You are on page 1of 14

Bizi Saçma Şeylere İnandırmaya Yönlendiren 25 Yanlış

Düşünce

Why People Believe Weird Things: Pseudoscience, Superstition, and Other Confusions
of Our Time - Michael Schermer

1. Teori Gözlemleri Etkiler


2. Gözlemci Gözleneni değiştirir
3. Araç-Gereç,Sonuçları Oluşturur
4. Anekdotlar Bilimi Oluşturmaz
5. Bilimsel Dil,Bilimi Oluşturmaz
6. Cesur Cümleler,Bir İddiayı Doğru Yapmaz
7. Aykırılık,Doğruluğa Eşit Değildir
8. Kanıtlama Sorumluluğu
9. Dedikodu,Gerçeğe Eşit Değildir
10. Açıklanmayan,Anlaşılması Güç Olan Değildir
11. Başarısızlıklara Neden Bulunur
12. Olaydan Sonra Mantık Yürütme
13. Rastlantı
14. Temsilcilik
15. Duygulandırıcı Sözler ve Yanlış Örnekler
16. Ad Ignorantiam
17. Ad Hominem ve Tu Quoque
18. Acele Genelleme
19. Yetkililere Aşırı Güven
20. Ya O Ya da O
21. Dairesel Mantık Yürütme
22. Reductio ad Absurdum ve Kaygan Yamaç
23. Çaba Yetersizlikleri ve Kesinlik Gereksinmesi, Kontrol ve Basitlik
24. Sorun Çözme Yetersizlikleri
25. İdeolojik Bağışıklık ya da Planck Problemi
TEORİ GÖZLEMLERİ ETKİLER

İnsanın fiziksel dünyayı anlama araştırmasında fizikçi Werner


Heisenberg,“Gözlemlediğimiz şeyin,doğanın kendisi olmadığı ama bizim sorgulama
yöntemimize açık olan doğa olduğu,” sonucuna varıyordu. Kuantum mekaniğinde bu kavram,
kuantum hareketinin “Kopenhag yorumu” olarak formüle edilmiştir: “Bir olasılık
fonksiyonu, belirli bir olayı önermez,ama sistemin yalıtımıyla bir ölçüm işe karışana ve tek
bir olay gerçekleşene kadar,olası olayların süremini tanımlar (Weaver’da 1987, s.412).”

Kopenhag yorumu, teori ve gerçek arasındaki bire bir ilişkiyi eler. Teori kısmen gerçeği
oluşturur. “Gerçek”,gözlemciden bağımsız olarak vardır,ama bizim gerçek algımız,onu
incelememizi sınırlayan teorilerden etkilenir.Bu yüzden filozoflar bilime, teoriye yüklü derler.

Teorinin “gerçek algısı” biçimlendirmesi, sadece Kuantum Fiziği için değil,dünyanın tüm
gözlemleme şekilleri için de doğrudur.

Colombus,Yeni Dünya’ya vardığında, Asya’da olduğuna dair bir teorisi vardı ve Yeni
Dünya’yı bu şekilde algılamak için devam etti.

GÖZLEMCİ GÖZLENENİ DEĞİŞTİRİR

Fizikçi John Archibald Wheeler şunu belirtiyordu: “Elektron kadar küçük bir nesneyi
gözlemlemek için bir fizikçi camı kırmalıdır.İçeriye ulaşmalıdır.Seçilmiş ölçme araçlarını
kurmalıdır.Üstelik ölçüm,elektronun durumunu değiştirir.Ondan sonra evren hiçbir zaman
aynı olmayacaktır (Weaver’da 1987, s.427).”

Başka bir deyişle,araştırma eylemi,araştırılanı değiştirebilir.

Sosyal bilimciler çoğunlukla bu olguyla karşılaşır.Antropologlar, bir kabileyi araştırdıkları


zaman üyelerin davranışlarının bir “yabancı tarafından gözlemlendikleri” olgusundan dolayı
değişebileceğini bilirler.

Bir psikoloji deneyindeki denekler, hangi deneysel hipotezlerin test edilmekte olduğunu
bilirlerse davranışlarını değiştirebilirler.Psikologların görünmez ve çift-görünmez kontroller
kullanmalarının nedeni budur.Böyle kontrollerin olmaması,paranormal güçlerin testlerinde
çoğunlukla görülür ve sahte bilimlerde düşüncenin yanlış yöne gitmesinin klasik yollarından
birisidir.

Bilim, gözlemcinin,gözlemlenen üzerindeki etkilerini en aza indirmeye çalışır ve kabul


eder;sahte bilim bunu yapmaz.

ARAÇ-GEREÇ,SONUÇLARI OLUŞTURUR

Bir deneyde kullanılan araç-gereç,çoğunlukla sonuçları belirler.Örneğin,teleskoplarımızın


boyutu,evrenin boyutu konusundaki teorilerimizi biçimlendirmiştir.
Sir Arthur Stanley Eddington, sorunu şu zekice örneklemeyle gösteriyordu:

Bir ihtiyoloğun okyanustaki yaşamı araştırdığını varsayalım.Suya bir ağ atar ve çeşitli


balıklar çıkarır.Yakaladığını inceleyerek,gördüklerini sistemleştirmek için bir bilim adamının
alışılmış tarzına devam eder. İki genellemeye ulaşır:

(1)Hiçbir deniz yaratığı iki inçten kısa değildir.

(2)Bütün deniz yaratıklarının solungaçları vardır.

Bu örneği gerçeğe uygularsak yakalananlar,Fizik bilimini oluşturan bilgi kütlesinin,ağ,onu


elde ederken kullandığımız duyguların ve entellektüel araçların yerine geçer.Ağın atılması
gözlemlere karşılık gelir.

Bir izleyici, ilk genellenmenin yanlış olduğunu söyleyerek karşı çıkabilir. “İki inçten kısa
olan birçok deniz yaratığı vardır; sadece sizin ağınız onları yakalamak için ayarlanmamıştır.”
İhtiyolog, bu itirazı küçümseyici bir şekilde aklından çıkarır. “Ağımla yakalanmayan herhangi
bir şey , kendiliğinden ihtiyolojik bilginin kapsamı dışındadır ve ihtiyolojik bilginin teması
olarak tanımlanmış olan balık aleminin bir parçası değildir. Kısacası, ağımın yakalayamadığı
şey balık değildir (1958, s16).”

ANEKDOTLAR BİLİMİ OLUŞTURMAZ

Anekdotlar –bir iddiayı desteklemek için anlatılan öyküler- bilimi oluşturmaz.Diğer


kaynaklardan destekleyici kanıtlar ya da bir çeşit fiziksel kanıt olmadan,on tane anekdot bir
taneden iyi değildir ve yüz tane anekdot, on taneden iyi değildir.

Anekdotlar,öykü anlatıcıları tarafından anlatılır.

Mary Teyzenizin kanserinin, Marx kardeşlerin filmlerini seyrederek ya da iğdiş edilmiş


horozlardan elde edilen bir ciğer özünü alarak nasıl iyileştiği konusundaki öyküler
anlamsızdır.

Kanser, bazı kanserlerin yaptığı gibi kendiliğinden hafifleme sürecine girmiş olabilir; ya da
yanlış teşhis konmuş olabilir; ya da, ya da, ya da...

Gereksinmemiz olan, anekdotlar değil kontrollü deneylerdir. Tümü uygun bir şekilde test
edilmiş ve denk olan, kanserli 100 deneğe gereksinmemiz var.Sonra deneklerin 25’inin
Alfred Hitchcock filmleri seyretmesine, 25’inin haberleri seyretmesine ve 25’inin de hiçbir
şey seyretmemesine gereksinmemiz vardır.Sonra bu tip kanserlerin ortalama olarak hafifleme
sürecine girme oranını çıkarmamız ve sonra gruplar arasındaki istatiksel olarak önemli farklar
varsa, kanser tedavisini açıklamak için bir basın konferansı düzenlemeden önce, bizimkinden
ayrı olarak kendi deneylerini yürütmüş olan diğer bilim adamlarından onay almamız daha
iyi olur.
BİLİMSEL DİL,BİLİMİ OLUŞTURMAZ

Bir inanç sistemini, “yaratılış-bilimi”nde olduğu gibi bilimsel bir dil ve jargon kullanarak
bilim kılığına sokmak, kanıt,deneysel test ve onaylama olmaksızın hiçbir anlam ifade etmez.

Toplumumuzda bilimin güçlü bir gizemi olduğu için,saygınlık kazanmak isteyenler ama
kanıtı olmayanlar “bilimsel” görünerek ve konuşarak olmayan kanıtın etrafında son bir koşu
yapmaya çalışırlar.

İşte, Santa Monica News’daki Yeni Çağ sütunundan klasik bir örnek: “Bu gezegen, onlar
için uyuklamaktadır ve daha yüksek enerji frekanslarının başlamasıyla,bilinçlilik ve
tinsellik dönemleriyle uyanmak üzeredir.Sınırlama ustaları ve kutsallık ustaları, gerçeklerini
açıklamak için aynı yaratıcı gücü kullanır ama her biri doğalarında olan,yankılanan titreşimi
arttırarak, birisi aşağı doğru olan bir spiral içinde ve diğeri yukarı doğru olan bir sprial içinde
hareket eder.”

Bunun ne anlama geldiği konusunda hiçbir fikrim yok ama bu,bir fizik deneyinin dil
bileşenlerine sahip: “daha yüksek enerji frekansları”, “aşağı ve yukarı doğru olan spiraller” ve
“yankılanan titreşim.” Yine de, bu sözler hiçbir anlama gelmiyor çünkü onlar kesin ve işlevsel
tanıma sahip değiller.Bir gezegenin daha yüksek enerji frekanslarını ya da kutsallık
ustalarının yankılanan titreşimini nasıl ölçersiniz? Bu konuya gelmişken, bir kutsallık ustası
nedir?

CESUR CÜMLELER BİR İDDİAYI DOĞRU YAPMAZ

Bir şey, onun gücü ve doğruluğu için kocaman iddialar ileri sürüyorsa ama destekleyici kanıt
bir tavuğun dişi kadar nadirse, büyük bir olasılıkla sahte bilimdir.

Örneğin, L. Ron Hubbard, “Dianetics: Modern Akıl Sağlığı Bilimi” adlı eserini bu cümleyle
açar:

“Dianetics’in yaratılması insan için, ateşin keşfiyle karşılaştırılabilecek, tekerleğin ve yayın


icadından daha üstün olan bir dönüm noktasıdır (Gardner’da 1952, s263).”

Cinsel enerji gurusu Wilhelm Reich, Orgonomy teorisine, “biyoloji ve psikolojide


Copernicus Devrimi’yle karşılaştırılabilecek bir devrim” diyordu (Gardner’da 1952, s 259).

Anlaşılması güç yazarlardan gelen böyle saçma iddialarla dolu olan kağıt ve mektuplardan
oluşan kalın bir dosyam var (Ona, “Her şey Teorileri” dosyası diyorum).

Alınacak ders, iddia ne kadar olağanüstü olursa, kanıtın da o kadar olağanüstü bir şekilde test
edilmesinin gerekli olduğudur.

AYKIRILIK DOĞRULUĞA EŞİT DEĞİLDİR


“Onlar, Copernicus’a gülüyorlardı.Onlar, Wright kardeşlere gülüyorlardı. Evet, onlar Marx
kardeşlere gülüyorlardı. “

Size gülünmesi,haklı olduğunuz anlamına gelmez. Wilhelm Reich kendini, topluma ayak
uydurmayan, geleneksel olmayan, deha olan, yanlış anlaşılan ve haklı olduğu kanıtlanana
kadar aykırı olduğu için alay edilen Peer Gynt’le karşılaştırıyordu: “Bana ne yapmış olursan
ol ya da gelecekte ne yapacak olursan ol, ister beni bir deha olarak öv, ister beni bir casus
olarak as, er ya da geç gerçeklik seni, benim yaşama yasalarını keşfetmiş olduğumu anlamaya
zorlayacaktır (Gardner’da 1952, s.259).”

Soykırım inkarının organı olan Journal og Historical Review’nun Ocak/Şubat 1996


sayısında, ondokuzuncu yüzyıl Alman filozofu Arthur Schopenhauer’den yapılan, uç
noktalarda olanlar tarafından çoğunlukla aktarılan ünlü bir alıntı yeniden yayınlandı:

“Bütün doğrular üç aşamadan geçerler. Önce onunla alay edilir. İkinci olarak şiddetle karşı
çıkılr. Üçüncü olarak kanıtın kendisi olduğu kabul edilir.”

Ama “bütün doğrular” bu aşamalardan geçmez. Birçok doğru düşünce, alay edilmeden ya da
şiddetle veya başka bir şekilde karşı çıkılmadan kabul edilir. Einstein’ın İzafiyet Teorisi,
deneysel kanıtın onun haklı olduğunu kanıtladığı 1919’a kadar büyük ölçüde göz ardı edildi.
Onunla alay edilmesi ve hiç kimse onun düşüncelerine şiddetle karşı çıkmadı.

Schopenhauer’in alıntısı sadece, “Bakın, ben haklı olmalıyım,” demek amacıyla alay edilen
ya da şiddetle karşı çıkılanlar için bir akılcılaştırmadır,süslü bir yoldur. Ama öyle değildir.

Bilimsel topluluğun her hayali iddiayı, özellikle de birçoğu mantıksal olarak tutarsızsa,
test etmesi beklenemez.Eğer bilim yapmak istiyorsanız, bilim oyunu oynamayı öğrenmeniz
gerekir. Bu, alanınızdaki bilim adamlarını tanımayı, meslektaşlarınızla gündelik olarak veri ve
düşünce alışverişi yapmayı ve sonuçları resmi olarak konferans bildirilerinde, dikkatle
incelenen dergilerde, kitaplarda ve benzer yerlerde sunmayı içerir.

KANITLAMA SORUMLULUĞU

Kim, neyi, kime kanıtlamalıdır?

Olağanüstü iddiayı ileri süren kişi, uzmanlara ya da topluluğa kendi inancının büyük ölçüde,
neredeyse başka herkesin kabul ettiğinden daha geçerli olduğunu kanıtlama sorumluluğunu
taşır.

Düşüncenizin işitilmesi için kulis yapmanız gerekir. Sonra her zaman desteklemiş oldukları
iddiadan çok, sizin iddianızı desteklemeleri için çoğunluğu ikna edebilmek amacıyla
uzmanları kendi tarafınıza çekmelisiniz.

Son olarak, siz çoğunluğa katılınca, kanıt yükü, sıra dışı iddiasıyla size meydan okumak
isteyen grubun dışındaki kişiye geçer.

Evrimciler, Darwin’den sonra yarım yüzyıl boyunca kanıt yükünü taşıdı ama şimdi kanıt
yükü yaratılışçılardadır.
Evrim Teorisi’nin neden yanlış olduğunu ve Yaratılışçılığın neden doğru olduğunu
göstermek yaratılışçıların görevidir ve Evrim’i savunmak evrimcilerin görevi değildir.

Başka deyişle, kanıta sahip olmak yeterli değildir. Diğerlerini kanıtın geçersizliği konusunda
ikna etmeniz gerekmektedir. Ve siz, dışarıdaki bir kişi olduğunuz zaman, bu doğru ya da
yanlış oluşunuza bakmaksızın, sizin ödediğiniz bedeldir.

DEDİKODU GERÇEĞE EŞİT DEĞİLDİR

Dedikodular, “bir yerde... olduğunu okudum” ya da “birinden... olduğunu duydum” diye


başlar. “...olduğunu biliyorum” demek, kişiden kişiye yayıldıkça,dedikodu gerçek halini alır.

Dedikodular kuşkusuz doğru olabilir ama genellikle değildirler.Büyük öyküler haline


gelirler.

Caltech bilim tarihçisi Dan Kevles, bir keresinde bir gece toplantısında uydurma olduğundan
şüphelendiği bir öykü anlattı.İki öğrenci bir kayak yolculuğundan son sınavlarına girmek için
zamanında dönmediler çünkü önceki günün faaliyetleri geceye uzamıştı. Profesörlerine
lastiklerinin patladığını söylediler, böylece ertesi gün onlara son bir bütünleme sınavı yaptı.
Öğrencileri ayrı odalara koyarak sadece iki soru sordu: (1) “5 puanlık, suyun kimyasal
formülü nedir?” (2) “95 puanlık, patlayan hangi lastik?” Akşamki konuklardan iki tanesi daha
benzer bir öykü işitmişti. Ertesi gün öyküyü öğrencilerime tekrarladım ve vurucu yere
gelmeden önce üç tanesi aynı anda bağırdılar, “Patlayan hangi lastik?” Şehir efsaneleri ve
inatçı dedikodular her yerde vardır.

Kaç tanesini işitmiştiniz... ve inanmıştınız? Şimdiye kadar bunların hiçbirisi


onaylanmamıştır.

AÇIKLANMAYAN,ANLAŞILMASI GÜÇ OLAN DEĞİLDİR

Birçok insan,onlar bir şeyi açıklayamıyorlarsa,bunun anlaşılması güç bir şey ve bir nedenle
doğaüstü gerçek bir sır,olması gerektiğini düşünmeye yetecek kadar kendilerinden
emindirler.

Amatör bir arkeolog, piramitlerin nasıl inşa edildiğini ortaya çıkaramadığı için onların uzaylı
yaratıklar tarafından inşa edilmiş olması gerektiğini açıklamaktadır.

Daha mantıklı olanlar bile en azından eğer uzmanlar bir şeyi açıklayamıyorlarsa, onun
anlaşılması güç olduğunu düşünürler.

Kaşıkları bükme, ateşte yürüme ya da zihinsel telepati gibi ustalıkların, çoğunlukla doğaüstü
ya da mistik bir yapıda olduğu düşünülür çünkü pek çok insan onları açıklayamaz.

Onlar açıklandığı zaman, pek çok insan, “Evet, kuşkusuz,” ya da “Bir defa görünce açık hale
geliyor,” diye cevap verirler.
Ateşte yürüme dikkate değer bir olaydır. İnsanlar sonsuz bir şekilde acı ve sıcaklık üzerindeki
doğaüstü güçler ya da acıyı engelleyen ve yanmayı önleyen esrarengiz beyin kimyasalları
konusunda kuramlar yürütür. Basit açıklama, hafif ve yumuşak kömürlerin ısıyı tutma
kapasitelerinin düşük olması, hafif ve yumuşak kömürlerden ayağınıza ısı iletiminin çok zayıf
olmasıdır. Kömürlerin üzerinde daha fazla durmadığınız sürece yanmazsınız.

Evrende birçok gerçek çözülmemiş sır vardır ve “Henüz bilmiyoruz ama belki bir gün
bileceğiz,” demek doğrudur. Sorun, pek çoğumuzun, ilkel olsa bile çözülmemiş ya da
açıklanmamış sırlarla yaşamaktansa, kesinliğe sahip olmayı daha rahatlatıcı bulmamızdır.

BAŞARISIZLIKLARA NEDEN BULUNUR

Bilimde –başarısızlıklar- fazla vurgulanmaz.

Çoğunlukla onlar istenmez ve genellikle onlar yayınlanmaz. Ama pek çok zaman
başarısızlıklar gerçeğe yaklaşma şeklimizdir.

Dürüst bilim insanları isteyerek hatalarını kabul edeceklerdir ama tüm bilim adamları, bilim
adamı arkadaşlarının acemice yapılan herhangi bir şeyi halka açıklayacakları gerçeği
yüzünden hizaya sokulacaktır.

Sahte bilim insanları değil.Onlar, özellikle açıklandığı zaman başarısızlıkları göz ardı eder ya
da bir neden bulurlar.

Kuşkucular her şeyi açıklayamıyorlarsa, o zaman doğaüstü bir şeyin olması gerektiğini iddia
ederler; açıklanmayan anlaşılması güç olan değildir yanlış düşüncesine kapılırlar.

OLAYDAN SONRA MANTIK YÜRÜTME

Aynı zamanda, “post hoc, ergo propter hoc” kelime anlamı olarak, “bundan sonra bu
yüzden” diye bilinir.

En temel düzeyde bu, bir batıl inanç biçimidir.

Beyzbol oyuncusu tıraş olmaz ve ev sahibi takımın iki atışını vurur.

Kumarbaz, şanslı ayakkabılarını giyer çünkü geçmişte onları giyerek kazanmıştır.

Hume’un bize öğrettiği gibi, iki olayın sırasıyla birbirini izlemesi gerçeği, onların rastlantısal
olarak ilişkili olduğu anlamına gelmez. Karşılıklı ilişki, neden olma anlamına gelmez.

RASTLANTI
Doğaüstü dünyada rastlantılar, çoğunlukla derin bir öneme sahip olarak görülür. Sanki
perdelerin arkasında bazı gizli güçler çalışıyormuş gibi, “eş zamanlılık” istenir. Ama ben, eş
zamanlılığı, bir olasılık tipinden –iki yada daha fazla olayın görünürde bir tasarım olmadan
birleşiminden- başka bir şey olarak görmüyorum.

Olanaksız görünen,bir şekilde yapıldığı zaman, esrarengiz bir şeyin çalıştığını düşünme
eğilimine sahip oluruz.

Ama pek çok insan, olasılık yasaları konusunda çok zayıf bir anlayışa sahiptir. Bir
kumarbaz, bir sırada altı kere kazanacaktır ve sonra ya “şanslı bir sırada” olduğunu ya da
“kaybetmeyi hak ettiğini” düşünecektir.

Otuz kişinin olduğu bir odada iki kişi aynı gün doğduklarını keşfederler ve esrarengiz bir
şeyin çalıştığı sonucuna varırlar.

Arkadaşınız Bob’u aramak için telefona gidersiniz. Telefon çalar ve bu Bob’tur. “Bunun olma
şansı nedir? Bu, basit bir rastlantı olmuş olamaz. Belki, “Bob ve ben telepatik olarak iletişim
kuruyoruz.” diye düşünürsünüz.

Aslında, böyle rastlantılar olasılık yasalarına göre rastlantı değildir. Kumarbaz, iki olası
sonucu tahmin etmişti, oldukça güvenli bir iddia!

Davranışsal Psikolog B.F.Skinner’ın laboratuvarda kanıtladığı gibi, insan aklı olaylar


arasında ilişki arar ve olmadığı zaman bile çoğunlukla onu bulur. Kumar makineleri,
Skinner’cı aralıklı destek ilkesine dayanır. Aptal insan, aptal fare gibi kolu çekmeye devam
etmek için sadece arada sırada olan ödemeye gerek duyar.Akıl geri kalanı yapacaktır.

TEMSİLCİLİK

Aristotle’ın dediği gibi, “Rastlantıların toplamı belirliliğe eşittir.”

Önemsiz rastlantıların pek çoğunu unuturuz ve anlamlı olanları anımsarız.

Başarıları hatırlama ve başarısızlıkları unutma eğilimimiz,medyumların,kahinlerin ve her 1


Ocak’ta yüzlerce tahmin yapan, kehanetlerde bulunanların geçim kaynağıdır.

Önce, “Güney California’da büyük bir deprem olacak” ya da “Kraliyet Ailesi için bir sorun
görüyorum” gibi, daha çok genelleştirilmiş güvenilir iddiaları öngörerek başarı olasılığını
arttırırlar. Sonra, gelecek Ocak’ta başarılarını yayınlarlar ve başarısızlıklarını göz ardı
ederler ve hiç kimsenin onları izleme zahmetine katlanmamasını ümit ederler.

Her zaman görünürde sıra dışı olan bir olayın olduğu daha büyük olan kapsamı
anımsamalıyız ve her zaman sıra dışı olayları, temsil ettikleri sınıfı açısından analiz
etmeliyiz.

Atlantik Okyanus’unda gemilerin ve uçakların “esrarengiz” biçimde yok oldukları bir alan
olan “Bermuda Üçgeni” olayında, garip bir şeyin ya da uzaylıların yaptığı konusunda bir
varsayım vardır. Ama böyle olayların o bölgede ne kadar temsil özelliği olduğunu
düşünmeliyiz.

Bermuda Üçgeni’nden, onu çevreleyen bölgelerden daha çok gemi rotası geçmektedir, bu
yüzden kazalar, aksilikler ve kaybolmaların bölgede olması daha büyük olasılıktır. Ortaya
çıktığı gibi gerçekte, Bermuda Üçgeni’nde kaza oranı çevre bölgelerden daha düşüktür.

Belki bu bölgeye, “Bermuda Üçgeni Dışı” denmelidir (bu çözülen sırrın ayrıntıları için
Kusche’ye [1975] bakın.).

DUYGULANDIRICI SÖZLER VE YANLIŞ ÖRNEKLER

Duygulandırıcı sözler duyguları kışkırtmak ve bazen de mantıklılığı örtmek için kullanılır.

Onlar olumlu duygusal kelimeler olabilirler – annelik, bütünlük, dürüstlük.

Ya da olumsuz olabilirler – tecavüz,kanser,kötülük.

Aynı şekilde metaforlar ve örnekler, düşünceyi duyguyla gölgelendirebilir ya da bizi bir yan
yola yönlendirebilir.

Bir bilge,enflasyondan “toplumun kanseri” ya da sanayiden “çevreyi mahvediyor” diye


bahseder.

1992’deki Demokratik adaylık konuşmasında Al Gore, hasta olan oğlunun öyküsüyle, hasta
bir ülke olan Amerika arasında ayrıntılı bir örnek oluşturdu. Ölümün eşiğinde olan oğlunun,
babası ve annesi tarafından iyileştirilmesi gibi, Reagen ve Bush’la geçen on iki yıldan sonra
ölümün eşiğinde olan Amerika, yeni yönetim altında sağlığına kavuşacaktı.

Anektodlar gibi, örnekler ve metaforlar kanıtı oluşturmaz. Onlar sadece konuşma


sanatı araçlarıdır.

AD IGNORANTIAM

Bu,cehalet ya da bilgi yokluğuna yapılan bir başvurudur ve bir kimsenin, eğer bir iddianın
aksini kanıtlayamazsanız onun doğru olması gerektiğini ileri sürdüğü, kanıt yükü ya da
açıklanmayan anlaşılması güç olan değildir yanlış düşünceleriyle ilgilidir.

Örneğin, eğer psişik bir güç olmadığını kanıtlayamazsanız,o zaman onun olması gerekir.

Eğer birisi, Noel Baba’nın olmadığını kanıtlayamazsınız (bu yüzden) onun olması gerektiğini
ileri sürerse, bu iddianın saçmalığı ortaya çıkar.

Benzer şekilde, siz de aksini ileri sürebilirsiniz. Eğer, Noel Baba’nın var olduğunu
kanıtlayamazsanız o zaman o yoktur.
Bilimde inancın, bir iddiayı destekleyen ya da ona karşı olan kanıtın yokluğundan değil,
bir iddiayı destekleyen olumlu kanıttan gelmesi gerekir.

AD HOMINEM VE TU QUOQUE

Kelime anlamı olarak, “insan için” ve “aynı zamanda siz de” demek olan bu yanlış
düşünceler odağı, düşünce hakkında düşünmekten, düşünceyi taşıyan insan hakkında
düşünmeye yöneltir.

Ad hominem bir saldırının amacı, bunun iddiayı gözden düşüreceğini ümit ederek iddia
sahibini gözden düşürmektir.

Bir kişiye ateist, komünist, çocuk tacizcisi ya da neo-Nazi demek, herhangi bir şekilde o
kişinin düşüncesinin aksini kanıtlamaz.

Bunun bir şekilde araştırmayı ön yargılı hale getirdiği durumda, bir kimsenin belirli bir
dinden olduğunu ya da özel bir ideolojiyi savunduğunu bilmek yardımcı olabilir ama iddiaları
çürütmek dolaylı değil doğrudan yapılmalıdır.

Aynı şekilde tu quoque .. Eğer biri sizi vergilerinizde hile yapmakla suçlanırsa, “Evet ama
siz de öyle,” cevabı öyle olup olmadığının kanıtı değildir.

ACELE GENELLEME

Mantıkta acele genelleme, uygun olmayan bir tümevarım biçimidir.

Yaşamda buna önyargı denir. İki durumda da sonuçlar, gerçekler onları garanti etmeden
çıkarılır.

Belki de beynimiz sürekli olarak olaylar ve nedenler arasındaki ilişkiler konusunda arayışta
olmak için evrimleştiğinden, bu yanlış düşünce en çok rastlananlardan biridir.

Bir çift kötü öğretmen, kötü bir okul demektir.Birkaç kötü araba, o marka otomobile
güvenilmeyeceği anlamına gelir. Bir grubun üyelerinden bir avucu, tüm grubu yargılamak için
kullanılır.

Bilimde, sonuçlarımızı açıklamadan önce dikkatli bir şekilde olanaklı olduğu kadar çok bilgi
toplamalıyız.

YETKİLİLERE AŞIRI GÜVEN

Yetkililere,özellikle yetkilinin çok zeki olduğu düşünülüyorsa, çok fazla güvenme eğilimi
taşırız.
Son yarım yüzyılda, IQ puanı neredeyse mistik oranlar elde etmiştir ama Mensa (nüfusun
tepedeki yüzde 2’si içinde olan yüksek IQ kulübü) üyeleri arasında doğaüstüne olan inancın
seyrek olmadığını fark etmiştim; hatta bazıları “Psi-Qları’nın” da üstün olduğunu iddia
ediyorlardı.

Sihirbaz James Randi, doktoralarıyla yetkilileri hicvetmeye düşkündür – bir kere onlara
derece verilince iki şeyi söylemeyi neredeyse olanaksız buluyorlar demektedir: “bilmiyorum”
ve “hatalıydım.”

Yetkililer, bir alandaki uzmanlıklarının üstünlükleriyle, o alanda haklı olmak için daha
iyi bir şansa sahip olabilirler ama doğruluk kesinlikle garanti değildir ve onların
uzmanlığı, onları mutlaka diğer alanlarda sonuç çıkarmak için geçerli kılmaz.

Ya O Ya da O

Aynı zamanda, reddetme yanlış düşüncesi ya da yanlış ikilem olarak bilinir.

Bu, eğer bir duruma inanmazsanız gözlemcinin diğerini kabul etmeye zorlanacağı şekilde
dünyayı ikiye bölme eğilimidir.

Bu, yaşamın ya ilahi olarak yaratıldığını ya da evrimleştiğini ileri süren yaratılışçıların en


sevdiği taktiktir. Sonra zamanlarının çoğunu, evrim yanlış olduğundan, yaratılışçılığın doğru
olması gerektiğini ileri sürebilmeleri için Evrim Teorisini gözden düşürmek için harcarlar.
Ama bir teorideki zayıf noktaları göstermek yetmez.

Eğer teoriniz gerçekten üstünse, hem eski teorinin açıkladığı “normal” veriyi açıklamalı hem
de eski teorinin açıklayamadığı “anormal” veriyi açıklamalıdır.

Yeni bir teorinin sadece itiraza karşı değil ama kendi yararına olan kanıtlara
gereksinimi vardır.

DAİRESEL MANTIK YÜRÜTME

Aynı zamanda gereksizlik yanlış düşüncesi, soruyu dilemek ya da gereksiz tekrar olarak
bilinir.

Sonuç ya da iddia, sadece dayanak noktalarından birinin tekrar edilmesi olduğu zaman
meydana gelir.

Hristiyan inançlarını savunanlar gereksiz tekrarlarla doludur: Tanrı var mıdır? Evet.
Nereden biliyorsunuz? Çünkü İncil öyle söylüyor. İncil’in doğru olduğunu nerden
biliyorsunuz? Çünkü ona Tanrı ilham vermiştir.Başka bir deyişle, Tanrı, Tanrı olduğu için
Tanrı’dır.

Bilim de, aynı zamanda gereksizlikten payını almıştır: Yer çekimi nedir? Nesnelerin birbirine
doğru çekilme eğilimidir. Nesneler neden birbirine doğru çekilir? Yer çekimi. Başka bir
deyişle, yer çekimi, yer çekimi olduğu için yer çekimidir (Aslında, Newton’un çağdaşlarından
bazıları, onun yer çekimi teorisini Orta Çağ büyülü düşüncesine bilimsel olmayan bir geri
gidiş olarak reddediyordu.).

Açıktır ki, gereksiz tekrarlardan işlevsel bir tanım, yine de yararlı olabilir.Henüz zor olsa
bile,test edilebilen,değiştirilebilen ve çürütülebilen işlevsel tanımlar oluşturmak
zorundayız.

REDUCTIO AD ABSURDUM VE KAYGAN YAMAÇ

Reductio ad Absurdum, bir argümanın, argümanı mantıksal sonuna taşıyarak ve böylece onu
saçma bir sonuca indirgeyerek çürütülmesidir.

Bir argümanın sonuçları saçmaysa, o kesinlikle saçma olmalıdır. Bazen bir argümanı
sınırlarına doğru itmek, eleştirel düşüncede yararlı bir uygulama olsa da bunun böyle olması
gerekli değildir; çoğunlukla bu, özellikler eğer gerçek indirimi test eden bir deney
uygulanabiliyorsa, bir iddianın geçerliliğinin olup olmadığını keşfetmenin bir yoludur.

Aynı şekilde, kaygan yamaç yanlış düşüncesi, bir şeyin kaçınılmaz olarak, ilk adımın hiçbir
zaman atılmaması gerektiği uç bir noktadaki sona doğru yönlendirdiği bir senaryo
oluşturmayı içerir.

Örneğin: Ben & Jerry dondurması yemek, kilo almanıza neden olacaktır. Kilo almak,
aşırı kilolu olmanızı sağlayacaktır. Kısa sürede 350 paund olacaksınız ve kalp
hastalığından dolayı öleceksiniz. Ben & Jerry dondurması, ölüme yol açar. Onu
denemeyin bile. Kuşkusuz bir kere Ben & Jerry dondurması yemek, çok ender durumlarda
ölüme neden olabilecek olan bir obeziteye katkıda bulunabilir. Ama sonucun mutlaka
dayanak noktasını izlemesi gerekmez.

ÇABA YETERSİZLİKLERİ VE KESİNLİK GEREKSİNMESİ,KONTROL VE


BASİTLİK

Pek çoğumuz çoğu zaman kesinlik isteriz; çevremizi kontrol etmek isteriz ve güzel, temiz,
basit açıklamalar isteriz.

Bunların hepsinin bazı evrimci temelleri olabilir ama karmaşık sorunları olan karmaşık bir
toplumda bu özellikler, gerçeği radikal olarak basitleştirebilir ve eleştirel düşünce sorun
çözmeyle karışabilir.

Örneğin, ben doğaüstü inançların ve sahte bilimsel iddiaların pazarın belirsizliği yüzünden
kısmen Pazar ekonomilerinde geliştiğine inanıyorum.

Bilimsel ve eleştirel düşünce kendiliğinden gelmez. Alfred Mander’in, “Milyonlar için


Mantık” adlı kitabında açıkladığı gibi eğitim, deneyim ve çaba gerektirir:
Her zaman kesinlikle belirli ve toptan kontrol altında olma gereksinmemizi ve bir sorun
için basit ve çaba gerektirmeyen çözümü arama eğilimimizi bastırmak için çalışmalıyız.
Ara sıra çözümler basit olabilir ama çoğunlukla değildirler.

SORUN ÇÖZME YETERSİZLİKLERİ

Tüm eleştirel ve bilimsel düşünceler, belirli bir biçimde, sorun çözmektir. Sorun çözmede
yetersizliğe neden olan birçok psikolojik bozukluk vardır. Psikolog Barry Singer, özel
tahminlerin doğru ya da yanlış olduğu anlatıldıktan sonra, insanlara bir soru için doğru cevabı
seçme görevi verdiği zaman, onların şunları yaptığını göstermiştir:

A. Hemen bir hipotez oluştururlar ve sadece onu onaylayan örnekler ararlar.

B. Hipotezi çürüten kanıtları aramazlar.

C. Açıkça yanlış olsa bile hipotezi değiştirmekte yavaştırlar.

D. Eğer bilgi çok karmaşıksa, çok fazla basit olan hipotezleri ya da çözüm
stratejilerini benimserler.

E. Hiç çözüm yoksa, eğer sorun bir numaraysa ve “doğru” ve “yanlış” rastgele
veriliyorsa, gözlemledikleri rastlantısal ilişkiler konusunda hipotezler oluştururlar.
Nedensellik her zaman bulunur. (Singer ve Abell 1981, s. 18)

Eğer insanlarda genel olarak durum buysa, hepimiz bilimin ve yaşamın sorunlarını
çözmekteki bu yetersizliklerin üstesinden gelmek için çaba göstermeliyiz.

İDEOLOJİK BAĞIŞIKLIK VE PLANCK PROBLEMİ

Günlük yaşamda, bilimde olduğu gibi, hepimiz belli başlı paradigma değişikliklerine
direniriz.

Toplum bilimci Jay Stuart Snelson, bu dirence, ideolojik bağışıklık sistemi der:

“Eğitimli, zeki ve başarılı yetişkinler en temel ön varsayımlarını nadiren değiştirirler (1993,


s.54).”

Snelson’a göre, bireyler ne kadar bilgi biriktirmiş olurlarsa ve teorileri ne kadar iyi temellere
sahip olursa ideolojilerine olan güvenleri de o kadar büyük olur. Ama bunun sonucu,
öncekileri desteklemeyen yeni düşüncelere karşı “bağışıklık” geliştirmemizdir.

Bilim tarihçileri buna, bilimde yenilik olması için, ne olması gerektiği konusunda gözlem
yapan, fizikçi Max Planck’tan dolayı Planck Problemi derler:
“Önemli bir bilimsel yenilik, yolunu nadiren yavaş yavaş üstünlüğü kazanarak ve karşıtlarını
dönüştürerek bulur: Saul’un Paul haline gelmesi nadiren olur. Olan, karşıtların yavaş yavaş
yok olması ve yetişen kuşağın düşünceyle baştan tanışmasıdır (1936, s. 97).”

Psikolog David Perkins (standart bir IQ testiyle ölçülen) zeka ile bir bakış açısı edinmek ve
o pozisyonu savunmak için nedenler ileri sürme yeteneği arasında kuvvetli bir olumlu ilişki
bulduğu, ilginç bir ilişkisel çalışma yürütüyordu.

Aynı zamanda zeka ile diğer seçenekleri düşünme yeteneği arasında kuvvetli bir olumsuz
ilişki bulmuştu. Yani IQ yükseldikçe, ideolojik bağışıklık için potansiyel büyümektedir.

İdeolojik bağışıklık, potansiyel olarak ezici olan yeniliğe karşı bir filtre olarak işlev yaptığı,
bilimsel girişimin içinde oluşturulmuştur.

Sonunda tarih (en azından şimdilik), “haklı” olanları ödüllendirir. Değişiklik olur.

Astronomide, Ptoleme’ci yer merkezli evren, yerini yavaşça Copernicus’un Güneş


merkezli sistemine bıraktı. Jeolojide, George Cuvier’in ani-yıkımcılık görüşü yavaşça,
James Hutton ve Charles Lyell’in daha geçerli olarak desteklenen tek düzenlilik görüşü
tarafından köşeye sıkıştırıldı. Biyolojide Darwin’in evrim teorisi, türlerin değişmezliği
konusundaki yaratılışçı inancın yerini aldı. Dünya tarihinde, Alfred Wegener’in kıtasal
sürüklenme düşüncesinin, kabul edilen sabit ve durağan kıta dogmasını yenmesi,
neredeyse yarım yüzyıl aldı. İdeolojik bağışıklık, bilim ve günlük yaşamda yenilebilir
ama bu zaman alır ve onaylanmayı gerektirir.

KAYNAK

Why People Believe Weird Things: Pseudoscience, Superstition, and Other Confusions
of Our Time - Michael Schermer (İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır)

You might also like