You are on page 1of 314

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

Yayın No: 79

EKONOMİYE GİRİŞ
DERS KİTABI (2. BASKI)

Prof. Dr. Burhan ÖZKAN

Akdeniz Üniversitesi Basımevi


Antalya,2004
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

.... her zaman rahmet ve özlemle


andığım Sevgili Babamın aziz
hatırasına...

2
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

ÖNSÖZ
Ekonomiye giriş niteliğinde olan bu kitap üniversite ve yüksek
okullarda öğrenim gören ve ilk defa ekonomi dersi alacak öğrencilere
yönelik olarak hazırlanmıştır. Eserde ele alınan konuların olabildiği ölçüde
basit ve anlaşılabilir şekilde sunulmasına özen gösterilmiş ve ekonomi
bilimine bilimsel açıdan yeni bir şeyler katmak amacı güdülmemiştir. Kitap
yerli ve yabancı birçok kaynaktan yararlanılarak hazırlanmış olup
ekonomiye giriş kitaplarında olması gereken konuların önemli bir kısmı
verilmeye çalışılmıştır. Kitabın yazımı sırasında yararlanılan eserler
arasında özellikle Lipsey ve Harbury tarafından yazılan” Principles of
Economics” ile Lipsey ve arkadaşları tarafından yazılan “Microeconomics”
ve “Macroeconomics” adlı eserlerden geniş ölçüde yararlanılmıştır.
Kitapta ele alınan konular 13 bölüm halinde düzenlenmiştir. Bu
bölümlerden ilk 10’nu mikroekonomi konularından oluşmaktadır. Birinci
bölümde, ekonomi biliminin kapsamı, tanımı ve bazı temel kavramlar
açıklanmıştır. İkinci bölümde, temel ekonomik sorunlar, sorunların
çözümünde izlenen ekonomik sistemler ile ekonomi biliminin tarihsel
gelişimi ana hatları ile verilmiştir. Fiyat teorisi konularından “arz, talep ve
piyasa dengesi” üçüncü bölümde, “esneklik” konusu ise dördüncü bölümde
açıklanmıştır. Beşinci ve altıncı bölümlerde “tüketim ve üretim teorileri”
incelenmiştir. Kitabın yedinci, sekizinci ve dokuzuncu bölümlerinde
sırasıyla “tam rekabet, monopol ve eksik rekabet piyasaları” açıklanmıştır.
Onuncu bölümde “faktör piyasası ve faktör gelirleri” incelenmiştir. Kitabın
son üç bölümünü oluşturan 11, 12 ve 13. bölümler makroekonomi
konularına ayrılmıştır. Bu kapsamda onbirinci bölümde “milli gelir,”
onikinci bölümde “para, banka ve enflasyon”, onüçüncü bölümde ise
“uluslararası ekonomik ilişkiler” konuları incelenmiştir.
Eserde bazı eksiklik ve gözden kaçmış yanlışlıklar olabilir. Bunların
tüm sorumluluğu bana aittir. Değerli hocalarımdan, öğrencilerimden ve
okuyucularımdan gelecek katkı ve uyarılar için şimdiden teşekkür ederim.
Her konuda olduğu gibi kitabın hazırlanmasında da beni sürekli
destekleyen sevgili eşim Memduha Özkan’a sonsuz teşekkürlerimi
sunuyorum. Ayrıca eserlerinden yararlandığım yazarlara ve kitabı baştan
sonra okuyarak hatalardan arındıran Dr. Handan Akçaöz ile grafiklerin
çiziminde bana yardımcı olan araştırma görevlisi Süleyman Karaman’a.
teşekkürü borç biliyorum. Kitabın başta sevgili öğrencilerimiz olmak üzere
tüm okuyucularıma yararlı olması en büyük dileğimdir.
Ağustos 2001, Antalya Doç. Dr. Burhan Özkan

3
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

Kitabın 2003 yılı Kasım ayında yayınlanan ilk baskısının kısa sürede
tükenmesi nedeniyle ikinci baskısı yapılmıştır. İlk baskıya göre kitapta içerik
yönünden bir değişiklik yapılmamıştır. Bunun en önemli nedeni kitabın iki
baskısı arasında geçen sürenin kısa olması ve birinci baskısı ile ilgili yeterli
eleştiri ve katkının alınmamasıdır.
Bununla birlikte eserin tüm bölümleri gözden geçirilmiş ve ilk
baskıda gözden kaçmış yazım ve baskı hatalarının düzeltilmesine özen
gösterilmiştir. Buna karşın kitabın ikinci baskısında da bazı eksiklikler ve
gözden kaçmış hatalar olabilir. Meslektaşlarımın, öğrencilerimin ve
okuyucularımın katkı ve uyarılarının bu eserin kalitesinin arttırılmasına
büyük katkı yapacağına inanıyorum.
Kitabın ikinci basıma hazırlanmasındaki göstermiş olduğu özverili
çabalar için Bölümümüz doktora öğrencilerinden Cemal FERT’e çok
teşekkür ederim.

Eylül 2004, Antalya Prof. Dr. Burhan Özkan

4
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

İÇİNDEKİLER Sayfa
No

BÖLÜM 1. EKONOMİ BİLİMİNİN KAPSAMI


VE TEMEL KAVRAMLAR

1.1. Ekonomi Biliminin Kapsamı........................................................... 1


1.1.1. Ekonominin Tanımı................................................................... 1
1.1.2. Ekonominin Özellikleri.............................................................. 2
1.1.3. Ekonominin Bölümleri............................................................... 3
1.1.3.1. Mikroekonomi ve Makroekonomi....................................... 3
1.1.3.2. Pozitif ve Normatif Ekonomi............................................... 4
1.1.4. Kıtlık ve Tercih.......................................................................... 4
1.1.5. Kaynak Kullanımı ve Fırsat Maliyeti ....................................... 5
1.1.6. Ekonomik Model ve Bazı Varsayımlar...................................... 6
1.2. Temel Ekonomi Kavramları............................................................. 7
1.2.1. İhtiyaç......................................................................................... 7
1.2.2. Mal ve Hizmetler....................................................................... 9
1.2.3. Fayda, Değer ve Fiyat................................................................ 11
1.2.4. Üretim ve Tüketim..................................................................... 11
1.2.5. Üretim Faktörleri....................................................................... 12
1.2.6. Gelir, Tasarruf ve Yatırım......................................................... 14
1.3. Ekonomik Dolaşım........................................................................... 15

BÖLÜM 2. EKONOMİNİN TEMEL SORUNLARI VE


EKONOMİK SİSTEMLER

2.1. Ekonominin Temel Sorunları........................................................... 19


2.1.1. Kaynakların Tam Kullanımı...................................................... 19
2.1.2. Kaynakların Etkin Kullanımı..................................................... 21
2.1.3. Ekonomik Büyüme..................................................................... 24
2.2. Ekonomik Sistemler......................................................................... 26
2.2.1. Kapitalizm ve Piyasa Ekonomisi............................................... 27
2.2.2. Sosyalizm................................................................................... 29
2.2.3. Karma Ekonomi......................................................................... 31
2.3. Ekonominin Tarihsel Gelişimi......................................................... 33
2.3.1. Ekonomi Biliminin Doğuşu, Merkantilistler ve Fizyokratlar.... 33
2.3.1.1. Merkantilistler...................................................................... 33
2.3.1.2. Fizyokratlar.......................................................................... 34

5
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

2.3.2.KlasikDüşünce......................................................................... 34
2.3.3. Sosyalist Düşünce...................................................................... 35
2.3.4. Tarihçi ve Kurumsalcı Düşünce................................................ 36
2.3.5. Neoklasik Düşünce.................................................................... 36
2.3.6. Keynesgil Düşünce.................................................................... 37
2.3.7. Paracılık (Monetarizm).............................................................. 37
2.3.8. Günümüz Gelişmeleri ............................................................... 38

BÖLÜM 3. TALEP, ARZ VE DENGE

3.1. Talep Teorisi.................................................................................... 39


3.1.1. Talep Miktarını Belirleyen Faktörler......................................... 40
3.1.2. Talep Şedülü (Çizelgesi) ve Talep Eğrisi.................................. 43
3.1.2.1. Talep Şedülü........................................................................ 43
3.1.2.2. Talep Eğrisi.......................................................................... 44
3.1.3. Talep Miktarındaki Değişme..................................................... 45
3.1.4. Talep Değişmesi......................................................................... 46
3.1.5. Piyasa Talep Şedülü ve Eğrisi.................................................... 47
3.1.5.1. Piyasa Talep Şedülü............................................................. 47
3.1.5.2. Piyasa Talep Eğrisi.............................................................. 48
3.2. Arz Teorisi....................................................................................... 49
3.2.1. Arz Miktarını Belirleyen Faktörler............................................ 50
3.2.2. Arz Şedülü (Çizelgesi) ve Arz Eğrisi......................................... 51
3.2.2.1. Arz Şedülü........................................................................... 51
3.2.2.2. Arz Eğrisi............................................................................. 52
3.2.3. Arz Miktarındaki Değişme......................................................... 53
3.2.4. Arz Değişmesi............................................................................ 54
3.2.5. Piyasa Arzı................................................................................. 56
3.2.5.1. Piyasa Arz Şedülü................................................................ 56
3.2.5.2. Piyasa Arz Eğrisi.................................................................. 57
3.3. Piyasa Fiyatının Oluşumu (Arz ve Talep Dengesi)......................... 58
3.3.1. Denge Fiyatının Anlamı............................................................. 61
3.3.2. Fiyat ve Miktar Dengesinin Değişimi........................................ 62
3.3.2.1. Talep Değişiminin Etkisi..................................................... 63
3.3.2.2. Arzdaki Değişimin Etkisi..................................................... 64

6
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 4. ESNEKLİK (ELASTİKİYET)

4.1. Talep Esnekliği................................................................................ 67


4.1.1. Talebin Fiyat Esnekliği.............................................................. 67
4.1.1.1. Esneklik ve Eğim................................................................. 72
4.1.2. Talebin Fiyat Esnekliğini Etkileyen Faktörler........................... 75
4.1.2.1. İkame Malların Varlığı........................................................ 75
4.1.2.2. Malın Aile Bütçesindeki Oransal Önemi............................. 76
4.1.2.3. Zaman................................................................................... 76
4.1.3. Diğer Talep Esneklikleri............................................................ 76
4.1.3.1. Talebin Gelir Esnekliği........................................................ 76
4.1.3.2. Talebin Çapraz Esnekliği..................................................... 77
4.1.3.2.1. İkame Mallarda Talebin Çapraz Esnekliği..................... 77
4.1.3.2.2. Tamamlayıcı Mallarda Talebin Çapraz Esnekliği......... 78
4.2. Arzın Fiyat Esnekliği....................................................................... 79
4.2.1. Arz Esnekliğini Etkileyen Faktörler.......................................... 81
4.2.1.1. Yeterli Girdi ve Hammadde Miktarı.................................... 81
4.2.1.2. Üretim Maliyetlerinin Gelişimi........................................... 81
4.2.1.3. Üretim Döneminin Uzunluğu (Zaman)................................ 82
4.3. Piyasa Fiyatının Oluşmasında Zamanın Etkisi................................ 82
4.3.1. Çok Kısa Dönem veya Piyasa Dönemi...................................... 82
4.3.2. Kısa Dönem............................................................................... 83
4.3.3. Uzun Dönem.............................................................................. 83
4.4. Tarımda Periyodik Fiyat Hareketleri............................................... 85
4.4.1. Sürekli Dalgalanma ................................................................... 86
4.4.2. Azalan Dalgalanmalar ............................................................... 88
4.4.3. Dengeden Uzaklaşan Dalgalanmalar ........................................ 89
4.5. Tavan ve Taban Fiyatlar.................................................................. 91
4.5.1. Tavan Fiyatlar ........................................................................... 91
4.5.2. Taban Fiyatlar............................................................................ 92

BÖLÜM 5. TÜKETİM TEORİSİ (TÜKETİCİ DENGESİ)

5.1. Fayda Teorisi................................................................................... 83


5.1.1. Toplam ve Marjinal Fayda......................................................... 84

7
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

5.1.2. Azalan Marjinal Fayda Yasası................................................... 85


5.1.3. Tüketici Dengesi (Fayda Maksimizasyonu) ............................. 87
5.1.4. Tüketici Rantı............................................................................ 89
5.1.5. Değer Çelişkisi (Paradoksu)...................................................... 91
5.2. Farksızlık Teorisi............................................................................ 92
5.2.1. Farksızlık Eğrileri...................................................................... 93
5.2.1.1. Farksızlık Eğrileri Paftası.................................................... 94
5.2.1.2. Farksızlık Eğrilerinin Özellikleri........................................ 96
5.2.1.2.1. Tam İkame Mallar ........................................................ 97
5.2.1.2.2. Mükemmel Tamamlayıcı Mallar .................................. 97
5.2.2. Marjinal İkame Oranı................................................................ 97
5.2.3. Bütçe Doğrusu (Eş Maliyet Doğrusu)....................................... 99
5.2.3.1. Gelirdeki Değişmenin Etkisi................................................ 101
5.2.3.2. Fiyatlardaki Değişmenin Etkisi............................................ 102
5.2.4. Tüketici Dengesi........................................................................ 104
5.2.5. Tüketici Dengesindeki Değişmeler............................................ 105
5.2.5.1. Gelirdeki Değişmelerin Tüketici Dengesine Etkisi............. 105
5.2.5.2. Fiyatlardaki Değişmenin Tüketici Dengesine Etkisi........... 107
5.2.5.3. Fiyat Değişmelerinden Kaynaklanan Gelir ve İkame
Etkileri.................................................................................. 108
5.2.5.3.1. İkame Etkisi................................................................... 109
5.2.5.3.2. Gelir Etkisi.................................................................... 110

BÖLÜM 6. ÜRETİM VE MALİYETLER

6.1. Kısa Dönemde Üretim: Değişken Girdi Getirisi............................. 114


6.1.1. Kısa Dönem Üretim Fonksiyonu.............................................. 114
6.1.2. Toplam, Ortalama ve Marjinal Ürün........................................ 115
6.1.3. Azalan Verim Yasası............................................................... 116
6.1.3.1. Marjinal ve Ortalama Ürün Eğrileri Arasındaki İlişkiler..... 118
6.1.3.2. Üretim Safhaları................................................................ 118
6.2. Uzun Dönemde Üretim: Ölçeğe Getiri............................................ 121
6.2.1. Ölçeğe Sabit Getiri.................................................................... 121
6.2.2. Ölçeğe Artan Getiri................................................................... 122
6.2.3. Ölçeğe Azalan Getiri................................................................. 122
6.3. Eş-Ürün Eğrileri.............................................................................. 124
6.3.1. Eş Ürün Eğrilerinin Özellikleri.................................................. 126
6.3.2. Marjinal Teknik İkame Oranı.................................................... 127
6.3.3. Eş Maliyet Doğruları................................................................. 128

8
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

6.3.4. Üretici Dengesi (Optimum Faktör Bileşiminin Seçimi)............ 130


6.3.5. Genişleme Yolu......................................................................... 132
6.3.6. Faktör Fiyatlarının Değişmesinin Üretici Dengesine Etkisi...... 132
6.4. Üretim Maliyetleri........................................................................... 133
6.4.1. Kısa Dönem Üretim Maliyetleri............................................... 134
6.4.1.1. Toplam Maliyetler (TM) .......... .......................................... 135
6.4.1.2. Ortalama Maliyetler (OM)................................................... 136
6.4.1.3. Marjinal Maliyet (MM)....................................................... 137
6.4.1.4. Kısa Dönem Maliyet Eğrileri............................................... 137
6.4.2. Uzun Dönem Maliyetleri .......................................................... 139
6.4.2.1. Uzun Dönem Ortalama Maliyetleri...................................... 139
6.4.2.2. Uzun Dönem Marjinal Maliyetleri ..................................... 141

BÖLÜM 7. TAM REKABET PİYASASI

7.1. Piyasa ve Piyasa Türleri................................................................... 143


7.2. Tam Rekabet Piyasası ve Varsayımları........................................... 144
7.3. Tam Rekabet Piyasasının Eksik Rekabet Piyasaları İle Farkları..... 145
7.4. Tam Rekabet Piyasasında Piyasa Fiyatı, Firma Talebi ve Geliri..... 146
7.4.1. Piyasa Fiyatı ve Firma Talebi.................................................... 146
7.4.2. Tam Rekabet Piyasasında Firma Geliri..................................... 147
7.5. Tam Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Dengesi............................. 149
7.5.1. Firmanın Kısa Dönem Dengesi.................................................. 152
7.5.2. Tam Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Firma Arz Eğrileri...... 153
7.5.2.1. Tek Bir Firmanın Kısa Dönem Arz Eğrisi........................... 153
7.5.2.2. Endüstrinin Arz Eğrisi......................................................... 154
7.5.3. Kısa Dönem Denge Fiyatı.......................................................... 155
7.5.4. Firmanın Kısa Dönem Kârlılığı................................................. 156
7.6. Kısa Dönem Dengesinin Alternatif Analizi:Toplam Gelir-Toplam
Maliyet Yaklaşımı............................................................................ 157
7.7. Uzun Dönem Dengesi...................................................................... 158
7.7.1. Giriş-Çıkış Etkisi....................................................................... 158
7.7.2. Uzun Dönem Denge Koşulları ve Denge................................... 159

BÖLÜM 8. MONOPOL VE PİYASA DENGESİ

8.1. Monopol Piyasasının Tanımı ve Varsayımları................................ 161


8.2. Monopolün Oluşum Biçimleri......................................................... 162
8.3. Monopolde Denge............................................................................ 163

9
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

8.3.1. Monopolde Marjinal Gelir......................................................... 163


8.3.2. Marjinal Gelir ve Talep Esnekliği............................................. 164
8.4. Kısa Dönemde Monopolcü Dengesi................................................ 165
8.4.1. Monopol Kârları........................................................................ 167
8.4.2. Monopolcü Firma İçin Arz Eğrisinin Olmaması....................... 168
8.4.3. Firma ve Endüstri....................................................................... 168
8.5. Monopol Piyasasında Uzun Dönemde Denge................................. 168
8.6. Monopolde Fiyat Farklılaştırması.................................................... 168
8.6.1. Fiyat Farklılaştırmasının Türleri................................................ 170
8.6.1.1. Malın Birimleri Arasında Fiyat Farklılaştırması................. 170
8.6.1.2. Alıcılar Arasında Fiyat Farklılaştırması............................. 171
8.6.2. Fiyat Farklılaştırmasının Koşulları........................................... 171
8.7. Monopol Piyasası ile Tam Rekabet Piyasasının Karşılaştırılması.. 172

BÖLÜM 9. EKSİK REKABET PİYASALARI

9.1. Eksik Rekabet Piyasasının Özellikleri............................................ 173


9.2. Monopolcü Rekabet Piyasası......................................................... 174
9.2.1. Monopolcü Rekabet Piyasasının Tanımı ve Genel Özellikleri 174
9.2.2. Monopolcü Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Dengesi............ 175
9.2.3. Monopolcü Rekabet Piyasasında Uzun Dönem Dengesi........... 176
9.2.4. Tam Rekabet Piyasası ile Monopolcü Rekabet Piyasasının
Karşılaştırılması ..................................................................... 176
9.3. Oligopol Piyasası.......................................................................... 177
9.3.1. Oligopolün Tanımı ve Özellikleri............................................. 178
9.3.2. Oligopol Piyasasının Oluşum Biçimleri.................................... 178
9.3.2.1. Fiyat Dışı Rekabet............................................................. 179
9.3.2.2. Firmalararası Anlaşma.................................................... 179
9.3.3. Oligopolde Piyasa Dengesi...................................................... 180
9.3.3.1. Dirsekli Talep Eğrisi Modeli.............................................. 180
9.3.3.2. Fiyat Önderliği Modeli....................................................... 182
9.3.3.3. Firmalararası Anlaşma Modeli......................................... 182
9.3.3.4. Maliyet Üzerine Bir Kâr Modeli........................................ 183
9.4. Oligopolün Etkinliği...................................................................... 183

BÖLÜM 10. BÖLÜŞÜM TEORİSİ VE FAKTÖR PİYASALARI

10.1. Gelir Bölüşümü (Dağılımı)............................................................ 185


10.1.1. Kişisel Gelir Dağılımı ........................................................... 186

10
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

10.1.1.1. Gelir Dağılımı Eşitsizliğinin Nedenleri............................. 188


10.1.1.2. Gelir Dağılımındaki Eşitsizliğin Giderilmesi.................... 188
10.1.2. Görevsel (Fonksiyonel) Gelir Dağılımı................................... 189
10.2. Faktör Piyasaları............................................................................ 189
10.2.1. Faktör Talebi ve Özellikleri..................................................... 190
10.2.1.1. Faktör Piyasa Talebi.......................................................... 191
10.2.1.2. Faktör Talep Esnekliğini Etkileyen Faktörler.................... 191
10.2.2. Faktör Arzı ve Özellikleri........................................................ 191
10.2.2.1. Faktör Akışkanlığı ve Arz Esnekliği................................. 193
10.2.3. Faktör Piyasasında Denge........................................................ 194
10.2.4. Ekonomik Rant ve Transfer Kazancı ...................................... 195
10.3. Faktör Gelirleri.............................................................................. 197
10.3.1. Emek Gelirleri: Ücret............................................................... 197
10.3.1.1. Ücret Teorileri.................................................................... 199
10.3.2. Ücret Dışı Gelirler: Rant, Faiz ve Kâr..................................... 200
10.3.2.1. Toprak Sahibinin Geliri: Rant............................................ 200
10.3.2.1.1. Rant Türleri.................................................................. 202
10.3.2.1.2. Rantın Ekonomik İşlevi................................................ 203
10.3.2.2. Sermaye Sahibinin Geliri: Faiz.......................................... 203
10.3.2.2.1. Faiz Teorileri................................................................ 204
10.3.2.2.2. Faizin Ekonomik İşlevi................................................ 204
10.3.2.3. Girişimcinin Geliri: Kâr..................................................... 205
10.3.2.3.1. Kârın Ekonomik İşlevi................................................. 205

BÖLÜM 11. MİLLİ GELİR

11.1. Milli Gelir Kavramları................................................................... 207


11.1.1. Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH)............................................... 207
11.1.2. Safi Milli Hasıla (SMH).......................................................... 208
11.1.3. Milli Gelir (MG)...................................................................... 208
11.1.4. Kişisel Gelir (KG).................................................................... 209
11.1.5. Harcanabilir Gelir (HG)........................................................... 210
11.1.6. Kişi Başına Milli Gelir (KBMG)............................................. 211
11.1.7. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)........................................... 211
11.2. Milli Gelir Hesaplamaları.............................................................. 212
11.2.1. Gelir Yöntemi.......................................................................... 212
11.2.2. Üretim (Çıktı) Yöntemi............................................................ 213
11.2.3. Harcama Yöntemi.................................................................... 214
11.3. Milli Geliri Etkileyen Faktörler..................................................... 215

11
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

11.4. Milli Gelir Ölçütlerinin Değerlendirilmesi.................................... 216


11.4.1. Kayıtdışı Ekonomik Faaliyetler............................................... 216
11.4.2. Milli Gelir ve Yaşam Düzeyi................................................... 217
11.5. Milli Gelir Ölçütlerinin Seçimi...................................................... 218
11.6. Türkiye’nin Milli Geliri ve Dağılımı............................................. 219
11.7. Milli Gelir Dengesi........................................................................ 221
11.8. Ekonomik Büyüme ve Kalkınma .................................................. 223
11.8.1. Ekonomik Büyüme................................................................... 224
11.8.2. Ekonomik Büyümeyi Etkileyen Faktörler................................ 224
11.8.3. Kalkınma.................................................................................. 225
11.8.4. Az Gelişmiş Ülkelerin Başlıca Sorunları................................. 225

BÖLÜM 12. PARA, BANKA VE ENFLASYON

12.1. Para................................................................................................ 227


12.1.1. Paranın İşlevleri....................................................................... 228
12.1.1.1. Paranın Değişim Aracı Olma İşlevi................................... 228
12.1.1.2. Paranın Hesap Birimi Olma İşlevi.................................... 228
12.1.1.3. Paranın Biriktirme Aracı Olma İşlevi................................ 229
12.1.2. Paranın Çeşitleri....................................................................... 229
12.1.2.1. Asli Para............................................................................. 229
12.1.2.2. Kaydi Para (Banka Parası)................................................. 229
12.1.2.3. Para Benzerleri ve Para Yerine Geçenler.......................... 229
12.1.3. Para Tanımları......................................................................... 230
12.1.4. Para Arzı ve Para Talebi.......................................................... 230
12.2. Bankalar ve Merkez Bankası......................................................... 231
12.2.1. Merkez Bankasının Görevleri.................................................. 232
12.2.2. Merkez Bankasının Para Politikası.......................................... 232
12.2.2.1. İskonto Politikası............................................................... 232
12.2.2.2. Açık Piyasa İşlemleri......................................................... 232
12.2.2.3. Karşılık Oranı.................................................................... 233
12.2.2.4. Kredi Tavanı...................................................................... 233
12.2.2.5. Diğer Önlemler.................................................................. 233
12.2.3. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası.................................... 233
12.3. Enflasyon....................................................................................... 234
12.3.1. Enflasyon Hızı......................................................................... 234
12.3.2. Enflasyonun Nedenleri........... ................................................ 236
12.3.2.1. Talep Enflasyonu............................................................... 236
12.3.2.2. Maliyet Enflasyonu............................................................ 237

12
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

12.3.2.3. Beklenen ve Beklenmeyen Enflasyon................................ 239


12.3.3. Enflasyonun Etkileri................................................................ 240
12.3.3.1. Gelir ve Servet Dağılımı Üzerindeki Etkileri.................... 240
12.3.3.2. Üretim ve İstihdam Üzerine Etkileri.................................. 240
12.3.4. Enflasyonla Mücadele.............................................................. 240
12.3.4.1. Aşamalı ve Şok Stratejisi................................................... 241
12.3.4.2. Hiper ve Yüksek Oranlı Enflasyonla Mücadele................ 241
12.4. Deflasyon................................................ ...................................... 242
12.5. Devalüasyon.................................................................................. 242
12.6. Stagflasyon..................................................................................... 244

BÖLÜM 13. ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER

13.1. Uluslararası Ticaret....................................................................... 245


13.1.1. Uluslararası Ticaretten Kazançların Kaynakları..................... 246
13.1.1.1. Mutlak Üstünlük................................................................ 246
13.1.1.2. Karşılaştırmalı Üstünlük................................................ ... 247
13.1.1.3. Fırsat Maliyeti................................................ ................... 249
13.1.2. Fırsat Maliyeti Farklılığının Nedenleri.................................... 251
13.1.2.1. Faktör Bileşimleri Farklılığı.............................................. 251
13.1.2.2. İklim Farklılığı................................................................... 251
13.1.3. Dış Ticaret Hadleri.................................................................. 252
13.1.4. Serbest Ticaret Kısıtlamaları................................................... 253
13.1.4.1. Koruma Yöntemleri........................................................... 253
13.1.4.1.1. Gümrük Tarifeleri................................................ ....... 253
13.1.4.1.2. Tarife Dışı Engeller................................................ .... 255
13.1.4.1.3. Diğer Engeller.............................................................. 258
13.1.5. Kısıtlamaların Nedenleri.......................................................... 259
13.1.6. Ticaretin Serbestleşmesi.......................................................... 261
13.2. Ödemeler Dengesi................................................ ......................... 262
13.3. Döviz Kuru ve Belirlenmesi.......................................................... 263
13.3.1. Döviz Kuru Sistemleri............................................................. 264
13.3.1.1. Sabit Kur Sistemi............................................................... 264
13.3.1.2. Esnek Kur Sistemi.............................................................. 265
13.3.2. Denge Döviz Kurunda Değişmeler.......................................... 265
KAYNAKLAR...................................................................................... 267

DİZİN..................................................................................................... 269

13
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 1
EKONOMİ BİLİMİNİN KAPSAMI VE
TEMEL KAVRAMLAR

Günümüzde ekonomi ile ilgili konular en önemli ilgi alanlarından


birini oluşturmaktadır. Ekonomik düşünme biçimi, ekonomi ile ilgili günlük
olayları ve bu olayların birbirleriyle ilişkilerini anlamada çok önemli hale
gelmiştir. Bununla birlikte ekonomi bilimi konusunda sahip olunan bilginin
çok yetersiz olduğu söylenebilir. Bu durum bir ölçüde bireylerin bir çoğu
için ekonomi biliminin soyut kavramlar gibi görülmesinden ileri
gelmektedir. Diğer yandan ekonomide kullanılan kavramların bir kısmının
anlamının günlük dilden çok farklı olmasının da bunda payı bulunmaktadır.
Bu nedenle ekonomi biliminin temelini oluşturan konulara geçmeden önce
ekonomi biliminin kapsamı ve ekonomi biliminde kullanılan bazı temel
kavramları incelemek gereklidir. Bu amaçla kitabın ilk bölümü, ekonomi
biliminin kapsamı ve ekonomideki temel kavramlar olmak üzere iki ana
kısımda ele alınmıştır.

1.1. Ekonomi Biliminin Kapsamı


Ekonomi biliminin kapsamı başlığı altında ilk olarak ekonomi
biliminin tanımı, özellikleri ve ekonominin bölümleri açıklanacaktır. Daha
sonra ise ekonomi biliminin temelini oluşturan kıtlık ve tercih konuları ile
kaynak kullanımı ve fırsat maliyeti konuları ele alınacaktır. Ekonomi
biliminin kapsamı ile ilgili açıklamalar içinde ekonomik model ve bazı
varsayımlar üzerinde de durulacaktır.

1.1.1. Ekonominin Tanımı


Ekonomi bilimindeki gelişmelere bağlı olarak ekonomi kavramı
bugüne kadar çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Ekonomi biliminin ve
ekonomistlerin anlayışlarının gelişmesi bu duruma neden olarak
gösterilebilir. Dolayısıyla ekonomi biliminin konusunu tam ve kesin olarak
tanımlamak oldukça güçtür. Ekonomi bilimini açıklamada yaygın olarak
kullanılan tanımlardan bazıları aşağıda verilmiştir.
İnsanların tüm ihtiyaçlarının karşılanmasına olanak yoktur. Çünkü
insanların ihtiyaçları sonsuz olmasına karşılık bu ihtiyaçları gideren mal ve

14
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

hizmetlerin üretiminde kullanılacak kaynaklar sınırlıdır. Eğer ihtiyaçları


tatmin etmede kullanılan araçlar kıt olmasaydı, bunları elde etmek için
hiçbir fedakarlık ve sıkıntı çekmeye gerek kalmayacaktı. Böyle bir durumun
olması ekonomik faaliyetin söz konusu olmayacağı anlamına gelmektedir.
Bu nedenle ekonomik sorunların temelini kıtlık oluşturmaktadır. Ekonomi
biliminin temeli kıtlık gerçeğine dayandığından ekonomi; kıtlık bilimidir
diye tanımlanmaktadır.
İnsan ihtiyaçlarının sonsuz olmasına karşılık, ihtiyaçları giderecek
kaynakların ihtiyaçlara oranla sınırlı olması nedeniyle insanlar çeşitli
alternatifler arasında tercih yapmak zorundadırlar. Bu nedenle ekonomi;
tercihler bilimi yani çeşitli seçenekler arasında seçim yapma bilimi olarak
da ifade edilmektedir.
İnsanların kıtlıkla mücadele etmek için birbirleriyle mal ve hizmet
değişiminde bulunmaları gibi ülkeler arasında kıtlıkla mücadele için mal ve
hizmet değişimi de söz konusudur. Ülkeler arasındaki mal ve hizmet
değişiminin esas nedeni, bazı ülkelerin sahip oldukları kaynakların, üretim
teknolojisinin, bilgi ve beceri düzeyinin diğerlerinden fazla olmasından
kaynaklanır. Diğer yandan bazı malların üretiminde bazı ülkelerin daha fazla
uzmanlaşmış olması da uluslararası ticaretin tüm ülkelerin yararına olması
sonucunu yaratmaktadır. Bu açıdan ekonomi; ülkeler arasında ticaretin
incelenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Ayrıca günümüz ekonomilerinin para ekonomileri olma özelliğinin
çok önemli hale gelmesi nedeniyle ekonomi; para, banka, sermaye ve
servetin incelenmesi olarak da ifade edilmektedir.
Ekonomi kavramının tanımları daha da artırılabilir. Bununla birlikte,
söz konusu tanımların ortak özellikleri esas alınarak geniş kapsamlı bir
ekonomi tanımlaması şöyle yapılabilir. Ekonomi; sınırlı kaynakların farklı
ihtiyaç alternatiflerine ayrılması konusundaki insan davranışlarını
inceleyen bilim dalıdır.

1.1.2. Ekonominin Özellikleri


Ekonomi kavramının tanımlarından yola çıkarak ekonominin temel
özellikleri kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir.

(i) Ekonomi, sosyal bir bilimdir. Ekonomi insanların davranışlarını


inceler. Bu nedenle ekonomi diğer sosyal bilimler gibi doğal bilimlerden
farklıdır. Bilindiği gibi doğal bilimlerde, laboratuar ortamında ve koşullar
kontrol edilerek yapılan denemelerle bilimsel yasalar test edilmektedir.
Ekonomi biliminin dolayısıyla ekonomistin laboratuvarı ise toplumdur. Bu

15
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

nedenle ekonomistin doğal bilimcinin yaptığı deneyleri yapması ve koşulları


kontrol etmesi söz konusu olamaz. Ekonomist ortaya koyduğu ilkeleri
gözlemlerine dayandırır.
(ii) Ekonomi, analitiktir. Ekonomist, çeşitli ekonomik sorunlara
çözüm üretmek için ekonomi biliminin ilkelerini kullanır. Ekonomist bunu
yaparken tek bir çözüm yolu önermek yerine alternatif çözüm yolları önerir.
Ayrıca ekonomist önerdiği çözüm yollarının her birinin olumlu ve olumsuz
yönlerini de ortaya koyar.
(iii) Ekonomi, insan davranışının sadece ekonomik yönü ile
ilgilenir. Ekonomi; politika, psikoloji ve antropoloji gibi çeşitli sosyal
bilimler ile yakından ilişkili olmasına karşın insan davranışlarının sadece
ekonomik yönünü esas alır.
(iv) Ekonomi, malların tüketimi ile olduğu kadar üretimi ve
dağıtımı ile de ilgilidir. Ekonomi insan ihtiyaçlarının nasıl giderileceği
sorununu esas almakla beraber ihtiyaçların karşılanması için gerekli malların
üretimi ve üretilen bu malların dağıtımı sorunlarını da inceler.

1.1.3. Ekonominin Bölümleri


Ekonomi bilimi çeşitli bölümlere ayrılır. Bu bölümlerden
mikroekonomi ve makroekonomi ile pozitif ve normatif ekonomi ayrımı en
yaygın olanlarıdır.

1.1.3.1. Mikroekonomi ve Makroekonomi


Mikroekonomi, ekonomi biliminde küçük birimlerin incelenmesini
konu alan dal olup, tek bir firma ve tek bir tüketicinin ekonomik davranış ve
faaliyetlerini inceler. Bir tüketicinin sahip olduğu belirli geliri hangi mal ve
hizmetlere dağıtacağı, firma maliyetleri, tam rekabet ve eksik rekabet
mikroekonominin önemli konularıdır. Kısaca mikroekonominin konuları;
bireysel kararların oluşturulması, kaynak dağılımı, fiyatlar, üretim ve gelir
dağılımıdır.
Makroekonomi, bütün olarak toplumun ekonomik davranış ve
faaliyetlerini kapsamına alır. Makroekonominin başlıca konuları;
ekonominin genel büyüklüğü, tüm tüketim harcamaları, milli gelir, istihdam,
enflasyon, para ve tasarruf gibi konulardır. Mikroekonomi, belirli bir mal
veya hizmetin talebini konu alırken makroekonomi mal ve hizmetlerin
toplam talebi ile ilgilenmektedir.

16
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

1.1.3.2. Pozitif ve Normatif Ekonomi


Pozitif ekonomi, gerçek yaşamda bazı verilerle test edilebilecek
neden-sonuç ilişkilerini inceler. Diğer bir ifadeyle pozitif ekonomi; olayları,
insanların karar ve davranışlarını objektif olarak inceler. Bu kapsamda
pozitif ekonomi ne nedir, ne olmuştur, ne olacaktır? sorularına bilimsel
ilkelere uygun olarak yanıt bulmaya çalışır. Dolayısıyla pozitif ekonomi
değer yargısı içermez. Örneğin “faiz oranlarının yükselmesi insanları,
tasarruf etmeleri yönünde teşvik etmektedir” ifadesi pozitif ekonomi alanına
girer.
Normatif ekonomi, toplumsal refahın sağlanabilmesi için ne olması
gerektiğini esas alır. Yani normatif ekonomi ne olsaydı, ne olmalıydı gibi
değer yargıları ile ilgilenir. Örneğin, “insanların tasarruf etmeleri teşvik
edilmelidir” ifadesinde normatif ekonomi yaklaşımı söz konusudur.
Esasında birçok konu hem pozitif hem de normatif ekonomi içerisinde
tartışılmaktadır. Bu kitapta çoğunlukla pozitif ekonominin kapsamına giren
konular ele alınmıştır.

1.1.4. Kıtlık ve Tercih


İnsanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için çaba göstermelerinin esas
nedeni kıtlık ile mücadeledir. Kıtlık, tüm insanlar için geçerli bir olgudur.
Çünkü ülke ne kadar gelişmiş olursa olsun o ülkede üretilen mal ve
hizmetlerin toplamı, ülke insanlarının bütün ihtiyaçlarını karşılayacak kadar
bol değildir. Ayrıca kaynakların kıt oluşu gelişmemiş ülkelerde, gelişmiş
ülkelere göre çok daha belirgindir. Ekonomide kullanılan kıtlık kavramı
günlük dilde kullanılan kıtlık kavramı farklı anlam taşır. Günlük dilde,
herhangi bir malın piyasada bulunmasında bir sıkıntı varsa kıtlıktan
bahsedilir. Yani, bir malın fiziki olarak piyasada az bulunur olması veya hiç
bulunmaması günlük dilde kıtlık olarak kabul edilmektedir. Kıtlık, çiftçiler
açısından kuraklık nedeniyle üretimin düşmesi anlamında da
kullanılmaktadır.
Ekonomistler kıtlığı, bütün insanların ihtiyaçlarını karşılamaya
yetecek kadar olmayan mallar için kullanmaktadır. Yani ekonomistlere göre,
elde etmek için bir bedel ödenen ve zahmete girilen her mal ekonomik
anlamda kıt maldır. Kıt mallara ekonomik mallar adı da verilmektedir.
Buna karşın herkese yetecek kadar bol olan ve karşılığında hiç bedel
ödenmeyen mallara ise serbest mal adı verilir. Serbest malı tam olarak ifade
eden örnek havadır. Serbest mallara verilecek diğer örnekler ise çöldeki
kum, kutuplar için buz ve çok yağışlı bölgeler için bir ölçüde su olarak

17
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

belirtilebilir. Ancak, çöldeki kum ve kutuplardaki buz dünyanın diğer


bölgelerinde kıt mallar durumundadır. Eğer dünyadaki tüm mallar hava gibi
serbest mal durumunda olsaydı, hiçbir mal kıt olmayacağı için ekonomik
sorun olmayacaktı. Bu durumda ekonomi bilimine de ihtiyaç
duyulmayacaktı.
Ancak gerçekte, ihtiyaçlar sonsuz olmasına karşın kaynaklar sınırlıdır.
Bu sınırlı kaynakların da farklı amaçlar için kullanılma olanağı
bulunmaktadır. Bu nedenle kıt kaynakları kullanırken alternatif kullanılma
yerleri arasında tercih yapmak gerekmektedir. Aksi taktirde bir mal veya bir
kaynak ne kadar kıt olursa olsun tek bir kullanım yeri varsa bir seçim
(tercih) yapılması söz konusu olmayacaktır. Çünkü kaynakların kıt
olmasının yanında kıt kaynakların alternatif kullanılma durumu var ise
ekonomik bir sorun ortaya çıkmaktadır.

1.1.5. Kaynak Kullanımı ve Fırsat Maliyeti


İnsanların bütün ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar mal ve
hizmet üretme olanağı yoktur. İnsan ihtiyaçlarını giderecek mal ve hizmet
üretiminin yetersiz oluşunun nedeni, mal ve hizmet üretiminde kullanılan
üretim faktörlerinin sınırlı oluşudur. İşte mal ve hizmet üretiminde
kullanılan üretim faktörlerinin kıt oluşu bu kaynakların en iyi şekilde
kullanılmasını gerektirmektedir. Ayrıca kıt olan üretim kaynaklarının
değişik alternatiflerde kullanılma durumlarının olması da insanları tercih
yapma ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Kıt kaynakların alternatif kullanımları arasında bir tercih yapmak,
seçilen alternatifin dışında kalanları feda etmek (kaçırmak) anlamına gelir.
Ekonomistler bu duruma fırsat maliyeti (veya alternatif maliyet) adını
vermektedirler. Örneğin; bir öğrencinin sinema veya tiyatro seçeneklerinden
tiyatroya gittiğini kabul edelim. Bu durumda sinema, feda edilen ya da
kaçırılan bir olay olduğundan tiyatroya gitmenin alternatif maliyetidir.
Benzer şekilde ülkeler de yatırımlarında tercih yaparlar. Bu nedenle
alternatif maliyet kavramı, kıt kaynakların kullanımında tercih yapmanın
önemini gösterir ve her ekonomik kararın bir bedeli olduğunu ortaya koyar.
Burada vurgulanması gereken bir konu da ekonomi biliminin yapılan
tercihlerin nedenlerinden çok bu tercihlerin sonuçları üzerinde durmasıdır.
Yani ekonomi bilimi, tüketicilerin neden tereyağını margarine tercih
ettiklerini değil, bu tercihlerin sonuçları üzerinde durur.

18
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

1.1.6. Ekonomik Model ve Bazı Varsayımlar


Kıt kaynakların nasıl kullanılacağı, alternatif kullanım alanlarından
hangilerinin seçileceği gibi konularda tüketicilerin davranışlarını incelemek
ve bunları bilimsel kurallar olarak belirtmek ekonominin temel görevidir.
Buna göre, diğer bilim dallarında olduğu gibi ekonomi biliminde de amaç
ekonomi ile ilgili olaylar arasındaki ilişkileri belirlemektir. “Bir malın fiyatı
yükselirse, o maldan talep edilen miktar azalır” yasasının belirlenmesi
örnek olarak verilebilir. Ekonomide talep yasası olarak bilinen bu yasadan
da anlaşılabileceği gibi ekonomik olaylarda neden-sonuç ilişkisi
bulunmaktadır.
Ancak ekonomi ilmindeki bilimsel kuralların, doğal bilimlerdeki
kadar kesinlik ve belirlilik taşıdığı söylenememektedir. Örneğin, bir malın
fiyatı yükselirse diğer koşullar aynı kaldığı sürece o maldan talep edilen
miktar azalır olarak ifade edilen talep yasası için de durum böyledir. Buna
göre talep yasası eğilim yasası olarak kabul edilmeli ve her tüketicinin fiyat
artışları karşısında aynı tepkiyi göstereceği anlamında olmadığı bilinmelidir.
Bir malın fiyatının yükselmesi karşısında çoğunluk o maldan talep edilen
miktarı azaltmasına karşın bir kısım tüketici mal alımında bir değişiklik
yapmazken, bir kısmı eskisine göre daha çok mal alabilir. Bu durum talep
yasasının geçersiz olduğunu göstermez. Buna karşın ekonomi bilimindeki
yasaların doğal bilimlerdeki kadar kesinlik ve belirlilik taşımadığını ifade
eder.
Doğal bilimlerin konusunu çoğunlukla cansız varlıklar oluşturmakta
ve doğal yasalar deney yoluyla kanıtlanabilmektedir. Buna karşılık diğer
sosyal bilimlerde olduğu gibi ekonomi biliminin konusunu insanlar ve
onların davranışları oluşturmaktadır. Bu nedenle sosyal bilimlerde
laboratuvar deneylerinin yapılamayışı doğal ve sosyal bilim dalları arasında
önemli farklar yaratmaktadır. Örneğin; bir taş parçası suya atıldığı zaman
taşın suyun dibine ineceği, kuru bir kağıt parçasına ateş yaklaştırıldığı
zaman kağıdın yanacağı veya bir demirin ısıtıldığında boyunun uzayacağı
bellidir. Ancak insanların çeşitli etkenler karşısında gösterecekleri tepkiler
farklı olabilmektedir. Hatta aynı insanın aynı etkenler karşısındaki davranışı
farklı zamanlarda çok farklı olabilmektedir. Dolayısıyla ekonomi biliminde
önemli olan çoğunluğun davranışıdır. Eğer çoğunluk belirli bir yönde ve
beklenen davranış şekline göre hareket ediyorsa sosyal bilimlerde de
bilimsel kurallar var demektir. Özetle, ekonomistler ekonomi ile ilgili

19
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

olayları incelemek, neden-sonuç ilişkilerini belirlemek ve bunları bilimsel


bir kurala bağlamak için çaba gösterirler.
Ekonomik sorunların teorik tartışması yapılırken genellikle konuyu
basitleştirmek için bazı varsayımlar yapılır. Kitapta yer alan konularla ilgili
temel birkaç varsayım aşağıda kısaca açıklanmıştır.

(i) Kapalı ekonomi varsayımı: Konuyu basitleştirmek amacıyla;


fiyat, üretim ve bölüşüm teorisi gibi mikroekonomi konuları işlenirken
kapalı ekonomi varsayımı kabul edilecektir. Yani, bir ülkenin başka bir
ülkeden mal alıp satmadığı, yabancı sermaye girmesi ve dış yardım alması
gibi ekonomik ilişkilerin hiç birisinin olmadığı varsayılmaktadır. Kısacası
kapalı ekonomi varsayımına göre, bir ülkenin başka ülkelerle hiç ekonomik
ilişki kurmadığı kabul edilmektedir.
(ii) Devlet müdahalesinin yokluğu varsayımı: Kitapta yer verilen
tüm konularda devletin ekonomiye müdahalesinin olmadığı kabul
edilecektir. Buradaki amaç piyasa mekanizmasının yaratacağı sonuçları
ortaya koymak çabasından kaynaklanmaktadır.
(iii) Ekonomik insan varsayımı: İncelenen konularda karar
birimlerinin (ev halkı, firma) tüketici veya üretici olarak aldıkları tüm
kararlarında rasyonel hareket ettikleri varsayılacaktır. Rasyonel davranış
nedeniyle tüketiciler fayda maksimizasyonunu, üreticiler ise kâr
maksimizasyonunu amaç edineceklerdir.
(iv) Diğer koşullar sabit varsayımı (Ceteris paribus): Bir değişken
değiştiğinde diğerlerinin sabit tutulmasına ceteris paribus denilmektedir.
Diğer koşulların değişmediği varsayımı ekonomik olayların incelenmesini
ve açıklanmasını basite indirgemek istenmesinden kaynaklanmaktadır.

1.2. Temel Ekonomi Kavramları


Ekonomi biliminin incelediği konuların iyi anlaşılması, ancak bazı
teknik terim ve kavramların bilinmesi ile sağlanabilir. Söz konusu bu
kavramlardan bazıları aşağıda özetlenmiştir.

1.2.1. İhtiyaç
İhtiyaç, karşılandığı zaman zevk ve mutluluk veren,
karşılanmadığında ise acı ve üzüntü veren duygular olarak
tanımlanmaktadır. İnsanların doğumdan ölünceye kadar çok çeşitli
ihtiyaçları vardır. Örneğin; susayan bir kişi bu ihtiyacını gideremediği
zaman acı duyar. Bu insana su sağladığınız zaman ise hem acısı azalır hem

20
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

de mutluluk duymaya başlar. Ancak ekonomik anlamda ihtiyaçtan


bahsedebilmek için bireyin kendisine acı veren ihtiyaçlarını karşılamak için
bir çaba içerisine girmesi gerekmektedir. İhtiyaçların özellikleri çok değişik
şekilde incelenebilir. Aşağıda ihtiyaçların bazı özelliklerine değinilmiştir.

(i) İhtiyaçlar süreklidir ve şiddet açısından farklıdır: İnsanların


bazı ihtiyaçlarının karşılanma şiddeti diğer ihtiyaçlarına oranla daha
fazladır. Örneğin; insanların temel ihtiyaçlarından olan ekmek ve su
ihtiyaçları eğer karşılanmaz ise bir süre sonra insan artık yaşayamaz hale
gelir. İhtiyaçlar karşılanırsa büyük bir haz duyulur, ancak bir süre sonra aynı
ihtiyaç tekrar hissedilir. Bu durum ihtiyaçların sürekli olma özelliğini
göstermektedir.

(ii) İhtiyaçlar artma eğilimindedir: İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur.


Özellikle toplumlar geliştikçe ihtiyaçlar da buna paralel olarak artmakta
daha önce bilinmeyen yeni ihtiyaçlar ortaya çıkmaktadır. Gelir artışı, yeni
buluşlar, zevk ve tercihlerin değişmesi, ihtiyaçları çoğaltan önemli
nedenlerdir. İhtiyaçların artma eğilimi toplumların sosyal, kültürel ve
ekonomik durumlarına göre değişmektedir. Yaşam düzeyi düşük olan
ülkelerde ihtiyaçların sayısının, yaşam düzeyi yüksek olanlara göre daha az
olduğu söylenebilir.

(iii) İhtiyaçlar karşılandıkça şiddetlerini kaybetmektedir: Aç bir


insan ele alınırsa bu kişiye bir tabak yemek verildiğinde bunu tüketmekten
büyük mutluluk duyacaktır. Aynı kişiye ikinci tabak yemek verildiğinde
birinciye göre daha az mutluluk duyarken üçüncü tabakta belki de bir şey
hissetmeyecektir. Eğer daha fazla tabak yemek verilirse ve tüketmeye
zorlanırsa bundan acı duyacaktır. Bu durum ihtiyaçların karşılandıkça
şiddetlerini kaybetmelerinden ileri gelmektedir.

(iv) İhtiyaçlar ve ihtiyaçları gideren mallar ikame edilebilirler:


İhtiyaçların bir bölümü tatmin edildiğinde ihtiyaçların diğer bir bölümünden
vazgeçilebilmektedir. Örneğin insanlar sinemaya gitmek yerine maça
giderek boş zamanını değerlendirebilir. Ayrıca insanlar aynı ihtiyacı belirli
bir mal yerine başka bir mal tüketimiyle karşılayabilirler. Örneğin; elma
yerine başka bir meyve, çay yerine kahve tercih edilebilir.
Ekonomi bilimi insan ihtiyaçlarının karşılanması ile ilgilenen bir
bilim dalıdır. Ancak ekonominin, insan ihtiyaçları ile ilgili olması, her türlü
insan ihtiyaçlarının karşılanması anlamına gelmez. Örneğin bir insan daha

21
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

akıllı, daha cesur olmak istiyorsa buna ekonomik olarak yapabilecek bir şey
yoktur. Bu tip ihtiyaçlara ekonomi dışı ihtiyaçlar denir. İhtiyaçlar ekonomik
açıdan zorunlu ve zorunlu olmayan ihtiyaçlar olmak üzere iki grup altında
toplanır. Zorunlu ihtiyaçlar, insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için
mutlaka karşılamak durumunda oldukları ihtiyaçlardır. Zorunlu ihtiyaçlara,
beslenme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlar örnek verilebilir. Zorunlu
olmayan ihtiyaçlar, zorunlu ihtiyaçlar karşılandıkça ortaya çıkan
ihtiyaçlardır. Zorunlu olmayan ihtiyaçlar, genellikle kültürel ve lüks ihtiyaç
ayrımı yapılarak açıklanmaktadır. Örneğin; eğitim, spor, gezme gibi
gereksinimler kültürel ihtiyaçları oluştururken otomobil gibi ihtiyaçlar lüks
ihtiyaçlar olarak değerlendirilmektedir.
Ancak insanların ihtiyaçlarının zorunlu ve zorunlu olmayan şeklinde
ayırımı toplumdan topluma, zamandan zamana ve çeşitli gelir gruplarına
göre farklılık göstermektedir. Bu nedenle bir gelir grubu açısından zorunlu
olarak kabul edilen mallar, başka bir gelir grubu için lüks olabilir.

1.2.2. Mal ve Hizmet


İnsan ihtiyaçlarını dolaylı veya doğrudan karşılamaya yarayan her
şeye mal denir. Örneğin yenilen elma, giyilen gömlek, içinde oturulan ev
maldır. İnsanların ihtiyaçlarını gideren bazı şeyler elle tutulmaz ve gözle
görülmez. Bu çeşit mallara manevi mallar denir. Manevi malların en önemli
grubu hizmetlerdir. Bir öğretmenin ders vermesi, avukatın savunma yapması
bu tip mallara örnek olarak verilebilir. Aslında insan ihtiyaçlarını gideren bu
vasıtaları mal ve hizmet diye ayırmanın da fazla bir önemi yoktur. Mal
kavramı çoğu zaman hizmetleri de kapsamaktadır. Mallar özelliklerine göre
değişik şekilde sınıflandırılabilmektedir.
Mallar, serbest ve ekonomik mallar olarak ikiye ayrılır (Şekil 1.1).
Bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar bol olan ve üretilmesi
için herhangi bir zahmete gerek duyulmayan mallara serbest mallar denir.
Buna karşın herkese yetecek kadar bol olmayan, üretilmesi için belli bir
çabaya gerek olan ve elde edilmesi için bedel ödenen mallara ekonomik
(kıt) mallar denir. Ekonomik mallar hazır mallar ve insanlarca üretilen
mallar olarak ikiye ayrılmaktadır. Hazır mallar doğada hazır bulunan
mallardır (kıt madenler, içme suyu gibi). İnsanlarca üretilen mallar üretim
malları (ara mallar) ve tüketim malları olarak ikiye ayrılır. Üretim malları;
tüketim mallarını üretmekte kullanılan ve daha önce insanlarca üretilmiş
olan mallardır (un, buğday, deri gibi). Tüketim malları ise insanların

22
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

ihtiyaçlarını doğrudan doğruya ve derhal karşılayan mallardır (bir parça


ekmek, bir çift ayakkabı gibi).

Mallar

Serbest Mallar Ekonomik Mallar (Kıt, Nadir Mal)

Hazır Mallar İnsanlarca Üretilen Mallar

Üretim Malları Tüketim Malları


(Ara Mal)

Şekil 1.1. Malların Sınıflandırılması

Ekonomik mallar, tamamlayıcı mallar ve rakip (ikame) mallar olarak


da gruplandırılabilir. İhtiyaçlarımızı karşılamak için bir mal talep
edildiğinde diğer bir mal da talep ediliyorsa bu mallar tamamlayıcı
mallardır. Tamamlayıcı mallardan birinin olmaması diğerinin kullanılmasını
engeller (bir çift ayakkabı gibi). Birbirlerinin yerine kullanılabilen mallara
ise rakip (veya ikame) malları adı verilir. Koyun eti ile dana eti gibi
birbirinin yerine kullanılabilen mallar rakip mallardır.
Mallar, ayrıca menkul ve gayri menkul yani taşınır ve taşınmaz mal
olarak da sınıflandırılmaktadır. Mallar kullanılış şekline göre de üretim,
tüketim ve kullanım malı olarak sınıflandırılmaktadır. Ancak bu
sınıflamalarda sınırlar kesin belli değildir. Örneğin; kömür, üretim girdisi
olarak kullanıldığı zaman bir üretim malı iken evde ısınma amacı için
kullanıldığında tüketim malı özelliği gösterir.
Mallar; hammadde, ara mal ve son mal olarak da ayrılabilir.
Hammadde ilksel bir maddedir. Yani hammadde doğada orijinal şekliyle
olan mallardır. Ara mallar daha önce belirtildiği gibi son (nihai) malın

23
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

üretiminde kullanılan mallardır. Mallar kullanılış süresine göre dayanıklı ve


dayanıksız mallar olarak da gruplandırılmaktadır.

1.2.3. Fayda, Değer ve Fiyat


Malların insan ihtiyaçlarını karşılama özelliğine fayda denir.
Herhangi bir mal stokunun en son dozunun faydasına ise marjinal fayda
denir. Ekonomide fayda kavramı, günlük dildeki anlamından farklılık
gösterir. Ekonomik anlamda bir şeyin faydalı olması için ahlak ya da yasal
olarak uygun olması gerekli değildir.
Değer (kıymet), ihtiyaçlarımızı gidermede kullandığımız mallara
karşı verilen nispi önemi belirtir. Ekonomik açıdan malların kıymetli
olmasının iki nedeni vardır. Bunlar malların ihtiyaçlarımızı gidermeleri ve
kıt bulunmalarıdır. Ekonomide malların değişim (mübadele) değeri ve
kullanım değeri ayrımı yapılmaktadır. Kullanım değeri daha çok kişisel
yargılara bağlı olduğundan buna subjektif kıymet de denir. Ekonomide
önemli olan değişim değeridir. Değişim değerine objektif kıymet
denilmektedir.
Fiyat, malların değişim kıymetlerinin para cinsinden ifadesidir. Yani
bir malın fiyatı, o malın değişim değeridir. Dolayısıyla malın değişim
değeri, fiyatını ifade etmektedir.

1.2.4. Üretim ve Tüketim


İnsan ihtiyaçlarını gideren mal ve hizmetlerin elde edilmesine ve
faydaların artırılmasına yönelik çabaların hepsi üretim olarak kabul edilir.
Üretim genellikle işletme denilen ekonomik birimlerde yapılmaktadır. Bazı
işletmeler mal, bazıları ise hizmet üretirler. Tarım, orman ve sanayi
işletmeleri mal üreten işletmeler, banka, ticaret, ulaştırma, sigorta, hastane
ise hizmet üreten işletmelerdir. Üretim kesintisiz bir süreç olup, üretim ile
kıt malların miktarı artırılır. Ancak kıt malların miktarını artırmadan da
çeşitli yollarla faydasını artırmak olasıdır. Malların faydası aşağıdaki
şekillerde artırılabilir:

(i) Maddi (şekil) faydasını artırmak: Malların şekil ve bünyelerinde


değişiklik yaparak onların faydaları arttırılabilir. Örneğin buğdayın işlenerek
ekmek üretiminde kullanılması, sütün işlenerek peynir ve yoğurt haline
dönüştürülmesi, ipliğin dokunup kumaş haline getirilmesi ve kumaştan
elbise dikilmesi ile malların maddi faydası arttırılabilir.

24
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

(ii) Zaman faydasını artırmak: Malların ihtiyacın daha fazla olduğu


bir zamanda hazır bulundurulmasıdır.
(iii) Mekan faydasını artırmak: Malların ihtiyaçtan fazla olan
bölgelerden, kıt olan bölgelere taşınması yoluyla malın faydasının
arttırılmasıdır.
(iv) Mülkiyet faydasını artırmak: Bir malın, o mala ihtiyacı az olan
kişinin mülkiyetinden ihtiyacı daha çok olan kişinin mülkiyetine geçmesidir.
Bu nedenle her tür ticaret ve komisyonculuk da ekonomik anlamda
üretimdir.
(v) Hizmet faydasını artırmak: Fayda yaratmak yalnızca maddi
varlıklar üzerinde olmaz. Bir fikir, bir tavsiye de insana fayda sağlar
(danışmanlık gibi).
Üretim; birincil üretim, ikincil üretim ve hizmet üretimi olarak üç türe
ayrılmaktadır. Birincil üretime kömür ve petrol çıkarılması ile çiftçilik ve
balıkçılık örnek olarak verilebilir. Birincil üretimden elde edilen ürünlerden
karmaşık ürünler üretilmesine ikincil üretim denilmektedir. Mühendislerin,
seramikçilerin ve çelik işçisinin üretimi ikincil üretimdir. Hizmet üretimi
ticari ve kişisel hizmet üretimi olmak üzere ikiye ayrılır. Ticari hizmete
perakendecilik, bankerlik, sigortacılık; kişisel hizmet üretimine ise
öğretmen, doktor, polis ve hemşire hizmetleri örnek olarak verilebilir.
Tüketim, ekonomik faaliyetlerin son amacını oluşturur. İnsan
ihtiyaçlarının giderilmesine tüketim denir. Buna göre tüketim, ihtiyaçların
doğrudan doğruya karşılanmasıdır. Bir malın ihtiyaçları dolaylı yoldan
tatmini, yeni bir başka bir malın üretiminde kullanılması tüketim sayılmaz.
Örneğin; mısırın pişirilip yenilmesi bir tüketim, ancak mısırın tohumluk
olarak ayrılması tüketim değildir. Günlük dilde kullanılan tüketim ile
ekonomik anlamda tüketim anlam farklılığı gösterir. Günlük dilde tüketim
denilince bir şeyin tüketilip yok edilmesi anlaşılır. Oysa ekonomide tüketim
amacıyla kullanılan bir malın yok olması koşulu yoktur. Çünkü ekonomik
anlamdaki tüketimde bazı malların şekli ve bileşimi değişmediği gibi yok
olması da gerekmez. Örneğin bir tablo, insan ihtiyaçlarını giderdiği için
ekonomik anlamda bir tüketim söz konusudur. Ancak insanların tabloya
bakması sonucunda tablonun şekli değişmediği gibi yok olmasından da
bahsedilemez.

1.2.5. Üretim Faktörleri


Mal ve hizmetleri elde etmek için bazı girdilere gereksinim
duyulmaktadır. Söz konusu bu girdilere üretim faktörleri denilmektedir.

25
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Üretim faktörleri toprak (doğa), emek, sermaye ve girişimci(müteşebbis)


olmak üzere dört grupta incelenmektedir.
(i) Toprak: Üretimde kullanılan her türlü doğal kaynakları kapsar.
Toprak, denizler, akarsular, yeraltı ve deniz kaynakları, ormanlar, güneş
ışığı gibi doğada bulunan kaynaklar doğa unsuru kabul edilir. Arazi ve
toprağın doğal ve teknik özellikler yanında ekonomik özellikleri de vardır.
Toprağın ekonomik özellikleri; miktarının sınırlı olması, başka yere
taşınamaması ve çoğaltılamaz oluşu olarak açıklanabilir. Toprağın ekonomik
özellikleri, arazi ve toprağın doğadan ayrılarak bir üretim unsuru olarak
ortaya çıkmasına neden olur.

(ii) Sermaye: İnsanlar tarafından üretilmiş üretim araçları sermaye


olarak tanımlanmaktadır. Sermaye; insan emeğine yardımcı olan,
verimliliği arttıran alet-makine gibi unsurlardır. Girişimcinin kendi
sermayesine öz sermaye, dışardan elde ettiği sermayeye ise yabancı
sermaye denilir. Sermaye ekonomik açıdan teknik, parasal ve hukuki
sermaye olarak üç gruba ayrılır.
İnsanlarca üretilmiş ve üretimde kullanılan her türlü üretim unsuruna
teknik sermaye adı verilir. Teknik sermaye; esas olarak döner ve sabit
sermaye olarak ikiye ayrılır. Döner sermaye; üretimde bir defa
kullanılabilen, bir defa kullanıldığında şeklini ve maddi varlığını kaybeden
sermaye grubudur. Örneğin, tarımsal üretimde kullanılan tohum, gübre ve
akaryakıt gibi girdiler döner sermaye grubuna girmektedir.
Sabit sermaye; daimi sermaye olarak da isimlendirilen bu sermaye
grubunun en önemli özelliği birden çok üretim döneminde
kullanılabilmesidir. Sabit sermayeler kullanıldığında şeklini kaybetmemekte
ve yok olmamaktadır. Sabit sermayeye bina, alet-makine, iş ve gelir
hayvanları örnek olarak gösterilebilir. Sabit sermayelerin kullanılmaları
sonucunda bünyelerinde eskime ve yıpranma ortaya çıkar. Bu açıdan maliyet
hesaplamalarında bu yıpranma ve eskime payı amortisman adı altında
masraflara ilave edilmelidir. Amortisman; ekonomik faaliyette bulunan bir
işletmede bir yıl süresinde, sabit sermayede meydana gelen kıymet
azalmalarını karşılamak için ayrılan fondur. Parasal sermaye, üretim
faaliyetinde kullanılan paradan oluşmaktadır. Hukuki sermaye ise
çalışmadığı yani bir emek harcamadığı halde sahibine gelir getiren ev,
ulaştırma araçları, otel gibi mallardır. Teknik sermaye ile hukuki sermayeyi
birbirinden ayıran kesin bir sınır yoktur. Günümüz ekonomisinde hukuki
sermaye geliri giderek artmaktadır.

26
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

(iii) Emek: Üretim faaliyetinde kullanılan her türlü bedensel ve


zihinsel insan gücü çabasına emek (iş) denir. Bir ülkede emek potansiyelini,
o ülkenin nüfusu ve nüfusun sosyo-ekonomik yapısı belirler. Nüfusun
tamamı emek faktörüne katılmaz. Emek miktarında 14-65 yaş arasındaki
nüfus (aktif nüfus) esas alınır. Ekonomide emek denildiğinde esas olarak
insan işi anlaşılmaktadır. Emekte, bir enerji tüketimi söz konusudur. Bu
enerji tüketimi zihinsel ya da bedensel olabilir. Ancak emekten
bahsedebilmek için tüketilen enerjinin üretime ayrılmış olması gerekir.

(iv) Girişimci (müteşebbis): Toprak, emek ve sermaye üretim


faktörlerini kullanarak üretimi gerçekleştiren, üretime ilişkin kararları alan
ve sorumluluğu yüklenen kişilere girişimci denir. Girişimci diğer üretim
faktörlerine sahip olmasa bile onları, üretimde bulunmak üzere bir araya
getirir. Bu nedenle girişimci üretimin dinamosudur. Girişimciyi üretime
yönelten başlıca faktör ise kârdır.
Üretim faktörleri Şekil 1.2’de özetlenmiştir. Görüldüğü gibi üretim
faktörleri sınırsız istekleri karşılamak için mal ve hizmet üretiminde
kullanılmaktadır. Üretim faktörleri ve faktör gelirleri ile ilgili daha geniş
bilgi kitabın onuncu bölümünde verilmiştir.

TOPRAK EMEK SERMAYE

GİRİŞİMCİLİK

MAL VE HİZMET ÜRETİMİ

S I N I R S I Z İ S T E K LE R

Şekil 1.2. Üretim Faktörleri

1.2.6. Gelir, Tasarruf ve Yatırım

27
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Gelir, bir kimsenin belirli bir dönem başında ve sonunda aynı


zenginlikte kalmak koşulu ile o dönem içerisinde tüketebileceği mal ve
hizmetlerin toplamı olarak tanımlanabilir. Gelirin nominal ve reel olarak
ayrımı önemlidir. Nominal gelir enflasyonun dahil olduğu bir gelirken, reel
gelir enflasyondan arındırılmış olan geliri gösterir. Gelirin kaynağı
insanların kendisi veya serveti olabilir. Servet, herhangi bir andaki mevcut
ekonomik mal stoku olarak tanımlanmaktadır.
Tasarruf, gelirin tüketilmeyen kısmıdır. Başka bir ifadeyle tasarruf,
gelir ve gider arasındaki farktır. Tasarruflar pozitif bir değer olabileceği gibi
negatif değer de taşıyabilir. Negatif tasarruf durumunda birey
gereksinimlerini karşılamak için borçlanmak veya eski tasarruflarını
harcamak durumundadır.
Yatırım, mevcut sermaye malları ve donatımı stokuna belirli bir
dönem içerisinde yapılan net ilavedir. Yapılan bir harcamanın yatırım
sayılması için yeni bir üretim kapasitesi yaratması gerekir. Bir kimsenin yeni
bir fabrika ya da yeni bir okul yaptırması yatırımdır. Yoksa mevcut bir evin
veya fabrikanın satın alınması yatırım sayılmaz.

1.3. Ekonomik Dolaşım


Piyasa, bir mal veya hizmetin alıcı ve satıcılarını karşılaştıran bir
ortamdır. Piyasalar; tam rekabet, monopol ve eksik rekabet piyasası türlerine
ayrılmaktadır. Piyasada karar birimleri olarak ev halkı (tüketiciler),
firmalar (üreticiler) ve devlet bulunmaktadır. Tüketicilerin piyasa
ekonomisi sistemi içerisinde rasyonel hareket ettikleri varsayılmaktadır. Bu
nedenle tüketiciler sınırlı kaynakları ile maksimum fayda sağlamaya
çalışırlar. Piyasadaki diğer önemli karar birimi ise firmalardır. Firmalar
piyasadan üretim malı ve üretim faktörleri talep ederek, piyasaya mal ve
hizmet sunarlar. Serbest piyasa düzeni içerisinde firmalar da üretimleriyle
ilgili kararlarında, firma kârını maksimum yapmak ister. Piyasadaki diğer bir
karar birimi de devlettir. Devlet, hükümet organları ve kamu kurumlarını
kapsar. Devlet, diğer iki karar biriminden farklı olarak kararlarında rasyonel
ve tutarlı olmayabilir. Bu durum devletin üretici ve tüketiciyi korumak için
zaman zaman kârdan çok sosyal faydayı ön planda tutmasından kaynaklanır.
Piyasanın genel işleyişinin açıklanmasında konuyu basitleştirmek için
karar birimleri olarak tüketiciler ve firmaların yer aldığı kapalı bir ekonomi
esas alınmaktadır. Böyle bir piyasada tüketiciler ve firmalar arasındaki
ilişkiler iki piyasa şeklinin ortaya çıkmasına neden olur. Söz konusu bu
piyasalar; ürün piyasası ( mal ve hizmetler piyasası) ile faktör
piyasalarıdır. Ürün piyasasında firmalar tarafından tüketicilere mal ve

28
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

hizmet sunulur (reel akım). Bunun karşılığında ise tüketiciler firmalara


parasal ödemede bulunurlar (parasal akım). Faktör piyasasında tüketiciler
sahip oldukları emek, sermaye, toprak ve girişim faktörlerini kiralar veya
satarlar. Tüketiciler firmalara sundukları bu faktörler karşılığında ücret, faiz,
rant ve kâr elde ederler.
Kapalı bir ekonomideki ekonomik akım Şekil 1.3’te verilmiştir.
Görüldüğü gibi şeklin sol tarafında tüketiciler, sağ tarafında ise üreticiler
bulunmaktadır. Şekildeki düz çizgiler reel akımı, kesik çizgiler ise
parasal akımın yönünü göstermektedir. Tüketiciler fayda
maksimizasyonunu gerçekleştirmek için mal ve faktör piyasalarına
yönelik birbirinin aksi yönde iki tip davranışta bulunurlar. Tüketiciler
daha öncede ifade edildiği gibi emek, sermaye, toprak, ve girişimci
faktörlerinin sahipleridir. Tüketiciler, sahip oldukları bu üretim
faktörlerini faktör piyasalarına, ücret, faiz, rant ve kâr gelirlerini elde
etmek için arz ederler. Dolayısıyla tüketicilerden faktör piyasasına üretim
faktörlerinin arzı ile reel akım oluşur (1 nolu akım). Tüketicilerin üretim
faktörlerini firmalara (üreticilere) satarak elde ettikleri faktör geliri ise
parasal akımı oluşturur (2 nolu akım). Tüketiciler kazandıkları bu faktör
gelirlerini ürün piyasalarına yönlendirirler. Tüketicilerin ürün
piyasasından ihtiyaç duydukları mal ve hizmetler ürün talebi akımını
oluşturur (3 nolu akım). Tüketicilerin ürün piyasalarına ödedikleri ürün
bedeli ise parasal akımı meydana getirir (4 nolu akım).
Üreticiler, tüketicilerin ürün piyasalarından talep etmiş oldukları
mal ve hizmetleri üretirler. Bu amaçla üreticiler, faktör piyasasından
faktör bedeli ödeyerek üretim faktörleri talep ederler. Üreticiler faktör
piyasalarından elde ettikleri faktörleri kullanarak mal ve hizmet
üretiminde bulunurlar. Üretilen mal ve hizmetler tüketicilere satılmak
üzere üreticiler tarafından ürün piyasalarına sunulur. Üreticiler satılan bu
mal ve hizmet karşılığında ise satış geliri elde ederler. Dolayısıyla
üreticiler de tüketiciler gibi faktör piyasalarına yönelik olarak zıt yönlü
hareket etmektedir.
Üreticilerin faktör piyasasından mal ve hizmet üretmek için faktör
talebi reel akımı oluşturur (5 nolu akım). Üreticiler tarafından talep
edilen faktörlere yapılan ödemeler ise parasal akımı oluşturur (6 nolu
akım). Üreticiler üretmiş oldukları mal ve hizmetleri ürün piyasasına arz
ederler (7 nolu akım). Üreticiler, arz ettikleri bu mal ve hizmet
karşılığında ise satış geliri elde ederler (8 nolu parasal akım).

29
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Açıklanan bu ekonomik dolaşım sürekli olarak kesilmeden


yenilenir. Bu şekilde üretim gelir yaratır, gelir harcamalara neden olur ve
harcamalar da üretimi özendirmektedir.

Ürün Talebi  3 7 Ürün Arzı 


Ürün Piyasası
Ürün Bedeli 4 8 Satış Bedeli

Tüketiciler Üreticiler
(Ev Halkı) (Firmalar)

 

Faktör Geliri 2 6 Faktör Bedeli


Faktör Piyasası
Üretim Faktörü Arzı 1 5 Ürün Faktörü Talebi

Şekil 1.3. Ekonomik Akımlar

30
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 2
EKONOMİNİN TEMEL SORUNLARI
VE EKONOMİK SİSTEMLER

Gelişmişlik düzeyleri ne olursa olsun tüm toplumların çözmek


zorunda oldukları temel ekonomik sorunları bulunmaktadır. Ülkeler kıt olan
kaynaklarını etkin bir şekilde kullandıkları ve sahip oldukları kaynak
miktarını artırdıkları ölçüde ekonomik sorunların çözümünde başarılı
olmaktadır. Bu bölümde ilk olarak ekonominin temel sorunları
açıklanacaktır. Ekonominin temel sorunları; kaynakların tam kullanımı,
kaynakların etkin kullanımı ve ekonomik büyüme sorunu ele alınarak
incelenecektir. Ekonominin temel sorunlarını başlıca ekonomik sistemlerin
açıklanması izleyecektir. Son olarak ekonominin tarihsel gelişimi üzerinde
kısaca durulacaktır.

2.1. Ekonominin Temel Sorunları


Ekonomide temel sorun, kaynakların kıt olması ve bu kıt kaynakların
çok sayıda alternatif kullanma olanağının bulunmasıdır. Kaynaklar kıt değil
de bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bol olsaydı, ekonomik
bir sorun olmayacaktı. Diğer yandan kaynaklar sınırlı, ancak kaynakların
alternatif kullanımının olmadığı bir dünyada da tercih (seçim) yapma
durumu olmadığından yine ekonomik bir sorundan bahsedilmeyecekti.
Ancak ihtiyaçlar sonsuz, bu ihtiyaçları karşılayacak kaynaklar sınırlı ve bu
sınırlı kaynakların alternatif kullanım durumu söz konusudur. Dolayısıyla
sınırlı kaynaklarla sonsuz insan ihtiyaçlarını gidermede karşılaşılan
ekonomik sorunların çözülmesi gerekmektedir. Ülkelerin çözüm aramaları
gereken bu ekonomik sorunlar başlıca üç ana grupta toplanmaktadır. Bu
sorunlar; kaynakların tam kullanımı, kaynakların etkin kullanımı ve
ekonomik büyümedir. Söz konusu sorunlar, toplum içindeki bir birey ve
firma için geçerli olduğu gibi tüm toplum için de geçerlidir.

31
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

2.1.1. Kaynakların Tam Kullanımı


Geniş anlamıyla kaynakların tam kullanımı,kaynakların üretime tahsis
edilirken hiç bir emek, sermaye ve toprak faktörünün boşta bırakılmaması ya
da eksik kullanılmamasıdır. Dar anlamıyla kaynakların tam kullanımı ise
hiçbir işgücünün işsiz kalmamasıdır. Doğal olarak bir kaynağın hem kıt
olması hem de tam kullanılmaması rasyonel bir hareket değildir.
Makroekonominin önemli bir konusunu oluşturan kaynakların tam kullanımı
sorunu, bir ülkede ele alınması gereken ilk sorundur.
Kaynak kullanımının tam olarak sağlanamadığı ülkelerde bir taraftan
çok fazla sayıda karşılanmamış ihtiyaçlar varken diğer yandan söz konusu
ihtiyaçların üretiminde kullanılabilecek insanlar işsiz durmaktadır. Bu
nedenle eğer bir ülke sahip olduğu kıt kaynakların tam kullanımını
sağlayamıyorsa, bu durum ülkenin en önemli ekonomik sorununa çözüm
bulamaması anlamına gelmektedir. Kaynaklarını tam kullanamayan bir
ülkede, kaynakların etkin kullanılıp kullanılmadığı ve ekonomik büyümenin
olup olmadığını tartışmak çok fazla anlamlı değildir. Bu nedenlerle çalışmak
isteyen herkese iş bulmak, mevcut doğal kaynakların ve tesislerin hepsinin
tam kullanımını sağlamak, ekonomik sorunların ilki ve en önemlisidir.
Kaynakların tam kullanımı, tüm ülkelerin özellikle gelişmiş
ekonomilerin önemli ekonomik sorunu olarak kabul edilmektedir.
Kaynakların tam kullanımı sorunu Şekil 2.1’de gösterilmiştir. Bir ülkedeki
tam istihdam durumunda üretilebilecek malların üst sınırını gösteren eğriye
üretim olanakları eğrisi denilmektedir. Üretim olanakları eğrisinin altındaki
her noktada üretim eksiktir ve eksik istihdam söz konusudur.
Konuyu basitleştirmek için bir ülkede üretilebilecek mal ve
hizmetlerin tümünün, üretim ve tüketim malları olduğunu kabul edelim.
Üretim olanakları eğrisi çizilirken teknoloji ve bilgi düzeyi veri olarak
alınmıştır. Kaynakların tamamı gerekirse mallardan herhangi birinin
üretiminde kullanılabilecektir. Kısa dönemler için ülkelerin sahip olduğu
toprak, emek ve sermaye miktarı da sabit kabul edilebileceğinden,
üretilebilecek üretim miktarının üst sınırı üretim olanakları eğrisini
vermektedir. Başka bir ifadeyle ülkede kaynakların tam kullanımı sağlanırsa
elde edilecek ürün miktarının üst sınırı üretim olanakları eğrisi ile
gösterilmektedir. Üretim olanakları eğrisinin üzerindeki her noktada (A ve B
gibi) toplum, kaynaklarını tam kullanıyor demektir.
Buna karşılık üst sınır eğrisinin altında kalan her nokta bazı
kaynakların tam kullanılmadığı anlamına gelir. Örneğin, toplum C
noktasında tercihini yapmışsa kaynaklar tam kullanılmamaktadır. Bu

32
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

durumda o ülkede refah kaybı söz konusudur. Üretimin C noktasından eğri


üzerindeki A ve B gibi herhangi bir noktaya çıkarılması ise ancak
kaynakların tam kullanımı ile sağlanabilir. Başka bir ifadeyle A ve B
noktaları toplumun, kaynaklarını tam kullandığını göstermektedir.

Üretim D Ulaşılamaz Bileşimler


Malları
A
Üretim Olanakları Eğrisi

C
B
Ulaşılır Bileşimler

0
Tüketim Malları
Şekil 2.1. Kaynakların Tam Kullanımı

Üretim olanakları eğrisinin üzerinde bulunan noktalar, kaynak


dağılımı açısından değişik çözümleri göstermekle birlikte kaynakların tam
kullanımı açısından aralarında bir fark yoktur. Şekil 2.1’deki D noktası ise
mevcut kıt kaynaklarla ve teknoloji düzeyi ile ulaşılması olanaksız olan bir
üretim düzeyini göstermektedir. Böyle bir noktaya ulaşılması daha sonraki
konularda görülebileceği gibi ancak ekonomik gelişmeyi sağlayarak ya da
diğer ülkelerle ekonomik ilişkiler kurularak başarılabilir.
Özetle, üretim olanakları eğrisi üç önemli kavramı kapsamaktadır.
Bunlar kıtlık, tercih ve fırsat maliyetidir. Kıtlık, üretim olanakları eğrisi
sınırının yukarısında kalan ulaşılamayan bileşimleri (D gibi) açıklar. Tercih,
üretim olanakları eğrisi üzerinde yer alan ulaşılır alternatif bileşimler
(A ve B gibi) arasındaki tercihi gösterir. Fırsat maliyeti de eğrinin negatif
eğimli olmasına neden olur.

2.1.2. Kaynakların Etkin Kullanımı

33
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Kaynakların etkin kullanımı, sahip olunan kaynakların toplumun


amaçları doğrultusunda kullanılmasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle
kaynakların etkin kullanımında; kaynaklarını tam kullanan bir ülkede,
kaynakların nasıl kullanıldığı, yani hangi malların ne miktarlarda üretildiği
ve üretimin hangi yöntemlerle yapıldığı soruları ile kaynak kullanım
etkinliği incelenmektedir.
Eğer bir ülkede kıt olan kaynaklar israf ediliyor veya çok önemli
olmayan malların elde edilmesi için kullanılıyorsa kaynaklar tam kullanılmış
olsa bile refah kaybı söz konusudur. Buradan bir ülkenin ekonomik
sorunlarını çözmesi için kaynaklarını tam kullanmasının gerekli olduğu
ancak yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Ekonomik sorunların çözümünde
kaynakların tam kullanımının yeterli olabilmesi için tam kullanımın yanında
kaynakların etkin kullanılması da gerekmektedir. Dolayısıyla kıtlık ile
mücadelede kaynakların tam kullanımından sonra diğer önemli bir konu da
kaynakların etkin kullanımıdır. Kaynakların etkin kullanımını sağlamak için
çözülmesi gereken üç ayrı sorun bulunmaktadır.

(i) Hangi mallar, ne miktarda üretilecektir? (Ne üretmeli?)


Hangi mallar ne miktarda üretilecektir sorununun çözümü fiyat teorisi
ile ilgilidir. Toplumun çok çeşitli mal ve hizmet ihtiyacı bulunmaktadır. Ne
üretmeli sorununun çözümünde, bu çok çeşitli mal ve hizmet demetinden
hangi malların öncelik alacağı ve bunların ne miktarda üretileceği sorusuna
yanıt aranır. Örneğin, tüketim mallarına mı yoksa üretim mallarına mı
öncelik verilecektir? Tüketim malları içerisinde temel malların üretimine mi
ağırlık verilecek yoksa lüks tüketim mallarına mı öncelik verilecektir?
Ülkeler, ne üretmeli sorusuna doğru yanıt bulabilmek için tüm bu
alternatifleri göz önüne almak zorundadır. Çünkü, kıt olan kaynaklarını tam
kullanabilen bir ülkede herhangi bir maldan daha fazla üretebilmek, ancak
diğer mallardan daha az üretmek ile olasıdır. Örneğin ekilebilir alanların
tamamını kullanan bir ülke, daha fazla alanda buğday üretmek isterse bunu
ancak diğer ürünlerin ekim alanını daraltarak yapabilir.
Ülkeler, kaynak kullanımında etkinliği sağlayamadıkları sürece
kaynaklarını tam kullansalar bile toplumun istemediği malların üretilmesi
bir anlamda kaynakların boşa gitmesi anlamına geleceğinden refah
kayıpları ortaya çıkacaktır. Bu nedenle bir ülkede hangi malların ne
miktarda üretileceğine kimlerin karar vereceği ve verilen bu kararların
nasıl bir mekanizma ile uygulanacağı sorununun çözümlenmesi
gerekmektedir. Bu sorunun yanıtı, bazı ülkelerde piyasa mekanizması ile

34
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

bazılarında ise merkezi bir otoritenin kararları ile bulunmaya


çalışılmıştır.

(ii) Üretim hangi yöntemlerle yapılacaktır? (Nasıl üretmeli?)


Nasıl üretmeli sorununun çözümündeki ana prensip, belirli bir mal ve
hizmeti en az kaynak kullanımı ile gerçekleştirecek yöntemin seçilmesidir.
Her üretim alanında genellikle değişik üretim yöntemleri kullanılarak üretim
yapılabilir. Tarım ürünlerinde ve sanayi ürünlerinin çoğunda değişik üretim
yöntemleri kullanılarak üretimde bulunulabilmektedir. Örneğin, buğday
üretimi entansif veya ekstansif tarım şekline göre yapılabilir. Eğer buğday
üretiminde yoğun (entansif) tarım şekli benimsenirse, bu durumda toprağa
göre daha fazla girdi (işgücü, makine, ilaç, gübre) kullanılarak üretim
yapılıyor demektir. Ancak aynı miktar buğday üretimi, daha büyük ekim
alanı buna karşılık daha az girdi kullanımıyla da elde edilebilir. Birçok
sanayi ürünü için de buna benzer örnekler verilebilir.
Bu durumda üretimine karar verilen malların hangi üretim yöntemleri
kullanılarak üretileceği konusunda önemli tercihlerin yapılması
gerekmektedir. Çünkü, yapılan bu tercihler ülkelerin kıtlıkla
mücadelelerinde toplum refahı açısından başarı derecelerini etkilemektedir.
Bu nedenle üretimin hangi yöntemle yapılacağı ile ilgili kararların hangi
ilkelere göre alındığı ve hangi mekanizma ile uygulandığı gibi konular
ekonomistleri çok yakından ilgilendirmektedir.
Piyasa mekanizmasını esas alan ülkelerde alternatif üretim
yöntemlerinin seçimindeki kararlar çok sayıdaki firma tarafından alınır. Söz
konusu bu kararlar otomatik bir mekanizma ile uygulanır. Buna karşılık
piyasa mekanizmasının olmadığı ekonomik düzenlerde üretimle ilgili
kararların alınması bir karar mekanizmasına bırakılır.

(iii) Üretim kimler için yapılacaktır? (Kimler için üretmeli?)


Kaynak kullanımı ile ilgili diğer bir temel sorun da üretimin toplumun
hangi kesiminin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yönlendirileceği ile
ilgilidir. Üretimin kimler için yapılacağı esasında bir bölüşüm sorunudur.

35
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Gerçekten toplam üretimin ya da ulusal gelirin üretime katılanlar arasında


nasıl dağıtılacağı önemli bir sorundur. Daha açık bir ifadeyle üretime, emeği
ile katılanların ne kadar ücret geliri, sermayesi ile katılanların ne kadar faiz
geliri, toprağı ile katılanların ne kadar rant geliri elde edeceği konuları
üretimin kimler için yapılacağı sorununun özünü oluşturur. Söz konusu bu
gelirler ile ilgili kararları kimin, neye göre yapacağı ve nasıl bir mekanizma
ile uygulayacağı ekonomistlerin en çok ilgilendikleri sorunlardandır.
Özetlemek gerekirse, ekonomik sorunların çözümü için öncelikle
bir ülke kıt kaynaklarının hepsini kullanmalıdır. Daha sonra o ülke toplum
tercihleri ile uyumlu bir mal ve hizmet üretimini ve bu üretimde de en
verimli ve ekonomik yolları seçmelidir. Böylece söz konusu ülkede veri
teknoloji ve faktör arzına göre en yüksek fiziki üretim elde edilebilecektir.
Ancak bu yüksek üretim düzeyine karşın üretime katkı yapanlar arasında
bölüşüm çok adaletsiz ise bu durumda, o ülkede yine bir refah kaybı söz
konusu olacaktır. Bu nedenle etkinlik sorunu ve bu sorunun çözümü de
önemlidir. Bu noktada teknik etkinlik ile ekonomik etkinlik kavramlarının
farklı olmasına dikkat edilmelidir.
Ekonomik etkinlik, kaynaklarını tam kullanan bir ekonomide
yeniden düzenleme ile toplumun refah düzeyinde belirgin bir artışın
olmaması olarak tanımlanmaktadır. Buna karşılık kaynak kullanımında bazı
düzeltmeler yapılarak ihtiyaçların daha iyi karşılanması söz konusu ise o
ekonomide etkinsizlik var demektir. Teknik olarak bir mal en az malzeme
kullanılarak iyi bir şekilde yapılabilir. Ancak söz konusu mal teknik yönden
mükemmel olmasına karşın talep edilmiyorsa, ekonomik etkinlik
başarılamamış demektir. Çünkü, insanlar tarafından talep edilmeyen bir
malın üretilmesiyle o malın üretiminde kullanılan kaynakların başka bir
malın üretimi için kullanılamamasına neden olunmaktadır. Bu durumda da
toplumun refahını artırma fırsatı kaçırılmış olmaktadır.
Bir ekonomide üretimde etkinlik yanında bölüşümde de etkinlik
sağlanabilirse ortak etkinlik sağlanmış olacaktır. Eğer bir ekonomide toplam
gelirin bölüşümünde yeniden düzenleme ile toplum refahında artış
olabiliyorsa o ülkede gelir dağılımında etkinsizlik olduğu söylenebilir.
Günümüz ekonomilerinde tüm ülkelerde önemli ölçülerde üretim ve
bölüşüm etkinsizliği bulunmaktadır. Bu sorunu çözmek için ülkeler kendi
ekonomik ve siyasal düzenleri çerçevesinde mücadele etmektedirler. Çünkü,
toplumlar ancak üretim ve bölüşümde etkinlik sağladıklarında refah kaybı
ortadan kalkmaktadır.

36
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

2.1.3. Ekonomik Büyüme


Ülkelerin kıtlıkla savaşırken çözüm bulmak için çalıştıkları temel
sorunlardan bir diğeri de ekonomik büyümedir. Bir ülkenin sahip olduğu
sınırlı kaynakların miktarını artırarak veya kalitesini iyileştirerek üretim
olanakları eğrisini dışarıya doğru kaydırması (daha yüksek üretim
düzeylerine çıkarması) ekonomik büyüme olarak ifade edilmektedir.
Ekonomik büyüme sorununun çözümü tüm ülkelerin sorunu olmakla birlikte
özellikle az gelişmiş ülkeler için diğer ekonomik sorunlardan daha fazla
önemlidir. Çünkü, az gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin
başarılmasıyla ancak diğer ekonomik sorunlara çözüm bulunabilmektedir.
Gelişmiş ülkeler için kaynakların tam kullanılması sorunu daha fazla
önem taşımasına karşın, büyüme sorununun da gelişmiş ülkeler açısından
önemli olduğu unutulmamalıdır. Yani gelişmiş bir ülke kıt kaynaklarının
tam ve etkin kullanımını sağlamış olsa bile bu yeterli değildir. Eğer o ülkede
ekonomik büyüme yoksa yani durgun bir ekonomi var ise yıldan yıla üretim
kapasitesi değişmeyecektir. Durgun ekonomiye sahip olan ülkeler uzun
dönemli ekonomik rekabette bu durumdan olumsuz yönde etkilenirler.
Ekonomik büyüme sorunu Şekil 2.2’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi,
belirli bir üretim olanakları eğrisine sahip bir ülke bu eğri üzerinde örneğin
A ve B noktalarında üretimde bulunuyorsa tam istihdama ulaşmış demektir.
Bir ülkenin, refah düzeyini artırabilmesi için kaynaklarını ve üretim
teknolojisini geliştirerek daha yüksek bir üretim olanakları sınırına ulaşması
gerekir.
Söz konusu bu yeni eğri Şekil 2.2’de kesikli eğri ile verilmiştir.
Ekonomik büyüme, üretim olanakları eğrisinin olduğu gibi sağ yukarıya
doğru kayması olarak gösterilmiştir. Buna göre orijine yakın olan üretim
olanakları eğrisi ülkenin belli bir zamanda kaynaklarını tam kullanarak
üretebileceği üretim ve tüketim mallarının üst sınırını göstermektedir. Daha
üstteki eğri ise aynı ülkenin bir süre sonra söz konusu bu iki maldan
üretebileceği miktarların ne ölçüde arttığını göstermektedir. Yani ekonomik
büyüme öncesi üretim kapasitesi üretim olanakları eğrisi üzerindeki A ve B
gibi bileşimler olup, D bileşimi ise ulaşılamaz durumdadır. Büyüme sonrası
ise D bileşimi yeni üretim olanakları eğrisi üzerinde olup artık ulaşılabilir
bir bileşimi temsil etmektedir.

37
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Üretim
Malları
D
A Ekonomik Büyüme Sonrası
Üretim Olanakları Eğrisi

Ekonomik Büyüme Öncesi


Üretim Olanakları Eğrisi
B

0
Tüketim Malları

Şekil 2.2. Ekonomik Büyüme

Günümüzde bazı ülkeler ekonomik büyümeyi başararak gelişmiş ülke


konumuna gelmişlerdir. Buna karşılık bazı ülkelerde ekonomik gelişme ya
hiç olmamış veya daha yavaş gerçekleşmektedir. Bu tip ülkelere de geri
kalmış veya gelişmekte olan ülkeler adı verilmektedir. Az gelişmiş
ekonomiler için ekonomik büyüme en önemli sorundur. Bu ülkeler

38
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

ekonomik büyümeyi başarmak için kaynaklarını tam ve etkin kullanımını


sağlamak zorundadırlar. Ayrıca bu ülkeler kaynaklarını tam ve etkin
kullanmayı başardıklarında kaynak miktarını artırma ve geliştirme yoluyla
büyümeyi sağlayıp üretim olanakları eğrisini daima dışarıya
kaydırmalıdırlar. Bazı ülkelerde ekonomik büyüme sağlanırken, bazılarında
büyümenin az olması veya hiç olmaması konusu ile ilgili sorunlar
ekonominin büyüme ve kalkınma teorileri kısmında incelenmektedir.

2.2. Ekonomik Sistemler


Toplumların üretim, değişim, tüketim ve bölüşüm gibi ekonomik
sorunlarını belirli bir düzen içerisinde yürütmelerini sağlamak amacıyla
kurulan sosyal organizasyon tiplerine ekonomik sistemler denilmektedir.
Dolayısıyla bir toplumun ekonomik düzeni, o toplumun ekonomik
sorunlarını nasıl bir kurumsal çerçeve ve organizasyonla çözdüğü anlamına
gelmektedir. Ekonomik sistemler toplumların amaçlarını gerçekleştirmek
için kullanılan araçlardır. Sistemlerin hepsinin amacı bireylerin
mutluluğunun arttırılması ve toplum refahının yükseltilmesidir. Toplumların
bu amaçlarına ulaşmak için uyguladıkları ekonomik sistemler üç ana grup
altında incelenmektedir. Bunlar; piyasa ekonomisini esas alan kapitalist
sistem, merkezi planlamayı esas alan sosyalist sistem ve sosyal devlet
anlayışını esas alan karma ekonomi düzenidir. Söz konusu bu ekonomik
sistemler ana hatları ile kısaca aşağıda açıklanmıştır. Bu açıklamalarda
sistemlerin ideolojik yönünden çok ekonomik yönleri üzerinde durulmuştur.

2.2.1. Kapitalizm ve Piyasa Ekonomisi


Kapitalist düşünceye göre insanların kişisel girişim hakları
kısıtlanmamalı ve ekonomik alanda bireyler tam bir serbestliğe sahip
olmalıdır. Dolayısıyla kapitalist düşüncenin temel felsefelerinden birisi
liberalizmdir. Bu nedenle kapitalist sistemde “bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” parolası geçerlidir. Kapitalistlere göre bireyler kendi çıkarlarına
uygun hareket etmekle, toplum çıkarlarına da uygun hareket edecektir. Bu
şekildeki davranışla ekonomik sistemde bir uyum ve düzen olduğu ileri
sürülerek buna görünmeyen el ilkesi adı verilmiştir. Bu ilkeye göre, her
birey kendi çıkarlarının peşinde koştuğu zaman, görünmeyen el aracılığıyla
herkesin çıkarı sağlanmış olacaktır.
Kapitalist sistemde bireyler ekonomik çıkarlarını en önde tutarlar. Bu
nedenle bireyler ekonomik insan (homo economicus) davranışı sergilerler.
Ekonomik insan çoğu aza tercih eden, tercihlerinde tutarlı (rasyonel, akılcı)
olan ve piyasa, mal gibi konularda tam bilgiye sahip olduğu varsayılan bir

39
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

insandır. Kapitalizm, kâr amacını ve sermayeyi üstün tutan bir rejimdir.


Liberalizm ise kamu kuruluşlarının ekonomik hayata müdahalesini
minimuma indiren bir düşünce tarzıdır. Özetle, kapitalizmin felsefesi
bireycilik, ekonomik insan ve liberalizm felsefesine dayanmaktadır.
Kapitalizmin amaçlarına ulaşabilmesi için bazı kurumsal çerçevelerin
olması öngörülmektedir. Söz konusu bu kurumsal çerçeve iki şekilde ifade
edilebilir.

(i) Özel mülkiyet hakkı ve girişim özgürlüğü: Özel mülkiyet hakkı,


kapitalist sistemde ekonomik hayatın temeli olarak kabul edilir. Buna göre
birey istediği üretim aracını istediği miktarda alabilmeli veya bir başkasına
devredebilmelidir. Mülkiyet hakkının sadece tüketimde değil üretim
araçlarında da sınırsız olması gerekir. Kapitalist düşünceye göre insanlar,
üretim araçlarına sahip olurlarsa ve onları mirasçılarına bırakma haklarına
sahiplerse o zaman en yüksek kârları elde etmek için çaba gösterirler. Bu
durum kapitalist sistemin dinamizmini oluşturur. Aksi taktirde yani üretim
araçları üzerinde mülkiyet hakkı sınırlanırsa, kimse isteyerek çalışmaz ve
toplum bütün dinamizmini kaybeder.
Bu nedenle kapitalizmde girişim özgürlüğü ve kâr amacı çok
önemlidir. Girişim özgürlüğü, kişi ya da firmaların ekonomik kaynakları
elde etme ve bu kaynakları herhangi bir üretim dalına ayırabilme ve kendi
isteklerine göre üretimlerini pazarlayabilme özgürlüğüne sahip olması
demektir. Kapitalist sistemde girişimleri üretime yönlendiren temel etken ise
kâr amacıdır. Kârın olabilmesi için ise bireyler ekonomik davranışlarında
hür olmalıdır.

(ii) Piyasa mekanizması ve fiyat sistemi: Toplumlar, ekonomik


sorunlarını çözebilmek için bir mekanizmaya veya düzenleyiciye ihtiyaç
duyarlar. Kapitalist sistemde ekonomik sorunların çözümü için gerekli
düzenleyici olarak fiyat mekanizması esas alınmıştır. Kapitalistlere göre
piyasa mekanizması iyi işlerse, fiyat sistemi devletin hiçbir konuda
müdahalesine gerek kalmadan her şeyi düzenleyecektir. Daha açık bir
ifadeyle fiyat sistemi, mal ve ürün piyasalarında kıt kaynakların en iyi bir
şekilde kullanılmasını ve toplumun refaha ulaşmasını otomatik olarak
sağlamaktadır.
Kapitalist sisteme göre bir ekonominin temel sorunlarından birisi
olan tam istihdam sorunu piyasa mekanizmasının iyi çalışması halinde
kendiliğinden çözülmektedir. Çünkü, işsizlik ihtimali belirince emek
piyasalarında ücretlerin bir miktar düşmesiyle, düşük ücretlerden işçi

40
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

çalıştırmak isteyenlerin harekete geçmeleri ile istihdam sorunu


çözülmektedir.
Kapitalizmde kaynak kullanım etkinliği ile ilgili sorunlar da yine
piyasa mekanizması ile çözümlenmektedir. Piyasa mekanizması bir
ekonomide hangi malların, ne miktarlarda üretileceği ve hangi üretim
yöntemlerinin kullanılacağı konularında da otomatik çözümler
getirmektedir. Çünkü üreticiler maksimum kâra ulaşmak için,
tüketicilerin kararlarını dikkate alacaklardır. Yani fiyat sistemi, üreticiye
hangi maldan çok ya da daha az üretmesi konusunda gereken sinyalleri
göndermektedir. Kapitalist sisteme göre piyasa mekanizması toplumda
gelir dağılımı sorununu da kendiliğinden çözmektedir. Çünkü bu sisteme
göre bireyler üretime katkıları oranında ulusal gelirden pay alacaklardır.

Kapitalist sistemin ekonomik büyüme sorununun çözümünde de


başarılı olduğu iddia edilmektedir. Eğer kapitalist ekonomi düzeni iyi
işletilirse, girişimciler, girişim özgürlüğü ve kâr elde etmenin cazibesiyle
yeni yatırımlar yapmaya, yeni mallar geliştirmeye ve yeni pazarlar
bulmaya çalışacaklardır. Böyle bir yapıda da ekonomik büyüme sorunu
çözülmüş olacaktır.

2.2.2. Sosyalizm
Sosyalizm, kapitalist sistem gibi toplumun refahını sağlamayı
amaçlamasına karşın, kapitalist sistem ile taban tabana zıt özellikler gösterir.
Sosyalistlere göre insanların mutlu olması ve toplumun gelişmesi kapitalist
ekonomik düzende gerçekleşemez. Refaha ulaşmak sadece sermayenin
sahibi olan ve emeği sömüren mutlu bir azınlık için geçerli olabilir. Buna
karşılık sermaye tarafından sömürülen işçi sınıfı için sefalet ve çok ağır
koşullarda çalışma söz konusudur. Bu nedenle sosyalist düşünceye göre
ekonominin temel sorunları (kaynakların tam kullanımı, kaynakların etkin
kullanımı ve ekonomik büyüme) kapitalist sistemle çözülemez.
Sosyalist düzen, kapitalist sisteme bir tepki şeklinde ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle sosyalizmde önce fikirler ve düşünce sistemi gelişmiş daha
sonra uygulama başlamıştır. Kapitalizmde ise tam tersi olmuş yani önce
uygulama başlamış onu açıklayan ve savunan düşünceler daha sonra ortaya
çıkmıştır. Sosyalizm bazen komünizm veya kollektivizm olarak da ifade
edilmektedir. Bu deyimler ile sosyalist düzenin toplumcu ve ortakçı yönüne
dikkat çekilmek istenir. Daha açık bir ifadeyle söz konusu kavramlar ile

41
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

sosyalist sistemde, kapitalist düzenin temel taşları olan mülkiyet hakkına ve


bireyciliğe yer verilmediği vurgulanmaktadır. Çünkü sosyalist sistemde
bireyler üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkına sahip olamazlar. Sosyalist
sistemde, insanların kendi kaderlerine hakim olma isteği vardır. Bu nedenle
sosyalist sistemde, kapitalist düşünce sistemindeki liberalizm anlayışının
tam tersi bir düşünce geçerlidir. Çünkü sosyalistlere göre her şeyi kendi
akışına bırakmayı savunan liberal düzende adaletsizlikler vardır. Sosyalist
düzende insanların kendi kaderine hakim olma isteği adaletsizlik ve sefaleti
ortadan kaldıracağı gibi toplumun tüm bireyleri için sosyal güvenliğe ve
refaha ulaşılmasını da sağlayacağı öne sürülmüştür.
Kapitalizmdeki bireyciliğe karşılık sosyalist düzende bireyden önce
toplum gelir. Dolayısıyla toplum çıkarları her şeyden önemlidir. Sosyalist
düzenin toplumcu görüşüne göre bireyler kendi çıkarlarına ulaşmak için
istedikleri gibi serbest davranırlarsa, bu durum toplumun çıkarlarına zarar
verir. Sosyalistlere göre toplumcu düşünceye uygun hareket edilirse sosyal
adaletsizlikler sona erer, herkese iş bulunabilir ve hızlı bir ekonomik
gelişme sağlanabilir.
Sosyalist düşünceye göre insanlar sadece kendi çıkarları için değil
toplumun refahı için de çalışmak isteyeceklerdir. Hatta sosyalist sistemde,
toplum ileri bir aşamaya ulaşınca bireyler topluma yetenekleri oranında
katkıda bulunup toplam üretimden ihtiyaçları oranında pay alacağı doktrini
savunulmaktadır. Sosyalizmin bu aşaması komünizm olarak ifade
edilmektedir. Sosyalizmin buraya kadar bahsedilen amaçlarına ulaşmak için
öngördüğü kurumsal çerçeve; üretim araçlarında kollektif mülkiyet ve
merkezi planlama ile devlet otoritesi olmak üzere iki temel noktada
toplanabilir. Bunlar aşağıda özetlenmiştir:

(i) Üretim araçlarında kollektif mülkiyet: Sosyalist düzende,


kapitalist sistemin en temel esaslarından biri olan özel mülkiyet ve miras
hakkı kabul edilmeyerek bunun yerine üretim araçlarında kamu mülkiyeti
ilkesi getirilmektedir. Söz konusu kamu mülkiyeti devletin, kolhoz tipi
kooperatiflerin veya belediyelerin mülkiyeti şeklinde olabilir. Dolayısıyla
sosyalist sistemin geçerli olduğu bir toplumda, bireylerin üretim faktörleri
üzerinde mülkiyeti ve girişim özgürlüğü yoktur. Diğer bir ifadeyle sosyalist
düzende toprak ve sermaye üretim faktörlerinin mülkiyeti özel kişilere
verilmemektedir.

(ii) Merkezi planlama ve devlet otoritesi: Kapitalist düzendeki


serbest piyasa mekanizmasının yerini, sosyalist sistemde merkezi karar

42
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

organı almaktadır. Dolayısıyla kapitalist sistemde üretim ve tüketim


faaliyetlerini düzenleyen fiyat sistemi kaldırılarak bunun yerini devlet
otoritesi ve buna bağlı olarak karar alan merkezi planlama almaktadır. Yani
toplumdaki bireylerin görevi merkezi otoritenin alacağı kararlar ile
belirlenmektedir. Sosyalist düzende piyasa sistemi olmadığından ekonomik
sorunların, fiyat sistemi ile değil merkezi otoritenin kararıyla çözülmesi
hedeflenir. Üretilecek mallar, toplam gelirden alınacak paylar merkezi
otoritece yapılan planlar ile belirlenir. Sosyalist sistemde üretimin yönetimi
devlete aittir. Toplam üretimin ne kadarının tasarruf edileceği ve yatırımlara
ayrılacağı gibi konuların hepsi merkezi planlama otoritesince
belirlenmektedir. Bu nedenle ekonominin uzun dönemde hangi gelişme hızı
ile kalkınacağı da merkezi otoritenin kararlarına bırakılmaktadır.

2.2.3. Karma Ekonomi


Kapitalist ve sosyalist düzenlerin, insanların insanca yaşamalarını ve
özgür olmalarını sağlayamayacağı görüşünde olanlar karma ekonomi
düzenini savunmuşlardır. Bu görüşte olanlara göre kapitalizm ve sosyalizm
ile toplum refahı sağlanamaz. Kapitalist sistemin liberalizm anlayışı ve
bireyi herşeyin üstünde tutması, insanları piyasa mekanizmasının insafına
terketmesi, adaletsizlik, güvensizlik, israf ve karmaşa yaratır. Diğer yandan,
karma ekonomi taraftarlarına göre sosyalistlerin toplumu herşeyin üstünde
tutması da, insan haklarına ve özgürlüklere kısıtlamalar getirmektedir.
Ayrıca sosyalist sistemde bireysel kârın olmaması, fiyat sisteminin kabul
edilmemesi büyük kaynak israfına ve refah kaybına neden olmaktadır.
Karma ekonomi düzeni daha çok toplumcu bir felsefeye dayanan, özel
mülkiyet yanında kamu mülkiyeti ve devlet girişimciliğine yer veren bir
sistemdir. Karma ekonomide planlama olmakla birlikte, sosyalist sistemde
olduğu gibi otoriter değildir. Karma ekonomi düzeninde planlama daha az
zorlayıcı, genellikle özel sektör için yol gösterici ve teşvik edicidir. Karma
ekonomide, sosyal devlet anlayışı geçerlidir. Dolayısıyla bireyin topluma,
toplumun bireye tercih edilmesi söz konusu değildir.
Karma ekonomi düzeninde özel mülkiyet hakkı bulunmaktadır. Ancak
bu düşünceye göre bireylerin üretim araçları üzerindeki mülkiyet hakkı,
toplum yararlarının gerektirdiği ölçüde sınırlandırılmalıdır. Üretim, özel
mülkiyet hakkına sahip teşebbüslerce yapılabildiği gibi bazı önemli
alanlarda devlet tarafından yürütülebilir. Bazı alanlarda devlet ve özel
teşebbüs birlikte faaliyet gösterirler. Devletin görevi sadece üretimde
bulunmak değil, aynı zamanda özel teşebbüsün tekel kurmasını önlemek ve

43
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

fiyat mekanizmasının olumsuz sonuçlar yaratmasını engellemektir. Bu


ekonomik düzende fiyat mekanizması geçerli olmakla birlikte bunların
işleyişi devletin müdahalesine konu olabilir. Yani, karma ekonomi
düzeninde devlet müdahalecilik adı altında ekonomik hayatı denetim altında
tutar. Söz konusu bu amaçlara ulaşabilmek için karma ekonomi düzeninde
kullanılması önerilen araçlar; sınırlandırılmış ve yaygın mülkiyet ile
demokratik planlama ve sosyal devlet düzeni olmak üzere iki grupta
toplanmıştır.

(i) Sınırlandırılmış ve yaygın mülkiyet: Karma ekonomi düzeninde


toplumun refaha ulaşması için sınırlandırılmış bir mülkiyet hakkı
savunulmaktadır. Yani bu sistem, sermayenin ve toprağın sınırlı sayıdaki
kişilerde toplanmasını veya tamamen kamulaştırılmasını benimsemez.

(ii) Demokratik planlama ve sosyal devlet düzeni: Karma ekonomi


düzeninde piyasa mekanizması kabul edilmekle beraber bu mekanizmanın
toplum çıkarlarına karşı işlemesini önlemek için ekonomiye müdahaleyi
benimser. Ancak müdahalelerin keyfiliğini önlemek için geniş kapsamlı bir
planlama mekanizması kurulması önerilir. Diğer yandan karma ekonomi
düzenindeki planlama sosyalist sistemdeki düzenlemeye göre demokratik ve
daha az zorlayıcı özellik gösterir.
Karma ekonomi düzeninde, temel ekonomik sorunlardan biri olan
kaynakların tam kullanımı sorununun piyasa mekanizması tarafından
otomatikman çözülemeyeceği kabul edildiğinden, devletin tam istihdam
politikası izlemesi önerilmektedir. Bu sistemi savunanlara göre devlet uzun
dönemli planlar ve bilinçli istihdam politikasıyla işsizliği önleyebilir.
Karma ekonomi düzeni düşüncesine göre hangi malların, ne miktarda
üretileceği konusunda tüketici tercihleri esas alınır. Ancak piyasada oluşan
fiyatlar her zaman tüketici tercihlerini doğru olarak yansıtmayabilir. Bu
durumlarda toplumun tercihlerine göre üretimi yönlendirmek için devlet
müdahaleleri gerekebilir.
Karma ekonomi düzeninde, gelir dağılımında etkinliğin sağlanması ve
ekonomik gelişme sorununun çözümünün de piyasa mekanizmasının başı
boş işleyişine bırakılmaması gerektiği kabul edilir. Özetle, karma ekonomi
düzeninde, kapitalist ekonomi sisteminin sınırları biraz azaltılarak
ekonominin işleyişi devlet tarafından düzenlenmekte ve denetlenmektedir.
Açıklanan bu ekonomik sistemlerin hepsinin kendine özgü üstün
özellikleri bulunmaktadır. Diğer yandan bugüne kadar dünya üzerinde hiç
bir ekonomik sistemin tam olarak uygulandığı söylenemez. Ayrıca her

44
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

toplumun ve ülkenin özelliklerine göre uygulanan sistemlerde zamanla


değişiklik gerekli olabilmektedir. Bunun yanında, yaşanan çağın oldukça
dinamik bir yapı göstermesi nedeniyle ekonomik sistemlerde belirtilen statik
düzenlemelerin aynen devamı beklenmemelidir. Çünkü ekonomi yaşayan bir
bilim dalıdır. Örneğin, Rusya’da (1917), Çin’de (1949) ve Doğu Avrupa
ülkelerinde uygulanan sosyalist ekonomi düzeni zaman içerisinde
kaynakların kötü kullanılışı sonucu 1980’li yılların sonunda çöküş sürecine
girmiştir. Bu gelişmeyle merkezi planla yönetilen ülkelerin çoğunluğu
tarafından piyasa mekanizmasının ekonomik sorunları çözmede daha iyi bir
sistem olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle, Rusya’da 1987 yılında
Gorbaçov tarafından yeniden yapılanma (perestroika) programı ilan
edilmiştir. Söz konusu yeniden yapılanma programı merkezi planla yönetilen
ülkelerin piyasalarında ve özel mülkiyette köklü değişiklikler içermektedir.
Nitekim, Doğu Avrupa ülkeleri yeniden yapılanma programını hemen
benimseyerek uygulamaya koymuşlardır.

2.3. Ekonominin Tarihsel Gelişimi


Ekonomi tarihçileri modern ekonomi biliminin başlangıcını 18.
yüzyılın ikinci yarısı olarak kabul ederler. Ancak, bu dönemden önce de
ekonomi konusunda çeşitli düşünceler ortaya atılmış ve bazı akımlar ortaya
çıkmıştır. Bunlardan Merkantilist ve Fizyokratlar olarak sınıflandırılan iki
grubun görüş ve düşüncelerinin, ekonominin bir bilim olarak gelişmesinde
önemli katkıları olmuştur. Bu kısımda ekonomi biliminin doğuşundan
günümüze kadar olan gelişim süreci kısaca özetlenmiştir.

2.3.1. Ekonomi Biliminin Doğuşu, Merkantilistler ve Fizyokratlar


Ekonomik düşünce Aristotoles ile başlamıştır. Plato ve ortaçağın
diğer düşünürleri de ekonomik konularla ilgilenmişlerdir. Bu dönemde
ilgilenilen konular “adil fiyat”, “iyi para” ve “kişisel girişimler ile toplumsal
çıkarların uyumlaştırılması” gibi konular olmuştur. Ayrıca bu dönemde
bazı din adamlarınca değinilen ekonomik konular bugün bile ekonominin
çeşitli alanlarında yapılan çalışmalara esas oluşturmaktadır. Ancak bu
dönemlerdeki düşünürlerin ekonomiyle ilgili düşünceleri ekonominin
bağımsız bir bilim dalı olmasını sağlayamamıştır. Bilim öncesi dönem
diyebileceğimiz bu dönemdeki ekonomi ile ilgili çalışmalar daha çok
normatif değer yargılarını içeren doktrinlerdir. Bu düşüncelerden
merkantilistler ve fizyokratlar, ekonominin bilim olması yönünde önemli

45
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

katkılar yapmışlardır. Klasik düşüncenin doğuşu ve gelişmesinde önemli


etkisi olan bu iki düşünce akımı aşağıda özetlenmiştir.

2.3.1.1. Merkantilistler
Ekonomi alanındaki ilk sistematik düşünceler merkantilistlere aittir.
Merkantilistler ekonomiyi incelerken daha önceki düşünürlerden farklı
olarak dinsel ve ahlaki etkilerden büyük ölçüde uzak durmuşlardır. Özellikle
16. yüzyıl ile 17. yüzyıl başlarında şekillenen merkantilist düşüncenin ilgi
alanı; altın ve gümüş gibi kıymetli madenler ve ticaret ile kralın gücünün
nasıl arttırılacağı konuları olmuştur. Merkantilistlere göre bir ülkenin
zenginliği ülkeye daha fazla altın ve gümüş sağlanması ile olasıydı. Bunun
da yolu olabildiğince diğer ülkelere çok mal satıp onlardan daha az mal satın
almaktan yani dış ticaretin fazlalık vermesinden geçiyordu. Dış bilançonun
fazlalık vermesi için gerekli önlemler daha o zaman merkantilistler
tarafından ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Bunlardan bazıları dışsatımın
desteklenmesi, dışalımdan koruyucu gümrük resimleri alınması, hammadde
dışsatımından çok mamul dışsatımına önem verilmesi ve ticaret filosunun
geliştirilmesi olarak sayılabilir.
Merkantilistlerin düşünceleri özetle iki temel ilkeyi yansıtmaktaydı.
Bunlardan birincisine göre; bir ulusun gücü ve zenginliği, o ulusun sahip
olduğu değerli madenlerin (altın ve gümüş) varlığı ile belirlenmektedir.
İkinci temel görüş ise; ekonomik sistemin gelişmesi için devletin ekonomik
yaşama katılması gerektiğidir. Daha çok normatif nitelikte düşünceler ortaya
koyan merkantilistler ekonominin tümü için geniş kapsamlı ve bilimsel
açıklamalar yapamamışlardır.

2.3.1.2. Fizyokratlar
Kendilerini fizyokratlar olarak tanıtan bir grup Fransız düşünürü
tarafından, 18. yüzyılda Merkantilizmden tamamen farklı olan Fizyokrasi
düşünce akımı geliştirilmiştir. Bu akımın kurucusu Quesnay'in “Tablo
Ekonomik” adlı eseri çağdaş ekonomi biliminde geliştirilen girdi-çıktı
analizlerinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Fizyokratlara göre bir ekonomide refahın kaynağı tarımsal üretimdir.
Bu düşünceye göre, verimli sektör olarak sadece tarım kabul edilmiş ve
verginin sadece tarımdan alınması gerektiği görüşü savunulmuştur.
Merkantilistlerin devletin müdahaleciliği görüşü karşısında fizyokratlar,
ekonominin kendine özgü kurallara göre çalışması gerektiğini ve devletin
ekonomik hayata müdahale etmemesi gerektiği görüşlerini savunmuşlardır.

46
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Nitekim, bu fikirleri belirten “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”


prensibi fizyokratların parolası olarak kabul edilir.

2.3.2. Klasik Düşünce


18. yüzyılın ortalarında sanayi devrimi ile birlikte başlayan ekonomik
ve toplumsal değişmeler, merkantilist ve fizyokrat görüşün karşısına klasik
iktisatçıların görüşlerini ortaya çıkarmıştır. Bu düşünce akımının en önemli
ve en ünlü temsilcisi Adam Smith'tir. Merkantilistlerin sadece dış ticarete,
fizyokratların ise sadece tarım sektörüne önem vermelerine karşılık Smith
memleketin refah ve zenginliğini, sanayi, tarım ve ticaret sektörlerinin
hepsinde aramak gerektiğini ileri sürmüştür.
Modern ekonominin kurucusu olarak kabul edilen Smith, ekonomiyi
ilk defa bir bütün olarak ele alarak ekonomik faaliyetleri sistematik şekilde
inceleyen “Milletlerin Zenginliğinin Nedenleri ve Yapısına Ait Bir
Araştırma” adlı kitabını 1776 yılında yayınlamıştır. Smith, zenginliğin asıl
kaynağının emek olduğunu kabul etmekle birlikte toprak ve sermaye
faktörlerinin önemine ilk defa dikkati çeken ekonomist olmuştur.
Smith, ekonomiye devlet müdahalesini kabul etmeyerek, fiyat
mekanizmasına dayanan “serbest rekabet sistemini” savunmuştur. Smith’e
göre piyasa mekanizması tüm insanlar için en iyi çözümü sağlayacaktır.
Buna göre toplum kendi haline bırakılırsa, ekonomik sorunlar daha iyi bir
şekilde çözülebilir. Smith devlet müdahalesi yerine serbest rekabet ve piyasa
mekanizmasına işlerlik kazandırılırsa görünmeyen bir el aracılığıyla bundan
herkesin yarar göreceğini ileri sürmüştür. Söz konusu görünmeyen el, özel
istek ve çıkarları toplumsal çıkarlara dönüştüren bir mekanizmadır.
Klasiklere göre insan homo economicus (ekonomik insan), yani ekonomik
çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bir varlıktır.
Smith’in dışında Thomas Malthus, David Ricardo ve John Stuart
Mill, klasik ekonominin önde gelen diğer ekonomistlerindendir. Malthus
nüfus konusunu ele alarak, nüfustaki büyüme oranının gıda maddeleri
üretimindeki artış oranından daha büyük olacağını ileri sürmüştür. Ricardo
ise değer, rant ve uluslararası ticaret teorileri ile ekonomi biliminin
gelişmesine önemli katkılar yapmıştır. Ricardo’nun geliştirdiği birçok teori
günümüzde hâla geçerliliğini korumaktadır.

2.3.3. Sosyalist Düşünce


Klasiklerin önerdikleri kapitalist düşünceleri ve onun sosyal adalete
ters düşen sonuçlarını eleştiren bazı ekonomistler tarafından sosyalist

47
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

düşünce akımı ortaya atılmıştır. Sosyalist düşüncenin gelişiminde en önemli


rolü Karl Marx oynamıştır. Bu nedenle Marx’ın ekonomi tarihinin
gelişiminde Adam Smith’den sonra en etkili isimlerden birisi olduğu
söylenebilir. Marx’ın ünü sosyalizmin kurucusu olmasından ve kapitalist
sistemi yoğun biçimde eleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim,
Marx’ın düşünceleri dünyanın çeşitli bölgelerinde sosyalist devrimlere temel
oluşturmuştur.
Karl Marx ve sosyalist düşünceyi savunanlara göre tarih bir tekrar
değil, sınıflar savaşıdır. Ekonomide emek tarafından yaratılan, ancak
kapitalistler tarafından sömürülen artık değer vardır. İşçinin yarattığı bu
değer kapitalistin kâr elde etmesine neden olmaktadır. Marx’ın ekonomik
kalkınma teorisine göre, bir ulusun gelişimine paralel olarak ekonomik
kalkınmada altı aşama bulunmaktadır. Bunlar; ilkel toplum, kölelik,
feodalizm, kapitalizm, sosyalizm veya proletarya diktatörlüğü ve pür
komünizmdir.
Marx’a göre bir malın değerini belirleyen faktör, toplum tarafından
arzu edilen malların üretiminde kullanılan dolaysız ve dolaylı emektir.
Örneğin, A malını üretmek için ihtiyaç duyulan işgücü 2 saat, B malı için 4
saat ise B malı A malından iki kat daha değerli olacaktır. Ayrıca emeğin
kendisi de bir maldır ve değeri çalışma süresi ile belirlenir.

2.3.4. Tarihçi ve Kurumsalcı Düşünce


Klasik ve neoklasik ekonomik görüşlerin temel alternatiflerinden
birisi de tarihçi-kurumsalcı ekonomi düşüncedir. Tarihçi okul daha çok
Alman ekonomistler tarafından geliştirilirken, kurumsalcı ekonomi ABD’de
ortaya atılmıştır. Tarihçi düşünceyi savunan ekonomistler ABD’deki
kurumları incelediklerinden dolayı kurumsalcı ekonomistler olarak
adlandırılmışlardır.
Tarihçi okul, klasik düşünceleri en fazla kullandıkları yöntem
konusunda eleştirmişlerdir. Tarihçi okula göre klasik düşünceyi ileri
sürenlerin en büyük yanlışı belirli bir toplumun herhangi bir zamandaki
ekonomik ve toplumsal yapısını inceleyerek geliştirdikleri teorileri, her
toplum için ve her zaman geçerli olduğunu öne sürmeleriydi. Tarihçi okulun
önderleri Schmoller ve Sombart’a göre her toplumun sosyal, hukuksal ve
ekonomik yapıları farklıdır. Dolayısıyla bu farklılıklar insanların
davranışlarının farklılaşmasına neden olur. Bu nedenle ekonomistler olayları
tarihsel bir süreç içerisinde incelemelidirler.
Kurumsalcı ekonomik düşünceye göre ise kurum, bireysel hareketin
kontrolünde söz konusu olan kollektif hareket olarak ifade edilmektedir. Bu

48
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

nedenle bu düşüncenin ilgi alanları yaşama, gelenek ve alışkanlık gibi sosyal


kontrolün farklı araçlarıdır.

2.3.5. Neoklasik Düşünce


Klasik ekonomi sistemine, sosyalistler ve tarihçi ekonomistler
tarafından yöneltilen eleştiriler sonucunda bazı ekonomistler yeni ekonomik
düşünceler geliştirmişlerdir. Söz konusu bu düşüncelerin büyük çoğunluğu
günümüzde bütün dünyada ekonomi kitaplarında okutulan konuları
oluşturmuştur.
Klasik sistemin yoğun bir şekilde eleştirildiği 1870’li yıllarda Walras,
Jevons ve Menger adlı ekonomistler bu yeni düşüncelerin öncülüğünü
yapmışlardır. Merkantilistlerin parayı, klasik düşüncenin de piyasayı ve
maliyetleri esas alıp talebi ihmal etmeleri, bu üç ekonomistin, bireyi
ekonomik düşüncelerinin merkezine koymalarında önemli rol oynamıştır.
Ayrıca bu ekonomistler, değerin subjektif yönüne yoğunlaşma ile
ekonomide “Marjinallik ilkesi”nin yerleşmesini de sağlamışlardır. Klasik
düşünce tarafından sadece emeğin maliyetinden oluşan üretim maliyetleriyle
objektif olarak belirlenen malların ekonomik değeri, neoklasikler tarafından
subjektif olarak bireysel tüketicinin elde ettiği tatmine göre belirlenmeye
çalışılmıştır. Neoklasiklere göre, toplam miktarlardan çok marjinal birimler
(ek birimler) önemlidir. Bu yaklaşım matematiksel tekniklerin ekonomide
kullanılmasına da neden olmuştur. Ekonomide sayısal ve matematiksel
yaklaşımların kullanılmasında Alfred Marshall’ın katkısı çok önemlidir.
Marshall, ayrıca emeğin hem değer, hem de servetin tek kaynağı olduğu
şeklindeki klasik sistemin düşüncesini değiştirerek emeğin, değeri
oluşturmadaki gerçek yerini belirlemiştir. Özetle çağdaş mikroekonominin
ortaya çıkması, neoklasik düşünceler sayesinde olmuştur.

2.3.6. Keynesgil Düşünce


Ekonominin gelişimine katkı yapan önemli ekonomistlerden birisi de
John Maynard Keynes’tir. Keynesci ekonomi ya da düşünce, 1929 büyük
dünya bunalımı yıllarında ortaya çıkmıştır. Bu düşünceyle birlikte
ekonomide ulusal gelir, istihdam gibi makro büyüklükleri ifade eden
kavramlar öne çıkmış ve ekonomi biliminin makroekonomi alanına olan
ilgisi artmıştır. Keynesci düşüncenin temeli, Keynes tarafından yazılan
“İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” adlı kitapta açıklanmıştır.
Keynes'e göre ekonomideki durgunluk sorununun kaynağı yatırımların
yetersizliğidir. Yatırımların yetersiz olmasının nedeni ise satın alma

49
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

gücünün mal alımına yönelmemiş olmasıdır. Yeterli yatırım yapılamayışı


işsizliğin artmasına neden olmakta ve sonuçta satın alma gücü daha da
azalmaktadır.
Bu nedenle Keynes, işsizliğin önlenmesi için toplam talebin
artırılması gerektiği üzerinde durmuştur. Toplam talebin artırılması için
Keynes kamu harcamalarının artırılmasını önermiştir. Özetle, Keynes,
neoklasiklerin kısmi denge varsayımlarının aksine, ekonomiyi bütün olarak
ele almış ve devletin ekonomik hayata müdahalesinin kaçınılmaz olacağını
savunmuştur. Keynes, devletin müdahalesini kabul etmekle klasik liberal
görüşten ayrılmıştır.

2.3.7. Paracılık (Monetarizm)


Keynesci uygulamaların ekonomilerde istenilen iyileşmeyi
sağlayamaması sonucu paracılık adı verilen görüş ortaya çıkmıştır. Milton
Friedman tarafından ileri sürülen paracılık görüşünde, paranın ve para
politikasının ekonomik önemi yeniden vurgulanmaya başlanmıştır. Paracılık
görüşün teorik temeli, klasik ekonomiye ve müdahaleci olmayan politika
önerilerine dayanır. Paracılık düşüncesine göre her ekonominin ihtiyaç
duyduğu bir para miktarı vardır. Bu para miktarı devletin müdahalesi ile
aşırı bir biçimde arttırılırsa, üretilen mallara göre paranın bol olması
malların fiyatlarının yükselmesine neden olur. Paracılık görüşüne göre
devlet ekonomiye müdahale etmemeli ve devletin ekonomideki payı çok az
olmalıdır. Görüldüğü gibi, paracılık görüşündeki devletin ekonomideki
payının minimum olması görüşü, klasik ekonomistlerin görüşü ile aynen
paralellik göstermektedir.

2.3.8. Günümüz Gelişmeleri


1980’li yılların başından itibaren Keynesgil düşünceleri eleştiren iki
farklı düşünce sistemi ortaya atılmıştır. Bunlar; Yeni Klasik Ekonomi ile
Arz Yönlü Ekonomi düşünceleridir. Arz yönlü ekonomi düşünceleri 1981
yılından sonra bir süre makroekonomik politikaların belirlenmesinde etkili
olmuştur.
Yeni klasik ekonomi teorisi; 1970’li yıllardaki yaşanan yüksek
enflasyon ve işsizlik sorunlarının çözümünde Keynesci görüşlerin tatmin
edici çözümler getirememesi sonucu ortaya çıkmıştır. Yeni klasik ekonomi
düşüncesinde, para ve maliye politikası gibi aktif ekonomi politikası
uygulamalarına karşı çıkılmakta ve piyasaların en iyi çözümü sağlayacağı
şeklindeki klasik ekonomi önerisi geniş ölçüde benimsenmektedir.

50
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Keynesgil düşünce taraftarları ile yeni klasik ekonomistler arasındaki


tartışmalar günümüzde iki yeni boyutta sürmektedir. Bu yeni düşünceler;
Reel İş Çevrimleri Teorisi ve Yeni Keynesci Ekonomi’dir. Bu
düşüncelerden birincisi, klasik ekonomi ile ikincisi ise Keynesci ekonomi ile
daha yakın ilişkilidir.

51
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 3
TALEP, ARZ VE DENGE

Ülkelerin kaynak kullanımında etkinliği sağlamak için çözmeyi


amaçladıkları üç temel ekonomik sorunları vardır. Bu sorunlar: (i) hangi
mallar, ne miktarda üretilecek, (ii) bu mallar nasıl üretilecek ve (iii) mallar
kimler için üretilecektir. Piyasa ekonomilerinde bu sorunlar, fiyat teorisi ile
açıklanılmaya çalışılır. Daha öncede ifade edildiği gibi piyasa
ekonomilerinde üreticiler ve tüketiciler birbirlerine ters iki eğilimi yansıtan
grupları oluşturmaktadır. Fiyat teorisi bu iki kesimin piyasa koşullarında
dengeye geleceğini açıklar. Piyasa fiyatının oluşumuna geçmeden önce
ekonomi biliminde önemli bir yeri olan talep ve arz teorilerini açıklamakta
yarar bulunmaktadır. Hatta bazen ekonominin arz ve talep yasası ile başlayıp
yine arz ve talep ile sona erdiği belirtilir. Bu çok abartılı bir yaklaşım
olmakla beraber piyasa sisteminin anlaşılmasında arz ve talep yasasının çok
önemli yer tuttuğu da bir gerçektir. Bu bölümde önce talep ve arz teorileri
incelenecek, daha sonra ise piyasa dengesi açıklanacaktır. Fiyat teorisinin
diğer bir konusu olan esneklik ise bir sonraki bölümde ele alınacaktır.

3.1. Talep Teorisi


Bireyler faydalı buldukları için mal ve hizmetleri talep ederler. Bu
nedenle talebin temelinde fayda vardır. Talep, “belli bir dönemde ve belli
bir fiyat düzeyinde satın alınmak istenilen mal veya hizmet miktarı” olarak
tanımlanmaktadır. Talepten bahsedebilmek için öncelikle bireyin satın alma
isteğinin olması gerekir. Ancak bu satın alma isteği, satın alma gücü ile
desteklenmelidir. Diğer bir ifadeyle satın alma isteği, ekonomik anlamdaki
talep için gerekli bir koşul olmakla birlikte yeterli değildir. Satın alma
isteğinin talep olabilmesi için söz konusu isteğin satın alma gücü ile
desteklenmiş olması gereklidir. Satın alma gücü ile desteklenmiş talebe
efektif talep adı verilmektedir. Buna göre herhangi bir bireyin bir malı elde
etmek için gösterdiği istek ne kadar şiddetli olursa olsun, söz konusu istek
yeterli satın alma gücü ile desteklenmez ise ekonomik anlamda talep
sayılmaz. O nedenle piyasada bir malın talebi yalnızca satın alma isteğine

52
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

değil aynı zamanda satın alma gücüne bağlıdır. Örneğin birey lüks bir
otomobil almayı çok isteyebilir, ancak o bireyin söz konusu otomobili
alacak parası yoksa bu istek ekonomik anlamda bir talep değildir.
Talep, ayrıca belli bir fiyata bağlı olarak ifade edilmelidir. Bu nedenle
talep artıyor ve azalıyor gibi ifadeler teknik yönden eksiktir. Talebin hangi
fiyat düzeyinde daha çok veya daha az olduğunu belirtmek gerekir. Diğer
yandan talep tek bir satın alma olayı değil, sürekli satın alma akımı
olduğundan talebi belirli bir zaman süresine göre belirtmek gerekir (örneğin
günde 100 kg süt ya da haftada 500 ekmek gibi). Ayrıca talep edilen
miktarla veya satın alınmak istenen miktarla, fiilen satın alınan miktarın aynı
olması da gerekli değildir. Eğer piyasada yeterli miktarda mal mevcut
değilse, tüketicilerin satın almak istedikleri mal miktarı, onların gerçekten
satın aldıkları mal miktarından daha az olabilecektir.
Talep ile ilgili buraya kadar anlatılanlar özetlenirse; talep kavramında
üç unsurun önem taşıdığı söylenebilir. Bunlar;
• Satın alma isteği,
• Satın alma gücü,
• Belli bir zaman aralığı olarak belirtilebilir.

3.1.1. Talep Miktarını Belirleyen Faktörler


Talep miktarı üzerinde birçok faktör etkilidir. Talep miktarını
belirleyen bu faktörler; satın alınmak istenilen malın fiyatı, tüketicilerin
gelirleri, ilgili diğer malların fiyatları, tüketicilerin gelir dağılımı,
tüketicilerin zevk ve tercihleri olarak sıralanabilir. Ancak belirtilen tüm bu
değişkenlerin talep miktarı üzerindeki etkisini aynı anda belirlemek
olanaksızdır. Bu nedenle söz konusu bir değişkenin, o malın talebini nasıl
etkilediğini saptamak için diğer değişkenlerin tümünün, ceteris paribus,
sabit olduğu kabul edilir. Bir maldan satın alınmak istenen miktarlar
üzerinde etkili olan faktörler arasındaki fonksiyonel ilişki aşağıdaki şekilde
özetlenebilir.

(i) Malın fiyatı: Talep miktarını belirleyen diğer değişkenler


sabitken, bir malın talep edilen miktarı onun fiyatına bağlıdır. Bu nedenle
“bir malın piyasa fiyatı yükseldikçe talep edilen miktar azalır, fiyat
düştükçe talep edilen miktar artar” ilkesi talep yasası olarak bilinir. Buna
göre talep edilen miktar ile malın fiyatı arasında ters yönde bir ilişki vardır.
Dolayısıyla talep, fiyatın azalan bir fonksiyonudur. Talebin azalan eğimli
olmasının nedeni fiyatı düşen maldan tüketicilerin daha fazla satın almak

53
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

istemeleri ve fiyatın düşmesiyle o maldan satın almak isteyen yeni alıcıların


ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin; balık fiyatları düştüğü
zaman tüketiciler et yerine balık alacaklardır. Diğer yandan, daha önceki
fiyatlardan balık satın almayan bazı tüketiciler fiyatlardaki azalma nedeniyle
balık satın almaya başlayacaklardır.

(ii) Diğer malların fiyatı: Bir malın ne kadar talep edileceği


tamamlayıcı ve rakip malların fiyatlarına bağlıdır. Tamamlayıcı mallardan
birinin fiyatı yükseldiğinde diğerinin talebi azalır, tamamlayıcı mallardan
birinin fiyatı düştüğünde ise diğerinin talebi artar. Örneğin, otomobil ve
benzin tamamlayıcı mallardır. Otomobil fiyatındaki artış, otomobil talep
miktarında bir azalmaya neden olur. Talepteki azalma ise benzin talebini
azaltacaktır. Burada benzin fiyatında bir değişme olmadığı halde benzin
talebinin azalması, benzinin otomobil ile beraber kullanılmasından
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle tamamlayıcı malın fiyatı ile talep ters yönde
değişmektedir.
Rakip (ikame) mallar ise bir malın yerine kolayca ikame edilen mallar
olduğundan, rakip mallardan birinin fiyatı yükseldiğinde ikame malının
talebi artar. Rakip malın fiyatı düşerse ikame malının talebi azalır. Örneğin;
havuç fiyatları artınca, havuca olan talep miktarı azalacaktır. Talep yasası
gereği havuç fiyatının artmasıyla tüketicilerin bir kısmı havuç almaktan
tamamen vazgeçerken, bir kısmı da almış oldukları havuç miktarını
azaltacaklardır. İşte havuç satın almaktan vazgeçen ya da satın aldıkları
miktarı azaltan tüketiciler, havuç yerine ikame edecekleri bir malı (örneğin
bezelye) alacaklardır. Burada, havuç fiyatındaki artış nedeniyle tüketiciler,
havuç talep miktarını azaltırken bezelye fiyatı değişmemesine karşın bezelye
talebini artırmaktadır. Bu nedenle rakip malın fiyatı ile talep aynı yönde
değişmektedir.

(iii) Tüketici geliri: Bir malın ne kadar talep edileceği tüketicilerin


gelir düzeyine bağlıdır. Bir ülkede yaşayan kişilerin geliri az olursa talep de
azalır. Bu nedenle gelir ile talep arasındaki ilişki genellikle doğru yönlüdür.
Genellikle olmasının nedeni inferior (adi, düşük, tali) mallarda gelir etkisi
ters yönlüdür. Düşük mallar, söz konusu ise gelir arttığı zaman tüketici bu
mallardan daha az satın almak eğilimindedir. Örneğin; tüketicilerin geliri
arttıkça ekmek ve patates daha az talep edilirken, et ve tereyağı gibi mallara
olan talep artar. Ancak, bir malın adi ya da normal mal olup olmaması malın
kendisi ile ilgili değildir. Herhangi bir malın normal veya adi mal olup
olmaması tüketicilerin gelir düzeyine bağlıdır. Bir başka ifadeyle belli bir

54
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

gelir düzeyinde normal mal olan bir mal gelir arttıkça belli bir düzeyden
sonra adi mal konumuna gelebilir. Adi malların gelir arttıkça daha az talep
edileceği konusunu Giffen adlı ekonomist belirttiğinden bu mallara aynı
zamanda Giffen malları, bu olaya da Giffen paradoksu adı verilir. Özetle,
gelir ile normal malın talebi aynı yönde değişirken, gelir ile adi malın talebi
ters yönde değişir.

(iv) Tüketicilerin zevk ve tercihlerindeki değişim: Talebin


temelinde fayda olduğu için bir malın ne miktarda talep edileceği
tüketicilerin zevk ve tercihlerine bağlıdır. Tüketicilerin malların
tüketiminden elde ettikleri fayda farklı olabilir. Bazen talep üzerine etkili
olan diğer faktörlerde bir değişiklik olmadığı halde, tüketicilerin zevk ve
tercihlerindeki değişim nedeniyle malın talebinde artış veya azalış olur.
Örneğin; bir malın kullanımı moda haline geldiğinde o malın talebi artar,
tersine bir gelişmede ise o malın talebi azalır.
Özet olarak, talep miktarına etki yapan çeşitli faktörler
bulunmaktadır. Bu faktörlerin etkisiyle malların talepleri farklı olmaktadır.
Bir maldan satın alınmak istenilen miktarlar ile bu miktarları belirleyen
etkenler arasındaki karşılıklı ilişkiler talep fonksiyonu kavramı ile açıklanır.
Diğer bir ifadeyle talep edilen miktar satın alınmak istenilen malın fiyatının,
ilgili diğer malların fiyatlarının, tüketicilerin gelir düzeyi ile tüketici zevk ve
tercihlerinin bir fonksiyonudur. Bir mala olan talebi etkileyen tüm bu etkiler
dikkate alındığında talep fonksiyonu şu şekilde yazılabilir:

Da = f ( Pa , Pt , Pr , G, Z ) Formülde;

Da : a malının talebini,
Pa : a malının fiyatını,
Pt : tamamlayıcı malların fiyatını,
Pr : rakip malların fiyatını,
G : gelir seviyesini,
Z : tüketicinin zevk ve tercihlerini göstermektedir.

Yukarıda belirtilen etkilerin dışında talep üzerinde aşağıdaki


faktörlerde etkilidir.
• Gelir dağılımındaki değişim: Ekonomide gelir düzeyi
değişmemesine karşın hükümetlerin izlemiş olduğu politikalar bazı malların
talebini artırırken bazılarını düşürebilir.

55
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

• Fiyat bekleyişleri: Fiyatlar değişmediği halde fiyat artışı beklentisi


talebi artırırken, fiyat düşüşü beklentisi talebi azaltıcı yönde etki yapar. Bu
nedenle fiyat bekleyiş yönü ile talebin değişim yönü aynıdır.
• Nüfus miktarı: Nüfus miktarındaki artış, her fiyat düzeyinde
tüketiciler tarafından daha fazla mal satın alınacağı için malın talep eğrisini
artırmaktadır.

3.1.2. Talep Şedülü (Çizelgesi) ve Talep Eğrisi


3.1.2.1. Talep Şedülü
Diğer faktörler sabit tutularak talep edilen miktarla malın fiyatı
arasındaki ilişkiyi gösterme yollarından birisi de talep şedülüdür. Şedül
anlamındaki talep; bir malın söz konusu olabilecek çeşitli fiyatları ile bu
fiyatlardan talep edilecek miktarları arasındaki ilişkileri göstermektedir. Bir
başka ifadeyle belli bir zamanda, bir malın piyasa fiyatı ile talep edilen
miktarı arasında belli bir ilişki bulunmaktadır. İşte fiyatla satın alınan miktar
arasındaki bu ilişkiye talep şedülü adı verilir. Çizelge 3.1’de havuç için talep
şedülü verilmiştir. Bu talep şedülü, havuç fiyatları ile talep miktarları
arasındaki ilişkileri, havuç talebinin genel yapısını ve özelliklerini
göstermektedir. Talep şedülüne göre havucun fiyatı yükseldiğinde talep
edilen miktarlar azalmakta, buna karşın havuç fiyatı düştüğünde talep edilen
miktarı artmaktadır. Çizelge 3.1’den görüldüğü gibi havuç fiyatı 120 TL (F
seçeneği) olduğunda havuç talep miktarı ayda 60 ton olurken, havuç fiyatı
20 TL (A seçeneği) iken havuç talep miktarı 110 ton olarak
gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bir malın fiyatı azaldıkça talep edilen miktar
artmakta, fiyat yükseldikçe talep miktarı azalmaktadır. Bu ilişkiye daha
öncede belirtildiği gibi talep yasası adı verilmektedir.

Çizelge 3.1. Talep Şedülü


Fiyat Talep Miktarı
Seçenek
(TL/kg) (Ton/ay)
A 20 110
B 40 90
C 60 77
D 80 67
E 100 62
F 120 60

56
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

3.1.2.2. Talep Eğrisi


Talep edilen miktarla, malın fiyatı arasındaki ilişkiyi göstermenin
diğer bir yolu da grafik ile göstermektir. Başka bir ifadeyle tüm diğer
değişkenler sabit tutulup çeşitli fiyat düzeylerinde satın alınmak istenilen
mal miktarlarının geometrik yerine talep eğrisi adı verilir. Dolayısıyla talep
eğrisi, talep şedülünün şekil üzerindeki ifadesi olmaktadır. Çizelge 3.1’de
belirtilen talep ile ilgili miktar-fiyat ilişkileri Şekil 3.1’de gösterilmiştir.
Anılan şekilden görüldüğü gibi, fiyatlar dikey eksende, miktarlar ise yatay
eksende verilmiştir. Miktar-fiyat bileşimleri bir çizgi ile birleştirildiğinde
talep eğrisi elde edilir. Talep eğrisi üzerindeki noktaların her biri bir fiyat-
miktar ilişkisini göstermekte olup, bu noktaların tamamı talep eğrisini
oluşturur. Talep eğrisi üzerindeki herhangi bir nokta (C noktası) o fiyat
düzeyindeki fiyat talep ilişkisini yani belirli bir fiyattan talep edilen miktarı
gösterir. Diğer bir ifadeyle talep eğrisi her fiyattan tüketicilerin satın almak
istedikleri miktarları göstermektedir. Eğrinin eğiminin negatif olması fiyat
düştükçe talep edilen miktardaki artışı belirtmektedir.
Özetle, talep eğrisi bir mal ve hizmete karşı tüketici talebinin genel
durumunu gösterir. Genel olarak fiyatlar yükseldiğinde talep miktarı azalır,
fiyatlar düştüğü zaman talep miktarı artar.
Fiyat

120

C
60

20

60 77 110 Miktar

Şekil 3.1. Talep Eğrisi

57
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

3.1.3. Talep Miktarındaki Değişme


Genellikle talep fonksiyonu; talep edilen miktarla o malın fiyatı
arasındaki fonksiyonel ilişkiyi göstermek için kullanılır. Talep yasası adı
verilen bu ilişkiye göre, talep fonksiyonu ve talep eğrilerinde sadece talep
miktarı ile o malın fiyatı arasındaki ilişki dikkate alınarak, diğer etkiler sabit
(ceteris paribus) kabul edilir. Bu nedenle, talep miktarındaki değişme aynı
talep eğrisi üzerinde bir hareketi göstermektedir. Örneğin, havuç fiyatı ile
talep edilen havuç miktarı arasındaki ilişki ele alındığında havucun fiyatı
dışındaki, havuç talebi üzerinde etkili olan diğer faktörler sabit kabul edilir.
Bu nedenle herhangi bir malın talep fonksiyonu koşullar değişmediği
durumda, ilgili malın fiyatının fonksiyonudur. Dolayısıyla diğer etkiler sabit
olduğunda talep fonksiyonu Da= f(Pa) olarak yazılabilir.
Talep eğrisi üzerinde boyuna değişme, malın fiyatındaki değişme
nedeni ile talep edilen mal miktarındaki değişmeyi gösterir. Şekil 3.2'de
görüldüğü gibi fiyat P1'den P2'ye düştüğünde o maldan talep edilen miktar
Q1'den Q2'ye yükselir. Dolayısıyla talep miktarındaki değişme denildiği
zaman talep miktarındaki bir artış ya da azalıştan söz edilmektedir. Tersi
durumda yani fiyatın P2'den, P1'e yükselmesi durumunda ise o maldan talep
edilen miktar Q2’den Q1’e düşer.

D
Fiyat

P1 A

58
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 3.2. Talep Miktarındaki Değişme

3.1.4. Talep Değişmesi


Talep eğrisi çizilirken; tüketicilerin gelirleri, diğer malların fiyatları
ile tüketicinin zevk ve tercihlerinin değişmediği (ceteris paribus) kabul
edilmiştir. Talep üzerine etkili olan faktörlerin (talep edilen miktar-fiyat
ilişkisinde değişmez kabul edilen) değişken olduğu kabul edilirse talep
P2

0
Q1 Q2 Miktar
eğrisinde kayma (değişme) meydana gelecektir. Örneğin, tüketicilerin
gelirinde artış olursa bu durumda malın fiyatında bir düşme olmamasına
karşın o malın talebi artacak ve talep eğrisi sağa (artış) kayacaktır.
Tüketicilerin gelir azalışında ise talep kayması sola (azalış) doğru olacaktır.
Benzer şekilde malın fiyatında değişme (artma veya azalma) olmadığı halde
tüketicilerin zevk ve tercihlerinde, diğer malların fiyatlarında, gelir
dağılımında ve nüfus miktarında değişme olursa talep eğrisi yine sağa ya da
sola doğru kayacaktır. Talepteki söz konusu bu kaymalar Şekil 3.3’de
gösterilmiştir.
Şekil 3.3’te görüldüğü gibi talep eğrisindeki kaymalar talep artışı ya
da azalışını gösterir. Talep artışı dendiği zaman talep eğrisinin olduğu gibi
sağa kayması (D1D1) anlaşılır. Talepteki azalış ise talep eğrisinin olduğu gibi
sola (D2D2) kaymasıdır. Bu kaymaların nedeni daha öncede belirtildiği gibi
tüketicilerin gelirlerindeki, tamamlayıcı ve rakip malların fiyatlarındaki veya
tüketici zevk ve tercihlerindeki değişmeden kaynaklanmaktadır.
Talep miktarındaki değişmeyle, talep eğrisindeki değişmeyi birbirine
karıştırmamak için ekonomistler bazen farklı kavramlar kullanmaktadır.
Talep eğrisinin olduğu gibi sağa ya da sola kayma olayına talep değişmesi
ya da talep kayması denilirken, aynı talep eğrisi üzerindeki değişmeyi
belirtmek üzere talep edilen miktardaki değişme denilmektedir.

D2 D0 D1
Fiyat

59 D1
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 3.3. Talep Artışı ve Azalışı


Kutu 3.1. Talepteki Değişme ve Talep Değişmesi

D0
D2
0
Miktar
Varsayalım, bugünkü gazetede havuca olan talepteki büyük artış
nedeniyle havuç fiyatlarının aşırı arttığını okudunuz. Ertesi gün ise havuç
fiyatlarının yüksek olması nedeniyle tüketicilerin, havuç satın alımını
büyük ölçüde azalttıklarını ve tüketicilerin havuç yerine patates ve bezelye
alımına yöneldiklerini okudunuz. Bu iki olay ilk bakışta birbirine ters bir
durum göstermektedir. Birincisinde talep artışı ile havuç fiyatının yükselişi
arasındaki ilişki, ikincisinde ise havuç fiyatının yükselmesi ile talep
miktarındaki azalma arasındaki ilişki söz konusudur. Buna göre her iki
durumda doğru olabilir mi? Bu sorunun yanıtı her iki olayında doğru
olduğu şeklindedir. Çünkü buradaki iki olay farklı durumları
açıklamaktadır. Birinci durum talep eğrisindeki kaymayı, ikincisi ise havuç
fiyatındaki artış nedeniyle talep miktarındaki değişmeyi (aynı talep eğrisi
üzerindeki hareket) açıklamaktadır.
Havuca olan talepteki büyük artış nedeniyle havuç fiyatlarının
artması (ilk durum) talep eğrisinin kaymasını belirtmektedir. Bu örnekte
talep eğrisi sağa doğru kaymıştır. Çünkü her fiyat düzeyinde daha fazla
havuç talep edilmektedir. Bu durum daha sonra görülebileceği gibi havuç
fiyatında artışa neden olacaktır.
Fiyat artışı nedeniyle tüketicilerin havuç satın alımını azalttıkları
(ikinci olay) durum da ise aynı talep eğrisi üzerinde fiyat artışından
kaynaklanan değişme söz konusudur. Burada havuç fiyatındaki yükselme
nedeniyle tüketicilerin bir kısmı havuç alımını durdururken bir kısmı ise
daha az miktarlarda satın almışlardır. Dolayısıyla talep edilen miktarda bir
azalma ortaya çıkmaktadır.

3.1.5. Piyasa Talep Şedülü ve Eğrisi

60
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Buraya kadar tek bir tüketicinin talep eğrisi açıklandı. Ancak piyasa
davranışını açıklamak için tüm tüketicilerin bir mala karşı olan toplam
talebinin bilinmesi gerekir. Bir mal için piyasadaki toplam talep,
tüketicilerin bireysel taleplerinin toplamından meydana gelir. Toplam talep
eğrisi ise n sayıdaki tüketicilerin taleplerinin toplamından oluşmaktadır.
Dolayısıyla piyasa talebini elde etmek için tüm bireysel taleplerin toplaması
gerekir.

3.1.5.1. Piyasa Talep Şedülü


Talep şedülü, bir malın alıcılarının farklı fiyat düzeylerinde ne kadar
satın alacaklarını gösteren bir tablodur. Piyasa talep şedülü ise belli bir fiyat
seviyesinde bireysel olarak talep edilen miktarların toplanması ile bulunur.
Piyasada çok sayıda tüketici olmasına karşın açıklamalarımızı basitleştirmek
için piyasada iki tüketici (A ve B) olduğunu varsayalım. Söz konusu
tüketicilerin talep şedülleri Çizelge 3.2’de verilmiştir. Ayrıca, aynı çizelgede
A ve B tüketicilerine ait bireysel talep miktarlarının toplamından oluşan
piyasa talebi de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi fiyat 2.5-3.5 TL olduğunda
sadece tüketici B piyasadan mal almaktadır. Fiyat 2.5 TL’nin altına düştüğü
zaman tüketici A’da satın alımda bulunmaktadır. Bu fiyat seviyesinden
itibaren piyasa talebi iki tüketicinin talepleri toplamından oluşmaktadır.
Dolayısıyla piyasa talep şedülü; belli fiyat seviyesinde bireysel olarak talep
edilen mal miktarlarının yatay olarak toplanması ile bulunur. Örneğin fiyat 2
TL olduğunda tüketici A, 2 birim mal alırken, aynı fiyattan tüketici B, 3
birim mal almaktadır. Dolayısıyla fiyat 2 TL olduğunda piyasanın toplam
talep miktarı 5 birim olmaktadır. Fiyatın 1 TL’ye düşmesi durumunda ise
piyasa talebi 10.5 ( A + B = 6 + 4.5 = 10.5) birim olarak gerçekleşmektedir
(Çizelge 3.2).

Çizelge 3.2. Bireysel ve Piyasa Talep Şedülü


Fiyat Talep Edilen Miktarlar (ay)
(TL/birim) Tüketici A Tüketici B Piyasa Talebi
(1) (2) (1+2)
4.00 0 0.00 0.00
3.50 0 0.75 0.75
3.00 0 1.50 1.50
2.50 0 4.50 4.50
2.00 2 3.00 5.00
1.50 4 3.75 7.75

61
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

1.00 6 4.50 10.50


0.50 8 5.25 13.25
0.00 10 6.00 16.00

3.1.5.2. Piyasa Talep Eğrisi


Bireysel talep eğrileri teorik olarak önemli olmasına karşın
uygulamada piyasa talebi daha büyük önem taşır. Piyasa talep eğrisi,
piyasada bulunan tüketicilerin tamamının bir mala olan talebini gösterir.
Dolayısıyla piyasa talep eğrisini bulmak için tüm potansiyel tüketicilerin
bireysel talep eğrileri yatay olarak toplanır. Elde edilen piyasa talep eğrisi,
belli bir malın tüm alıcıları için fiyat ve miktar bileşimlerini gösterir. İki
tüketiciye ait bireysel talep eğrilerinden piyasa talep eğrisinin nasıl elde
edildiği Şekil 3.4’de gösterilmiştir. Örneğin fiyat 1.5 TL olduğu zaman
tüketici A 4 birim, tüketici B ise 3.75 birim mal talep etmektedir. Bu
durumda piyasa talebi fiyat 1.5 TL olduğunda 7.75 birim olacaktır.

P
4.50
4.00
3.50
3.00
2.50
2.00
1.50
1.00
0.50

2 4 6 8 10 Q 2 4 6 8 Q 2 4 6 8 10 12 14 16 Q

(i) A’nın Talep Eğrisi (ii) B’nin Talep Eğrisi (iii) Piyasa Talep Eğrisi

Şekil 3.4. Bireysel ve Piyasa Talep Eğrileri

62
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Gerçek hayatta ekonomistler tarafından bireysel tüketicilerin talep


eğrilerinin toplanması ile piyasa talep eğrisinin elde edilmesine çok sık
rastlanmaz. Piyasa talebi hakkındaki bilgiler genellikle toplam miktarların
gözlenmesi ile elde edilir. Ancak burada bireysel tüketici talep eğrileri ile
piyasa talep eğrisi arasındaki ilişkileri göstermek için Şekil 3.4 verilmiştir.
Diğer yandan piyasa talep eğrisinin iki tüketiciden çok daha fazla tüketici
talebini ifade ettiği unutulmamalıdır.

3.2. Arz Teorisi


Üreticilerin amacı, üretmiş oldukları mal ve hizmetleri satarak
kârlarını maksimize etmektir. Arz genel olarak “fiilen satılmak istenen mal
ve hizmet miktarı” demektir. Daha geniş olarak arz “belli dönemde belli
fiyat düzeylerinde üreticiler tarafından satılmak istenen mal ve hizmet
miktarı” olarak tanımlanmaktadır. Bir malın arz sayılabilmesi için mutlaka
satılmak amacıyla piyasaya getirilmiş olması gereklidir. Burada dikkat
edilmesi gereken nokta üreticilerin satmayı başardıkları miktar değil,
satmayı düşündükleri mal miktarının arzı oluşturduğudur. Bu nedenle
üreticilerin satmak istedikleri mal miktarı ile satmayı düşündükleri mal
miktarı farklı olabilir. Ancak tüketicilerin satın aldıkları miktarla,
üreticilerin sattıkları miktar birbirine eşittir.

3.2.1. Arz Miktarını Belirleyen Faktörler


Talep kavramının temelinde fayda unsuru bulunurken, arz kavramının
temelinde maliyet unsuru bulunmaktadır. Piyasaya arz edilen mal miktarı
fiyatlar yükseldikçe artmakta, fiyatlar düştükçe azalmaktadır. Üreticilerin
üretmek ve satmak istedikleri mal miktarını belirleyen birçok değişken
bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; malın fiyatı, diğer malların fiyatı, üretim
maliyeti, teknoloji seviyesi ve firmanın amaçları olarak sıralanabilir. Arz
miktarını belirleyen değişkenler aşağıda kısaca özetlenmiştir.

(i) Malın piyasa fiyatı: Arz miktarı üzerinde etkili olan faktörlerden
malın fiyatının dışındaki faktörler sabit tutulursa (ceteris paribus) malın
fiyatı ne kadar yüksek olursa arz miktarı o kadar artmakta, fiyatlar düştükçe
arz miktarı azalmaktadır. Bu nedenle “bir malın arz miktarı ile o malın
fiyatı arasında ilişki doğru orantılıdır” ifadesine arz yasası denilmektedir.
Arz yasasına göre, bir malın fiyatı artarsa söz konusu malın arz miktarı da
artar. Bu durum piyasa ekonomisinde malların, değişim değeri için
üretilmesinden kaynaklanmaktadır. Üreticilerin amacı gelir ile maliyet

63
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

arasındaki fark olan kârı, maksimum yapmaktır. Dolayısıyla üretimin amacı


kâr elde etmektir. Yani bir malın arz edilecek miktarını, üretimin kârlılığı
belirlemektedir. Kısacası, kâr artarsa arz artacak aksi durumda, yani kâr
azaldığında arz azalacaktır. Bu nedenle arz, fiyatın artan bir fonksiyonudur.

(ii) Üretim faktörleri fiyatı: Üretimde kullanılan tüm kaynaklar


(materyal, işgücü, makine) girdi veya üretim faktörleri olarak adlandırılır.
Arz miktarı üzerinde etkili olan diğer tüm değişkenler sabit tutulduğunda
üretim faktörlerinin fiyatlarının artması (ücret, faiz, rant yükselişi) kârın
azalmasına yol açacağından arzı olumsuz yönde etkiler. Bu yüzden girdi
fiyatlarındaki artış arz eğrisinin sola kaymasına (azalışına), girdi
fiyatlarındaki azalış ise arz eğrisinin sağa kaymasına (artışına) neden olur.
Buna göre girdi fiyatları ile malın arzı ters yönde değişmektedir.
(iii) Diğer malların fiyatları: Bir malın fiyatı aynı kalırken, diğer
malların fiyatları artarsa, fiyatı artan malları üretmek daha kârlı hale
gelecektir. Örneğin buğday üreticileri üretim kararlarını verirlerken diğer
ürünlerin fiyatlarını da dikkate alırlar. Buğdaya göre mısır üretimi daha kârlı
hale gelmişse buğday fiyatı değişmediği halde üreticiler buğday üretimini
(arzı) azaltacaklardır. Bu nedenle diğer malların fiyatı ile arz ters yönde
değişir. Tüketici açısından söz konusu olan rakip ve tamamlayıcı mal ayrımı
üreticiler açısından söz konusu olmayıp üreticiler yönünden tüm mallar
rakip konumundadır.

(iv) Bir malın üretim teknolojisi: Üretim teknolojisindeki gelişme


üretim maliyetlerini azaltarak arzda artışa neden olur. Teknolojide gelişme
nedeniyle üretim maliyetinin azalması, kârın artması sonucunu doğuracaktır.
Kârın artması ise üretimi artıracak ve arz eğrisi sağa doğru kayacaktır. Mal
alış miktarını etkileyen faktörler ile arz arasındaki ilişkilere arz fonksiyonu
denilmektedir. Arzı oluşturan ve arz fonksiyonunu etkileyen temel faktörler
şu şekilde formüle edilebilir:

S a = f ( Pa , P, Pd , Z ) şeklinde yazılır. Formülde;

Sa : a malının arzını,
Pa : a malının fiyatını,
P : üretim faktörleri fiyatını,
Pd : diğer malların fiyatını,
Z : teknoloji seviyesini göstermektedir.

64
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

3.2.2. Arz Şedülü (Çizelgesi) ve Arz Eğrisi


3.2.2.1. Arz Şedülü
Arz şedülü, diğer faktörler sabit tutulduğunda arz edilen miktarlar ile
malın fiyatı arasındaki ilişkiyi gösterir. Bir başka ifadeyle belli bir zamanda
bir malın piyasa fiyatı ile arz edilen miktarı arasında belli bir ilişki
bulunmaktadır. İşte fiyatla arz edilen miktar arasındaki ilişkiye arz şedülü
denilmektedir (Çizelge 3.3). Arz şedülü talep şedülüne benzemektedir. Talep
şedülü malın değişik fiyatlarına göre tüketicilerin satın almak istedikleri mal
miktarını gösterirken, arz şedülü üreticilerin satmak istedikleri mal miktarını
göstermektedir. Çizelge 3.3’ten görülebileceği gibi üreticilerin üretmek ve
satmak istedikleri mal miktarı malın fiyatına göre değişmektedir. Örneğin, A
seçeneğinde havucun kilosu 20 TL iken aylık havuç arzı 5.0 ton, havuç fiyatı
120 TL olduğunda ise aylık havuç arzı 122.5 ton olmaktadır. Arzdaki bu
değişmeler arz miktarındaki değişme olup doğrudan fiyatlarla ilgilidir.

Çizelge 3.3. Arz Şedülü


Seçenek Fiyat Arz Miktarı
(TL/ kg) (Ton/ay)
A 20 5.0
B 40 46.0
C 60 77.5
D 80 100.0
E 100 115.0
F 120 122.5

3.2.2.2. Arz Eğrisi


Arz edilen miktarla, malın fiyatı arasındaki ilişkiyi açıklamanın diğer
bir yolu da grafik ile göstermektir. Çizelge 3.3' de verilen miktar-fiyat
ilişkileri Şekil 3.5’de grafiksel olarak gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, miktar-
fiyat bileşimleri bir çizgi ile birleştirildiğinde arz eğrisi elde edilmektedir.
Yani arz eğrisi üzerindeki noktaların her biri, bir fiyat-miktar ilişkisini
gösterir ve bu noktaların tamamı arz eğrisini oluşturur. Arz eğrisi her
fiyattan üreticilerin satmak istedikleri miktarları göstermektedir. Eğrinin
eğiminin pozitif olması fiyat arttıkça arz edilen miktarın da artmasından
kaynaklanmaktadır.
Fiyat

120
S
65
80

20
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 3.5. Arz Eğrisi


3.2.3. Arz Miktarındaki Değişme
Arz miktarındaki değişme arz eğrisi üzerinde boyuna değişmeyi
açıklamaktadır. Daha öncede belirtildiği gibi arz miktarındaki değişme
doğrudan fiyatlarla ilgilidir. Arz edilen miktarla o malın fiyatı arasındaki
fonksiyonel ilişkiyi göstermek için genellikle arz fonksiyonu kullanılır. Arz
yasasına göre arz fonksiyonu ve arz eğrilerinde sadece arz miktarı ile o

malın fiyatı arasındaki ilişki dikkate alınırken diğer etkiler sabit (ceteris
5 100 122.5 Miktar
paribus) kabul edilir. Örneğin, havuç fiyatı ile arz edilen havuç miktarı
arasındaki ilişki ele alındığında havuç fiyatı dışında arz üzerinde etkili olan
diğer faktörler sabit kabul edilir. Bu nedenle herhangi bir malın arz
fonksiyonu şartlar değişmediği durumda ilgili malın fiyatının
fonksiyonudur. Dolayısıyla fiyat dışında diğer etkiler sabit olduğunda arz
fonksiyonu S a = f ( Pa ) olarak yazılabilir.
Arz eğrisi üzerinde boyuna değişme malın fiyatındaki değişmeden
kaynaklandığı için arz edilen mal miktarındaki değişmeyi gösterir. Örneğin,
Şekil 3.6'da görüldüğü gibi fiyat P1'den P2'ye çıktığında o maldan arz edilen
miktar Q1’den Q2’ye yükselir. Tersi durumda yani fiyatın P2’den P1’e
düşmesi durumunda ise arz miktarı Q2’den Q1’e düşer. Görüldüğü gibi arz
miktarındaki değişme denildiği zaman arz miktarındaki bir artış ya da
azalıştan söz edilmektedir.
Fiyat

C
P2

B
P1

0
Q1 Q2 Miktar

66
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 3.6. Arz Edilen Miktardaki Değişme

3.2.4. Arz Değişmesi


Talep eğrisinde olduğu gibi, arz eğrisinde de kaymalar söz konusudur.
Bu kaymalar malın fiyatının dışında kalan diğer faktörlerin etkisinden
kaynaklanmaktadır. Fiyatın dışındaki diğer etkiler; diğer malların fiyatı,
üretim maliyeti, teknoloji seviyesi ve firmanın amaçları olarak belirtilebilir.
Arzda artış olduğunda arz eğrisi tümüyle sağa doğru kayar. Malın arzındaki
azalış ise arz eğrisinin tümüyle sola doğru kayması ile gösterilir. Arzdaki
değişmenin malın fiyatı dışındaki değişkenlerden kaynaklandığı
unutulmamalıdır. Örneğin, üretim faktörlerinin fiyatlarının artması arz
eğrisinin sola kaymasına, faktörlerin fiyatlarının azalması ise arz eğrisinin
sağa kaymasına neden olur.
Şekil 3.7’de arz eğrisinin S0’dan S1'e kayması arzın artışını, S0’dan
S2’ye kayması ise arzın azalışını göstermektedir. Arzın artışı her fiyat
düzeyinde daha fazla arz edildiği anlamına gelmektedir. Arz eğrisinin sağa
doğru olan artışı; diğer malların fiyatındaki azalma, üretim maliyetinde
düşme, teknoloji seviyesindeki gelişme ve firmanın amaçlarının
değişmesinden kaynaklanmaktadır. Buna karşın arzın azalması her fiyat
düzeyinde daha az arz edilmesini belirtmektedir. Bu duruma neden olan
faktörler ise diğer malların fiyatındaki yükseliş, üretim maliyetindeki artış
ve firmanın amaçlarının değişmesinden ileri gelmektedir.

S2 S0 S1 M
Fiyat

0
Miktar

67
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 3.7. Arz Eğrisindeki Kayma

Talepte olduğu gibi, arz miktarındaki değişim ile arzdaki değişim


ayrımına dikkat etmek gerekmektedir. Arz miktarındaki değişim aynı eğri
üzerinde hareket iken, arzdaki değişim arz eğrisinin tümüyle aşağı veya
yukarı kaymasıdır. Hatta bazen bu ayrımı iyice netleştirmek için bazı
yazarlar arz miktarındaki değişim yerine arz edilen miktardaki değişim
kavramını kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bir malın fiyatı artarsa o malın arzı
artar ifadesi yerine arz miktarı artar ifadesi kullanılmalıdır. Benzer şekilde
fiyatın dışındaki diğer faktörlerin, malın üretimi açısından olumlu yönde
değişmesiyle malın arz miktarı değil, malın arzı artmaktadır. Bu durum
Çizelge 3.4 ve Şekil 3.8 kullanılarak daha açık bir şekilde ortaya konulabilir.

Çizelge 3.4. Arz Miktarındaki ve Arzdaki Değişim


Fiyat Arz Miktarı * Arz Miktarı **
(TL/kg) (Ton/ay) (Ton/ay)
P So S1
20 5.0 28.0
40 46.0 76.0
60 77.5 102.0
80 100.0 120.0
100 115.0 132.0
120 122.5 140.0
*: Maliyeti düşürücü teknoloji uygulamadan önce
**: Maliyeti düşürücü teknoloji uygulandıktan sonra

Çizelge 3.4’te görüldüğü gibi maliyet düşürücü bir teknoloji


uygulanmasıyla arzda artış sağlanmıştır. Başka bir ifadeyle üretim
maliyetindeki azalma her fiyattan arz edilen miktarı artırmaktadır. Örneğin,
daha önce kilosu 100 TL ile ayda 115 ton havuç arzında bulunulurken, daha
az maliyetli teknoloji ile havuç fiyatı değişmediği halde arz miktarı ayda 115
tondan 132 tona çıkarılmıştır. Böylece, havuç fiyatı (P) değişmemesine
karşın arz miktarı S0 yerine S1 olmuştur. Çizelge 3.4’deki veriler grafiksel
olarak Şekil 3.8’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi arz eğrisinin S0’dan S1’e
kayması her fiyat düzeyinde daha fazla miktarda arz edildiğini
göstermektedir.

68
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Fiyat S0 S1

140
120
100
80
60
40
20
0
20 40 60 80 100 120 140 Miktar

Şekil 3.8. Havuç Arz Eğrileri

Özetle talepteki duruma benzer olarak malın kendi fiyatı dışındaki


faktörlerin değişmesi üreticinin üretimini ve satmak istediği mal miktarını
(arzı) etkilemektedir. Arzdaki artış arz eğrisinin olduğu gibi sağa kayması,
arz miktarındaki artış ise aynı arz eğrisinde yukarı sağa doğru bir hareket
anlamına gelmektedir.

3.2.5. Piyasa Arzı


Buraya kadar açıklanan konularda tek bir üreticinin arz şedülü ve arz
eğrileri ele alındı. Piyasa arz şedülü ve piyasa eğrisi ise bir malın tüm
üreticileri için çeşitli fiyatlardaki arz miktarını gösterir. Bu nedenle piyasa
arzını elde etmek için endüstrideki tüm üreticilerin arzlarını toplamak
gereklidir.

3.2.5.1. Piyasa Arz Şedülü


Piyasa arz şedülü bir malın farklı fiyatlardan tüm üreticilerinin arz
ettikleri miktarın çizelge halinde gösterilmesidir. Yani, her fiyat seviyesinde

69
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

üreticinin arz ettiği miktar toplanarak piyasa arz şedülü elde edilmektedir.
Konuyu basitleştirmek için piyasada sadece iki üretici olduğunu kabul
edelim. Söz konusu üreticilerin ve piyasanın arz şedülleri Çizelge 3.5’de
verilmiştir. Görüldüğü gibi fiyatın 1 TL olması durumunda piyasa arzı
sadece üretici A’nın arzından oluşmaktadır. Çünkü üretici B, 1 TL’lik piyasa
fiyatından piyasaya mal arz etmemektedir. Buna karşın fiyat 1.50 TL
olduğunda üretici A, 600 birim mal arz ederken, üretici B, 150 birim arz
etmektedir. Dolayısıyla piyasa arz eğrisi iki üreticinin toplam arzları olan
750 birim olmaktadır.

Çizelge 3.5. Bireysel ve Piyasa Arz Şedülü


Fiyat Arz Miktarları (ay)
(TL) Üretici A Üretici B Piyasa Arzı
(1) (2) (1+2)
0.50 0 0 0
1.00 300 0 300
1.50 600 150 750
2.00 900 300 1200
2.50 1200 450 1650
3.00 1500 600 2100
3.50 1800 750 2550

3.2.5.2. Piyasa Arz Eğrisi


Arz şedülündeki değerlerin grafik üzerinde gösterilmesi ile piyasa arz
eğrisi elde edilir. Bireysel arz eğrilerinin yatay olarak toplanmasıyla elde
edilen piyasa arz eğrisi Şekil 3.9’da verilmiştir. Görüldüğü gibi piyasa fiyatı
2 TL olduğunda piyasa arzı 1200 birimdir. Bu arz miktarı; üretici A’nın arz
miktarı (900 birim) ve üretici B’nin arz miktarından (300 birim)
oluşmaktadır.

70
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

P Sa+b
3.50 Sa Sb
3.00
2.50
2.00
1.50
1.00
0.50

3 6 9 12 15 18 Q 3 6 9 Q 3 6 9 12 15 18 Q

(i) Üretici A (ii) Üretici B (iii) Piyasa Arzı

Şekil 3.9. Bireysel ve Piyasa Arz Eğrileri

3.3. Piyasa Fiyatının Oluşumu (Arz ve Talep Dengesi)


Arz ve talep konularında çeşitli fiyat düzeylerinde satılmak istenilen
ve satın alınmak istenilen mal miktarından bahsedilmişti. Ancak söz konusu
fiyat düzeylerinin nasıl gerçekleştiği açıklanmamıştı. Ayrıca arz ve talep
konusunda verilen bilgilerden talebin fiyatın azalan, arzın ise fiyatın artan
bir fonksiyonu olduğu belirtilmişti. Arz ve talep teorisine göre fiyat
değişmeleri karşısında satıcıların ve alıcıların tepkilerinin ters yönde
oluştuğu bilinmektedir. Öte yandan üretim ve tüketim kararları birbirinden
bağımsız olarak yerine getirilmektedir. Dolayısıyla tüketiciler belli fiyat
düzeyinde satın almak istedikleri mal miktarına karar verirlerken,
üreticilerin kararları ile ilgilenmemektedirler. Benzer şekilde üreticiler de
üretim kararlarını belirlerken tüketicilerin talep miktarını dikkate
almamaktadırlar. Bu nedenle veri fiyat düzeyinde satın almak istenilen mal

71
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

miktarı ile satılmak istenilen mal miktarı birbirinden farklı olabilmektedir.


Ancak arz ve talep konularındaki verilen bilgilerden satılan mal miktarı ile
satın alınan mal miktarının birbirine eşit olduğu bilinmektedir. İşte, piyasa
dengesi bize bu eşitliğin nasıl oluştuğunu açıklamaktadır. Diğer bir ifadeyle,
piyasa ekonomisinde fiyatı belirlemek için arz ve talebin nasıl hareket ettiği
piyasa dengesiyle açıklanmaktadır. Çünkü fiyatın hangi düzeyde
değişeceğini tek başına arz veya talep koşulları belirlememektedir.
Çizelge 3.6’da her fiyat düzeyinde arz ve talep edilen havuç miktarları
karşılaştırılmaktadır. Söz konusu çizelge daha önce açıklanan Çizelge 3.1 ve
Çizelge 3.3’ün birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Çizelge 3.6’dan görüldüğü
gibi yalnızca bir fiyat düzeyinde yani fiyatın 60 TL olduğu C seçeneğinde,
arz ve talep miktarı dengeye gelmektedir. Bu noktada denge fiyatı sağlanmış
olduğundan fiyatın değişmesi için piyasada herhangi bir baskı
olmamaktadır. Fiyatın 60 TL’den düşük olduğu düzeylerde (A ve B
seçenekleri) talep miktarı, arz miktarından fazla olduğu için piyasada havuç
yetersizliği (kıtlığı) söz konusudur. Bu durum genellikle talep fazlası (aşırı
talep) olarak adlandırılır. Fiyatın 60 TL’den yüksek olduğu durumda (D, E
ve F seçenekleri) ise arz miktarı talep miktarından fazla olduğu için
piyasada fazla miktarda havuç bulunmaktadır. Bu durum ise arz fazlası
(aşırı arz) olarak adlandırılır.
Piyasa fiyatının nasıl oluştuğunu açıklamak için havuç fiyatının 100
TL olduğu fiyat düzeyini (E seçeneği) ele alalım. Bu fiyat düzeyinde
üreticiler ya da satıcılar tarafından ayda 115 ton havuç satılmak
istenmektedir. Ancak tüketiciler ya da alıcılar tarafından 100 TL’lik fiyat
düzeyinde sadece 62.5 ton havuç talep edilmektedir. Buna göre, piyasada
52.5 ton arz fazlası bulunmaktadır. Dolayısıyla satıcılar arz fazlasını
satabilmek için fiyatı düşüreceklerdir. Bu nedenle arzın fazla olması,
fiyatların düşmesi yönünde baskı yapacaktır.
Fiyatın 20 TL olduğu durum ele alındığında (A noktası) ise Çizelge
3.6’da görüldüğü gibi talep fazlası söz konusudur. Çünkü ayda 5 ton havuç
arz edilmesine karşın piyasada ayda 110 ton havuç talep edilmektedir. Başka
bir ifadeyle piyasada 105 ton havuç açığı bulunmaktadır. Bu durumda
tüketiciler arasındaki rekabet ortaya çıkacak ve tüketiciler daha yüksek bir
fiyat vereceklerdir. Bu nedenle talebin fazla olması fiyatlar üzerinde
yükselme yönünde baskı yapmaktadır.
Fiyatın 60 TL olduğu noktaya gelince (C seçeneği), bu fiyat
düzeyinde üreticiler tarafından ayda 77.5 ton havuç satılmak üzere piyasaya
arz edilirken, tüketiciler ayda 77.5 ton havuç satın almaktadırlar. Bu noktada
tüketiciler tarafından talep edilen miktar ile üreticiler tarafından arz edilen

72
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

miktar birbirine eşit olmaktadır. Dolayısıyla piyasada havuç kıtlığı ya da


fazlalığı söz konusu değildir. Bir başka deyişle 60 TL fiyat düzeyinden
memnun olmayan üretici ve tüketici bulunmamaktadır. Bu nedenle fiyat 60
TL olduğunda fiyatın değişmesi yönünde bir eğilim olmayacaktır. Çünkü bu
fiyat düzeyi, denge fiyatıdır. Denge fiyat seviyesi aynı zamanda piyasa
fiyatıdır. Piyasa koşullarında bir takım değişiklikler olmadığı sürece piyasa
fiyatı dengede kalmaya devam edecektir. Kısacası, arz ve talep miktarlarının
eşit olduğu noktadaki fiyat, denge fiyatı olup bu fiyatın dışındaki diğer fiyat
düzeylerinde dengesizlik durumu vardır. Çünkü denge fiyatının dışındaki
fiyatlarda arz ve talep miktarı birbirine eşit değildir. Eğer denge fiyatı
değişirse piyasa talep fazlası veya arz fazlası ile karşı karşıya kalacaktır.

Çizelge 3.6. Arz–Talep Dengesi


Seçenek Fiyat Talep Miktarı Arz Miktarı Talep-Arz Fiyat
TL/kg Ton/ ay (1) Ton/ay (2) Miktarı (1-2) Etkisi
A 20 110.0 5.0 +105.0 Yükselme
B 40 90.0 46.0 + 44.0 Yükselme
C 60 77.5 77.5 0.0 Etkisiz
D 80 67.5 100.0 -32.5 Düşme
E 100 62.5 115.0 -52.5 Düşme
F 120 60.0 122.5 -62.5 Düşme
(+): Talep fazlası
(- ) : Arz fazlası

Çizelge 3.6’da verilen değerler Şekil 3.10’da grafiksel olarak


gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, arz ve talep eğrisinin kesiştiği noktada denge
fiyatı oluşmaktadır. Arz ve talep fazlası grafik üzerinde arz ve talep eğrileri
arasında yatay uzaklık olarak gösterilmiştir. Şekil 3.10’dan görüldüğü gibi
denge fiyatının altındaki arz ve talep eğrilerinin arasındaki yatay doğruyla
gösterilen aralık, arza göre talep fazlasını göstermektedir. Yukarıya doğru
yönelmiş ok ise fiyatın hangi yönde değişeceğini göstermektedir. Benzer
şekilde denge fiyatının. üstündeki arz ve talep eğrilerinin arasındaki aralık,
talebe göre arz fazlasını göstermektedir. Aşağıya doğru yönelmiş ok ise
satıcılar arasındaki rekabet nedeniyle fiyatın hangi yönde değişeceğini
göstermektedir. Arz miktarına göre talep fazlasının bulunduğu durumda (A
ve B seçeneği) talebin fazla oluşu fiyatı yükseltme yönünde etkide
bulunacaktır. Talep miktarına göre arz fazlasının olduğu durumda (D, E ve

73
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

F seçenekleri) ise arz fazlası, fiyatın düşmesi yönünde etki yapacaktır. Fiyat
üzerindeki söz konusu bu baskılar Şekil 3.10’da dikey oklarla gösterilmiştir.
Özet olarak, üreticilerin ve tüketicilerin arz ve taleplerinin kesişme
noktasında piyasa dengesi oluşmaktadır. Yani, arz ve talebin eşitlendiği
denge noktasına piyasa dengesi, piyasa dengesindeki arz ve talep edilen
miktara denge miktarı adı verilir. Arz edilen miktarla talep edilen miktarın
eşitlendiği fiyata ise denge fiyatı denilmektedir. Denge fiyatı arz edilen
miktar ile talep edilen miktarın birbirine eşit olduğu tek fiyat olduğu gibi
aynı zamanda varlığını sürdürmesi mümkün olan tek fiyat konumundadır.

Fiyat D Arz S
P 140 Fazlası

120
100
80
60
40
20

Şekil 3.10. Denge Fiyatı

Talep
Fazlası
0
20 40 60 80 100 120 140 Miktar

74
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

3.3.1. Denge Fiyatının Anlamı


Denge fiyatının üç özelliği önem taşımaktadır. Bunlar; (i) fiyatın tam
fiyat oluşu, (ii) mutlak değil göreli fiyatın esas alınışı ve (iii) nominal fiyat
yerine reel fiyatın esas alınmasıdır. Denge fiyatı ile ilgili bu özellikler
aşağıda kısaca özetlenmiştir.

(i) Denge fiyatı tam fiyattır: Piyasada oluşan denge fiyatı malların
yalnızca etiket üzerindeki fiyatı değil, malın tüketiciye mal oluş fiyatı olan
tam fiyat (full price) anlamındadır. Dolayısıyla bir malın tam fiyatını
belirlemek için malın etiket fiyatına, ulaştırma ve zaman maliyetlerinin de
eklenmesi gerekmektedir.

(ii) Denge fiyatı göreli fiyattır: Denge fiyatı mutlak fiyat değil
göreli fiyattır. Bilindiği gibi malların, satın alınırken ödenen ve parasal
olarak ifade edilen bir fiyatı vardır. Bu fiyata mutlak fiyat denilmektedir.
Göreli fiyat ise malların diğer mallarla değişim oranını gösteren fiyattır.
Diğer bir ifadeyle iki malın mutlak fiyatının biribirine oranından göreli fiyat
elde edilmektedir. Örneğin, A malının fiyatı ya da mutlak fiyatı 100 TL, B
malının fiyatı ise 50 TL ise A= 2B veya B=0.5A’dır. Buna göre, 1A malı,
2B malı ile değişmektedir. Bu değişim oranı A malının göreli fiyatıdır.
Benzer şekilde 1B malı, 0.5A malı ile değişmektedir. Bu oran B malının
göreli fiyatıdır. Göreli fiyatın önemi tüketicilerin satın alma kararlarını
verirlerken mutlak fiyata göre değil, göreli fiyata göre hareket etmelerinden
kaynaklanmaktadır.

(iii) Denge fiyatı reel fiyattır: Arz ve talep eğrileri konularında


malın fiyatındaki değişmenin arz ve talep eğrilerini nasıl etkileyeceği ortaya
konulmuştu. Anımsanacağı gibi arz ve talep eğrilerindeki bu değişmelerde
malın fiyatı dışındaki diğer tüm değişkenlerin sabit olduğu kabul
edilmekteydi. Buna göre malın fiyatı hariç diğer malların fiyatı sabit kabul
edilmektedir. Dolayısıyla fiyatta artış olduğunda söz konusu malın diğer
mallar cinsinden göreli fiyatları artmaktadır. Parasal fiyattaki (nominal) bu
artış aynı zamanda reel bir artıştır.
Ancak bilindiği üzere, enflasyonist ortamda tüm malların nominal
fiyatları artmaktadır. Böyle bir ortamda bir malın fiyatının reel olarak artıp
artmadığına karar verebilmek için enflasyon oranına bakmak gerekir.
Enflasyon oranı % 40 iken bir malın fiyatı, örneğin portakalın fiyatı % 60
artmışsa, bu durumda portakal fiyatı reel olarak da artmıştır. Aynı enflasyon
oranında portakal fiyatları yalnızca % 30 artmış ise reel olarak portakalın

75
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

fiyatında bir artış söz konusu değildir. Tam tersine portakalın göreli fiyatları
o piyasa koşullarında düşmüştür. Burada portakalın mutlak fiyatı önemli
oranda artmasına karşın portakal nispeten daha ucuzdur. Eğer enflasyon
oranı % 40 iken, portakalın nominal fiyatı da % 40 artmışsa, bu durumda,
portakalın fiyatında bir artış söz konusu değildir. Kısacası, arz ve talep
yasalarındaki fiyat, reel fiyattır.

3.3.2. Fiyat ve Miktar Dengesinin Değişimi


Fiyatın dışındaki değişkenler arzın kaymasına, talebin kaymasına veya
her ikisinin birden kaymasına neden olmaktadır. Söz konusu bu kaymalar
esas olarak 4 şekilde olmaktadır. Bunlar;

• Talepte artış (talep eğrisinin sağa kayması)


• Talepte azalış (talep eğrisinin sola kayması)
• Arzdaki artış (arz eğrisinin sağa kayması)
• Arzdaki azalış (arz eğrisinin sola kayması)
Bazı ekonomistler tarafından söz konusu bu kaymalar, arz ve talebin 4
yasası olarak ifade edilmektedir. Arz ve talep eğrilerindeki bu 4 esas
kaymanın (arz ve talebin 4 yasası) her biri, fiyat ve miktar dengesini
değiştirmektedir. Arzdaki ve talepteki bu değişmeler (artış ya da azalış) talep
ve arz açısından aşağıda açıklanmıştır.

3.3.2.1. Talep Değişiminin Etkisi


Piyasa denge fiyatında iken talepte bir değişme söz konusu olabilir.
Bu değişme talepte artış şeklinde olabileceği gibi talepte azalış biçiminde de
olabilir.

• Talepte artış (i): Şekil 3.11’de görüldüğü gibi orijinal talep ve arz
eğrilerinin D0 ve S, denge noktasının E0, denge fiyatının P0 ve miktarında Q0
olduğu kabul edilirse, talepteki bir artış, talep eğrisini D0’dan D1’e
kaydıracak ve yeni denge noktası E1, denge fiyatı P1 ve miktar Q1 olacaktır.
Buna göre talepteki artış denge fiyatı ve denge miktarının her ikisini de
artırmaktadır.

• Talepte azalış (ii): Aynı şekilde bu defa orijinal talep ve arz


eğrilerini D1 ve S, denge noktasını E1, denge fiyatının P1 ve miktarın Q1
olduğu kabul edilirse, talepte azalış, talep eğrisinin D1’den D0’a kaymasına
yol açacak ve yeni denge noktası E0, denge fiyatı P0 ve miktar Q0 olacaktır.

76
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Buna göre talepteki azalış denge fiyat düzeyinde ve denge miktarının her
ikisinde de azalmaya neden olmaktadır.
Sonuç; talepteki değişim (artış veya azalış); denge fiyatı ve denge
miktarı talebin değiştiği yönde etkilemektedir.

S
Fiyat

D1
D0

P1
E1
P0 E0

0
Q0 Q1 Miktar

Şekil. 3.11. Talep Eğrisindeki Kaymaların Etkisi

3.3.2.2. Arzdaki Değişimin Etkisi


Talepteki değişime benzer olarak piyasa denge fiyatında iken arzda
bir değişme söz konusu olabilir. Bu değişme arzdaki artış şeklinde
olabileceği gibi arzda azalış biçiminde de olabilir.
• Arzdaki artış (iii): Şekil 3.12’de görüldüğü gibi orijinal talep ve arz
eğrilerinin D ve S0, denge noktasının E0, denge fiyatının P0 ve miktarın da

77
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Q0 olduğunu kabul edelim. Bu durumda arzdaki bir artış, arz eğrisinin


S0’dan S1’e kaymasına neden olacak ve yeni denge noktası E1, denge fiyatı
P1’e düşecek ve miktar artarak Q1 olacaktır. Buna göre, arzdaki artış denge
miktarını artırırken, denge fiyatını düşürmektedir.
• Arzdaki azalış (iv): Aynı şekil üzerinde bu defa orijinal talep ve arz
eğrilerinin D ve S1, denge noktasının E1, denge fiyatının P1 ve miktarın da
Q1 olduğunu kabul edelim. Bu durumda arzdaki bir azalış, arz eğrisinin
S1’den S0’a kaymasına neden olacak ve yeni denge noktası E0, denge fiyatı
P0’a çıkacak ve miktar Q0’a düşecektir. Buna göre arzdaki azalış denge
miktarını azaltırken, denge fiyatını artırır.
Sonuç; Arzdaki değişim (artış veya azalış) denge fiyatı ters yönde
değiştirirken, denge miktarı aynı yönde değiştirir.

D
S0
S1
Fiyat

E0
P0
E1
P1

0
Q0 Q1 Miktar
Şekil. 3.12. Arz Eğrisindeki Kaymaların Etkisi

Arz ve talep yasaları olarak bilinen arz ve talepteki kaymanın bu dört


biçiminden başka arz ve talebin aynı anda değişmesi de söz konusudur.

78
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Piyasada denge fiyatı oluşmuş iken arz ve talep koşullarında meydana gelen,
arz ve talebin aynı anda değişmesi aşağıdaki şekillerde olabilir:

• Talep artarken, arz artabilir.


• Talep artarken, arz azalabilir.
• Talep azalırken, arz azalabilir.
• Talep azalırken, arz artabilir.

79
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 4
ESNEKLİK (ELASTİKİYET)

Arz ve talep yasası fiyat ve miktardaki değişmelerin yönünü


tahmin etmektedir. Ancak fiyat ve miktarın hangi yönde değişeceğini
bilmek genellikle yeterli olmamaktadır. Arz ve talepteki değişmelerin
ne kadar olduğunu bilmek de önem taşımaktadır. Bu nedenle fiyat ve
diğer değişkenlerdeki değişmelere karşı, miktarın ne ölçüde olacağını
ölçmek ve tanımlamak gerekmektedir. İşte bu değişikliklerin ölçülmesi
ekonomistler tarafından esneklik olarak ifade edilmektedir. Esneklik;
“arz veya talep edilen mal miktarının fiyat değişmelerine karşı gösterdiği
duyarlılık olarak” tanımlanmaktadır. Söz konusu bu duyarlılığı ölçmede
esneklik katsayısı kullanılmaktadır. Bu bölümde öncelikle talep ve arz
esnekliği konuları üzerinde durulacaktır. Daha sonra ise piyasa
fiyatının oluşmasında zamanın etkisi ve tarımda periyodik fiyat
hareketleri açıklanacaktır.

4.1. Talep Esnekliği


Talep esnekliği kavramı Marshall tarafından geliştirilmiştir. Talep ile
ilgili en önemli esneklik talebin fiyat esnekliğidir. Bunun dışında genellikle
diğer talep esneklikleri adı altında incelenen iki tane esneklik daha vardır.
Bunlar talebin gelir ve çapraz esneklikleridir. Talep esneklikleri malın
fiyatı, tüketici geliri ve diğer malların fiyatındaki değişmelerden
kaynaklanmaktadır.

4.1.1. Talebin Fiyat Esnekliği


Ekonomi literatüründe talebin fiyat esnekliği yerine kısaca talep
esnekliği veya fiyat esnekliği kavramı kullanılmaktadır. Talebin fiyat
esnekliği, talep edilen miktarın, fiyatta ortaya çıkan bir değişikliğe
karşılık gelme derecesini belirlemeye olanak sağlar.
Örneğin, tarımsal bir ürünün üretiminde artış olduğunu varsayalım.
Bu durumda arz eğrisinde sağa doğru kayma gerçekleşecektir. Arzdaki
artışla birlikte denge miktarı bozulmakta ve yeni denge noktası
oluşmaktadır. Şekil 4.1’de görüldüğü gibi başlangıçta her iki grafikte aynı
denge noktasına sahipken (E0) arzdaki artışla yeni denge noktası (E1)
meydana gelmiştir. Grafiklerden görüldüğü gibi talep eğrilerinin şekli farklı

80
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

olduğu için oluşan yeni denge noktasının (E1) konumu farklıdır. Yani
arzdaki artışın, denge fiyatı ve denge miktarı üzerinde etki derecesi farklıdır.
Buna göre arzdaki kayma talep eğrisinin şekline bağlı olarak farklı miktarda
etkilere sahip olmaktadır. Şekil 4.1’de iki kısımda verilen grafik, başlangıçta
aynı denge noktasına (E0) sahip olup arz eğrisinde aynı yönde kayma
olmuştur (S0-S1). Yani başlangıçtaki denge noktasındaki denge fiyatı (P0) ve
denge miktarı (Q0) iken yeni denge konumunda (E1); yeni denge fiyatı ve
miktarı P1 ve Q1 olmaktadır. Şekil 4.1(i)’de arz eğrisinin S0’dan S1’e
kayması, fiyatta hafif bir düşmeye neden olurken miktarda daha fazla bir
artışa neden olmaktadır. Şekil 4.1(ii)’de ise arz eğrisinin aynı yönde kayması
(S0-S1), fiyatta büyük oranda düşmeye neden olurken miktarda, fiyattaki
düşüşten daha az bir artışa neden olmuştur.
Fiyat

S0

Fiyat
D
D S1 S0
E0 E0
P0 E1 P0 S1
P1 E1
P1

0
0
Q0 Q1 Miktar Q0 Q1 Miktar
(i) (ii)

Şekil 4.1. Talep Eğrisinin Şeklinin Etkisi

Şekil 4.1(i) talep miktarının fiyat değişikliklerine çok duyarlı


olduğunu göstermektedir. Arz miktarındaki artış fiyatı düşürmekte, ancak
talep miktarı çok duyarlı olduğu için fiyattaki küçük bir değişiklik dengenin
yeniden oluşması için yeterli olmaktadır. İkinci grafik ise talep miktarının
fiyat değişmelerine karşı oldukça tepkisiz olduğunu göstermektedir. Arz
artışı fiyatı düşürmekle birlikte talep miktarındaki artış, fiyattaki düşme
oranı kadar olmamaktadır.

81
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Talep esnekliği kullanılarak çeşitli mallara olan talebin fiyat


değişikliklerine karşı duyarlılığı karşılaştırılabilmektedir. Bu nedenle talep
esnekliği tüketiciler açısından önemli olduğu kadar, satıcılar açısından da
önemlidir. Talep esnekliğini ölçmek için aşağıdaki formül kullanılmaktadır.

Talepteki % Değişme
Talebin Fiyat Esnekliği (ε) =
Fiyattaki % Değişme

Görüldüğü gibi talep esnekliği, talep miktarındaki oransal değişmenin


fiyattaki oransal değişmeye oranıdır. Bir malın fiyatı % 5 arttığında malın
talebi % 20 azalıyor ise talep esnekliği şu şekilde hesaplanabilir;

20
20 100
ε = 100 = × =4
5 100 5
100

Talebin fiyat esnekliği matematiksel olarak şöyle ifade edilebilir;

x malının talep miktarındaki % değişim ( ∆Q / Q) ,


x malının fiyatındaki % değişim (∆P / P ) olduğuna göre:

∆Q
Q ∆Q P ∆Q P
ε= = × = ×
∆P Q ∆P ∆P Q
P

Formülde ∆ işareti önüne geldiği semboldeki değişmeyi (artış veya


azalış) göstermektedir. Buna göre ∆Q, eğer miktar Q1’den Q2’ye artmışsa bu
durumda ∆Q = (Q2 − Q1 ) olacaktır. Benzer şekilde ∆P, eğer fiyat P1’den
P2’ye artmışsa ∆P = ( P2 − P1 ) olacaktır. Böylece talep esnekliği ile ilgili
yukarıda verilen formül daha açık olarak aşağıdaki gibi yazılabilir.

82
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

∆Q Q 2 − Q1
Q Q1
ε= =
∆P P2 − P1
P P1

Örneğin birim fiyatı 50 TL olan bir maldan 200 birim satın alınırken,
fiyatın 40 TL’ ye düşmesi durumunda 350 birim alındığını kabul ederek, söz
konusu malın esneklik katsayısını hesaplayalım.

∆Q = (Q2 − Q1 ) ∆P = ( P2 − P1 )
∆Q = 350 − 200 ∆P = 40 − 50
∆Q = 150 ∆P = −10

350 − 200
200 75
ε= = = −3.75
40 − 50 − 20
50

Talep yasasına göre fiyat ve miktarın ters yönlü ilişkiye sahip olması
nedeniyle fiyat esneklik katsayısı negatiftir. Esneklik değeri negatif
olmasına karşın katsayının önüne eksi (-) işareti konmaz. Hesaplanan bu
3.75 değerine aynı zamanda fiyat esnekliğinin katsayısı denir. Ayrıca
bulunan bu değer mutlak bir değişmeyi değil oransal bir değişmeyi
göstermektedir. Bu şekilde hesaplanan talep esnekliğine nokta esnekliği adı
verilmektedir. Nokta esnekliğinde, başlangıç noktasına göre esneklik değeri
farklı olmaktadır. Örneğin, bir malın fiyatı 6 birim iken talep miktarı 160
birim, aynı malın fiyatı 7 birim iken talep miktarı 120 birim olduğu kabul
edilerek nokta esnekliğini hesap edelim (Şekil 4.2).

83
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

40 6
Fiyat 6 birim iken 7 birim olmuşsa (B noktası); ε = × = 1 .5
1 160

40 7
Fiyat 7 birim iken 6 birim olmuşsa (A noktası) ε = × = 2.33
1 120

Görüldüğü gibi başlangıç noktası A alındığında, yani fiyat 7 birim


iken 6 birime düştüğünde nokta esnekliği değeri 2.33 olarak bulunmaktadır.
Buna karşın başlangıç noktası B alındığında, yani fiyatın 6 birimden 7
birime çıktığı kabul edildiğinde nokta esnekliği 1.5 olmaktadır.
Fiyat

D
8 A
7
∆P B
6
∆Q
4

0
20 40 60 80 120 140 160 Miktar

Şekil 4.2. Talebin Nokta Esnekliği

Eğrinin iki noktası arasında kalan parçasına yay, bu parçanın esnekliği


ise yay esnekliği olarak adlandırılır. Yay esnekliğinin hesaplanması nokta
esnekliğine benzemektedir. Ancak hesaplamalarda miktar ve fiyatların biri

84
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

değil fiyat ve miktar toplamları alınır. Böylece herhangi bir noktanın


esnekliği yerine iki nokta arasındaki esnekliklerin bir nevi ortalaması alınır.
Yay esnekliği aşağıdaki formül ile hesaplanabilir.

Q1 − Q 2 P1 + P2
ε= x
Q1 + Q 2 P1 − P2

Nokta esnekliği için verilen örnekteki değerleri kullanarak yay


esnekliğini hesaplayalım:

Q1 = 160 P1 = 6
Q2 = 120 P2 = 7

160 − 120 6 + 7 40 13
ε= × = × = 1.86
160 + 120 6 − 7 280 − 1

Bu şekilde hesaplanan esnekliğe ortalama esneklik de denilmektedir.


Çünkü buradaki hesaplanan değer bize talep eğrisinin iki noktası arasındaki
yayın esnekliğini göstermektedir. Nokta esnekliği talep eğrisinin belli bir
noktasındaki esnekliği göstermesine karşın yay esnekliği eğrinin belli bir
bölümünün esnekliğini gösterir. Fiyat değişmeleri çok küçük ise talebin
duyarlılığı nokta esnekliği ile ölçülür. Buna karşın fiyat değişmeleri önemli
ise talepteki duyarlılık yay esnekliği ile ölçülür.

4.1.1.1. Esneklik ve Eğim

85
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Talep esnekliği ile talep eğrisinin eğimi farklıdır. Talep eğrisinin


eğimi iki mutlak değişme arasındaki ilişki iken, talep esnekliği iki oransal
değişme arasındaki ilişkiyi gösterir. Talep eğrisi üzerinde yer alan her
noktada esneklik katsayısı farklıdır. Şekil 4.3’te görüldüğü gibi negatif
eğimli talep eğrisi sabit bir esnekliğe sahip değildir. Sabit esneklik talep
eğrisinin sadece düşey ya da yatay olduğu durumda söz konusudur.
Tüketicilerin bir mal için yaptıkları toplam harcama, o malın üreticilerin
gelirini oluşturur. Birim esnekliğe düşen fiyat düzeyinde toplam harcama
maksimumdur (Şekil 4.3ii).

Talep esnekliğinin sayısal değeri normalde sıfır (0) ile sonsuz (∞) arasında
değişir. Bunun nedeni talep yasasından, yani genellikle fiyatta düşme
olduğunda satın alınan miktarda artış olurken, fiyatta artış olduğunda
miktarda azalma olmasındandır.

Talebin fiyat esnekliği 5 kategoriye ayrılmaktadır:

(i) ε = 0 ⇒ hiç esnek olmayan talep (sıfır esenk)


(ii) 0 < ε < 1 ⇒ esnek olmayan talep ( az esnek, inelastik talep)
(iii) ε = 1 ⇒ birim esnek
(iv) 1 < ε < ∞ ⇒ esnek talep (elastik talep)
(v) ε = ∞ ⇒ tam esnek talep (sonsuz esnek talep)
Fiyat

Fiyat
Toplam Harcama (000)

D
2.0 ε >1 10
1.9
7.5
1.5 ε =1
5

86 1
Miktar
0 1 5 10 15 20
ε >1 ε =1 ε <1
(ii) Toplam Gelir (000)
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 4.3. Talep Eğrisi Üzerindeki Esneklik Katsayıları

Talep esnekliklerinden esnekliğin 0’a eşit olması ve esnekliğin sonsuz


olması ekstrem esnekliklerdir. Bu nedenle bazı ekonomistler talep
1.0
ε <1
0.5

1 5 10 15 20 Miktar
(i) Talep Eğrisi
esnekliklerini açıklarken bu iki esnekliği diğerlerinden ayrı olarak ele
alırlar. Talep esnekliklerinin anlamı aşağıda kısaca özetlenmiştir;

(i) Talep esneklik değeri sıfıra eşit ( ε = 0 ) olduğu zaman talep hiç
esnek değildir. Talep miktarı fiyat değişimlerine karşı tamamen duyarsızdır.
Başka bir ifadeyle talep miktarı sabit olup tüm fiyatlarda aynı seviyededir.

(ii) Talep esneklik değerinin 1’den küçük ve sıfırdan büyük


( 0 < ε < 1 ) olması durumunda esnek olmayan (inelastik=sert) bir talepten
bahsedilir. Böyle bir esneklikte talep miktarındaki yüzde değişme, fiyattaki
yüzde değişmeden daha azdır. Bu nedenle talep fiyat değişmelerine karşı
nispeten duyarsızdır. Örneğin; x malının fiyatı %2 düşerken talep miktarı
%1 artarsa esneklik ε = 1 / 2 = 0.5 olur. Bu da x malı için talebin esnek
olmadığı anlamına gelmektedir.

(iii) Talep esneklik değerinin 1’e eşit ( ε = 1 ) olması fiyattaki yüzde


değişme ile miktardaki yüzde değişmenin aynı oranda olduğunu ifade eder.
Bu durumda talep esnek ya da inelastik değildir. Örneğin bir malın fiyatı
%2 düşerken talep miktarı %2 artarsa esneklik (ε) = 2/2 = 1’dir.

87
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

(iv) Talep esneklik değeri 1’den büyük ancak sonsuzdan küçük


olduğunda (1<ε< ∞) esnek talep söz konusudur. Böyle bir esneklikte talep
miktarındaki yüzde değişme, fiyattaki yüzde değişmeye göre daha fazla
oranda değişir (artma veya azalma). Bu esneklik değerinde talep miktarı
fiyat değişmelerine karşı nispeten duyarlıdır. Örneğin bir malın fiyatı % 2
düşerken, talep miktarı % 4 artarsa esneklik ε = 4 / 2 = 2 dir.

(v) Esneklik değeri sonsuz ( ε = ∞ ) olduğu zamanda ise talep tam


esnektir. Veri fiyatın (P0) altında tüketiciler malın tamamını alırlar. Ancak
söz konusu bu veri fiyatın üzerinde talep yoktur (talep sıfırdır).

Yukarıda açıklanan esneklikler ile ilgili talep eğrileri Şekil 4.4’de


gösterilmiştir.
Fiyat

ε =1
Fiyat
Fiyat

ε =∞ A
ε =0 P0
B
P1

0 Q0 Miktar 0 Miktar 0 Q0 Q1 Miktar


Fiyat

Fiyat

A
1< ε < ∞
P0 ε ∞ A
P1

88
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

4.1.2. Talebin Fiyat Esnekliğini Etkileyen Faktörler


4.1.2.1. İkame Malların Varlığı

B P0 0 < ε <1

B
P1

0 Q0 Q1 Miktar 0 Q0 Q1 Miktar

Şekil 4.4. Talep Esneklikleri

Bir malın fiyat esnekliğini belirleyen en önemli faktör söz konusu


malın yerini alabilecek başka malların varlığı ve sayısıdır. İkame olanağı
olmayan malın fiyat esnekliği küçüktür. Ancak, ikame malın olması
durumunda esneklik artmaktadır. Örneğin; tereyağı fiyatının yükselmesi
durumunda, tüketiciler tereyağı yerine margarine yöneleceklerdir. Bu
nedenle ikame olanağı bulunan malların talepleri esnektir. Buna karşın
ikame olanağı olmayan ekmek gibi malların talep esneklikleri düşüktür.
Dolayısıyla ekmek gibi ikamesi zor olan mallarda fiyatlar önemli oranda
düşse bile talep miktarında küçük artış olmaktadır. Diğer yandan mallar grup
olarak dikkate alındığında, esneklik küçükken tek tek ele alındıklarında
esneklik artmaktadır. Örneğin; gıda maddeleri grup olarak göz önüne
alındığında esnekliği düşükken, gıda maddelerinin kendi içerisinde ikamesi
mümkün olduğundan gıda maddelerinin ayrı ayrı olarak esnekliği daha
büyüktür.

4.1.2.2. Malın Aile Bütçesindeki Oransal Önemi


Bir mal için yapılan harcamaların tüketici bütçesi içerisindeki payı
arttıkça esneklik büyür. Ancak, tüketici bütçesi içerisindeki payı küçük olan
malların örneğin yemeklere koymak için alınan tuz, soğan ve baharat gibi
malların talep miktarı fiyat değişmelerine karşı pek duyarlı değildir. Buna
göre tüketici bütçesi içerisindeki payı çok düşük olan malların fiyatındaki
artış, o malın alınmasını engellememektedir. Örneğin, tüketim için alınan
soğanın aile bütçesindeki payı çok düşüktür. Dolayısıyla soğan fiyatları çok
artsa bile soğana olan talep miktarı fazla değişmez.

89
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

4.1.2.3. Zaman
Zaman uzadıkça talep miktarının fiyat değişimine olan duyarlılığı
artar. Bu nedenle bir malın talebi uzun dönemde, kısa döneme göre daha
esnektir. Bunun nedeni talebin, fiyat değişimine uyum göstermesinin
zamana gereksinim göstermesidir. Çünkü, fiyat değişiminin tüketicilerin
tamamınca algılanması için belirli bir zaman gereklidir. Örneğin benzin
fiyatlarının aniden yükselişi durumunda benzin talep miktarında hemen
bir azalma olmayabilir. Ancak zamanla daha az benzin yakan otomobil
tercih edilmeye başlanır.
Ayrıca, kullanılan mallar tüketicilerde belli bir alışkanlık yaratır.
Tüketicilerin alışkanlıklarından vazgeçmeleri kolay olmamakta ve belli
bir zaman almaktadır. Diğer yandan, malın teknolojisi de önemlidir.
Örneğin, dayanıksız tüketim mallarında fiyat değişimine talebin uyumu
daha kısa zamanda olurken, dayanıklı tüketim mallarında talebin
yenilenme süresi daha uzundur. Bu nedenle dayanıklı tüketim
mallarında fiyat değişimine talebin uyum göstermesi zaman
almaktadır.

4.1.3. Diğer Talep Esneklikleri


4.1.3.1. Talebin Gelir Esnekliği
Talebin gelir esnekliği; gelirdeki yüzde değişimin talebi yüzde
olarak ne kadar değiştirdiğini gösterir. Burada tüketicinin gelirindeki
değişme sonucu bir malın talebinde meydana gelen değişme söz
konusudur. Gelir esnekliği genel olarak aşağıdaki şekilde formüle
edilebilir;

Talep Miktarında ki % Değişme


εY =
Gelirdeki % Değişme

Gelir esnekliği genellikle pozitiftir. Çünkü tüketici gelirindeki


değişme ile malların çoğu için yapılan harcama aynı yöndedir. Ancak
düşük (adi) mallarda gelir arttığı zaman bu malların talep miktarı azalır.
Bu nedenle ε Y > 0 olan mallara normal mal, ε Y < 0 yani negatif olan
mallara ise adi mal denir. Ancak bir malın tüm gelir seviyeleri için adi

90
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

mal olmadığını daha önceki açıklamalardan biliyoruz. Diğer yandan,


normal mallar da zorunlu mal ve lüks mal olarak ikiye ayrılabilir.
Zorunlu malların gelir esneklik katsayısı 0 ile 1 arasındadır ( 0 < ε Y < 1 ).
Buna karşın lüks malların esnekliği 1’den büyüktür ( ε Y > 1) . Ancak
mallar arasında zorunlu ya da lüks mal ayrımını yapmak her zaman için
geçerli değildir. Çünkü bir gelir grubunda zorunlu olmayan bir mal,
başka gelir grubunda zorunlu mal haline gelebilir.
Talebin, gelir değişimine karşı reaksiyonu çok önemlidir. Temel
gıda maddelerinin esnekliği düşüktür. Gelir düzeyi düşük olan
tüketicilerin ekmek ve patates tüketimleri çok fazladır. Gelir düzeyi biraz
daha yüksek olan tüketiciler ekmek ve patates ile birlikte daha fazla
sebze ve et tüketmeye başlarlar. Gelir düzeyi iyice yükselirse tüketiciler
daha pahalı etler, dondurulmuş ve konserve sebzeler ile daha çeşitli
gıdalar tüketirler.

4.1.3.2. Talebin Çapraz Esnekliği


Bir malın talebinin ikame ya da tamamlayıcı malın fiyatına karşı
duyarlılığı, o malın talebinin çapraz esnekliği olarak adlandırılır. Talebin
çapraz esnekliği − ∞ ile + ∞ arasında değişir. Talebin çapraz
esnekliğinin formülü aşağıdaki gibidir.

X Malının Talebindeki % Değişim


ε XY =
Y Malının Fiyatındaki % Değişim

4.1.3.2.1. İkame Mallarda Talebin Çapraz Esnekliği


Bu esneklik tüketicilerin aynı tatmin düzeyinde kalarak bir mal
yerine diğer bir malı ikame edebilmesinin ölçütü olarak kullanılır. İkame
esnekliği sıfır ( ε XY = 0) ise söz konusu olan iki mal birbirlerinin yerine
ikame edilemez anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle X ve Y malları ilişkisiz
mallardır. İkame esnekliği sonsuz ise her iki mal birbirinin aynısı demektir.
Yani tam ikame vardır. İkame malların çapraz esnekliği pozitiftir. Başka bir
ifadeyle X ve Y mallarının talebinin çapraz esnekliği 0’dan büyükse
( ε XY > 0 ) yani pozitifse, X ve Y malları ikame (rakip) mallardır. Y malının
fiyatındaki artış, X malının talebinde artışa neden olmaktadır. Böylece
tüketiciler fiyatı artan Y malının yerine, X malını ikame ettiklerinden X

91
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

malının talebi artmaktadır. Margarin ve tereyağı rakip mallara örnek olarak


verilebilir. Örneğin, margarin fiyatı yükselince tereyağına olan talep artar.
Aynı şekilde tereyağı fiyatı yükselince margarine olan talep artar.

4.1.3.2.2. Tamamlayıcı Mallarda Talebin Çapraz Esnekliği


X ve Y mallarının talebinin çapraz esnekliği 0’dan küçükse
( ε XY < 0 ) yani negatif ise, X ve Y malları tamamlayıcı mallardır.
Tamamlayıcı bir malın fiyatındaki artış diğer malın talebinde azalmaya
yol açar. Bilindiği gibi tamamlayıcı mallar birlikte kullanılan mallardır.
Çay-şeker, otomobil-benzin tamamlayıcı mallara örnek olarak verilebilir.
Tamamlayıcı mallara talebi ortak mallar da denilmektedir. Çay ile şeker
örneğini ele alırsak, çay fiyatındaki bir artış şeker fiyatları artmadığı
halde şekerin talebini azaltır. Tersi durumda ise yani çay fiyatındaki
azalış, şeker fiyatları değişmediği halde şeker talebini artırır.

92
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Kutu 4.1. Esneklik Terminolojisi


Esneklik Esneklik Katsayısı Açıklama
1.Talebin ε = 0 (hiç esnek değil) ⇒ Arz ve talep miktarı fiyat değişimine karşı
Fiyat duyarsız
0 < ε < 1 (esnek değil) ⇒ Arz ve talep miktarındaki değişme,
Esnekliği fiyattaki değişmeden az
(ε ) ε = 1(birim esnek) ⇒ Arz ve talep miktarındaki değişme,
fiyattaki değişmeye eşit
1< ε <∞ (esnek) ⇒ Arz ve talep miktarındaki değişme,
fiyattaki değişmeden fazla
ε = ∞ (tam esnek) ⇒ Veri fiyatın altında tüketiciler bütün
üretimi alırlar. Bu fiyatın üzerinde talep
yoktur. Tam esneklik söz konusudur.
2.Talebin -Negatif (düşük mallar) ⇒ Gelir arttıkça talep miktarı azalır
Gelir
Esnekliği -Pozitif (normal mallar)
( εY ) εY< 1 (esnek değil) ⇒ Gelir artışına göre miktarda daha az artış
εY > 1 (esnek ) ⇒ Gelir artışına göre miktarda daha fazla
artış
3.Talebin εXY =Pozitif(ikame mallar) ⇒ Bir malın fiyatının artması, diğer malın
Çapraz talep edilen miktarını artırır.
Esnekliği εXY = Negatif ⇒ Bir malın fiyatının artması tamamlayıcı
( ε XY ) (tamamlayıcı mallar) malın talep edilen miktarını azaltır.
Kaynak: Lipsey ve ark,1990’dan uyarlanmıştır.

4.2. Arzın Fiyat Esnekliği

Arzın fiyat esnekliği bir malın fiyatındaki değişime karşı o malın arz
miktarının duyarlılığı olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak talepte olduğu
gibi arzın fiyat esnekliği yerine arz esnekliği kavramı kullanılmaktadır. Arz
esnekliği miktardaki oransal (%) değişimin, fiyattaki oransal (%) değişmeye
oranıdır. Arz esneklik katsayısı, malın fiyatı ile arz edilen miktar arasındaki
ilişkinin aynı yönde olması nedeniyle her zaman pozitiftir. Arz esnekliğini
ölçmek için aşağıdaki formül kullanılmaktadır.

93
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Arz Miktarındaki % Değişme


Arz Esnekliği (ε S ) =
Fiyattaki % Değişme

Arz esnekliği matematiksel olarak şöyle ifade edilebilir;

Malın arz miktarındaki % değişim ( ∆Q / Q ) ,


Malın fiyatındaki % değişim ( ∆P / P) olduğuna göre;

∆Q
Q ∆Q P ∆Q P
Arz Esnekligi (ε s ) = = × = ×
∆P Q ∆P ∆P Q
P

Formülde ∆ işareti önüne geldiği semboldeki değişmeyi (artış veya


azalış) göstermektedir. Buna göre; ∆Q eğer miktar Q1’den Q2’ye artmışsa
bu durumda ∆Q = (Q2 − Q1 ) olacaktır. Benzer şekilde ∆P ’de eğer fiyat
P1’den P2’ye artmışsa ∆P = ( P2 − P1 ) ) olacaktır. Bu nedenle arz esnekliği
ile ilgili yukarıdaki formül daha açık olarak aşağıdaki gibi yazılabilir.

∆Q Q2 − Q1
Q Q1
εs = =
∆P P2 − P1
P P1

Arz esneklikleri de talep esnekliği gibi 5 kategoriye ayrılabilir;

(i) ε = 0 ⇒ hiç esnek olmayan arz (sıfır esnek)


(ii) 0 < ε s < 1 ⇒ esnek olmayan arz (az esnek, inelastik arz)
(iii) ε s = 1 ⇒ birim esnek
(iv) 1 < ε < ∞ ⇒ esnek arz (elastik arz)
(v) ε = ∞ ⇒ tam esnek arz (sonsuz esnek arz)

94
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

0 < ε <1

Fiyat

Fiyat
ε =0
Fiyat

ε =1

0 0 0
Miktar Miktar Miktar
Fiyat

Fiyat
1< ε < ∞
ε =∞

0 0
Miktar
Miktar

Şekil 4.5. Arz Esneklik Türleri

4.2.1. Arz Esnekliğini Etkileyen Faktörler


Arz esnekliğini etkileyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Söz konusu
bu faktörler aşağıda kısaca açıklanmıştır.

4.2.1.1. Yeterli Girdi ve Hammadde Miktarı


Üretimin artışı kâra bağlıdır. Kâr ise ürünlerin fiyatlarına bağlıdır.
Malın fiyatı yükseldikçe üretim daha kârlı hale geleceğinden üretim de
artacaktır. Ancak üretim artışı, üretimde kullanılan girdilerin ve üretim
faktörlerinin artırılması ile olasıdır. Dolayısıyla üretim faktörleri veya
girdilerindeki kısıtlılık üretim artışına engel olabilir. Böyle bir durum ise arz
esnekliğinin düşük olmasına neden olur.

4.2.1.2. Üretim Maliyetlerinin Gelişimi

95
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Üretimde kullanılan üretim faktörleri ve girdilerin maliyetindeki artış,


kârı azaltır veya kârsız bir üretime neden olabilir. Böyle bir durumda üretim
artışı sınırlanabilir ve arz esnekliği katı hale gelir. Maliyetlerdeki artışın bir
nedeni de daha sonra değinilecek olan azalan verim yasasıdır. Faktörlerin
verimliliği ne kadar hızlı azalırsa maliyetler de o kadar hızlı artar.
Dolayısıyla arz esnekliği katı (esnek değil) olur. Diğer yandan, maliyetler
değişmiyor ya da yavaş artıyorsa arz esnekliği de o kadar esnek olur.

4.2.1.3. Üretim Döneminin Uzunluğu (Zaman)


Arz esnekliğini belirleyen bir başka faktör de piyasa döneminin
uzunluğu yani zamandır. Miktar değişimi, fiyat değişimine zaman içerisinde
uyum gösterir.

4.3. Piyasa Fiyatının Oluşmasında Zamanın Etkisi


Arz ve talep esnekliklerinde olduğu gibi piyasa fiyatının
oluşumunda da zamanın çok önemli bir yeri vardır. Üretim dönemi
süresine göre zaman üçe ayrılır. Bu dönemler; çok kısa dönem (piyasa
dönemi), kısa dönem ve uzun dönem olarak ifade edilmektedir.

4.3.1. Çok Kısa Dönem veya Piyasa Dönemi


Bir malın arz miktarının değişmediği zaman süresine piyasa dönemi
ya da çok kısa dönem adı verilir. Bu dönemde talep değişimine karşı arz hiç
değişmez. Yani arz esnekliği sıfır olduğundan (hiç esnek olmadığından) kısa
dönemde fiyatı talep belirler (Şekil 4.6). Dolayısıyla çok kısa dönemde arz
sabit olduğundan, talep artışı, fiyat artışına neden olurken arz miktarını
etkilememektedir. Çok kısa dönem veya piyasa dönemi birkaç gün
olabileceği gibi ürünün özelliğine bağlı olarak daha uzun da olabilir.
Tarımsal ürünlerden çabuk bozulan ve depolama olanakları sınırlı olan çilek
ve süt gibi ürünler için bu arz dönemi geçerlidir.

S1
Fiyat

P2 E2

P1 E1 D2

D1

0 96
Q1 Miktar

Şekil 4.6. Piyasa Dönemi


Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

4.3.2. Kısa Dönem


Talepteki değişmelere karşı arzın bir ölçüde değiştirilebildiği zaman
süresine kısa dönem adı verilir. Kısa dönemde arz esnekliği katıdır (esnek
değildir). Dolayısıyla talepteki değişmelere karşı arz kısmen duyarlıdır
(Şekil 4.7). Ancak kısa dönem, yeni bir kapasite yaratmaya olanak verecek
kadar uzun bir süre değildir. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Örneğin;
tarım ürünlerinde yıl içerisindeki fiyat artışı, arzı ancak bir sonraki dönemde
artırır. Meyve ağaçlarında ise üretim ancak birkaç yıl sonra artırılabilir.
Benzer şekilde teknolojik ilerleme belirli bir zaman almaktadır. Böyle bir
durumda da arz miktarının fiyat değişimine uyum sağlaması zaman
almaktadır. Kısa dönemde donatım hacmi değiştirilemezken üretim miktarı
bir ölçüde değiştirilebilmektedir. Diğer yandan kısa dönemde talep artışı
fiyat artışına neden olmakta ancak arz miktarındaki değişim arz esnekliğine
bağlı olarak daha az olmaktadır. Arz miktarındaki bu artışla denge
miktarında da artış olmaktadır. Bunun nedeni kısa dönem arz esnekliğinin
sıfırdan büyük olmasıdır.
Fiyat

D2
D1

P2 E2

E1
P1

0
Q1 Q2 Miktar

Şekil 4.7. Kısa Dönem

97
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

4.3.3. Uzun Dönem


Uzun dönem, arzdaki artışa izin veren bir zamanı kapsar. Bu dönemde
üreticiler yeni tesisler kurarak ya da yatırım yaparak tesislerini
genişletebilirler. Bu nedenle uzun dönemde arz esnektir. Bu dönemde talep
artışı fiyat artışına neden olmaktadır. Uzun dönemde fiyat artışı, miktar
artışına göre daha azdır. Bunun nedeni, uzun dönem arz eğrisinin çok esnek
olmasıdır (Şekil 4.8). Yeni bir fabrika kurulması, arazi alınması, traktör
alınması, meyvelik tesis edilmesi uzun döneme örnek verilebilir. Buna göre
uzun dönemde arzın etkisi talebe göre daha fazladır. Uzun dönemde
tüketicilerin gelirinin artacağı beklendiği için talepte artış beklenir. Ancak
tarım ürünlerinin büyük bir kısmını gıda maddeleri oluşturduğundan,
tarımsal ürünlerin talebinin gelir esnekliği düşüktür. Bu da gelir artışına göre
gıda talebinin daha az olacağı anlamına gelmektedir.
Fiyat

D2
D1 S1

E2
P2
E1
P1

0
Q1 Q2 Miktar

Şekil 4.8. Uzun Dönem

Açıklanan bu üç piyasa dönemi birlikte ele alınırsa durum Çizelge


4.9’da görüldüğü gibi olacaktır.

98
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

SS
SM

Fiyat
SL

P1

P0

0
QM QS QL Miktar
Şekil 4.9. Piyasa Fiyatının Oluşumunda Zamanın Etkisi

4.4. Tarımda Periyodik Fiyat Hareketleri


Serbest rekabet piyasalarında fiyatın belirli bir düzeyde oluşumundan
sonra, aynı seviyede sürüp gitmesi beklenemez. Zaman faktörüne bağlı
olarak arz ve talep değişimleri, fiyat dalgalanmalarına neden olur. Söz
konusu bu fiyat dalgalanmaları tarımsal ürünlerde daha belirgindir. Çünkü,
tarım kesiminde arz, talepteki değişmelere hemen uyum gösterememektedir.
Tarımsal ürünlerin mutlak ihtiyaç maddeleri olmaları nedeniyle, talep
esneklikleri düşüktür. Bunun yanında tarım ürünlerinin üretiminin
mevsimlik olması, depolama olanaklarının sınırlı olması nedeniyle tarımsal
ürün piyasalarında kısa dönemde mevsimlik fiyat dalgalanmaları ortaya
çıkar. İklim koşullarındaki değişkenlik ve teknolojik ilerlemeler; tarım
ürünlerinin veriminde değişime neden olarak tarımsal ürünlerin arzında
dalgalanma yaratmaktadır. Diğer yandan üreticilerin birbirlerinden habersiz
bir şekilde üretim kararlarında bulunmaları da dalgalanmalara neden
olmaktadır.
Serbest rekabet piyasalarında üreticinin içinde bulunduğu yılın fiyat
ve diğer pazar koşullarını veri olarak alması bu devri hareketlerin en önemli
nedenidir. Böylece arzın bol olduğu yıllarda fiyatlar düşmekte, bu düşüşe
arz gecikmeli olarak tepkide bulunmakta ve fiyatlar tekrar yükselmektedir.

99
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Uzun dönemde ortaya çıkan bu fiyat dalgalanmaları örümcek ağı teoremi


(Cobweb) yardımıyla açıklanır. Örümcek ağı teoremi, ilk defa 1930' lu
yıllarda Amerikalı ekonomist Mordecai Ezekial tarafından ortaya atılmıştır.
Örümcek ağı teoremine göre bu yıl piyasaya arz edilen ürün, bir önceki yıl
verilen üretim kararının bir sonucudur. Dolayısıyla üretim kararlarında o
yılki cari fiyatlar etkilidir.
Ürünün arz ve talep esnekliklerine göre bu devri hareketler farklı
özellikler göstermektedir. Başlıca üç farklı dalgalanma vardır.

• Sürekli dalgalanma
• Azalan dalgalanma
• Şiddetli dalgalanma

4.4.1. Sürekli Dalgalanma


Sürekli dalgalanmada (Stable Cobweb) fiyatlar yıldan yıla aynı
oranda dalgalanır. Şekil 4.10’da patatesin arz ve talep eğrileri gösterilmiştir.
Buradaki arz eğrisi daha önce gördüğümüz çok kısa dönem arz eğrisidir. Bu
dönemde arzın piyasa fiyatına uyum gösterebilmesi için belli bir süreye
gereksinimi vardır. Bunun nedeni bu yıl arz edilen ürünün bir yıl önceki
fiyatlara bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla t döneminde
üretilen ürünün arz miktarı t-1 döneminin fiyatlarına bağlıdır. Bu durumda
piyasa denge fiyatı P0 ve denge miktarı Q0’dır. P0 denge fiyatı geçerli olduğu
sürece üretici her yıl Q0 kadar patates üretecek ve piyasaya arz edecektir.
Oluşan bu denge fiyatı (P0) hem üreticinin hem de alıcıların memnun olduğu
fiyattır. Söz konusu P0 fiyatı aynı zamanda üreticilere bir sonraki yıldaki
üretecekleri patates üretim miktarına da ışık tutmaktadır. Bu dengeyi
değiştirecek herhangi bir etken olmadığı sürece denge sürekli olarak devam
edecektir.
Piyasa dengesinin sürekliliğini kaybettiğini varsayalım. Örneğin,
patates yanıklığı hastalığı nedeni ile patates üretiminin Q0’dan Q1’e
düştüğünü kabul edelim. Üretimdeki bu düşme piyasa denge miktarından
daha az bir üretim miktarı anlamına gelmektedir. Bu durumda patates üretim
miktarı Q1 miktarında sabit hale gelecektir. Çünkü piyasada çok kısa dönem
arz eğrisi Sm geçerlidir. Yani bir sonraki üretim döneminin ürünü olan
patatese kadar arz eğrisi sabittir. Başka bir ifadeyle arz esnekliği tam
inelastiktir (ε=0). Q1 miktarındaki fiyatı bulmak için Sm arz eğrisinin talep
eğrisi ile kesiştiği noktaya bakmak gerekir. Şekil 4.10’da görüldüğü gibi
patatesin Q1 arz miktarındaki fiyatı P1’dir. Bu fiyat geçici olan yeni denge

100
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

fiyatını göstermektedir. Yani bu fiyat Q1 miktarının satılacağı piyasa fiyatı


anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi patatesin üretim miktarındaki azalma
fiyatı artırmaktadır.
Kısa dönem fiyat dengesi gelecek yılki patatesin ekiminin
yapılmasından hasat edilip piyasaya arz edilinceye kadar (1 yıl) geçerli
olacaktır. Dolayısıyla üreticiler gelecek yıl ne kadar alanda patates ekimi
yapacaklarına karar verirken, o yılki mevcut patates fiyatını veri olarak
alacaklardır. Üreticiler, veri fiyatı (P1) esas alarak patates ekim alanını
artıracakları için üretim de artacaktır. Başka bir deyişle, fiyatın yüksek bir
düzeye çıkması, üreticiyi etkileyecek üretici daha fazla gelir elde etmek
amacıyla üretim miktarını arttıracaktır. Bu durumda patates arzı Q2 düzeyine
ulaşacaktır. Q2 miktarındaki patatesin pazara arz edilmesi ile patatesin yeni
arz eğrisi S1m olacaktır. Bu durumda P1 fiyat düzeyinde Q2-Q1 miktarı kadar
piyasada bir arz fazlası meydana gelecektir. Bu arz fazlası, patates fiyatını
hızla düşürecek ve yeni denge fiyatı (P2) oluşacaktır. Yeni oluşan bu denge
fiyatı, P0 fiyatından daha düşük olacaktır. P2 denge fiyatı da tıpkı P1 fiyatı
gibi geçici denge fiyatı olup, gelecek sezonun patates ürünü piyasaya arz
edilene kadar geçerliliğini koruyacaktır. Ancak üreticiler P2 fiyatını çok
düşük buldukları için ertesi yıl ancak Q1 kadar patates üretmek
isteyeceklerdir. Yani fiyatların düşmesi üreticinin daha az üretimde
bulunmasına neden olacaktır.
Nitekim ertesi yıl Q1 kadar patates üretilip piyasaya arz edildiğinde,
P2 fiyat düzeyinde piyasada talep fazlası oluşacaktır. Alıcıların fiyat
üzerindeki baskıları nedeniyle fiyat tekrar P1 düzeyine çıkacak böylece bu
sürekli ve kararlı dalgalanma yıldan yıla devam edecektir. Sonuç olarak,
sürekli dalgalanma durumunda piyasa denge miktarının üstünde ve altında
arz ve talep koşulları nedeniyle sürekli olarak geçici dengeler meydana
gelmektedir. Söz konusu bu geçici dengeler ya da dalgalanmalar hep aynı
düzeyde kaldığı için (dalgalanmada artış ve azalışlar olmaması) bu
dalgalanmalara kararlı ya da düzenli dalgalanmalar denilmektedir.

101
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Sm S1m

Fiyat
S

P1

P0

P2

Q1 Q0 Q2 Miktar

Şekil 4.10. Sürekli Dalgalanma

4.4.2. Azalan Dalgalanmalar


Şekil 4.10’daki Q1 kadar üretim ve P1’de oluşan denge fiyatı ile azalan
dalgalanmayı (Convergent Cobweb) açıklamaya başlayabiliriz. Sürekli
dalgalanma konusundan hatırlanacağı üzere üretimdeki azalma nedeni ile arz
miktarı Q0'dan Q1'e düşmüştü. Miktardaki azalma ile oluşan P1 fiyatının
talep eğrisini kestiği nokta grafik üzerinde 2 rakamı ile gösterilmiştir.
Benzer şekilde grafik üzerinde fiyat ve miktarlar 3, 4 vs rakamları ile
gösterilmiştir. Örneğin 3 rakamı ile gösterilen durum üreticilerin P1 fiyat
düzeyinde Q3 kadar patates üretiminde bulunduklarını göstermektedir.
Ancak Q3 miktarındaki üretim ve arz, fiyatın düşmesi yönünde 4 nolu
duruma gelinceye kadar baskı oluşturacaktır. Fiyatlar o seviyede oluşunca
da üreticiler patates üretimini azaltacak ve 5 rakamı ile gösterilen durum
meydana gelecektir. Bu şekilde oluşan dalgalanmalarla fiyatlar giderek
dengeye gelecektir.
Buradaki dalgalanmalar zamanla azalma eğilimi göstererek denge
noktasına doğru yaklaşmaktadır. Şekil 4.11’de görülebileceği gibi bu
sallantılar (oscillations) her dönemde giderek azalmaktadır. Başka bir
ifadeyle azalan dalgalanma durumunda, fiyatlar ve miktarlar sürekli

102
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

dalgalanma durumunda olduğu gibi denge düzeyinin etrafında aynı düzeyde


devri hareketler yapmamakta ve dalgalanmalar giderek azalmaktadır.

Fiyat
S
2 3
P1
6
10 11 7

13 12
8
9 13
4
5

Q1 Q3
Miktar

Şekil 4.11. Azalan Dalgalanma

4.4.3. Dengeden Uzaklaşan Dalgalanmalar


Dengeden uzaklaşan dalgalanmalar (Divergent Cobwebs) durumunda
üretim ve fiyat değişimleri yıllar itibariyle artan bir seyir gösterir. Patates
örneğindeki üretim miktarının Q1 seviyesine düşmesi ile bu dalgalanma
açıklanırsa fiyat dengesinin 2 nolu durumda oluştuğu anlaşılmaktadır. Şekil
4.12 yardımıyla fiyat ve miktar hareketleri 2, 3, 4, 5 vs ile gösterilen oklar
aracılığıyla izlenebilir. Görüldüğü gibi, bu dalgalanma durumunda
sallantılar (oscillations) her dönemde giderek artmaktadır. Bu nedenle bu
dalgalanmalara dengeden uzaklaşan dalgalanmalar adı verilmiştir.

103
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Fiyat
S

10 11
6
2 7
P1
3

5 4
8
9

0 D
Q1 Miktar

Şekil 4.12. Giderek Artan Dalgalanma

Özet olarak, talep ve arz eğrilerinin esneklikleri aynı olduğu zaman


sürekli dalgalanma, arz esnekliği talep esnekliğinden düşükse azalan
dalgalanma, arz talebe göre daha esnek ise, giderek artan dalgalanma söz
konusudur. Ancak açıklanan örümcek ağı teoreminin geçerli olabilmesi için
aşağıdaki koşulların geçerli olması gerekir:

(i) Üretim tam rekabet piyasası koşullarındaki fiyatlara göre


oluşmakta ve üreticilerin tepkileri ile belirlenmektedir. Üreticiler,
fiyatların devam edeceği ve yeni üreticilerin piyasaya girmeyeceği
varsayımına göre hareket ederler.
(ii) Fiyat, arz miktarı tarafından belirlenir.
(iii) Üretim süresi, koşulların değişmeyeceği bir dönemi kapsar.

Bu duruma göre örümcek ağı teoremi gerçekleri tam olarak


yansıtmamaktadır. Örneğin fiyatın dışında piyasayı etkileyen diğer tüm
değişkenler sabit kabul edilmiştir. Diğer yandan ekonominin kapalı bir
ekonomi olduğu, ürünün depolama olanağının olmadığı kabul edilmektedir.

104
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

4.5. Tavan ve Taban Fiyatlar


Arz ve talep modelleri kamu politikalarının uygulanmasında
kullanılmaktadır. Bu duruma hükümetlerin uyguladıkları tavan ve taban
fiyat politikaları örnek olarak verilebilir. Hükümetler çeşitli nedenler ile
(kıtlık, kriz ve savaş yılları) bazı malların fiyatlarındaki aşırı yükselmeleri
önlemek için piyasaya müdahale ederler. Tarım sektöründe devlet tarafından
yapılan müdahaleler bol ürün elde edilen yıllarda, fiyatların aşırı şekilde
düşmesini önlemek ve üreticileri korumak amacına dönük olarak
yapılmaktadır. Kıtlık ve kriz yıllarında ise devlet, tüketicileri aşırı fiyat
artışlarından korumak amacıyla piyasaya müdahale etmektedir. Tavan ve
taban fiyat politikaları aşağıda kısaca açıklanmıştır.

4.5.1. Tavan Fiyatlar


Kıtlık yıllarında hükümetler, tüketicileri korumak amacıyla
malların fiyatlarının aşırı şekilde yükselmesini önlemek için malların
maksimum fiyatlarını belirleyen düzenlemeler yaparlar. Bu şekilde
belirlenen fiyatlara tavan fiyatları denir. Tavan fiyat konulan ürünler
tavan fiyatın altında satılabilirler. Ancak tavan fiyattan daha yüksek bir
fiyattan satılması yasaklanır. Şekil 4.13’de denge fiyatı (P0) çok yükselen
bir malın arz ve talep eğrileri verilmiştir. Fiyat çok yüksek olduğu için
hükümet tüketicileri korumak amacıyla söz konusu malın satılabileceği
en yüksek fiyatı P1 olarak belirlemiş olursa, talep Q1 ve arz Q2 kadar
olacaktır. Bu durumda piyasada Q1-Q2 kadar talep fazlası meydana
gelecektir. Bu nedenle tavan fiyat uygulaması sonucu piyasada bir mal
kıtlığı ortaya çıkmaktadır.
Arz miktarı, talep miktarından az olduğundan (yani piyasada kıtlık
olduğu için) satış yerlerinin önünde kuyruklar oluşacaktır. Diğer yandan,
tavan fiyata konu olan malın üreticileri hükümet tarafından belirlenen
tavan fiyatı düşük buldukları için üretimi azaltabilirler veya tamamen
üretimden vazgeçebilirler. Tavan fiyat uygulamasının bir başka sonucu
da karaborsanın ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Piyasada kıtlık olduğu
için alıcılardan bazıları taleplerini karşılamak için tavan fiyatının çok
üstünde bir fiyat ödemek isteyebilirler. Bunun sonucunda da karaborsa
oluşmaktadır. Karaborsada oluşan fiyat Şekil 4.13’te P2 ile gösterilmiştir.
Buna göre karaborsa fiyatı, malın normal piyasa koşullarında zaten
yüksek olan fiyatından (P0) da yüksektir. Karaborsa fiyatı satıcılar için
çok cazip bir fiyat olduğu için satıcılar yasak olmasına karşın karaborsa

105
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

fiyatından mal satmak istemektedirler. Eğer arzın (Q2) tamamı


karaborsada satılırsa fiyat P2 olacak ve karaborsacıların gelirleri koyu
olan alan kadar olacaktır. Çünkü karaborsacılar P1 fiyatından mal alıp, P2
fiyatından satacaklardır. Bu durumda karaborsacıların kârları koyu alan
kadardır.

Fiyat
D
S
P2

P0 E
P1
Tavan fiyat

Aşırı talep

0
Q2 Q0 Q1 Miktar

Şekil 4.13. Tavan Fiyat

4.5.2. Taban Fiyatlar

Bilindiği gibi tarımsal ürünler büyük ölçüde iklim koşullarına


bağlıdır. Dolayısıyla iklimin uygun olduğu yıllarda tarımsal üretimde büyük
artışlar görülmektedir. Eğer yeteri kadar dışsatım olanağı yoksa bol ürün
yıllarında arz fazlası olduğundan fiyatlarda büyük düşüşler
gerçekleşmektedir. Böyle dönemlerde üreticiler büyük zararlara uğramakta
hatta üretim yapmaktan vazgeçebilmektedirler. Hükümetler bu durumu
önlemek için taban fiyat politikasını uygulamaktadırlar.

106
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 4.14’ten görüldüğü gibi ürünün bol olduğu yılda fiyatın


düştüğünü ve denge fiyatının P0 seviyesinde oluştuğunu kabul edelim.
Hükümetler bu düşük fiyattan üreticileri korumak amacıyla fiyatı daha
yüksek bir seviyede (P1) tutmak istediğinde piyasaya Q2 kadar bir mal
gelecektir. Halbuki P1 fiyat seviyesinde piyasanın mal talebi Q1’dir. Bu
durumda piyasada Q2–Q1 kadar bir fazlalık söz konusudur. Eğer piyasaya
müdahale olmaz ve piyasa kendi koşullarına bırakılırsa arz fazlası fiyatları
başlangıçtaki denge fiyatı olan P0’a indirecektir. Bunu önlemek için
hükümetler piyasaya müdahale eder ve arz fazlasını piyasadan çeker.
Hükümetlerin üreticileri korumak için uyguladığı taban fiyatı politikasının
bazı olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Taban fiyatı uygulaması ile arz
fazlası olan ürünlerin üretimi daha da artabilmektedir. Diğer yandan taban
fiyatı uygulamalarından küçük çiftçilerden daha çok zengin çiftçiler
yararlanabilmektedir. Bu nedenle son yıllarda bazı ülkelerde taban fiyatı
politikasının yerine üreticiye doğrudan gelir desteği verilmesi gibi
uygulamalar başlatılmıştır.
Fiyat

Aşırı arz
S
Taban fiyatı
P1
E
P0

0
Q1 Q0 Q2 Miktar

Şekil 4.14. Taban Fiyat

107
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 5
TÜKETİM TEORİSİ
(TÜKETİCİ DENGESİ)

Tüketicilerin amacı maksimum fayda, üreticilerin amacı ise


maksimum kâr elde etmektir. Tüketiciler ve üreticiler belirtilen bu
amaçlarına ulaşmak için ekonomik hesaplarını marjinal fayda ve farksızlık
analizlerine göre yaparlar. Bu bölümde, tüketim teorisi ve tüketici dengesi
üzerinde durulacaktır. Üretim teorisi ise ayrı bir bölüm olarak ele
alınacaktır. Tüketici dengesi, marjinal fayda ve farksızlık teorileri
kullanılarak açıklanacaktır. Aslında tüketici tercihlerini açıklayan her iki
teori de temelde aynıdır. Bu teorilerden marjinal fayda teorisi
kardinal(sayısal) fayda teorisi, farksızlık teorisi ise ordinal fayda(sırasal)
teorisi olarak ifade edilmektedir.

5.1. Fayda Teorisi


Tüketici tercihleri marjinal fayda yasası ile açıklanabilmektedir.
İkinci bölümde açıklandığı gibi fayda, bir malın veya hizmetin tüketiminden
elde edilen tatmin duygusudur. Dolayısıyla, tüketimde bulunulan bir mal
veya hizmetin tüketiciye belirli bir fayda sağlaması gerekir. Bu nedenle çoğu
zaman fayda, mal ve hizmetlerin ihtiyaçları giderebilme ölçüsü olarak
adlandırılır. Fayda, subjektif bir kavramdır. Daha açık bir ifadeyle fayda,
belirli birimler ile ölçülebilen bir kavram değildir. Bu nedenle herhangi bir
mal veya hizmetin faydasını gösteren rakamın büyüklüğü sadece
karşılaştırma açısından önemlidir. Tüketici tercihlerini açıklayan fayda
analizi bazı varsayımlara dayanmaktadır. Bu varsayımlar aşağıdaki gibi
sıralanmaktadır:

• Tüketiciler rasyoneldir (akılcıdır).


• Malların tüketimleri sonucunda sağlanan faydalar ölçülebilir.
• Bir malın arka arkaya tüketilen son biriminin sağladığı fayda
(marjinal fayda) söz konusu malın tüketim miktarı arttıkça düşer.
• Bir malın tüketilen miktarı arttıkça, o maldan elde edilen toplam
fayda artar.
• Tüketicilerin geliri sınırlıdır.

108
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

• Tüketiciler, satın almak istedikleri mal ve hizmetlerin fiyatları


konusunda bilgiye sahiptirler.

5.1.1. Toplam ve Marjinal Fayda


Marjinal fayda analizine geçmeden önce toplam ve marjinal fayda
kavramlarını açıklamakta yarar vardır. Fayda kavramı, toplam fayda ve
marjinal fayda olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmektedir.

(i) Toplam fayda: Belirli bir mal veya hizmetin tüketiminden elde
edilen faydaya toplam fayda denilmektedir. Daha açık bir ifadeyle toplam
fayda, belirli miktarda tüketilen bir malın tüm birimlerinin sağladığı
faydaların toplamıdır.

(ii) Marjinal fayda: Marjinal fayda, bir malın en son biriminin


tüketiminden elde edilen tatmini (faydayı) belirtir. Dolayısıyla marjinal
fayda bir malın ek (ilave) biriminin tüketiminden elde edilen ilave faydayı
tanımlamaktadır. Bir başka ifadeyle marjinal fayda birim mala karşılık
toplam faydadaki değişme miktarıdır. Buna göre marjinal fayda, birim mala
karşılık toplam faydadaki değişimin, söz konusu malın tüketilen ek biriminin
miktarına bölünmesi ile hesaplanır. Toplam faydadaki değişimi ∆TU ,
malın tüketilen miktarındaki değişimi ∆Q ve marjinal fayda MU ile
gösterilirse, marjinal fayda aşağıdaki şekilde formüle edilebilir.

∆TU Toplam Faydadaki Degisme


MU = =
∆Q Tüketilen Mal Miktarindaki Degisme

Toplam fayda ve marjinal fayda kavramları Çizelge 5.1’de verilen


örnek yardımıyla açıklanabilir. Çizelge 5.1’de görüldüğü gibi peş peşe
yenilen ekmek dilimi arttıkça toplam fayda artmakta ancak marjinal fayda
azalmaktadır. Geometrik olarak toplam fayda fonksiyonunun eğimine eşit
olan marjinal fayda, yukarıdaki formül kullanılarak hesaplanabilir. Yani bir
sonraki tüketimle sağlanan toplam faydadan, bir önceki tüketimin toplam
faydasının çıkarılmasıyla bulunan toplam fayda artışının, artan tüketim
miktarına bölünmesi ile marjinal fayda bulunabilir. Örneğin, beşinci ekmek
diliminin marjinal faydası 8 birimdir [MU = (83 − 75) /(5 − 4)] . Çizelge
5.1’de verilen örnekte miktar artışı 1’e eşit olduğundan marjinal fayda,
toplam faydadaki artışı yansıtmaktadır.

109
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Toplam fayda ve marjinal fayda arasındaki ilişkileri daha açık olarak


görebilmek için Çizelge 5.1’deki sayısal veriler kullanılarak toplam ve
marjinal fayda eğrileri çizilmiştir (Şekil 5.1).

Çizelge 5.1. Toplam ve Marjinal Fayda


Ekmek Dilimi Toplam Fayda Marjinal Fayda
(dilim sayısı) ( TU ) ( MU )
(Q)
0 0 -
1 30 30
2 50 20
3 65 15
4 75 10
5 83 8
6 89 6
7 93 4
8 96 3
9 98 2
10 99 1

Şekil 5.1’de görüldüğü gibi yenilen ekmek dilimi miktarı arttıkça


toplam fayda artmakta ancak söz konusu artış oranı yenilen ekmek miktarı
arttıkça azalmaktadır. Dolayısıyla yenilen her ilave ekmek diliminin
sağladığı faydayı gösteren marjinal fayda eğrisi sürekli olarak azalmaktadır.
Öte yandan toplam fayda eğrisinin eğimi de giderek azalmaktadır. Hatta
toplam fayda eğrisi belli bir noktadan sonra negatif eğimli de olabilir. Ancak
tüketiciler bu noktaya gelmeden önce o malın tüketimini durdurarak
harcamalarını başka mallara yöneltirler. Bu nedenle pratikte negatif eğimli
toplam fayda eğrisine pek rastlanmaz. Malın marjinal faydası, bireyin malın
çeşitli birimlerine verdiği önemi gösterir. Diğer yandan, her birime verilen
önem ancak son birime verilen öneme bağlıdır. Dolayısıyla tüketimde
bulunulan birimlerin değeri, birimlerin toplam faydasına değil, marjinal
birimin faydasına bağlıdır.

5.1.2. Azalan Marjinal Fayda Yasası


Bir önceki kısımda belirtildiği gibi, bir malın arka arkaya tüketilen
miktarı arttıkça (örneğin ekmek dilimi) elde edilen ilave faydalara marjinal

110
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

fayda denilmektedir. Ancak burada her ilave ekmek diliminin tüketiciye


sağladığı tatmin düzeyi birbirinden farklı olmakta ve belirli bir dilimden
sonra ise azalmaktadır. Daha açık bir ifadeyle yenilen ilk ekmek diliminin
marjinal faydası, ikinci ekmek diliminden, ikinci ekmek diliminin marjinal
faydası, üçüncü ekmek diliminden daha fazladır. Dolayısıyla ekmek
dilimleri yenilmeye devam edildikçe, ekmekten elde edilen ilave fayda
(marjinal fayda) düşmektedir. Azalan fayda yasasına göre, en faydasız ilave
birim en son tüketilen birimdir.
Fayda İndeksi

Toplam Fayda
100

80

60

40

20

0
2 4 6 8 10 Miktar
Fayda İndeksi

30

20 Marjinal Fayda

10

0 2 4 6 8 10 Miktar
Şekil 5.1. Toplam ve Azalan Marjinal Fayda Eğrileri

111
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Ekonomi kitaplarında marjinal fayda genellikle yenilen ekmek, içilen


su ve çay örnek verilerek açıklanmaktadır. Ancak marjinal faydanın azalma
durumu tüm mal ve hizmetler için genellenebilir. Bu nedenle marjinal
faydanın azalması ekonomistler tarafından benimsenmiş ve bu olgu azalan
marjinal fayda yasası olarak isimlendirilmiştir. Azalan marjinal fayda yasası
“bir maldan daha fazla tüketildikçe, o malın faydasının giderek azalması”
olarak tanımlanmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken konu bir malın
tüketim miktarları arttıkça, o malın tüketiminden sağlanan toplam faydanın
belli bir noktaya kadar artmasına karşın toplam faydadaki artış oranının
giderek azalmasıdır. Bu durum, malın tüketimi arttıkça ihtiyacın şiddetinin
giderek azalması ve belli bir noktada doyuma ulaşılmasından
kaynaklanmaktadır.

5.1.3. Tüketici Dengesi (Fayda Maksimizasyonu)


Tüketici dengesi, fayda teorisi (kardinal veya sayısal fayda)
kullanılarak açıklanabilmektedir. Bu teoriyi geliştiren
kardinalistlerden Gossen, Jevons ve Walras’a göre fayda parasal olarak
ölçülebilir. Buna göre bir birim A malının faydası onu satın almak için
verilen para miktarı kadardır.
Belli bir gelire sahip olan ve veri mal fiyatları ile karşı karşıya
olan rasyonel bir tüketici, mümkün olan en yüksek faydayı sağlamak
için her mala harcadığı paranın faydalarını karşılaştırması gerekir.
Sadece bir mal alındığı durumda A malının marjinal faydası (MUa), o
malın fiyatından büyükse daha çok miktarda mal almak tüketici
tatminini artıracaktır. Tüketici A malından alacağı en son birimin
faydasını, A malı fiyatına eşitleyinceye kadar mal alımına devam
edecektir. A malının marjinal faydasını MUa ve malın fiyatını Pa ile
gösterirsek, MUa = Pa olduğunda fayda maksimize edilecektir.
Ancak birden çok mal söz konusu olduğunda tüketicinin her mal
için ayrı ayrı marjinal fayda-fiyat eşitliğini kurması yeterli
olmamaktadır. Örneğin, tüketicinin iki mal (A ve B malı) ile karşı
karşıya olduğunu varsayalım. Tüketicinin bu mallardan elde edeceği
faydayı maksimuma ulaştırması için, A malına harcanan son 1 TL’nin
marjinal faydasına, B malı için harcanan son 1 TL’nin marjinal
faydasını eşitlemelidir.

MUa = MUb (1)

112
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Buna göre tüketici, tüketimini A ve B mallarına harcadığı son


liranın faydalarını eşitleyecek şekilde düzenlerse, maksimum faydaya
ulaşır ya da dengeye gelir. Malların fiyatları A malı için Pa ve B malı
için Pb ile gösterilirse 1 nolu eşitlik aşağıdaki şekilde yazılabilir;

A Malıalı Marjinal Faydası B Malıalı Marjinal Faydası


=
A Malıalı Fiyatı B Malıalı Fiyatı

MU a MU b
= (2)
Pa Pb

Eşitlikte de görüldüğü gibi, faydanın maksimum olduğu noktada


tüketimde bulunulan tüm mal ve hizmetlerin marjinal fayda ve fiyat oranları
eşitlenmektedir. Yukarıda verilen 2 nolu eşitlik aşağıdaki şekilde de ifade
edilebilir.

MU a Pa
= (3)
MU b Pb

İki mal olduğu durumdaki tüketici dengesi şu şekilde de açıklanabilir.


3 nolu eşitliğin sağ tarafı malların nispi fiyatlarını göstermektedir. Söz
konusu bu fiyatlar, piyasa ve tüketicinin kontrolü dışındaki koşullar
tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla tüketiciler fiyatları değiştirme
gücüne sahip değildir. Aynı eşitliğin sol tarafı ise malların tüketiciyi tatmin
etme yeteneğini göstermektedir. Bu kısım tüketicinin kontrolündedir.
Tüketiciler farklı mallardan satın alacakları miktarı belirlerken aynı
zamanda söz konusu malların marjinal faydalarını da belirlemektedirler.
Eşitliğin iki tarafı birbirine eşit değilse, tüketici satın alımını yeniden
düzenleyerek toplam tatmin düzeyini artırabilir.
Örneğin, A malının birim fiyatının B malının birim fiyatının iki katı
olduğunu (Pa / Pb = 2 ) , buna karşın A malının marjinal faydasının B
malının marjinal faydasının üç katı (MU a / MU b = 3) olduğunu varsayalım.
Bu koşullar altında tüketici açısından daha fazla A malı ve daha az B malı
almak önemlidir. Örneğin tüketici, B malından alım miktarını iki birim
azaltırsa, bir birim A malı için satın alma gücüne sahip olmaktadır. Çünkü
ek olarak satın alınan bir birim A malı, vazgeçilen iki birim B malından 1.5
kat daha fazla bir tatmin sağlamaktadır. Dolayısıyla B malı yerine A malının

113
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

tercih edilmesi tüketici açısından daha yararlıdır. Tüketici, B malı yerine A


malını tercih etmeye devam etmeli midir? Tüketici A malını artırıp B malını
azalttıkça, A malının marjinal faydası azalırken, B malının marjinal faydası
artar. Bu durum tüketicinin satın alımını yeniden düzenlemesini
gerektirecektir. Yani tüketici, B malının tüketimini azaltırken A malının
tüketimini artıracaktır. Bu azaltma işlemi A malının marjinal faydası, B
malının marjinal faydasının iki katı olana kadar devam edecektir. Bu
noktaya gelindiğinde ise artık iki mal arasında satın alınan miktarların
yeniden düzenlenmesi ile toplam tatmin düzeyi daha fazla artırılamaz.
İkiden fazla mal olduğu durumda, bir birim ek para harcanmasıyla
elde edilen faydanın, tüm mal ve hizmetler için eşit olduğu noktada tüketici
dengeye ulaşmaktadır. Bu eşitlik oluştuğunda artık tüketici tarafından son
bir birim paranın harcanması toplam faydayı değiştirmeyecektir. Buna
marjinal faydaların eşitlenmesi de denilmektedir. İkiden fazla mal olduğu
( A, B, C ,......N ) ve bunların marjinal faydaları
(MU a , MU b , MU c ,......MU n ) ile mal fiyatları (Pa , Pb , Pc ,......Pn ) ile
gösterilirse tüketici aşağıdaki eşitliği sağladığında dengeye ulaşacaktır.

MU a MU b MU c MU n
= = = ............... =
Pa Pb Pc Pn

5.1.4. Tüketici Rantı


Ekonomi biliminde çok önemli ve yararlı olan tüketici rantı
(Consumer surplus) kavramı ilk olarak Dupuit tarafından ortaya atılmış,
ancak bu kavram Marshall tarafından geliştirilmiştir. Ekonomide genel
olarak tüketicilerin bir mal için ödemeyi düşündükleri fiyat ile tüketicilerin
o mal için gerçekten ödedikleri fiyat arasındaki fark tüketici rantı (veya
tüketici artığı) olarak adlandırılır. Örneğin, bir gömlek için 20 milyon TL
ödemeye razı olan bir tüketici, aynı gömleği 15 milyon TL’ye alırsa 5
milyon TL’lik bir artık değer elde eder. Bu artık değer o tüketicinin elde
ettiği ranttır. Piyasada çok sayıda tüketici olduğu için tüketicilerin bir kısmı
5 milyon TL’lik rant elde ederlerken bazıları daha fazla rant elde edebilirler.
Bu durumda gömleği satın alan tüm tüketicilerin elde etmiş oldukları
tüketici rantları toplandığında piyasada oluşmuş olan toplam tüketici rantı
hesaplanabilir.
Tüketici rantının daha iyi anlaşılabilmesi için Çizelge 5.2’deki teorik
örnek kullanılabilir. Anılan çizelgede tüketici A’nın haftalık süt talep şedülü

114
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

görülmektedir. Bir bardak sütün piyasa fiyatı 60 TL olsun. Tüketici A’nın,


toplam 5 bardak süt aldığında maksimum tatmin elde ettiğini kabul edelim.
Tüketici A, 5 bardak süt için toplam 300 TL para ödeyecektir. Eğer tüketici
A’nın 5 bardak süt tüketiminden elde ettiği toplam faydanın parasal değerini
bulmak istersek, önce her ilave bardak sütün marjinal faydasını bulmamız
gerekir. Daha sonra 5 bardak sütün marjinal faydalarını toplarsak toplam
fayda elde edilir. Çizelge 5.2’de izlenebileceği gibi ilk bardak sütün marjinal
faydası 80 TL’dir. Bu, tüketici A’nın birinci bardak süt için 80 TL ödemeye
hazır olduğu anlamına gelmektedir. Benzer şekilde tüketici A ikinci bardak
süte 75 TL, üçüncüsüne 70 TL, dördüncüsüne 65 TL ve beşincisine 60 TL
ödemeye razıdır. Buna göre beş bardak sütün toplam faydası satın alınan her
bir bardak (1,2,3,4 ve 5) sütün marjinal faydalarının toplamından
oluşmaktadır (80 + 75 + 70 + 65 + 60 = 350 TL ) . Bu durumda tüketici
A’nın 5 bardak süte ödemeye razı olduğu fiyat veya biçtiği değer 350
TL’dir.
Ancak biz biliyoruz ki tüketici A 5 bardak süt için 350 TL değil 300
TL ödemiştir. Çünkü tüketici A sütün piyasa fiyatından (bardağı 60 TL)
fazla ödemeyecektir. Aradaki fark, yani toplam fayda (350 TL) ile tüketici
A’nın toplam ödemiş olduğu para (300 TL) arasındaki fark 50 TL’dir. İşte
bu fark tüketici rantı olarak isimlendirilmektedir. Bu 50 TL’lik tüketici rantı
Çizelge 5.2’de görüldüğü gibi birinci, ikinci, üçüncü, ve dördüncü bardak
sütün ayrı ayrı sağlamış olduğu tüketici rantlarının toplanmasından da
hesaplanabilir (20 + 15 + 10 + 5 = 50) . Buna göre tüketici A birinci bardak
süte 80 TL ödemeye razı iken, 60 TL ödeyerek 20 TL kazanç sağlamıştır.
Aynı şekilde ikinci bardaktan 15 TL (75 − 60) , üçüncü bardaktan 10 TL
(70 − 60) , dördüncü bardaktan 5 TL (65 − 60) olmak üzere toplam kazanç
50 TL’dir. Tüketici A’nın beşinci bardak süte ödemeyi düşündüğü fiyat (60
TL), piyasa fiyatına (60) eşit olduğundan herhangi bir kazanç söz konusu
değildir. Diğer yandan, tüketici A, altıncı bardak süte piyasa fiyatından daha
düşük bir fiyat ödemeyi düşündüğünden beşinci bardaktan sonra süt satın
almayacaktır.
Buraya kadar anlatılanlardan açıkça görüldüğü gibi tüketici rantı;
toplam fayda ile toplam harcama arasındaki farktır. Tüketici rantı tek bir
tüketici için hesaplanabileceği gibi tüm piyasa için de hesaplanabilir.

115
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Çizelge 5.2. Süt Tüketiminin Tüketici Rantı


Satın Alınan Süt Tüketicinin Ödemeye Tüketici
(Bardak Sayısı) Razı Olduğu Fiyat * Rantı
Birinci 80 20
İkinci 75 15
Üçüncü 70 10
Dördüncü 65 5
Beşinci 60 0
*: Bir bardak sütün piyasa fiyatı 60 TL’dir.

Tüketici rantı talep eğrisinin aşağıya doğru eğimli olmasının bir


sonucudur. Şekil 5.2’de süt için piyasa talep eğrisi görülmektedir. Şekilden
de izlenebileceği gibi tüketici rantı, bir malın piyasa talep eğrisiyle piyasa
denge fiyatı arasında kalan pozitif alandır. Piyasa fiyatını Po ve satın alınan
miktarı Qo ile gösterirsek toplam tüketici harcaması 0PoE Qo alanı kadar
olacaktır. Bu alan bir bardak sütün piyasa fiyatı ile satın alınan süt
miktarının çarpılması ile bulunmaktadır. Talep eğrisi ile eksenler arasında
kalan alan ise toplam faydayı göstermektedir. Toplam fayda integral yoluyla
da hesaplanabilir. Ancak bu kitapta ekonomiye giriş konuları esas
alındığından integral hesaplaması yapılmayacaktır. Toplam fayda alanı Şekil
5.2’de 0AEQo ile gösterilen alana eşittir. Söz konusu alan Qo süt miktarı için
marjinal faydaların toplamını göstermektedir. Bu iki alan arasındaki fark
yani AEPo ile gösterilen taralı alan tüketici rantıdır.
Fiyat

P0 E

D
0
Q0 Miktar
Şekil 5.2. Tüketici Rantı

116
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

5.1.5. Değer Çelişkisi (Paradoksu)


Değer çelişkisi (paradox of value) veya su-elmas ikilemi; insanlar
için yaşamsal bir öneme sahip olan suyun, elmasa göre çok daha ucuz
olmasıdır. Susuz yaşamak mümkün olmamasına karşın suyun fiyatı elmasa
göre neden ucuzdur? Bu çelişki (paradoks) ilk defa Adam Smith tarafından
ortaya atılmış, ancak bu ikilem Alfred Marshall tarafından çözülmüştür.
Marshall 1890 yılında yayınladığı “Ekonominin Prensipleri” kitabında; mal
fiyatlarını, toplam fayda yerine marjinal faydanın yansıttığını belirtmiştir.
Bilindiği gibi su, doğada çok miktarda bulunduğundan marjinal faydasının
çok düşük olduğu bir noktaya kadar tüketilebilir. Buna karşın elmas suya
göre oldukça kıt bir maldır. Bu nedenle elmas tüketimi yüksek marjinal
fayda düzeyinde gerçekleşir.
Çünkü herhangi bir malın değerini, o malın toplam faydası yerine o
maldan kullanılan son birimin faydası yani marjinal fayda belirlemektedir.
Daha açık bir ifadeyle tüketiciler açısından bir malın son biriminin faydası,
o mala verilen önemi göstermektedir. Su yaşamsal öneme sahiptir. Ancak su,
elmasa göre çok bol miktarda bulunduğundan, suyun son damlasının ilave
yararı tüketici açısından çok büyük değildir. Kısacası, bir malın değerini o
malın marjinal faydası belirlemektedir. Yani, bir malın marjinal faydası
yüksek ise o malın fiyatı yüksek, tersine marjinal faydası düşük ise o malın
fiyatı ucuz olmaktadır. Dolayısıyla elmasın kıt olması nedeniyle marjinal
faydasının suyun marjinal faydasından daha yüksek olması, elmasın suya
göre daha pahalı olmasına neden olmaktadır.
Değer çelişkisi Şekil 5.3’te daha açık bir şekilde
görülebilmektedir. Bir malın toplam değeri ile pazar değeri farklıdır.
Tüketici açısından suyun toplam değeri çok yüksektir. Buna karşın
tüketicinin elmasa verdiği değer suya göre çok daha azdır. Ancak suyun
arzının bol olması, fiyatının (Ps) düşük olmasına neden olmaktadır(Şekil
5.3i). Bu durumda tüketilen toplam suyun piyasa değeri PsQs kadardır.
Elmasın arzının az olması onu kıt bir mal durumuna getirmekte ve kıt
olması da fiyatının yüksek olmasına neden olmaktadır(Şekil 5.3ii).
Böylece elmasın fiyatı Pe düzeyinde gerçekleşmekte ve satılan elmasın
toplam piyasa değeri PeQe kadardır.

117
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Fiyat
Fiyat
D

Pe

D
Ps

0 Qs Miktar 0 Qe Miktar
(i) (ii)

Şekil 5.3. Değer Çelişkisi

5.2. Farksızlık Teorisi

Farksızlık teorisi ile tüketici dengesi, farksızlık eğrileri (kayıtsızlık


eğrileri) yardımıyla açıklanmaktadır. Bu teoriye göre, faydanın sayısal
olarak ölçülmesi yerine tüketicilerin malların çeşitli bileşimleri arasındaki
seçimleri sıralanır. Daha önce açıklanan fayda analizi, faydanın rakamlarla
belirtilebileceği varsayımına (kardinal fayda) dayanırken, farksızlık teorisi
malların tüketiminden sağlanan faydalarının bir sıraya konulabileceğini
belirtir. Dolayısıyla farksızlık teorisine göre, sıraya konulan faydaların
tüketicilerin tercihlerini açıklayabileceği kabul edilmektedir. Farksızlık
teorisine göre çeşitli malların faydaları karşılaştırılabilir. Ancak bu
malların faydaları ölçülemez ve aralarında ne kadar fark olduğu
söylenemez. Bu nedenle farksızlık teorisine ordinal (sırasal) fayda teorisi
de denilmektedir. Farksızlık teorisi ile tüketici dengesini açıklamadan önce
farksızlık eğrileri ile bütçe doğrusu kavramlarını açıklamak gerekmektedir.

5.2.1. Farksızlık Eğrileri


Tüketici dengesine, maksimum faydayı sağlayan mal bileşiminin
belirlenmesiyle ulaşılmaktadır. Bu durumu açıklayabilmek için farksızlık
eğrilerini (kayıtsızlık eğrileri veya eş fayda eğrileri), farksızlık

118
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

eğrilerinin eğimini ya da marjinal ikame oranını ve bütçe doğrusunu


incelemek gerekmektedir.
Değişen miktarlarda A ve B malı gibi iki mal tüketen tüketicinin
farklı toplam faydalar sağlayacağı kabul edilmektedir. Tüketiciye aynı
tatmini sağlayan noktaların yani bireyin tüketiminde kayıtsız kaldığı
noktaların oluşturduğu eğriye farksızlık eğrisi (indifference curve) denir.
Başka bir ifadeyle farksızlık eğrisi, iki mal ile karşı karşıya olan
tüketiciye aynı tatmini veren iki malın farklı miktarlarının geometrik yeri
olarak tanımlanabilir.
Daha öncede belirtildiği gibi farksızlık eğrileri farksızlık
analizlerinde kullanılmaktadır. Farksızlık eğrilerini yumurta ve sucuk
tüketen tüketici A örneğiyle açıklayabiliriz. Tüketici A’nın 18 birim
yumurta ve 10 birim sucuk alımında bulunduğunu kabul edelim. Bu
durumda iken tüketici A’ya 13 birim yumurta ve 15 birim sucuk
bileşimini önerelim. Bu tüketim bileşimi bir öncekine göre, yumurtada 5
birim az buna karşın sucuk tüketiminde 5 birim daha fazladır. Tüketici A
tarafından hangi bileşimin tercih edileceği 5 birim ilave sucuk ile 5 birim
eksilen yumurtanın nispi değerine bağlıdır. Eğer, tüketici A ilave olarak
tüketilen sucuğa vazgeçilen yumurtadan daha fazla değer verirse, tüketici
A ikinci mal bileşimini, ilk mal bileşimine tercih edecektir. Tersine
tüketici A, ilave olarak tüketilen sucuğa, tüketiminden vazgeçilen
yumurtadan daha az bir değer verirse bu defa ilk mal bileşimini tercih
edecektir. Üçüncü bir alternatif olarak eğer tüketici A, ilave olarak
tüketimde bulunduğu sucukla, vazgeçtiği yumurtaya aynı değeri
veriyorsa o zaman yumurta ve sucuk bileşiminin ikisinden de eşit tatmin
düzeyi elde edecektir. İşte bu noktada tüketici A, artık iki mal demeti
arasında kayıtsızdır.
Tüketici A’nın kayıtsız kaldığı mal bileşimlerinin Çizelge 5.3’de
verildiği gibi olduğunu kabul edelim. Görüldüğü gibi, a (30 yumurta-5kg
sucuk), b (18 yumurta-10 kg sucuk) ve f seçeneklerinde (7 yumurta-30 kg
sucuk) tüketici A kayıtsızdır. Çünkü söz konusu bu mal bileşimlerinin
hepsi (a, b ve f) eşit tatmin düzeyine sahiptir.

Çizelge 5.3. Alternatif Mal Bileşimleri


Referans Yumurta Sucuk

119
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Noktası (adet) (kg)


a 30 5
b 18 10
c 13 15
d 10 20
e 8 25
f 7 30

Çizelge 5.3’den yararlanılarak, yani tüketimde kullanılan mal


bileşimlerini gösteren noktaların birleştirilmesi ile farksızlık eğrisi elde
edilmiştir (Şekil 5.4). Eğri üzerinde yer alan tüm noktalar tüketiciye aynı
tatmin düzeyini verir. Dolayısıyla aynı farksızlık eğrisi üzerinde çeşitli
mal bileşimleri arasında tüketici kayıtsızdır.
Yumurta

30 a

20 b h

10 g

Şekil. 5.4. Farksızlık Eğrisi

5.2.1.1. Farksızlık Eğrileri Paftası

c
120 d
e
f

0 10 20 30 Sucuk
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Farksızlık eğrilerinin oluşturduğu sete farksızlık paftası adı


verilmektedir. Bilindiği gibi, bir farksızlık eğrisi üzerindeki değişik mal
bileşimleri tüketicilere aynı tatmin düzeyini vermektedir. Farksızlık
eğrileri orijinden uzaklaştıkça herbir eğri daha yüksek tatmin düzeyini
gösterir. Şekil 5.5’de yumurta ve sucuk için değişik bileşimler
görülmektedir. Söz konusu şekildeki I1 farksızlık eğrisi I0 eğrisinden
daha yüksek bir tatmin düzeyine sahiptir. Örneğin, Io eğrisi üzerindeki h
noktası Yo kadar yumurta ve So kadar sucuk miktarını göstermektedir. I1
farksızlık eğrisi üzerindeki a noktasında Y1 kadar yumurta ve So kadar
sucuk tüketilmektedir. Dolayısıyla a bileşiminde, h noktası ile aynı
miktarda sucuk tüketilmekle birlikte h’a göre daha fazla yumurta
tüketimi söz konusudur. Çoğun, aza tercih edileceği varsayımından
hareketle tüketici a noktasını h noktasına tercih edecektir. Buna göre h
noktasının, a noktası ile aynı farksızlık eğrisi üzerinde bulunamayacağı
çok açıktır. Bu nedenle h noktası Io, a noktası ise I1 farksızlık eğrisi
üzerindedir. Buradan Io’ın I1’den daha düşük bir tatmin düzeyini temsil
ettiği anlaşılmaktadır. Bir başka anlatımla Io eğrisi üzerindeki tüm
noktalar aynı tatmin düzeyine sahiptir. Ancak Io eğrisi üzerindeki tüm
noktalar I1’den daha düşük bir tatmin düzeyini göstermektedir.
Benzer şekilde I2 üzerindeki g noktası Y1 kadar yumurta ve Sı
kadar sucuk miktarı bileşimini göstermektedir. Eğer g noktası, I1 eğrisi
üzerindeki b noktası ile karşılaştırılırsa, g’nin b’ye tercih edileceği çok
açıktır. Çünkü g noktasında, b noktasına göre aynı miktarda sucuk
tüketilirken, yumurta tüketimi daha fazla yapılmaktadır. Bu nedenle g
noktası I1 den daha yüksek bir farksızlık eğrisi üzerinde bulunmalıdır. Bu
eğri grafikte I2 ile gösterilmiştir. Dolayısıyla I2 farksızlık eğrisi üzerindeki
tüm noktalar I1’den daha yüksek bir tatmin düzeyine sahiptir. Özet
olarak, farksızlık eğrileri orijinden uzaklaştıkça daha yüksek tatmin
düzeyini göstermektedirler. Yani I2 eğrisi üzerindeki tüm noktalar I1’den
daha yüksek tatmin düzeyini, I1 eğrisi üzerindeki tüm noktalarda Io’dan
daha üstün bir tatmin düzeyini gösterir.
Yumurta

I2
I1
I0

a g
Y1

Y0 h
121

0
S0 S1
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 5.5. Farksızlık Eğrisi Paftası

5.2.1.2. Farksızlık Eğrilerinin Özellikleri


b
Farksızlık eğrilerinin özellikleri aşağıdaki şekilde ifade edilebilir.
(i) Farksızlık eğrileri negatif eğimlidirler. A malının tüketimi

Sucuk
azaldıkça aynı farksızlık eğrisi üzerinde kalmak için daha fazla B malı
tüketmek gerekmektedir.
(ii) Orijinden uzaklaşan farksızlık eğrileri daha yüksek fayda ve
tercih düzeylerini gösterir. Bu durumun nedeni farksızlık eğrileri
paftasında açıklanmıştı.
(iii) Farksızlık eğrileri kesişmez. Daha açık bir ifadeyle farklı
tatmin düzeylerini gösteren farksızlık eğrileri birbirlerini kesmezler.
Şekil 5.6’da görüldüğü gibi g ve h farklı eğriler üzerinde f ise iki eğrinin
kesim noktasında yer almaktadır. IB eğrisi üzerindeki g noktası, çoğun
aza tercih edilmesi varsayımı gereği IA eğrisi üzerindeki h noktasına
tercih edilmektedir. Çünkü g noktası, h noktası ile aynı oranda sucuk
miktarına sahip olmakla birlikte daha fazla yumurta miktarına sahiptir.
Ancak h noktası ve f noktası (Y0 kadar yumurta ve So kadar sucuk) IA
farksızlık eğrisi üzerinde bulundukları için eşit tatmin düzeyine
sahiptirler. Öte yandan g ve f noktaları da IB farksızlık eğrisi üzerinde
bulundukları için aynı eşit tatmin düzeyine sahiptirler. Bu durumda, f
noktası ile aynı tatmin düzeyine sahip oldukları için g ve h noktalarının
da aynı tatmin düzeyine sahip olması gerekir. Ancak bu durum g’nin h
noktasına tercih edildiği varsayımıyla çelişki göstermektedir. Çünkü g
noktası, h noktasına hem eşit hem de daha üstün olamaz. Bu nedenle
farksızlık eğrileri birbirini kesmezler.
(iv) Farksızlık eğrileri dışbükeydirler (konveks). Bu özellik A malı
miktarı azaldıkça (soldan sağa doğru gidiş) bir birim ilave A malından
vazgeçmek için tüketicinin daha fazla B malı tüketmesi gerektiğini
belirtir.

122
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

IB IA

Yumurta
Y0

Y1

f
g
IB
IA
h
0 S0 S1 Sucuk

Şekil 5.6. Farksızlık Eğrilerinin Birbirleriyle Kesişmemesi

Farksızlık eğrilerini tercihler belirlediği için çeşitli farksızlık eğrileri


bulunmaktadır. Bu eğriler; tam ikame malları, mükemmel tamamlayıcı
mallar, menfi mallar, nötr mallar ve uyumlu tercihleri gösteren farksızlık
eğrilerinden oluşmaktadır. Bunlardan tam ikame malları ile mükemmel
tamamlayıcı malların farksızlık eğrileri Şekil 5.7 ve Şekil 5.8’de
verilmiştir.

5.2.1.2.1.Tam İkame Mallar


Farksızlık eğrilerinin doğru biçimde olması, tüketimi yapılan iki
malın birbiri yerine tam ikame edildiğini gösterir (Şekil 5.7). Kırmızı
kurşun kalem ile mavi kurşun kalem arasındaki seçim buna örnek
verilebilir. Burada tüketicinin bu seçimi renklerden bağımsız olarak
yaptığı kabul edilmektedir.

123
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

5.2.1.2.2. Mükemmel Tamamlayıcı Mallar


Her zaman birlikte tüketilen mallara mükemmel tamamlayıcı
mallar denilmektedir. Ayakkabının sağ ve sol tekleri buna örnek olarak
verilebilir. Ayakkabının bir teki tüketiciye yarar sağlamadığı için bu tip
mallar birbirini tamamlamaktadır (Şekil 5.8). Tamamlayıcılık ilişkisinin
mükemmel olduğu mallarda, malların bire bir oranında tüketilmesi değil
sabit bir oranda tüketilmesi önemlidir.

X2 X2

Farksızlık Eğrileri

Farksızlık Eğrileri

X1 X1

Şekil 5.7. Tam İkame Mallar Şekil 5.8. Mükemmel


Tamamlayıcı
Mallar

5.2.2. Marjinal İkame Oranı


Bir malın tüketilen miktarının azaltılması halinde tüketicinin aynı
tatmin düzeyinde kalması için diğer malın tüketiminin arttırılması
gerekir. Bu durum marjinal ikame oranını (MİO) verir. Dolayısıyla MİO,
farksızlık eğrisi üzerinde tüketicinin bir malı diğerine tercih ettiği
değişim oranını gösterir. Yani MİO, farksızlık eğrisinin belli bir
noktasındaki eğimine eşittir. MİO grafik ile daha kolay açıklanabilir

124
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

(Şekil 5.9i). Tüketici, D noktasından B noktasına geçtiğinde aynı tatmin


düzeyinde kalmak için ∆A kadar A malından vazgeçip, ∆B kadar daha
çok B malı tüketmesi gerekir. Bu durum aşağıdaki gibi formüle edilebilir.

∆A
MİO =
∆B

Eğer B noktası D noktasına çakışacak kadar yakınsa MİO’nın


alacağı sayısal değer, farksızlık eğrisinin o noktadaki eğimine eşit
olacaktır (Şekil 5.9ii).

∆A OM
MİO = = = tgα
∆B ON

A Malı
A Malı

D M

∆A
D
B
∆B
α
0 B Malı 0 N B Malı
(i) (ii)
Şekil 5.9. Marjinal İkame Oranı

Bir farksızlık eğrisi üzerindeki bütün noktalar aynı tatmini sağladığına


göre D noktasından B noktasına gelirken azaltılan A malının tüketilmesiyle

125
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

elde edilecek olan vazgeçilen fayda, B malının tüketim artışları sonucunda


kazanılan faydaya eşittir. Buna göre MİO aşağıdaki şekilde yazılabilir;

∆A × MU A = ∆B × MU B (1)

∆A MU A
= (2)
∆B MU B

MU A
MİO =
MU B
(3)

Farksızlık eğrisinin orijine dışbükey olması durumunda B’nin


miktarı artırıldıkça MİO azalır. Buna azalan marjinal ikame oranı
denilmektedir. Burada tüketicinin kullanacağı B malı miktarı
arttırıldıkça, tüketicinin A malından vazgeçmeye razı olacağı miktarlar
giderek azalacaktır. Çünkü B malı tüketimi arttıkça B malının marjinal
faydası azalırken A malının, B malına göre marjinal faydası artmaktadır.
Bu durum MİO’nın kayıtsızlık eğrisi boyunca azalacağını göstermekte
olup kayıtsızlık eğrisinin orijine dışbükey olma nedenini de
açıklamaktadır. Bu açıklamalar Çizelge 5.4 yardımıyla daha açık bir
şekilde ortaya konulabilir. Buna göre a noktasından, b’ye geçişte tüketici
12 birim yumurtadan vazgeçerken 5 birim ek sucuk tüketmekle aynı
tatmin düzeyinde kalmaktadır. Bu durumda 1 birim sucuk tüketmek için
2.4 birim yumurtadan vazgeçilmektedir.

Çizelge 5.4. Yumurta ve Sucuk Arasındaki MİO


Bileşim Yumurtadaki Sucuktaki MİO
Değişim (1) Değişim (2) (1/2)
a-b -12 5 -2.4
b-c -5 5 -1.0
c-d -3 5 -0.6
d-e -2 5 -0.4

126
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

e-f -1 5 -0.2

5.2.3. Bütçe Doğrusu (Eş Maliyet Doğrusu)


Bütçe doğrusu, tüketicinin sahip olduğu gelir ile satın alabileceği
mal ve hizmet bileşimini gösteren bir doğrudur. Tüketicinin belli bir gelir
düzeyinde ve veri mal fiyatında alabileceği mal miktarı sınırlıdır. Akılcı
bir tüketicinin sınırlı olan gelirini maksimum faydayı elde edecek şekilde
kullanması gerekir. Bu durumu ortaya koyabilmek için tüketici A’nın
günlük gelirinin 10000 TL olduğunu varsayalım. Tüketici A’nın bu geliri
ile düzinesi 500 TL olan yumurta ve kilosu 1000 TL olan sucuk almak
istediğini kabul edelim. Tüketici A’nın günlük geliri ile alabileceği
yumurta ve sucuk bileşimleri Çizelge 5.5’de gösterilmiştir.

Çizelge 5.5. Alınabilecek Maksimum Mal Miktarları


Referans Yumurta Sucuk
noktası (düzine) (kg)
a 20 0
b 18 1
c 16 2
d 14 3
e 12 4
f 10 5
g 8 6
h 6 7
i 4 8
j 2 9
k 0 10

Buna göre tüketici A, gelirinin tamamını sucuk almak için harcarsa


en fazla 10 kg sucuk (10000 / 1000 = 10) ya da yumurta için harcarsa 20
düzine (10000 / 500 = 20) yumurta alabilmektedir. Ancak tüketici A
maksimum tatmin düzeyine ulaşmak için hem yumurta hem de sucuk
almak isteyecektir. Bu durumda tüketici A, bütçesine göre bu iki uç değer

127
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

arasında değişik kombinasyonlarda yumurta ve sucuk alabilecektir.


Örneğin, 18 düzine yumurta ve 1 kg sucuk (b), 16 düzine yumurta veya 2
kg sucuk (c) gibi. Söz konusu bu kombinasyonlar kullanılarak tüketici
A’nın bütçe doğrusu oluşturulmuştur (Şekil 5.10). Bütçe doğrusu
üzerinde yer alan her nokta (a-k), Çizelge 5.5’de verilen bir sırayı (mal
bileşimini) temsil etmektedir.

a
20
A b
c
Yumurta (düzine)
18

16 d
14
e
12 f n
10
g
8 h
6 i
4 m j
2
k
0
B
0 2 4 6 8 10
Sucuk (kg)
Şekil 5.10. Bütçe Doğrusu
Eğer tüketici, a noktasında ise tüm harcamasını yumurtaya yapmış
demektir. Benzer şekilde tüketici, k noktasında ise tüm gelirini sucuk
almak için harcamaktadır. Tüketici b noktasını tercih etmiş ise bu defa
gelirini 18 düzine yumurta ile 1 kg sucuk almak için kullanmaktadır.
Tüketicinin bütçe doğrusu a ve k noktalarının arasında kalan tüm
noktaların birleştirilmesi ile elde edilmektedir. Tüketici, bütçe
doğrusunun içerisinde (solunda) kalan m noktasında ise gelirinin
tamamını harcamamaktadır. Buna karşın bütçe doğrusunun yukarısındaki
(sağındaki) n noktası ise tüketicinin mevcut geliri ile satın alamayacağı
bir mal bileşimini ifade etmektedir. Örneğin n noktası 14 düzine yumurta
ve 8 kg sucuk bileşimini göstermektedir. Bu bileşimin elde edilmesi ise
tüketicinin veri geliri ile olanaksızdır. Bütçe doğrusu, malların
fiyatlarındaki değişmeler veya tüketici bütçesindeki değişmeler nedeniyle
yer değiştirmektedir. Söz konusu bu değişmelerin bütçe doğrusuna
etkileri aşağıda açıklanmıştır.

128
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

5.2.3.1. Gelirdeki Değişmenin Etkisi


Yumurta ve sucuk fiyatları değişmemesine karşın tüketici A’nın
geliri değişirse bunun bütçe doğrusuna etkisi nasıl olacaktır? Bu
sorunun yanıtı Şekil 5.11 yardımıyla açıklanabilir. Şekildeki AB bütçe
doğrusu daha önce incelenen tüketici A’nın bütçe doğrusunu
göstermektedir. Şimdi mal fiyatlarında bir değişiklik olmamasına
karşın tüketici A’nın gelirinin 10000 TL’den 5000 TL’ye düştüğünü
varsayalım. Bu durumda tüketici A daha önceki geliri ile almış olduğu
malların ancak yarısını alabilecektir. Yani tüketici A hiç sucuk almaz
ise sadece 10 düzine yumurta alabilir, ya da hiç yumurta almaz ise
yalnızca 5 kg sucuk alabilir. Bu durumda tüketici A’nın yeni bütçe
doğrusu (CD) daha önceki bütçe doğrusuna (AB) paralel ve orijine
daha yakın olacaktır (Şekil 5.11).
Tüketici A’nın bütçesinin 10000 TL’den 20000 TL’ye çıktığını kabul
edelim. Bu durumda gelir ikiye katlandığı için satın alınan mal miktarları da
ikiye katlanacaktır. Yumurta ve sucuk fiyatları aynı kaldığı varsayıldığına
göre tüketici A tüm gelirini sadece yumurta satın almak için harcarsa 40
düzine yumurta alabilmektedir. Benzer şekilde gelirin tamamı sucuk satın
almak için kullanılırsa bu defa 20 kg sucuk alınabilmektedir. Böylece gelirin
artmasıyla EF ile gösterilen yeni bir bütçe doğrusu meydana gelmektedir
(Şekil 5.11). Burada EF ile gösterilen yeni bütçe doğrusu, AB ve CD bütçe
doğrularına paralel olarak orijinden daha uzaktadır.
Özet olarak, mal fiyatları sabit olduğunda tüketicinin gelirindeki
değişmenin tüketici bütçesini paralel olarak kaydırdığı ortaya çıkmaktadır.
Bütçe doğrusundaki bu kayma; gelir düştüğü zaman orijine doğru, gelir
arttığı zaman ise aksi yönde (orijinden uzaklaşma) gerçekleşmektedir.
Yumurta

40 E

20 A

10

129
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 5.11. Gelirdeki Değişmenin Bütçe Doğrusuna Etkisi

5.2.3.2. Fiyatlardaki Değişmenin Etkisi


Tüketicinin geliri sabitken mal fiyatındaki nispi değişmelerin bütçe
C

D B F
0 5 10 20 Sucuk

doğrusuna etkisi nasıl olacaktır? Bu soruyu yanıtlamak için tüketici geliri


ve yumurta fiyatı sabitken, sucuk birim fiyatının 1000 TL’den 500 TL’ye
düştüğünü varsayalım. Buna göre tüketici A daha önce hiç yumurta
almadan 10 kg sucuk alırken şimdi sucuk fiyatlarındaki azalma nedeniyle
20 kg sucuk alabilecektir. Bu durumda B noktasının yerini B1 alacaktır.
Tüketici A’nın geliri ve yumurta fiyatları değişmediği için tüketici A’nın
yumurta alım gücü değişmemektedir. Dolayısıyla tüketici bütçesi 20
düzine yumurta almaya yeterli olduğundan A noktasında bir değişme
olmayacaktır. Bu durumda, A noktası hem eski, hem de yeni bütçe
doğrusu için aynıdır. Tüketici A’nın yeni bütçe doğrusunu (AB1) elde
etmek için A ve B1 noktalarını bir doğru ile birleştirmek gerekmektedir
(Şekil 5.12).
Sucuk fiyatındaki düşüşün bütçe doğrusuna etkisini gördükten
sonra şimdi sucuk fiyatındaki artışın, bütçe doğrusuna etkisini
inceleyebiliriz. Bunun için tüketici geliri ve yumurta fiyatları sabitken
sucuk fiyatının 1000 TL’den 2000 TL’ye yükseldiğini farz edelim. Bu
durumda tüketici A tüm gelirini sucuk almak için harcarsa sadece 5 kg
sucuk alabilecektir. Dolayısıyla, bu gelir düzeyine göre tüketici A’nın
sucuk alım miktarı artık B2 kadar olacaktır. A noktasında bir değişme
olmayacağı için yeni bütçe doğrusu A ve B2 noktalarının birleştirilmesi
ile oluşacaktır (AB2). Böylece, tüketici A için ikinci bir bütçe doğrusu
meydana gelmiş olmaktadır (Şekil 5.12).
Böylece Şekil 5.12’den görüldüğü gibi sucuk ve yumurta fiyatları
arasındaki nispi farklılıktan kaynaklanan AB, AB1 ve AB2 gibi üç farklı
bütçe doğrusu bulunmaktadır. Söz konusu bu üç bütçe doğrusunun eğimi
birbirinden farklıdır. En fazla dik olan bütçe doğrusu (AB2), sucuk nispi

130
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

fiyatının en yüksek olduğu durumu göstermektedir. Bu durumda bir düzine


yumurta fiyatı, 0.5 kg sucuk fiyatına eşittir. En az dikliğe sahip bütçe
doğrusu ise AB1 olup sucuk fiyatının en düşük olduğu durumu
yansıtmaktadır. AB1 bütçe doğrusunun geçerli olması durumunda bir düzine
yumurta fiyatı, 20 kg sucuk fiyatına eşittir.
Bütçe doğrusunun eğimi; yatay eksende gösterilen mal miktarının,
dikey eksende gösterilen malın fiyatının oranına eşittir. Yani eğim, bütçe
doğrusunun yatay eksenle yaptığı açının tanjantına eşittir. Daha açık bir
ifadeyle bütçe doğrusunun eğimi tüketicinin iki mal arasındaki ikame
tercihini göstermektedir. Tüketici, A malının tüketimini ∆A kadar artırmak
isterse, B malının tüketimini ∆B kadar azaltması gerekmektedir. Dolayısıyla
bu değişim aynı zamanda A malının ilave bir birim tüketiminin fırsat
maliyeti anlamına gelmektedir. Örneğimizde bütçe doğrusunun eğimi bir
birim daha fazla sucuk almak için vazgeçilen yumurta miktarını
göstermektedir. Böylece sucuk fiyatı, yumurta birim fiyatının iki katı ise bir
birim sucuk satın almak için 2 birim yumurtadan vazgeçmek gerekmektedir.
Bu aynı zamanda yumurta cinsinden sucuk fiyatını göstermektedir. Şekil
5.12’deki üç bütçe doğrusu da 20 düzine yumurta yerine alınacak sucuk
miktarlarını göstermektedir. Başka bir ifadeyle bütçe doğrusu bir maldan
ilave bir birim tüketmek için diğer maldan vazgeçilecek miktarı
göstermektedir. Böylece sucuk fiyatı, yumurta fiyatına eşitlenmektedir.
Yani, 1 kg sucuk fiyatı, 1 düzine yumurta fiyatına eşitlenmektedir. Bu da
AB1 bütçe doğrusunun eğimidir. Sucuk fiyatı yarıya düştüğünde, bir birim
yumurta alabilmek için sadece 0.5 birim sucuktan vazgeçmek
gerekmektedir. Bu nedenle AB1 bütçe doğrusu AB bütçe doğrusundan daha
az diktir. Sucuk cinsinden yumurta fiyatı ikiye katlandığında, bir birim
yumurta satın alabilmek için 2 birim sucuktan vazgeçmek gerekmektedir. Bu
nedenle AB2 bütçe doğrusu, AB bütçe doğrusundan daha diktir.
Yumurta

A
20

10

131
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Buraya kadar anlatılanlardan bütçe doğrusunun eğiminin malların


nispi fiyatlarına bağlı olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Tüketici gelirindeki
değişmeler ya da iki mal arasındaki fiyatların eşit oranda değişmesi bütçe
doğrusunun eğimini değiştirmemekte ve bütçe doğrusu paralel bir şekilde
kaymaktadır.

B2 B B1
0 5 10 20 Sucuk

Şekil 5.12. Fiyatlardaki Değişmenin Bütçe Doğrusuna Etkisi

5.2.4. Tüketici Dengesi


Farksızlık teorisinde, tüketici dengesi farksızlık eğrileri ve bütçe
doğrusu kullanılarak açıklanmaktadır. Akılcı tüketici, bütçesinin
olanak verdiği ölçüde en fazla tatmini sağlayan mal demetini tercih
edecektir. Tüketicinin nasıl dengeye geldiği Şekil 5.13 yardımıyla
açıklanabilir. Anımsanacağı üzere tüketici A 10000 TL günlük geliri ile
kilosu 1000 TL olan sucuk ve düzinesi 500 TL olan yumurta almak
istiyordu. Tüketici A veri bütçe doğrusu ile belirlenen alan içerisinde
kalan her mal bileşimini alabilir. Ancak daha önceki açıklamalardan
biliyoruz ki bütçe doğrusunun altında kalan mal bileşimleri bütçenin
(gelirin) tamamının harcanmadığı anlamına gelmektedir. Tüketicinin a
noktasında olduğunu varsayalım. Bu durumda gelirin tamamı yumurta
alımına harcanmaktadır. Ancak tüketici A’nın amacı maksimum fayda
elde etmek olduğundan yumurta ile birlikte sucuk da almak
isteyecektir. Bu nedenle, bütçe doğrusu boyunca aşağıya doğru hareket
etmek gerekmektedir. Bütçe doğrusu boyunca aşağıya doğru gidildikçe
d noktasına kadar tatmin düzeyi artmakta ve d noktasında maksimum
tatmine ulaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle tüketici dengeye
gelmektedir. Bu denge noktası grafiksel olarak, bütçe doğrusunun
farksızlık eğrisine teğet olduğu noktadır. Tüketici eğer d noktasında
durmayıp bütçe doğrusu üzerinde aşağıya doğru devam ederse, daha
düşük farksızlık eğrileri ile karşılaşacaktır. Yani d noktasından sonra

132
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

tüketicinin tatmin düzeyi tekrar azalmaktadır. Tüketici geliri artmadığı


veya tüketilen malların fiyatı düşmediği sürece daha yüksek bir
farksızlık eğrisine ulaşmak söz konusu değildir.

Yumurta
a
20 b c

8 d
I4
I3
e I2
I1
0 f
6 10 Sucuk

Şekil 5.13. Tüketici Dengesi


Bu açıklamalardan sonra tüketici dengesini açıklayan marjinal
fayda ve farksızlık eğrileri yaklaşımları, iki farklı teori olmasına karşın
tüketici dengesi ile ilgili aynı sonuçları verdiği anlaşılmaktadır.
Özetlenecek olursa; farksızlık eğrisi analizinde tüketici tercihleri
farksızlık eğrileri ile gelir ve fiyatlar ise bütçe doğrusu ile
açıklanmaktadır. Tüketicinin bütçe doğrusunun farksızlık eğrilerinden
birine teğet olduğu noktadaki mal bileşimi faydayı maksimum
yapmakta ve tüketici dengeye gelmektedir.

5.2.5. Tüketici Dengesindeki Değişmeler


Bu kısımda tüketicinin zevk ve tercihlerinde bir değişme olmadığı
kabul edilerek tüketicinin dengesini etkileyen gelir ve fiyat etkileri ele
alınacaktır.

5.2.5.1. Gelirdeki Değişmelerin Tüketici Dengesine Etkisi


Daha önceki konularda gelirdeki artışın, bütçe doğrusuna paralel yeni
bütçe doğruları oluşturduğu açıklanmıştı. Şimdi fiyatlar ve tüketici tercihleri
sabitken, gelir artışının denge noktasına olan etkisi incelenebilir. Gelir artışı
bütçe doğrularının paralel bir biçimde sağa kaymasına neden olduğu için

133
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

yeni tüketici dengeleri meydana gelmektedir. Gelirdeki değişimin tüketici


dengesine etkisi Şekil 5.14’te verilmiştir. Anılan şekilden görüldüğü gibi,
tüketicinin geliri arttıkça bütçe doğruları orijinden uzaklaşmaktadır (AB,
CD, ve EF bütçe doğruları). Söz konusu bu bütçe doğrularının farksızlık
eğrilerine teğet olduğu noktalar (x,y,z) tüketici dengelerini göstermektedir.
İşte bu x, y ve z noktalarının birleştirilmesiyle gelir tüketim eğrisi elde
edilmektedir. Başka bir ifadeyle oluşan yeni dengelerin geometrik yerine
gelir-tüketim eğrisi denilmektedir. Söz konusu bu eğri malların fiyatları
sabitken, gelirdeki değişiklikler karşısında tüketimin nasıl değiştiğini
göstermektedir.

Yumurta

E
C

A Gelir-Tüketim Eğrisi
y z
Y2 x
Y1
I3
I2
I1
0
S1 S2 B D F Sucuk

Şekil 5.14. Gelir-Tüketim Eğrisi

134
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Gelir-tüketim eğrisinin şekli tüketilen malların yapısına bağlıdır.


Eğrinin şekli açısından özellikle malın normal mal veya düşük mal olup
olmadığı önemlidir. Şekil 5.14’teki malların normal mal olduğu
varsayıldığından gelir arttıkça tüketilen mal miktarı da artmaktadır. Bütçe
doğrusunun AB’den CD’ye kayması durumunda sucuk miktarı S1’den
S2’ye, yumurta miktarı ise Y1’den Y2’ye artmaktadır. Şekil 5.15’de ise
düşük malların gelir-tüketim eğrisinin biçimi görülmektedir. Görüldüğü
gibi bütçe doğrusunun AB’den CD’ye artması, X1 malının satın alınan
miktarını Q1’den, Q2’ye düşmesine neden olmuştur. Bu olay ekonomide
Giffen Paradoksu1 olarak bilinir. Şekil 5.15’den görüldüğü gibi gelir–
tüketim eğrisi geriye doğru bir eğim çizmektedir. Bu durum gelir arttıkça,
malın tüketiminin azaldığı anlamına gelmektedir. Özetle gelir-tüketim
eğrisi tüketimin gelire bağlı olarak nasıl değiştiğini göstermek için
kullanılmaktadır.

X2
Gelir-Tüketim Eğrisi
C

I2

I1
0 Q2 Q1 B D X1
Şekil 5.15. Düşük Mallar İçin Gelir-Tüketim Eğrisi

1
:Fiyatı azalan bir maldan daha az talep edilmesi çelişkisine Giffen Paradoksu adı verilmektedir. Bu
çelişki XIX. yüzyılda İrlandalı işçilerin patates tüketimini inceleyen Giffen tarafından ortaya atılmştır.

135
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

5.2.5.2. Fiyatlardaki Değişmenin Tüketici Dengesine Etkisi


Tüketici geliri, malların fiyatları ve tüketici tercihleri sabitken, bir
malın örneğin B malının fiyatı düşerse tüketicinin B malına olan talebi
artmaktadır. Bütçe doğrusu konusu açıklanırken malların fiyatlarındaki
değişmenin bütçe doğrusunun eğimini değiştirdiği incelenmişti. Şimdi
fiyatlardaki değişmenin tüketici dengesini nasıl değiştirdiği açıklanacaktır.
Şekil 5.16’da görüldüğü gibi tüketici veri geliri ile hiç sucuk almadan A
kadar yumurta ya da hiç yumurta almadan B kadar sucuk alabilmektedir.
Dolayısıyla tüketicinin bütçe doğrusu AB’dir. Tüketicinin AB bütçe doğrusu
üzerindeki 1 rakamı ile gösterilen mal bileşimini seçtiğini kabul edelim. Bu
noktada tüketici g kadar yumurta, Qo kadar sucuk almaktadır. Şimdi yumurta
fiyatında bir değişme olmamasına karşın, sucuk fiyatının düştüğünü kabul
edelim. Bu durumda yeni bütçe doğrusu AC olacaktır. Sucuk fiyatları bir
miktar daha düşerse yeni bütçe doğrusu AD olacaktır. Böylece 1 rakamı ile
gösterilen dengeye ilave olarak 2 ve 3 rakamı ile gösterilen iki yeni denge
noktası daha meydana gelmiştir. Başka bir ifadeyle I1 ve I2 farksızlık
eğrilerinin AC ve AD bütçe doğrularına teğet olduğu noktalarda (2 ve 3)
yeni denge noktaları oluşmuştur. İşte bu bütçe doğrularının, farksızlık
eğrileri ile teğet oldukları noktalar birleştirilerek fiyat-tüketim eğrisi elde
edilmektedir. Fiyat–tüketim eğrisi; tüketicinin geliri ve A malının fiyatları
sabitken, B malının fiyatları değiştikçe B malının tüketim miktarının nasıl
değiştiğini göstermektedir. Şekil 5.16’da görüldüğü gibi sucuk fiyatındaki
düşme sucuk tüketim miktarının Qo’dan Q1’e ve Q1’den Q2’ye artmasına
neden olmuştur.
Yumurta

I1 I2
A I0

1
g 2
3 Fiyat-Tüketim Eğrisi

0
136 Q2 C Sucuk
Fiyat

1.0
2.0
1.5 s t v Sucuk talebi
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 5.16. Fiyat-Tüketim Eğrisi

5.2.5.3. Fiyat Değişmelerinden Kaynaklanan Gelir ve İkame


Etkileri
Tüketici geliri, diğer malların fiyatları sabitken bir malın fiyatı
değişirse, tüketici fiyatı değişen mala olan talebinin yanında diğer mallara
olan talebini de değiştirir. Buna göre, örneğin, A ve B malı tüketiminde A
malının fiyatının düşmesi, tüketicinin gelirinin reel olarak artması anlamına
geldiğinden, A ve B malları eski fiyat düzeyine göre daha çok talep
Q0 B Q1 D
edilmektedir. Bu artışın fiyat düştüğünde talepte ortaya çıkan kısmına gelir
etkisi, gelir etkisinin dışındaki artışa da ikame etkisi denilmektedir.
Dolayısıyla bir malın fiyatındaki değişmenin tüketiciyi iki şekilde etkilediği
anlaşılmaktadır. Kişinin satın alma gücü nedeniyle oluşan etkiye de gelir
etkisi denilmektedir. Fiyatı değişmeyen malın, diğer mallarla ikame edilme
oranı değişirse ikame etkisinden bahsedilmektedir.
Yumurta ve sucuk örneği ile gelir ve ikame etkileri açıklanabilir.
1.0

0.5

0
Q0 Q1 Q2 Miktar (Q)

Sucuk fiyatlarındaki düşme tüketicinin satın alma gücünü artıracağından


sucuğa karşı talep miktarı artacaktır. İşte fiyattaki bu değişme nedeniyle
gelirde (reel gelir) artış olması fiyatın gelir etkisi olarak bilinir. Diğer
yandan, sucuk fiyatındaki düşme, yumurtaya göre sucuğu daha ucuz hale
getirdiğinden, sucuk daha çok satın alınırken yumurta tüketimi azalacaktır.
Fiyatın bu etkisi, ikame etkisi olarak bilinir. Kısaca söylemek gerekirse,
tüketici geliri sabitken, malların nispi fiyatlarındaki değişmelerden ileri
gelen etkiye ikame etkisi, reel gelirdeki değişmeden kaynaklanan etkiye ise
gelir etkisi denilmektedir.
Gelir etkisini belirleyebilmek için malların nispi fiyatlarını, ikame
etkisini belirleyebilmek için de gelirin (reel) sabit tutulması gerekmektedir.

137
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Farksızlık eğrileri yaklaşımı ile ikame ve gelir etkileri açıklanabilmektedir.


Şekil 5.17’de görüldüğü gibi tüketici, AB bütçe doğrusuna sahip olup Q1
kadar sucuk tüketerek 1 noktasında dengeye gelmektedir. Şimdi gelir ve
yumurta fiyatları sabitken, sucuk fiyatlarının düştüğünü kabul edelim. Bu
durumda tüketicinin bütçe doğrusu AC’ye kayacak ve yeni denge noktası da
I2 farksızlık eğrisi üzerinde 3 rakamı ile gösterilen yerde oluşacaktır (Şekil
5.17). Oluşan bu yeni denge noktasında tüketici Q3 kadar sucuk satın
almaktadır. Şimdi ikame ve gelir etkisi ayrı ayrı incelenebilir. Bu amaçla
önce reel gelir (satın alma gücü) sabit tutularak nispi fiyatlardaki değişme
daha sonra ise nispi fiyatlar sabit tutularak reel gelirdeki değişme
açıklanacaktır.

5.2.5.3.1.İkame Etkisi
Tüketicinin reel geliri sabitken malların sadece nispi fiyatlarının
değiştiğini varsayalım. Bu durumda tüketici I1 eğrisi üzerinde olacak ancak
malların nispi fiyatları değiştiği için 1 rakamı ile gösterilen denge
noktasında artık maksimum tatmin elde edemeyecektir. Ayrıca nispi fiyatlar
AB’nin eğimi değil AC’nin eğimine eşittir. Bu durumda tüketicinin en iyi
mal bileşimini seçmesi için Iı eğrisi üzerinde 1 nolu denge noktası yerine
başka bir yerde dengeye gelmesi gerekmektedir. Bu optimum denge noktası,
yumurta cinsinden sucuğun yeni nispi fiyatının, ikame edilen (ilave olarak
tüketilen) yumurtanın MİO’na eşit olduğu yerde sağlanacaktır. Bu eşitliğin
sağlandığı noktada (optimum dengede), farksızlık eğrisi, sucuk fiyatı/
yumurta fiyatı oranının temsil ettiği bütçe doğrusuna teğettir.
Bu noktayı bulmak için AC’ye paralel ve aynı zamanda I1 eğrisine
teğet olan A1C1 doğrusu oluşturulur (Şekil 5.17). A1C1 ve AC birbirine
paralel oldukları için aynı eğime sahiptirler. Dolayısıyla A1C1’nin I1 eğrisi
ile teğet olduğu nokta tüketicinin denge konumudur. Bu durumda, yani
tüketicinin geliri sabitken sucuk fiyatları düşerse ve tüketicinin reel geliri
sabit tutulursa tüketicinin tatmin düzeyini 2 rakamı ile gösterilen yerde
maksimum yapacağı söylenebilir. Dolayısıyla tüketicinin fiyat düşmeden
önceki sucuk tüketimi Q1 ile fiyat düştükten sonraki sucuk tüketimi Q2
arasındaki fark yani Q2-Q1 fiyattaki değişmenin ikame etkisidir (Şekil 5.17).
Böylece ikame etkisi sonucu tüketici asıl denge noktası olan 2 nolu konuma
gelir. 1 ve 2 nolu dengeler aynı farksızlık eğrisi üzerinde bulunduğundan 1
nolu konumdan 2 nolu konuma geçmek tüketicinin refahını etkilemez.

138
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Ancak 2 nolu denge konumuna geçmekle daha ucuz olan sucuğun daha çok,
pahalı olan yumurtanın daha az alınması gibi akılcı bir davranış gerçekleşir.

5.2.5.3.2. Gelir Etkisi


Daha önce de belirtildiği gibi fiyat etkisi; ikame ve gelir etkisi olarak
ikiye ayrılmaktadır. Gelir etkisi; nispi fiyatlar sabitken tüketici satın alma
gücünde bir artış olmasından kaynaklanmaktadır. Şekil 5.17’de görülen Q3-
Q2 sucuk miktarı gelir etkisini göstermektedir. Buna göre miktardaki toplam
artıştan (Q3-Q1), ikame etkisi (Q2-Q1) çıkarılarak gelir etkisi (Q3-Q2) kolayca
bulunabilir.
Ancak gelir etkisinin nasıl ortaya çıktığının anlaşılması önemlidir. Bu
nedenle Şekil 5.17’de daha önce açıklanan ikame etkisini bir kenara
bırakarak gelir etkisini belirleyelim. Buna göre başlangıçta tüketicinin
farksızlık eğrisini I1 olarak kabul ediyoruz. Gelirdeki artış nedeniyle
tüketicinin farksızlık eğrisi I2 olacaktır. Şimdi nispi fiyatlarda bir
değişmenin olmadığı sadece tüketicinin gelirinin arttığı durumda tüketicinin
nasıl davranacağını belirleyebiliriz. Bu durumu kabul etmemizin nedeni
sadece fiyat değişikliğinin gelir etkisi ile ilgilenmemizden
kaynaklanmaktadır. Yani her iki malın fiyatı sabitken tüketicinin gelirinin
arttığını kabul ediyoruz. Dolayısıyla 2 ve 3 rakamı ile gösterilen sucuk
tüketim miktarını karşılaştırmamız gerekmektedir.
Bunun nedeni sucuk nispi fiyatının her iki noktada da eşit olması ve
sadece tüketici reel gelirinin I1 eğrisinden I2 eğrisine çıkmasıdır (Şekil 5.17).
Görüldüğü gibi tüketici, sucuk fiyatı sabitken reel gelir arttığı zaman sucuk
tüketimini Q2’den Q3’e artırmaktadır. İşte bu artış (Q3-Q2) fiyattaki
değişmenin gelir etkisidir. Gelir ve ikame etkileri toplamı net, toplam ya da
fiyat etkisi olarak isimlendirilmektedir. Bir malın fiyatı düşerse gelir ve
ikame etkisi sonucu o maldan daha çok satın alınır. Ancak bu normal mallar
için genellenebilirken düşük mallar için gelir ve ikame etkisi ters yönlüdür.
Özet olarak, malın kendi fiyatındaki değişmenin tüketicinin satın
alımına etkisi kavramsal olarak ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, tüketici
gelirinin satın alma gücündeki bir değişmedir. Bunun nedeni, sabit gelir ile
fiyattaki değişmedir. İkincisi ise nispi fiyatlardaki değişmenin etkisidir.
Bunlardan ilk etki gelir etkisi olup bir farksızlık eğrisinden diğer eğriye olan
hareketin talep edilen miktar üzerindeki etkisini göstermektedir (reel
gelirdeki değişme). İkinci etki ise ikame etkisi olup, reel gelir sabitken nispi
fiyatlar değiştikçe farksızlık eğrisi boyunca harekete bağlı olarak talep
edilen miktardaki değişmeyi ifade etmektedir.

139
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Yumurta

Şekil 5.17. Fiyatın Gelir ve İkame Etkisi


A
I1 I2

A1
1
3

0
Q1 Q2 B Q3 C1 C
Sucuk

İkame Gelir
Etkisi Etkisi

Fiyat Etkisi

140
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

BÖLÜM 6
ÜRETİM VE MALİYETLER

Bir önceki bölümde tüketici davranışları incelenmiş ve tüketicinin


amacının maksimum fayda elde etmek olduğu belirtilmişti. Bu bölümde ise
üretici davranışları ile ilgili üretim ve maliyet konuları açıklanacaktır.
Tüketicinin amacı faydayı, üreticinin amacı ise kârı maksimum yapmak
olduğundan tüketici davranışları ile üretici davranışları arasında önemli bir
benzerlik bulunmaktadır. Üretici kârını maksimum yapabilmek için üretim
davranışlarında maliyet ve geliri dikkate almaktadır. Üretim teorisi kısa ve
uzun dönem üretimlerine göre açıklanacaktır. Kısa ve uzun üretim dönemleri
açıklandıktan sonra girdilerden birinin diğeri yerine ikamesi esasına dayanan
eş-ürün eğrileri üzerinde durulacak ve son olarak maliyet teorisi
incelenecektir. Üretim maliyetlerinin incelenmesi de üretim teorisi gibi kısa
ve uzun dönem maliyetleri olarak açıklanacaktır.
Kısa dönem, üretim faktörlerinin en az birinin sabit olduğu bir
dönemi kapsamaktadır. Başka bir ifadeyle kısa dönem, bütün girdiler
sabitken, girdilerden sadece bir tanesinin değiştiği durumda üretim
miktarının ne yönde ve ne ölçüde değişeceğini açıklamaktadır. Gerçek bir
üretim dönemi olan kısa dönemde, miktarı değişen girdiler değişken girdi
olarak ifade edilir.
Uzun dönem, üretim faktörlerinin tümünün değiştirilebildiği bir
süreyi ifade eder. Üretim kapasitesinin değiştirilebildiği bu dönemde işletme
ekipman miktarı ve fabrika büyüklüğü de dahil olmak üzere kullandığı bütün
kaynakları değiştirebilir. Ancak uzun dönem gerçek bir üretim dönemi
olmayıp, planlama dönemi olarak nitelendirilmektedir. Burada, kısa ve uzun
dönem ile ilgili iki konuyu daha açıklamakta yarar bulunmaktadır. Bu
konulardan birincisi kısa ve uzun dönemlerde üretim fonksiyonunun sabit
olmasıdır. Yani her iki dönemde de temel üretim teknolojisinde bir
değişiklik olmamaktadır. Üretim teknolojisindeki değişmenin olduğu dönem
çok uzun dönem olarak ifade edilmektedir.
Üretim dönemleri ile ilgili üzerinde durulması gereken ikinci konu ise
kısa ve uzun dönemden sadece basit olarak bir zaman süresinin
anlaşılmaması gerektiğidir. Üretim ve maliyet teorisinde kısa ve uzun
dönemler, bir zaman süresinin yanısıra bazı koşulların yerine getirilmesini
de kapsayan bir zaman süresini ifade etmektedir. Ayrıca kısa ve uzun dönem

141
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

ayırımına tam olarak uygun düşen bir zaman aralığı (ay veya yıl) belirtmek
zordur. Söz konusu bu zaman ayırımı farklı faaliyet dallarında büyük
farklılıklar gösterebilmektedir.

6.1. Kısa Dönemde Üretim: Değişken Girdi Getirisi


Herhangi bir mal veya hizmetin üretimi için üretim faktörlerine veya
girdilere (input) ihtiyaç bulunmaktadır. Üretim faktörleri ve girdiler çoğu
zaman aynı anlamda kullanılmakla birlikte esasında girdi kavramı, üretim
faktörleri kavramına göre çok daha geniş kapsamlıdır. Üretim faktörleri;
toprak, emek, sermaye ve girişimci faktörlerinden oluşmaktadır. Buna karşın
girdi denilince, üretim sürecine giren her şey (hammadde, ara malı, enerji
gibi) ifade edilmektedir. Örneğin, tarımsal üretimde toprak, emek ve
sermaye kullanımından bahsedildiğinde sadece üretim faktörleri söz
konusudur. Ancak, “üreticinin iyi bir verim elde etmesi için üretim
sürecinde gübreleme, sulama, tarımsal savaşım ve hasat gibi işlemler doğru
bir şekilde yapılmalıdır” denildiğinde ise girdilerden söz edilmektedir.
Girdiler genel olarak sabit ve değişken girdi olarak ikiye
ayrılmaktadır. Sabit girdi; kısa dönemde üretimde kullanılan miktarı sabit
olup, üretim miktarı değişse bile miktarı değişmeyen girdilerdir. Buna karşın
üretim miktarına bağlı olarak miktarı değişen girdiler değişken girdi olarak
adlandırılır. Örneğin, kısa dönemde fabrika ve makine sabit girdi iken
işgücü ve hammadde değişken girdidir. Çıktı (output) ise üretim faaliyeti
sonucunda meydana gelen ve üretimin amacı olan ürünlerdir.

6.1.1. Kısa Dönem Üretim Fonksiyonu


Girdiler ile çıktılar arasındaki ilişki üretim fonksiyonu ile açıklanır.
Bir firmanın veya işletmenin çıktısı, o işletmede üretim sürecinde kullanılan
girdilerin miktar ve bileşimine bağlıdır. Üretim fonksiyonunda, girdi ve ürün
fiyatları (maliyetler) göz önüne alınmadan sadece mevcut teknoloji
çerçevesinde ürün ve girdi ilişkilerinin fiziki yönü ele alınmaktadır. Girdi ile
çıktı arasındaki fonksiyonel bağ üretim fonksiyonu olarak ifade edildiğinden
üretim fonksiyonu aşağıdaki gibi yazılabilir;

Y = f ( X 1 / X 2 , X 3 ,...... X n )

Burada Y toplam üretim miktarını, X1 değişken girdi miktarını,


X 2 , X 3 ,...... X n ise belli bir anda üretimde kullanılan sabit üretim
girdilerinin miktarını gösterir. Bu nedenle üretim fonksiyonu, farklı girdi

142
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

bileşimlerinin kullanılmasıyla bir maldan elde edilebilecek ürün miktarlarını


gösteren teknolojik bir ilişki olarak da tanımlanmaktadır. Kısa dönem üretim
fonksiyonunda, diğer tüm faktörler sabitken bir faktör arttırıldığında toplam
ürünün nasıl değiştiği incelenmektedir. Üretim fonksiyonu ile ürün ve
girdiler arasındaki teknik ilişkiler saptanmaktadır. Ancak ekonomistler daha
çok bu ilişkinin ekonomik yönü ile ilgilidirler. Bunun için, genellikle önce
tüm girdiler sabitken, girdilerden sadece bir tanesi değiştiğinde üretim
miktarının ne yönde ve ölçüde değişeceği, daha sonra ise bütün girdilerin
değiştiği durumda üretimin ne ölçüde değişeceği araştırılmaktadır.

6.1.2. Toplam, Ortalama ve Marjinal Ürün


Toplam Ürün (TÜ): Değişken girdi miktarının arttırılmasıyla elde
edilen toplam çıktıya toplam ürün denilmektedir. Eğer biri hariç, tüm
üretim girdileri sabit tutulursa toplam ürün kullanılan değişken faktör
miktarına göre değişecektir. Söz konusu bu değişme Çizelge 6.1’in ikinci
sütununda gösterilmiştir. Burada emek (L) değişken faktör, sermaye (K)
sabit faktör olarak kabul edilmiştir. Toplam ürünün grafiksel gösterimi ise
Şekil 6.1’in üst kısmında verilmiştir. Toplam ürün, kullanılan değişken girdi
miktarındaki artışa bağlı olarak başlangıçta artan oranlarda artar, daha sonra
azalan oranlarda artar ve nihayet belirli bir noktadan sonra mutlak olarak
azalmaya başlar. Çizelge 6.1’de görüldüğü gibi değişken girdi kullanımı
arttıkça toplam ürün artmakta ve belli bir noktada maksimum ürün (64
birim) elde edilmektedir. Ancak değişken girdi kullanım miktarı 9 birime
yükseldiğinde toplam ürün azalmaktadır. Özetlemek gerekirse, sadece bir
girdi kullanımı arttırılıp, diğerleri sabit tutulduğunda toplam ürün sırasıyla
artan oranlarda artış, azalan oranlarda artış ve mutlak olarak azalış olmak
üzere üç aşamalı bir gelişme gösterir.
Ortalama Ürün (OÜ): Ortalama ürün, toplam ürünün kullanılan
değişken girdi miktarına (L) bölünmesi ile elde edilir. Dolayısıyla OÜ, her
birim emek başına düşen toplam ürün (TÜ) miktarını göstermektedir.


OÜ =
L

Çizelge 6.1’in üçüncü sütunundan izlenebileceği gibi değişken girdi


miktarı arttıkça ortalama ürün önce artar, belli bir noktada (5 işçi),
maksimuma (11 birim) ulaşır ve sonra azalmaya (5.işçiden sonra) başlar.

143
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Ortalama ürünün maksimum olduğu noktaya azalan ortalama prodüktivite


noktası da denilmektedir.

Marjinal Ürün (MÜ): Marjinal ürün, toplam üründeki (TÜ)


değişme miktarının, değişken girdi miktarındaki birim değişmeye oranıdır.

∆TÜ
MÜ =
∆L

Başka bir ifadeyle marjinal ürün, değişken girdinin her ek biriminin


kullanılmasından dolayı toplam üründe meydana gelen değişmedir. Buna
göre marjinal ürün, üretim fonksiyonunun türevine eşittir. Marjinal ürün
değerleri Çizelge 6.1’in dördüncü sütununda verilmiştir. Örneğin kullanılan
işçi sayısının 4’ten 5’e çıkması (∆L = 1) , toplam ürünün 40 birimden 55
birime çıkmasına neden olmaktadır. Yani çıktı 15 birim artmaktadır
(∆TÜ = 15) . Dolayısıyla marjinal ürün 15 ( MÜ = 15 / 1) birim olarak
hesaplanmış olur. Çizelge 6.1’de açıkça görüldüğü gibi marjinal ürün çıktı
arttıkça başlangıçta artar daha sonra ise azalır. Bu durum Çizelge 6.1’deki
değerler izlenerek görülebilir. Nitekim marjinal ürün, 4 işçi kullanıldığında
maksimum (19 birim) olmakta, daha sonra ilave edilen her işçinin marjinal
ürünü azalmakta ve 9 işçi kullanıldığında marjinal ürün negatif olmaktadır.
Marjinal ürünün maksimum olduğu nokta azalan marjinal prodüktivite
olarak da ifade edilmektedir.

Çizelge 6.1. Toplam, Ortalama ve Marjinal Ürün


Kullanılan İşçi Toplam Ortalama Marjinal
Sayısı (L) Ürün (TÜ) Ürün (OÜ) Ürün (MÜ)
(1) (2) (3) (4)
1 4 4 4
2 10 5 6
3 21 7 11
4 40 10 19
5 55 11 15
6 60 10 5
7 63 9 3
8 64 8 1
9 63 7 -1

144
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

6.1.3.Azalan Verim Yasası


Bir üretim faktörü (sermaye) sabitken, diğer bir üretim faktörü (emek)
değiştirilir ise belli bir noktadan sonra ilave edilen her ek miktar değişken
faktör birimi, toplam üretime kendisinden bir önceki değişken faktör
birimine göre daha az katkıda bulunur. Bu olaya azalan verimler (veya
değişken oranlar yasası) denir. İlk defa David Ricardo tarafından 19.
yüzyılda ifade edilen bu yasa ekonomide en çok kabul gören ve en eski
teorilerden birisidir. Ricardo tarafından tarım işletmelerinde yapılan
incelemeler sonucu ortaya atılan bu yasa ilk önceleri sadece tarımsal üretim
için geçerli sayılmıştı. Ancak günümüzde azalan verimler yasasının sadece
tarımsal üretimde değil, her üretim faaliyeti için geçerli olduğu kabul
edilmektedir. Bu nedenle herhangi bir üretim faaliyetinde girdilerden yalnız
biri arttırılıp, diğerleri sabit tutulduğu zaman bir süre sonra mutlaka azalan
verimler yasası ile karşılaşılmaktadır. Ancak azalan verimler yasasının kısa
dönemde geçerli olduğunu unutmamak gerekir.
Azalan verimler yasası, Şekil 6.1’de verilen grafikle açıklanabilir.
Görüldüğü gibi grafik iki kısımdan oluşmaktadır. Grafiğin üst kısmı toplam
ürün, alt kısmı ise ortalama ve marjinal ürün eğrilerini göstermektedir.
Sermaye sabit tutulup emek kullanımı arttırıldığında toplam ürün
artmaktadır. Bu artış işçi sayısının 1’den 8’e çıkarılmasına kadar devam
etmektedir. Buna karşın ortalama üründeki artış 5 işçi, marjinal üründeki
artış ise 4 işçi çalıştırılmasına kadar artmaktadır. Ancak oluşan bu
maksimum seviyelerden sonra toplam, ortalama ve marjinal ürün
azalmaktadır.
Azalan verimler yasasının işleyişini bir örnek ile açıklayabiliriz.
Örneğin, bir çiftçinin sadece iki üretim faktörü kullanarak tarımsal üretim
yaptığını varsayalım. Bu faktörlerden sabit olan üretim faktörü arazi (10
dekar), değişken üretim faktörü ise emek olsun. Çiftçi yalnızca bir işçi
çalıştırdığında, o işçi üretim sürecindeki tüm işleri yapmak zorundadır.
Dolayısıyla tek bir işçi tüm işleri yapmak zorunda olduğundan, işçinin
üretim sürecindeki herhangi bir işte (hasat, ilaçlama, vb.) uzmanlaşması söz
konusu olmayacaktır. Çiftçinin üretimde çalıştırmak üzere bu işçinin yanına
ikinci bir işçi daha istihdam ettiğini düşünelim. Bu durumda işçilerin
aralarında bir işbölümü yapılabileceğinden uzmanlaşma söz konusu
olabilecektir. Dolayısıyla işgücü verimliği, yani marjinal ürün artacaktır.
Aynı üretim faaliyeti için üç işçi istihdam edildiğinde ise uzmanlaşma daha
da artacak ve elde edilen ilave ürün miktarında artış daha fazla olabilecektir.
Ancak üretimdeki bu artış sürekli devam etmeyecek ve bir noktadan itibaren
işe alınan ek işçilerin marjinal ürünleri düşecektir. Dolayısıyla bu noktadan

145
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

itibaren ilave edilen her yeni işçinin üretime katkısı, kendisinden bir
öncekine göre daha az olacak şekilde üretim artacaktır. Burada arazi miktarı
sabit (10 dekar) olduğundan belli bir sayıda işçi istihdamından sonra azalan
verim etkisini göstermektedir. Sabit olan arazi üzerinde daha fazla işçi
çalıştırılmasına devam edilirse bir süre sonra üretimde mutlak bir azalma
kaçınılmaz olacaktır. Eğer azalan verimler yasası geçerli olmasaydı, sabit
girdiye değişken girdi miktarını ekleyerek üretimi sürekli olarak artırmak
olanaklı olabilecekti.

6.1.3.1. Marjinal ve Ortalama Ürün Eğrileri Arasındaki İlişkiler


Şekil 6.1’de izlenebileceği gibi üretim sürecinde kullanılan işçi
sayısında başlangıçtaki artışlar; toplam, ortalama ve marjinal üründe
artışa neden olmaktadır. Ancak belli bir işçi sayısından sonra işçi
sayısındaki artış bir süre için toplam ürünü artırmaya devam etse bile
istihdam edilen yeni işçilerin üretime katkıları azalmaktadır. Bu nedenle
önce marjinal ürün azalmakta daha sonra ise ortalama ürün azalmaktadır.
İşçi sayısı 9’a çıktığında ise toplam ürün, ortalama ürün ve marjinal ürün
azalmaya başlamaktadır. Marjinal ürün ve ortalama ürün arasındaki
ilişkiler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

(i) Marjinal ürün, ortalama üründen büyük olduğu sürece, ortalama


ürün artmaktadır ( MÜ > OÜ ⇒ OÜ artar ) .

(ii) Ortalama ürünün maksimum olduğu noktada, ortalama ürün ile


marjinal ürün birbirine eşittir (OÜ = maksimum ⇒ OÜ = MÜ )

(iii) Marjinal ürün ortalama üründen küçük olduğu zaman, ortalama


ürün azalmaktadır ( MÜ < OÜ ⇒ OÜ azalız ) .

(iv) Marjinal ürün sıfır olduğu zaman, toplam ürün maksimumdur


( MÜ = 0 ⇒ TÜ maksimumdur ) .

6.1.3.2. Üretim Safhaları


Şekil 6.1’in incelenmesinden görüleceği gibi üretimin üç safhası
bulunmaktadır. Bu safhalar I., II. ve III. üretim safhaları olarak ifade edilir.

146
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

I. üretim safhası; Başlangıçtan ortalama ürünün en yüksek olduğu


noktaya kadar devam eder. Bu noktada aynı zamanda ortalama ürün eğrisi
ile marjinal ürün eğrisi birbirine eşittir (OÜ=MÜ).

II. üretim safhası; Ortalama ürünün maksimum olduğu noktadan


marjinal ürünün sıfır olduğu noktaya kadar devam eder (MÜ=0).
III. üretim safhası; Marjinal ürünün sıfır olmasından sonraki
safhadır. Bu safhada toplam ürün azalmaya başlar. Üretimin bu safhaları ve
bu safhaların teknik özellikleri Çizelge 6.2’de verilmiştir.
Çıktı

70 TÜ
60

50

40

30

20

10

0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İşgücü
(i) Toplam Ürün
Çıktı

20 I. Safha II.Safha III.Safha

15

10

5

0
1 2 3 4 5 6 7 8 9 İşgücü
-5
(ii) Marjinal ve Ortalama Ürün MÜ

147
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 6.1. Toplam, Ortalama ve Marjinal Ürünler


“İşletmeci ya da firma bu üretim safhalarından hangisinde üretim
yapacaktır?” sorusuna hemen verilecek yanıt bu safhanın III. üretim safhası
olmayacağıdır. Çünkü III. safhada üretici daha çok girdi kullanmasına
karşın, daha düşük düzeyde üretim elde etmektedir. Dolayısıyla rasyonel
hareket eden hiçbir üretici bu safhada üretim yapmak istemez. I. üretim
safhasına gelince, bu safhada kullanılan değişken girdinin etkinliği I.
safhanın sonuna kadar devam etmektedir. Bu safhada ilave bir birim
değişken faktörün sağladığı üretim miktarı ortalama ürünün çok üstündedir.
Dolayısıyla I. safhada üretim yapılırsa üretici daha yüksek bir kârdan
kendisini mahrum bırakmış olacaktır. Bu açıklamadan sonra üretimin II.
safhada yapılması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak üretim II.
safhanın neresinde yapılacaktır? Bu sorunun yanıtını vermek için ise girdi ve
çıktı fiyatlarının bilinmesine gerek vardır. Üretim fonksiyonu ile ilgili iki
optimum nokta bulunmaktadır. Bunlar, toplam ürünün maksimum olduğu
fiziki optimum nokta ile üretimde kullanılması gereken en ekonomik
değişken girdi miktarını veren ekonomik optimum noktadır.

Çizelge 6.2. Üretim Fonksiyonu Safhalarının Teknik Özellikleri


I. Safha I. ve II. Safha II. Safha II. ve III. Safha III. Safha
arasındaki sınır arasındaki sınır
TÜ, dönüşüm OÜ maksimuma TÜ azalan TÜ TÜ
noktasına kadar artan ulaşır. oranlarda artar. maksimuma azalmaktadır.
oranlarda artar. ulaşır.
OÜ artmaktadır. OÜ=MÜ OÜ azalmaktadır. MÜ sıfırdır. OÜ
azalmakta
ancak
MÜ’ den
büyüktür.
MÜ artmakta olup, Esneklik Katsayısı MÜ sürekli olarak Esneklik MÜ negatif
OÜ’den ve sıfırdan (εp)=1 azalmakta ve bu Katsayısı olup sürekli
büyüktür safha boyunca (εp) =0 azalmaktadır.
OÜ’ den küçüktür.
MÜ maksimuma ulaşır OÜ ve MÜ’ nün OÜ sıfırdan
ve azalmaya başlar her ikisi de büyüktür.
ancak hala OÜ’den pozitiftir.
büyüktür.
Esneklik Esneklik Esneklik
Katsayısı Katsayısı Katsayısı
(εp)>1 (εp)<1 (εp) <0

148
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

6.2. Uzun Dönemde Üretim: Ölçeğe Getiri


Hatırlanacağı üzere uzun dönem, üretim faktörlerinin hepsinin
değiştirilebildiği bir zaman süresi olarak tanımlanmıştı. Uzun dönemde, kısa
dönemden farklı olarak sabit faktörler de arttırıldığına göre toplam ürün ne
şekilde değişecektir? Başka bir ifadeyle firma tüm girdilerini aynı oranda
arttırırsa, toplam üründe nasıl bir değişme olacaktır? Bu soruları
açıklayabilmek için ölçeğe göre getiri konusunu incelemek gerekir. Ölçeğe
getiri kavramı uzun dönemde, ölçek değiştikçe girdi ve çıktı arasındaki
ilişkileri tanımlamak için kullanılmaktadır. Uzun dönemde üretim
faktörlerinin hiç birisi sabit olmadığından girdilerin tümünün miktarı
arttırıldığında çıktının değişimine bağlı olarak üç durum söz konusudur.
Bunlar; ölçeğe sabit getiri, ölçeğe artan getiri ve ölçeğe azalan getiri olarak
ifade edilmektedir.
Ölçeğe göre getiriyi açıklamak için firmanın sadece sermaye ve emek
olmak üzere iki üretim faktörü kullandığını varsayalım. Eğer firma emek ve
sermayenin kullanımını iki katına çıkardığında çıktıda iki kattan daha fazla
bir artış olursa ölçeğe artan getiri söz konusudur. Eğer girdilerdeki iki kat
artış, çıktıda iki kat artışa yol açarsa ölçeğe sabit getiriden söz edilir.
Girdilerdeki iki kat artış, çıktıda iki kattan daha az bir artış meydana
getirirse ölçeğe göre azalan getiriden bahsedilir. Ölçeğe getirinin bu üç
durumu Şekil 6.2’de verilmiştir. Şekilde farklı kapasitede iki fabrika için
kısa dönem ortalama ürün ve kısa dönem marjinal ürün eğrileri
gösterilmektedir. Kısa dönemde firma, fabrikaların ancak birinde üretim
yapabilmektedir. Dolayısıyla çıktıdaki değişme, yalnızca değişken girdideki
değişmeden kaynaklanmaktadır. Buna karşın uzun dönemde firma bu iki
fabrikanın herhangi birinde üretim yapabilir. Bu nedenle uzun dönem
değişmeleri, bir seri kısa dönem eğrilerinden diğerine hareketten
oluşmaktadır. Bu durum sermayenin değiştirilebildiği anlamına gelmektedir.
Şekil 6.2’de kısa dönem ortalama ve marjinal ürün eğrileri küçük fabrika
için KOÜ1 ve KMÜ1, büyük fabrika için ise KOÜ2 ve KMÜ2 ile
gösterilmiştir. Büyük fabrikada, küçük fabrikanın tam iki katı sermaye
kullanıldığı varsayılmaktadır. Ölçeğe getirinin üç durumu Şekil 6.2
yardımıyla aşağıda kısaca açıklanmıştır.

149
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 6.2. Uzun Dönemde Ölçeğe Getiri

Kişi başına ürün


c d

KOÜ2
KOÜ1 KMÜ2
KMÜ1

L1 L2 İşgücü
(i) Ölçeğe Sabit Getiri
Kişi başına ürün

KOÜ2
0 KOÜ1
KMÜ2
KMÜ1

0
L1 L2 İşgücü
150
Kişi başına ürün

(ii) Ölçeğe Artan Getiri

n m
KOÜ1
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

6.2.1. Ölçeğe Sabit Getiri


Üretimde kullanılan girdiler belirli bir oranda arttırıldığı zaman çıktı
da aynı oranda artarsa, buna ölçeğe göre sabit getiri denilmektedir. Çünkü
bu durumda kullanılan girdi miktarı iki katına çıkarıldığında, çıktıda iki
katına çıkmaktadır. Ölçeğe göre sabit getiri Şekil 6.2’nin en üst kısmında
KMÜ1
KOÜ2

KMÜ2
0
L1 L2 İşgücü
(iii) Ölçeğe Azalan Getiri
verilmiştir. Söz konusu şekilden izlenebileceği gibi firmanın kısa dönem
ortalama ürün (KOÜ1) eğrisi üzerindeki c noktasında çalıştığını varsayalım.
Bu noktada ortalama ürün maksimumdur. Yani L1 kadar işçi çalışmakta ve
işçi başına ortalama ürün ise c kadardır. Şimdi, birincinin iki katı
büyüklüğünde olan yeni bir fabrika yapıldığını ve bu fabrikada öncekinin iki
katı kadar işçi çalıştığını kabul edelim. Yani, büyük fabrikada çalışan işçi
miktarı (L2), küçük fabrikada çalışan işçi miktarının (L1) iki katı kadardır.
Bu durumda çıktı da iki kat artmaktadır. Başka bir ifadeyle birim girdi
miktarı başına düşen çıktıda aynı orandadır. Böylece Şekil 6.2(i)’de c=d ve
ölçeğe getiri sabit olmaktadır.

6.2.2. Ölçeğe Artan Getiri


Girdilerde belirli bir oranda artış, çıktıda girdideki artış oranından
daha fazla bir artışa neden olursa ölçeğe artış söz konusudur. Daha açık bir
ifadeyle girdilerin miktarı iki kat arttırıldığında, çıktı iki kattan daha fazla
artış gösterirse ölçeğe göre artan getiriden bahsedilir. Artan getiri durumu
Şekil 6.2(ii)’de verilmiştir. Burada firmanın küçük fabrikadan daha büyük
fabrikaya geçtiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla firma kullanmış olduğu
sermaye miktarını iki katına çıkarmaktadır. Benzer şekilde kullanılan işçi
miktarının da iki katına (L1’den L2’ye) çıktığı varsayılmaktadır. Bu durumda
ortalama ürün kullanılan girdilerden daha fazla artmaktadır. Yani h>g
olmaktadır. Buna göre işçi ve sermaye girdileri iki kat arttırıldığında, çıktıda
iki kattan daha fazla artış söz konusu olmakta yani ölçeğe getiri artmaktadır.

6.2.3. Ölçeğe Azalan Getiri

151
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Girdilerin tümündeki belirli bir orandaki artış çıktıda, girdideki artış


oranına göre daha az oranda bir artış meydana getirirse ölçeğe göre azalan
getiri söz konusudur. Yani girdilerin miktarı iki kat arttırıldığında çıktıdaki
artış, iki kattan daha az ise azalan getiri durumu vardır. Ölçeğe azalan getiri
Şekil 6.2(iii)’de gösterilmiştir. Bu durumda fabrika kapasitesi ve işçi miktarı
iki katına çıkarılmasına karşın ortalama ürün n’den m’ye düşmektedir. Yani
girdideki iki kat artışla çıktıda iki kattan daha az bir artış olmaktadır.
Genellikle ölçek değiştikçe (kullanılan faktör miktarları arttıkça)
firma önce artan getiri, sonra sabit getiri ve sonunda azalan getiri aşamasına
ulaşır. Ancak her üç durumda da üretim teknolojisi değişmemekte sadece
ölçek değişmektedir.

6.3. Eş-Ürün Eğrileri


Daha önceki konularda girdilerden birinin değiştirilip diğerlerinin
sabit tutulduğu ya da bütün girdilerin aynı oranda değiştirildiği
durumlarda üreticinin üretim davranışları incelenmişti. Şimdi bir
faktörün, diğeri yerine ikame edilmesi durumundaki üretim kurallarının
nasıl ortaya çıktığı açıklanacaktır. Bu amaçla eş-ürün eğrileri yaklaşımı
kullanılacaktır. Eş-ürün eğrisi belirli bir üretim miktarını oluşturan iki
üretim faktörünün çeşitli bileşimlerini gösterir. Dolayısıyla eş-ürün eğrisi
üzerinde toplam ürün sabitken üretim faktörleri değişkendir. Eş-ürün
eğrileri daha önce tüketim teorisinde açıklanan farksızlık eğrilerine
benzemektedir. Ancak farksızlık eğrileri üzerinde toplam fayda sabitken
eş-ürün eğrileri üzerinde toplam ürün sabittir.
Eş-ürün eğrilerini açıklamak için üretim sürecinde sermaye (K) ve
emek (L) gibi üretim faktörlerinin kullanıldığını varsayalım. Buna göre
belirli bir ürünü elde etmek için (örneğin 6 birim) eğri üzerinde kalmak
koşulu ile emek ve sermayenin bütün olası bileşimleri elde edilebilir
(Çizelge 6.3). Çizelge 6.3’deki veriler kullanılarak eş-ürün eğrisi
açıklanabilir. Görüldüğü gibi belirli bir üretim miktarına (6 birim),
ulaşmak için emek ve sermayenin değişik bileşimleri söz konusudur.
Örneğin; ilk bileşimde (a) sermaye daha çok (18 birim) kullanılırken,
emek daha az (2 birim) kullanılmaktadır. Üretimi sabit tutabilmek için
giderek daha çok miktarda emek, sermayenin yerine ikame edilmektedir.
İkameye devam edilirse g bileşiminde sermayenin daha fazla oranda
emek ile ikame edildiği görülmektedir. Sermaye ve emek faktörleri
arasındaki ikame oranı Çizelge 6.3’ün son üç sütununda gösterilmiştir.

152
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Görüldüğü gibi faktörler arasında ikame oranının mutlak değeri giderek


küçülmektedir.

Çizelge 6.3. Belirli (Sabit) Çıktıyı Üretmenin Alternatif Yöntemleri


Sermaye Emek ∆K ∆L İkame Oranı
Bileşim (K) (L) ∆K/∆L
A 18 2 - - -
B 12 3 -6 1 -6.00
C 9 4 -3 1 -3.00
D 6 6 -3 2 -1.50
E 4 9 -2 3 -0.67
F 3 12 -1 3 -0.33
G 2 18 -1 6 -0.17

Çizelge 6.3’deki değerlerden yararlanılarak eş-ürün eğrisi (Şekil 6.3)


çizilmiştir. Görüldüğü gibi eş-ürün eğrisi, belirli miktarda bir üretim (6
birim) miktarı, emek ve sermayenin değişik bileşimlerinden elde
edilmektedir. Eş-ürün eğrisi üzerinde bir noktadan diğerine hareket
edildiğinde, sabit üretim düzeyinde kalabilmek için bir üretim faktörünü
diğeri ile ikame etmek gerekliliği vardır. Örneğin; b noktasından c’ye
hareket edildiğinde; 1 birim emek, 3 birim sermaye yerine ikame
edilmektedir.

20
Sermaye

a
16

12 b

c
8
153
4
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 6.3. Eş-Ürün Eğrisi

Tüketicilerin farksızlık eğrilerine benzer şekilde, üreticiler için de çok


sayıda eş-ürün eğrileri çizilebilir. Bu şekilde çok sayıda eş-ürün eğrisinden
oluşan eğrilere eş-ürün paftası adı verilir (Şekil 6.4). Eş ürün eğrilerinden
d
e
f
g Q=6

0 4 8 12 16 20 İşgücü

orijinden en uzakta olan (10 birim) en yüksek üretim düzeyini temsil eder.

Şekil 6.4. Eş-Ürün Paftası

6.3.1. Eş Ürün Eğrilerinin Özellikleri


Eş-ürün eğrilerinin özellikleri, tüketici teorisinde incelenen
tüketicilerin farksızlık eğrilerine benzemektedir. Eş-ürün eğrilerinin
özellikleri kısaca şöyle özetlenebilir:
(i) Eş-ürün eğrileri birbirlerini kesmezler. Eş-ürün eğrilerinin
birbirleri ile kesişmesi aynı girdi bileşiminin farklı iki üretim miktarını

4 8 12 16 20 Emek
meydana getirmesi anlamına gelir. Bu durum eş-ürün eğrilerinin tanımına
uygun düşmez.

20
Sermaye

Q=10
16 Q=8
Q=6
12 Q=4

8
154
4

0
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

(ii) Eş-ürün eğrileri sol yukardan sağ aşağı doğru azalan bir
eğridir. Bu durum eş-ürün eğrisinin eğiminin negatif olmasından
kaynaklanmaktadır.
(iii) Eş-ürün eğrileri genellikle orijine göre dış bükeydir. Eş-ürün
eğrisinin orijine dış bükey olmasının nedeni marjinal ürünün azalış yasası ile
açıklanabilir. Anımsanacağı gibi eş-ürün eğrilerinde, kullanılan iki üretim
faktöründen birinin miktarında belli bir azaltma yapılmasına karşın ürün
miktarının değişmemesi istenilmektedir. Bunu sağlamanın yolu ise ancak
diğer faktörün kullanımındaki yapılacak artışlar ile olasıdır. Başka bir
ifadeyle üretimde kullanılan iki faktörden birisinin azaltılması ile ortaya
çıkacak olan üretim kaybını önlemek için, diğer faktörün kullanım
miktarının giderek arttırılması gerekmektedir. İşte bu gereklilik, yani bir
faktörün kullanımı azaltılırken diğerinin arttırılarak kullanılması, eş-ürün
eğrilerinin dış bükey olmasına yol açmaktadır.
(iv) Eş-ürün eğrileri orijinden uzaklaştıkça ürün miktarı artar.
Bir eş-ürün eğrisinden bir üstteki diğer eş-ürün eğrisine geçilmesi daha
yüksek bir üretim düzeyini gösterir. Dolayısıyla her bir eş-ürün eğrisi ayrı
bir üretim seviyesine sahiptir.

6.3.2. Marjinal Teknik İkame Oranı


Aynı eş-ürün eğrisi üzerinde kalmak koşuluyla herhangi bir üretim
faktöründen bir birim vazgeçilmesi karşılığında, diğer üretim faktöründen
kullanılan miktar arasındaki oran marjinal teknik ikame oranı (MTİO)
olarak ifade edilir. Örneğin, eş-ürün eğrisi üzerinde C noktasından D’ye
geçildiğini varsayalım. Bu durumda aynı ürün düzeyini koruyabilmek için
emek faktörünün yerine sermaye ikame edilmektedir. Buna göre D
bileşiminde ∆L kadar daha az emek (L), buna karşın ∆K kadar daha çok
sermaye (K) kullanılmaktadır (Şekil 6.5). D noktasında emek yerine sermaye
ikame edildiğinden MTİT LK = ∆L / ∆K yazılır. Burada emek ikame olan,
sermaye ise ikame eden faktördür. Diğer yandan MTİO, yani ∆L / ∆K oranı
aynı zamanda eş-ürün eğrisinin eğimine eşittir.
Eş-ürün eğrisinin herhangi bir noktasındaki MTİO, o noktada
faktörler arasındaki marjinal verimlilik oranına eşittir. Sermaye miktarı
artıp, emek miktarı azalırken, sermayenin marjinal veriminin düşmesine
karşılık, miktarı azalan emek faktörünün marjinal verimi artar. Başka bir
ifadeyle, bir birimlik emek kaybını karşılamak için sermayeden giderek daha
fazla satın alınması gerekir. Dolayısıyla emek faktörünün azalmasından
kaynaklanan üretim azalması, daha fazla kullanılan sermayenin neden

155
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

olduğu üretim artışına eşit olacaktır. Sermayenin marjinal verimliliği MVK,


emek faktörünün marjinal verimliliği de MVL ile gösterilirse MTİO şöyle
ifade edilebilir:

Sermayenin Marjinal Verimliliği MVK


MTİT = =
EmeğmeMarjinal Verimliliği MVL

∆L MVK
Buradan; MTİO LK = = olur.
∆K MVL

Emek
(L)

L1 C

∆L
D
L2
α

0 K1 ∆K K2 Sermaye (K)

Şekil 6.5. Eş-Ürün Eğrilerinin Eğimi

Biraz önce açıklandığı gibi MTİO, aynı zamanda üretimde kullanılan


faktörlerin verimlilikleri oranını ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle, iki
faktör arasındaki MTİO, faktörlerin marjinal verimlilikleri arasındaki orana
eşittir. Örneğin; 1 birim emeğin marjinal verimliliğinin 2 birim çıktı, 1 birim
sermayenin marjinal verimliliğinin ise 1 birim çıktı olduğunu varsayalım.
Eğer firma üretim miktarını sabit tutmak için sermayenin kullanımını
azaltıp, emek faktörünü arttırırsa, bu durumda firma vazgeçtiği her birim
sermaye için sadece ½ birim emek ilave edecektir. Üretim faktörlerinden
birini 1 birim azaltıp, diğerini 1 birim arttırdığımızda üretim miktarı
değişmiyorsa faktörler arasında tam ikame vardır. Bu durumda MTİO=1’dir.
Ancak gerçek hayatta daha çok, MTİO’nın sıfırdan büyük (MTİO>0) ve
birden küçük (MTİO<1) olduğu durum yaygındır.

156
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

6.3.3. Eş Maliyet Doğruları


Tüketici dengesi analizlerindeki bütçe doğrusunda olduğu gibi, üretici
dengesinde de iki faktörün piyasa fiyatları arasındaki orana göre belirlenen
eş-maliyet doğrusu elde edilmektedir. Dolayısıyla, eş-maliyet doğrusunun
çizimi bütçe doğrusunun çizimine benzemektedir. Yani faktör fiyatları veri
iken firmanın farklı bileşimlere ödeyeceği masraf toplamı eş-maliyet
doğruları ile gösterilir (Şekil 6.6). Başka bir ifadeyle üretici çok farklı faktör
bileşimleri ile aynı miktar üretim yapabilir. Bu nedenle belirli bir toplam
harcama ile satın alınabilecek tüm faktör bileşimlerini gösteren doğru eş-
maliyet doğrusu olarak ifade edilmektedir.

Mt : Üreticinin sermaye (K) ve emek (L) faktörleri için yaptığı toplam


harcama (maliyet, bütçe)
PL : Emek faktörünün fiyatı
PK : Sermaye faktörünün fiyatı olarak ifade edilsin.

Eğer üretici toplam bütçesini (Mt) sermaye faktörü alımı için


kullanırsa, K = M t PK birim kadar (OA kadar) sermaye alabilir. Diğer
yandan üretici bütün gelirini sadece emek faktörü alımına ayırırsa
L = M t PL birim kadar (OB kadar) emek faktörü alabilecektir. Bu durumda
toplam maliyet ile üretim faktörleri arasında aşağıdaki ilişki kurulabilir;

M t = PK .K + PL .L

Buna göre üretim faktörleri sabitken, üreticinin her iki faktörden


satın alabileceği miktarlara yapılacak harcama toplamı, toplam maliyet
denklemini vermektedir.
Sermaye

A
Mt/PK
Mt = PKKc + PL.L
PK D

157
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 6.6. Eş-Maliyet Doğrusu

Eş-maliyet doğrularının bütünü ile sağa kayması daha yüksek bir


harcama anlamına gelir. Buna göre en yüksek harcama miktarı orijinden en
uzaktaki eş-maliyet doğrusu ile temsil edilir (Şekil 6.7). Söz konusu
doğruların her biri belirli bir masraf miktarını belirtmektedir. Her bir eş-

E
PL
B
0 Mt /PL Emek

Emek

maliyet doğrusunun eğimi, faktör fiyatları oranına eşit olduğundan emek


fiyatı PL ve sermaye fiyatı PK ile gösterilirse eş-maliyet doğrusunun eğimi
PK / PL olur. Burada iki noktayı daha belirtmekte yarar vardır. Bunlar;
eş-maliyet doğrularının eğiminin, faktör fiyatları oranına eşit olması ve
eş-maliyet doğrusu üzerindeki bütün noktaların üretici için maliyetinin aynı
olmasıdır.
Şekil 6.7. Eş-Maliyet Doğruları

0 B 158
D F Sermaye
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Eş-maliyet doğruları farklı biçimler alabilir. Eş-maliyet doğrusu


açıklanırken üretim faktörleri fiyatları ve toplam üretici harcaması sabit
kabul edilmişti. Eğer, üretim faktörleri fiyatlarından birisinin fiyatı
değişirse veya faktör fiyatları sabitken, üreticinin toplam harcamalarında bir
artış olursa durum ne olacaktır? Bir faktörün fiyatı değişirse örneğin,
sermayenin fiyatında bir düşme olursa üretici açısından aynı miktar
harcama ile fiyatı düşen sermaye faktöründen daha fazla alma olanağı
meydana gelir. Bu durumda, AB eş-maliyet doğrusu, AC’ye kayar
(Şekil 6.8i). Üretim faktörleri sabitken üreticinin bütçesinde bir artış olursa,
eş-maliyet doğrusu bütünüyle sağa kayar. Bu durumda yeni eş-maliyet
doğrusu (CD), önceki eş maliyet doğrusuna (AB) paralel bir doğru olacaktır
(Şekil 6.8ii).

Emek Emek

A
C

0 B C Sermaye 0 B D Sermaye
(i) Sermaye Fiyatının Düşmesi (ii) Üreticinin Bütçesinin Artması

Şekil 6.8. Eş-Maliyet Doğrularının Faktör Fiyatları ve Harcamalara Göre


Değişmesi

6.3.4. Üretici Dengesi (Optimum Faktör Bileşiminin Seçimi)


Üreticinin amacı, belirli bir harcama ile en yüksek üretimin elde
edilmesidir. Eş-maliyet doğrusuna herhangi bir noktada teğet olan eş-ürün
eğrisi en yüksek üretim miktarını belirler. Söz konusu teğet noktasında, aynı
zamanda en uygun sermaye (K) ve emek (L) bileşimi elde edilir. Firma için
en uygun faktör bileşimi E noktası olup bu noktadaki üretim Od kadar emek
ve Or kadar sermaye kullanılarak gerçekleşir (Şekil 6.9). Üretici bu bileşim
ile en yüksek üretimi, en düşük maliyet ile gerçekleştirir. AB eş-maliyet

159
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

doğrusu üzerinde E’nin dışında bir noktanın (N) alınması, aynı masrafla
daha düşük bir üretim miktarı demektir. Aslında N noktası AB eş–maliyet
doğrusu üzerinde bulunmaktadır. Ancak daha düşük bir üretim miktarını
temsil eden P0 eş-ürün eğrisi üzerindedir. Diğer yandan üretici dengesi,
üreticinin bütçesini aştığı için P2 üzerinde de olamaz. Dolayısıyla üreticinin
belirli bir maliyetle üretimini maksimize ettiği üretim düzeyi E noktasında
gerçekleşir.
Üreticinin dengeye geldiği E noktasında, eş-ürün eğrisinin eğimi
(∆ L / ∆ K ) ile eş-maliyet doğrusunun eğimi ( PK / PL ) birbirine eşittir. Daha
önceki açıklamalarda eş-ürün eğrisinin eğiminin, MTİO’na eşit olduğu
[(∆ L / ∆ K ) = ( PK / PL )] belirtilmişti. Diğer yandan MTİO’nın aynı zamanda,
üretim faktörlerinin marjinal verimlilikleri oranına ( MVK / MVL ) eşit
olduğu da ifade edilmişti. Bu durumda;

∆ L / ∆ K = MVK / MVL eşitliği elde edilir. Bu eşitlik aynı zamanda;

MVK / MVL = PK / PL veya MVK / PK = MVL / PL olarak yazılabilir.

Bu formüle göre, E denge noktasında sermaye (K) faktörünün


marjinal veriminin (MVK) sermayenin fiyatına (PK) oranı, emeğin (L)
marjinal veriminin (MVL) emeğin fiyatına (PL) oranına eşittir. Bu eşitlik,
belirli bir üretimin en düşük masrafla veya belirli bir masrafla en yüksek
üretimin gerçekleşmesi anlamına gelir. Yani, üretici masraflarını faktörler
arasında dağıtırken, her bir üretim faktörüne harcadığı son liranın yaratacağı
marjinal verimler birbirine eşit olacak şekilde davranır.

Emek

A N

d E

P2
P1

P0
0 r B Sermaye
160
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Şekil 6.9. Optimum Faktör Bileşiminin Seçimi

6.3.5. Genişleme Yolu


Genişleme yolu, farksızlık eğrilerinde açıklanan gelir-tüketim
eğrisinin üretim teorisindeki şeklidir. Genişleme yolu, faktör fiyatları sabit
kalmak koşulu ile üretim miktarı ve maliyetler değiştiği zaman ürün
miktarının genişlediğini gösteren bir çizgidir. Dolayısıyla genişleme yolu
firmanın bir ölçekten diğer bir ölçeğe geçişini gösterir. Eş–ürün eğrileri ile
eş-maliyet doğrularının teğet olduğu noktalar (a, b, c), üreticinin belirli bir
üretimi en düşük maliyet ile üretmesini sağlayan faktör bileşimlerini gösterir
(Şekil 6.10). İşte bu noktaların birleştirilmesi ile genişleme yolu (0S) elde
edilir. Genişleme yolu üstündeki her nokta, faktör fiyatları sabitken hem
üretimdeki maksimizasyonu hem de masraflardaki minimizasyonu gösterir.
Genişleme yolunun bir doğru şeklinde olması şart değildir. Genişleme
yolunun şekli üretim fonksiyonunun özellikleri ile ilişkilidir.

Sermaye
S
Genişleme Yolu

c
K1
b
a P3

P2

P1

0 L1 İşgücü

Şekil 6.10. Üreticinin Genişleme Yolu

6.3.6. Faktör Fiyatlarının Değişmesinin Üretici Dengesine Etkisi

161
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Genişleme yolu açıklanırken faktör fiyatları sabit olarak kabul


edilmişti. Ancak faktör fiyatları zaman içerisinde değişmekte ve bu durum
üreticilerin davranışlarını etkilemektedir. Dolayısıyla faktör fiyatlarındaki
bir değişmenin, üreticinin davranışlarını nasıl etkileyeceğini, bu değişmenin
etkisinin nasıl olacağını incelemek gerekir. Örneğin, üretimde kullanılan
faktörlerden sermayenin fiyatı düşerse, üreticinin yeni eş-maliyet doğrusu
AC olacaktır (Şekil 6.11). Yani sermaye faktörünün fiyatının düşmesi ile
üreticinin eş-maliyet doğrusu AB’den AC’ye kaymaktadır. Bu durumda,
üreticinin yeni dengesi de M’den N noktasına kayacaktır. Buradaki eski ve
yeni denge noktalarının birleştirilmesi ile fiyat-faktör eğrisi elde edilir.
Fiyat-faktör eğrisi, tüketici analizlerinde incelenen fiyat-tüketim eğrisinin
benzeridir. Sermaye faktörünün fiyatının düşmesi firmanın reel satın alma
gücünü arttırdığından, fiyatı değişmeyen emek faktörünün de talebini
arttırıcı yönde etki yapar. Bunun nedeni sermaye faktörünün fiyatının
düşmesi ile üretici bir yandan sermayeyi, emek ile ikame etmesinden, diğer
yandan da artan sermaye miktarının yeni emek faktörüne gereksinim
göstermesinden kaynaklanmaktadır.

Emek

N Fiyat-Faktör Eğrisi

0 B C Sermaye

Şekil 6.11. Fiyat-Faktör Eğrisi

6.4. Üretim Maliyetleri

162
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Daha önceki konularda üretim teorisi ile ilgili olarak azalan verim
yasası, girdi-çıktı ilişkileri ve üretim ölçeği açıklanmıştı. Bu açıklamalar
yapılırken, üreticilerin kullanmış olduğu girdiler ve ürün miktarı
arasındaki fonksiyonel ilişkiler üzerinde durulmuştu. Ancak üreticinin
kullanmış olduğu girdilerin fiyatları dikkate alınmamıştı. Üretim
fonksiyonuna paralel olarak üretim miktarı ile maliyetler arasındaki
ilişkiler maliyet fonksiyonu olarak ifade edilmektedir. Maliyet; üretim ve
verim ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle maliyet fonksiyonu türetilmiş
bir fonksiyondur. Üretim fonksiyonunda olduğu gibi üreticinin maliyet
fonksiyonu da değişik şekiller alabilir. Bununla birlikte üretim
maliyetleri üzerindeki açıklamalar iki türlü maliyet fonksiyonu ile
yapılacaktır. Bunlar kısa ve uzun dönem üretim-maliyet ilişkileridir.
Maliyetlerin kısa ve uzun dönem olarak incelenmesinin önemli bir nedeni
uzun dönem maliyetlerin, firmaya geleceğe yönelik faaliyetlerin
planlanmasında ışık tutmasıdır. Firmanın yatırım kararları ve teknoloji
seçimi gibi konular uzun dönem maliyetlerine göre şekillenir. Buna
karşın kısa dönem maliyetler, belirli bir dönemde yapılan faaliyetlerden
kaynaklanan maliyetleri belirler. Kısa ve uzun dönem maliyetlerini
incelemeden önce maliyet kavramının üzerinde kısaca durmakta yarar
vardır.
Maliyet, firmaların üretimde kullandıkları faktörler için yapmış
olduğu ödemelerin tutarıdır. Maliyet kavramı geniş bir kavram olup açık
maliyet, örtük maliyet, alternatif ve sosyal maliyetleri kapsar.
Açık maliyet; firmalar tarafından üretim faktörleri sahiplerine ücret,
faiz, rant veya ara mallara yapılan parasal ödemelerdir. Açık maliyetler
ödenen ücret ve maaşlar, hammadde, kredi faizi gibi ödemelerden oluşur.
Örtük maliyet; firmaların üretimde kullandığı ancak bu kullanım
karşılığında parasal bir ödeme yapılmayan kaynakların değeridir. Ancak
örtük maliyetler için parasal ödeme yapılmaması, bu maliyetlerin bir maliyet
unsuru olma özelliğini yok etmez. Örtük maliyetler muhasebe kayıtlarına
kaydedilmediğinden, muhasebe maliyeti gerçek ekonomik maliyetlerden
düşük çıkar.
Alternatif maliyet; fırsat maliyeti olarak da bilinir. Buna göre,
üretilen herhangi bir malın değeri, aynı kaynaklarla üretilebilecek başka bir
malın değerini gösterir. Dolayısıyla herhangi bir üretimin alternatif maliyeti,
üretim yapıldığı için gerçekleştirilemeyen en iyi alternatif üretimdir.
Sosyal maliyet; toplumun kaynaklarının bir mal için kullanılmasının
değeridir.

163
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

6.4.1. Kısa Dönem Üretim Maliyetleri


Kısa dönem üretim maliyetleri, firmaların belli bir dönemde
yürüttükleri faaliyetler sonucu geçekleşen maliyetlerdir. Daha önceki
açıklamalardan kısa dönemin üretim kapasitesinin değişmediği ve üretim
miktarındaki artışın emek, hammadde gibi faktörlerin kullanımının
arttırılmasıyla elde edildiği bir dönem olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla
kısa dönemde üreticiler sabit faktör üzerine değişken faktörleri ilave ederek
üretimde bulunmaktadırlar. Bu nedenle kısa dönem maliyetlerde tıpkı kısa
dönem üretim fonksiyonu gibi faktörlerin bir kısmının sabit tutulup
diğerlerinin değiştirilmesiyle belli bir üretim seviyesine ulaşılan minimum
maliyetli faktör bileşimidir. Buna göre firmalar miktarı sabit olan faktörlere
sabit harcama yaparken, miktarı değiştirilen faktörlere de değişen harcama
yapar. Bu nedenle maliyetler sabit ve değişken maliyetler olarak ikiye
ayrılmaktadır.
(i) Sabit maliyetler (SM): Kısa dönemde değişmeyen ancak uzun
dönemde değişen maliyetlerdir. Sabit maliyetler, kısa dönemde kullanılan ve
miktarı sabit olan girdilerin maliyeti olduğundan, bu maliyetlerin üretim
miktarı ile ilişkisi yoktur. Başka bir ifadeyle, sabit maliyetler kısa dönemde
üretim miktarına bağlı olarak değişmez ve üretimin miktarı ne olursa olsun
gerçekleşen maliyetlerdir. Yani, sabit maliyetler üretim hiç yapılmasa bile
gerçekleşen maliyetlerdir. Sabit maliyetlere indirekt maliyetler (veya
kaçınılamayan maliyetler) denilmektedir. Sabit maliyetlere fabrika ve
ekipmanın kira bedeli, borç faizi, amortismanlar ve sigorta primleri örnek
olarak verilebilir.
(ii) Değişken maliyetler (DM): Değişken maliyetler, üretimde
kullanılan değişir faktörlere yapılan harcamalardan oluşur. Bu nedenle
değişken maliyetler üretim miktarına bağlı olan maliyetlerdir. Değişken
maliyetlere; malzeme, yakıt ve taşıma masrafları, doğrudan üretimde çalışan
işçilere ödenen ücretler örnek olarak verilebilir. Değişken maliyetler, üretim
arttıkça artar, üretim azalınca azalır. Bu nedenle değişken maliyetler ile
üretim miktarı arasında pozitif bir ilişki vardır. Üretim hiç yapılmazsa, yani
üretim sıfır olursa değişken maliyetler de sıfırdır. Değişken maliyetler,
üretim miktarına bağlı olarak değiştiğinden genellikle direkt (veya
kaçınılabilir) maliyetler olarak da tanımlanmaktadır. Ancak uygulamada
masrafların sabit ve değişken olarak ayrımı teoride anlatıldığı kadar kolayca
yapılamamaktadır.
Kısa dönem maliyetleri ile ilgili olarak Çizelge 6.4 verilmiştir.
Kullanılan girdilerden emek değişken, sermaye ise sabit faktör olarak kabul

164
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

edilmiştir. Emeğin birim fiyatı 20 TL, sermayenin birim fiyatı ise 5 TL


olarak kabul edilmiş ve bu değerlere göre toplam, ortalama ve marjinal
maliyetler hesaplanmıştır (Çizelge 6.4). Toplam sabit masraflar kısa
dönemde sabit olduğundan, yani üretim miktarına göre değişmediğinden tüm
üretim seviyesinde bu masraflar aynıdır (10 x 5=50 TL). Emek değişken
üretim faktörü olarak kabul edildiğinden, değişken masrafların hesaplanması
işgücünün birim miktarı ile birim fiyatının çarpılmasıyla bulunmuştur. Kısa
dönem üretim maliyetleri toplam, ortalama ve marjinal maliyet olarak ayrı
ayrı aşağıda incelenmiştir.

6.4.1.1. Toplam Maliyetler (TM)


Toplam maliyetler belli bir miktarda mal veya hizmet üretmek için
firmanın kullandığı tüm kaynakların maliyetlerinin toplamından oluşur.
Dolayısıyla toplam maliyetler, sabit ve değişken maliyetlerin toplamından
oluşmaktadır. Toplam sabit maliyet TSM, toplam değişken maliyetler TDM
ve toplam maliyetler de TM ile gösterilirse, toplam maliyet aşağıdaki gibi
ifade edilir:

TM = TSM + TDM

Toplam sabit masraflar üretim seviyesine göre değişmez. Yani üretim


bir birim de olsa bir milyon birim de olsa sabit masraflar aynıdır. Buna
karşın üretim arttıkça toplam değişken maliyetler arttığı için toplam
maliyetler de artar.

6.4.1.2. Ortalama Maliyetler (OM)


Ortalama maliyetler, belli bir toplam maliyetin üretim miktarına (Q)
bölünmesi ile bulunur;

OM = TM / Q

Ortalama maliyetler; ortalama sabit maliyet (OSM) ve ortalama


değişken maliyet (ODM) olmak üzere ikiye ayrılır. Ortalama sabit maliyet;
toplam sabit maliyetin üretim miktarına (Q) bölünmesi ile elde edilir:

OSM = TSM / Q

165
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Ortalama değişken maliyet (ODM) ise toplam değişken maliyetin


(TDM) üretim miktarına (Q) bölünmesi ile hesaplanır.

ODM = TDM / Q

Dikkat edileceği gibi ortalama maliyetlerin, aynı zamanda ortalama


sabit ve değişken maliyetlerin toplamına eşit olduğu açıktır.

OM = OSM + ODM

Ortalama değişken maliyetler; üretim miktarındaki değişmeye göre


artabilir, azalabilir veya sabit kalabilir. Eğer toplam değişir masraflar
(TDM), üretimden çok daha hızlı artış gösterirse ortalama değişken
maliyetler yükselecektir. Eğer toplam değişken masraflar, üretimden daha
yavaş artış gösterirse ortalama değişken masraflar azalacaktır. Toplam
değişken masraflardaki artış ile üretimdeki artış aynı oranda olursa bu defa
ortalama değişken masraflar sabit olacaktır. Yani ortalama değişken maliyet,
artan verimin geçerli olduğu üretim safhasında azalır, azalan verimin olduğu
üretim hacminde ise artar. Buna karşın ortalama sabit maliyetler üretim
düzeyi arttıkça sürekli olarak azalmaktadır. Hatta çok yüksek çıktılarda
ortalama sabit masraflar sıfıra doğru yönelmektedir. Çünkü, ortalama sabit
maliyetler üretim arttıkça giderek daha büyük miktarda üretime
bölünmektedir.

6.4.1.3. Marjinal Maliyet (MM)


Marjinal maliyet, üretim miktarındaki değişmeye karşılık, toplam
maliyetteki değişme olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, marjinal maliyet
aşağıdaki gibi ifade edilir.

MM = ∆TM / ∆Q

Ancak toplam maliyeti oluşturan maliyetlerden, toplam sabit maliyet


üretim miktarından bağımsız olduğundan (değişmediğinden) marjinal
maliyet; aşağıdaki gibi yazılabilir.

MM = ∆TDM / ∆Q

166
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Dolayısıyla marjinal maliyet üretim miktarındaki değişmeler


karşısında toplam değişken maliyetin değişme oranı olarak tanımlanabilir.
Marjinal maliyetler de ortalama maliyetler gibi üretimdeki değişmeye bağlı
olarak artabilir, azalabilir veya sabit kalır.

167
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler

Çizelge 6.4.Toplam ve Ortalama Maliyetler (İşgücü birim fiyatı 20 TL ve sermaye birim fiyatı 5TL)
Girdiler Üretim Toplam Maliyet (TL) Ortalama Maliyet (birim TL) Marjinal
İşgücü Sermaye Miktarı Sabit Değişken Toplam Sabit Değişken Toplam Maliyet
(birim) (birim) (Q) (TSM) (TDM) (TM) (OSM) (ODM) (OTM) (MM)
(1) (2) (3) (4) (5) (6)=(4/5) (7)=(4/3) (8)=(5/3) (9)=(6/3) (10)
1 10 4 50 20 70 12.50 5.00 17.50 -
2 10 10 50 40 90 5.00 4.00 9.00 3.33
3 10 21 50 60 110 2.38 2.86 5.24 1.82
4 10 40 50 80 130 1.25 2.00 3.25 1.05
5 10 55 50 100 150 0.91 1.82 2.73 1.33
6 10 60 50 120 170 0.83 2.00 2.83 4.00
7 10 63 50 140 190 0.79 2.22 3.01 6.67
8 10 64 50 160 210 0.78 2.50 3.28 20.00
TM = TSM + TDM OTM= TM /Q = OSM +ODM
OSM = TSM /Q MM = ∆TDM /∆Q= ∆TM/ ∆Q
ODM = TDM/Q

127
6.4.1.4. Kısa Dönem Maliyet Eğrileri
Çizelge 6.4’deki veriler kullanılarak çizilen kısa dönem maliyet
eğrileri Şekil 6.12’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi marjinal maliyet eğrisi,
ortalama toplam maliyet ve ortalama değişken maliyet eğrilerini minimum
noktalarından kesmektedir. Toplam sabit maliyet ise yatay eksene paralel bir
doğrudur. Çünkü, tüm üretim seviyelerinde bu masrafın miktarı (50 TL)
sabittir. Toplam değişken maliyet ve toplam maliyet eğrileri birbirine
paraleldir. Bu ikisi arasındaki dikey uzaklık, toplam sabit maliyete eşittir.
Bu uzaklığın değeri Çizelge 6.4’te görüldüğü gibi 50 TL’dir. Toplam
değişken maliyetlerdeki artış başlangıçta azalır, belli bir noktadan sonra da
artar.
Kısa dönem ortalama toplam maliyet eğrileri genelde U biçimindedir.
Ortalama masraf eğrisinin U şeklinde olmasının nedeni, ortalama sabit
maliyetlerin üretim arttıkça hızla azalmasından kaynaklanır. Buna karşın
ortalama değişken maliyet eğrisinin U şeklinde olmasının nedeni, azalan
verimler yasasıdır. Üretim miktarı arttıkça ortalama değişken maliyet eğrisi
giderek ortalama maliyet eğrisine yaklaşarak yükselmektedir. Çünkü, yüksek
üretim miktarlarında ortalama maliyetler içerisinde ortalama sabit
maliyetlerin payı çok azaldığından ortalama maliyet ile ortalama değişken
maliyet eğrileri birbirlerine yaklaşmaktadır. Ortalama maliyet ve marjinal
maliyet eğrisi arasındaki ilişkiler şöyle özetlenebilir;
(i) Ortalama maliyetler marjinal maliyetlerden büyük ise, ortalama
maliyetler azalmaktadır (OM > MM ⇒ OM azalmaktadır ) .
(ii) Ortalama maliyetler marjinal maliyetlere eşit olduğunda, ortalama
maliyetler minimum olur (OM = MM ⇒ OM min imumdur ) .
(iii) Marjinal maliyet, ortalama maliyetten büyük ise ortalama maliyet
artmaktadır ( MM > OM ⇒ OM artmaktadır ) .
TM

Toplam Maliyet

Birim Maliyet
TDM
MM

OTM
TSM
ODM
OSM

0 Ürün 0 Qm Ürün
(i) Toplam Maliyet Eğrileri (ii) Ortalama Maliyet Eğrileri

Şekil 6.12. Toplam, Ortalama ve Marjinal Maliyet Eğrileri

6.4.2. Uzun Dönem Maliyetleri


Uzun dönemde, kısa dönemde olduğu gibi sabit üretim faktörlerine
en uygun olan değişken girdi miktarını bulmak söz konusu değildir.
Çünkü uzun dönemde üretim faktörlerinin tamamı değişkendir.
Dolayısıyla uzun dönemde üretici açısından miktarı sabit bir faktör veya
girdi olmadığından sabit maliyet de söz konusu değildir. Uzun dönemde
maliyet unsurlarının tamamı değişken olduğu için bu dönemde toplam
maliyetler sadece değişken maliyetlerden oluşmaktadır. Daha önce
belirtildiği gibi uzun dönem, firma için üretimin planlama dönemidir. Bu
dönemde firma üretim kapasitesini artırıp artırmayacağı, artıracaksa ne
ölçüde artıracağı konularında teknik ve ekonomik planlamalarını
yaparken uzun dönem ile ilgili bir karar alma süreci içindedir. Ancak fiili
üretimi yapan firma, daima kısa dönem içinde çalışmak zorundadır. Bu
nedenle uzun dönem, firma açısından bir seri kısa dönemlerin yan yana
gelmesi olarak belirtilebilir.
Uzun dönemde üretim için bütün girdiler istenildiği şekilde
değiştirilebildiğine göre firma için bu dönemde değişen oranlar (veya
azalan verimler yasası) geçerli değildir. Dolayısıyla uzun dönemde
girdilerin bileşim oranının değişmediği, bir üretim fonksiyonu söz
konusu olmaktadır. Ayrıca uzun dönemde firmalar, tesislerin ölçeğini

129
değiştirmenin yanı sıra tesislerin sayısını da arttırabilir. Böylece uzun
dönemde tüm üretim faktörleri değiştirilebildiği için her üretim düzeyini
gerçekleştirmenin en düşük maliyetli yöntemi mümkün olabilmektedir.
Sonuçta uzun dönemde üretim yapan firma ölçeğe getirinin; ölçeğe göre
artan, azalan ve sabit getiri durumlarından biri ile karşılaşacaktır.

6.4.2.1. Uzun Dönem Ortalama Maliyetleri


Uzun dönem ortalama maliyeti (UOM); belli bir miktar üretimi en
uygun üretim kapasitesi ile üretmenin, mümkün olabilecek en düşük
maliyeti olarak tanımlanmaktadır. Uzun dönem ortalama maliyetleri, uzun
dönem toplam maliyetlerinin, üretim miktarına bölünmesi ile elde edilir.
Uzun dönemde üretim faktörlerinin değiştirilmesi nedeniyle, her üretim
düzeyi için en düşük maliyetli ya da en iyi yöntem bulunmaktadır. Ancak,
bu en iyi yöntem de genellikle farklı üretim düzeyleri için aynı
olmamaktadır.
Uzun dönemde firma istediği büyüklükte fabrika kurabilir. Her bir
fabrika büyüklüğünü gösteren, bir kısa dönem ortalama maliyet (KOM)
eğrisi vardır. Söz konusu farklı büyüklükteki fabrikaları temsil eden bu kısa
dönem ortalama maliyet eğrileri tek bir grafikte gösterilebilir. Daha sonra bu
grafikler yardımıyla uzun dönem ortalama maliyet (UOM) eğrisi bulunabilir.
Bunun için dört fabrika büyüklüğünü gösteren KOM eğrilerini ele alalım.
Bunlar, küçük fabrikayı gösteren KOM1, orta büyüklükte fabrikayı gösteren
KOM2 ve büyük fabrikayı gösteren KOM3 ve en büyük fabrikayı gösteren
ise KMO4 olsun (Şekil 6.13).

130
KOM1
KOM2

C1 KOM3
KOM4
C2

Kısa dönemde firma küçük fabrikada üretim yapabilir (KOM1). Bu


Maliyet
Birim

UOM

0 Q1 Ürün
131
Şekil 6.13. Uzun Dönemde Ortalama Toplam Maliyet Eğrileri
durumda işletmenin üretim düzeyi Q1, ortalama masrafı ise C1 olacaktır.
Uzun dönemde firma daha büyük fabrikada (KOM2) aynı miktardaki üretimi
daha düşük masrafla (C2) yapabilmektedir. Yani küçük fabrika ile yapılan Q1
üretim miktarını, daha düşük bir masrafla orta büyüklükteki bir fabrikada
(KOM2) gerçekleştirmek mümkündür. Buradaki KOM eğrisi veri bir
fabrikanın en etkin bir şekilde nasıl kullanılacağını belirtirken, UOM eğrisi
de istenilen çıktı miktarının en etkin şekilde üretiminin nasıl olacağını
belirtmektedir. Eğer daha büyük fabrika birim başına maliyetin
düşürülmesini sağlıyorsa, daha büyük fabrikada üretim yapmak firmaya
avantaj sağlamaktadır. Firmanın çok sayıda fabrika büyüklüğünü seçme
fırsatı varsa firmanın uzun dönem ortalama maliyet (UOM) eğrisi çizilebilir.
Şekil 6.13’de görüldüğü gibi ortalama maliyet eğrilerinin her biri kısa
dönem bir ortam oluşturmasına karşın bir ortalama maliyet eğrisinden
diğerine geçiş olanağının olması, uzun dönem bir ortamın doğmasına neden
olmaktadır.
Uzun dönem ortalama maliyet eğrisine bazen zarf eğrisi de
denilmektedir. Bunun nedeni uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin, kısa
dönem ortalama maliyet eğrilerini zarf şeklinde sarmasından ileri
gelmektedir. Buradaki kısa dönem ortalama maliyet eğrileri bir ya da daha
fazla üretim faktörü sabitken üretimin en düşük maliyetini göstermektedir.
Buna karşın uzun dönem ortalama maliyet eğrisi, bütün faktörler
değiştiğinde herhangi bir çıktının en düşük maliyetini belirtmektedir.
Dolayısıyla kısa dönem ortalama maliyet eğrisi hiçbir zaman uzun dönem
ortalama maliyet eğrisinin altına düşmez. Uzun ve kısa dönem maliyetleri
arasındaki ilişkiler şöyle özetlenebilir;

(i) Uzun dönem ortalama maliyet eğrisi, kısa dönem maliyet eğrilerine
teğettir ve onları kesmez. Başka bir deyişle kısa dönem ortalama maliyet
eğrisi, uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin altına düşmez. Bu nedenle
uzun dönem ortalama maliyet eğrisi belirli bir üretim hacminin elde
edilmesinde en düşük maliyetleri göstermektedir.

(ii) Uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin kısa dönem ortalama


maliyet eğrilerinin azalmaya veya artmaya başladıkları noktada onlara teğet
olması yeterlidir. Dolayısıyla uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin kısa
dönem ortalama maliyet eğrilerini en düşük noktasında kesmesi şart
değildir.

6.4.2.2. Uzun Dönem Marjinal Maliyetleri

132
Uzun dönem marjinal maliyet kavramı, bir sonraki kapasite
büyüklüğüne geçildiğinde toplam maliyetlerdeki artışı belirtir. Kısa dönem
ortalama maliyet eğrileri gibi uzun dönem ortalama maliyet eğrisi de kendi
uzun dönem marjinal maliyet eğrisine sahiptir. Ancak uzun dönem marjinal
maliyet eğrileri, kısa dönem marjinal maliyet eğrilerinin bir bileşimi
değildir. Uzun dönem marjinal maliyet eğrisi uzun dönem ortalama maliyet
eğrisinin gösterdiği maliyetlerden gidilerek hesaplanır. Uzun dönem
marjinal maliyet eğrisi de uzun dönem ortalama maliyet eğrisini minimum
noktasında keser.

133
BÖLÜM 7
TAM REKABET PİYASASI

Daha önceki konularda fiyat ve üretim kararlarının belirlenmesinde


yararlanılabilecek temel araçlar incelenmişti. Bu bölümde tam rekabet
piyasası ve bu piyasada faaliyet gösteren firmaların fiyatlama kararları
üzerinde durulacaktır. Monopol ve eksik rekabet piyasaları (monopolcü
rekabet ve oligopol piyasaları) ise ayrı bölümler halinde ele alınacaktır. Tam
rekabet piyasası açıklanırken ilk olarak rekabet piyasasındaki varsayımlar,
diğer piyasalar ile olan farkları, piyasa fiyatı ve firma geliri konuları
açıklanacaktır. Daha sonra tam rekabet piyasasında kısa dönem dengesi
üzerinde durulacak ve son olarak uzun dönem dengesi konusunun
açıklanması ile bölüm sona erecektir. Ancak, tam rekabet piyasasının
açıklanmasına geçmeden önce piyasa ve piyasa türlerinin üzerinde kısaca
durmakta yarar vardır.

7.1. Piyasa ve Piyasa Türleri

Piyasa, bir mal veya hizmetin alıcı ve satıcılarını karşılaştıran bir


ortam olarak tanımlanmaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı gibi piyasa bir
mal veya hizmet ile ilgilidir. Bu nedenle örneğin; pazar yeri bir piyasa
değil, çok sayıda ürünün piyasalarının aynı ortamda bir araya gelmesinden
oluşan bir ortamdır. Aynı ürünü üreten firmalar topluluğu ise endüstri
olarak ifade edilmektedir. Mal üretimine örnek olarak buzdolabı, televizyon,
buğday gibi ürünlerin üretilmesi, hizmet üretimine ise berberlik, turizm,
bankacılık ve ticaret gibi üretimler örnek olarak verilebilir. Tahmin
edileceği gibi farklı endüstrilerde, farklı sayıda firma bulunur. Örneğin
otomobil ve beyaz eşya endüstrilerinde az sayıda firma olmasına karşın,
çiftçilik, bakkallık, berberlik gibi endüstrilerde çok sayıda firma vardır. Bazı
piyasalarda çok sayıda firma bulunurken, bazılarında az sayıda firma
olmasının nedeni piyasa çeşitlerindeki farklılıktan ileri gelmektedir.
Piyasa çeşitleri dört temel piyasa olarak sınıflandırılabilir. Bunlar iki
uç piyasa ve bu iki uç piyasa arasında yer alan piyasa türlerinden
oluşmaktadır. Söz konusu iki uç piyasanın biri tam rekabet piyasası, diğeri

134
ise monopol (veya tekel) piyasasıdır. Bu iki piyasa arasında ise monopolcü
rekabet piyasası (monopollü rekabet piyasası, tekelci rekabet piyasası) ile
oligopol piyasası yer almaktadır (Şekil 7.1).
Ekonomi yazınında piyasalar; genellikle tam rekabet, monopol ve
eksik rekabet piyasaları ayrımı yapılarak incelenmektedir. Eksik rekabet
piyasaları, monopolcü rekabet ve oligopol piyasalarından oluşmaktadır.
Tam Rekabet Monopolcü Oligopol
Monopol
Rekabet
(Tekel)
Eksik Rekabet Piyasaları

Şekil 7.1. Piyasa Türleri

7.2. Tam Rekabet Piyasası ve Varsayımları

Tam rekabet piyasası, çok sayıda firmanın yer aldığı bir


piyasadır. Bu nedenle bu piyasada alıcı ve satıcıların tek başlarına
fiyatlar üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Dolayısıyla alıcı ve satıcılar fiyatı
veri olarak kabul etmek durumundadır. Tam rekabet piyasasında yer
alan bir firma, söz konusu bu veri (geçerli) fiyattan ürettiği malın
tamamını satabilir. Firma üretimini, piyasada geçerli olan fiyattan
daha yüksek bir fiyata satmak isterse bu durumda satış yapamaz.
Çünkü tüketiciler aynı ürünü piyasa fiyatından başka bir satıcı
firmadan alacaklardır. Alıcı ve satıcıların piyasa fiyatını veri olarak
kabul etmek zorunda olmalarının nedeni tam rekabet piyasasının
varsayımlarından ileri gelmektedir. Tam rekabet piyasasının
varsayımları aşağıdaki gibi özetlenebilir.

(i) Piyasada çok sayıda alıcı ve satıcı vardır (Atomisite). Piyasada


faaliyet gösteren firmalardan her biri toplam üretimin ancak çok az bir
kısmını üretmektedir. Diğer yandan alıcı da üretimin ancak çok az bir
kısmını satın almaktadır. Bu nedenle alıcı ve satıcılar tek başlarına
piyasadaki fiyat oluşumunu etkileyememektedir.

(ii) Her firma birbirinin aynı kalitede (standart) olan mal üretir

135
ve satar (Homojenlik). Bir firma tarafından üretilen ve satılan ürün,
piyasadaki diğer firmaların ürünlerinden farklı değildir. Dolayısıyla
piyasadaki ürünler aynı nitelikte olduğu için, alıcılar açısından ürünün
kimden alınacağı önemli değildir.

(iii) Alıcı ve satıcılar piyasa hakkında tam bilgiye sahiptir


(Açıklık). Alıcı ve satıcılar ürünün kalitesi, fiyatlar, maliyet ve talep ile
ilgili tüm bilgilere sahiptir.

(iv) Piyasaya giriş ve çıkışlar serbesttir (Serbest giriş). Firmaların,


istedikleri alanda üretim yapmasını engelleyecek yasal ve ekonomik engeller
bulunmamaktadır. Aynı şekilde üretimden vazgeçmek isteyen bir firma
istediği zaman piyasadan çıkabilmektedir.
Tam rekabet piyasasının özellikleri dikkate alındığında, bu
piyasalara en yakın örnek olarak tarım kesimi verilebilir. Tarımsal
üretimde ürünlerin binlerce üreticisi olduğundan, her bir üreticinin
üretimi, toplam üretim içerisinde çok önemsizdir. Böylece üreticilerin tek
başına fiyatları etkilemeleri söz konusu değildir. Aynı şekilde çok sayıda
tüketicinin varlığı da tüketicilerin bu ürünleri satın alırken fiyatları
etkileyememelerine neden olmaktadır. Tam rekabet piyasasına tarım
kesiminin dışında diğer bir örnek olarak menkul kıymetler borsası
verilebilir. Bilindiği gibi özellikle büyük borsalarda çok sayıda firma
hisse senetlerini satmak isterken bu hisse senetlerinin de değişik
ülkelerden çok sayıda alıcısı bulunmaktadır.
Yukarıda açıklanan varsayımlardan kolaylıkla anlaşılabileceği gibi
tam rekabet piyasasına gerçek yaşamda çok ender rastlanır. O halde tam
rekabet piyasası neden incelenmektedir? Bu soruya yanıt olarak üç
önemli neden söylenebilir. Bunlardan birincisi, tam rekabet piyasasının
ilkeleri fiyatlama analizinin iyi anlaşılması için gereklidir. İkincisi, az
sayıda da olsa tam rekabet piyasası özelliği gösteren piyasalar ile ilgili
analizlerin yapılması sağlanır. Üçüncü olarak ise diğer piyasa türleri ile
ilgili bazı yargılara varmak için tam rekabet piyasası ile karşılaştırma
yapılması yararlı olmaktadır.

7.3. Tam Rekabet Piyasasının Eksik Rekabet Piyasaları İle


Farkları
Tam rekabet piyasasında çok sayıda firma yer almasına karşın
monopol (tekel) piyasasında tek firma bulunur. Monopolcü (monopollü,

136
tekelci) rekabet piyasasında ise tam rekabet piyasasındaki kadar çok sayıda
firma bulunur. Ancak bu piyasada firmalar, homojen bir mal değil farklı
veya tüketiciler tarafından farklı olduğuna inanılan malları üretir ve satarlar.
Oligopol piyasasında ise az sayıda firma bulunur. Piyasa türleri arasındaki
farklar Çizelge 7.1’de özetlenmiştir.
Tam rekabet piyasaları ile diğer piyasalar arasındaki en önemli
fark, tam rekabet piyasasında alıcı ve satıcıların tek başlarına fiyat
üzerinde hiçbir etkilerinin olmamasıdır. Bu durum daha önce de
belirtildiği gibi tam rekabet piyasasında çok sayıda firma olmasından
kaynaklanmaktadır. Görüldüğü gibi firma sayısının önemi piyasa
fiyatının belirlenmesindeki etkisinden ileri gelmektedir. Çünkü çok
sayıda firmanın yer aldığı bir piyasada, firmanın fiyatı belirleme ya da
etkileme şansı bulunmamaktadır. Örneğin; buğday, domates gibi tarım
ürünü üreten çok sayıda firma (çiftçi) olduğu için, çiftçilerin fiyatı
etkilemeleri söz konusu değildir. Buna karşın beyaz eşya veya otomobil
üretimi yapan firmalar az sayıda olduğu için fiyatı etkileyebilirler.
Dolayısıyla tam rekabet piyasasındaki firmalar sonsuz esnek (yatay
eksene paralel) talep eğrisine sahipken, az sayıda firmanın bulunduğu
eksik rekabet piyasaları ise negatif eğimli talep eğrisi ile
karşılaşmaktadırlar.

Çizelge 7.1. Piyasa Türleri Arasındaki Farklar

Piyasa Türleri Firma Sayısı Ürün Farklılığı Piyasaya Giriş


Tam rekabet Çok sayıda Farksız Kolay
Monopollü rekabet Çok sayıda Farklı Kolay
Oligopol Az sayıda Değişken Genellikle zor
Monopol Tek Farksız Girilemez

7.4. Tam Rekabet Piyasasında Piyasa Fiyatı, Firma Talebi ve


Geliri

7.4.1. Piyasa Fiyatı ve Firma Talebi

137
Tam rekabet piyasasında alıcı ve satıcıların fiyatlar üzerinde hiç
etkileri yoktur. Bu nedenle tam rekabet piyasasında (endüstride) fiyat
piyasa arz ve talebine göre oluşmaktadır. Tam rekabet piyasasında
piyasa fiyatı oluşumu Şekil (7.2i)’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi
piyasanın (endüstrinin) talep eğrisi negatif eğimlidir. Şekil (7.2ii)’de
ise tam rekabet piyasasındaki tek bir firmanın talep eğrisi verilmiştir.
Buna göre tam rekabet piyasasında firma, piyasa fiyatından istediği
miktarda mal satabilir. Çünkü söz konusu firmanın ürününe olan talep
eğrisi tam esnektir (sonsuz esnek). Diğer bir ifadeyle, tam rekabet
piyasasındaki firmanın ürününe olan talep eğrisi yatay eksene paralel
bir doğrudur. Buna karşılık eksik rekabet piyasalarında yer alan
firmaların talep eğrileri negatif eğimlidir. Dolayısıyla tam rekabet
piyasasındaki firmalar ile diğer piyasa türleri arasındaki en büyük
fark, firmanın talep eğrisinin şeklinden kaynaklanmaktadır.

P P
S

E P0
P0 D

D
0 0
Q0 Q
Q
(i) Piyasa
(ii) Firma

Şekil 7.2. Tam Rekabet Piyasasında Piyasa ve Firma Talep


Eğrileri

Şekil 7.2i’den görüldüğü gibi P0 fiyatı, piyasa arz ve talebine göre


belirlenmektedir. Piyasadaki bir firma bu fiyatı veri alarak istediği kadar
ürün satabilmektedir. Çünkü firmanın talep eğrisi sonsuz esnekliğe sahiptir
(Şekil 7.2ii). Tam rekabet piyasasında bulunan firmanın piyasada oluşan P0
denge fiyatından yüksek bir fiyata mal satması söz konusu değildir. Firma

138
daha yüksek fiyattan mal satmak istese bile, piyasada tüm ürünlerin aynı
kalitede olması nedeniyle alıcılar başka firmadan mal alımına
yöneleceklerdir. Diğer yandan firma piyasa (P0) fiyatından tüm üretimini
satabildiği için bu denge fiyatının altında bir fiyattan mal satmayı da
düşünmeyecektir.

7.4.2. Tam Rekabet Piyasasında Firma Geliri


Tam rekabet piyasasında firma geliri toplam gelir, ortalama gelir ve
marjinal gelir kavramları ile incelenmektedir.
Toplam gelir (TG): Toplam gelir, ürün satışından elde edilen
gelirdir. Satılan mal miktarı Q ile, malın piyasa fiyatı da P ile gösterilirse;
TG şöyle ifade edilir:

TG = P × Q

Ortalama Gelir (OG): Bir birim maldan sağlanan gelir miktarıdır.


Ortalama gelir; toplam gelirin satılan mal miktarına bölünmesiyle bulunur
( OG = TG Q ). Başka bir ifadeyle ortalama gelir malın fiyatına eşittir
( OG = P ). Bu eşitliğe aşağıdaki formüllerden de ulaşılabilir;

OG = TG Q
TG = P × Q
OG = P × Q / Q buradan, OG = P
Görüldüğü gibi firmanın ortalama geliri, malın birim fiyatına eşittir.

Marjinal Gelir (MG): Bir birim ek malın satışı sonucu toplam


gelirdeki değişme marjinal geliri verir. Yani MG = ∆TG / ∆Q olarak ifade
edilir. Tam rekabetçi firmanın üretim miktarı, satmış olduğu ürünün fiyatını
etkilemediği sürece marjinal gelir ve ortalama gelir tüm üretim düzeylerinde
malın fiyatına eşittir. Buna göre;

MG = OG = P

Tam rekabet piyasasına konu olan bir tarımsal ürüne ait sayısal
veriler kullanılarak firma gelirleri daha anlaşılır hale getirilebilir

139
(Çizelge 7.2). Ürünün kilogram fiyatı 300 TL olarak kabul edilirse, bu
durumda toplam gelir, her bir kg ürün satıldıkça 300 TL artacaktır.
Çünkü her bir kilogram ürün satışı 300 TL gelir getirmektedir.
Dolayısıyla ortalama gelir, her bir kilogram satılan ürün için 300
TL’dir. Ayrıca her birim ek ürün satılmasıyla da 300 TL ilave gelir elde
edileceği için satılan her ek birimin marjinal geliri de 300 TL olacaktır.
Çizelge 7.2’de görüldüğü gibi tüm üretim düzeylerinde
OG = MG = P ’dir.

Çizelge 7.2. Firmanın Toplam, Ortalama ve Marjinal Geliri (TL)


Fiyat Miktar (ton) Toplam Gelir Ortalama Gelir Marjinal Gelir
( P ) (Q) TG = P.Q OG = TG / Q MG = ∆TG / ∆Q
300 10 3000 300 -
300 11 3300 300 300
300 12 3600 300 300
300 13 3900 300 300

Tam rekabet piyasasında ortalama ve marjinal gelir ürün


fiyatına eşit olduğundan, bu gelirler grafiksel olarak yatay eksene
paralel bir doğru şeklinde olacaktır. Firma geçerli olan piyasa
fiyatından istediği miktarda mal satabileceğinden söz konusu bu
yatay doğru aynı zamanda firmanın karşılaştığı talep eğrisi olacaktır
(Şekil 7.3i). Dolayısıyla tam rekabet piyasasındaki bir firmanın talep
eğrisi, firmanın ortalama ve marjinal gelir eğrileriyle aynı olmaktadır.
Diğer yandan, tam rekabet koşullarında çalışan bir firma için fiyat
sabit olduğundan toplam gelir, orijinden yukarı doğru eğimli bir doğru
olacak ve satış arttıkça toplam gelir de yükselecektir (Şekil 7.3ii).

P P TG

OG =MG= P 3900
300
3000

0 0

140
10 Q 10 13 Q

(i) Ortalama ve Marjinal Gelir (ii) Toplam Gelir

Şekil 7.3. Firma Gelirlerinin Grafiksel Gösterimi

Özetlemek gerekirse, eğer piyasa fiyatı firmanın üretim


miktarından etkilenmez ise firmanın talep eğrisi, ortalama gelir ve
marjinal gelir eğrisi aynı yatay doğru olmaktadır. Tam rekabet
piyasasındaki tek bir firmanın arzı piyasa fiyatını etkilemediğinden
firmanın marjinal geliri, ürün fiyatına eşit ve her satış düzeyi için aynı
olacaktır. Bu nedenle de satış başına gelir olan ortalama gelir,
marjinal gelire ve ürün fiyatına eşittir.

7.5. Tam Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Dengesi

Tam rekabet piyasasında firmanın amacı, kârını maksimize


etmek veya zararını minimize etmektir. Bu durumda firma, “kârın
maksimum olduğu üretim miktarını nasıl belirleyecektir?” sorusunun
yanıtı firmanın kısa dönem dengesi açıklanarak verilecektir. Ancak,
kısa dönem dengesi ya da kâr maksimizasyonunu açıklamadan önce
herhangi bir piyasada kârını maksimum yapmak isteyen firmaların
davranış kurallarını incelemekte yarar vardır.
Kârını Maksimize Etmek İsteyen Firmanın Davranış Kuralları:
Herhangi bir piyasada üretim yapan firmanın kârını maksimize etmesi için
kapanma kuralı ve optimum çıktı kuralı olmak üzere iki kuralı izlemesi
gerekmektedir. Söz konusu bu kurallar ile esas olarak iki soruya yanıt
aranmaktadır. Bunlardan birincisi; firmanın üretip-üretmemesi ile ilgilidir.
İkincisi ise firmanın üretim kararını vermesinden sonra firma için en kârlı
çıktı düzeyinin belirlenmesiyle ilgilidir. Şimdi firmaların bu davranış
kurallarını inceleyelim.
1. Kural: Kapanma Kuralı (TG ≥ TDM veya OG ≥ ODM )
Kapanma kuralına göre; eğer toplam gelir, toplam değişken
maliyetlere eşit veya ondan büyükse (TG≥TDM) üretim yapılmalıdır. Diğer

141
bir ifadeyle firmanın geliri, toplam değişken maliyetleri karşılamıyorsa
üretimden vazgeçilmelidir. Böyle davranmakla firma, toplam değişken
maliyetlerden kurtulmuş olacaktır. Kapanma kuralı ayrıca, ortalama gelir
(OG), ortalama değişken maliyetlerden (ODM) büyük veya ona eşit olursa
firma üretim yapmalıdır şeklinde de ifade edilmektedir (OG≥ODM).
Bilindiği gibi kısa ve uzun dönem maliyetleri birbirinden farklıdır. Bu
nedenle kapanma kuralını kısa ve uzun döneme göre ayrı ayrı incelemek
gerekir.
• Kısa Dönemde Kapanma Kuralı: Kısa dönemde firmanın üretim ile
ilgili kararları değişken maliyetlere göre belirlenmektedir. Çünkü kısa
dönemde firma hiç üretimde bulunmasa dahi sabit maliyetler oluştuğu için
firmanın sabit maliyetlerden kaçınması söz konusu değildir. Turistik bir
bölgede sahildeki bir oteli örnek olarak ele alalım. Mevsim dışı ya da kış
döneminde talep azlığı nedeniyle otelin ancak bazı odaları dolacaktır. Bu
durumda bu dönemde otel kapanmalı mıdır? Tahmin edileceği gibi otel
faaliyetine devam ettiği sürece hem değişken, hem de sabit maliyetleri söz
konusu olacaktır. Sabit maliyetlere örnek olarak; sabit sermayenin faizi,
otelin yıllık kira bedeli verilebilir. Değişken maliyetler ise otel ile ilgili işçi
ücretleri, ısıtma, aydınlatma, temizlik giderleri gibi masraflardan oluşur.
Eğer değişken maliyetler karşılanacak kadar gelir elde edilmiyorsa otelin kış
döneminde kapatılması gerekir. Bununla beraber sahildeki bazı otellerin
kışın da faaliyetlerine devam ettikleri görülebilir. Bunun nedeni bu otellerin
kış döneminde değişken maliyetlerinin tamamını karşıladığı gibi, sabit
maliyetlerinin de bir kısmını karşılayabilmesinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla bu oteller kış döneminde toplam maliyetlerini karşılayacak
kadar gelir elde etmeseler bile kışın da faaliyetlerine devam ederler. Eğer
söz konusu bu otel kışın kapatılırsa ekonomik yönden daha kötü bir durumla
karşılaşacaktır. Daha açık bir ifadeyle otelin kışın kapatılması ile kış
dönemindeki sabit maliyetlerin bir kısmının karşılanma durumu ortadan
kalkmış olmaktadır. İşte bu nedenledir ki sahildeki bazı otellerin kışın
faaliyetlerine devam ettikleri görülmektedir.
• Uzun Dönemde Kapanma Kuralı: Uzun dönemde tüm maliyetler
değişken olduğu için, kârını maksimize etmek isteyen bir firma, ancak
toplam maliyetlerini karşıladığı ölçüde faaliyetine devam edecektir.
Dolayısıyla uzun dönemde sadece kısa dönemdeki değişken maliyetlerin
karşılanması üretime devam etmek için yeterli değildir. Otel örneğine tekrar
dönülecek olursa, eğer otelin yaz ve kış dönemindeki geliri, otelin yıl boyu
tüm maliyetlerini karşılıyorsa otel kışın açık kalabilir. Aksi taktirde uzun

142
dönemde otel kapanmalıdır.
Antalya ilindeki Koray otelinin turizm mevsiminde ve mevsim
dışındaki geliri ile maliyetlerini ele alarak uzun dönemde kapanma kuralını
sayısal olarak inceleyebiliriz. Çizelge 7.3’te görüldüğü gibi yıllık sabit
maliyetleri (TSM) 26 milyar lira olan otelin turizm mevsimindeki brüt kârı
(BK) 24 milyar liradır (değişken maliyetler karşılandıktan sonraki gelir).
Turizm mevsimi dışında ise otelin toplam geliri (TG) 20 milyar, değişken
maliyetleri de (TDM) 18 milyar liradır. Bu durumda otel mevsim dışında
faaliyetine devam etmekle değişken maliyetlerinin tamamını karşıladığı gibi
sabit maliyetlerin de bir bölümünü karşılamaktadır. İşte sabit maliyetlerin
bir kısmının karşılanması, otelin yıl boyu faaliyetine devam etmesini
sağlamaktadır. Şimdi diğer tüm veriler aynı kalmak koşulu ile otelin mevsim
dışındaki toplam gelirinin 19 milyara düştüğünü varsayalım. Bu durumda
toplam gelir, değişken maliyetlerden büyük (TG > TDM ) olduğu için
otelin kısa dönemde (mevsim içi ve mevsim dışı) açık kalma koşulu
sağlanmaktadır. Ancak aynı şey otelin uzun dönemde de açık kalması için
söylenemez. Çünkü otelin yıllık brüt kârı 25 milyar lira iken toplam sabit
maliyetler 26 milyar liradır. Dolayısıyla otelin brüt kârı, sabit maliyetlerden
azdır ( BK < TSM ) . Bu durumda otel, mevcut sermaye yapısıyla devam
edebildiği kadar faaliyetine devam eder. Ancak sermayeye yatırım
yapılamayacağından otel er veya geç kapanacaktır (Çizelge 7.3).

Çizelge 7.3. Koray Otelinin Toplam Gelir ve Maliyeti (Milyar TL)


Dönem Toplam Gelir Toplam Değişken Brüt Kâr (BK)
(TG) Maliyetler (TDM) (TG-TDM)
Turizm mevsimi 60 36 24
Turizm mevsimi dışı 20 18 2
Yıllık sabit maliyetler 26 milyar TL’dir.

2. Kural: Optimum Çıktı Kuralı (MG=MM)


Firma için eğer marjinal gelir (MG), marjinal maliyete (MM) eşitse
( MG = MM ) firma kârını maksimum yapar. Bu kuralın mantığı iki durum
ile açıklanabilir. Birinci durumda firmanın mevcut üretim düzeyinde, ek bir
birim üretimin maliyetinin o birimin çıktı değerinden düşük olduğunu
varsayalım. Bu durumda bir birim daha üretmek firmanın toplam kârını
artırabilir. İkinci durumda ise firmanın mevcut üretim düzeyinde ek bir
birim üretmesinin maliyetinin, çıktı değerinden daha yüksek olduğunu

143
varsayalım. Bu durumda firma ek birim üretmemekle toplam kârını
artırabilir. Böylece MG>MM ise firma üretimini artırmalı, ancak MM>MG
olursa üretim durdurulmalıdır. Bu nedenle kâr maksimizasyonu, MM>MG
ya da MM<MG olduğunda değil MM=MG olduğunda gerçekleşir. Firmanın
kârını maksimum yapan çıktı düzeyine optimum çıktı denir.
Özetlemek gerekirse, kârını maksimize etmek isteyen tüm firmalar
için optimum çıktı düzeyini iki kural belirlemektedir. Buna göre eğer birinci
kural (TG ≥ TDM veya OG ≥ ODM ) yerine getirilmiyorsa üretim
yapılmamalıdır. Çünkü bu durumda optimum çıktı miktarı sıfır üretim
düzeyidir. Eğer birinci kural sağlanıyor ise bu durumda firma en kârlı üretim
için ikinci kurala ( MM = MG ) göre hareket etmelidir. Çünkü ikinci kural
firma için optimum çıktı miktarını göstermektedir. Kısacası birinci kural
firmanın üretimde bulunup bulunmayacağını belirlerken, ikinci kural
firmanın ne kadar üretmesi gerektiğini belirlemektedir.

• MM=MG kuralının tam rekabetçi firma için uygulanması: Biraz


önce açıklandığı gibi firmaların davranış kurallarından ikincisi, kârını
maksimize etmek isteyen firmaların MM = MG eşitliğinin sağlandığı
noktada bu amaçlarına ulaştıklarını belirtmekteydi. Tam rekabetçi firmanın
marjinal geliri (MG), piyasa fiyatına (P) eşittir ( MG = P ) . Bu nedenle tam
rekabet piyasasında faaliyet gösteren bir firma için optimum çıktı; üretimin
marjinal maliyetinin (MM), ürünün piyasa fiyatına (P) eşit olduğu noktada
gerçekleşmektedir (MM=P). Yani tam rekabetçi firma için piyasa fiyatı,
ortalama değişken maliyetlerden yüksek olduğu sürece optimum çıktı
miktarı MM=P eşitliğinde sağlanmaktadır.

7.5.1. Firmanın Kısa Dönem Dengesi


Tam rekabet piyasasında firma için fiyat veri olduğundan firmanın
kârını maksimize edecek üretim miktarı, fiyatın marjinal maliyete eşit
(P=MM) olmasını sağlayan üretim düzeyidir. Kârını maksimize etmek
isteyen bir firma için fiyatta ya da maliyetlerde bir değişme olmadığı sürece
firma bu denge düzeyinde üretimde bulunmaya devam edecektir. Çünkü
firma içinde bulunduğu piyasa koşullarında yapabileceği kadar üretim
yapmaktadır. İşte bu durum firmanın kısa dönem dengesi olarak ifade
edilmektedir.
Şekil 7.4’te görüldüğü gibi firma ortalama değişken maliyetlerin
yukarısında, fiyatın marjinal maliyete eşit olduğu ( P = MM ) üretim

144
miktarını seçecektir. Firma P = MM olduğu QE denge noktasındayken
üretimini artırır veya azaltırsa kârını azaltır. Firma QE’ nin solundaki
herhangi bir noktada örneğin Q0 noktasında üretimde bulunursa, fiyat
marjinal maliyetten büyük (P>MM) olmaktadır. Bu nedenle dengeye
ulaşmak için firma üretimini artırmalıdır (QE’nin solundaki ok yönünde).
Aynı şekilde firmanın üretimi QE’nin sağındaki herhangi bir noktada örneğin
Q1 üretim miktarında ise fiyat, marjinal maliyetten küçük (P<MM) olduğu
için firma üretimini azaltmalıdır (QE’nin sağındaki ok yönünde). Dolayısıyla
firma için kısa dönem dengesi QE üretim miktarıdır.

Birim TL
MM
ODM

P= MG=OG

0 Q0 QE Q1 Ürün

Şekil 7.4. Rekabetçi Bir Firmanın Kısa Dönem Dengesi

7.5.2. Tam Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Firma Arz Eğrileri


Tam rekabet koşullarında piyasanın (endüstrinin) fiyata tepkisinin, arz
ve talebe göre belirlendiği daha önce incelenmişti. Tam rekabet piyasasında
firma mevcut piyasa fiyatına göre üretim miktarını düzenlediği için piyasa
arzının belirlenmesine yardım eder. Dolayısıyla tam rekabet piyasası ile bir
firmanın davranışı arasındaki bağ piyasa arz eğrisi tarafından
sağlanmaktadır. Tam rekabet piyasasında kısa dönem firma arz eğrileri tek
bir firmanın ve endüstrinin arz eğrisi olarak incelenecektir.

145
7.5.2.1. Tek Bir Firmanın Kısa Dönem Arz Eğrisi
Tek bir firmanın kısa dönem arz eğrisi Şekil 7.5’de verilmiştir.
Görüldüğü gibi firmanın marjinal maliyet (MM) eğrisi ve firmanın
karşılaştığı dört fiyat düzeyi bulunmaktadır. Her fiyattaki yatay doğru
firmanın talep eğrisidir. Firmanın MM eğrisi, her üretim düzeyine ilişkin
marjinal maliyetleri göstermektedir. Bu durumda her fiyat düzeyinde
firmanın arz edeceği miktarı gösteren arz eğrisine gereksinim vardır. Fiyatlar
ortalama değişken maliyetlerden küçükse (P<ODM), firma hiç ürün arzında
bulunmayacaktır (1.kural). Fiyatlar, ortalama değişken maliyetlerden yüksek
(P> ODM) ise, firma marjinal maliyeti, fiyata (MM=P) eşitleyecektir
(2.kural, burada bu kural tam rekabetçi firma için MG=P koşuluna göre
modifiye edilmiştir). Özetle tam rekabet koşullarında bir firmanın arz eğrisi,
firmanın MM eğrisinin ODM’in üzerinde kalan kısmı olduğu sonucu
çıkarılabilir.

MM
Fiyat (TL) S
Fiyat (TL)

E3 P3
5 5
ODM
E2
4 P2 4
E1
3 P1 3
2 P0 2
E0
1 1

0 Q0 Q1 Q2 Q3 Miktar 0 Q0 Q1 Q2 Q3 Miktar
(i) MM ve ODM Eğrileri Miktar
(ii) Arz Eğrisi

Şekil 7.5. Rekabetçi Bir Firma İçin Arz Eğrisi


Piyasadaki fiyatı veri olarak kabul eden firmanın arz eğrisi Şekil
7.5(ii) kısmında gösterilmiş olup, bu eğri Şekil 7.5(i)’de gösterilen marjinal
maliyet eğrisi ile aynıdır. Görüldüğü gibi fiyatlar 2 TL’den düşük olduğunda
üretim sıfır olacaktır. Çünkü bu fiyatın aşağısında, üretim miktarı ortalama
değişken maliyetleri karşılayamamaktadır. Böylece fiyatın 2 TL olduğu E0

146
denge noktası ancak ortalama değişken maliyetin karşılanabildiği noktadır.
Dolayısıyla E0 noktası firmanın kapanma noktasını göstermektedir. Fiyatlar;
3, 4 ve 5 TL’ye yükseldikçe denge noktaları da E1, E2 ve E3’e kaymaktadır.
Bu denge noktalarında üretim miktarları Q1,Q2 ve Q3 düzeyindedir. Bu
fiyatların herhangi birinde firmanın geliri, ortalama değişken maliyetlerden
(ODM) fazladır. Firmaların gelirinin değişken maliyetlerden yüksek olduğu
bu durumlara örnek olarak P1 fiyatı ve Q1 üretim miktarı Şekil 7.5i’de koyu
alan olarak gösterilmiştir. Böyle bir durumdaki üretim miktarında firmanın
sabit masrafları da karşılanmaktadır.

7.5.2.2. Endüstrinin Arz Eğrisi


İki firmanın (A ve B) arz eğrileri yardımıyla, endüstrinin arz eğrisinin
türetilmesi Şekil 7.6’da gösterilmiştir. Tam rekabette endüstrinin arz eğrisi,
firmaların marjinal maliyet (MM) eğrisinin toplamından oluşmaktadır.
Bunun nedeni her firmanın marjinal maliyet eğrisinin, firmanın veri piyasa
fiyatında ne kadar arz ettiğini göstermesinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla firmaların arz miktarları toplamı endüstri arz eğrisini
vermektedir. Bu arz eğrisi endüstride bulunan tüm firmaların kısa dönem
marjinal maliyet eğrilerinden oluşmaktadır. Endüstri arz eğrisi bazen kısa
dönem arz eğrisi olarak da ifade edilir. Çünkü endüstrideki firmaların kâr
maksimizasyonu davranışı kısa döneme dayanmaktadır. Bu özellik, kısa
dönem arz eğrisini uzun dönem arz eğrilerinden ayırmaktadır.
Şekil 7.6’da görüldüğü gibi endüstri arz eğrisi, endüstride bulunan
firmaların arz eğrilerinin yatay toplamıdır. Örneğin; fiyat 3 TL olduğunda A
firması 4 birim, B firması ise 3 birim arz etmektedir. Bu iki firmanın
arzlarının toplamı Şekil 7.6iii’de gösterildiği gibi 7 birimdir. İki firma
değilde yüzlerce firma olsa da işlem aynı şekilde olacaktır. Her firmanın arz
eğrisi veri fiyattan firmanın ne kadar üreteceğini göstermektedir.
Endüstrinin arz eğrisi her firma tarafından üretilen miktarların toplamıdır.
Buradaki örnekte B firması piyasa fiyatının 2 TL’den aşağı olduğu durumda
piyasaya girmeyecektir. Dolayısıyla SA+SB arz eğrisi, fiyat 2 TL oluncaya
kadar SA ile aynıdır. Fiyat 2 TL’nin üzerinde olduğu zaman ise endüstri arz
eğrisi SA ve SB’nin toplamıdır.

147
P P

6 6
SA
5 5 SB
4 4

P=3 3
2 2
1
1
0 1 2 3 4 5 6 Q 0 1 2 3 4 5 6 Q
(i) A Firması (ii) B firması

P 6

5 SA+B

4
3

0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 Q
(iii) A ve B firması
Şekil 7.6. Rekabetçi Bir Endüstri İçin Toplam Arz Eğrisi

7.5.3. Kısa Dönem Denge Fiyatı


Tam rekabet piyasasında satılan bir ürünün piyasa fiyatı, endüstrinin
kısa dönem arz eğrisi ve piyasa talep eğrisinin etkileşimi tarafından
belirlenmektedir. Her ne kadar tek bir firma piyasa fiyatını önemli oranda
etkileyemez ise de endüstrideki firmaların (endüstri arz eğrisinin gösterdiği
gibi) ve hane halkının (piyasa talep eğrisinin gösterdiği gibi) ortak
hareketleri denge fiyatını belirleyebilir. Denge fiyatında her firma P=MM
olduğu noktada üretim yapar ve satışta bulunur. Kısa dönemde hiçbir firma
çıktısını değiştirmek için teşvik edilmeyecektir. Toplam talep edilen miktar

148
toplam arz edilen miktara eşit olduğu için kısa dönemde fiyatı değiştirmek
için neden yoktur. Çünkü piyasa ve endüstrideki tüm firmalar kısa dönem
dengesindedir.
7.5.4. Firmanın Kısa Dönem Kârlılığı

Endüstri kısa dönem dengesinde olduğu zaman her firma kârını


maksimize etmektedir. Ancak bu kârın ne kadar büyük olduğu
bilinmemektedir. Şekil 7.7 kısa dönem dengesindeki bir firma için üç
olası durumu göstermektedir. Görüldüğü gibi şeklin (i) kısmında firma
zarar ederken (negatif kâr), (ii) kısmında firma sadece maliyetlerini
karşılamaktadır (başabaş noktası veya normal kâr) ve (iii)’de ise
firma kâr (veya aşırı kâr) etmektedir. Zararına çalışan firma
kayıplarını minimize etmektedir denilebilir. Çünkü buradaki zarar
mümkün olan en küçük zarardır. Normal kâr firmayı o işte tutmakta
yetecek olan en düşük kârdır. Aşırı kâr ise firmanın toplam satış
gelirinin toplam maliyeti aşan bölümüdür.

KOTM
Fiyat

Fiyat
C MM
MM
KOTM

ODM E2
E1 P2
P1

0 Q1 Ürün 0 Q2 Ürün
(i) Zarar Durumu (ii) Başabaş Durumu
Fiyat

MM
KOTM C
E3
P3

149
0 Q3 Ürün
(iii) Kâr Durumu
Şekil 7.7’de görüldüğü gibi kısa dönem dengesindeyken tam rekabetçi
firma zarar edebilir (i), başabaş noktasında olabilir (ii) ya da kâr yapabilir
(iii). Firmalar mevcut maliyet seviyesinde üç alternatif fiyat düzeyi (P1, P2 ve
P3) ile karşı karşıyadır. Her üç durumda da fiyat ortalama değişken
maliyetlerden büyük (P>ODM) olduğu için firma, fiyat düzeylerine bağlı
olarak sırasıyla E1, E2 ve E3 noktalarında kısa dönem dengesindedir.
Şekil 7.7i’de fiyat P1 olup firma koyu alan kadar zarar etmektedir.
Çünkü fiyat ortalama toplam maliyetlerden küçüktür. Fakat fiyat, ortalama
değişken maliyetten büyük olduğu için üretim yapmak firma için yararlıdır.
Ancak bu durumda firma sermayeye yatırım yapamamaktadır. Şekil 7.7ii’de
fiyat P2 olup firma toplam maliyetlerini karşılamaktadır. Bu durumda firma
başabaş noktasındadır (normal kâr). Bu nedenle firma sermayeye yatırım
yapabilir. Şekil 7.7iii’de ise fiyat P3 olup firma koyu alan kadar kâr
yapmaktadır.

7.6. Kısa Dönem Dengesinin Alternatif Analizi: Toplam Gelir-


Toplam Maliyet Yaklaşımı
Firmanın toplam geliri ile toplam maliyeti arasındaki fark toplam kâr
olarak ifade edilir. Buradaki toplam maliyet üretimin tüm fırsat maliyetini
de kapsadığından bulunan kâr, ekonomik kârı verir. Firma toplam gelir ve
toplam maliyet verilerini karşılaştırarak bu ikisi arasındaki farkın en büyük
olduğu noktada üretimde bulunacaktır.
Toplam gelir ve toplam maliyet yaklaşımına göre kısa dönem dengesi
Şekil 7.8’de verilmiştir. Görüldüğü gibi firmanın toplam geliri (TG) tam
rekabet piyasasında satılan her ek birimin toplam gelire katkısı aynı
olduğundan bir doğru şeklindedir. Firmanın toplam maliyet eğrisi piyasa
türlerine göre değişmez. Şekil 7.8’den görüldüğü gibi firma toplam
maliyet eğrisinin toplam gelir eğrisinden büyük olduğu (TM>TG) üretim
düzeylerinde firma zarar eder. Firma A ve B noktalarında ne kâr ne de zarar
etmektedir. Dolayısıyla firma bu noktada başabaş durumundadır. Buna göre
toplam gelir ve toplam maliyet eğrilerinin birbirine eşit olduğu üretim
düzeyine başabaş noktası denilmektedir. A ile B arasında ise firmanın
toplam geliri, toplam maliyetinden büyük (TG>TM) olduğundan firma kâr
etmektedir. Toplam gelir eğrisi ile toplam maliyet eğrisi arasındaki düşey
uzaklığın en çok olduğu çıktı düzeyinde kâr maksimumdur.

150
B TG
TG
TM
TM

Maksimum Kâr
A

Zarar

0 Q Miktar
Şekil 7.8. Kısa Dönem Dengesi

7.7. Uzun Dönem Dengesi

Uzun dönem denge noktasının anahtarı piyasaya olan giriş ve


çıkışlardır. Bu nedenle uzun dönem dengesi veya kâr
maksimizasyonunu açıklamadan önce giriş ve çıkış etkisi
açıklanacaktır.

7.7.1. Giriş-Çıkış Etkisi


Kısa dönem dengesi firma kârlılığı açıklanırken, firmaların
dengedeyken zarar edebildiklerinden, başabaş noktasında bulunduklarından
ya da kâr ettiklerinden bahsedilmişti. Başabaş noktası durumunda herhangi
bir firmanın endüstriyi terk etmesine neden olmadığı gibi, endüstriye yeni
firmaların girmesine de neden yoktur. Ancak firmalar kâr elde ediyorlarsa,
bu kârdan pay almak için yeni firmalar endüstriye girecektir. Tersi durumda
yani firmalar zarar ediyorsa bu defa bazı firmalar endüstriyi terkedecektir.
Rekabetçi endüstride firmaların durumu Şekil 7.7iii gibiyse (kâr
durumu), yeni firmalar endüstriye girecektir. Bu durumda piyasa talep eğrisi
aynı olmasına karşın arz miktarında artış olacaktır. Arzdaki bu artış
nedeniyle piyasa denge fiyatı düşecektir (Şekil 7.9). Bu durumda firmalar

151
üretimlerini oluşan bu fiyata göre düzenleyeceklerdir. Firmaya endüstrilerin
girmesi ve fiyatın düşmesi, Şekil 7.7ii’deki firmanın denge durumuna yani
sıfır kâr dengesine gelinceye kadar devam edecektir. Şekil 7.7i’deki gibi
olduğunda firmalar zarar etmektedirler. Bu konumdaki firmalar değişken
maliyetlerini karşılamakta ancak toplam maliyetlerini karşılayamamaktadır.
Bu durumda firmalardan bazıları endüstriyi terkedecektir. Böyle bir
durumda endüstrinin toplam arz eğrisi sola kayacak ve dolayısıyla piyasa
fiyatı yükselecektir. Firmalar endüstriyi terk ettikçe fiyat yükselmeye devam
edecek ve kalan firmalar Şekil 7.7ii’deki sıfır kâr dengesine ulaşınca
piyasadan firma çıkışı duracaktır.
Şekil 7.9’da görüldüğü gibi başlangıçtaki denge E0’dır. Endüstriye
yeni giren firmalar, arz eğrisini S1’e kaydırırlar. Bu durumda denge fiyatı
P1’e düşerken çıktı mikarı Q1’e yükselir. Oysa piyasaya yeni firmalar
girmeden P1 fiyatı ile sadece Q2 kadar üretim yapılmaktaydı.

E0 S1
P0
E1
P1
D

0 Q2 Q0 Q1 Miktar

Şekil 7.9. Yeni Firmaların Arz Üzerinde Etkileri

7.7.2. Uzun Dönem Denge Koşulları ve Denge


Normal bir kâr düzeyinde faaliyette bulunan firmaların bulunduğu
endüstri uzun dönem dengesindedir. Rekabetçi bir endüstrinin uzun dönem
dengesinde olabilmesi için dört koşulun olması gerekir. Bu koşullar aşağıda
özetlenmiştir.

(i) Mevcut firmalar sermayelerine göre ellerinden geldiğince üretimde


bulunmalıdır. Bu koşul üretimin marjinal maliyetinin piyasa fiyatına eşit

152
olması demektir (MM=P).
(ii) Mevcut firmalar zarar etmemelidir. Eğer firmalar zarar ederlerse
yatırım yapamazlar. Bu durumda da endüstrinin toplam üretimi düşer.
(iii) Yeni firmaların endüstriye girmelerini teşvik edici bir ortam
olmamalıdır. Bu mevcut firmaların, mevcut üretme kapasiteleri ile kâr elde
etmemeleri demektir.
(iv) Mevcut firmalar üretim kapasitelerini artırarak kârlarını
arttırmamalıdır. Bu koşul mevcut her firmanın, uzun dönem maliyet
eğrisinin minimum noktasında üretim yapıyor olması demektir. Buna göre
firma farklı boyutta fabrika inşa ederek ortalama maliyetini düşüremeyecek
ve aşırı kâr (normal üstü) elde edemeyecektir.
Bazı yazarlar ikinci ve üçüncü koşulu tek koşul altında
birleştirmektedir. Bu durumda koşul “mevcut firmaların toplam gelirleri,
onların toplam maliyetlerine eşit olmalıdır” şeklinde ifade edilmektedir.
Şekil 7.10’da uzun dönemde firma dengesi görülmektedir. Görüldüğü gibi
firma uzun dönem dengesinde olduğu zaman, uzun dönem maliyet eğrisinin
minimum noktasında üretim yapmaktadır. Denge noktasında her firma kısa
dönem kârlarını maksimize etmektedir (MM=P). Ayrıca mevcut firmalar
için kâr sıfır, yani kısa dönem ortalama maliyet eğrisi fiyata eşit olmaktadır
(KOM=P).
Şekil 7.10’dan görüldüğü gibi uzun dönem denge koşulları ancak
firmanın uzun dönem ortalama maliyet (UOM) eğrisinin en düşük noktası
olan E noktasında dengede olması ile sağlananabilmektedir. Denge
noktasında fiyat P ve miktar Q’dür Fiyatın P’den daha yüksek olması
durumunda firma normal üstü kâr elde edecektir. Sonuç olarak uzun
dönemdeki denge noktasında KOM=UOM=P=MM olmaktadır. UOM eğrisi
minimum olduğunda buna karşılık gelen üretim miktarına firmanın
minumum optimal ölçeği (veya minimum etkin ölçeği) adı verilmektedir.
Birim Fiyat

MM UOM

KOTM

P
Fiyat

153
Şekil 7.10. Uzun Dönem Firma Dengesi

0 Q Miktar

154
155
BÖLÜM 8
MONOPOL VE PİYASA DENGESİ

Monopol (tekel) piyasası tam rekabet piyasasının karşıtında yer alan


bir piyasadır. Gerçek hayatta tam rekabet piyasası gibi monopol piyasasının
da özelliklerini tam olarak yansıtan bir piyasaya rastlamak zordur. Bununla
birlikte gerçek yaşamda monopol piyasasının özelliklerine yakın koşullara
sahip piyasalar oluşmaktadır. Bu nedenle monopol piyasasının incelenmesi
önemli görülmektedir. Diğer yandan tam rekabet ve monopol piyasası gibi
iki uç piyasanın karşılaştırılması piyasaların analizi açısından anlamlı
sonuçlar vermektedir. Bu bölümde; ilk önce monopol piyasasının tanımı ve
varsayımları incelenecektir. Daha sonra monopolün oluşum biçimleri,
monopol piyasasında kısa ve uzun dönem dengesi, fiyat farklılaştırması ve
monopol piyasasının tam rekabet piyasası ile karşılaştırılması ana hatlarıyla
açıklanacaktır.

8.1. Monopol Piyasasının Tanımı ve Varsayımları


Monopol piyasa, tek firmanın olduğu bir piyasayı belirtir. Böyle bir
durumda monopol firma, bir mal ve hizmetin tek üreticisi veya sunucusu
olduğundan monopolcü firma ile endüstri aynıdır. Monopol kelimesi kısaca
bir malı üreten ve satan tek bir firma anlamına gelmektedir. Daha geniş
olarak monopol; yakın ikamesi olmayan bir malın tek bir firma tarafından
üretilmesi ve pazarlanması ile oluşan bir piyasa organizasyonu olarak
ifade edilebilir. Ancak monopolün talep cephesinde tam rekabet vardır.
Başka bir ifadeyle monopol piyasasında bir malı üreten ve satan tek bir
firmaya karşılık sonsuz sayıda tüketici bulunmaktadır. Yani monopolcü
firma malının alıcıları arasında tam rekabet vardır. Dolayısıyla monopolcü
hem fiyatı hem de istediği satış miktarını birlikte belirleyemez. Monopol
piyasasının varsayımları şöyle özetlenebilir:

• Tek satıcının olması


• Monopolcünün yakın ikamesi olmayan bir mal satması
• Piyasaya başka firmaların girişlerini engelleyen kısıtlamaların
olması

156
Tek satıcının olması firmanın endüstri konumunda olmasını sağlar.
Monopolcünün ürettiği malın yakın ikamesinin olmaması ise firmanın
rekabet ile hiç karşılaşmaması ya da önemsiz sayılabilecek derecede bir
rekabetle karşılaşması demektir. Piyasaya diğer firmaların girişlerinin
engellenmesi yasal, teknolojik ve ekonomik yollarla olabilir. Yasal engeller;
devlet tarafından belli firmalara verilen imtiyazlar, patentler ve lisanslardan
oluşur. Böyle bir durumda devlet bir firmaya belirli bir malın üretimi veya
hizmetin sunumu için izin verirken başka bir firmanın aynı işi yapmasını
engeller. Örneğin Türkiye’de posta hizmetlerini sunma yetkisi yasayla
PTT’ye verilerek diğer firmaların rekabetine engel olunmuştur. Bir firmaya
patent verilmesi de diğer firmaların piyasaya girişini engellemektedir.
Patentler genellikle belirli bir süre için verilmekte olup bu süre içerisinde
başka firmalar veya kişiler patentlenmiş ürünü üretemez. Yine bazı
endüstrilerin faaliyette bulunabilmesi için devlet tarafından lisans verilmesi
gerekir. Örneğin, ilaç sanayinde firmaların üretimde bulunması için lisans
sahibi olmaları gerekir. Televizyon istasyonları da lisans sahibi olmaya
örnek verilebilir.

8.2. Monopolün Oluşum Biçimleri


Belirli bir mal veya hizmetin üretiminin ve satışının tek bir firmanın
elinde olmasıyla ortaya çıkan monopoller değişik biçimde olabilirler.
Burada dört monopol biçiminden bahsedilecektir.

(i) Doğal monopol: Bu monopol biçimi doğal koşullardan


kaynaklanır. Belirli bir hastalığa iyi gelen sadece tek bir yerde olan şifalı su
doğal monopole örnek olarak verilebilir. Yine bir malın üretimi için zorunlu
olan hammadde kaynağına sahip olunmasıyla da doğal monopol oluşabilir.
(ii) Yasal monopol: Malın satışının yasayla ya da imtiyazla tek
firmaya verilmesi ile oluşur. Türkiye’de devlet demiryolları, bazı
markalardaki sigara ve içki yasal monopole örnek olarak verilebilir. Ancak
Türkiye’de 2001 yılında içkideki monopole son verilmiştir. Diğer yandan
patent hakkı ve lisans verilmesi de yasal monopolü oluşturan
uygulamalardır.
(iii) Anlaşmalı monopol: Piyasadaki firmaların kartel ve tröstler
yoluyla fiili monopol oluşturmasıdır. Fiili monopol oluşturan firmalar
piyasayı kontrol edecek güce ulaştıkları için diğer firmaların piyasaya
girmelerine engel olabilirler.

157
(iv) Büyük ölçekli firmaların kurulması: Ölçeğe göre artan
verimden yararlanan bir firma, zaman içerisinde monopolcü firma
konumuna gelebilir.

Monopolcü firmanın tek satıcısı olduğu malın ikame olanağı zayıfsa


monopolün gücü artar. Ancak yakın veya uzak ikame mallar üretildikçe
monopolcünün gücü zayıflar. Diğer yandan monopolcünün ürettiği malların
dayanıklılık derecesi de monopol yaratılmasında önemlidir. Çabuk bozulan
dayanıksız mallar üzerinde monopol kurulması zordur. Dolayısıyla tarımsal
ürünlerde monopol kurulması endüstri mallarına göre daha güçtür.

8.3. Monopolde Denge


Tam rekabet piyasası incelenirken kârını maksimize etmek isteyen bir
firmanın hangi piyasada faaliyette bulunursa bulunsun kapanma kuralı,
(1. kural) ve optimum çıktı kuralı (2. kural) olmak üzere iki kuralı izlemesi
gerektiğinden bahsedilmişti. Kapanma kuralının uygulanması monopolcü
firma için de değişmez. Buna karşılık optimum çıktı kuralının monopolcü
firma için farklı bir şekilde yorumlanması gereklidir. Daha önce de optimum
çıktı kuralının ( MG = MM ) , tam rekabet piyasası için, fiyatın marjinal
maliyete eşitliği ( P = MM ) olarak da ifade edilebileceği açıklanmıştı. Bu
durumun rekabetçi firma için ortalama gelir (OG ) ve marjinal gelirin
( MG ) birbirine eşit olmasından kaynaklandığını biliyoruz. Ancak, tam
rekabetteki fiyat ve marjinal maliyet eşitliği ( P = MM ) monopol piyasası
için geçerli değildir. Çünkü monopolcünün fiyatı, onun marjinal gelirine
eşit değildir. Dolayısıyla optimum çıktı kuralının geçerliliği monopol
piyasası için değişmemekte ancak kuralın uygulanması farklılık
göstermektedir.

8.3.1. Monopolde Marjinal Gelir


Tam rekabet koşullarında bir firma için marjinal gelir fiyata eşittir
( MG = P) . Bu nedenledir ki tam rekabetçi firma veri fiyattan istediği kadar
mal satabilir. Ancak monopolcü firma bu şekilde davranamaz. Monopolcü
firma, piyasada faaliyet gösteren tek firma olduğu için monopolcünün talep
eğrisi ile endüstrinin piyasa talep eğrisi aynıdır. Monopolcü firma için talep
eğrisi ortalama gelir eğrisidir. Monopol piyasasının talep eğrisi azalan bir
eğime sahip olduğu için monopolcü firma ilave ürün satmak isterse fiyatı
düşürmek zorundadır. Daha açık bir ifadeyle monopolcünün malı yüksek

158
fiyattan az, düşük fiyattan ise çok miktarda talep edilir. Dolayısıyla
monopolcü firmanın marjinal gelir eğrisi, tam rekabet piyasasında olduğu
gibi talep eğrisi ile aynı değildir. İlk üretim miktarı dışında marjinal gelir
eğrisi talep eğrisinin altında yer alır. Bu nedenle malın ek biriminin satışının
toplam gelire katkısı, malın satış fiyatından daha azdır. Bu anlatılanlar
sayısal bir örnek ile daha iyi açıklanabilir (Çizelge 8.1).

Çizelge 8.1. Monopol Koşullarında Ortalama Gelir ve Marjinal Gelir (TL)


Miktar (Birim) Ortalama Gelir Toplam Marjinal
(Q) (Fiyat) (OG= P) Gelir (TG) Gelir (MG)
1 8 8 8
2 7 14 6
3 6 18 4
4 5 20 2
5 3 15 -5

Çizelge 8.1’de görüldüğü gibi birinci miktar dışında marjinal gelir


değerleri malın ortalama gelirinden (fiyatından) daha düşüktür. Diğer
yandan aynı çizelgeden izlenebileceği gibi 4 birimlik miktardan sonra
marjinal gelir negatiftir. Bu nedenle monopol piyasası koşullarında talep
eğrisinin esnekliği ile marjinal gelir değerleri arasında yakın ilişki vardır.

8.3.2. Marjinal Gelir ve Talep Esnekliği


Monopolcünün talep eğrisi ile ortalama gelir ve fiyat doğrusu aynıdır.
Ortalama gelir ve marjinal gelir eğrileri arasındaki ilişkiler Şekil 8.1’de
grafiksel olarak gösterilmiştir. Görüldüğü gibi marjinal gelir eğrisi, ortalama
gelir eğrisinin aşağısındadır. Ayrıca marjinal gelir ve talep esnekliği
arasındaki ilişkiyi anlamak önemlidir. Çünkü bu ilişki marjinal gelirin
işaretini etkilemektedir. Talep eğrisinin üst kısımlarında talep esnek
olduğundan (ε > 1) marjinal gelir pozitiftir. Bu durumda fiyattaki düşme
talep edilen miktarda oransal olarak daha fazla bir artışa neden olur. Buna
göre fiyat düştüğünde toplam gelir artacaktır. Talep esnekliğinin 1’e eşit
(ε = 1) olduğu yerde marjinal gelir sıfır ve toplam gelir maksimumdur.
Talep esnekliği inelastikse (ε < 1) , marjinal gelir negatiftir. Yani fiyattaki
düşüş talep miktarında oransal olarak daha az bir yükselişe neden
olmaktadır. Bu durum fiyat düştüğünde toplam gelirin düşmesi anlamına
gelmektedir. Diğer bir ifadeyle marjinal gelir negatif olmaktadır.

159
TL (ε > 1)
10 (ε = 1)

(ε < 1)
5

OG= D
0
50 100 Miktar

-10
MG

TL

250
TG

0 50 100 Miktar

Şekil 8.1. Monopolcü Firmanın Toplam, Ortalama ve


Marjinal Gelir Eğrileri

Monopolcü firma için marjinal gelir daima fiyattan düşüktür


( MG < P) . Toplam gelir artarken, marjinal gelir sıfırdan ( MG > 0) ,
esneklik ise 1’den büyüktür (ε > 1) . Monopolcü firmanın talep eğrisi onun
ortalama gelir eğrisidir. Diğer yandan monopolcünün marjinal gelir eğrisi,
ortalama gelir eğrisinden düşüktür. Çünkü talep eğrisi negatif eğimlidir.
Şekil 8.1’den görüldüğü gibi 0 ile 50 birim üretim miktarı arasında; marjinal

160
gelir pozitif, esneklik 1’den büyük (ε > 1) ve toplam gelir artmaktadır.
Buna karşın üretim miktarının 50 ile 100 birim arasında olduğu durumda ise
marjinal gelir negatif, esneklik 1’den küçük (ε < 1) ve toplam gelir
azalmaktadır.
Kısacası tam rekabet piyasası ile monopol piyasası arasındaki önemli
farklardan birisi talep ve marjinal gelir eğrilerinin biçimidir. Yani tam
rekabet piyasasında bir firma için fiyat veri olduğundan fiyat, marjinal gelire
eşittir ( P = MG ) . Buna karşın monopolcü firma için fiyat daima marjinal
gelirden büyüktür ( P > MG ) .

8.4. Kısa Dönemde Monopolcü Dengesi

Tüm piyasa çeşitlerinde kârın maksimize edildiği üretim


miktarında, marjinal gelir marjinal maliyete ( MG = MM ) eşittir.
Monopolcünün denge üretim miktarı Şekil 8.2 yardımı ile açıklanabilir.
Görüldüğü gibi monopolcünün talep (ortalama gelir) ve marjinal gelir
eğrileri ile marjinal maliyet eğrileri çizilmiştir (Şekil 8.2). Yanıt
verilmesi gereken soru, monopolcünün ne kadar mal sattığında kârını
maksimize edeceğidir. Bunun için optimum çıktı kuralı ( MG = MM ) ,
Şekil 8.2’ye uygulandığında bu noktanın marjinal gelir eğrisi ile
marjinal maliyet eğrisinin kesiştiği E noktasında bulunduğu
görülmektedir. E noktasından miktar eksenine bir dikme inilirse, en
yüksek toplam kârı gösteren üretim miktarı olan QE noktası elde
edilir. Dolayısıyla monopolcü firma denge noktasında OQE kadar
üretim yapmaktadır. Bu noktada fiyatı da bulabiliriz. Bunun için QE
doğrusunu yukarı doğru uzatıp, doğrunun talep eğrisini kestiği
noktayı bulmak gerekir. Şekil 8.2’de görüldüğü gibi QE doğrusunun
uzatılması talep eğrisini P1 noktasında kesmektedir. P1 fiyatının, fiyat
eksenindeki simetriği P noktası olduğuna göre monopolcü firmanın
satış fiyatı OP olmaktadır.

Burada dengenin neden E noktasında olduğu sorusu akla


gelebilir. Bu soru Şekil 8.2 yardımıyla şöyle yanıtlanabilir. Görüldüğü
gibi orijinden itibaren QE noktasına kadar marjinal gelir sürekli olarak
marjinal maliyetten büyüktür ( MG > MM ) . Yani QE noktasına kadar
satılan ilave birimlerin toplam gelire (TG ) katkısı, aynı birimlerin
üretim maliyetlerinde meydana gelen maliyet artışından fazladır. QE

161
noktasından sonra ise sağa doğru gidildikçe marjinal maliyet, marjinal
gelirden büyük ( MM > MG ) olmaktadır. Bunun anlamı ilave olarak
üretilen birimlerin maliyetlerinin bu birimlerin gelirlerinden fazla olması
demektir. Bu nedenle QE’nin sağında monopolcü firma, üretimi
durdurur. Böylece QE üretim miktarında marjinal gelir marjinal
maliyete eşit ( MG = MM ) olduğundan firma kârını maksimize
etmektedir. Monopolcü firma için marjinal gelir, fiyattan küçük olduğu
için MG = MM eşitliğinde hem marjinal gelir hem de marjinal maliyet
fiyattan küçüktür.

OG
MM
MG
MM Pı
P

D=OG

E
MG

0 QE Q

Şekil 8.2. Monopolcünün Kısa Dönem Dengesi

8.4.1. Monopol Kârları


Monopolcü firmanın kısa dönemde aşırı kâr elde etmeksizin normal
kâr ile faaliyet göstermesi de olasıdır. Hatta monopolcünün kısa dönemde
zarar etmesi de mümkündür. Monopolcü zarar durumunda zararını en aza
indirecek üretim miktarını bulmaya çalışır. Söz konusu bu kâr durumları
Şekil 8.3’te gösterilmiştir. Görüldüğü gibi monopolcü firma Şekil 8.3i’de
olduğu gibi kâr edebilir. Ayrıca monopolcü firma başabaş noktasında
olabileceği gibi zarar da edebilir (Şekil 8.3ii). Monopolcünün kısa dönemde
kârını maksimum yapacağı garantisi yoktur. Ancak zarar süreklilik
gösterdiğinde monopolcü sonunda üretimden vazgeçmek durumunda kalır.
Şekil 8.3i’den izlenebileceği gibi Q0 üretim ve P0 fiyat düzeyinde
MG = MM olduğundan monopolcü firma kârını maksimum yapmaktadır.

162
Görüldüğü gibi P0 fiyatı marjinal maliyetten büyüktür ( P0 > MM ) . Daha
önceki açıklamalardan kârı maksimize eden kuralın, MG = MM ve fiyatın
ortalama değişken maliyetten büyük ( P > ODM ) olduğunu biliyoruz. Şekil
8.3’te ortalama değişken maliyet eğrisi verilmemiştir. Ancak ortalama
değişken maliyet eğrisi, ortalama toplam maliyet eğrisinin aşağısında
olacaktır. Kârın olup olmaması ortalama toplam maliyet (OTM ) eğrisinin
konumuna bağlıdır. İlk grafikte ortalama toplam maliyet OTM1 ile
gösterilmiş olup elde edilen kâr koyu alan ile gösterilmiştir (Şekil 8.3i).
İkinci grafikte ise ortalama toplam maliyet OTM2 olup kâr sıfırdır
(Şekil 8.3ii). Ortalama toplam maliyetlerin OTM3 konumunda olduğu
varsayılırsa bu durumda monopolcü firma grafikte gösterilen koyu alan
kadar zarar edecektir. Kısacası, monopolcü firma kâr edebilir, zarar edebilir
veya başabaş noktasında bulunabilir.

TL
TL

MM
MM OTM3
P0 OTM2
P0 OTM1

D D

MG MG
0 Q0 Ürün 0 Q0 Ürün
(i) (ii)
Şekil 8.3. Monopolcü Kârları

8.4.2. Monopolcü Firma İçin Arz Eğrisinin Olmaması


Tam rekabet koşullarında kısa dönem arz eğrisi firmanın marjinal
maliyet eğrisine bağlıdır. Bunun nedeni ise anımsanacağı gibi tam rekabet
koşullarında kârını maksimize eden firma için marjinal maliyetin, fiyata
( MM = P) eşit olmasıydı. Monopolcü firma da tıpkı kârını maksimize
etmek isteyen diğer firmalar gibi dengeye ulaşmak için marjinal gelirini,
marjinal maliyete eşitleyecektir ( MG = MM ) . Ancak monopol piyasasında

163
tam rekabet piyasasının aksine marjinal gelir fiyata eşit değildir. Çünkü
monopol piyasasında marjinal gelir, fiyata değil talep eğrisinin eğimine
bağlıdır.

8.4.3. Firma ve Endüstri


Monopolcü endüstride bulunan tek üretici olduğundan monopolcü
firma aynı zamanda endüstridir. Dolayısıyla tam rekabet piyasasında olduğu
gibi firma ve endüstri ayrımı yapmaya gerek yoktur. Bu nedenle,
Şekil 8.2’de gösterilen monopolcü için kısa dönem dengesi aynı zamanda
endüstrinin kısa dönem dengesidir.

8.5. Monopol Piyasasında Uzun Dönemde Denge


Monopol kârı, aşırı bir kâr olup endüstriye yeni firmaların girişlerinin
kısıtlanması ve yakın-uzak ikame mallarının olmaması gibi nedenlerle
monopolcü kârı uzun dönemde de devam edebilir. Eğer monopolcü kısa
dönemde zarar ediyorsa, bu durumda firma değişken maliyetlerini
karşıladığı ölçüde faaliyetine devam eder. Buna karşın uzun dönemde
sermayenin fırsat maliyeti de dahil firmanın toplam masrafları
karşılanmadıkça, firma endüstriden ayrılacaktır. Eğer monopolcü firma kâr
ediyorsa diğer firmalar da endüstriye girmek isteyeceklerdir.

8.6. Monopolde Fiyat Farklılaştırması


Monopol dengesi açıklanırken monopolcünün malın her birimini,
nerede ve kime satarsa satsın tek bir fiyata göre hareket ettiği varsayılmıştı.
Ancak piyasada tüketici rantının bir kısmını üreticiye kazandırıcı fiyat
stratejileri izlenebilmektedir. Yani monopolcü firma malın fiyatını
artırabildiği gibi aynı mal için farklı fiyatlar da saptayabilir. Bilindiği gibi
piyasa talep eğrisi çok sayıda tüketicinin satın alma konusunda birleştirilmiş
talep eğrisini göstermektedir. Böyle bir yapıda bazı alıcılar piyasa fiyatından
daha yüksek fiyatlardan mal satın almaya razı iken çoğu alıcılar malı piyasa
fiyatından daha düşük fiyatlarda almak isterler. Monopolcü, aynı malı farklı
tüketicilere farklı fiyatlardan satarak kârını artırabilir (Şekil 8.4).
Fiyat farklılaştırması daha çok tüketici rantının bir kısmının firma
kârına dönüştürülmesi şeklinde uygulanmaktadır. Monopolcü firma bu fiyat
farklılaştırmasında belli bir miktar için tek fiyat daha sonraki ek birimler
için daha düşük fiyat belirler. Şekil 8.4’te görüldüğü gibi monopolcü Q1
miktarına kadar olan birimler için P1 fiyatını, Q1’den Q2’ye kadar olan

164
miktarlar için P2 fiyatını ve Q2’den sonraki miktarlar için ise P3 fiyatını
uygulayarak fiyat farklılaştırması gerçekleştirebilir. Eğer farklı miktarlara
farklı fiyatlar uygulanmasaydı Q3 miktarı P3 fiyatından satılacaktı. Ancak
monopolcü, farklı miktarlara farklı fiyatlar uygulayarak koyu alan kadar
tüketici rantını kâra dönüştürmektedir.

P1

P2

P3
D

0 Q1 Q2 Q3 Q

Şekil 8.4. Fiyat Farklılaştırması

Fiyat farklılaştırmasının gerçek yaşamda değişik uygulamalarını


görebiliriz. Hava yolu şirketlerinin iş adamları ve üst düzey yöneticilere
diğer yolculardan farklı fiyattan bilet satmaları, doktor ve avukatların gelir
seviyelerine göre müşterilerinden farklı ücret talep etmeleri fiyat
farklılaştırmasına örnek olarak verilebilir. Ancak her fiyat farklılığı, fiyat
farklılaştırılması gibi algılanmamalıdır. Örneğin miktar indirimleri, toptancı
ve perakendeci fiyat farklılıkları, mevsimsel ya da günün farklı zaman
dilimindeki fiyatlardaki farklılık fiyat farklılaştırması değildir. Çünkü bu
örneklerde aynı ürün, farklı zamanda, farklı yerlerde veya farklı miktarlarda
satıldığından farklı maliyete sahip olabilir. Özetlemek gerekirse aynı malın
tek bir üretici tarafından farklı alıcılara farklı fiyatlarda satılmasına fiyat
farklılaştırması denilmektedir. Ancak fiyatlardaki söz konusu bu
farklılaşma maliyetlerin farklı olmasından kaynaklanmaz.

8.6.1. Fiyat Farklılaştırmasının Türleri


Genellikle iki türlü fiyat farklılaştırmasından bahsedilmektedir. Ancak
bazı ekonomi kitaplarında fiyat farklılaştırılması üç türe ayrılmaktadır.

165
Burada fiyat farklılaştırmasının malın birimleri arasında fiyat
farklılaştırması ve alıcılar arasında fiyat farklılaştırması olmak üzere iki
biçimi ele alınacaktır.

8.6.1.1. Malın Birimleri Arasında Fiyat Farklılaştırması


Tam fiyat farklılaştırması da denilen bu fiyat farklılaştırmasında,
monopolcü ürettiği malın her birimini ayrı ayrı olası en yüksek fiyattan o
malı almak isteyene satar. Böylece tüketici rantının tamamı firmaya
kazandırılır. Firma fiyat farklılaştırması yapmaksızın 8 birim (bardak) süt
almak isteyen bir tüketiciye 8 bardağın hepsini piyasa fiyatından (30 TL)
satarak 240 TL gelir elde edebilir. Ancak firma, tam fiyat farklılaştırmasına
giderek 8 birimin her birini ayrı fiyattan satarak tüketici rantının tamamını
elde edebilir. Örneğin 1. bardak süt 300 TL, 2. bardak 150 TL, 3. bardak 100
TL, 4. bardak 80 TL, 5. bardak 60 TL, 6. bardak 50 TL, 7. bardak 40 TL ve
8. bardak 30 TL’den satılırsa 240 TL gelir yerine 810 TL gelir elde edilir.
Böyle yapmakla firma tam fiyat farklılaştırması yaparak tüketici rantının
tamamını kâra dönüştürmektedir. Yani firma tam fiyat farklılaştırmasına
giderek 570 TL tüketici rantı elde etmekte ve toplam gelirini 810 TL’ye
çıkarmaktadır (Şekil 8.5).

Fiyat
300

200

100

Pazar Fiyatı
30

0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Miktar
Şekil 8.5. Malın Birimleri Arasında Fiyat Farklılaştırması

166
Ancak gerçek yaşamda tam fiyat farklılaştırması ender görülür.
Bununla birlikte firma iki farklı fiyat uygulayabilir. Örneğin, ilk dört birime
bir fiyat, ikinci dört birime ise başka bir fiyat uygulayabilir. Örneğin
satıcının ilk dört birimi 80 TL’ye ve sonraki dört birimi de 30 TL’ye
sattığını varsayalım. Bu durumda firmanın elde ettiği gelir 440 TL olacaktır.
Bu şekilde iki farklı fiyatın uygulandığı bu fiyat farklılaştırması tam fiyat
farklılaştırmasına göre daha az gelir sağlarken, bütün birimlerin tek fiyata
satılmasına göre ise daha yüksek gelir sağlamaktadır.

8.6.1.2. Alıcılar Arasında Fiyat Farklılaştırması


Monopolcü farklı piyasalarda farklı fiyat uygulayarak ya da aynı alıcı
kitlesi içerisinde alıcıları farklı bölümlere ayırıp onlara farklı fiyatlar
uygulayarak fiyat farklılaştırması yapabilir. Şimdi alıcılar arasında fiyat
farklılaştırmasını bir örnek ile açıklayalım. Olayı basitleştirmek için sadece
dört alıcı olduğunu varsayalım. Tüketicilerden birincisinin 4 TL, ikincisinin
3 TL, üçüncüsünün 2 TL ve dördüncüsünün de 1 TL’ye kadar ödeme
yapmaya razı olduğunu kabul edelim. Ayrıca malın birim marjinal
maliyetinin bütün birimler için 1 TL olduğunu varsayalım.
Satıcı tek bir fiyat uygularsa (3 TL), 2 birim mal sattığında kârını
maksimize edecek ve 4 TL gelir elde edecektir. Eğer satıcı fiyat
farklılaştırması yaparsa örneğin ilk alıcıya 4 TL’den, ikinciye 3 TL’den
satarak ilk iki birimden 5 TL kâr edecektir. Öte yandan satıcı üçüncü birimi
de 2 TL’den satarak kârını 6 TL’ye çıkarabilir. Ancak açıklanan bu fiyat
farklılaştırmalarının yapılabilmesi için bazı koşullara gereksinim vardır.

8.6.2. Fiyat Farklılaştırmasının Koşulları


Monopolcünün fiyat farklılaştırması yapabilmesi için gerekli koşullar
kısaca şöyle özetlenebilir.

(i) Malın bir piyasadan alınıp diğer piyasada satılmasının mümkün


olmaması gerekir. Yani bir alıcının malı başka alıcılara satmasının çok güç
olması gerekir. Belediye otobüslerinde öğrencilere ve yaşlılara indirimli
taşıma ücreti uygulanması bu duruma örnek olarak verilebilir.

(ii) Satıcının farklı talep esnekliklerine sahip tüketicileri belirleme


olanağı olmalıdır.

167
8.7. Monopol Piyasası ile Tam Rekabet Piyasasının
Karşılaştırılması
Monopol piyasası ile tam rekabet piyasası arasında önemli farklar
bulunmaktadır. Bu farklar, tam rekabet ve monopol piyasaları incelenirken
yeri geldikçe vurgulanmıştı. Ancak birbirinin karşıtı özellikler gösteren bu
iki piyasa türünün karşılaştırmasını yapmak, tam rekabet ve monopol
piyasalarının farklarını daha açık bir şekilde görebilmek için yararlıdır.
Monopol ve tam rekabet piyasası arasındaki farklar şöyle özetlenebilir;

(i) Hem tam rekabet hem de monopol piyasasında denge noktası


marjinal gelirin marjinal maliyete eşit olduğu noktada gerçekleşir
( MG = MM ) . Tam rekabette denge noktasının P = MM şeklinde ifade
edileceğini de biliyoruz. Ancak monopolcü için denge noktasında fiyat,
marjinal gelirden ve marjinal maliyetten büyüktür (P > MG ve P > MM) .

(ii) Tam rekabet piyasasında uzun dönem dengesinde firmalar


minimum ortalama maliyette faaliyette bulunur ve uzun dönemde ekonomik
kâr yoktur. Monopol piyasasında ise uzun dönemde de kâr vardır.

(iii) Tam rekabet piyasasında minimum ortalama maliyette üretim


yapıldığından toplumun kaynakları daha etkin kullanılır. Buna karşılık
monopol piyasasında, tam rekabet piyasasına göre üretim daha az ve daha
pahalıdır.

(iv) Monopol piyasası, tam rekabet piyasasına göre etkin


çalışmadığından toplumun bazı kaynakları tam olarak kullanılmamaktadır.
Bu nedenle ekonomik etkinlik ve toplumsal açıdan rekabetçi piyasalar
monopole tercih edilmektedir.

168
BÖLÜM 9
EKSİK REKABET PİYASALARI

Tam rekabet ve monopol piyasalarının iki uç piyasayı oluşturduğu ve


bu piyasaların özelliklerini tam olarak yansıtan piyasalara gerçek hayatta
rastlamanın zor olduğu önceki bölümlerde belirtilmişti. Bu bölümün konusu
olan eksik rekabet piyasaları (monopolcü rekabet ve oligopol piyasaları) ise
gerçek yaşamda daha çok görülmektedir. Eksik rekabet piyasaları tam
rekabet ve monopol piyasaları arasında yer aldığından bazı özellikleri
açısından bu piyasalara benzerlik gösterirler. Bu bölümde ilk olarak eksik
rekabet piyasalarının genel özellikleri açıklanacaktır. Daha sonra ise eksik
rekabet piyasalarından monopolcü rekabet (monopollü rekabet, tekelci
rekabet) ve oligopol piyasaları üzerinde durulacaktır.

9.1. Eksik Rekabet Piyasasının Özellikleri


Eksik rekabet piyasaları, hem tam rekabet piyasasının hem de
monopolcü rekabet piyasasının bazı temel özelliklerini yansıtırlar. Eksik
rekabet piyasaları, monopol piyasasında olduğu gibi negatif eğimli bir talep
eğrisi ile karşı karşıyadır. Talep eğrisinin negatif olması, eksik rekabet
piyasasındaki firmaların geçerli olan piyasa fiyatından istedikleri miktarda
satış yapamamalarına neden olmaktadır. Dolayısıyla eksik rekabet
piyasasında firmalar, fiyatı belirler ve satışların talep tarafından
belirlenmesini beklerler. Ancak eksik rekabet piyasasındaki firma, piyasa
koşullarındaki değişmelere göre geçerli piyasa fiyatından satılmak koşulu ile
satış miktarını değiştirebilir. Piyasa koşullarının süreklilik göstermesi
durumunda ise firmalar fiyatı değiştirip değiştirmemeye karar verirler. Eksik

169
rekabet piyasasındaki firmalar tarafından farklı ürün üretilir ya da reklam ile
ürünlerin farklı olduğu tüketicilere inandırılır. Dolayısıyla bu piyasalarda
ürün farklılaştırılması önemlidir.
Eksik rekabet piyasalarında çoğu firma üretimini, uzun dönem
ortalama maliyet eğrisinin minimum noktasında yapmaz. Bu nedenle bu
piyasalarda ölçek ekonomilerinden tam olarak yararlanılmamaktadır. Eksik
rekabet piyasalarında fiyat dışı rekabet yaygındır. Bu tip rekabetin en çok
uygulananı ise reklamlardır. Firmalar, reklam ile tüketicilerin kendi
mallarını almalarını sağlamaya çalışırlar. Reklamın dışında kullanılan fiyat
dışı diğer rekabet yolları çeşitli garantiler ve hediyeler verilmesidir. Eksik
rekabet piyasalarına giriş genellikle kolaydır. Ancak yeni firmaların
piyasaya girişlerini engellemek için bu piyasadaki endüstriler aralarında
anlaşma yoluna giderler.

9.2. Monopolcü Rekabet Piyasası


Monopolcü rekabet piyasalarına verilebilecek örneklerin çoğu hizmet
sektöründendir. Bununla birlikte piyasalar arasındaki çizgiler kesin değildir.
Örneğin posta hizmetleri monopol olarak kabul edilmesine karşın son
yıllarda kargo şirketleri bu yapıyı bozmuştur. Bu kısımda önce monopolcü
rekabet piyasasının özellikleri açıklanacak daha sonra ise monopolcü
rekabet piyasasında kısa ve uzun dönem dengesi ele alınacaktır. Monopolcü
rekabet piyasası ile ilgili açıklamalar, monopolcü rekabet piyasası ile tam
rekabet piyasasının karşılaştırmasının yapılması ile sona erecektir.

9.2.1. Monopolcü Rekabet Piyasasının Tanımı ve Genel


Özellikleri
Monopolcü rekabet piyasası, monopol ile tam rekabet piyasası
arasında yer almaktadır. Dolayısıyla bu piyasa, hem monopol hem de tam
rekabet piyasasının özelliklerini yansıtır. Bununla birlikte monopolcü
rekabet piyasası, tam rekabet piyasasına daha yakın bir piyasa türüdür.
Monopolcü rekabet piyasasının genel özellikleri şöyle özetlenebilir;

(i) Monopolcü rekabet piyasasında çok sayıda firma


bulunduğundan, firmaların fiyat üzerinde kontrol ve etkileme gücü
sınırlıdır. Firma sayısının çok oluşu, firmaların fiyat ve üretim
miktarları konusunda bir anlaşma yapmalarını önler. Ancak

170
monopolcü rekabet piyasasında satıcılar belirli aralıklarla da olsa
piyasa fiyatını etkileyebilirler.

(ii) Monopolcü rekabet piyasasında fiyat dışı rekabet çok


yaygındır.

(iii) Monopolcü rekabet piyasasında, piyasaya giriş tam rekabet


piyasası kadar olmamakla birlikte yine de kolaydır. Bu durum
monopolcü rekabet piyasasında uzun dönemde ekonomik kârın
olmamasına neden olur.

(iv) Monopolcü rekabet piyasasında firmalar küçük ölçeklidir.


Bu nedenle bu piyasalardaki firmaların ölçek ekonomisi ve sermaye
yatırımları küçük boyuttadır.

(v) Monopolcü rekabet piyasasının en önemli özelliği ürün


farklılaştırmasıdır. Ürünün farklılaştırılması, bu piyasaları tam rekabet
piyasalarından ayıran en önemli faktördür. Monopolcü rekabet
piyasasında her endüstri birbirinin yerine kullanılabilen ancak
farklılaştırılmış ya da farklı olduğu tüketiciye inandırılmış ürün satar.
Ürünler arasındaki farklılıklar, ürünün fiziksel özelliklerinde olabileceği
gibi paketleme, firmanın reklam kampanyası, satış koşulları ve servis
gibi konularda da olabilir.

9.2.2. Monopolcü Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Dengesi

Monopolcü rekabet piyasasındaki bir firmanın kısa dönem


dengesinin monopol piyasası kısa dönem dengesinden bir farkı
yoktur. Monopol piyasasında olduğu gibi bu piyasa türünde de bir
firma aşırı kâr ve normal kâr elde edebileceği gibi zarar da edebilir.
Ancak monopolcü rekabetçi firmanın ürününe olan talep eğrisinin,
monopolcü firmanın talep eğrisine oranla daha esnek olduğu
söylenebilir. Bu durum monopolcü rekabetçi firmanın ürününün,
monopolcü firmanın ürününe göre daha fazla ikamesinin olmasından
ileri gelmektedir.

Monopolcü rekabetçi firmanın talep eğrisi negatif eğimli olup


firma, marjinal gelir, marjinal maliyet ( MG = MM ) eşitliğinde kârını

171
maksimize eder. Şekil 9.1’de görüldüğü gibi kârı maksimize eden
üretim miktarı Q1’dir. Monopolcü rekabetçi firma ürünü P1 fiyatından
satarak koyu alan kadar kâr elde eder. Daha öncede değinildiği gibi,
monopolcü rekabetçi firma zarar da edebilir. Zarar durumu
monopolcü rekabetçi firmanın ortalama maliyet eğrisinin, talep
eğrisinin üzerinde olduğu zaman ortaya çıkar. Aşırı kâr ya da normal
üstü kâr durumunda ise diğer firmalar da piyasaya gireceğinden
firmanın karşı karşıya olduğu talep eğrisi sola doğru kayacaktır. Talep
eğrisindeki bu kayma firma normal kâr durumuna gelinceye kadar
devam eder.
Maliyetler
Fiyat ve

MM

P1 OTM

OTM1 D=OG

MG

0 Q1 Miktar

Şekil 9.1. Monopolcü Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Dengesi

9.2.3. Monopolcü Rekabet Piyasasında Uzun Dönem Dengesi


Monopolcü rekabet piyasasında piyasaya girişler tam rekabet
piyasasında olduğu gibi nispeten kolaydır. Bu nedenle monopolcü rekabet
piyasasında kısa dönemde aşırı kâr olması durumunda piyasaya yeni
firmalar girer. Bunun sonucunda piyasa arzı artar ve fiyatlar düşer.
Fiyatların düşmesi, fiyatların ortalama maliyete eşit olmasına kadar devam
eder. Uzun dönem dengesi, marjinal gelirin marjinal maliyete ve fiyatın
ortalama maliyete (MM = MG ve P = OM ) eşit olduğu üretim düzeyinde
gerçekleşir (Şekil 9.2). Fiyat ortalama maliyete eşit olduğu için kısa
dönemde elde edilen aşırı kâr, uzun dönemde gerçekleşmez. Şekil 9.2’den
görüldüğü gibi marjinal gelir-marjinal maliyet ( MG = MM ) eşitliği Q1

172
üretim düzeyinde gerçekleşmektedir. Denge noktasında fiyatın (P1),
ortalama maliyete eşit olması nedeniyle aşırı kâr yoktur. Ancak fiyatın
ortalama maliyete ( P = OM ) eşit olduğu nokta, tam rekabet piyasasında
olduğu gibi ortalama maliyetin minimum noktası değildir.

Maliyetler
Fiyat ve
MM OM
G
E
P1

MG
0 Q1 Miktar

Şekil 9.2. Uzun Dönem Dengesi

9.2.4. Tam Rekabet Piyasası İle Monopolcü Rekabet Piyasasının


Karşılaştırılması
Monopolcü rekabet ve tam rekabet piyasası arasındaki en büyük fark
malların tam rekabette homojen olmasına karşılık monopolcü rekabet
piyasasında farklılaştırılmış olmasıdır. Monopolcü rekabet piyasasının iki
özelliği önemlidir. Birincisi bu piyasada fiyatın, marjinal maliyetten
(P>MM) büyük olmasıdır. Bu durum kaynakların toplumun istediği şekilde
kullanılmamasına neden olmaktadır. İkinci önemli özellik ise, monopolcü
rekabet piyasasında firmanın üretiminin, ortalama maliyet eğrisinin
minimum noktasında değil bu noktanın solunda gerçekleşmesidir. Bu durum
aşırı kapasitenin ortaya çıkmasına neden olur.
Şekil 9.3i’den görüldüğü gibi tam rekabet piyasasında uzun dönem
dengesi P2 fiyatında Q2 üretim düzeyinde gerçekleşmektedir. Görüldüğü gibi
tam rekabet piyasasında firmanın üretimi uzun dönem ortalama maliyet
eğrisinin minimum noktasında gerçekleşir. Monopolcü rekabet piyasasında
ise en düşük maliyet Q2’dir. Bu nedenle monopolcü rekabet piyasasında
uzun dönemde kullanılmayan (Q1-Q2) bir kapasite vardır (Şekil 9.3ii).

173
Böylece monopolcü rekabet piyasasında, tam rekabet piyasasına göre daha
az bir üretim buna karşın daha yüksek bir satış fiyatı söz konusudur. Bu
nedenle monopolcü rekabet piyasası kaynak dağılımında etkin değildir.

Maliyetler
Fiyat ve
P MM OTM
MM
OM

P1 D
P2
P2
P=MG=OG

D=OG

0 Q2 Q 0 Q1 Q2 Q
MG
(i) Tam Rekabet (ii) Monopolcü Rekabet

Şekil 9.3.Tam Rekabet ve Monopolcü Rekabet Piyasalarında Uzun Dönem


Dengesi

9.3. Oligopol Piyasası


Oligopol piyasasında monopolcü rekabet piyasasına oranla daha az
rekabet bulunur. Dolayısıyla oligopol piyasası tam rekabet piyasasından çok
monopol piyasasına daha yakındır. Oligopol piyasasında az sayıda firma
bulunduğundan bu piyasadaki firmalar fiyatı veri almayacak kadar yeterli
güce sahiptir. Ancak oligopol firmalar rakiplerine bağımlıdır. Ayrıca
oligopol piyasaya giriş yeni firmalar için çok zordur.

9.3.1. Oligopolün Tanımı ve Özellikleri

174
Oligopol piyasasında birbirleri ile rekabet eden az sayıda firma
olup (ikiden fazla), bu firmaların üretimindeki değişmeler piyasa
fiyatını etkilemektedir. Oligopol piyasasındaki firmalar monopolcü
rekabet piyasasında olduğu gibi üretmiş oldukları ürünlerin fiyatları
üzerinde bir ölçüde kontrol gücüne sahiptir. Oligopol piyasasındaki
firmalar kendi firmalarının dışında piyasada yer alan diğer firmaları da
izlemek durumundadır. Çünkü oligopol piyasasındaki bir firmanın
izlemiş olduğu üretim ve fiyat politikası diğer firmaların satışlarını
önemli ölçüde etkilemektedir. Oligopol piyasasının genel özellikleri
şöyle özetlenebilir:

(i) Oligopol piyasasında az sayıda ancak büyük firmalar yer alır.


Ayrıca bu piyasadaki firmalar karşılıklı olarak birbirleriyle bağımlılık
içerisinde faaliyette bulunurlar. Yani oligopol piyasasındaki bir firma kendi
faaliyetlerinin diğer firmaları ve diğer firmaların faaliyetlerinin de kendisini
etkileyeceğini bilir. Diğer yandan bazı durumlarda oligopol piyasasında çok
sayıda firma olabilir. Ancak bu durumun olduğu piyasada birkaç büyük
firma piyasayı yönlendirir. Büyük firmalar piyasada belirleyici kararları alır,
küçük firmalar da onları izler.

(ii) Oligopol piyasasındaki firmalar homojen ürün veya


farklılaştırılmış ürün satabilirler. Eğer oligopol piyasasında homojen ürünler
üretiliyorsa bu durumda saf oligopol buna karşın farklı ve çeşitlendirilmiş
ürün üretiliyorsa farklılaştırılmış oligopol denilmektedir. Saf oligopolde
firmaların birbirlerine bağımlılık derecesi çok yüksektir. Bu nedenle bir
firma tarafından yapılan fiyat değişimi diğer firmaların satışlarını büyük
oranda etkiler. Farklılaştırılmış oligopolde ise bir firmanın fiyat değişimi
yapması saf oligopole göre diğer firmaları daha az etkiler. Buna göre
farklılaştırmanın derecesi arttıkça firmalar arasında karşılıklı bağımlılığın da
azaldığı söylenebilir. Benzin, çimento ve demir-çelik üretimi saf oligopole
örnek olarak verilebilir. Otomobil ve beyaz eşya üretimi ise farklılaştırılmış
oligopol piyasasının en iyi örneklerindendir. Örneklerden de anlaşılacağı
üzere gerçek yaşamda en sık rastlanan piyasa türü farklılaştırılmış oligopol
piyasasıdır.

(iii) Oligopol piyasasında piyasaya girişleri kısıtlayan patent hakları,


ölçek ekonomileri ve hammadde kaynakları gibi önemli engeller
bulunmaktadır.

175
9.3.2. Oligopol Piyasasının Oluşum Biçimleri
Oligopol piyasasının oluşumu fiyat dışı rekabet ve firmalararası
anlaşmalardan kaynaklanır.

9.3.2.1. Fiyat Dışı Rekabet


Fiyat dışı rekabetin en yaygın şekli reklamlardır. Reklam ile firma
kendi ürünlerinin daha çok satılmasını amaçlar. Ancak reklam, firmaların
maliyetlerinin artmasına neden olur. Reklam ile zaman içerisinde tüketiciler
belirli markalara bağımlı hale gelebilmektedir. Böyle bir durumun olduğu
piyasada yeni firmaların söz konusu piyasaya girişleri zorlaşmaktadır. Fiyat
dışı rekabetin diğer şekilleri ise araştırma–geliştirme ve satış teşkilatının
oluşturulmasıdır. Firmalar araştırma-geliştirme faaliyetleri ile rakiplerine
göre daha kaliteli ve çeşitli ürünler üretebilir. Bu durumda yeni kurulan bir
firma kuruluş maliyetlerinin dışında reklam, satış teşkilatı ve araştırma-
geliştirme faaliyetlerine de yatırım yapmak durumundadır. Böyle bir yapı
içerisinde küçük firmaların bu işleri yapmaları kolay değildir. Bu nedenle
oligopol endüstrilerin çoğunda ölçek ekonomisi gözlenmektedir.

9.3.2.2. Firmalararası Anlaşma


Firmaların rekabet etmek yerine çeşitli şekillerde işbirliğine gitmeleri
oligopol piyasasının önemli özelliklerindendir. Firmaların anlaşmaya
gitmelerinin nedeni kârlarını arttırmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.
Böylece firmalar birbirlerinden bağımsız hareket ederek daha düşük fiyat ve
kâr elde etme yerine potansiyel kârlarına ulaşabilmektedirler. Ancak
firmalararası anlaşmalar tüketicilerin aleyhine bir durum ortaya
çıkardığından bu anlaşmalar gizli yapılır. Esasında firmalar ortak hareket
etmeye karar verirler ve buna uyarlarsa anlaşmaların yazılı yapılmasına da
gerek yoktur. Eğer oligopol firmalar anlaşmaya sadık kalırlarsa monopol
firmanın ulaştığı dengeye sahip olabilirler. Böylesi bir dengeye genellikle
“işbirliği içinde denge” denilmektedir. Ancak günümüzde teknolojideki
hızlı gelişmeler ve yeni ürünlerin piyasaya çıkması firmalararası anlaşmayı
güçleştirmektedir. Bu nedenle firmalar çeşitli fiyat dışı rekabet yollarını
kullanarak pazar paylarını arttırmak istemektedirler. Böyle bir rekabet yapısı
içerisinde endüstrinin kârının monopol kârına ulaşamayacağı açıktır.
İşbirliği içindeki dengenin karşıtı “işbirliği olmaksızın dengedir”. Bu
dengede firmalar, endüstrinin toplam kârını değil kendi kârlarını maksimum
yapmak isterler. İşbirliği olmaksızın dengenin en önemli şekli Nash
dengesidir. Bu dengede diğer firmanın davranışı veri olarak alındığında,

176
firmanın kendi davranışını korumasının en iyi strateji olacağı
düşünülmektedir. Bir işbirliğinin olmadığı ortamda rakip firma fiyatı
düşürürse veya fiyatı arttırmak için üretimi kısarsa diğer firmalar da aynı
şekilde davranmak durumundadır.
Oligopol piyasasında firmaların anlaşma veya rekabet etme
derecelerini etkileyen bazı faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler aşağıda
kısaca özetlenmiştir.

• Firma sayısının azlığı firmalararası anlaşmayı kolaylaştırdığı gibi


anlaşmanın sürdürülebilirliliğini de artırmaktadır.
• Firmaların birbirlerine yakın ürün üretmeleri, firmalararası anlaşmaya
gidilip toplam kârın artırılmasını farklı ürünlerin üretilmesi durumuna
göre daha fazla kolaylaştırmaktadır.
• Pazarın büyümekte olduğu durumda pazarın daralmasına göre
firmalararası anlaşma olasılığı daha fazla olmaktadır.
• Piyasada fiyat lideri konumunda olan bir firmanın olması birbirleri ile
eşit büyüklükte sayılabilecek firmaların olduğu piyasaya göre
firmalararası anlaşmaya gidilmesini daha fazla kolaylaştırmaktadır.
• Piyasaya yeni firmaların girişlerinin zor olduğu bir ortamda
firmalararası anlaşmalar daha kolaydır.
• Fiyat dışı rekabetin hiç olmadığı veya çok az olduğu ortamda
firmalararası anlaşma olasılığı daha yüksek olmaktadır.

9.3.3. Oligopolde Piyasa Dengesi

177
Oligopol piyasasında firmalar arasındaki bağımlılık özelliği
nedeniyle, bu piyasada fiyatın belirlenmesi incelenen diğer piyasa türlerine
göre çok karmaşıktır. Oligopolde piyasa dengesi genellikle dört model ile
açıklanmaktadır. Söz konusu bu modeller; Dirsekli Talep Eğrisi, Fiyat
Önderliği, Firmalararası Anlaşma ve Maliyet Üzerine Kâr Payı Modeli’dir.

9.3.3.1. Dirsekli Talep Eğrisi Modeli


Oligopol piyasasındaki firmalar birbirlerini izlemek durumundadır.
Bu modele göre bir firma fiyatlarını düşürürse diğer firmalar da fiyatlarını
düşürür. Buna karşın firma fiyatlarını arttırdığı zaman, firmanın rakibi
durumundaki diğer firmalar fiyatlarını arttırmazlar. Dirsekli talep eğrisi
modelinde oligopolcü firmanın iki tane talep eğrisi ile karşı karşıya olduğu
kabul edilir (Şekil 9.4.) DD eğrisi firmanın fiyatlarını değiştirdiğinde
rakiplerinin de değiştireceğini göstermektedir. Buna karşın dd talep eğrisi
ise firmanın fiyatlarını değiştirdiğinde rakiplerinin fiyatı
değiştirmeyeceklerini varsaymaktadır. Buna göre dd talep eğrisi DD
eğrisinden daha yatık olduğundan bu eğriler bir noktada kesişirler. Yani
talep eğrileri piyasa fiyatı düzeyinde dirsek yapar. Talep eğrisi, dirseğin üst
kısmında dirseğin alt kısmına göre daha esnektir. Bunun nedeni oligopolcü
firmaların kendi başlarına fiyat arttırmaması veya artan fiyatları
izlememesinden kaynaklanmaktadır.
Şekil 9.4’deki DD talep eğrisi oligopolcü firmaların tamamına karşı
olan toplam talebi göstermektedir. Buna karşın dd talebi ise oligopolcü
firmanın kendi talep eğrisidir. Daha öncede açıklandığı gibi oligopolcü
firma fiyatı yükselttiğinde diğer firmalar fiyatı arttırmayacaklarına göre
oligopolcü firmanın talep eğrisi 0P fiyatının üstündedir (dE). Firma fiyatı
düşürdüğünde ise diğer firmalar da fiyatlarını düşüreceklerinden talep ED
eğrisi olacaktır. Sonuçta firmanın talebi dED biçiminde dirsekli bir şekil
alacaktır. Buna göre oligopol fiyatı oluştuktan sonra bu fiyat seviyesinin
aşağıya veya yukarıya çıkma eğilimi olmaz. Çünkü oligopolcü firma fiyatı
arttırmak ile kârını arttıramaz. Böyle bir durumda diğer firmalar fiyatlarını
değiştirmeyeceğinden firmanın satışları hemen düşer. Tersi durumda yani
firmanın fiyatını düşürmesiyle de kârını arttıramaz. Çünkü böyle bir
durumda diğer firmalar da fiyatlarını düşüreceklerdir.
Talep eğrisinin dirsekli olması marjinal gelirin iki parçaya
ayrılmasına neden olur. Bu kesikli durum A ile B arasında fiyat ve marjinal
maliyet arasındaki bağı ortadan kaldırmaktadır. Piyasada oluşan fiyatın bir
süre değişmemesi (fiyat sertliği) bu kesikliğin nedenidir. Marjinal gelirin

178
(MG) ilk parçası dE arasında, ikinci parçası ise daha aşağıda olup ED’ye
karşıt olan yerdedir. Bunun anlamı 0P fiyatının üstünde marjinal gelir
yüksek ve pozitiftir. Marjinal gelir, 0P fiyatının altında negatiftir. Marjinal
gelir eğrisi ve marjinal masraf (MM) eğrisinin kesişmesi AB arasında
olduğu sürece marjinal masraf eğrisi değişse bile bundan fiyat etkilenmez.
Bu durumda üretim miktarı daima 0Q denge miktarındadır. Çünkü 0Q’den
fazla üretim miktarında marjinal masraf, marjinal gelirden büyük
( MM > MG ) , 0Q’den küçük üretim miktarında ise marjinal gelir, marjinal
masraftan büyüktür ( MG > MM ) .

D
d
Fiyat

MM2
E MM1
P

MG
A
mh

Özetle dirsekli talep modeli, bir endüstride bir firmanın fiyatını


düşürmesi durumunda firmanın rakiplerinin de fiyatlarını düşüreceğini fakat
firmanın fiyatlarını artırması halinde rakiplerinin fiyatlarını artırmayacağını
d

D
MG
0 Q Miktar

Şekil 9.4. Dirsekli


179
Talep Eğrisi
varsayan bir oligopol modelidir.

9.3.3.2. Fiyat Önderliği Modeli


Fiyat önderliği modelinde, piyasada lider konumunda olan firma fiyatı
belirler. Diğer firmalar bu fiyatları izlerler. Burada çok sayıda küçük
oligopol firmaya karşı az sayıda büyük firma piyasa ile ilgili belirleyici
kararları almakta ve bu kararlara küçük firmalar uymaktadır. Türkiye’deki
bankacılık sektörü bu duruma örnek olarak verilebilir. Çünkü bankacılık
piyasasında çok sayıda küçük banka olmasına karşın az sayıdaki büyük
banka belirleyici rol oynamaktadır.

9.3.3.3. Firmalararası Anlaşma Modeli


Firmalararası anlaşmalar değişik şekillerde olabilmektedir. Ancak bu
anlaşmaların en bilinen şekli karteldir. Kartel, aynı dalda çalışan firmaların
üretim, hammadde ve özellikle pazarlama konularında rekabeti kaldırmak ya
da sınırlamak amacıyla yaptıkları anlaşma olarak tanımlanmaktadır. Buna
göre kartel; kartelde yer alan firmaların, kârlarını arttırmak için üretim
miktarının azaltılıp ürün fiyatlarının arttırıldığı bir organizasyon biçimidir.
Böylece oligopol piyasasındaki firmalar kartel oluşturarak piyasada tek
firma varmış gibi faaliyette bulunurlar. Buradaki amaç karteldeki firmaların,
monopolcü firmanın elde ettiği bütün faydalardan yararlanmak istemesidir.
Kartellere en iyi örnek olarak petrol ihracatçısı ülkelerin oluşturduğu OPEC
verilebilir. Kartel, firmaların birleşmesi olmayıp, firmaların belirli konularda
aralarında yaptıkları resmi bir anlaşmadır. Karteller daha çok Avrupa
ülkelerinde görülmektedir. Ancak bazı Avrupa ülkeleri karteli
benimsememiş, Amerika’da ise tamamen yasaklanmıştır. Anlaşma
konularına göre değişik kartel türleri oluşturulmaktadır. Fiyat karteli, satış
karteli, kontenjan karteli, bölge karteli ve uluslararası karteller başlıca kartel
biçimleridir.

(i) Fiyat karteli: Kartelde yer alan firmalar tek fiyat üzerinde
anlaşmaya giderler. Anlaşma konusu fiyat tek bir fiyat olabileceği gibi
asgari fiyat saptanması şeklinde de olabilir.

(ii) Satış karteli: Karteldeki firmalar piyasaya hakim olmadığı için


mallarını kartelin satış örgütleri aracılığı ile yaparlar. Dolayısıyla satış
kartelinde yer alan firmalar mallarını bağımsız olarak satamazlar.

180
(iii) Kontenjan karteli: Karteldeki firmaların üretim kapasitelerini
belirleyen bir kartel türüdür. Bu şekilde bir kartele gidilmesindeki amaç
piyasanın gereksiniminden daha fazla bir üretim yapılmasıdır. Kontenjan
karteli oluşturulmasıyla üretim miktarının sınırlanması birim maliyetleri
yükselteceğinden bazı firmalar kartele katılmak istemeyebilir.

(iv) Bölge karteli: Firmaların belirli pazar bölgelerini kendi


aralarında paylaşmaları ile bölge karteli oluşur. Bu tür kartelde yer alan
firmaların pazarı belirli olup, firma ancak o pazarda malını pazarlayabilir.
Örneğin meyve suyu fabrikaları anlaşmaya giderek satış bölgelerini
belirleyebilirler.

(v) Uluslararası karteller: Gelişmiş ülke firmaları aralarındaki


rekabeti kaldırarak az gelişmiş ülkelerden mal alımında ve onlara mal
satımında daha kârlı duruma geçmek için anlaşmaya giderler. Bu şekilde
oluşturulan karteller ile gelişmiş ülke firmaları, az gelişmiş ülkelerden
aldıkları malları daha ucuza alırken onlara sattıkları malları daha yüksek bir
fiyattan satarlar.

Özetlemek gerekirse, firmaların kartel oluşturmaları monopol bir


davranışa neden olmaktadır. Kartel ile oligopol belirsizliği giderilmekte,
fiyat ve ticaret savaşları sona erdirilmekte ve pazar kotaları ile pazar
bölgeleri belirlenerek rekabet engellenmektedir.

9.3.3.4. Maliyet Üzerine Bir Kâr Modeli


Günlük yaşamda mark up olarak bilinen bu modelde, firma birim
ürün başına maliyeti hesaplayıp üzerine bir kâr payı ekleyerek fiyatı belirler.
Böylece aynı endüstri içinde birbirine çok yakın maliyetler ile üretim yapan
firmalar birbirlerine yakın satış fiyatları belirleyebilmektedir. Maliyet
üzerine bir kâr payı eklenmesi modeli firmalararası anlaşma ya da fiyat
liderliği modelleri ile birlikte de kullanılabilir.

9.4. Oligopolün Etkinliği


Oligopol piyasasında malların satış fiyatı tam rekabet piyasasından
yüksek monopol fiyatından düşüktür. Fiyatın düşük veya yüksek olmasının
büyüklüğü oligopol piyasasındaki firma sayısı ile piyasaya giriş kolaylığına
bağlıdır. Oligopol piyasasında firma sayısı arttıkça ve monopolcü rekabet

181
piyasasındaki firma sayısına yaklaştıkça fiyatlar monopol fiyatından çok
düşük olarak gerçekleşmekte ve tam rekabet piyasasına yaklaşmaktadır.
Oligopol piyasasında talep monopol piyasasına göre daha esnektir.
Dolayısıyla oligopol piyasasında üretim miktarı monopolden daha fazladır.
Ancak tam rekabet piyasasında talep tam esnek olduğundan bu piyasalardaki
üretim düzeyi oligopol piyasasından fazladır. Oligopol piyasasında çok
sayıda satıcının olduğu durumda reklam harcaması ve farklılaştırma ile
mallara karşı talebi arttırmak ve talep esnekliğini azaltmak olasıdır.
Monopol piyasasında ise bunlara gerek yoktur.
Oligopol piyasasındaki firmalar, ürün farklılaştırması ve reklamlar ile
tüketicilere tercih olanağı sağlamaktadırlar. Ancak ürün farklılaştırması ve
reklamların aşırı bir şekilde yapılmasının ekonomiye olumsuz etkileri
olabilmektedir. Oligopol firmaların mallarına karşı talebin esnek olması ve
tam rekabetteki fiyattan daha yüksek fiyata satılması birim başına elde
edilen kârın tam rekabet piyasasından fazla olmasına neden olur. Buna
karşın oligopol firmanın kârı monopol firmanın kârından daha azdır.
Kısacası, oligopol ve monopol piyasalarda toplum refahını olumsuz yönde
etkileyen üretimin kısılması söz konusudur.
Özetle, tam rekabet, monopol ve oligopol piyasaları içerisinde en
yüksek fiyat monopol piyasasında, en düşük fiyat ise tam rekabet
piyasasındadır. Oligopol piyasası ise bu iki piyasanın arasında yer alır.
Üretim miktarı açısından ise en yüksek üretim tam rekabet piyasasında en
düşük üretim ise monopol piyasasındadır. Oligopol piyasası üretim miktarı
yönünden de yine bu iki piyasanın arasında bulunmaktadır.

182
BÖLÜM 10
BÖLÜŞÜM TEORİSİ
VE
FAKTÖR
PİYASALARI

Ekonomik sorunlardan biri de üretimin kimler için yapılacağıdır. Bu


sorunun yanıtı ekonomi biliminde bölüşüm (dağılım) teorisi kapsamında
aranır. Ekonomi biliminin önemli konularından birini oluşturan bölüşüm
teorisi, kişisel ve görevsel bölüşüm açısından incelenecektir. Kişisel
bölüşüm ayırımında kişisel bölüşümün kapsamı, Pareto kanunu, Lorenz
eğrileri, gelir eşitsizliğinin nedenleri ve gelir eşitsizliğinin giderilmesi
konuları üzerinde durulacaktır. Bölüşüm teorisinin görevsel bölüşüm
ayırımı ise faktör piyasasında fiyatlandırma olarak ele alınacaktır. Faktör
piyasasında fiyatlandırma konusunda öncelikle faktör piyasaları üzerinde
durularak, faktör arz ve talebinin özellikleri açıklanacaktır. Görevsel
bölüşüm ile ilgili açıklamalar faktör gelirlerinin incelenmesi ile sona
erecektir.

10.1. Gelir Bölüşümü (Dağılımı)


Üretilen ürünün satış değeri içerisinde üretime katkı yapanların
hepsinin payı vardır. Dolayısıyla bir ülkede veya toplumda bu payın
belirlenmesi ve üretenler arasında dağıtılmasına gelir bölüşümü (dağılımı)
denilmektedir. Daha açık bir ifadeyle gelir bölüşümü üretim faktörlerinin
gelirleri olan rant, ücret, faiz ve kârın belirlenmesi ve faktör sahipleri
arasında paylaştırılmasını incelemektedir. Buna göre üretim sürecine katılan
faktör sahiplerine rant, ücret, faiz ve kâr payları olarak yapılan ödemeler
bireylerin gelirini oluşturmaktadır.
Bölüşüm teorisi hem mikroekonominin hem de makroekonominin
alanına girer. Bölüşüm teorisinin mikroekonominin alanına girmesinin
nedeni bu konunun fiyat teorisinin genişletilmiş bir şekli olmasıdır. Bu
nedenle bölüşüm teorisine üretim faktörleri piyasasında fiyatlandırma
teorisi de denilmektedir. Hatırlanacağı üzere fiyat teorisi, herhangi bir malın
piyasa değerini etkileyen arz, talep ve piyasa koşullarını incelemekteydi.

183
Benzer şekilde üretim faktörlerinde fiyatlandırma konusunda da işçinin
ücretini, toprağın rantını, sermayenin faizini, belirleyen etkenler
incelenmektedir. Dolayısıyla bu konular mikroekonominin konularını
oluşturmaktadır. Diğer yandan gelir bölüşümü makro seviyede de
incelenmektedir. Örneğin ulusal gelirin, toplumu oluşturan kesimler
arasında nasıl dağıtılacağı sorunu makro düzeyde bir analizi gerektirir.
Tüketicinin talebi, gelir seviyesine göre değiştiği için gelirin bireyler
ve aileler arasındaki dağılımı, talebi etkilemektedir. Aynı şekilde maliyet de
üretim faktörlerine ödenen bir bedeldir. Bu nedenle, gelir bölüşümü fiyat ve
üretim teorileri ile yakından ilişkilidir.
Gelir bölüşümü sorunu farklı şekillerde incelenebilir. Bunlar; bölgesel
dağılım, fiziksel dağılım, coğrafî dağılım, sektörel dağılım, yeniden dağılım,
mesleki dağılım, uluslararası dağılım, kişisel ve görevsel (fonksiyonel) gelir
dağılımı olarak ifade edilmektedir. Ancak belirtilen bu gelir bölüşümü
türlerinden en çok kullanılanları kişisel ve görevsel gelir dağılımlarıdır.
Görevsel ya da fonksiyonel gelir dağılımına ilk gelir dağılımı da
denilmektedir. Kişisel ve görevsel gelir dağılımları aşağıda sırasıyla
açıklanmıştır.

10.1.1. Kişisel Gelir Dağılımı

Kişisel bölüşümün konusunu, yaratılan toplam gelirin


bireyler ya da aileler arasındaki dağılımının incelenmesi
oluşturmaktadır. Dolayısıyla kişisel bölüşümde en yüksek ve en
düşük gelir arasındaki farklar araştırılmaktadır. Kişisel
bölüşümde önemli olan gelir farklarıdır. Bu nedenle gelirlerin
hangi görevlerden dolayı elde edildiği kişisel bölüşüm açısından
incelenmemektedir. Herhangi bir ailenin geliri çeşitli
kaynaklardan ya da farklı görevlerin yapılmasıyla elde edilmiş
olabilir. Örneğin; bir memur ailesinin yıllık geliri; maaşının
yanında, bankadaki tasarrufundan elde ettiği faiz geliri ve
köyündeki arazisinden elde ettiği rant geliri olabilir. Benzer
şekilde bir çiftçi ailesinin yıllık geliri içerisinde ailenin emek
geliri, toprak rantı ve işletmeye ait alet-makinelerin başka bir
tarımsal işletmeye kiraya verilmesiyle elde edilen sermaye geliri
bulunabilir. Bu nedenlerle kişisel bölüşümde, gelirin kaynağı ve
bileşimi yerine gelirin miktarı ve kişiler arasındaki dağılımı esas

184
alınır. Dolayısıyla kişisel gelir dağılımı, bir toplumdaki gelir
eşitsizliklerinin bir göstergesi olmaktadır.
Pareto, ulusal gelirin aileler arasındaki bölüşümünün tüm toplumlarda
piramit benzeri bir dağılım gösterdiğini belirtmiştir. Pareto’ya göre piramitin
tepesinde, en yüksek gelir seviyesine sahip az sayıda aile bulunurken en
tabanda düşük gelirli geniş halk yığınları bulunmaktadır. Bu duruma gelir
dağılımında “Pareto kanunu” adı verilir. Tahmin edileceği gibi gelir
dağılımının büyük eşitsizlik gösterdiği toplumlarda piramidin tepesi çok
sivri olmaktadır. Ancak kişilerin yetenekleri, yaptıkları işler ve yüklendikleri
riskler dikkate alındığında gelir dağılımında tam eşitlik sağlanması
olanaksızdır. Bununla birlikte toplumda yaratılan gelirden adil pay
sağlayacak bir gelir dağılımından söz edilebilir.
Kişisel gelir dağılımındaki eşitsizlik genellikle Lorenz eğrileri
kullanılarak açıklanır. Lorenz eğrisi gelirin yüzde kaçını, nüfusun yüzde
kaçının aldığını gösteren bir eğridir. Bunun için önce çeşitli gelir gruplarına
giren aile sayılarının toplam aile sayısı içindeki yüzdesi bulunur. Daha sonra
ise her aile grubunun toplam gelirin yüzde kaçını aldığını gösteren bir
çizelge hazırlanır ve hazırlanan bu çizelgeden yararlanılarak bir diyagram
çizilir. Diyagramın dikey ekseninde toplam gelirin kümülatif yüzdeleri,
yatay eksende bu geliri elde eden ailelerin kümülatif yüzdeleri yer alır.
Başlangıçtan uzaklaştıkça her iki yönde de kümülatif oranlar artmakta ve
sonunda yüzde 100’e ulaşmaktadır. İşte kişisel gelir dağılımı ile elde edilen
bu değerler yardımıyla gelir dağılımı eşitsizlik eğrileri elde edilir. Bu
eğrilerin elde edilmesi ilk defa Lorenz tarafından geliştirildiği için bu
eğrilere Lorenz eğrileri adı verilir. Diyagramın köşegeni gelir dağılımında
tam eşitlik olduğunu gösterir. Lorenz eğrileri bu eşit dağılımdan uzaklaşıp,
sağa doğru çukurlaştıkça toplumda gelir eşitsizliği artmaktadır (Şekil 10.1).

100
Gelir Yüzdesi (Kümülatif)

Mutlak Eşitlik Doğrusu


80
60
Lorenz Eğrisi
40

20

185
Şekil. 10.1. Lorenz Eğrisi

Şekil 10.1’de verilen Lorenz eğrisinin dört önemli özelliği


bulunmaktadır. Bu özellikler şöyle sıralanabilir;

(i) Lorenz eğrisi orijinden başlar. Orijin, gelirin ve bireyin olmadığı bir
noktadır.
(ii) Lorenz eğrisi karenin sağ üst köşesinde sona erer. Çünkü bir toplumda kişilerin tamamı (% 100’ü)

0 20 40 60 80 100
Hanehalkı Yüzdesi (Kümülatif)

gelirin de tamamını (% 100’ünü) alacaktır.

(iii) Gelirin tamamı eşit bir şekilde dağıtılırsa Lorenz eğrisi orijinle sağ üst
köşeyi birleştiren bir doğru şeklinde gösterilir. Bu doğruya mutlak
eşitlik doğrusu adı verilmektedir. Böyle bir dağılımda nüfusun örneğin
% 20’si gelirin de % 20’sini elde eder.
(iv) Gelir dağılımında eşitsizlik durumunda ise eşitsizliğin derecesine bağlı
olarak Lorenz eğrisi aşağıya doğru sarkmaktadır.

10.1.1.1. Gelir Dağılımı Eşitsizliğinin Nedenleri


Gelir dağılımı ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda gelişmiş
ülkelerdeki gelir dağılımının az gelişmiş ülkelere göre daha eşit olduğu
belirtilmektedir. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin nedenlerinden bazıları şöyle
sıralanabilir;

(i) Yetenek farklılıkları: Toplumda bazı kişiler üretime daha fazla


katkıda bulundukları için toplam gelirden daha fazla pay alır. Bunun nedeni
bu kişilerin yetenek ve becerilerinin fazla oluşudur. Toplumda bazı kişilerin
çok zeki olması, atletik veya artistik yeteneklerine sahip olması yetenek
farklılıklarına örnek olarak verilebilir.
(ii) Eğitim ve öğrenim farklılıkları: Öğrenim derecesi ve
niteliklerine göre kişilerin gelirleri farklı olabilmektedir. Toplumda her birey
için doğuştan gelen veya sonradan kazanılan yeteneklerin geliştirilmesi için
fırsat eşitliği yoktur. Dolayısıyla beşeri sermayeye yatırım olarak kabul

186
edilen eğitim farklılıklarının gelir eşitsizliğinin önemli bir nedeni olduğu
kabul edilmektedir.
(iii) Mülkiyet ve miras hakkı: Bilindiği gibi bütün gelirler çalışma
sonucu elde edilmemektedir. Bazı gelirler daha önce yaratılmış olan servetin
getirisidir. Örneğin, kişilere kalan mirasın getirisi bir gelir unsurudur.
(iv) Çalışkanlıktaki farklılık: Bazı bireyler diğerlerinden daha fazla
çalışırlar. Bu durumda toplumda gelir farklılıklarının ortaya çıkmasına
neden olur.

Bunların dışında telafi edici ücret farklılıkları, risk yüklenmek, piyasa


üzerinde güç sahibi olmak, şans faktörü ile yaş ve sağlık farklılıkları da gelir
eşitsizliği yaratan diğer nedenler olarak belirtilebilir.

10.1.1.2. Gelir Dağılımındaki Eşitsizliğin Giderilmesi


Gelir bölüşümündeki eşitsizliklerin giderilmesi sorunu, sosyal devlet anlayışının önemli ilgi
alanlarından birini oluşturur. Devlet gelir dağılımındaki eşitsizliği gidermek için gelirin oluşum sürecine
(ilk gelir dağılımına) müdahale eder veya gelirin yeniden bölüşümünü düzenlemeye çalışır.

(i) İlk gelir dağılımına müdahale: Bu önlem ile gelirin oluşum


sürecine müdahale edilerek gelir eşitsizliği giderilmeye çalışılır. Devlet
dolaylı ve dolaysız müdahalelerde bulunarak gelirin daha adil dağıtılmasını
sağlamaya çaba gösterir. Dolaysız devlet müdahalelerine fiyatların ve faiz
oranlarının devletçe saptanması ile özel mülkiyet hakkının kısıtlanması
önlemleri, dolaylı devlet müdahalelerine ise tekellerin ve enflasyonist
eğilimlerin önlenmesi örnek olarak verilebilir.
(ii) Gelirin yeniden dağılımı: Bu düzenlemeyle gelirin oluşumundan
sonra izlenen sosyal ve mali politikalar ile gelirin yeniden dağılımı sağlanır.
Bu müdahaledeki amaç, gelir dağılımını düşük gelir grupları yararına
düzenlemektir. Gelirin yeniden dağılımı kavram olarak, faktör gelirleriyle
harcanabilir gelirler arasındaki farklılığı belirtir. Harcanabilir gelir
üretimden elde edilen faktör gelirlerinin bir kısmının vergiler yolu ile devlet
tarafından alınmasından sonra geriye kalan gelirdir. Devlet yüksek gelir
gruplarından aldığı vergileri (kamu gelirleri) topluma harcama (kamu
harcamaları) yaparak geri vermektedir. Bu durumda yüksek gelir
gruplarından düşük gelir gruplarına doğru bir akım söz konusu olmaktadır.
Devletin buradaki müdahalesi dolaylı bir müdahaledir.

10.1.2. Görevsel (Fonksiyonel) Gelir Dağılımı


Görevsel (veya fonksiyonel) gelir dağılımında toplam gelirin çeşitli üretim faktörleri arasındaki
dağılımı incelenir. Daha açık bir ifadeyle bu gelir dağılımı türünde; üretim faktörleri sahiplerinin,

187
yani işçilerin emekleri karşılığı elde ettikleri gelirler, toprak sahiplerinin topraklarını kullanma veya
kiraya vermeleri karşılığı olarak aldıkları rant gelirleri, sermaye sahiplerinin faiz geliri ve
girişimcilerin kâr gelirlerinin ne kadar olduğu araştırılır. Görüldüğü gibi görevsel gelir dağılımında
önemli olan üretime hangi üretim faktörünün katıldığı ve onun payının ne olduğudur. Görevsel gelir
dağılımı açısından ele alındığında gelir dağılımı dörtlü ayırım (rant, ücret, faiz ve kâr) yapılabildiği
gibi emek (ücret) ve mülk gelirleri (rant, faiz ve kâr gelirleri) olarak gelir dağılımının ikili ayrımı da
yapılmaktadır. Esasında klasik ekonomistler başlangıçta üretim faktörleri olarak; toprak, emek ve
sermayeyi kabul etmişlerdir. Ancak ekonomi biliminde ortaya çıkan gelişmeler sonucu neo-klasikler
bu üretim faktörlerine girişimci faktörünü de ilave etmişlerdir.
Ulusal gelirin paylaşımında yıllık gelirin ne kadarının mülk gelirleri ve emek gelirleri tarafından
alınacağı önemli tartışma konusunu oluşturmaktadır. Bölüşüm teorisi fiyat teorisinin faktör
piyasasına uygulanan bölümüdür. Bu nedenle görevsel gelir dağılımı sorunlarını açıklamak için
faktör piyasalarında fiyatlandırma konusunun incelenmesi gerekmektedir.

10.2. Faktör Piyasaları


Faktör piyasası, üretim faktörlerinin alınıp satıldığı herhangi bir yer
olarak ifade edilmektedir. Faktör piyasaları ile tüketim malları piyasaları
birbirine benzemekle beraber aralarında temel farklılıklar da bulunmaktadır.
Bilindiği gibi, üretim faktörleri insanların isteklerini karşılamaya yönelik
mal ve hizmet üretiminde kullanılmaktadır. Dolayısıyla insanların mal ve
hizmetlere karşı olan doğrudan talepleri, söz konusu mal ve hizmetlerin
üretiminde bulunulan kaynaklar için dolaylı veya türev talep meydana
getirir. Bu nedenle faktör piyasasındaki faktör talebi bir türev talep olup mal
piyasasındaki talep tarafından önemli ölçüde etkilenmektedir.

Faktör sahiplerinin gelirleri; rant, ücret/maaş, faiz ve kâr gelirlerinden


oluştuğu için üretim faktörlerinin geliri bir toplumun tüm piyasa gelirini
meydana getirir. Söz konusu bu faktör fiyatları, ürün fiyatlarına benzer
şekilde faktör arz ve talebi tarafından belirlenir. Faktör gelirlerine geçmeden
önce faktör arz ve talebini incelemekte yarar bulunmaktadır.

10.2.1. Faktör Talebi ve Özellikleri


Bir mal veya hizmete olan talep, bireylerin söz konusu olan mal ve
hizmetten bekledikleri faydaya bağlı olmaktadır. Herhangi bir faktöre olan
talep ise türev talep olup üretimlerinde kullanıldıkları mallara olan talep ile
çok yakından ilişkilidir. Üretim faktörleri insanların gereksinimlerinin
giderilmesinde doğrudan kullanılmazlar. Ancak, üretim faktörleri insan
gereksinimlerini gideren mal ve hizmetlerin üretilmesinde ve sunulmasında
kullanılırlar. Yani üretim faktörlerine olan talep, faktörlerin üretiminde
kullanılan mallara olan talebin bir sonucudur. Faktör talebini kendi fiyatı
dışında talep edilen mal miktarı, faktörlerin verimliliği ve diğer üretim

188
faktörlerinin fiyatları etkilemektedir. Faktör talebini etkileyen etkenler
aşağıda kısaca özetlenmiştir;

(i) Talep edilen mal miktarı: Bir mala olan talebin artması
durumunda, o malı üretmek için kullanılan kaynaklara olan talep de artar.
Tersi durumda yani bir mala olan talebin azalması durumunda ise malın
üretiminde kullanılan kaynaklara olan talep azalır. Görüldüğü gibi, mal ve
hizmet talebi ile faktör talebi arasında doğru yönlü bir ilişki vardır.

(ii) Faktörlerin verimliliği: Faktörlerin verimliliği arttıkça kaynak


talebi de artar. Bu nedenle verimli kaynaklar ilk, verimsiz kaynaklar ise son
olarak kiralanır. Kaynakların verimliliğini etkileyen çok sayıda etken
bulunmaktadır. Ayrıca herhangi bir kaynağın verimliliği diğer kaynakların
verimliliği ile yakından ilişkilidir. Örneğin, işgücüyle birlikte
kullanılabilecek sermaye miktarı arttıkça işgücünün verimliliği de artacaktır.
Diğer yandan teknolojik gelişmeler de bir faktörün verimliliğini arttırabilir.

(iii) Diğer faktörlerin fiyatları: Tamamlayıcı ve rakip malların


fiyatlarındaki değişmenin ilgili mal talebini etkilemesine benzer şekilde,
diğer faktörlerin fiyatlarındaki değişme de belli bir faktöre olan talebi
etkiler. Eğer iki faktör birbirinin ikamesi durumunda ise faktörlerden birinin
fiyatındaki artış bu faktörün ikame edilmesi sonucunu doğurur. Örneğin,
ücretlerdeki artış firmanın işgücünün yerine sermayeyi ikame etmesine yol
açabilir. Tamamlayıcı bir faktörün fiyatının düşmesi ise söz konusu faktörün
talebini arttırır.

10.2.1.1. Faktör Piyasa Talebi


Bir faktörün piyasa talebi aynen bir malın piyasa talebinin
oluşturulması gibidir. Dolayısıyla bir faktörün piyasa talebi her firmanın
ilgili faktöre olan bireysel talebinden oluşur.

10.2.1.2. Faktör Talep Esnekliğini Etkileyen Faktörler


Faktör talep esnekliği, faktörün talep miktarındaki yüzde değişimin
faktörün fiyatındaki yüzde değişime oranlaması ile hesaplanır. Faktör talep
esnekliği üzerine etki eden çeşitli etkenler bulunmaktadır;
(i) Üretiminde kullanıldığı malın talep esnekliği: Herhangi bir
faktörün talep esnekliği üretiminde kullanıldığı malın talep esnekliği ile
yakından ilişkilidir. Faktör talebi, türev talep olduğu için üretilen malın talep

189
esnekliği ne kadar yüksek ise faktör talep esnekliği de o kadar yüksek olur.
Dolayısıyla bir faktörün fiyatı yükselince faktörü kullanmanın maliyeti
arttığı için ürün fiyatlarını yükseltmek gerekir.
(ii) Faktörün maliyetinin toplam maliyet içerisindeki payı: Bir
faktörün maliyetinin, firmanın toplam maliyeti içindeki payı arttıkça faktör
talep esnekliği de artar. Örneğin; bir faktörün toplam maliyet içerisindeki
payı % 70 ise, faktör fiyatındaki % 30’luk bir artış, toplam maliyeti % 21
arttırır. Ancak faktör maliyeti toplam maliyetin sadece % 15’ini
oluşturuyorsa faktör fiyatlarındaki aynı oranda artış toplam maliyeti % 4.5
oranında yükseltir.
(iii) İkamenin kolaylığı: Faktörler arası ikame kolaylaştıkça
faktörlerin talep esneklikleri artar. Tersi durumda ise yani faktörler arası
ikame zorlaştıkça ilgili faktörlerin talep esneklikleri de azalır.
(iv) Zaman: Firmaların değişen faktör fiyatlarına göre kendilerini
ayarlama süreleri zaman uzadıkça uzayacağından faktör talep esneklikleri de
artar.

10.2.2. Faktör Arzı ve Özellikleri


Üretim faktörlerinin arzı, tüketim malları arzından farklı özelliklere sahiptir. Tüketim malları arzı
genellikle fiyatların fonksiyonu olarak yükselen bir eğri ile gösterilir. Yani malların fiyatları
yükseldikçe üretim arttırılarak piyasaya daha fazla mal arz edilir.
Buna karşın üretim faktörleri arzı için aynı şeyler söylenemez. Üretim faktörlerinden toprak, bir
ekonominin tümü açısından ele alındığında miktarı çoğaltılamayan kıt bir kaynaktır. Bu durumda
toprağın arzı fiyattan bağımsız olarak sabittir. Diğer yandan, ekonominin tümü açısından işgücü arzı
da çok uzun dönemler dışında sabittir. Piyasaya arz edilecek emek miktarı nüfus miktarı ile
sınırlıdır. Nüfus miktarı da ancak uzun bir dönem içinde artabilir. Toprak ve emek için söylenenler
sermaye arzı için aynen geçerli olmamakla birlikte bir ulusal ekonomide sermaye miktarı yıldan yıla
ancak sınırlı miktarda arttığı için sermaye arzının esnekliğinin sıfıra yakın olduğu söylenebilir.

Ekonominin tümü açısından faktör arzları sabit kabul edilebilir.


Ancak tek bir firma açısından durum çok farklıdır. Firma açısından faktör
arzının esneklik katsayısı çok farklı olabileceği gibi sonsuz esneklik bile söz
konusu olabilir. Çünkü firma çalıştıracağı işçiyi, kullanacağı toprağı veya
sermayeyi piyasada geçerli olan fiyatları ödediği sürece bu faktörleri bol
miktarda bulabilecektir.
Ulusal ekonomideki bir endüstri dalı için faktörlerin arzı, firma ve ekonominin tümündeki faktör
arzından farklılık gösterir. Daha açık bir ifadeyle endüstri açısından bazı üretim faktörlerinin arzı
firmada olduğu gibi ne sonsuz esneklikte ne de ekonominin tümü durumunda olduğu gibi sıfır
esnekliktedir. Endüstri arz eğrisi genellikle yükselen bir arz eğrisi şeklindedir. Bu durum endüstrinin,
üretimini genişletip faktör talebini arttırdığı zaman bazı faktörlere daha fazla bedel ödemek zorunda
kalacağı anlamına gelmektedir (Şekil 10.2ii).

190
Firma açısından faktör fiyatı aynı kaldığı için ortalama faktör maliyeti
(OFM), kullanılan faktör miktarı değişse bile değişmemekte ve o faktörün
piyasa fiyatına eşit olmaktadır (10.2i). Endüstri, üretimini arttırdığında daha
fazla üretim faktörü bulabilmek için diğer endüstri dallarından kendisine
faktör transfer etmek zorunda kalacaktır. Ancak ekonominin tümü açısından
faktörlere yüksek bir transfer bedeli ödense dahi faktör arzı sabit
kalmaktadır (10.2iii). Bu durum söz konusu ülkenin başka bir ülkeden işçi
ve sermaye getirmediği varsayımında geçerlidir.

S0
Fiyat

Fiyat

Fiyat
S0

P OFM P
P
D3
D3
D2
D1 D2 D1 D2
0 0 D1
0
Miktar Miktar Miktar
(i) Firma (ii) Endüstri (iii) Ekonominin Tümü

Şekil 10.2. Firma, Endüstri ve Ekonominin Tümü Açısından Faktör


Arzı

10.2.2.1. Faktör Akışkanlığı ve Arz Esnekliği


Faktör sahipleri daha yüksek gelir elde edebilecekleri üretim alanlarına doğru yönelirler. Ancak bu
durum bir firma veya endüstri dalında ücret veya faiz artışı olduğu zaman bütün işgücü ve sermaye
arzının hemen o firmaya veya endüstriye akacağı anlamına gelmez. Bunun nedeni faktörlerin
akışkanlık sorunundan kaynaklanır. Bazı üretim alanlarındaki üretim faktörleri, daha yüksek gelir
veya daha iyi olanaklar sağlayan üretim alanlarına kısa bir sürede akabilirler. Bazı üretim faktörleri
ise bu derecede bir akışkanlık (mobilite) göstermez. Bu durum ilgili faktör sahiplerinin en yüksek
geliri sağlayacak alanlara yönelmelerini güçleştiren veya önleyen çeşitli engellerden
kaynaklanmaktadır. İşte bu engellerin önemine göre fiyat değişmeleri karşısında faktör sahiplerinin
göstereceği tepki farklı olmaktadır. Dolayısıyla faktörlerin farklı arz esneklikleri söz konusu
olmaktadır.
Faktörlerin akışkanlığını azaltan engeller faktörlere göre farklılık göstermektedir. Toprak için fiziki
yer değiştirme söz konusu olmamasına karşın ekonomik anlamda akışkanlık çok yüksektir. Örneğin
tarımsal üretimde kullanılan arazinin kullanılışı istenilirse bir yıl sonra değiştirilebilir. (Bir yıl önce

191
pamuk üretilen bir arazide bir yıl sonra buğday üretilebilir). Buna karşılık üzerine konut yapılmış
olan arazinin akışkanlığı çok azalmaktadır. Bu nedenle toprak üzerine yapılan sabit tesisler ne kadar
çok olursa toprağın bir üretim faktörü olarak akışkanlığı da o oranda azalmaktadır.
Üretim araçlarına dönüştürülmüş sermaye faktörünün akışkanlığı çok düşüktür. Gerçek sermaye
denilen çeşitli makineler, aletler, tesisler, binalar gibi sermaye mallarının çoğu özel amaçla
kullanılan üretim araçlarını oluşturur. Dolayısıyla bu tip sermaye mallarının başka alanlarda
kullanımı söz konusu olmadığı için akışkanlık da olmayacaktır. Ancak parasal sermaye yüksek bir
akışkanlığa sahiptir. Benzer şekilde sermaye mallarına dönüştürülmemiş durumda olan yeni
yaratılmış tasarrufun da akışkanlığı çok yüksektir. Daha açık bir ifadeyle tasarruflar eğer bağlı
sermaye haline getirilmemiş ise istenen faaliyet dalında ve istenen firmanın kullanımına kolayca
aktarılabilmektedir.
Emek faktörünün akışkanlığı toprak faktörünün akışkanlığı kadar yüksek olmamakla birlikte gerçek
(reel) sermaye faktörünün akışkanlığı kadar da düşük değildir. İşgücü genellikle çeşitli üretim
alanlarında kullanılır ve insanlar yeni işlere kolayca uyum sağlayabilirler. Buna karşın uzmanlığı
veya özel bir beceriyi gerektiren alanlarda emeğin akışkanlığı çok düşmektedir. Diğer yandan
emeğin insanların kişiliğine bağlı olması ve insanların alışkanlıklarının olması, aileye ve çevreye
bağlılık gibi bazı tutum ve davranışlara sahip olmaları emek faktörünün akışkanlığının azalmasına
neden olabilmektedir. Ayrıca yeni çalışma alanına geçilmesi yeni bilgiler edinilmesini gerekli
kılabilir. Bu gibi durumlarda da akışkanlık azalmaktadır. Bu nedenlerle emeğin akışkanlığı kısa
dönemde düşük, uzun dönemde yüksek olmaktadır.
Üretim faktörleri için geçerli olan ve yukarıda bahsedilen doğal engeller dışında faktörlerin
akışkanlığını azaltan yapay engeller de bulunmaktadır. Örneğin; toprağın, sermayenin ve işgücünün
kullanımında devletin koyduğu bazı sınırlayıcı koşullar da faktörlerin akışkanlığını
azaltabilmektedir.

10.2.3. Faktör Piyasasında Denge


Faktör piyasasında fiyatlandırma konusunu rekabet koşullarının
geçerli olduğu bir piyasa ele alınarak incelenecektir. Eğer faktörün arz ve
talep şedülü veri ise faktörün fiyatı faktörün arz ve talebince belirlenir (Şekil
10.3). Yani piyasadaki faktör fiyatı, faktörün arz ve talep edilen
miktarlarının birbirine eşit olduğu noktada gerçekleşir. Söz konusu bu
noktada oluşan faktör fiyatına denge faktör fiyatı, bu denge fiyattan arz ve
talep edilen faktör miktarına da denge faktör miktarı denilmektedir. Faktör
arz ve talep eğrilerinin kesiştiği nokta dışındaki bütün faktör fiyatları için
faktör piyasasında dengesizlik bulunur. Şekilde OQ0EP0 alanı toplam faktör
gelirini gösterirken, P0EQ alanı ise diğer faktör gelirlerini göstermektedir.

192
Fiyat
Q1 S
Q Q2
Q3

P0 E

D=MFG

0 Q0 Değişken Faktör Birimi

Şekil 10.3. Faktör Piyasasında Denge

Ancak, gerçek hayatta faktör piyasasında tam rekabet koşullarının


sağlanması oldukça güçtür. Bu durumun nedeni faktörlerin aynı nitelikleri
taşımasının ve homojen olmasının çok zor olmasından kaynaklanmaktadır.
Yani topraklar ve işçiler arasında önemli kalite farkları söz konusudur. Bu
farklılıkları yansıtan faktör bedelleri farkları süreklilik gösterir. Bu tür bedel
farklılıklarına denge farklılıkları denilmektedir.
10.2.4. Ekonomik Rant ve Transfer Kazancı
Üretim faktörlerinin toplam kazancı transfer kazancı ve ekonomik
rant olarak ifade edilen iki unsurdan oluşur. Bir firmanın veya endüstrinin
kullanmış olduğu bir üretim faktörüne ödemiş olduğu bedelin bir kısmı, o
faktörün başka yere transferini önlemek için ödenmesi zorunlu olan bir
bedeldir. İşte bu bedele üretim faktörü sahibinin transfer kazancı
denilmektedir. Diğer bir deyişle transfer kazancı, istihdam edilen bir faktörü
mevcut kullanımda tutabilmenin fırsat maliyetidir. Transfer kazancının
üzerindeki faktör ödemelerine ise ekonomik rant adı verilir. Buradaki rant
kavramı, kira anlamına gelen veya sadece toprak faktörünün kullanımı
karşılığı elde edilen ranttan farklıdır.
Bu farklılığı vurgulamak için bir örnek ile transfer kazancı ve ekonomik rant açıklanabilir. Örneğin,
bir makinistin mevcut işinde saatte 10 milyon TL kazandığını kabul edelim. Aynı makinistin en iyi
alternatif işten ise saatte 8 milyon TL kazanabileceğini varsayalım. Bu durumda makinistin saatte 10
milyon TL olan toplam kazancının 8 milyon TL’si makinistin transfer kazancını, geriye kalan 2
milyon TL ise ekonomik rantını oluşturur. Görüldüğü gibi ekonomik rant, bir faktörün fırsat
maliyetinin üzerindeki ödemelerdir.
Ekonomik rant, arzın esnek olmaması durumunda ortaya çıkan bir gelirdir. Üretim faktörlerinin
toplam kazancı içinde ekonomik rant ve transfer kazancının her ikisi bulunabileceği gibi sadece
bunlardan birisi de bulunabilir. Örneğin bir firmanın vasıfsız işçilerine yapmış olduğu ödemelerin

193
tamamı transfer kazançları niteliğindedir. Çünkü bu üretim faktörü için piyasada oluşan faktör
fiyatları ödenirse firma için faktör arzı sonsuz esneklikte bir arz eğrisi durumundadır. Eğer firma
piyasada oluşan fiyatı ödemez ise faktör arzı sıfır olacaktır. Bu durumda faktöre ödenen fiyatın
tamamı transfer ödemesi niteliğinde olup, ekonomik rant unsuru söz konusu olmamaktadır. Diğer
yandan ekonominin tümü açısından toprak arzının sıfır olmasına benzer şekilde bazı faktörlerin kısa
dönem arz esneklikleri de sıfır olabilir. Böyle bir durumda ilgili faktöre ödenen fiyatın tamamı
ekonomik rant niteliğinde bir gelirden oluşur.

Şekil 10.4’te görüldüğü gibi transfer kazancı 0EQ4 alanı kadar,


ekonomik rant ise 0EP4 alanı kadardır. Görüldüğü gibi denge noktasında 4
birim faktör istihdam edilmektedir. Ayrıca arz eğrisinden firmaya faktör
çekebilmek için ne kadar ödeme yapılması gerektiği görülmektedir. Örneğin,
ilk birim için gereken fiyat P1’dir. Yalnızca son birim olan dördüncü birime
piyasa fiyatından ödeme yapılmaktadır. Bu nedenle dördüncü faktör
biriminin toplam kazancının tamamı transfer kazancından oluşmaktadır.
Ancak diğer faktör birimlerinin toplam kazançlarında transfer kazancının
yanında ekonomik rant geliri de bulunmaktadır. İlk birimin ekonomik rantı
P4-P1, ikinci birimin ve üçüncü birimin ekonomik rantları ise sırasıyla P4-P2
ve P4-P3’dir. Şekil 10.4’te görüldüğü gibi toplam faktör kazancı 0P4EQ4
alanına, transfer kazancı 0EQ4 alanına (arz eğrisinin altındaki alan) ve
ekonomik rant 0P4E alanına eşittir (Arz eğrisinin üzerindeki ve faktör denge
fiyatının aşağısındaki alan).
Fiyat

P4 E

P3

P2 D
P1

0 Q1 Q2 Q3 Q4 Değişken Faktör Birimleri

Şekil.10.4. Ekonomik Rant ve Transfer Kazançları

Ekonomik rant kavramı ekonomideki en önemli kavramlardan


birisidir. Ekonomik rant esasında kâr kavramına yakın anlam taşır. Bilindiği

194
gibi kâr fırsat maliyeti de karşılandıktan sonra kalan artıktır. Ekonomik rant
kavramı faktörlerin alternatif kullanımlarını açıklaması açısından çok
önemlidir. Çoğu durumlarda ekonomik rant üretim faktörlerinin toplam
kazançlarının bir kısmını oluşturur. Ekonomik rantı kolayca ayırt edebilmek
için tüm gelirin ekonomik ranttan oluştuğu ve ekonomik rantın hiç olmadığı
iki ekstrem durum Şekil 10.5’de gösterilmiştir.
Görüldüğü gibi arz esnekliği tam inelastik (dikey) olduğunda fiyat ne
olursa olsun aynı miktar arz edilmektedir (S0). Bu durumda ilgili faktörü
kaçırmamak için transfer kazancı ödemeye gerek yoktur. Çünkü fiyattaki bir
azalma faktörün başka bir yere gitmesine neden olmamaktadır. Dolayısıyla
bu durumda sadece ekonomik rant söz konusudur. Eğer arz eğrisi tam esnek
ise (yatay), toplam faktör ödemesi içerisinde ekonomik rant söz konusu
değildir (S1). Çünkü fiyattaki küçük bir düşme bile faktörün tüm birimlerinin
başka bir yere transferine neden olacaktır. Eğer arz eğrisi sağa doğru
yükselen bir eğri ise faktör gelirinin bir kısmı ekonomik ranttan oluşacaktır
(S2). Özetle faktör arzının esnekliği arttıkça, o faktöre ödenen bedel
içerisinde transfer kazancının oranı artarken, ekonomik rant oranı
azalmaktadır.

Fiyat S0 S2

1000

800
600
E S1
400
200
D

0 2000 4000 6000 Miktar

Şekil 10.5. Faktör Ödemeleri İçerisinde Ekonomik Rantın


Belirlenmesi

195
10.3. Faktör Gelirleri
Piyasa ekonomilerinde ulusal gelirin emek ve mülk gelirleri arasında
paylaşıldığı daha önce ifade edilmişti. Emek gelirleri (ücret) üretime emeği
ile katkıda bulunanların toplam gelirden almış oldukları payı belirtmektedir.
Buna karşın mülk gelirleri herhangi bir çalışmanın karşılığı olmayıp ancak
belirli bir üretim faktörüne (toprak, sermaye ve girişim) sahip olmanın
karşılığıdır. Emek gelirleri dışındaki bu gelirlere ücret dışı gelirler de
denilmektedir. Kazanılmamış gelir niteliğinde olan ücret dışı gelirler; toprak
için rant, sermaye için faiz ve girişimci için kârdır. Bu gelirlerin en önemli
özelliği üretim faktörlerinin özel mülkiyete konu olabildiği bir düzende
ortaya çıkmalarıdır. İşte bu mülkiyetlik özelliği nedeniyle emek dışı olan bu
gelirlere mülk gelirleri denilmektedir. Ancak mülk gelirlerinin emek
gelirlerinden ve birbirlerinden ayrılmaları bazı durumlarda kolayca
yapılamamaktadır. Emek ve ücret dışı gelirleri oluşturan gelir unsurları
aşağıda kısaca incelenmiştir.

10.3.1. Emek Gelirleri: Ücret


Ücret, işgücünün kullanımı karşılığı ödenen bir bedel olarak
tanımlanmaktadır. Gerçek yaşamda emek karşılığında yapılan maaş,
komisyon ve primler ödemeleri de ücret kapsamına girer. Ancak
ekonomistler analizlerinde daha çok ücret oranını tercih ederler. Bunun
nedeni emek faktörünün homojen olmamasıdır. Ücret oranı; saat başına,
günlük haftalık veya aylık ücretlerdir. Buna göre ücret oranı emeğin
fiyatıdır.
Ekonomide parasal ve reel ücret ayrımı yapılır. Parasal ücret;
işçilerin çalışmaları karşılığı aldıkları para miktarını gösterir. Reel ücret ise
bir kişinin satın alabileceği mal ve hizmet miktarı olarak tanımlanmaktadır.
Bir kişinin parasal ücreti sabitken, onun satın aldığı mal ve hizmetlerin
fiyatları artarsa o kişinin reel geliri düşer. Diğer yandan mal ve hizmetlerin
fiyat artışları kişilerin parasal gelirinden daha fazla artarsa yine o kişinin
reel gelirinde düşme meydana gelir.
Emek piyasası bir dereceye kadar mal piyasasına benzemektedir. Ancak emek insan unsurunu
içerdiğinden emek piyasasında önemli politika sorunları bulunur. Emek arzı, belirli bir ücret
düzeyinde çalışmak isteyenlerin miktarını gösterir. Emek arzını ücret, işin sürekli olup olmaması ve
iş güvenliği gibi faktörler etkiler. Emek arzını etkileyen sosyal faktörler de vardır. Bunlardan en
önemlisi kişilerin doğup büyüdükleri aile ve arkadaşlarının bulundukları yerde yaşamak ve çalışmak
istemeleridir.
Emek arzı genelde nüfusa bağlı olduğundan ve nüfus artışı için belli bir zaman gerektiğinden kısa
dönemde emek arzı sabit kabul edilmektedir. Buna karşın uzun dönemde nüfus artış hızı ve göçler
emek arzını değiştirebilir. Emek arz eğrisi genellikle geriye doğru dönen bir arz eğrisidir. Bu durum
tersine esnek olarak da ifade edilmektedir. Yani belli bir ücret düzeyinden sonra emek arzı ile ücret

196
düzeyi arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır (Şekil 10.6). Bu durumun nedeni belirli bir ücret
düzeyinden sonra işçinin eğlenme ve dinlenmeye zaman ayırmak istemesinden ileri gelmektedir.

SL SıL

Reel Ücretler
Ü3

Ü2

Ü1

0 H1 H2 H3 H4 İş Saati

Şekil 10.6. Kısa Dönem İşgücü Arzı

10.3.1.1. Ücret Teorileri


Bu kısımda ücret teorilerinin tarihi gelişimi kısaca ele alınacaktır. Ücret teorileri çeşitli şekillerde
sınıflandırılmakla birlikte burada klasik ücret teorisi ve modern ücret teorileri olarak açıklanacaktır.

(i) Klasik ücret teorileri: Klasik ekonomistler tarafından “doğal


ücret” (en az geçim) ve “ücret fonu” olarak adlandırılan iki teori ortaya
atılmıştır. Doğal ücret teorisine göre işçi kendisini ve ailesini yaşatacak
asgari bir ücreti almalıdır. Ayrıca piyasada arz ve talebe göre oluşan ve
piyasa ücreti adı verilen bir ücret oluşur. Doğal ücret teorisine göre piyasa
ücreti doğal ücret düzeyindedir. Eğer işçiler doğal ücret düzeyinden fazla
gelir elde ederlerse bir süre sonra işçi sayısındaki artış nedeniyle ücretler
tekrar azalacaktır. Yani ücret düzeyi tekrar doğal ücret düzeyine
düşmektedir. Buna “Tunç yasası” adı verilmektedir.
Klasik ekonomistlerin diğer bir ücret teorisi ise ücret fonu kuramıdır. Bu teoriyi ortaya atanlara göre
bir ülkedeki ücret seviyesi, toplam işçi arzı ile ücret fonu olarak ayrılan sermaye miktarına bağlıdır.
Daha açık bir ifadeyle firmaların işçi istihdam ettikleri zaman, işçilere ödenmek üzere ayrılmış bir
fonları olduğu kabul edilmektedir. Söz konusu bu fon ne kadar büyük olursa işçi başına o kadar
ücret düşeceği ileri sürülmüştür.

197
(ii) Modern ücret teorileri: Modern ücret teorileri neoklasik
ekonomistlerin benimsedikleri “marjinal verimlilik teorisi” ile bu teorinin
geliştirilmiş şekli olan “pazarlık gücü” teorisinden oluşmaktadır. Marjinal
verimlilik teorisine göre işçilerin payı üretime yapmış oldukları katkıya göre
oluşmaktadır. Bu nedenle modern ücret teorilerinde tam rekabet
koşullarında işçi ücretleri emeğin marjinal üretkenliğine eşit olmaktadır.
Dolayısıyla işçi sayısı arttıkça marjinal verimlilik azalacağı için ücretler
düşecek, işgücü talebi arttığı zaman ise ücretler yükselecektir. Görüldüğü
gibi marjinal verimlilik teorisi emek talebinin hangi faktörlere bağlı
olduğunu incelemektedir. Bu nedenle bu ücret teorisi emek arzını etkileyen
faktörlerin incelenmesini büyük ölçüde göz ardı etmiştir.
Pazarlık gücü teorisi, marjinal verimlilik teorisine dayanmakla birlikte emek piyasalarında tam
rekabet koşullarının sağlanamayacağını benimsemiştir. Çağdaş ücret teorisi olarak adlandırılan
pazarlık gücü teorisinde ücretlerin bir üst sınırı ve bir de alt sınırı vardır. Üst sınır marjinal verimlilik
tarafından alt sınır ise işçilerin kabul edebilecekleri en düşük hayat standardı tarafından
belirlenmektedir. Bu iki sınır arasında gerçekleşen ücret seviyesi ise işverenler ve sendikaların
karşılıklı pazarlık gücüne göre oluşmaktadır. Yani pazarlık gücü teorisinde ücretler toplu pazarlık
yöntemlerine uyularak saptanmaktadır.

10.3.2. Ücret Dışı Gelirler: Rant, Faiz ve Kâr


Ulusal bir ekonomide elde edilen toplam gelir, ücret (emeğin geliri)
ve ücret dışı gelirlerden oluşmaktadır. Bu gelirlerden emeğin geliri olan
ücret daha önce ana hatları ile açıklanmıştı. Bu kısımda ise ücret dışı gelirler
(mülk gelirleri) olan rant, faiz ve kâr gelirleri açıklanacaktır.

10.3.2.1. Toprak Sahibinin Geliri: Rant


Toprak (doğa) miktarının sınırlı olması, başka yere taşınamaması ve
çoğaltılamaz olması, bu üretim faktörünün en önemli özelliklerini
oluşturmaktadır. Toprak miktar bakımından sınırlı olduğu için kıt bir
kaynaktır. Ayrıca toprak taşınamadığı için nerede bulunuyorsa ancak orada
üretime katılabilmektedir. Diğer yandan toprağın arz miktarı, insan gücü
veya sermayede olduğu gibi zamanla arttırılamamaktadır.
İşte bu özellikleri nedeniyle toprak sahibinin gelirinin tamamı
ekonomik rant niteliğindedir. Daha önceki konularda işaret edildiği gibi bir
üretim faktörünü belirli bir alanda tutmak için ödenmesi gereken bedele
transfer geliri, transfer gelir miktarını aşan ödemelere ise ekonomik rant
denilmektedir. Ulusal ekonominin tümü açısından toprağa ödenecek bedeller
sıfırda olsa sonsuzda olsa toprak arz miktarında artış veya azalış olmayacağı
gibi, bulunduğu yerin değiştirilmesi de söz konusu değildir. Bu durum
toprak arzını belirli bir seviyede tutabilmek için ödenmesi gereken bedelin

198
sıfır olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenledir ki üretim faktörü olarak
toprağa yapılan ödemelerin tamamı ekonomik rant niteliğindedir. Rant
ödemelerini diğer ödemelerden (ücret, faiz ve kâr) ayıran en önemli özellik
bu gelirin arz özellikleridir. Daha açık bir ifadeyle diğer bütün üretim
faktörleri bir ölçüde esnek arza sahipken toprak arzı hiç esnek değildir.
Rant, İngilizcede kira anlamına gelen rent kelimesinden gelmektedir.
Ancak gerçekte kira, rant ile eş anlamlı değildir. Kira anlamındaki rant ile
örneğin kamyon kirası, traktör kirası veya konut, otel, ve çiftlik kirasından
söz edilir. Burada belirtilen kamyon ve traktör doğal bir kaynak olmayıp
sermaye mallarıdır. Dolayısıyla bu tip sermaye mallarında rant unsuru hiç
bulunmaz. Buna karşın konut ve çiftlik kirası içerisinde toprak unsurunun
payı olmakla birlikte, toprak üzerine insanlar bina ve tesisler yapmak için
sermaye yatırmışlardır. Yani buradaki rant içerisinde, toprak unsurunun
payına ilave olarak faiz gelirleri de bulunmaktadır. Bu nedenle ekonomik
analizlerde bu gibi durumlarda faktör bedellerini ayırmak gereklidir.
Ekonomide rant kavramı kiraya göre daha dar bir anlam taşımakta
olup şöyle tanımlanmaktadır. Rant; doğada mevcut bir toprak parçasını veya
doğal kaynakları belirli bir süre kullanabilmek ya da bu kaynaklardan üretim
faktörü olarak faydalanabilmek için ödenen bedeldir.
Toprak arzının esnek olmayışı Şekil 10.7 yardımıyla açıklanabilir. Ancak bu açıklamalara geçmeden
önce konu ile ilgi bazı varsayımları vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Bu varsayımlar;

• Bütün topraklar aynı verimlilik düzeyinde ve aynı niteliktedir.


• Bütün toprakların tek bir kullanım durumu vardır (Örneğin, sadece
buğday üretilmektedir).
• Arz ve talep tam rekabet koşullarına göre oluşmaktadır.
Şekil 10.7’den görüldüğü gibi SS arz eğrisi ekonomide ekilebilir
toprağın tamamını göstermektedir. Üreticilerin toprak kullanım talepleri ise
D eğrileri ile verilmiştir. Toprak talebi de diğer üretim faktörleri gibi bağlı
bir taleptir. Bu nedenle üretiminde toprağın kullanıldığı malların talebi,
toprak talebini belirlemektedir. Bu durumda örneğin buğday talebi azalırsa
toprak talebi de düşecektir. Üretilen ürünün fiyatı, toprağın verimliliği ve
toprakla kullanılan diğer üretim faktörlerinin fiyatı ile ilgilidir. Yani üretilen
ürünün fiyatı, toprak talebini etkilemektedir.
Toprak talep eğrisi azalan verimler yasası nedeniyle sol yukarıdan sağ
aşağıya doğru inen bir doğrudur. Arz eğrisi ise arz esnekliği sıfır olan bir
eğridir. Yani toprak miktarını arttırmak söz konusu değildir. Ancak toprağın
niteliği bir takım işlemlerle (gübreleme vs) bir ölçüde arttırılabilir. Şekil
10.7’den görüldüğü gibi talep D2’den D1 ve D3’e düştüğünde, elde edilen

199
rant sırasıyla R2, R1 ve R3 olmaktadır. Talepteki bu değişmelere karşın
toprak miktarı değişmemekte ve sabit kalmaktadır (0S). Bu durum toprak
talebi değiştiğinde fiyatın arttığı ancak toprak arz miktarının değişmediği
anlamına gelmektedir. Toprak talebinin D4 olması durumunda ise rant sıfır
olmaktadır. Bu durumda artık toprak kıt olmayıp serbest bir mal
niteliğindedir. Kısacası, toprak arzının sabit olması, rantın talep tarafından
belirlenmesine neden olmaktadır.

Rant S

R2

R1 D2

R3 D1

D4 D3
S
0
Miktar

Şekil 10.7. Rantın Oluşumu


Bu açıklamalardan sonra rantın, belirli bir üretim faktörünün esnek
olmayışından ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu rant kıtlık rantı
olarak ifade edilmektedir. Topraksız herhangi bir üretimin yapılabileceği
düşünülemeyeceğinden, kıtlık rantı üretime elverişli toprağın kıt olmasından
kaynaklanmaktadır. Yani kıtlık rantı toprağın arzının arttırılamaması
özelliğinden doğmaktadır. Diğer üretim faktörlerinin fiyatında bir artış o
faktörlerin arzında bir artış meydana getirirken, rantın artışı uzun dönemde
toprak arzında bir artış sağlamamaktadır.

10.3.2.1.1. Rant Türleri


(i) Diferansiyel (Fark bedeli) rant: Topraklar arasındaki kalite
farklarından veya pazara uzaklık farklarından meydana gelen ranta,
diferansiyel rant (veya fark bedeli) denilmektedir. Rantın kıtlık yardımıyla
açıklanması ile ilgili daha önceki açıklamalardan anımsanacağı gibi toprağın
homojen (bir örnek) olduğu varsayımı yapılmıştı. Ancak gerçekte topraklar
aynı verimlilik düzeyinde olmadığı gibi pazara ve şehir merkezlerine
uzaklıkta aynı değildir. Yani bazı topraklar daha verimliyken bazıları da
daha avantajlı ulaşım olanaklarına sahiptir. David Ricardo’nun rant kuramı

200
topraklar arasında bu verimlilik farklarına dayanmaktadır. Ricardo'ya göre
rant, “toprağın özgün ve yok edilemez üretim gücünün bir süre kullanımı
karşılığı ödenen bir bedeldir”. Ayrıca rant doğanın cömertliğinden değil
aksine cimriliğinden dolayı oluşmaktadır. Yoksa, toprak herkesin
gereksinimini karşılayacak kadar bol ve aynı kalitede olsaydı rant söz
konusu olmayacaktı. Verimli topraklar kıt olduğu için nüfus arttıkça insanlar
daha az verimli (marjinal) topraklarda üretim yapmak zorunda kalacaklar ya
da aynı topraklarda daha yoğun tarım yapacaklardır. Rekabetçi piyasalarda
tek bir ürün fiyatı olacağı için marjinal topraklarda üretim yapanlar ile
verimli topraklarda üretim yapanlar arasında maliyet farkları ortaya
çıkacaktır. Çünkü marjinal topraklarda üretim yapanlar ancak maliyetlerini
karşılayabilirken verimli topraklarda üretim yapanlar satış fiyatı ile
maliyetleri arasında olumlu bir fark elde edeceklerdir. İşte bu olumlu fark
bir rant olup fark bedeli olarak ifade edilir. Talebin artması sonucu marjinal
topraklar da rant elde edebilirler. Buna yani marjinal toprakların rantına
mutlak rant denilmektedir.
(ii) Şehir rantı: Toprak rantı kullanım şekline göre toprak rantı ve
şehir rantı (arsa rantı) olarak ikiye ayrılmaktadır. Toprak rantı kavramı,
tarımsal üretimde kullanılan topraklar için söz konusu olup bu rant yukarıda
açıklanmıştı. Şehir rantı da kuramsal bakımdan arazi rantı ile aynıdır.
Bilindiği gibi şehirler geliştikçe ve nüfusları arttıkça şehirlerdeki arsa
fiyatları çok yükselir. Ayrıca yerleşim yerlerine uzaklık durumu da arsaların
değerlerini önemli oranda etkilemektedir. Dolayısıyla şehir içindeki
arsaların rantını belirlemede, arsaların konumu önemli rol oynar. Bu durum
şehir rantı olarak ifade edilir.
(iii) Rant benzeri: Kısa dönemde arzı arttırılamayan diğer faktörlerin
veya özel yetenekleri olan kişilerin sağladıkları ranta “rant benzeri
kazançlar” denilmektedir. Bu tip rantlar, faktörlerin esnek olmayan arz
özelliklerine sahip olmasına karşın talebin yüksek olmasından doğar. Ünlü
bir ses sanatçısı veya çok iyi bir futbolcunun yetenekleri sayesinde çok
yüksek gelir elde etmesi rant benzeri kazançlara örnek olarak verilebilir.
Bazı durumlarda rant benzeri kazançlar kamu tarafından konulan
kısıtlamalar veya düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkabilir. Örneğin özellikle
büyük şehirlerde ticari taksi ve dolmuş sayısının sınırlanması söz konusu
taşıtların plakalarının aracın değerinden çok daha fazla olmasına yol açar.
Böyle bir durumda da araç sahipleri rant niteliğinde bir kazanç sağlar.

10.3.2.1.2. Rantın Ekonomik İşlevi

201
Rantın kıtlık nedeniyle ortaya çıkması, toplum açısından
kazanılmamış bir gelir niteliğinde olması ve bir maliyet öğesi olmaması
rantın ekonomik işlevinin bulunmasını etkilemez. Rant, arazinin hangi
malların üretimine tahsis edileceğini ve üretimin bileşimini etkilemektedir.
Toprak arzı, ulusal ekonominin tümü açısından esnek olmamakla birlikte
çeşitli firma ve üretim faaliyetleri arasındaki dağılımı yönünden esnek bir
arza sahip olup akışkanlık derecesi de yüksektir. Örneğin; Antalya’daki
verimli bir arazide buğday üretilebileceği gibi turunçgil veya sera tarımı
yapılabilir ya da arazi üzerine konut ve otel yapılabilir. Arazinin çeşitli
seçenekler içerisinde toplum açısından en yararlı alanda kullanılması
arazinin kullanım bedeline bağlı olmaktadır. Dolayısıyla rant bu anlamda
kaynak tahsisi mekanizması işlevi görmektedir. Bu mekanizma nedeniyledir
ki bir şehrin en gözde bulvarındaki topraklarda tarımsal üretim
yapılmamaktadır.
Bu durumda firma ve endüstri açısından toprak arzı esnek olup toprak
için ödenen bedel bir maliyet unsurudur. Bu nedenle fiyat mekanizmasının
geçerli olduğu toplumlarda doğal kaynakların kullanımı sorunu büyük
ölçüde çözülmektedir. Yani toplumun en çok tercih ettiği malların üretimine
öncelik verilmekte olup toprakları kiralayanlar veya kendi topraklarında
üretim yapanlar araziyi toplumun istediği malların üretimine tahsis
etmektedirler.

10.3.2.2. Sermaye Sahibinin Geliri: Faiz


Faiz, sermaye sahibinin üretimden aldığı pay olup sermayenin
maliyeti olarak ifade edilmektedir. Diğer yandan faiz, sermaye sahibinin
elindeki sermayeyi bir süre için bir başkasına ödünç vermesinin karşılığı
sayılan bir bedeldir. Bu yaklaşıma göre faiz sermayenin kirasıdır. Sermaye
girişimciye aitse bu durumda faiz sermayenin alternatif kullanımda
sağlayacağı gelir olarak hesaplanabilir. Buna sermayenin fırsat maliyeti
denilmektedir.

10.3.2.2.1. Faiz Teorileri


Ekonomistler sermayenin kaynağını tasarrufun oluşturduğunu kabul
etmekle birlikte, tasarruf sahiplerine neden bedel ödendiği ve bu bedeli
etkileyen faktörlerin neler olduğu konusunda farklı yaklaşımlarda
bulunmuşlardır. Bu görüşlerden başlıcaları ana hatları ile aşağıda
özetlenmiştir.

202
(i) Klasiklerin reel faiz teorisi: Klasikler faiz teorilerinde reel
faktörlere önem vermişlerdir. Onlara göre tasarrufta bulunanların bunun
karşılığında bir bedel istemeye hakları bulunmaktadır. Çünkü tasarruf
yapmak bir fedakarlık gerektirir. Bu nedenle Klasik ekonomistlerden
Senior’a göre faiz sermayenin bir fiyatıdır. Klasikler her fiyat gibi faizin de
arz ve talebe bağlı olduğunu belirtmişler. Ancak klasikler, faiz teorisinin
daha çok arz yönüne önem vermişler ve talep yönünü ihmal etmişlerdir.
Böhm-Bawerk ise faizin nedenini farklı bir şekilde açıklamıştır. Bu
ekonomiste göre faizin varlığı insanların zaman tercihinin bir sonucudur.
Çünkü insanlar genellikle bugünkü değerleri gelecekteki değerlere tercih
ederler. İnsanların gelecekteki değerleri tercih etmeleri faiz oranlarının
yüksekliğine bağlıdır. Bu nedenle faiz oranlarının yüksekliğine bağlı olarak
tasarruflar artar.

(ii) Neoklasik faiz teorisi: Neoklasik ekonomistler faizi açıklarken


reel faktörlere önem vermekle beraber faizin talep yönüne daha çok önem
vermişlerdir. Neoklasiklere göre sermaye talebi, sermayenin marjinal
verimliliğine bağlı olduğundan piyasa faiz oranı bu verimliliğe göre
oluşacaktır. Neoklasiklerden Wicksell’e göre faiz oranları reel faktörler ve
parasal faktörlerin her ikisine de bağlıdır. Bu görüş “ödünç verilebilir
fonlar teorisi” olarak ifade edilmiştir. Teoriye göre reel faktörler yani
gerçek tasarruf arzı ve banka sisteminin kredileri ödünç verilebilir fonlar
arzını oluşturur.

(iii) Likidite tercihi: Bu görüşü savunanlardan Keynes’e göre faiz,


sermayenin ve tasarrufun bedeli olmayıp paradan vazgeçmenin karşılığıdır.
Çünkü kişiler parayı, para olarak yanlarında saklamayıp, paradan bir
süreliğine vazgeçtikleri için onlara karşılık ödenmesi gerekir. İşte bu
ödenmesi gereken karşılık faizdir. Keynes, faiz oranının sermaye talebi ile
reel tasaruf arzına değil, para arz ve talebine bağlı olduğunu ifade etmiştir.
Böylece Keynes faizi bir makroekonomi sorunu olarak ele almıştır.

10.3.2.2.2. Faizin Ekonomik İşlevi


Fiyat mekanizmasının geçerli olduğu ekonomilerde faizlerin yüksek
veya düşük olması kıt kaynak durumunda olan sermayenin dağılımını
etkileyen en önemli faktördür. Dolayısıyla fiyat sistemi içindeki diğer faktör
fiyatları gibi faiz de kıt kaynakların dağılımını düzenleyici bir işlev
görmektedir. Diğer bir ifadeyle faiz olmadan doğal ekonomik sistemin

203
işlemesi mümkün değildir. Yatırımların hangi sektörlere, hangi önceliklerde
ve büyüklüklerde yapılacağı ve bunların nasıl finanse edileceği sorununu
faiz olmadan etkin bir şekilde çözmek olanaksızdır. Ayrıca modern
ekonomilerde faiz ekonomiyi hızlandırma ve yavaşlatmaya dolayısıyla
enflasyonu kontrol altında tutmaya yarayan bir unsurdur. Yatırımların getiri
oranı veya beklenen kârlılık oranı piyasa faiz oranından fazla olursa
piyasadaki mevcut parasal sermaye yatırımlara yöneltilebilir. Yani faiz
parasal sermayeyi en kârlı alanlara yönlendirmektedir. Ancak eksik rekabet
ve monopol piyasalarında faizin bu işlevi her zaman başarılı bir şekilde
olmamaktadır. Bunun nedeni eksik rekabet ve monopol piyasalarında,
faizden doğan maliyetlerin rekabetçi piyasalara göre tüketicilere daha
kolayca aktarılabilmesinden ileri gelmektedir.

10.3.2.3. Girişimcinin Geliri: Kâr


Üretim faktörlerinin dördüncüsü olan girişimci, üretimi düzenleyici ve
örgütleyici bir işlev görür. Girişimci faktörü piyasada alınıp satılabilen bir
mal olmadığı için fiyatı bulunmaz. Diğer yandan girişimci, üretimin
başlangıcında veya üretim aşamasında üretim sürecine katılan diğer üretim
faktörlerine gerekli ödemeleri yapar. Ancak girişimcinin payı üretim
tamamlandıktan sonra gerçekleşir. Üretime katılan diğer üretim faktörlerine
ödenen paylardan sonra bir gelir (artık) kalıyorsa girişimci kâr elde edebilir.
Buradaki ifade edilen kâr, ekonomik kârdır. Açık ve örtülü maliyetlerin
tamamının gelirden düşülmesiyle elde edilen kâra ekonomik kâr
denilmektedir. Eğer elde edilen gelirden sadece açık maliyetler düşülürse
buna muhasebe kârı denilmektedir. Ekonomide kâr, girişimci yeteneğinin
getirisidir. Söz konusu bu kârın bir kısmı normal kârdır. Normal kâr,
girişimcinin üretime devam etmesini sağlayabilecek gelir düzeyidir.

10.3.2.3.1. Kârın Ekonomik İşlevi


Piyasa ekonomilerinde kâr, kaynakların kullanım düzeyini ve
kaynakların seçenekler arasında dağılımı konusunda çok önemli rol oynar.
Firmaların yeni alanlara yatırım yapması ve yenilikler peşinde koşmasını
sağlayan kâr beklentisidir. Ayrıca kârlar firmaların sermaye birikimlerinin
de temelini oluşturur. Sermaye birikimi yatırımı, yatırım ise büyümeyi
meydana getirir. Bu nedenle piyasa ekonomisinin dinamosu kârdır.

204
BÖLÜM 11
MİLLİ GELİR

Milleti oluşturan faktör sahibi bireylerin bir yıl içinde ürettikleri mal
ve hizmetler milli hasılayı oluşturur. Milli hasıla üretim faaliyetine ilişkin
değişmeleri kapsar. Bu nedenle toplumun ekonomik gücünde bir artış
yaratmayan, mal ve hizmetlerin toplumu oluşturan bireyler arasındaki
bölüşümü ile ilgili değerler milli hasılaya dahil edilmez. Milli hasılanın
parasal olarak belirtilmesi ise milli gelir olarak ifade edilir. Dolayısıyla milli
hasıla, milli gelir anlamına da gelmektedir. Diğer yandan milli gelir bir yıl
içerisinde yapılan harcamaların (milli harcama) toplamı olarak da
tanımlanmaktadır. Geniş anlamda “milli hasıla”, “milli gelir” ve “milli
harcama” değer itibariyle aynı şeyleri ifade etmektedir. Bu nedenle bu
kavramların ortak ifadesi çoğunlukla milli gelir adı altında toplanmaktadır.
Ancak genellikle dar anlamda milli gelir kavramları “Gayrisafi milli hasıla”,
“Safi milli hasıla” ve “Milli gelir” olarak sınıflandırılarak incelenmektedir.
Bu bölümde başlıca milli gelir kavramları, milli gelir hesaplama
yöntemleri, milli gelir ölçütlerinin değerlendirilmesi, milli geliri etkileyen
faktörler ve milli gelir dengesi üzerinde durulacaktır.

11.1. Milli Gelir Kavramları


11.1.1. Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH)

Gayrisafi milli hasıla, belli bir dönemde (bir yıl) üretilen mal ve
hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla toplam değerini ifade eder. Ancak bu
hasılanın yaratılması sırasında üretimde kullanılan sermaye mallarında
aşınma ve yıpranma meydana gelir. Bu nedenle GSMH net olmayıp brüt bir
değerdir. Üretilen bu hasılanın net değeri ise söz konusu bu aşınmaların
GSMH’dan çıkarılması ile bulunmaktadır. GSMH bir ülkede sürekli oturan
insanların kendi ülkelerinde veya diğer ülkelerdeki üretimlerinin değerinden
oluşmaktadır.
GSMH, ekonomide mevcut sektörler tarafından üretilen mal ve
hizmetlerin piyasa fiyatları ile çarpımı sonucu bulunabileceği gibi, bireyler
firmalar ve devletin o dönemde yaptığı tüm harcamalar esas alınarak da
bulunabilir. Bu harcamalardan tüketim harcamaları C, yatırım harcamaları I,

205
devlet harcamaları G ile gösterilirse kapalı bir ekonomi için GSMH değeri
aşağıdaki şekilde gösterilebilir.
GSMH = C + I + G

Açık bir ekonomide dış alem gelirlerini de dikkate almak gereklidir.


Bu durumda GSMH aşağıdaki şekilde olacaktır.

GSMH = C + I + G + ( X − M )

Formülde X ihracatı, M ise ithalatı göstermektedir. (X-M) dış alem


gelirlerini (- veya +) göstermektedir. Dış alem gelirlerine net ihracat da
denilmektedir.

11.1.2. Safi Milli Hasıla (SMH)


Safi milli hasıla; GSMH değerinden mal ve hizmetlerin üretimi
sırasında sabit kıymetlerde meydana gelen aşınma ve yıpranmayı gösteren
amortismanların çıkarılmasıyla bulunur. Amortismanlar D ile gösterilirse
SMH aşağıdaki şekilde formüle edilebilir.

SMH = GSMH − D

11.1.3. Milli Gelir (MG)


GSMH ve SMH, mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile toplam
değerini gösteren ölçütlerdir. Mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları içerisinde
dolaylı vergiler ve sübvansiyonlar da bulunmaktadır. Buna karşın milli gelir
üretilen mal ve hizmetlerin faktör fiyatları ile değerini gösterir. Bu nedenle
milli geliri hesaplamak için SMH’ dan dolaylı vergilerin düşülmesi gerekir.
Dolaylı vergiler (T) ile gösterilirse milli gelir aşağıdaki gibi ifade edilebilir.

MG = SMH − T

Buna göre, SMH’dan dolaylı vergilerin çıkarılması ile bulunan değere


milli gelir denmektedir. Daha önceki kavramlara hasıla denilirken bu
kavrama gelir denilmesinin nedeni milli gelirin üretim faktörlerinin gelirine
eşit olmasından kaynaklanır. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere GSMH
ve SMH’nın MG’den en önemli farkı GSMH ve SMH hesaplanmasında
piyasa fiyatları esas alınırken, MG’in hesaplanmasında ise faktör fiyatlarının
kullanılmasıdır. Ancak mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile

206
belirlenmesinde, faktör gelirlerinin yanında faktör sahiplerinin eline
geçmeyen devlete ödenen vergiler de dahil edilir. Bu nedenle piyasa
fiyatlarına göre yapılan hesaplamalar, faktör fiyatları ile belirlenen değere
göre yapılan hesaplamalardan daha yüksek olacaktır. Diğer yandan, “negatif
vergi” olarak da adlandırılan sübvansiyonların söz konusu olduğu ürünlerde,
piyasa fiyatları değerleri faktör fiyatları değerinden düşük olacaktır. Bu
durumda milli gelire ulaşmak için sübvansiyonların milli gelir değerine
eklenmesi gerekir.
Milli geliri gösteren fiyatlar, cari yıl fiyatları ise buna “nominal milli
gelir” denilmektedir. Eğer milli gelir belirlenen bir baz yılı fiyatlarına göre
hesaplanırsa o zaman “reel milli gelir” olarak ifade edilir. Nominal gelirler,
fiyat değişmelerinin etkisini içerdiğinden fiyat dalgalanmalarının yüksek
olduğu ekonomilerde farklı yıllara ait milli gelir değerlerinin
karşılaştırmasında anlamlı sonuçlara ulaşabilmek için o yıllara ilişkin reel
gelirlerin karşılaştırılması gerekir. Böylece hesaplanan değerde fiyat
değişimlerinin etkisi giderilmektedir. Örneğin bir ülkede iki farklı yıla
ilişkin milli gelir değerlerini sırasıyla 100 ve 200 birim olarak kabul edelim.
Aynı ülkede enflasyon oranının ise söz konusu dönemler için % 50 olduğu
varsayılırsa, o ülke ekonomisinde % 100'lük bir büyümenin olduğunu
söylemek yanlış olacaktır. Çünkü nominal gelirler değil de reel değerler esas
alınırsa, ülke ekonomisindeki büyümenin aslında % 50 olduğu ortaya
çıkacaktır.
Buna göre milli gelirdeki artış veya azalışların gerçek değerini
belirleyebilmek için milli gelir değerindeki fiyat değişmelerinin etkisini
gidermek gerekmektedir. Bu işlem için aşağıda verilen formül
kullanılmaktadır.

Nominal Milli Gelir


Reel Milli Gelir = ×100
Fiyat İndeksi

11.1.4. Kişisel Gelir (KG)


Milli gelire dahil olmasına karşın bazı gelirler kişilerin bütçelerine
girmeyebilir. Diğer yandan milli gelir içinde yer almamasına karşın bireylere
yapılan bazı ödemeler bulunmaktadır. Söz konusu bu ödemeler üretime
katılmanın karşılığı olmadığından milli gelir içinde yer almaz. Bu nedenlerle
faktör sahiplerinin belirli bir dönemde fiilen sahip oldukları gelir, milli gelir
değerinden farklı olabilmektedir.

207
Dağıtılmayan şirket kârları, tüzel kişilerce ödenen kurumlar vergisi,
emekli sandığı ve sosyal sigorta kesintileri gibi ödemeler milli gelir içinde
yer almasına karşın kişisel gelire girmez. Ayrıca üretim sonucu elde
edilmeyen gelirler vardır. Üretime katılmanın karşılığı olmayan gelirler
“transfer ödemeleri” olarak tanımlanır. Transfer ödemelerine; emekli
maaşları, öğrenci bursları ve benzeri sosyal yardımlar şeklindeki ödemeler
örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla kişisel gelirleri bulmak için milli
gelirden bireylerin bütçesine girmeyen kesintiler ve ödenmeyen faktör
gelirleri düşülürken, bireylere yapılan transfer ödemeleri ilave edilmektedir.
Buna göre kişisel gelir aşağıdaki gibi formüle edilebilir.

KG = MG − Bireyin Bütçe sin e Girmeyen Gelirler + Transfer Ödemeleri

11.1.5. Harcanabilir Gelir (HG)


Gelir vergisi düzenlemelerine göre bireyler elde etmiş oldukları
kişisel gelirlerinin bir bölümünü devlete vergi olarak ödemek zorundadırlar.
Dolaysız vergi niteliğindeki bu gelir vergisinin kişisel gelirden düşülmesi
gerekir. Kişisel gelirlerden gelir vergisinin düşülmesiyle kişilere ait
harcanabilir gelir elde edilir.

HG = KG − Dolaysıo Vergiler (Gelir Vergisi )

GSMH’dan harcanabilir gelire ulaşılması Şekil 11.1’de verilmiştir.

Milli gelir ile ilgili kavramlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

GSMH = C + I + G + ( X − M )
SMH = GSMH − Amortisman lar
MG = SMH − Dolaylı Vergiler
KG = MG − Bireyin Bütçe sin e Girmeyen Gelirler + Transfer Ödemeleri
HG = KG − Dolaysıo Vergiler

208
Amortismanlar

Dolaylı
Vergiler

Bütçeye
Girmeyen
Gelirler
Dolaysız
Transfer V ergiler
Ödemeleri (+)

GSMH SMH MG KG HG
Şekil 11.1. GSMH’dan Harcanabilir Gelire Ulaşılması

11.1.6. Kişi Başına Milli Gelir (KBMG)


GSMH'nın yıl ortası toplam nüfusa bölünmesi ile kişi başına düşen
milli gelir elde edilir. Ülkelerarası refah göstergesi karşılaştırmaları
genellikle kişi başına düşen milli gelire göre yapılmaktadır.

GSMH
KBMG =
Nüfus

11.1.7. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)


Ulusal sınırlar içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin değeri ve
bunlardan elde edilen değerler GSYİH olarak tanımlanır. Dolayısıyla
GSYİH ve GSMH kavramları farklılık göstermektedir. GSYİH’da ulusal

209
sınırlar ya da yurtiçi üretim belirleyici iken, GSMH’da vatandaşlık kriteri
esas alınmaktadır.
GSMH hesaplamalarında vatandaşlık kriteri belirleyici rol
oynadığından, bir ülke vatandaşlarının başka ülkelerde üretim faaliyetleri ile
elde ettikleri gelirler GSMH’ya dahil olurken, söz konusu ülkede yerleşik
olmayan yabancı özel ve tüzel kişilerin o ülkenin sınırları içerisinde
gerçekleştirdikleri gelirler GSMH’da yer almaz. Yani bir ülkede sürekli
yaşayan bireyler hangi ülkede gelir elde ederse etsin bu gelir sürekli olarak
yaşadığı ülkenin GSMH’na dahil edilir. Buna karşın GSYİH değerinde, bir
ülkenin ulusal sınırları içerisinde yaşayan yerli veya yabancı tüm bireyler
tarafından üretilen mal ve hizmetlerin tamamının değeri yer alırken, o ülke
vatandaşlarının diğer ülkelerde elde ettikleri gelirler GSYİH’ya dahil
edilmemektedir. Örneğin, Almanya’da çalışan Türk vatandaşlarının
üretimleri Türkiye’nin GSYİH’sına girmez. Ancak Türkiye’de çalışan bir
Alman’ın veya diğer yabancıların üretmiş olduğu mal ve hizmetler
Türkiye’nin GSYİH’sına dahildir. GSYİH aşağıdaki gibi gösterilebilir:

GSYİS = GSMH + ( A − B)

A: Ülkede yaşayan yabancı uyruklu özel ve tüzel kişilerin gelirleri


B: Söz konusu ülkenin diğer ülkelerde yaşayan vatandaşlarının
gelirleri.
Buna göre GSYİH ve GSMH değerinin farklılığı (A-B) değerinin
büyüklüğüne bağlı olacaktır. GSYİH hesaplaması harcama, gelir ve üretim
yöntemlerine göre Şekil 11.2’de verilmiştir. Buradaki GSYİH değerlerine
Yurtdışı mülk gelirleri de eklenirse GSMH değerine ulaşılmaktadır.

GSMH = GSYİS + Yurt Dıış Mülk Gelirleri

210
Tarım, orman ve balıkçılık

İstihdam Geliri Enerji ve su


- ücret
Tüketim -rant
İmalat
-faiz
-kâr İnşaat
Sabit sermaye oluşumu
Yatırım
Kişisel İstihdam Geliri
Stoklardaki değişme
Ulaşım ve iletişim
Kira
Finansal hizmetler
Hükümet
Tüketimi Kârlar Eğitim ve sağlık
Hükümet ve savunma
Net ihracatlar Diğer hizmetler

Harcama Yöntemi Gelir Yöntemi Üretim Yöntemi

Şekil 11.2. Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın Hesaplanması


11.2. Milli Gelir Hesaplamaları
Milli gelir hesaplamaları, milli gelirin hesaplanma şekline göre üçe
ayrılmaktadır. Bu yöntemler; gelir, üretim ve harcama yöntemleridir.

11.2.1. Gelir Yöntemi


Üretim faktörlerinin gelirleri olan ücret, rant, faiz ve kârın toplamı
gelir yöntemine göre milli gelir değerini gösterir. Söz konusu bu faktör
gelirleri üretime fiilen katılma sonunda elde edilen gelirlerdir. Yani milli
gelir;

Milli Gelir = Ücret + Rant + Faiz + Kaˆr olarak yazılabilir.

211
Ancak üretime fiilen katılmak demek mutlaka fiziki anlamda çalışmak
şeklinde anlaşılmamalıdır. Yani sermayesini başkasına verip faiz geliri elde
edilmesi veya arazisini kiralayıp kira elde edilmesi, gelir yöntemine göre
hesaplanan milli gelire dahildir. Buna karşın bireylere yapılan sosyal
yardımlar transfer ödemeleri olarak nitelendirildiğinden gelir yöntemine
göre hesaplanan milli gelire dahil edilmez.
Üretim; mal ve hizmetlerin yaratılması için üretim faktörlerinin bir
araya getirilmesidir. Bu nedenle gelir yöntemine göre bulunacak milli gelir
değeri, üretim yöntemine göre bulunacak milli gelir değerine eşit olacaktır.

11.2.2. Üretim (Çıktı) Yöntemi


Bir ekonomide belirli bir dönemde üretilen toplam mal ve hizmetlerin
değerinin toplanarak milli gelirin bulunması üretim yöntemi ile milli gelirin
hesaplanmasıdır. Söz konusu mal ve hizmetlerin değeri; üreticilerin bir yıl
içinde üretmiş oldukları mal ve hizmet miktarlarının piyasa fiyatları ile
çarpılması sonucu elde edilir. Ancak üretim (çıktı, hasıla) yöntemine göre
milli gelir hesaplaması işleminde öncelikle hangi mal ve hizmetlerin
hesaplamaya dahil edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Nihai mal
üretiminde ara mallar da kullanılmaktadır. Ara mallar üretilmiş mallar
oldukları için hesaplamalara hem ara malın hem de nihai malın değerlerinin
dahil edilmesi, milli gelir değerinin gerçeğinden çok yüksek çıkmasına
neden olacaktır. Bu durum “çift sayım sorunu” olarak ifade edilmektedir.
Oysa ara malların üretim aşamalarında yaratılan değerler nihai mal
değeri içinde zaten yer almaktadır. Dolayısıyla milli gelir hesaplanırken
sadece nihai malların değerlerinin esas alınması gereklidir. Ancak sadece
nihai mal değerlerinin esas alınması da üretim yöntemine göre milli gelir
hesaplamasındaki sorunu çözememektedir. Bu malların bir kısmının ara
mal veya nihai mal olup olmadığına karar verilmesi kolayca
yapılamamaktadır. Çünkü malların bir kısmının ara mal veya nihai mal
olup olmadığı onların kullanılış durumuna göre değişmektedir. Örneğin,
yumurta doğrudan tüketildiğinde nihai bir mal, kek yapımında
kullanıldığında ise ara mal durumundadır.
Üretim yöntemine göre hesaplamadaki bu sorunlar üretim aşamasında
yaratılan katma değerlerin dikkate alınması ile çözülmektedir. Katma değer;
üretici firmaların çıktı değerleri ile girdi değerleri arasındaki farklar
toplanarak hesaplanmaktadır. Sonuç olarak, üretim yöntemine göre milli
gelir hesaplanmasında üretilen mal ve hizmetlerin değeri hesaplanırken o

212
mal ve hizmetlere ait katma değerler esas alınır. Bu durum sayısal bir örnek
ile daha iyi açıklanabilir. Çizelge 11.1’de görüldüğü gibi A firması üretici
firma, B firması aracı firma ve C firması ise nihai ürün satışı yapmaktadır.
Nihai mal; tüketiciye satılmadan önce herhangi bir işlemden geçmesi
gerekmeyen maldır. A firması 100 TL değerindeki malı (hammadde)
üretmekte olduğundan A firmasının elde ettiği katma değer 100 TL’dir.
Aracı firma durumundaki B firması bu malı (hammadde) 100 TL’den satın
almakta ve ara mal haline dönüştürdükten sonra 130 TL’ye satmaktadır. B
firmasının elde etmiş olduğu katma değer 30 TL’dir. C firması, B firmasının
üretmiş olduğu bu ara malı 130 TL’ye aldıktan sonra onu nihai mal haline
getirip 180 TL’ye satmaktadır. Bu durumda C firmasının elde etmiş olduğu
katma değer 50 TL’dir. Böylece malın son değeri 180 TL olmaktadır.
Malın nihai değeri doğrudan C firmasının malı satış değerinden
bulunabileceği gibi firmaların elde etmiş oldukları katma değerlerin
toplanmasıyla da bulunabilir. Yani A, B ve C firmalarının elde etmiş
oldukları katma değerler (100+30+50) toplanarak da aynı değer (180 TL)
bulunmaktadır. Bulunan bu değer (180 TL), firmaların satış değerlerinin
toplamı olan 410 TL’den düşüktür (Çizelge 11.1).

Çizelge 11.1. Üretim Yöntemi


A firması B firması C firması Toplam
(TL) (TL) (TL) (TL)
1.Diğer firmadan satın alışlar 0 100 130 230*
2.Üretim faktörü satın alışları 100 30 50 180**
3.Satış değeri (1+2) 100 130 180 410***
*: Firmalararası toplam satışlar **: Toplam katma değer ***: Satışların toplam değeri

11.2.3. Harcama Yöntemi


Harcama yöntemine göre milli gelir hesaplaması; bir ekonomide
belirli bir dönemde mal ve hizmetler için yapılan harcamaların esas
alınmasına dayanır. Buradaki harcamalar, uluslararası ekonomik ilişkilerin
olmadığı (kapalı ekonomi) bir ekonomi söz konusuysa tüketim ve yatırım
harcamalarından oluşacaktır. Bilindiği gibi kapalı bir ekonomide karar
birimleri olarak hanehalkı, firma ve devlet yer almaktadır. Dolayısıyla
hanehalkı harcamaları tüketim harcamalarından, firma harcamaları yatırım
harcamalarından ve devlet harcamaları ise hem yatırım hem de tüketim
harcamalarından oluşacaktır. Yani kapalı ekonomideki harcamalar; tüketim

213
(C), yatırım (I) ve hükümet (G) harcamalarından meydana gelmektedir
(C + I + G ) .

TÜKETİCİLER
Gelir Ödemeleri (Hanehalkı)

ÜRETİCİLER
(Firmalar)

GELİR YÖNTEMİ ÜRETİM YÖNTEMİ HARCAMA YÖNTEMİ

Şekil 11.3. Milli Gelir Hesaplama Yöntemleri

Uluslararası ekonomik ilişkilerin olduğu bir ekonomide ise milli gelir


değerini bulmak için hanehalkı, firma ve devlet harcamalarına ilaveten net
ihracat ( X − M ) değerini de eklemek gerekmektedir. Dolayısıyla bu
durumda harcamalar C + I + G + ( X − M ) şeklini almaktadır. Özetle,
harcama yöntemine göre toplam üretim; tüketim, yatırım, hükümet
harcamaları ve net ihracat değerinden oluşmaktadır.
Harcama yöntemi ile bulunan milli gelir değeri, gelir veya üretim
yöntemleriyle ölçülen milli gelir değerine eşit bir değer verecektir. Çünkü
bir ekonomide yapılan harcamaların kaynağı elde edilen gelirlerdir. Bu

214
gelirlerin değeri de üretime fiilen katılmanın karşılığı olan üretim faktörleri
gelirleridir.
Milli geliri ölçme yöntemleri Şekil 11.3’te verilmiştir. Görüldüğü gibi
üretim yöntemi doğrudan üretilen ürünün değeri ile ilgilidir. Harcama
yöntemi milli hasılayı üretmek için gereken harcamaları gösterirken, gelir
yöntemi ise ulusal hasılanın üretilmesiyle yaratılan geliri göstermektedir.
Sonuç olarak, üretim, harcama ve gelir yöntemlerine göre hesaplanan milli
gelir değerlerinin birbirine eşit olması gerekir.

11.3. Milli Geliri Etkileyen Faktörler


Bir ülkedeki milli gelir düzeyi üzerinde çeşitli faktörlerin etkisi
bulunmaktadır. Ülkenin mevcut doğal kaynakları (hammadde, ham petrol,
orman vs), ülkenin milli gelir düzeyi üzerinde belirleyici bir rol oynar. Aynı
şekilde ülkenin kaynaklarını verimli kullanmak için sermaye mallarına
gereksinim vardır. Yine doğal kaynaklardan en etkin bir şekilde yararlanmak
için teknolojik bilgi düzeyi çok önemlidir. Diğer yandan ülkelerin sahip
oldukları nitelikli işgücü miktarı milli gelir düzeyi üzerinde etkilidir. Ayrıca
ülkede izlenen ekonomi politikaları da milli gelir üzerinde büyük rol
oynamaktadır. Özetle milli gelir üzerinde etkili olan bu faktörler şöyle
sıralanabilir:

• Doğal kaynak miktarı


• Sermaye malları
• Teknolojik bilgi
• Çalışan nüfusun miktarı ve niteliği
• Devlet yönetimi

11.4. Milli Gelir Ölçütlerinin Değerlendirilmesi


Bir ülkenin milli gelir değerinin büyüklüğü, o ülkede yaşayan insanların yaşam düzeylerinin
göstergesi bakımından önemli bir ölçüttür. Bununla birlikte sadece milli gelirin refah (gönenç) ölçütü
olarak kullanılması refahın tam olarak yansıtılması açısından yeterli bir gösterge olmamaktadır. Bu
durumun nedeni kayıt dışı ekonomik faaliyetler ve milli gelir hesaplamalarında kullanılan kriterlerden
kaynaklanmaktadır.

11.4.1. Kayıtdışı Ekonomik Faaliyetler


Milli gelir; bir ülkede belirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin
parasal değerini göstermektedir. Ancak milli gelir ülkede üretilen mal ve

215
hizmetlerin tamamını kapsamamaktadır. Yani üretilen bazı mal ve hizmetler
milli gelir içerisinde yer almamaktadır. Milli gelire dahil edilmeyip kayıt
dışı olarak kalan ancak refahı etkileyen bu üretim faaliyetleri genellikle üç
grupta toplanmaktadır.
(i) Yasal olmayan ekonomik faaliyetler: Yasal olmayan
ekonomik faaliyetler veya yeraltı ekonomisi olarak ifade edilen bazı
faaliyetler ve bunlardan elde edilen gelirler milli gelir hesaplamalarına
girmez. Bu faaliyetlere ruhsat olmaksızın kumar oynatılması, uyuşturucu
üretimi ve pazarlanması gibi faaliyetler örnek olarak verilebilir. Yasal
olmayan ekonomik faaliyetlerin boyutu özellikle az gelişmiş ülkeler için çok
önemlidir.

(ii) Kayıtlara geçmeyen ekonomik faaliyetler: Bazı ekonomik


faaliyetler vergi ödememek, ek maliyetlerden kaçmak ve sosyal güvenlik
kuruluşlarına yapılması gereken ödemeleri yapmamak için kayıtlara
geçmeden sürdürülmektedir. Bu tip ekonomik faaliyetler bir gelir
yaratmalarına karşın kayıtlara geçmediği için doğal olarak bunların gelirleri,
milli gelir değeri içerisinde yer almazlar.

(iii) Piyasaya sunulmayan ürünler: Genellikle üreticilerin kendi


tüketimleri için ürettikleri ürünler ve pazarlanmayan üretim faaliyetleri, ev
hanımlarının evde yapmış oldukları faaliyetler (çocuk bakımı, yemek
pişirme, çamaşır yıkama, gıda üretimi gibi) ve gönüllü kuruluşların yapmış
oldukları mal ve hizmet üretimi ile ilgili işler milli gelir hesaplarına dahil
edilmemektedir.
Kısacası, kayıt dışı ekonomik faaliyetler olarak nitelendirilen
yukarıda açıklanan faaliyetler milli gelir içerisinde yer almamaktadır. Bu
durumda bir ülkenin kayıt dışı faaliyetlerinin büyüklüğü ölçüsünde milli
gelir değeri daha az hesaplanacaktır. Dolayısıyla ülkelerin milli gelir
değerlerine göre karşılaştırılmasında refah seviyelerini tam yansıtmama
durumu söz konusu olabilmektedir.

11.4.2. Milli Gelir ve Yaşam Düzeyi


Biraz önce ifade edildiği gibi milli gelir değeri ülkelerarası
karşılaştırma yapmada yetersiz kalabilmektedir. Bu yetersizlik milli gelirin
refah düzeyini tam olarak yansıtmamasından ileri gelmektedir. Yani sadece
milli gelir değerine bakılarak karar vermek eksik değerlendirmelere neden
olmaktadır. Örneğin, bir ülkenin (X) milli gelirinin 200 milyar dolar, diğer
ülkenin (Y) milli gelirinin ise 250 milyar dolar olduğunu varsayalım. Bu

216
durumda milli geliri mutlak değer olarak daha fazla olan ülkede (Y) yaşam
standardının daha yüksek olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Böyle bir
karşılaştırmada her şeyden önce söz konusu ülkelerin nüfuslarına bakmak
gereklidir. Eğer, örneğimizdeki Y ülkesinin nüfusu, X ülkesinin nüfusunun
iki katı ise bu durumda kişi başına gelir X ülkesinde daha yüksek olacaktır.
Bu nedenle ülkelerarası karşılaştırmaları kişi başına düşen gelire göre
yapmak bir ölçüde daha doğru olabilmektedir. Ancak karşılaştırma yapılan
ülkelerde gerçekçi döviz kuru politikalarının izlenmesi gereklidir. Yani kişi
başına milli gelir değerlerinin karşılaştırıldığı ülkelerdeki fiyat değişimleri
ile döviz kuru değerindeki değişimlerin uyumlu olması gerekmektedir.
Ancak böyle olursa her iki ülkenin satınalma gücündeki karşılaştırmalar
anlam kazanabilir. Aksi taktirde bir ülkedeki kişi başına düşen milli gelir
değeri, diğerinden yüksek olmakla birlikte o ülkede aynı zamanda fiyatlar da
yüksek olabilir.
Diğer yandan kişi başına milli gelir değerlerinin karşılaştırması
sağlıklı olsa bile yaşam standardına ilişkin kriterler sorunu ortaya
çıkmaktadır. Çünkü bir ülkenin GSMH ve kişi başına milli gelir ölçütleri;
gelir bölüşümü, tatmin düzeyi, çalışma saatlerinin uzunluğu, sosyal
maliyetler ile sosyal ve kültürel göstergeler konusunda bilgi vermemektedir.
Ayrıca GSMH’nın ya da kişi başına düşen milli gelirin yüksek
olmasının, ülkenin genel olarak refah seviyesinin yüksek olması anlamına
gelmediğini gösteren bazı diğer kriterler de bulunmaktadır. Çünkü milli gelir
değerinin yüksekliği kadar onun dağılımı da önemlidir. Eğer bir ülkede milli
gelirin büyük bir kısmı o ülke nüfusunun çok az bir bölümü tarafından
paylaşılıyorsa o ülkedeki refah seviyesinin yükseldiği söylenemez. Örneğin;
Türkiye’de milli gelirin %54.9’u, nüfusun %20’si tarafından
paylaşılmaktadır.
Diğer yandan milli gelir değerlerine göre hangi mal ve hizmetlerin
üretildiği, üretilen bu malların kaliteleri ve nerelerde kullanıldığı konusunda
bir yargıya varılamaz. Bir ülkenin milli geliri yüksek olabilir ancak o ülkede
harcamalar daha çok savaş sanayisine yapılabilir. Buna karşın milli geliri
daha düşük olan ülkede ise harcamalar okul, hastahane gibi işler için
yapılabilir. Böyle bir durumda milli geliri düşük olan ülkedeki insanların
tatmin düzeyi daha yüksek olacaktır.
Benzer şekilde yaşam standardı açısından çok önemli olan
çalışılmayan zamanın uzunluğu da milli gelir karşılaştırmalarında önemlidir.
Çünkü daha az süre çalışarak aynı satınalma gücüne sahip olan ülkedeki
bireyler refah kriterleri açısından daha iyi durumda olacaklardır.

217
Günümüzde giderek önem kazanan çevre kirliliği, çarpık kentleşme,
trafik sorunu gibi olumsuz dışsallıklar olarak nitelendirilen sosyal
maliyetler de milli gelir değeri içerisinde yer almaz. Üretim süreci ve üretim
biçimi nedeniyle oluşan söz konusu bu olumsuz dışsallıkların milli gelir
değerinden düşülmesi gerekir.
Öte yandan milli gelir değeri sosyal ve kültürel değerleri de
içermemektedir. Dolayısıyla yaşam kalitesi açısından belirleyici gösterge
durumunda olan sosyal ve kültürel göstergeler konusunda milli gelir değeri
bilgi vermemektedir. Yani et, süt, yumurta, elektrik, kitap gibi belli başlı
temel ürünlerin kişi başına tüketim miktarları; kişi başına düşen araba,
televizyon, telefon sayısı; eğitim düzeyi, okullaşma oranı, nüfus artış oranı,
bebek ölüm oranı, ortalama yaşam süresi, sosyal yardımlar, kültürel
etkinlikler hakkında milli gelir değeri bilgi içermemektedir.
Ülkelerin milli gelirlerinin karşılaştırılması yapılırken belirtilen bu
özelliklerin dışında ülkeler arasında doğal koşulların farklılığı, piyasaya
giren üretici miktarındaki farklar, üretim maliyetlerindeki farklar da
önemlidir. Örneğin soğuk ülkelerde yaşayan insanlar sıcak ülkelerde
yaşayanlara göre daha fazla yakacak üretimi yapmak zorundadırlar. Bazı
ülkeler gelirlerinin önemli bir kısmını doğal afetler için ayırıyor olabilirler.
Yine bazı ülkelerde kadınlar diğer ülkelere göre daha fazla ev dışı
üretimlerde çalışabilirler. Özetlemek gerekirse, çeşitli ülkelerin milli
gelirlerinin karşılaştırılması yapılırken nüfus farkları, fiyat düzeyleri farkı,
üretilen ürünlerin farklılığına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.
Diğer yandan milli gelirin bir yıldaki değeri ile diğer yıllardaki milli
gelirlerinin karşılaştırılmasında da bazı noktalara dikkat etmek
gerekmektedir. Bu kapsamda dikkate alınacak kriterler; nüfus, fiyat, mal ve
hizmetlerdeki değişmelerdir. Örneğin bir ülkenin milli geliri bir yıldan
diğerine iki misli artarken söz konusu ülkenin nüfusu da iki kat artmış ise
gerçek bir milli gelir artışından söz edilemez. Aynı şekilde milli gelirdeki
artış oranı ile fiyatlar genel düzeyindeki artış oranı aynı ise yine milli gelirde
gerçek bir artıştan bahsedilemez.

11.5. Milli Gelir Ölçütlerinin Seçimi


Milli gelir ölçütlerinin hangisinin en iyi olduğu sorusu bir anlamda
“bir marangoz için en yararlı alet hangisidir?” sorusuna benzetilebilir. Tıpkı
bir marangoz için en yararlı aletin hangisi olduğunun, yapılacak işe bağlı
olması gibi milli gelir ölçütleri içerisinde de tüm amaçları en iyi şekilde
karşılayacak tek bir ölçüt yoktur. Dolayısıyla, karşılaşılan soruna bağlı
olarak milli gelir ölçütlerinin üstün ve zayıf yönleri bulunmaktadır. Örneğin;

218
nihai tüketimde kullanılan mal ve hizmetlerin piyasa değeri ile ilgili soruya
en güzel yanıtı GSYİH sağlar. Hanehalkının gelirlerinin harcama ve yatırıma
tahsisi konusunda en iyi yanıtı harcanabilir gelir ölçütü verir. Diğer yandan
belli bir sürede, satın alma gücündeki değişmelerin saptanması için sabit
fiyatların esas alındığı ölçülerin kullanılması gerekir.
Ayrıca gerçek ekonomik refahı tam olarak yansıtmak için geleneksel
olarak kullanılan milli gelir ölçütleri ile birlikte bazı kriterlerin kullanılması
gerekir. Ekonomik refahı tam olarak yansıtabilmek için yaşam standartlarına
katkısı olmayan yatırım ve GSYİH’nın diğer bazı unsurları, GSYİH’dan
çıkarılırken boş zaman gibi yaşam standardına katkısı olan ancak GSYİH’ya
dahil olmayan bazı kriterlerin eklenmesi gerekir.

11.6. Türkiye’nin Milli Geliri ve Dağılımı


Türkiye’nin milli gelir değerleri cari fiyatlar ile 2000, 2002 ve 2003
yılları esas alınarak Çizelge 11.2’de verilmiştir. Görüldüğü gibi gayrisafi
milli hasıla 2000 yılında 126 katrilyon lira iken 2003 yılında 356 katrilyon
lira olmuştur. Ancak buradaki artışın önemli bir bölümü enflasyonist etkiden
kaynaklanmaktadır. Enflasyonun etkisi giderilirse 1987 yılı fiyatlarıyla milli
gelir, 2000 yılında 118.9 trilyon lira, 2003 yılı için ise 123 trilyon lira olarak
bulunur (Çizelge 11.3).

Çizelge 11.2. Gayrisafi Milli Hasıla (Cari Fiyatlar ile Milyar TL)
Sektörler 2000 2002 2003
Değer % Değer % Değer %
Tarım 18.110.632 14,49 32.114.869 11,7 42.126.246 11,8
Sanayi 28.925.901 23,14 70.034.336 25,5 88.813.240 24,9
Hizmetler 72.880.498 58,32 172.993.009 62,9 222.976.557 62,5
İthalat Vergisi 5.065.425 4,05 10.527.402 3,8 13.758.630 3,9
GSYİH ( Alıcı Fiy. ) 124.982.456 100,00 277.574.058 100,9 359.762.926 100,9
Net Dış Al. Fak. Gel. 988.091 0,79 -2.541.692 -0,9 -3.082.038 -0,9
GSMH ( Alıcı Fiy. ) 125.970.547 100,79 275.032.366 100,0 356.680.888 100,0
Kaynak: DPT, 1997, 2001a, 2004.

Çizelge 11.3. Gayrisafi Milli Hasıla (1987 Fiyatları ile Milyar TL)
Sektörler 2000 2002 2003
Değer % Değer % Değer %
Tarım 16.005 13,50 15.947,60 13,7 15.548,80 12,6
Sanayi 33.602 28,34 34.142,40 29,3 36.793,40 29,9
Hizmetler 62.435 52,66 64.316 55,3 67.415 54,7

219
İthalat Vergisi 6.516 5,50 6.127,10 5,3 7.509,40 6,1
GSYİH ( Alıcı Fiy. ) 118.558 100,00 118.612,20 102,0 125.485,10 101,9
Net Dış Al. Fak. Gel. 355 0,30 -2.274,60 -2,0 -2.320,10 -1,9
GSMH ( Alıcı Fiy. ) 118.913 100,30 116.337,60 100,0 123.165,00 100,0
Kaynak: DPT, 2001a, 2004.
Milli gelir dağılımı ülkedeki refah seviyesini göstermesi açısından çok
önemli bir göstergedir. Çizelge 11.4’de Türkiye’nin çeşitli yıllardaki gelir
dağılımı verilmiştir. Çizelgeden görüldüğü gibi Türkiye’de gelir dağılımının
çok bozuk olduğu söylenebilir. Çünkü nüfusun %20’sini oluşturan fakir
kesim gelirin yalnızca %4,5’ini almaktadır. Buna karşın nüfusun en zengin
kesimini oluşturan %20’si ise milli gelirin %54,9’unu almaktadır.
Gelir dağılımındaki bozukluğu ölçmenin birkaç yöntemi
bulunmaktadır. Bunlardan en çok bilineni Gini katsayısı yöntemidir. Gini
katsayısı 0-1 arasında değişmektedir. Gini katsayısı 0 ise tam eşitlikten
bahsedilirken, söz konusu katsayının 1 olması ise tam eşitsizlik anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla gini katsayısı 1’e doğru yükseliyorsa gelir
dağılımının bozulduğu, 0’a doğru yaklaşıyorsa gelir dağılımının düzeldiği
anlamına gelir. Genellikle bir ülkenin gini katsayısının 0,4 ve üzerinde ise o
ülkede gelir dağılımının bozuk olduğu söylenir. Gelir dağılımının düzgün
olduğu ülkelerde ise gini katsayısının değeri 0,3’ün altındadır. Çizelge
11.4’te görüldüğü gibi Türkiye’nin gini katsayısı 1987 yılında 0,44
değerinde iken 1994 yılında 0,49’a yükselmiştir. Buna göre Türkiye’de gelir
dağılımının giderek bozulduğu söylenebilir. Gelir dağılımı konusunda
yapılan gini katsayısını konu alan araştırmalara göre Türkiye gelir dağılımı
çok bozuk olan ülkeler arasında bulunmaktadır. Diğer yandan 1994 yılından
sonra Türkiye’de gelir dağılımının daha da bozulduğu söylenebilir. Ancak
1994 yılından sonra Türkiye’de gelir dağılımı araştırması yapılmadığından
bu konuda en yeni veriler 1994 yılı değerleridir.

Çizelge 11 4. Türkiye’de Gelir Dağılımı (%)


Hane Halkı Türkiye Kent Kır
Yüzdeleri 1987 1994 1987 1994 1987 1994
Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0
Birinci yüzde 20 5,2 4,9 5,4 4,8 5,2 5,6
İkinci yüzde 20 9,6 8,6 9,3 8,2 10,0 10,1
Üçüncü yüzde 20 14,1 12,6 13,6 11,9 15,0 14,8
Dördüncü yüzde 20 21,2 19,0 20,7 17,9 22,0 21,8
Beşinci yüzde 20 49,9 54,9 50,9 57,2 47,8 47,7
Gini Katsayısı 0,44 0,49 0,44 0,52 0,42 0,41

220
Kaynak: DİE, 1987 ve 1998.

Türkiye’de milli gelirin son 25 yıldaki gelişmesine bakıldığında


özellikle 1993 yılından sonra milli gelirin kişi başına 3000 dolar civarında
kaldığı görülmektedir (Çizelge 11.5).

Çizelge 11.5. Türkiye’de 1977-2000 Yılları Arasında Milli Gelir


Yıllar Nüfus GSMH Kişi Başına Milli
(bin kişi) (Milyar TL) Gelir (dolar)
1977 41.768 1.108 1.488
1978 42.640 1.646 1.604
1979 43.530 2.877 1.760
1980 44.438 5.303 1.570
1981 45.540 8.023 1.598
1982 46.688 10.612 1.412
1983 47.864 13.933 1.299
1984 49.070 22.168 1.238
1985 50.306 35.350 1.356
1986 51.433 51.185 1.487
1987 52.561 75.019 1.668
1988 53.715 129.175 1.693
1989 54.893 230.370 1.979
1990 56.204 397.178 2.710
1991 57.063 634.393 2.622
1992 58.333 1.103.605 2.711
1993 59.417 1.997.323 3.008
1994 60.513 3.887.903 2.186
1995 61.623 7.854.887 2.760
1996 62.752 14.978.067 2.926
1997 63.896 29.393.262 3.011
1998 65.052 53.518.332 3.175
1999 66.212 78.282.967 2.798
2000 67.377 125.970.544 2.986
2001 68.529 179.480.78 2.160
2002 69.626 273.463.168 2.580
2003 70.781 356.680.888 3.383
Kaynak: DPT, 2001b, 2004.

221
11.7. Milli Gelir Dengesi
Birşeyin azalma ya da artma yönünde bir eğilim göstermemesine
denge durumu denilmektedir. Dolayısıyla milli gelirin denge konumunda
olmasına da milli gelir dengesi denilmektedir. Mal ve hizmet talebinin milli
gelire eşit olduğu daha önceki açıklamalardan bilinmektedir. Bu nedenle mal
ve hizmet talebi tüketim harcamaları, yatırım harcamaları ve kamu
harcamalarının toplamından oluşur ( AE = C + I + G + ( X − M )) . Tüketim,
yatırım ve kamu harcamaları şeklinde ortaya çıkan toplam talep, bir yılda
üretilen mal ve hizmet tutarı olan toplam arza eşitse ekonominin dengede
olduğu ifade edilir ( AE = Y ) . Yani bir yılda üretilen mal ve hizmetin değeri
harcamalara eşit olmaktadır. Çizelge 11.6 bir ekonomi için milli gelir
dengesinin belirlenişini göstermektedir. Firmaların toplam nihai mal
üretiminin 1000 milyar TL olduğunu varsayalım. Bu durumda ülkenin milli
geliri de 1000 milyar TL olacaktır. Söz konusu gelir seviyesinde planlanmış
harcama 1380 milyar TL’dir (Çizelge 11.6). Böyle bir durumda milli gelirin
artması yönünde bir baskı oluşacaktır. Çünkü toplam planlanmış harcama
milli gelir değerinden daha fazladır.
Bu defa milli gelirin 4000 milyar TL ve bu seviyede toplam
harcamaların da 3240 milyar TL olduğu durumu ele alalım. Görüldüğü gibi
760 milyar TL değerindeki malın satılmama durumu söz konusudur. Böyle
bir durumda da milli gelirin düşmesi yönünde bir baskı meydana gelecektir .
Sonuçta milli gelir denge düzeyi olan 2000 TL’ ye kadar düşecektir
(Çizelge 11.6).
Şimdi de milli gelir seviyesinin 2000 milyar TL olduğu durumu ele
alalım. Bu noktada toplam planlanmış harcama milli gelir düzeyine eşittir.
Yani alıcılar satın alma planlarını tam olarak yerine getirirken firmaların da
üretim miktarını değiştirmesini teşvik edecek herhangi bir etmen
bulunmamaktadır. Kısacası denge noktası toplam üretimin milli gelire eşit
olduğu noktada gerçekleşmektedir.

222
Çizelge 11.6. Milli Gelir Dengesinin Belirlenmesi (Milyar TL)

Milli gelir Planlanan Toplam Harcama Dengeye


(Y) (AE=C+I+G+[X-M]) Etki
100 822 Milli geliri
400 1008 Arttırıcı yönde baskı
500 1070 ↓
1000 1380
Denge noktası
2000 2000

3000 2620 ↑
4000 3240 Milli geliri
5000 3860 Azaltıcı yönde baskı

Milli gelir dengesi Şekil 11.4’te grafiksel olarak verilmiştir. Şekildeki


AE toplam harcama fonksiyonunu, (AE=Y) ise denge durumunu
göstermektedir. Yani denge noktasında milli gelir, planlanmış harcamalara
eşit olmaktadır. Denge noktasının aşağısında AE doğrusu 45o derecelik bir
açı yapmaktadır (AE=Y). Bu, planlanan harcamaların geliri aştığı anlamına
gelmektedir. Bu durumda bireyler mevcut üretim miktarından daha fazla
almak istediklerinden ulusal gelirin yükselmesi için bir baskı meydana
gelmektedir. Söz konusu baskı, Y0 gelirinin solunda bir ok ile gösterilmiştir.
Denge noktasının yukarısında AE doğrusu 45o’lik doğrunun aşağısındadır.
Yani planlanmış harcama gelirden daha azdır. Bireyler mevcut üretim
düzeyi değerinden daha az harcamak istediklerinde gelirin azalması yönünde
bir baskı oluşmaktadır. Söz konusu bu baskı Y0 gelirinin sağında bir ok ile
gösterilmiştir.
Şekil 11.4’te görüldüğü gibi denge noktası (E0), Y0 geliri seviyesinde
oluşmaktadır. Bu noktada toplam harcama fonksiyonu (AE) 45o’lik doğruyu
kesmektedir. Aynı zamanda denge noktasında planlanmış harcama (düşey
eksende gösterilen) gerçek ulusal gelire (yatay eksende gösterilen) eşittir.

223
Planlanmış Harcama
AE=Y
AE

E0

450
0 Y0 Milli Gelir

Şekil 11.4. Milli Gelir Dengesi

11.8. Ekonomik Büyüme ve Kalkınma


Ekonomik büyüme ve kalkınma, üzerinde önemle durulan konular
arasında yer almaktadır. Bu kısımda önce ekonomik büyüme ve büyümeyi
etkileyen faktörler ele alınacaktır. Daha sonra ise kalkınma ve az gelişmiş
ülkelerin kalkınmasını engelleyen faktörler tartışılacaktır.

11.8.1. Ekonomik Büyüme


Genel olarak üretilen mal ve hizmetlerin toplam veya kişi başına
düşen miktarındaki artışına ekonomik büyüme denilmektedir. Ulusal
gelirdeki söz konusu bu artış daha fazla kaynak kullanılarak veya verimlilik
artışı ile gerçekleşir. Ekonomik büyüme, GSMH’daki reel artışa göre veya
kişi başına düşen gelire göre ifade edilmektedir. Kişi başına büyüme
özellikle yaşam standartlarını gösterme açısından GSMH’daki toplam artışa
göre daha iyi bir ölçüttür. Çünkü GSMH bir ekonominin mutlak gücünün bir
göstergesidir. Örneğin bir ekonomide ele alınan dönem içerisinde
GSHM’daki reel artışa göre nüfus artış oranı daha fazla ise bu o ülkede
yaşam standardının düştüğü anlamına gelir.

224
Ayrıca bir ülkenin GSMH’sı diğerinden büyük olabilir, ancak
GSMH’sı yüksek olan ülkenin nüfusu diğerinden çok fazla olabilir. Böyle
bir durumda nüfusu az olan ülkenin kişi başına düşen geliri diğerinden daha
fazla olabilecektir. Dolayısıyla kişi başına düşen gelir refah artışını
göstermesi açısından daha iyi bir ölçüttür. Ancak, refah düzeyini tam
yansıtma açısından kişi başına düşen gelirin de yetersizlikleri söz
konusudur. GSMH’daki ya da kişi başına düşen gelirdeki değişmeler yüzde
olarak ifade edilirse büyüme oranı elde edilir. GSMH’daki artış ekonominin
büyüdüğü azalış ise ekonominin küçüldüğünü gösterir. Eğer ele alınan
dönemde GSMH’da artış veya azalış söz konusu değilse bu durumda
ekonominin durgun olmasından söz edilir.

11.8.2. Ekonomik Büyümeyi Etkileyen Faktörler


Ülke ekonomilerinin büyüme hızlarına bakıldığında, çok farklı
büyüme hızlarının olduğu görülür. Bazı ekonomiler hızlı büyürken
bazılarının az veya hiç büyümemelerine neden olan faktörler bulunmaktadır.
Bu faktörler: doğal kaynaklar, sermaye birikimi, teknolojik değişme
(ilerleme), kaynak kullanımı ile ilgili düzenlemeler olarak belirtilmektedir.

(i) Doğal kaynaklar: Ülkelerin ekonomilerinin büyümesi ile sahip


oldukları doğal kaynaklara bakıldığında, büyüme hızı ile doğal kaynak
miktarı arasında tam bir ilişki olduğu söylenemez. Bununla birlikte
büyümeyi etkileyen diğer faktörler sabitken doğal kaynaklar açısından daha
zengin olan ülkelerin büyümelerinin daha hızlı olacağı söylenebilir.

(ii) Sermaye birikimi: Fiziki sermaye (makine ) ve beşeri sermaye


(bilgi ve beceri) bireylerin üretme yeteneklerini artırır. Sermaye malları
üretebilmek için ise tasarrufa gereksinim vardır. Çünkü tasarruf oranının
artışına koşut olarak sermaye birikimi de artar. Sermaye birikimindeki artışa
göre ise ekonomik büyüme gerçekleşir. Dolayısıyla sermaye birikiminin
büyüme üzerindeki etkisi önemlidir.

(iii) Teknolojik değişme: Teknolojik gelişme kısaca mevcut


teknolojideki ilerlemeler olarak tanımlanabilir. Teknolojik gelişmeler ile
kaynaklar daha etkin bir şekilde kullanıldığından aynı miktar kaynak
kullanılmasına karşın daha fazla üretim yapılır. Daha fazla üretim ise
büyümeyi arttıracaktır.

225
(iv) Kaynakların kullanımı ve transferi: Mülkiyet hakları
sisteminin varlığı bireylerin daha fazla ekonomik faaliyette bulunmalarını
teşvik etmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakları ekonomik büyümeyi olumlu
yönde etkilemektedir.

11.8.3. Kalkınma
Ekonomik büyüme ekonominin niceliksel boyutundaki gelişmeleri ele
alırken kalkınma niteliksel gelişmeler ile ilgilidir. Yani ekonomideki
niteliksel gelişmelere kalkınma denilmektedir. Ekonomik kalkınma ile
yaşam kalitesi ve üretimin organize edilme biçimindeki ilerlemeler esas
alınır.

11.8.4. Az Gelişmiş Ülkelerin Başlıca Sorunları


Kişi başına düşen milli geliri düşük olan ülkeler az gelişmiş ülkeler
olarak adlandırılır. Halen dünya nüfusunun yaklaşık dörtte üçü az gelişmiş
ülkelerde yaşamaktadır. Bu ülkelerde kişi başına düşen gelirin düşük
olmasına neden olan bazı faktörler bulunmaktadır. Bu faktörlerden
başlıcaları; hızlı nüfus artışı, tasarruf oranlarının düşük olması, politik
istikrarsızlık ve vergi oranlarının yüksekliği olarak belirtilmektedir.

(i) Hızlı nüfus artışı: Az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı % 2-3
civarında iken gelişmiş ülkelerde bu oran % 0.5-1 arasında değişmektedir.
Görüldüğü gibi az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı gelişmiş ülkelere göre
çok fazladır. Nüfus artış hızı doğum oranı ile ölüm oranı arasındaki farktır.
Az gelişmiş ülkelerde hızlı nüfus artış oranı bu ülkelerde doğum oranının
gelişmiş ülkelere göre yüksek olmasından ileri gelmektedir. Diğer yandan
tıp alanındaki gelişmeler nedeniyle az gelişmiş ülkelerde ölüm oranı
azalmaktadır. Bu durum az gelişmiş ülkelerde nüfus artış oranının gelişmiş
ülkelere göre yüksek kalmasına neden olmaktadır. Ayrıca az gelişmiş
ülkelerde ailelerin çok çocuk sahibi olmak istemelerinin bir nedeni de aileler
tarafından çocukların işgücü kaynağı olarak görülmesidir. Çünkü bu
ülkelerin ekonomisi tarım ağırlıklı olup, sosyal güvenlik sistemi de çok
yetersizdir.

(ii) Tasarruf oranlarının düşüklüğü: Ekonomik büyüme ve


kalkınma için ülkelerin yatırım yapması gereklidir. Yatırım sermaye
birikimine neden olmakta, sermaye birikimi de işgücü verimliliği ile
büyümeyi arttırmaktadır. Sermaye birikiminin kaynağını ise tasarruflar

226
oluşturur. Ancak az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimini sağlayacak yeterli
tasarruf yapılamamaktadır. Çünkü bu ülkelerde bireyler gelirlerinin büyük
bir kısmını yaşamlarını sürdürebilmek için zorunlu gereksinimlerini
karşılamada kullanırlar. Dolayısıyla az gelişmiş ülkeler kısır bir döngü
içerisindedirler. Buna “fakirliğin kısır döngüsü” denilmektedir. Bazen bu
döngü “az gelişmiş ülkeler fakir oldukları için fakirdirler” şeklinde ifade
edilmektedir.

(iii) Kültürel farklılıklar: Az gelişmiş ülkelerde genellikle değişime


karşı çıkılarak statükodan vazgeçilmek istenmemektedir. Ayrıca bu
ülkelerde kaderciliğin de bir ölçüde geçerli olduğu söylenebilir.

(iv) Politik istikrarsızlık: Az gelişmiş ülkelerde genellikle politik


istikrarsızlık yaygın olduğundan gelişmiş ülke yatırımcılarının ve hatta o
ülkenin kendi vatandaşlarının bile yatırım yapmak konusunda tereddütleri
vardır. Çünkü yatırımcılar için az gelişmiş ülkeler riskli görülmektedir. Bu
durum az gelişmiş ülkelerde yatırımın yetersiz olmasına neden olmaktadır.

227
BÖLÜM 12
PARA, BANKA VE ENFLASYON

Dünyadaki mevcut ekonomik sistemlerin ilk göze çarpan özelliği hepsinin paralı ekonomi
olmalarıdır. Günümüzde para, bütün ekonomik faaliyetleri etkileyen ve onları değiştiren aktif bir varlık
haline gelmiştir. Paranın belkide en önemli özelliği “herkes tarafından kabul edilmiş” olmasıdır. Para
ile ilgili konular ekonomi biliminde giderek önem kazandığından ekonomistler tarafından ayrıntılı bir
şekilde incelenmeye başlanmıştır. Ancak ekonomiye giriş niteliğinde olan bu kitapta para teorisi ile ilgili
ayrıntılara girilmeyecektir. Bununla birlikte paranın niteliği ve ekonomik hayat üzerindeki etkilerini ana
hatlarıyla bilmek gereklidir. Bu amaçla bu bölümde öncelikle para ve ekonomik yaşamda dolanımı
üzerinde durulacaktır. Bunu bankaların ve özellikle merkez bankalarının özellik ve işlevlerinin
açıklanması izleyecektir. Daha sonra ise paranın değeri ve fiyatlar genel düzeyi ile ilgili açıklamalar
yapılacaktır.

12.1. Para
İnsanlar tarihin ilk devirlerinde gereksinimlerini karşılamak için ticari
faaliyetlerini para kullanmaksızın yürütmeye çalışmışlardır. O yıllarda ticari
faaliyetler bir malın başka bir malla değiştirilmesi esasına göre
yürütüldüğünden bu alışverişlere trampa (takas), trampa ticaretin yapıldığı
ekonomilere de trampa ekonomisi adı verilmiştir.
Tahmin edileceği gibi trampa ticaretin birçok zorlukları
bulunmaktadır. Trampa ticarette her şeyden önce malların değiştirilmesi
kolaylıkla yapılamamıştır. Çünkü trampanın yapılabilmesi için trampa
yapacak iki kişinin olması ve bu kişilerin birbirlerinin ellerindeki mallara
gereksinimlerinin olması gerekir. Diğer yandan, trampa ticarette değişime
konu olan her iki malın değerinin de birbirine eşit olması gereklidir. Ayrıca
trampa alışverişlerinde vadeli işlemler uygulanamamıştır. Diğer yandan,
trampa ekonomisinde satın alma gücünün korunmasında ve tasarruf
yapmakta da büyük sorunlar yaşanmıştır. Trampa işlemlerinde belirtilen bu
güçlüklerin yanında mal çeşitlerinin zamanla artması mallar arasında
değişime esas oluşturacak bir ölçü biriminin olmasını zorunlu kılmıştır.
Nitekim bu zorunluluk, para fikrinin ortaya çıkmasını ve gelişmesini
sağlamıştır. İlk başlarda “mal para” adı verilen, öz değeri olan bazı mallar
para yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bu amaçla özellikle deniz kabukları,
boynuzlar, boncuk gibi mallar para karşılığı olarak kullanılmıştır.
Trampa ekonomisinden mal paranın kullanıldığı ekonomiye geçilmesi de ticarette yaşanan sorunları
tam olarak çözememiştir. Bu durumun en büyük nedeni mal paraların kısa bir sürede bozulması ve
değerlerinin değişmesinden kaynaklanmıştır. Zamanla mal paraların yerine çabuk aşınmayan,
üretimleri kıt olduğu için değerleri kısa sürede değişmeyen ve saklanması bir ölçüde kolay olan altın

228
ve gümüş gibi madenler kullanılmaya başlanmıştır. Kıymetli maden esasına dayanan bu değerli
madenlerin sikke haline getirilmesi, bu işlemin devleti temsil eden bir otorite tarafından yapılması ve
kontrol altına alınması sayesinde bu sistem uzun yıllar kullanılmıştır. Para bu gelişme süreci içinde
günümüzde banknot olarak ekonomide tedavül etmektedir. Ancak takas ekonomisinden parasal
ekonomiye geçişle birlikte parasal kurumların yapılanması farklılaşmış ve çok karmaşık bir
yapılanma oluşmuştur.

12.1.1. Paranın İşlevleri


Para ekonomisinde paranın çeşitli işlevleri bulunmaktadır.
Paranın ekonomik hayattaki fonksiyonları genellikle üç grupta
toplanmaktadır. Bunlar; paranın değişim aracı olması, hesap birimi
olması ve biriktirme aracı olma fonksiyonu olarak sayılabilir.

12.1.1.1. Paranın Değişim Aracı Olma İşlevi


Anımsanacağı gibi para ekonomisinin ortaya çıkmasının nedeni
trampa ekonomisinde yaşanan zorluklardı. Bu nedenle paranın en
önemli işlevlerinden birisi değişim aracı olmasıdır. Para, mal ve
hizmetlerin alışveriş değerini fiyat olarak ölçer. Bir paranın iyi bir
değişim aracı olması için değişimlere yetecek kadar bol olması
gerekir. Çünkü miktarı kıt bir para veya gerekenden çok çoğaltılan
para değişim aracı olma işlevini tam olarak yerine getiremez. Nitekim,
geçmişte para olarak kullanılan altının miktarı yeteri kadar
arttırılamadığından para olarak işlevini iyi bir şekilde yerine
getirememiştir. Diğer yandan paranın değişim aracı olma işlevini tam
olarak yerine getirebilmesi için toplumdaki bireylerin hepsinin para
birimini bir alışveriş aracı olarak kabul etmesi gereklidir. Bu
nedenledir ki paranın en önemli özelliğinin herkes tarafından kabul
edilmesi olduğu söylenebilir.

12.1.1.2. Paranın Hesap Birimi Olma İşlevi


Bütün mal ve hizmetlerin değeri para ile belirlendiğinden para bir
ekonomide “kıymetlerin ortak ölçüsü görevini” yapar. Ancak paranın bu
işlevini iyi bir şekilde yapabilmesi için onun kıymetinin istikrarlı olması
gerekmektedir. Genellikle diğer paralara göre değer kazanan paralara “güçlü

229
para”, değerini koruyan paralara “sağlam para” ve değer yitiren paralara da
“zayıf para” denilmektedir.

12.1.1.3. Paranın Biriktirme Aracı Olma İşlevi


Para, değişim aracı ve hesap birimi olarak kullanılmasının yanısıra
belli bir servet olarak da talep edilir. Aslında paranın dışında kalan diğer
bütün servet şekilleri de kıymet biriktirme aracıdır. Para ve diğer servet
şekilleri arasındaki fark paranın tam likit servet şekli olmasından ileri gelir.
Likidite; akıcılık anlamı taşır ve herhangi bir servetin paraya
dönüştürülebilme derecesini belirtir. Paranın dışındaki diğer servet
biriktirme şekilleri para kadar likit olamazlar. Çünkü bu servet şekillerinin
paraya dönüştürülmelerinde zaman ve değer kaybı söz konusudur. Örneğin,
bir taşınmazın veya bir tahvilin paraya dönüştürülmesi, istenildiği anda
olmayabileceği gibi bu dönüştürme sırasında bir değer kaybı da olabilir.
Genellikle paranın kıymetinin istikrarlı olduğu ülkelerde kişiler
tasarruflarını para olarak yaparlarken, enflasyon oranının yüksek olduğu
ülkelerde insanlar tasarruflarını para olarak yapmazlar.

12.1.2. Paranın Çeşitleri


Günümüzde asli para, kaydi para (banka parası), para benzeri
ve para yerine geçenler olmak üzere üç çeşit para vardır. Söz konusu
bu para çeşitleri aşağıda kısaca açıklanmıştır.

12.1.2.1. Asli Para


Asli para devlet otoritesinin çıkardığı kağıt (banknot) ve ufaklık
paralardan oluşur. Asli paralar tedavül yeteneğini yasadan alır. Dolayısıyla
toplumdaki tüm bireyler tarafından yapılan alışverişlerde kullanılır.
Günümüzde kağıt paraları devlet otoritesinde bulunan merkez bankası
çıkarırken, ufaklık paralar yine devlet otoritesi altında bulunan darphaneler
tarafından çıkarılmaktadır.

12.1.2.2. Kaydi Para (Banka Parası)


Bilindiği gibi para satın alma gücünü ifade eder. Bu anlamda
bankalar da mevduat yolu ile satın alma gücü yaratırlar. İşte yaratılan
bu satın alma gücüne “kaydi para” (veya “banka parası”) adı verilir.

230
Ancak bankalar kendilerine yatırılan paranın hepsini kaydi para olarak
kullanamazlar. Devlet, bankalardaki tasarrufları güvenceye almak ve
para politikasını yürütmek için bankalara yatan paranın belli bir
yüzdesinin karşılık olarak banka kasalarında saklanmasını zorunlu
kılar. Dolayısıyla bankalar kendilerine yatırılan paraların yasa
tarafından belirtilen kısmını karşılık olarak ayırdıktan sonra ancak
kalan kısmını borç verebilirler.

12.1.2.3. Para Benzerleri ve Para Yerine Geçenler


Günümüzde asli para olmayan bazı aktif unsurlar para olarak
kullanılmaktadır. Örneğin; alacak senetleri, hisse senedi ve devlet tahvili
gibi borç senetleri ile altının para yerine alınıp verildiği görülmektedir.
Çünkü belirtilen aktif unsurlar ile paranın yaptığı işlevler
sağlanabilmektedir.
Söz konusu aktif unsurların paraya çevrilme yeteneği yüksek olduğundan bunlara para benzeri
likidite denilmektedir. Diğer yandan bankalardaki vadeli mevduat da para benzeri likiditedir. Vadeli
mevduatta para belirli bir süre için bankaya yatırıldığından, istenildiğinde zaman ve değer kaybına
uğramadan harcanabilir para haline dönüştürülememektedir. Dolayısıyla bankalardaki vadeli
mevduat para benzeri likidite özelliği göstermektedir.

Ayrıca günümüzde bazı kalemler para olmadıkları halde geçici


olarak bir değişim aracı işlevi görürler. Örneğin, kredi kartları bu
duruma örnek olarak verilebilir. Son yıllarda nakit para veya çek
kullanmaksızın kredi kartı ile alışveriş yapma olanağı giderek
yaygınlık kazanmaktadır.

12.1.3. Para Tanımları


Günümüzde M1, M2, M3 ve L (likidite) para kavramı üzerinde
durulmaktadır. M1 dar anlamda bir para tanımı olup parayı nakit ve vadesiz
mevduatları toplamı olarak tanımlar. M2, M1’e göre daha geniş bir para
kavramı olup M1’in yanında ticari bankalardaki vadeli mevduatları, tasarruf
mevduatlarını ve mevduat sertifikalarını kapsar. M3 ise M2’ye ilave olarak
yabancı döviz mevduatları, kamu mevduatları ve merkez bankasındaki diğer
mevduatları kapsar. L (likidite) para tanımı ise M3 + hazine bonoları olarak
yapılmaktadır.
Türkiye’de 1980 yılından sonra döviz bulundurmak serbest hale
geldiğinden 1986 yılından itibaren M2Y, M3Y gibi döviz tevdiat hesaplarını
da göstermek üzere para tanımlarında genişletme yapılmıştır.

231
12.1.4. Para Arzı ve Para Talebi
Piyasa ekonomisinin etkin olduğu ekonomilerde para arzı çok önemlidir. Çünkü ekonomideki tüm
işlemler piyasada belli bir para miktarının dolaşımı ile yapılmaktadır. Bir ekonomide tedavülde
(dolanımda) bulunan ödeme araçlarının tamamı para arzını meydana getirir. Dolayısıyla, para arzı
dolanımda bulunan kağıt ve madeni paralar ile bankalarca yaratılmış kaydi paralardan oluşur. Para
arzında nominal değerler önemli olduğundan tedavüldeki paranın nominal değeri esas alınır.

Bir ekonomide, para sahip olduğu işlevler nedeniyle talep edilir. Para
talebine neden olan faktörler; işlem güdüsü, geleceği düşünme güdüsü ve
spekülasyon güdüsü olarak üçe ayrılmaktadır.

(i) İşlem güdüsü: Toplumdaki bireyler, firmalar ve devlet


ödemelerini yapmak için para bulundurmak zorundadır. Yapılan bu
harcamalar süreklilik göstermektedir. Ancak harcamaları karşılayacak
gelirin elde edilmesi belli bir süreye bağlıdır. İşte harcamaların sürekli
oluşuna karşın gelirin belli bir süreyi gerektirmesi, para bulundurma
zorunluluğuna neden olmaktadır.

(ii) Geleceği düşünme (ihtiyat) güdüsü: Gelecek, belirsizlik ve


riskler ile dolu olduğundan bireyler kendileri ve aile bireylerinin
geleceklerini güvenceye almak isterler. Özellikle sosyal güvenlik sisteminin
yetersiz olduğu az gelişmiş ülkelerde insanlar ihtiyat amacı ile bir kenarda
bir miktar paraya sahip olmak eğilimindedirler. Sosyal güvenlik sisteminin
yaygınlığı ve beklenmedik bir olay halinde bireylerin kredi ile borç para
bulabilme olanaklarının varlığına bağlı olarak bireyler tarafından ihtiyat
amacı ile talep edilen para miktarı azalmaktadır.

(iii) Spekülasyon güdüsü: İnsanlar doğabilecek bazı fırsatları


değerlendirmek amacıyla da bir miktar parayı ellerinde hazır olarak tutmak
isterler. Burada amaçlanan mal ve hizmetleri mevcut koşulları
değerlendirerek daha ucuza alma isteğidir. Bu isteğin yerine getirilmesine
“spekülasyon” bu işi yapana da “spekülatör” denir. Gelişmiş ülkelerde
spekülasyon faaliyetleri daha çok faize ilişkin konularda yoğunlaşırken, az
gelişmiş ülkelerde spekülasyon arsa ve ev gibi mallar için yapılır.
12.2. Bankalar ve Merkez Bankası
Bankalar, mevduat kabul eden (borç alan) ve kredi veren (borç veren)
kurumlardır. Bankaların kabul etmiş olduğu mevduatlar vadeli ve vadesiz
olabilir. Bankalar toplamış oldukları mevduat karşılığında faiz öderken,
vermiş olduğu kredi karşılığında ise faiz alırlar. Dolayısıyla bankaların esas
fonksiyonu borç para vermek isteyenler ile borç almak isteyenler arasında

232
aracı rolü oynamasıdır. Bankalar ayrıca daha öncede açıklandığı gibi kaydi
para yaratarak ekonomideki para arzını etkilemektedir. Bankalar kredi
uzmanlıklarına göre ticaret, sanayi, ziraat, ipotek ve merkez bankaları olmak
üzere beş gruba ayrılabilirler. Ticaret bankaları kısa vadeli kredi veren
bankalardır. Sanayi bankaları daha çok sanayi işlerine kredi veren
bankalardır. Ziraat bankaları çiftçilerin kısa, orta ve uzun vadeli kredi
gereksinimini karşılar. İpotek bankaları taşınmaz malları güvence altına
alarak kredi verirler.
Merkez bankası (emisyon bankası, ihraç bankası); banknot veya kağıt
para çıkaran bankalar olup ulusal ekonomilerde çok önemli rol oynarlar.
Merkez bankası para ve kredi politikalarını yürütmekle görevli olup
hükümetin para arzını kontrol etmesinde yararlandığı en önemli araç
durumundadır. Ayrıca merkez bankası bir ülkede devlet adına para basma
işlemini de yapmaktadır. Diğer yandan merkez bankası hükümet ile bankalar
arasındaki ilişkiyi de sağlamaktadır. Merkez bankasının tüm bu işlevleri
dikkate alınarak bu bankaya bankaların bankası denilmektedir.

12.2.1. Merkez Bankasının Görevleri


Dünyadaki ülkelerin hemen hemen tamamında merkez bankası
bulunmaktadır. Ancak Amerika’da merkez bankası yerine “Federal
Rezerv Sistemi” adı verilen bir sistem yürürlüktedir. Merkez
Bankalarının başlıca görevleri şöyle özetlenebilir:

• Ülkedeki para ve kredi hacmini belirlemek.


• Devlet adına hazine işlemlerini yürütmek.
• Ulusal paranın değerini korumak. (Bu amaçla para piyasalarına
müdahalede bulunmak ve gerekli olduğu zaman para piyasalarında
alım-satım işlemleri yapmak).
• Ekonomik ve mali konularda hükümetlere danışmanlık hizmeti
sunmak.

12.2.2. Merkez Bankasının Para Politikası


Merkez Bankasının para politikasını yürütürken kullandığı
araçlar iskonto politikası, açık piyasa işlemleri, karşılık oranı, kredi
tavanı ve diğer önlemler olarak dört grupta incelenebilir.

233
12.2.2.1. İskonto Politikası
Merkez bankaları piyasaya para sürmek için bankalara kredi açar ve kredilere dayanarak bankaların
getirecekleri senetleri reeskont ederek parayı bankalar sistemine aktarır. Bankalar merkez
bankasından almış oldukları paranın bir kısmını karşılık olarak ayırdıktan sonra geri kalan kısmını
müşterilerine kredi açarlar. Böylece para tekrar piyasaya sürülmüş olur. Dolayısıyla iskonto
politikasının esasını reeskont oranlarının ve koşullarının değiştirilmesi oluşturmaktadır.
Reeskont oranı (tekrar iskonto); merkez bankasının ekonomiyi yönlendirmede kullandığı politika
araçlarından birisidir. Reeskont; daha önce bankalar tarafından iskonto edilmiş senetlerin yine
bankalar tarafından ikinci defa merkez bankasına kırdırılmasıdır. Reeskont oranının yükseltilmesi
ekonomide kredi hacminin daralmasına neden olur. Çünkü bu durumda merkez bankasından ödünç
para alma pahalı olmasına karşın reeskont oranının düşürülmesi kredi hacminin genişlemesine yol
açar. Buna göre ekonomik faaliyetler canlandırılmak istenildiğinde reeskont oranlarının düşürülmesi
gerekir.

12.2.2.2. Açık Piyasa İşlemleri


Açık piyasa işlemleri merkez bankasının piyasadan senet alması veya senet satması işlemidir.
Merkez bankası ekonomideki para hacminin artmasını istediği zaman piyasadan veya ticari
bankalardan senet alıp onlara para verir. Böylece paralar halkın eline doğrudan geçtiği gibi bankalar
sistemi ile de geçmektedir. Diğer yandan merkez bankası dolaşımdaki parayı fazla bulup azaltmak
isterse bu defa açık piyasa işlemi ile halka veya bankalara senet satma yoluna gider. Bu durumda
piyasadaki para emileceğinden dolaşımdaki para hacmi azalacaktır. Merkez bankasının piyasadan
senet alması senetlerin fiyatlarının yükselmesine neden olur. Senetlerin fiyatlarının yükselmesi de
faiz oranının düşmesine yol açar. Buna karşın merkez bankasının senet satmasıyla faiz oranı
yükselir.

12.2.2.3. Karşılık Oranı


Anımsanacağı gibi bankaların, mevduatlarının belli bir oranını nakit şeklinde karşılık olarak tutmak
zorunda olduklarından bahsedilmişti. Söz konusu bu yasal karşılık oranlarının değiştirilmesi,
bankaların yarattıkları kaydi para miktarını kontrol etmede çok etkin bir araçtır. Çünkü karşılık
oranları arttırılarak ya da azaltılarak bankaların kaydi para yaratma olanakları belirlenmektedir.
Merkez bankası eğer dolaşımdaki para hacmini fazla görürse karşılık oranını yükseltir, para hacmini
az görürse bu defa karşılık oranını düşürür. Böylece bankaların karşılık oranının yükseltilmesi
bankaların kredi verme olanağını azaltırken, karşılık oranının düşürülmesi ise kredi verme
olanaklarını arttırır.

12.2.2.4. Kredi Tavanı


Merkez bankası dolaşımdaki para miktarını daraltmak isterse banka kredilerine bir tavan uygular. Bu
önlem yalnızca piyasadaki para miktarı daraltılmak istenildiğinde uygulanır. Yani dolaşımdaki para
miktarının genişletilmesi için merkez bankasının bu yöntemi uygulamasına gerek yoktur.

12.2.2.5. Diğer Önlemler

234
Merkez bankası açıklanan bu para politikası araçlarının dışında da
bazı yöntemler kullanarak para arzını ve kredi hacmini etkileyebilir. Bu
önlemlerden ikisi genel disponibilite oranı ve selektif kredi politikasıdır.
Disponibilite; bankanın toplamış olduğu mevduatın bir kısmının nakit
karşılığı ile ayrılması ile oluşan bir değerdir. Bu değerin oranına
disponibilite oranı denilmektedir. Selektif kredi politikasında ise bankanın
bazı sektörlere farklı kredi uygulamasına gitmesidir. Bu tip kredi politikası
ile ekonominin ihtiyaç duyduğu yatırımlar teşvik edilir.

12.2.3. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası


Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 30 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı kanunla kurulmuştur.
Dünya ekonomisindeki gelişmelerin ışığında Merkez Bankası ile ilgili 1970 yılında yeni bir yasa
kabul edilmiştir. Söz konusu bu yasaya göre T.C. Merkez Bankasının görev ve yetkileri aşağıdaki
gibidir;

• Para basmak ve ulusal paranın iç ve dış değerini korumaya yönelik


gereken önlemleri almak,
• Bankaların kabul ettikleri mevduatları dolayısıyla ayıracakları
karşılıkları ve bankalara uygulanacak faiz oranlarını saptamak,
• Devletin yurtiçi ve yurtdışındaki tahsilat ve ödemeleri ile her türlü
para nakil ve havale işlemlerini yürütmek,
• Kredilerde uygulanacak reeskont ve faiz oranlarını saptamak,
• Genel kredi hacmini ve çeşitli kredilerin sektörler ve konulara göre
dağılımını düzenlemek.

12.3. Enflasyon
Enflasyon çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Genel olarak enflasyon, toplam talebin toplam arzdan
fazla oluşu nedeniyle fiyatların devamlı olarak artış göstermesi olarak tanımlanır. Burada toplam
talebin toplam arzdan fazla olmasının nedeni ekonomideki para miktarının mal ve hizmet değişimi
için gerekenden fazla olmasıdır. Enflasyon kısaca “bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin
yükselmesi” olarak ifade edilmektedir.

12.3.1. Enflasyon Hızı


Enflasyon düzeyi ile ilgili olarak üç tip enflasyondan bahsedilmektedir. Bunlar; ılımlı enflasyon,
yüksek oranlı enflasyon ve hiperenflasyondur. Söz konusu bu enflasyon tipleri aşağıda kısaca
açıklanmıştır.

(i) Ilımlı enflasyon: Bir ekonomide fiyatlar yavaşça yükseliyorsa


buna “ılımlı enflasyon” denilmektedir. Genellikle yıllık olarak tek haneli

235
(% 10’nun altında) enflasyon oranlarına ılımlı enflasyon adı verilir. Eğer bir
ekonomide enflasyon oranı % 2-3 gibi düşük düzeyde ise buna “sürünen
enflasyon” denilir. Ilımlı enflasyon ortamında insanlar paradan kaçmazlar.
Çünkü ılımlı enflasyon ortamında reel faizler çok düşük değildir. Ayrıca
ılımlı enflasyonun geçerli olduğu ekonomilerde nispeten istikrar bulunur.
(ii) Yüksek oranlı enflasyon: Enflasyon oranının yıllık olarak %10
ile % 200 arasında olmasına yüksek oranlı (veya dört nala enflasyon) adı
verilmektedir. Yüksek oranlı enflasyonlar genellikle Latin Amerika
ülkelerinde yaşandığından bazen bu enflasyon tipine Latin enflasyonu da
denilmektedir. Örneğin 1970-1980 yılları arasında Latin Amerika
ülkelerinin çoğunda yıllık enflasyon oranı %50 ile % 700 arasında
değişmiştir. Yüksek oranlı enflasyon ile yaşayan ülkelerden biri de
Türkiye’dir. 1974-2000 yılları arasında Türkiye’deki enflasyon oranı
Çizelge 12.1’de verilmiştir. Genel olarak, yüksek oranlı enflasyonun olduğu
ülkelerde çok ciddi ekonomik sorunlar ortaya çıkar. Bu ülkelerde yapılan
sözleşmeler; fiyat endekslerine ya da dolara endekslenir. Para hızla değer
kaybettiğinden halk cebinde para tutmak istemez. Ayrıca yüksek oranlı
enflasyon ortamında yıllık reel faiz oranları negatiftir. Bu nedenle halk
finansal piyasalar yerine arsa ve konut alımında bulunur. Enflasyonun bu
olumsuzluklarına karşın bazı ülkeler (Brezilya ve İsrail) yüksek oranlı
enflasyon ortamında çok iyi bir ekonomik gelişme göstermişlerdir.

Çizelge 12.1. Türkiye’de Enflasyon Oranı (%)

Yıllar TEFE TÜFE Yıllar TEFE TÜFE


1974 28.40 18.63 1990 48.60 60.40
1975 10.75 19.77 1991 59.20 71.60
1976 16.45 16.39 1992 61.40 66.00
1977 26.30 27.95 1993 60.30 71.10
1978 53.10 47.21 1994 149.60 125.50
1979 69.50 56.81 1995 65.60 76.00
1980 98.75 115.60 1996 84.90 79.80
1981 35.45 33.91 1997 91.00 99.10
1982 26.53 21.91 1998 54.30 69.70
1983 29.73 31.39 1999 26.90 68.80
1984 49.53 48.40 2000 32.70 39.00
1985 41.63 44.95 2001 88.06 68.50
1986 27.93 34.62 2002 50.50 45.0
1987 36.77 38.85 2003 25.6 25.3

236
1988 64.55 73.70 2004+ 13.7 16.51
1989 62.30 64.30
Kaynak: DİE, kayıtları TEFE: Toptan eşya fiyat endeksi,
TÜFE: Tüketici fiyat endeksi *: Haziran Ayı

(iii) Hiperenflasyon: Bu tip enflasyon 1920-1923 yılları arasında


Almanya’da ve II. Dünya Savaşından sonra ise, Macaristan ve Çin’de
yaşanmıştır. Örneğin; 1922 yılında Almanya’da 10 aylık bir dönemde fiyat
endeksinin 1’den 10 milyona kadar yükseldiği belirtilmektedir.
Hiperenflasyonun ekonomiye hiçbir olumlu etkisi bulunmamaktadır. Bu tip
enflasyon ortamında paranın dolaşım hızı çok büyük bir hızla artmakta, nispi
fiyatlar ve gelir dağılımı son derece bozulmaktadır.

12.3.2. Enflasyonun Nedenleri


Enflasyonun nedenleri ya da kaynakları; talep enflasyonu, maliyet enflasyonu ile beklenen ve
beklenmeyen enflasyon olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

12.3.2.1. Talep Enflasyonu


Talep enflasyonu kısa dönemde bir ekonomide arz edilen mal ve
hizmetlere karşı aşırı bir talebin oluşu ile meydana gelir. Talebin aşırı
olması nedeniyle bu enflasyona aşırı talep enflasyonu da denilmektedir.
Talep enflasyonu üretim faktörlerinin tamamının üretimde kullanıldığı, yani
tam istihdama ulaşmış ekonomilerde talepteki artışı karşılayacak düzeyde
üretim artışını sağlayacak üretim faktörlerinin olmayışı nedeniyle meydana
gelir.
Talepteki artışın nedenleri olarak; tüketicilere açılan kredilerin
genişletilmesi, banka kredilerinin bollaştırılması veya hükümetlerin bütçe
açıklarını merkez bankasını kullanarak finanse etmesi sayılabilir. İzlenen bu
politikaların sonucunda ekonomide para miktarı arttırılmaktadır. Böylece
para arzının arttırılması diğer bir ifadeyle halkın satın alım gücünün o
ülkenin üretiminden daha fazla artmasıyla talep enflasyonu ortaya
çıkmaktadır. Talep enflasyonu genellikle az gelişmiş ülkelerde yapısal bir
karakter olarak görülür. Ekonomistlerin tamamı tarafından talep
enflasyonunun nedeninin toplam talepteki kayma olduğu kabul edilmekle
beraber, toplam talep eğrisindeki kaymaların nedeni açısından ekonomistler
arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
Şekil 12.1’de talep enflasyonu süreci gösterilmiştir. Görüldüğü
gibi ekonomide başlangıçta toplam arz (AS) ve toplam talep (AD)

237
eğrileri E1 noktasında dengededir. Bu durumda oluşan denge fiyatı da
P1’dir. Harcamalarda meydana gelen artış nedeniyle toplam talep
eğrisi AD’den, AD1’e kayacaktır. Bu durumda yeni denge noktası E2
olacak, fiyatlar da P1’den P2’ye yükselerek talep enflasyonu ortaya
çıkacaktır.

Fiyat
AS
Q

P2 E2
AD1
P1 E1
AD

0 Potansiyel çıktı Miktar

Şekil 12.1. Talep Enflasyonu

12.3.2.2. Maliyet Enflasyonu


Maliyet (arz) enflasyonu gelişmiş, gelişmekte olan veya az gelişmiş
ekonomilerin hepsinde görülebilir. Maliyet enflasyonu adından da
anlaşılacağı gibi maliyetlerin yükselmesinden kaynaklanır. Eğer ücretler
veya üretimde kullanılan malzemelerin fiyatı artarsa bu durumda üreticiler
kendi kâr marjlarını korumak için söz konusu bu artışları üretmiş oldukları
mal ve hizmetlere yansıtacaklardır. İşçi ücretlerinin artışı nedeniyle mal ve
hizmetlerin fiyatlarının artması, aynı zamanda bu maliyet artışına neden olan
emek sahiplerinin satın alma gücünü de düşürecektir. Bu durumda emek

238
sahipleri, sendikalar ve diğer baskı grupları ile ücretlerine zam almak için
baskıda bulunacaklardır. Yapılacak yeni zamlar ise tekrar mal ve hizmetlerin
fiyatına yansıtılacaktır. Buna ekonomide ücret-fiyat sarmalı denilmektedir.
Şekil 12.2’de maliyet enflasyonunun işleyişi görülmektedir.
Görüldüğü gibi başlangıçta toplam arz AS ve toplam talep AD iken
denge noktası E1 ve fiyat P1 düzeyindedir. Ancak maliyetlerde bir artış
olduğu zaman toplam arz eğrisi AS1 konumuna kayacaktır. Bunun
sonucu olarak denge noktası E2’ye ve fiyatlar P2’ye yükselecek ve
ekonomide eksik istihdam Q1’den Q2’ye kayacaktır. Burada belirtilen
arz eğrisindeki kayma ani olarak çok büyük ölçüde yukarı doğru
kayarsa bu duruma arz şoku denilmektedir. Arz şokunun yaşanması
durumunda üretim büyük ölçüde düşmektedir. 1974 ve 1980 yıllarında
petrol fiyatlarındaki şok artışlar sonucu toplam arz eğrisinde ani
yükselişler gerçekleşmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak söz konusu
yıllarda fiyatlar yükselirken üretimde önemli düşüşler (stagflasyon)
yaşanmıştır.

Fiyat Q

AS1
AS

P2 E2
E1
P1
AD

0 Q2 Q1 Potansiyel çıktı Miktar

Şekil 12.2 Maliyet Enflasyonu

Toplam arz eğrisini kaydıran nedenlere bağlı olarak arz


enflasyonunun çeşitli kaynaklarından bahsedilmektedir. Bunlar, ücret

239
enflasyonu, fiyat enflasyonu, ithal enflasyon ve yapısal enflasyon
olarak sıralanabilir.

(i) Ücret enflasyonu: Ücretlerdeki artışları, aşırı talep artışı izlemez


ise ücret maliyetlerindeki artış enflasyonun kaynağı olur.

(ii) Fiyat enflasyonu: Bu enflasyona, satıcıların monopol gücünden


kaynaklanır. Yani satıcıların kendi arzularına bağlı olarak mal ve
hizmetlerin fiyatlarını yükseltmesi söz konusudur. Bu tip enflasyona mark-
up enflasyon da denilmektedir.

(iii) İthal enflasyon: Bu enflasyon tipinde ithal edilen malların


fiyatlarında bir artış o ülkede fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine neden
olmaktadır.

(iv) Yapısal enflasyon: Yapısal enflasyon durumunda talep ve


maliyet yapısı değişmelerine paralel olarak reel ayarlamalar aynı şekilde
yapılamaz. Bu nedenle potansiyel olarak genişleyen sektörlerde kıtlık başlar
ve fiyatlar yükselir. Daralan sektörlerde ise önemli bir fiyat ve ücret düşüşü
görülmez. Ancak fiyatların genişleyen sektörlerde yükselmesi, daralan
sektörlerde ise aynı kalması ortalama fiyat düzeyini (enflasyonu) yükseltir.

12.3.2.3. Beklenen ve Beklenmeyen Enflasyon


Günümüz ekonomilerinde fiyatlar belli bir süre sürekli olarak artarsa
artık o ülkedeki insanlar her dönem aynı enflasyon oranını beklemeye
başlamaktadır. Sonuçta ücretlilerle ilgili sözleşmeler, o ülkedeki para ve
maliye politikaları ve faiz oranları beklenen enflasyona göre düzenlenir. Bu
yerleşmiş durumdaki enflasyona beklenen (öngörülen, temel, çekirdek)
enflasyon oranı denilmektedir. Şekil 12.3’te beklenen enflasyon süreci
gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, beklenen enflasyon oranına göre maliyetler
artmaktadır. Para ve maliye politikalarının, üretimi potansiyel seviyede
tutacak düzeyde tutulduğu varsayılırsa toplam talep eğrisi (AD) aynı oranda
yukarıya doğru kaymaktadır. Bu durumda toplam talep ve toplam arz eğrileri
aynı oranda
Fiyat yukarıya doğru kayacaktır. Sonuçta, beklenen enflasyon
meydana gelecektir.

P2

P1 AS2 AS1
240
AS
P E2

E3 E1
E
AD2

AD1
AD

0 Potansiyel çıktı Miktar

Şekil 12.3 Beklenen Enflasyon

Toplam talep eğrisi beklenenden daha fazla artarsa o zaman


talep enflasyonuna benzeyen bir beklenmeyen enflasyon durumu
ortaya çıkmaktadır. Eğer toplam talep beklenenden daha az artarsa bu
durumda maliyet enflasyonunu andıran beklenmedik bir enflasyon
meydana gelmektedir.

12.3.3. Enflasyonun Etkileri


Enflasyonun ekonomi üzerinde oldukça olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Enflasyonun üretim üzerinde olumlu etki yaptığını belirten
bazı görüşler olmasına karşın enflasyonun ekonomi üzerinde yıkıcı etki
yaptığı herkes tarafından kabul edilmektedir. Enflasyonun bir sonucu olarak
uzun süre enflasyon ortamında yaşayan ülkelerde yolsuzluk ve ahlaki
çöküntü yaygınlık kazanır. Çeşitlerine bağlı olarak değişmekle birlikte,
enflasyondan gelir ve servet dağılımı etkilendiği gibi üretim ve istihdam
düzeyi de etkilenir.

12.3.3.1. Gelir ve Servet Dağılımı Üzerindeki Etkileri


Enflasyon ortamında borçlular kazançlı çıkarken alacaklılar çok büyük kayıplarla karşılaşırlar.
Hükümetlerin borç yükleri enflasyon dönemlerinde daralır. Genellikle gayrimenkule yatırım yapanlar
beklenmedik şekilde yükselen enflasyon dönemlerinde büyük kazançlar elde edebilirler. Dolayısıyla
enflasyonun geliri yeniden dağıtmak gibi bir etkisi bulunur.

241
12.3.3.2. Üretim ve İstihdam Üzerine Etkileri
Enflasyon reel ekonomiyi makroekonomik ve mikroekonomik
düzeyde etkilemektedir. Makroekonomik yönden enflasyon tam istihdam
düzeyi üzerinde etkilidir. Enflasyon oranı beklenmeyen bir şekilde
yükselirse üretim ve istihdam artışına neden olur. Özellikle kısa dönemde
toplam talepte sağa doğru bir kayma üretimin ve fiyatların artmasına
(enflasyona) neden olur. Diğer yandan yaşanacak bir arz şoku, arz eğrisinin
yukarı doğru kayması ile fiyat artışına neden olurken üretimin düşmesine yol
açar. Bu nedenle enflasyon ve üretim düzeyi arasında doğrudan ilişkinin
olmadığı ileri sürülmektedir.
Enflasyonun, mikroekonomik düzeydeki etkisi kaynak tahsisinde
olmaktadır. Enflasyon oranı ne kadar yüksek olursa göreli fiyatlardaki
sapma da o kadar yüksek olmaktadır. Böyle bir durumda hiç kimse parayı
elinde tutmayacağından konut ve arsa gibi aktiflerin satışı artmaktadır.
12.3.4. Enflasyonla Mücadele
Yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerde enflasyonla mücadele
etmek için izlenen para ve maliye politikaları belirli bir süre için ekonomik
büyümeyi olumsuz etkileyeceği gibi işsizlik oranını da büyük ölçüde
arttırmaktadır. Bu nedenle izlenecek politikaların maliyetini hesaplamak ve
halkın desteğini almak çok önemlidir. Genel olarak enflasyonla mücadelede
aşamalı iniş ve katı tutum stratejisi izlenmektedir. Ancak, eğer enflasyon
yüksek oranlı ya da hiperenflasyon tipinde ise heterodoks ve ortodoks
istikrar programları izlenmektedir.

12.3.4.1. Aşamalı ve Şok Stratejisi

(i) Aşamalı strateji: Bu strateji, enflasyonun düşürülmesinde


yumuşak inişler yapmayı hedefler. Yani aşamalı stratejide birden
frene basılmayıp enflasyon her yıl bir miktar düşürülmek istenir.
Aşamalı stratejide parasal büyüme oranında küçük bir düşüş
sağlanır. Böylece enflasyonun işsizlikte önemli bir artış olmaksızın
düşürülmesi amaçlanır.

(ii) Şok stratejisi: Bu enflasyon stratejisinde enflasyon oranı hızla


düşürülmek istenir. Bu nedenle şok stratejisine katı tutum (soğuk hindi)
stratejisi de denilmektedir. Dolayısıyla aşamalı stratejinin aksine şok
stratejide parasal büyüme oranında büyük bir kısıntı söz konusudur. Bu

242
stratejinin izlendiği ekonomilerde toplam arz eğrisinin şekline bağlı olarak
resesyon büyük boyutlara ulaşır. Ayrıca şok stratejide enflasyonun bir an
önce düşürülmesi istenildiğinden işsizlik oranında büyük artışlar meydana
gelebilir.

12.3.4.2. Hiper ve Yüksek Oranlı Enflasyonla Mücadele


Hiperenflasyonla mücadelede ortodoks istikrar programı
önerilirken, yüksek oranlı enflasyona karşı mücadelede heteredoks
istikrar programları önerilmektedir. Ortodoks ve heteredoks istikrar
programları aşağıda kısaca özetlenmiştir.

(i) Ortodoks istikrar programı: Hiperenflasyonla mücadele için


ortodoks istikrar politikaları kullanılmaktadır. Genel olarak
ortodoks istikrar politikaları sıkı para ve maliye politikaları ile reel
ücretlerin düşürülmesini kapsar. Ortodoks istikrar politikaları
uluslararası para fonu (IMF) tarafından desteklenmiştir. Ancak bu
politikaların izlendiği ülkelerde enflasyonla mücadelede genellikle
başarısız olunduğu görüşü giderek yaygınlık kazanmaktadır. Çünkü
enflasyonla mücadelede ortodoks istikrar politikalarının izlendiği
ülkelerde sosyal ve politik karışıklıklar meydana gelmiştir. Ancak
söz konusu bu başarısızlıkların mücadele stratejisinden değil de
programı uygulayan bazı ülkelerdeki hükümetlerin popülist politika
izlemeleri sonucu, gereken yapısal ve finansal reformları
yapmamalarından kaynaklandığı da ileri sürülmektedir.

(ii) Heteredoks istikrar programı: Bu istikrar programı yüksek


(veya kronik) enflasyonla mücadele için önerilmektedir. Heteredoks istikrar
politikaları fiyat ve ücret kontrolünün yanında sıkı para politikalarını da
içermektedir. Heteredoks istikrar politikalarında başlangıçta fiyat ve ücretler
dondurulurken döviz kurları da sabitleştirilmektedir. Döviz kurlarının
sabitleştirilmesine çapa politikası da denilmektedir. Türkiye, 11 Aralık
1999’da IMF ile imzalanan 17’nci stand-by anlaşması çerçevesinde
enflasyonla mücadele için döviz kurlarını 2001 Haziran ayına kadar
sabitleştirmiştir. Ancak enflasyonla mücadelede gereken yapısal ve finansal
reformlar yapılamadığından ekonomik krize girilmiştir. Bu nedenle 21
Şubat 2001’de kur çapası politikasından vaz geçilerek dalgalı kur

243
politikasına geçilmiştir. Ayrıca ekonomiyi krizden kurtarmak için acil
önlemler paketi hazırlanarak yürürlüğe konmuş ve IMF ile yeni bir borç
anlaşması imzalanmıştır.

Enflasyonla mücadele de kullanılan programlar bazı


ülkelerde başarılı olurken bazılarında başarısız olmuştur. Bu
durumun ülkelerin sosyo-ekonomik koşullarının farklılığı dahil
olmak üzere birçok nedeni bulunmaktadır. Dolayısıyla bütün
ülkeler için geçerli olan tek bir enflasyonla mücadele programı
yoktur. Ancak enflasyonla en iyi mücadelenin, kaynakları etkin
kullanmak ve verimliliği arttırmak olduğu söylenebilir.

12.4. Deflasyon
Deflasyon, ekonomide diğer bir dengesizlik şeklidir. Şişkinliğin inmesi ve daralması anlamına gelir.
Deflasyon enflasyonun tersi bir gelişme olarak kabul edilmekle birlikte işleyiş hızı bakımından
farklıklar gösterir. Deflasyon ortamında ekonomide bir durgunluk söz konusudur. Bu durumun
nedeni toplam talebin azalması dolayısıyla, toplam arzın toplam talepten fazla olmasıdır.
Ekonomide görülen durgunluğun sonucunda eldeki mallar satılamayıp stoklarda büyüme meydana
gelir. Bu durumda üreticiler fiyatları düşürerek üretmiş oldukları malları elden çıkarmayı planlar.
Üreticiler bu arada kâr marjlarını azaltmamak için ücretleri düşürmek ister. Ancak hür sendikacılığın
olduğu ülkelerde ücret azaltılması yapılamaz. Dolayısıyla bazı üreticiler özellikle monopol
durumunda olanlar fiyatları düşürmemek için üretimi kısarlar. Bazı üreticiler ise kısmen kârdan
kaybı göze alarak üretimi azaltırlar. Deflasyon ortamında piyasadaki durgunluk, girişimcilerin
yatırım yapmamalarına neden olur. Bunun sonucunda da yeni istihdam alanları dolayısıyla üretim
artışı yaratılmayacağından iş hacmi önemli ölçüde durgunluk gösterir. Sonuçta deflasyonun
yaşandığı ekonomilerde işsizlikteki artışın yanısıra zincirleme iflaslar görülür.

12.5. Devalüasyon
Devalüasyon, bir ülkenin ulusal parasının değerinin yabancı paralar karşısında düşürülmesidir.
Türkiye’de son 10 yıl içerisinde en büyük devalüasyonlar 1994 ve 2001 yıllarında yapılmıştır.
Örneğin 21 Şubat 2001’de devalüasyondan önce 1 dolar = 680000 TL iken, devalüasyondan sonra 1
dolar = 1100000 TL civarına yükselmiştir.

Ülkelerin devalüasyon yapma nedenleri değişik amaçlara yönelik


olabilir. Bu amaçlardan en önemlisi kronikleşmiş dış ticaret açıklarıdır.
Türkiye özellikle dış ticaret açıklarını önlemek amacıyla devalüasyon
yapmaktadır. Türkiye’de 1980 yılı sonrası liranın dolar karşısında değer
kaybı giderek hızlanmıştır (Çizelge 12.2). Eğer bir ülkenin dışalımı
dışsatımından fazla ise ve dış ticaret bilançosu açık veriyorsa, dışalımı
kısmak amacıyla devalüasyon yapılmaktadır. Bu amaçla yapılan
devalüasyondan sonra dışalım pahalı hale geleceğinden dışalım devalüasyon
öncesine göre azalacaktır. Diğer yandan, bir ülke dışsatım yapabilecek
miktarda mal stokuna sahipse ve söz konusu bu mallar iç fiyatların

244
yüksekliği nedeniyle satılamıyorsa iç ve dış fiyatlar arasındaki dengesizliği
gidermek için devalüasyon yapılabilir. Ayrıca devalüasyon Türkiye
açısından geçmiş yıllarda işçi dövizlerinin normal yollardan ülkeye
gelmesini sağlamak için de yapılmıştır.
Devalüasyon yapan ülkenin istediği amaçlara ulaşabilmesi için
alınması gereken bazı önlemler bulunmaktadır. Bunlardan en başta geleni
devalüasyon yapıldıktan sonra iç piyasada fiyat istikrarının sağlanmasıdır.
Eğer iç piyasada fiyatların artışı önlenmez ise devalüasyon sonrası dışsatımı
artırma amacı gerçekleşmeyebilir. En azından iç piyasadaki fiyat artışlarının
devalüasyon oranının altında olması gereklidir.
Diğer yandan, devalüasyon yapan ülkenin dışsatım mallarının arzı
esnek değilse yine devalüasyondan beklenen yarar elde edilemez. Benzer
şekilde devalüasyon yapan ülkenin dışsatım mallarına olan dış talep
esnekliği elverişli değilse dışsatım miktar olarak artsa bile elde edilen
dövizde fazla bir artış olmayabilir. Diğer yandan dışalımı azaltmak için
yapılan devalüasyon da, dışalım mallarının talep esnekliği düşük ise bu defa
dışalım miktarı azalsa bile harcanan döviz miktarında fazla bir azalma
olmayabilir. Dışalımda bulunulan malların talep esnekliğinin düşük olması
dışalımın zorunlu olmasından kaynaklanabileceği gibi halkın ithal edilen
mallara karşı özel ilgi ve tutumlarından da kaynaklanabilir.
Tüm bunların ötesinde devalüasyon yaparak dışsatımını arttırmak
isteyen ülkeye karşı bazı önlemler alınması mümkündür. Örneğin, benzer
malların dışsatımını yapan diğer ülkeler de devalüasyon yapabilirler.
Dolayısıyla dışsatımını arttırmak amacıyla devalüasyon yapan ülkenin
amacına ulaşması için dışsatım yaptığı ürünlerde rakip durumda olan
ülkelerin devalüasyon yapmamaları gerekir.

Çizelge 12.2. Aralık Ayı İtibariyle Dolar Kuru (1974-2001)

Yıllar Dolar Kuru Yıllar Dolar Kuru

1974 13,85 1990 2927,13

1975 15,00 1991 5074,83

1976 16,50 1992 8555,85

245
1977 19,25 1993 14458,03

1978 25,00 1994 38418,00

1979 47,10 1995 59501,00

1980 89,25 1996 107505,00

1981* 132,30 1997 204860,00

1982 184,90 1998 313707,00

1983 280,00 1999 540098,00

1984 442,50 2000 671765,00

1985 574,00 2001 1446638,00

1986 755,90 2002 1639745,00

1987 1018,35 2003 1393278,00

1988 1813,46 2004** 1422426,00

1989 2311,37

Kaynak: T.C. Merkez Bankası, Web sayfası


*: Günlük kur uygulaması Mayıs 1981 yılında başlamıştır.
**: Temmuz ayı

Devalüasyon da enflasyona benzer şekilde gelir bölüşümünü olumsuz


yönde etkiler. Bu olumsuz etki kısa dönemde dar ve sabit gelirliler de uzun
dönemde ise ithal malları kullanan sektörler üzerinde görülür.
Devalüasyonun tersi para operasyonuna da revalüasyon denilir. Dolayısıyla,

246
revalüasyon ulusal paranın değerinin yabancı paralar karşısında
arttırılmasıdır.

12.6. Stagflasyon
Stagflasyon kavramı “stagnation” ve “inflation” kelimelerinden
türetilmiştir. Stagflasyon ekonomide durgunluk haline karşın enflasyonun
varlığının görülmesidir. Stagflasyon ortamında fiyatlar yükselmesine karşın
yatırımcılar geleceği belirsiz gördükleri için yatırım yapmazlar. Dolayısıyla
stagflasyon tüm ekonomide fiyatların hissedilir derecede yükselirken
ekonomik büyümenin en alt düzeyde tutulması olayıdır.

247
BÖLÜM 13
ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER

Buraya kadar ele alınan bölümlerin önemli bir bölümü kapalı ekonomi
varsayımına göre incelenmişti. Bu bölümde ekonominin açık olduğu kabul
edilecektir. Açık ekonominin kapalı ekonomiden farkı, açık ekonomide
diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerin olmasıdır. Dolayısıyla bu bölümde dış
ülkelerle ticaret yapan, işgücü ve sermaye hareketlerinin geçerli olduğu bir
ekonomide, ekonomik ilişkilerin nasıl yürütüldüğü açıklanacaktır. Bu
amaçla önce uluslararası ticaretin esasları ve yararları tartışılacak, daha
sonra ise ödemeler dengesi ve döviz kurları üzerinde durulacaktır.

13.1. Uluslararası Ticaret


Uluslararası ticaret, ülke sınırlarını aşan tüm mal ve hizmet
değişimlerini içerir. Uluslararası ticaret ülkeler açısından kazançlı olduğu
için yapılır. Bu noktada söz konusu kazancın nereden kaynaklandığı sorusu
akla gelebilir. Sorunun yanıtı ülkelerin belirli mal ve hizmet üretiminde
uzmanlaşmalarında yatmaktadır. Uluslararası ticaret ile dünyadaki tüm
insanların refah düzeylerinin artacağı beklentisi vardır. Ticaretin yararlarını
daha iyi anlayabilmek için ülkeler arasında ticaretin hiç olmadığı bir
dünyayı düşünmek yeterlidir. Böyle bir dünyada şüphesiz yaşam standartları
çok düşük olacaktır. Dolayısıyla insanların yaşam kalitelerinin artması için,
bir ülkedeki insanlar ve bölgeler arasında ticaret ne kadar gerekli ise
uluslararası ticaret de o kadar gereklidir. Uluslararası ticaretin gerekliliği
ülkeler arasındaki üretim koşulları, üretim maliyetleri ve tercihlerdeki
farklılıklardan ileri gelmektedir.
Genel olarak, bir ekonominin dışa açılması ve diğer ülkeler ile
ekonomik ilişkiler kurması; o ülkede üretim faktörlerinin sektörler arası
dağılımında, faktör bedelleri arasındaki ilişkilerde, ulusal gelir ve harcama
dengesinde ve ekonominin gelişme hızında değişikliklere neden olur.

(i) Üretim faktörlerinin dağılımının değişmesi: Dışsatım ve


dışalımlar ulusal ekonomide üretimin bileşimini değiştireceğinden üretim
faktörlerinin sektörler arası dağılımına neden olur. Üretimdeki bu değişme

248
ulusal ekonomi için doğru yönde olursa ülkelerin kıt kaynaklarının gelir
yaratma gücünde artışıda beraberinde getirir.

(ii) Faktör bedelleri arasındaki ilişkilerin değişmesi: Dış ticaret ile


bir ülkede hangi üretim faktörü daha bol ise o üretim faktörünün kullanıldığı
ürünlerin dışsatımı yapılıp, kıt üretim faktörü ile üretilen ürünler dışalıma
konu olacağından faktör bedelleri arasındaki ilişkiler değişecektir. Emek
yoğun ürünlerin dışsatımı yapılıp sermaye yoğun ürünlerin dış alımının
yapılması bu duruma örnek olarak verilebilir.

(iii) Ulusal gelir ve harcama dengesinin değişmesi: Ekonomik


ilişkiler, ulusal ekonomilerde toplam talep ve toplam arz düzeylerini
etkilemektedir. Söz konusu bu etki ulusal gelir ve harcama dengesini
değiştirdiğinden enflasyon ve işsizliğin artması veya azalmasına neden
olabilecektir.

(iv) Ekonominin gelişme hızının değişmesi: Uluslararası ekonomik


ilişkiler ile dışardan reel kaynak transferi, yeni bilgi ve teknoloji transferi
veya ucuz hammadde temini ile pazarlama olanaklarının geliştirilmesi
sayesinde ekonomik büyüme hızı arttırılabilecektir.

13.1.1. Uluslararası Ticaretten Kazançların Kaynakları


Buraya kadar olan açıklamalarda uluslararası ticaret yapılarak
ülkelerin refah düzeylerinde bir artış sağlanabileceğinden bahsedildi. Ancak,
ülkeler arasında ticaretin nasıl ve hangi prensiplere göre yapılması
gerektiğinden söz edilmedi. Uluslararası ticaretin nasıl işlediğini
anlayabilmek için mutlak ve karşılaştırmalı (mukayeseli) üstünlük
kavramlarının açıklanması gerekir.

13.1.1.1. Mutlak Üstünlük


Bir ülkenin aynı miktar kaynakla bir malın üretiminde diğer ülkeye
göre daha etkin durumda olmasına mutlak üstünlük denir. Mutlak üstünlük
bireylerin veya ulusların mal üretme yeteneklerinin bir göstergesidir. Yani
bir ülke aynı miktar kaynak kullanmasına karşın belli bir maldan daha fazla
üretebiliyorsa, o malın üretiminde mutlak üstünlüğe sahiptir.
Ticaretten elde edilen kazançların açıklanması, mutlak üstünlük
durumunda oldukça açık ve basittir. Mutlak üstünlük kavramı sadece iki
ülke ve iki malın olduğu basitleştirilmiş bir model ile açıklanabilir.

249
Ülkelerin Amerika ile Türkiye olduğunu, üretilen malların da buğday ve
elbise olduğunu varsayalım. Çizelge 13.1’de görüldüğü gibi, Amerika
buğday üretiminde, Türkiye ise elbise üretiminde mutlak üstünlüğe sahiptir.
Çünkü aynı miktar kaynak kullanılarak Amerika 10 birim buğday üretirken,
Türkiye 5 birim buğday üretmektedir. Dolayısıyla Amerika buğday
üretiminde, Türkiye’ye göre mutlak üstünlüğe sahiptir. Benzer şekilde
Türkiye 10 birim elbise üretirken, aynı miktarda kaynak ile Amerika 6 birim
elbise üretmektedir. Yani Türkiye, Amerika'ya göre elbise üretiminde
mutlak üstünlüğe sahiptir.

Çizelge 13.1. Mutlak Üstünlük


Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika 10 6
Türkiye 5 10

Bu değerlere göre Amerika’nın buğday üretiminde, Türkiye’nin ise


elbise üretiminde uzmanlaşması gerekir. Çünkü böyle bir uzmanlaşma ile
Amerika’da elbise üretiminde kullanılan kaynaklar buğday üretimine,
Türkiye’de buğday üretiminde kullanılan kaynaklar ise elbise üretimine
kaydırılacaktır. Her ülke mutlak üstünlüğe sahip olduğu ürünü üretirse, bu
ürünlerin toplam dünya üretiminde artış olacaktır (Çizelge 13.2).
Ülkelerin mutlak üstünlüğe sahip olduğu malların üretiminde
uzmanlaşmaları ve ticaret yapmaları ile refah artışı sağlanmaktadır. Yani
Amerika daha fazla buğday daha az elbise üreterek, Türkiye ise daha fazla
elbise üretip daha az buğday üreterek daha çok kazanç elde etmektedir.
Çünkü böyle bir durumda Amerika Türkiye’ye buğday satıp, Türkiye’den
elbise satın alacaktır. Özetle, mutlak üstünlük prensibine göre ülkeler üretim
ve ticarette mutlak üstünlüğe sahip oldukları malın üretiminde uzmanlaşarak
ve ticaret yaparak uluslararası ticaretten kazanç elde etmektedirler.

Çizelge 13.2. Mutlak Üstünlüğe Göre Uzmanlaşma


Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika +10 - 6
Türkiye -5 +10
Dünya +5 +4

250
13.1.1.2. Karşılaştırmalı Üstünlük
Karşılaştırmalı üstünlük, “bir ülkenin bir malı ticaret yaptığı ülkelere
oranla daha etkin bir şekilde üretmesine” denir. Karşılaştırmalı üstünlük
farklı malları üretmenin nispi (göreli) maliyetlerini gösterir. Bu kavrama
göre bir ülke karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu malın üretiminde
uzmanlaşmalıdır.
Ülkelerin belli bir malın üretiminde mutlak üstünlüğe sahip olması
durumunda uzmanlaşma ve ticaret yapılarak ekonomik kazanç elde edilmesi
basitçe açıklanabilmektedir. Ancak bir ülkenin her iki malda da mutlak
üstünlüğe sahip olduğu bir durum nasıl açıklanacaktır? Örneğin; Amerika
Türkiye’ye göre hem buğday hem de elbise üretiminde mutlak bir üstünlüğe
sahipse durum ne olacaktır? Böyle bir durumda Amerika buğday ve elbise
üretiminin her ikisinde de Türkiye'ye göre daha etkindir. Bu soru ilk defa
David Ricardo’ya yıllar önce sorulmuş ve Ricardo tarafından sorunun yanıtı
karşılaştırmalı üstünlük olarak verilmiştir. Ricardo’ya göre bir ülkenin tüm
mallarda mutlak üstünlüğe sahip olması durumunda da ticaretten kazanç
elde etme olanağı bulunmaktadır. Çünkü ticaretin esası bir malın
üretimindeki mutlak üstünlükten çok karşılaştırmalı üstünlük kuramına
dayanmaktadır.
Karşılaştırmalı üstünlüğü açıklamak için daha önce verilen örnek bazı
değişiklikler yapılarak kullanılabilir. Amerika’nın buğday ve elbise
üretimindeki etkinliğini 10 kat arttırdığını varsayalım. Bu durumda Amerika
100 birim buğday ve 60 birim elbise üretecektir (Çizelge 13.3). Görüldüğü
gibi Amerika, Türkiye’ye göre buğday ve elbise üretiminin her ikisinde de
mutlak üstünlüğe sahiptir. Ancak, Amerika mutlak üstünlüğe sahip olduğu
buğday ve elbisenin her ikisinde de Türkiye’ye göre eşit avantaj marjına
sahip değildir. İşte bu avantaj ya da üstünlükteki farklılık iki ülke arasında
uzmanlaşma ve ticaret yapılmasını açıklamaktadır.
Örneğimize dönecek olursak, Amerika aynı miktarda kaynak
kullanarak Türkiye’ye göre buğday üretiminde 20 kat daha fazla etkin iken
elbise üretiminde sadece 6 kat daha fazla üretmektedir. Dolayısıyla Amerika
buğday üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahipken elbise üretiminde
karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Aynı durumu Türkiye için yorumlanırsa,
Türkiye buğday üretiminde karşılaştırmalı dezavantaja sahipken elbise
üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Çünkü Türkiye buğday
üretiminde Amerika’ya göre 20 defa daha az etkin iken elbise üretiminde
yalnızca 6 defa daha az etkindir (Çizelge13.3).

251
Çizelge 13.3. Karşılaştırmalı Üstünlük
Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika 100 60
Türkiye 5 10

Uzmanlaşma ve ticaretten elde edilen ekonomik kazançlar mutlak


üstünlük yerine karşılaştırmalı üstünlüğe bağlıdır. Çizelge 13.1 ve Çizelge
13.3 karşılaştırıldığında uzmanlaşma ile kazanç elde edilmesinin mutlak
üstünlükten kaynaklandığı sonucunun hatalı olduğu anlaşılmaktadır.
Ticarette kazançlı olmanın esası iki mal arasındaki üstünlüğün oranına
bağlıdır. Bu nedenle uluslararası ticaretten kazanç elde etmek için
karşılaştırmalı üstünlük hem gerekli hem de yeterlidir. Karşılaştırmalı
üstünlük olmadan sadece mutlak üstünlüğün olması ülkelerarası ticari
kazanç sağlamamaktadır. Bu durum Çizelge 13.4 kullanılarak açıklanabilir.
Görüldüğü gibi, Amerika her iki ürünün üretiminde de mutlak üstünlüğe
sahiptir. Buna karşın ne Amerika ne de Türkiye buğday ve elbise üretiminde
birbirlerine göre karşılaştırmalı üstünlüğe sahip değildirler. Çünkü Amerika
buğday ve elbise üretiminin her ikisinde de Türkiye’ye göre 10 kat daha
etkindir.

Çizelge 13.4. Karşılaştırmalı Üstünlüğün Olmaması


Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika 100 60
Türkiye 10 6

Böyle bir durumda kaynakları daha etkin kullanarak buğday ve elbise


üretimini arttırmak olası değildir (Çizelge 13.5). Bu nedenledir ki
karşılaştırmalı üstünlüksüz bir mutlak üstünlük, ülkeler arasında ticaret
kazançlarına neden olmaz. Çünkü Amerika, Türkiye’ye göre buğday ve
elbise üretiminde 10 kat daha fazla mutlak üstünlüğe sahip olmasına karşın
karşılaştırmalı üstünlük durumu söz konusu değildir. Dolayısıyla, Amerika

252
ve Türkiye’de kaynakların yeniden dağılımı ile dünya üretimi arttırılamaz.
Kısacası böyle bir durumda uzmanlaşma, dünya üretimini artırmamaktadır.

Çizelge 13.5. Karşılaştırmalı Üstünlüğün Olmamasının


Sonucu
Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika +100 -60
Türkiye -100 +60
Dünya 0 0

13.1.1.3. Fırsat Maliyeti


Uluslararası ticaretten elde edilen kazançların nasıl oluştuğu
anlatılırken üretimde kullanılan kaynaklar esas alınmıştı. Anımsanacağı gibi,
Amerika aynı oranda kaynak miktarını kullanarak buğday üretiminde
Türkiye’ye göre 10 kat daha etkindi. Bu ifade anlamlı olmakla birlikte
üretimde kullanılan kaynakların gerçek maliyetlerinin belirlenmesi açısından
yetersizdir. Örneğin; Türkiye’nin buğday üretiminde kullanmış olduğu arazi,
işgücü ve sermaye bileşimi Amerika’da kullanılan orandan farklı olabilir.
Bu nedenle birim kaynağa karşılık hangi ülkenin daha fazla üretim elde
ettiği açıkça belli değildir. İşte bu belirsizlik fırsat maliyeti kullanılarak
giderilmektedir. Bir malın fırsat maliyeti; o malın üretimini bir birim
artırmak için başka bir maldan vazgeçilen üretim miktarıdır. Dolayısıyla
eğer bir ülke belli bir malın üretiminde diğer bir malın üretimine göre
daha düşük fırsat maliyetine sahipse söz konusu malın üretiminde
karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir.
Fırsat maliyetinin nasıl işlediğini açıklamak için Çizelge 13.1. ve
Çizelge 13.3’te verilen buğday ve elbise üretiminin fırsat maliyetleri
hesaplanabilir. Bilindiği gibi iki ürünün üretiminde kaynaklar tam
kullanımda olduğu zaman bir üründen daha fazla üretmenin yolu ancak
kaynakları yeniden dağıtmak ve diğer üründen daha az üretmekle olasıdır.
Çizelge 13.1’de görüldüğü gibi Amerika bir birim kaynak ile 10 birim
buğday veya 6 birim elbise üretmektedir. Buna göre Amerika’da bir birim
buğday üretmenin fırsat maliyeti 0.60 birim elbise olmasına karşın, bir birim
elbise üretmenin fırsat maliyeti 1.67 birim buğdaydır. Türkiye’de ise bir
birim buğday üretiminin fırsat maliyeti 2 birim elbise, bir birim elbise
üretmenin fırsat maliyeti 0.5 birim buğdaydır (Çizelge 13.6).

253
Çizelge 13.6. Buğday ve Elbise Üretiminin Fırsat Maliyeti
Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika 0.60 birim elbise 1.67 birim buğday
Türkiye 2.00 birim elbise 0.50 birim buğday

Buna göre, Amerika’nın buğday üretmekle vazgeçtiği elbise miktarı


Türkiye’ye göre çok daha azdır. Böylece Türkiye yerine Amerika’nın
buğday üretmesi dünya buğday üretimini arttırabilir. Konu elbise üretimi
açısından ele alınırsa; bir birim elbise üretmek için vazgeçilen buğday
miktarı Türkiye için Amerika’ya göre daha azdır. Dolayısıyla Türkiye’de
elbise üretmenin fırsat maliyeti daha düşüktür. Böylece Amerika yerine,
Türkiye’nin elbise üretmesi dünya elbise üretiminde artış sağlayabilecektir
(Çizelge 13.7). Görüldüğü gibi, Amerika bir birim buğday daha fazla
üretmek için 0.6 birim elbise üretiminden vazgeçmektedir. Türkiye’nin ise
bir birim daha fazla elbise üretmek için 0.5 birim buğday üretiminden
fedakarlık etmesi gerekmektedir. Bu durumda dünya buğday ve elbise
üretiminde artış sağlanmaktadır. Dolayısıyla ticaretten elde edilen kazançlar
iki ülke arasında fırsat maliyeti farklılığından kaynaklanmaktadır.

Çizelge 13.7. Fırsat Maliyetine Göre Uzmanlaşma


Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika +1.0 - 0.6
Türkiye - 0.5 + 1.0
Dünya + 0.5 + 0.4

Buraya kadar anlatılanların ışığında uluslararası ticaretten


kaynaklanan kazançlar kısaca şöyle özetlenebilir:

• A ülkesinde bir malın üretiminin fırsat maliyeti B ülkesine göre


düşükse, A ülkesi B ülkesine göre o malın üretiminde karşılaştırmalı
üstünlüğe sahiptir. Bunun anlamı aynı zamanda A ülkesinin diğer
üründe karşılaştırmalı dezavantaja sahip olması demektir.
• Fırsat maliyeti, üretilen iki ürün arasındaki mutlak maliyete değil
göreli maliyetlere bağlıdır.

254
• Fısat maliyeti tüm ülkelerde aynı olduğu zaman karşılaştırmalı
üstünlük ve uzmanlaşma ile ticaretten kaynaklanan kazançlar
olmayacaktır.
• Herhangi iki ülke de üretilen iki malın fırsat maliyeti farklı
olduğunda o ülkelerde kaynakların yeniden uygun bir şekilde tahsisi
ile her iki malın üretiminde artış sağlamak daima mümkündür.

13.1.2. Fırsat Maliyeti Farklılığının Nedenleri


Fırsat maliyeti farklılığının nedenleri faktör bileşimleri ve iklim
farklılığı olarak ikiye ayrılabilir.

13.1.2.1. Faktör Bileşimleri Farklılığı


Ülkeler arasında faktör donanımlarındaki farklılık fırsat maliyetinde farklılığa neden olmaktadır.
Örneğin bir ülke verimli topraklara sahip, ancak nüfusu az ise o ülkede arazi ucuzken işgücü pahalı
olacaktır. Dolayısıyla buğday ve mısır gibi arazi yoğun üretimler düşük maliyetli iken, saat ve
mikroçip üretimi yüksek maliyetli olacaktır. Buna karşın ülkenin arazisi az ancak işgücü varlığı bol
ise yukarıdaki olayın tersi gerçekleşecektir. Yani ilk ülke arazi yoğun malların üretiminde, ikinci
ülke ise emek yoğun malların üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Buna göre bir ülke hangi
üretim faktörüne daha fazla sahipse, söz konusu o faktörü yoğun olarak gerektiren malları daha
düşük maliyetle üretir. Bu duruma genellikle karşılaştırmalı üstünlüğün “faktör donanımı teorisi”
(Hecksher-Ohlin) denilmektedir.

13.1.2.2. İklim Farklılığı


Bilindiği gibi ülkeler arasında ikim farklılıkları bulunmaktadır. Bu
nedenle örneğin Nikaragua ve İzlanda’da aynı miktar arazi, işgücü ve
sermaye bileşimi ile tarımsal ürünlerin çoğunda aynı üretim miktarı elde
edilemez. Çünkü iki ülke arasında gün ışığı, yağmur ve ortalama sıcaklık
farklılıkları bulunmaktadır. Bu nedenle iklim koşulları karşılaştırmalı
üstünlüğü etkilemektedir.

13.1.3. Dış Ticaret Hadleri


Daha önceki açıklamalarda ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları malların üretiminde
uzmanlaşarak, birbirleri ile ticaret yaptıkları durumda dünya üretiminin artacağı üzerinde
durulmuştu. Ancak uzmanlaşma ve ticaretten elde edilen kazançların ülkeler arasında nasıl
paylaşıldığı konusu açıklanmadı. Ticaretten elde edilen kazançların paylaşımı ticaretin yapıldığı
ülkelerin ticaret hadlerine bağlı olarak değişmektedir. Dış ticaret hadleri; bir birimlik ithal malı elde
etmek için dışsatım yapılması gereken yerli mallar olarak ifade edilmektedir. Buna göre ticaret
hadleri dışalımın dışsatım koşullarında ölçülen fırsat maliyetini yansıtmaktadır.
Ticaret hadleri dışsatım fiyatlarının, dışalım fiyatlarına oranlanması ile bulunur. Dışsatımı yapılan
malların fiyatları değişmezken, dışalımı yapılan mallarının fiyatları yükselirse ticaret hadlerinde

255
düşme gerçekleşir. Yani böyle bir durumda bir birim ithalat için daha fazla dışsatım yapılması
gereklidir. Benzer şekilde dışalımı yapılan malların fiyatlarında bir değişme olmaksızın dışsatımı
yapılan malların fiyatlarında bir artış gerçekleşmesi ise ticaret hadlerinde yükseliş olduğunu gösterir.
Çünkü böyle bir durumda aynı miktarda ithal malı için daha az dışsatım gerekmektedir.
Anımsanacağı gibi, Amerika’da bir birim elbise üretmenin fırsat maliyeti 1.67 birim buğdaydı
(Çizelge 13.6). Diğer bir ifadeyle Amerika’da kaynaklar buğdaydan elbise üretimine transfer edilirse,
her bir birim elbise üretmek için 1.67 birim buğday üretiminden vazgeçmek gereklidir. Ancak,
Amerika elbise gereksinimini ticaret yaparak daha iyi koşullarda elde edebilir. Çünkü Amerika
elbise dışalımında bulunmak için buğday üretip dışsatımında bulunabilir. Böylece hem Amerika hem
de Türkiye ticaretten kazançlı çıkar. Çünkü iki ülke de karşılaştırmalı dezavantaja sahip olduğu bir
malı uluslararası ticaret sayesinde iç üretime göre daha düşük bir fırsat maliyetiyle elde etmektedir.
Uluslararası ticaret birçok ülke ve malı kapsadığından bir ülkenin ticaret haddi endeks sayısı olarak
hesaplanır.

Dıışsatı Fiyatları Endeksi


Ticaret Hadleri Endeksi = × 100
Dıışalı Fiyatları Endeksi
Endeksin yükselmesi herhangi bir ülke için ticaret hadlerinin
iyileştiğini gösterir. Bunun anlamı söz konusu ülkenin daha öncekine göre
bir birim dışsatım karşılığında daha fazla dışalım yapması demektir.
Örneğin, dışsatım fiyat endeksi 100’den 120’ye yükselirken, dışalım fiyat
endeksinin 100’den 110’a yükseldiğini varsayalım. Bu durumda ticaret
hadleri endeksi 100’den 109’a yükselecektir. Yani ülke öncekine göre bir
birim dışsatımdan % 9 daha fazla mal dışalımında bulunabilecektir.
Ticaret hadleri endeksinde düşme ülke için ticaret hadlerinin
kötüleştiği anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle ülke, önceki döneme göre bir
birim dışsatımı ile daha az dışalımda bulunabilir. Yani aynı miktarda
dışalımda bulunmak için daha fazla dışsatım yapmak gerekmektedir. 1970’li
yıllarda petrol fiyatlarındaki hızlı yükseliş Amerika dahil petrol dışalımı
yapan ülkelerin ticaret hadlerinin kötüleşmesine neden olmuştur. Buna
karşın, 1980’lerin ortasındaki petrol fiyatlarındaki düşüş, petrol dışalımcısı
ülkelerin ticaret hadlerinde iyileşmeye yol açmıştır.
13.1.4. Serbest Ticaret Kısıtlamaları
Başka ülkelerle ticaret yapmak genellikle zordur. Çünkü kullanılan lisanda, yasalarda, parada ve
gümrüklerde farklılıklar bulunmaktadır. Bununla beraber ülkeler arasında ticaret, serbest bir ortamda
yapılır ve ülkeler karşılaştırmalı üstünlükler çerçevesinde uzmanlaşırlarsa bundan tüm ülkeler
kazançlı çıkmaktadır. Bu nedenle ülkeler arasında serbest ticareti engelleyen kısıtlamaların
kaldırılması gerekmektedir. Ticareti kısıtlayıcı önlemler geçmişte ülkeler tarafından serbest ticaretin
tüm ülkeler için yararlı olduğu bilinmesine karşın yoğun bir şekilde uygulanmıştır. Ancak özellikle
son yıllarda çeşitli anlaşmalar çerçevesinde ticareti kısıtlayıcı önlemlerin giderek kaldırıldığı
görülmektedir. Ülkeler arasında ticareti sınırlayan önlemler kısaca aşağıda ele alınmıştır.

13.1.4.1. Koruma Yöntemleri

256
Ülkeler üreticilerini korumak için ticareti kısıtlayıcı birtakım önlemler uygularlar. Koruma politikası
adı verilen bu önlemler; gümrük tarifeleri, tarife dışı engeller ve yurt içinde uygulanan politikalardan
oluşmaktadır.

13.1.4.1.1. Gümrük Tarifeleri


Gümrük tarifeleri uluslararası ticarette en yaygın olarak uygulanan bir
kısıtlamadır. Tarife, ithal edilen mallara uygulanan özel bir vergidir.
Genellikle ithal mallarına karşı uygulanacak vergi oranlarının listelerde
gösterilmesi nedeniyle gümrük vergisi, gümrük tarifeleri olarak ifade edilir.
Diğer yandan, tarifelere gümrük resmi de denilmektedir. Gümrük tarifeleri
ulusal hükümetler tarafından düzenlenir. Uluslararası ekonomik gelişmelere
göre bazı ülkeler birbirlerinin mallarına karşı düşük gümrük vergisi
uygulayabilir. Gümrük vergileri malların fiziki birimleri (adet, ağırlık)
üzerinden veya malın değerinin belirli bir oranına göre alınır. Bu vergilerden
birincisine spesifik, ikincisine ise ad valorem adı verilir.
Ayrıca bazen bu iki verginin bileşimi şeklinde de vergi
uygulanmaktadır. Bu tip vergiye de karma vergiler adı verilmektedir.
Spesifik vergilerin uygulanması ad valorem vergilere göre çok daha
kolaydır. Çünkü ad valorem verginin uygulanması için malın değerinin
saptanması gerekmektedir.
Daha önceki konulardan serbest ticaretin tüm ülkelerin yararına olduğunu bilinmektedir. Burada
gümrük tarifelerinin neden uygulandığı gibi bir soru akla gelebilir. Bu sorunun yanıtı olarak çeşitli
nedenler söylenebilir. Ancak ülkeler esas olarak iki nedenle gümrük tarifesi uygulanmaktadır.
Bunlardan birincisi devlete gelir sağlanması, diğeri de yerli endüstrinin dış rekabetten korunmasıdır.

Gümrük vergisi uygulamasının çeşitli etkileri vardır. Bunlardan en


önemlisi yerli tüketicilerce ithal mallarına ödenen fiyatın artmasıdır. Genel
olarak tarifelerin ekonomi üzerinde etkileri şöyle özetlenebilir:

• İthal malların yurtiçi fiyatları yükselir (koruma etkisi). Dışalım


yapılan malların fiyatlarının yükselmesi ile aynı malları üreten yerli
üreticiler korunmaktadır.
• Devlete gelir sağlar (gelir etkisi).
• Gelirin tüketicilerden üreticilere aktarılmasına neden olur (bölüşüm
etkisi).
• Dışalım azaldığı için ülkenin dış ödemeler dengesini iyileştirir (dış
ticaret etkisi).
• Yabancı malların ülkeye girişi kısıtlandığı için yerli üretimi teşvik
eder (üretim etkisi). Bu kısıtlama ulusal geliri ve istihdam düzeyini
yükseltmek için yapılır.

257
Gümrük tarifelerinin etkisi Şekil 13.1 yardımıyla daha iyi
anlaşılabilir. Söz konusu şekilde belli bir malın arz (S) ve talep (D) koşulları
görülmektedir. Pw malın dünya fiyatını, Pd ise devletin o malın ithalatından
vergi (tarife) almasıyla oluşan fiyatı göstermektedir. Dünya fiyatından (Pw)
Türkiye’deki tüketiciler Q1 kadar mal alırlar. Satın alınan mal miktarının Qo
kadarı yerli üreticilerden geri kalan miktar (Q1-Qo) ise yabancı üreticilerden
alınmaktadır. Bir başka ifadeyle dünya fiyatlarından Q1-Qo kadar mal ithal
edilmiş olmaktadır.
Hükümetin ithal edilen mala gümrük vergisi uygulamasıyla malın
fiyatı Pw’den Pd’ye yükselecektir. Bu durumda tüketiciler Q2 kadar mal
alacaklardır. Yani tarife uygulaması ile malın yurtiçi tüketimi Q2-Q1 kadar
azalmaktadır (tüketim etkisi). Diğer yandan fiyatın yükselmesi ile yerli
üreticiler üretimlerini Qo’den Q3’e çıkaracaklardır (üretim etkisi). İthal
edilen mallara tarife konulmadan önce Pw fiyatından yurtiçi üretim Qo
kadar, tüketim ise Q1 kadardı. Dolayısıyla yurtiçi üretim ile tüketim farkı
(QoQ1) dışalım ile karşılanmaktaydı. Ancak tarifeli fiyattan sonra söz konusu
bu fark Q2Q3’e düşmektedir (dış ticaret etkisi). Çünkü tüketiciler tarafından
satın alınan malın Q3 kadarı yerli üreticilerden kalan Q2-Q3 kadarı da
yabancı üreticilerden alınmaktadır. Yani gümrük tarifelerinin uygulanması
ithalatı azaltmaktadır. Gümrük tarifelerinin alınması ile devlet Şekil 13.1’de
görülen 3 nolu alan kadar gelir elde etmektedir (gelir etkisi). Diğer yandan
gümrük vergileri ile tüketici rantında 1,2,3 ve 4 nolu alanların toplamı kadar
bir azalma gerçekleşir. Tüketici rantındaki bu azalmanın 1 nolu kısmı
üreticilere giderken 3 nolu alanı vergi geliri olarak devlet alır. Ancak
tüketici rantında 2 ve 4 nolu alanların azalması ise kimsenin kazanmadığı
alanlardır. Çünkü 2 nolu alan QoQ3 miktarında malın ithal edilmeyip yurt
içinde üretilmesiyle topluma yüklenen ek bir maliyeti temsil eder. 4 nolu
alan ise vergi nedeniyle tüketimin Q3Q2 kadar azalışını göstermektedir.
Dolayısıyla vergiden önce 4 nolu alan kadar olan tüketici rantı artık ortadan
kalkmış olmaktadır.
Özetlemek gerekirse ithal mallarına gümrük tarifesinin uygulanması
ile malların yurtiçi fiyatları yükselmektedir. Bu durum söz konusu malların
yurt içindeki üretimini artırırken tüketimini azaltmaktadır. Sonuçta gümrük
tarifesi ile dışalım azalırken, devlet gelir elde etmekte ve tüketicilerden
üreticilere gelir transferi gerçekleşmektedir.
Fiyat

D S

258
Pd

Pw
1 3

2 4

0 Qo Q3 Q2 Q1 Miktar

Şekil 13.1. Gümrük Tarifelerinin Etkisi

13.1.4.1.2. Tarife Dışı Engeller


Gümrük tarifelerinin dışında, ticareti engelleyen ve tarife dışı araçlar (engeller) olarak bilinen bazı
önlemler bulunmaktadır. Tarifelerin sadece gümrük vergisini içermesine karşın tarife dışı engel
olarak birçok araç ve yöntem bulunmaktadır. Tarife dışı engellerin en önemlileri kotalar ve gönüllü
ihracat kısıtlamalarıdır.

(i) İthalat kotaları: Kota; ithal edilecek malın miktarı üzerine


konulan bir sınırdır. Genellikle hükümetlerin belli bir zaman içerisinde ithal
edilen mal hacminin üst sınırını fiziki miktar ya da değer olarak
sınırlamasına ithalat kısıtlaması adı verilir. Bir ülke tarafından bir yıl
içerisinde ithal edilecek otomobil sayısının 5 binle sınırlanması ithalat
kotasına örnek olarak verilebilir. Eğer uygulanan kota, ithalatın hangi
ülkeden ve kimler tarafından yapılacağına göre değişmiyorsa buna “global
kota” denir. Buna karşın kotalar ithalatçılar arasında belli kriterler
gözetilerek dağıtılırsa buna “tahsisli kota” adı verilir. Tahsisli kotanın
uygulanması lisans sistemiyle yapılır. Lisans, kota uygulanan bir malın
dışalımının yapılması için ithalatçıya verilen bir isim belgesidir. Bunların
dışında bir de “tarife kotaları” bulunmaktadır. Tarifeli kota uygulamasında
belli bir kotaya kadar mallar indirimli tarifeden dışalımı yapılırken kota
dolunca normal tarife uygulanır.
Kotalar, kota uygulanan malın arzını azalttığı için ithal edilen mallara
karşı yerli tüketicilerin ödediği fiyatı artırır. Kota uygulamasının etkisi
Şekil 13.2 yardımıyla açıklanabilir. Görüldüğü gibi yerli tüketiciler Pw

259
dünya fiyatından Q1 kadar mal talep etmektedir. Tüketiciler tarafından talep
edilen miktarın ancak Qo kadarı yerli üreticilerden karşılanmaktadır. Söz
konusu malın geri kalan kısmı ise (QoQ1) yabancı üreticilerden satın
alınmaktadır. Böyle bir durumda hükümetin ithal edilen mala Q2Q3 kadar
kota uyguladığını kabul edelim. Bu durumda yeni fiyat Pd olacak ve tüketici
rantındaki azalma 1, 2, 3 ve 4 nolu alanların toplamı kadar olacaktır.
Tüketici rantındaki bu azalmanın 1 nolu alan kadar kısmı üreticilere
geçmektedir. Kota uygulamasında, tarife uygulamasında olduğu gibi tüketici
rantındaki azalmadan devlete giden bir gelir yoktur. Yani 3 nolu alan tarife
uygulamasında olduğu gibi devletin geliri değildir. Tüketici rantındaki
azalışı gösteren 3 nolu alan kota uygulaması ile o malı ithal edenlerin
gelirlerindeki artışı gösterir. Kota uygulamasından önce ithalatçılar Q3Q2
alanı kadar gelir elde ederlerken kotadan sonra Q3Q2 ve 3 nolu alanın
toplamı kadar gelir elde etmektedir.
Kotalarla fiyat mekanizmasının işleyişi ortadan kaldırılmaktadır.
Çünkü kota uygulanan bir malın dışalımı kota sınırı üzerinde artırılamaz.
Buna karşın gümrük tarifesi uygulanan mala yurtiçi talep olduğu sürece söz
konusu talep karşılanabilir. Ayrıca kotaların ithal malların fiyatlarını çok
yükseltmesi sonucu karaborsa ve kaçakçılığın özendirilmesi ile dış ticarette
belirsizliğin, bürokrasinin ve gelir dağılımındaki bozulmanın artırılması gibi
etkileri de bulunmaktadır.

Özetle, kotaların etkisi genelde tarifelerin etkisine benzemektedir. kota


uygulamasıyla tüketici rantında 1,2,3 ve 4 nolu alanlar kadar bir rant kaybı
gerçekleşirken üreticilerin kazancı 1 nolu alan kadar ithalatçıların kazancı
ise 3 nolu alan kadardır. Tüketici rantındaki kayıp üretici ve ithalatçıların
kazancından daha fazla olduğu için kota uygulaması net kayba yol açar.
Fiyat

Şekil 13.2 Kotaların Etkisi

D S

Pd
1 3
Pw 2 4

0 Q0 Q3 Q2 Q1 Miktar
260
(ii) Gönüllü ihracat kısıtlamaları: Kotaların değişik bir uygulaması
da gönüllü ihracat kısıtlamalarıdır. Gönüllü kısıtlama anlaşmaları olarak da
ifade edilen bu kısıtlamalar hükümetlerin ithalata gümrük vergisi veya kota
uygulaması yerine, ihracatçı ülkelerden kendi ülkelerine yapılan belli bir
malın ihracatını sınırlaması istemesiyle oluşur. Buna göre gönüllü ihracat
kısıtlamaları ihracatçı ülkenin gönüllü olarak ithalatçı ülkeye ihracatını
sınırladığını gösteren bir anlaşmadır. Gönüllü ihracat kısıtlamalarına en iyi
örnek gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin tekstil ihracatlarını
sınırlamak için oluşturdukları çok elyaflılar anlaşmasıdır. Ancak burada bir
noktayı vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Her ne kadar anlaşma gönüllü
olarak ifade edilse de gerçekte ihracatçı ülke açısından zoraki bir gönüllülük
vardır. Çünkü uygulamada genellikle ithalatçı ülke, ihracatçı ülkeyi daha
kötü koşullar öne sürerek onu anlaşmaya zorlar. Gönüllü ihracat
kısıtlamalarında amaç, dış rekabeti sınırlandırarak yerli üreticilerin iç piyasa
paylarını korumak ve artırmaktır.

(iii) Tarife, kota ve tarife dışı engellerin karşılaştırılması:


Tarifelerin, kotaların ve tarife dışı engellerin amacı ithalatı sınırlamaktır.
Bununla birlikte koruyucu önlemlerin hepsinin etkisi aynı şekilde değildir.
Söz konusu koruma önlemleri arasındaki fark Şekil 13.3’te verilmiştir.
Tarife uygulamasında Şekil 13.3’ün (i) kısmında görüldüğü gibi fiyatın
Po’dan P1’e çıkması ile elde edilen taralı alan (PoP1mn) kadar geliri ithalatçı
ülke almaktadır. Buna karşın kota uygulamasında hükümet gelir elde
etmemektedir. Kota uygulamasıyla ortaya çıkan arz azlığı nedeniyle fiyat
Po’dan P1’e yükselmekte ve ithalatçılar Q1 kadar malı P1 fiyatından
satmaktadırlar (Şekil.13.3ii). Dolayısıyla kota nedeniyle ortaya çıkan geliri
ithalatçılar almaktadır. Tarife dışı engellerden, örneğin gönüllü ihracat
kısıtlamasında ise yapılan anlaşma gereği ithalat sınırlanmakta ve malın
fiyatı değişmemektedir (Şekil.13.3iii). Kısacası ithalatı kısıtlayan yolların
üçünde de ithalat sınırlanmaktadır (Qo’dan Q1’e). Tarife durumunda fiyat
yükselmekte ve hükümet gelir elde etmektedir. Kota durumunda da iç
piyasada fiyatlar yükselmekte ancak hükümet bundan dolayı bir gelir elde
etmemektedir. Tarife dışı engel durumunda ise talep düşürülmekte ve fiyat
da herhangi bir değişme olmamaktadır.

P
P P

Sıı
P1 261
P1
m
Sı m P0
P0 t P0
S
S S
n n
D D D
D1
0 Q1 Q0 Q 0 Q1 Q0 Q 0 Q1 Q0 Q

(i) Tarife (ii) Kota (iii) Tarife-Dışı Engeller

Şekil 13.3. Tarife, Kota ve Tarife Dışı Engeller

13.1.4.1.3. Diğer Engeller


Tarife ve tarife dışı engellerin dışında hükümetler dış ticareti önlemek
için bazı politikalar izleyebilirler. Bunlar; hükümetin ithalatı azaltmak için
talebi kısması, ithalat yasakları, döviz kontrolü ve tarife benzeri engeller
olarak sıralanabilir. Bunlardan ithalat yasağı (ambargo), ithalatın tamamen
yasaklanmasıdır. Hükümetler ithalat yasaklarına çeşitli nedenler ile
başvururlar. Bu nedenler döviz kaynaklarının korunması, yerli sanayinin dış
rekabetten korunması ve dış ödemeler dengesinin açık vermesi olarak
belirtilebilir. Gerçekten de genç (bebek) endüstrilerin ve yerli sanayinin dış
rekabete karşı korunmasında en etkin politika ithalat yasaklamalarıdır.
Tarife benzeri engeller, tarifelere benzer şekilde ithalatı sınırlayıcı
etki yapar. İthalat teminatları, ithalatı ikame eden yerli endüstrilere
sübvansiyon ödenmesi, mal ve hizmet çeşitlerinden bazılarına farklı döviz
kurlarının (çoklu kur sistemi) uygulanması, yerli mallar ile ithal malların
fiyatları arasındaki farkın ithal mallarına yansıtılması (fark giderici ve anti-
damping vergisi) tarife benzeri engeller olarak bilinir.
Tarife benzeri engellerin bir kısmı “görünmez engel” niteliğindedir.
Günümüzde ülkelerin birçoğu malların özellikleri ve kullanılışı ile ilgili
idari ve teknik düzenlemeler kabul etmişlerdir. Söz konusu bu
düzenlemelerin bir kısmı tüketici ve çevrenin korunması ile toplum sağlığı
gibi gerekçelerdir. İlk bakışta bu düzenlemelerin dış ticaret ile ilgisi olmayan
amaçlara yönelik olduğu söylenebilir. Ancak uygulamada ihracatçıların bu
düzenlemelere göre hareket etme zorunluluğu dış ticareti güçleştirmektedir.
İşte bu nedenle bu tip düzenlemeler görünmez engel niteliğindedir. Diğer

262
yandan bazı idari düzenlemeler ile de ithal malların ülkeye girmesi
güçleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu konuya ithal malların gümrük
formalitelerinin uzatılması örnek olarak verilebilir. Günümüzde dış ticareti
engelleyen önlemlerin arasında daha çok görünmez engellerin uygulandığı
söylenebilir.

13.1.5. Kısıtlamaların Nedenleri


Daha önceki açıklamalardan ülkelerin izlemiş oldukları çeşitli politika
ve uygulamalarla ticareti engelleme yoluna gittiklerini biliyoruz. Bu
engellemelerin nedenlerine kısmen yukarıda değinilmişti. Ancak serbest dış
ticarete karşı olan görüşleri toplu olarak ayrı bir başlık halinde incelemek
yararlı olacaktır.

(i) Ulusal güvenlik: Ulusal güvenlik ile ilgili endişeler hem ithalatta
hem de ihracatta söz konusudur. İthalat ile ilgili kısmında ulusal savunma ile
ilgili mallarda yabancılara bağımlı kalınmaması gerektiği ileri sürülür.
Dışsatım açısından ise, ülkenin düşmanlarına karşı stratejik malların
satılmaması gerektiği görüşüdür.

(ii) Anti-damping: Damping; malların ülke dışında, maliyetlerinin ve


ülke içi fiyatlarının altında satılması olarak ifade edilmektedir. Örneğin,
Türk tekstil ihracatçısı Amerika’ya satmış olduğu ürünlerin maliyetlerini ve
iç piyasadaki satış fiyatının altında satarsa damping uygulaması yapmış olur.
Dolayısıyla damping ile ülke içerisindeki tüketiciler, ihracat yapılan
ülkedeki tüketicilere göre aynı mal için daha fazla fiyat öderler. Böylece
ithalatçı ülkenin tüketicileri yerli tüketicilere göre daha kazançlı çıkarlar.
Ancak damping uygulaması ile ithalatçı ülkedeki üreticiler dezavantajlı
konuma düşerler. Damping uygulamasının bir başka sonucu da damping
uygulayanlar ithalatçı ülkede piyasayı ele geçirdikten sonra ürün fiyatlarını
artırmalarıdır. Bu nedenlerle damping uygulamasının adil bir uygulama
olmadığı ileri sürülür.

(iii) Bebek sanayiler: Ticaretin serbest olması sonucu ithalat yolu ile
ülkeye ithal malların gelmesi yeni kurulacak veya kurulmuş olan sanayilerin
kurulup gelişmesini çok zorlaştırabilmektedir. Bebek sanayilerin olduğu
durumda diğer ülkelerin damping yapmalarına da gerek yoktur. Çünkü bu
tür sanayiler normal fiyatlarla bile belli bir büyüklüğe erişinceye kadar
yabancılarla rekabet edemezler. Bunun nedeni büyük ölçüde bebek

263
sanayilerin kuruluş ve piyasada yer alma çabalarındaki maliyetlerden
kaynaklanır. İşte tüm bu gerekçelerle yeni kurulan sanayilerin
olgunlaşıncaya kadar yabancı rakiplerinden korunmaları gerekçesiyle dış
ticaretin kısıtlanmasının gerekli olduğu belirtilir. Ancak bebek endüstrilerin
korunmasının, onların hiç büyümemelerine yol açma gibi bir riski de
beraberinde getirmektedir.

(iv) İhracat sübvansiyonları: Bazı ülkeler çeşitli şekillerde kendi


ihracatçılarını finanse ederler. Bu durumda ihracatçı firma sübvansiyondan
kaynaklanan bir maliyet avantajına sahip olacaktır. Sübvanse edilmiş
ürünlerle yerli üreticilerin rekabetleri güçleşeceğinden yerli üreticiler
tarafından ticaretin kısıtlanması istenir. Gerçekten de böyle bir durumda
ihracatçı firma adil olmayan bir şekilde rekabet üstünlüğü elde etmiş
olmaktadır.
İhracat sübvansiyonlarının etkisi Şekil 13.4 yardımıyla incelenebilir.
Görüldüğü gibi malın dünya fiyatından (Pw) tüketiciler Q3 kadar mal almakta
ve Q3Q2 kadar dışsatım yapmaktadırlar. Şimdi hükümetin malın dışsatımını
artırmak için sübvansiyon verdiğini kabul edelim. Böylece verilen
sübvansiyon ile fiyat Ps olacaktır. Bu durumda Ps fiyatından mal dışsatımı

P D S
Ps

Pw 1 1 2 2

0 Qo Q3 Q2 Q1 Q

Şekil 13.4. İhracat Sübvansiyonlarının Etkisi

yapan ihracatçı yurtiçinde Pw fiyatından mal satmak istemeyecektir.


Bu nedenle üreticiler üretmiş oldukları Q1 kadar mal miktarından ancak Qo
kadarını iç piyasada satarken kalan kısmı QoQ1 kadarını ihraç edeceklerdir.

264
Çünkü tüketiciler sübvansiyonlu fiyattan ancak Q0 kadar mal
alabilmektedirler. Görüldüğü gibi ihracat sübvansiyonu yurt içi üretimi ve
dışsatımı artırmaktadır. Bununla birlikte sübvansiyon uygulaması yurtiçi
tüketimindeki daralma nedeni ile 1 nolu alan kadar tüketici rantında bir
azalma gerçekleşmektedir. Diğer yandan yine sübvansiyon nedeni ile yurtiçi
üretimin Q2’den Q1’e genişlemesiyle artan üretim nedeniyle 2 nolu alan
kadar bir sosyal maliyet söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, ihracat
sübvansiyonu yurtiçi üretimi ve dışsatımı artırmakta ancak sübvansiyonun
bir sosyal maliyeti (1 ve 2 nolu alanların toplamı) olmaktadır.

(v) İç istihdamın korunması: Ulusal güvenliğin dışında politik nedenlerle


de dış ticarete getirilen kısıtlamalar bulunmaktadır. Uluslararası ticaret yolu
ile ülkeye gelen ithal malların rekabeti nedeniyle yerli endüstrilerin
satışlarında azalma meydana gelebilecektir. Bazen bazı ülkeler kendi
üreticilerini sübvanse ederek dış piyasalarda onların rekabet gücünü
artırırlar. Bu durumda da yine yerli üreticiler rekabet edemeyip piyasalardan
çekilecekler ülkede o alanda çalışanlar işsiz kalacaktır. Bu gibi durumlarda
işsizliği önlemek için serbest ticaretin kısıtlanması gerektiği ileri
sürülmektedir.
13.1.6. Ticaretin Serbestleşmesi
Uluslararası ticaretin serbestleşmesi yolunda ilk adım Amerika tarafından
yürürlüğe konan 1934 tarihli “karşılıklı ticaret” anlaşmasıdır. Karşılıklı
ticaret anlaşması 1947 yılında Amerika ve 22 ülkenin imzaladığı “Genel
Tarife ve Ticaret Anlaşması (GATT)” ile genişletilmiştir. Daha sonra 100
yakın ülkenin katıldığı GATT anlaşması esas olarak; üye ülkelere eşit ve
ayrıcalıksız muamele yapılması, çok yanlı görüşmelerle tarifelerin
azaltılması ve ithalat kotalarının kaldırılmasını amaçlamıştır.
Ancak GATT anlaşması ile amaçlanan tarife indirimlerinden zamanla
sapmalar olmuş ve tarife dışı engellerle ülkelerin ticareti engelleme
eğilimleri görülmüştür. Bu dönemde tarife dışı engellerden yaygın olarak
uygulanan önlemler; ulusal ithalat kotaları, gönüllü ihracat kısıtlamaları,
anti-damping ve telafi vergileri ile sağlık ve güvenlik standartları olarak
sayılabilir.
Ancak GATT tarife indirim görüşmeleri devam etmiştir. Söz konusu
görüşmeler; 1947-1961 dönemi, Kennedy Turu (1944-1967), Tokyo Turu
(1973-1979) ve Uruguay Turu (1986-1994) dönemleri olarak sürmüştür.

265
Uluslararası ticarette serbestleşme, Uruguay Round Anlaşmasından sonra en
önemli gelişme Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nün kurulmasıdır. Türkiye
GATT anlaşmasını 1.1.1995’te imzalamıştır. GATT anlaşmasını imzalayan
ülkeler geleneksel olarak kullandıkları ticareti engelleyici uygulamalara
gitmeleri artık çok zorlaşmıştır. Bu nedenle GATT anlaşması ile uluslararası
ticarette serbestleşme ve küreselleşmede önemli mesafe alınmıştır. Dünya
ticaret örgütünün kurulması küreselleşme sürecinin en son halkasını
oluşturmuştur.
Uluslararası ticaretin serbestleşmesi yolunda diğer önemli adımlardan birisi
de ekonomik birleşmelerdir. Ekonomik birleşmelerin en önemlisi 1958
yılında Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg
tarafından kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’dur. AET zamanla
15 ülkenin üye olduğu bir birlik haline gelmiş ve Avrupa Birliği (AB) adını
almıştır. Türkiye 1987 yılında AB’ne tam üyelik başvurusunu yapmış ancak
üyeliğe kabul edilmemiştir. Türkiye 1 Ocak 1996’dan itibaren gümrük
birliğine girmiş ve 1999 yılında AB’ne aday ülke olarak kabul edilmiştir.
GATT ve AB’nin dışında ticarette serbestleşme hareketleri çerçevesinde
bazı ekonomik birleşme hareketleri de bulunmaktadır. Bu ekonomik
birleşmeler; Tercihli Ticaret Anlaşmaları, Serbest Ticaret Bölgesi ve
Gümrük Birliği anlaşmaları olarak sayılabilir.

13.2. Ödemeler Dengesi


Ödemeler dengesi, bir ülkenin diğer ülkelerle yapmış olduğu tüm işlemlerin
parasal değerinin açıklandığı bir tablo olarak tanımlanabilir. Uluslararası
ekonomik ilişkilerin sistematik bir şekilde özetlendiği ödemeler dengesi
genellikle bir yıllık zaman dilimi esas alınarak düzenlenir. Ülkeler arasında
çok sayıda işlem bulunmaktadır. Dolayısıyla söz konusu bu işlemlerin
hepsini göstermek çok zordur. Bu nedenle ödemeler dengesi tablosunda
işlemler düzenlenirken tabloda yer alacak ekonomik işlemlerin
sınıflandırması yapılır. Ödemeler dengesindeki işlemler ülkelere göre çeşitli
şekillerde gösterilmektedir. Bununla beraber ödemeler dengesinde genellikle
dört ana bölüm yer alır. Bu bölümler; cari işlemler, tek taraflı transferler,
sermaye hareketleri ve rezerv hareketlerinden oluşur. Ödemeler dengesinde
yer alan bu bölümler aşağıda kısaca özetlenmiştir.

266
(i) Cari işlemler: Cari işlemler ya da cari hesap, mal ve hizmet alım satımı
ile ilgili tüm işlemleri kapsamaktadır. Bu nedenle cari işlemler bölümü
ödemeler dengesinin en önemli bölümünü oluşturur. Cari hesap işlemleri
kendi içerisinde dış ticaret ve hizmetler (görünmeyenler) alt bölümlerine
ayrılır. Dış ticaret alt bölümü bir yıl içerisinde yapılan mallara ait dışsatım
ve dışalım işlemlerini içerir. Böylece, bir ülkenin dışalım ve dışsatım
değerleri karşılaştırılarak o ülkenin ticaret dengesi belirlenir. Eğer dışsatım
ve dışalım arasındaki fark negatif ise ticaret açığı, fark pozitif ise ticaret
fazlası var demektir. Hizmetler bölümü ise ulaştırma, turizm, sigortacılık,
bankacılık gibi hizmetlerle uluslararası yatırımlardan elde edilen kârların
veya borç faizlerinin transferleriyle ilgili işlemleri kapsar.
(ii) Tek taraflı transferler: Karşılıksız transferler olarak da ifade edilen bu
bölümde bir ülkede oturanlar ile yabancılar arasında karşılıksız olarak
yapılan işlemler yer alır. Bağış ve yardımlar, savaş tazminatları ve yabancı
ülkelerde çalışan işçilerin göndermiş oldukları havaleler karşılıksız
transferlere örnek olarak verilebilir.
(iii) Sermaye hesabı: Sermaye hesabı bir ülkeye sermaye giriş ve
çıkışını gösterir. Dolayısıyla bir ülkeye sermaye girişi ve çıkışı arasındaki
fark sermaye hesabı dengesini oluşturur. Sermaye hareketleri kısa ve uzun
vadeli olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Eğer sermayenin gittiği ülkedeki
kalış süresi bir yıl veya daha fazla ise uzun vadeli sermayedir. Yabancı bir
ülkede taşınmaz mal ve hisse senedi satın alınması gibi işlemler uzun vadeli
sermaye hesabına girer. Bir yıldan az vadeli borç ve alacak transferlerine ise
kısa vadeli sermaye hareketleri adı verilir. Yabancı bankalara para
yatırılması ve çekilmesi, yabancı ticari senetlerin ve hazine bonolarının
alınıp satılması bu tür sermaye hareketlerine örnek olarak verilebilir.
(iv) Dış Rezervler hesabı: Ödemeler dengesinin bu bölümü bir
ülkenin dış rezervini oluşturan altın ve döviz stoklarında bir yıl içinde
meydana gelen değişmeleri gösterir.
Ödemeler dengesindeki bu ana bölümlerin dışında bir de “Net hata ve unutmalar” kalemi
bulunmaktadır. Çift kayıtlı muhasebe sistemi nedeniyle ödemeler dengesi her zaman denk olmalıdır.
Bu denkliliği sağlamak için net hata ve unutmalar hesabı kullanılır.

13.3. Döviz Kuru ve Belirlenmesi


Yabancı ülke paralarına döviz (kambiyo) denilmektedir. Farklı
ülkelere ait paraların alınıp satıldığı piyasa “döviz piyasası” olarak ifade
edilmektedir. İşte bu piyasada paralar belli bir fiyattan alınıp satılırlar. Söz
konusu bu fiyat döviz kurunu oluşturur. Daha açık bir ifadeyle döviz kuru

267
kısaca iki ulusal para birimi arasındaki değişim oranıdır. Buna göre döviz
kuru bir ülke parasının başka bir ülke parası cinsinden fiyatıdır (örneğin
1$=1250000 TL olması gibi). Eğer döviz kuru iki para arasında
uygulanıyorsa bu kura “düz kur” denilir. Ancak bir ulusal para ile önce
yabancı ülke parası satın alınıp daha sonra o parayla da başka ülkelerin
paraları satın alınırsa buna da “çapraz kur” denilmektedir. Örneğin, Türk
lirasıyla önce euro, daha sonra da euro ile sterlin ve sterlinle de dolar
alınması çapraz kura örnek olarak verilebilir. Döviz kurları genellikle döviz
piyasasında döviz arz ve talebi tarafından belirlenmektedir.
Döviz talebi, belli bir zaman süresi içerisinde talep edilen yabancı
para miktarıdır. Yabancı para talebi; mal ithal etmek, seyahat etmek, yatırım
yapmak ve spekülasyon için talep edilmektedir. İthal malları satın alabilmek,
seyahat yapılan yabancı ülkede ulaşım, otel, yiyecek ve satın alınmak
istenilen diğer şeyler için mal dışalımının ve seyahatin yapıldığı ülkenin
parası gereklidir. Yatırım yapmak açısından döviz kaynağı ise kişilerin ve
firmaların yabancı bir ülkede bono, hisse senedi ve diğer varlıklara yatırım
yapmalarından oluşur. Spekülasyon amacıyla döviz talebi dövizin ucuzken
alınıp pahalı iken satmak isteğinden kaynaklanır.
Döviz arzı, belirli bir sürede arz edilen yabancı para miktarıdır. Döviz
arzına neden olan faktörler döviz talebi ile benzerlik gösterir. Ancak döviz
arzının kaynaklarını yabancıların talepleri oluşturur. Dolayısıyla
yabancıların Türkiye’den mal almak istemeleri, Türkiye’ye seyahat etmek
istemeleri ve yatırım yapmak istemeleri döviz arzına neden olur. Ayrıca
yabancılar Türkiye’de menkul kıymetler satın almak isteyebilirler. Tüm
bunlar için TL’ye gereksinimleri vardır. Bu nedenlerle yabancılar TL
karşılığında yabancı para arzında bulunurlar. Diğer yandan Türk girişimciler
de yabancı ülkedeki yatırımlarından elde ettikleri kârları Türkiye’ye transfer
etmek istediklerinde de yine yabancı para arzında bulunurlar.

13.3.1. Döviz Kuru Sistemleri


Döviz kurları, genellikle döviz piyasasında döviz arzı ve talebince
belirlenmektedir. Bu durumun nedeni günümüzde kağıt para sisteminin
geçerli olmasından kaynaklanmaktadır. Kağıt para sisteminde sabit ve esnek
kur sistemi olarak ifade edilen iki temel döviz kuru sistemi vardır.

13.3.1.1. Sabit Kur Sistemi


Bu döviz sisteminde merkez bankasının döviz piyasasına müdahalesi
ile döviz kurlarında istikrar sağlanmaya çalışılır. Merkez bankası dövizi

268
sabit tutmak için döviz piyasasında duruma göre alıcı veya satıcı konumuna
geçer. Yani döviz kurları yükselme eğilimi gösterdiğinde merkez bankası
piyasaya döviz sürer. Tersi durumda, yani döviz kurları düşme eğilimine
girdiğinde de merkez bankası piyasadan döviz satın alır. Ancak merkez
bankasının bu işlevini yapabilmesi için elinde yeteri kadar altın ve yabancı
döviz stokunun olması gerekir. Diğer yandan bir ülkenin döviz kurlarının
sabit tutulabilmesi için ülkenin ödemeler dengesinin sürekli olarak açık
veren bir yapı göstermemesi gerekir. Çünkü eğer ödemeler dengesi sürekli
açık veriyorsa söz konusu ülkenin döviz rezervi belli bir süre sonra
tükenebilecektir. Böyle bir gelişme ise döviz alım ve satımındaki
serbestliğin kaldırılıp döviz kontrol sistemine geçilmesi anlamına
gelmektedir.

13.3.1.2. Esnek Kur Sistemi


Ulusal para fiyatının tamamen arz ve talep koşullarına bağlı olarak
değiştiği sisteme esnek kur sistemi denilmektedir. Ancak esnek kur
sisteminde bazen döviz kurlarının arz ve talep koşullarına göre
dalgalanmasına izin verilmez. Merkez bankası, döviz kurları aşırı bir şekilde
dalgalandığında dövize müdahalede bulunur. Esnek kur sisteminde döviz
kurundaki dalgalanmalara müdahale edilmesi durumuna kontrollü
dalgalanma denilmektedir. Türkiye, IMF ile yapmış olduğu 17. stand-by
anlaşması çerçevesinde 2000 yılı başından itibaren sabit kur sistemi
uygulamış ancak izlenen ekonomik programın başarısızlığa uğraması
nedeniyle 21 Şubat 2001’de esnek kur sistemine dönmüştür.

13.3.2. Denge Döviz Kurunda Değişmeler


Denge döviz kurundaki değişme, döviz arzı ve talebinde veya her ikisinde
meydana gelen değişmelerden kaynaklanır. Bir paranın değeri yabancı
paralara oranla artarsa o para değer kazanır, tersi durumda ise değer
kaybeder. Bu kapsamda ulusal bir paranın değer kazanması yabancı
paraların daha ucuz hale gelmesi anlamına gelir. Benzer şekilde ulusal
paranın değer kaybetmesinde ise yabancı paralar daha pahalı hale gelir.
Denge döviz kurundaki değişmelerin nedenleri çok değişik olmakla birlikte
bunların en önemlileri şu şekilde sıralanabilir:

(i) Nispi gelir farklılıkları: Bir ülkede (A) gelirler diğer ülkeye (B) oranla
daha hızlı artarsa, geliri artan ülkedeki tüketiciler daha fazla harcamada

269
bulunacaklardır. Bu durumda geliri daha az artan ülkenin mallarına
dolayısıyla parasına olan talep artar ve o ülkenin (B) parası değer kazanır.
(ii) Nispi fiyat farklılıkları: Bir ülkede iç piyasa fiyatları, diğer ülkeye
oranla hızlı bir şekilde artarsa bu durumda fiyat artışının daha az olduğu
ülkenin mallarına talep artar. Mala olan talep artışı o ülkenin parasına olan
talebi artıracağı için de söz konusu ülkenin parası değer kazanacaktır.
(iii) Faiz oranı farklılıkları: Bir ülkede faiz oranları diğer ülkeye göre daha
yüksek ise faiz oranı düşük olan ülkenin vatandaşları tasarruflarını faiz oranı
yüksek olan ülkede değerlendireceklerdir. Bu durum faiz oranı yüksek olan
ülkenin parasının değer kazanmasına yol açacaktır.
(iv) Spekülatif faaliyetler: Anımsanacağı gibi spekülatif faaliyet bir malı
ucuz iken alıp pahalı hale gelince satma isteğinden doğmaktadır. İşte
spekülatörler bir ülkenin parasının değer kazanacağı beklentisi içine girip o
ülkenin parasını satın almaya başlarlar. Bu şekildeki davranış söz konusu
ülkenin parasının değerini artıracaktır.

270
KAYNAKLAR
Açıl, A. F., 1984. Ekonomi I (Genel Ekonomi). A.Ü. Ziraat Fakültesi, Yayın No:
898, Ders Kitabı No: 249, Ankara.
Alkin, E., 1979. Fiyat Teorisi. İ.Ü. İktisat Fakültesi, Yayın No: 379, İstanbul.
Bennet, P., Burningham, D., Cave, D., Herbert, D., 1981. Understanding
Economics. Teach Yourself Books, Hodder and Stoughton, London.
Bilas, R. A., 1983. Microeconomic Theory. Mc Graw-Hill International Book
Company, Boston.
Branson, W. H., 1995. Makro İktisat Teorisi ve Politikası (II. Baskı, Çeviren
İbrahim Kanyılmaz). Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul.
Cinemre, H. A., 1999. Mikro Ekonomi (III. Baskı). O.M.Ü. Ziraat Fakültesi, Ders
Kitabı No:19, Samsun.
Colman, D., Young, T., 1989. Principles of Agricultural Economics. Markets and
Prices in Less Developed Countries, Cambridge University Press, Cambridge.
Çıkın, A., Konak, K., 1992. Mikro Ekonomi. E.Ü. Ziraat Fakültesi, Ofset Basımevi,
Bornova/İzmir.
Çolak, Ö. F (editör), 1996. İktisadın İlkeleri. Alkım Kitapçılık Yayıncılık, Ankara.
Demir, Ö., Acar, M., 1996. Sosyal Bilimler Sözlüğü. Vadi Yayınları, Ankara.
DİE., 1987. Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi Sonuçları, Gelir Dağılımı. Devlet
İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 1441, Ankara.
DİE., 1998. Türkiye İstatistiksel Yıllığı, 1998. Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara.
DİE., 2001. Devlet İstatistik Enstitüsü, İnternet Web Sayfası (http://www.die.gov.tr)
Dinler, Z., 1979. Mikroekonomik Analize Giriş. Bursa İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi Yayınları, Bursa.
Divitçioğlu, S., 1974. Mikro İktisat. İ.Ü. İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul.
DPT., 1997. Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-1998). Devlet Planlama
Teşkilatı, Ankara.
DPT., 2001a. Devlet Planlama Teşkilatı, İnternet Web Sayfası
(http://ekutup.dpt.gov.tr/teg/2001/06/teg.html).
DPT., 2001b. Devlet Planlama Teşkilatı, İnternet Web Sayfası
(http://www.hazine.gov.tr/stat/egosterge/Tablo-33.htm).
Gökdere, A., 1985. Bankacılar İçin Ekonomi Bilgisi (III. Baskı). Olgaç Matbaası,
Ankara.
Gürgen, Y., 1997. Genel Ekonomi. Ç.Ü. Ziraat Fakültesi, Genel Yayın No: 162,
Ders Kitapları Yayın No: 51, Adana.
Hançerlioğlu, O., 1977. Ekonomi Sözlüğü. Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul.
İnan, İ. H., 1998. Temel Ekonomi (III. Baskı). Trakya Üniversitesi Tekirdağ Ziraat
Fakültesi, Tekirdağ.

271
Karkacıer, O., 1999. Genel Ekonomi (İktisada Giriş). G.Ü. Ziraat Fakültesi, Yayın
No: 6, Ders Notları No: 1, Tokat.
Koutsoyiannis, A., 1987. Modern Mikroiktisat (Çeviren: Muzaffer Sarımeşeli).
Teori Yayınları, Kızılay, Ankara.
Laidler, D., Estrin, S., 1989. Introduction to Microeconomics (Third Edition).
Cambridge University Press, Cambridge.
Lipsey, R. G., Steiner, P. O., Purvis, D. D., Courant, P., 1990. Microeconomics
(Ninth Edition). Harper Collins Publishers, New York.
Lipsey, R. G., Harbury, C., 1992. First Principles of Economics (Second Edition).
Weidenfeld and Nicolson, London.
Lobley, D., 1995. Ekonomi. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Özgün Matbaacılık,
Ankara.
Manisalı, E., 1996. İktisada Giriş. Der Yayınları No:136, İstanbul.
Mansfield, E., 1985. Microeocnomics. Theory & Applications W.W. Norton
Company Inc., New York.
Nicholson, W., 1998. Microeconomic Theory. The Dryden Press, New York.
Özdemir, H., 1988. Tüketim ve Üretim Teorisi. Bilgehan Basımevi, Bornova/İzmir.
Özdemir, Z., 1997. Mikro İktisadi Analiz. Der Yayınları, İstanbul.
Özgüven, A., 1983. İktisat Bilimine Giriş (V. Baskı). Filiz Kitabevi, İstanbul.
Parasız, İ., 1994. Mikroekonomi-Modern Mikroekonomik Analize Giriş (V. Baskı).
Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa.
Parasız, İ., 1998. İktisada Giriş-Prensipler ve Politika (V. Baskı). Ezgi Kitabevi
Yayınları, Bursa.
Peterson, W. L., 1971. Principles of Economics, Micro. Richard D. Irwin Inc.,
Homewood, Illinois.
Rehber, E., 1995. Ekonomi (III.Baskı). U.Ü. Ziraat Fakültesi, Ders Notları No: 21,
Bursa.
Ryan, W. J. L., 1964. Price Theory. London Macmillan & Co Ltd, London.
Sağlam, D., Öçal, T., 1977. Mikroekonomik Analiz-Ekonomiye Giriş ve Fiyat
Teorisi. Kalite Matbaası, Ankara.
Speight, H., 1969. Economics-The Science of Prices and Incomes. Methuen & Co
Ltd., London.
Şahin, H., 1999. Mikro İktisat (II. Baskı). Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa.
T.C. Merkez Bankası, 2001. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası İnternet Web
Sayfası
(http://www.tcmb.gov.tr)
Türkay, O., 1993. Mikroiktisat Teorisi. Adım Yayıncılık Ltd. Şti., Ankara.

272
Türkay, O., 1995. İktisat Teorisine Giriş. Mikroiktisat (X. Baskı), İmaj Yayınevi,
Ankara.
Urvey, R., 1971. Demand & Supply George Allen & Unwin Ltd., London.
Ülken, Y., 1982. Fiyat Teorisi. Mal Piyasası, Cilt:1, Çağlayan Basımevi, İstanbul.
Üstünel, B., 1990. Makroekonomi (V. Baskı). Mısırlı Matbaacılık, İstanbul.
Üstünel, B., 1994. Ekonominin Temelleri (VI. Baskı). Ofset Baskı, Antalya.
Varian, H. R., 1993. Intermediate Microeconomics. A Modern Approach (Third
Edition), W.W. Norton & Company, New York-London.

273

You might also like