Professional Documents
Culture Documents
Aydın GELMEZ *
Özet / Abstract:
Bu çalışmanın amacı, kurdukları bilim tasarımıyla 20. Yüzyıl bilim felsefesi geleneği üzerinde bü-
yük etkilerde bulunan ve Mantıkçı Pozitivistler, Neo-Pozitivistler gibi değişik adlarla anılan Viyana Çev-
resi düşünürlerinin bilime ve bilgiye ilişkin görüşlerini ele alarak, söz konusu görüşlerin etik felsefesine
uygulanımı olan ve değer bildirimlerini anlamsız tümceler olarak kabul eden “duygucu etik kuram”ın
aksayan yanlarını ortaya koymaktır.
In this article it is aimed to treat epistemological views of the Vienna Circle, called Logical
Positivists or Neopositivists, which has been the main stream of philosophy of science at the twentieth
century, and then to show the deficiencies of “emotivist ethical theory” which regards value statements
as meaningless, and which based on positivistic epistemology.
Çağcıl bilinç bir günde doğmadı. Mevcut bilimsel, toplumsal bilincin ya da bi-
linçlerin oluşması için binlerce yıllık ağır ve sancılı süreçlerden geçti insanoğlu. Bilim-
ler söz konusu olduğunda, en azından bilinenler kümesinin büyümesi ve bilimsel geliş-
melerin teknoloji vasıtasıyla hayatımıza sirayet etmesi bakımından ilerlediğimiz söyle-
nebilir. Yeni toplumsal ilişki formlarının ve bunlara ilişkin kuramların ortaya çıkmasıy-
la toplumsal bilincin geliştiği de gösterilebilir. Ancak, insanın ve insanî eylemlerin için-
de oluştuğu koşulların biricikliği nedeniyle hep yeniden yüzleşmek zorunda kaldığımız
bir soruya, “Ne yapmalıyım?” sorusuna bilgisel bir yanıt verme bakımından ne kadar
ilerde olduğumuz o kadar da açık değil.
Söz konusu soru kapsam bakımından oldukça geniş olup, “Doğru eylem nedir?,”
“Eylemlerde ilke görevini görecek bir ölçüt bulunabilir mi?” gibi pek çok soruyla ya-
kından ilişkilidir; ki bunlar da en genel adıyla 'Etik'tir. Burada erdemlerden, değerler-
den söz etmek kaçınılmazdır, zira kişiyi her tek etik sorunda belirli bir eyleme iten ya da
alıkoyan, değerleridir. Bu çerçevede tekrar dile getirecek olursak, insanlık tarihinin en
*
H.Ü. Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü
SBArD Eylül 2006, Sayı 8, sh. 251 – 259
252
Aydın GELMEZ
253
SBArD Eylül 2006, Sayı 8, sh. 251 – 259
mi?”, S2 gibi bir önerme S1 gibi bir önermenin mantıksal sonucu olabilir mi?” gibi so-
rular sorulur. Bu sorular epistemolojiyi ve aslında genel olarak felsefeyi oluşturur.
(Kraft,1953:26)
Bilgi ancak bir dil içinde formüle edilebileceği içindir ki bilimsel bilginin man-
tıksal çözümlemesi dilsel ifadelere uygulanmalıdır. Dolayısıyla dilsel çözümleme bili-
min mantığının asıl alanını oluşturur.
Dil bir işaretler sistemidir. Bu işaretler sesler, yazılar ve hatta mimiklerdir. Öte
yandan bu işaretlerin kendileri ötesinde anlamları vardır. Temsil ettikleri kavramsal ve
önerme anlamlarına göndermede bulunurlar. Bu çerçevede dile iki perspektiften bakıla-
bilir: Dilin temsil etme işlevine yoğunlaşılabilir ya da dilin temsil etme formuna
yoğunlaşılabilir. Birinci bakış işaretlerin anlamları ile yani semantik işlevleri ile ilgile-
nir. İkinci bakış ise işaretlerin kombinasyonu ile yani sözdizim kuralları ile , dolayısıyla,
gramerle ilgilenir.
Viyana Çevresi düşünürleri de Wittgenstein gibi dilin ve dünyanın ortaklaşa sa-
hip olması gerekeninin mantıksal form olduğunu düşünürler. Ancak Wittgenstein bir dil
hakkında bir sav ileri sürmenin bir üst dil gerektireceğini , bu üst dil hakkında bir sav
ileri sürmenin de başka bir üst dil gerektireceğini söyleyerek bu mantıksal form hakkın-
da konuşmanın olanaksız olduğunu onun kendisini “gösterdiğini” ileri sürmüştür. Öte
yandan Carnap’a göre “dil hakkında bir teori ileri sürmek mümkündür (Ural,1993:62).”
Çünkü bu teori ortaya konurken kullanılan dil üst-dil değil o dilin bir parçasıdır. Böyle-
ce üst dil alt dile dönüşür ve dilin mantıksal yapısının araştırılmasının önü açılır.
(Kraft,1953:30)
Bir sözcüğün anlamı tanımla belirtilebilir, yani onu anlamları zaten verili başka
sözcüklerle betimleyerek. Fakat bu sözcüklerle tanımlamanın dayanması gereken bir
son nokta vardır. Bu nokta, anlamları başka sözcüklerle tanımlanamaz olan pirimitif
kavramlardır. Anlamları sadece gösterme yoluyla belirlenir. Bu durum “kırmızı”, “so-
ğuk” gibi sözcüklerde bir güçlük çıkarmaz ama “çünkü”, “hemen”, “şans” gibi sözcük-
leri anlaşılır kılmak için bu sözcüklerin kullanıldığı karmaşık durumları, kullanılma
tarzlarının gösterilmesi gerekir.
Bu “kullanılma tarzı” ifadesi bir önermeye uygulandığında, onun doğru yada
yanlış olduğu koşullara eş değer olan, onunla işaret edilen olgu durumu anlamına gelir.
Viyana Çevresi’nin sloganlaşmış “bir önermenin anlamı onun doğrulama yöntemidir”
ifadesi bu perspektife dayanır.
254
Aydın GELMEZ
Burada söz konusu olan edimsel doğrulama değil olası doğrulamadır. Edimsel
doğrulama bir önermenin doğruluğunu belirler, ama mantıksal olarak olanaklı doğrula-
ma anlamı belirlemek için yeterlidir. Bir önermenin hangi koşullar altında doğrulanabi-
leceğini biliyorsak onun anlamın biliyoruz demektir. “Ayın öteki yüzünde bin metre
yüksekliğinde bir dağ vardır” önermesini doğrulayamayız ama bu onun anlamsız oldu-
ğunu göstermez. Onun doğrulanmasını olanaksız kılan geçici empirik koşullardır, man-
tıksal olanaksızlıklar değil. Öte yandan “kendinde bir dünya vardır ve bilinmesi olanak-
sızdır,” tümcesi gerçek bir içerikten yoksundur. İçindeki sözcükler anlamlı olsa da söz
konusu dünyanın bilinebilirliğini reddetmek böyle bir dünyanın varolup olmadığını
araştırmayı olanaksız kılar.(Kraft,1953:31-32)
Viyana Çevresine göre bir bilgi sistemi içinde anlam iki basamaklıdır; önermele-
rin dilin mantığına uygun olması şartı, diğeri ise önermelerin deneyle saptanabilir öğele-
re karşılık gelmesi şartı . Doğrulanabilme olanağına sahip ifadeler, empirik ifadeler ol-
duğu için sadece bunlar anlamlıdır. Dolayısıyla deneyime indirgenemeyenin anlamı da
yoktur. Bu düşünce Viyana Çevresi için merkezi bir öneme sahiptir. Viyana Çevresinin
bilimsel bilgiyi metafizikten ayırmak için öne sürdüğü ölçüt böylece ortaya çıkar: Duyu
deneyiyle doğrulanabilirlik.
Hatırlanması gereken bir nokta daha var: Viyana Çevresi’nin bilim tasarımına
göre, bilimsel etkinlik iki düzeyde gerçekleşir. Bunlar gözlemsel ve kuramsal düzeyler-
dir. Bilim deney ve gözlem yoluyla olguların ortaya konmasıyla başlar. Gözlemsel dü-
zeyde dağınık halde bulunan olgular toplanırken kuramsal düzeyde olgular arkasında
yatan işleyiş verilir. Bilimin yöntemi tümevarımdır. Tekrarlanan olaylar arasında, bilim-
sel yasa ve kuramlarda ifadesini bulan bağlar kurulur.
Söz konusu ölçüt ve bilimsel işleyiş tasarımının ışığında diyebiliriz ki, nesnesi
doğa bilimlerinden farklı olan tarih, toplumbilim, ekonomi, siyaset gibi insan bilimleri-
nin işleyişi bu bilim tasarımıyla uyuşmaz. Zira doğanın yinelenen oluş-bitişlerine baka-
rak ulaşılan kesinlik insan bilimleri alanında görülmez. Keza Mantıkçı Pozitivistlerin
duyular aracılığıyla deneyimlenebilir bir şey olarak kabul ettikleri “olgu”ile insan bilim-
lerinin olguları nitelikçe benzer değildir. İnsan bilimlerinin olguları yapıca farklı olma-
larının yanında öyle bir çırpıda da göstermezler kendilerini; kaldı ki doğa bilimlerinde
de, Viyana Çevresi düşünürlerinin savladığının aksine olgulardan kurama doğrudan bir
geçiş yoktur. Canlılığın yapıtaşlarına ilişkin hiçbir kurama sahip olmayan bir gözlemci
için mikroskop altında görünen şey bir hücre, dolayısıyla henüz bir olgu değildir.
255
SBArD Eylül 2006, Sayı 8, sh. 251 – 259
II
256
Aydın GELMEZ
257
SBArD Eylül 2006, Sayı 8, sh. 251 – 259
III
Görüldüğü gibi, pozitivizmin etiği, etik değerleri mahkûm edişinin temelinde ya-
tan iddia söz konusu değerlerin bilgisine ulaşılamaz oluşu, özneye göreli oluşu değildir.
Pozitivizm değerleri toptan yok sayar. Değer bildirimleri, duygu bildirimleri olarak ve
başkalarına bizimle aynı biçimde “hissetmeyi” buyuran ve bu nedenle doğruluk değeri
alamayacak imperatifler olarak görünür. Ortaya çıkan manzara, herkesin birbirini kendi
safına çekmeye çalıştığı kaotik bir dünyadır. Ancak bu tartışmalar basit bir “zevkler ve
renkler” mihverinden dışarıya çıkmaz. Sözgelimi Amerika'nın Japonya'ya attığı atom
bombalarıyla yüz binlerce insanı öldürmesi, Avustralya'yı işgal edenlerce yapılan
Aborjin kıyımı, Ku Klux Klan'ın yüzlerce siyahı katletmesi... Bunlar ve benzeri olgular,
üzerlerinde ancak duygu bildirebileceğimiz ve karşıt duygulardan hiçbirinin mantıksal
olarak temellendirilemeyeceği sorunlar olarak kabul edilir.
Pozitivizmi değerleri yok saymaya, etiği bilinebilirler alanının dışına çıkarmaya
iten, öncelikle, altta yatan epistemolojinin varlık tarzları arasında ayrım yapamaması,
her alanda aynı varlık türünü ve aynı kesinlik derecesini beklemesidir. “Varlık”tan, ol-
gudan sırf duyulara verili varolanları anlayan indirgemeci perspektifiyle pozitivizm,
insan dünyasının kendine has olgularını erdemleri, değerleri ve bu arada kavramları ve
düşünceleri de, bunlar taşlarla ve ağaçlarla aynı varlıksal yapıda olmadığı için, biline-
mez ilan eder -daha doğrusu mevcut öncüllerin onları götüreceği yegane sonuç budur;
görüşlerinin insan bilimlerindeki geçerliliğine dayanak olarak da, davranışçı psikoloji-
nin gözlemlenebilir olanlar dışında hiçbir zihinsel olguyu varsaymama yaklaşımını gös-
terirler. İnsan koşulsuz uyarıcılara koşulsuz, koşullu uyarıcılara koşullu tepki veren bir
automaton olarak görülür: bu nokta pozitivizmin eksik kaldığı ikinci noktadır; zira etiği,
değerleri ele alabilmek için epistemolojik ve ontolojik bakışın yanında, antropolojik bir
bakış da gerekir. İnsanın varlıktaki özel yerine, taşıdığı olanaklara bakılmadan değerle-
rin neler olduğu, bu değerlerin bilinip bilinemeyeceği gibi sorulara yanıt verilemez.
Sevgi, saygı, dürüstlük, adalet vb. içi boş birer kavram değil, sırf insana özgü
olanaklar ve değerlerdir. Bilgileri kuşkusuz kimyasal bir gazın formülünün verildiği gibi
verilemez -o kesinlikte de değildir- tek tek iradî eylemlerimizin, değerlendirmelerimizin
içinden çıkarılır. 'İnsan olma'nın özüne sıkı sıkıya bağlıdırlar. Salt birer bilgi nesnesi
olarak bakıldıklarında, insan yaşamıyla olan bağları gözden kaçırıldığında, pozitivizm
örneğinde olduğu gibi, yok sayılmaları kaçınılmazdır.
258
Aydın GELMEZ
KAYNAKÇA
AYER, Alfred J., 1998, Dil, Doğruluk ve Mantık, Metis Yayınları, İstanbul
KRAFT, Viktor, 1953, The Vienna Circle: On Logical Neopositivism, Greenwood, Wesport
MACINTYRE, Alasdair, 2001, Ethik'in Kısa Tarihi, Paradigma, İstanbul
SCHLICK, Moritz, 1959, The Turning Point in Philosophy, Ayer, Alfred J., ed, Logical Positivism,
Wesport Conn., Greenwood
URAL, Şafak, 1993, Pozitivist Felsefe, Remzi Kitabevi, İstanbul
WEINBERG, Julius R., 2002, An Examination of Logical Positivism, Routhledge, London
259