Professional Documents
Culture Documents
Yayın No: 79
EKONOMİYE GİRİŞ
DERS KİTABI (2. BASKI)
2
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
ÖNSÖZ
Ekonomiye giriş niteliğinde olan bu kitap üniversite ve yüksek
okullarda öğrenim gören ve ilk defa ekonomi dersi alacak öğrencilere
yönelik olarak hazırlanmıştır. Eserde ele alınan konuların olabildiği ölçüde
basit ve anlaşılabilir şekilde sunulmasına özen gösterilmiş ve ekonomi
bilimine bilimsel açıdan yeni bir şeyler katmak amacı güdülmemiştir. Kitap
yerli ve yabancı birçok kaynaktan yararlanılarak hazırlanmış olup
ekonomiye giriş kitaplarında olması gereken konuların önemli bir kısmı
verilmeye çalışılmıştır. Kitabın yazımı sırasında yararlanılan eserler
arasında özellikle Lipsey ve Harbury tarafından yazılan” Principles of
Economics” ile Lipsey ve arkadaşları tarafından yazılan “Microeconomics”
ve “Macroeconomics” adlı eserlerden geniş ölçüde yararlanılmıştır.
Kitapta ele alınan konular 13 bölüm halinde düzenlenmiştir. Bu
bölümlerden ilk 10’nu mikroekonomi konularından oluşmaktadır. Birinci
bölümde, ekonomi biliminin kapsamı, tanımı ve bazı temel kavramlar
açıklanmıştır. İkinci bölümde, temel ekonomik sorunlar, sorunların
çözümünde izlenen ekonomik sistemler ile ekonomi biliminin tarihsel
gelişimi ana hatları ile verilmiştir. Fiyat teorisi konularından “arz, talep ve
piyasa dengesi” üçüncü bölümde, “esneklik” konusu ise dördüncü bölümde
açıklanmıştır. Beşinci ve altıncı bölümlerde “tüketim ve üretim teorileri”
incelenmiştir. Kitabın yedinci, sekizinci ve dokuzuncu bölümlerinde
sırasıyla “tam rekabet, monopol ve eksik rekabet piyasaları” açıklanmıştır.
Onuncu bölümde “faktör piyasası ve faktör gelirleri” incelenmiştir. Kitabın
son üç bölümünü oluşturan 11, 12 ve 13. bölümler makroekonomi
konularına ayrılmıştır. Bu kapsamda onbirinci bölümde “milli gelir,”
onikinci bölümde “para, banka ve enflasyon”, onüçüncü bölümde ise
“uluslararası ekonomik ilişkiler” konuları incelenmiştir.
Eserde bazı eksiklik ve gözden kaçmış yanlışlıklar olabilir. Bunların
tüm sorumluluğu bana aittir. Değerli hocalarımdan, öğrencilerimden ve
okuyucularımdan gelecek katkı ve uyarılar için şimdiden teşekkür ederim.
Her konuda olduğu gibi kitabın hazırlanmasında da beni sürekli
destekleyen sevgili eşim Memduha Özkan’a sonsuz teşekkürlerimi
sunuyorum. Ayrıca eserlerinden yararlandığım yazarlara ve kitabı baştan
sonra okuyarak hatalardan arındıran Dr. Handan Akçaöz ile grafiklerin
çiziminde bana yardımcı olan araştırma görevlisi Süleyman Karaman’a.
teşekkürü borç biliyorum. Kitabın başta sevgili öğrencilerimiz olmak üzere
tüm okuyucularıma yararlı olması en büyük dileğimdir.
Ağustos 2001, Antalya Doç. Dr. Burhan Özkan
3
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Kitabın 2003 yılı Kasım ayında yayınlanan ilk baskısının kısa sürede
tükenmesi nedeniyle ikinci baskısı yapılmıştır. İlk baskıya göre kitapta içerik
yönünden bir değişiklik yapılmamıştır. Bunun en önemli nedeni kitabın iki
baskısı arasında geçen sürenin kısa olması ve birinci baskısı ile ilgili yeterli
eleştiri ve katkının alınmamasıdır.
Bununla birlikte eserin tüm bölümleri gözden geçirilmiş ve ilk
baskıda gözden kaçmış yazım ve baskı hatalarının düzeltilmesine özen
gösterilmiştir. Buna karşın kitabın ikinci baskısında da bazı eksiklikler ve
gözden kaçmış hatalar olabilir. Meslektaşlarımın, öğrencilerimin ve
okuyucularımın katkı ve uyarılarının bu eserin kalitesinin arttırılmasına
büyük katkı yapacağına inanıyorum.
Kitabın ikinci basıma hazırlanmasındaki göstermiş olduğu özverili
çabalar için Bölümümüz doktora öğrencilerinden Cemal FERT’e çok
teşekkür ederim.
4
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
İÇİNDEKİLER Sayfa
No
5
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
2.3.2.KlasikDüşünce......................................................................... 34
2.3.3. Sosyalist Düşünce...................................................................... 35
2.3.4. Tarihçi ve Kurumsalcı Düşünce................................................ 36
2.3.5. Neoklasik Düşünce.................................................................... 36
2.3.6. Keynesgil Düşünce.................................................................... 37
2.3.7. Paracılık (Monetarizm).............................................................. 37
2.3.8. Günümüz Gelişmeleri ............................................................... 38
6
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
7
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
8
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
9
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
10
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
11
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
12
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
DİZİN..................................................................................................... 269
13
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
BÖLÜM 1
EKONOMİ BİLİMİNİN KAPSAMI VE
TEMEL KAVRAMLAR
14
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
15
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
16
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
17
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
18
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
19
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
1.2.1. İhtiyaç
İhtiyaç, karşılandığı zaman zevk ve mutluluk veren,
karşılanmadığında ise acı ve üzüntü veren duygular olarak
tanımlanmaktadır. İnsanların doğumdan ölünceye kadar çok çeşitli
ihtiyaçları vardır. Örneğin; susayan bir kişi bu ihtiyacını gideremediği
zaman acı duyar. Bu insana su sağladığınız zaman ise hem acısı azalır hem
20
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
21
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
akıllı, daha cesur olmak istiyorsa buna ekonomik olarak yapabilecek bir şey
yoktur. Bu tip ihtiyaçlara ekonomi dışı ihtiyaçlar denir. İhtiyaçlar ekonomik
açıdan zorunlu ve zorunlu olmayan ihtiyaçlar olmak üzere iki grup altında
toplanır. Zorunlu ihtiyaçlar, insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için
mutlaka karşılamak durumunda oldukları ihtiyaçlardır. Zorunlu ihtiyaçlara,
beslenme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlar örnek verilebilir. Zorunlu
olmayan ihtiyaçlar, zorunlu ihtiyaçlar karşılandıkça ortaya çıkan
ihtiyaçlardır. Zorunlu olmayan ihtiyaçlar, genellikle kültürel ve lüks ihtiyaç
ayrımı yapılarak açıklanmaktadır. Örneğin; eğitim, spor, gezme gibi
gereksinimler kültürel ihtiyaçları oluştururken otomobil gibi ihtiyaçlar lüks
ihtiyaçlar olarak değerlendirilmektedir.
Ancak insanların ihtiyaçlarının zorunlu ve zorunlu olmayan şeklinde
ayırımı toplumdan topluma, zamandan zamana ve çeşitli gelir gruplarına
göre farklılık göstermektedir. Bu nedenle bir gelir grubu açısından zorunlu
olarak kabul edilen mallar, başka bir gelir grubu için lüks olabilir.
22
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Mallar
23
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
24
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
25
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
26
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
GİRİŞİMCİLİK
S I N I R S I Z İ S T E K LE R
27
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
28
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
29
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Tüketiciler Üreticiler
(Ev Halkı) (Firmalar)
30
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
BÖLÜM 2
EKONOMİNİN TEMEL SORUNLARI
VE EKONOMİK SİSTEMLER
31
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
32
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
C
B
Ulaşılır Bileşimler
0
Tüketim Malları
Şekil 2.1. Kaynakların Tam Kullanımı
33
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
34
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
35
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
36
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
37
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Üretim
Malları
D
A Ekonomik Büyüme Sonrası
Üretim Olanakları Eğrisi
0
Tüketim Malları
38
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
39
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
40
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
2.2.2. Sosyalizm
Sosyalizm, kapitalist sistem gibi toplumun refahını sağlamayı
amaçlamasına karşın, kapitalist sistem ile taban tabana zıt özellikler gösterir.
Sosyalistlere göre insanların mutlu olması ve toplumun gelişmesi kapitalist
ekonomik düzende gerçekleşemez. Refaha ulaşmak sadece sermayenin
sahibi olan ve emeği sömüren mutlu bir azınlık için geçerli olabilir. Buna
karşılık sermaye tarafından sömürülen işçi sınıfı için sefalet ve çok ağır
koşullarda çalışma söz konusudur. Bu nedenle sosyalist düşünceye göre
ekonominin temel sorunları (kaynakların tam kullanımı, kaynakların etkin
kullanımı ve ekonomik büyüme) kapitalist sistemle çözülemez.
Sosyalist düzen, kapitalist sisteme bir tepki şeklinde ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle sosyalizmde önce fikirler ve düşünce sistemi gelişmiş daha
sonra uygulama başlamıştır. Kapitalizmde ise tam tersi olmuş yani önce
uygulama başlamış onu açıklayan ve savunan düşünceler daha sonra ortaya
çıkmıştır. Sosyalizm bazen komünizm veya kollektivizm olarak da ifade
edilmektedir. Bu deyimler ile sosyalist düzenin toplumcu ve ortakçı yönüne
dikkat çekilmek istenir. Daha açık bir ifadeyle söz konusu kavramlar ile
41
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
42
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
43
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
44
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
45
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
2.3.1.1. Merkantilistler
Ekonomi alanındaki ilk sistematik düşünceler merkantilistlere aittir.
Merkantilistler ekonomiyi incelerken daha önceki düşünürlerden farklı
olarak dinsel ve ahlaki etkilerden büyük ölçüde uzak durmuşlardır. Özellikle
16. yüzyıl ile 17. yüzyıl başlarında şekillenen merkantilist düşüncenin ilgi
alanı; altın ve gümüş gibi kıymetli madenler ve ticaret ile kralın gücünün
nasıl arttırılacağı konuları olmuştur. Merkantilistlere göre bir ülkenin
zenginliği ülkeye daha fazla altın ve gümüş sağlanması ile olasıydı. Bunun
da yolu olabildiğince diğer ülkelere çok mal satıp onlardan daha az mal satın
almaktan yani dış ticaretin fazlalık vermesinden geçiyordu. Dış bilançonun
fazlalık vermesi için gerekli önlemler daha o zaman merkantilistler
tarafından ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Bunlardan bazıları dışsatımın
desteklenmesi, dışalımdan koruyucu gümrük resimleri alınması, hammadde
dışsatımından çok mamul dışsatımına önem verilmesi ve ticaret filosunun
geliştirilmesi olarak sayılabilir.
Merkantilistlerin düşünceleri özetle iki temel ilkeyi yansıtmaktaydı.
Bunlardan birincisine göre; bir ulusun gücü ve zenginliği, o ulusun sahip
olduğu değerli madenlerin (altın ve gümüş) varlığı ile belirlenmektedir.
İkinci temel görüş ise; ekonomik sistemin gelişmesi için devletin ekonomik
yaşama katılması gerektiğidir. Daha çok normatif nitelikte düşünceler ortaya
koyan merkantilistler ekonominin tümü için geniş kapsamlı ve bilimsel
açıklamalar yapamamışlardır.
2.3.1.2. Fizyokratlar
Kendilerini fizyokratlar olarak tanıtan bir grup Fransız düşünürü
tarafından, 18. yüzyılda Merkantilizmden tamamen farklı olan Fizyokrasi
düşünce akımı geliştirilmiştir. Bu akımın kurucusu Quesnay'in “Tablo
Ekonomik” adlı eseri çağdaş ekonomi biliminde geliştirilen girdi-çıktı
analizlerinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Fizyokratlara göre bir ekonomide refahın kaynağı tarımsal üretimdir.
Bu düşünceye göre, verimli sektör olarak sadece tarım kabul edilmiş ve
verginin sadece tarımdan alınması gerektiği görüşü savunulmuştur.
Merkantilistlerin devletin müdahaleciliği görüşü karşısında fizyokratlar,
ekonominin kendine özgü kurallara göre çalışması gerektiğini ve devletin
ekonomik hayata müdahale etmemesi gerektiği görüşlerini savunmuşlardır.
46
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
47
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
48
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
49
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
50
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
51
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
BÖLÜM 3
TALEP, ARZ VE DENGE
52
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
değil aynı zamanda satın alma gücüne bağlıdır. Örneğin birey lüks bir
otomobil almayı çok isteyebilir, ancak o bireyin söz konusu otomobili
alacak parası yoksa bu istek ekonomik anlamda bir talep değildir.
Talep, ayrıca belli bir fiyata bağlı olarak ifade edilmelidir. Bu nedenle
talep artıyor ve azalıyor gibi ifadeler teknik yönden eksiktir. Talebin hangi
fiyat düzeyinde daha çok veya daha az olduğunu belirtmek gerekir. Diğer
yandan talep tek bir satın alma olayı değil, sürekli satın alma akımı
olduğundan talebi belirli bir zaman süresine göre belirtmek gerekir (örneğin
günde 100 kg süt ya da haftada 500 ekmek gibi). Ayrıca talep edilen
miktarla veya satın alınmak istenen miktarla, fiilen satın alınan miktarın aynı
olması da gerekli değildir. Eğer piyasada yeterli miktarda mal mevcut
değilse, tüketicilerin satın almak istedikleri mal miktarı, onların gerçekten
satın aldıkları mal miktarından daha az olabilecektir.
Talep ile ilgili buraya kadar anlatılanlar özetlenirse; talep kavramında
üç unsurun önem taşıdığı söylenebilir. Bunlar;
• Satın alma isteği,
• Satın alma gücü,
• Belli bir zaman aralığı olarak belirtilebilir.
53
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
54
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
gelir düzeyinde normal mal olan bir mal gelir arttıkça belli bir düzeyden
sonra adi mal konumuna gelebilir. Adi malların gelir arttıkça daha az talep
edileceği konusunu Giffen adlı ekonomist belirttiğinden bu mallara aynı
zamanda Giffen malları, bu olaya da Giffen paradoksu adı verilir. Özetle,
gelir ile normal malın talebi aynı yönde değişirken, gelir ile adi malın talebi
ters yönde değişir.
Da = f ( Pa , Pt , Pr , G, Z ) Formülde;
Da : a malının talebini,
Pa : a malının fiyatını,
Pt : tamamlayıcı malların fiyatını,
Pr : rakip malların fiyatını,
G : gelir seviyesini,
Z : tüketicinin zevk ve tercihlerini göstermektedir.
55
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
56
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
120
C
60
20
60 77 110 Miktar
57
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
D
Fiyat
P1 A
58
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
0
Q1 Q2 Miktar
eğrisinde kayma (değişme) meydana gelecektir. Örneğin, tüketicilerin
gelirinde artış olursa bu durumda malın fiyatında bir düşme olmamasına
karşın o malın talebi artacak ve talep eğrisi sağa (artış) kayacaktır.
Tüketicilerin gelir azalışında ise talep kayması sola (azalış) doğru olacaktır.
Benzer şekilde malın fiyatında değişme (artma veya azalma) olmadığı halde
tüketicilerin zevk ve tercihlerinde, diğer malların fiyatlarında, gelir
dağılımında ve nüfus miktarında değişme olursa talep eğrisi yine sağa ya da
sola doğru kayacaktır. Talepteki söz konusu bu kaymalar Şekil 3.3’de
gösterilmiştir.
Şekil 3.3’te görüldüğü gibi talep eğrisindeki kaymalar talep artışı ya
da azalışını gösterir. Talep artışı dendiği zaman talep eğrisinin olduğu gibi
sağa kayması (D1D1) anlaşılır. Talepteki azalış ise talep eğrisinin olduğu gibi
sola (D2D2) kaymasıdır. Bu kaymaların nedeni daha öncede belirtildiği gibi
tüketicilerin gelirlerindeki, tamamlayıcı ve rakip malların fiyatlarındaki veya
tüketici zevk ve tercihlerindeki değişmeden kaynaklanmaktadır.
Talep miktarındaki değişmeyle, talep eğrisindeki değişmeyi birbirine
karıştırmamak için ekonomistler bazen farklı kavramlar kullanmaktadır.
Talep eğrisinin olduğu gibi sağa ya da sola kayma olayına talep değişmesi
ya da talep kayması denilirken, aynı talep eğrisi üzerindeki değişmeyi
belirtmek üzere talep edilen miktardaki değişme denilmektedir.
D2 D0 D1
Fiyat
59 D1
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
D0
D2
0
Miktar
Varsayalım, bugünkü gazetede havuca olan talepteki büyük artış
nedeniyle havuç fiyatlarının aşırı arttığını okudunuz. Ertesi gün ise havuç
fiyatlarının yüksek olması nedeniyle tüketicilerin, havuç satın alımını
büyük ölçüde azalttıklarını ve tüketicilerin havuç yerine patates ve bezelye
alımına yöneldiklerini okudunuz. Bu iki olay ilk bakışta birbirine ters bir
durum göstermektedir. Birincisinde talep artışı ile havuç fiyatının yükselişi
arasındaki ilişki, ikincisinde ise havuç fiyatının yükselmesi ile talep
miktarındaki azalma arasındaki ilişki söz konusudur. Buna göre her iki
durumda doğru olabilir mi? Bu sorunun yanıtı her iki olayında doğru
olduğu şeklindedir. Çünkü buradaki iki olay farklı durumları
açıklamaktadır. Birinci durum talep eğrisindeki kaymayı, ikincisi ise havuç
fiyatındaki artış nedeniyle talep miktarındaki değişmeyi (aynı talep eğrisi
üzerindeki hareket) açıklamaktadır.
Havuca olan talepteki büyük artış nedeniyle havuç fiyatlarının
artması (ilk durum) talep eğrisinin kaymasını belirtmektedir. Bu örnekte
talep eğrisi sağa doğru kaymıştır. Çünkü her fiyat düzeyinde daha fazla
havuç talep edilmektedir. Bu durum daha sonra görülebileceği gibi havuç
fiyatında artışa neden olacaktır.
Fiyat artışı nedeniyle tüketicilerin havuç satın alımını azalttıkları
(ikinci olay) durum da ise aynı talep eğrisi üzerinde fiyat artışından
kaynaklanan değişme söz konusudur. Burada havuç fiyatındaki yükselme
nedeniyle tüketicilerin bir kısmı havuç alımını durdururken bir kısmı ise
daha az miktarlarda satın almışlardır. Dolayısıyla talep edilen miktarda bir
azalma ortaya çıkmaktadır.
60
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Buraya kadar tek bir tüketicinin talep eğrisi açıklandı. Ancak piyasa
davranışını açıklamak için tüm tüketicilerin bir mala karşı olan toplam
talebinin bilinmesi gerekir. Bir mal için piyasadaki toplam talep,
tüketicilerin bireysel taleplerinin toplamından meydana gelir. Toplam talep
eğrisi ise n sayıdaki tüketicilerin taleplerinin toplamından oluşmaktadır.
Dolayısıyla piyasa talebini elde etmek için tüm bireysel taleplerin toplaması
gerekir.
61
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
P
4.50
4.00
3.50
3.00
2.50
2.00
1.50
1.00
0.50
2 4 6 8 10 Q 2 4 6 8 Q 2 4 6 8 10 12 14 16 Q
(i) A’nın Talep Eğrisi (ii) B’nin Talep Eğrisi (iii) Piyasa Talep Eğrisi
62
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
(i) Malın piyasa fiyatı: Arz miktarı üzerinde etkili olan faktörlerden
malın fiyatının dışındaki faktörler sabit tutulursa (ceteris paribus) malın
fiyatı ne kadar yüksek olursa arz miktarı o kadar artmakta, fiyatlar düştükçe
arz miktarı azalmaktadır. Bu nedenle “bir malın arz miktarı ile o malın
fiyatı arasında ilişki doğru orantılıdır” ifadesine arz yasası denilmektedir.
Arz yasasına göre, bir malın fiyatı artarsa söz konusu malın arz miktarı da
artar. Bu durum piyasa ekonomisinde malların, değişim değeri için
üretilmesinden kaynaklanmaktadır. Üreticilerin amacı gelir ile maliyet
63
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Sa : a malının arzını,
Pa : a malının fiyatını,
P : üretim faktörleri fiyatını,
Pd : diğer malların fiyatını,
Z : teknoloji seviyesini göstermektedir.
64
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
120
S
65
80
20
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
malın fiyatı arasındaki ilişki dikkate alınırken diğer etkiler sabit (ceteris
5 100 122.5 Miktar
paribus) kabul edilir. Örneğin, havuç fiyatı ile arz edilen havuç miktarı
arasındaki ilişki ele alındığında havuç fiyatı dışında arz üzerinde etkili olan
diğer faktörler sabit kabul edilir. Bu nedenle herhangi bir malın arz
fonksiyonu şartlar değişmediği durumda ilgili malın fiyatının
fonksiyonudur. Dolayısıyla fiyat dışında diğer etkiler sabit olduğunda arz
fonksiyonu S a = f ( Pa ) olarak yazılabilir.
Arz eğrisi üzerinde boyuna değişme malın fiyatındaki değişmeden
kaynaklandığı için arz edilen mal miktarındaki değişmeyi gösterir. Örneğin,
Şekil 3.6'da görüldüğü gibi fiyat P1'den P2'ye çıktığında o maldan arz edilen
miktar Q1’den Q2’ye yükselir. Tersi durumda yani fiyatın P2’den P1’e
düşmesi durumunda ise arz miktarı Q2’den Q1’e düşer. Görüldüğü gibi arz
miktarındaki değişme denildiği zaman arz miktarındaki bir artış ya da
azalıştan söz edilmektedir.
Fiyat
C
P2
B
P1
0
Q1 Q2 Miktar
66
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
S2 S0 S1 M
Fiyat
0
Miktar
67
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
68
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Fiyat S0 S1
140
120
100
80
60
40
20
0
20 40 60 80 100 120 140 Miktar
69
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
üreticinin arz ettiği miktar toplanarak piyasa arz şedülü elde edilmektedir.
Konuyu basitleştirmek için piyasada sadece iki üretici olduğunu kabul
edelim. Söz konusu üreticilerin ve piyasanın arz şedülleri Çizelge 3.5’de
verilmiştir. Görüldüğü gibi fiyatın 1 TL olması durumunda piyasa arzı
sadece üretici A’nın arzından oluşmaktadır. Çünkü üretici B, 1 TL’lik piyasa
fiyatından piyasaya mal arz etmemektedir. Buna karşın fiyat 1.50 TL
olduğunda üretici A, 600 birim mal arz ederken, üretici B, 150 birim arz
etmektedir. Dolayısıyla piyasa arz eğrisi iki üreticinin toplam arzları olan
750 birim olmaktadır.
70
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
P Sa+b
3.50 Sa Sb
3.00
2.50
2.00
1.50
1.00
0.50
3 6 9 12 15 18 Q 3 6 9 Q 3 6 9 12 15 18 Q
71
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
72
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
73
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
F seçenekleri) ise arz fazlası, fiyatın düşmesi yönünde etki yapacaktır. Fiyat
üzerindeki söz konusu bu baskılar Şekil 3.10’da dikey oklarla gösterilmiştir.
Özet olarak, üreticilerin ve tüketicilerin arz ve taleplerinin kesişme
noktasında piyasa dengesi oluşmaktadır. Yani, arz ve talebin eşitlendiği
denge noktasına piyasa dengesi, piyasa dengesindeki arz ve talep edilen
miktara denge miktarı adı verilir. Arz edilen miktarla talep edilen miktarın
eşitlendiği fiyata ise denge fiyatı denilmektedir. Denge fiyatı arz edilen
miktar ile talep edilen miktarın birbirine eşit olduğu tek fiyat olduğu gibi
aynı zamanda varlığını sürdürmesi mümkün olan tek fiyat konumundadır.
Fiyat D Arz S
P 140 Fazlası
120
100
80
60
40
20
Talep
Fazlası
0
20 40 60 80 100 120 140 Miktar
74
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
(i) Denge fiyatı tam fiyattır: Piyasada oluşan denge fiyatı malların
yalnızca etiket üzerindeki fiyatı değil, malın tüketiciye mal oluş fiyatı olan
tam fiyat (full price) anlamındadır. Dolayısıyla bir malın tam fiyatını
belirlemek için malın etiket fiyatına, ulaştırma ve zaman maliyetlerinin de
eklenmesi gerekmektedir.
(ii) Denge fiyatı göreli fiyattır: Denge fiyatı mutlak fiyat değil
göreli fiyattır. Bilindiği gibi malların, satın alınırken ödenen ve parasal
olarak ifade edilen bir fiyatı vardır. Bu fiyata mutlak fiyat denilmektedir.
Göreli fiyat ise malların diğer mallarla değişim oranını gösteren fiyattır.
Diğer bir ifadeyle iki malın mutlak fiyatının biribirine oranından göreli fiyat
elde edilmektedir. Örneğin, A malının fiyatı ya da mutlak fiyatı 100 TL, B
malının fiyatı ise 50 TL ise A= 2B veya B=0.5A’dır. Buna göre, 1A malı,
2B malı ile değişmektedir. Bu değişim oranı A malının göreli fiyatıdır.
Benzer şekilde 1B malı, 0.5A malı ile değişmektedir. Bu oran B malının
göreli fiyatıdır. Göreli fiyatın önemi tüketicilerin satın alma kararlarını
verirlerken mutlak fiyata göre değil, göreli fiyata göre hareket etmelerinden
kaynaklanmaktadır.
75
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
fiyatında bir artış söz konusu değildir. Tam tersine portakalın göreli fiyatları
o piyasa koşullarında düşmüştür. Burada portakalın mutlak fiyatı önemli
oranda artmasına karşın portakal nispeten daha ucuzdur. Eğer enflasyon
oranı % 40 iken, portakalın nominal fiyatı da % 40 artmışsa, bu durumda,
portakalın fiyatında bir artış söz konusu değildir. Kısacası, arz ve talep
yasalarındaki fiyat, reel fiyattır.
• Talepte artış (i): Şekil 3.11’de görüldüğü gibi orijinal talep ve arz
eğrilerinin D0 ve S, denge noktasının E0, denge fiyatının P0 ve miktarında Q0
olduğu kabul edilirse, talepteki bir artış, talep eğrisini D0’dan D1’e
kaydıracak ve yeni denge noktası E1, denge fiyatı P1 ve miktar Q1 olacaktır.
Buna göre talepteki artış denge fiyatı ve denge miktarının her ikisini de
artırmaktadır.
76
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Buna göre talepteki azalış denge fiyat düzeyinde ve denge miktarının her
ikisinde de azalmaya neden olmaktadır.
Sonuç; talepteki değişim (artış veya azalış); denge fiyatı ve denge
miktarı talebin değiştiği yönde etkilemektedir.
S
Fiyat
D1
D0
P1
E1
P0 E0
0
Q0 Q1 Miktar
77
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
D
S0
S1
Fiyat
E0
P0
E1
P1
0
Q0 Q1 Miktar
Şekil. 3.12. Arz Eğrisindeki Kaymaların Etkisi
78
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Piyasada denge fiyatı oluşmuş iken arz ve talep koşullarında meydana gelen,
arz ve talebin aynı anda değişmesi aşağıdaki şekillerde olabilir:
79
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
BÖLÜM 4
ESNEKLİK (ELASTİKİYET)
80
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
olduğu için oluşan yeni denge noktasının (E1) konumu farklıdır. Yani
arzdaki artışın, denge fiyatı ve denge miktarı üzerinde etki derecesi farklıdır.
Buna göre arzdaki kayma talep eğrisinin şekline bağlı olarak farklı miktarda
etkilere sahip olmaktadır. Şekil 4.1’de iki kısımda verilen grafik, başlangıçta
aynı denge noktasına (E0) sahip olup arz eğrisinde aynı yönde kayma
olmuştur (S0-S1). Yani başlangıçtaki denge noktasındaki denge fiyatı (P0) ve
denge miktarı (Q0) iken yeni denge konumunda (E1); yeni denge fiyatı ve
miktarı P1 ve Q1 olmaktadır. Şekil 4.1(i)’de arz eğrisinin S0’dan S1’e
kayması, fiyatta hafif bir düşmeye neden olurken miktarda daha fazla bir
artışa neden olmaktadır. Şekil 4.1(ii)’de ise arz eğrisinin aynı yönde kayması
(S0-S1), fiyatta büyük oranda düşmeye neden olurken miktarda, fiyattaki
düşüşten daha az bir artışa neden olmuştur.
Fiyat
S0
Fiyat
D
D S1 S0
E0 E0
P0 E1 P0 S1
P1 E1
P1
0
0
Q0 Q1 Miktar Q0 Q1 Miktar
(i) (ii)
81
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Talepteki % Değişme
Talebin Fiyat Esnekliği (ε) =
Fiyattaki % Değişme
20
20 100
ε = 100 = × =4
5 100 5
100
∆Q
Q ∆Q P ∆Q P
ε= = × = ×
∆P Q ∆P ∆P Q
P
82
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
∆Q Q 2 − Q1
Q Q1
ε= =
∆P P2 − P1
P P1
Örneğin birim fiyatı 50 TL olan bir maldan 200 birim satın alınırken,
fiyatın 40 TL’ ye düşmesi durumunda 350 birim alındığını kabul ederek, söz
konusu malın esneklik katsayısını hesaplayalım.
∆Q = (Q2 − Q1 ) ∆P = ( P2 − P1 )
∆Q = 350 − 200 ∆P = 40 − 50
∆Q = 150 ∆P = −10
350 − 200
200 75
ε= = = −3.75
40 − 50 − 20
50
Talep yasasına göre fiyat ve miktarın ters yönlü ilişkiye sahip olması
nedeniyle fiyat esneklik katsayısı negatiftir. Esneklik değeri negatif
olmasına karşın katsayının önüne eksi (-) işareti konmaz. Hesaplanan bu
3.75 değerine aynı zamanda fiyat esnekliğinin katsayısı denir. Ayrıca
bulunan bu değer mutlak bir değişmeyi değil oransal bir değişmeyi
göstermektedir. Bu şekilde hesaplanan talep esnekliğine nokta esnekliği adı
verilmektedir. Nokta esnekliğinde, başlangıç noktasına göre esneklik değeri
farklı olmaktadır. Örneğin, bir malın fiyatı 6 birim iken talep miktarı 160
birim, aynı malın fiyatı 7 birim iken talep miktarı 120 birim olduğu kabul
edilerek nokta esnekliğini hesap edelim (Şekil 4.2).
83
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
40 6
Fiyat 6 birim iken 7 birim olmuşsa (B noktası); ε = × = 1 .5
1 160
40 7
Fiyat 7 birim iken 6 birim olmuşsa (A noktası) ε = × = 2.33
1 120
D
8 A
7
∆P B
6
∆Q
4
0
20 40 60 80 120 140 160 Miktar
84
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Q1 − Q 2 P1 + P2
ε= x
Q1 + Q 2 P1 − P2
Q1 = 160 P1 = 6
Q2 = 120 P2 = 7
160 − 120 6 + 7 40 13
ε= × = × = 1.86
160 + 120 6 − 7 280 − 1
85
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Talep esnekliğinin sayısal değeri normalde sıfır (0) ile sonsuz (∞) arasında
değişir. Bunun nedeni talep yasasından, yani genellikle fiyatta düşme
olduğunda satın alınan miktarda artış olurken, fiyatta artış olduğunda
miktarda azalma olmasındandır.
Fiyat
Toplam Harcama (000)
D
2.0 ε >1 10
1.9
7.5
1.5 ε =1
5
86 1
Miktar
0 1 5 10 15 20
ε >1 ε =1 ε <1
(ii) Toplam Gelir (000)
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
1 5 10 15 20 Miktar
(i) Talep Eğrisi
esnekliklerini açıklarken bu iki esnekliği diğerlerinden ayrı olarak ele
alırlar. Talep esnekliklerinin anlamı aşağıda kısaca özetlenmiştir;
(i) Talep esneklik değeri sıfıra eşit ( ε = 0 ) olduğu zaman talep hiç
esnek değildir. Talep miktarı fiyat değişimlerine karşı tamamen duyarsızdır.
Başka bir ifadeyle talep miktarı sabit olup tüm fiyatlarda aynı seviyededir.
87
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
ε =1
Fiyat
Fiyat
ε =∞ A
ε =0 P0
B
P1
Fiyat
A
1< ε < ∞
P0 ε ∞ A
P1
88
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
B P0 0 < ε <1
B
P1
0 Q0 Q1 Miktar 0 Q0 Q1 Miktar
89
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
4.1.2.3. Zaman
Zaman uzadıkça talep miktarının fiyat değişimine olan duyarlılığı
artar. Bu nedenle bir malın talebi uzun dönemde, kısa döneme göre daha
esnektir. Bunun nedeni talebin, fiyat değişimine uyum göstermesinin
zamana gereksinim göstermesidir. Çünkü, fiyat değişiminin tüketicilerin
tamamınca algılanması için belirli bir zaman gereklidir. Örneğin benzin
fiyatlarının aniden yükselişi durumunda benzin talep miktarında hemen
bir azalma olmayabilir. Ancak zamanla daha az benzin yakan otomobil
tercih edilmeye başlanır.
Ayrıca, kullanılan mallar tüketicilerde belli bir alışkanlık yaratır.
Tüketicilerin alışkanlıklarından vazgeçmeleri kolay olmamakta ve belli
bir zaman almaktadır. Diğer yandan, malın teknolojisi de önemlidir.
Örneğin, dayanıksız tüketim mallarında fiyat değişimine talebin uyumu
daha kısa zamanda olurken, dayanıklı tüketim mallarında talebin
yenilenme süresi daha uzundur. Bu nedenle dayanıklı tüketim
mallarında fiyat değişimine talebin uyum göstermesi zaman
almaktadır.
90
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
91
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
92
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Arzın fiyat esnekliği bir malın fiyatındaki değişime karşı o malın arz
miktarının duyarlılığı olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak talepte olduğu
gibi arzın fiyat esnekliği yerine arz esnekliği kavramı kullanılmaktadır. Arz
esnekliği miktardaki oransal (%) değişimin, fiyattaki oransal (%) değişmeye
oranıdır. Arz esneklik katsayısı, malın fiyatı ile arz edilen miktar arasındaki
ilişkinin aynı yönde olması nedeniyle her zaman pozitiftir. Arz esnekliğini
ölçmek için aşağıdaki formül kullanılmaktadır.
93
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
∆Q
Q ∆Q P ∆Q P
Arz Esnekligi (ε s ) = = × = ×
∆P Q ∆P ∆P Q
P
∆Q Q2 − Q1
Q Q1
εs = =
∆P P2 − P1
P P1
94
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
0 < ε <1
Fiyat
Fiyat
ε =0
Fiyat
ε =1
0 0 0
Miktar Miktar Miktar
Fiyat
Fiyat
1< ε < ∞
ε =∞
0 0
Miktar
Miktar
95
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
S1
Fiyat
P2 E2
P1 E1 D2
D1
0 96
Q1 Miktar
D2
D1
P2 E2
E1
P1
0
Q1 Q2 Miktar
97
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
D2
D1 S1
E2
P2
E1
P1
0
Q1 Q2 Miktar
98
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
SS
SM
Fiyat
SL
P1
P0
0
QM QS QL Miktar
Şekil 4.9. Piyasa Fiyatının Oluşumunda Zamanın Etkisi
99
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
• Sürekli dalgalanma
• Azalan dalgalanma
• Şiddetli dalgalanma
100
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
101
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Sm S1m
Fiyat
S
P1
P0
P2
Q1 Q0 Q2 Miktar
102
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Fiyat
S
2 3
P1
6
10 11 7
13 12
8
9 13
4
5
Q1 Q3
Miktar
103
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Fiyat
S
10 11
6
2 7
P1
3
5 4
8
9
0 D
Q1 Miktar
104
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
105
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Fiyat
D
S
P2
P0 E
P1
Tavan fiyat
Aşırı talep
0
Q2 Q0 Q1 Miktar
106
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Aşırı arz
S
Taban fiyatı
P1
E
P0
0
Q1 Q0 Q2 Miktar
107
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
BÖLÜM 5
TÜKETİM TEORİSİ
(TÜKETİCİ DENGESİ)
108
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
(i) Toplam fayda: Belirli bir mal veya hizmetin tüketiminden elde
edilen faydaya toplam fayda denilmektedir. Daha açık bir ifadeyle toplam
fayda, belirli miktarda tüketilen bir malın tüm birimlerinin sağladığı
faydaların toplamıdır.
109
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
110
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Toplam Fayda
100
80
60
40
20
0
2 4 6 8 10 Miktar
Fayda İndeksi
30
20 Marjinal Fayda
10
0 2 4 6 8 10 Miktar
Şekil 5.1. Toplam ve Azalan Marjinal Fayda Eğrileri
111
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
112
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
MU a MU b
= (2)
Pa Pb
MU a Pa
= (3)
MU b Pb
113
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
MU a MU b MU c MU n
= = = ............... =
Pa Pb Pc Pn
114
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
115
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
P0 E
D
0
Q0 Miktar
Şekil 5.2. Tüketici Rantı
116
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
117
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Fiyat
Fiyat
D
Pe
D
Ps
0 Qs Miktar 0 Qe Miktar
(i) (ii)
118
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
119
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
30 a
20 b h
10 g
c
120 d
e
f
0 10 20 30 Sucuk
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
I2
I1
I0
a g
Y1
Y0 h
121
0
S0 S1
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Sucuk
azaldıkça aynı farksızlık eğrisi üzerinde kalmak için daha fazla B malı
tüketmek gerekmektedir.
(ii) Orijinden uzaklaşan farksızlık eğrileri daha yüksek fayda ve
tercih düzeylerini gösterir. Bu durumun nedeni farksızlık eğrileri
paftasında açıklanmıştı.
(iii) Farksızlık eğrileri kesişmez. Daha açık bir ifadeyle farklı
tatmin düzeylerini gösteren farksızlık eğrileri birbirlerini kesmezler.
Şekil 5.6’da görüldüğü gibi g ve h farklı eğriler üzerinde f ise iki eğrinin
kesim noktasında yer almaktadır. IB eğrisi üzerindeki g noktası, çoğun
aza tercih edilmesi varsayımı gereği IA eğrisi üzerindeki h noktasına
tercih edilmektedir. Çünkü g noktası, h noktası ile aynı oranda sucuk
miktarına sahip olmakla birlikte daha fazla yumurta miktarına sahiptir.
Ancak h noktası ve f noktası (Y0 kadar yumurta ve So kadar sucuk) IA
farksızlık eğrisi üzerinde bulundukları için eşit tatmin düzeyine
sahiptirler. Öte yandan g ve f noktaları da IB farksızlık eğrisi üzerinde
bulundukları için aynı eşit tatmin düzeyine sahiptirler. Bu durumda, f
noktası ile aynı tatmin düzeyine sahip oldukları için g ve h noktalarının
da aynı tatmin düzeyine sahip olması gerekir. Ancak bu durum g’nin h
noktasına tercih edildiği varsayımıyla çelişki göstermektedir. Çünkü g
noktası, h noktasına hem eşit hem de daha üstün olamaz. Bu nedenle
farksızlık eğrileri birbirini kesmezler.
(iv) Farksızlık eğrileri dışbükeydirler (konveks). Bu özellik A malı
miktarı azaldıkça (soldan sağa doğru gidiş) bir birim ilave A malından
vazgeçmek için tüketicinin daha fazla B malı tüketmesi gerektiğini
belirtir.
122
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
IB IA
Yumurta
Y0
Y1
f
g
IB
IA
h
0 S0 S1 Sucuk
123
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
X2 X2
Farksızlık Eğrileri
Farksızlık Eğrileri
X1 X1
124
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
∆A
MİO =
∆B
∆A OM
MİO = = = tgα
∆B ON
A Malı
A Malı
D M
∆A
D
B
∆B
α
0 B Malı 0 N B Malı
(i) (ii)
Şekil 5.9. Marjinal İkame Oranı
125
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
∆A × MU A = ∆B × MU B (1)
∆A MU A
= (2)
∆B MU B
MU A
MİO =
MU B
(3)
126
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
e-f -1 5 -0.2
127
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
a
20
A b
c
Yumurta (düzine)
18
16 d
14
e
12 f n
10
g
8 h
6 i
4 m j
2
k
0
B
0 2 4 6 8 10
Sucuk (kg)
Şekil 5.10. Bütçe Doğrusu
Eğer tüketici, a noktasında ise tüm harcamasını yumurtaya yapmış
demektir. Benzer şekilde tüketici, k noktasında ise tüm gelirini sucuk
almak için harcamaktadır. Tüketici b noktasını tercih etmiş ise bu defa
gelirini 18 düzine yumurta ile 1 kg sucuk almak için kullanmaktadır.
Tüketicinin bütçe doğrusu a ve k noktalarının arasında kalan tüm
noktaların birleştirilmesi ile elde edilmektedir. Tüketici, bütçe
doğrusunun içerisinde (solunda) kalan m noktasında ise gelirinin
tamamını harcamamaktadır. Buna karşın bütçe doğrusunun yukarısındaki
(sağındaki) n noktası ise tüketicinin mevcut geliri ile satın alamayacağı
bir mal bileşimini ifade etmektedir. Örneğin n noktası 14 düzine yumurta
ve 8 kg sucuk bileşimini göstermektedir. Bu bileşimin elde edilmesi ise
tüketicinin veri geliri ile olanaksızdır. Bütçe doğrusu, malların
fiyatlarındaki değişmeler veya tüketici bütçesindeki değişmeler nedeniyle
yer değiştirmektedir. Söz konusu bu değişmelerin bütçe doğrusuna
etkileri aşağıda açıklanmıştır.
128
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
40 E
20 A
10
129
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
D B F
0 5 10 20 Sucuk
130
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
A
20
10
131
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
B2 B B1
0 5 10 20 Sucuk
132
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Yumurta
a
20 b c
8 d
I4
I3
e I2
I1
0 f
6 10 Sucuk
133
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Yumurta
E
C
A Gelir-Tüketim Eğrisi
y z
Y2 x
Y1
I3
I2
I1
0
S1 S2 B D F Sucuk
134
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
X2
Gelir-Tüketim Eğrisi
C
I2
I1
0 Q2 Q1 B D X1
Şekil 5.15. Düşük Mallar İçin Gelir-Tüketim Eğrisi
1
:Fiyatı azalan bir maldan daha az talep edilmesi çelişkisine Giffen Paradoksu adı verilmektedir. Bu
çelişki XIX. yüzyılda İrlandalı işçilerin patates tüketimini inceleyen Giffen tarafından ortaya atılmştır.
135
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
I1 I2
A I0
1
g 2
3 Fiyat-Tüketim Eğrisi
0
136 Q2 C Sucuk
Fiyat
1.0
2.0
1.5 s t v Sucuk talebi
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
0.5
0
Q0 Q1 Q2 Miktar (Q)
137
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
5.2.5.3.1.İkame Etkisi
Tüketicinin reel geliri sabitken malların sadece nispi fiyatlarının
değiştiğini varsayalım. Bu durumda tüketici I1 eğrisi üzerinde olacak ancak
malların nispi fiyatları değiştiği için 1 rakamı ile gösterilen denge
noktasında artık maksimum tatmin elde edemeyecektir. Ayrıca nispi fiyatlar
AB’nin eğimi değil AC’nin eğimine eşittir. Bu durumda tüketicinin en iyi
mal bileşimini seçmesi için Iı eğrisi üzerinde 1 nolu denge noktası yerine
başka bir yerde dengeye gelmesi gerekmektedir. Bu optimum denge noktası,
yumurta cinsinden sucuğun yeni nispi fiyatının, ikame edilen (ilave olarak
tüketilen) yumurtanın MİO’na eşit olduğu yerde sağlanacaktır. Bu eşitliğin
sağlandığı noktada (optimum dengede), farksızlık eğrisi, sucuk fiyatı/
yumurta fiyatı oranının temsil ettiği bütçe doğrusuna teğettir.
Bu noktayı bulmak için AC’ye paralel ve aynı zamanda I1 eğrisine
teğet olan A1C1 doğrusu oluşturulur (Şekil 5.17). A1C1 ve AC birbirine
paralel oldukları için aynı eğime sahiptirler. Dolayısıyla A1C1’nin I1 eğrisi
ile teğet olduğu nokta tüketicinin denge konumudur. Bu durumda, yani
tüketicinin geliri sabitken sucuk fiyatları düşerse ve tüketicinin reel geliri
sabit tutulursa tüketicinin tatmin düzeyini 2 rakamı ile gösterilen yerde
maksimum yapacağı söylenebilir. Dolayısıyla tüketicinin fiyat düşmeden
önceki sucuk tüketimi Q1 ile fiyat düştükten sonraki sucuk tüketimi Q2
arasındaki fark yani Q2-Q1 fiyattaki değişmenin ikame etkisidir (Şekil 5.17).
Böylece ikame etkisi sonucu tüketici asıl denge noktası olan 2 nolu konuma
gelir. 1 ve 2 nolu dengeler aynı farksızlık eğrisi üzerinde bulunduğundan 1
nolu konumdan 2 nolu konuma geçmek tüketicinin refahını etkilemez.
138
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Ancak 2 nolu denge konumuna geçmekle daha ucuz olan sucuğun daha çok,
pahalı olan yumurtanın daha az alınması gibi akılcı bir davranış gerçekleşir.
139
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Yumurta
A1
1
3
0
Q1 Q2 B Q3 C1 C
Sucuk
İkame Gelir
Etkisi Etkisi
Fiyat Etkisi
140
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
BÖLÜM 6
ÜRETİM VE MALİYETLER
141
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
ayırımına tam olarak uygun düşen bir zaman aralığı (ay veya yıl) belirtmek
zordur. Söz konusu bu zaman ayırımı farklı faaliyet dallarında büyük
farklılıklar gösterebilmektedir.
Y = f ( X 1 / X 2 , X 3 ,...... X n )
142
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
TÜ
OÜ =
L
143
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
∆TÜ
MÜ =
∆L
144
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
145
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
itibaren ilave edilen her yeni işçinin üretime katkısı, kendisinden bir
öncekine göre daha az olacak şekilde üretim artacaktır. Burada arazi miktarı
sabit (10 dekar) olduğundan belli bir sayıda işçi istihdamından sonra azalan
verim etkisini göstermektedir. Sabit olan arazi üzerinde daha fazla işçi
çalıştırılmasına devam edilirse bir süre sonra üretimde mutlak bir azalma
kaçınılmaz olacaktır. Eğer azalan verimler yasası geçerli olmasaydı, sabit
girdiye değişken girdi miktarını ekleyerek üretimi sürekli olarak artırmak
olanaklı olabilecekti.
146
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
70 TÜ
60
50
40
30
20
10
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İşgücü
(i) Toplam Ürün
Çıktı
15
10
OÜ
5
0
1 2 3 4 5 6 7 8 9 İşgücü
-5
(ii) Marjinal ve Ortalama Ürün MÜ
147
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
148
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
149
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
KOÜ2
KOÜ1 KMÜ2
KMÜ1
L1 L2 İşgücü
(i) Ölçeğe Sabit Getiri
Kişi başına ürün
KOÜ2
0 KOÜ1
KMÜ2
KMÜ1
0
L1 L2 İşgücü
150
Kişi başına ürün
n m
KOÜ1
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
KMÜ2
0
L1 L2 İşgücü
(iii) Ölçeğe Azalan Getiri
verilmiştir. Söz konusu şekilden izlenebileceği gibi firmanın kısa dönem
ortalama ürün (KOÜ1) eğrisi üzerindeki c noktasında çalıştığını varsayalım.
Bu noktada ortalama ürün maksimumdur. Yani L1 kadar işçi çalışmakta ve
işçi başına ortalama ürün ise c kadardır. Şimdi, birincinin iki katı
büyüklüğünde olan yeni bir fabrika yapıldığını ve bu fabrikada öncekinin iki
katı kadar işçi çalıştığını kabul edelim. Yani, büyük fabrikada çalışan işçi
miktarı (L2), küçük fabrikada çalışan işçi miktarının (L1) iki katı kadardır.
Bu durumda çıktı da iki kat artmaktadır. Başka bir ifadeyle birim girdi
miktarı başına düşen çıktıda aynı orandadır. Böylece Şekil 6.2(i)’de c=d ve
ölçeğe getiri sabit olmaktadır.
151
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
152
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
20
Sermaye
a
16
12 b
c
8
153
4
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
0 4 8 12 16 20 İşgücü
orijinden en uzakta olan (10 birim) en yüksek üretim düzeyini temsil eder.
4 8 12 16 20 Emek
meydana getirmesi anlamına gelir. Bu durum eş-ürün eğrilerinin tanımına
uygun düşmez.
20
Sermaye
Q=10
16 Q=8
Q=6
12 Q=4
8
154
4
0
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
(ii) Eş-ürün eğrileri sol yukardan sağ aşağı doğru azalan bir
eğridir. Bu durum eş-ürün eğrisinin eğiminin negatif olmasından
kaynaklanmaktadır.
(iii) Eş-ürün eğrileri genellikle orijine göre dış bükeydir. Eş-ürün
eğrisinin orijine dış bükey olmasının nedeni marjinal ürünün azalış yasası ile
açıklanabilir. Anımsanacağı gibi eş-ürün eğrilerinde, kullanılan iki üretim
faktöründen birinin miktarında belli bir azaltma yapılmasına karşın ürün
miktarının değişmemesi istenilmektedir. Bunu sağlamanın yolu ise ancak
diğer faktörün kullanımındaki yapılacak artışlar ile olasıdır. Başka bir
ifadeyle üretimde kullanılan iki faktörden birisinin azaltılması ile ortaya
çıkacak olan üretim kaybını önlemek için, diğer faktörün kullanım
miktarının giderek arttırılması gerekmektedir. İşte bu gereklilik, yani bir
faktörün kullanımı azaltılırken diğerinin arttırılarak kullanılması, eş-ürün
eğrilerinin dış bükey olmasına yol açmaktadır.
(iv) Eş-ürün eğrileri orijinden uzaklaştıkça ürün miktarı artar.
Bir eş-ürün eğrisinden bir üstteki diğer eş-ürün eğrisine geçilmesi daha
yüksek bir üretim düzeyini gösterir. Dolayısıyla her bir eş-ürün eğrisi ayrı
bir üretim seviyesine sahiptir.
155
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
∆L MVK
Buradan; MTİO LK = = olur.
∆K MVL
Emek
(L)
L1 C
∆L
D
L2
α
0 K1 ∆K K2 Sermaye (K)
156
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
M t = PK .K + PL .L
A
Mt/PK
Mt = PKKc + PL.L
PK D
157
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
E
PL
B
0 Mt /PL Emek
Emek
0 B 158
D F Sermaye
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Emek Emek
A
C
0 B C Sermaye 0 B D Sermaye
(i) Sermaye Fiyatının Düşmesi (ii) Üreticinin Bütçesinin Artması
159
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
doğrusu üzerinde E’nin dışında bir noktanın (N) alınması, aynı masrafla
daha düşük bir üretim miktarı demektir. Aslında N noktası AB eş–maliyet
doğrusu üzerinde bulunmaktadır. Ancak daha düşük bir üretim miktarını
temsil eden P0 eş-ürün eğrisi üzerindedir. Diğer yandan üretici dengesi,
üreticinin bütçesini aştığı için P2 üzerinde de olamaz. Dolayısıyla üreticinin
belirli bir maliyetle üretimini maksimize ettiği üretim düzeyi E noktasında
gerçekleşir.
Üreticinin dengeye geldiği E noktasında, eş-ürün eğrisinin eğimi
(∆ L / ∆ K ) ile eş-maliyet doğrusunun eğimi ( PK / PL ) birbirine eşittir. Daha
önceki açıklamalarda eş-ürün eğrisinin eğiminin, MTİO’na eşit olduğu
[(∆ L / ∆ K ) = ( PK / PL )] belirtilmişti. Diğer yandan MTİO’nın aynı zamanda,
üretim faktörlerinin marjinal verimlilikleri oranına ( MVK / MVL ) eşit
olduğu da ifade edilmişti. Bu durumda;
Emek
A N
d E
P2
P1
P0
0 r B Sermaye
160
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Sermaye
S
Genişleme Yolu
c
K1
b
a P3
P2
P1
0 L1 İşgücü
161
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Emek
N Fiyat-Faktör Eğrisi
0 B C Sermaye
162
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Daha önceki konularda üretim teorisi ile ilgili olarak azalan verim
yasası, girdi-çıktı ilişkileri ve üretim ölçeği açıklanmıştı. Bu açıklamalar
yapılırken, üreticilerin kullanmış olduğu girdiler ve ürün miktarı
arasındaki fonksiyonel ilişkiler üzerinde durulmuştu. Ancak üreticinin
kullanmış olduğu girdilerin fiyatları dikkate alınmamıştı. Üretim
fonksiyonuna paralel olarak üretim miktarı ile maliyetler arasındaki
ilişkiler maliyet fonksiyonu olarak ifade edilmektedir. Maliyet; üretim ve
verim ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle maliyet fonksiyonu türetilmiş
bir fonksiyondur. Üretim fonksiyonunda olduğu gibi üreticinin maliyet
fonksiyonu da değişik şekiller alabilir. Bununla birlikte üretim
maliyetleri üzerindeki açıklamalar iki türlü maliyet fonksiyonu ile
yapılacaktır. Bunlar kısa ve uzun dönem üretim-maliyet ilişkileridir.
Maliyetlerin kısa ve uzun dönem olarak incelenmesinin önemli bir nedeni
uzun dönem maliyetlerin, firmaya geleceğe yönelik faaliyetlerin
planlanmasında ışık tutmasıdır. Firmanın yatırım kararları ve teknoloji
seçimi gibi konular uzun dönem maliyetlerine göre şekillenir. Buna
karşın kısa dönem maliyetler, belirli bir dönemde yapılan faaliyetlerden
kaynaklanan maliyetleri belirler. Kısa ve uzun dönem maliyetlerini
incelemeden önce maliyet kavramının üzerinde kısaca durmakta yarar
vardır.
Maliyet, firmaların üretimde kullandıkları faktörler için yapmış
olduğu ödemelerin tutarıdır. Maliyet kavramı geniş bir kavram olup açık
maliyet, örtük maliyet, alternatif ve sosyal maliyetleri kapsar.
Açık maliyet; firmalar tarafından üretim faktörleri sahiplerine ücret,
faiz, rant veya ara mallara yapılan parasal ödemelerdir. Açık maliyetler
ödenen ücret ve maaşlar, hammadde, kredi faizi gibi ödemelerden oluşur.
Örtük maliyet; firmaların üretimde kullandığı ancak bu kullanım
karşılığında parasal bir ödeme yapılmayan kaynakların değeridir. Ancak
örtük maliyetler için parasal ödeme yapılmaması, bu maliyetlerin bir maliyet
unsuru olma özelliğini yok etmez. Örtük maliyetler muhasebe kayıtlarına
kaydedilmediğinden, muhasebe maliyeti gerçek ekonomik maliyetlerden
düşük çıkar.
Alternatif maliyet; fırsat maliyeti olarak da bilinir. Buna göre,
üretilen herhangi bir malın değeri, aynı kaynaklarla üretilebilecek başka bir
malın değerini gösterir. Dolayısıyla herhangi bir üretimin alternatif maliyeti,
üretim yapıldığı için gerçekleştirilemeyen en iyi alternatif üretimdir.
Sosyal maliyet; toplumun kaynaklarının bir mal için kullanılmasının
değeridir.
163
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
164
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
TM = TSM + TDM
OM = TM / Q
OSM = TSM / Q
165
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
ODM = TDM / Q
OM = OSM + ODM
MM = ∆TM / ∆Q
MM = ∆TDM / ∆Q
166
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
167
Ekonomiye Giriş Üretim ve Maliyetler
Çizelge 6.4.Toplam ve Ortalama Maliyetler (İşgücü birim fiyatı 20 TL ve sermaye birim fiyatı 5TL)
Girdiler Üretim Toplam Maliyet (TL) Ortalama Maliyet (birim TL) Marjinal
İşgücü Sermaye Miktarı Sabit Değişken Toplam Sabit Değişken Toplam Maliyet
(birim) (birim) (Q) (TSM) (TDM) (TM) (OSM) (ODM) (OTM) (MM)
(1) (2) (3) (4) (5) (6)=(4/5) (7)=(4/3) (8)=(5/3) (9)=(6/3) (10)
1 10 4 50 20 70 12.50 5.00 17.50 -
2 10 10 50 40 90 5.00 4.00 9.00 3.33
3 10 21 50 60 110 2.38 2.86 5.24 1.82
4 10 40 50 80 130 1.25 2.00 3.25 1.05
5 10 55 50 100 150 0.91 1.82 2.73 1.33
6 10 60 50 120 170 0.83 2.00 2.83 4.00
7 10 63 50 140 190 0.79 2.22 3.01 6.67
8 10 64 50 160 210 0.78 2.50 3.28 20.00
TM = TSM + TDM OTM= TM /Q = OSM +ODM
OSM = TSM /Q MM = ∆TDM /∆Q= ∆TM/ ∆Q
ODM = TDM/Q
127
6.4.1.4. Kısa Dönem Maliyet Eğrileri
Çizelge 6.4’deki veriler kullanılarak çizilen kısa dönem maliyet
eğrileri Şekil 6.12’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi marjinal maliyet eğrisi,
ortalama toplam maliyet ve ortalama değişken maliyet eğrilerini minimum
noktalarından kesmektedir. Toplam sabit maliyet ise yatay eksene paralel bir
doğrudur. Çünkü, tüm üretim seviyelerinde bu masrafın miktarı (50 TL)
sabittir. Toplam değişken maliyet ve toplam maliyet eğrileri birbirine
paraleldir. Bu ikisi arasındaki dikey uzaklık, toplam sabit maliyete eşittir.
Bu uzaklığın değeri Çizelge 6.4’te görüldüğü gibi 50 TL’dir. Toplam
değişken maliyetlerdeki artış başlangıçta azalır, belli bir noktadan sonra da
artar.
Kısa dönem ortalama toplam maliyet eğrileri genelde U biçimindedir.
Ortalama masraf eğrisinin U şeklinde olmasının nedeni, ortalama sabit
maliyetlerin üretim arttıkça hızla azalmasından kaynaklanır. Buna karşın
ortalama değişken maliyet eğrisinin U şeklinde olmasının nedeni, azalan
verimler yasasıdır. Üretim miktarı arttıkça ortalama değişken maliyet eğrisi
giderek ortalama maliyet eğrisine yaklaşarak yükselmektedir. Çünkü, yüksek
üretim miktarlarında ortalama maliyetler içerisinde ortalama sabit
maliyetlerin payı çok azaldığından ortalama maliyet ile ortalama değişken
maliyet eğrileri birbirlerine yaklaşmaktadır. Ortalama maliyet ve marjinal
maliyet eğrisi arasındaki ilişkiler şöyle özetlenebilir;
(i) Ortalama maliyetler marjinal maliyetlerden büyük ise, ortalama
maliyetler azalmaktadır (OM > MM ⇒ OM azalmaktadır ) .
(ii) Ortalama maliyetler marjinal maliyetlere eşit olduğunda, ortalama
maliyetler minimum olur (OM = MM ⇒ OM min imumdur ) .
(iii) Marjinal maliyet, ortalama maliyetten büyük ise ortalama maliyet
artmaktadır ( MM > OM ⇒ OM artmaktadır ) .
TM
Toplam Maliyet
Birim Maliyet
TDM
MM
OTM
TSM
ODM
OSM
0 Ürün 0 Qm Ürün
(i) Toplam Maliyet Eğrileri (ii) Ortalama Maliyet Eğrileri
129
değiştirmenin yanı sıra tesislerin sayısını da arttırabilir. Böylece uzun
dönemde tüm üretim faktörleri değiştirilebildiği için her üretim düzeyini
gerçekleştirmenin en düşük maliyetli yöntemi mümkün olabilmektedir.
Sonuçta uzun dönemde üretim yapan firma ölçeğe getirinin; ölçeğe göre
artan, azalan ve sabit getiri durumlarından biri ile karşılaşacaktır.
130
KOM1
KOM2
C1 KOM3
KOM4
C2
UOM
0 Q1 Ürün
131
Şekil 6.13. Uzun Dönemde Ortalama Toplam Maliyet Eğrileri
durumda işletmenin üretim düzeyi Q1, ortalama masrafı ise C1 olacaktır.
Uzun dönemde firma daha büyük fabrikada (KOM2) aynı miktardaki üretimi
daha düşük masrafla (C2) yapabilmektedir. Yani küçük fabrika ile yapılan Q1
üretim miktarını, daha düşük bir masrafla orta büyüklükteki bir fabrikada
(KOM2) gerçekleştirmek mümkündür. Buradaki KOM eğrisi veri bir
fabrikanın en etkin bir şekilde nasıl kullanılacağını belirtirken, UOM eğrisi
de istenilen çıktı miktarının en etkin şekilde üretiminin nasıl olacağını
belirtmektedir. Eğer daha büyük fabrika birim başına maliyetin
düşürülmesini sağlıyorsa, daha büyük fabrikada üretim yapmak firmaya
avantaj sağlamaktadır. Firmanın çok sayıda fabrika büyüklüğünü seçme
fırsatı varsa firmanın uzun dönem ortalama maliyet (UOM) eğrisi çizilebilir.
Şekil 6.13’de görüldüğü gibi ortalama maliyet eğrilerinin her biri kısa
dönem bir ortam oluşturmasına karşın bir ortalama maliyet eğrisinden
diğerine geçiş olanağının olması, uzun dönem bir ortamın doğmasına neden
olmaktadır.
Uzun dönem ortalama maliyet eğrisine bazen zarf eğrisi de
denilmektedir. Bunun nedeni uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin, kısa
dönem ortalama maliyet eğrilerini zarf şeklinde sarmasından ileri
gelmektedir. Buradaki kısa dönem ortalama maliyet eğrileri bir ya da daha
fazla üretim faktörü sabitken üretimin en düşük maliyetini göstermektedir.
Buna karşın uzun dönem ortalama maliyet eğrisi, bütün faktörler
değiştiğinde herhangi bir çıktının en düşük maliyetini belirtmektedir.
Dolayısıyla kısa dönem ortalama maliyet eğrisi hiçbir zaman uzun dönem
ortalama maliyet eğrisinin altına düşmez. Uzun ve kısa dönem maliyetleri
arasındaki ilişkiler şöyle özetlenebilir;
(i) Uzun dönem ortalama maliyet eğrisi, kısa dönem maliyet eğrilerine
teğettir ve onları kesmez. Başka bir deyişle kısa dönem ortalama maliyet
eğrisi, uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin altına düşmez. Bu nedenle
uzun dönem ortalama maliyet eğrisi belirli bir üretim hacminin elde
edilmesinde en düşük maliyetleri göstermektedir.
132
Uzun dönem marjinal maliyet kavramı, bir sonraki kapasite
büyüklüğüne geçildiğinde toplam maliyetlerdeki artışı belirtir. Kısa dönem
ortalama maliyet eğrileri gibi uzun dönem ortalama maliyet eğrisi de kendi
uzun dönem marjinal maliyet eğrisine sahiptir. Ancak uzun dönem marjinal
maliyet eğrileri, kısa dönem marjinal maliyet eğrilerinin bir bileşimi
değildir. Uzun dönem marjinal maliyet eğrisi uzun dönem ortalama maliyet
eğrisinin gösterdiği maliyetlerden gidilerek hesaplanır. Uzun dönem
marjinal maliyet eğrisi de uzun dönem ortalama maliyet eğrisini minimum
noktasında keser.
133
BÖLÜM 7
TAM REKABET PİYASASI
134
ise monopol (veya tekel) piyasasıdır. Bu iki piyasa arasında ise monopolcü
rekabet piyasası (monopollü rekabet piyasası, tekelci rekabet piyasası) ile
oligopol piyasası yer almaktadır (Şekil 7.1).
Ekonomi yazınında piyasalar; genellikle tam rekabet, monopol ve
eksik rekabet piyasaları ayrımı yapılarak incelenmektedir. Eksik rekabet
piyasaları, monopolcü rekabet ve oligopol piyasalarından oluşmaktadır.
Tam Rekabet Monopolcü Oligopol
Monopol
Rekabet
(Tekel)
Eksik Rekabet Piyasaları
(ii) Her firma birbirinin aynı kalitede (standart) olan mal üretir
135
ve satar (Homojenlik). Bir firma tarafından üretilen ve satılan ürün,
piyasadaki diğer firmaların ürünlerinden farklı değildir. Dolayısıyla
piyasadaki ürünler aynı nitelikte olduğu için, alıcılar açısından ürünün
kimden alınacağı önemli değildir.
136
tekelci) rekabet piyasasında ise tam rekabet piyasasındaki kadar çok sayıda
firma bulunur. Ancak bu piyasada firmalar, homojen bir mal değil farklı
veya tüketiciler tarafından farklı olduğuna inanılan malları üretir ve satarlar.
Oligopol piyasasında ise az sayıda firma bulunur. Piyasa türleri arasındaki
farklar Çizelge 7.1’de özetlenmiştir.
Tam rekabet piyasaları ile diğer piyasalar arasındaki en önemli
fark, tam rekabet piyasasında alıcı ve satıcıların tek başlarına fiyat
üzerinde hiçbir etkilerinin olmamasıdır. Bu durum daha önce de
belirtildiği gibi tam rekabet piyasasında çok sayıda firma olmasından
kaynaklanmaktadır. Görüldüğü gibi firma sayısının önemi piyasa
fiyatının belirlenmesindeki etkisinden ileri gelmektedir. Çünkü çok
sayıda firmanın yer aldığı bir piyasada, firmanın fiyatı belirleme ya da
etkileme şansı bulunmamaktadır. Örneğin; buğday, domates gibi tarım
ürünü üreten çok sayıda firma (çiftçi) olduğu için, çiftçilerin fiyatı
etkilemeleri söz konusu değildir. Buna karşın beyaz eşya veya otomobil
üretimi yapan firmalar az sayıda olduğu için fiyatı etkileyebilirler.
Dolayısıyla tam rekabet piyasasındaki firmalar sonsuz esnek (yatay
eksene paralel) talep eğrisine sahipken, az sayıda firmanın bulunduğu
eksik rekabet piyasaları ise negatif eğimli talep eğrisi ile
karşılaşmaktadırlar.
137
Tam rekabet piyasasında alıcı ve satıcıların fiyatlar üzerinde hiç
etkileri yoktur. Bu nedenle tam rekabet piyasasında (endüstride) fiyat
piyasa arz ve talebine göre oluşmaktadır. Tam rekabet piyasasında
piyasa fiyatı oluşumu Şekil (7.2i)’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi
piyasanın (endüstrinin) talep eğrisi negatif eğimlidir. Şekil (7.2ii)’de
ise tam rekabet piyasasındaki tek bir firmanın talep eğrisi verilmiştir.
Buna göre tam rekabet piyasasında firma, piyasa fiyatından istediği
miktarda mal satabilir. Çünkü söz konusu firmanın ürününe olan talep
eğrisi tam esnektir (sonsuz esnek). Diğer bir ifadeyle, tam rekabet
piyasasındaki firmanın ürününe olan talep eğrisi yatay eksene paralel
bir doğrudur. Buna karşılık eksik rekabet piyasalarında yer alan
firmaların talep eğrileri negatif eğimlidir. Dolayısıyla tam rekabet
piyasasındaki firmalar ile diğer piyasa türleri arasındaki en büyük
fark, firmanın talep eğrisinin şeklinden kaynaklanmaktadır.
P P
S
E P0
P0 D
D
0 0
Q0 Q
Q
(i) Piyasa
(ii) Firma
138
daha yüksek fiyattan mal satmak istese bile, piyasada tüm ürünlerin aynı
kalitede olması nedeniyle alıcılar başka firmadan mal alımına
yöneleceklerdir. Diğer yandan firma piyasa (P0) fiyatından tüm üretimini
satabildiği için bu denge fiyatının altında bir fiyattan mal satmayı da
düşünmeyecektir.
TG = P × Q
OG = TG Q
TG = P × Q
OG = P × Q / Q buradan, OG = P
Görüldüğü gibi firmanın ortalama geliri, malın birim fiyatına eşittir.
MG = OG = P
Tam rekabet piyasasına konu olan bir tarımsal ürüne ait sayısal
veriler kullanılarak firma gelirleri daha anlaşılır hale getirilebilir
139
(Çizelge 7.2). Ürünün kilogram fiyatı 300 TL olarak kabul edilirse, bu
durumda toplam gelir, her bir kg ürün satıldıkça 300 TL artacaktır.
Çünkü her bir kilogram ürün satışı 300 TL gelir getirmektedir.
Dolayısıyla ortalama gelir, her bir kilogram satılan ürün için 300
TL’dir. Ayrıca her birim ek ürün satılmasıyla da 300 TL ilave gelir elde
edileceği için satılan her ek birimin marjinal geliri de 300 TL olacaktır.
Çizelge 7.2’de görüldüğü gibi tüm üretim düzeylerinde
OG = MG = P ’dir.
P P TG
OG =MG= P 3900
300
3000
0 0
140
10 Q 10 13 Q
141
bir ifadeyle firmanın geliri, toplam değişken maliyetleri karşılamıyorsa
üretimden vazgeçilmelidir. Böyle davranmakla firma, toplam değişken
maliyetlerden kurtulmuş olacaktır. Kapanma kuralı ayrıca, ortalama gelir
(OG), ortalama değişken maliyetlerden (ODM) büyük veya ona eşit olursa
firma üretim yapmalıdır şeklinde de ifade edilmektedir (OG≥ODM).
Bilindiği gibi kısa ve uzun dönem maliyetleri birbirinden farklıdır. Bu
nedenle kapanma kuralını kısa ve uzun döneme göre ayrı ayrı incelemek
gerekir.
• Kısa Dönemde Kapanma Kuralı: Kısa dönemde firmanın üretim ile
ilgili kararları değişken maliyetlere göre belirlenmektedir. Çünkü kısa
dönemde firma hiç üretimde bulunmasa dahi sabit maliyetler oluştuğu için
firmanın sabit maliyetlerden kaçınması söz konusu değildir. Turistik bir
bölgede sahildeki bir oteli örnek olarak ele alalım. Mevsim dışı ya da kış
döneminde talep azlığı nedeniyle otelin ancak bazı odaları dolacaktır. Bu
durumda bu dönemde otel kapanmalı mıdır? Tahmin edileceği gibi otel
faaliyetine devam ettiği sürece hem değişken, hem de sabit maliyetleri söz
konusu olacaktır. Sabit maliyetlere örnek olarak; sabit sermayenin faizi,
otelin yıllık kira bedeli verilebilir. Değişken maliyetler ise otel ile ilgili işçi
ücretleri, ısıtma, aydınlatma, temizlik giderleri gibi masraflardan oluşur.
Eğer değişken maliyetler karşılanacak kadar gelir elde edilmiyorsa otelin kış
döneminde kapatılması gerekir. Bununla beraber sahildeki bazı otellerin
kışın da faaliyetlerine devam ettikleri görülebilir. Bunun nedeni bu otellerin
kış döneminde değişken maliyetlerinin tamamını karşıladığı gibi, sabit
maliyetlerinin de bir kısmını karşılayabilmesinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla bu oteller kış döneminde toplam maliyetlerini karşılayacak
kadar gelir elde etmeseler bile kışın da faaliyetlerine devam ederler. Eğer
söz konusu bu otel kışın kapatılırsa ekonomik yönden daha kötü bir durumla
karşılaşacaktır. Daha açık bir ifadeyle otelin kışın kapatılması ile kış
dönemindeki sabit maliyetlerin bir kısmının karşılanma durumu ortadan
kalkmış olmaktadır. İşte bu nedenledir ki sahildeki bazı otellerin kışın
faaliyetlerine devam ettikleri görülmektedir.
• Uzun Dönemde Kapanma Kuralı: Uzun dönemde tüm maliyetler
değişken olduğu için, kârını maksimize etmek isteyen bir firma, ancak
toplam maliyetlerini karşıladığı ölçüde faaliyetine devam edecektir.
Dolayısıyla uzun dönemde sadece kısa dönemdeki değişken maliyetlerin
karşılanması üretime devam etmek için yeterli değildir. Otel örneğine tekrar
dönülecek olursa, eğer otelin yaz ve kış dönemindeki geliri, otelin yıl boyu
tüm maliyetlerini karşılıyorsa otel kışın açık kalabilir. Aksi taktirde uzun
142
dönemde otel kapanmalıdır.
Antalya ilindeki Koray otelinin turizm mevsiminde ve mevsim
dışındaki geliri ile maliyetlerini ele alarak uzun dönemde kapanma kuralını
sayısal olarak inceleyebiliriz. Çizelge 7.3’te görüldüğü gibi yıllık sabit
maliyetleri (TSM) 26 milyar lira olan otelin turizm mevsimindeki brüt kârı
(BK) 24 milyar liradır (değişken maliyetler karşılandıktan sonraki gelir).
Turizm mevsimi dışında ise otelin toplam geliri (TG) 20 milyar, değişken
maliyetleri de (TDM) 18 milyar liradır. Bu durumda otel mevsim dışında
faaliyetine devam etmekle değişken maliyetlerinin tamamını karşıladığı gibi
sabit maliyetlerin de bir bölümünü karşılamaktadır. İşte sabit maliyetlerin
bir kısmının karşılanması, otelin yıl boyu faaliyetine devam etmesini
sağlamaktadır. Şimdi diğer tüm veriler aynı kalmak koşulu ile otelin mevsim
dışındaki toplam gelirinin 19 milyara düştüğünü varsayalım. Bu durumda
toplam gelir, değişken maliyetlerden büyük (TG > TDM ) olduğu için
otelin kısa dönemde (mevsim içi ve mevsim dışı) açık kalma koşulu
sağlanmaktadır. Ancak aynı şey otelin uzun dönemde de açık kalması için
söylenemez. Çünkü otelin yıllık brüt kârı 25 milyar lira iken toplam sabit
maliyetler 26 milyar liradır. Dolayısıyla otelin brüt kârı, sabit maliyetlerden
azdır ( BK < TSM ) . Bu durumda otel, mevcut sermaye yapısıyla devam
edebildiği kadar faaliyetine devam eder. Ancak sermayeye yatırım
yapılamayacağından otel er veya geç kapanacaktır (Çizelge 7.3).
143
varsayalım. Bu durumda firma ek birim üretmemekle toplam kârını
artırabilir. Böylece MG>MM ise firma üretimini artırmalı, ancak MM>MG
olursa üretim durdurulmalıdır. Bu nedenle kâr maksimizasyonu, MM>MG
ya da MM<MG olduğunda değil MM=MG olduğunda gerçekleşir. Firmanın
kârını maksimum yapan çıktı düzeyine optimum çıktı denir.
Özetlemek gerekirse, kârını maksimize etmek isteyen tüm firmalar
için optimum çıktı düzeyini iki kural belirlemektedir. Buna göre eğer birinci
kural (TG ≥ TDM veya OG ≥ ODM ) yerine getirilmiyorsa üretim
yapılmamalıdır. Çünkü bu durumda optimum çıktı miktarı sıfır üretim
düzeyidir. Eğer birinci kural sağlanıyor ise bu durumda firma en kârlı üretim
için ikinci kurala ( MM = MG ) göre hareket etmelidir. Çünkü ikinci kural
firma için optimum çıktı miktarını göstermektedir. Kısacası birinci kural
firmanın üretimde bulunup bulunmayacağını belirlerken, ikinci kural
firmanın ne kadar üretmesi gerektiğini belirlemektedir.
144
miktarını seçecektir. Firma P = MM olduğu QE denge noktasındayken
üretimini artırır veya azaltırsa kârını azaltır. Firma QE’ nin solundaki
herhangi bir noktada örneğin Q0 noktasında üretimde bulunursa, fiyat
marjinal maliyetten büyük (P>MM) olmaktadır. Bu nedenle dengeye
ulaşmak için firma üretimini artırmalıdır (QE’nin solundaki ok yönünde).
Aynı şekilde firmanın üretimi QE’nin sağındaki herhangi bir noktada örneğin
Q1 üretim miktarında ise fiyat, marjinal maliyetten küçük (P<MM) olduğu
için firma üretimini azaltmalıdır (QE’nin sağındaki ok yönünde). Dolayısıyla
firma için kısa dönem dengesi QE üretim miktarıdır.
Birim TL
MM
ODM
P= MG=OG
0 Q0 QE Q1 Ürün
145
7.5.2.1. Tek Bir Firmanın Kısa Dönem Arz Eğrisi
Tek bir firmanın kısa dönem arz eğrisi Şekil 7.5’de verilmiştir.
Görüldüğü gibi firmanın marjinal maliyet (MM) eğrisi ve firmanın
karşılaştığı dört fiyat düzeyi bulunmaktadır. Her fiyattaki yatay doğru
firmanın talep eğrisidir. Firmanın MM eğrisi, her üretim düzeyine ilişkin
marjinal maliyetleri göstermektedir. Bu durumda her fiyat düzeyinde
firmanın arz edeceği miktarı gösteren arz eğrisine gereksinim vardır. Fiyatlar
ortalama değişken maliyetlerden küçükse (P<ODM), firma hiç ürün arzında
bulunmayacaktır (1.kural). Fiyatlar, ortalama değişken maliyetlerden yüksek
(P> ODM) ise, firma marjinal maliyeti, fiyata (MM=P) eşitleyecektir
(2.kural, burada bu kural tam rekabetçi firma için MG=P koşuluna göre
modifiye edilmiştir). Özetle tam rekabet koşullarında bir firmanın arz eğrisi,
firmanın MM eğrisinin ODM’in üzerinde kalan kısmı olduğu sonucu
çıkarılabilir.
MM
Fiyat (TL) S
Fiyat (TL)
E3 P3
5 5
ODM
E2
4 P2 4
E1
3 P1 3
2 P0 2
E0
1 1
0 Q0 Q1 Q2 Q3 Miktar 0 Q0 Q1 Q2 Q3 Miktar
(i) MM ve ODM Eğrileri Miktar
(ii) Arz Eğrisi
146
denge noktası ancak ortalama değişken maliyetin karşılanabildiği noktadır.
Dolayısıyla E0 noktası firmanın kapanma noktasını göstermektedir. Fiyatlar;
3, 4 ve 5 TL’ye yükseldikçe denge noktaları da E1, E2 ve E3’e kaymaktadır.
Bu denge noktalarında üretim miktarları Q1,Q2 ve Q3 düzeyindedir. Bu
fiyatların herhangi birinde firmanın geliri, ortalama değişken maliyetlerden
(ODM) fazladır. Firmaların gelirinin değişken maliyetlerden yüksek olduğu
bu durumlara örnek olarak P1 fiyatı ve Q1 üretim miktarı Şekil 7.5i’de koyu
alan olarak gösterilmiştir. Böyle bir durumdaki üretim miktarında firmanın
sabit masrafları da karşılanmaktadır.
147
P P
6 6
SA
5 5 SB
4 4
P=3 3
2 2
1
1
0 1 2 3 4 5 6 Q 0 1 2 3 4 5 6 Q
(i) A Firması (ii) B firması
P 6
5 SA+B
4
3
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 Q
(iii) A ve B firması
Şekil 7.6. Rekabetçi Bir Endüstri İçin Toplam Arz Eğrisi
148
toplam arz edilen miktara eşit olduğu için kısa dönemde fiyatı değiştirmek
için neden yoktur. Çünkü piyasa ve endüstrideki tüm firmalar kısa dönem
dengesindedir.
7.5.4. Firmanın Kısa Dönem Kârlılığı
KOTM
Fiyat
Fiyat
C MM
MM
KOTM
ODM E2
E1 P2
P1
0 Q1 Ürün 0 Q2 Ürün
(i) Zarar Durumu (ii) Başabaş Durumu
Fiyat
MM
KOTM C
E3
P3
149
0 Q3 Ürün
(iii) Kâr Durumu
Şekil 7.7’de görüldüğü gibi kısa dönem dengesindeyken tam rekabetçi
firma zarar edebilir (i), başabaş noktasında olabilir (ii) ya da kâr yapabilir
(iii). Firmalar mevcut maliyet seviyesinde üç alternatif fiyat düzeyi (P1, P2 ve
P3) ile karşı karşıyadır. Her üç durumda da fiyat ortalama değişken
maliyetlerden büyük (P>ODM) olduğu için firma, fiyat düzeylerine bağlı
olarak sırasıyla E1, E2 ve E3 noktalarında kısa dönem dengesindedir.
Şekil 7.7i’de fiyat P1 olup firma koyu alan kadar zarar etmektedir.
Çünkü fiyat ortalama toplam maliyetlerden küçüktür. Fakat fiyat, ortalama
değişken maliyetten büyük olduğu için üretim yapmak firma için yararlıdır.
Ancak bu durumda firma sermayeye yatırım yapamamaktadır. Şekil 7.7ii’de
fiyat P2 olup firma toplam maliyetlerini karşılamaktadır. Bu durumda firma
başabaş noktasındadır (normal kâr). Bu nedenle firma sermayeye yatırım
yapabilir. Şekil 7.7iii’de ise fiyat P3 olup firma koyu alan kadar kâr
yapmaktadır.
150
B TG
TG
TM
TM
Maksimum Kâr
A
Zarar
0 Q Miktar
Şekil 7.8. Kısa Dönem Dengesi
151
üretimlerini oluşan bu fiyata göre düzenleyeceklerdir. Firmaya endüstrilerin
girmesi ve fiyatın düşmesi, Şekil 7.7ii’deki firmanın denge durumuna yani
sıfır kâr dengesine gelinceye kadar devam edecektir. Şekil 7.7i’deki gibi
olduğunda firmalar zarar etmektedirler. Bu konumdaki firmalar değişken
maliyetlerini karşılamakta ancak toplam maliyetlerini karşılayamamaktadır.
Bu durumda firmalardan bazıları endüstriyi terkedecektir. Böyle bir
durumda endüstrinin toplam arz eğrisi sola kayacak ve dolayısıyla piyasa
fiyatı yükselecektir. Firmalar endüstriyi terk ettikçe fiyat yükselmeye devam
edecek ve kalan firmalar Şekil 7.7ii’deki sıfır kâr dengesine ulaşınca
piyasadan firma çıkışı duracaktır.
Şekil 7.9’da görüldüğü gibi başlangıçtaki denge E0’dır. Endüstriye
yeni giren firmalar, arz eğrisini S1’e kaydırırlar. Bu durumda denge fiyatı
P1’e düşerken çıktı mikarı Q1’e yükselir. Oysa piyasaya yeni firmalar
girmeden P1 fiyatı ile sadece Q2 kadar üretim yapılmaktaydı.
E0 S1
P0
E1
P1
D
0 Q2 Q0 Q1 Miktar
152
olması demektir (MM=P).
(ii) Mevcut firmalar zarar etmemelidir. Eğer firmalar zarar ederlerse
yatırım yapamazlar. Bu durumda da endüstrinin toplam üretimi düşer.
(iii) Yeni firmaların endüstriye girmelerini teşvik edici bir ortam
olmamalıdır. Bu mevcut firmaların, mevcut üretme kapasiteleri ile kâr elde
etmemeleri demektir.
(iv) Mevcut firmalar üretim kapasitelerini artırarak kârlarını
arttırmamalıdır. Bu koşul mevcut her firmanın, uzun dönem maliyet
eğrisinin minimum noktasında üretim yapıyor olması demektir. Buna göre
firma farklı boyutta fabrika inşa ederek ortalama maliyetini düşüremeyecek
ve aşırı kâr (normal üstü) elde edemeyecektir.
Bazı yazarlar ikinci ve üçüncü koşulu tek koşul altında
birleştirmektedir. Bu durumda koşul “mevcut firmaların toplam gelirleri,
onların toplam maliyetlerine eşit olmalıdır” şeklinde ifade edilmektedir.
Şekil 7.10’da uzun dönemde firma dengesi görülmektedir. Görüldüğü gibi
firma uzun dönem dengesinde olduğu zaman, uzun dönem maliyet eğrisinin
minimum noktasında üretim yapmaktadır. Denge noktasında her firma kısa
dönem kârlarını maksimize etmektedir (MM=P). Ayrıca mevcut firmalar
için kâr sıfır, yani kısa dönem ortalama maliyet eğrisi fiyata eşit olmaktadır
(KOM=P).
Şekil 7.10’dan görüldüğü gibi uzun dönem denge koşulları ancak
firmanın uzun dönem ortalama maliyet (UOM) eğrisinin en düşük noktası
olan E noktasında dengede olması ile sağlananabilmektedir. Denge
noktasında fiyat P ve miktar Q’dür Fiyatın P’den daha yüksek olması
durumunda firma normal üstü kâr elde edecektir. Sonuç olarak uzun
dönemdeki denge noktasında KOM=UOM=P=MM olmaktadır. UOM eğrisi
minimum olduğunda buna karşılık gelen üretim miktarına firmanın
minumum optimal ölçeği (veya minimum etkin ölçeği) adı verilmektedir.
Birim Fiyat
MM UOM
KOTM
P
Fiyat
153
Şekil 7.10. Uzun Dönem Firma Dengesi
0 Q Miktar
154
155
BÖLÜM 8
MONOPOL VE PİYASA DENGESİ
156
Tek satıcının olması firmanın endüstri konumunda olmasını sağlar.
Monopolcünün ürettiği malın yakın ikamesinin olmaması ise firmanın
rekabet ile hiç karşılaşmaması ya da önemsiz sayılabilecek derecede bir
rekabetle karşılaşması demektir. Piyasaya diğer firmaların girişlerinin
engellenmesi yasal, teknolojik ve ekonomik yollarla olabilir. Yasal engeller;
devlet tarafından belli firmalara verilen imtiyazlar, patentler ve lisanslardan
oluşur. Böyle bir durumda devlet bir firmaya belirli bir malın üretimi veya
hizmetin sunumu için izin verirken başka bir firmanın aynı işi yapmasını
engeller. Örneğin Türkiye’de posta hizmetlerini sunma yetkisi yasayla
PTT’ye verilerek diğer firmaların rekabetine engel olunmuştur. Bir firmaya
patent verilmesi de diğer firmaların piyasaya girişini engellemektedir.
Patentler genellikle belirli bir süre için verilmekte olup bu süre içerisinde
başka firmalar veya kişiler patentlenmiş ürünü üretemez. Yine bazı
endüstrilerin faaliyette bulunabilmesi için devlet tarafından lisans verilmesi
gerekir. Örneğin, ilaç sanayinde firmaların üretimde bulunması için lisans
sahibi olmaları gerekir. Televizyon istasyonları da lisans sahibi olmaya
örnek verilebilir.
157
(iv) Büyük ölçekli firmaların kurulması: Ölçeğe göre artan
verimden yararlanan bir firma, zaman içerisinde monopolcü firma
konumuna gelebilir.
158
fiyattan az, düşük fiyattan ise çok miktarda talep edilir. Dolayısıyla
monopolcü firmanın marjinal gelir eğrisi, tam rekabet piyasasında olduğu
gibi talep eğrisi ile aynı değildir. İlk üretim miktarı dışında marjinal gelir
eğrisi talep eğrisinin altında yer alır. Bu nedenle malın ek biriminin satışının
toplam gelire katkısı, malın satış fiyatından daha azdır. Bu anlatılanlar
sayısal bir örnek ile daha iyi açıklanabilir (Çizelge 8.1).
159
TL (ε > 1)
10 (ε = 1)
(ε < 1)
5
OG= D
0
50 100 Miktar
-10
MG
TL
250
TG
0 50 100 Miktar
160
gelir pozitif, esneklik 1’den büyük (ε > 1) ve toplam gelir artmaktadır.
Buna karşın üretim miktarının 50 ile 100 birim arasında olduğu durumda ise
marjinal gelir negatif, esneklik 1’den küçük (ε < 1) ve toplam gelir
azalmaktadır.
Kısacası tam rekabet piyasası ile monopol piyasası arasındaki önemli
farklardan birisi talep ve marjinal gelir eğrilerinin biçimidir. Yani tam
rekabet piyasasında bir firma için fiyat veri olduğundan fiyat, marjinal gelire
eşittir ( P = MG ) . Buna karşın monopolcü firma için fiyat daima marjinal
gelirden büyüktür ( P > MG ) .
161
noktasından sonra ise sağa doğru gidildikçe marjinal maliyet, marjinal
gelirden büyük ( MM > MG ) olmaktadır. Bunun anlamı ilave olarak
üretilen birimlerin maliyetlerinin bu birimlerin gelirlerinden fazla olması
demektir. Bu nedenle QE’nin sağında monopolcü firma, üretimi
durdurur. Böylece QE üretim miktarında marjinal gelir marjinal
maliyete eşit ( MG = MM ) olduğundan firma kârını maksimize
etmektedir. Monopolcü firma için marjinal gelir, fiyattan küçük olduğu
için MG = MM eşitliğinde hem marjinal gelir hem de marjinal maliyet
fiyattan küçüktür.
OG
MM
MG
MM Pı
P
D=OG
E
MG
0 QE Q
162
Görüldüğü gibi P0 fiyatı marjinal maliyetten büyüktür ( P0 > MM ) . Daha
önceki açıklamalardan kârı maksimize eden kuralın, MG = MM ve fiyatın
ortalama değişken maliyetten büyük ( P > ODM ) olduğunu biliyoruz. Şekil
8.3’te ortalama değişken maliyet eğrisi verilmemiştir. Ancak ortalama
değişken maliyet eğrisi, ortalama toplam maliyet eğrisinin aşağısında
olacaktır. Kârın olup olmaması ortalama toplam maliyet (OTM ) eğrisinin
konumuna bağlıdır. İlk grafikte ortalama toplam maliyet OTM1 ile
gösterilmiş olup elde edilen kâr koyu alan ile gösterilmiştir (Şekil 8.3i).
İkinci grafikte ise ortalama toplam maliyet OTM2 olup kâr sıfırdır
(Şekil 8.3ii). Ortalama toplam maliyetlerin OTM3 konumunda olduğu
varsayılırsa bu durumda monopolcü firma grafikte gösterilen koyu alan
kadar zarar edecektir. Kısacası, monopolcü firma kâr edebilir, zarar edebilir
veya başabaş noktasında bulunabilir.
TL
TL
MM
MM OTM3
P0 OTM2
P0 OTM1
D D
MG MG
0 Q0 Ürün 0 Q0 Ürün
(i) (ii)
Şekil 8.3. Monopolcü Kârları
163
tam rekabet piyasasının aksine marjinal gelir fiyata eşit değildir. Çünkü
monopol piyasasında marjinal gelir, fiyata değil talep eğrisinin eğimine
bağlıdır.
164
miktarlar için P2 fiyatını ve Q2’den sonraki miktarlar için ise P3 fiyatını
uygulayarak fiyat farklılaştırması gerçekleştirebilir. Eğer farklı miktarlara
farklı fiyatlar uygulanmasaydı Q3 miktarı P3 fiyatından satılacaktı. Ancak
monopolcü, farklı miktarlara farklı fiyatlar uygulayarak koyu alan kadar
tüketici rantını kâra dönüştürmektedir.
P1
P2
P3
D
0 Q1 Q2 Q3 Q
165
Burada fiyat farklılaştırmasının malın birimleri arasında fiyat
farklılaştırması ve alıcılar arasında fiyat farklılaştırması olmak üzere iki
biçimi ele alınacaktır.
Fiyat
300
200
100
Pazar Fiyatı
30
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Miktar
Şekil 8.5. Malın Birimleri Arasında Fiyat Farklılaştırması
166
Ancak gerçek yaşamda tam fiyat farklılaştırması ender görülür.
Bununla birlikte firma iki farklı fiyat uygulayabilir. Örneğin, ilk dört birime
bir fiyat, ikinci dört birime ise başka bir fiyat uygulayabilir. Örneğin
satıcının ilk dört birimi 80 TL’ye ve sonraki dört birimi de 30 TL’ye
sattığını varsayalım. Bu durumda firmanın elde ettiği gelir 440 TL olacaktır.
Bu şekilde iki farklı fiyatın uygulandığı bu fiyat farklılaştırması tam fiyat
farklılaştırmasına göre daha az gelir sağlarken, bütün birimlerin tek fiyata
satılmasına göre ise daha yüksek gelir sağlamaktadır.
167
8.7. Monopol Piyasası ile Tam Rekabet Piyasasının
Karşılaştırılması
Monopol piyasası ile tam rekabet piyasası arasında önemli farklar
bulunmaktadır. Bu farklar, tam rekabet ve monopol piyasaları incelenirken
yeri geldikçe vurgulanmıştı. Ancak birbirinin karşıtı özellikler gösteren bu
iki piyasa türünün karşılaştırmasını yapmak, tam rekabet ve monopol
piyasalarının farklarını daha açık bir şekilde görebilmek için yararlıdır.
Monopol ve tam rekabet piyasası arasındaki farklar şöyle özetlenebilir;
168
BÖLÜM 9
EKSİK REKABET PİYASALARI
169
rekabet piyasasındaki firmalar tarafından farklı ürün üretilir ya da reklam ile
ürünlerin farklı olduğu tüketicilere inandırılır. Dolayısıyla bu piyasalarda
ürün farklılaştırılması önemlidir.
Eksik rekabet piyasalarında çoğu firma üretimini, uzun dönem
ortalama maliyet eğrisinin minimum noktasında yapmaz. Bu nedenle bu
piyasalarda ölçek ekonomilerinden tam olarak yararlanılmamaktadır. Eksik
rekabet piyasalarında fiyat dışı rekabet yaygındır. Bu tip rekabetin en çok
uygulananı ise reklamlardır. Firmalar, reklam ile tüketicilerin kendi
mallarını almalarını sağlamaya çalışırlar. Reklamın dışında kullanılan fiyat
dışı diğer rekabet yolları çeşitli garantiler ve hediyeler verilmesidir. Eksik
rekabet piyasalarına giriş genellikle kolaydır. Ancak yeni firmaların
piyasaya girişlerini engellemek için bu piyasadaki endüstriler aralarında
anlaşma yoluna giderler.
170
monopolcü rekabet piyasasında satıcılar belirli aralıklarla da olsa
piyasa fiyatını etkileyebilirler.
171
maksimize eder. Şekil 9.1’de görüldüğü gibi kârı maksimize eden
üretim miktarı Q1’dir. Monopolcü rekabetçi firma ürünü P1 fiyatından
satarak koyu alan kadar kâr elde eder. Daha öncede değinildiği gibi,
monopolcü rekabetçi firma zarar da edebilir. Zarar durumu
monopolcü rekabetçi firmanın ortalama maliyet eğrisinin, talep
eğrisinin üzerinde olduğu zaman ortaya çıkar. Aşırı kâr ya da normal
üstü kâr durumunda ise diğer firmalar da piyasaya gireceğinden
firmanın karşı karşıya olduğu talep eğrisi sola doğru kayacaktır. Talep
eğrisindeki bu kayma firma normal kâr durumuna gelinceye kadar
devam eder.
Maliyetler
Fiyat ve
MM
P1 OTM
OTM1 D=OG
MG
0 Q1 Miktar
172
üretim düzeyinde gerçekleşmektedir. Denge noktasında fiyatın (P1),
ortalama maliyete eşit olması nedeniyle aşırı kâr yoktur. Ancak fiyatın
ortalama maliyete ( P = OM ) eşit olduğu nokta, tam rekabet piyasasında
olduğu gibi ortalama maliyetin minimum noktası değildir.
Maliyetler
Fiyat ve
MM OM
G
E
P1
MG
0 Q1 Miktar
173
Böylece monopolcü rekabet piyasasında, tam rekabet piyasasına göre daha
az bir üretim buna karşın daha yüksek bir satış fiyatı söz konusudur. Bu
nedenle monopolcü rekabet piyasası kaynak dağılımında etkin değildir.
Maliyetler
Fiyat ve
P MM OTM
MM
OM
P1 D
P2
P2
P=MG=OG
D=OG
0 Q2 Q 0 Q1 Q2 Q
MG
(i) Tam Rekabet (ii) Monopolcü Rekabet
174
Oligopol piyasasında birbirleri ile rekabet eden az sayıda firma
olup (ikiden fazla), bu firmaların üretimindeki değişmeler piyasa
fiyatını etkilemektedir. Oligopol piyasasındaki firmalar monopolcü
rekabet piyasasında olduğu gibi üretmiş oldukları ürünlerin fiyatları
üzerinde bir ölçüde kontrol gücüne sahiptir. Oligopol piyasasındaki
firmalar kendi firmalarının dışında piyasada yer alan diğer firmaları da
izlemek durumundadır. Çünkü oligopol piyasasındaki bir firmanın
izlemiş olduğu üretim ve fiyat politikası diğer firmaların satışlarını
önemli ölçüde etkilemektedir. Oligopol piyasasının genel özellikleri
şöyle özetlenebilir:
175
9.3.2. Oligopol Piyasasının Oluşum Biçimleri
Oligopol piyasasının oluşumu fiyat dışı rekabet ve firmalararası
anlaşmalardan kaynaklanır.
176
firmanın kendi davranışını korumasının en iyi strateji olacağı
düşünülmektedir. Bir işbirliğinin olmadığı ortamda rakip firma fiyatı
düşürürse veya fiyatı arttırmak için üretimi kısarsa diğer firmalar da aynı
şekilde davranmak durumundadır.
Oligopol piyasasında firmaların anlaşma veya rekabet etme
derecelerini etkileyen bazı faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler aşağıda
kısaca özetlenmiştir.
177
Oligopol piyasasında firmalar arasındaki bağımlılık özelliği
nedeniyle, bu piyasada fiyatın belirlenmesi incelenen diğer piyasa türlerine
göre çok karmaşıktır. Oligopolde piyasa dengesi genellikle dört model ile
açıklanmaktadır. Söz konusu bu modeller; Dirsekli Talep Eğrisi, Fiyat
Önderliği, Firmalararası Anlaşma ve Maliyet Üzerine Kâr Payı Modeli’dir.
178
(MG) ilk parçası dE arasında, ikinci parçası ise daha aşağıda olup ED’ye
karşıt olan yerdedir. Bunun anlamı 0P fiyatının üstünde marjinal gelir
yüksek ve pozitiftir. Marjinal gelir, 0P fiyatının altında negatiftir. Marjinal
gelir eğrisi ve marjinal masraf (MM) eğrisinin kesişmesi AB arasında
olduğu sürece marjinal masraf eğrisi değişse bile bundan fiyat etkilenmez.
Bu durumda üretim miktarı daima 0Q denge miktarındadır. Çünkü 0Q’den
fazla üretim miktarında marjinal masraf, marjinal gelirden büyük
( MM > MG ) , 0Q’den küçük üretim miktarında ise marjinal gelir, marjinal
masraftan büyüktür ( MG > MM ) .
D
d
Fiyat
MM2
E MM1
P
MG
A
mh
D
MG
0 Q Miktar
(i) Fiyat karteli: Kartelde yer alan firmalar tek fiyat üzerinde
anlaşmaya giderler. Anlaşma konusu fiyat tek bir fiyat olabileceği gibi
asgari fiyat saptanması şeklinde de olabilir.
180
(iii) Kontenjan karteli: Karteldeki firmaların üretim kapasitelerini
belirleyen bir kartel türüdür. Bu şekilde bir kartele gidilmesindeki amaç
piyasanın gereksiniminden daha fazla bir üretim yapılmasıdır. Kontenjan
karteli oluşturulmasıyla üretim miktarının sınırlanması birim maliyetleri
yükselteceğinden bazı firmalar kartele katılmak istemeyebilir.
181
piyasasındaki firma sayısına yaklaştıkça fiyatlar monopol fiyatından çok
düşük olarak gerçekleşmekte ve tam rekabet piyasasına yaklaşmaktadır.
Oligopol piyasasında talep monopol piyasasına göre daha esnektir.
Dolayısıyla oligopol piyasasında üretim miktarı monopolden daha fazladır.
Ancak tam rekabet piyasasında talep tam esnek olduğundan bu piyasalardaki
üretim düzeyi oligopol piyasasından fazladır. Oligopol piyasasında çok
sayıda satıcının olduğu durumda reklam harcaması ve farklılaştırma ile
mallara karşı talebi arttırmak ve talep esnekliğini azaltmak olasıdır.
Monopol piyasasında ise bunlara gerek yoktur.
Oligopol piyasasındaki firmalar, ürün farklılaştırması ve reklamlar ile
tüketicilere tercih olanağı sağlamaktadırlar. Ancak ürün farklılaştırması ve
reklamların aşırı bir şekilde yapılmasının ekonomiye olumsuz etkileri
olabilmektedir. Oligopol firmaların mallarına karşı talebin esnek olması ve
tam rekabetteki fiyattan daha yüksek fiyata satılması birim başına elde
edilen kârın tam rekabet piyasasından fazla olmasına neden olur. Buna
karşın oligopol firmanın kârı monopol firmanın kârından daha azdır.
Kısacası, oligopol ve monopol piyasalarda toplum refahını olumsuz yönde
etkileyen üretimin kısılması söz konusudur.
Özetle, tam rekabet, monopol ve oligopol piyasaları içerisinde en
yüksek fiyat monopol piyasasında, en düşük fiyat ise tam rekabet
piyasasındadır. Oligopol piyasası ise bu iki piyasanın arasında yer alır.
Üretim miktarı açısından ise en yüksek üretim tam rekabet piyasasında en
düşük üretim ise monopol piyasasındadır. Oligopol piyasası üretim miktarı
yönünden de yine bu iki piyasanın arasında bulunmaktadır.
182
BÖLÜM 10
BÖLÜŞÜM TEORİSİ
VE
FAKTÖR
PİYASALARI
183
Benzer şekilde üretim faktörlerinde fiyatlandırma konusunda da işçinin
ücretini, toprağın rantını, sermayenin faizini, belirleyen etkenler
incelenmektedir. Dolayısıyla bu konular mikroekonominin konularını
oluşturmaktadır. Diğer yandan gelir bölüşümü makro seviyede de
incelenmektedir. Örneğin ulusal gelirin, toplumu oluşturan kesimler
arasında nasıl dağıtılacağı sorunu makro düzeyde bir analizi gerektirir.
Tüketicinin talebi, gelir seviyesine göre değiştiği için gelirin bireyler
ve aileler arasındaki dağılımı, talebi etkilemektedir. Aynı şekilde maliyet de
üretim faktörlerine ödenen bir bedeldir. Bu nedenle, gelir bölüşümü fiyat ve
üretim teorileri ile yakından ilişkilidir.
Gelir bölüşümü sorunu farklı şekillerde incelenebilir. Bunlar; bölgesel
dağılım, fiziksel dağılım, coğrafî dağılım, sektörel dağılım, yeniden dağılım,
mesleki dağılım, uluslararası dağılım, kişisel ve görevsel (fonksiyonel) gelir
dağılımı olarak ifade edilmektedir. Ancak belirtilen bu gelir bölüşümü
türlerinden en çok kullanılanları kişisel ve görevsel gelir dağılımlarıdır.
Görevsel ya da fonksiyonel gelir dağılımına ilk gelir dağılımı da
denilmektedir. Kişisel ve görevsel gelir dağılımları aşağıda sırasıyla
açıklanmıştır.
184
alınır. Dolayısıyla kişisel gelir dağılımı, bir toplumdaki gelir
eşitsizliklerinin bir göstergesi olmaktadır.
Pareto, ulusal gelirin aileler arasındaki bölüşümünün tüm toplumlarda
piramit benzeri bir dağılım gösterdiğini belirtmiştir. Pareto’ya göre piramitin
tepesinde, en yüksek gelir seviyesine sahip az sayıda aile bulunurken en
tabanda düşük gelirli geniş halk yığınları bulunmaktadır. Bu duruma gelir
dağılımında “Pareto kanunu” adı verilir. Tahmin edileceği gibi gelir
dağılımının büyük eşitsizlik gösterdiği toplumlarda piramidin tepesi çok
sivri olmaktadır. Ancak kişilerin yetenekleri, yaptıkları işler ve yüklendikleri
riskler dikkate alındığında gelir dağılımında tam eşitlik sağlanması
olanaksızdır. Bununla birlikte toplumda yaratılan gelirden adil pay
sağlayacak bir gelir dağılımından söz edilebilir.
Kişisel gelir dağılımındaki eşitsizlik genellikle Lorenz eğrileri
kullanılarak açıklanır. Lorenz eğrisi gelirin yüzde kaçını, nüfusun yüzde
kaçının aldığını gösteren bir eğridir. Bunun için önce çeşitli gelir gruplarına
giren aile sayılarının toplam aile sayısı içindeki yüzdesi bulunur. Daha sonra
ise her aile grubunun toplam gelirin yüzde kaçını aldığını gösteren bir
çizelge hazırlanır ve hazırlanan bu çizelgeden yararlanılarak bir diyagram
çizilir. Diyagramın dikey ekseninde toplam gelirin kümülatif yüzdeleri,
yatay eksende bu geliri elde eden ailelerin kümülatif yüzdeleri yer alır.
Başlangıçtan uzaklaştıkça her iki yönde de kümülatif oranlar artmakta ve
sonunda yüzde 100’e ulaşmaktadır. İşte kişisel gelir dağılımı ile elde edilen
bu değerler yardımıyla gelir dağılımı eşitsizlik eğrileri elde edilir. Bu
eğrilerin elde edilmesi ilk defa Lorenz tarafından geliştirildiği için bu
eğrilere Lorenz eğrileri adı verilir. Diyagramın köşegeni gelir dağılımında
tam eşitlik olduğunu gösterir. Lorenz eğrileri bu eşit dağılımdan uzaklaşıp,
sağa doğru çukurlaştıkça toplumda gelir eşitsizliği artmaktadır (Şekil 10.1).
100
Gelir Yüzdesi (Kümülatif)
20
185
Şekil. 10.1. Lorenz Eğrisi
(i) Lorenz eğrisi orijinden başlar. Orijin, gelirin ve bireyin olmadığı bir
noktadır.
(ii) Lorenz eğrisi karenin sağ üst köşesinde sona erer. Çünkü bir toplumda kişilerin tamamı (% 100’ü)
0 20 40 60 80 100
Hanehalkı Yüzdesi (Kümülatif)
(iii) Gelirin tamamı eşit bir şekilde dağıtılırsa Lorenz eğrisi orijinle sağ üst
köşeyi birleştiren bir doğru şeklinde gösterilir. Bu doğruya mutlak
eşitlik doğrusu adı verilmektedir. Böyle bir dağılımda nüfusun örneğin
% 20’si gelirin de % 20’sini elde eder.
(iv) Gelir dağılımında eşitsizlik durumunda ise eşitsizliğin derecesine bağlı
olarak Lorenz eğrisi aşağıya doğru sarkmaktadır.
186
edilen eğitim farklılıklarının gelir eşitsizliğinin önemli bir nedeni olduğu
kabul edilmektedir.
(iii) Mülkiyet ve miras hakkı: Bilindiği gibi bütün gelirler çalışma
sonucu elde edilmemektedir. Bazı gelirler daha önce yaratılmış olan servetin
getirisidir. Örneğin, kişilere kalan mirasın getirisi bir gelir unsurudur.
(iv) Çalışkanlıktaki farklılık: Bazı bireyler diğerlerinden daha fazla
çalışırlar. Bu durumda toplumda gelir farklılıklarının ortaya çıkmasına
neden olur.
187
yani işçilerin emekleri karşılığı elde ettikleri gelirler, toprak sahiplerinin topraklarını kullanma veya
kiraya vermeleri karşılığı olarak aldıkları rant gelirleri, sermaye sahiplerinin faiz geliri ve
girişimcilerin kâr gelirlerinin ne kadar olduğu araştırılır. Görüldüğü gibi görevsel gelir dağılımında
önemli olan üretime hangi üretim faktörünün katıldığı ve onun payının ne olduğudur. Görevsel gelir
dağılımı açısından ele alındığında gelir dağılımı dörtlü ayırım (rant, ücret, faiz ve kâr) yapılabildiği
gibi emek (ücret) ve mülk gelirleri (rant, faiz ve kâr gelirleri) olarak gelir dağılımının ikili ayrımı da
yapılmaktadır. Esasında klasik ekonomistler başlangıçta üretim faktörleri olarak; toprak, emek ve
sermayeyi kabul etmişlerdir. Ancak ekonomi biliminde ortaya çıkan gelişmeler sonucu neo-klasikler
bu üretim faktörlerine girişimci faktörünü de ilave etmişlerdir.
Ulusal gelirin paylaşımında yıllık gelirin ne kadarının mülk gelirleri ve emek gelirleri tarafından
alınacağı önemli tartışma konusunu oluşturmaktadır. Bölüşüm teorisi fiyat teorisinin faktör
piyasasına uygulanan bölümüdür. Bu nedenle görevsel gelir dağılımı sorunlarını açıklamak için
faktör piyasalarında fiyatlandırma konusunun incelenmesi gerekmektedir.
188
faktörlerinin fiyatları etkilemektedir. Faktör talebini etkileyen etkenler
aşağıda kısaca özetlenmiştir;
(i) Talep edilen mal miktarı: Bir mala olan talebin artması
durumunda, o malı üretmek için kullanılan kaynaklara olan talep de artar.
Tersi durumda yani bir mala olan talebin azalması durumunda ise malın
üretiminde kullanılan kaynaklara olan talep azalır. Görüldüğü gibi, mal ve
hizmet talebi ile faktör talebi arasında doğru yönlü bir ilişki vardır.
189
esnekliği ne kadar yüksek ise faktör talep esnekliği de o kadar yüksek olur.
Dolayısıyla bir faktörün fiyatı yükselince faktörü kullanmanın maliyeti
arttığı için ürün fiyatlarını yükseltmek gerekir.
(ii) Faktörün maliyetinin toplam maliyet içerisindeki payı: Bir
faktörün maliyetinin, firmanın toplam maliyeti içindeki payı arttıkça faktör
talep esnekliği de artar. Örneğin; bir faktörün toplam maliyet içerisindeki
payı % 70 ise, faktör fiyatındaki % 30’luk bir artış, toplam maliyeti % 21
arttırır. Ancak faktör maliyeti toplam maliyetin sadece % 15’ini
oluşturuyorsa faktör fiyatlarındaki aynı oranda artış toplam maliyeti % 4.5
oranında yükseltir.
(iii) İkamenin kolaylığı: Faktörler arası ikame kolaylaştıkça
faktörlerin talep esneklikleri artar. Tersi durumda ise yani faktörler arası
ikame zorlaştıkça ilgili faktörlerin talep esneklikleri de azalır.
(iv) Zaman: Firmaların değişen faktör fiyatlarına göre kendilerini
ayarlama süreleri zaman uzadıkça uzayacağından faktör talep esneklikleri de
artar.
190
Firma açısından faktör fiyatı aynı kaldığı için ortalama faktör maliyeti
(OFM), kullanılan faktör miktarı değişse bile değişmemekte ve o faktörün
piyasa fiyatına eşit olmaktadır (10.2i). Endüstri, üretimini arttırdığında daha
fazla üretim faktörü bulabilmek için diğer endüstri dallarından kendisine
faktör transfer etmek zorunda kalacaktır. Ancak ekonominin tümü açısından
faktörlere yüksek bir transfer bedeli ödense dahi faktör arzı sabit
kalmaktadır (10.2iii). Bu durum söz konusu ülkenin başka bir ülkeden işçi
ve sermaye getirmediği varsayımında geçerlidir.
S0
Fiyat
Fiyat
Fiyat
S0
P OFM P
P
D3
D3
D2
D1 D2 D1 D2
0 0 D1
0
Miktar Miktar Miktar
(i) Firma (ii) Endüstri (iii) Ekonominin Tümü
191
pamuk üretilen bir arazide bir yıl sonra buğday üretilebilir). Buna karşılık üzerine konut yapılmış
olan arazinin akışkanlığı çok azalmaktadır. Bu nedenle toprak üzerine yapılan sabit tesisler ne kadar
çok olursa toprağın bir üretim faktörü olarak akışkanlığı da o oranda azalmaktadır.
Üretim araçlarına dönüştürülmüş sermaye faktörünün akışkanlığı çok düşüktür. Gerçek sermaye
denilen çeşitli makineler, aletler, tesisler, binalar gibi sermaye mallarının çoğu özel amaçla
kullanılan üretim araçlarını oluşturur. Dolayısıyla bu tip sermaye mallarının başka alanlarda
kullanımı söz konusu olmadığı için akışkanlık da olmayacaktır. Ancak parasal sermaye yüksek bir
akışkanlığa sahiptir. Benzer şekilde sermaye mallarına dönüştürülmemiş durumda olan yeni
yaratılmış tasarrufun da akışkanlığı çok yüksektir. Daha açık bir ifadeyle tasarruflar eğer bağlı
sermaye haline getirilmemiş ise istenen faaliyet dalında ve istenen firmanın kullanımına kolayca
aktarılabilmektedir.
Emek faktörünün akışkanlığı toprak faktörünün akışkanlığı kadar yüksek olmamakla birlikte gerçek
(reel) sermaye faktörünün akışkanlığı kadar da düşük değildir. İşgücü genellikle çeşitli üretim
alanlarında kullanılır ve insanlar yeni işlere kolayca uyum sağlayabilirler. Buna karşın uzmanlığı
veya özel bir beceriyi gerektiren alanlarda emeğin akışkanlığı çok düşmektedir. Diğer yandan
emeğin insanların kişiliğine bağlı olması ve insanların alışkanlıklarının olması, aileye ve çevreye
bağlılık gibi bazı tutum ve davranışlara sahip olmaları emek faktörünün akışkanlığının azalmasına
neden olabilmektedir. Ayrıca yeni çalışma alanına geçilmesi yeni bilgiler edinilmesini gerekli
kılabilir. Bu gibi durumlarda da akışkanlık azalmaktadır. Bu nedenlerle emeğin akışkanlığı kısa
dönemde düşük, uzun dönemde yüksek olmaktadır.
Üretim faktörleri için geçerli olan ve yukarıda bahsedilen doğal engeller dışında faktörlerin
akışkanlığını azaltan yapay engeller de bulunmaktadır. Örneğin; toprağın, sermayenin ve işgücünün
kullanımında devletin koyduğu bazı sınırlayıcı koşullar da faktörlerin akışkanlığını
azaltabilmektedir.
192
Fiyat
Q1 S
Q Q2
Q3
P0 E
D=MFG
193
tamamı transfer kazançları niteliğindedir. Çünkü bu üretim faktörü için piyasada oluşan faktör
fiyatları ödenirse firma için faktör arzı sonsuz esneklikte bir arz eğrisi durumundadır. Eğer firma
piyasada oluşan fiyatı ödemez ise faktör arzı sıfır olacaktır. Bu durumda faktöre ödenen fiyatın
tamamı transfer ödemesi niteliğinde olup, ekonomik rant unsuru söz konusu olmamaktadır. Diğer
yandan ekonominin tümü açısından toprak arzının sıfır olmasına benzer şekilde bazı faktörlerin kısa
dönem arz esneklikleri de sıfır olabilir. Böyle bir durumda ilgili faktöre ödenen fiyatın tamamı
ekonomik rant niteliğinde bir gelirden oluşur.
P4 E
P3
P2 D
P1
194
gibi kâr fırsat maliyeti de karşılandıktan sonra kalan artıktır. Ekonomik rant
kavramı faktörlerin alternatif kullanımlarını açıklaması açısından çok
önemlidir. Çoğu durumlarda ekonomik rant üretim faktörlerinin toplam
kazançlarının bir kısmını oluşturur. Ekonomik rantı kolayca ayırt edebilmek
için tüm gelirin ekonomik ranttan oluştuğu ve ekonomik rantın hiç olmadığı
iki ekstrem durum Şekil 10.5’de gösterilmiştir.
Görüldüğü gibi arz esnekliği tam inelastik (dikey) olduğunda fiyat ne
olursa olsun aynı miktar arz edilmektedir (S0). Bu durumda ilgili faktörü
kaçırmamak için transfer kazancı ödemeye gerek yoktur. Çünkü fiyattaki bir
azalma faktörün başka bir yere gitmesine neden olmamaktadır. Dolayısıyla
bu durumda sadece ekonomik rant söz konusudur. Eğer arz eğrisi tam esnek
ise (yatay), toplam faktör ödemesi içerisinde ekonomik rant söz konusu
değildir (S1). Çünkü fiyattaki küçük bir düşme bile faktörün tüm birimlerinin
başka bir yere transferine neden olacaktır. Eğer arz eğrisi sağa doğru
yükselen bir eğri ise faktör gelirinin bir kısmı ekonomik ranttan oluşacaktır
(S2). Özetle faktör arzının esnekliği arttıkça, o faktöre ödenen bedel
içerisinde transfer kazancının oranı artarken, ekonomik rant oranı
azalmaktadır.
Fiyat S0 S2
1000
800
600
E S1
400
200
D
195
10.3. Faktör Gelirleri
Piyasa ekonomilerinde ulusal gelirin emek ve mülk gelirleri arasında
paylaşıldığı daha önce ifade edilmişti. Emek gelirleri (ücret) üretime emeği
ile katkıda bulunanların toplam gelirden almış oldukları payı belirtmektedir.
Buna karşın mülk gelirleri herhangi bir çalışmanın karşılığı olmayıp ancak
belirli bir üretim faktörüne (toprak, sermaye ve girişim) sahip olmanın
karşılığıdır. Emek gelirleri dışındaki bu gelirlere ücret dışı gelirler de
denilmektedir. Kazanılmamış gelir niteliğinde olan ücret dışı gelirler; toprak
için rant, sermaye için faiz ve girişimci için kârdır. Bu gelirlerin en önemli
özelliği üretim faktörlerinin özel mülkiyete konu olabildiği bir düzende
ortaya çıkmalarıdır. İşte bu mülkiyetlik özelliği nedeniyle emek dışı olan bu
gelirlere mülk gelirleri denilmektedir. Ancak mülk gelirlerinin emek
gelirlerinden ve birbirlerinden ayrılmaları bazı durumlarda kolayca
yapılamamaktadır. Emek ve ücret dışı gelirleri oluşturan gelir unsurları
aşağıda kısaca incelenmiştir.
196
düzeyi arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır (Şekil 10.6). Bu durumun nedeni belirli bir ücret
düzeyinden sonra işçinin eğlenme ve dinlenmeye zaman ayırmak istemesinden ileri gelmektedir.
SL SıL
Reel Ücretler
Ü3
Ü2
Ü1
0 H1 H2 H3 H4 İş Saati
197
(ii) Modern ücret teorileri: Modern ücret teorileri neoklasik
ekonomistlerin benimsedikleri “marjinal verimlilik teorisi” ile bu teorinin
geliştirilmiş şekli olan “pazarlık gücü” teorisinden oluşmaktadır. Marjinal
verimlilik teorisine göre işçilerin payı üretime yapmış oldukları katkıya göre
oluşmaktadır. Bu nedenle modern ücret teorilerinde tam rekabet
koşullarında işçi ücretleri emeğin marjinal üretkenliğine eşit olmaktadır.
Dolayısıyla işçi sayısı arttıkça marjinal verimlilik azalacağı için ücretler
düşecek, işgücü talebi arttığı zaman ise ücretler yükselecektir. Görüldüğü
gibi marjinal verimlilik teorisi emek talebinin hangi faktörlere bağlı
olduğunu incelemektedir. Bu nedenle bu ücret teorisi emek arzını etkileyen
faktörlerin incelenmesini büyük ölçüde göz ardı etmiştir.
Pazarlık gücü teorisi, marjinal verimlilik teorisine dayanmakla birlikte emek piyasalarında tam
rekabet koşullarının sağlanamayacağını benimsemiştir. Çağdaş ücret teorisi olarak adlandırılan
pazarlık gücü teorisinde ücretlerin bir üst sınırı ve bir de alt sınırı vardır. Üst sınır marjinal verimlilik
tarafından alt sınır ise işçilerin kabul edebilecekleri en düşük hayat standardı tarafından
belirlenmektedir. Bu iki sınır arasında gerçekleşen ücret seviyesi ise işverenler ve sendikaların
karşılıklı pazarlık gücüne göre oluşmaktadır. Yani pazarlık gücü teorisinde ücretler toplu pazarlık
yöntemlerine uyularak saptanmaktadır.
198
sıfır olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenledir ki üretim faktörü olarak
toprağa yapılan ödemelerin tamamı ekonomik rant niteliğindedir. Rant
ödemelerini diğer ödemelerden (ücret, faiz ve kâr) ayıran en önemli özellik
bu gelirin arz özellikleridir. Daha açık bir ifadeyle diğer bütün üretim
faktörleri bir ölçüde esnek arza sahipken toprak arzı hiç esnek değildir.
Rant, İngilizcede kira anlamına gelen rent kelimesinden gelmektedir.
Ancak gerçekte kira, rant ile eş anlamlı değildir. Kira anlamındaki rant ile
örneğin kamyon kirası, traktör kirası veya konut, otel, ve çiftlik kirasından
söz edilir. Burada belirtilen kamyon ve traktör doğal bir kaynak olmayıp
sermaye mallarıdır. Dolayısıyla bu tip sermaye mallarında rant unsuru hiç
bulunmaz. Buna karşın konut ve çiftlik kirası içerisinde toprak unsurunun
payı olmakla birlikte, toprak üzerine insanlar bina ve tesisler yapmak için
sermaye yatırmışlardır. Yani buradaki rant içerisinde, toprak unsurunun
payına ilave olarak faiz gelirleri de bulunmaktadır. Bu nedenle ekonomik
analizlerde bu gibi durumlarda faktör bedellerini ayırmak gereklidir.
Ekonomide rant kavramı kiraya göre daha dar bir anlam taşımakta
olup şöyle tanımlanmaktadır. Rant; doğada mevcut bir toprak parçasını veya
doğal kaynakları belirli bir süre kullanabilmek ya da bu kaynaklardan üretim
faktörü olarak faydalanabilmek için ödenen bedeldir.
Toprak arzının esnek olmayışı Şekil 10.7 yardımıyla açıklanabilir. Ancak bu açıklamalara geçmeden
önce konu ile ilgi bazı varsayımları vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Bu varsayımlar;
199
rant sırasıyla R2, R1 ve R3 olmaktadır. Talepteki bu değişmelere karşın
toprak miktarı değişmemekte ve sabit kalmaktadır (0S). Bu durum toprak
talebi değiştiğinde fiyatın arttığı ancak toprak arz miktarının değişmediği
anlamına gelmektedir. Toprak talebinin D4 olması durumunda ise rant sıfır
olmaktadır. Bu durumda artık toprak kıt olmayıp serbest bir mal
niteliğindedir. Kısacası, toprak arzının sabit olması, rantın talep tarafından
belirlenmesine neden olmaktadır.
Rant S
R2
R1 D2
R3 D1
D4 D3
S
0
Miktar
200
topraklar arasında bu verimlilik farklarına dayanmaktadır. Ricardo'ya göre
rant, “toprağın özgün ve yok edilemez üretim gücünün bir süre kullanımı
karşılığı ödenen bir bedeldir”. Ayrıca rant doğanın cömertliğinden değil
aksine cimriliğinden dolayı oluşmaktadır. Yoksa, toprak herkesin
gereksinimini karşılayacak kadar bol ve aynı kalitede olsaydı rant söz
konusu olmayacaktı. Verimli topraklar kıt olduğu için nüfus arttıkça insanlar
daha az verimli (marjinal) topraklarda üretim yapmak zorunda kalacaklar ya
da aynı topraklarda daha yoğun tarım yapacaklardır. Rekabetçi piyasalarda
tek bir ürün fiyatı olacağı için marjinal topraklarda üretim yapanlar ile
verimli topraklarda üretim yapanlar arasında maliyet farkları ortaya
çıkacaktır. Çünkü marjinal topraklarda üretim yapanlar ancak maliyetlerini
karşılayabilirken verimli topraklarda üretim yapanlar satış fiyatı ile
maliyetleri arasında olumlu bir fark elde edeceklerdir. İşte bu olumlu fark
bir rant olup fark bedeli olarak ifade edilir. Talebin artması sonucu marjinal
topraklar da rant elde edebilirler. Buna yani marjinal toprakların rantına
mutlak rant denilmektedir.
(ii) Şehir rantı: Toprak rantı kullanım şekline göre toprak rantı ve
şehir rantı (arsa rantı) olarak ikiye ayrılmaktadır. Toprak rantı kavramı,
tarımsal üretimde kullanılan topraklar için söz konusu olup bu rant yukarıda
açıklanmıştı. Şehir rantı da kuramsal bakımdan arazi rantı ile aynıdır.
Bilindiği gibi şehirler geliştikçe ve nüfusları arttıkça şehirlerdeki arsa
fiyatları çok yükselir. Ayrıca yerleşim yerlerine uzaklık durumu da arsaların
değerlerini önemli oranda etkilemektedir. Dolayısıyla şehir içindeki
arsaların rantını belirlemede, arsaların konumu önemli rol oynar. Bu durum
şehir rantı olarak ifade edilir.
(iii) Rant benzeri: Kısa dönemde arzı arttırılamayan diğer faktörlerin
veya özel yetenekleri olan kişilerin sağladıkları ranta “rant benzeri
kazançlar” denilmektedir. Bu tip rantlar, faktörlerin esnek olmayan arz
özelliklerine sahip olmasına karşın talebin yüksek olmasından doğar. Ünlü
bir ses sanatçısı veya çok iyi bir futbolcunun yetenekleri sayesinde çok
yüksek gelir elde etmesi rant benzeri kazançlara örnek olarak verilebilir.
Bazı durumlarda rant benzeri kazançlar kamu tarafından konulan
kısıtlamalar veya düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkabilir. Örneğin özellikle
büyük şehirlerde ticari taksi ve dolmuş sayısının sınırlanması söz konusu
taşıtların plakalarının aracın değerinden çok daha fazla olmasına yol açar.
Böyle bir durumda da araç sahipleri rant niteliğinde bir kazanç sağlar.
201
Rantın kıtlık nedeniyle ortaya çıkması, toplum açısından
kazanılmamış bir gelir niteliğinde olması ve bir maliyet öğesi olmaması
rantın ekonomik işlevinin bulunmasını etkilemez. Rant, arazinin hangi
malların üretimine tahsis edileceğini ve üretimin bileşimini etkilemektedir.
Toprak arzı, ulusal ekonominin tümü açısından esnek olmamakla birlikte
çeşitli firma ve üretim faaliyetleri arasındaki dağılımı yönünden esnek bir
arza sahip olup akışkanlık derecesi de yüksektir. Örneğin; Antalya’daki
verimli bir arazide buğday üretilebileceği gibi turunçgil veya sera tarımı
yapılabilir ya da arazi üzerine konut ve otel yapılabilir. Arazinin çeşitli
seçenekler içerisinde toplum açısından en yararlı alanda kullanılması
arazinin kullanım bedeline bağlı olmaktadır. Dolayısıyla rant bu anlamda
kaynak tahsisi mekanizması işlevi görmektedir. Bu mekanizma nedeniyledir
ki bir şehrin en gözde bulvarındaki topraklarda tarımsal üretim
yapılmamaktadır.
Bu durumda firma ve endüstri açısından toprak arzı esnek olup toprak
için ödenen bedel bir maliyet unsurudur. Bu nedenle fiyat mekanizmasının
geçerli olduğu toplumlarda doğal kaynakların kullanımı sorunu büyük
ölçüde çözülmektedir. Yani toplumun en çok tercih ettiği malların üretimine
öncelik verilmekte olup toprakları kiralayanlar veya kendi topraklarında
üretim yapanlar araziyi toplumun istediği malların üretimine tahsis
etmektedirler.
202
(i) Klasiklerin reel faiz teorisi: Klasikler faiz teorilerinde reel
faktörlere önem vermişlerdir. Onlara göre tasarrufta bulunanların bunun
karşılığında bir bedel istemeye hakları bulunmaktadır. Çünkü tasarruf
yapmak bir fedakarlık gerektirir. Bu nedenle Klasik ekonomistlerden
Senior’a göre faiz sermayenin bir fiyatıdır. Klasikler her fiyat gibi faizin de
arz ve talebe bağlı olduğunu belirtmişler. Ancak klasikler, faiz teorisinin
daha çok arz yönüne önem vermişler ve talep yönünü ihmal etmişlerdir.
Böhm-Bawerk ise faizin nedenini farklı bir şekilde açıklamıştır. Bu
ekonomiste göre faizin varlığı insanların zaman tercihinin bir sonucudur.
Çünkü insanlar genellikle bugünkü değerleri gelecekteki değerlere tercih
ederler. İnsanların gelecekteki değerleri tercih etmeleri faiz oranlarının
yüksekliğine bağlıdır. Bu nedenle faiz oranlarının yüksekliğine bağlı olarak
tasarruflar artar.
203
işlemesi mümkün değildir. Yatırımların hangi sektörlere, hangi önceliklerde
ve büyüklüklerde yapılacağı ve bunların nasıl finanse edileceği sorununu
faiz olmadan etkin bir şekilde çözmek olanaksızdır. Ayrıca modern
ekonomilerde faiz ekonomiyi hızlandırma ve yavaşlatmaya dolayısıyla
enflasyonu kontrol altında tutmaya yarayan bir unsurdur. Yatırımların getiri
oranı veya beklenen kârlılık oranı piyasa faiz oranından fazla olursa
piyasadaki mevcut parasal sermaye yatırımlara yöneltilebilir. Yani faiz
parasal sermayeyi en kârlı alanlara yönlendirmektedir. Ancak eksik rekabet
ve monopol piyasalarında faizin bu işlevi her zaman başarılı bir şekilde
olmamaktadır. Bunun nedeni eksik rekabet ve monopol piyasalarında,
faizden doğan maliyetlerin rekabetçi piyasalara göre tüketicilere daha
kolayca aktarılabilmesinden ileri gelmektedir.
204
BÖLÜM 11
MİLLİ GELİR
Milleti oluşturan faktör sahibi bireylerin bir yıl içinde ürettikleri mal
ve hizmetler milli hasılayı oluşturur. Milli hasıla üretim faaliyetine ilişkin
değişmeleri kapsar. Bu nedenle toplumun ekonomik gücünde bir artış
yaratmayan, mal ve hizmetlerin toplumu oluşturan bireyler arasındaki
bölüşümü ile ilgili değerler milli hasılaya dahil edilmez. Milli hasılanın
parasal olarak belirtilmesi ise milli gelir olarak ifade edilir. Dolayısıyla milli
hasıla, milli gelir anlamına da gelmektedir. Diğer yandan milli gelir bir yıl
içerisinde yapılan harcamaların (milli harcama) toplamı olarak da
tanımlanmaktadır. Geniş anlamda “milli hasıla”, “milli gelir” ve “milli
harcama” değer itibariyle aynı şeyleri ifade etmektedir. Bu nedenle bu
kavramların ortak ifadesi çoğunlukla milli gelir adı altında toplanmaktadır.
Ancak genellikle dar anlamda milli gelir kavramları “Gayrisafi milli hasıla”,
“Safi milli hasıla” ve “Milli gelir” olarak sınıflandırılarak incelenmektedir.
Bu bölümde başlıca milli gelir kavramları, milli gelir hesaplama
yöntemleri, milli gelir ölçütlerinin değerlendirilmesi, milli geliri etkileyen
faktörler ve milli gelir dengesi üzerinde durulacaktır.
Gayrisafi milli hasıla, belli bir dönemde (bir yıl) üretilen mal ve
hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla toplam değerini ifade eder. Ancak bu
hasılanın yaratılması sırasında üretimde kullanılan sermaye mallarında
aşınma ve yıpranma meydana gelir. Bu nedenle GSMH net olmayıp brüt bir
değerdir. Üretilen bu hasılanın net değeri ise söz konusu bu aşınmaların
GSMH’dan çıkarılması ile bulunmaktadır. GSMH bir ülkede sürekli oturan
insanların kendi ülkelerinde veya diğer ülkelerdeki üretimlerinin değerinden
oluşmaktadır.
GSMH, ekonomide mevcut sektörler tarafından üretilen mal ve
hizmetlerin piyasa fiyatları ile çarpımı sonucu bulunabileceği gibi, bireyler
firmalar ve devletin o dönemde yaptığı tüm harcamalar esas alınarak da
bulunabilir. Bu harcamalardan tüketim harcamaları C, yatırım harcamaları I,
205
devlet harcamaları G ile gösterilirse kapalı bir ekonomi için GSMH değeri
aşağıdaki şekilde gösterilebilir.
GSMH = C + I + G
GSMH = C + I + G + ( X − M )
SMH = GSMH − D
MG = SMH − T
206
belirlenmesinde, faktör gelirlerinin yanında faktör sahiplerinin eline
geçmeyen devlete ödenen vergiler de dahil edilir. Bu nedenle piyasa
fiyatlarına göre yapılan hesaplamalar, faktör fiyatları ile belirlenen değere
göre yapılan hesaplamalardan daha yüksek olacaktır. Diğer yandan, “negatif
vergi” olarak da adlandırılan sübvansiyonların söz konusu olduğu ürünlerde,
piyasa fiyatları değerleri faktör fiyatları değerinden düşük olacaktır. Bu
durumda milli gelire ulaşmak için sübvansiyonların milli gelir değerine
eklenmesi gerekir.
Milli geliri gösteren fiyatlar, cari yıl fiyatları ise buna “nominal milli
gelir” denilmektedir. Eğer milli gelir belirlenen bir baz yılı fiyatlarına göre
hesaplanırsa o zaman “reel milli gelir” olarak ifade edilir. Nominal gelirler,
fiyat değişmelerinin etkisini içerdiğinden fiyat dalgalanmalarının yüksek
olduğu ekonomilerde farklı yıllara ait milli gelir değerlerinin
karşılaştırmasında anlamlı sonuçlara ulaşabilmek için o yıllara ilişkin reel
gelirlerin karşılaştırılması gerekir. Böylece hesaplanan değerde fiyat
değişimlerinin etkisi giderilmektedir. Örneğin bir ülkede iki farklı yıla
ilişkin milli gelir değerlerini sırasıyla 100 ve 200 birim olarak kabul edelim.
Aynı ülkede enflasyon oranının ise söz konusu dönemler için % 50 olduğu
varsayılırsa, o ülke ekonomisinde % 100'lük bir büyümenin olduğunu
söylemek yanlış olacaktır. Çünkü nominal gelirler değil de reel değerler esas
alınırsa, ülke ekonomisindeki büyümenin aslında % 50 olduğu ortaya
çıkacaktır.
Buna göre milli gelirdeki artış veya azalışların gerçek değerini
belirleyebilmek için milli gelir değerindeki fiyat değişmelerinin etkisini
gidermek gerekmektedir. Bu işlem için aşağıda verilen formül
kullanılmaktadır.
207
Dağıtılmayan şirket kârları, tüzel kişilerce ödenen kurumlar vergisi,
emekli sandığı ve sosyal sigorta kesintileri gibi ödemeler milli gelir içinde
yer almasına karşın kişisel gelire girmez. Ayrıca üretim sonucu elde
edilmeyen gelirler vardır. Üretime katılmanın karşılığı olmayan gelirler
“transfer ödemeleri” olarak tanımlanır. Transfer ödemelerine; emekli
maaşları, öğrenci bursları ve benzeri sosyal yardımlar şeklindeki ödemeler
örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla kişisel gelirleri bulmak için milli
gelirden bireylerin bütçesine girmeyen kesintiler ve ödenmeyen faktör
gelirleri düşülürken, bireylere yapılan transfer ödemeleri ilave edilmektedir.
Buna göre kişisel gelir aşağıdaki gibi formüle edilebilir.
GSMH = C + I + G + ( X − M )
SMH = GSMH − Amortisman lar
MG = SMH − Dolaylı Vergiler
KG = MG − Bireyin Bütçe sin e Girmeyen Gelirler + Transfer Ödemeleri
HG = KG − Dolaysıo Vergiler
208
Amortismanlar
Dolaylı
Vergiler
Bütçeye
Girmeyen
Gelirler
Dolaysız
Transfer V ergiler
Ödemeleri (+)
GSMH SMH MG KG HG
Şekil 11.1. GSMH’dan Harcanabilir Gelire Ulaşılması
GSMH
KBMG =
Nüfus
209
sınırlar ya da yurtiçi üretim belirleyici iken, GSMH’da vatandaşlık kriteri
esas alınmaktadır.
GSMH hesaplamalarında vatandaşlık kriteri belirleyici rol
oynadığından, bir ülke vatandaşlarının başka ülkelerde üretim faaliyetleri ile
elde ettikleri gelirler GSMH’ya dahil olurken, söz konusu ülkede yerleşik
olmayan yabancı özel ve tüzel kişilerin o ülkenin sınırları içerisinde
gerçekleştirdikleri gelirler GSMH’da yer almaz. Yani bir ülkede sürekli
yaşayan bireyler hangi ülkede gelir elde ederse etsin bu gelir sürekli olarak
yaşadığı ülkenin GSMH’na dahil edilir. Buna karşın GSYİH değerinde, bir
ülkenin ulusal sınırları içerisinde yaşayan yerli veya yabancı tüm bireyler
tarafından üretilen mal ve hizmetlerin tamamının değeri yer alırken, o ülke
vatandaşlarının diğer ülkelerde elde ettikleri gelirler GSYİH’ya dahil
edilmemektedir. Örneğin, Almanya’da çalışan Türk vatandaşlarının
üretimleri Türkiye’nin GSYİH’sına girmez. Ancak Türkiye’de çalışan bir
Alman’ın veya diğer yabancıların üretmiş olduğu mal ve hizmetler
Türkiye’nin GSYİH’sına dahildir. GSYİH aşağıdaki gibi gösterilebilir:
GSYİS = GSMH + ( A − B)
210
Tarım, orman ve balıkçılık
211
Ancak üretime fiilen katılmak demek mutlaka fiziki anlamda çalışmak
şeklinde anlaşılmamalıdır. Yani sermayesini başkasına verip faiz geliri elde
edilmesi veya arazisini kiralayıp kira elde edilmesi, gelir yöntemine göre
hesaplanan milli gelire dahildir. Buna karşın bireylere yapılan sosyal
yardımlar transfer ödemeleri olarak nitelendirildiğinden gelir yöntemine
göre hesaplanan milli gelire dahil edilmez.
Üretim; mal ve hizmetlerin yaratılması için üretim faktörlerinin bir
araya getirilmesidir. Bu nedenle gelir yöntemine göre bulunacak milli gelir
değeri, üretim yöntemine göre bulunacak milli gelir değerine eşit olacaktır.
212
mal ve hizmetlere ait katma değerler esas alınır. Bu durum sayısal bir örnek
ile daha iyi açıklanabilir. Çizelge 11.1’de görüldüğü gibi A firması üretici
firma, B firması aracı firma ve C firması ise nihai ürün satışı yapmaktadır.
Nihai mal; tüketiciye satılmadan önce herhangi bir işlemden geçmesi
gerekmeyen maldır. A firması 100 TL değerindeki malı (hammadde)
üretmekte olduğundan A firmasının elde ettiği katma değer 100 TL’dir.
Aracı firma durumundaki B firması bu malı (hammadde) 100 TL’den satın
almakta ve ara mal haline dönüştürdükten sonra 130 TL’ye satmaktadır. B
firmasının elde etmiş olduğu katma değer 30 TL’dir. C firması, B firmasının
üretmiş olduğu bu ara malı 130 TL’ye aldıktan sonra onu nihai mal haline
getirip 180 TL’ye satmaktadır. Bu durumda C firmasının elde etmiş olduğu
katma değer 50 TL’dir. Böylece malın son değeri 180 TL olmaktadır.
Malın nihai değeri doğrudan C firmasının malı satış değerinden
bulunabileceği gibi firmaların elde etmiş oldukları katma değerlerin
toplanmasıyla da bulunabilir. Yani A, B ve C firmalarının elde etmiş
oldukları katma değerler (100+30+50) toplanarak da aynı değer (180 TL)
bulunmaktadır. Bulunan bu değer (180 TL), firmaların satış değerlerinin
toplamı olan 410 TL’den düşüktür (Çizelge 11.1).
213
(C), yatırım (I) ve hükümet (G) harcamalarından meydana gelmektedir
(C + I + G ) .
TÜKETİCİLER
Gelir Ödemeleri (Hanehalkı)
ÜRETİCİLER
(Firmalar)
214
gelirlerin değeri de üretime fiilen katılmanın karşılığı olan üretim faktörleri
gelirleridir.
Milli geliri ölçme yöntemleri Şekil 11.3’te verilmiştir. Görüldüğü gibi
üretim yöntemi doğrudan üretilen ürünün değeri ile ilgilidir. Harcama
yöntemi milli hasılayı üretmek için gereken harcamaları gösterirken, gelir
yöntemi ise ulusal hasılanın üretilmesiyle yaratılan geliri göstermektedir.
Sonuç olarak, üretim, harcama ve gelir yöntemlerine göre hesaplanan milli
gelir değerlerinin birbirine eşit olması gerekir.
215
hizmetlerin tamamını kapsamamaktadır. Yani üretilen bazı mal ve hizmetler
milli gelir içerisinde yer almamaktadır. Milli gelire dahil edilmeyip kayıt
dışı olarak kalan ancak refahı etkileyen bu üretim faaliyetleri genellikle üç
grupta toplanmaktadır.
(i) Yasal olmayan ekonomik faaliyetler: Yasal olmayan
ekonomik faaliyetler veya yeraltı ekonomisi olarak ifade edilen bazı
faaliyetler ve bunlardan elde edilen gelirler milli gelir hesaplamalarına
girmez. Bu faaliyetlere ruhsat olmaksızın kumar oynatılması, uyuşturucu
üretimi ve pazarlanması gibi faaliyetler örnek olarak verilebilir. Yasal
olmayan ekonomik faaliyetlerin boyutu özellikle az gelişmiş ülkeler için çok
önemlidir.
216
durumda milli geliri mutlak değer olarak daha fazla olan ülkede (Y) yaşam
standardının daha yüksek olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Böyle bir
karşılaştırmada her şeyden önce söz konusu ülkelerin nüfuslarına bakmak
gereklidir. Eğer, örneğimizdeki Y ülkesinin nüfusu, X ülkesinin nüfusunun
iki katı ise bu durumda kişi başına gelir X ülkesinde daha yüksek olacaktır.
Bu nedenle ülkelerarası karşılaştırmaları kişi başına düşen gelire göre
yapmak bir ölçüde daha doğru olabilmektedir. Ancak karşılaştırma yapılan
ülkelerde gerçekçi döviz kuru politikalarının izlenmesi gereklidir. Yani kişi
başına milli gelir değerlerinin karşılaştırıldığı ülkelerdeki fiyat değişimleri
ile döviz kuru değerindeki değişimlerin uyumlu olması gerekmektedir.
Ancak böyle olursa her iki ülkenin satınalma gücündeki karşılaştırmalar
anlam kazanabilir. Aksi taktirde bir ülkedeki kişi başına düşen milli gelir
değeri, diğerinden yüksek olmakla birlikte o ülkede aynı zamanda fiyatlar da
yüksek olabilir.
Diğer yandan kişi başına milli gelir değerlerinin karşılaştırması
sağlıklı olsa bile yaşam standardına ilişkin kriterler sorunu ortaya
çıkmaktadır. Çünkü bir ülkenin GSMH ve kişi başına milli gelir ölçütleri;
gelir bölüşümü, tatmin düzeyi, çalışma saatlerinin uzunluğu, sosyal
maliyetler ile sosyal ve kültürel göstergeler konusunda bilgi vermemektedir.
Ayrıca GSMH’nın ya da kişi başına düşen milli gelirin yüksek
olmasının, ülkenin genel olarak refah seviyesinin yüksek olması anlamına
gelmediğini gösteren bazı diğer kriterler de bulunmaktadır. Çünkü milli gelir
değerinin yüksekliği kadar onun dağılımı da önemlidir. Eğer bir ülkede milli
gelirin büyük bir kısmı o ülke nüfusunun çok az bir bölümü tarafından
paylaşılıyorsa o ülkedeki refah seviyesinin yükseldiği söylenemez. Örneğin;
Türkiye’de milli gelirin %54.9’u, nüfusun %20’si tarafından
paylaşılmaktadır.
Diğer yandan milli gelir değerlerine göre hangi mal ve hizmetlerin
üretildiği, üretilen bu malların kaliteleri ve nerelerde kullanıldığı konusunda
bir yargıya varılamaz. Bir ülkenin milli geliri yüksek olabilir ancak o ülkede
harcamalar daha çok savaş sanayisine yapılabilir. Buna karşın milli geliri
daha düşük olan ülkede ise harcamalar okul, hastahane gibi işler için
yapılabilir. Böyle bir durumda milli geliri düşük olan ülkedeki insanların
tatmin düzeyi daha yüksek olacaktır.
Benzer şekilde yaşam standardı açısından çok önemli olan
çalışılmayan zamanın uzunluğu da milli gelir karşılaştırmalarında önemlidir.
Çünkü daha az süre çalışarak aynı satınalma gücüne sahip olan ülkedeki
bireyler refah kriterleri açısından daha iyi durumda olacaklardır.
217
Günümüzde giderek önem kazanan çevre kirliliği, çarpık kentleşme,
trafik sorunu gibi olumsuz dışsallıklar olarak nitelendirilen sosyal
maliyetler de milli gelir değeri içerisinde yer almaz. Üretim süreci ve üretim
biçimi nedeniyle oluşan söz konusu bu olumsuz dışsallıkların milli gelir
değerinden düşülmesi gerekir.
Öte yandan milli gelir değeri sosyal ve kültürel değerleri de
içermemektedir. Dolayısıyla yaşam kalitesi açısından belirleyici gösterge
durumunda olan sosyal ve kültürel göstergeler konusunda milli gelir değeri
bilgi vermemektedir. Yani et, süt, yumurta, elektrik, kitap gibi belli başlı
temel ürünlerin kişi başına tüketim miktarları; kişi başına düşen araba,
televizyon, telefon sayısı; eğitim düzeyi, okullaşma oranı, nüfus artış oranı,
bebek ölüm oranı, ortalama yaşam süresi, sosyal yardımlar, kültürel
etkinlikler hakkında milli gelir değeri bilgi içermemektedir.
Ülkelerin milli gelirlerinin karşılaştırılması yapılırken belirtilen bu
özelliklerin dışında ülkeler arasında doğal koşulların farklılığı, piyasaya
giren üretici miktarındaki farklar, üretim maliyetlerindeki farklar da
önemlidir. Örneğin soğuk ülkelerde yaşayan insanlar sıcak ülkelerde
yaşayanlara göre daha fazla yakacak üretimi yapmak zorundadırlar. Bazı
ülkeler gelirlerinin önemli bir kısmını doğal afetler için ayırıyor olabilirler.
Yine bazı ülkelerde kadınlar diğer ülkelere göre daha fazla ev dışı
üretimlerde çalışabilirler. Özetlemek gerekirse, çeşitli ülkelerin milli
gelirlerinin karşılaştırılması yapılırken nüfus farkları, fiyat düzeyleri farkı,
üretilen ürünlerin farklılığına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.
Diğer yandan milli gelirin bir yıldaki değeri ile diğer yıllardaki milli
gelirlerinin karşılaştırılmasında da bazı noktalara dikkat etmek
gerekmektedir. Bu kapsamda dikkate alınacak kriterler; nüfus, fiyat, mal ve
hizmetlerdeki değişmelerdir. Örneğin bir ülkenin milli geliri bir yıldan
diğerine iki misli artarken söz konusu ülkenin nüfusu da iki kat artmış ise
gerçek bir milli gelir artışından söz edilemez. Aynı şekilde milli gelirdeki
artış oranı ile fiyatlar genel düzeyindeki artış oranı aynı ise yine milli gelirde
gerçek bir artıştan bahsedilemez.
218
nihai tüketimde kullanılan mal ve hizmetlerin piyasa değeri ile ilgili soruya
en güzel yanıtı GSYİH sağlar. Hanehalkının gelirlerinin harcama ve yatırıma
tahsisi konusunda en iyi yanıtı harcanabilir gelir ölçütü verir. Diğer yandan
belli bir sürede, satın alma gücündeki değişmelerin saptanması için sabit
fiyatların esas alındığı ölçülerin kullanılması gerekir.
Ayrıca gerçek ekonomik refahı tam olarak yansıtmak için geleneksel
olarak kullanılan milli gelir ölçütleri ile birlikte bazı kriterlerin kullanılması
gerekir. Ekonomik refahı tam olarak yansıtabilmek için yaşam standartlarına
katkısı olmayan yatırım ve GSYİH’nın diğer bazı unsurları, GSYİH’dan
çıkarılırken boş zaman gibi yaşam standardına katkısı olan ancak GSYİH’ya
dahil olmayan bazı kriterlerin eklenmesi gerekir.
Çizelge 11.2. Gayrisafi Milli Hasıla (Cari Fiyatlar ile Milyar TL)
Sektörler 2000 2002 2003
Değer % Değer % Değer %
Tarım 18.110.632 14,49 32.114.869 11,7 42.126.246 11,8
Sanayi 28.925.901 23,14 70.034.336 25,5 88.813.240 24,9
Hizmetler 72.880.498 58,32 172.993.009 62,9 222.976.557 62,5
İthalat Vergisi 5.065.425 4,05 10.527.402 3,8 13.758.630 3,9
GSYİH ( Alıcı Fiy. ) 124.982.456 100,00 277.574.058 100,9 359.762.926 100,9
Net Dış Al. Fak. Gel. 988.091 0,79 -2.541.692 -0,9 -3.082.038 -0,9
GSMH ( Alıcı Fiy. ) 125.970.547 100,79 275.032.366 100,0 356.680.888 100,0
Kaynak: DPT, 1997, 2001a, 2004.
Çizelge 11.3. Gayrisafi Milli Hasıla (1987 Fiyatları ile Milyar TL)
Sektörler 2000 2002 2003
Değer % Değer % Değer %
Tarım 16.005 13,50 15.947,60 13,7 15.548,80 12,6
Sanayi 33.602 28,34 34.142,40 29,3 36.793,40 29,9
Hizmetler 62.435 52,66 64.316 55,3 67.415 54,7
219
İthalat Vergisi 6.516 5,50 6.127,10 5,3 7.509,40 6,1
GSYİH ( Alıcı Fiy. ) 118.558 100,00 118.612,20 102,0 125.485,10 101,9
Net Dış Al. Fak. Gel. 355 0,30 -2.274,60 -2,0 -2.320,10 -1,9
GSMH ( Alıcı Fiy. ) 118.913 100,30 116.337,60 100,0 123.165,00 100,0
Kaynak: DPT, 2001a, 2004.
Milli gelir dağılımı ülkedeki refah seviyesini göstermesi açısından çok
önemli bir göstergedir. Çizelge 11.4’de Türkiye’nin çeşitli yıllardaki gelir
dağılımı verilmiştir. Çizelgeden görüldüğü gibi Türkiye’de gelir dağılımının
çok bozuk olduğu söylenebilir. Çünkü nüfusun %20’sini oluşturan fakir
kesim gelirin yalnızca %4,5’ini almaktadır. Buna karşın nüfusun en zengin
kesimini oluşturan %20’si ise milli gelirin %54,9’unu almaktadır.
Gelir dağılımındaki bozukluğu ölçmenin birkaç yöntemi
bulunmaktadır. Bunlardan en çok bilineni Gini katsayısı yöntemidir. Gini
katsayısı 0-1 arasında değişmektedir. Gini katsayısı 0 ise tam eşitlikten
bahsedilirken, söz konusu katsayının 1 olması ise tam eşitsizlik anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla gini katsayısı 1’e doğru yükseliyorsa gelir
dağılımının bozulduğu, 0’a doğru yaklaşıyorsa gelir dağılımının düzeldiği
anlamına gelir. Genellikle bir ülkenin gini katsayısının 0,4 ve üzerinde ise o
ülkede gelir dağılımının bozuk olduğu söylenir. Gelir dağılımının düzgün
olduğu ülkelerde ise gini katsayısının değeri 0,3’ün altındadır. Çizelge
11.4’te görüldüğü gibi Türkiye’nin gini katsayısı 1987 yılında 0,44
değerinde iken 1994 yılında 0,49’a yükselmiştir. Buna göre Türkiye’de gelir
dağılımının giderek bozulduğu söylenebilir. Gelir dağılımı konusunda
yapılan gini katsayısını konu alan araştırmalara göre Türkiye gelir dağılımı
çok bozuk olan ülkeler arasında bulunmaktadır. Diğer yandan 1994 yılından
sonra Türkiye’de gelir dağılımının daha da bozulduğu söylenebilir. Ancak
1994 yılından sonra Türkiye’de gelir dağılımı araştırması yapılmadığından
bu konuda en yeni veriler 1994 yılı değerleridir.
220
Kaynak: DİE, 1987 ve 1998.
221
11.7. Milli Gelir Dengesi
Birşeyin azalma ya da artma yönünde bir eğilim göstermemesine
denge durumu denilmektedir. Dolayısıyla milli gelirin denge konumunda
olmasına da milli gelir dengesi denilmektedir. Mal ve hizmet talebinin milli
gelire eşit olduğu daha önceki açıklamalardan bilinmektedir. Bu nedenle mal
ve hizmet talebi tüketim harcamaları, yatırım harcamaları ve kamu
harcamalarının toplamından oluşur ( AE = C + I + G + ( X − M )) . Tüketim,
yatırım ve kamu harcamaları şeklinde ortaya çıkan toplam talep, bir yılda
üretilen mal ve hizmet tutarı olan toplam arza eşitse ekonominin dengede
olduğu ifade edilir ( AE = Y ) . Yani bir yılda üretilen mal ve hizmetin değeri
harcamalara eşit olmaktadır. Çizelge 11.6 bir ekonomi için milli gelir
dengesinin belirlenişini göstermektedir. Firmaların toplam nihai mal
üretiminin 1000 milyar TL olduğunu varsayalım. Bu durumda ülkenin milli
geliri de 1000 milyar TL olacaktır. Söz konusu gelir seviyesinde planlanmış
harcama 1380 milyar TL’dir (Çizelge 11.6). Böyle bir durumda milli gelirin
artması yönünde bir baskı oluşacaktır. Çünkü toplam planlanmış harcama
milli gelir değerinden daha fazladır.
Bu defa milli gelirin 4000 milyar TL ve bu seviyede toplam
harcamaların da 3240 milyar TL olduğu durumu ele alalım. Görüldüğü gibi
760 milyar TL değerindeki malın satılmama durumu söz konusudur. Böyle
bir durumda da milli gelirin düşmesi yönünde bir baskı meydana gelecektir .
Sonuçta milli gelir denge düzeyi olan 2000 TL’ ye kadar düşecektir
(Çizelge 11.6).
Şimdi de milli gelir seviyesinin 2000 milyar TL olduğu durumu ele
alalım. Bu noktada toplam planlanmış harcama milli gelir düzeyine eşittir.
Yani alıcılar satın alma planlarını tam olarak yerine getirirken firmaların da
üretim miktarını değiştirmesini teşvik edecek herhangi bir etmen
bulunmamaktadır. Kısacası denge noktası toplam üretimin milli gelire eşit
olduğu noktada gerçekleşmektedir.
222
Çizelge 11.6. Milli Gelir Dengesinin Belirlenmesi (Milyar TL)
3000 2620 ↑
4000 3240 Milli geliri
5000 3860 Azaltıcı yönde baskı
223
Planlanmış Harcama
AE=Y
AE
E0
450
0 Y0 Milli Gelir
224
Ayrıca bir ülkenin GSMH’sı diğerinden büyük olabilir, ancak
GSMH’sı yüksek olan ülkenin nüfusu diğerinden çok fazla olabilir. Böyle
bir durumda nüfusu az olan ülkenin kişi başına düşen geliri diğerinden daha
fazla olabilecektir. Dolayısıyla kişi başına düşen gelir refah artışını
göstermesi açısından daha iyi bir ölçüttür. Ancak, refah düzeyini tam
yansıtma açısından kişi başına düşen gelirin de yetersizlikleri söz
konusudur. GSMH’daki ya da kişi başına düşen gelirdeki değişmeler yüzde
olarak ifade edilirse büyüme oranı elde edilir. GSMH’daki artış ekonominin
büyüdüğü azalış ise ekonominin küçüldüğünü gösterir. Eğer ele alınan
dönemde GSMH’da artış veya azalış söz konusu değilse bu durumda
ekonominin durgun olmasından söz edilir.
225
(iv) Kaynakların kullanımı ve transferi: Mülkiyet hakları
sisteminin varlığı bireylerin daha fazla ekonomik faaliyette bulunmalarını
teşvik etmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakları ekonomik büyümeyi olumlu
yönde etkilemektedir.
11.8.3. Kalkınma
Ekonomik büyüme ekonominin niceliksel boyutundaki gelişmeleri ele
alırken kalkınma niteliksel gelişmeler ile ilgilidir. Yani ekonomideki
niteliksel gelişmelere kalkınma denilmektedir. Ekonomik kalkınma ile
yaşam kalitesi ve üretimin organize edilme biçimindeki ilerlemeler esas
alınır.
(i) Hızlı nüfus artışı: Az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı % 2-3
civarında iken gelişmiş ülkelerde bu oran % 0.5-1 arasında değişmektedir.
Görüldüğü gibi az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı gelişmiş ülkelere göre
çok fazladır. Nüfus artış hızı doğum oranı ile ölüm oranı arasındaki farktır.
Az gelişmiş ülkelerde hızlı nüfus artış oranı bu ülkelerde doğum oranının
gelişmiş ülkelere göre yüksek olmasından ileri gelmektedir. Diğer yandan
tıp alanındaki gelişmeler nedeniyle az gelişmiş ülkelerde ölüm oranı
azalmaktadır. Bu durum az gelişmiş ülkelerde nüfus artış oranının gelişmiş
ülkelere göre yüksek kalmasına neden olmaktadır. Ayrıca az gelişmiş
ülkelerde ailelerin çok çocuk sahibi olmak istemelerinin bir nedeni de aileler
tarafından çocukların işgücü kaynağı olarak görülmesidir. Çünkü bu
ülkelerin ekonomisi tarım ağırlıklı olup, sosyal güvenlik sistemi de çok
yetersizdir.
226
oluşturur. Ancak az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimini sağlayacak yeterli
tasarruf yapılamamaktadır. Çünkü bu ülkelerde bireyler gelirlerinin büyük
bir kısmını yaşamlarını sürdürebilmek için zorunlu gereksinimlerini
karşılamada kullanırlar. Dolayısıyla az gelişmiş ülkeler kısır bir döngü
içerisindedirler. Buna “fakirliğin kısır döngüsü” denilmektedir. Bazen bu
döngü “az gelişmiş ülkeler fakir oldukları için fakirdirler” şeklinde ifade
edilmektedir.
227
BÖLÜM 12
PARA, BANKA VE ENFLASYON
Dünyadaki mevcut ekonomik sistemlerin ilk göze çarpan özelliği hepsinin paralı ekonomi
olmalarıdır. Günümüzde para, bütün ekonomik faaliyetleri etkileyen ve onları değiştiren aktif bir varlık
haline gelmiştir. Paranın belkide en önemli özelliği “herkes tarafından kabul edilmiş” olmasıdır. Para
ile ilgili konular ekonomi biliminde giderek önem kazandığından ekonomistler tarafından ayrıntılı bir
şekilde incelenmeye başlanmıştır. Ancak ekonomiye giriş niteliğinde olan bu kitapta para teorisi ile ilgili
ayrıntılara girilmeyecektir. Bununla birlikte paranın niteliği ve ekonomik hayat üzerindeki etkilerini ana
hatlarıyla bilmek gereklidir. Bu amaçla bu bölümde öncelikle para ve ekonomik yaşamda dolanımı
üzerinde durulacaktır. Bunu bankaların ve özellikle merkez bankalarının özellik ve işlevlerinin
açıklanması izleyecektir. Daha sonra ise paranın değeri ve fiyatlar genel düzeyi ile ilgili açıklamalar
yapılacaktır.
12.1. Para
İnsanlar tarihin ilk devirlerinde gereksinimlerini karşılamak için ticari
faaliyetlerini para kullanmaksızın yürütmeye çalışmışlardır. O yıllarda ticari
faaliyetler bir malın başka bir malla değiştirilmesi esasına göre
yürütüldüğünden bu alışverişlere trampa (takas), trampa ticaretin yapıldığı
ekonomilere de trampa ekonomisi adı verilmiştir.
Tahmin edileceği gibi trampa ticaretin birçok zorlukları
bulunmaktadır. Trampa ticarette her şeyden önce malların değiştirilmesi
kolaylıkla yapılamamıştır. Çünkü trampanın yapılabilmesi için trampa
yapacak iki kişinin olması ve bu kişilerin birbirlerinin ellerindeki mallara
gereksinimlerinin olması gerekir. Diğer yandan, trampa ticarette değişime
konu olan her iki malın değerinin de birbirine eşit olması gereklidir. Ayrıca
trampa alışverişlerinde vadeli işlemler uygulanamamıştır. Diğer yandan,
trampa ekonomisinde satın alma gücünün korunmasında ve tasarruf
yapmakta da büyük sorunlar yaşanmıştır. Trampa işlemlerinde belirtilen bu
güçlüklerin yanında mal çeşitlerinin zamanla artması mallar arasında
değişime esas oluşturacak bir ölçü biriminin olmasını zorunlu kılmıştır.
Nitekim bu zorunluluk, para fikrinin ortaya çıkmasını ve gelişmesini
sağlamıştır. İlk başlarda “mal para” adı verilen, öz değeri olan bazı mallar
para yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bu amaçla özellikle deniz kabukları,
boynuzlar, boncuk gibi mallar para karşılığı olarak kullanılmıştır.
Trampa ekonomisinden mal paranın kullanıldığı ekonomiye geçilmesi de ticarette yaşanan sorunları
tam olarak çözememiştir. Bu durumun en büyük nedeni mal paraların kısa bir sürede bozulması ve
değerlerinin değişmesinden kaynaklanmıştır. Zamanla mal paraların yerine çabuk aşınmayan,
üretimleri kıt olduğu için değerleri kısa sürede değişmeyen ve saklanması bir ölçüde kolay olan altın
228
ve gümüş gibi madenler kullanılmaya başlanmıştır. Kıymetli maden esasına dayanan bu değerli
madenlerin sikke haline getirilmesi, bu işlemin devleti temsil eden bir otorite tarafından yapılması ve
kontrol altına alınması sayesinde bu sistem uzun yıllar kullanılmıştır. Para bu gelişme süreci içinde
günümüzde banknot olarak ekonomide tedavül etmektedir. Ancak takas ekonomisinden parasal
ekonomiye geçişle birlikte parasal kurumların yapılanması farklılaşmış ve çok karmaşık bir
yapılanma oluşmuştur.
229
para”, değerini koruyan paralara “sağlam para” ve değer yitiren paralara da
“zayıf para” denilmektedir.
230
Ancak bankalar kendilerine yatırılan paranın hepsini kaydi para olarak
kullanamazlar. Devlet, bankalardaki tasarrufları güvenceye almak ve
para politikasını yürütmek için bankalara yatan paranın belli bir
yüzdesinin karşılık olarak banka kasalarında saklanmasını zorunlu
kılar. Dolayısıyla bankalar kendilerine yatırılan paraların yasa
tarafından belirtilen kısmını karşılık olarak ayırdıktan sonra ancak
kalan kısmını borç verebilirler.
231
12.1.4. Para Arzı ve Para Talebi
Piyasa ekonomisinin etkin olduğu ekonomilerde para arzı çok önemlidir. Çünkü ekonomideki tüm
işlemler piyasada belli bir para miktarının dolaşımı ile yapılmaktadır. Bir ekonomide tedavülde
(dolanımda) bulunan ödeme araçlarının tamamı para arzını meydana getirir. Dolayısıyla, para arzı
dolanımda bulunan kağıt ve madeni paralar ile bankalarca yaratılmış kaydi paralardan oluşur. Para
arzında nominal değerler önemli olduğundan tedavüldeki paranın nominal değeri esas alınır.
Bir ekonomide, para sahip olduğu işlevler nedeniyle talep edilir. Para
talebine neden olan faktörler; işlem güdüsü, geleceği düşünme güdüsü ve
spekülasyon güdüsü olarak üçe ayrılmaktadır.
232
aracı rolü oynamasıdır. Bankalar ayrıca daha öncede açıklandığı gibi kaydi
para yaratarak ekonomideki para arzını etkilemektedir. Bankalar kredi
uzmanlıklarına göre ticaret, sanayi, ziraat, ipotek ve merkez bankaları olmak
üzere beş gruba ayrılabilirler. Ticaret bankaları kısa vadeli kredi veren
bankalardır. Sanayi bankaları daha çok sanayi işlerine kredi veren
bankalardır. Ziraat bankaları çiftçilerin kısa, orta ve uzun vadeli kredi
gereksinimini karşılar. İpotek bankaları taşınmaz malları güvence altına
alarak kredi verirler.
Merkez bankası (emisyon bankası, ihraç bankası); banknot veya kağıt
para çıkaran bankalar olup ulusal ekonomilerde çok önemli rol oynarlar.
Merkez bankası para ve kredi politikalarını yürütmekle görevli olup
hükümetin para arzını kontrol etmesinde yararlandığı en önemli araç
durumundadır. Ayrıca merkez bankası bir ülkede devlet adına para basma
işlemini de yapmaktadır. Diğer yandan merkez bankası hükümet ile bankalar
arasındaki ilişkiyi de sağlamaktadır. Merkez bankasının tüm bu işlevleri
dikkate alınarak bu bankaya bankaların bankası denilmektedir.
233
12.2.2.1. İskonto Politikası
Merkez bankaları piyasaya para sürmek için bankalara kredi açar ve kredilere dayanarak bankaların
getirecekleri senetleri reeskont ederek parayı bankalar sistemine aktarır. Bankalar merkez
bankasından almış oldukları paranın bir kısmını karşılık olarak ayırdıktan sonra geri kalan kısmını
müşterilerine kredi açarlar. Böylece para tekrar piyasaya sürülmüş olur. Dolayısıyla iskonto
politikasının esasını reeskont oranlarının ve koşullarının değiştirilmesi oluşturmaktadır.
Reeskont oranı (tekrar iskonto); merkez bankasının ekonomiyi yönlendirmede kullandığı politika
araçlarından birisidir. Reeskont; daha önce bankalar tarafından iskonto edilmiş senetlerin yine
bankalar tarafından ikinci defa merkez bankasına kırdırılmasıdır. Reeskont oranının yükseltilmesi
ekonomide kredi hacminin daralmasına neden olur. Çünkü bu durumda merkez bankasından ödünç
para alma pahalı olmasına karşın reeskont oranının düşürülmesi kredi hacminin genişlemesine yol
açar. Buna göre ekonomik faaliyetler canlandırılmak istenildiğinde reeskont oranlarının düşürülmesi
gerekir.
234
Merkez bankası açıklanan bu para politikası araçlarının dışında da
bazı yöntemler kullanarak para arzını ve kredi hacmini etkileyebilir. Bu
önlemlerden ikisi genel disponibilite oranı ve selektif kredi politikasıdır.
Disponibilite; bankanın toplamış olduğu mevduatın bir kısmının nakit
karşılığı ile ayrılması ile oluşan bir değerdir. Bu değerin oranına
disponibilite oranı denilmektedir. Selektif kredi politikasında ise bankanın
bazı sektörlere farklı kredi uygulamasına gitmesidir. Bu tip kredi politikası
ile ekonominin ihtiyaç duyduğu yatırımlar teşvik edilir.
12.3. Enflasyon
Enflasyon çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Genel olarak enflasyon, toplam talebin toplam arzdan
fazla oluşu nedeniyle fiyatların devamlı olarak artış göstermesi olarak tanımlanır. Burada toplam
talebin toplam arzdan fazla olmasının nedeni ekonomideki para miktarının mal ve hizmet değişimi
için gerekenden fazla olmasıdır. Enflasyon kısaca “bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin
yükselmesi” olarak ifade edilmektedir.
235
(% 10’nun altında) enflasyon oranlarına ılımlı enflasyon adı verilir. Eğer bir
ekonomide enflasyon oranı % 2-3 gibi düşük düzeyde ise buna “sürünen
enflasyon” denilir. Ilımlı enflasyon ortamında insanlar paradan kaçmazlar.
Çünkü ılımlı enflasyon ortamında reel faizler çok düşük değildir. Ayrıca
ılımlı enflasyonun geçerli olduğu ekonomilerde nispeten istikrar bulunur.
(ii) Yüksek oranlı enflasyon: Enflasyon oranının yıllık olarak %10
ile % 200 arasında olmasına yüksek oranlı (veya dört nala enflasyon) adı
verilmektedir. Yüksek oranlı enflasyonlar genellikle Latin Amerika
ülkelerinde yaşandığından bazen bu enflasyon tipine Latin enflasyonu da
denilmektedir. Örneğin 1970-1980 yılları arasında Latin Amerika
ülkelerinin çoğunda yıllık enflasyon oranı %50 ile % 700 arasında
değişmiştir. Yüksek oranlı enflasyon ile yaşayan ülkelerden biri de
Türkiye’dir. 1974-2000 yılları arasında Türkiye’deki enflasyon oranı
Çizelge 12.1’de verilmiştir. Genel olarak, yüksek oranlı enflasyonun olduğu
ülkelerde çok ciddi ekonomik sorunlar ortaya çıkar. Bu ülkelerde yapılan
sözleşmeler; fiyat endekslerine ya da dolara endekslenir. Para hızla değer
kaybettiğinden halk cebinde para tutmak istemez. Ayrıca yüksek oranlı
enflasyon ortamında yıllık reel faiz oranları negatiftir. Bu nedenle halk
finansal piyasalar yerine arsa ve konut alımında bulunur. Enflasyonun bu
olumsuzluklarına karşın bazı ülkeler (Brezilya ve İsrail) yüksek oranlı
enflasyon ortamında çok iyi bir ekonomik gelişme göstermişlerdir.
236
1988 64.55 73.70 2004+ 13.7 16.51
1989 62.30 64.30
Kaynak: DİE, kayıtları TEFE: Toptan eşya fiyat endeksi,
TÜFE: Tüketici fiyat endeksi *: Haziran Ayı
237
eğrileri E1 noktasında dengededir. Bu durumda oluşan denge fiyatı da
P1’dir. Harcamalarda meydana gelen artış nedeniyle toplam talep
eğrisi AD’den, AD1’e kayacaktır. Bu durumda yeni denge noktası E2
olacak, fiyatlar da P1’den P2’ye yükselerek talep enflasyonu ortaya
çıkacaktır.
Fiyat
AS
Q
P2 E2
AD1
P1 E1
AD
238
sahipleri, sendikalar ve diğer baskı grupları ile ücretlerine zam almak için
baskıda bulunacaklardır. Yapılacak yeni zamlar ise tekrar mal ve hizmetlerin
fiyatına yansıtılacaktır. Buna ekonomide ücret-fiyat sarmalı denilmektedir.
Şekil 12.2’de maliyet enflasyonunun işleyişi görülmektedir.
Görüldüğü gibi başlangıçta toplam arz AS ve toplam talep AD iken
denge noktası E1 ve fiyat P1 düzeyindedir. Ancak maliyetlerde bir artış
olduğu zaman toplam arz eğrisi AS1 konumuna kayacaktır. Bunun
sonucu olarak denge noktası E2’ye ve fiyatlar P2’ye yükselecek ve
ekonomide eksik istihdam Q1’den Q2’ye kayacaktır. Burada belirtilen
arz eğrisindeki kayma ani olarak çok büyük ölçüde yukarı doğru
kayarsa bu duruma arz şoku denilmektedir. Arz şokunun yaşanması
durumunda üretim büyük ölçüde düşmektedir. 1974 ve 1980 yıllarında
petrol fiyatlarındaki şok artışlar sonucu toplam arz eğrisinde ani
yükselişler gerçekleşmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak söz konusu
yıllarda fiyatlar yükselirken üretimde önemli düşüşler (stagflasyon)
yaşanmıştır.
Fiyat Q
AS1
AS
P2 E2
E1
P1
AD
239
enflasyonu, fiyat enflasyonu, ithal enflasyon ve yapısal enflasyon
olarak sıralanabilir.
P2
P1 AS2 AS1
240
AS
P E2
E3 E1
E
AD2
AD1
AD
241
12.3.3.2. Üretim ve İstihdam Üzerine Etkileri
Enflasyon reel ekonomiyi makroekonomik ve mikroekonomik
düzeyde etkilemektedir. Makroekonomik yönden enflasyon tam istihdam
düzeyi üzerinde etkilidir. Enflasyon oranı beklenmeyen bir şekilde
yükselirse üretim ve istihdam artışına neden olur. Özellikle kısa dönemde
toplam talepte sağa doğru bir kayma üretimin ve fiyatların artmasına
(enflasyona) neden olur. Diğer yandan yaşanacak bir arz şoku, arz eğrisinin
yukarı doğru kayması ile fiyat artışına neden olurken üretimin düşmesine yol
açar. Bu nedenle enflasyon ve üretim düzeyi arasında doğrudan ilişkinin
olmadığı ileri sürülmektedir.
Enflasyonun, mikroekonomik düzeydeki etkisi kaynak tahsisinde
olmaktadır. Enflasyon oranı ne kadar yüksek olursa göreli fiyatlardaki
sapma da o kadar yüksek olmaktadır. Böyle bir durumda hiç kimse parayı
elinde tutmayacağından konut ve arsa gibi aktiflerin satışı artmaktadır.
12.3.4. Enflasyonla Mücadele
Yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerde enflasyonla mücadele
etmek için izlenen para ve maliye politikaları belirli bir süre için ekonomik
büyümeyi olumsuz etkileyeceği gibi işsizlik oranını da büyük ölçüde
arttırmaktadır. Bu nedenle izlenecek politikaların maliyetini hesaplamak ve
halkın desteğini almak çok önemlidir. Genel olarak enflasyonla mücadelede
aşamalı iniş ve katı tutum stratejisi izlenmektedir. Ancak, eğer enflasyon
yüksek oranlı ya da hiperenflasyon tipinde ise heterodoks ve ortodoks
istikrar programları izlenmektedir.
242
stratejinin izlendiği ekonomilerde toplam arz eğrisinin şekline bağlı olarak
resesyon büyük boyutlara ulaşır. Ayrıca şok stratejide enflasyonun bir an
önce düşürülmesi istenildiğinden işsizlik oranında büyük artışlar meydana
gelebilir.
243
politikasına geçilmiştir. Ayrıca ekonomiyi krizden kurtarmak için acil
önlemler paketi hazırlanarak yürürlüğe konmuş ve IMF ile yeni bir borç
anlaşması imzalanmıştır.
12.4. Deflasyon
Deflasyon, ekonomide diğer bir dengesizlik şeklidir. Şişkinliğin inmesi ve daralması anlamına gelir.
Deflasyon enflasyonun tersi bir gelişme olarak kabul edilmekle birlikte işleyiş hızı bakımından
farklıklar gösterir. Deflasyon ortamında ekonomide bir durgunluk söz konusudur. Bu durumun
nedeni toplam talebin azalması dolayısıyla, toplam arzın toplam talepten fazla olmasıdır.
Ekonomide görülen durgunluğun sonucunda eldeki mallar satılamayıp stoklarda büyüme meydana
gelir. Bu durumda üreticiler fiyatları düşürerek üretmiş oldukları malları elden çıkarmayı planlar.
Üreticiler bu arada kâr marjlarını azaltmamak için ücretleri düşürmek ister. Ancak hür sendikacılığın
olduğu ülkelerde ücret azaltılması yapılamaz. Dolayısıyla bazı üreticiler özellikle monopol
durumunda olanlar fiyatları düşürmemek için üretimi kısarlar. Bazı üreticiler ise kısmen kârdan
kaybı göze alarak üretimi azaltırlar. Deflasyon ortamında piyasadaki durgunluk, girişimcilerin
yatırım yapmamalarına neden olur. Bunun sonucunda da yeni istihdam alanları dolayısıyla üretim
artışı yaratılmayacağından iş hacmi önemli ölçüde durgunluk gösterir. Sonuçta deflasyonun
yaşandığı ekonomilerde işsizlikteki artışın yanısıra zincirleme iflaslar görülür.
12.5. Devalüasyon
Devalüasyon, bir ülkenin ulusal parasının değerinin yabancı paralar karşısında düşürülmesidir.
Türkiye’de son 10 yıl içerisinde en büyük devalüasyonlar 1994 ve 2001 yıllarında yapılmıştır.
Örneğin 21 Şubat 2001’de devalüasyondan önce 1 dolar = 680000 TL iken, devalüasyondan sonra 1
dolar = 1100000 TL civarına yükselmiştir.
244
yüksekliği nedeniyle satılamıyorsa iç ve dış fiyatlar arasındaki dengesizliği
gidermek için devalüasyon yapılabilir. Ayrıca devalüasyon Türkiye
açısından geçmiş yıllarda işçi dövizlerinin normal yollardan ülkeye
gelmesini sağlamak için de yapılmıştır.
Devalüasyon yapan ülkenin istediği amaçlara ulaşabilmesi için
alınması gereken bazı önlemler bulunmaktadır. Bunlardan en başta geleni
devalüasyon yapıldıktan sonra iç piyasada fiyat istikrarının sağlanmasıdır.
Eğer iç piyasada fiyatların artışı önlenmez ise devalüasyon sonrası dışsatımı
artırma amacı gerçekleşmeyebilir. En azından iç piyasadaki fiyat artışlarının
devalüasyon oranının altında olması gereklidir.
Diğer yandan, devalüasyon yapan ülkenin dışsatım mallarının arzı
esnek değilse yine devalüasyondan beklenen yarar elde edilemez. Benzer
şekilde devalüasyon yapan ülkenin dışsatım mallarına olan dış talep
esnekliği elverişli değilse dışsatım miktar olarak artsa bile elde edilen
dövizde fazla bir artış olmayabilir. Diğer yandan dışalımı azaltmak için
yapılan devalüasyon da, dışalım mallarının talep esnekliği düşük ise bu defa
dışalım miktarı azalsa bile harcanan döviz miktarında fazla bir azalma
olmayabilir. Dışalımda bulunulan malların talep esnekliğinin düşük olması
dışalımın zorunlu olmasından kaynaklanabileceği gibi halkın ithal edilen
mallara karşı özel ilgi ve tutumlarından da kaynaklanabilir.
Tüm bunların ötesinde devalüasyon yaparak dışsatımını arttırmak
isteyen ülkeye karşı bazı önlemler alınması mümkündür. Örneğin, benzer
malların dışsatımını yapan diğer ülkeler de devalüasyon yapabilirler.
Dolayısıyla dışsatımını arttırmak amacıyla devalüasyon yapan ülkenin
amacına ulaşması için dışsatım yaptığı ürünlerde rakip durumda olan
ülkelerin devalüasyon yapmamaları gerekir.
245
1977 19,25 1993 14458,03
1989 2311,37
246
revalüasyon ulusal paranın değerinin yabancı paralar karşısında
arttırılmasıdır.
12.6. Stagflasyon
Stagflasyon kavramı “stagnation” ve “inflation” kelimelerinden
türetilmiştir. Stagflasyon ekonomide durgunluk haline karşın enflasyonun
varlığının görülmesidir. Stagflasyon ortamında fiyatlar yükselmesine karşın
yatırımcılar geleceği belirsiz gördükleri için yatırım yapmazlar. Dolayısıyla
stagflasyon tüm ekonomide fiyatların hissedilir derecede yükselirken
ekonomik büyümenin en alt düzeyde tutulması olayıdır.
247
BÖLÜM 13
ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER
Buraya kadar ele alınan bölümlerin önemli bir bölümü kapalı ekonomi
varsayımına göre incelenmişti. Bu bölümde ekonominin açık olduğu kabul
edilecektir. Açık ekonominin kapalı ekonomiden farkı, açık ekonomide
diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerin olmasıdır. Dolayısıyla bu bölümde dış
ülkelerle ticaret yapan, işgücü ve sermaye hareketlerinin geçerli olduğu bir
ekonomide, ekonomik ilişkilerin nasıl yürütüldüğü açıklanacaktır. Bu
amaçla önce uluslararası ticaretin esasları ve yararları tartışılacak, daha
sonra ise ödemeler dengesi ve döviz kurları üzerinde durulacaktır.
248
ulusal ekonomi için doğru yönde olursa ülkelerin kıt kaynaklarının gelir
yaratma gücünde artışıda beraberinde getirir.
249
Ülkelerin Amerika ile Türkiye olduğunu, üretilen malların da buğday ve
elbise olduğunu varsayalım. Çizelge 13.1’de görüldüğü gibi, Amerika
buğday üretiminde, Türkiye ise elbise üretiminde mutlak üstünlüğe sahiptir.
Çünkü aynı miktar kaynak kullanılarak Amerika 10 birim buğday üretirken,
Türkiye 5 birim buğday üretmektedir. Dolayısıyla Amerika buğday
üretiminde, Türkiye’ye göre mutlak üstünlüğe sahiptir. Benzer şekilde
Türkiye 10 birim elbise üretirken, aynı miktarda kaynak ile Amerika 6 birim
elbise üretmektedir. Yani Türkiye, Amerika'ya göre elbise üretiminde
mutlak üstünlüğe sahiptir.
250
13.1.1.2. Karşılaştırmalı Üstünlük
Karşılaştırmalı üstünlük, “bir ülkenin bir malı ticaret yaptığı ülkelere
oranla daha etkin bir şekilde üretmesine” denir. Karşılaştırmalı üstünlük
farklı malları üretmenin nispi (göreli) maliyetlerini gösterir. Bu kavrama
göre bir ülke karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu malın üretiminde
uzmanlaşmalıdır.
Ülkelerin belli bir malın üretiminde mutlak üstünlüğe sahip olması
durumunda uzmanlaşma ve ticaret yapılarak ekonomik kazanç elde edilmesi
basitçe açıklanabilmektedir. Ancak bir ülkenin her iki malda da mutlak
üstünlüğe sahip olduğu bir durum nasıl açıklanacaktır? Örneğin; Amerika
Türkiye’ye göre hem buğday hem de elbise üretiminde mutlak bir üstünlüğe
sahipse durum ne olacaktır? Böyle bir durumda Amerika buğday ve elbise
üretiminin her ikisinde de Türkiye'ye göre daha etkindir. Bu soru ilk defa
David Ricardo’ya yıllar önce sorulmuş ve Ricardo tarafından sorunun yanıtı
karşılaştırmalı üstünlük olarak verilmiştir. Ricardo’ya göre bir ülkenin tüm
mallarda mutlak üstünlüğe sahip olması durumunda da ticaretten kazanç
elde etme olanağı bulunmaktadır. Çünkü ticaretin esası bir malın
üretimindeki mutlak üstünlükten çok karşılaştırmalı üstünlük kuramına
dayanmaktadır.
Karşılaştırmalı üstünlüğü açıklamak için daha önce verilen örnek bazı
değişiklikler yapılarak kullanılabilir. Amerika’nın buğday ve elbise
üretimindeki etkinliğini 10 kat arttırdığını varsayalım. Bu durumda Amerika
100 birim buğday ve 60 birim elbise üretecektir (Çizelge 13.3). Görüldüğü
gibi Amerika, Türkiye’ye göre buğday ve elbise üretiminin her ikisinde de
mutlak üstünlüğe sahiptir. Ancak, Amerika mutlak üstünlüğe sahip olduğu
buğday ve elbisenin her ikisinde de Türkiye’ye göre eşit avantaj marjına
sahip değildir. İşte bu avantaj ya da üstünlükteki farklılık iki ülke arasında
uzmanlaşma ve ticaret yapılmasını açıklamaktadır.
Örneğimize dönecek olursak, Amerika aynı miktarda kaynak
kullanarak Türkiye’ye göre buğday üretiminde 20 kat daha fazla etkin iken
elbise üretiminde sadece 6 kat daha fazla üretmektedir. Dolayısıyla Amerika
buğday üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahipken elbise üretiminde
karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Aynı durumu Türkiye için yorumlanırsa,
Türkiye buğday üretiminde karşılaştırmalı dezavantaja sahipken elbise
üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Çünkü Türkiye buğday
üretiminde Amerika’ya göre 20 defa daha az etkin iken elbise üretiminde
yalnızca 6 defa daha az etkindir (Çizelge13.3).
251
Çizelge 13.3. Karşılaştırmalı Üstünlük
Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika 100 60
Türkiye 5 10
252
ve Türkiye’de kaynakların yeniden dağılımı ile dünya üretimi arttırılamaz.
Kısacası böyle bir durumda uzmanlaşma, dünya üretimini artırmamaktadır.
253
Çizelge 13.6. Buğday ve Elbise Üretiminin Fırsat Maliyeti
Buğday (birim) Elbise (birim)
Amerika 0.60 birim elbise 1.67 birim buğday
Türkiye 2.00 birim elbise 0.50 birim buğday
254
• Fısat maliyeti tüm ülkelerde aynı olduğu zaman karşılaştırmalı
üstünlük ve uzmanlaşma ile ticaretten kaynaklanan kazançlar
olmayacaktır.
• Herhangi iki ülke de üretilen iki malın fırsat maliyeti farklı
olduğunda o ülkelerde kaynakların yeniden uygun bir şekilde tahsisi
ile her iki malın üretiminde artış sağlamak daima mümkündür.
255
düşme gerçekleşir. Yani böyle bir durumda bir birim ithalat için daha fazla dışsatım yapılması
gereklidir. Benzer şekilde dışalımı yapılan malların fiyatlarında bir değişme olmaksızın dışsatımı
yapılan malların fiyatlarında bir artış gerçekleşmesi ise ticaret hadlerinde yükseliş olduğunu gösterir.
Çünkü böyle bir durumda aynı miktarda ithal malı için daha az dışsatım gerekmektedir.
Anımsanacağı gibi, Amerika’da bir birim elbise üretmenin fırsat maliyeti 1.67 birim buğdaydı
(Çizelge 13.6). Diğer bir ifadeyle Amerika’da kaynaklar buğdaydan elbise üretimine transfer edilirse,
her bir birim elbise üretmek için 1.67 birim buğday üretiminden vazgeçmek gereklidir. Ancak,
Amerika elbise gereksinimini ticaret yaparak daha iyi koşullarda elde edebilir. Çünkü Amerika
elbise dışalımında bulunmak için buğday üretip dışsatımında bulunabilir. Böylece hem Amerika hem
de Türkiye ticaretten kazançlı çıkar. Çünkü iki ülke de karşılaştırmalı dezavantaja sahip olduğu bir
malı uluslararası ticaret sayesinde iç üretime göre daha düşük bir fırsat maliyetiyle elde etmektedir.
Uluslararası ticaret birçok ülke ve malı kapsadığından bir ülkenin ticaret haddi endeks sayısı olarak
hesaplanır.
256
Ülkeler üreticilerini korumak için ticareti kısıtlayıcı birtakım önlemler uygularlar. Koruma politikası
adı verilen bu önlemler; gümrük tarifeleri, tarife dışı engeller ve yurt içinde uygulanan politikalardan
oluşmaktadır.
257
Gümrük tarifelerinin etkisi Şekil 13.1 yardımıyla daha iyi
anlaşılabilir. Söz konusu şekilde belli bir malın arz (S) ve talep (D) koşulları
görülmektedir. Pw malın dünya fiyatını, Pd ise devletin o malın ithalatından
vergi (tarife) almasıyla oluşan fiyatı göstermektedir. Dünya fiyatından (Pw)
Türkiye’deki tüketiciler Q1 kadar mal alırlar. Satın alınan mal miktarının Qo
kadarı yerli üreticilerden geri kalan miktar (Q1-Qo) ise yabancı üreticilerden
alınmaktadır. Bir başka ifadeyle dünya fiyatlarından Q1-Qo kadar mal ithal
edilmiş olmaktadır.
Hükümetin ithal edilen mala gümrük vergisi uygulamasıyla malın
fiyatı Pw’den Pd’ye yükselecektir. Bu durumda tüketiciler Q2 kadar mal
alacaklardır. Yani tarife uygulaması ile malın yurtiçi tüketimi Q2-Q1 kadar
azalmaktadır (tüketim etkisi). Diğer yandan fiyatın yükselmesi ile yerli
üreticiler üretimlerini Qo’den Q3’e çıkaracaklardır (üretim etkisi). İthal
edilen mallara tarife konulmadan önce Pw fiyatından yurtiçi üretim Qo
kadar, tüketim ise Q1 kadardı. Dolayısıyla yurtiçi üretim ile tüketim farkı
(QoQ1) dışalım ile karşılanmaktaydı. Ancak tarifeli fiyattan sonra söz konusu
bu fark Q2Q3’e düşmektedir (dış ticaret etkisi). Çünkü tüketiciler tarafından
satın alınan malın Q3 kadarı yerli üreticilerden kalan Q2-Q3 kadarı da
yabancı üreticilerden alınmaktadır. Yani gümrük tarifelerinin uygulanması
ithalatı azaltmaktadır. Gümrük tarifelerinin alınması ile devlet Şekil 13.1’de
görülen 3 nolu alan kadar gelir elde etmektedir (gelir etkisi). Diğer yandan
gümrük vergileri ile tüketici rantında 1,2,3 ve 4 nolu alanların toplamı kadar
bir azalma gerçekleşir. Tüketici rantındaki bu azalmanın 1 nolu kısmı
üreticilere giderken 3 nolu alanı vergi geliri olarak devlet alır. Ancak
tüketici rantında 2 ve 4 nolu alanların azalması ise kimsenin kazanmadığı
alanlardır. Çünkü 2 nolu alan QoQ3 miktarında malın ithal edilmeyip yurt
içinde üretilmesiyle topluma yüklenen ek bir maliyeti temsil eder. 4 nolu
alan ise vergi nedeniyle tüketimin Q3Q2 kadar azalışını göstermektedir.
Dolayısıyla vergiden önce 4 nolu alan kadar olan tüketici rantı artık ortadan
kalkmış olmaktadır.
Özetlemek gerekirse ithal mallarına gümrük tarifesinin uygulanması
ile malların yurtiçi fiyatları yükselmektedir. Bu durum söz konusu malların
yurt içindeki üretimini artırırken tüketimini azaltmaktadır. Sonuçta gümrük
tarifesi ile dışalım azalırken, devlet gelir elde etmekte ve tüketicilerden
üreticilere gelir transferi gerçekleşmektedir.
Fiyat
D S
258
Pd
Pw
1 3
2 4
0 Qo Q3 Q2 Q1 Miktar
259
dünya fiyatından Q1 kadar mal talep etmektedir. Tüketiciler tarafından talep
edilen miktarın ancak Qo kadarı yerli üreticilerden karşılanmaktadır. Söz
konusu malın geri kalan kısmı ise (QoQ1) yabancı üreticilerden satın
alınmaktadır. Böyle bir durumda hükümetin ithal edilen mala Q2Q3 kadar
kota uyguladığını kabul edelim. Bu durumda yeni fiyat Pd olacak ve tüketici
rantındaki azalma 1, 2, 3 ve 4 nolu alanların toplamı kadar olacaktır.
Tüketici rantındaki bu azalmanın 1 nolu alan kadar kısmı üreticilere
geçmektedir. Kota uygulamasında, tarife uygulamasında olduğu gibi tüketici
rantındaki azalmadan devlete giden bir gelir yoktur. Yani 3 nolu alan tarife
uygulamasında olduğu gibi devletin geliri değildir. Tüketici rantındaki
azalışı gösteren 3 nolu alan kota uygulaması ile o malı ithal edenlerin
gelirlerindeki artışı gösterir. Kota uygulamasından önce ithalatçılar Q3Q2
alanı kadar gelir elde ederlerken kotadan sonra Q3Q2 ve 3 nolu alanın
toplamı kadar gelir elde etmektedir.
Kotalarla fiyat mekanizmasının işleyişi ortadan kaldırılmaktadır.
Çünkü kota uygulanan bir malın dışalımı kota sınırı üzerinde artırılamaz.
Buna karşın gümrük tarifesi uygulanan mala yurtiçi talep olduğu sürece söz
konusu talep karşılanabilir. Ayrıca kotaların ithal malların fiyatlarını çok
yükseltmesi sonucu karaborsa ve kaçakçılığın özendirilmesi ile dış ticarette
belirsizliğin, bürokrasinin ve gelir dağılımındaki bozulmanın artırılması gibi
etkileri de bulunmaktadır.
D S
Pd
1 3
Pw 2 4
0 Q0 Q3 Q2 Q1 Miktar
260
(ii) Gönüllü ihracat kısıtlamaları: Kotaların değişik bir uygulaması
da gönüllü ihracat kısıtlamalarıdır. Gönüllü kısıtlama anlaşmaları olarak da
ifade edilen bu kısıtlamalar hükümetlerin ithalata gümrük vergisi veya kota
uygulaması yerine, ihracatçı ülkelerden kendi ülkelerine yapılan belli bir
malın ihracatını sınırlaması istemesiyle oluşur. Buna göre gönüllü ihracat
kısıtlamaları ihracatçı ülkenin gönüllü olarak ithalatçı ülkeye ihracatını
sınırladığını gösteren bir anlaşmadır. Gönüllü ihracat kısıtlamalarına en iyi
örnek gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin tekstil ihracatlarını
sınırlamak için oluşturdukları çok elyaflılar anlaşmasıdır. Ancak burada bir
noktayı vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Her ne kadar anlaşma gönüllü
olarak ifade edilse de gerçekte ihracatçı ülke açısından zoraki bir gönüllülük
vardır. Çünkü uygulamada genellikle ithalatçı ülke, ihracatçı ülkeyi daha
kötü koşullar öne sürerek onu anlaşmaya zorlar. Gönüllü ihracat
kısıtlamalarında amaç, dış rekabeti sınırlandırarak yerli üreticilerin iç piyasa
paylarını korumak ve artırmaktır.
P
P P
Sıı
P1 261
P1
m
Sı m P0
P0 t P0
S
S S
n n
D D D
D1
0 Q1 Q0 Q 0 Q1 Q0 Q 0 Q1 Q0 Q
262
yandan bazı idari düzenlemeler ile de ithal malların ülkeye girmesi
güçleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu konuya ithal malların gümrük
formalitelerinin uzatılması örnek olarak verilebilir. Günümüzde dış ticareti
engelleyen önlemlerin arasında daha çok görünmez engellerin uygulandığı
söylenebilir.
(i) Ulusal güvenlik: Ulusal güvenlik ile ilgili endişeler hem ithalatta
hem de ihracatta söz konusudur. İthalat ile ilgili kısmında ulusal savunma ile
ilgili mallarda yabancılara bağımlı kalınmaması gerektiği ileri sürülür.
Dışsatım açısından ise, ülkenin düşmanlarına karşı stratejik malların
satılmaması gerektiği görüşüdür.
(iii) Bebek sanayiler: Ticaretin serbest olması sonucu ithalat yolu ile
ülkeye ithal malların gelmesi yeni kurulacak veya kurulmuş olan sanayilerin
kurulup gelişmesini çok zorlaştırabilmektedir. Bebek sanayilerin olduğu
durumda diğer ülkelerin damping yapmalarına da gerek yoktur. Çünkü bu
tür sanayiler normal fiyatlarla bile belli bir büyüklüğe erişinceye kadar
yabancılarla rekabet edemezler. Bunun nedeni büyük ölçüde bebek
263
sanayilerin kuruluş ve piyasada yer alma çabalarındaki maliyetlerden
kaynaklanır. İşte tüm bu gerekçelerle yeni kurulan sanayilerin
olgunlaşıncaya kadar yabancı rakiplerinden korunmaları gerekçesiyle dış
ticaretin kısıtlanmasının gerekli olduğu belirtilir. Ancak bebek endüstrilerin
korunmasının, onların hiç büyümemelerine yol açma gibi bir riski de
beraberinde getirmektedir.
P D S
Ps
Pw 1 1 2 2
0 Qo Q3 Q2 Q1 Q
264
Çünkü tüketiciler sübvansiyonlu fiyattan ancak Q0 kadar mal
alabilmektedirler. Görüldüğü gibi ihracat sübvansiyonu yurt içi üretimi ve
dışsatımı artırmaktadır. Bununla birlikte sübvansiyon uygulaması yurtiçi
tüketimindeki daralma nedeni ile 1 nolu alan kadar tüketici rantında bir
azalma gerçekleşmektedir. Diğer yandan yine sübvansiyon nedeni ile yurtiçi
üretimin Q2’den Q1’e genişlemesiyle artan üretim nedeniyle 2 nolu alan
kadar bir sosyal maliyet söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, ihracat
sübvansiyonu yurtiçi üretimi ve dışsatımı artırmakta ancak sübvansiyonun
bir sosyal maliyeti (1 ve 2 nolu alanların toplamı) olmaktadır.
265
Uluslararası ticarette serbestleşme, Uruguay Round Anlaşmasından sonra en
önemli gelişme Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nün kurulmasıdır. Türkiye
GATT anlaşmasını 1.1.1995’te imzalamıştır. GATT anlaşmasını imzalayan
ülkeler geleneksel olarak kullandıkları ticareti engelleyici uygulamalara
gitmeleri artık çok zorlaşmıştır. Bu nedenle GATT anlaşması ile uluslararası
ticarette serbestleşme ve küreselleşmede önemli mesafe alınmıştır. Dünya
ticaret örgütünün kurulması küreselleşme sürecinin en son halkasını
oluşturmuştur.
Uluslararası ticaretin serbestleşmesi yolunda diğer önemli adımlardan birisi
de ekonomik birleşmelerdir. Ekonomik birleşmelerin en önemlisi 1958
yılında Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg
tarafından kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’dur. AET zamanla
15 ülkenin üye olduğu bir birlik haline gelmiş ve Avrupa Birliği (AB) adını
almıştır. Türkiye 1987 yılında AB’ne tam üyelik başvurusunu yapmış ancak
üyeliğe kabul edilmemiştir. Türkiye 1 Ocak 1996’dan itibaren gümrük
birliğine girmiş ve 1999 yılında AB’ne aday ülke olarak kabul edilmiştir.
GATT ve AB’nin dışında ticarette serbestleşme hareketleri çerçevesinde
bazı ekonomik birleşme hareketleri de bulunmaktadır. Bu ekonomik
birleşmeler; Tercihli Ticaret Anlaşmaları, Serbest Ticaret Bölgesi ve
Gümrük Birliği anlaşmaları olarak sayılabilir.
266
(i) Cari işlemler: Cari işlemler ya da cari hesap, mal ve hizmet alım satımı
ile ilgili tüm işlemleri kapsamaktadır. Bu nedenle cari işlemler bölümü
ödemeler dengesinin en önemli bölümünü oluşturur. Cari hesap işlemleri
kendi içerisinde dış ticaret ve hizmetler (görünmeyenler) alt bölümlerine
ayrılır. Dış ticaret alt bölümü bir yıl içerisinde yapılan mallara ait dışsatım
ve dışalım işlemlerini içerir. Böylece, bir ülkenin dışalım ve dışsatım
değerleri karşılaştırılarak o ülkenin ticaret dengesi belirlenir. Eğer dışsatım
ve dışalım arasındaki fark negatif ise ticaret açığı, fark pozitif ise ticaret
fazlası var demektir. Hizmetler bölümü ise ulaştırma, turizm, sigortacılık,
bankacılık gibi hizmetlerle uluslararası yatırımlardan elde edilen kârların
veya borç faizlerinin transferleriyle ilgili işlemleri kapsar.
(ii) Tek taraflı transferler: Karşılıksız transferler olarak da ifade edilen bu
bölümde bir ülkede oturanlar ile yabancılar arasında karşılıksız olarak
yapılan işlemler yer alır. Bağış ve yardımlar, savaş tazminatları ve yabancı
ülkelerde çalışan işçilerin göndermiş oldukları havaleler karşılıksız
transferlere örnek olarak verilebilir.
(iii) Sermaye hesabı: Sermaye hesabı bir ülkeye sermaye giriş ve
çıkışını gösterir. Dolayısıyla bir ülkeye sermaye girişi ve çıkışı arasındaki
fark sermaye hesabı dengesini oluşturur. Sermaye hareketleri kısa ve uzun
vadeli olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Eğer sermayenin gittiği ülkedeki
kalış süresi bir yıl veya daha fazla ise uzun vadeli sermayedir. Yabancı bir
ülkede taşınmaz mal ve hisse senedi satın alınması gibi işlemler uzun vadeli
sermaye hesabına girer. Bir yıldan az vadeli borç ve alacak transferlerine ise
kısa vadeli sermaye hareketleri adı verilir. Yabancı bankalara para
yatırılması ve çekilmesi, yabancı ticari senetlerin ve hazine bonolarının
alınıp satılması bu tür sermaye hareketlerine örnek olarak verilebilir.
(iv) Dış Rezervler hesabı: Ödemeler dengesinin bu bölümü bir
ülkenin dış rezervini oluşturan altın ve döviz stoklarında bir yıl içinde
meydana gelen değişmeleri gösterir.
Ödemeler dengesindeki bu ana bölümlerin dışında bir de “Net hata ve unutmalar” kalemi
bulunmaktadır. Çift kayıtlı muhasebe sistemi nedeniyle ödemeler dengesi her zaman denk olmalıdır.
Bu denkliliği sağlamak için net hata ve unutmalar hesabı kullanılır.
267
kısaca iki ulusal para birimi arasındaki değişim oranıdır. Buna göre döviz
kuru bir ülke parasının başka bir ülke parası cinsinden fiyatıdır (örneğin
1$=1250000 TL olması gibi). Eğer döviz kuru iki para arasında
uygulanıyorsa bu kura “düz kur” denilir. Ancak bir ulusal para ile önce
yabancı ülke parası satın alınıp daha sonra o parayla da başka ülkelerin
paraları satın alınırsa buna da “çapraz kur” denilmektedir. Örneğin, Türk
lirasıyla önce euro, daha sonra da euro ile sterlin ve sterlinle de dolar
alınması çapraz kura örnek olarak verilebilir. Döviz kurları genellikle döviz
piyasasında döviz arz ve talebi tarafından belirlenmektedir.
Döviz talebi, belli bir zaman süresi içerisinde talep edilen yabancı
para miktarıdır. Yabancı para talebi; mal ithal etmek, seyahat etmek, yatırım
yapmak ve spekülasyon için talep edilmektedir. İthal malları satın alabilmek,
seyahat yapılan yabancı ülkede ulaşım, otel, yiyecek ve satın alınmak
istenilen diğer şeyler için mal dışalımının ve seyahatin yapıldığı ülkenin
parası gereklidir. Yatırım yapmak açısından döviz kaynağı ise kişilerin ve
firmaların yabancı bir ülkede bono, hisse senedi ve diğer varlıklara yatırım
yapmalarından oluşur. Spekülasyon amacıyla döviz talebi dövizin ucuzken
alınıp pahalı iken satmak isteğinden kaynaklanır.
Döviz arzı, belirli bir sürede arz edilen yabancı para miktarıdır. Döviz
arzına neden olan faktörler döviz talebi ile benzerlik gösterir. Ancak döviz
arzının kaynaklarını yabancıların talepleri oluşturur. Dolayısıyla
yabancıların Türkiye’den mal almak istemeleri, Türkiye’ye seyahat etmek
istemeleri ve yatırım yapmak istemeleri döviz arzına neden olur. Ayrıca
yabancılar Türkiye’de menkul kıymetler satın almak isteyebilirler. Tüm
bunlar için TL’ye gereksinimleri vardır. Bu nedenlerle yabancılar TL
karşılığında yabancı para arzında bulunurlar. Diğer yandan Türk girişimciler
de yabancı ülkedeki yatırımlarından elde ettikleri kârları Türkiye’ye transfer
etmek istediklerinde de yine yabancı para arzında bulunurlar.
268
sabit tutmak için döviz piyasasında duruma göre alıcı veya satıcı konumuna
geçer. Yani döviz kurları yükselme eğilimi gösterdiğinde merkez bankası
piyasaya döviz sürer. Tersi durumda, yani döviz kurları düşme eğilimine
girdiğinde de merkez bankası piyasadan döviz satın alır. Ancak merkez
bankasının bu işlevini yapabilmesi için elinde yeteri kadar altın ve yabancı
döviz stokunun olması gerekir. Diğer yandan bir ülkenin döviz kurlarının
sabit tutulabilmesi için ülkenin ödemeler dengesinin sürekli olarak açık
veren bir yapı göstermemesi gerekir. Çünkü eğer ödemeler dengesi sürekli
açık veriyorsa söz konusu ülkenin döviz rezervi belli bir süre sonra
tükenebilecektir. Böyle bir gelişme ise döviz alım ve satımındaki
serbestliğin kaldırılıp döviz kontrol sistemine geçilmesi anlamına
gelmektedir.
(i) Nispi gelir farklılıkları: Bir ülkede (A) gelirler diğer ülkeye (B) oranla
daha hızlı artarsa, geliri artan ülkedeki tüketiciler daha fazla harcamada
269
bulunacaklardır. Bu durumda geliri daha az artan ülkenin mallarına
dolayısıyla parasına olan talep artar ve o ülkenin (B) parası değer kazanır.
(ii) Nispi fiyat farklılıkları: Bir ülkede iç piyasa fiyatları, diğer ülkeye
oranla hızlı bir şekilde artarsa bu durumda fiyat artışının daha az olduğu
ülkenin mallarına talep artar. Mala olan talep artışı o ülkenin parasına olan
talebi artıracağı için de söz konusu ülkenin parası değer kazanacaktır.
(iii) Faiz oranı farklılıkları: Bir ülkede faiz oranları diğer ülkeye göre daha
yüksek ise faiz oranı düşük olan ülkenin vatandaşları tasarruflarını faiz oranı
yüksek olan ülkede değerlendireceklerdir. Bu durum faiz oranı yüksek olan
ülkenin parasının değer kazanmasına yol açacaktır.
(iv) Spekülatif faaliyetler: Anımsanacağı gibi spekülatif faaliyet bir malı
ucuz iken alıp pahalı hale gelince satma isteğinden doğmaktadır. İşte
spekülatörler bir ülkenin parasının değer kazanacağı beklentisi içine girip o
ülkenin parasını satın almaya başlarlar. Bu şekildeki davranış söz konusu
ülkenin parasının değerini artıracaktır.
270
KAYNAKLAR
Açıl, A. F., 1984. Ekonomi I (Genel Ekonomi). A.Ü. Ziraat Fakültesi, Yayın No:
898, Ders Kitabı No: 249, Ankara.
Alkin, E., 1979. Fiyat Teorisi. İ.Ü. İktisat Fakültesi, Yayın No: 379, İstanbul.
Bennet, P., Burningham, D., Cave, D., Herbert, D., 1981. Understanding
Economics. Teach Yourself Books, Hodder and Stoughton, London.
Bilas, R. A., 1983. Microeconomic Theory. Mc Graw-Hill International Book
Company, Boston.
Branson, W. H., 1995. Makro İktisat Teorisi ve Politikası (II. Baskı, Çeviren
İbrahim Kanyılmaz). Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul.
Cinemre, H. A., 1999. Mikro Ekonomi (III. Baskı). O.M.Ü. Ziraat Fakültesi, Ders
Kitabı No:19, Samsun.
Colman, D., Young, T., 1989. Principles of Agricultural Economics. Markets and
Prices in Less Developed Countries, Cambridge University Press, Cambridge.
Çıkın, A., Konak, K., 1992. Mikro Ekonomi. E.Ü. Ziraat Fakültesi, Ofset Basımevi,
Bornova/İzmir.
Çolak, Ö. F (editör), 1996. İktisadın İlkeleri. Alkım Kitapçılık Yayıncılık, Ankara.
Demir, Ö., Acar, M., 1996. Sosyal Bilimler Sözlüğü. Vadi Yayınları, Ankara.
DİE., 1987. Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi Sonuçları, Gelir Dağılımı. Devlet
İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 1441, Ankara.
DİE., 1998. Türkiye İstatistiksel Yıllığı, 1998. Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara.
DİE., 2001. Devlet İstatistik Enstitüsü, İnternet Web Sayfası (http://www.die.gov.tr)
Dinler, Z., 1979. Mikroekonomik Analize Giriş. Bursa İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi Yayınları, Bursa.
Divitçioğlu, S., 1974. Mikro İktisat. İ.Ü. İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul.
DPT., 1997. Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-1998). Devlet Planlama
Teşkilatı, Ankara.
DPT., 2001a. Devlet Planlama Teşkilatı, İnternet Web Sayfası
(http://ekutup.dpt.gov.tr/teg/2001/06/teg.html).
DPT., 2001b. Devlet Planlama Teşkilatı, İnternet Web Sayfası
(http://www.hazine.gov.tr/stat/egosterge/Tablo-33.htm).
Gökdere, A., 1985. Bankacılar İçin Ekonomi Bilgisi (III. Baskı). Olgaç Matbaası,
Ankara.
Gürgen, Y., 1997. Genel Ekonomi. Ç.Ü. Ziraat Fakültesi, Genel Yayın No: 162,
Ders Kitapları Yayın No: 51, Adana.
Hançerlioğlu, O., 1977. Ekonomi Sözlüğü. Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul.
İnan, İ. H., 1998. Temel Ekonomi (III. Baskı). Trakya Üniversitesi Tekirdağ Ziraat
Fakültesi, Tekirdağ.
271
Karkacıer, O., 1999. Genel Ekonomi (İktisada Giriş). G.Ü. Ziraat Fakültesi, Yayın
No: 6, Ders Notları No: 1, Tokat.
Koutsoyiannis, A., 1987. Modern Mikroiktisat (Çeviren: Muzaffer Sarımeşeli).
Teori Yayınları, Kızılay, Ankara.
Laidler, D., Estrin, S., 1989. Introduction to Microeconomics (Third Edition).
Cambridge University Press, Cambridge.
Lipsey, R. G., Steiner, P. O., Purvis, D. D., Courant, P., 1990. Microeconomics
(Ninth Edition). Harper Collins Publishers, New York.
Lipsey, R. G., Harbury, C., 1992. First Principles of Economics (Second Edition).
Weidenfeld and Nicolson, London.
Lobley, D., 1995. Ekonomi. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Özgün Matbaacılık,
Ankara.
Manisalı, E., 1996. İktisada Giriş. Der Yayınları No:136, İstanbul.
Mansfield, E., 1985. Microeocnomics. Theory & Applications W.W. Norton
Company Inc., New York.
Nicholson, W., 1998. Microeconomic Theory. The Dryden Press, New York.
Özdemir, H., 1988. Tüketim ve Üretim Teorisi. Bilgehan Basımevi, Bornova/İzmir.
Özdemir, Z., 1997. Mikro İktisadi Analiz. Der Yayınları, İstanbul.
Özgüven, A., 1983. İktisat Bilimine Giriş (V. Baskı). Filiz Kitabevi, İstanbul.
Parasız, İ., 1994. Mikroekonomi-Modern Mikroekonomik Analize Giriş (V. Baskı).
Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa.
Parasız, İ., 1998. İktisada Giriş-Prensipler ve Politika (V. Baskı). Ezgi Kitabevi
Yayınları, Bursa.
Peterson, W. L., 1971. Principles of Economics, Micro. Richard D. Irwin Inc.,
Homewood, Illinois.
Rehber, E., 1995. Ekonomi (III.Baskı). U.Ü. Ziraat Fakültesi, Ders Notları No: 21,
Bursa.
Ryan, W. J. L., 1964. Price Theory. London Macmillan & Co Ltd, London.
Sağlam, D., Öçal, T., 1977. Mikroekonomik Analiz-Ekonomiye Giriş ve Fiyat
Teorisi. Kalite Matbaası, Ankara.
Speight, H., 1969. Economics-The Science of Prices and Incomes. Methuen & Co
Ltd., London.
Şahin, H., 1999. Mikro İktisat (II. Baskı). Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa.
T.C. Merkez Bankası, 2001. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası İnternet Web
Sayfası
(http://www.tcmb.gov.tr)
Türkay, O., 1993. Mikroiktisat Teorisi. Adım Yayıncılık Ltd. Şti., Ankara.
272
Türkay, O., 1995. İktisat Teorisine Giriş. Mikroiktisat (X. Baskı), İmaj Yayınevi,
Ankara.
Urvey, R., 1971. Demand & Supply George Allen & Unwin Ltd., London.
Ülken, Y., 1982. Fiyat Teorisi. Mal Piyasası, Cilt:1, Çağlayan Basımevi, İstanbul.
Üstünel, B., 1990. Makroekonomi (V. Baskı). Mısırlı Matbaacılık, İstanbul.
Üstünel, B., 1994. Ekonominin Temelleri (VI. Baskı). Ofset Baskı, Antalya.
Varian, H. R., 1993. Intermediate Microeconomics. A Modern Approach (Third
Edition), W.W. Norton & Company, New York-London.
273