmanı olur. Bundan sonrasını adli
makamlara verdiği kendi ifadesinden dinleyelim:
"... Benim Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Belediye Đktisadi Teşekkülleri'nde ihale olduğu zamanlar yönetim
kurulu sıfatıyla görevim oluyordu. Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu diğer ihalelerde bir görevim
olmadığı gibi dosya inceleme yetkim de yoktur. Ancak danışman olmam sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan
beni yanına çağırdığında ihale verilen firmalardan alınacak komisyonu görüşme ve yüzde miktarlarını
belirleme görevlerini bana verdi. Yapılan ihale dosyası olsun Genel Sekreter'den geçen tüm dosyalan
başkana ben ibraz ediyordum. Bu nedenle ihaleye giren ve kazanan kişilerle ilk görüşen ben oluyordum.
Açılan ihalelerde davet getiren firmalar arasında hangisi alacaksa kendi aralarında tespit ediyorlardı. Đhaleyi
alacak firma da Başkan tarafından onaylanan ve kendi görüş doğrultumuzda olan kişilere veriyordu.
Đhaleyi alacak olan firma sahibini Başkanlık katındaki makamı-
269

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
ma çağırıyordum. Firma sahibi ile görüşmemi yaptıktan sonra alınacak komisyonla ilgili olarak Partimizin Đl
Genel Meclis Üyesi olan Ahmet Ergün ile görüşmesini sağlıyordum. Đhaleyi alan firma sahibi de kendi
görüşümüzde olduğu için Ahmet Ergün 'ü hemen hemen hepsi tanımaktadır. Đhale indirimine göre yani
normal ihalede ise yüzde 35-50 civarında, anlaşmalı ihale ise yüzde 20-30 arasında olduğunu bu
ihalelerden yüzde 3 ile 5 arasında bir komisyon alındığını, alınacak olan komisyonun anlaşması Đl Genel
Meclis Üyemiz Ahmet Ergün'ün bulunduğu bir ortamda yapılmaktadır. Anlaşma sağlandıktan sonra paranın
tahsilini de Ahmet Ergün yapmaktadır..."
Tayyip'in danışmanı ihalelerden alınan komisyonun gittiği yerleri de şöyle açıklıyordu:
"...Alınan komisyonun Ahmet Ergün kanalı ile bağlı olduğumuz Partiye, Milli Gençlik Vakfı'na, Kur-an
Kurslarına gittiğini biliyorum. Alınan komisyon gayri resmi olduğu için yapılan bağışlarda gayrı resmidir. Bu
nedenle yapılan bağışlarda isim olarak herhangi bir şahsın ismi verilip, makbuz alınmaktadır. Bu konuları
Ahmet Ergün daha iyi bilmektedir..."
Tayyip Erdoğan'ın danışmanı Harun Karaca, taşıma ihalesini Albayraklar'dan başka hiçbir kimsenin
kazanamayacağını da şöyle anlatıyordu:
"... Büyükşehir Belediyesi'nin personel taşıma işlerini Recep Tayyip Erdoğan döneminde Personel Daire
Başkanı Akif Gülle ve daha sonra Daire Başkanı olan Hüseyin Gülsü ile alt birim olan Sosyal Đşler Müdürü
Necdet Berber tarafından şartnamesi hazırlanıp ihale edilmekteydi. Personel taşımacılık ihalesinde
Albayrak firması karşısına kimsenin çıkmadığını, çıksa da kazanamayacağını herkesin bildiği için karşısına
hiçbir rakip firma çıkmamıştır. Benim
270

bildiğimden beridir personel taşıma ihalesini Albayrak firması almaktadır...."


Đhaleleri kazanan firmaların verdiği komisyonların büyük bir bölümünün Milli Gençlik Vakfı'na gittiğini
açıklayan Tayyip'in danışmanı ifadesine şöyle devam ediyordu:
Đhalelerde komisyon alma işi belli bir kadro işidir. Çünkü dışarıya bilgi sızmaması gerekmekte, sistemin bir
parçası olması gerekmektedir. Đlk başlarda ihalelerde indirim yüksek tutuluyordu. Ancak daha sonraları
ihalelerin verildiği firmalardan komisyon alınabilin-mesi için bu indirimler fazla yüksek tutulmadı. Komisyon
alınma işinde Recep Tayyip Erdoğan'ın en güvendiği kişilerden Đştirakler Daire Başkanlığı'nı yapan Necmi
Kadıoglu, yönetiminde olduğu BĐT'lerle yapılacak ihalelerde yetkilidir...
Ahmet Ergün'ün konumunu yukarıda belirttiğim gibi benim belirlemiş olduğum komisyon oranlarını ilgili
firmalardan tahsil eder ve bu paraları ilgili yerlere dağıtır. Aynı zamanda bu şahıs Đl Genel Meclis Üyesidir.
Yine aynı gurubun içersinde yer alan Adem Baştürk ise o dönemde Genel Sekreter Yardımcısı idi. Bu
şahıslar başkana yakın olarak sistemin birer parçasıydılar. Alınan komisyonlardan bilgi sahibidirler..."
Yemeğin parasını ben mi verecem
Bülent Arınç'ın annesi öldüğünde eve gelen misafirlerin yemek parasını Manisa Emniyet Müdürlüğü
ödemişti.
Temmuz 2002 yılında Nevşehir'e ziyaret yapan Tayyip Erdoğan'a ziyafet çekilir. Çok geçmeden Nevşehir
Belediye Başkanı'nın yemek bedelini belediyenin kasasından ödettirdiği ortaya çıkar. Başkan Yalçın Demir
kendini şöyle savunur, "Erdoğan'a yemek vereceğim dedim. Ama bedelini cebimden ödeyeceğim
demedim."
271

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Yolsuzluk davalarından Meclise
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip, Đstanbul Belediyesi ile ilgili yolsuzluk davalarından yargılanan 11
arkadaşını milletvekili yapmak için aday olarak gösteriyordu. Đstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu
dönemde açılan bir çok ihalede yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle hakkında birçok inceleme olan,
soruşturmalar devam edilen ve davalar açılan Tayyip Erdoğan Đstanbul 1. sıradan aday olmuş ancak tüm
çırpınmalarına karşı adaylığı yargıdan dönmüştü.
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki yolsuzluk davalarında adı geçen birçok kişi, seçilme garantili yerlerden
AKP adayı oluyor, yapılanacak seçimlerde dokunulmazlık zırhına bürünmek istiyordu.
Đdris Naim Şahin: Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı döneminde Büyükşehir Belediyesinin Genel
Sekreter Yardımcısıydı. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde süren Akbil yolsuzluğu davasında sanıktı.
Đstanbul 3. Bölge 5. Sıradan Meclis'e girdi....
Hüseyin Beşli: Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden ĐGDAŞ'ta yolsuzluk davasının sanıklarındandı.
Kadınların erkeklere sunulduğu gibi inciler saçtıktan sonra Đstanbul 1. Bölge 10. Sıradan Parlamento'ya
adım attı....
Binalı Yıldınm: Đstanbul Deniz Otobüsleri Genel Müdürü olduğu dönemlerde yakınlarına büfe vererek çıkar
sağladığı gerekçesiyle görevden alındı. Đstanbul 1. Bölge 6. Sıradan seçildi. Erdoğan hükümetinin Ulaştırma
Bakanı..
Adem Baştürk: ĐGDAŞ ve Albayraklar davasında sanık. Beledi-ye'de çıkar sağlamak amacıyla oluşturulan
suç örgütünün kurucusu olduğu gerekçesiyle hakkında dava açıldı. Kayseri 5. Sıra adayı..
Akif Gülle: Erdoğan döneminde Belediye'de personel eğitim daire başkanıydı. Bilboard ihalelerinde
yolsuzluk iddiasıyla açılan davanın sanıklarından. Amasya 1. sıradan milletvekili oldu. AKP Kurucusu ve
Genel Başkan Yardımcısı. Akif Gülle, Yüksek Đslam
272

Enstitüsü mezunu... Gülle, Malatya Çocuk Yuvası'nda yaşanan dayak skandalinin ardından eleştirilere hedef
olan ve istifaya davet edilen Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'ya sahip çıktı. Gülle, "Bakanımız göreve
geldiğinden bugüne kurumları tek tek dolaşan, gecesini gündüzüne katarak hizmet yapan ve olayları
çözmek için çaba sar-feden birisidir" dedi. Ama skandallar birbirini kovaladı..
AKP Genel Başkan Yardımcısı Akif Gülle, Amasya'nın Merzifon Đlçesi'nde Amasya Damızlık Süt Yetiştiricileri
Birliği'nce "Dünya Süt Günü" dolayısıyla düzenlenen '2. Pilav Şenliği'nde, AKP iktidarı ile Türkiye'de zihniyet
değişimi yaşandığını söyledi. Söylediği doğruydu. Dünya Süt Günü'nde pilav yemek ancak AKP'lilere
yakışırdı. Pirinç gününde de kabak yerlerdi herhalde!
Recep Koral: Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı olduğu dönemde belediyeye ait 4 taşınmazı usulsüz olarak
satma iddiasıyla açılan davada Ali Müfit Gürtuna ve Tayyip Erdoğan ile birlikte yargılandı.. .Niğde'li olan
Koral, Đstanbul 2. Bölge 12. Sıradan seçildi....
15 Aralık 2000 Tarihli Hürriyet Gazetesi'nden Yalçın Bayer, Đstanbul Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin FP'li
Belediye Başkanı Ko-ral'ın Esentepe mahallesinde belediyeye ait stat alanını 49 yıllığına ve ayda 200 milyon
liraya, kendi yandaşlarının oluşturduğu Ekinli Köyü Eğitim Kültür ve Tanıtma Vakfı'na tahsis ettiğini
yazıyordu. Bayer şöyle devam ediyordu:
"Mehmet Polat'ın suç duyurusu üzerine bu tasarruf, eski Vali Kutlu Aktaş'ın yaptığı itiraz sonucu Đstanbul Đl
Đdare Kurulu'nun oybirliğiyle iptal edilmiş. Bunun üzerine Belediye, Danıştay'a itiraz etmiş ancak
reddedilmiş. Şikâyet üzerine Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve Recep Koral'ın yargılanmasına
karar verilmiş... (Koral'ın bir okul yerinin tahsisinden ötürü 12 ay hapis cezası Yargıtay'da bekliyor) Buna
rağmen yargı sürerken belediye, yine yasadışı bir işlemle vakfa inşaat ruhsatı vermiş.
273

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Polat, "Başkanın davası sonuçlanma aşamasındayken bu ruhsatı nasıl sağlayabilir? Bu belki de affa
girmeyeceği anlaşılan mahkûmiyetinin öncesinde yandaşlarına rant sağlama değil midir?" diyor.
Yasa tanımaz, mülki amirleri dinlemez GOP Belediye Başkanı Koral'ın, daha önce aynı şekilde usulsüz
olarak arsa tahsis ettiği dinci vakıfların da -Fetih Đlim ve Araştırma Vakfı, GOP Hizmet Vakfı ve Đnsanlığa
Hizmet Vakfı- inşaatları da hızla sürüyor.
Vali Erol Çakır, yasadışı işlemleriyle ün yapan belediye başkanının uygulamalarına kimse dur demeyecek
mi?
Yoksa bir yerde dayısı mı var?.."
Mustafa Açıkalın: ĐGDAŞ Soruşturmasında Albayrak gurubu sanıklarıyla birlikte gözaltına alındı. Cürüm
işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak, kamu kurumunu dolandırmak ve evrakta sahtecilik yapmakla
suçlandı. Đstanbul 3. Bölge 13. Sıradan milletvekili oldu. 6 Ocak 2007 tarihinde Tayyip'in Cuma namazı
çıkışı Şeyh Türbesi ardından ziyaret ettiği Ensar Vakfı'nın kurucularından....
Zülfü Demirbag: ĐSTAÇ AŞ. Yönetim Kurulu Üyesi, görevi kötüye kullanmak, zimmet, ihalelere fesat
karıştırmakla suçlandı. Elazığ 3. Sıradan seçildi...
"Tayyip Amca bize Atatürk örnek gösterildi ama örnek siz olmalısınız"
15.02.2007 Tarihli Takvim gazetesinde yer alan 'Lidere öv-gü'de çocuk eli' başlıklı haberden öğrendiğimize
göre AKP Milletvekili Demirbag, kızının yazdığı mektubu Erdoğan'a iletiyordu:
AKP, Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ'ın kızı Şule Demir-bağ'ın Başbakan Erdoğan'a, Dışişleri Bakanı Gül'e
ve Milli Eğitim Bakanı Çelik'e yazdığı kartlar da şunlar yer alıyordu.
(Erdoğan'a): Sevgili Tayyip Amca, bize Atatürk örnek gösterildi. Onun yolundan gitmemiz istendi ama ben şu
an anladım ki zor-
274

la kimse örnek alınmaz. Siz hep dik yürüyün olur mu? Hep ayakta durun. "Đşte bizim örneğimiz Tayyip
Erdoğan olmalı" desin istiyorum herkes..."
Kızı yazıyor, babası Meclis'te dört bir yana ulaştırıyordu.
Mustafa Ilıcak: ulaşım AŞ'de Daire Başkanı. ĐSBAK AŞ'de Yönetim Kurulu Üyesiydi. Zimmet, kamu
kurumunu dolandırmak, ihaleye fesat karıştırmak ve belediye bünyesinde oluşturulan çetenin üyesi olmakla
suçlandı. Erzurum 4. sıradan seçildi...
Mehmet Sekmen: Kartal Belediye Başkanı, görevi kötüye kullanma ve yolsuzluk suçlamasıyla görevden
uzaklaştırıldı. Mahkeme kararıyla geri döndü. Hakkındaki soruşturma devam ediyor. Đstanbul 1. Bölge 11.
Sıradan Meclis'e geldi...
Mikail Aslan: Ulaşım Daire Başkanlığından 2000 yılı Ağustos ayında verilen 320 milyar, 2001 Şubatı'nda
verilen 950 milyar liralık ihalelerin hayali olduğu iddia edilirken; paraların tamamen irticacı kadrolaşma ve
kişisel çıkar için kullanıldığı iddia edildi. Kırşehir 2. sırada...
Emin Şirin: Nazlı Ilıcak'ın eşiydi. 20 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nin haberine göre diş muayene
masraflarını bile eşi üzerinden Meclis'e havale ettirmişti. 2001 yılına göre masrafları 2 milyar tutuyordu ve
parayı Meclis ödedi.
Büyükşehir peyzaj ihalelerinde usulsüz gül sattığı gerekçesiyle DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
hakkında iddianame düzenlendi. Đstanbul'da 12. sırada Meclis'e girdi. Yaman(!) muhalif oldu ve karısı ile
boşandı.
Tayyip dokunulmazlıkları kaldıracağını söylüyor, ancak daha sonraları buna yanaşmıyordu. TBMM
Başkanlığı'nda dokunulmazlığı kaldırılması istenen AKP'liler Đlhan Taşçı'nın kaleme aldığı "Af Dağının
Ardındaki AKP" adlı kitabında şu şekilde sıralanıyordu:
"Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Đçişleri Bakanı Abdülkadir
275

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Aksu; RP'nin hazine yardımlarındaki usulsüzlük davası olarak açılan kayıp tirilyon davası olarak bilinen
davada; Özel Evrakta Sahtecilik...
Çevre Bakanı Osman Pepe, Savunma Bakanı Vecdi Gönül; Seçim yasaklarına muhalefet...
TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil; Zimmet ve Nitelikli zimmet...
AKP Genel Sekreteri ve Đstanbul Milletvekili Đdris Naim Şahin; Zimmet, Kamu biletlerinde kalpazanlık,
Đhaleye fesat karıştırmak, Hizmet nedeniyle emniyeti suistimal, resmi evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için
teşekkül oluşturmak...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Akif Gülle; Devlet Đhale davasına muhalefet...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Mir Dengir Fırat; Basın yoluyla halkı sınıf, din, ırk, mezhep veya bölge
farklılığı gözeterek açıkça tahrik etmek...
Kayseri Milletvekili Adem Baştürk; Zimmet, nitelikli zimmet, görevi ihmal, ihaleye fesat karıştırmak, görevi
kötüye kullanmak, Devlet Đhale Yasası hükümlerine aykırı davranmak...
Đstanbul Milletvekili Mustafa Açıkalın; Đhaleye fesat karıştırmak, zimmet, nitelikli zimmet, kamu taşıma
biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarında sahtecilikle cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak...
Đstanbul Milletvekili Hüseyin Beşli; Nitelikli zimmet...
Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan; Zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve
kayıtlarında sahtecilikle cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucunda
yaralanmaya sebebiyet vermek.
Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler; Görevi kötüye kullanmak ve resmi evrakta sahtekarlık...
276

Şanlıurfa Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin; evrakta sahtekarlık ve kamu kurumunu dolandırmak, Vergi
Usul Yasası'na muhalefet...
Bursa Milletvekili Mehmet Emin Tutan ve Giresun Milletvekili Ali Temur; Özel evrakta sahtecilik...
Konya Milletvekili Özkan Öksüz; Dolandırıcılık, özel evrakta sahtecilik, Siyasi Partiler Yasası'na muhalefet...
Karısını dövmesiyle ünlü Halil Ürün, Konya Milletvekili; Đhaleye fesat karıştırmak...
Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbag; Đhaleye fesat karıştırmak, emniyeti suistimal...
Sivas Miletvekili Selahattin Uzun; Đhaleye fesat karıştırmak, hizmet nedeniyle emniyeti suistimal...
Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcah; Görevi ihmal, ihaleye fesat karıştırmak, hizmet nedeniyle emniyeti
suistimal...
Yozgat Miletvekili Mehmet Erdemir; Müesssir fiil ve hakaret, hırsızlık ve suistimal, görevi kötüye
kullanrnak...
Trabzon Milletvekili Asım Aysan; Görevi kötüye kullanmak, mahkeme kararlarına uymamak...
Kahramanmaraş Milletvekili Hanefi Mahçiçek ve Siirt Milletvekili Öner Gülyeşil; Görevi kötüye kullanmak...
Kahramanmaraş Milletvekili Ali Sezai; Đmar Kanunu'na aykırı inşaat hakkında yıkım kararını uygulamamak
ve gece kondular hakkında mevzuatın öngördüğü işlemleri yapmamak...
Sakarya Milletvekili Ayfer Sefer Üstün; Müteselsilen görevde yetkiyi kötüye kullanmak...
Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoglu; Avukatlık görevini kötüye kullanmak...
Afyon Milletvekili Ahmet Koca; Yetkili mercilerin emirlerine ri-
?
ayetsizlik...
277

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü; Avukatlık görevini kötüye kullanmak ve avukatlık görevini ihmal etmek...
Mersin Milletvekili Mustafa Eyiceoglu; Görevde keyfi muamele suçunu işlemek...
Kütahya Milletvekili Hüsnü Ordu; Görevli memura hakaret ve tehdit...
Kütahya Milletvekili Soner Aksoy; Basın yoluyla hakaret etmek...
Ağrı Milletvekili Naci Aslan; Sahte olarak tanzim edilen evrakı bilerek kullanmak...
Đstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen; Bir kısım kooperatiflere usulsüz arsa tahsil etmek...
Düzce Milletvekili Fahri Çakır; Genel bir tehlike doğuracak şekilde bina yıkılmasına ve ölüme neden olmak.
Ticarete hile karıştırmak.
Burdur Milletvekili Bayram Özçelik; yayın yoluyla Cumhurbaşkanına hakaret etmek...
Gümüşhane Milletvekili Sabri Varan; Kamu görevlisine hakaret etmek..."
Đspatlamayan şerefsizdir
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Đstanbul Belediye Başkanlığı yaptı§ı dönem ile ilgili, yolsuzluk
iddiaları ard arda yağmur gibi gelmeye başlayınca 25 Ekim 2001 tarihli Yeni Şafak Ga-zetesi'nin
sürmanşetinden sesleniyordu:
"Đspatlamayan şerefsizdir!.."
Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış bir insana yakışmayan böyle ucuz bir söylem, insanların aklına "her
şeyi çok iyi planladık" o nedenle hiçbir şey bulamazsınız şeklinde bir soruyu da beraber getiriyordu.
Tayyip'in bu konuşmasının ardından, Star gazetesinin köşe yazarlarından Saygı Öztürk yazısında "Recep
Tayyip Erdoğan -Đddialarını ispatlayamayan şerefsizdir- diyeceğine, "Ben Recep Tayyip
278

Erdoğan olarak Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığım dönemde gerek Albayraklar'a, gerekse
akrabalarıma veya yakın çevreme Belediye yani Devlet imkânlarından 1 lira menfaat sağla-dıysam
namerdim şerefsizim" diyebilmeli diyordu. Aradan neredeyse 1 yıl geçti ancak Recep Tayyip Erdoğan bu
şekilde bir beyanla halkın karşısına çıkamadı. Dürüst bir insan için bu şekilde bir ifade her zeminde
kullanılır. Ancak Erdoğan bunu bir türlü başaramadı.
Yolsuzluklarla ilgili geniş bilgileri ileriki sayfalara bırakarak Tay-yip'in serüvenini yine kendinden izleyelim:
"Đstanbul Đmam Hatip Okulu'nda edebiyat öğretmenimiz öğrencilerine Ziya Gökalp'in bir şiirini okuyordu.
Benim şiire karşı aşırı bir ilgim vardı. Bu şiiri o kadar çok beğenmiştim ki o anda şiirin tümünü
ezberlemiştim.
Daha sonraki yıllar siyasetin içinde aktif olarak yer aldığımda Türkiye'nin dört bir yanından davetler alıyor,
fırsat buldukça yurdun değişik yörelerinde halkımıza ülke meselelerini anlatmaya çalışıyordum. Gün oluyor
bir konferans salonunda, gün oluyor meydanlarda halkımızla buluşuyordum.
Konuşmalarıma genelde ezberimde olan şiirlerden bir dörtlük okuyarak başlardım. 1997 yılının Aralık
ayının 12'sinde davet üzerine gittiğim Siirt'te de mitinge iştirak ettim. Konuşmama her zaman olduğu gibi
bir dörtlük okuyarak başladım. Aynı dörtlüğü o tarihten birkaç ay önce Osmaniye mitinginde de okumuştum.
Okuduğum dörtlük Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında bir fikir adamı olarak büyük hizmetleri geçen Ziya
Gökalp'in şiiriydi. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere tavsiye edilen bir kitapta yer alan bir şiirdi.
Bu şiir nedeniyle Diyarbakır DGM'de yargılanmaya başladım. Ben Ziya Gökalp'in yazdığı şiiri okuduğum için
"Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmekten" (TCK 312/2) mahkûm
edilmiştim...
Verilen ceza kesinleşince, 4,5 yıl onurla taşıdığım Belediye Başkanlığı görevime veda ettim. 26 Mart 1999
Cuma günü on bin-
279

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
lerce insan, binlerce araba eşliğinde Pınarhisar cezaevinde dört aylık zorunlu istirahata çekildim.
Benim cezaevi günlerim 24 Temmuz 1999 gecesi bitmişti. Türkiye'mizin problemleri her geçen gün artarak
devam ediyordu. "Seçilme hakkı"ndan mahrum edilmiştim. Ama bu siyaset yapma yasağı anlamına
gelmiyordu. Türkiye'mizi aydınlık geleceğe taşımak için ne gerekiyorsa onu yapacak ve bu uğurda gayret
gösterecektik."
'Bu şarkı bitmez' lakin başkanlık bitti!
Tayyip Erdoğan'ın gerçek yüzünü gösteren Ümraniye konuşması basında yer alıp toplumun her kesiminden
tepki toplamaya başlayınca, hemen bi koşu gidip, Akşam gazetesinden Savaş Ay'a demeç veriyordu. Savaş
Ay'ın , .
"1997 yılında Siirt'te bir şiir okudunuz ve yaşamınız alt üst oldu. Şiire küstünüz mü sonra?" şeklindeki
sorusuna Erdoğan, gülerek şu cevabı veriyordu:
"Şiire, şiiri okuyana küsenler, kızanlar olabiliyor gerçi ama ben küsmedim."
Ardından ikinci soru gelir;
"Ajitasyona yarayacak, kitleleri etkileyecek bir şiir olduğu kanısına vanp mı ezberlediniz?"
Erdoğan yine gülerek, "Yok efendim yok yahu. Ben taa Đmam Hatip Lisesi'nde öğrenciyken ezberledim"
şeklinde kendini savunuyordu. Gerek zamanın Fazilet cephesi ve Đslamcı basın adeta hep bir ağızdan koro
şeklinde "o şiir ziya Gökalp'e aittir" şeklinde bir başka savunma yöntemini geliştiriyorlardı.
Tayyip Erdoğan hakkında, Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca, Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinde
düzenlenen "halkı din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik" suçunu işle-
280

diği iddiasıyla inceleme başlatıldı. 312. maddedeki suçlar DGM kapsamında olduğu ve Siirt'te Devlet
Güvenlik Mahkemesi bulunmadığı için dosya görevsizlik kararı ile Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne
gönderildi.
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Erdoğan'ın Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesini ihlal
ettiğini iddia ederek cezalandırılması istedi. Başsavcılığın talebi doğrultusunda 2 Şubat 1997 tarihinde
Recep Tayyip Erdoğan hakkında dava açıldı. TCK'nin 312. maddesinden istenilen ceza bir yıldı. Ancak
cezanın süresinden çok getirişi önemliydi. Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinden ceza alanlar siyasi
hayata veda ediyordu. Bırakın bir partinin genel başkanı olmayı, gazetelerin manşetlerinden verdikleri gibi
muhtar bile seçilmeleri imkânsız hale alıyordu. Erdoğan, Diyarbakır DGM tarafından açılan dava sebebiyle
uykusuz günler geçiriyordu.
Tayyip Erdoğan, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde açılan davanın ardından çalmadık kapı
bırakmadı. Mason Üstadı Çetin Özek ve Türkiye'nin önde gelen ceza hukukçularına mütalaalar hazırlatılarak
mahkemeye sunuluyordu.
Çetin Özek, Ankara DGM'de yargılanan Fetullah Gülen ve daha önceleri davaları olan Yahova şahitleri için de
aklama mütaala-ları vermişti.
Erdoğan, savunmasında Siirtlilerin eniştesi olduğunu vurguluyor, Diyarbakır DGM'ye gönderdiği yazılı
savunmasına şöyle devam ediyordu:
"... Siirt Đlinin özellikle son on yıldaki gelişmelerini dikkate alarak, aynı zamanda eşimin Siirtli olması
sebebiyle bir Siirt damadı olarak; şehrin ve bölgenin hassasiyetini düşünerek birliği, beraberliği, bütünlüğü,
barış ve sevgiyi içeren bir konuşmayı hedefledim ve gerçekleştirdim. Bunu konuşma yapılan meydandaki
coşkuda ve
281

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
miting sonrası o büyük kitlenin el ele, kol kola bir bütün olarak alandan ayrılışında görmek mümkündü. Ne
yazık ki, ben; bu tabloyu göremeyen bir iddia ile karşı karşıyayım"
Masonlar Tayyip'e kol kanat geriyor
Ankara DGM'de yargılanan Fetullah Gülen'e övgülerle dolu mütalaayı hazırlayan, Yahova Şahitlerini yere
göğe sığdıramayan, bu kere Tayyip Erdoğan'ı kutsama yarışına giren Mason Prof. Dr. Çetin Özek; Erdoğan'ın
yaptığı konuşmanın bir siyasetçinin siyasal görüşlerini ifade ettiği siyasal eleştiri niteliğinde ve içeriğinde
olduğunu belirterek, bu konuşmanın bir siyasetçinin hak ve sorumlulukları açısından değerlendirilmesi
gerektiğini ifade ederek, bu açıdan, konuşmanın hukuki niteliğinin sorulmasını şaşkınlıkla karşıladığını dile
getirdiğini belirtiyordu.
Hocaların Hocası lakaplı Ordinaryüs Profesör Doktor Sulhi Dönmezer, "Elli yılı aşan bilirkişilik tecrübelerim
çerçevesinde ve Atatürk inkılâplarının inançlı ve sadık bir yandaşı, irtica ile yıllarca savaşmış ve savaşmakta
bulunan bir bilim adamı sıfatıyla ve görüşüyle" incelediğini belirttiği Siirt konuşmasında "kişileri, Đslam
şeriatının hukuk esaslarına uygun, laiklik ilkesini kaldırmaya yönelik propaganda niteliğine delalet eden
herhangi bir unsurun veya özelliğin mevcut bulunduğu kanaatinde değiliz" dedi.
Đstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Galatasaray Üniversitesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Uğur Ala-cakaptan da 'Erdoğan'ın Siirt konuşmasına dayanılarak böyle bir davanın açılmış olması
hukuk devleti ilkeleri ile düşünce özgürlüğü ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temelinde yatan laiklik ilkesi
ile bağdaştırılamaz' dedi. Uğur Alacakaptan "Büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp'ın eserinden aldığı belirtilen
Romanos Diogenos-Alpars-lan atışmasının yani yaklaşık bin yıl geride kalan muhayyel şiirsel
282

bir çatışma ile Milli Marşımızın bir bölümünün suç unsuru sayılmasından duyduğum şaşkınlığı da belirtmek
isterim" görüşlerini dile getirdi.
Burada yeri gelmişken bir hususa daha dokunmadan geçemeyeceğiz. Velev ki dava konusu bu şiir Ziya
Gökalp'e ait bulunuyor olsun. Peki ama, bu şiirin Türklüğü ve Müslümanlığı yok etmeği hedef alan Hıristiyan
batıya karşı yazıldığı açıkça görülmekte iken, Tayyip Erdoğan'ın bu şiiri, aynen tebliğnamede denildiği gibi;
"Kürt ve Arap kökenli yurttaşlarımızın çoğunlukta olduğu, pek çok kanlı eylemi gerçekleştiren yasa dışı
Hizbullah örgütünün, ülkemizde din temeline dayalı bir devlet düzeni kurulması amacıyla faaliyet gösteren
şeyhlerin ve tarikat liderlerinin en fazla etkili olduğu, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yabancı ülkelerin
kışkırtmasıyla, devletimize karşı silahlı isyanlara katılmış kişilerin bulunduğu bir yörede, açık hava toplantısı
düzenletip, kürsüye çıkarak binlerce kişiye karşı" okumasının gereği nedir?
Yoksa yine Teblignamede denildiği gibi, "sanık, silahlı eylem çağrıştıran bu sözleriyle, SEVR'Đ hortlatmaya
çalışan ve bu nedenle ülkemizde hem 'bölücü' parti ve kişileri, hem de 'Siyasal Đslamcı' parti ve kişileri
destekleyen paralı ve çok etkili dış güçlere, ayrıca içimizdeki 'siyasal Đslamcılara', sizin aradığınız adam
benim imajını vermeye çalışmakta" mıdır?
Öyle ya; Erdoğan, Siirt konuşması sırasında bütün konuşmalarında yaptığı gibi insanları tahrik edecek
kavramları ihmal etmedi. Hıristiyan batıya söylenen şiiri, devlete karşı okudu. "Minareler süngü/Kubbeler
miğfer/Camiler kışlamız/Müminler asker"! Đşte, Erdoğan'ın bu dizeleri okuması hayatını değiştirecek bir
dönemin başlangıcı oldu. Erdoğan ilginçtir 'o gün plaka numarası okusam yine ceza vereceklerdi!' diyordu.
283

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
DGM'den ceza
22 Nisan 1998 tarihinde, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi uzun bir yargılama sürecinin ardından
tarihi kararını veriyordu. Erdoğan'ın savunmasına, ceza hukukçularının mütalaalarına rağmen Diyarbakır
DGM, Erdoğan'ın konuşmasını Türk Ceza Ka-nunu'nun 312. maddesini ihlal edecek nitelikte olduğuna karar
veriyordu. Diyarbakır DGM önce Erdoğan'ı "bir yıl hapis cezası, 860 milyon TL ağır para cezasına çarptırdı.
Ancak, Sanığın yani Erdoğan'ın duruşmadaki hali, mahkemeye karşı tavrı, lehine haMetici neden olarak
kabul edildiğinden cezası 10 ay hapis ve 176.666.666 TL'ye indirildi...
Diyarbakır 3 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 21 Nisan 1998 tarihli gerekçeli kararında aynen şu
ifadelere yer veriliyordu-.
"Sanık savunmasında bu mısralarda inanç birliğini ifade ettim diyorsa da, konuşmanın yapıldığı, şiirin
okunduğu tarihte Malazgirt savaşının yıldönümü değildir. Türkiye bir Haçlı ülkesi ile savaş halinde değildir.
Türkiye'nin gerektiğinde görevini yapan bir ordusu vardır. Peki bu şiirde kastedilen ordu, niye kime karşı?
Yukarıda açıklandığı gibi Türkiye'nin inananlar-inanmayanlar laikler-laik olmayanlar, şeklinde kamplara
ayrıldığı ortamda laiklere karşı ve Anayasa'ya göre laikliğin arkasında olan Milli Güvenlik Kurulu ve onun
temsil ettiği orduya karşı, ordu bize karşı ise de bizim camilerde kışlayan inananlar ordumuz var, hiçbirşey
sindiremez demeye getirmektedir...
Sanığın, 'sözlerimin sonuna geliyorum dikkatle dinleyin' diye dikkat çektiği bölümde her devrin Firavunları
ve Nemrutları olduğunu, bunun karşısında Musa ve Đbrahim'in olacağını, durum böyle olunca kutlu bir
yolculukta olduklarını, bu yolculuktaki engelleri aşa aşa gideceklerini, bu pislikleri, pislik dolu yollan
temizleyeceklerini söyleyerek Firavun ve Nemrutla inançlı insanların en çok duyarlı ol-
284

dukları ve nefret ettikleri kendilerine karşı olanların Nemrut ve Firavun olduklarını ima ile pislik olduklarını
söyley^re^ ain farklılığı gözeterek kendilerine inanmayanlar diye nitelen^ laik yurttaşları ve onların
arkasında olan MGK üyeleri, üniversite hocalarını kastederek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği
anlaşılmaktadır"
Tayyip Erdoğan, kararının açıklanmasının ardından bir basın toplanüsı düzenleyerek, karara tepkisini ortaya
koydu. Erdoğan Siirt'teki konuşmasında birlik ve beraberlik mesajları verdiğini hatırlattıktan sonra, "Asla
kendime yakıştıramadığım bir suç isnadıyla karşı karşıya bırakıldım. Maalesef son zamanlarda yargı
kararlarının üzerine siyasetin gölgesinin düştüğü şeklinde bir izlenim kamu vicdanını yaralamaktadır. Bu da
gözbebeğimiz gibi korumamız gereken demokratik hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. Ülkemizde
gittikçe demokrasi şekli bir seçim metoduna dönüştürülmektedir. Hâlbuki demokrasi aynı zamanda,
seçimin varlığı kadar yargı ve yargıç bağımsızlığı demektir. Eğer bu iki bağımsızlık çignenirse demokratik bir
görüntü altında baskıcı bir düzen kurulmuş olur" diye konuştu.
Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır DGM tarafında verilen kararın bozulması için kararı temyiz etti ve 13
Temmuz 1998 tarihinde, Tayyip Erdoğan'la ilgili dosya Yargıtay'a ulaştı. Yargıtay 8. Ceza Dairesi ise kesin
kararını 24 Eylül 1998 tarihinde açıklıyordu.
Diyarbakır DGM tarafından verilen cezanın yasa ve usullere uygun olduğuna karar verilerek Tayyip
Erdoğan'ın cezası onandı. Tayyip Erdoğan'ın önünde tahsis-ı karar ve iade-ı muhakeme talebinde bulunma
hakkı vardı. Ancak bunlardan netice alınmasına ihtimal verilmiyordu. Beklenildiği gibi Erdoğan'ın
başvurduğu bütün hukuk yolları tek tek boşa çıktı ve cezası kesinleşti.
285

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Şeyh'le namaz
10 aylık hapis cezası onanan Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, restore ettirdiği Maktul
Mustafa Paşa Ca-mii'nde, bir Nakşibendî şeyhinin kıldırdığı cuma namazında saf tuttu. Diyanet'e henüz
devredilmeyen camiye, imam bile atanmamıştı.
Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eyüp'te 100 milyar liraya restore ettirdiği ve
henüz Diyanet Đşleri tarafından imam bile atanmayan Maktul Mustafa Paşa Camii'nin açılışında, bir
Nakşibendî şeyhinin kıldırdığı cuma namazına katıldı. Diyanet Đşleri'ne henüz devredilmeyen ve imam
ataması da yapılmayan tarihi caminin açılış namazı bir Nakşibendî şeyhi tarafından kıldırıldı. Başkan
Erdoğan'ın, namazı kimin kıldıracağından bilgisi olmadığını öne süren üst düzey bir belediye yetkilisi,
Diyanet'e devredilecek olan tarihi caminin, Nakşibendî Tarikatı'nca sahiplenile-meyecegini söyledi. Belediye
yetkilisi, eskiden tekke olarak kullanılan yapıların da belediye tarafından klasik el sanatları atölyesine
dönüştürüleceğini belirterek, şunları söyledi:
Padişah tarafından öldürtüldügü için 'maktul' diye anılan Sadrazam Mustafa Paşa tarafından 1755 yılında
inşa ettirilen cami, 1774 yılında Nakşibendî Tarikatı şeyhlerinden Seyit Ahmet Efen-di'nin imamlık yapması
ve avlusuna inşa ettirilen tekkeyle, Nakşi-bendîlerin ibadethanesi haline gelmişti. Nakşibendî şeyhlerinin
imamlık, hocalık yaptıkları ve ölümlerinden sonra avlusuna defnedildikleri Maktul Mustafa Paşa Camii,
Cumhuriyet Dönemi'nde tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra harabeye dönmüştü.-
Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir Nakşibendî şeyhinin arkasında kıldığı
namazın, 10 aylık cezasının onanmasından bir gün sonraya rastlaması dikkat çekiyordu. Namazda, Beyoğlu
Belediye Başkanı Nusret Bayraktar da, Tayyip Erdoğan'la saf tutuyordu.
286

Yargıtay tarafından Tayyip Erdoğan'ın son umudu olan karar düzeltme isteminin reddedilmesi üzerine
Kırklareli Pınarhisar Ceza-evi'nin yolunu tutuyordu. Böylece, Erdoğan'ın 23 Temmuz 1999 tarihine kadar
sürecek olan cezaevi günleri başlıyordu.
Pınarhisar Cezaevinden ziyade Tayyip Erdoğan'ın siyasi karargâhı haline geliyordu. Yenilikçi kanadın önde
gelen isimleri başta olmak üzere Erdoğan'ın ziyaretçileri hiç eksik olmuyordu. Erdoğan'ın taraftarları
Pınarhisar'a adeta kamp kuruyordu. Pınarhi-sar'ın girişindeki benzin istasyonu, karşılama merkezi haline
gelmişti. Erdoğan'ı ziyarete gelen isimler önce burada karşılanıyor ondan sonra karargâha pardon cezaevine
götürülüyordu.
Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, Ankara Milletvekili Oya Akgönenç ile birlikte Tayyip Erdoğan'ı
Pınarhisar'da ziyaret ediyordu. Tayyip Erdoğan bu görüşme sırasında yeni bir parti kuracağının ilk işaretlerini
veriyordu. Erdoğan, "Recai Abi, bu işler böyle gitmez" diyordu.
Erdoğan kendisini ziyaret eden Erzurum eski Milletvekili Abdü-lillah Fırat'ın "Tayyip Bey biraz sabret.
Erbakan Hoca'nın yaşı biraz ilerledi. Hak vaki olduğu zaman onun yerine sen geçersin" şeklindeki sözlerine;
"Senin dediğin tarikatlarda olur. Biz siyasetten bahsediyoruz. Biz cemaat değil siyasi parti kurmaktan
bahsediyoruz" diyerek niyetini açık açık belirtiyordu.
24 Nisan 1999 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Emin Çölaşan, "Adamına göre cezaevi" başlıklı yazısında
Tayyip'in cezaevi karargâhını anlatıyordu:
"Türkiye'de cezaevi rezaletini hepimiz az çok biliriz. Devletin sözünün geçmediği, koğuşlarına ve
koridorlarına egemen olamadığı cezaevi sayısı az değildir. Özellikle Đstanbul böyledir. Oraları mahkûmlar
yönetir. Đçeriye herşeyi sokmak serbesttir.
Silah, cep telefonu, uyuşturucu, içki, kadın vesaire!.. Yeter ki
287

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
bedelini ödeyecek güç ve paraya sahip olun. Ama en laçka cezaevlerinde bile bir kural vardır ki, onu
çiğnemek kolay değildir.
Ziyaret günü ve kısıtlı görüş. Her hükümlü veya tutuklunun kimlerle ne zaman görüşeceği bellidir. Avukatlar
dışında, bunlar genelde aile bireylerinden oluşur.
Ziyaret günleri de bellidir. O günler dışında, çok olağanüstü bir şey olmadıkça içeriye hiç kimse görüşçü
olarak alınmaz.
Đstanbul'un eski Belediye Başkanı Tayyip, geçtiğimiz günlerde DGM'de yargılandı ve hapis cezası aldı.
Kırklareli'nin Pınarhisar Cezaevi'nde yatıyor.
Televizyonlarda izliyoruz, gazetelerde okuyoruz. Partilileri, her-gün akın akın Tayyip'e gidiyorlar. Ziyaret günü
kavramı falan yok. O kadar ki, Tayyip ziyaretçi ağırlamaktan yorgun düşmüş ve "Az gelin" diye haber salmış.
Yani Tayyip için ziyaret günü, saati ve ziyaretçinin kimliği gibi kısıtlamalar yok.
Acaba Pınarhisar Cezaevi'nde yatmakta olan diğer mahkûmlar için de aynı kural geçerli mi? Onların
ziyaretçileri de her gün içeri girip görüş yapıyorlar mı?
Hayır, o cezaevinin ziyaret günü cumartesi. Sadece Tayyip için bir de özel olarak Çarşamba yapıldı.
Doğu Perinçek Đşçi Partisi Genel Başkanı. O da DGM'de yargılandı ve hapis cezası aldı. Haymana
Cezaevi'nde yatıyor.
Dikkat ediniz, Tayyip ve Doğu'nun yatmakta olduğu iki cezaevi de, üç aşağı beş yukarı aynı olan ilçe
cezaevleri. Yani kuralları aynı olması gereken yerler...
Đyi ama Dogu'ya Perşembe günleri dışında ziyaret yasağı var. Aile bireyleri sadece onu Perşembe günleri
görebiliyor. Partili arkadaşları genelde göremiyor. Ya da bir kişinin görmesi için bin bir formalite gerekiyor.
288

Çok sayıda kitabın yazarı Doğu'ya, içeride yazı yazması için bilgisayar verilmiyor, duruşmalara kelepçeli
getiriliyor.
Tayyip'le Doğu'nun suçları arasında fazla bir fark yok. Yani her ikisi de yüz kızartıcı suçtan falan hüküm
yemedi. Ceza süreleri hemen hemen aynı. Sadece yattıkları cezaevleri farklı.
Peki devletin bu iki siyasetçiye karşı uyguladığı farklı tutum nasıl açıklanacak?
Bırakın herşeyi bir yana, Türkiye'deki onbinlerce mahkûmun hangisi Tayyip'in olanaklarından yararlanıyor?..
Bu ülkede Tayyip ve benzerlerinin bir ayrıcalığı mı var? Bu mu adil düzen?
Kayseri'nin Refahlı eski Belediye Başkanı Şükrü Karatepe bundan bir süre önce Atatürk'e hakaretten hapis
cezası almış ve kendisi için özel odalar hazırlanmıştı. Halılar, buzdolapları!.. Ziyaretçi yine serbesti.
Bizim medyamız, mafya babası Sedat Peker koğuşları donatınca gürültü koparıyordu ama aynı şeyi
siyasetçiler yapınca görmezden geliyordu.
Şimdi diyebilirsiniz ki: "Ne yani, eski bir belediye başkanına, ırz düşmanı ile, yankesici ile aynı işlemi mi
yapalım?"
Bu soru doğrudur. Onlara belki bazı olanaklar sağlanması gerekir.
Aynı olanakların Doğu Perinçek'e de sağlanması gerekmez mi?
Bir yerde Pınarhisar Cezaevinde günde en az elli kişinin ziyaret ettiği Tayyip, öte yanda Haymana
Cezaevi'nde birkaç metrekarelik odada tecrit edilmiş, cezaevi kuralları dışında hiç kimseyle
görüştürülmeyen Parti Genel Başkanı Doğu.
Bu işin kuralı var mıdır? Varsa nedir?
Adına "Adalet" denilen kavram yozlaşınca, adamına göre ada-
289

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
let uygulaması başlayınca, bu ülkede herşey kökünden sallanmaya başlar. Devlet en büyük yarayı o zaman
alır.
Eğer Tayyip'e uygulanan kurallar normal ise o takdirde bütün mahkûmların aynı olanaktan yararlanması
gerekir. Değilse, bir şeylerin değişmesi zorunludur.
Şu işe bakınız ki, medya artık bu hadise ile gırgır geçiyor. Gazetelerde "Pınarhisar'da Tayyip Baba türbesi
açıldı." diye haberler çıkıyor.
Ama kimin umurunda!
Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ve Pınarhisar Savcılığı bu sözleri herhalde
duymuyor!
Tayyip cezaevinde değil, adeta yatılı bir okulda kalıyor. Ziyaret listesini her gün Pınarhisar Fazilet Partisi Đlçe
Örgütü Savcıya onaylatıyor, sonra türbe ziyareti başlıyor!
Kalacağı cezaevini bile kendi seçti, içerisi dayanıp döşendi.
Haaa, bir şey daha ekleyeyim!
Kapıda biriken ziyaretçilerin listesi Tayyip'e de veriliyor. Tayyip'in kabul edeceğini bildirmesi üzerine bu
isimlere görüş izni veriliyor. Đstemedikleri zaten alınmıyor. Yani Tayyip bu özgürlüğe de sahip.
Bu yazdıklarımı sakın yanlış anlamayın! Bu yazıyı Tayyip'e yapılan uygulama sona erdirilsin diye değil,
Türkiye'deki bütün mahkûmlara aynı uygulama yapılsın diye yazdım! Artık adamına göre muamele
yapmaktan vazgeçelim.
Bu şaklabanlığa hiç değilse "adaleti" alet etmeyelim. Ayıp oluyor."
Erdoğan'ı cezaevinde Amerikan, Đngiliz ve Đsrail Büyükelçileri, Elçilik görevlileri bile ziyaret ediyor, yeni
partinin kuruluş temellerini atıyorlardı. Tayyip'i ziyaret eden en önemli isimlerden biri de Abdullah Gül'dü.
Gül, yüz kişilik bir gurupla cezaevinin kapısına da-
290

yanmıştı. Gül, Erdoğan'ın cezaevinden güç alarak çıkacağını, cezaevinin kendisi için bir fırsat olacağını
söylüyor, parti çalışmaları için üstü kapalı açıklamalar yapıyordu.
Oysa, aldığı ceza sonucu Tayyip'in siyasi hayatı bitmiş, artık yasalar gereği muhtar olmasına bile imkân
kalmamıştı. Ancak Türkiye'de her istediklerini yaptıran güçler; ABD; Đngiltere ve Đsrail iş başındaydı ve
keşfettikleri Tayyip'in önünü açıyor, ona koşması için engelsiz kulvarlar hazırlıyorlardı.
Emine de şaşırdı
Tayyip'in tatile pardon cezaevine gitmesinin ardından 29 Mart 1999 günü Emine, çocukları ile beraber
kocasını ziyarete gidiyordu. Bu günü Emine'yi övme kitabından izleyelim:
"Çocukları ile birlikte Emine Erdoğan 29 Mayıs 1999 günü ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Aradan üç gün
geçmişti. Üç çocuğu ile beraber cezaevine doğru yol alıyordu. Yolda çocuklarına tembihlerde bulunuyordu;
"sakın babanızı üzmeyin ve onun yanında ağlamayın", ne olursa olsun Tayyip üzülmemeliydi. Heyecan
içindeydiler, kontrollerden sonra içeri alındılar. Emine hanım ve kızları Esra ile Sümeyye, içlerinde eşya olan
kolilerle içeriye girerken Bilal mağrur bir ifade ile elinde bir tepsi baklava ile arzı endam etti.
Hepsi çok heyecanlıydılar ve bir o kadar da duyguluydular. Ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Bu
ziyarette kocasını solgun, bezgin ve yorgun, bakımsız göreceklerini tahmin eden Emine Hanım ve çocukları
şaşkındı. Çünkü karşılarında pırıl pırıl takım elbiseler içinde, tıraşlı, zinde ve sanki eve geliyormuş gibi
görünen bir Tayyip Erdoğan vardı. Şaşkınlıklarını üzerlerinden hemen atan Emine Hanım ve çocuklar,
kucaklaşmanın ardından babalarına aldıkları hediyeleri verdiler.
O gün ayrıca, Erdoğan için getirilen iki kurbanlık koç da ceza-
291

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
evinde kesildikten sonra, bir kamyonetle dışarı çıkartılmıştı..."
24 Temmuz 1999 tarihi geldiğinde Tayyip'in yeni parti kurmak için karargâh olarak seçtiği Pınarhisar'daki
zorunlu tatili de bitiyordu.
Tayyip de şaşırdı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Tayyip Erdoğan'ın kendisini tehdit ettiğinden bahisle şikâyetçi
olmuştu. Bu şikâyet üzerine 2000/86 hazırlık no ile soruşturma başlatılmış, 2000/7 karar ile bizzat
Başsavcı Vural Savaş'ın imzasıyla "Takipsizlik" kararı verilmişti. 13.10.2000 tarihi ile verilen karar şöyleydi:
"Kartal Cumhuriyet Savcılığı'nın 24.06.1999 gün ve 221 sayılı iddianamesiyle, Sanık Recep Tayyip Erdoğan
hakkında, "Görevli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ı öldürmek suçuna aleni şekilde tahrik
etmek" suçundan ve TCK'nin 311. Maddesinin birinci fıkrasının birinci bendinin uygulanması suretiyle
cezalandırılması istemiyle kamu davasının açılmasından sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun 4.12.1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Anılan yasa hükümlerini gözönünde tutan Kartal 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 2.3.2000 gün ve 423/96 sayı ile;
Suç tarihinde sanığın Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu, 4483 sayılı yasanın 3/h fıkrası
gereğince yargılama yapılması öncelikle Đçişleri Bakanlığı'nın iznine tabi olup, sanık hakkında hazırlık
tahkikatının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya vekilince, yargılamanın da Yargıtay ilgili ceza dairesince
yapılması zorunlu bulunduğundan, usuli muamelelerin durdurulmasına, gerekli izin için dosyanın Đçişleri
Bakanlığı'na gönderilmesine karar verilmiştir.
Yapılan ön incelemeler sonunda, 18.05.2000 tarihinde Đçişleri Bakanı Sadettin Tantan tarafından
"soruşturma izni verilmesine"
292

karar verilmiş; bu karara yapılan itirazın Danıştay 2. Dairesinin, 14.9.2000 gün ve 2563/3135 sayılı
kararıyla reddedilmesi üzerine Başsavcılığımıza gönderilen dosya incelendi:
Sanığın, yalnızca olay anında kullandığı sözcükler esas alınırsa suçun oluştuğu kabul edilebilirse de; olay
sonrası belirlenen söz ve davranışları, samimi görülen ve uyum gösteren savunmaları ve dosyadaki
belgelerin tümünün değerlendirilmesinden, suç işlemek kastıyla suç konusu sözleri söylemediği açıklığa
kavuştuğundan, sanık hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına;
Kararın bir örneğinin, CMUK.'un 164. maddesi gereğince sanığa tebliğine karar verildi... "
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, kendi şikâyet ettiği Erdoğan hakkında yine kendi "Takipsizlik"
kararı veriyor ve böylece Erdoğan'ın yolundaki engellerin sonuncusu ve en önemlisi de açılıyordu.
Erbakan'la yollan ayırıyor
Tayyip, Pınarhisar dönüşü Erbakan'la da yolları ayırıyor, Üsküdar Emniyet Mahallesindeki aile apartmanının
alt katını büro olarak kullanmaya başlıyordu. Yeni partisini kurma çalışmalarının son safhalarını burada
gerçekleştirecekti.
ABD Đstanbul Başkonsolosu Caroline Huggins ile Erdoğan gizli gizli sürdürdükleri görüşmelerini 28 Eylül
1998 yılında aleniyete dökmüşlerdi. Erdoğan'a DGM'nin verdiği cezanın ardından müstemleke valisi
edasıyla "Bu tür gelişmeler Türk demokrasisine olan güveni zayıflaür" diyordu.
Ankara bu açıklamaya kendince sert tepki göstermiş, ancak ABD yöneümi Başkonsoloslarına sahip
çıkmıştı. ABD çok açık ve net olarak, Başkonsolosun arkasında olduğunu açıklıyordu.
1998 yılının Eylül ayının son günü yaptığı açıklama ile, ABD
293

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı James Foley, Erdoğan'a destek mesajı veren Huggins'in Washington'un
talimatını yerine getirdiğini, bu sözlerin arkasında durduklarını vurguluyordu.
Tayyip Pınarhisar'dan çıkmasının ardından Çevik Bir ile bir araya geliyordu. Taraflara göre oldukça sıcak bir
görüşme olmuştu. Bu görüşmenin ardından Bir ve Erdoğan, ABD'de Yahudi Komite olarak bilinen Jewish
Committe'nin konuğu oluyorlardı.
Tayyip, Çevik Bir'e yeni kuracağı parti hakkında bilgiler vermiş, askerlerin bu oluşuma nasıl bakacağını
sormuştu. Bir'in cevabi; "Sizin geçmişinize değil, bugün ne yapacağınıza bakarlar."
16 Temmuz 2000'de Jevvish Committe'nin davetlisi olarak bulunduğu ABD'de JINSA yani Yahudi Güvenlik
Enstitüsü yetkilileri ile bir araya geliyor, kendisine gezi boyunca KĐPTAŞ eski Genel Müdürü Erdoğan
Bayraktar ve Münci Đnci eşlik ediyordu.
4 Temmuz 2001 yılında Erdoğan, ABD Büyükelçiliği'nde gerçekleştirilen Bağımsızlık günü kutlamalarına
katılıyor, çok büyük bir ilgi görüyordu.
Đsrail Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarlarından, 1977'de Ankara'ya Büyükelçilik diplomatı olarak atanan ve
1981-1984 yılında yine Ankara'da görev yapan, 1994 yılından beri tek görevi Erdoğan'ı takip etmek olan
ve.25 yıldır ülkemiz ve insanlarımızla ilgili araştırmalar yapan, Đsrail'in Türkiye özel uzmanı Alon Liel adlı
MOSSAD ajanı; "Demo-Đslam-. Türkiye'nin Yeni yüzü" adlı, Đbrani-ce kitabında "Tayyip Erdoğan'ı 10 yıl
öncesinden keşfettiklerini" söylüyordu...
"Đsrail'de ders verirken Tayyip Erdoğan'ın ne olduğunu soran öğrencilere "Light (layt) Đslam" cevabını
verdiğini söylemesi, AKP'nin perde arkasının, en net aynası olarak gösteriliyordu. Alon Liel tarafından
eğitilmeye başlayan Erdoğan birçok kez Amerika'ya gidiyor, gerekçelerini ise dil öğrenmek, çocuklarıyla
hasret gider-
294

ERG UN POYRAZ mek olarak açıklıyordu. Oysa, öğrendiği tek bir dil yoktu.
CIA Ortadoğu ve Türkiye masası şefi Yahudi Mason Abramo-witz, Tayyip Erdoğan'ı Belediye makamında 15
Ekim 1996 günü ziyaret ediyor, "Siz Đstanbul'u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok
şey yapabilirsiniz!..." sözleri basında yer alıyordu. Abrarnou/itz'in bu sözleri; "Tayyip'in bazı şartları kabul
etmesi halinde, ABD'nin kendisini başbakanlığa hazırlayabileceği mesajı" şeklinde yorumlanıyordu.
Tayyip Erdoğan'ın AKP'yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001'de Đsrail Büyükelçisi ve uzun yıllar Đsrail
ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir Đslam düşmanı olan David Sultan'la bir
görüşme yaptığı ve ona "Yeni oluşacak partinin Đsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği" yolunda
garanti verdiği konuşulup yazıldı.
Bu arada Fetullah Gülen-Tayyip Erdoğan'ın görüşmeler yaptığı ve aralarında adeta bir ortaklığın oluştuğu bu
ortaklıkta önemli bir aracının da "Müthiş Türk" diye isim yapan Ali Rıza Bozkurt olduğu iddia ediliyordu.
Sivas'ın Kangal Đlçesine bağlı, Alevi Mamaş Köyünden olan ve bir zamanlar çiftçilik yaptığı söylenen Ali Rıza
Bozkurt, şimdi Dünya Mason locasının en gözde simalarından... ABD'li Yahudi şirketlerin Orta Asya ve Orta
Dogu'daki en önemli aracılarından... Körfez Savaşında bir ara Irak askerlerine esir düşen Ali Rıza Bozkurt,
24 saat içinde serbest bırakılmıştı.
Bir ara Amerika'dan dönen Ali Rıza Bozkurt ayağının tozuyla AKP'ye katılmıştı. Orta Asya petrollerinin
Akdeniz'e taşınması konusunda BOTAŞ'ın karşısında ABD şirketlerini savunan Meşhur Türk(!), Tayyip
tarafından ayakta karşılanmıştı...
Gülen-Erdoğan arasındaki önemli ayaklardan birisi de Azizler Holding A.Ş.'nin başkanı ve BĐM Marketler
zincirinin ortağı TÜSĐ-AD üyesi Cüneyt Zapsu'ydu. Fetullah Gülen'e yakınlığıyla tanınan
295

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Zapsu, Tayyip Erdoğan'ı TÜSĐAD'cılara pazarlayan kişi olma unvanını da taşıyordu... Bülent Eczacıbaşı,
Tuncay Özilhan, Mehmet Barlas'ın karısı Mecbure Canan'ın abisi TESEV başkanı Can Pe-ker, Kaya Turgut gibi
TÜSĐAD'cılarla Tayyip'in buluşmasını sağlayan, Fethullah Gülen'in gözdeleri Cüneyt Zapsu ile Münci Đnci'ydi.
Münci Đnci ilginç kişilerle de ortaklıkları bulunan bir isimdi. Bunlardan bazıları; Ercan Anklı, Mazhar Efe Özal,
Tevfik Ahmet Özal, Bülent Şemiler, C. Uğur Kutay, Masum Türker, Hasan Fehmi Ketenci, Hasan Bora, Fahri
Görgülü, Neriman Ülsever, Cüneyt Akman, Nazire Albayrak, Aliye Alev Törüner, Celal Kazdaglı, Birsen
Akgündüz ve birçok şirkette Mehmet Fadıl Akgündüz yada namı diğer Jet Fadıl yer alıyordu.
Siirt'ten milletvekili seçilen ve Siirt seçimlerinin iptalinde kendisinden kurtulunduğundan bahisle ortamın
yatışmasına neden olan isimlerden Fadıl Akgündüz, Münci Đnci ile birçok şirkette ortaktı. Bir örnek vermek
gerekirse; Kandilli'de bulunan 306097 sicil no'lu Đntermedya Yayıncılığın ortaklan arasında Münci Đnci ve M.
Fadıl Akgündüz yer alıyordu.
USIP'a da açık adıyla; Birleşik Devletler Barış Ve Strateji Enstitüsü gibi Yahudi örgütlerinin Tayyip Erdoğan,
Fetullah Gülen ve Çevik Bir'le ortak ilişkileri dikkat çekiyordu.
USIP, CIA ve Pentagon'la bağlantılı, başka ülkelerde ve özellikle Türkiye'de iktidara gelecek kişilerin Đsrail ve
ABD'ye sadık kalıp kalmayacaklarını araştıran ve garantiye alan bir üst kuruluş olarak biliniyordu.
1998 yılında USIP'ın düzenlediği Londra'daki özel bir toplantıya Abdullah Gül ile MÜSĐAD'ın eski Başkanı
Erol Yarar katılıyordu...Gül ve Yarar'dan başka aynı tarihler içersinde Tayyip Erdoğan da Londra'daydı.
ABD'nin Yahudi kökenli iki Türkiye stratejisti Marc Grosman ile Morton Abramowitz ise USIP'ın düzenlediği
toplantının mimarlarıydı...
296

Burjuvayla tokalaşma
Serpil Yılmaz; "Burjuvayla tokalaşma" başlıklı yazısında Tay-yip'in işadamları ve Đsrail yetkilileriyle biraraya
gelmesi konularında şöyle diyordu:
"Bu oluşumun Belediye Başkanlığı döneminde temeli atılmıştı. MÜSĐAD ona yakındı ama TÜSĐAD'la da arası
açık durmamalıydı. TÜSĐAD'daki temsilcisi BĐM Marketler'in sahibi Cüneyt Zapsu, işadamlarıyla buluşmasını
sağlıyor, ikna turlarını tamamlıyordu.
Türk burjuvazisinin temsilcisi bir aileden gelen Bülent Eczacı-başı'nı evinde ağırlıyor, Özal'ın avukaü Münci
Đnci'nin Durusu'daki villasını hizmete açıyordu.
Kalamış Marina'da kahvaltı düzenleyen bir başka işadamı dostu Güngör Çepni, basına görüntü vermekten
çekinmiyordu. Aslında film çekilmiş, bu gördüklerimiz yalnızca fragmanlardan ibaretti. 81 ilde anketler
yapılmış, hedef belirlenmiş, Türkiye'nin dört bir yanına taşlar yerleştirilmişti.
ABD'nin Tayyip ve ekibini izlemeye aldırtüğı isimlerden biri de ABD Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Silver
Lawrence'di.
Müsteşar Laıvrence, AKP'den Akif Gülle, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan ile sık sık görüşüyordu.
Müsteşar Lawrence'in uzmanlık ve ilgilendiği alan "Ortadoğu ve Đslami Hareketler". Türkiye'deki gelişmeler
ve yeni oluşumlar hakkında raporlar yazdığı ve bu raporların anında Đsrail tarafından değerlendirildiği
biliniyordu.
Đngilizler de sahnede
Tayyip ve ekibini el altından örgütleyen Đngilizler de sahnedeki yerlerini alıyorlar; Tayyip'in kuracağı partiden
duyacakları memnuniyetleri anlatıyorlardı. Đngiltere'nin Đstanbul Başkonsolosu Roger Short ile 7 Ağustos
2001 tarihinde Üsküdar'daki bürosunda görüş-
297

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
me yapan Erdoğan; "Kurulacak parti hakkında konuştuk ve görüşme son derece olumlu geçti" diyordu.
Đngiliz Başkonsolos Short ise şunları söylüyordu: "Bildiğiniz gibi biz çoğulcu demokrasiden yanayız. Bu parti
de bu düşünceyi destekliyor. Böyle bir partinin kurulması bizi mutlu eder..."
Sevindirik olanların arasına ADL de katılıyor
Anti Defamation League kısa adıyla ADL; Yahudilerin tüm dünyadaki en etkin örgütü. En büyük amaçları
Yahudilere karşı yapılan karalamalara karşı çıkmak olarak belirtiliyordu. Oysa ülkemizdeki faaliyetlerine
baktığımızda bir siyasi partiyi kurmak ve yönetmek de çalışma sahalarına giriyordu.
Örgüt ABD yönetimi içinde son derece etkili. Bunun yanında finans ve medya dünyasında açıkça görülen bir
ağırlığa sahip. Bu Musevi örgütünün başkanı Abraham Foxman, Erdoğan ile görüşmek için Đstanbul'a
geliyordu.
Erdogan-Foxman görüşmesinde; Tayyip'in radikal Đslamcı guruplara ve Yahudilere bakışı gündeme geliyor,
Erdoğan'ın Orta Doğu ve Đsrail ile ilgili kanaatleri soruluyor, alınan cevaplar sevindirik olunarak not
ediliyordu. Görüşmede, Đran konusu ele alınıyor, Đsra-il-Türkiye arasında var olan anlaşmanın daha da ileri
götürülmesinde mutabakata varılıyordu...
Tayyip'in Yahudiler hakkındaki düşünceleri bu görüşmelerin ardında tamamen değişiyordu. 11 Haziran
2005 tarihli her fırsatta Yahudi düşmanı olduğunu vurgulayan Vakit Gazetesi'nde, Tayyip'in ADL'den aldığı
ödülün fotoğraflı haberi yer alıyordu. Yahudi kuruluşlarından ödül alan insanlara hakaretler yağdıran gazete,
bu konuda u dönüşü yapıyordu. Her zaman Tayyip'i yere göğe sıgdıra-mıyordu. Tayyip'in, "Musevi
düşmanlığının Türkiye'de yeri yok"
298

ERG ÜN POYRAZ
şeklindeki sözlerinin yanında şu açıklamalarına da yer veriyorlardı.
"Musevi düşmanlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır,
sapıklıktır..."
25.06.2003 tarihinde Akşam Gazetesi'ne demeç veren Ful-ler'in açıklamaları "Ünlü Siyasal Đslam Ve
Ortadoğu Uzmanı Gra-ham Fuller'den Çarpıcı Analiz: "Ak Parti iktidarda olduğu sürece sistemi içine
sindirecek!" şeklinde bir başlıkla veriliyordu:
Siyasal Đslam ve Ortadoğu uzmanı eski CIA Ajanı Graham Fuller, Ankara'nın ABD için her zaman önemli bir
müttefik olarak kalacağını söyledi.
CIA'nın Ortadoğu masasında uzun yıllar çalışan ve Türkiye'de de görev yapan, Graham Fuller, ABD'nin
Türkiye'ye ve bölgeye bakışım Akşam Gazetesi'ne anlattı. Ünlü araştırma kuruluşu RAND Corporation'da
çalışan Fuller, Türkiye'nin Amerika için 'vazgeçilmez' olduğunu savundu.
Đrak Savaşı sırasında tezkere nedeniyle gerilen Amerika-Türki-ye ilişkilerinin geleceği konusunda iyimser bir
tablo çizen Fuller, 'Türkiye'nin önemi, jeopolitik, coğrafi değeri devam ediyor. ABD için her zaman önemli
olacaktır' dedi. Fuller, 'Irak savaşının her şeye rağmen başarılı sonuçlara ulaşmış olması Türkiye'deki üslerin
savaşa katkısının önemini azaltmıştır. Ancak harekât olumsuz so-nuçlansaydı ABD'nin tepkisi çok daha
yüksek olurdu' dedi.
Fuller, tezkerenin reddi sonrasında yaptığı açıklamalarla Türki-ye-Amerika ilişkilerinin daha da
gerginleşmesine neden olan Paul VVokvofitz'in sözlerini ise 'çocukça' bulduğunu söyledi. Fuller'e göre
Wolwofitz'in tavrı 'miyop bir siyasi bakış açısından' kaynaklandı.
Fuller, dünyadan bakıldığında Türkiye'nin nasıl göründüğü konusunda da ilginç bir tespit yaptı. 'Türkiye
radikal Đslam sorununu AKP ile çözdü' diyen CIA ajanı, 'Yenilikçiler, yani AKP, iktidarda kaldıkları sürece
hala birtakım siyasi çatışmalar olabilir. Ama temel-
299

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
de Đslamcılar iktidarda kaldıkları sürece bu fikir daha çok meşruiyet kazanacaktır. Yenilikçiler, Türk siyasi
sisteminin normal bir parçası haline geleceklerdir. Đktidarda kaldıkları sürece, onlar sistemi içlerine
sindirecek, sistem de onları içine sindirecektir ve normalleşme olacaktır. Bu karşılıklı fedakârlıktır ve bence
istenen bir durumdur' dedi..."
Erdoğan'a Davos daveti
Tayyip Erdoğan, 2002 yılının Şubat ayında her yıl Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarının
Nevv York'ta yapılan bölümlerine davet edildi. Türkiye'den, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal
Derviş ile Dışişleri Bakanı Đsmail Cem çağırılı-yordu. Bu ikilinin yanında toplantıya davet edilen üçüncü
siyasetçinin Recep Tayyip Erdoğan olması oldukça anlamlı kabul ediliyordu.
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'nin değişinimdeki kilometre taşlarından en önemlisi Davos Zirvesi'ydi.
Tayyip Erdoğan ve AKP kurmaylarının ABD gezisi 12 Eylül döneminde Turgut Özal'ın ABD yönetiminden vize
alma girişimlerine benzetiliyordu. Erdoğan ve AKP kurmayları ise ABD seyahatini vize alma olarak değil
vitrine çıkmak olarak değerlendiriyordu.
Erdoğan vitrine neredeyse tam kadro olarak çıkıyordu. Kendisine; Genel Başkan Yardımcıları Abdullah Gül,
Murat Mercan, Yaşar Yakış'ın yanısıra, danışmanları Cüneyd Zapsu, Ömer Çelik, Reha Denemeç, Ali
Babacan, Đbrahim Özal, Turhan Çömez, Mevlüt Çavuşoğlu ve Ali Sarıkaya eşlik etmekteydi.
Erdoğan ve arkadaşları Nevv York'a gitmeden önce VVashing-ton'a uğruyordu. Erdoğan, VVashington'da
ABD'nin önemli kuruluşlarından olan Stratejik Etüdler Merkezi (CSIS) adlı düşünce kuruluşunda bir konuşma
yaptı.
300

Erdoğan buradaki konuşmasında "bir zamanlar kullandık" dediği dinden uzaklaştığına kanıtlamaya
çalışıyor, AKP'nin din eksenli bir parti olduğu yorumlarına karşı çıkıyordu. Erdoğan, "Bizi yanlış takdim
ediyorsunuz. Biz, herhangi bir partinin devamı değiliz. Din eksenli siyasi bir parti de değiliz. Biz insan
eksenliyiz" diyordu.
Erdoğan, ABD'deki temasları sırasında bu görüşlerini sık sık vurguluyordu. New York Columbia Üniversitesi
Đş Đdaresi Oku-lu'nda verdiği konferansta Erdoğan, "Katı yasakçı laiklik ile aşırı dinciliğe aynı uzaklıktayız.
AKP, Đslami bir parti değil, demokratik bir partidir" diyordu.
Erdoğan, merkezi New York'ta bulunan "Eurasia Group" adlı düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada da
"Seçmen tabanımız belli bir kitleyle sınırlı değil; ortalama Türk vatandaşının değer yargılarını yansıtan
muhafazakâr kesimden oluşuyor. Ortalama Türk vatandaşı ılımlı Müslüman'dır" ifadesini kullandı.
Erdoğan, ABD'de gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında, uluslar arası dengeleri gözeten
önemli açıklamalar yapıyordu. Tayyip Erdoğan'ın ABD'de yaptığı açıklamalar, Erdoğan ve AKP'nin Milli Görüş
çizgisinden kopuşunun ilanıydı.
Tayyip için Jet karar
ANAP, DSP ve MHP hükümeti, 3 Kasım 2002 tarihinde seçim yapılması yönünde karar alıyordu. Seçim
kararı alınmasının ardından herkes Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili olup olamayacağını tartışmaya
başladı.
Bu süreci Bilal Çetin, "Türk Siyasetinde Bir Kasımpaşah" adlı kitabında şöyle anlatıyordu:
"Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır 3 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne müracaat ederek adli sicil
kaydının silinmesini istedi. 3 No'lu DGM, Erdoğan'ın bu talebini reddetti. Erdoğan'ın avukatı
301

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Hayati Yazıcı, 2 Eylül tarihinde ise Diyarbakır 4 No'lu DGM'ye müracaat ederek 3 No'lu DGM'nin kararına
itiraz etti. Erdoğan'ın avukatı tarafından yapılan itirazı değerlendiren 4 No'lu DGM, 5 Eylül 2002 tarihinde
Erdoğan'ın adli sicil kaydının silinmesine karar verdi. Mahkeme Başkanı Şükrü Bozer ve üyeler, Erdoğan'ın
mahkûm olduğu TCK'nin 312. maddesinin 2. fıkrası içeriğinde yapılan son değişikliğine göre oy çokluğuyla
adli sicil kaydının silinmesine karar veriyordu.
Diyarbakır 4 No'lu DGM tarafından verilen bu kararın Erdoğan'ın milletvekili olmasının önündeki engelleri
kaldırdığı belirtiliyordu. Bu görüşü savunanlar arasında Adalet eski Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk de
vardı. Türk "TCK 312. maddesi değişti. Erdoğan'ın milletvekili olmasının önünde hukuki hiçbir engel
kalmamıştır" dedi.
Erdoğan'ın milletvekili olmasının önünde hiçbir engel kalmadığı yönünde yorumların yapılmasının ardından
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu yeniden devreye giriyordu. Sabîh Ka-nadoğlu, 3 No'lu
DGM'nin Erdoğan'ın adli sicil kaydının silinmesinin reddine karar verdiğini hatırlatırken, "sicil silme talebinin
3682 sayılı kanunun 8. maddesi kapsamına girmediğini ve hükmün tekrar değerlendirilmesini içerdiğini"
öne sürerek, bunun yerinin de Yargıtay olduğunu savundu. Kanadoğlu, Erdoğan'ın Diyarbakır 4 No'lu DGM'ye
başvurarak, adli sicil kaydının silinmesi kararı almasını da, "4 No'lu DGM'nin yetki gaspı" olarak niteledi ve
"yok hükmünde" saydı.
Kanadoğlu, tebliğnameyi Yargıtay 8. Ceza Dairesi'ne gönderdi. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 312. maddeden
ceza alan Recep Tay-yip Erdoğan'ın cezasını onaylayan merci idi. Sabih Kanadoğlu'nun müracaatının
Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin bu kararı Erdoğan'ın milletvekili olma yolundaki umutlarının büyük ölçüde
azalmasına
302
neden oluyordu. Ama yine de son kararı Yüksek Seçim Kurulu verecekti.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan, Recep Tayyip Erdoğan ve Necmettin Erbakan ile ilgili kararlarını
18 Eylül Çarşamba günü vereceklerini açıklamıştı. Çarşamba gününün gelip geçmesine rağmen Yüksek
Seçim Kurulu iki ismin milletvekili olup olmayacağı konusunda karar vermemişti. 19 Eylül Perşembe günü
ise Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nden sürpriz bir karar daha geldi.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi bu sefer Necmettin Erbakan'ın adli sicil kaydının silinmesine yönelik mahkeme
kararını iptal etti. Diyarbakır DGM tarafından 312. maddeden cezalandırılan Necmettin Erbakan sessiz
sedasız Diyarbakır DGM'den adli sicil kaydının silinmesi kararı alıyordu. Bu karar aleyhinde Diyarbakır DGM
Başsavcılığı tarafından yapılan itiraz ise zamanaşımı nedeniyle reddedildi ve kesinleşti.
Seçimler nedeniyle bağımsız isim olarak atanan Adalet Bakanı Aysel Çelikel ise Necmettin Erbakan
hakkında verilen adli sicil kaydının silinmesine ilişkin kesinleşmiş kararın yazılı emir yoluyla bozulmasını
istiyordu. Tayyip Erdoğan ile ilgili Yargıtay 8. Ceza Daire-si'nin kararı 16 Eylül tarihinde verilirken, Adalet
Bakanı'nın Erbakan hakkındaki kararın bozulmasına ilişkin yazılı emri ise 17 Eylül tarihinde Yargıtay 8. Ceza
Dairesi'ne gitti. Yargıtay 8. Ceza Dairesi de, Diyarbakır DGM'den Erbakan'ın adli sicil kaydının silinmesine
ilişkin dosyayı 2 gün içinde getirterek, 19 Eylül tarihinde Erbakan'ın adli sicil kaydının silinmesine ilişkin
kararı iptal etti..."
YSK barajını aşamadı
Yüksek Seçim Kurulu beklenen kararını 20 Eylül günü açıklıyordu. Kararın açıklanacağı gün Yüksek Seçim
Kurulu Başkanı Tufan Algan, gazeteci Yavuz Donat'a önemli açıklamalar yaptı. Yavuz
303

MUSA'NIN ÇOCUKLAR)
Donat, Sabah Gazetesi'nde "Yasak Gerekçesi" olarak manşete taşınan köşe yazısında Tufan Algan'ın
açıklamalarını aktardı.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Devlet Bahçe-li'nin akrabası da olan Tufan Algan, bir yargı
kurumunun başkanı idi. Önüne gelmesi muhtemel veya önüne gelen konular hakkında ihsas-ı reyde
bulunması mümkün değildi. Ancak, Tufan Algan'ın Yavuz Donat'a yaptığı açıklamaları okuyan herkes "Bu iş
bitti" diyordu.
Tufan Algan, Tayyip Erdoğan ile ilgili karar açıklanmadan önce bakın ne diyordu Yavuz Donat'a: "Yargı
siyasallaşamaz. Yargı, önüne gelen dosyaya bakar, hukuka bakar, memleketin menfaatlerine bakar.
Çanakkale'ye bakar, 26 Ağustos'taki Büyük Taarruz'a bakar, 30 Ağustos Başkomutanlık Muharebesi'ne
bakar. Atatürk'ün sözü kimsenin kulağından çıkmasın. Ordusuna "Size savaşmayı değil, ölmeyi
emrediyorum" demedi mi? Bir yargıç siyasallaştı-gı takdirde, bireysel bazı maddi, manevi menfaatler elde
edebilir. Ama her şey bireysel menfaatten ibaret değildir. Yargıç olarak ülkeyi zarara uğratıp uğratmadığını
da düşüneceksin. Bir şeyi daha düşüneceksin. Üç yüz bin insanımız, Çanakkale'de ne uğruna şehit oldu?"
Tufan Algan'ın, Sabah Gazetesi'nde bu sözlerinin yayınlandığı günün akşamında ise Yüksek Seçim Kurulu
tarihi kararını açıkladı. Yüksek Seçim Kurulu, Recep Tayyip Erdoğan'ın 3 Kasım seçimlerinde milletvekili
olmasına izin vermiyordu. YSK, Erdoğan ile birlikte Necmettin Erbakan, Murat Bozlak ve Akın Birdal'ın da
milletvekili olmasına izin vermiyordu.
Recep Tayyip Erdoğan milletvekili adayı olmamasına neden olan karar, Anayasa'nın "Milletvekili seçilme
yeterliliği"ni düzenleyen 76. maddesinin, ideolojik ve anarşik suçlara katılan ve bu gibi eylemleri tahrik ve
teşvik edenlerin de affa uğramış olsalar bile mil-
304

letvekili seçilemeyeceğine ilişkin hükmüne dayanılarak verildi. Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11.
maddesinin (f) bendinin 3 numaralı alt bendi TCK'nin 312. maddesinin 2. fıkrasından mahkûm olanların
affa uğramış olsalar bile milletvekili olamayacağını düzenliyordu.
Recep Tayyip Erdoğan'ın TCK'nin 312. maddesinden aldığı ceza bir defa daha karşısına çıktı. 312. madde,
Erdoğan'ın milletvekili adayı olmasını engellediği gibi Başbakan olmasını da engelliyordu. Çünkü
Anayasa'ya göre milletvekili olmayan birisinin Başbakan olması da mümkün değildi.
Yüksek Seçim Kurulu'nun Recep Tayyip Erdoğan ve Necmettin Erbakan ile ilgili kararlarını 18 Eylül 2002
günü vermesi beklenirken, yasak kararları 20 Eylül 2002 günü veriliyordu. Erdoğan ve Erbakan ile ilgili
kararların gerekçesinde Yargıtay 8. Ceza Daire-si'nin kararlarına atıf yapılıyordu. Yüksek Seçim Kurulu,
Yargıtay 8.Ceza Dairesi'nin Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili adli sicil kaydının silinmesi işleminin iptali kararını
beklemişti. Eğer Yargıtay 8. Ceza Dairesi Erdoğan hakkındaki adli sicil kaydını silinmesini iptal etmeseydi
Tayyip Erdoğan 3 Kasım seçimlerinde milletvekili adayı olabilecekti. Böylece Erdoğan'a Meclis yolu
kapatılmıştı.
Murat Bozlak ve Akın Birdal'ın milletvekili olamayacağına dair kararlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından
oybirliği ile veriliyor, Recep Tayyip Erdoğan ve Necmettin Erbakan ile ilgili kararların ise oy çokluğu ile
alındığı açıklanıyordu.
Yüksek Seçim Kurulu üyelerinden Selahattin Çelik, Ziya Sağ-dur ve Şükrü Kaya Erol, Recep Tayyip Erdoğan
ve Necmettin Erbakan'in milletvekili adayı olabileceklerine karar veriyordu. Diğer üyeler Ahmet Hamdi Ünlü,
Kenan Atasoy ve Cengiz Erdoğan ise Erdoğan ve Erbakan'ın milletvekili adayı olamayacaklarına
hükmediyordu...
305

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Yüksek Seçim Kurulu'nun 7 üyesinden oyunun rengini açıklayan 6 üyenin oyları eşit çıkmıştı. Yüksek Seçim
Kurulu Bakanı Tufan Algan'ın oyunun rengi Erdoğan ve Erbakan'ın kaderini çizecekti. Tufan Algan da
Erdoğan ve Erbakan'ın milletvekili adayı olamayacağı yönünde oy kullanınca iki ismin milletvekili olma
hayali kıl payı suya düştü. Erdoğan'ın 3 Kasım seçimlerinde milletvekili olabilme ve AKP iktidar olarak çıksa
bile Başbakan olma hesapları altüst oluyordu. Tufan Algan'ın oyu Erdoğan'ın ve Türkiye'nin kaderini
etkiliyordu.
Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili adayı olamayacağı yönünde kararın çıkmasının ardından Ankara'ya
yeni bir bomba düştü. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan'ın bir hafta rapor aldığı haberi medyanın
haber merkezlerine ulaştı. Algan'ın Türkiye'nin seçime gittiği bir ortamda böyle bir rapor alması oldukça
dikkat çekici bulunuyordu. Tufan Algan'ın neden böyle bir rapor aldığı merak konusu olmuştu. Ama kimse
neden böyle bir rapor alındığının sırrını çözemedi.
Erdoğan'ın milletvekili adayı olamaması ile ilgili askerden ise ilginç bir değerlendirme geldi. Hava Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Cumhur Asparuk, Yüksek Seçim Kurulu'nun kararını, "Şeriatın kestiği parmak acımaz.
Ben de bir suç işlersem eğer kanun suçlanmamı gerektiriyorsa suçumu çekerim, herkes çeker. Kanun
herkese aynı. Bana veya başkasına fark etmez" yorumunu yaptı.
Yüksek Seçim Kurulu'nun ardından Türkiye bir yasaklı seçime doğru yol almaya başlıyordu. Recep Tayyip
Erdoğan ve Necmettin Erbakan'ın milletvekili adayı olamadığı bir seçime sürükleniyordu Türkiye.
Tayyip Erdoğan, Yüksek Seçim Kurulu kararı ile ilgili Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne müracaat ederek
ihtiyati tedbir konulmasını istiyordu. Ancak AĐHM'den bir sonuç alınamayınca Erdoğan'ın milletvekili ve
başbakan olma hesapları bir başka bahara kaldı.
306

Bozöyük zirvesi
Recep Tayyip Erdoğan, AKP Genel Başkanı olarak ülkeyi baştanbaşa kat ediyor, oyların AKP'de
toplanmasın) istiyordu. Yüksek Seçim Kurulu tarafından milletvekili adayı olmasına izin verilmemesi
sonucunda yerine Kemal Unakıtan'ı koyuyordu- Erdoğan halktan tek başına iktidar olmalarını sağlayacak
oyun yeterli olmayacağını, Halkın AKP'yi, Anayasa'yi değiştirecek bir çoğunlukla iktidara getirmesini
istiyordu.
Erdoğan, Bilecik'te düzenlediği mitingin ardından Kütahya'ya geçerken Bozöyük ilçesinde üç ünlü işadamı
ile bir araya geldi. Halis Toprak'ın Bozöyük'teki villasında gerçekleşen DU zirveye Halis Toprak ile birlikte
işadamları Mustafa Süzer ve Mehmet Emin Kara-mehmet de katıldı.
Tayyip Erdoğan'ın Bozöyük'te bir araya geldiği üç işadamının ortak bir özelliği vardı. Bu üç işadamının da
yani Halis Toprak'ın Toprakbank'ına, Mustafa Süzer'in Kentbank'ma ve Mehmet Emin Karamehmet'in
Pamukbank'ına devlet tarafından ^' konulmuştu.
Erdoğan'ın bankasına el konulan üç işadamı Û0 biraraya gelmesi medya patronu Aydın Doğan'm sert
tepkisine neden °ldu. Aslında Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında "Frankfurt Zirvesi"nin
ardından balayı dönemi başlamıştı. Aydın Doğan'ın Almanya nın Frankfurt kenti yakınlarındaki Hürriyet
tesislerinin aç»hşına Recep Tayyip Erdoğan da katılmıştı. Frankfurt Zirvesi'nde Recep Tayyip Erdoğan ile
birlikte Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller de yer almıştı.
Erdoğan yıllarca "Kartel Medyası" diyerek eleştirdiği Aydın Doğan ile arasındaki buzları bu zirve ile eritiyordu.
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök herkesi şahtan destek yazılarını Erdoğan'dan eksik
etmiyordu. Aydın Doğan grubu gazetelerde AKP ve Tayyip Erdoğan aleyhine tek satır aleyhte haber yer
almıyordu.
307

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Ama Bozöyük Zirvesi Aydın Doğan ve Recep Tayyip Erdoğan arasındaki balayı dönemini sona erdirdi. Aydın
Dogan'ın gazeteleri Hürriyet, Milliyet ve Radikal, Erdoğan'ın üç işadamı ile buluşmasını ertesi gün
manşetlerine taşıyordu. Bu zirve Bozöyük Zirvesi olarak tarihteki yerini aldı.
Bozöyük Zirevesi'nin sadece Aydın Doğan grubu gazeteler tarafından manşete taşınması dikkat çekiyordu.
Erdoğan'ın bu manşetlere tepkisi ise beklenen de sert oldu. Erdoğan, Aydın Doğan grubunu kastederek.
"Bazı holdingler var ki bizi kendilerinin idare edeceğini zannediyorlar. Kusura bakmasınlar, idare edemezler.
Biz her holding patronu ile oturup konuşuruz. Bizim konuşmamız değerlerimizden taviz vermemiz demek
değildir. Konuşuruz. Konuşmamız, milletin haklarını birilerine peşkeş çekmek demek değildir. Bunun çok iyi
idraki içindeyiz. Kusura bakmasınlar. Birileri ile görüşürken diğerinin iznini alma gereği duymayız. Bunu
böyle bilsinler diyerek sert bir çıkış yapıyordu.
Bozöyük Zirvesi, 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde en çok tartışılan buluşma olarak akıllarda yer etti.
Ekranda büyük buluşma
Bozöyük Zirvesi Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan grubu gazeteler arasında restleşmeye neden olduğu
gibi Erdoğan ile Deniz Baykal arasında da sürtüşmeye yol açtı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, Hürriyet
Gazetesi'nin manşetinden 'Bozöyük Zir-vesi'nin peşini bırakmayız' demeci yayınladı.
Deniz Baykal'ın sözlerine Tayyip Erdoğan Nevşehir'den cevap verdi. Erdoğan CHP'nin bir medya^grubu ile
işbirliğinin'olduğunu iddia ederek, "Daha fazla üzerimize gejirlerse bunu açıklarız" dedi. Erdoğan'ın kastettiği
bu ilişki, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile Aydın Doğan grubu arasındaki ilişki idi. Baykal ile Doğan ticari
or-
308
\

tak sayılabilirdi. Aydın Doğan, Đş Bankası ile ortaklaşa olarak özelleştirmeden Petrol Ofisi'ni almıştı. Đş
Bankası'nın en büyük ortağı ise Cumhuriyet Halk Partisi idi. Baykal ile Doğan bu nedenle ticari ortak
sayılırdı. Recep Tayyip Erdoğan'ın, CHP'nin bir medya grubu ile ilişkisinden bahsetmesi POAŞ'ın Dogan-Đş
Bankası ortaklığı tarafından alınmasına dayanıyordu.
Yapılan anketlerde 3 Kasım seçimlerinde barajı aşan iki parti olarak gösterilen AKP ve CHP'nin genel
başkanları işte bu polemik ortamında bir televizyon kanalında karşı karşıya geldi. Erdoğan, CHP ile Aydın
Doğan grubu arasında anlaşma olduğunu ima ederken bu buluşma ise Aydın Doğan'ın televizyonu olan
Kanal-D'de gerçekleşiyordu. Erdoğan ve Baykal, Uğun Dündar'ın Seçim Arenası programında karşı karşıya
geldi.
Recep Tayyip Erdoğan ilk defa bir açık oturuma katıldı. Herkes Erdoğan'ın performansını merakla
bekliyordu. Recep Tayyip Erdoğan programda rahat tavırları ile dikkat çekti. Deniz Baykal ile karşılıklı söz
düellosuna girmedi. Aslında Deniz Baykal programa iyi hazırlanmıştı. Bir Mülkiye Başmüfettişi ile Mehmet
Bölük'ten destek istemiş, onlar da ona Belediyedeki yolsuzluklar ile ilgili dosyalar hazırlamışlardı. Baykal, ilk
mektep talebesinin kolayca anlayacağı şekilde düzenlenen dosyaların hiçbirinden bahsetmedi,
bahsedemedi.
Siyasetteki hırçın tavırları ile bilinen Deniz Baykal'dan, her nedense eser yoktu.
Başbakanlık için formül arayışları
3 Kasım 2002 seçimleri sonucunda AKP, %35,5 oyla tek başına iktidar olmuştu. Bu alınan oy oranında en
büyük pay sahiplerinden olan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'e girememiş, Parlamento
dışında kalmıştı. Milletvekili olamaması Erdoğan'ın Başbakanlığını da engellemişti. Recep Tayyip Erdoğan'ın
309

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Başbakan olabilmesi için değişik alternatifler bulunuyordu. Erdoğan'ın Başbakan olması için bu alternatifler
3 Kasım seçimlerinin hemen ardından gündeme gelmeye başladı.
3 Kasım 2002 genel seçimlerinin yapıldığı gece sonuçların belli olmasının ardından yabancı basın
mensuplarına "AB'den Türkiye ile ilgili bir müzakere tarihi almak için elimizden geleni yapacağız" diyordu.
Ertesi gün telefonla Tayyip'i arayan Yunan başbakanı Si-mitis, Erdoğan'ı kutluyor ve ülkesine davet ediyordu.
Đlk ziyaret Đtalya'ya
AKP'nin seçimi kazanmasının ardından Tayyip'in ilk ziyaretini Kuzey Kıbrıs'a yapacağı zannediliyordu.
Ancak, Tayyip rotasını Đtalya'nın başkenti Roma olarak belirliyordu.
Erdoğan "Dostum Silvio" dediği Silvio Berlusconi ile görüşürken 2003 yılında Yunanistan'ın ardından
Đtalya'nın AB dönem başkanlığını üstleneceğini hatırlatıyor ve şöyle diyordu:
"Umarım sizin dönem başkanlığınızda Türkiye ile AB arasında nikâh kıyılır." Đtalyan Başbakanı dalga
geçerek: "nasıl bir evlilik is-tersininiz?... Aşk evliliği mi olsun mantık evliliği mi?.." şeklinde konuşuyordu.
Dostunun dalga geçtiğini anlamayan Erdoğan; "Katolik nikâhı olsun ki hiç bozulmasın" diye cevap veriyor,
koskoca ülkeyi uygulamaları ile metresten de kötü bir duruma düşürüyorlardı.
Aysel'i yok fiyatına dostunun ülkesine satıyor, AVEA'ya dönüştürüyorlardı. Telsim'i gittiği ülkelerde dinleme
skandahna karışan Vodafon'a, çok ucuz bir bedelle kaptırıyorduk. Pazarlıklar sırasında Maliye Bakanı'nın
kızı da etkin rol oynuyordu.
Tayyip, Kıbrıs konusunda ise Yunanlılara adeta bayram yaşatıyor, 4 Kasım gecesi Yunan Devlet televizyonu
NET'te, Kıbrıs için "Belçika modeli" öneriyordu. Erdoğan'ın Yunanlılara bayram yaptıran demeci şöyleydi:
"Tek Kıbrıs yok; Güney Kıbrıs var, Kuzey Kıbrıs var. Biz AKP
310

olarak Kıbrıs'ta Belçika modelini benimsiyoruz ve bu işin bir çözüme kavuşabileceğine inanıyoruz. Kısa bir
süre önce BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs'a gittiğinde ona bu öneri yapılmıştı. Şu anda sürdürülen
doğrudan görüşmelerin bir neticeye bağlanmasından yanayız..."
Almanya'da yayınlanan Süddeutche Zeitung Gazetesi'nin 31 Aralık 2002 tarihli sayısında Christiane
Schlötzer imzasıyla yer alan, Yunan Dışişleri Bakanı ile yapılmış söyleşiden, Tayyip Erdoğan'ın Kıbrıs
konusunda Yunanistan'a güvence verdiği öğreniliyordu.
Yine Yunan Başbakanı Simitis'in, "Yunan halkına müjdem var. Kıbrıs'tan sonra Ege, fır hattı ve kıta sahanlığı
konularında da anlaşma tamam. Bunun için Türk hükümeti yetkililerinden söz aldık" şeklindeki
açıklamaları Yunan basınında yer alıyordu. Erdoğan'ın Kıbrıs'ta "Belçika modeli" olacak diye seçimlerden
önce Yunan Başbakanı Simitis ile anlaştığını Yunan gazetesi To Vima yazmıştı. Bu durum ortaya çıkınca,
Erdoğan Türk kamuoyunu rahatlatmak için demeç vermiş, ancak Simitis'e telefon ederek, "Daha önceki
konuşmamız geçerlidir, burada söylediklerim iç kamuoyuna yöneliktir" demişti.
To Vima'da çıkan bu haberi Tayyip Erdoğan yalanlamıyordu. Tayyip Erdoğan'ın Simitis'e Belçika modeli ile
ilgili olarak gizlice söz verdiğini, eski Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel de açıklıyordu.
Erdoğan, Ocak ayı başlarında yaptığı Karabük gezisinde "Maalesef bunlar tek taraflı çözümle,
ellerindekinden de olacaklar farkında değiller" diyordu. Erdoğan'ın bu açaklaması kendisini kimin yerine
koyduğu sorusunu da beraberinde getiriyordu. Öyle ya Kıbrıs Türklerinin elinde KKTC vardı. Onları kendisiyle
aynı milletten veya taraftan saymadığından olacak, Kıbrıs Türkleri için "bunlar" tabirini kullanıyordu.
Erdoğan 18 Kasım 2002 günü Yunan Başbakanı Simitis ile görüşüyor ve görüşmenin sonunda şunları
söylüyordu:
"Demokrasinin doğduğu, Eflatun'un, Sokrates'in gelip geçtiği
311

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
güzel şehir Atina'da bulunmaktan memnuniyet duyuyorum... .
Yunanistan'ı tarihi rakibimiz olarak değil, en yakın komşumuz ve yarınlarımızın stratejik ortağı olarak
görüyoruz..." Erdoğan sözlerini "Teşekkür ederim" anlamına gelen "Efharisto poli" sözleri ile bitiriyordu.
Simitis ise Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini uygulamadığını ileri sürüyor, "AB yasaları çıkarılıyor ama
uygulanmıyor" diyordu.
Erdoğan'dan Denktaş'a: Masadan kaçma
12 Aralık 2002 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde, Tayyip'in Denk-taş için kullandığı, "Masadan kaçma" şeklindeki
haksız ithamı yer alıyordu.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a müzakereden kaçmaması
için telkinde bulunacağını belirterek "Masadan kaçan taraf değil, uzlaşı arayan taraf olmak gerekir" diyordu.
NTV'ye konuşan Erdoğan, Kıbrıs konusunda artık çözüm zamanının geldiğini belirterek, bu amaçla BM'nin
hazırladığı planı müzakere etmek gerektiğini savundu. Erdoğan, Denktaş'a telkinde bulunup bulunmayacağı
sorusuna, "Evet, masadan kaçmaya gerek yok, müzakere gayet rahatlıkla yapılabilir. Sayın Denktaş'ın bir
rahatsızlığı var ama, Kopenhag'a bir temsilci gönderebilir" dedi. New York Türkevi'ndeki konuşmasında
Kıbrıs'tan "büyük sıkıntı" diye söz eden Erdoğan, "40 yıldır süren bir sıkıntı bu. Çözülmeyen her-şey sıkıntıdır
biliyorsunuz" diye konuşuyordu.
Yine aynı tarihli Hürriyet gazetesinde Denktaş'ın "müzakereden kaçmıyorum ama imza yok" şeklindeki
açıklamalan yer alıyordu.
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, Annan planı temelinde Rum tarafıyla müzakereden kaçmadığını, ancak
anlaşma imzalamak için zamana ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Sağlık kontrolü için Anka-
312

ra'da bulunan Denktaş, Dışişleri Bakanı Ertuğruloglu'nu Kopenhag'a yolluyordu.


Kıbrıs'ın kaderinin de belirleneceği Kopenhag "zirvesi öncesinde ağır baskı altında kalan KKTC
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, "Müzakereden kaçmıyorum ama, zamana ihtiyacım var. Kopenhag'da
anlaşma imzalayamam" diyordu. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan gelen çağrı üzerine
Denktaş, Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloglu'nu Kopenhag'a gönderme kararı alıyordu. Böylece Denktaş,
son belgenin eskisinden farklı olmadığını söylemesine rağmen henüz köprüleri atmadığını göstermek
istemişti.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, gerekmesi halinde Denk-taş'ın Kopenhag'a davet edilebileceğini
açıklamıştı. Ancak BM'den daha sonra yapılan açıklamada, Tayyip ile aynı dil kullanılarak "Đmzayı
Denktaş'ın atması şart değil. Atayacağı bir temsilci de olur" deniliyordu.
Kıbrıs'ı hançerleyen dörtlü
Nail Bulut, Aydınlık dergisinin 2 Şubat 2003 tarihli sayısında şunları yazıyordu:
"Cüneyd Zapsu, Ömer Çelik, Cengiz Çandar, Cüneyt Ülsever, Tayyip'in Kıbrıs'ı hançerleyen dörtlüsü.
3 Kasım seçimlerinin ardından, Tayyip Erdoğan, Kıbrıs'ta izlenen milli politikalara karşı çıkan açıklamalar
yapmaya başladı. Bu açıklamalar, geçen haftaya kadar sürdü. Aydınlık'a ulaşan bilgilere göre, Erdoğan'ın
Kıbrıs ve Irak politikalarını şu isimler belirliyon Cüneyd Zapsu, Ömer Çelik, Cengiz Çandar ve Cüneyt
Ülsever."
Tayyip Erdoğan'ın son dönemde Kıbrıs'la ilgili "Milli politikaya" karşı çıkışının arkasında dört ismin olduğu
belirtildi. Bu dört isim şunlar: Cüneyd Zapsu, Ömer Çelik, Cengiz Çandar ve Cüneyt Ülsever. Zapsu ve Çelik,
Erdoğan'ın danışmanları. Çandar, Erdo-
313

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
gan'ı özellikle Amerika'yla ilişkilerde bilgilendiren isim. Ülsever de ara ara haberleştiği bir gazeteci olarak
değerlendiriliyordu.
Çandar'ın bir diğer özelliği ise; Kıbrıs Türk Araştırmaları Tanıtma ve Dayanışma Vakfı'nın yöneticileri
arasında olmasıydı. Diğer yöneticiler ise şöyleydi; Korkmaz Haktanır, Ertugrul Kumcuoglu, Tugay Uluçevik,
Prof. Dr. Erol Manisalı, Prof. Dr. Toktamış Ateş, Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Cavlan Süerdem, M. Fevzi Uyguner,
Şükrü Sina Gürel...
Tayyip'in dış danışmanı Cüneyt Zapsu, 25 Kasım 2002 tarihinde Kıbrıs ile ilgili olarak Annan Planı'na Tayyip
gibi "Evet" denmesini istiyordu; Annan Planında tüm su kaynaklarının tamamının Rumlara bırakıldığını bile
bile... Hatta Kıbrıs'ın hemen hemen tamamının Rumlara geçeceğini bile bile... AB'nin 12 Aralık Kopenhag
zirvesinde Kıbrıs'ı şu veya bu şekilde tam üyeliğe kabul edeceğini söyleyen Zapsu; "Bundan sonra
müzakerelerin devam edebilmesi için taraflara teşvik edici bir şeyler verilmesini" istiyordu.
Tayyip'in danışmanı Zapsu; "Taraflar arasında 12 Aralıktan önce anlaşma zemini oluştuğu takdirde, AB
ülkelerinin üyeliğe Güney Kıbrıs Rum yönetimini değil, Annan planında sözü edilen ortak devleti kabul
edeceklerini" savunuyordu.
Tayyip ve ekibinin tüm çabalan boşa gidiyor, Referandum'da "Hayır" oyu veren Rumlar, Kıbrıs'ın elimizden
çıkmasını ödüyorlardı.
Đtalya'dan başlayan Avrupa turuna çıkan Recep Tayyip Erdoğan, bu gezisi sırasında Anayasa'nın 109.
maddesinde kısa sürede değişiklik yapılarak kendisine Başbakanlık yolunun açılacağını açıklıyordu.
Baykal'dan Tayyip'e jest
Anayasa'nın 109. maddesinde Başbakan'ın TBMM üyeleri arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı
hükmü bulunuyor-
314

ERG UN POYRAZ
du. Erdoğan'ın Başbakan olabilmesi için ilk seçenek Anayasa'nın 109. maddesinde yapılacak değişiklik idi.
109. madde de yapılacak değişiklikle "Cumhurbaşkanı tarafından seçimlerde en çok oyu alan partinin
genel başkanını veya TBMM üyelerinden birisini Başbakan olarak atar" düzenlemesi yapılması halinde
Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olmasının yolu açılmış olacaktı. Milletvekili olmayan Erdoğan'ın Meclis
dışında olmasına rağmen Başbakan olması sağlanmış olacaktı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 10 Kasım'da katıldığı bir törende, "Türkiye bir hukuk devletidir. Kişiye
özgü düzenleme yapılamaz" diyerek 109. maddenin değiştirilmesine karşı çıkıyordu. Bu açıklama Erdoğan'a
mesaj olarak algılanıyordu.
CHP ve onun Genel Başkanı Deniz Baykal da, 109. maddenin değiştirilmesine karşı çıkıyordu. Baykal,
Başbakan'ın mutlaka Meclis içinden atanması gerektiğini savunarak, meclis dışından Başbakan
atanmasının parlamenter sisteme aykırı olduğunu savunuyordu.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal; "Siirt'te yapılacak bir ara seçimde Recep Tayyip Erdoğan'ın önce Meclis'e
taşınması daha sonra da Başbakan olmasını en mantıklı yol olarak görüyordu." Geriye bir başka yol da
kalmıyordu; "Gidilecek bir ara seçimde Erdoğan'ın milletvekili ve başbakan olmasının yolu açılacaktı".
Oyun kurallarına göre oynanıyor, Tayyip'in Meclis'e taşınması için her türlü dayanışma sağlanıyordu. Yüksek
Seçim Kurulu, 2 Aralık 2002 günü açıkladığı kararla 3 Kasım'da Siirt'te yapılan seçimlerin iptal edildiğine ve
Siirt'te seçimlerin yenileneceğini duyuruyordu.
Bakın şu Allah'ın işine! 3 Kasım'da yapılan seçimlerde Siirt'in Pervari Đlçesine bağlı Doğan Köyü'nde sandık
kurulmamıştı. Bir de günlerce Jet Fadıl'ın milletvekilliği kamuoyunu meşgul etmişti. AKP
315

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
seçimlerden sonra Doğan Köyü'nde sandık kurulmadığı ve vatandaşların oylarını kullanamadığı
gerekçesiyle seçimlerin iptali için Siirt Đl Seçim Kurulu'na müracaat edilmişti.
Đddiaların aksine, Siirt Đl Seçim Kurulu, Doğan köyüne sandık kurulduğunu belirterek seçimlerin iptalini
reddediyordu. Tayyip'i meclise sokmak için düğmeye basılmıştı. AKP, Siirt Đl Seçim Kuru-lu'nun bu kararına
karşı Yüksek Seçim Kurulu'na itiraz ediyordu. Yüksek Seçim Kurulu ise 3 Kasım seçimlerinin üzerinden
yaklaşık 1 ay geçtikten sonra 2 Aralık tarihinde Siirt'te seçimlerin iptal edilmesine karar veriyordu. Çünkü,
Erdoğan'ın Meclise girmesi, Başbakan olması için, Siirt'te yenilenecek seçimlere katılması gerekiyordu.
Gerisi çantada keklikti.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili ve Başbakan olmasının yolunu Siirt seçimlerinin
iptal edilmesi açıyordu. Siirt'te yenilenecek seçimlere 3 Kasım'da aday olan isimlerle gidilecekti. Ancak bir
adayın ölümü veya istifa etmesi halinde partiler yerine yeni aday bildirebileceklerdi.
3 Kasım seçimleri öncesinde, Erdoğan cezası nedeniyle milletvekili olamıyordu. Bu nedenle Erdoğan'ın
milletvekili olmasının önündeki engellerin de kaldırılması lazımdı. Bunun için Anaya-sa'nın 76. ve
Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddelerinin değiştirilmesi gerekiyordu. YSK'nin Siirt seçimlerini iptal
ettiğini açıklamasının hemen ertesi günü AKP'liler Meclis'te grup toplantısı yapıyor ve bu toplantıda
Erdoğan'ın milletvekili olma yolunu açacak olan Anayasa değişiklik paketi imzaya açılıyordu. Bakanlar
Kurulu da Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesinin değiştirilmesine yönelik maddenin de bulunduğu
paketi aynı TBMM Başkanlığı'na sunuyordu. Ramazan Bayramı'nın hemen ardından ise Anayasa ve yasa
değişiklikleri Meclis'ten geçirilerek Recep Tayyip Erdoğan'a milletvekili olma yolu açılıyordu.
Tayyip'in Meclis'e girmesi için 3 Kasım 2002 seçimlerinde
316

AKP'den milletvekili seçilen Mervan Gül'ün yeni seçimlerde aday olmaması gerekiyordu. Beklenen oluyor,
Yüksek Seçim Kurulu'nun seçimlerin iptali kararının ardından Mervan Gül adaylıktan çekiliyordu. 6 Şubat
2003 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan, Mervan Gül'ün yerine Siirt 1. sıradan milletvekili adayı olduğunu
YSK'ye bildiriyordu.
Tayyip'in milletvekilliği ve başbakanlığı yolunda en büyük destek CHP ve onun Genel Başkanı Deniz
Baykal'dan geliyordu. Seçim sonuçlarından sonra Baykal, "Çarpıklık ortadan kalktı" diyor ve şöyle devam
ediyordu.
"Bu seçimlerle AKP'nin Sayın Genel Başkanı Meclis'e milletvekili olarak girecek ve hükümeti kurabilecektir.
Böylece 3 Ka-sım'da ortaya çıkan tablo düzeltilmiş ve siyaset olağanlaşmış olacaktır. Biz CHP olarak her
zaman özgürlüklerin sonuna kadar kullanılması konusunda kararlığımızı ortaya koyduk ve gereğini yaptık.
Pazar günü yapılan seçimlerle siyasetteki çarpıklık ortadan kaldırılmıştır. Artık her işin sahibi ve sorumlusu
net olarak ortaya çıkacaktır..."
Böylece girdiği seçimden iki gün sonra Başbakan olan Tayyip bir rekora da imza atıyordu.
Cenneti Yunan müziğinde keşfetti
AKP'nin seçimleri kazanmasının ve onu izleyen günlerin ardından Genel Başkan Erdoğan, mehteranla halkı
selamlamayı bırakıyor, Yunan müziği ile sahneye çıkıyordu. 16.03.2003 tarihinde AKP Genel Başkanı ve
Başbakan Tayyip Erdoğan, partisinin Đstanbul Đl Danışma Meclisi toplantısına kilise müziği bestecisi Yunanlı
Vangelis ya da açık adıyla Evanghelos Odyssey Papathanassi-ou'nun Conguest Of Paradise yani "Cennetin
Fethi" müziği ile giriyordu.
Đstanbul-Yeşilköy'de bulunan Mydonose Shovvland'de, Siirt'te seçimi kazanmaları ve başbakan olmasının
ardından düzenlenen ve yaklaşık iki bin partilinin katıldığı toplantıda, Erdoğan'ın başından
317

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
aşağıya sarı, lacivert ve beyaz renkli balonlar atılıyordu. Görsel efektler, renkli konfetiler ve ışık oyunları
eşliğinde sahneye çıkan Erdoğan, shovv yıldızlarını aratmıyordu. Yunanlı Evanghelos Odyssey
Papathanassiou'nun kilise müziği tarzında bestelediği cennetin fethi müziğinin fon olarak kullanıldığı bir
beste ile sahne alan Erdoğan, müziğin dingin ritmiyle daha çok kendinden geçiyor, taraftarlarına teşekkür
ederek "bu şarkı burada bitmez demiş ve yolumuza öylece devam etmiştik. Ve nihayet beklediğimiz gün
geldi. Biz yine beraber yürüyeceğiz bu yollarda" şeklinde konuştu.
Toplantıya 45 dakika geç gelen Erdoğan, Yunan kilise müziği eşliğinde çıktığı sahnede, Mart ayının
soğuğunu unutuyor ve şöyle diyordu:
"Sevgili yol arkadaşlarım; Đstanbullular, baharın bu güzel gününde sizlerle birlikte olmak ne güzel, aziz
Đstanbul bu baharda ne hoş". Tayyip'in bu sözleri üzerine soğuktan titreyen Đstanbullular "Tayyip'in
arabasının kaloriferini çok açmışlar herhalde" demekten geri kalmıyorlardı.
Bu ülke Hablemitoglu cinayetini örttü
Tayyip Erdoğan durup dururken 2006 yılında "Bu ülke Hablemitoglu cinayetini örtmüş bir ülkedir" dedi.
Hablemitoglu, Tayyip Erdoğan'ın gölge, Abdullah Gül'ün kâğıt üzerindeki başbakanlığı döneminde kahpece
şehit edildi. Đçişleri Bakanı ise Tayyip'in Birlik Vakfı dahil birçok vakıftan arkadaşı, Tayyip'in partisinin
milletvekili ve yine Tayyip tarafından görevlendirilen, Bakan yapılan Abdulka-dir Aksu idi. Başbakan sıfatı ile
konuşan Abdullah Gül "Cinayeti çözmek namus borcumuzdur" diyordu. Ama namus borçları her zaman
olduğu gibi ödenmedi...
Tayyip, bu sözle de kalmadı, 2007'de de "Faili meçhul cinayet kalmadı biri hariç onun durumu özel"
deyiverdi. Durumu özel cina-
318

ERG ÜN POYRAZ
yet olarak ta "Hablemitoglu" cinayetini açıkladı. Tayyip'in, "Faili meçhul cinayet kalmadı" sözleri tabi ki
gerçeği yansıtmıyordu. Çünkü "çözüldü" denilen hiçbir cinayet çözülmemişti. Zira cinayeti çözdüklerini
söyleyenler paçaları sıkışınca yaptıklarını, çözme yöntem-lerini(i), çözümlemelerini^) açık açık anlatmışlardı.
Abdülkadir Aksu
Nakşibendî tarikatının Đskenderpaşa dergâhından. Nurcu kesime de oldukça yakın. 12.10.1944 Diyarbakır
doğumlu olan Abdülkadir Aksu'nun 39604158220 no'lu kimliğine göre kütüğüne baktığımızda dedelerinin
arasında Giregos, nenelerinde de Horik isimlerine rastlıyorduk. Sadece bu kadar mı tabi ki hayır, Tumes ve
Lurik göze çarpan diğer adlardı. Kimilerine göre Kürt, kimilerine göre de Türkmen olarak lanse edilen
Aksu'nun, böylece Ermeni soyundan geldiği ortaya çıkıyordu.
Aksu; 1976 yılında MSP'nin içinde olduğu Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından Malatya Emniyet Müdürü
olarak atandı. Bu görevi ile ikbal basamaklarını birer ikişer çıkmaya başladı. Valilik, Emniyet Genel
Müdürlüğü görevlerinin ardından 1987 yılında ANAP Diyarbakır Milletvekili sıfatıyla Meclis'e girdi. 31 Mart
1989 tarihinde Đçişleri Bakanlığı'na atanmış ve bu görevini 24. 6.1991 tarihine kadar yürütmüştü. 1995
yılında Devlet Bakanlığı koltuğuna oturur. 1996 yılında ANAP'tan ayrılarak Refah Partisi saflarına katılır. RP
kapatılınca Fazilet Partisi'ne geçti.
3 Kasım 2002 yılında yapılan seçimlerin ardından AKP hükümetinin Đçişleri Bakanı oldu. Đçişleri Bakanlığı
Müsteşarlığına, Gülen ve Nurcu guruplara yakınlığı ile tanınan ve yanında Mehmet Kırkıncı olduğu halde
Nurcu ile ev toplantılarına katılan Sahabettin Harput'u getiriyordu.
31 Mart 1989 yılında ilk kez Đçişleri Bakanı olmasının ardın-
319

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
dan 20 Ocak 1990 tarihinde Hakkâri'nin Uludere Đlçesi Halil Kö-yü'nün Sehan Mezrası'nda tavuk kümesi
açılışı yaptı. Bakanın yanına gelen bir kız çocuğu Taşdelen köyünde 60 kişi ile birlikte gözaltına alınan
kardeşinin hayatından endişe ettiğini söyledi. Aksu anında emir veriyor, gözaltındakileri hiçbir araştırma
yapmadan bıraktırıyordu. Aksu, tavuk kümeslerinin açılışları ile meşgulken 1 Mayıs olaylarında hedef haline
gelen polis memuru öldürülüyordu.
31 Ocak 1990; Muammer Aksoy evinin önünde katlediliyordu.
7 Mart 1990; Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç uğradığı silahlı saldırı sonucunda
hayatını kaybediyordu.
4 Eylül 1990 tarihinde sıra, Yazar Turan Dursun'a geliyordu.
26 Eylül 1990; MĐT Müsteşarlığı için kararnamesi hazırlanan Hiram Abas kurşunların hedefi oluyordu.
6 Ekim 1990; iĐlahiyatçı, SHP Parti Meclisi Üyesi Bahriye Üçok evine gönderilen bombalı paketin patlaması
sonucu öldürüldü...
90-92 yılları arasında bu sefer hedef 11 emekli subaydı: Org. Adnan Ersöz, Korgeneral Đsmail Selen, Korg.
Hulusi Sayın, Tümg. Temel Cingöz, Tümg. Memduh Ünlütürk...
Aksu'nun Đçişleri Bakanlığı altında geçen 1991 yılı art arda suikastlarla başladı. 9 Ocak'ta emekli Yarbay
Ata Burcu, 30 Ocak'ta Korgeneral Hulusi Sayın, 7 Nisan'da emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk öldürüldü.
23 Mayıs'ta Ankara'da emekli Jandarma Korgeneral Đsmail Selen ve Adana'da Jandarma Bölge Komutanı
Tümgeneral Temel Cingöz şehit edildi. 14 Ekim'de eski MĐT Müsteşarı, emekli Orgeneral Adnan Ersöz
suikasta uğradı.
Yine Aksu döneminde SHP Milletvekilinin oğlu Meclis lojmanlarında bir cinayete kurban gidiyordu.
AKP'hin seçimleri kazanmasının ardından yine Đçişleri Bakanı
320

olan Abdülkadir Aksu, 21 Kasım 2002 tarihinde partisinin milletvekilleriyle Hilton Otel'de namaz şov
yapıyordu. Ön saflarda namaz kılan Aksu ve arkadaşları, beş dakikalık mesafedeki Kocatepe Cami yerine
her nedense Hilton'u seçiyorlardı.
Bu namaz şovun ardından 18 Aralık 2002 tarihinde Laik, Demokratik Cumhuriyetin iç ve dış hasımlarını
deşifre ederek, onları gün yüzüne çıkaran Dr. Necip Hablemitoğlu alçakça bir saldırı sonucunda hayatını
kaybediyordu.
Katiller sıktıkları ikinci kurşunla cinayetlerin devamının geleceği mesajını vermişlerdi. Ancak MGK Genel
Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılıç ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruy-gur'un hedefteki
isimleri koruma altına almaları ve aldırmaları sonucunda cinayet serisi başlayamıyor, bir çok ismin hayatı
kurtuluyordu.
Su uyur düşman uyumazdı. Bu sefer de korumasız hedeflere yöneldiler ve Fetullah Gülen'in DGM'de açılan
davasında Savcı Nuh Mete Yüksel'e belge ve bilgi aktaran, yine irticai yapılanmalar, petrol, ekonomi ve bir
çok konuda araştırma yapan, gazeteci ve yazarlara belge yağdıran Emekli Binbaşı Đhsan Güven 30 Nisan
2004 tarihinde evinde eşiyle birlikte öldürülüyordu.
Ülkemizde ilk defa adalet dağıtan bir kurum saldırıya uğruyor, Danıştay'a yapılan baskın sonucu, Başkan
Yücel Özbilgin öldürülürken üyelerden biri hariç diğerleri yaralanıyor, hastaneye kaldırılıyorlardı.
Bu cinayetlerin Abdülkadir Aksu'nun Đçişleri Bakanlığı dönemine gelmesi tabi ki bir tesadüf(l). Otorite zaafı
veya "haydi çakallar gün bugündür" hiç değil(!). Refah'ın patlama yaptığı, Atatürk dahil her türlü değerlere
hakaretler yağdırıldığı dönemi hatırlarsak Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunda Doğan Güreş'in oturduğunu
görüyorduk.
321

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
RP'nin hatiplerinden Şevki Yılmaz konuşmalarında "Ordu Refahçı, Doğan Güreş Paşa Refah'ın iktidarını
bekliyor" diyordu. Ardından Güreş Paşa, "Tak emrediyor, Şak yapıyorum" dediği Tansu Çiller'in yanında
milletvekili olarak Meclis'e geliyordu.
Mason Özer Uçuran Çiller'in karısı olan Tansu Çiller, RP'ye karşı savaş açmasıyla ünlenmişti ama RP ile
hükümet kurdu. Demokrat Doğan Güreş oylamada red oyu kullanamadı.
Bakan Aksu'nun 2005 Ekim ayında PKK tarafından Türkiye'den Irak'a kaçırılan Polis'in babasına "Oğlunu
ĐHD kurtarabilir" şeklinde söylediği sözleri 22 Ocak 2006 tarihli gazetelerde yer alıyordu.
RP'nin ardıllarının kurduğu hükümetle "şiir gibi" anlaştığını söyleyen, Demokrat olduğunu iddia eden Hilmi
Ozkök ve kan yine durmadı. Ülke tam yol uçuruma gidiyor. AKP'liler her cinayet ardından hep aynı şeyi
söylüyor;
"Kurşunlar huzura sıkılıyor". Kimse de onları dürtmüyor, "Sen necisin sıktırma..."
Kimse bunlara bir şey demediğinden olacak Trabzon'da gerçekleştirilen rahip cinayetini, Türklük
düşmanlığından yargılanan Hırant'ın katledilmesi takip ediyor, bu cinayetlerde de esas oğlanın Polis ve
irtibatlısı olduğu meydana çıkıyordu.
Erdoğan- Kabbani görüşmesi
1 Şubat 2004 tarihinde Tayyip Erdoğan, Şeyh Nazım Kıbrı-si'nin Amerika'daki sağ kolu ve damadı Şeyh
Kabbani ile ABD'nin istemesi sonucu görüşüyor, bu görüşme sonucunda basına beraber el sıkışan
fotoğraflarıyla yansıyorlardı. Yine 1 Şubat 2004'te yaptıkları görüşme Zaman gazetesi tarafından şöyle
veriliyordu:
"Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Şeyh Muham-med Hişam Kabbani ve Đşadamı Nazir Ahmed ile
yaptığı görüşme-
322

ye ABD'nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman da katıldı. Amerikalı Müslüman liderler, Türkiye'nin Đslam
dünyası için model olabileceğini ifade ettiler. Alınan bilgiye göre, Erdoğan ile temsilcileri görüşen Musevi
kuruluşlar arasında ABD-lsrail Halkla Đlişkiler Komitesi, Cumhuriyetçi Musevi Koalisyonu, Ortodoks Birliği,
Amerikan Se-fardi Federasyonu yer aldı..."
Kabbani kimdir
Erdoğan'ın görüştüğü Şeyh Kabbani, Yüksek Đslam Kurulu Başkanı'ydı. Şeyh Nazım Kıbnsi'nin Amerika'daki
sağ kolu ve damadı. Lübnan'da doğdu. Başkent Beyrut'taki Amerikan Üniversite-si'nde eczacılık okudu.
Belçika'da doktora yaptı. Ardından Şam'a gidip Đslam Hukuku eğitimi aldı. Tasavvuf üzerine ders aldığı Şeyh
Abdullah Dağıstani ve Şeyh Nazim Kıbrısi sayesinde Nakşibendî Tarikatı'yla tanıştı. Kıbnsi'nin "Sufi dinini
yaymalısın" isteği üzerine Ortadoğu, Avrupa ve Uzakdoğu'yu gezdi. 1991'de Amerika'ya gelip Sufi
Nakşibendî Vakfı'nı kurdu. Çalışmalarını hızlandırıp Amerika ve Kanada'daki vakıfların sayısını kısa sürede
30'a yükseltti.
Kabbani, ülkenin ünlü üniversiteleri ve pek çok dini kurum ile vakıflarda konferanslar veriyor, raporlar
sunuyor, Washington'da öyle herkesin kolay kolay alınmadığı yerlere üstünde cübbesi, başında sarığı ve
uzun sakalıyla girebiliyordu.
Prof. Dr. Çetin Yetkin, Şeyh Nazım'ın referandumda "Evef'çi-lerin yanında yer alması ve Denktaş
muhalifliğine açıklık getiriyordu:
"Annan Planı'nın referanduma sunulacağı günlerde "Evetçf'le-rin yanında yer alan ve planın kabul edilmesi
için fetva da veren Şeyh Nâzım Kıbnsî yeniden gündeme oturmuş bulunuyor. Daha düne değin Rauf
Denktaş'ın himayesinde bulunan, uzun süre yaşadığı Đngiltere'den onun sayesinde Kıbrıs'a dönerek
yerleşebiien ve
323

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
dergâhını kurabilen Şeyh, ne olmuştu da Denktaş'ın tam karşısında yer almış, onun muhalifleri arasına
katılmıştı? Üstelik, bir zamanlar, Denktaş'ın makam otomobiline binen, onun ölen oğlunun mevlidini okuyan
Şeyh Nâzım, evetçilere katılmakla da kalmayacak, referandum öncesinde Kıbrıs Rum kesimine geçerek
Kikkos Piskoposu Nikiforos'un konuğu olacak, Kikkos Manasün'nda ağırlanacak, Ma-karios'un Throni
Tepesi'ndeki mezarını ziyaret ederek onun için dua da edecekti. Şeyh Nâzım, bu ziyaretinde yaptığı
açıklamada, Kıbrıs'ın Rumlar ve Türkler arasında ikiye bölünmesinin şeytanın işi olduğunu, bu nedenle de
Kıbrıs Türkleri'nin referandumda "Evet" oyu kullanarak eski günlere geri dönmelerini, Rumlar'la birleşmeleri
gerektiğini öne sürecekti.
Tayyip'in ABD'de, ABD Ankara Büyükelçi Edelman nezaretinde görüştüğü Kabbani'nin kayınpederi; Şeyh
Nazım, Türkler'in mallarını Rumlar'a satıp adayı terk etmelerini Đstemişti
Şeyh Nâzım Kıbrısî'nin sicili bir yandan Kıbrıs'ta ve bir yandan da Türkiye'de olup bitenlerin çok önemli bir
boyutuna ışık tutacak nitelikte.
Şeyh'in göze çarpan ilk önemli "icraatı", Kıbrıs'ın Đngiliz yönetiminde bulunduğu 1954 yılına rastlıyor. O
tarihlerde henüz 34 yaşında olan bu Nakşibendî şeyhinin, Kıbrıslı Türkler'in mallarını Rumlar'a devretmeleri
ve Adayı terk ederek Suriye'ye göçmeleri için vaazlar verdiğini, bu yolda dinî konuşmalar yaptığını görüyoruz.
Kıbrıs'ta "Evetçiler"in ön safında yer alan Şeyh'in kafa yapısı da ilginç mi ilginç. Örneğin, Kıbrıs'ta bir ara her
Cuma günü yayınladığı Terazi adlı risalede Đslâm şeriatı ile idare edilen ülkeler övülüyor (9 sayılı Risale),
Türkiye ve Kıbrıs Türk basını "haşerat, elin belin kırkayağı" olarak nitelendiriliyor (10 sayılı Risale),
"Müslümanlık çağdaşlıkla bağdaşamaz, çünkü hem çağdaş hem de Müslüman olmak mümkün değildir"
diyor (11 sayılı Risale).
KKTC'de yayınlanan Bozkurt gazetesinde yayınlanan bir dizi röportajda ise şunları buyurmuş: "Uzay adamı
yok. Uzayda melaike
324

var. Adam demesinler onlara." (8 Mart 1990); "Dünyanın sonu yaklaşmıştır." (10 Mart 1990).
Zaman gazetesinde 30 Haziran 1991'de yayınlanan görüşleri
arasında şu da yer alıyor: "Tekkelerde, dergâhlarda, zaviyelerde
millet hem edep öğrenirdi, hem de fisebillah hizmeti öğrenirdi.";

"Biz on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan" diyorlar.


Mantar millet! Bu Onuncu Yıl Marşı'dır On senelik mantar genç
lik!"
Cumhuriyet gazetesine 7 Ocak 1996'da yaptığı bir açıklamada ise, Refah Partisi iktidarında her şeyin
değişeceğini, fes ve sangın serbest olacağını söylemiş bulunuyor.
Şeyh Nâzım, 4 Şubat 2001 günlü Akit gazetesinde yer alan
açıklamasında Cumhuriyet rejimi için de diyor ki: "Milletin yıllardır
yapılan bu dayatmalara karşı direndiğini ve yapılan uygulamaların
tutmadığını artık herkes görüyor. 80 yıldır yapılan bütün zorlamala
ra rağmen bu işin yürümediği görüldü Allah Kurân'da Allah fe
satçıların işlerini ileri götürmez' buyurmaktadır Her kim ki ilahî
emrin dışındadır, fesattadır, eriyecektir ve küçülecektir."

Şeyh'in arka çıktığı ve pek beğendiği bir kişi olan Adnan Hoca (Adnan Oktar) için söyledikleri de onun nasıl
bir kafa yapısına sahip olduğunu ortaya koyan bir başka kanıt. Adnan Hoca hakkında soruşturma sürerken
şu açıklamayı yapmış bulunuyor: "Adnan Hoca ile uğraşılmasını tavsiye etmem. Bundan sonra uğraşanlara
bir felaket geleceğini haber veririm. Çünkü ben bazı şeyleri bilirim. Maneviyat yolunda bazı haberlerim olur.
Haber verirler." (Hürriyet, 24.11.1999)
Ne ki, tüm görüş ve düşüncelerine karşın Şeyh Nâzım, Kıbrıs'ın Hıristiyanlar'ın, Ingilizier'in yönetimi altında
olduğu günlerin özlemi içinde. Zaten koyu bir Đngiliz hayranı ve yaşamının büyük bir bölümü de Đngiltere'de
geçirmiş. Bakın, Kıbrıs'ta Đngilizler'in ege-
325

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
men olduğu günler için bir keresinde ne demiş: "Biz burada cinayet nedir bilmezdik. Bu, Đngilizler
zamanındaydı." (Bozkurt, 9 Mart 1990). Londra ise onun için sanki bir cennet: "Londra, dünyaya açılan bir
penceredir; orada her milletten insanı bulmak, Đslam'ı anlatmak mümkündür." (Tercüman, 18 Eylül 1989).
Türban
2005 Şubah'nın ilk günlerinde Almanya'da yayınlanan Welt am Sonntag Gazetesi'nden Christoph Keese'ye
demeç veren Erdoğan; "türban yasağını kaldırmak için" çalışma başlattıklarını söylüyordu. Erdoğan'ın bu
sözlerinin yayınlanmasının ardında tam bir komedi yaşanıyor, bir başbakanın nasıl değişim geçirdiğini
cümle alem görüyordu. Welt am Sonntag Gazetesi'nin 6 Şubat'ta yayımladığı ve Genel Yayın Yönetmeni
Christoph Keese'nin imzasını taşıyan röportajı, "Böyle bir röportaj yok, böyle bir gazeteciyi de tanımıyorum"
sözleriyle yalanlayan Başbakan Tayyip Erdoğan, bir gün sonra geri adım atıyordu.
Erdoğan'ın, 'türban yasağını kaldırmak için çalışma başlattıkları' yönündeki haberi "ben böyle bir şey
söylemedim" diyerek yalanlaması üzerine Keese görüşmenin ayrıntılarını net bir şekilde açıklıyordu. Haberi
Başbakan'in danışmanı Cüneyd Zapsu'nun onayını aldıktan sonra yayımladığını belirtiyordu. Bu açıklamanın
ardından Erdoğan, röportajı ve röportajı yazan gazeteciyi hatırlıyor, ancak bu kez de haber konusu sohbetin
eksik yansıtıldığını iddia ediyordu.
Christoph Keese yazdığı haberin doğru olduğu konusundaki kesin ve kararlı tutumu üzerine Erdoğan,
tsunami felaketi nedeniyle gittiği Maldivlere ayak basar basmaz basın danışmanı Ahmet Tez-can aracılığıyla
başka bir açıklama daha yapıyordu. Bu yeni (!) açıklamaya göre, olay şöyle gelişmişti:
"Erdoğan, Davos zirvesi sırasında Keese ile bir çevirmen aracı-
326

lığıyla sohbet etti. Sohbet sırasında türban sorunu da gündeme geldi. 'Başörtüsü yasağıyla ilgili
çalışmalarınız var mı' sorusuna Erdoğan, 'Yasağın kaldırılması için çalışmalar yaparız. Ancak bunun için
toplumsal mutabakat ararız. Bu gündeme gelmeden adım atmayız' dedi. Sohbetin sonunda gazeteci bunları
yazıp yazamayacağını sordu. Erdoğan yazabileceğini söyledi, ancak danışmanı Cüneyd Zap-su'yla irtibat
kurmasını istedi. Gazeteci haberini yazdıktan sonra metni Zapsu'ya gönderdi ve onayını aldı."
Tezcan'ın Başbakan adına yaptığı açıklamada, Alman gazetecinin sohbette not tutmadığı, bu nedenle
algılama ve redaksiyon hatası yaptığı ileri sürüldü. Açıklamaya göre Erdoğan, "Türbanla ilgili çalışma
başlattık" demedi. Zapsu'nun Davos'taki sohbette bulunmaması nedeniyle Erdoğan'ın sözlerini bilmediği,
haber metnini Erdoğan'a göstermemesi nedeniyle de sorun yaşandığı savunuldu..."
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı yıllarca istismar ettikleri başörtüsü konusunda verdiği bir demecin
ardından bu denli çelişkili açıklamalarda bulunuyordu.
Tayyip, 9.4.2002 tarihinde "Türkiye'de başörtüsü konusunda çekilen çilelerin, insan hak ve özgürlükleri ve
toplumsal barış açısından yanlış davranışlar olduğunu söylüyordu.
Düzce'de 11.10.2002 yılında vatandaşın Türban ile ilgili sorusuna, "Bunu bana sormak en büyük hakarettir"
diye cevap veriyordu.
Bülent Arınç, 2002 seçimlerinden önce "Türban sorununu çözmek bizim namus borcumuzdur" diye Vakit
Gazetesi'nde gürlü-yordu. Ancak Meclis Başkanı olduğunda bırakın türban sorununu çözmeyi, eşini bile
yanına alamıyordu.
Tayyip, başörtüsü sorununa gelince, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni bahane ederek "askere karşı yasağı
kaldıramayız" mesajını veriyordu
327

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Oysa; TSK'nin benimsemediği, karşı olduğu bir çok yasa çıkardı. Silahlı Kuvvetlerin karşı olduğu bir çok
politikayı uygulamaya koydu. Barzani, Talabani gibi günde beş vakit Türkiye'ye söven teröristler ile görüşme
konusunda askerle karşı karşıya geldi. PKK eylemleri için "Kürt Sorunu" dedi. Đrak'ın Kuzeyi ile ilgili olarak
yine askerle çelişti...
Ama elindeki Meclis çoğunluğuna rağmen başörtüsü söz konusu olunca askerlerin ardına sığındı. Çünkü bu
konu daha çok istismar götürürdü.
Akdamar Kilisesi'ne 'Erdogansız' açılış
Yenilikçi hareket diye lanse edilen, dönüşümcülerin bir diğer özelliği de türbe şovlarının yanında her fırsatta
Kilise açmalarıydı. Şükrü Karatepe RP Kayseri Belediye Başkanı iken Kayseri'de Ermeni kilisesi açmış,
"Hoşgörüyü Ermenilerden öğrendik" demişti. Onu Trabzon belediyesi takip etmişti. Abdullah Gül, Salih
Kapusuz Ermeni Papazlarla fotoğraf çektirme yarışına girmişlerdi. AKP ner-de kilise varsa restore ettirmişti.
Restore ettirmekle kalmamışlar tarihte ilk kez bir cami AKP'li belediyelerce Kilise haline getirilmişti.
Restore ettirdikleri kiliselerden biri de Van'da bulunan Akdamar Kilisesi'ydi. Kiliseyi 24 Nisan tarjhinde
açacaklardı. Ancak gelen tepkiler ve maskelerinin düşme korkusu açılışı 26 Mart'a çekiyordu. 2 Mart 2007
tarihli gazetelerde konuyla ilgili haberler şu şekildeydi:
"Ankara, Van'ın Akdamar Adası'ndaki Ermeni kilisesinin 26 Mart'taki açılışına, dünyanın dört bir yanındaki
Ermeni ruhani liderlerini davet etmeye hazırlanıyor. Öte yandan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, açılış
törenine katılmayacağı açıklandı.
Organizasyon, Ermeni soykırımı iddialarının Amerikan Sena-tosu'nun gündeminde olduğu bir dönemde
yapılıyor.
328

Davete olumlu yanıt verirlerse, diasporanın önde gelen isimleri arasında yer alan Ermeni patriklerinin çoğu
Türkiye'ye ilk kez gelecek.
Dışişleri Bakanlığı kaynaklan, "Akdamar Kilisesi'nin açılışı siyasi değil, kültürel" diyor ama, açılışın
zamanlaması anlamlı.
Ermeni soykırımı tasarısı, Amerikan Kongresi'nin gündeminde. Soykırım iddiaları, Ermenistan ile Türkiye
ilişkilerini kilitlemeye devam ediyor.
Kudüs, Lübnan, Latin Amerika, Rusya ve ABD gibi birçok merkezde Ermeni kiliseleri bulunduğunu belirten
yetkililer, tüm Ermeni ruhani liderlerin açılışa davet edileceğini belirtiyor.
Dışişleri kaynaklan, açılışa ABD Kongresi'nden temsilcilerin davet edilmesinin ise planlanmadığını kaydetti.
"Erdoğan açılışa katılmayacak"
Öte yandan Başbakanlık kaynakları, Başbakan Erdoğan'ın 29 Mart tarihinde Akdamar Kilisesi'nin açılışına
katılacağı yönündeki haberi yalanladı.
Başbakanlık kaynaklan, konuyla ilgili olarak, "Bugün bir gazetede konuyla ilgili yayınlanan haber doğru
değil. Böyle bir program hiç öngörülmedi. Sayın Başbakan'm o tarihte önceden belirlenmiş bir programı var"
dediler.
Öte yandan Başbakanlık Basın Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamada da, "Bugünkü Hürriyet gazetesinde
Sayın Başbakan'm 29 Mart'ta Akdamar Kilisesi'nin açılışına katılacağı şeklinde bir haber yayınlanmıştır. 29
Mart'ta Sayın Başbakan'm böyle bir programı bulunmamaktadır" denildi.
Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası'nda bulunan kilisenin restorasyonu 2 milyon 600 bin YTL'ye mal oldu.
Restore edilen tarihi Akdamar Kilisesi'nin açılışının Başba-
329

MUSA'NIN ÇOCUKLARĐ
kan Erdoğan'ın da katılımıyla geçtiğimiz yıl 4 Kasım'da gerçekleştirilmesi öngörülmüş, ancak planlanan
açılış töreninin olumsuz hava koşulları sebebiyle nisan ayına ertelendiği açıklanmıştı.
Ermeni Kilisesi açan AKP, aynı gün şehitlerimiz için okutulmak istenen mevlite izin vermiyordu.
At Sineği ve bu adamı kullanın
Haziran 2005 tarihinde Oval Ofis'te Bush, Condi, Erdoğan ve Gül otururken, kapı aralığından içeri bir at
sineği bırakılır. At sineği herkesin bildiği gibi atın kıçında dışkıyla beslenen bir sinek çeşidiydi. Bush at
sineğine hamle yapar ama kaçırır, Condi de yakalayamaz, Gül sineğin peşinden hoplar zıplar ama nafile,
Erdoğan'sa donuk gözlerle izler.
Bush bir süre önce Erdoğan'ı at pazarlığı yapmakla suçluyordu. Şimdi diyeceksininiz ki, "Ne var bunda?.."
Tabi ki bir şey yok. Beyaz Saray da at pazarlığı yapmakla suçlanan zatın misafir(!) edildiği günde at sineği...
Tayyip'in Fındık Tüccarı olan danışmanı Kürt Zapsu, ABD'ye gidiyor, ABD yöneticileri ile yaptığı görüşmelerde
"Başbakan'a kızacağınıza onu kullanın...Lütfen sömürün diyemeyeceğim ama kötü sözcüktür. Kullanmaya
çalışın. Bu adamın avantajından yararlanın. Onu aşağı iteceğinize, lağıma atacağınıza kullanın..." Bu sözleri
Zapsu, Nisan 2006'da Amerika'da söylüyordu. Olay ortaya çıkınca önce inkâr ediyorlar, sonra sözlerimiz
çarpıtılıyor bahanesine sığınıyorlardı. Ancak Zapsu'nun konuşmalarının orijinal bandı gelince her şey
aydınlanıyordu. Fındıkçı Zapsu bu sözleri Amerikalılara söylemişti.
330

Önce Türbe ziyareti, sonra Vakıf


5 Ocak 2007 tarihinde Süleymaniye Camii'inde Cuma namazı kılan Erdoğan, ardından Nakşibendî
tarikatının Đskenderpaşa cemaatinin kurucusu olan Mehmet Zahit Kotku'nun mezarına giderek dua
ediyordu.
Erdoğan duanın ardından Ensar Vakfı'na uğruyordu. Đmam Hatip kökenli üniversite mezunlarına yardım
sağlamak için faaliyete geçen Vakfın Başkanlığını Ahmet Şişman yürütüyor, kurucuları arasında
Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, AKP Đstanbul Milletvekili Mustafa Açıkalın, Đstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, Torunlar Gıda'nın sahibi Aziz
Torun yer alıyordu.
Erdoğan, vakıftan çıkarken korumalar da kucaklarında kitaplarla onu takip ediyordu.
Erdoğan'ın başdanışmanı ve sözcüsü Akif Beki, Mayıs 2003 yılında çıkan kitabı "Erdoğan'ın Harfleri" adlı
kitabında harf devrimini yerden yere vuruyordu:
"Tayyip Erdoğan'ın zihin serüvenini biyolojik yaşından 26 yıl önce, 1928 harf devrimiyle başlatmak
gerekiyor. Bir gecede medrese hocaları dahil Osmanlı bakiyesi Türk toplumu okuryazar olma vasfını
kaybetti. Yazı öncesi döneme geri döndü. Arap alfabesinin yirmi sekiz harfiyle, ses, sözcük ve gramer
mantığıyla yoğrulan Müslüman zihinler, bir sabah kalktıklarında Latin alfabesinin saldırısıyla karşılaştılar..."
Laiklik tabi elden gidecek
Tayyip 1994 yılında laiklik, Avrupa Birliği gibi konularda esip gürlüyor ve şöyle konuşuyordu:
"Tutturmuşlar Laiklik elden gidiyor... Yahu bu millet istedikten sonra, tabi elden gidecek yahu! Sen bunun
önüne geçemezsin ki...
331

MUSA'NIN ÇOCUKLARI
Millete rağmen bu yürümez zaten...
Hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. Đkisi bir arada, ters mıknatıslanma
yapar...
Avrupa Topluluğu'na girmek için koşturuyorlar. Onlar da bizi almamayı düşünüyorlar... EeeL Biz de
girmemeyi düşünüyoruz. Avrupa Topluluğu'nun asıl adı Katolik Hıristiyan Devletler Birli-ği'dir..."
Tayyip, Kıyam'ın yani din adına ayaklanmanın da başlayacağını şöyle anlatıyordu:
"1,5 milyarlık Đslam alemi Müslüman- Türk Milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız ışıkları göründü.
Allah'ın izniyle bu kıyam başlayacak..."
"Yahu bu milletin bütünlüğü "Ne mutlu Türküm diyene" ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı, otuzu aşkın etnik
gurubu ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu. Biz de inanç birliğiyle tutacağız" diyen Tayyip iyice coşuyor ve
şöyle konuşuyordu:
"Türkiye, Cezayir olur mu, diye soruyorlar. Biz hazmettire haz-mettire geliyoruz, Allah'ın izniyle. Artık bu film
tanınmaya başlandı. Şimdi artık millet sadece aktörleri değil, senaryoyu değiştirmeye talip. Ve bu
senaryonun değiştirilme çabalarıdır, bu çalışmalar...
Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu
düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar..."
Tayyip, Şubat 2002'de gerçekleştirdiği ABD gezisinde; "Değiştim" diye bir ifade kullanmadığını, değerlerini
inkâr anlamında değiştim diyemeyeceğini, değerleriyle çelişemeyeceğini, sadece dünyadaki gelişmelere
karşı kabuk değişimi yaptığını vurguluyordu.
26 Haziran 2003 tarihinde Star Gazetesi'nde Sezai Şengün imzası ile çıkan yazıda Tayyip Erdoğan'ın
Malezya gezisinde, Anayasa'yı yok sayarak sarf ettiği; "Türkiye modern bir Đslam dev-
332

ERG UN POYRAZ
letidir..." sözlerinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıhgı'nı harekete geçirdiği belirtiliyordu.
Oysa Anayasa'nın ikinci maddesi Türkiye Cumhuriyeti Dev-leti'ni şöyle tanımlıyordu: "Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir..." Tayyip bunu bilmiyordu, bilmek işine gelmiyordu. Ya bu
ülkeyi korumak ve kollamakla görevli olanlar?...
Oysa kimsenin umutsuzluğa kapılmasına da gerek yok. Çünkü Kemal'in askerleri var oldukça görev devam
edecek, bütün bunların hesabı gün gelecek sorulacaktır.
333

Elimde ın birkaç gün önce piyasaya verilen son kitabı... Musa'nın Çocukları Tayyip ve Emine." (Togan
Yayınları). Dkumaya başladım, elimden bırakamadım. muhteşem bir araştırma-il. Akla hayale gelmeyen
arşivlere balıklama dalıyor, inanılmaz belge ve bilgileri ntaya çıkarıyor ve yorumunu yapıp okurlarına
sunuyor. 3undan önce yazdığı "Patlak Ampul", "Refahın Gerçek Yüzü", "Kanla Abdest Alan-ar" gibi kitapları
da böyleydi.
Musa'nın Çocukları Tayyip ve Emine"yi okurken şaşırdım. Türkiye'yi kimlerin yönettiğini, onların geçmişini,
yaşam öyküsünü, büyük sermaye ile aralarındaki parasal ilişkileri gerçi biliyordum ama böylesini, bu
kadarını ve dahası, kitabın isminin niçin bu olduğunu 'ın kitabını bir solukta okuyunca öğrenmiş oldum!
Burada size daha (azla bilgi vermek istemiyorum. Sizden ricam, bu sürpriz kitabı mutlaka okumanızdır.
Okuyunca bana teşekkür borcunuz olacak! Bir mesaj atıp teşekkür etmenizi bekleyeceğim.
Emin Çölaşan/18 Nisan 2007-Hürriyet
Yazarımız bu kitabında; Tayyip ve Emine Erdoğan'ın doğumundan bugüne kadar olan hayat hikayelerini,
Tayyip ve AKP'nin Đsrail, ABD ve Đngiliz büyükelçi ve istihbarat örgütlerinin desteğinde nasıl gelişip
serpildiğini görecek, TBMM'de yine bu ülkelerin lehine sergiledikleri faaliyetlerini okuyacaksınız. Tayyip'in
Amerikan vatandaşlığı yanında, Arap kökenli olarak tanıttığı eşinin Arap değil, Yahudi soyundan geldiğini
ibretle izleyeceksiniz. Keza kendinin de Musa'nın soyundan geldiğini...
Kitapta Yasin El Kadı-Tayyip, Tayyip-Üsame Bin Laden, Tayyip-Ülker, Yasin El Kadı-Ülker ilişkilerini
bulacaksınız.
Tayyip'in mal varlığındaki inanılmaz artışlarla, belediye başkan maaşının yanında, belediye şirketlerinden
huzur hakkı adı altında aldığı paraları göreceksiniz. Tayyip'in belediye başkanlığı döneminde yapılanması
hızlanan "geleceğin başbakanı ve cihat hazırlığının" TBMM'de geldiği son safhalara tanık olacaksınız. Ve...
Yüce Atatürk'ün "Muhterem milletime tavsiyem odur ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar
çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an
vazgeçmesin!" görüşündeki isabet karşısında bir kez daha saygıyla eğileceksiniz.
9789944337076
_ Musa'nın Çocukları Tayyip ve Emine
Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.

You might also like