You are on page 1of 100

K Ü R Ş AT D E MiR C i

1961 lstanbul doğumlu . ilk ve orta öğrenimini lstanbul'da


tamamladıktan sonra LÜ. Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü'nden mezun oldu. insan Yayınları'ndan çıkan eser­
leri arasında Dinlerin Dejenernsyoııtı, arkeolojik verilerden
hareketle mukayeseli dinler tarihi araştırmaları sahasında
kendi türünün Türkiye'deki ilk örneği olmuştur. Bir Isliinı
Peygamberi Hz. Iscı adlı eseri lngilizce'den dilimize aktaran
yazar, dinler tarihi sahasındaki çalışmalarını sürdürmekte­
dir. Halen M.Ü. ilahiyat Fakültcsi'nde öğretim görevlisidir.
insan yayınları : 245

birinci baskı, istanbul, mart 1997


ikinci baskı, istanbul, kasım 2002

isbn 975-574-202-6

dinler tarihinin meseleleri


kürşat demirci

içdüzen
insan

kapak düzeni
yunus karaaslan

baskı-cilt
kurtiş matbaaacılık
www.kurtismatbaa.com

insan yayınları
keresteciler sitesi, mehmet akif cad.
kestane sok. no: 1 merter / istanbul
tel: 0212. 642 74 84 faks: 0212. 554 62 07
www.insanyayinlari.com.tr
insan@insanyayinlari.com.tr
Dinler Tarihinin Meseleleri

KÜRŞAT DEMİRCİ

lif}·
lfi;
insan yayınlan
KISALT MALAR

E.j.: Encyclopediajudaica,jerusaleın, 1978 (ed. C. Roth v d.)

E.R.: Encylopcdia of Religions, New York, 1987 (ed. M. Eliade)

E.R.E.: Encylopedia of Religion and Ethics, New Yo�k. 1981 (Ed. ]. Hasıings)

j.S.S.: Joumal of Seınitic Studies, Oxford, (ed. P.S. Alexander v.d.)

T.D.V.1.A.: Türkiye Diyanet Vakfı lslaın Ansiklopedisi, lsıanbul.


lçindekiler

• Önsöz 7
• Giriş 9
• 1. Başlangıçlar 15
Stoa ve Öhemerizm 15
Klasik Dönemde Yahudi Katkısı 17
• il. Kitab-ı Mukaddes Tenkidinin llk Günleri ve llk Hristiyan Apolojiler 21
Gnostiklerin Kitab-ı Mukaddes Eleştirileri 21
Hıristiyan Babaların Pagan Dinlerin Kökenine Bakışları 23
• lll. 18. - 14. Yüzyıllar: Müslümanların Katkıları 25
Reddiyeler 26
Hıristiyanlık Sempatizanı Heterodokslar 29
Milel-Nihal Türü Eserler 30
lslam'a Karşı Yazılan Semitik Hıristiyan Reddiyeler 33
, • iV. 15. - 18. Yüzyıllar: Durgunluk Dönemi 37
• V. 18. Yüzyıl Aydınlanmacılığı ve Paganizmin Yüceliği 41
Genel Karakter 41
Kitab-ı Mukaddes Tenkitlerinin Başlangıcı 42
• VL 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın llk Çeyreği:
Tarihselciliğin Yükselişi ve Dinlerin Kökeni Problemi 5l
Dinlerin Kökeni IJe ilgili Teoriler 52
• Yii. Kitab-ı Mukaddes Tetkikleri, Pan-Babilonya Okulu,
Kutsal Kitap ve Bilim 69
Genel Karakter 69
Pan-Babilonya Okulu 71
Kitab-ı Mukaddes Tetkikleri-Bilim ve Kilise 72
• V lll. Ç ağda ş Akımlar 77
Din Fenomenolojisi 77
Yapısalcılık 81
Psikolojik Yaklaşımlar 84
Perennial Felsefe veya Dinlerin Aşkın Birliği 90
• Bibliyografya 97
Ö11söz

on onyıldan bu yana içerikleri tam belirlenememiş olsa da bilimsel


S j argon, meta-realizm, meta-loj ik, karmik bütünlük, teo-lojik ve
postmodern teoloji ya da pozitivist mistisizm gibi ilginç terimlerle dol­
muş bulunuyor. Din ve bilim dünyalarının içiçe geçtiği bu kavramlarda
yaratılan ittifak, din ve bilimin birbirine eşit oranda taviz vermesiyle ya
da yanaşmasıyla elde edilmiş değildir; daha çok dini duygunun "bastır­
ması" ile yaratılan bir direncin sonucudur bu ifadeler.
İster pluralizm problemi ile olsun, ister artan ruhi sıkıntıların kurtu­
luş ümidiyle yöneldiği bir sığınak arama çabasıyla olsun, dinler yalnız­
ca bazı ifadelerin oluşmasına katkıda bulunmuyor, fakat aynı zamanda
dünya gündemini de belitliyor.
Öyle görünüyor ki, din kavramı, bundan sonra yalnızca sıradan bir
merakın uyandırdığı araştırma konusu ve belli bir imanın kabulü olma­
yacaktır. Çok belirgin ve içsel bir zorunluluk tüm dinleri birbiriyle iliş­
ki kurmaya doğru itiyor. Bununla alakalı olarak dinlerin birbirini tanı­
ma ihtiyacını gidermeyi amaç edinen dinler tarihi çalışmaları ciddi an­
lamda önem kazanmaktadır.
Elinizdeki çalışmada gösterilmeye çalışılacağı gibi dinler tarihi araş­
tırmaları bilimsel bir disiplin olarak 19. yüzyıldan itibaren ortaya çık-
8 • DiNLER TARlH lN lN MESELELER!

tıysa da bu süreci hazırlayan uzun bir tarihi geri zemin vardır. Greklere
kadar uzanan bu geri zemin, M.Ö.5. yüzyıldan itibaren başlar, 8-13.
yüzyıl arasında Müslümanların çalışmalarını da i çine alarak 1 9 . yüz­
yılın ortalarma kadar gelir. Günümüzde ise dinler tarihi tam anlamıyla
akademik bir hüviyete bürünmüştür. '
Elinizdeki eser de yukarıdaki süreci esas alarak dinlerin kökeni, ma­
hiyeti ve geleceği konusunda yapılan çalışmaları anlamlı bir bütün ha­
linde sunmayı amaçlamaktadır.
Faydalı olması ümidi ile.

Dr. Kürşad Demirci


Marmara Üniversitesi
Ilaltiyat Fakültesi
Giriş

O DlN L E R T A R l H I V E YA K L A Ş I M B i Ç i M L E R i
kuyucunun az çok fikir sahibi olduğunu varsayarak , burada,
dinler tarihinin ne anlama geldiğini açıklamak niyetinde değil­
sek de bilimsel bir disiplin olarak dinler tarihi araştırmalarını belirle­
yen veya belirlenmesine katkıda bulunan yaklaşımlara (metod?) temas
etmenin anlamlı olacağını düşünüyoruz. Dinler tarihinde yaklaşım
(metod) probleminin gündeme gelişinin birkaç sebebi vardır: Birincisi,
19. yüzyılın sonunda bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkan dinler
tarihi çalışmalarının diğer disiplinlerle ne şekilde ilişkilendirilebileceği­
nin yarattığı sorunlar; ikincisi, 20. yüzyılın ortalarından itibaren Hıris­
tiyani pragmatizm ile bilimsel tavır arasında kalmanın sıkıntısını örtbas
etmek için, özellikle din fenomenologlarının yeni arayışlara girmesi ile
karşılaşılan problemler. Son olarak, kitlelerin yakınlaşmasının yarattığı
pluralizm problemi de dinler tarihinde metod konusunu yeniden gün­
deme getirmektedir.
Dinler tarihi araştırmalarındaki metodların belirlenme çabaları , için­
de bulunduğu dönemin toplumsal paradigmalarından ayrı olmamıştır;
olması da beklenemez. 19. yüzyılın sonundan beri yaşanan global para­
digmaların tümü dinler tarihi araştırmalarına yapılan yaklaşımları be­
lirlemiştir.
10 •DiNLER TARiH i N i N MESELELERi

19.yüzyılın pozitivist paradigması, yeni ortaya çıkmaya başlayan bir


disiplin adının koyuluşuna kadar etkisini göstermiştir. Almanca konu­
şan ülkelerde Religionswissenschaft (din bilimi), İngilizce konuşan ül­
kelerde - başlangıçta- (general) scıience of religions (dinler bilimi) ifa­
delerinin kullanılışı göz önüne getirildiğinde ne demek istediğimiz da­
ha iyi anlaşılacaktır. Literatürde belli bir disiplinin sınırlarını tespit
eder anlamda - İngilizce olarak - Science of Religions tabirini kullanan
ilk kişi M. Müller'dir (Introduction ta the Science of Religion, 1873). Fa­
kat bu tabir hantal, genel ve iddialı bulunarak bir müddet sonra yerini
kısmen History of Religions (Dinler Tarihi) tabirine bırakmıştır. Bu te­
rimin seçilişinde çoğu kez iddia edildiğinin (J. Wach, The Comparative
Study of Religions, 1958) tersine felsefeden kopma arzusu yoktur; fakat
teolojiden kopmak isteği kesindir.
Kendisini belirlediği şekilde, dinler tarihinin birinci prensibi araştır­
ma objesi olarak seçtiği fenomeni modern bilimin ortaya koyduğu şart­
lar altında ve olabildiğince objektif olarak değerlendirmektir. Genel ba­
kış tarihçi yaklaşımı çerçevesindedir ve bununla ilişkili olarak ele aldığı
obj eyi tek boyutta - geriye doğru izleyerek inceler. Duyguları ve önyar­
gıyı paranteze alan dinler tarihi, kendine has bir metod olarak bugün
de yaygınca kullanılmaktadır. Herde temas edileceği üzere, nasıl bir ba­
kış açısına sahip olursa olsun, gerçekte dinle ilgili yapılan bütün çalış­
malarda tarihe veya dinler tarihine başvurmamak imkansızdır. Bundan
dolayı okuyucu, burada sıralanacak yaklaşım biçimleri arasında net sı­
nırların olduğunu düşünmemelidir. Fakat ortaya çıkışındaki tanımı
esas alınırsa History of Religions tabiri katı bir bilimselliği çağrıştır­
maktadır; Science of Religions ile olan münasebeti de bunu teyid eder.
20. yüzyıla girildikten bir müddet sonra dinler tarihi çalışmaları
başlangıçtaki objektiflik amacını bir dogmaya dönüştürerek salt poziti­
vist bir yapıya bürünmeye başladı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren
çözülmeye başlanan Mısırca, Hititçe ve Akkadca gibi antik diller eski
dinlerin araştırılmasına yönelik yeni bir kapı aralarken, öte yandan din­
ler tarihçilerini, salt tarihçiliğe mahkum etmeye doğru bir eğilim içine
girdi. Dinlere katı bir tarihçi mantığıyla bakmanın dezavantajını dile
getirerek Louis H. Jordan bu çalışmalar için daha geniş kapsamlı bir ifa­
de olarak Comparative Religion tabirini teklif etmiştir. (H. jordan ,
Comparative Religion, lts Genesis and Growth, 1905). Comparative Reli­
gion'un (Mukayeseli Dinler Tarihi) amacı, dinleri yalnızca geriye doğru
değil, fakat aynı zamanda paralel bir şekilde yatay düzlemde .de ele al-
G i RiŞ • ll

mayı öngörüyordu. lki veya daha fazla dini mukayese etmeyi esas alan
. Comparative Religion çalışmaları hermenötikin gündeme gelmesine
önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Ayrıca çalışma anında birden fazla
fenomenin gözden geçirilmesi mukayeseli dinler tarihi çalışmalarını li­
.. beral bir bakış açısına sevketmiştir.
Öte yandan 20. yüzyılda pluralizmin getirdiği problemler dinler ta­
rihi çalışmaları bağlamında mukayeseli dinler tarihinin gündeme gelişi­
ni pekiştirecek bir rol oynadı. Farklı kültürlerin bir arada yaşaması baş­
kalarını tanıma ihtiyacına yol açmış ve bu noktada mukayeseli dinler
tarihi çalışmaları önemli ölçüde etkin olmuştur.
20. yüzyılda katı dinler tarihçiliği anlayışından kaçışa bir başka ör­
nek din fenomenolojisidir. E Husserl'in felsefe mecrasında başlattığı
din fenomenoloj isi M. Scheler, R. Otto ve G. Van Der Leeuw tarafından
geliştirildi. Din fenomenolpjisi dinin tarihi boyutunu ihmal ederek an­
lamını yakalamayı amaç edinir. Bundan dolayı araştırma objesi olarak
iç anlam yüklü olguları ele alır. Din fenomenolojisinin çalışma alanı ve­
ya objesi üç ana olgu ile alakalıdır: llahi olanın tabiatı; vahiyin mahiyeti
ve dini tecrübe. Bu üç olgu daha çok mitoslarda ve kült fenomenlerin­
de yakalanabildiği için fenomenologlar daha ziyade bu alana yönelmiş­
lerdir. Din fen omenolojisinin temel m etodu herhangi b i r y a rgıya
varmaktan uzak kalarak tasvire ağırlık vermesinde ortaya çıkar. Ele alı­
nan herhangi bir dini fenomen tasvir edilerek derin anlamı yakalanma­
ya çalışılır. Tasvir, görünmeyen örtülerin kaldırılmasına ve araştırıcıya
esas olana götürmede temel unsurdur.
Din fenomenolojisi iki açıdan eleştiriye uğramaktadır. tlki, bu siste­
min dinlerdeki fenomenleri mukayese ederken hepsini aynı değerde
kabul ettiği yolundadır. Bu durum açıkça din fenomehologlarını indir�
gemeci bir bakışa· sürüklemektedir. İkinci olarak din fenomenolojisi ya­
tay benzerlikleri ele aldığı için tarihçiliği dışlamış bir görünüm arzet­
mektedir. Tarihi verilerden kaçınmak araştırıcıyı hayali bir kurguya gö­
türmüştür. Pettazzoni gibi fenomenologlar tarihe, hermenötiğe ve felse­
feye ağırlık vererek bu eleştirilerden kurtulmaya çalışıyor olsa da din
fenomenolojisinin genel eğiliminin indirgemeci olduğu gözden kaçma­
maktadır.
Hıristiyan. çevrelerde ise dinle ilgili yapılan bütün çalışmalar için
kullanılan yaygın terim Theology idi. Fakat F. Clark bunun-yerine ilk
kez Comparative Theology (Ten Great Religions, 1871) tabirini kullan­
dı.
12 • DiNLE R TARiHiNiN MESELELERi

Bazen World Thcology veya Glöbal Theology şeklinde de kullanılan


Comparative Theology çalışmaları batıda Schleiermacher'in halefi Ernst
Troeltsch'e kadar çıkarılır. Bugünkü liberalit.esinden daha. farklı olarak
o dönemlerde Comparative Theology Hırıstiyan teolojisinin terimlerini
ve anlayışını esas alarak diğer dinleri Hıristiyanlıkla mukayese etme
amacını güdüyordu. Bugün bu tip çalışmalarda ortak terminoloji pek­
çok dindeki kavramların oluşturduğu genel bir yapıya sahiptir. Philo­
sophia Perennis bir anlamda bu gelişmeyle ilişkilidir.
Buraya kadar sıralandığı şekilde dinlerin tarih içerisindeki gelişimini
inceleyen disiplinler, mahiyeti ve adları ne olursa olsun gerçekte tarih
incelemelerinden veya dinler tarihinden çok az farklıdır. Disiplinlerin
taşıdığı terimler daha önce söylendiği gibi çağdaşı paradigmalara para­
lel olarak değiştirilmiş veya düzeltilmiştir. Daha ötede yukarıda sırala­
nan dinle ilgili tarih disiplinleri gerçekte metod da değildir; bundan do­
layı batı literatüründe metod kelimesinden ziyade "yaklaşım" (appro­
ach) tabiri kullanılmaktadır.
Bu yaklaşımlar gerçekte yalnızca çalışmanın mahiyetini belli alanla
sınırlayan modellerdir. Çalışılan obj e belli bir alanla sınırlanarak isteni­
len sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu modeller çoğunlukla önceden arzula­
nan a m a c ı b el irleyecek tutumlardır ve bu ndan dolayı da geniş
anlamıyla ideolojiktirler.
Dinler tarihinde gerçek metod uygulamaları ancak yazılı metinler
çerçevesinde oluşturulabilmiştir. Mesela yazılı dini metinlerde ikinci
şahsın veya narrator ("anlatıcı") un farkına varıldığı Biblical Criticism
çalışmaları bu anlamda hakiki bir metod üzerine temellenmiştir.
Bununla birlikte metod ve model (Kuhncu ifadeyle Paradigma) bi­
limsel bir disiplinin birbirini tamamlayan unsurlarıdır. Gerçek anlamda
bir dinler tarihi çalışmasında bu ikisinin birbirine karıştırılmaması ve
yerinde kullanılması temel şarttır.

Konunun işleniş t ekniği:


a. Elinizdeki kitap Türkçe'de ilk olmanın getirdiği zorunlulukla din­
ler tarihi üzerine yapılan çalışmaların belli başlı olanlarını kronolojik
bir sıra içerisinde vermeye çalışmıştır.
b. İncelenen yazarlar veya okullar dinler tarihinde ciddi bir ekol or­
taya koyanlar arasından seçilmiştir. Aksi takdirde dinler tarihi üzerine
yapılan tüm çalışmaları sıralamak imkansız ve manasızdır.
G I RIS • 13

c. Batıda lsla,m üzerine yapılan çalışmalar, dinler tarihinden ziyade


Oryantalistik çevrede ele alınmaktadır. Dinler tarihine konu olan
doktrinlerde mitos, kült gibi kavramların yoğun oluşu ve tslam'da bun­
ların en az düzeyde olması lslam çalışmalarını daha özel bir alana -Or­
yantalistik, ya da daha iyi bir niyetle lslam tarihçiliği- itmiştir. Öte yan­
dan Oryantalistikin pragmatik yanı da bu görüşü teyid eder. Bir müze
iması uyandırdığı için müslüman araştırıcılar da lslam'ı dinler tarihi
çalışmaları kategorisinde ele almazlar.
Bu geleneksel kanaatı izleyerek ve de Türkçe'de yapılan araştırmala­
rın yeterliliğini gö� önüne alarak İslam üzerine yapılan çalışmaları, bir­
kaç dolaylı referans hariç, biz de ele almamış bulunuyor�z.
d. Eşit derecede öneme sahip dinler tarihi çalışmalarından, Türkçe­
de az bilinenin üzerinde daha fazla durulmuş; Türkçe'de kaynağı olan
araştırmalar ise gerektiği kadar ele alınmıştır.
· Kitabın Tertibi ve Muhtevası:
Elinizdeki kitabın en başta gelen amacı, başlangıcından bugüne ka­
dar dinlerin mahiyeti ile ilgili olarak yapılan ve kendisinden sonraki
araştırmalara etkisi bulunan ekol anlamındaki görüşleri sistemli bir bi­
çimde sunabilmektir. Bugünkü teorileri şekillendirecek veya en azın­
dan bunlara geri zemin hazırlayacak düzeyde ciddi çalışmalar, doğulu
fikirlerden esinlenmiş olsun ya da olmasın, batıda -geniş anlamda Ak­
deniz coğrafyasında- başlamıştır. Grek düşüncesinin Prometheci hırçın­
lığına, Yahudi düşüncesinin Önasya'da yol açtığı varlık olarak tanrı fik­
rinin sorgulanması geleneği eklenince (Eski Ahid'in Vaiz ve Eyüp ki­
taplarını hatırlayın!) ister istemez din, felsefenin araştırma objesi olu­
vermiştir. Bu sorgulamada görünmeyen etki Grekler'den değil, fakat Ya­
hudilik'ten gelmiş gibidir. Varoluş problemini ilk irdeleyen fikir sistemi
tanrı ve insan arasındaki ayrılığı dile getiren Yahudilik olmuştur. Bun­
dan dolayı Prometheci olanlar, hiç olmazsa başlangıçta, Grek filozofları
değil fakat Yahudi peygamberleriydi.
Efsanevi anlatımlar dışında Yahudi Peygamberler'in Grek filozofları­
na nasıl dönüştüğü açık değildir. Bu dönüşüm her nasıl olursa olsun,
dinlerin mahiyeti ile ilgili çalışmaları yapan ilk bilginler Grek filozofları
oldu. Kitabımıza Grek filozofları ile başlamamızın sebebi budur.
11. Bölümde dinler tarihi çalışmalarına geniş bir kapı aralayan Kitab­
ı Mukaddes tenkit ve tetkiklerinin başlangıçları üzerinde durulmuştur.
Eski ve Yeni Ahid üzerine yapılan metin tetkiki çalışmaları, kutsal ki­
tapların metin analizine bağlı olarak nasıl araştırılabileceği konusuna·
14 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

ciddi anlamda katkıda bulunmuştur. Hıristiyan karşıtı çevrelerin Kitab-ı


Mukaddes'e getirdiği eleştiriler ve Hıristiyan babaların apolojileri hara­
retli bir çalışma dönemine kapı aralamıştır.
Grek filozoflarının esas ilgi odağı, 19. yüzyılın sonuna kadar süre­
cek bir miras olarak dinlerin kökeni problemidir. Buna tek istisna 8-
1 3/14. yüzyıllar arasındaki Müslüman yazarların değişik yönelim alan­
larıdır. Müslüman yazarlar dinlerin kökeni problemi ile uğraşmanın ye­
rine lslam dışındaki diğer dinlerin nasıl tahrif olduğu konusuyla ilgi­
lenmişlerdir. Bundan dolayı müslüman dinler tarihçilerinin çalışma
amacı tamamen olmasa bile esasta apoloj iktir. Ill. Bölüm, yukarıda
özetlendiği şekilde müslümanların dinler tarihi çalışmalarına yaptığı
katkıya ayrılmıştır.
IV. ve V. Bölümler 1 5 .ve 19. yüzyıllar arasındaki yapılan araştırma­
larla ilgilidir. 18. Yüzyıl'a kadar olan dönemin en belirgin özelliği ro­
mantizmdir. Bu süreçte ortaya konulan görüşler çağının genel konjonk­
türüne uygun olarak romantik ve ütopik ağırlıklı fikirlerden oluşmuş­
tur. 19. yüzyıldan itibaren dinll!r tarihi çalışmalarının bilimsel ve aka­
demik bir hüviyete büründüğü görülmektedir. Bu dönem çalışmaların­
da çağın pozitivist paradigması egemendir. 20. yüzyıldan itibaren orta­
ya çıkan teorilerin çoğu, 19. yüzyılda geliştirilen fikirlerin ya eleştirisi
ya da müdafaası üzerine temellenmiştir.
VIII. ve son B ölüm'de günümüz akımları ele alınmıştır. Çağdaş
akımları belirleyen en önemli etkiler arkeoloji, antropoloji, filoloji ve
psikoloji gibi yeni bilim dallarından gelmiştir. 20. yüzyıldaki dinler ta­
rihi çalışmalarında pozitivist etki en aza indiyse de "bilimsellik" kaygısı
haklı veya haksız varlığını hala sürdürmektedir.
1
BAŞ LA N G I Ç LA R

E STOA V E ÖHEMERIZM
ski Yunanistan'da Xenophanes (M.Ö. 5 70-475) , Platon ve Stoacı­
lar gibi çok tanrılı dini sistemin içinde ortaya çıkan tüm alternatif
gelenekler, kozmosu birbirinden ayrı ve hierarşik alanlara bölen putpe­
rest kültüre karşı çıkarken tabiattaki düzeni (katmanlara ayırıcı koz­
molojik anlayışa karşı olarak) merkezi bir otomat sisteme irca etme eği­
limine girdiler. Paganizmin antropomorfik (insan biçimci) yapısını, ah­
laka ve mantıka aykırı bulduğu gerekçesiyle reddeden Xenophanes ve
yaşadığı dönemde ferdi olarak etkin olmaktan ziyade muhtemelen bağlı
olduğu bir Yahudi geleneğini sürdürmede başarılı olan Platon hariç tu­
tulursa, din bilimine (ya da din araştırmalarına) konu olacak uzun sü­
reli teorik yapı Stoacılar tarafından ortaya kondu. Bu teoriyi oluşturma
sürecinde Stoacılar dinlerin mahiyeti (menşei, oluşum safhaları . . . ) ile
ilgili birtakım görüşler ileri sürdüler ki bu görüşler uzun bir zaman ay­
nı konuda fikir üreten insanlara ilham kaynağı oldu. Stoacıların din bi­
limleriyle alakalı disiplinlere ve hatta bizzat dini doktrinlerin kendileri­
ne yaptığı katkı logos kavramı çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Grek düşüncesinde Heracleitos'un (M.Ö. 540-4 75) zamandan beri
Kozmik düzenin bağlı olduğu kural anlamında kullanılan Logos kavra­
mını Stoacılar, benzer şekilde, kozmosun bağlı olduğu yasaların özü
16 • DiNLER TAR i H i Ni N MESELELER!

olarak düşündüler. Stoacılar polytheos\ın (çok tanrı) karşısına Spino­


za'nın Natura'sına kaynaklık eden Logos'u koyarak dinin kökenini Lo­
gos kavramı üzerine üretilen farklı düşüncelere bağladıfar. Onlara göre ,
en eski zamanlardan beri insanlar tabiatın içerisinde hissettikleri bu
düzenliliği (Logos) felsefileştirerek dini: düşünce haline çevirmişlerdi.
Öte yandan Stoacılar allegorik ifadelerin analizine dayalı olarak basit
bir mit çözümleme aracı veya bilimi de geliştirdiler. Bu anlayışa göre,
Logos kavramının yanlış anlaşılması ile oluşan Grek ilahları gerçekte
analize muhtaç sembolik değerlere sahipti. Stoacı okulun önde gelen si­
f
malarından Chrysi pus (M.Ö. 280-206) için tanrı Zeus gerçekte Lo­
gos'un sembolü idi . Yine ona göre Zeus adı, Logos'un bir başka ifadesi
olan nous kelimesinden türemişti. Chrysippus'a göre tanrı Hermes ger­
çekte aklı, Rea da yeryüzünü sömbolize ediyordu. Tanrı adlarının nere­
den geldiğini izah ederken Stoacılar basit bir dini: terimler etimolojisi
geliştirdiler. Çiçero'nun De Natura Deorıım ve De Divinatione adlı eserle­
ri bu konudaki çalışmaların zirveye vardığı eserlerdir. 2
Dinlerin mahiyeti ile ilgili olarak çalışan Klasik çağın ikinci önemli
okulu Öhemerus (M.Ö. 330-260) tarafından kurulmuştur. Öheme­
rus'un fikirleri kendisinden uzun bir zaman sonra neredeyse 20. yüz­
yıl'ın başına kadar hem lslami, hem Hıristiyan hem de ateist çevrelerde
etkisini katıca sürdürdü. Hiera Anagraphe ("Kutsal Yazıt") adlı fantastik
eserinde Öhemerus, Hint okyanusunda Pançhai ("Beşli"? Hudüdü'l­
Alem'in Hint okyanusundaki Panchurya adası veya Seylan?) adında -
belki - muhayyel bir adaya yaptığı esrarengiz yolculukta başından ge­
çenleri anlatır. Adadaki gezisi sırasında bir Zeus tapınağı bulur. Bu tapı­
nağın içinde altın bir sütun vardır; bu altın sütunun üzerinde de Ze­
us'un bizzat.kendisinin yazdırdığı altın bir levha bulunmaktadır. Levha­
nın üzerindeki yazıda tanrılarla ilgili hikayeler anlatılmıştır.
Bu levhada önemli bazı insanların ya hayatta iken ya da ölümlerin­
den sonra tanrı haline getirildiği kaydedilmiştir. Öhemerus bu yazıtı
kullanarak tanrı fikrinin nasıl ortaya çıktığı konusunu dile getirmeye
çalışır. 3
Öhemerus'un bu görüşünün arkasında, onun yaşadığı çağda, tanrı­
laştırılan imparatorların oluşturduğu kültlerin gözlenmesi vardır. Grek- .
çe'de Apotheoun adını alan tanrılaştırma işlemini M.Ö. 324'te Büyük ls­
kender resmen onaylamış ve kanunileştirmiştir. Öhemerus'un bilgi kay­
nağı, ister bu gözlem olsun ister olmasın, pekçok din bilimci ya da araş­
tırıcısı onun fikirlerinde eşsiz bir açıklayıcı cevap buldular. Bu cevap Ya-
BAŞLANGIÇLAR • 17

hudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlarca yeri geldiğinde sık sık kullanıl­


dı.
Öhemerus'un Hıristiyanlığın doğuşundan önceki iki yakın takipçisi
Polybius (M.Ö. 202- 120) ve Diodorus'tur (M.Ö. 40 civarı) . Her ikisi de
dinlerin, kahraman veya önemli insanların tanrılaştırılması sonucunda

oluştuğunu ve bu oluşumda psikolojik faktörlerin etkinliğini vurgula­
dılar.
Sofistler ise Critias'dan (M.Ö. 5 . Yüzyıl) beri dinlerin kökenini kötü
ve zalimlerin cezalandırılma arzusuna bağlamışlardır. Buna göre zalim­
lerle baş edebilmek için insanlar dini korku ve cezalandırma kavramını
icat etmişlerdir. Tanrıların fonksiyonu kötüleri cezalandırmaktır.

K L AS l K D Ö N E M D E YA H U D l K AT K IS I
M.Ö. 3.Yüzyıl'dan itibaren Yahudi bilginlerin gentilelere karşı apolo­
ji mahiyetinde yazdığı eserler de dinler tarihi çalışmalarına ciddi olarak
katkıda bulunmuştur. M.Ö. 3.Yüzyıl'da Demetrius adlı Yahudi yazar On
the Kings in ]udea adlı kitabında Tevrat'taki sıralamayı izleyerek başlan­
gıçtan itibaren Yahudi Peygamberlerin tarihi, İsrail Krallığı ve Sürgün
dönemini anlatır. M.Ö. 200- 1 5 0 civarında yaşayan (Pseudo) Hecataeus
On Abrahaın ve On ]ews adlı kitaplarında yine Yahudilerin tarihinden
bahseder. On Abrahaın'da Hecataeus, Tanrının İbrahim'e özel birtakım
yetenekler bahşettiğini, Hz. Musa'ya İbrani yazısını öğrettiğini yazar.
Ayrıca Hz. Musa Grek Ülkesi'ne bir yolculuk yapmış, oradaki bazı bil­
ginlerle tanışmış ve onlara değişik bilgiler öğretmiştir. Artapanus (M.Ö.
100 civarı) On the ]ews adlı kitabında tüm icatların kaşifleri olarak Ya­
hudi peygamberleri gösterir. Hz. İbrahim, Firavun'a astroloj i ve keha­
net, Yusuf Mısırlılar'a ziraat ve ev ekonomisi bilgisini öğretmiştir. Hz.
Musa bütün Mısır medeniyetinin kurucusu, mimar, mühendis ve bilge­
dir. 4
Bütün bu Yahudi yazarlar arasında en önemli iki isim Philo (M.Ö.
20-M.S. 40/50 civarı) ve josephus'tur (M.S. 37-100) .
Bir filozof olarak Yahudi teolojisi ve Hellenistik felsefeyi uzlaştırma
teşebbüsünde bulunan Philo'nun din bilimcisi yönüyle de Eski Ahid'in
allegorik tefsirini sistemleştiren ilk kişi olduğunu söylemek mümkün­
dür. Zetaıni Kai Lyseis adlı eserinde Tevrat'ı allegorik olarak yorumlar.
Burada en önemli kavram olarak Logos doktrinini işler. Logos ona göre
arketipsel insandır. Arketipsel insan (tnsan-ı Kamil) mikrokozınostur.
Onun işleyiş yasası ile makrokozmosun işleyişi aynıdır. 5
18 • D iNLER TARiHiNiN MESELELERi

Yaratılışın allegorik yorumunu yaptığı Legum Allegoria adlı eserinde


Tevrat'ta yeryüzünün 6 günde yaratıldığı şeklindeki ifadeyi 6 dönem
olarak yorumlayan Philo'ya göre 6, en mükemmel sayısal değer olduğu
için (lx2x3= 1 +2+3) Tanrı yeryüzünü 6 devirde yaratmıştır. 6 "Tann'nın
6 gün içerisinde yaratmış olduğu fikri, zamanla ilgili birşey olarak dü­
şünülmemelidir. Çünkü zamari periodu, günlere ve gecelere bağlıdır, ve
bunların olabilmesi de güneşin, yerin altından ve üzerinden giderken
yaptığı hareketleriyle oluşur. Bundan dolayı buradaki 6 gün ifadesini
dünyanın zaman içinde biçimlendiği şeklinde düşünmemeliyiz. Fakat
burada 6 en mükemmel sayısal ifadedir." 7
Philo De Vita Mosis adlı eserinde Musa'nın bilge kişiliğini vurgular.
Musa'nın hayat hikayesini anlattığı bir kitabında Philo, Yahudi peygam­
berlerin tüm icatların bulucusu olduğu fikrini tekrarlar. De Vita Con­
templativa'da Yahudi münzevilerin hayatını anlatır.
Apology adlı kitabı ise gentilelere karşı bir Yahudi savunmasıdır, Ya­
hudi dininin Şeriat açısından üstünlüklerini dile getirir. 8
!kinci önemli isim olarak tarihçi Josephus, Antiquitates ]udaicae adlı
Yahudilik tarihini anlatan kitabına dünyanın yaratılışıyla başlar ve ken­
di zamanına kadar getirir. Kitabın amacı Yahudi milletinin ne kadar
önemli bir kitle olduğunu diğer milletlere göstermektir. 9
Öte yandan bu dönemde Yahudilik karşıtı kitaplar da kaleme alın­
mıştır. Rodos'lu Apollonius Molon (M.Ö. 100-70 civan) , lskenderiye'li
Xpion (M.S. 50 civan) ve Biblos'lu Philo (ms. 64- 1 4 1 civan) bu yazar­
lar içinde en ö nemli olanlarıdır. Aynca Mısır'lı rahip Manetho'nun
(M.Ö. 270-250 civan) doğrudan Yahudilikle ilgili olmasa bile çalışma­
larında onlardan bahsettiği bilinmektedir. Alexandır Polyhistor (M.Ö.
80-40 civan) ise Yahudiler üzerine özel bir kitap yazan objektif bir ta­
rihçidir.
Gerek modern araştırıcılara sağladığı kaynaklar, gerekse kendi din­
lerine dışardan biri gibi tarihçi gözüyle bakmayı deneyen Yahudi yazar­
lar, M . Ö. 2. Yüzyıl'a doğru kesilmeye yüz tutar. Bunlar, Grek düşünür­
leri ile ms. 2.yüzyıldan itibaren ortaya çıkacak olan Hıristiyan düşünür­
lerinin arasındaki zaman boşluğunu doldurarak, dinler tarihi araştır­
malarına önemli katkılarda bulundular. Ö te yandan bu ara dönem kül­
türü, Stoayı izleyen Philo'nun nezdinde ilk ciddi hermenötik çalışmala­
ra da kaynaklık etti.
BAŞLANGIÇLAR • 19

1 Eski Ahid'in Grekçe "Yetmişler" nüshası Elohim'in yaratıcı sözü için kullanı­

lan lbranice mamre (söz) kelimesini Logos olarak çevirir. M.Ö. lll. Yüzyıl'dan itiba­
ren Yahudi apokrifasına ait Grekçe metinlerde Logos, Elohim'in düzenlilik yasası
anlamında kullanılır.
2 E. Sharpe, Comparative Religion, 4; J . Geffcken, "Allegory", E.R.E., l., s. 328
3 J .de Vries , The Study of Religion. A Historical Approaclı. 9; J .Geffcken,

"Euhemerısm", E.R. E. , V, s . 5 72
4 R.H.Pfeiffer, History of tlıe New Testament Times, s. 20 1 , 20 2
5 Philo, Zetamai, s. 3.
6 Philo, Allegoria, s. 13.
7 Philo, a.g.e,s. 197.
8 Pfeiffer, a.g.e., s. 198, 206.
9 A. Hayman, "Josephus Flavius ", E.R, X, s. 25 1- 266.
11
Y E N l B l R P RO B L E M :
K l TA B -1 M U K A D D ES T E N K l D l N l N
l L K G Ü N L E R!
V E l L K H R l S T l Y A N A PO LO J l L E R

Y azılı bir kutsal külliyat olarak Yeni Ahid'in ortaya çıkışı (M.S. 2.
yüzyılın başı) ile birlikte, din ile ilgili araştırmaların metodoloj i­
sinde Linguistik önem kazanmaya başlar. Logos artık şifahi bir kelam
değildir ve üzerine çalışmalar yöneltilebilecek bir obje (kutsal metin)
haline gelmiştir. Şifahi gelenek ve yazılı gelenek arasındaki mücadele­
nin dini maske giyinmiş hali ilk kez bu noktada başlar.

G N O S T I K L E R I N K I TA B -1 M U KA D D E S E L E Ş T i R i L E R i
Yeni Ahid'in bir mesaj amacı güderek insanlara yaptığı çağrı (keryg­
ma) , milattan sonraki ilk yüzyıl içerisinde hızla gelişim kaydetti ve ti­
pik bir "kırsal" hareket olan Gnostik çevreleri rahatsız etti. Misyon
alanlarının coğrafi açıdan çakışması dolayısıyla Hıristiyanlığı zorlu bir
tehdit olarak gören Gnostikler kaleme sarıldılar. Varoluşun amacının,
mahiyetinin ve ilahi bilginin ancak bireysel ve inisiyatik çabalarla ele
geçirilebileceğini öngören Gnostikler için Tanrı'nın herhangi bir kutsal
kitap veya kişi aracılığıyla insanlara bilgiler iletebileceğini düşünmek
oldukça saçmaydı. Öte yandan, gündelik, pratik hayatlarında sık sık
maruz kaldıkları bir tecrübeyi demiorg arketipi (Klasik cağlarda köylü­
ler ancak yöneticilerin temsilcileri [ demiorg) ile görüşebilirlerdi ! ) hali-
22 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

ne getiren Gnostikler tanrının, varlığı aracısız , bizzat yarattığını ileri


süren Hıristiyan görüşüne tamamen zıt bir anlayışa sahiptiler.
Gnostiklerin dualizm tutkusu (yaratıcı ve şeytan) tek tanrıyı ön pla­
na çıkaran ve şeytanı tali bir pozisyona koyan Hıristiyanlığa karşı cep­
he almaya itecek kadar vazgeçilmezdi. Son olarak, Gnostiklerin hierar­
şik Kozmolojisi ile Hıristiyanlığın tanrı merkezli Kozmolojisi bu iki öğ­
retiyi birbirine zıt hale getirmeye katkıda bulunan unsurlardan biriydi.
Hıristiyan geleneğine göre ilk muhalif Gnostik Simon adında biridir.
Tarihçi Epiphanius, Resullerin İşleri 8/lO'da belirtilen kişi olup olmadı­
ğı meçhul Simon'un Tevrat'ın vahiy olduğu inancını eleştirdiğini bildi­
rir. Clementine Homili'de Simon Eski Ahid'deki antropomorfik inançları
eleştiren biri olarak karşımıza çıkar. Suriye'li Gnostiklerden Antiochan
Satornilus ve lskenderiye'li Valentinus (M.S. 2. yüzyıl civarı) Eski
Ahid'deki bazı kısımların Şeytan ilhamlı olduğunu ileri süren önemli
isimlerdendir. 1 45-180 arasında ltalya'lı Ptolemy ve Markioncular Hz.
Musa'nın Tevrat'ı yazamayacağını iddia ederek Eski Ahid'i tamamen
reddettiler. l
·Erken dönemlerde Gnostiklerin yanında Hıristiyanlığa eleştiri geti­
ren bir başka önemli isim pagan Celsus'dur (2. -3. yüzyıl arası). Celsus
yaklaşık 180 civarında yazdığı True Dıscourse adlı kitabında paganist
ahlakı ve paganizmin kutsallık anlayışını överek hem Yahudiliğe heqı
Hıristiyanlığa saldırır. Bu ağır eleştirilere karşı Origen'in Contra Celsus
adlı bir eserle cevap verdiği bilinmektedir. 2
3. yüzyılda Yeni Platoncu Porphyr, Tevrat'ta kaydedilmiş olan Mu­
sa'nın ölümü hikayesine dayanarak Musa'nın Tevrat'ı yazamayacağını
ve Daniel kitabının da otantik olmadığını ileri sürdü. Yaklaşık M.S. 225
civarında yaşayan Hıristiyan müfessir Julıus Africanus, Origen'e yazdığı
bir mektupta Daniel'deki Susanna hikayesinin otantikliğinden şüphe
ettiğini belirtir.3
Onun yönelttiği bu soruya karşılık Orijen'in iyi bir cevap kaleme
aldığını biliyoruz.
Justin de Yahudiler'in Ester ve Yeremya'daki bazı kısımları çıkardık­
larını ileri sürer. 4
Kitab-ı Mukaddes'e getirilen bu eleştiriler dinler tarihi çalışmaların­
da yazılı bir metnin ne şekilde incelenebileceği konusunda yeni bir
ufuk açtı.· Hıristiyanlık karşıtı gruplar, vahyin eleştirilmesine mantiki
sebeplerin yanında metin kritiği metodunu da eklediler. Daha geç dö­
nemlerde Mopsuestia'lı Theodore (M.S. 400 civarı) kitabi tenkidin Oi-
KITA B - 1 MUKADDES TENKiDiNiN iLK GÜNLERi •
23

terary criticism) temelini attı. Eski Ahid'deki Mezınurlar, Eyüp ve Neşi­


deler Neşidesi kitaplarını ilahi havayı yansıtmadığı gerekçesiyle eleştir­
di. 6.yüzyılda Cassidorus adlı bir din adamı daha iyi bir Kitab-ı Mu�ad­
des metni oluşturmak amacıyla çeşitli versiyonların derlenmesi gerekti­
ğini düşünerek ilk kez "farklı nüshalar" kavramını ortaya attı. De Insti­
lulione Divinaruın Scripturaruın adlı kitabında farklı Kitab-ı Mukaddes
nüshalarını bir araya getirerek, bu farklılıkların giderilmesi için çeşitli
yöntemler geliştirdi. Bugün batı literatüründe "lower criticism" adı ve­
rilen yöntemin ilk örnekleri De Inslitutione'de bulunur. 5

H I RlS T I YA N B A B A LA R I N
P A GA N D i N L E R i N K Ö K E N i N E B AK I Ş L A R I
İnananlar topluluğunu temsil eden kilise, başlangıcından beri içeri­
sinde bulunmuş olduğu pagan dinleri çoğunlukla düşmüş meleklerin
veya cinlerin (bazen Deccal'ın) işi olarak kabul ediyordu. 3. yüzyılda
yaşayan Commodianus basit bir dille, putperest tanrıların "düşmüş me­
lekler"in soyundan gelen devlerin, öldükten sonra ilahlaştırılması so­
nucunda oluştuğunu yazar. 6 Augustine ( 354-430) De Civilale Dei de '

pagan tanrıların kökenini cin inancının bozulmuş haline bağlarken Ya­


hudi Midraş'ındaki diğer dinler hakkında geliştirilen fikirleri tekrarla­
mış oluyordu. Babaların büyük bir kısmı Öheınerus'un sadık müritleri
olarak kaldılar. Kapadokya teolojisinin öncülerinden aziz Basil (4.yüz­
yıl) pagan tanrıların, Yahudi rabbilerin tanrılaştırılması ile meydana
geldiğine inanıyordu. 4.yüzyılda Firmicus Maternus, De Errore Profana­
ruın Religionuın adlı eserinde Yusuf'un Mısır'da ölümünden sonra yerli
halkça tanrılaştırıldığını ileri sürdü. Ona göre Mısırlılar, Yusuf'a bir ta- .
pınak yapmışlardı ki, Mısır'daki piramit geleneğinin kökeninde bu ha­
tıra yatar. Ayrıca Mısır'da - Grek ve Roma topraklarında popüler olan
tanrı Serapis'in adı da Sarras Pais'ten ("Sara'nın çocuğu") gelmektedir
(Tabii ki bu doğru değildir ! ) . Bu haliyle Maternus da Öhemerusçudur. 7
Martinus (5 15-580 civarı) pagan dinlerin kökeni ile ilgili olarak De
Correctione Ruslicoruın adlı polemiğinde ilginç bir teori geliştirdi. Ona
göre monoteizmden sapma tufandan önce bile vardı. Tufandan sonra
monoteizm daha da dejenere oldu ve çok tanrılı bir din sistemi ortaya
çıktı. İnsanlar yaratıcılarını unutup cinleri ve kötü şahsiyetleri tanrı ha­
line getirdiler ve onlara tapınaklar yaptılar. Tanrı haline getirilen bu
cinlerin başında sihir ve incest ilişkiyi yöneten Jupiter vardı; Jupiter'in
kendisi de kızkardeşi ile evlenmişti. Ondan sonra zulüm ve kötülüğün
24 • D iNLER TARiHiNiN MESELELERi

kaynağı Mars geliyordu. Tanrı haline getirilen bir başka cin de hırsızlık
ve dolandırıcılığı kontrol eden Mercurius idi. Venüs de zina ciniydi.
Martinus, ilginçtir ki, dini dejenerasyon ile ahlaki dejenerasyonu birbi­
riyle ilişkilendirıniştir. 8
Bu bağlamda justin'in Philosophia Perennis yaklaşımının ilk öncüle­
rinden biri olduğunu zikretmek gerekiyor. Ona göre Orfeus, Plato, So­
fakles hatta Sbyline O racles'da bile tek tanrı inancı vardır; bu y azarların
ilham ile kaleme aldığı eserlerde lsa'ya yönelik kehanetler mevcuttur ve
bu öğretilerin hepsi de aynı söylemi dile getirirler.
G erek Hıristiyanların gerekse muhaliflerin, başkalarının dinleriyle
ilgilenişine kaynak sunan materyallerin hemen hepsi Semitik ve Hel­
lenistik kültürlerin bildik verileriydi. Bundan dolayı haklı olarak dinle­
rin kökeni ile ilgili geliştirilen tüm teoriler ya Öhemerizm ya da justin,
Tatian , Minucius Felix, Tertullian, Cyprian ve Martinus gibi Babaların
savunduğu şekilde "düşmüş melekler" veya "cinler"le ilişkili olarak dü­
şünülmüştür. lskenderiye'li Clement'in yazılarında açıkça ortaya çıktığı
üzere Hıristiyanlar için başka dinler yalnızca Şeytanın işi idi; Clement'e
göre "gizemcilik yalnızca gelenek ve boş inançtır; yalnızca şeytanın
kandırmacasıdır. . . " Oysa zamanla modern Hıristiyan teolojisi, pagan
dinleri gelenekteki fonksiyonel yönü ile değerlendirecek ve pagan siste­
mini sembolik bir dille açıklama zorunluluğunu hissedecek ve hatta
yüceltecektir.

1 R . K . Harrison, lııtrodııctioıı ıo tlıc Olıl Tcstamcnt, s. 4. Markion'un Aııtitlıcscs

adlı kitabı Hıristiyan çevrelerde o kadar etkili oldu ki Hıristiyanlar bu eleştiriler


karşısında Yeni Ahid külliyatını belirlemek zorunda kaldılar.
2 Coııırcı Cclsııs\ın lngilizce çevirisi için bkz. Tlıe Aııtc-Niccııc Fathcrs, iV.,
s. 3 95- 66 9 arası.
3 Eusebius. Tlıe History of tlıe Clııırclı, s. 269.
4 Jusıin Marıyr, Dicılogtıe ıvitlı Tıyplw, Thc Aııtc-Niceııe Fathers, Dialogııe ıvitlı
Tnıplıo, 1, s. 234 .
5 R . K. Harison, a.g.e. s. 6 ,7..

6 J ustin Martyr. Dialogıı e witlı Tıyplw, Tlıc Aııte-Niccııc Fatlıcrs, Dicılogııc witlı
Truplw, 1, s. 234.
7 J . Vries. a.g.e., s. 1 6 .
8 . E .J . Sharpe, a.g.e .. s. 1 0
111
8 . - 1 4 . Y Ü Z YI L L A R:
M Ü S L Ü M A N L A R I N K ATKI L A R I

R akip bir misyon dini (lslam) ile karşılaşmasının gayri iradi olarak
geç bir tarihte vuku bulmasının tüm dezavantajını (bazen de
avantajını) yaşayan Hıristiyanların bu sebepden dolayı o güne kadar di­
ğer dinlere karşı gösterdiği kısmi kayıtsızlığa karşılık Müslümanlar en
erken devirlerden itibaren diğer dinlere yakından ilgi gösterdiler (ya da .
göstermek zorunda kaldılar) . Müslümanların 8 . yüzyıl ile yaklaşık
1 3.yüzyılın sonlarına kadar sürdürdükleri bu canlı ilgi ve çalışmalar ge­
leneksel olarak, konunun amacı, tekniği ve muhtevası açısından birta­
kım tasniflere tabi tutulmaktaysa da (acaib, el-makalat, el-fırak, el-mi­
lel, reddiye, ed-diyanat, el-edyan v.d.; bu ayırım sonraları tüm türleri
kapsayacak şekilde el-milel ve'n-nihal adım almıştır) dinler tarihi disip­
lini açısından ve bir kolaylık sağlaması sebebiyle iki genel gruba ayrıla­
bilir: Reddiye ve el-Milel ve'n-Nihal türü eserler. Reddiyeler başta Ya­
imdi ve Hıristiyanlara karşı olmak üzere Müslümanların diğer dinlere
karşı yazdığı eleştiri mahiyetinde eserlerdir. Hedef aldığı kitleyle ilişkili
olarak Reddiyelerin yansıttığı ortam - kelimenin geniş anlamıyla - Ak­
deniz kültürüdür. Milel-Nihal türünden olup dinler tarihini içeren ça­
lışmalar ise her zaman böyle olmamakla birlikte Asya iklimini yansıtır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu çalışmaların ilk ö�nekleri­
nin çoğunlukla Mutezili ve biraz da Şii çevrelerde ortaya çıkmasıdır.
26 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

Bunun iki temel sebebinden ilki, çoğunlukla bilindiği üzere Mutezi­


le'deki cedelci ve analitik zihin yapısıdır. !kinci sebep ise S.Pines'in de
dikkat çektiği gibi Mutezile ve Hıristiyan apolojisindeki ortak Aristo
terminolojisinin yarattığı karşılıklı anlaşılabilirlik zeminidir. l Hatta en
erken Sünni cedelci reddiyelerde bile -Eş'ari'de olduğu gibi- Mutezili
bir geri zemin her zaman sezilmektedir.

R E D D IY E L E R2
Müslümanlarla Hıristiyanların, Müslüman saraylarında karşılaşma­
larını tasvir eden pek çok rivayet vardır. Bui-ılardan bilinen ilk örnek
Nesturi Piskopos I.Timothy ile halife Mehdi (775-787) arasındaki tar­
tışmadır. Rivayete göre Mehdi, Hz.Muhammed'in Yuhanna lncili'nde
müjdelendiğini iddia etmiş, Timothy ise eğer lncil'de böyle bir müjde
varsa kendisinin İncil'i bırakıp Kur'an'ı seçeceğini söylemiştir. Mehdi
ve Timothy arasındaki bir başka tartışma konusu da lsa'nın çarmıha ge­
rilip gerilmediği meselesi idi. Mehdi'nin lsa'nın çarmıha gerilmediği sa­
vunmasına karşılık, Timothy'yi geleneksel Hıristiyan inancını savunur­
ken görüyoruz. 3
Reddiye eserlerine ilk önemli örnek (bizim burada üzerinde durma­
yacağımız isimler hariç tutulursa) Ali b. Rabben et-Taberi'nin (ö. 860
civarı) ed-Din ·ve'd-Devle ile er-Red ale'n-Nasara adlı çalışmalarıdır. On­
dan bahseden en eski müellif lbn Hallikan onun lslam'ı seçmeden önce
Hıristiyan olduğunu söyler. Her iki eserinde de Hıristiyan teolojisini
eleştirerek lslam'ın yüceliğini vurgulamaya çalışan Taberi'nin en büyük
önemi kendisinden sonra gelecek pek çok yazara sistemli bir örnek
sunmuş olmasıdır. Çeşitli Kitab-ı Mukaddes pasajlarında Hi:. Muham­
med'in müjdelenişine dair işaretler bulmuştur.4
Erken döneme ait önemli isimlerden bir diğeri 9. yüzyılın ilk yarı­
sında yaşayan Ebu lsa Muhammed b.Harun b. Muhammed el-Varrak'tır:
El-Hayyat, Kitab el-lntizar'da onun lbn Ravendi'nin hocası ve arkadaşı
olduğunu söyler. Ona göre Varrak, esasta Rafizi sempatizanı bir Mutezi­
li idi ve sonraları Maniciliği seçmişti. Mesudi ise Muruc'da onun Şii ol­
duğunu yazar. Kitabü'l-Makalat ve er-Red ale'.s -Seliis Firak mine'n-Nasa­
ra adlı eserleri önemlidir. Nesturi, Monofizit ve Melkit Hıristiyan gö­
rüşlerini esas alarak Teslis ve Mesihlik konularını işler. Yahudi mezhep­
leri arasındaki çekişmeleri dile getirir.5
Bugüne dek korunmuş en eski ve önemli Yahudilik karşıtı reddiye­
ler lspanya'daki lslam çalışmaları ve Arap edebiyatının önde gelen ismi
8. - 1 4 . YÜZYILLAR: MÜSLÜMANLARIN KATKILARI • 27

lbn Hazm'm (ö. 1063) kaleminden çıkmadır.


lbn Hazın bir teoloji mütalaası olan en önemli eseri Kitabu'l-fasl fi'l­
milel ve'l-ehvai ve'n-nihal'de6 yaklaşık 130 sayfalık bir bölümü yahudi
inanç ve metinlerinin eleştirisine ayırmıştır. Eserde problemli yönleri
ortaya çıkartılan İbranice metinler Kur'an'dan alman ayetlerle mukaye­
se edilir.
İbn Hazm'm Tevrat konusundaki bilgisi genişse de Kitab-ı Mukad­
des'in geri kalan kısmı konusunda o kadar yetkin değildir. Ayrıca kimi
Hagadik hikayeleri yanlışlıkla Kitab-ı Mukaddes'e atfeder. Talmud'dan
da alıntılar yapmıştır.
O'na göre Kitab-ı Mukaddes metinleri saçma ve çelişkili ifadelerle
doludur. Tevrat'taki çelişkiler söz konusu olduğunda en sık başvurduğu
örnek Mısır kaçışında İsrail oğullarının sayısıyla ilgili verilen yanlış ra­
kamlardır. Çıkış 1 2/38'de İbranilerin çölde sığırları nereden bulduğu­
nu, eğer buldularsa niçin et yokluğundan şikayet ettiklerini sorgular.
Çıkış 1 5/3 , 24/10 ve 30. bapları antropomorfik eğilimleri dolayısıyla
eleştirir.
lbn Hazın Kutsal Kitabın, Kur'an'm tersine ölümden sonraki" hayatta
verilecek mükafat ve cezalar hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını söy­
ler. O'na göre Musa'ya hak olarak vahyedilen Tevrat İsrailliler arasında­
ki karışıklıklar yüzünden tahrif olmuştur. Babil'de rahip Ezra diğer ra­
hiplerin hatırında kalan vahiy kırıntılarını ve kendi eklemelerini derle­
yerek Kitab-ı Mukaddes'i kaleme almıştır. İbn Hazın, Ezra'nın hilekar
biri olduğunu söyler. Musa'nın zamanından beri insanlara öğretilen en
eski metnin Tesniye 32. bap (Haazinu, Musa'nın Neşidesi) olduğunu,
bunun da ilahi kaynaklı olmayan çeşitli pasajlarla dolu olduğunu ifade
eder.
İbn Hazın Yahudilerin, kitaplarının nesh olduğu ve Musa'dan sonra
Hz. İsa'ya ve Hz. Muhammed'e vahiy indiği fikrini reddettiklerini belir­
tir. Yahudilere göre herşeyi bilen Tanrı'nın hükmü sabittir ve ilahi ira­
dede herhangi bir değişiklik mümkün değildir. Yahudilerin aslında çe­
lişkili iki şeriatı yaşadıklarını ileri süren İbn Hazın bunun için şu olayı
örnek gösterir: Yakup, birbirleriyle kardeş olan Lea ve Rahel ile evlen­
mişti, halbuki Musa şeriatı (Levililer 18/18) bunu yasaklar. İbrahim
meleklere peynir, süt ve et ikram etmişti (Tekvin 18.bap) fakat bu Tes­
niye 1 3 . baba ve daha başka yerlerdeki şeriata göre temiz değildir.
Muhtemelen Karailerden öğrendiği Kitab-ı Mukaddes dönemi son­
rası Yahudi literatürünün birkaç örneği lbn Hazm'ı dehşete düşürmüş-
28 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

tür. Mesela Tanrı'nın bedeni üzerine ölçüleri işleyen Şiur Gomah'tan alı­
nan bilgiler onu oldukça şaşırtmıştı.
lbn Hazın Kitab-ı Mukaddes'in tahrif olduğu konusunda ısrarlıysa
da, lslami fikirlerle uyuşan bazı pasajlardan alıntı yapmakta tereddüt
etmez. Tesniye 18/lS'de Hz. Muhammed'in peygamberliğinin haberini
bulur.
lbn Hazın ayrıca Kur'an'a karşı, çağdaşı lbn Negrela tarafından yazıl­
dığı düşünülen bir risaleye reddiye yazmıştır. 1 3 . yüzyılda Şelomoh ben
Avraham Adret, Ma'amar'al Yismael adlı kitabında lbn Hazm'ın delille­
rinin geçersizliğini göstermeye çalışır. 7
Fasıl'da Hıristiyanlık'la ilgili bilgiler ise hem I. hem de il. bölümde
bulunur.
I. ciltte lsa'mn tabiatı üzerine yapılan, bugünkü terimle Kristoloj ik,
tartışmalar ele alınmış, Hz. lsa'nın Çarmıha gerilmesi ve teslis konu­
sundaki farklı görüşler işlenmiştir.
II. ciltte ise özellikle lnciller'in tahrifi üzerinde durmuştur. Ona göre
lnciller'deki çelişkiler tahrifin en iyi işaretidir. lbn Hazın İncillerdeki
mevcut tezatları ispat etmek için yetmiş sekiz metni delil olarak getir­
miştir. Ayrıca Hıristiyan mezhepleri konusunda da bilgi verir. Samsat'lı
Paul gibi ele aldığı ilginç heterodoks kişiler hakkında ulaştığı bilgilere
bakılırsa lbn Hazm'ın bizim bilmediğimiz kaynakl�rının olması büyük
bir ihtimaldir.
Yahudilik karşıtı en önemli reddiyelerden bir başkası Kuzey lran'lı
bir yahudi muhtedi olan Samuel Mağribi tarafından yazılan ljhamü'l-Ya­
hud'dur.
Samuel'in ljham'ı Yahudiler'in kendi içlerindeki biri tarafından nasıl
görüldüğünü yansıtması ve de Müslüman polemiklere bu doğrultuda
kaynaklık etmesi dolayısıyla oldukça önemlidir.
SamueJ kitabında özellikle nesh konusu üzerinde durur ki, çoğu
müslüman yazarlar Yahudilik'teki nesh konusunda bu kitabı izlemişler­
dir.
Samuel'e göre Tevrat'taki çelişkiler nesh değil fakat bizzat çelişkidir.
Aynca Hz. Muhammed'in Eski Ahid'de müjdelenişi de incelenir. Yahu­
dilerin Hz. Muhammed'e deli (meşugga) ve ahmak (pusul), Kur'an'a da
galon (şerefsizlik) dediklerini aktarır. 8 ljham, müslüman yazarların Ya­
hudilikle ilgili olarak yaptıkları çalışmalarda en sık başvurulan eserler­
den biri olmuştur.
8. - 14. Y Ü Z Y ILLAR: MÜSLÜMANLARIN KATKILARI • 29

Öte yandan müslüman yazarların hepsinin Tevrat'ın ve İncil'in tahrif


edildiği konusunda ısrarlı olduğu söylenemez. Bu tip müslüman yazar­
ların en klasik ilk örneklerinden lbn Haldun (ö. 1406) ve Makrizi'dir
(ö. 144 2) . İbn Haldun, Tevrt'ın metin olarak değil fakat te'vilinde tahrif
olduğunu kabul eder. Tarihçi Makrizi ise, Mişna ile Tevrat'ı birbirine
karıştırmasının sonucu olarak tahrif olanın Tevrat değil fakat onun tef­
siri mahiyetindeki Mişna olduğunu ileri sürer.
Burada sıralanmayacak kadar çok sayıda yazılan reddiyelere ekleye­
ceğimiz son örnek Şii bir çevreden günümüze kadar gelen ilk reddiye
örneği olarak Kitab e t- Tevhid dir Ebu Cafer Muhammed b. Ali lbn Ba­
' .

buveyh el-Kummi'nin ( 10.yüzyıl) yazdığı Tevhid, Şii bir çevreden gelen


elde mevcut en erken teolojik tartışma kolleksiyonudur. Bu kolleksiyon
içinde iki bölüm lslam-Hıristiyan tartışmasına ayrılmıştır. Sokratik bir
dialog tarzında yazılan bu bölümlerin ilki Hişam adında bir Müslüman
kelamcı ile Bariha adında bir Hıristiyan patriğin Baba-Oğul (Tanrı-İsa)
ilişkisi üzerine tartışmasını içerir. Hişam, Baba ve Oğul'un ikisinin nasıl
ayrı ilah olabileceğini dile getirerek, Hıristiyanhğın bu durumu örtbas
etmek için ileri sürdüğü iddiaları eleştirir. lkinci metin yine diyalog
şeklinde olup üç din mensubu kişilerin tartışmasını ihtiva eder. Ayrıca
lmran adında bir Sabii ile Tanrı'nın birliği üzerine yapılan bir tartışma­
yı kapsar.9

H I R I S T I Y A N L I K S E M P A Tl Z A N I H E T E R O D O K S L A R
Öte yandan Müslüman müelliflerce heterodoks olarak nitelenseler
de Hıristiyanlığa olumlu bakan birkaç Müslüman yazar da yok değildir.
Bu tip düşünürlerden biri Ahmet lbn Hait'tir (ö.845 civarı) . Ahmet, lb­
rahim Nazzam'ın öğrencisi olduğu için uzun bir zaman Mutezili olarak
kabul edildi. Çalışmalarında olduğu iddia edilen aşın heterodoksi eği­
limleri dolayısıyla kovuşturmaya uğradı. lslam heresiograflan onun iki
ilginç düşüncesinden bahseder: Mesih'in ilahlığı ve ruh göçü. Tabii ki
Ahmet'e göre bunlar lslami kökenli inançlardı.
Bağdadi onun Mesihlik üzerine olan görüşlerini şöyle sıralar: Yeryü­
zünü yaratan iki tanrı vardır; biri ebedi olan Baba tanrı, diğeri doğum
yoluyla değil fakat sonradan edinme (adoption) yoluyla Tanrı'nın oğlu
olan, Meryem'den doğan İsa. Kur'an'da 89/22 ve 2/210'da işaret edildiği
üzere yeryüzünün sonunda İsa gelecektir. Mesih esas itibarıyla saf zihin
iken ete bürünmüş ve insanlara görünmüştür. Peygamberin " Rabbımızı
ayı, dolunay olduğunda gördüğünüz gibi göreceksiniz" hadisini Me­
sih'in insanlarca ahirette görüleceğine işaret sayar.
30 • DiNLER TARi H i N i N MESELELERi

Şehristani'ye göre Ahmet, 89/22. ayeti Mesih'in yeniden gelişine işa­


ret olarak görmekte ve Mesih'in tanrı olduğu fikrini de 3/49. ayete bağ­
lamaktadır. Ruh göçü konusunda da o Hindular gibi düşünmektedir.
Bağdadi'ye göre Ahmet insanların arınıp yeniden temiz, ilk tiplerine
dönünceye kadar ruh göçüne maruz kalacaklarına inanmıştır. Ayrıca
tanrı tüm varoluş biçimlerine ve tabakalarına göre elçiler göndermekte­
dir. Bu son görüş için Ahmet 6/38 ve 35/24. ayetleri delil gösterir. Ah­
met'in görüşlerine yakın görüşleri paylaşan bir başka kişi de çağdaşı
Fazıl el-Hadasi'dir. Her ikisinin de Origen Hıristiyanlığından etkilendi-
ği düşünülmektedir. !O
·

Reddiyelerle Milel türündeki eserlerin arasında bağımsız bir tür


oluşturmayan, fakat kelam türünden bir çalışma olarak nitelendirilebi­
lecek kadı Abdulcebbar'ın ( 1 1 .Yüzyıl) Tesbit delailü'n-nübüvve adlı eseri
önemlidir. Tesbit'teki ilginç nokta Abdulcebbar'ın özellikle Paul'un hi­
kayesini anlatırken Yahudi Hıristiyan kaynaklara ulaşmış olmasıdır.
(Paul'ün kötü bir Yahudi oluşu, Roma'ya gelişi, Romalılar'a yaranma
çabası ve Romalılar'ın onu çarmıha germesi Yahudi-Hıristiyan kaynak­
larla paraleldir). S. Pines bu ilişkiyi pekçok noktada yakalar. 1 1

M i L E L -N i H A L T Ü R Ü E S E R L E R
Milel-Nihal türü çalışmaların tümünü Asya dinleri ile kısıtlamak
doğru olmasa bile, Hinduizm ve Budizm üzerine yazan yazarların eser­
lerinin hemen hepsi Milel-Nihal türündendir. Bu tip çalışmaların en ba­
riz özelliği, reddiyelere göre daha tasviri ve meraka dayalı kurgulara sa·­
hip olmasıdır. Hindistan'daki kültürler üzerine yazılan eserlerin çoğun­
da, başlangıçtaki kaynakların yarattığı etkinin sonucu, seyahatname ha­
vası egemendir.
Asya'ya yönelik Milel-Nihal türünden çalışmalara temel teşkil ede­
cek şekilde 7 18-800 tarihleri arasında Sanskrit eserlerin bir kısmı Arap­
ça'ya çevrilmiş bulunmaktaydı. Bu faaliyetlerde Budist iken Müslüman
olan Bermeki ailesinin fonksiyonu herkesçe bilinmektedir. Tercümele­
rin yanı sıra, özel raporlar, seyahatnameler, doğrudan gözlem ve ilişki­
ler de Müslüman yazarlara kaynak teşkil etmiştir. Tümünü burada zik­
retmenin gerekli olmadığı bu yazarların bir kısmı şöyle sıralanabilir:
Seyyahlar: Süleyman Tacir (9.Yüzyıl) , Sirafi (950 civarı) , Ebu Dülef (ö.
942) , lbn Batuda (ö. 1 3 77). Tarihçiler: Belazuri (9.Yüzyıl) , Makdisi (ö.
985 ) , Coğrafyacılar: lbn Hurdazbi (ö.894) , Mesudi (ö.957) . Dinler Ta­
rihi: Abdul Kahir Bağdadi (ö. 1 037), Şehristani (ö. 1 1 73 ) , Biruni (973-
1050) , lbn Rusta ( 1 0 .Yüzyıl) , lbn Nedim (ö.995 ) . 1 2
8. - 14. YÜZYILLAR: MÜSLÜMANLARIN KATKILAR! • 3 1

Müslüman yazarlar Hinduları genellikle Berahime şeklinde adlan­


dırmışlardır. Bakillani ve Ebu'l-Meali'ye göre Berahime kelimesi Hz. lb­
rahim'in adından gelir. Fakat Şehristani onları düzeltir ve B erahime
adının Hz. lbrahim'den değil Berahim adlı nübüvveti inkar eden birin­
den geldiğini söyler. Şehristani Berahime ile Sabileri mukayese ederken
Bağdadi onları Kaderiye ile ilişkilendirir. Bakillani de Berahime'yi Mu­
tezile ile mukayese eder. Bakillani sınırlı da olsa onlardan bir grubun
peygamberliğe inandığını söylerken, Cuveyni (ö. 1085) onların nübüv­
veti inkar ettiğini iddia eder. . . 13
lslam dünyasında bu çalışmaların kendi içerisindeki öneminden
başka bir yansıması Mutezile'ye yüklenenlerin, onların heterodoksi eği­
limlerine bir kaynak bulma sevinçlerinde ortaya çıkar. lsmaili yazarlar­
dan eş-Şirazi, lbn Ravendi'nin nübüvveti reddetmek amacıyla Berahi­
me'ye başvurduğunu söyler.
Müslüman yazarlar, Budistler hakkında da bilgi verirler. Budistler
Arapça kaynaklarda Sümeniyye (belki Palice Samana [ keşiş) ten) adıyla
geçer. 'Bazı yazarlara göre Buda, Keldani astroloğu veya Sabii, hatta Hı­
zır'dır. Ö te yandan Müslümanların ahlaki temizlikleri sebebiyle Budist­
leri Hindulara tercih ettikleri görülmektedir.
Bu tip bilgilerden başka Müslüman yazarlar onların tapınakları, dini
törenleri, teolojileri hakkında da detaylı bilgiler vermektedir. llginç
olan noktalardan biri, bazı Hint terimlerimin Arapça'ya çevrilmesinde
ortaya çıkan yeni Arapça terminolojidir. Biruni'nin Tahhih ınii li'l H i nd
-

adlı eserinde 3000 Arapçalaşmış Sanskrit kelime geçer. 1 4 Özellikle Yo­


ğa Sutra çevirisinde Biruni pekçok Sanskrit kelimeyi Arapça'ya çevir­
meye teşebbüs eder. Ençok kullandığı sözcüklerden Buddhi'yi kalp ke­
limesiyle, deva'yı melek kelimesiyle karşılar. 1 5

Biruni
Bizim burada yukarıdaki yazarlara örnek seçeceğimiz kişi 973'de
Harezm'de doğan Türk menşeli Biruni'dir. 16 Matematikten coğrafyaya
kadar çok değişik konuda çalışmalar yapan Biruni'nin Dinler Tarihi'yle
ilgili olarak klasikleşmiş iki eseri el-Asiiru'l-Biilüye ve Tahhilı ına l i'l­
Hind'tir.
Biruni'nin kendine has en önemli özelliği objektifliği ve karşılaştır­
malı metodundaki başarısıdır.
Biruni Tahhih adlı kitabına metodolojik yaklaşımını açıklayarak baş­
lar. Herşeyden önce bilgi kaynaklarının niteliğinin değerlendirilmesi
32 • DiNLE R TARiHiNi N MESELELERi

üzerinde du rur. Kulaktan dolma bilgiler yerine yazar bizzat gözleme


dayalı araştırmalar yapmıştır. l 7
Müslümlar ve Hindular arasında zihinsel yapı açısından ciddi bir
fark olduğunu vurgulayarak bunun konunun anlaşılmasında engel ola­
bileceğini ima eder. 1 8
Biruni'nin Öhemerist açıklaması mükemmeldir. Bazı önemli insan­
lar ölümlerinden sonra aşırı saygı sonucu put haline getirilmiştir. 1 9 Öte
yandan insanların puta tapınışını, soyut düşünebilmedeki zorluğa bağ­
lar. Putlar, yüksek fikirlerin algılanmasındaki zorluğun sonucudur. 20
Muhtemelen lokal Sanskrit lehçelerini de öğrenen Biruni, Arapça'ya
çok sayıda metin de tercüme etmiştir. Biruni'nin Arapça - Sanskrit'çe
karışımı yeni terminolojisi Mezopotamya'da etkili olmadıysa da, Hin­
distan'da sonraki dönemlerde güçlenen Müslüman yazarların ona ait
bu terminoloj iyi kullanarak Hinduizm'e karşı eleştiriler yazdığı bilin­
mektedir. Hindu kökenli ve ahlaki sevgiyi ön plana çıkaran mistik
Bhakti misyonununa karşı reddiye yazan birkaç Hintli Müslüman ter­
minolojisinde Biruni'nin etkisi açıkça görülebilir.

lbn Kemmune
lslam coğrafyası içersinde Reddiye ve Milel-Nihal türü eserlerin dı­
şında, fakat onlardan da birtakım örnekler taşıyan en ilginç eser dini
kökeni tam bilinmeyen (ya�udi olması büyük ihtimaldir) lbn Kemmu­
ne'nin 2 1 ( 1 2 1 5- 1 285) kaleminden çıkmıştır. 22 Din antropolojisinin ilk
örneklerinden birini kaleme alan lbn Kemmune Said lbn Mansur, Bağ­
dat'lı bir göz doktoru ve filozoftur.
Yudah Halevi ve Maimonides'in etkisinde kalan l bn Kemmune
1 280'de Tenkidü'l-ebhas li'l-ınilelis-selas adlı ilginç kitabını yazdı. Çalış­
ma genel itibarıyla peygamberlik kavramı üzerine bir girişle başlar, Ya­
hudilik, Hıristiyanlık ve lslamiyet'in her üçünü de eleştirir. Hıristiyan­
lık'la mukayese edildiğinde Yahudilik savunulur. En büyük kısım ls­
lam'a ayrılmıştır. Oldukça rahat bir tartışma üslubu vardır.
lbn Kemmune üç dine mensup insanların yüzyıllarca yanyana yaşa­
yıp yine de birbirlerini tanımadıklarına işaret eder. Ona göre Müslü­
manlar hem Yahudilere inançlarını açıklamakta izin vermemekte, hem
onların dil ve inançlarını öğrenmemekte hem de Yahudilerin inançları­
nı eleştirmektedirler.
"Bir azınlığın, çoğunlukla teması , azınlığı ve çoğunluğu farklı şekil­
lerde etkiler. Böylece dil bakımından azınlıktaki bir topluluk, dil bakı-
8. - 14. YÜZYILLAR: MÜSLÜMANLARIN KATKILARI • 33

ınından çoğunlukta olan ile temas içinde olursa azınlık çoğunluğun di­
lini öğrenir, fakat çoğunluk azınlığın dilini öğrenemez veya geç öğrenir.
Öte yandan Yahudiler Müslümanlarla temasta olduğu halde, Müslü­
manların inançlarından habersizdirler. Aynı şey Müslümanlar için de
geçerlidir."
İbn Kemmune Hıristıyanların içindeki kavgalara da değinir. Hz. Mu­
hammed'in peygamberliği konusundaki delilleri zikrettikten sonra, İbn
Kemmune bu delillerin ispat\anmamış olduklarını iddia eder ve der ki:
"İşte bu yüzdendir ki, bu güne kadar, korkudan veya güç elde etme
çabası için veya ağır vergilerden kurtulmak için veya tahkirden kurtul­
mak için veya hapse atılmışsa (serbest olmak için) veya müslüman bir
kadına aşık olmuşsa veya bu sebeplere benzer bir başka sebep dışında
İslam'a girene rastlayamayız."Aynı şekilde zafer ve kuvvetin, ilahi des­
teğin ispatı olduğu iddiasını da reddeder.
"Dünya üzerinde sayısız ülkede binlerce yıl putperestlerin ve ateşe
tapanların hakimiyeti sürmüş iken, takipçilerinin çokluğu bu iddiaya
nasıl delil olabilir." Kendinden sonraki kuşağa çok fazla etkisi olmamış
olsa bile İbn Kemmune tarzının tek örneğidir. Bununla birlikte şurası ·

dikkate değer ki İbn Kemmune kendinden önceki Yahudi - Hıristiyan


ve İslam polemiklerinin mahiyetini bildiği halde eleştirilerini daha zi­
yade rasyonel bir zeminde sürdürmüştür. 23
l 400'den itibaren Müslüman yazarlar dış dünyaya karşı gösterdikle­
ri kayıtsızlığı dinlerle ilgili çalışmalarına da yansıtırlar ve bu tarihten
itibaren ciddi olarak yapılan çalışmaların sayısı son derece azdır. Var
olanların da ancak birbirlerini tekrar ettiği görülmektedir. Bu tıkanma­
nın en büyük sebeplerinden bir diğeri de şüphesiz başka dinlere yalnız­
ca pragmatik ve apolojik perspektiften bakmanın getirdiği kısırlıktır.
Belli bir zihinsel çerçevenin içine mahkum olmak İslami çalışmaların
sonunu hazırlamıştır.

I SL A M ' A K A R S I YA Z I LA N S E M I T I K H I R I S T IYAN R E D D i Y E L E R
Aynı coğrafya ve zaman dilimi içinde Hıristiyan yazarlar da İslam'la
ilgili veya doğrudan Hıristiyanhğın çeşitli konularıyla ilgili olarak pek­
çok çalışma yaptılar. Bunların büyük bir kısmı müslümanlara karşı ya­
zıldığı için ele alınan konular iki din arasındaki polemiksel tartışmalar­
dan oluşur. (Kitab-ı Mukaddes'in tahrif olmadığı; İsa'nın çift unsurlu
[veya bazen tek unsurlu) öze sahip Tanrı'nın oğlu olduğu; Meryeın'in
yüceliği; İsa'nın çarmıha gerildiği ve diğer konular) .
34 • DiNLER TA RiHiNiN MESELELERi

Şimdiye kadar müslümanlara ka rşı yaz ıldığı bilinen ilk Arap Hı risti­
yan reddiyesi (aşağı yukarı Yahya Dııneşki'nin apolojisi ile eş zamanlı)
8.yüzyılın ortaları ya da çeyreğine tarihlenen (l.Tiınothy'den biraz daha
önce) anonim bir çalışmadır. Metnin bilinmeyen yazarı geniş ölçüde
Kur'an terminolojisinin etkisindedir. Metnin girişi Fatiha türünden bir
fasılla açılır. Arşın üzerinde Tanrı'nın istiva etmesini açıklayan ilk cüm­
le Kur'ani tasvire çok uyar. 1 6 . cümleye kadar metnin üslubu tamamen
Kur'ani usluptur; Hıristiyanlığa dair hiçbir ima yoktur. 1 7 . cümleden
itibaren teslis doktrini devreye girer.
1 19. satırda İsa "insanlara rahmet ve rehber" olarak nitelendirilir ki
Hıristiyan söylemine ters olan bu görüş açıkça Kur'ani'dir. 259. cümle­
de İsa "Ruhullah" şeklinde adlandırılır; bu da tamamen Kur'an'i bir ifa­
dedir. 24
En erken Hıristiyan apolojilerinden biri olarak bu eser dahil Arap
topraklarında yazılan Hıristiyan apolojilerinin çoğu reddiye, bir kısmı
da ansiklopedi türündedir. Türü nasıl olursa olsun ilginç olan nokta
Hıristiyan yazarların sık sık Kur'an'ı delil olarak kullanmalarıdır. Ebu
Ra'ita et-Takriti ve Abdul Mesih el-Kindi gibi yazarlar Hıristiyanlığın
tek tanrılı olduğunu ispatlamak için sık sık Kur'an'a başvururlar. 25
Arap bölgelerindeki apoloji yazarları çoğunlukla Monofizit, Nesturi
ve Melkitl erden oluşur. Bu yazarlar topluca şu şekilde sıralanabi­
lir:Anonim bir çalışma (muhtemelen Nesturi kaynaklı) , Yahya Dımeşki,
1. Timothy (Nesturi ) , Theodore Ebu Kurra (Melkit) , Takriti (Melkit) ,
Ali b. Davut Arfadi (Süryani - monofizit) , Ebu Zekeriya Yahya b. Adi
(Süryani-monofizit) , Savirus b. el-Mukaffa (Kopt-monofizit) , Ebu Ali
Nazif b. Yumn (Melkit) , Ebu Ali İsa b. lshak bin Zure (Süryani-monofi­
zit) , Ebu'l-Ferec (Nesturi); Nisibin'li Eliya (Nesturi) , Abdullah b. Fade
el-Antaki (Melkit) , Ebu Nasr Yahya b. Cerir et-Takrit ; (Süryani-monofi-
. zit) , Dionysius b. el-Salibi (Süryani) , Afif b. el-Makin (Melkit) , Bulus
el-Antaki (Melkit) ; 1 1 . Ignatius (Süryani-motofizit) ; 1. Şu'yob Melkun
(Nesturi), Butrus Savirus (Kopt-monofizit) , Ebu'l-Feza'il Şafi'e Devlet
(Kopt-monofizit) , kardeşi Mu'temen (Kopt-monofizit) ve Mikail (Kopt­
monofizit) . 26
Hıristiyan yazarların içerisinde en ilginç olanlarından biri meşhur
Abdu'l-Mesih el-Kindi'dir (8.yüzyılm son çeyreği). El-Kindi'nin Risa­
le'sinde lslam'ın doğuşuyla ilgili olarak söylediği sözler daha son.raları
tüm Hıristiyan literatüründe iktibas edilecektir. 2 7
8. - 1 4. Y Ü Z Y ILLAR: MÜSLÜMANLARIN KATKILARI • 35

Aynı devirde Arap topraklarında yazan birkaç Yahudi isim de kayda­


değer. Bunlardan Bağdat'lı Şemuel b. Hofni (ö. 1034) ve Süleyman b.
Ruheym ( 10.yüzyıl) Yahudilik, Hıristiyanlık.ve lslaın'la ilgili çalışmalar
yapmışlardır.

1 S.Pines, "Some Traits of Chrıstian Theologıcal Writing in Relation to Muslim

Kalam and to Jewısh Thought" , Proceediııgs of t1ıe lsrael Accıılemy of tlıe Scieııces and
tlıe Humanities, V, 1 1 2. , 1 18
2 Reddiyelerle ilgili Türkçedeki en derli toplu bilgi M.Aydın'ın Müslıirııaıılarırı

Hıristiyanlarn Karşı Yazdığı Reddiyeler adlı çalışmasında mevcuttur. Bizim burada,


tüm reddiyeleri ele almamız hem imkansız, hem de manasızdır; yeri geldikçe ilgi­
lenenlere yeterlice kaynak verilecektir.
3 L.E.Browne, "The Patriarch Timothy And The Caliph al-Mahdi", Tlıe Muslirıı

World, XXI, 39,40,41 ,43; S. Rissanen, Tlıeologiccıl Eııcouııtcr of Oriental C1ıristians


with lslanı Dıırirıg Early Abbasiıl Rıılc, 77; M.N.Swanson, "The Cross of Christ in
Arabıc Melkıte Apologies" , Clıristımı Arabic Apologetics Dııriııg tlıe Abbasid Period,
134. Mehdi ve Timothy arasında geçen konuşmanın metninde Mehdi'nin incilin
bozuluşu ile ilgili olarak kullandığı tağyir, tahrif ve ifsad kelimelerinin bu kadar er­
ken dönemde teoloj ik tartışmalarda kullanılmayacağı varsayımı ve diğer metin içi
sebepler dolayısıyla, rivayetin otantikliğinden şüphe edilmektedir. işaret olduğu
varsayılan kısımların ele alınışı ilginç bir çalışma alanına kapı açmıştır.
4 Onun Hz. Muhammed'in müjdelenişine işaret olarak düşündüğü Kitab-ı Mu­

kaddes kısımlarına bir kaç örnek. lşaya 35/1-2 ; 40110- 1 1 ; 4 1/8- 1 6; Yuhanna incili
1 4/26; 16/7 . . . Detaylı bilgi için bkz. Ö.EHarman, Eslıi ve Yeni Alıid'de Hz. Mulıarıı­
rııeıl'le Alalıalı Miijdeler, basılamamış Doç. çalışması, 1 0-73; C. Adang, Muslirıı \Vri­
ters oıı ]ıulaism arıd tlıe Hcbrcw Bible, 1 44-149.
5 D. Thomas, Aııti-Clıristiaıı Polemic in Early Islarıı, 9 , 1 0, 1 1 .
6 lbn Hazın, Kitabıı'l-Fasl, 1 . 1 16- 2 1 7 sf.lar arası Yahudilikle ilgilidir.
7 M.Perlman, " Polemıcs" , E.R., xı, 396-398
8 M. Perlman, a.g.e., 398,3 99; !Jlıarıı'ın türkçe çevirisi Osman Cilacı tarafından

1 995'te insan yayınlan arasından yayınlanmıştır.


9 Sabii lmran ile yapılan konuşma hariç metnin lngilizce çevirisi için bkz.

D.Thomas, "Two Muslim Chrıstıan Debates From the Early Shiite Tradition" , j. 5.
S., xxxııı, 1, 56, 57, 70, 75.
10 D. Thomas, Arıti-Clıristiıırı Polenıics in Early Islam, 5, 6, 7
1 1 S. Pines, " Not es on Islam and on Arabic Chnstıanıty and Judeo-Chnsti­

anıty " , ]ounıalof ]enısaleııı. iV, 35- 1 5 2; " Studies in Chrıstianıty and ın Judaco-
36 • DiNLE R TARiHiNiN MESELELERi

Chrıstianity 13ase<l on Arabic Sounces" , Joıırıwl of]cnısalem . O'na ulaşan kaynak


Maı ıyrioıı ton Hgioıı Apostoloıı ve Pscııdo-Cleıııeııt adlı Paul'un hikayesini anlatan
apokrifal bir kaynaktır.
1 2 Bu yazarlar ve eserleri hakkında toplu bilgi için bkz. M. Zaki, Arnb Accoııııts

of Inclia, 8-22 arası. Ayrıca Ö.F.Harman, Ibn Nediııı'in Fihrist Adlı Eserinde Hint Din­
leri, basılmamış Doç. çalışması. 1 -4.
1 3 Derli toplu bilgi için B. Lawrance, Slıa1ırastaııi on tlıe Iııdıan Religions, 38, 4 1 ,

42, 48-56.
1 4 E. Sachau'nun Alberımi's I ncl ia'sındaki Talılıih'in lngilizce tercümesi 3, 7.
15 j .S.Mıshra, Al Binıni, 32
1 6 S. Pines - T. Gelblum, " AL-Bırunı's .Arabıc Version of Patanjalı's YogaSutra" .

Londoıı Universıty, Sclıool of Orıental and A frican Stııdıes Bıılletin, xx, 508- 5 1O
17 Biruni'yle ilgili olarak Türkçede G. Tümer' in çalışmalarına bakılabilir: "Bey-

runi'nin Karşılaştırmalı Dinler Tarihi Çalışmaları" , Biruni'ye Armağan, 209-230.


1 8 a.g.e., 1 7, 20
19 a.g.e., 1 24
20 a.g.e., 1 1 1 , 1 2, 1 1 6
2 1 Said el-Mansur lbn Kemmuna, el-Cedid fi'l-Hilmıe, (talık.ve neşr. Hamid me-

rayd el-Kubeysi), 1 5
2 2 M . Perlman, " lbn Kammuna" , E.J., VIII, 1 1 86, 1 187
23 M . Perlman, " Polemıcs " , E . R, XI, 400, 401
24 S . K. Samir, "The Earlıest Arap Apology For Chrıstıanıty " , Clınstıan Arabıc

Apologetics Dııring the Abbasid period, 66, 67, 69, 70, 75, 95, 96. Bu makalede met­
nin hem Arapçası hem lngilizce tercümesi mevcuttur.
25 S. K. Samir, " Christian Arabic Literature in the Abbasid Period" , Religioıı,

Leanıiııg aııd Scieııce in tlıe bbasid Period, 452, 457.


.
26 S. K. Samir, a.g.e., 452.
27 Onun lslam'ın doğuşuyla ilgili olarak yazdıklarına ilginç b.ir örnek şöyledir:

"Bir Nesturi keşişi olan Sergius (Serkis) bir suçtan dolayı cemaatten atıldı. Bunu te- ·

!afi etmek için o Arabistan'a tebliğe gitmeye karar verdi. Yahudi ve putperestlerin
oturduğu Mekke'ye ulaştı. Burada Muhammed'le tanıştı . . . onu Nesturi olmaya ikna
etti... Sergius'un ölümü üzerine Abdullah ve Ka'ab adında iki Yahudi Muhammed'e
yakınlaştı. .. Peygamber Muhammed de ölünce bu Yahudiler Ali'ye yaklaştılar ve
onun Muhammed'in yerini almasını istediler . . . onu eğittiler... " Ed. N. A. N ewman,
Tlıe Early Clıristian-Mııslim Dialogııe, s.453-455.
IV
1 5 . - 18. YÜ ZYILLAR:
DURGU NLUK DÖNEMİ

A vrupa'da 5 .yüzyıldan 1 2.yüzyıla kadar olan s� reç, misyonerlerin


Avrupa'nın yerli halklarını tanımaları dönemine tekabül eder.
Hernekadar kırsal kesimlerinde paganizm uzun zaman devam ettiyse
de 8. yüzyıla gelindiğinde Akdeniz çevresindeki ve iç Avrupa'daki geniş
alanların Hıristiyanlaştırılma işlemi tamamlanmış durumdaydı. Bu böl­
ge halklarının gelenekleri, geçmiş dönemlerle klasik kaynakların temel
konusu olduğu için Hıristiyan misyonerler bu geleneklerde ilginç her­
hangi birşey bulamadılar. 1 2 . yüzyıl civarına doğru iki yerli halkla daha
karşılaştılar: Vikingler ve Slavlar. Aynı dönem kesiti içinde Haçlı sefer­
leri ve Marco Polo gibi seyyahlar yeni bilgileri Avrupa'ya taşıdılar. Bü­
tün bu karmaşa Avrupalıların zihninde diğer dinler kavramını pekiştir­
di.
Müslümanlar hakkında Avrupa'daki en etkili çalışmal Toledo Clu­
nia manastırından Pierre Maurice de Montboisser (Peter the Venerable,
1094- 1 1 56) tarafından yapıldı.
Kısmen Abdul Mesih el-Kindi'nin çalışmalarından haberdar olarak
Peter, Hz. Muhammed'i şeytan, yalancı veya deccal olarak niteledi. Kin­
f
di bi Hz . Muhamıned'in Sergius Bahira tarafından öğretildiğini yaz­
dı. Benzeri fikirler Tuscany'lı Thomas (ö. 1 278) ve diğer önemsiz bir­
kaç yazar tarafından da tekrarlandı. Bu saçma imajın yıkılmasında kat-
38 • DiNLER TARlHINlN MESELELERi

kısı olan erken yazarlardan ilki Nicholas Cusa'dır. Cusa, lslam'a olumlu
bakmakla birlikte Hıristiyanlığa ters düşen yerlerde Kur'an'ı eleştirmek­
ten geri kalmadı. Yine de Aydınlanmacılar'ın lslam hakkındaki düşün­
celerinde Cusa'nın yumuşatıcı bir etkisi olmuştur. 3
Diğer dinler üzerine çalışan nadir isimlerden biri Roger Bacon'dır
( 1 2 14- 1 294) . 1 266'da tamamladığı Opus Majus'unda tüm din mensup­
larını altı kategoride topladı. Paganlar, Putperestler, Tatarlar, Sarazenler
(Müslümanlar) , Yahudiler ve Hıristiyanlar. 4
Avrupa Yahudiliğine gelince, onlar başka dinlerden ziyade Yahudilik
içindeki mezhepler üzerine çalışmalar yaptılar. Maimonides (ö. 1 204)
lbranice Kitab-ı mukaddes'i kabul etmedikleri ve bu yüzden kendileriy­
le hiçbir ortak zemini paylaşmadıkları gerekçesiyle Müslümanlarla hiç­
bir münakaşaya girilmemesini isteyerek bu kapıyı kapadı. Maimoni­
des'ten daha önce dışarıya kapatılan eleştiri kapıları içeriye doğru açıl­
mıştı. lbn Yaşus ( 1 000 civarı) Tevrat'ın çoğunun Musa tarafından değil
de Ezra tarafından yazıldığını ileri sürdü; lşaya kitabında otantik olma­
yan kısımların bulunduğunu söyledi. Daha etkili bir isim lbn Ezra'dır
(ö.1 167). lbn Ezra, Tevrat'ın içerisinde başka kalemlerin rol aldığını ve
Tevrat kronolojisinin yanlış olduğunu savundu. Bu dönem Yahudileri,
bu konuda klasik çağ Yahudi yazarlarının seviyesine ulaşamadılar. Fa­
kat lbn Ezra Spinoza'ya yaptığı etki dolayısıyla önemli bir isimdir. s
Dinler tarihi çalışmaları açısından Avrupa'da yaşanan bu durgunluk,
Rönesans'a doğru Boccacio'nun De Gcnealogia Deorum adlı eseri ile kıs­
men bozulduysa da 1 7.yüzyıla kadar Avrupa'da din çalışmalarına örnek
teşkil edebilecek eserlerin sayısı çok azdır. Rönesans yazarları arasında
kayda değer isimlerden ilki Gerard Vossius'dur. De tlıeologia geııtili adlı
kitabında insaı'ıların, şeytani duyguların teşviki ile tanrıyı kavrayama­
dıkları için putları icat ettiğini ileri sürer. Ona göre insanların bu akıl­
sızlığı ilkin tabiat nesnelerine tapımına yol açmıştır; daha sonra da tabi­
attan tanrılar yaratılmıştır. Bununla birlikte ilk insanın bu tanrıları ya­
ratırken tanrının Eski Ahid'de vahiy ettiği birtakım şeyleri yanlış anla­
masının büyük rolü olmuştur. Ona göre tanrı Mars'ın adı, Eski Ahid'de
ortaya çıkan "güçlü olmak" anlamındaki Marats'dan gelmektedir. Eski
Ahid'deki Marats kelimesi, Mars'ın sembolize ettiği güneş tanrısı olma­
ya oldukça elverişli idi! Öte yandan Reformcuların yeni ilgi alanların­
dan biri olarak lslam gündeme geldiyse de bu ilgiyi yansıtan Protestan
çalışmalar tamamen taraflı ve yanlıştır. 6
1 5. - l 8 . YÜZYILLAR: DURGUNLUK DÖNEMi • 39

Bu d ö n e m i n dinler tari h i araştırmaları için tek önem i , sonraki ku­


şakların bilgilenme i ş i n i kolaylaştıracak derecede bol sayıda seyyah­
m isyoner raporlarının derlenişi ve sonraki araştırıcılara elastiki d üşün­
me yeteneği verecek l i beral bi r ortamın hazırlanmasıdır.

1 Avrupa' da Müslümanlar hakkında yapılan çalışmalann ilkleri genellikle üç ay­

rı döneme ayrılır: 1 100-1 250; 1 250-1400 ve 1400-1 500. Detaylı bilgi için, N .Resc­
her,"Nicholas of Cusa on the Quran" , Tlıe Mııslim Worlıl, LV/lll, s. 196-200.
2 P.O'Hair Cate, Tlıc Mııslim's Views of tlıe Bible anıl tlıc Clıristiıms Views of tlıe

Qıır'aıı, 1 92.
3 N . Rescher, a.g.e., s. 197, 200.
4 E.j.Sharpe, a.g.e., s. 1 2
5 ] . Rosenthal, "The Study o f the Bible i n the medicval judaism " , s . 245-27 1

Stııılia Semit iccı, l .


6 Reformcuların lslaın hakkındaki düşünceleri için bkz. C.U.Wolf, " Luther and

Mohammcdanism" , Tlıc Mıısli111 Worlıl, xxı, s. 1 69; G. Simon, "Luıher's Attitude To­
wards lslam", Tlıc Mıısliııı \\iırlcl, xxı, s. 257-262.
v
1 8 . Y Ü Z Y I L AY D I N L A N M A C I L I C I
V E PA G A N 1 Z M 1 N Y Ü C E L 1 C 1

G E N E L KA RA K T E R
r izvitler gibi Asya'ya ve diğer kıtalara açılan misyonerlerin Avru­
\......Jr a'ya getirdiği yeni bilgiler, hümanist dönemin genel karakteri ile
birleşince eskiden Hıristiyan yazarların yerdiği Paganizm baştacı edil­
meye ve ululanmaya başlandı. İster uzlaşma aracından dolayı olsun, is­
ter insani duyarlılığı uyandıracak olaylarla karşılaşılmasından dolayı ol­
sun putperestlerin geleneklerinde hoş bir saflık keşfedildi. Önceki ya­
zarların Şeytana ya da düşmüş meleklere bağladığı paganizm artık dej e­
nere olmuş Hıristiyanlık olarak düşünülmeye başlandı; öyle ki bu dej e­
narasyonun içerisinde paradoksal bir şekilde otantik llahi unsurların
da olduğu varsayıldı. Hatta daha ileri gidenler oldu; onlara göre paga­
nizm gerçekte sembolik bir Hıristiyanlıktı. Bu görüşlere paralel olarak
Bernand Le Bovier Fontenelle ( 1657-1757) Discours Sur I'.originc dcs
Fables'tda Yahudilere vahyedilen ilahi bilginin diğer milletlerce anlaşıl­
madığı ya da zihinsel olarak kavranamadığını ileri sürdü; fakat sonuçta
bu dinlerde ilahi bir yan mevcuttu. Bu bakış açısının kazanılmasında
misyonerlerin Kızılderililer konusunda verdiği raporlar önemli olmuş­
tur, bu raporlarda tasvir edilen Kızılderili dini, monoteist bir hüviyete
sahip olmuştur. 1
42 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

Hıristiyan lık çalışmalarının dışına taşan ve çağmın ro mantiz mini bü­


tünüyle yansıtan Charles de Brosses ( 1 709-1 777) daha büyük bir oriji­
nalite gösterdi. Batı Afrika fetişizmiyle ilgilendi. l 760'da Du Culle dcs
Dicııx Fet ichcs adlı eserinde Ö hemerizmi reddeden ilk ciddi isimdir.
Ona göre ·iptidai dinlerin oluşumunda insanların tanrılaştırıl masının
hiçbir önemi yoktur. De Brosses ilk din sistemi olarak -tanımlama te­
şebbüsünde bulunmadığı- fetişizmi gösterdi. Onun yenilik sayılabile­
cek görüşlerinden biri de Grek dininin iptidai bir dinin uzantısı olduğu
şeklindeki düşüncesidir. 2
N icolas Bergier ( 1 7 1 8- 1 790) I'.origiııe des Dieııx dıt Paganisıne adlı
eserinde evrimci teorinin ilk örneğini sergiledi ve dinin ilk şeklinin
ruhlara inanç olduğunu kabul etti; daha yüksek din fikrine bu aşama­
dan sonra varılmıştı. Bergier, De Brosses ile birlikte iptidai insanın ço­
cuksu bir zihin yapısına sahip olduğunu ileri sürdü. Böylece Bergier
hem Tylor'un hem de Levy-Bruhl'ün ortak kaynağı olma pozisyonuna
sahiptir. 3
18.yüzyılın ilk yarısının son üç rasyonel temsilcisi Denis Diderot
( 1 7 13- 1 784) , Giambattista Vico ( 1 668-1 744) ve David Hume (l 7 1 1 -
l 776)'dur. Her üçü de ortak bir şekilde insanın zihinsel açıdan evrim
geçirdiğini ve bu evrimin ilk basamaklarında insanın daha saf ve doğal
bir karaktere sahip olduğunu ileri sürdü. Onlara göre insanın Tanrı fik­
rine ulaşması bu evrim sürecindeki gelişimine paralel olmuştur.
1 8 .yüzyılın sonu ve 19.yüzyılın başı, Bonapart'ın Mısır seferinden
elde edilen arkeolojik materyaller, Hint ve Çin klasiklerinden batı dille­
rine yapılan tercümelerle sonraki bilim adamları için zengin doküman­
ların hazırlandığı bir döneme işaret eder. Öte yandan yeni ülkelerin fet­
hi bu topraklarda yaşayan insanlar hakkında daha fazla bilgiyi gerekli
kılıyordu ki , bu pragmatizm, kaba emperyalist dönem boyunca devam
edecektir.

K I TA B - I M U K A D D E S T E N K i T L E R i N i N B A Ş L A N G I C I
Reformcuların geliştirdiği lüeral herınenötik, (scriptur scriptura in­
terpretes, metin kendi kendini tefsir eder) , Katoliklikteki "geleneğin"
tamamen dışlanmasına yol açarken, Katolikler açısından Kitab-ı Mu­
kaddes'deki problematik konuların çözülmesine destek olan geleneğin
eksikliği bir tehdit unsuru olarak, söz konusu problemlerin açığa çık­
masının önlcnmemesinde kendini gösterdi.
I H. YÜZY I L AYD I N LANMACILIGI VE PAGANiZMiN YÜCELIGl • 43

Sonuç iki şıklıydı: ya Kitab-ı Mukaddes'e olcluğu gibi bağlanılacak


ya da yeni problemlerin bir başka formülle çözülmesi gerekecekti. Öte
yandan Reformcuların rahat bıraktığı kiliseler, ellerinde uzun zaman­
dan beri mevcut farklı Kitab-ı Mukaddes'leri piyasaya çıkardılar. Bütün
bunlara gelişen akılcılık iklimi de eklendiğinde Kitab-ı Mukaddes hem
kilisenin hem de ateistlerin elinde bir araştırma objesi haline geldi. Kili­
senin yeni görevi, kutsal yazıların anlaşılmasını sağlamak, farklı nüsha­
ları telif etmek ve vahyin dokunulmazlığı doktrinini sürdürmekti. Ate­
ist çevreler ise kutsal yazıların Tanrı sözü olmadığını ispat etmek için
metin analizine yönelme ihtiyacını daha yakından hissettiler. Sonuç
kutsal metnin araştırılması gerektiği şeklinde tezahür etti.
Andreas Masius ( 1 6 .yüzyıl) , Hugo Grotius ( 1 583 - 1 645) , Rudolf Bo­
denstein (1480- 1541) ve Thoınas Hobbes ( 1 588- 1679) gibi isimler her
ne kadar Kitab-ı Mukaddes'in ve de özellikle Eski Ahid'in pekçok kıs­
mının Tanrı eseri olmadığını ileri sürdülerse de, bu konudaki en büyük
.
ilk isim şüphesiz yahudi Baruch Spinoza'dır ( 1 632-1677).
Spinoza'nın Kitab-ı Mukaddes'e yönelik eleştirileri çok büyük oran­
da Tı·actatus Theologico Politıicus'ta ve birkaç mektubunda bulunur. Spi­
noza'nın eleştiri mantığı onun deizme meyleden Tanrı fikriyle yakından
ilişkilidir. Tabiata artistik bir şekilde tanrılık özelliği yükleyen Spino­
za'ya göre tabiatı daha iyi anlamak için nasıl onun tarihi hakkında araş­
tırma yapmak gerekiyorsa, öylece tanrıyı anlamak için de onun tarihini
yani kutsal kitabını araştırmak gerekmektedir. Kutsal Kitab'ın tefsiri ta­
biatın tefsirinden farklı değildir; her ikisi de keşfedilmeye açıktır. 4
Spinoza herşeyden önce Kitab-ı Mukaddes'in yine kendi metni ile
tefsir edilmesi gerektiğini düşünür, gelenekten faydalanmak saçmadır.
Bu noktada Spinoza Reformcuların hermenötik metodunu izlese de
onun bundan amacı, Reformcuların doğru imanı keşfediş ilkesinden
farklı olarak, Kitab-ı Mukaddes'teki paradoksların dışardan gelecek ge­
lenek yardımıyla çözülmesinin önüne geçmektir.
Kitab-ı Mukaddes'deki Peygamberlerin dilini imajinasyonel açıdan
zengin bulsa da ona göre, rasyonel açıdan kutsal kitap çok zayıftır. Za­
ten Spinoza'nın felsefesinde nebevi bilgi, filozofların bilgisinden daha
aşağılardadır.5 Yine de Kitab-ı Mukaddes'in rasyonel zekaya açılabilece­
ğini düşünür. Filozofun görevi bu noktada önem kazanır.
Spinoza Kitab-ı Mukaddes araştırınalarının· metoduna yardımcı araç­
lar olarak metin tetkiki için Latince ve Grekçe dışında İbranice bilgisi­
nin gerektiğini, metinlerde benzer muhtevalarda oluşturulan katmanla-
44 • D i N LE R TARiHiNiN MESELELERi

rın saptanması, muğlak ve çelişkili ifadelerin öncelikle araştırılması;


son olarak metin, katiplerin çağlarının genel şartlarını yansıttığına göre,
onların şartlarının çok iyi bilinmesi 6 gerektiğini özenle vurgular.
Kitab-ı Mukaddes'e bakışını böylece ortaya koyduktan sonra Spino­
za, Eski Ahid'in muhtevasının eleştirisine başlar.
Spinoza herşeyden önce Eski Ahid'de Musa'nın adının üçüncü şahıs ,
olarak kullanılmasının ancak metni yazan bir ikinci kişinin mevcudiye­
ti ile açıklanabileceğini ileri sürer.
Tevrat'ın son kısmında Musa'nın ölümünün anlatılması; zaman za­
man metinde rastlanılan "bugüne kadar" ifadesi ve kimi coğrafi mekan
adlarının Musa'dan çok sonra ortaya çıkması dolayısıyla Tevrat'taki
pekçok kısmın Musa'dan sonraki bir yazarca yazılmış olabileceğini sa­
vunur.7
lbn Ezra'yı izleyerek Tarihler kitabının Ezra'dan uzun süre sonra ya­
zıldığını; Eyüp kitabının lbranice'den başka bir dilde, muhtemelen bir
gentile tarafından kaleme alındığını ileri sürer. Ona göre Daniel, Ezra,
Ester ve N ehemya gibi kitaplar da judas Makabi'nin tapınak hizmetini
restore edişinden sonra yazılmıştır.
Yeni Ahid'le ilgilenmemiş olmakla birlikte Isa hakkında olumsuz
herhangi bir fikir ileri sürmemiştir. Bununla birlikte Yeni Ahid'de lsa'y­
la ilgili pek çok hikayenin yalnızca sembolik değerinin olduğunu kabul
eder.
Hollanda Reform Klisesi Tractatus'u (ve onunla birlikte Hobbes'un
·

Leviatlıan'ını) yasakladı ve Sinagog Spinoza'yı aforoz ettiyse de, Herder,


Schlegel, Schleiermacher, Goethe ve Hegel onu ortodoks imanlı biri
olarak nitelendirmiştfr.8 Daha çağdaş yazarlardan din felsefecisi john
Hick de Spinoza'yı aklayan bir eğilim gösterir. 9
Tevrat tenkidine daha ılımlı ve Katolik bakış açısıyla yaklaşan Ric­
hard Simon ( 1 638- 1 7 1 2) , Histoire Critique du Vieux Testameııt ( 1978)
adlı kitabında Tevrat'ın esasında Musa'ya ait olduğunu, fakat zaman
içerisinde bazı katiplerin metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamak üzere
eklemeler veya çıkarmalar yaptığını ileri sürdü. Tevrat'ın daha iyi anla­
şılabilmesi için geleneğin önemli olduğunu savundu. 1 0
1 689'da. teolog Campegius Vitringa, Observationes Sacrae'da Mu­
sa'nm Tevrat için bazı kaynaklar tedarik etmiş olabileceğini iddia ede­
rek Simon'un gizli eleştirisini genişletme yolunda ciddi bir katkıda bu­
lundu.
18. YÜZYIL AYD I N LANMACILICI V E PAGAN iZMiN YÜCEUCI • 45

Modern anlamıyla Eski Ahid tenkidi tıp doktoru jean Astruc ( 1 684-
1 766) ile başlar. Ölümünden onüç yıl önce Tekvin üzerine yazdığı kita­
bını (Conjectures) 1 1 isimsiz olarak yayınladı. 'Burada Musa'nın kendisi­
ne kadar gelen bazı şifahi gelenekleri ve yazılı materyalleri alıp şekil­
lendirdiğini savunan Astruc, Tevrat'ın içerisinde ortaya çıkan üç prob­
lemle yakından ilgilendi: a. Aynı olayı anlatan ve tekrar mahiyetinde
olan farklı anlatım parçaları (narration) . b. Tanrı adının Elohim ve Yah­
ve şeklinde farklı kullanılışları c. Tevrat içindeki kronolojik karışıklık­
lar.
Astruc, Tevrat'ın içinde farklı zaman ve coğrafyada ortaya çıkan dört
ayrı kaynak tespit etti ve bunları A,B,C,D harfleri ile gösterdi. A kayna­
ğı Elohim adının kullanıldığı yaratılış anlatıinını; B kaynağı Yahve adı­
nın kullanıldığı ikinci yaratılış anlatımını; C kaynağı Tekvin 7/20, 23 ,
24'te ortaya çıkan değişik bir kaynağı; D kaynağı ise İsrail dışı bir kay­
nağı içeriyordu.
Çekingen ve yumuşak bir uslupla da olsa Astruc, Musa'nın bu dört
kaynaktan haberdar olduğunu, fakat sonraları birinin bu dört anlatımı
karıştırıp tek bir anlatım haline getirdiğini ileri sürdü. 1 2
Gerek Simon'un gerekse Astruc'un fikirleri daha sonra ] .S.Semler
( 1 725- 1 79 1 ) , j . G . Yon Herder ( 1 744- 1803) ve ] . G. Eichhorn ( 1 752-
1827) tarafından genişletildi.
l 792'de lskoçyalı Katolik Geddes, Tevrat ve Yeşu kitaplarının tercü­
mesini yaptı. 1800'de yayınladığı Critical Reınarhs da Tevrat'ı Musa'dan
'

çok sonra Süleyman dönemine yerleştirdi ve bu metnin Musa'dan önce­


ki kaynakları derleyen bir redaktör tarafından kayda geçirildiğini sa­
vundu. Yeşu kitabının Tevrat'la birlikte Hexatök ("Altılı") adı altında ay­
nı yazardan çıkma tek bir külliyat olduğunu ileri sürdü.
]. S. Yater, Geddes'in ortaya koyduğu bu teoriyi ("fragmen teorisi")
1805'de Coınınentar über en Pentateuch adlı çalışmasında genişletti.
Aynı dönemde Yeni Ahid kritisizminin de başladığı görülmektedir.
18.yüzyılın ortalarına kadar pek çok uzman Eski Ahid'e eleştiri yapma
riskini göze aldıysa da Yeni Ahid'i tenkit etme ces�retini gösterenlerin
sayısı sınırlı kaldı. Yuhanna lncili'nin diğer üç lncil'den farklı olduğunu
dile getirerek Sinoptikler Problemi'ni ilk ortaya atan kişi G. Ephraim
Lessing ( 1 729- 1 78 1 ) oldu. j.G. Yon Herder ( 1 744- 1803), H.S. Reimarus
( 1694-1 768) ve j .S. Semler ( 1 725 - 1 79 1 ) Yeni Ahid içerisindeki çelişkili
anlatımları ortaya koymaya çalıştılar. Kitab-ı Mukaddes tetkiklerinin
alanını Hıristiyan öğretisinin özünü yansıtan metne kadar genişlettiler.
46 • DiN LER TA RlHlNlN MESELELER[

M i T O L OJ i Ç A L I S M A L A R I N I N B A Ş L A M A S I
18. yüzyıl, uzun bir zamandan beri zemini hazırlanan bir çıkışla mi­
toloji çalışmalarının başlangıç aşamasına şahitlik eder. Mit, sembol ve
dil arasındaki ilişkilerin ortaya konmaya çalışıldığı bu dönemde Hıristi­
yanlık dışındaki dinlerin özellikle mitoslarına ilgi gösterildi ve bu mi­
toslar Avrupa'daki klasik dinlerin mitoslarıyla mukayese edildi. Bu dö­
nemde mitoloji araştırıcılarının hemen hepsinde ağır başlı bir roman­
tizm hakimdir.
Romantik bir tarihçi sayılabilecek Friedrich Schlegel'in ( 1 775- 1854)
1808'de yayınlanan Ueber dile Spraclıe und die Weisheit der lndier adlı
kitabı Avrupa'da hümanist havanın yeniden solunmasına katkıda bu­
lundu. Bu eserle Upanişadlar ve Vedalar yanlışlıkla aynı döneme kon­
duysa da Hinduizm'deki kutsal metinlerin kronoloji problemini dile ge­
tirmesi dolayısıyla önemli bir yere sahiptir. Hint metinlerindeki dil geli­
şiminin kronolojinin belirlenmesindeki katkısına işaret eden ilk kişi de
Schlegel'dir.
Pek çok açıdan S chlegel ile benzeşen G.E. Lessing, Die Erzie hung
des Mensclıen Gesclıleclıts ( 1 780) adlı kitabında tüm büyük dinlerin ila­
hi kökenli olduğunu savundu. Onun bu yaklaşımı ilk perennial çaba
olarak görülebilir. Lessing şiirin ruhu ile mitosların oluşma sürecindeki
ruhun aynı olduğunu ileri sürdü.
johann G. Hamann ( 1 730- 1 788) de Lessing gibi şiir ve mitoslardaki
sembolik anlatım arasında bir ilişki kurarak dinlerdeki sembolik anlatı­
mı şiirin oluşturduğu evrensel heyecan ile birleştirdi. Ona göre bu şa­
irane ruh evreni açıklamaya yönelerek dini formları meydana getirmiş­
tir.
Dil ve mitoloji arasındaki ilişkileri araştıran bir başka önemli isim ].
G. Herder'dir. Herder mitlerin çözümlenmesinde, sembollerin analiz
edilmesi gerektiğini düşündü . A lteste Unkunde des Menscheııgesclı­
leclıts'de her mitik unsurun Tanrı'nın sembolizasyonu için kullanılan
dilden türediği fikrini savundu. Ona göre insanlar Tann'yı daha kolay
anlamak için mitik sembolleri keşfetmişlerdi.
1 8 . yüzyılın sonuna doğru mitlerin üzerine temellendiği sembolik
yapının psikolojik açıdan menşeinin ne olabileceği sorusu gündeme
geldi.
Fizikçi George C. Lichteriberg ( 1 742- 1 799) ve psikolojik romancı K.
Philip Moritz ( 1 757-1793) sembollerin oluşumunda rüyaların değer­
lendirilmesi gerektiğini ileri sürerek modern psikiyatrinin bir anlamda
-

1 8 . YÜZYIL AYDLNLANMACLLIG! VE PAGAN iZMiN YÜCELIGI • 47

öncüleri oldular. G . Heinrich Schuben ( 1 780-1860) ve C. G . Carus


( 1789-1869) sembollerin bilinç dışında üretildiğini ve bunların çeşitli
bağlamlarda birleşerek rüyalarda ortaya çıktığını savundular. Onlara
göre mitosların üretilmesinde rüyalar insanlara bilinçsizce esin kaynağı
olmuştur. S. Clarke ( 1675- 1729) , ]. Hennann ( 1 772-1848), ] . Ernesti
( 1 707- 1 781) ve C. Heyne ( 17 29- 1 8 1 2) bu konuda çalışan en gözde
isimler arasındadır.
Bu dönemde mitoslar ve semboller üzerine çalışan en önemli isim
şüphesiz Friedrich Creuzer'dir ( 177 1-1858) . Eski Mısır, Yunan, Roma,
lran ve Hint medeniyetine ait çok sayıda doküman toplayan Creuzer,
Görres Mytlıeııgesclıiclıte der Asiatisclıeıı Wat ( 1801) adlı eserinde insan­
ların toplu halde yaşadığı iptidai bir dönemin olduğundan bahsetti.
Ona göre ilk mitik temalar bu dönemde üretilmeye başlandı. Mitlerdeki
sembollerin olaylan hem örttüğü hem de açıkladığını ileri sürdü. Fakat
ona göre mitoslar ve sembolleri aynı şey değildir.
llahi mesaj ilkin semboller halinde ortaya çıkmış, daha sonra bunlar
değişerek mitosları oluşturmuştu. Semboller monoteist düşüncenin
ürünüyken, mitoslar politeist zihin yapısının eseridir. Creuzer aynca
mitosların oluşumunda rahiplerin kasıtlı hareketlerinin payı olduğunu
ileri sürmüşler.
Symbolilı und mytlıologie der alten Völlıeı; Besonders der Grieclıen
( 1 8 10- 1 8 1 2) adlı eserinde Grek dininin , seyyar rahiplerce Hindis­
tan'dan taşınmış saf bir monoteist din olduğu fikrini geliştirdi. Fakat bu
din, yerli dinlere adapte edilmek zorunda bırakılmış ve zamanla deje­
nerasyona uğramıştı. Dinin saf halini korumak isteyen Orfikler, Pisa­
goryenler ve Yeni Platoncular, esoterikleri, Eleusis ve Samothrac mis­
terlerini eğitmişlerdi.
Dinlere spiritualist açıdan yaklaşan ilk kişilerden biri olarak Creuzer
hemen popüler olduysa da, rasyonalist tarihçiler onu fantastik düşkünü
bir yazar olarak kabul edip şiddetle eleştirdiler. 1 3
Dil, mitos ve semboller arasındaki bağıptılan inceleyen ve Max Mül­
ler'in müjdecisi sayılabilecek bir başka önemli isim Christian G. Hey­
ne'dir (1729- 1812). Creuzer'in yaptığı gibi mitosları sembollerin deje­
nere hali olarak kabul etmek yerine, Heyne mitosların dilin bozulmuş
şekli olduğunu ileri sürdü. Öte yandan tanrı fikrinin insanda fıtri bir
bilgi türü olduğunu savundu. İptidai dönemlerde insanlar bu fıtri bilgi­
lerinin fonksiyonel oluşundan dolayı monoteist bir din sistemine sa­
hiptiler. Politeizm ise bu dinin sonraki ve bozulmuş halidir. Bu dönü-
48 • D i N LER TARiHiNiN MESELELERi

şümde dil önemli bir rol oynamış, dil mantığının içine hapsedilen in­
san , monoteizmi politeizm haline dönd ürmüştür. 1 4 Bu haliyle Heyne
yalnızca Müller'in değil fakat aynı zamanda Lang ve Schimdt'in de müj­
decisi olmuştur.
Sembolistlere karşı ilk tepkiler özellikle tarihçi eğiliminde olan uz­
manlardan geldi. j. Heinrich Vosz, Antisymbolih adlı kitabında mitoslar­
daki tanrıların doğanın tanrılaştırılmasıdan başka bir şey olmadığını
söyleyerek Creuzer'i alaycı bir tavırla eleştirdi.
En etkin karşıt isimlerden biri C.A.Lobeck'di. Aglaophamus Sive de
Tlıeologiae Musticae Graecorum Causis ( 1829) adlı kitabında Creuzer'in
tüm kurgusuna saldırdı.
Creuzer'e karşı daha önemli bir eleştiri Gottfried Herınann ( 1772-
1 848) tarafından getirildi. Hermann'a göre mitos bir fikrin sembolik
ifadesidir. Bu noktada Creuzer ile aynı düşünür. Hatta Creuzer'in öne
sürdüğÜ gibi mitosların oluşumunda rahiplerin önemli işlevinin oldu­
ğu fikrini kabul eder. Yine onunla aynı şekilde rahiplerin (ki onlar tabi­
atı çok iyi izleyerek ciddi bir hikmete sahip olmuşlardı) halka bu hik­
meti doğrudan ve,remeyeceğini bunun için sembolleri yani mitosları
kullanacağını ileri sürmüştür. Fakat sıradan insanlar bu sembolleri an­
lamamışlar ve yanlış yorumlayarak popüler inançları oluşturmuşlardı.
Hermann aynı zamanda mitlerin çoğunlukla doğuda oluştuğunu kabul
ediyordu. Bunların batıya geçiş yolu Likya idi. Fakat Hermann ve Cre­
uzer şu noktada ayrılır: Creuzer'de mitos daha derinken, Hermann'da
daha yüzeyseldir. Herınann daha tarihçidir. ı s
Burada örnek olarak seçtiğimiz son isim Carl Otfried Müller ( 1 797 -
1840) olacaktır. Ona göre mitlerde hikmet dolu şeyler aramak abestir;
ayrıca Creuzer'in ileri sürdüğü gibi rahiplerce de üretilmemiştir. Mitos­
lar, yalnızca insanın evreni anlamak için, psikolojik mekanizmalara da­
yalı olarak geliştirdiği hermenötik bir yoldur.
Ayrıca dinlerdeki şifahi geleneğin önemini vurgulayan ilk kişilerden
biri olması dolayısıyla O.Müller kayda değer bir uzmandır.

1 j.Vries, a.g.e., s. 3 1 .
2 ]. Vries, a.g.e., s . 32; E. ] . Sharpe, a.g.e., s . 1 8. Tabii ki Öhemerizm geleneği ta­
mamen sona ermedi. Bu geleneği sürdüren en önemli isim Abbe Banier'dir ( 1 637-
1 74 1 , La Mytho!ogie adlı kitabı onun görüşlerini güzelce yansıtır.)
3 E . j . Sharpe, a.g.e., s. 19.
18. YÜZYlL AYDINLANMACILICI VE PAGAN iZMiN YÜCELIC I • 49

4 B.Spinoza, Tı·ııctııtııs, U . Ratncr'in Tlıc Plıilosoplıy of Spiııozıı edisyo n u içerisin-

de) , s. l 3 .
5 B.Spinoza, a.g.e.,s. 49.
6 B. Spinoza, a.g.e . , s . 1 8 , 19.
7 R.E. Frıedman, Who Wrote The Bible, s. 2 1 .
8 E.E.Kellet, "Spinoza" , E.R.E., XI, s . 780. Hegel'e göre Spinoza ateist olmaktan

ziyade " Cosmist"tir.


9 ] . Hick, Evi! Aııd T iıe God of Love, s. 1 7, 18.
10 R.K.Harrıson, a.g.e., s. 1 1 .
1 1 Kitabın tam adı, Coııjectures sur Les ıııcıııoires origiııaux doııt il parait qııe

Moyse s'est servi pour coıııposer Le Livre de La Geııese, ( 1 753).


1 2 R.Harrıison, a.g.e., 's. 1 2, 13.
1 3 Creuzer'in çalışmaları hakkında daha detaylı bilgi için bkz. B.Feldman " Cre­

uzer, G . F " , E.R., iV, s. 1 54- 1 5 5 ; ] . Vrles, a.g.e., 5 1 ; E.j . Sharpe, a.g.e., s. 22, 205.
14 ] . Vries, a.g.e., s. 52, 53.
15 J . Vries, a.g.e . , s. 55.
v ı
19. YÜZYIL VE
20.YÜZYILIN l LK ÇEYREGl :
TA R 1 H S E L C 1 L 1 G 1 N Y Ü K S E L l Ş l V E
D l N L E R, l N K Ö K E N ! P R O B L E M !

1 9. yüzyılın ortalarından 1920'lere kadar olan dönemin düşünsel fa­


aliyeti, tarihselcilik ve tarihselciliği sosyal bilimlerde kendi söylemi
haline getiren pozitivist dogmatizm ve evrimci ideolojinin egemenliği
ile belirgindir. Burada yeniden tekrarlanmasına ihtiyacı duyulmayan
klasik görüşlerin (Darwin, Comte v.d.) öngördüğü şey yalnızca toplum­
sal ve biyolojik evrim değildi şüphesiz. Daha ötede ve tehlikeli olanı bi­
limsel kaderciliğin temellerinin atılışıydı. Toplumlar yalnızca evrim ge­
çirmez fakat aynı zamanda bu evrimsel süreç belirlenebilir, belli bir isti­
kamete yönlendirilebilir ve egemen güçlerce kullanılabilirdi (Darwinist
Kapitalizm) . Bu düşünce, zamanla tarihe mühendislik anlayışını soka­
cak ama sosyal bilim kökenli yeni bir disiplinin keşfedilmesini gerekli
kıldı ki, o sıralarda yeni gelişmekte olan iki modern disiplin-arkeoloj i
ve antropoloji- b u iş için oldukça uygundu. Tarihselcilik böylece mü­
hendislik temeline dayalı sosyal bir paradigma haline getirildi. Kapita­
list toplumda eşitsizlikleri, sosyalist toplumda eşitlikleri yakalamada
kullanılacak olan arkeoloji ve antropoloji - bugün böyle olmasa bile -
evrimsel sürecin dakik ve ölçümsel dökümünü yapma görevini üstlen­
di. Aralarında Kapitalist ve Sosyalist bakış açısı kadar fark olsa bile dö­
nemin iki arkeoloğu Thomsen ve Lubbock arkeolojik devirleri herkesin
aynı aşamadan geçtiği standart bir kronolojiye oturttu.
52 • DiNLER TARi H i N i N MESELELERi

Bu genci epistemolojik yapı dinlerin belli bir evrim geçirdiği tezini


sunmakta gecikmedi. tık din sistemi hangisiydi? Böylece 19. yüzyıl, dinle­
rin kökeninin araştırılmasına adanmış bir dönemi temsil eder. Bu yaygın
merakın yanında Kitab-ı Mukaddes Tetkikleri aynı hızla yoluna devam et­
ti. Kitab-ı Mukaddes araştırmalarıyla ilgili olarak bir asır önce ortaya ko­
nan teoriler bugün hala geçerli ve popülerdir. Ayrıca lslam'la ilgili çalışma­
lar bu dönemde ciddileşir ve yaygınlaşır.

DiNLERiN KÖKENiYLE iLGiLi TEORiLER


Çağdaş iptidai kavimlerden, geçmiş dönemlerin iptidailerine yönelen
ilk kişi john Lubbock'tur ( 1834-1 9 13). Prehistorik kültürler ve dinlerle il­
gilenen Lubbock The Origin of Civilization and tlıe Priınitive Condition of
Man adlı kitabında medeniyetlerin en aşağı biçiminin nasıl olabileceği ko­
nusuyla uğraştı. Evlilik, akrabalık ve onların dini düşünceyle münasebet­
lerini inceledi. Ona göre ilk din biçimi, daha doğru bir ifadeyle inanış biçi­
mi ateizmdi. Başlangıçta insanların hiçbir dini inancı yoktu ki bu dönem
hayvandan insana geçiş sürecine tekabül eder. Bu dönemi sırasıyla feti­
şizm, totemizm, şamanizm, antropomorfizm ve nihayet etkin bir monote­
izm izlemişti.
Ayrıca Pre-lıistoric Tiınes ( 1865) adlı önemli çalışmasında arkeoloji lite­
ratürüne paleolitik ve mezolitik gibi bugün hala kullanılan kavramları so­
kan ilk kişinin Lubbock olduğunu belirtmek gerekiyor.
Lubbock, dinin bir tür ateizmden kaynaklandığı şeklindeki görüşüyle
19.yüzyılın evrimcileri arasında bile şaşkınlıkla karşılandı, vatandaşı Tylor
da dahil pekçok evrimci tarafından şiddetle eleştirildi. Ayrıca din ve ahlak
arasında doğrudan bir ilişki olmadığını savunarak, çağının tüm Hıristiyan
düŞünürlerinin saldırısına uğradı. Lubbock bir anlamda, modem çağa geçiş­
teki hızın ve şiddetin kafası karışık bir sonucu olarak görülebilir. Bununla
birlikte arkeolojinin, dinler tarihi için ne öneme geldiğini işaret etmesi dola­
yısıyla bu çalışmaların dinler tarihinde vazg(!çilmez bir yeri haizdir. 1
19. yüzyılda dinlerin kökeniyle ilgili olarak geliştirilen ve bir okul oluş­
turacak derecede etkin pozisyonda bulunan görüşler beş ana gruba ayrılabi­
lir. Öyle ki bu konuda fikir üreten daha farklı görüşler bile ancak bu beş
gruptan biri içerisine dahil edilebilecek kadar orijinaldir. Bu beş okul şun­
lardır. Naturizm (Max Müller, 1823- 1900) , Animizm (Edward B. Tylor,
1 832-1917), Atalar Kültü (Herbert Spencer, 1820-1903), Totemizm (Emile
Durkheiın, 188 1 - 1 9 1 7) ve Monoteist Okul (Wılhelm Schmidt, 1868-1954)
TARI HSELCILICIN YÜKSELiŞi VE DiNLERiN KÖKENi PROBLEMi • 53

a. Max Müller
Alman idealizminin tüm unsurlarını çalışmalarına yansıtan Müller
hem iyi bir dilbilimci hem de iyi bir dinler tarihçisidir. Müller akade­
mik kariyerine Leipzig'de başladı; burada Spinoza'nın Ethics'i üzerine
çalıştı. Lessing, Schiller, Goethe ve Hegel'in derince etkisinde kaldı. Bu
etkinin onun çalışmalarındaki en bariz izi dil ve düşünce arasındaki
ilişkiyi yakalama çabasında ortaya çıkar. Leipzig'de doktora çalışmasını
bitirince bir müddet Berlin'de Schelling'in idaresinde çalıştı ve burada
Hindistan'la ilgilenmeye başladı. Schopenhauer ile burada tanıştı ve
onunla Hint edebiyatı üzerine tartışmalar yaptı. 1 845'de Paris'e giderek
Sanskritçe öğrenmeye başladı. Özellikle Vedalar'la ilgilendi. Ömrünün
geri kalan kısmında Almanya'ya çok az giden Müller lngiltere'de yaşa­
dı.
Müller'in fikirleri kimi zaman "güneş mitosu okulu " adı altında top­
lanır. Buna göre tüm dinler güneşe (bazen ay ve yıldızlara da) tapınan
bir ilk inanç sisteminden gelişmiştir. İnsanlar iptidai dönemlerde tabi­
ata canlılık atfetmiş, tabiatın içerisinde özellikle de güneşe özel bir ilgi
göstermişlerdir. Müller'e göre bütün mitoslarda tabiat ve onun da öze­
linde güneşle ilgili inançlar merkezi bir yer tutar. 2
Müllerden bir müddet önce Charles-François Dupias ( 1 742-1809) ,
dinlerde güneşin merkezi önemine dikkat çekmiş ve hatta lsa'nın bir
güneş sembolü olduğunu, oniki şakirdin de zodyak işaretleri olduğunu
ileri sürmüştü. Esoterik yazarlar bugün bile onu izleyerek Hıristiyanlı­
ğa "güneş dini" adını vermişlerdir.3
Müller ondan haberdar olsa bile bilimsel yanının keskinliği ve ilgi
alanları dolayısıyla Dupias'tan çok farklıdır. Herşeyden önce Müller
Sanskrit metinleri rahatça okuyabilecek bir dil bilgisine sahipti ve · dil
ile din arasındaki ilişki onun temel ilgi alanı idi. Dinler Tarihi mantali­
tesinin gerçek kurucularından biri olduğu şüphesizdir. Müller'in bu ko­
nudaki temel eserleri Coınparative ınytlıology ( 1856) , lntroduction to tlıe
Science of Religion ( 1 873) , Sacred Boohs of tlıe East (bu edisyonunun
hem editörlüğünü hem de Yedik metinlerin çevirmenliğini yaptı,
1870) , Lectures on tlıe Origin and Growtlı of Religion ( 1878) , Natura! Re­
ligion, Plıysical Religion and Antlıropoligical Religion ( 1888- 1892) ve
Contributions to tlıe Science of Mytlıology'dir ( 1897).
Müllerin tüm çalışmalarında sonuç almak istediği iki soru egemen­
dir, dinlerin kökeni nedir ve din bilimi me todo l ojisi nasıl oluşturulabi­
lir? tik sorunun cevabına psikolojik bir açıklama ile girişir. İnsan zihni
54 • DiN LER TARiHiNiN MESELELERi

bitimli oluşları kolayca algılayabilecek ve yorumlayabilecek ön bilgiler­


le donatılmıştır. Bitimli oluşlar evrendeki herşeydir, bu bitimli oluşlar
yine psikolojik bir süreçle ilişkili olarak insanda aynı zamanda bitim­
sizlik güdüsünü de beraberinde getirir. lşte din duygusu insanın daha
konuşmayı öğrenmeden önce içinde oluşturduğu bu bitimsizlik özle­
minden kaynaklanır. Fakat tam bu safha din duygusunu oluşturmaya
yetmez. Bu aşamadan sonra insan, tabiatta keşfettiği bu gücün etkisin­
den korkmaya ve onu memnun edecek eylemler yapmaya girişir; işte
ancak bu noktadan sonradır ki din denilebilecek bir olgudan bahsede­
biliriz. 4 Burada M .Müller hem aydınlanmacı, hem evrimci ve hem de
Kantçıdır.
Müller bu düşünceye Vedalar'daki teolojik yapıdan etkilenerek ulaş­
mıştır. Vedalar'da iki unsur egemendir: Tabiattaki nesnelerin canlandı­
rılarak tanrı haline getirilmesi ve insanın bu tanrılarla girdiği ilişki bi­
çimlerinin korkuya ve saygıya dayalı olması. Müller bu tabiat tanrıları
içerisinde en önemli yerin güneşe verildiğini gözlemlemiştir. Güneş
hem en gözde tanrı, hem de diğer tanrıların kendisiyle sürekli irtibatlı
olduğu bir güç durumundadır. Güneş tanrılaştırılmıştır çünkü o, insan­
ların hareketini izleyebildiği kadar açık ve hayat verici temel bii: unsur­
dur. 5
Müller'in cevabını aradığı ikinci soru, din bilimlerine dair uygun bir
metod bulunup bulunamayacağı problemidir. Müller böyle bir metoda
evet cevabı verir ve bu metod ona göre etimoloji ve filoloji ağırlıklı ol­
malıdır.
Müller, Hegel ve Schelling'in söz ve akıl arasındaki ilişkiye dair ge­
liştirdikleri felsefeden esinlenerek dilin gelişimi ile düşüncenin gelişi­
minin aynı şey olduğunu ileri sürdüyse de dilin başlangıçta tanrı tara­
fından insanlara öğretilen birşey olmadığını kabul ederek Darwin'ci gö­
rüşten ayrılır.
Dil çözümlendiğinde din de çözümlenebileceğine göre bu çözümle­
me araç ne olacaktır? Müller'e göre bu teknik araç etimoloji ve linguis­
til<tir.
Müller dinler tarihiyle ilgili temel görüşlerini lntroduction to the
Science of Religion adlı kitabında dile getirir. Burada dinler tarihi kavra­
mını teoloji çerçevesinde düşünür. " Comparative theology" tabiri ile
mukayeseli dinler tarihini, "theoretic theology" ile dogmatik teoloji ve
din felsefesi karışımı bir disiplini ima eder. Dinler tarihi çalışmaları bu
disiplinlerin her ikisinin katkısından oluşur. Bu tanımlama içerisinde
TARIHSELCILIGIN YÜKSELi$! VE D i N LERiN KÖKENi PROBLE M i • 55

dinleri vahy edilen ya da edilmeyen dinler şeklinde ele almaz , ona göre
tüm dinler eşit oranda dindir.
Dil ve din arasındaki bağıntıyı derinden keşfetmesi Müller'i ister is­
temez mitos araştırmalarına yöneltmiştir. Hind-Avrupa mitoslarını çok
iyi bilen Müller bütün mitosları güneşle ilişkilendirmiştir. Mesela Grek
mitolojisinde, Apollo Defne'yi sevmekte, Defne de ondan kaçmakta ve
kaçarken bir defne ağacına dönüşmektedir. Bu mitos, Müller'e göre bize
şunu söyler: Apollo orijinalde güneşi sembolize etmekte, Defne de şafa­
ğı, böylece bu mit, güneş ve şafağın birbirini kovalamasını sembolleş­
tirmektedir. 6
Öte yandan Müller, o güne kadar pekçok dini mitosları Hıristiyanlı­
ğı onaylatacak şekilde Kitab-ı Mukaddes'le ilişkilendiren tutucu yazar­
ların fikirlerini de bilimsel bir uslupla yıkar. Vedalar'da geçen teolojinin
Kitab-ı Mukaddes'le hiçbir ilişkisi yoktur. O güne kadar Adem ve Hav­
va olduğu düşünülen Yedik Yama ve Yimi çiftinin tamamen farklı kah­
ramanlar olduğunu ileri sürer. 7
Müller bu çalışmalarının sonucu, doğal ve haklı olarak dinler tarihi
çalışmalarının gerçek anlamda öncüsü olarak kabul edilmiştir. Tüm mi­
toloj ik sembolleri tarihi bir olguya bağlayarak abartılı bir mitoloji çalış­
ması başlattıysa da o gerçek anlamda mitos biliminin de babası pozis­
yon\.ındadır. Öte yandan dinler tarihini popülerize etmesi açısından da
M.Müller önemli bir isim olarak bu disiplinin köşe başında durmakta­
dır.

b . Edmond Burnett Tylor


Dinlerin kökenini açıklamaya yönelik ikinci önemli isim Edward
Burnett Tylor, animizm adıyla anılan teorinin kurucusudur. Animizm
teorisi Tylor'dan önce çeşitli yazarlarca dile getirilmişti. Fakat bunların
hepsi çok genel ve işlenmemiş çalışmalardır. Tylor animizm kelimesini
Alman kimyacı G. E. Stahl'dan ( 1 660- 1 734) ödünç aldı. Öyle ki bu ke­
lime 20. yüzyılda jung Psikolojisine girecek kadar etkili olmuştur.
1 884'te Oxford Üniversitesi'nde Antropoloji bölümünde okutmanlı­
ğa başlayan Tylor özellikle Alman filozoflarından etkilendi. Diğerlerin­
den daha elastiki olsa bile tipik bir evrimci olan Tylor her halükarda
psikolojik ağırlıklı bir fikir geliştirmiştir.
Temel fikirlerini içeren Priınitive Culture'da Tylor, insanın başlangıç­
ta tabiattaki olağanüstü olaylardan etkilenmeye ve kendini bir anlamda
bu ortamda yabancılaştırmaya başladığını, böylece nesnelerle kendisi
56 • DiNLER TA RiHiNiN MESELELERi

arasına bir ayırım sokluğunu düşünür; en azından ona göre insan böyle
bir ayırım yapmaya eği"limli durumdadır. H .Spencer'de görüleceği üze­
re, bu doğal durum rüyaların yardımı 'ile elkisini gösterir. Dış dünyayı
gözleyen insan herşeyde akıcı bir hareketliliğin bulunduğunu keşfeder.
Öte yandan rüyalar insana bir ikinci bedenin (ruh) olduğu fikrini aşıla­
maktadır. Tabiatta bu derece hareketli olan nesnelerin bir anlamda bu
hareket kabiliyetleri, rüyalarda tecrübe edilen ikinci ben-ruh ile ilişki­
lendirilince, animizm denilen ilk din sistemi ortaya çıkmış olur.
Rüyalarda olduğu gibi seyyar bir özelliğe sahip bu güç, ilk önce üs­
tün birtakım varlıklar haline döndürülmüş, daha sonra da bu varlıklar
tanrı haline getirilmiştir.
Tylor'a göre iptidai insan, kendisinde olduğunu düşündüğü ruhun
aynısının diğer canlılarda da olduğunu düşünüyordu. Böylece evrende
üç canlı ruh taşıyan katman vardır: İnsanlar; diğer varlıklar ve tanrı po­
zisyonunda olan tabii güçler. Ruh göçü inancı da Tylor'a göre dinin bu
aşamasında başlar; evrende her canlı aynı ruhu taşıdığına göre bu ruh­
ların birbirine dönüşümü mümkün olabilecektir.8
Tylor'un animizm görüşü kitabının yayınlanmasından beri eleştirili­
yor olsa da belli bir etkinliğe sahip olduğu yadsınamaz. Onun eleştiri­
len en eksik yanı, ki aynı eleştiri benzeri görüşü paylaşan H.Spencer'e
de yapılmıştı, insanın gerek rüyalar gerekse evrendeki haraketlilikten
etkilen erek bir double ruha ("ikinci ben") ulaşması fikri idi. 9 !kisinin
arasında zorunlu bir ilişki kurulamazdı. Ayrıca başta M.Müller olmak
üzere pek çok uzman Tylor'un çağdaş iptidailerle geçmiş dönem insanı-
. nı aynı varsaymasını şiddetle eleştirmiştir.

c. H. Spencer
Tylor'un fikrine oldukça paralel ve psikolojik esaslı açıklamalara sa­
hip olan Herbert Spencer, dinlerin kökeninin atalar kültü adı verilen
bir inanç sistemine bağlar.
Spencer genel din tanımını First Principles (London, 1862) adlı kita­
bında yapar. Burada tanımdan ziyade evrimci açıklamaları esas alan bir
tasvir vardır. Spencer Principles'da din ve bilimin her ikisinin de bilin­
meyeni keşfetmeye yönelik iki benzer duygu olarak tanımlar. Bu gi­
zemli amacın konusunu "Bilinemeyen" (the Unknowable) olarak ad­
landırır.
T11 e Principles of Psychology (London, 1885) adlı eserinde Türlerin
Kölıeni 'nden dört yıl önce sosyoloji literatürüne evrim terimini sokar.
TARlHSELClLllı lN YÜKSEL!Şl VE D l N LERIN KÖKENi PROI3LEMl • 57

Atalar Kültü ile ilgili görüşlerini ise Tlıe Priııciplcs of Sociology'de


açıklar. (Ayrıca 1854'te Westıniııistcr Rcview'de yayınladığı bir makale­
sinde [ "Manner and Fashions" ] Öhemerisçi bir görüş ortaya koymuş­
tu) . P. of Sociology'de şunları yazar: "Sıradan olanı aşan herhangi birşeyi,
vahşi insan, doğaüstü ya da ilahi olarak düşünür. Pekçok insanın içinde
en önemli olan kişi, bu şekilde, doğa üstü güçlere sahip olarak algılanır.
Bu önemli şahsiyet, basitçe kabilenin en uzak atası; güç ve kahramanlığı
dolayısıyla şöhret bulan bir şef; tanınmış bir şaman; yeni bir şeyi icat
eden kişi olabilir. . .
Böyle bir kişi hayatı müddetince veya ölümünden sonra saygı duyu­
lacak bir ruh haline getirilir. . . böylece kurulu bir ibadet sistemi ortaya
çıkar. " 1 0
Spencer, Tylor'a benzer şekilde insanın ilk önce (rüyalar, tabiatta
gözlenen hararetlilik aracılığıyla) kendisinden öte bir ikinci kimliğe ve­
ya ruha inandığını ileri sürer. İnsanın bir ikinci kimliğine inanıldığı gibi,
hayvanların, bitkilerin de ikinci kimliklerinin olduğuna inanılmıştır.
Bununla birlikte dinin kökeni bu ruhlara olan inançta ortaya çıkmaz; bu
ruhlar ölmüş atalara da uygulandığında hayalet (ghost) türü varlıkların
olduğu fikri.ne ulaşılmıştır ki, din düşüncesi bu hayaletler aşamasında
ortaya çıkar. Ölmüş ataların hayaletlerinin teskin edilmesi duygusu ise
dinin kurumsallaşmasına yol açmıştır. 1 1
M . Müller ve Tylor gibi agnostik olan Spencer Hıristiyan doktrinleri­
ni eleştirdiği için kilise tarafından tasvip edilmemiştir. Çağdaş uzmanlar
da (Lang, Mytlı, Ritual and Religion, 1, 308) onu evrimsel sürece göster­
diği katı inançlarından dolayı eleştirirler. Spencer'in izleyicisi de olma­
mıştır. Bununla birlikte iptidai insanın dininde gerçekten de var olan bir
yapıyı yakaladığı için dinler tarihi çalışmalarına katkısı inkar edilemez.
Atalara olan inancın her dinde bir kült oluşturacak derecede etkin oldu­
ğu açıktır. Fakat şüphesiz bu kültün kendi başına bir din sistemi oluş­
turduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Öte yandan atalar ve kabile
arasındaki ilişkileri dile getirmesi dolayısıyla Spencer'in Yapısalcı antro­
pologlara (özellikle Levy-Strauss'a) katkıda bulunduğunu söylemek
mümkündür.

d. E. Durkheim
Dinlerin kökenini açıklamaya çalışan tüm teoriler içerisinde şekil de­
ğişikliklerine uğrasa da popülaritesini hiçbir zaman yitirmeyen tek gö­
rüş totemizmdir. Totemizm genel olarak sosyolojik bir açıklama biçimi
58 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

olsa da, pekçok uzman, totemizmin psikolojik yönünü de vurgulamak­


tadır. Geleneksel olarak E. Durkheim'la başlatılan ve onun adıyla özdeş­
leştirilen totemizm pek çok kişi tarafından savunulmuştur.
Ojibwa ve akraba Algonquian diyalektlerinde " erkek/kız kardeş ak­
rabası" anlamına ototeman kelimesini İngiliz diline totem şeklinde so­
kan ilk kişi seyyah john Long oldu. Long'a göre (Voyages and Travels,
1 79 1 ) totem, kabile fertlerini gözleyen, onlarca sayılan ve bir nesne ile
sembolize edilen ruhtur. Tabii ki bu . basit tanımlama Frazer, Tylor ve
Levi-Strauss tarafından eleştirildi. Kelimenin bugünkü anlamına yakın
tanımlamasını yapan ilk kişi ise kendisi de bir Ojibwa şefi olan Peter
Jones'dir (History of tlıe Ojebway Indiaııs, 1856). Ona göre totem genel­
likle hayvan olmak üzere kabile fertlerini birbirine bağlayan ve de sem­
bolik değeri olan bir nesnedir.
Totemizm problemini gerçek anlamda gündeme getiren kişi ise ls­
koçyalı j.F. Mc Lennan ( 1827- 188 1 ) oldu. O, dinlerin ilk safhasının to­
temizm olduğunu ileri sürdü. Daha sonra temas edileceği üzere, Frazer,
totemizmin insanın bitki ve hayvanlarla bir çeşit biyolojik akrabalığı­
nın varolduğuna inanışından kaynaklandığı fikrini savundu. Fakat to­
temizmin insanları birleştirici sosyal yönünü vurgulaması ile Durkhe­
im'e kapı araladı. Bronislaw Malinowski ( 1884-1942) totemizme top­
lumda oynadığı fonksiyon açısından baktı. Ona göre totemizm insanın
tabiatı kontrolü ve düzene sokmasının sonucu oluşan bir din sistemi
idi. 1877'de Lewis H. Morgan Ancient Society'de totemizmin karakteris­
tiklerini belirlemeye çalıştı. Robertson Smith tüm Semitiklerin ilk dini
inançlarının totemizm olduğunu ileri sürdü. 1929'da Radcliffe-Brown
(Tile Sociological Theory of Toteınism) Malinowski'ninkine benzer bir
görüş kabul ederek, totemlerin insan için hayati olan besin kaynakları­
nın yüceltilmesi sonucu meydana geldiği fikrini savundu. A.P. Elkin
(Oceania, 1 933) üç totemizm tipi kabul etti. Bireysel totemizm, sosyal
totemizm ve kült totemizmi. tlerde açıklanmaya çalışılacağı gibi, Levi­
Strauss değişik bir boyutta ele alarak totemizm konusunu yeniden gün­
deme getirdi.
Totemizm kelimesi haklı olarak E.Durkheim adıyla özdeşleştirilmiş­
tir. Durkheim totemizmle ilgili temel görüşlerini Les forınes elementaires
de la vie religieııse ( 1 9 12) adlı kitabında ortaya koyar. Kitabın girişinde
iptidai din ile ne anlaşılması gerektiğini ve amacının ne olduğunu dile
getirdikten sonra Durkheim asıl meseleye dinin kökeniyle ilgili olarak
kendisinden önce geliştirilen teorileri eleştirmekle , başlar. Spencer ve
TARlHSELCILIGIN YÜKSELl$1 VE DlNLERlN KÖKENi PROBLEMi • 59

Tylor arasındaki ilişkeleri göstererek onları indirgemecilikle suçlar. İn­


sanların ruh fikrine rüya ve normal hayatındaki ayınının yardımıyla
ulaştığı fikrini eleştirir. O yalnızca rüyaların değil, fakat pekçok şeyin
bu ayırıma götürebileceğini düşünür. Durkheım'e göre rüyalar sanıldığı
kadar fonksiyonel değildir. Pekçok iptidai kültürde atalar kültü olmadı­
ğı düşüncesiyle Spencer'in teorisini abartılmış bulur. 1 2
Daha sonra Natürist teorinin oluşum sürecini açıklayıp Müller'in fi­
kirlerini eleştirir. Durkheim'a göre Animistler dinin kökenini soyut psi­
kolojik bir inanca bağlarken, N aturalistle� somut tecrübi bilgiye bağlar­
lar ki, bu her iki tutum da spekülatiftir. 13
Bu eleştirilerden sonra Durkheim kendi fikrini ortaya koymaya giri­
şir. Durkheim'e göre din, kollektif düşüncenin ortak ürünüdür. Bu ha­
liyle sosyal bir yapı olan din, üzerine araştırma yapılabilecek bir konu­
dur. Çünkü Durkheim'a göre yalnızca sosyal yapılar araştırılabilir. Her­
şeyden önce totemizm akrabalık bağıyla insanları birbirine bağlayan bir
dindir. 1 4 Totemizmin tam olarak ne olduğunu tanımlamadan, totem ve
klan arasındaki ilişkilerin mahiyetine dair tasvirlerle yetinir. Daha son­
ra Levi-Strauss'un detaylıca üzerinde durduğu bir konu olarak totemin
işaret yönünün önemini vurgular. Totem bu anlamda klanların kendile­
rini tanımladığı kimlikleridir. ıs Tabii ki totemizm yalnızca bireyi an­
lamlandıran, klanı birleştiren salt somut bir nesne değildir. Totemizmi
din haline sokan bunlardan daha çok, onun kozmolojik açıklamaları­
dır. N asıl totem, klanlar arasında bireylerin konumunu belirliyorsa,
gök cisimlerinin de konumunu belirleyen totemleri vardır. 1 6
Totem yalnızca klana has birşey değildir, bireylerin de kendilerine
ait totemleri mevcuttur. Bu tip bireysel totemler özellikle hayvanlardan
seçilir, totem olan hayvan her açıdan kişinin hamisi durumundadır. 17
Toplumsal ve bireysel totemlerin arasında geçiş mahiyetinde bir başka
totem çeşidi de cinsiyet totemidir. 18
Durkheim'in ileri sürdüğü en önemli görüşlerden biri ilah kavramı­
nın dinin temeli olmadığıdır. Ona göre tanrı fikri iptidailer için ikincil
bir öneme sahiptir. İptidai din ya da totemizm içerisinde önem kazanan
tek şey kutsal ve kutsal olmayanın ayırımıdır. Kutsal, klanı birb�rine
bağlayan biricik olgudur. Bireyin bu ortak tutumu yani kutsalı ön plana
çıkarmasından başka hiçbir seçeneği yoktur, çünkü kutsala uymak kla­
nın bireye yüklediği bir zorunluluktur.1 9
Totemin gücünü gerçekte nereden aldığı açık değildir. Fakat Durk­
heim Avusturalya yerlilerinden edindiği izlenimle totemin gücünü ma-
60 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

na adı verilen mistik bir güçten aldığını söyler. Toteındeki ikinci güç ise
manadan daha farklı olarak yukarıda işaret edildiği üzere kutsallık veya
tabudur. Mana bir anlamda tabunun sürdürülmesini sağlayan kudrettir.
Bugün gerek sosyoloji çevrelerinde , gerekse din bilimi çevrelerinde,
totemizm teorisi popülaritesini sürdürse bile, Durkheim'in görüşleri
eleştirilmektedir. Herşeyden önce tanrı fikrinin ikinci plana itildiği bir
din sistemi mevcut görünmemektedir. Öte yandan Durkheim'in gerek
mana gerekse tabu kavramlarını ortaya koyarken faydalandığı pekçok
antropolojik gözlemin yanıltıcı olduğu ancak yenilerde anlaşılmıştır.
İptidai bir din sistemi olduğu fikrinden vazgeçilse bile totemizm, ye­
ni yorumuyla, dinler tarihi araştırmalarında hala önem taşıyan tanımla­
yıcı bir terim olarak varlığını sürdürmektedir. Totemizmin yeni tanımı,
kabile üyelerini birbirine ve kutsal olan herhangi bir şeye bağlama ve
iletişim tarzı olarak yapılmaktadır (Yapısalcılık).

e. W. Schmidt
Dinlerin kökeni meselesinde yukarıdaki d ört okuldan bütünüyle
farklı görüşler ortaya koyan W. Schmidt Urmonotheismus veya mono­
teist ekol denilen doktrinin kurucusudur. A ntropolog ve Roma Katolik
rahibi olan Wilhelm Schmidt, Hörd e'de doğdu. 1 883'de Hollanda
S teyl'deki misyoner okuluna gird i . 1 8 9 2'de rahip olarak atand ı .
1 893'ten 1 895'e kadar Berlin Üniversitesi'nde Semitik diller üzerine ça­
lıştı. Almanya, İsviçre, Fransa, Avusturya ve ltalya'da çeşitli kurumlarda
görev aldı.
Schmidt, W. Foy ( 1873- 1929) , E Graebner ( 1877-1 934) , B. Anker­
man ( 1 859- 1943) ve W. Koppers ( 1 886- 1 96 1 ) ile birlikte Avusturya
Kültür Tarihi Ekolü (Kulturhistorische Methode) mensuplarının ara­
sında sayılır. 1 904 yılında Berlin'de toplanan antropoloji Kongresi'nde
Graebner ve Ankerman tarafından sunulan bildirinin mahiyeti bir an­
lamda antropoloji ağırlıklı bakış açısına sahip bu grubun ınanifes tosu
niteliğindedir.
Kültür Tarihi Ekolü, özellikle kültürlerin oluşumunda göçlerin kat­
kısı, etnolojik malzemelerin tasnifine dayalı çıkarımları esas alan teori­
ler ve bir kültür içinde işlevine göre benzer ve farklı olan katmanların
tespit edilmesi üzerinde durmuştur. Bu çalışma hedefleriyle Kültür Ta­
rihi Ekolü antropolojik tarihlendirmede mukayeseli kronolojinin öne
mini gündeme getirdi. Bu okulun en önemli isimlerinden P.W Schmidt,
Handbuch der Methode der Kulturh istorischen Ethnologie adlı eserinde
TARIHSELCILIGIN YÜKSELiŞi YE DiN LERiN KÖKENi PROBLEMi • 61

mensup olduğu okulun teorilerini etraflı olarak tanıttı. Ekonomik du­


rumun (avcılık, toplayıcılık, köy yerleşme biçimleri...) dini düşünce ile
olan münasebetini incelediği bu kitabında Schmidt, sık sık eleştirildiği
bir konu olarak, toplumların iptidailikten gelişmişe doğru bir evrim ge­
çirdiği görüşünü kabul etti. Bununla birlikte onun evrimciliği biyolojik
evrimcilik değildir.
Schınidt, çalışına arkadaşı Graebner'in yaptığı gibi maddi kültür
nesneleri üzerinde durmaz. Onun Avusturalya ve Okyanusya yerlileri
arasında bir müddet kalarak topladığı malzemeler, soyut ve özellikle de
dini ağırlıklı verilerdir.
Schimdt'in Ursprung der Gottesidee adlı 1 2 ciltlik, Frazer'in Golden
B ouglı'unu çağrıştıracak şekilde, dağınık ve sistemsiz eserinin temel es­
pirisi dinlerin başlangıçta ilahi ve monoteist bir karaktere sahip olduğu,
fakat bu inancın zamanla dejenere edilerek çok tanrılılığa varıldığı fik­
ridir. Schmidt'in bu görüşü ileri sürmesinde onun antropolog kadar
inançlı bir din adamı oluşunun da etkisi vardır. Fakat onu esas etkile­
yen düşünce Andrew Lang'ın ( 1 844- 1 9 1 2) ortaya attığı "başlangıç mo­
noteizıni" fikridir. Batı Avusturalya'daki Benedictine misyonerlerinin
bölge halkı hakkında verdiği bilgilerle tanıştıktan sonra çok tanrı inan�
cının arasında muğlak da olsa bir tek tanrı inancının varlığını sezen
Lang dinlerin ilk devirlerde tek tanrılı olduğunu söyleyen ilk önemli
isimdir.
Lang bu görüşlerini özellikle The Mahing of Religion adlı kitabında
işler (London, 1900) . Burada pek çok örnek vererek politeist inanç
içerisinde tanımı tam yapılamayan bir tanrı inancının varlığından bah­
seder. Bu ulu tanrı ne ölmüş bir atanın ruhudur, ne de bir hayalettir.
İptidai insan bu tanrıyla olan münasebetini anlamlandırma çabasında
bulunurken de farkında olmadan mitosları üretmiştir.
Lang'ın Schınidt'in üzerindeki etkisi 1908- 1 9 1 0 tarihleri arasında,
onun Antropos dergisinde yayınladığı makalelerde kendini gösterir.
Der Ursprııng 1 9 1 2'de basıldı, sonraki yıllarda yeni edisyonları ya­
pıldı, 193 1 yılında Schınidt kitabını muhtasar bir şekilde tek cilt halin­
de yeniden bastı ve Tlıe Origin aııd Growtlı of Religion adı altında İngi­
lizceye çevirdi.
Kitabın aslı sistemsiz ve dağınıktır, muhtasar eser daha nettir. Orji­
nal fikirler iptidailer ile ilgili olarak verilen bol sayıda örneklerin arası­
na sıkıştırılmıştır.
62 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

Schmidt, herşeyden önce iptidailer arasında tek bir tanrı fikrinin va­
rolduğu konusunda tereddüt etmez. Fakat bu iptidai din ona göre ta­
mamen orjinal 'ilahi dinle özdeş değildir. Bu ilk din henüz insanlar bir
arada toplu olarak tek bir ırk halinde bulunurken mevcuttu. Zamanla
insan zihnindeki evrimleşme süreci içerisinde tali ilahlar ortaya çıkarıl­
dı, bir sonraki aşamada ise bu tali ilahlar tek tanrı inancına tamamen
egemen oldular.
Schmidt'in çalışması teorik bir yapıda olmaktan ziyade bol örnekle­
re dayanan bir eserdir. Öte yandan Schmidt tek tanrı fikrinden çok tan­
rılılığa geçiş sürecinin nasıl olduğu konusuna da değinmez. Bundan
dolayı onun görüşlerinin ana fikri oldukça kısadır.
Schmidt'in toplumların dini evrimi şeması şöyle özetlenebilir: En es­
ki kültür (Urkultur) avcı toplayıcı kültürdür. Bu kültürde egemen olan
dini inanç biçimi monoteizmdir. Bu kültürden birbirinden bağımsız üç
kültür daha çıkar. Anaerkil ağırlıklı bitki üreticisi kültür, ataerkil avcı
kültür ve ataerkil göçebe-hayvan yetiştiricisi kültür.
Ö zellikle tarihçi-fenomenologlar tarafından sıkça eleştirilmiştir.
Onu en şiddetli eleştirenlerden biri fenomenolog Raffaele Pettazzoni'dir
( 1 883-1959) . Pettazoni, onun monoteizm inancını yalnızca bir yakış­
tırma olarak düşünür. Essays 011 tlıe History of Rcligions'da Pettazzoni
"Bizim medenileşmemiş halklarda bulduğumuz şey, tarihi anlamda,
monoteizm değil, fakat Ulu bir Varlık fikridir. Bu fikrin gerçek bir mo­
noteizmle hatalı olarak özdeşleştirilmesi ve uyarlanması yalnızca yanlış
anlamalara yol açar"20 diyerek Schmidt'i eleştirir. Evans-Pritchard da,
Schmidt'in tarihi belli bir gelişim doğrultusuna hapsetme eğilimini sa­
kıncalı bulmuştur. 21 Schmidt'in dinlerin kökeniyle ilgili fikrini destek­
leyen en önemli isim Pinard de La Boullage (f.Etude Comparee des Reli­
gions, 1929) ve K.L.Bellon (Iıı Leiding tol de vergelijlıende Godsdienslwe­
tensclıap, 1932) olmuştur.
Robert Narry Lowie ( 1883-1957) Schmidt'in iptidailer arasında ulu
bir tanrı fikrinin varolduğu şeklindeki iddiasını mantıklı bulsa da, di­
nin ilk safhasının monoteizm olduğu savına katılmaz.22
Yukarda sayılan her beş okulu ve onlarla ilişkili alt teorileri birbirine
bağlayan tek ortak nokta, faydalanılan ana kaynakların antropoloji
ağırlıklı olmasıdır. Tanımı gereği geçmiş kültü�leri günümüz kültürleri­
ne örnekseyerek açıklama yolunu seçmeleri dolayısıyla, dinin kökeni
problemini gündeme getiren 1 9 . yüzyıl araştırıcıları için antropolojik
çalışmalardan daha iyisi bulunamazdı. Bu anlayış açık bir indirgemeci-
TARIHSELCILIGIN YÜKSELl$l VE DlNLERIN KÖKENi PROBLEMi • 63

!iğe yol açtıysa da (özellikle psikologlar bunun farkındaydılar) 20.yüz­


yılın başına kadar bu moda varlığını sürdürdü. Yerli Amerikan kurban
ritleri üzerine çalışan Lewis H. Morgan ( 18 18 - 1 88 1) ; Semitik kurban
ritleri ve · eski Semitik dinler, akrabalıklar konusunda ciddi bir uzman
olan W Robertson Smith ( 1 846- 1854) ; yine kurban ve sivil kurumların
ilişkisi üzerine çalışan H.C.Trumbell ( 1830- 1903); ] . Ferguson ( 1827-
1881); N.D. Fustell ( 1830- 1 889) aynı gruba sokulabilecek yazarlardan­
dır.
Burada sıralanan ve sıralanamayan pekçok yazar arasında filolojik
açıklamalara ve. sosyolojik görüşe daha yakın olan R. Smith diğerlerin­
den daha önemli bir yeri haizdir. Dini düşüncenin oluşumunda mitos
ve ritüellerin fonksiyonunu vurgulayarak, yirminci yüzyılda ortaya çı­
kacak olan Kuzey Avrupalı mit-ritüel okulun öncülerinden biri olarak
Smith, eski dinlerde asıl olanın tanrı ve insan arasındaki ilişkiyi düzen­
leyen süreçler ve kurumlar olduğunu ileri sürmüştür. Tanrı ve insan
arasındaki ilişkiyi oluşturan kurum temelde ritüellerdir.23 Öte yandan
Smith ilahların organizasyonunun aile ilişkileri esas alınarak yapıldığı­
nı ileri sürerek dini düşüncenin sosyal yanına da dikkat çekmiştir. Ona
göre din sosyal yapıların yüceltilmesidir.
Antropolojik verileri esas almakla birlikte diriin kökeninden ziyade
iptidai din kurumunun mahiyeti üzerine çalışan ve gözleme dayalı veri­
lerin önemini gündeme getiren birkaç yazar daha vardır. Bunların ba­
şında antropolog Franz Boas ( 1 858-194 2 ) gelir. Boas evrimci fikirlere
karşıt biri olarak iptidai topluluktaki bireye yönelik bir unsurun toplu­
mun geneliyle ne tip bir ilişkisinin olabileceğini inceledi. O ritüelin za­
mansal olarak mitos'lardan önce geldiğini ileri sürerek iptidai din içeri­
sinde birbiri içine geçmiş olguları ayrıştırmaya çalıştı. Bu anlaında onu
yapısalcı geleneğin öncülerinden biri olarak kabul etmek gerekecektir.
Bu kısımda dinlerin kökeniyle ilgili olarak kısaca ele almamız gere­
ken birkaç tali teori daha mevcuttur. Bu teorilerin gerek materyal kay­
nakları gerekse fikri ilhamları yukarıda sıralanan beş ana okulla ilişkili­
dir. Teorilerdeki ortak nokta evrimci bir gelişim çizgisinin kabulü, psi­
kolojik ağırlıklı açıklamalar ve sihir temasının önem kazanması şeklin­
de sıralanabilir. Freud'un görüşlerini Jung'la birlikte ele alacağımız bö­
lüme bırakırsak bu teorilerin kurucularını şu şekilde sıralayabiliriz: Ja­
mes George Frazer ( 1 845 - 1 9 5 1 ) , Lucien Levy-Bnıhl ( 185 7- 1939) ve
Robert Ranulph Marett ( 1 866-943).
64 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

f. George Frazer
Frazer, Glasgow'da doğdu. Düşüncesinin oluşma dönemlerinde
A. Comte, R. Smith ve E.B.Tylor'un etkisi altında kaldı. Rasyonel bir ge­
ri zemine sahipse de Frazer geleneksel bir Hıristiyandır. 24 Klasik gele­
neğin hayranı olarak Frazer ilk çalışmalarını Grek-Latin yazarları üzeri­
ne yaptı.
Dinlerin kökeninden ziyade iptidai dinin nasıl olduğu konusuyla il­
gilenen Frazer'in bu konudaki temel fikirleri 1895'den itibaren yayın­
lanmaya başlanan Golden Bough'da bulunur.
Golden Bough'un25 amacı Servius'un Virgil üzerine yaptığı tefsir ça­
lışmasında kaydedilen bir efsanenin açıklanmasına yöneliktir.
69 kısımdan oluşan Golden Bouglı'un kısaltılmış nüshası geniş baskı­
da olduğu gibi bol örneklerle dolu , dağınık ve sistemsizdir; teorik fikir­
ler araya serpiştirilmiştir. Kitabın içerisindeki gözleme dayanan bazı
antropolojik ve tarihi veriler yanlıştır (özellikle tahıl ruhlarıyla ilgili
olan kısımlar, 424-43 1 ) . Golden Bough üç konu üzerinde durur: sihirin
tanımı, llahi krallık problemi ve ölen-yeniden dirilen bitki tanrı ve tan­
rıçaları. Frazer sihiri ikiye ayırır: Benzerlik sihiri ve Bulaşkan sihir (Ho­
moepathic ve Contaminous) . 26 Benzerlik sihirinde sihirbaz istediği
herhangi birşeyi, yöneldiği nesneyi taklit ederek üretir. Bulaşkan sihir­
de ise etki edilecek şeyin ya tümü ya da bir kısmı ile kontak kurularak
arzulanan etki gerçekleştirilir. (Sihir yapılacak kişinin bir eşyanın ya da
ondan bir parçaya yapılan uygulama). 27 Din ve büyü arasındaki ilişki
de Frazer'e göre şöyledir:
Din, insanın kendisinden üstün olduğuna inandığı varlıkları sihir ile
teskin etme arzusunun neticesidir. İnsanlar ilkin doğal çevrelerine si­
hirle egemenlik kurmak istemişler, fakat bir sonraki aşamada dini duy­
guya yönelmişlerdir. Bu anlamda sihir, dinden önce gelen birşey olarak
dinle aynı değildir. Sihir aynı zamanda etki ve sonucu gözleyen bir
özelliğe sahip olduğu için bir anlamda iptidai kültürlerin bilim anlayı­
şını da yansıtır. 28
Golden Bough'da ele alınan diğer iki konu (ilahi krallık ve yeniden
dirilen bereket ilahları) ise bol örneklerle tasvir edilmiş, herhangi bir
teorik düzlem oluşturmayacak şekilde kurgulanmıştır.
Psikolojik yaklaşımı ve bol antropolojik materyali kullanımı ile Fra­
zer kendi dönemi içerisinde oldukça popüler bir konuma geldi. Fakat o
sihiri iptidai bir din sistemi olarak açıklasa bile, bu dinin çağdaşlarınca
ilk din olarak adlandırılan inanç biçimiyle ne kadar ilişkili o lduğu ko-
TARIHSELCILIGIN YÜKSELi$! VE DiNLERiN KÖKENi PROBLEMi • 65

nusu üzerinde durmaz; daha doğru bir ifadeyle bu konuda Frazer net
değildir. Frazer'in iptidai din sisteminin basit örneklerinden biri olarak
öngörmüş olduğu sistemin sihir mi, yoksa doğa üstü güçlerle bir çeşit
uzlaşma yolu mu olduğu konusundaki fikirlerinin açıklık kazanmadığı­
na dikkat edilmelidir. 2 9

g. Levy-Bruhl
Frazer kadar popüler olmasa bile ondan daha ciddi bir araştırıcı ola­
rak Fransız antropolog Levy-Bruhl'ün oluşturduğu konum kolay ta­
nımlanamayacak bir yerde bulunur. O hem psikoloj ik açıklamalara,
hem sosyoloj ik görüşlere ve hem de antropolojik verilere eşit uzaklıkta­
dır. Fikirlerini ifade etmede daha polemikçi ve cesur oluşu da onu di­
ğer meslektaşlarından ayırır.
1 9 10-1938 arasında Levy-Bruhl temel düşüncesi olan "iptidai zihni­
yet" (primitive mentality) üzerine 6 kitap yazdı. Fikirlerini en iyi şekil­
de ortaya koyduğu ana kitabı La mentalite priınitive 1 922'de basıldı.
Levy-Bruhl iptidai kurumlardan ziyade bir filozof hassasiyetiyle ipti­
dai insanın düşünce sistemi ile uğraştı.
Levy-Bruhl, teorisini belirleyen temel öge olarak insan toplulukları­
nı birbiriyle zıt özellikler taşıyan iki ana gruba ayırdı: iptidai topluluk­
lar ve medenileşmiş topluluklar.
O güne kadar yapıldığı üzere bu iki topluluk grubunun yalnızca
benzerliklerini göstermenin anlamsız olacağı iddiasıyla Levy-Bruhl da­
ha çok farklılıkları dile getirdi. O'na göre iptidai zihniyet medenileşmiş
zihniyetten tamamen farklıdır. Bununla birlikte, o, bununla iptidai in­
sanın doğru düşünme özelliğine sahip Qlmadığını söylemez. İptidai in­
sanın zihin yapısını belirleyen iki unsur "pre-logical thinking" ("man­
tık öncesi düşünme " ) ve mistik katılıma meyleden " mistik düşünce"dir.
Burada pre-logical düşünme mantıksız bir zihin yapısı anlamında ele
alınmamalıdır, bununla birlikte bu düşünme tavrı Aristo mantığınınkine
benzemez. Mistik düşünce ve pre-logical'in özelliği vasıtasız ve içsel bir
kavrama yeteneğine sahip olmasıdır.
Her ne kadar pre-logical düşüncesini ömrünün sonuna doğru değiş­
tirdiyse de görüşlerinin esasını hiçbir zaman terketmedi. Dinin doğru­
dan kökeniyle uğraşmaktan ziyade iptidai insanın zihin yapısını analiz
ederek dinler tarihine psikolojik açıdan yaklaşan araştınnacılara derince
etkide bulundu. Bununla birlikte günümüz insanını ideal anlamda man­
tıklı buluşu Vilfredo Pareto gibilerince alaycı bir tavırla eleştirilmiştir. 30
66 • Di NLER TARiHiNiN MESELELERi

h. R. Ranulph Marett
Burada son olarak ele alacağımız teorisyen R. Ranulph Marett'tir.
Oxford antropologlarının tüm idealizmini ve huınanizınini yansıtan
Marett'in teorisi kısaca preanimizm olarak bilinir. Marett animistlerin
öngördüğü şekilde ruha duyulan inancın dinin başlangıcı olduğu fikri­
ni kabul etmez. Bunun öncesinde, insan, fırtına veya benzeri bir doğal
güçte barındığına inanılan doğa üstü bir güce inanmış olmalıydı. Bu
gücü çeşitli kültürlerden örnekler göstererek sıralar: Andriamanitra
(Madagaskar) , Ngai (Masai) , Mana (Malenezya) ve Wakan ( Kuzey
Amerika yerlileri). İptidai insanın dini basitçe bu doğa üstü güçle do­
natılan doğal bir fenomendi. Bu dinin pratikteki şeklini belirleyen un­
sur ise sihirdir. Frazer'in sempatik sihir tanımına benzemeyen sihir ta­
nımına Marett "rudimentary Magic" adını verir.3 1
Marett parlak bir yazar özelliği taşıyorduysa da iptidai dinlerin kö­
keni konusunda çok orijinal fikirler üretemedi. Fikirlerin çoğu ve ter­
minolojisinin büyük bir kısmı diğer yazarlardan alındığı için etkisi sı­
nırlı kaldı. Onun en önemli takipcisi Alman etnolog ve dinler tarihçisi
Konrad T.Preuss (1869- 1938) oldu.

ı.Hegel ve Marx
Burada, her ne kadar ilginç ve önemli bir fikir geliştirememiş olsa
bile marxizmin din kavramına bakışı hakkında birkaç şey söylemek uy­
gun olacaktır.
Marxist felsefenin yeni gelişen din bilim konusundaki faaliyetleri,
tarihi dialektik oluşumunu öngören Hegelci çerçevede gerçekleştiyse
de Marx'ın, tarihteki Geist'in rolünü abartması dolayısıyla Hegel'i eleş­
tirdiği bilinmektedir. Tlıe Life oflesus adlı kitabında Hegel Hıristiyanlığı
eleştirir ve lsa'yı tarihi bir kişilik olarak kabul eder; lncil'deki mucizele­
ri de uydurma hikayeler olarak niteler. Paganizm insan üzerinde müey­
yide sunmadığı için Hegel, Grek dininin insan doğasına daha uygun ol­
duğunu ileri sürer. Ona göre Hıristiyanlık insani umutları arama yerine
göksel umutlara yönelerek, insanın mutsuzluğunu arttırmaktan başka
hiçbir şey yapmamıştır.
Hegel dinin üç aşamadan geçerek bugün anladığımız hüviyetini bü­
ründüğünü düşünmüştür. llk safha tabiat dini safhasıdır. Bu dini dü­
şünce safhasında ruh tabiattan soyut ve ayrı bir olgu olarak görülmez;
bu safhanın en be�irgin dini özelliği sihirdir. Uzak doğu dinleri bu saf­
hanın gelişmiş halini yansıtır. l kinci safhada ruh kavramı tabiattan
TARI HSELCILIGIN YÜKSELiŞi VE DiN LERiN KÖKENi PROBLEMi • 67

farklı bir şey olarak algılanmış ve tabiattan uzaklaştırılan bu ruhlar llah


haline getirilmiştir. Böylece personel bir ilah anlayışı doğmuştur. He­
gel'e göre bu safha Yahudilik, Grek, Roma ve benzeri dinleri içerir. Ni­
hayetinde dinlerin üçüncü safhasında Hıristiyanlık 9rtaya çıkar. Hıristi­
yanlık kendinden önceki bütün tecrübeleri değerlendirir ve sistemli bir
din olarak karşımıza çıkar.3 2
Hegelci bakışın ilk etkilerinden biri, Hıristiyanlığı tamamen bir mit
olarak değerlendiren David Strauss'un Life of]esııs ( 1 835) adlı eserinde
ortaya çıkar. Fakat Feurbach'ın The Essence of Clı ristia nity'sine ( 1841)
kadar gerçek anlamda Hegelci yaklaşımı kullanan bir eser ortaya çık­
mamıştır. Bununla birlikte bir realist olan Feuarbach Hegel'i teolog ola­
rak görür. Ona göre din, insanı rahatsız edici hallerden uzaklaştıran
hissi bir tecrübenin neticesidir. Tanrı, insanın kendini farketmesinin
abartılmış halidir. Tanrı, yüceltilmiş insandır.33
Herhangi bir özel çalışma yapmamış olmakla birlikte Marx'ın dinle­
re Hegel'ci diyalektik tarihi süreç perspektifinden baktığı bilinmektedir.
Dini, insanın tabiattan kopuş sürecinin başlangıcı ile başlatır. Din insa­
nın zayıflığını yansıtır ve afyondur. Cap ital'de işaret ettiği şekliyle
Marx'ın dinlere bakış açısı tamamen tarihidir. Engels de Anti Dulı�
r ing'de ( 1878) Müller, Tylor ve Feuerbach'a paralel şeyler yazmıştır.

1 Lubbock için bkz. E.J. Sharpe, a.g.e., 5 1 , 52; J. Vries, a.g.e., 100; G .Child,
Tcıplımısal Evrim, 2 1 , 22; Evans-Pritchard, Tlıeories of Prinıitive Religion, s. 27, 1 02,
1 07, 1 08, 1 23 .
2 Evans-Pritchard, a.g.e., s. 20, 2 1 .
3 C.S.Littleton, " lndo-European Religions " , E.R., vıı, s. 206.
4 M.Müller, Naturcıl Religion, s. 1 2 , 1 24 , 1 29.
3
5 Evms-Pritchard, a.g.e. , s. 20-22.
6 Evans-Pritchard; a.g.e., s. 22.
7 M.Müller, Coııtributioıı to tlıe Scieııce of Mythology, s. 56 , 570 .
9
8 E. B. Tylor, Prinııtive Culture, !, s. 1 6-22, 26 6 , 269.
9 Evans-Pritchard, a.g.e., s. 25.
l O H . Spencer, Principles of Sociology, 1/4 1 1 .
1 1 Evans-Prıtchard, a.g.e., s. 2 , 24 .
3
1 2 E. Durkheim, Tlıc Elenıaııtaıy Fonııs of Tlıe Religious Life, s. 1 , 1 4 , 65, 66, 67
3
1 3 E. Durkheim, a.g.e., s. 89, 9 1 .
68 • DiNLER TARiH i N iN MESELELERi

14
E . Durkhciın, a.g.c., s. 1 22, L 23 .
15
E . Durkheiın, a.g.c, s . 1 34, 135.
16
E.Durkheiın, a.g.e., s. 1 65, 1 66.
1 7 E.Darkheim, a.g.e., s. 1 85.
18 E.Durkheim, a.g.e.. s. 1 92.
1 9 E.Dunkheim, a.g.e, s. 52.
20Aktaran Evans Pritchard. a.g.e., s. 104; Pettazoni'nin Schmidt'i eleştirisi için

bkz. R. Pettazoni, "The Supreme Being: Phenomenological Structure and Historical


Development", T lıe History of Religions, s. 59-66.
21 Evans-Pritchard, a.g.e., s. 103, 104.
22 J.Vries, a.g.e., s. 1 19.
23 R. Smith, T lıc Rcligion of thc Scmitcs,s. 28, 30.
24 E.Sharpe, a.g.c. , s. 87.
25 Bizim burada kullandığımız Golden Boııglı nüshası ilk kez 1 9 22'de basılan

kısaltılmış metnin yeni baskısıdır. J . G .Frazer. The Golden Bough, (Wordsworth


Edıtıons)
26 G:. Frazer, a.g.e., s. 1 1.
27 G .Frazer, a.g.e., s. 1 2.
28 J. Frazer, a.g.e., s. 49.
29 j .Frazer, a.g.c., s. 5 1 .
3 0 Levy - B ru h l i l e i l g i l i b u k ı s ı m d a Evans - Pr i t c ha r d ' d a n ( 7 9 - 9 9 ) ve

U.Bianchi'den (T lıe Histoıy of Religions, s. 77-83) yararlanılmıştır.


3 1 Evans-Pritchard, a.g. e . , s. 34, 35.
3 2 B.Morris, Arıtlıropological Studies of Rcligiorı, s. 15.
33 L. Feurbach, T lıe Esserıce of Clıristianity, s. 5.
v1 1
K l T A B 1 M U K A D D E S T E T K.l K L E R l ,
-

PA N - B A B I L O N Y A O K U L U ,
K U T S A L K i TA P V E B l L l M

1 G E N E L KA RA K T E R
9.yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başları artan arkeolojik verilerle bir­
likte dinler tarihi çalışmalarında tektanrılı dinlerin araştırılmasına
yeni bir boyut kazandırdı. Daha önceden devir alınan Kitab-ı Mukad­
des tetkiklerindeki bakış açısı arkeolojik materyallerin ışığında yeniden
yorumlandı. Buna göre Kitab-ı Mukaddes'te anlatılan pekçok olay (ya­
ratılış, Tufan, Musa'nın mucizeleri, lsraili hikayeler. . . ) gerçekte Tev­
rat'ın yazılmasından daha önce Sümer, Asur, Babilonyalılar arasında
mevcuttu ve Tevrat'a da buralardan geçmişti. Bu fikri savunan teoris­
yenler genel olarak Pan-Babilonya okulu olarak bilinir.
Arkeolojik verilerin Kitab-ı Mukaddes tetkiklerine uygulanması ger­
çekte ilk olarak Kutsal metni daha iyi anlamak ve getirilen eleştirileri
k;ırşılamak üzere Protestan çevrelerde doğdu. Fakat zamanla bu araştır­
malar ateist ve Pan-Babilonya okulu mensuplarınca alındı ve tam tersi­
ne döndürülerek Kitab-ı Mukaddes'e yöneltilen yeni bir eleştiri metodu
haline getirildi.
Pan-Babilonya okulunun kuruluşu ve arkeolojik verilerden yarar­
lanmanm başlayışına kadar olan süreç içerisinde Kitab-ı Mukaddes
eleştirileri Spinoza'dan devir aldığı mirası sürdürdü. Daha önce temas
edildiği üzere Astruc, Tevrat'ı dört ayrı kaynağa (A,B ,C,D) bölmüştü.
70 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

Astruc'ten sonra bugünkü kullanılışına yakın şekilde Hermann Hup­


feld, mahiyetini kısmen değiştirerek bu dört kaynağa E (Elohist) , J (Ya­
hvist), P (Priest-füıhipler) ve D (Deuteronom-Tesniye) adını verdi. Bu­
na göre bu d ö ne m e kadar ağız dan ağız a dolaşarak gelen Tevrat
geleneğinin, nihayetinde yazıya geçirildiği fikrini savundu. J ve E kay­
nakları ayırımını reddetse de Tekvin-Sayılar ve Tesniye arasında bir ayı­
rım yapmıştır. l Kilise kaynaklar teorisine getirdiği eleştirilerin büyük
bir kısmını Uppsala okulundan almıştır.
P kaynağı olarak anılan Tevrat'taki çeşitli kısımları kapsayan kaynak
en eski kaynak olarak düşünülüyordu. 19. yüzyılın ortalarına kadar en
eski kısım olarak P M.Ö.1000 civarından daha önceye çıkartılıyordu.
Bu ana kaynağa sonraları eklenen diğer üç kaynak ise M.Ö.900-500 ta­
rihleri arasına konuyordu. Son üç kaynağın tarihlendirilmesinde büyük
değişiklikler yapılmadıysa bile, K . H . G ra f ( 18 15 - 1869) ve A. Kuenen
( 1828- 1 89 1 ) P'nin tersine en yeni ve Tevrat'ı en son düzenleyen kaynak
(M.Ö.6.yüzyıl civarı) olduğunu iddia etti; ve bu görüş bugün hala istis­
nasız kabul edilmektedir. Tevrat'ı dört ayrı kaynağa bölen bu metodik
ayırımın en son ve en önemli temsilcisi Julius Welhausen'dir ( 1 844-
19 18). Welhausen yukardaki araştırmacıların izinden giderek Die Com­
pozition des Hexanteuclıs ( 1 885) adlı eserinde "dört kaynak teorisi"ni
bugünkü haline getirdi. Bugün hala revaçta olan teorisine çeşitli çevre­
lerden eleştiriler geldiyse de Welhausen'in daha çok metin içine dayalı
olarak yaptığı bu ayırım arkeolojik belgelerle desteklenerek yeniden
güç kazandı. Wahausen'in Kitab-ı Mukaddes içerisinde araştırdığı esas
kısım Tevrat bölümü olmuştur. Onun Tevrat'ı kaynaklarına ayırışı te­
mel olarak, anlatımlar arasındaki farklı veya çelişkili görünen kısımla­
rın analizine dayanır. Welhausen'e göre Yahudilik tabiat hayatında orta­
ya çıkan bir dinden tabiattan arındırılmış bir din sistemine doğru ilerle­
miştir. Bu gelişmenin zirvesini ise P kaynağı temsil eder. Ona göre P
kaynağında ortaya çıkan yapı II. Tapınak döneminin (M .Ö. VI . yüzyıl)
hiyerarşisine dayalı kuralların sonucudur. Welhausen'in görüşleri kısa­
ca şöyle özetlenebilir: a. P kendi içerisinde bir kült merkezileşmesini
ifade eder. Bu kaynakta Tanrı'ya ibadet tek kültik kurum olan Toplan­
ma Çadırıyla ilişkilendirilir. b. Yoşiya'nın (M.Ö. 640-609) reformundan
önceki dönemde kült faaliyetleri her yerde yapılıyordu ve rahip olma­
yan insanlar çeşitli tapınak ve sunaklarda hizmet ediyorlardı (Çıkış
XX/24-26) . Yoşiya'nın kültü merkezileştirmesiyle bölgesel kült merkez­
leri terkedilmiş ve Kudüs'teki tapınak tek tapınak yeri olmuştur. Yük-
KITAB-1 MUKADDES, PAN-BABILONYA OKULU, KUTSAL KiTAP VE BiLiM • 71

sek alanlarda ve bölgesel tapınaklarda görev yapanlar zaman içerisinde


tali kült görevlisi haline gelmişlerdir (Ezekiel XLIV/1 1 - 14) . Welha­
usen'a göre P'de bulunan yüksek rahip il. Tapmak dönemi müddetince
oluşan rahip çevresinin de gücünü yansıtır, çünkü daha önceki litera­
türde işaret edilmeyen rahiplere ait kutsal hediyeler ve kurbanların sa­
yısı P'de çoğalmaktadır. Bu hediyeler ve kurbanlar şunlardır: Günlük
ve bayram sunuları (Sayılar XXVIII/29), günah ve suç sunusu (Levililer
lV/5), Levililer için ondalık (Sayılar XVIII/2 1 -24) , rahipler için ondalık
(Sayılar XVIII/25-32 ) , rahiplere verilen ilk doğan kurbanlar (Sayılar
XVIII/15-20) , Levitikal şehirler (Sayılar XXXV/1 -8) d. Mübah ve mü­
bah olmayanlar konusundaki kurallar (P için bunlar oldukça tipiktir) ,
ölülerin kirliliği (Sayılar XlX), temiz olmayan hayvanlar, leşler, bataklık
yaratıkları (Levililer II) , il. Tapınak döneminin hiyerarşisini yansıtırlar.
Tapınağın kutsanışı ile ilgili çok sayıda uyarı da buna dahildir. Bunlar
Sürgündeki Yahudiler'in belirgin özelliklerindendir. (Tekvin 1/1 , Il/3,
XVII/l , XVII/l , Çıkış XVl/ l , XXXl/ 1 2 - 1 7 , XXXV/1-3; Sayılar XV/3 2-
34). f. Filistin'de zirai mevsimlerle ilişkilendirilen bayramlar zirai çev­
resinden arındırılarak belirli özel bayramlar haline dönüşmüştür. Bu
dönem müddetince iki bayram ortaya çıkmıştır: Roş ha Şana ve Kefaret
Günü (Levililer XXIII/17, XXIII/23-32; Sayılar XXlX/1- 1 1) Bu bayram­
ların artık tarımla ilişkisi kalmamış 11. Tapınak döneminin rahip otori­
tesini temsil eder hale gelmiştir. g. P'de detaylarıyla anlatılan Toplanma
Çadırı (Çıkış XXV/30, XXXV/40; Sayılar 1/4, VII/8) il. Tapınak dönemi­
nin rahiplerce icadıdır. Bu durum aynı zamanda Kudüs'teki Tapınağın
gücünü de yansıtır. Sonuçta Welhausen P kaynağındaki 11. Tapınak dö­
nemine ait izleri öne sürerek P'nin II. Tapınağın kuruluşundan sonra
tertip edildiğini iddia etmiştir. Böylece Tevrat'ın gerek tarihlendirilmesi
g�rekse farklı kaynaklardan geldiğinin önemli ispatı olarak P kaynağı
Welhausen'in teorisinde en önemli yeri almaktadır. Çünkü P, Tevrat'ın
oluşumunda dönüm noktasıdır. Welhausen'e göre Tevrat'ı oluşturan di­
ğer üç kaynak H. Hupfeld'deki ayrıma uyarak E, J ve D kaynaklarıdır.

P A N - B A B I L O N YA O K U L U
Tevrat'ın metin analizine dayanılarak yapılan bu parçalanmasına ye­
ni katkılar Pan-Babilonya okulundan geldi. Mensuplarının çoğu ya ar­
keoloji ya da çivi yazısı uzmanı o lan Pan-Babilonya okulunun ilk ku­
rucularından biri olarak A. Clay 1 909'da yayımlanan Amurru, The Home
of Nortlıem Seınites (Philadelphia 1 9 18) adlı kitabında Asurca yazılan
72 • D i N L E R TA R i H i N i N MESELELERi

yaralllış destanı Enuma Eliş'in Tevrat'taki yaralllış anlatımı üzerine cid­


di olarak etkide bulunduğunu iddia etti. O'na göre Enuma Eliş, Amur­
ru denilen kuzeybatı Mezopotamya cıvarından gelen göçebe Semitikle­
re ait mitoslar ve Sümer geleneklerinin birleşiminden oluşuyordu. Hem
lbraniler hem de Asur-Babilonyahlar bu fikirleri bu bölgeden almışlar­
dı. Clay daha sonra bu fikirlerini Tlıe Epic of tlıe Amorites (New Haven,
1919), A Hebrew Deluge Story in Cuııeifonn (New Haven, 19 19) ve Tlıe
Origin of Biblical Traditions (New Haven, 1923) adlı kitaplarında geniş­
letti. Yaratılış hikayesinin dışında; Tevrat yazarlarının Nuh tufanı anla­
tımını da Sümerlere ait tufan hikayesinden aldığını ileri sürdü.
lkinci önemli isim olarak Hugo Winckler ( 1 863- 19 13) de aynı şekil­
de Babilonya kültürünün Kitab-ı M ukaddes'e etkisinden bahsetti.
Winckler'in öğrencisi Eduard Stucken ( 1 865- 1936) dünyanın her ye­
rindeki astronomik mitosların merkezinin Babilonya olduğunu savun­
du.
Aynı dönemlerde G.Elliot Smith ve Wj . Perry medeniyetin merkezi­
ne Mısır'ı koyarak Pan-Egyptian okulunun kurucusu oldular.
Welhausen'in teorisine Pan-Babilonya okulunun verilerini uygulaya­
rak bu iki fikri karma haline getiren en önemli isim S.R. Drıver'dır. Dri­
ver, Tlıe Boolı of Geııesis'te (London, 1909) Tevrat yazarlarının Babilon­
yahlar'la birlikte yaşadıkları dönemde pekçok efsaneyi aldıklarını ve
bunu Tevrat'ı oluşturacak metinler içine soktuklarını yazdı.
Kitab-ı Mukaddes tetkiklerinin arkeoloj iyle buluşması, arkeolojiyi
Kutsal Kitaplar'daki problemli noktaları çözmek maksadıyla bir silah
olarak kullanmak isteyen Hıristiyan çevreleri güç durumda bıraktı. Bu­
nunla birlikte arkeolojinin ortodoks alana çekilmesi doğrultusunda
özellikle 20. yüzyılda ciddi çabalar sarfedildi. Bunlardan biri olan
K.Kitchen arkeoloj inin Kitab-ı Mukaddes'teki bilgileri nasıl doğrulaya­
cağı konusunda birtakım fikirler geliştirerek Welhausen'in görüşlerini
eleştirdi. 2
llginçtir ki R. Bultmann gibi Hıristiyan hermenötikçiler bile meto­
dik platformda Pan-Babilonyacılarla buluşmaktadır.

K I TA l3 - I M U K A D D E S T E T K i K L E R i - B i L i M V E K i L i S E
Kilisenin bilime karşı tavrının tarihi az çok bilinmektedir. Fakat 19.
yüzyıl pozitivizminin Kitab-ı Mukaddes'in eleştirilmesine önayak olan
disiplinleri karşısında Kilisenin tavrı, geleneksel tavırdakilerden daha
farklı oldu. Kilisenin başına kadar pozitivizme gömülüş sürecinin baş­
langıcı Kitab-ı Mukaddes tetkiklerinin ciddileşmesi ile paraleldir.
KITAB-1 MUKADDES, PAN -BABILONYA OKULU, KUTSAL KiTAP VE BiLiM • 73

Septik tavır, her şeyden önce Tevrat'taki yaratılış hikayesinin jeolojik


bulgularla çeliştiğini ileri sürdü. S.R. Driver, Tlıc Boolı of Genesis'te,
"günümüzde jeoloji ve astronominin öğrettiği şeyler ile Tekvin 1 babın
öğrettiği şeyler uzlaştırılabilir mi? Eğer gün ile 2 4 saat kastediliyorsa
açıktır ki uzlaştırılamaz. Bununla birlikte eğer sahah ve akşam gibi iba­
reler gün olarak değil de, .sembolik anlamda dönem olarak nitelendiri­
lirse bu mümkün olabilirdi. Şimdi gün ifadesinin bu şekilde düşünül­
düğünü varsayalım; bu durumda şu sorunun cevabı ne olacaktır: Tek­
vin'in günleri bugün iyice bilinen jeolojik dönemlerle gerçekten kesişir
mi? Samimi biri buna yine hayır cevabı verecektir. . . " 3 diyerek Kitab-ı
Mukaddes'teki yaratılışın tamamen olmasa bile büyük oranda efsanevi
mahiyette olduğunu savundu. Driver, bu tip verilerden haraketle Tev­
rat'ın vahiy olmadığı şeklinde bir görüşü açıkça beyan etmediyse bile,
yazdıklarından onun böyle bir fikre sahip olduğunu anlamak zor değil­
dir. Şüphesiz Driver bu konudaki tek isim olmadı.
Kilise Tekvin ve jeolojik dönemler arasındaki çelişkileri veya Babi­
lonya efsaneleri ile Tekvin'de anlatılan kıssalar arasında olduğu varsayı­
lan ilişkilerin yarattığı problemleri çözmek için "vision-theory" olarak
adlandırılabilecek bir teori ortaya koymaya çalıştı. Buna göre, Tanrı, ya­
ratılış olayını Tekvin'de peygamberler aracılığıyla insanlara anlatırken
yaratılış safhasının bir anlamda özetini yapmış ve gerçek süreçleri kı­
saltmıŞtı. Hatta Tanrı yaratılış işlemini Peygamberlere iletirken olmadık
şeyleri de ekleyerek bir anlamda peygamberlere hayali vahiyler de in­
dirmişti. Bu görüş hem teologları hem de fen bilimcileri birleştirmeyi
amaçlıyordu. Hugh Miller Testimony of tlıe Rochs ( 1 857) adlı kitabında
bu fikri savundu ve fikirleri oldukça popüler hale geldi. Fakat Pan-Ba­
bolonya okulu ile ilişkisi olan F. Delitzsch bu teoriyi şiddetle eleştirdi.
Çünkü O'na göre Tanrı'nın "özet yapan biri" olduğuna dair Tevrat'ta
herhangi bir örnek yoktu.4 Diğer Pan-Babilonyacılar da bu teoriyi saç­
ma buldular.
Kanada'lı jeolog j .W Dawson, H.Miller'in görüşünü reddettiyse de,
Kitab-ı Mukaddes'teki ayetleri olağanüstü abartılmış sembolik bir dille
yorumlayarak Tekvin'deki yaratılış ve jeolojik bulguları uzlaştırmaya
çalıştı. S Mesela Tekvin 1/2'deki "yer ve sular" ifadesinin yalnızca yere ve
suya işaret etmediğini fakat aynı zamanda güneş sisteminin nebüler ya­
pısına da işaret ettiğini ileri sürdü. Fakat kısa süre içinde bu teori de
eleştirilmeye başlandı. T.G . Bonney (1895) ve C. Pritchard (1886) bu
bilimsel hermenötik çabasını şiddetle reddettiler.
74 • D i N LE R TARi H i N i N MESELELERi

Kitab-ı Mukacldes'in bilimsel anlamda cleğerlendi rilişinin yol açtığı


problemleri kilise, pozitivizme katı bir şekilde taviz vererek yeni bir
hermenötik yolla saf dışı etmeye çalıştı. Buna göre visioıı-tlıeory anla­
mında olmasa da Kutsal Kitabın herşeyi söylemediği kabul edildi. Kili­
se, arkeoloji araştırmalarını onayladı, hatta bu tavrını aklamak için bu­
gün hala popüler bir şekilde kullanılan 'Biblical Archeology' terimini
icat etti.

1 Ilu bölünmen teolojik sonucu tahmin edileceği üzere Tevrat'ın vahiy olmadığı savı­

dır. Ö te yanda 20.Yüzyıl'ın başında itibaren yapılan çalışmalar, bazı çevrelerce kabul
edilmese de, dört kaynağın sayısını daha da arttırmış görünmektedir. R.Smend J kayna­
. ğını J 1 ve J2 diye ayrı kaynaklar haline böldü. O. Eissfeldt J kaynağını L kaynağı adı ile
bir başka kaynağa çevirdi. Ilu kaynak Davut'un ölümüne kadar süren bir geleneğe sahip­
ti. ]. Morgenstern Musa'nın doğumundan Hakimler'e kadar olan kısımda K kaynağı adı
ile yeni bir gelenek keşfettiğini iddia etti. Pfciffcr, Tekvin'de S adı ile yeni bir kaynak
bulduğunu ileri sürdü ... Ilütün bu iddialara rağmen lsveç Uppsala okulu (I.Engnell v.d)
Tevrat'ın bölünmesini öngören Kaynak hipotezini şiddetle eleştirdi. Detaylı bilgi için
bkz. J. Ilright, "Modern Study of the O. T.", Tlıe Bible and tlıc Ancicnt Ncar East, 19-2 1 .
2 K.Kıtchen, Tlıe Ancicnı Oıient aııd Old Testameııt, 24, 29, 39, 80, 1 14, 1 1 7, 1 19.

Mesela dört kaynak teorisinin dayanaklarından biri olarak Tekvin 1 ve il. haplardaki ya­
ratılışı işleyen kısımların farklı uslupta oluşunun farklı zaman ve coğrafyaya bağlanama­
yacağını ileri sürerken arkeolojik veriyi şu şekilde değerlendirir. "Karnak'ta Amun Ste­

li'nde tanrıyı öven ifadelerdeki üslup veya U rartu yazıtlarında tanrı Haldi'yi öven sözler­
deki üslup değişimi nasıl bu metinlerin farklı zamanlarda yazıldığına delalet etmezse öy­
lece Tekvindeki iki farklı yaratılış anlatımı da farklı zamanda yazılmaya işaret etmez."
Kıtchen, a.g.e., 1 1 7 Her türlü eleştiriye rağmen yadsınamayacak hakikat, hem kaynaklar
teorisinin hem de Pan-Ilabilonya okulunun akademik çevrelerde hala egemenliğini sür­
dürdüğüdür. 20.Yüzyıl'ın ortalarından itibaren ortaya çıkan fenomenolojik ağırlıklı ça­
lışmalar Pan-Ilabilonya okulunu hedef aldıysa da, kaynaklar teorisi popüleritesini hala
.
korumaktadır.
KITAB-1 MUKADDES, PAN-BABlLONYA OKULU , KUTSAL KiTAP VE BiLiM • 75

3 S.R.Drivcr, Tlıc Boolı of Gcııcsis, 2 1 . Drıvcr dönemin en önemli bilim yanlılarından


biridir. Hem arkeoloj i k verileri hem Wcllhauscn'in görüşlerini Kutsal Kitaba uygula­

maktan çekinmeyen Driver l 874'dl' Hclncw Tcııses adlı kitabından i tibaren tanınmaya

başladı. En önemli kitabı olan /ııtrodııctioıı to tlıc Litcratıırc of tlıc Old Tes ta m c ıı t ' te açıkca

Welhausen'i destekledi.
4 F. Delitzsch, Babcl aııd Biblc, s. 18.
5
Dawson'un bu konuda yazdığı i ki kitap ilginçtir. Oıigiıı of thc Wodd Accoı·diııg to

Rcvclation aııd Scieııcc ( 1 886) ve Modern Scicııcc in Biblc Lands. ( 189 5 ).


vııı
ÇACDAŞ AKIMLAR

DiN FENOMENOLOJ iSi


in fenomenoloj isi basit bir tanımla tarih içerisinde göründüğü
D şekliyle çeşitli dini olguların tasvire dayalı analizidir. Burada di­
ni olgularla kastedilen şeyin kurban , sünnet, kötülük fenomeni gibi
şeyler bir araya getirildiğinde dinin tümünü oluşturan ögeler olduğu­
nu söyleyebiliriz.
Daha sonra detaylarıyla temas edileceği üzere din fenomenolojisi­
nin Edmund Husserl'in fenomenoloji felsefesiyle (Logisclıe Untersuc­
lıımgen, 1900-1 90 1 ; ldeeıı zu einer reinen Plıiinoınenologie, 19 13) bir
ilişkisi yoktur. Tersine Husserl'in felsefeyi metafizikten arındırma te­
şebbüsüne karşılık din fenomenologları çoğunlukla dini eğilimli in­
sanlardır. Husserl'in fenomenolojisinin çağrıştırdığı ilişki imajından
kurtulmak için bazı fenomenologlar, din fenomenoloj isi yerine muka­
yeseli din araştırmaları (comparative study of religion) lafzını teklif et­
mişlerdir. l Din fenomenologlarının gerçekte Husserl'den aldıkları tek
olgu epoche ve eidetic vision kavramlarıdır.
Öte yandan, din fenomenoloj isinin daha az bilinen, ama oldukça
önemli yanlarından biri, Hıristiyanlığa getirilen ateist eleştirileri ve din
çalışmalarına uygulanan kısmi pozitivist yaklaşımı önlemeye çalışma­
sıdır.
78 • DiNLER TARiHiNiN MESELELER\

Daha çok Hollanda ve Alınan kökenli olan din fenomen ologları ge­
nellikle protestan eğilimlidirler. Geleneksel olarak din fenomenolojisi
Hollanda'lı Gerardus Van der Leeuw ( 1890- 1 950) ile başlatılır. Gerçek­
te din fenomenolojisi tabirini ilk kez kullanan Chantepie de la Saussa­
ye'dir (Lehrbuch der Religionsgeschichte, 1 887). Saussaye bu tabirle din
fenomeninin özünü anlama ve fenomeni sınıflamayı kastetmiştir. Le­
euw'un kendisi ilk din fenoınenologu olarak Gottingen'li dinler tarihçi­
si C.Meiners'i (Al lgemeine hritische Geshichte der Religionen, 1 806-
1 807) gösterir. 2
Leeuw'un Plıiinomeıwlogie der Religion adlı kitabının 1 933'te yayın­
lanmasından itibaren yaygınlaşan din fenomenolojisi tabiri şimdilerde
neredeyse tüm dinler tarihi çalışmalarını (özellikle de mukayeseli araş­
tırmaları) kapsayacak şekilde genişlemektedir. Leeuw'un tersine tarihi
perspektifin dışlanmaması gerektiğini öne süren din fenomenologları
" historical phenomenology" tabirini kullanma eğilimindedirler.3
Leeuw ile başlayan din fenomenolojisi çalışmalarının başlangıcını
aynı adla olmasa bile spekülatif anlamda Nathan Söderblom ( 1866-
1 93 1 ) ve Rudolf Otto'ya ( 1 869- 1 93 7) kadar çıkarmak mümkündür.
Her iki yazar Schleierınacher ( 1 768- 1 834) aracılığıyla Luther'e kadar
uzanan iki kavram -dini tecrübeden doğan sezgi ve kutsal - ön plana çı­
karması dolayısıyla din fenomenolojisinin geri zeminini hazırlamıştır.
Bu bağlantı zinciri aynı zamanda din fenomenolojisinin altında yatan
protestan ideolojiyi de yansıtır.
Uppsala ve Leipzig'de öğretim üyeliği yapan Söderbloın 1 9 14- 193 1
arasında Uppsala başpiskoposluğu görevinde bulundu . Pekçok farklı
alanda çalıştıysa da eski lran dinleri konusunda özelleşti. Tüm dinlerin
kendi içerisinde anlamlı bir bütün oluşturduğunu vurguladı ve dinlerin
sui generis yönünün ön plana çıkarılması gerektiğini ileri sürdü. Bilim­
sel bir disiplin olarak kullanıldığında dinler tarihi çalışmalarının tanrı­
nın varlığını ispatlayacağını savunan Söderbloın için dinler tarihi teolo­
ji ile eş anlamlıdır. Din fenomenolojisi geleneğinin oluşmasına katkıda
bulunacak şekilde iki ögeyi-dinlerdeki kurban, ibadet, tanrı gibi feno­
menlerin kendi içerisinde incelenmesi ve kutsal kavramının vurgulan­
ması- ön plana çıkardığı görülmektedir.
Din fenomenoloj isi geleneğinin oluşumuna katkıda bulunan ikinci
kişi Alınan dinler tarihçisi Rudolf Otto'dur. O, l l . Dünya savaşından
sonra Alınanya'da etkin olan en önemli teologlardan biridir. Otto, Lut­
her'in içe yönelik sezgi anlayışından ve Schleiermacher'in dini tecrübe-
ÇACDAŞ AKIMLAR • 79

deki "hissetme" kavramından büyük ölçüde etkilenmiştir. Daha zor far­


kedilse bile onun üzerinde etkili olan bir başka önemli isim Kant'tır.
Erlangen, Gottingen ve Breslau gibi şehirlerde çalışan Otto, 1 9 1 1 -
1 9 1 2 arasında Hindistan'a gitti v e burada Sanskritçe öğrendi. Ciddi an­
lamda sistematik bir dinler tarihçisi olan Otto 19 16'da Hindoloji ala­
nındaki ilk çalışması Dipika des Nivasa'yı yayınladı. Bu tarihten itibaren
onun daha çok Hıristiyanlık dışındaki dinlerle ilgilenmeye başladığını
görüyoruz.
Onun en önemli ve dinler tarihine katkıda bulunan kitabı Das Heili­
ge'dir ( 19 17). Bu kitabında Otto, dini tecrübedeki akli olmayan (non­
rasyonel) elemanları araştırır. Ona göre dinin özünü oluşturan akli
olmayan tek kavram kutsaldır. Mental bir durum olan kutsal, sui gene­
ristir ve indirgenemez bir konumdadır.
Kutsal kavramını anlatmak için (Latince numen, " doğa üstü var­
lık"tan iktibas ettiği) numinous kelimesini kullanır. Buna göre dini ha­
yatın esasını oluşturan "numinousu tecrübe etmek" iki şeyden oluşur:
Bilincin şiddetle kendinden üstün bir varlığın farkında olması veya
mysterium tremendum ile bu farkında oluştan sonra kişinin kurtulu­
şa/izzete erdiğini hissetmesi ya da mysterium fascinosum.
Otto'ya göre tüm dinlerin özünü numinous ve onun tecrübe edilme­
si (tremendum ve fascinosum) kavramı oluşturur.
Söderblom'a benzer şekilde Otto'nun din fenoınenolojisine katkısı,
kutsal ve sezgi kavramlarını ön plana çıkartması ile gerçekleşmiştir.
Onunlu birlikte Otto, Schleiermacher aracılığıyla Luther'deki iki kavra­
mın -kutsal ve sezgi- din fenomenolojisine taşınmasında son halka ol-
muştur. .
Din fenomenolojisinin gerçek kurucusu olarak Leeuw 1 9 1 8'de Gro­
ningen'de Dinler tarihi öğretim üyeliğine atandı. Onun temel görüşleri
Phanoınenologie der Religion ( 1933) adlı kitabında bulunur. Leeuw,
Kant, Hegel, Söderblom, Otto, Levy-Bruhl gibi pek çok kişinin etkisin­
de kalmakla birlikte kendine has fikirler oluşturabilmiştir.
Phanomenologie, din bilimleri üzerine analitik bir çalışmadır. Din fe­
nomenolojisinin sınırlarını çizen bir tanımlama olarak fenomenolojinin
dinin tarihi gelişmi ile uğraşmadığını ve dinin kökenini soruşturmadı­
ğını söyler. Ona göre din fenomenolojisi herşeyden önce kurban, iba­
det, mit gibi kavramları konu edinir. Derinden incelendiğinde dinler­
den alınan bu tür kesit kavramların gerçekte aynı nosyonlara sahip ol­
duğu görülecektir. Husserl'den aldığı iki kavramın -epoche4 ve eidetic
80 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

vision 5 - konumunu da şöyle belirler: epoche herhangi bir meseleye ön


yargısız yaklaşma veya ön kabullerini paranteze alına anlamına gelir.
Eidetic vision ise herhangi bir fenomenin kavranışında sezgi yetisinin
kullanılmasıdır. Leeuw'a göre bu iki kavram din fenomenoloj isi
herınenötiğinin temel taşlarıdır. 6
Öte yandan Leeuw için dinler tarihi ve teoloji aynı şeydir. Ayrıca
esas amacı haline getirmemek koşuluyla din fenoınenolojisi'nin arke­
oloji, antropoloji, filoloj i gibi disiplinlerden faydalanmasında bir sakın­
ca yoktur. Herşeye rağmen esas inceleme alanının fenomenlerin tarihi
olmadığı akıldan çıkarılmamalıdır. 7
Leeuw'un günümüzdeki tek ortodoks izleyicisi Hollanda'lı din feno­
menologu C.jouce Bleeker'dir (Sacred Bridge, 1 963).
Bleeker'e göre din fenomenolojisinin görevi dini olgunun üç boyu­
tun� keşfetmektir. Bu üç boyut şu şekilde özetlenebilir: Theoria. Dini
olgunun theoria'sı "hakikatin özünü ve önemini" ifşa eder. Olgunun
derinlemesine analizi anlamına gelir.
Logos: Dini olgunun Logos'u, farklı dini hayat formlarının yapısını
çözme çabasıdır. Dinlerin sui generis yapılarının çözülmesi dini hayatın
iç mantığını verir.
Entelecheia: Dinin sürekli değişen yönünün kanunlarını ortaya çı­
karmaya yönelik çabayı ima eder.
Pekçok fenomenolog Leeuw'dan sonra tarihi bağlama daha fazla
önem vermeye başlamıştır. Bleeker'de kısmen ortaya çıkan bu eğilim
Pettazoni, İsveçli Geo Widengren (Religionsplıanomenologie, 1969) ,
İtalyan Ugo Bianchi, Norveç'li Brede Kristensen ( 1 867- 1953 ) , jean Bot­
tero ve Romen kökenli Mircae Eliade'in ( 1907- 1 986) çalışmalarında ta­
rihi perspektifin kullanılışı yoğunlaşır.
Hollanda'lı din bilimci Edvard Lehınann ( 1 862- 1 930, Religionsve­
tenslıapen) sistematik bir teolog görünümündedir. Daha çağdaş bir ya­
zar olarak Michael Pye'de aynı sistematik eğilimi görmek mümkündür.
Din fenomenolojisi ve j ung'un psikolojisi arasında bir hat oluşturan
j oseph Caınpell ise tam olarak sui generistir.
Teolojik eğilimi ağır basmakla birlikte Leeuw'dan daha objektif ve
pluralist bir isim olarak Alman Friedrich Heiler ( 1 892- 1967) de önemli
bir fenomenologdur. Aynı çizgideki bir başka fenomenolog Ninian
Smart'tır.
Leeuw'dan sonra ortaya çıkan tarihçi eğilimin zirvesine ulaşan isim
şüphesiz ki Pettazoni'dir. Pettazoni fenomenolojinin temel metodunu
ÇAGDAS A KIMLAR • 8 1

oluşturan mukayeseli çalışmalarda dini olguyu zaman dışına iten tavrı


kabul etmez. Bu haliyle fenomenoloj i ütopik ve teolojik bir araç olmak­
tan öteye gidemeyecektir. Fenomenoloji, olguyu gerçekten anlamak is­
tiyorsa onu dikey boyutta üreten geri zemini anlamak zorundadır. 8 Bir
bakıma geleneksel tarihçilik ile fenomenolojiyi birleştiren bu eğilim fe­
nomenolog jean Bottero'da daha netleşir; ona göre tarihin metodu ile
dinler tarihinin metodu aynıdır. Öte yandan Bottero "din tarihin"den
ziyade "dinler tarihi"nden bahsetmenin daha doğru olacağını söyleye­
rek dini olguların zaman içerisinde değişimine dikkat çekmiştir.
Jung ile olan ilişkilerinden dolayı iki fenomenologu -M. Eliade ve
j . Campbell- daha sonraya bırakmış bulunuyoruz.

YA P I S A L C I L l K
20. yüzyılda dinlerin mahiyeti ile ilgili olarak teoriler ortaya koyan
en önemli okullardan biri şüphesiz yapısalcılıktır. Ortak bir teori çatısı­
na sahip olmayan yapısalcılık Levi-Strauss'dan, ] . Lacan, L.Althusser ve
R. Barthes'a kadar uzanan geniş bir çevreyi içine alır. Bununla birlikte
yapısalcılığın temelini F. de Saussure'ün ( 1857-19 13) dil üzerine yaptığı
çalışmalara kadar götürmek mümkündür.
Saussure'ün, Levi-Strauss'a, dolayısıyla dinler tarihinin yapısalcı yo­
rumuna katkısı onun dil içerisinde bulduğu iki ayrı katman aracılığıyla
gerçekleşmiştir. Saussure'ün dil içerisinde, harici, ortak ve kod özelliği
taşıyan 'La Langue' ve bireyin bu La Langue'a yüklediği öznel anlam
-parole- ayırımından yola çıkan Levi-Strauss toplumsal düşüncenin
ötesi olan mitos içinde bu şekilde iki ayrı katman bulunduğunu düşün­
müştür. Böylece mitos hem topluluğun kodunu hem de bireyin kendi
kodunu yansıtan bir veri durumundadır. Strauss mitoslarda ayırt ettiği
bu iki zıt katmanı tüm dini fenomenlere uygulamıştır.
Gerçekte bir din antropologu olan Levi-Strauss 1 908'de Brüksel'de
doğdu. Paris'te eğitimini yaptıktan sonra Sao Paulo Üniversitesi'nde ka­
riyerine devam etti. Brezilya'da saha araştırması yaptı. Bir müddet
A.B.D.'deki Fransız elçiliğinde kültürel ataşelik görevini üstlendi. Kari­
yerinin sonraki kısmını Paris'te sürdürdü.
Levi-Strauss dini fenomenlerin zihinde varolan birtakım a priori ka­
lıplara uygun olarak şekillendiğini düşünür. Ona göre zihindeki temel a
priori kalıp ise zıtlıkları yakalayan kalıptır. Bu düşüncesiyle Levi-Stra­
uss jung'la paralellik gösterir.
82 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

lnsan zihin dünyasındaki a priori kalıplara uygun olarak çevresinde­


ki tüm nesneleri zıtlık katmam içerisinde algılamıştır. Bu algılayış biçi­
mi iptidai insanın düşünce sistemini yansıtır.
Levi-Strauss'un zıtlıkları ön plana çıkaran ve dolayısıyla kültürel fe­
nomeni kendi içerisinde anlamlı bir bütün olarak kabul eden yapısalcı­
lığı, bir bakıma dini, gelenekçi açıdan izah eden tüm görüşlerin getirdi­
ği teolojik ideoloj iyi önlemeye yöneliktir. Bu geri zeminiyle yapısalcılık
gerek fenomenologlara gerekse Hıristiyani temelli açıklamalara tepki
mahiyetindedir.
Levi-Strauss'un revizyonist Durkheimci çizgide sosyolojik ağırlıklı
bir teoriyi yansıttığı şeklindeki yaygın düşünce onun totemizmi iptidai
din anlayışının merkezine koymuş olmasından kaynaklanır. Levi-Stra­
uss'un fikirlerini içeren iki temel kitabından Totemism (diğer önemli
eseri Tlıe Savage Mind) onun bu konudaki belli başlı düşüncelerini içe­
rir.
Levi-Strauss, herşeyden önce, din çalışmalarında niçin sorusunun
değil nasıl sorusunun sorulması gerektiğini ileri sürer. Bundan dolayı,
onun temel araştırma ve ilgi konusu olan iptidai din sisteminin analizi
nasıl sorusu ile yerine getirilebilir. Totemism adlı çalışmasında totem
kavramım Durkheim'ci anlamdan tamamen farklı konumda ele alır.
Ona göre totemizm tüm iptidailerin içerisinden geçtikleri evrensel bir
din sistemi değildir.
Totemizm tabiat kaynaklı ve kültürel kaynaklı iki zıt olgunun iliş­
kiye geçerek sosyal bir kurum yaratma hadisesidir. Tabiat kaynaklı in­
sani tecrübeler (Strauss bunu gerçekte partıcular ve category ana baş­
lığı altında ikiye ayırır) soyutlayıcı zihinsel sürece katkıda bulunurken,
kültürel kaynaklı tecrübeler ise (Group ve person olarak iki ana başlığa
ayırır) sosyal yapıların oluşumuna katkıda bulunur. 9 Burada önemle
vurgulanması gereken şey gerçekte ancak bu iki zıt tecrübenin çeşitli
oranlarda birleşmesinin sonucu, gerek zihinsel gerekse sosyal olguların
meydana gelmiş olduğudur. 10
lşte iptidailer arasında ortaya çıkan bu zihinsel ve sosyal olgular ger­
çekte totemizm olarak anılan kurumun karşılığıdır. Öyleyse totemizm
zıt insani tecrübeleri biraraya getiren, anlamlı şekilde birleştiren, bölen,
parçalayan fakat anlamlı bir halde ortaya koyan birey ve toplum üstü
kurumun adıdır.
Totemin kendi başına bir anlamı yoktur; yalnızca girdiği ilişkilerle
anlam kazanır. Mesela totemi siyah-beyaz renkler olan bir kabilede
ÇACDAS AKIMLAR • 83

siyah veya beyazın kendiliğinden herhangi bir anlamı olmayabilir;


siyah ve beyazın totem olarak seçilmesinin tek sebebi yalnızca onların
biraraya geldiklerinde, zıtlık sergilemiş olmalarıdır. Böylece anlam, an­
cak iki anlamsız zıt olgunun biraraya getirilmesinden sonra ortaya çık­
maktadır. 1 1
Ö te yandan totemin bir başka anlamı da mesaj iletmesidir. Totem
hePl klanın hem de bireyin kimliğini ortaya koyan bir iletişim aracıdır.
Totemizm teorisi dışında Levi-Strauss insanlığın evrensel bir man­
tığa sahip olduğunu ve mitosların bu evrensel mantığın egemen olduğu
dönemde oluştuğunu ileri sürer. Fakat mitoslar dil içerisinde aktarılma
zorunluluğu sonucunda bağlamından koparak orijinal anlamını kay­
betmiştir. Mitosların gerçek anlamını çözebilmek için zıtlıkların oluş­
turduğu yapısal katmanları ayırt etmek gerekmektedir. Temel yapısal
katmanların en önemli olanları şunlardır: Erkek-dişi, sıcak-soğuk, gün­
düz-gece, siyah-beyaz (veya başka zıt renkler) , varlık-ölüm (yaşamak­
ölmek) , aydınlık-karanlık vb. 1 2
Gerçekte zıtlıkların oluşturduğu bu yapısal katmanlar Eliade'nin de
üzerine eğildiği bir olgudur; fakat Eliade bu zıtlıkların kutsal mef­
humunda eridiğini söyleyerek Levi-Strauss'dan ayrılır. Ayrıca Eliade'ye
göre zıtlıklar mitosların tek egemen yapısı değildir.
Levi-Strauss temelde dinlerin kökeni problemine ilgi göstermez. Öte
yandan iptidai dinlerin dışındaki dinlerle de uğraşmaz. Onun eleştiri
aldığı noktalardan biri diğer dinlere gösterdiği kayıtsızlığın bilgi eksik­
liğine yol açacağı iddiasıdır. Bununla birlikte Levi-Strauss'un bilgisel
bir teorisyen değil de bilimsel bir metodisyen olma çabası gözönüne
alınırsa bu tip eleştirilerin hedefine varmadığı düşünülebilir. Bir metod
olarak yapısalcılık özellikle rasyonalist çevrelerde etkinliğini sürdür­
mektedir.
Levi-Strauss'un takipçilerinin çoğu Hollanda'lıdır. En önemli izleyi­
cisi Hollanda'lı antropolog De josselin de j ong ( 1886- 1 764) , Strauss'da­
ki zıtlık fenomenini mitoslara uygulamıştır. G.W Locher, G .] . Held,
] .Van Baal ve İsviçreli Hans Scharer yapısalcı metodu uygulayan çağdaş
yazarlardandır. 1 3 Onun, sadık izleyicilerinden biri olarak G. Kirk yapı­
salcılığı klasik mitoslara uygular. Kirk'e göre mitoslar tektip değildir.
Genelde kategorik olarak üç tip mitos vardır: Az bulunan anlatımcı ve
eğlendirici mitoslar, fonksiyonel ritüel mitosları ve açıklayıcı-etyolojik
mitoslar. Kirk de aynı şekilde bu mitoslardaki zıtlıkları ayırt ederek,
mitossal zihnin analizi üzerinde durur. Ayrıca önasya mitoslarıyla Grek
84 • DiNLER TARiHiNiN MESELELER!

mitoslarını mukayese ederek . her ikisinin de farklı bir forma sahip ol­
duğunu öne sürer. Buna göre Önasya mitoslarında etyolojik, dış dün­
yaya yönelik mitos formu gelişmişken, Grek dünyasında bireysel kah­
ramanlığı ön plana çıkartan anlatımcı mi toslar ağırlık kazanmıştır.
Bununla birlikte Kirk bütün mitosların yalnızca zıtlıkları telafi etmeye
yönelik çabalar olmadığını söyleyerek Levi-Strauss'u zaman zaman
eleştirir. 14

P S i K O L OJ i K YA K L A Ş I M L A R
Dinlerin kökenini veya mahiyetini açıklamaya yönelik psikolojik
yaklaşımlardan en klasiği ve en önemli olanları Freud ve Jung tarafın­
dan ortaya konmuştur. Her iki yazarın da dine yaklaşımındaki temel
metod psikanaliz ağırlıklıdır. Psikolojik yaklaşımın gerçek anlamdaki
kurucusu şüphesiz Freud'dur.
S. Freud ( 1 856- 1 939) Çekoslovakya'da musevi bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya geldi. 188 1 'de Viyana Üniversitesi'nin Tıp bölümünü
bitirdi. Viyana'da doktor ] . Breuer ile birlikte rüyalar üzerine çalıştı.
Sonraki önemli çalışma arkadaşları C.G. Jung ve A. Adler oldu.
Abartıl m ı ş yorumları ve cinsellik temasını yaygınca kullanışı
dolayısıyla her çevreden ağır eleştiriler aldıysa da M. Eliade ve Paul
Tillich ( 1 88 6 - 1 9 6 5 ) gibi iki muhafazakar Freud'u ciddi bir şekilde
savundular. Eliade Totem ve Tabu ( 1 9 1 5) adlı kitabı ile Freud'un Avrupa
en tellektüellerine yön verdiğini i leri sürdü. Daha da beklenmedik
savunma Tillich'den geldi. Tillich, Freud'un katılaşmış ve maddeye
yönelmiş Avrupa'ya bilinçdışı gibi manevi bir alanın cazibesini armağan
ettiğini söyleyerek onun yerinin anlaşılamadığını iddia etti. Jung'u
yakından izlese de J. Campbell dini, fenomenin ötesine geçiren bir
aracı-bilinçdışı ve psikanaliz, keşfettiği için Freud'u alkışlayan önemli
isimlerdendir. Campbell sık sık Freudçu analizlere başvurur. 1 5
Freud'un dinle ilgili temel görüşleri çoğunlukla Totem ve Taboo
( 1 9 1 5 ) adlı kitabında bulunur. Dinle ilgili daha sonraki iki kitabı
Future of an Illusio11 ve Moses and Monotlıeism ilginç olmakla birlikte To­
tem kadar etkili olmamıştır.
Freud'un temel fikri iptidai insan ile nevrotik kişilik arasındaki ben­
zerliklerdir. Nasıl psikiyatrist nevrozu psikanaliz ile incelerse, öylece
iptidai dindar insan da psikanaliz aracılığıyla araştırılabilir. Nevrozun
temel sebebi özellikle çocukluktaki seks baskılarıdır.
ÇACDA$ AKIMLAR • 85

İnsanların yarı maymun olduğu dönemde sürünün egemeni olan er­


kek/baba tüm dişileri kendine ayırır. Oğulları babanın egemenliğine is­
yan ederek onu bir yamyam ziyafetinde yerler. Daha sonra vicdan
azabına düşen oğullar baba ile özdeşleştirdikleri totemlerini tabu ilan
ettiler. Böylece baba tanrı haline getirilmiş oldu. Burada oğulların
babalarına karşı duydukları nefret annelerine/sürünün dişilerine karşı
duydukları seksi istek sonucudur. (Oedipus kompleksi) . Çağdaş insan­
daki nevroz da oğulun annesine karşı cinsel istek duyup babayı öldür­
me arzusunun (Oedipus kompleksi; kız olduğunda Electra kompleksi)
bastırılması sonucu oluştuğuna göre çağdaş ve iptidai insan arasındaki
benzerlik açıktır.
Bir anlamda din "yapmak istiyorum, ama yapmamalıyım" hissinin
ürettiği kurgudur. Freud Illusion'da dini, bilinçdışının ürettiği bir yanıl­
sama olarak kabul eder.
Öte yandan Robertson Smith'den derlediği antropoloj ik verileri kul­
lanarak ontojenik gelişme ile filojenik gelişme arasında paralellik kurar.
Buna göre bireyin geçtiği üç Libido aşaması -narsisizm, dışarıya yönel­
me (anne ve babaya eğilim) ve olgunluk süreci- insanlığın üç tarihsel
devrine denk düşer: Animistik dönem (narsisiz m ) , dini dönem
(dışarıya yönelme) ve bilimsel dönem (olgunluk süreci) . 1 6
Freud iptidai dinde e n önemli unsurlardan birisinin sihir olduğunu
ileri sürerek kısmen Frazer'i çağrıştırır. Ona göre sihir, tipik olarak nev­
rotiğin mantık dışı düşünmesine ve dış dünyayı düşüncesiyle değiş­
tirebileceğine inanmasına benzer. İptidai insan da nevrotik gibi düşün­
cesi ile dış dünyayı değiştirmeye çalışır ki buDu da sihir sayesinde ger­
çekleştiriceğine inanır. 1 7 Sihir ve nevroz arasında kurduğu ilişki açısın­
dan Freud Marett'e benzer.
Freud ulaştığı sonuçlar açısından haklı bir eleştiriye maruz kalmış­
tır. Çoğu yazar onu seksi iştahayı ön plana çıkartması açısından indir­
gemeci olmakla suçlar. Fikirlerinin abartılı olduğu ve çoğu zaman saç­
ma bir noktaya ulaştığı doğrudur. Bununla birlikte bilinç dışının sak­
ladığı fenomenlerin deşifre edilmesi için kullanmış olduğu analitik ve
psikanaliz yöntem, reddedenler de dahil pekçok yazar tarafından kul­
lanılmaktadır. O, Jung gibi sonraki kaşifler için bilinçdışının haritasını
çizen ilk kişidir. Daha da ilginci perennial filozoflar Freud'u olmasa bile
. onun analiz haritasını hala izlemektedir. Eliade din çalışmalarının meta
psikanaliz araştırmalarla yürütülebileceğini ve bunu ilk ortaya koyan
kişinin de Freud olduğunu söyleyerek bu görüşü onaylamaktadır. ı s
86 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

Psikanaliz araştırmalarının en önemli isimlerinden biri olan Cari


Gustav jung ( 1 875-196 1 ) , Protestan bir ailenin çocuğu olarak lsviç­
re'de doğdu. 1902'de Basel Üniversitesi'nden tıp doktoru ünvanını aldı.
1 906'da Freud'la tanıştı; bu tarihten sonraki yedi yıl boyunca onunla
çok yakın ilişki kurdu. Bu dönem müddetince jung sıkı bir Freud­
cudur. Yaklaşık aynı dönemlerde mitoloj iye ilgi duymaya başlayan
j ung, bizim daha önce temas ettiğimiz Creuzer'in çalışmalarından et­
kilendi. Creuzer'in tespit ettiği mitoslardaki semboller ile kendi has­
talarının dünyaları arasında yakın ilgi kurdu. Kollektif bilinçdışı kav­
ramını bu ilişkilerin verdiği ilham sayesinde genişletmeye başladı.
1 9 20'den itibaren Çin alşimisine ilgi gösterdi. Çin alşimisine duy­
duğu ilgi, onun dinler tarihinde iz bırakacak bir kavramı üretmesine
yol açtı. jung, Çin sembolizminde ve kısmen Hint sembolizminde pek­
çok kültürlerde bulunan zihinsel kavramların orijinallerini yakaladığını
düşündü. Bu sembolleri hastalarında da müşahede ediyordu. Bu sem­
bollerin oldukça içsel yapılar olduğunu varsayarak arketip kavramına
ulaştı.
Jung arketip tabirini Augustine'in bir ifadesinden aldı. 1 9 Bir anlam­
da Eflatun'un idelerine benzeyen arketipler kollektif bilinçdışında olu­
Şur. Bireyin çevresi içerisinde çocukluğundan ölünceye kadar yaşadığı
tecrübeler, bireyde ve de doğal olarak onunla birlikte olan diğer toplu­
luk üyelerinin bilinçdışında düzensiz ama düzene dönüşmeye elverişli
birtakım izler oluşturuyordu. Bu izler bireyin kendi bilinçdışında dü­
zensiz iken o diğer bireylerle birlikte harekete geçirildiğinde (kollektif
bilinçdışı) düzenli hale dönüşüyordu. Bu izlere jung basitçe arketip
adını verir. Arketiplerin biyolojik mi, yoksa tamamen kültürel mi oldu­
ğu konusuna ilgi göstermez; fakat bunların büyük oranda kültürel ol­
duğunu düşünür. 20 Bununla birlikte içgüdüler ile olan yakın ilişkisi
dolayısıyla biyoloj ik bir kökenin mevcudiyetini reddetmez.
Medeniyetin başlangıcında insanlar bu arketipleri esas alarak dini
(veya seküler) kavramlara ulaşmışlardır.
Arketipler, semboller halinde hem mitoslarda hem de psikolojik
problemli hastalarda ortaya çıkarlar. Arketipler o kadar birbirine yakın­
dırlar ki, sonuçta eğer tüm arketipleri geriye doğru izlemek mümkün
olsa sabit kalacak arketiplerin sayısı birkaçı geçmeyecektir.
j u ng'a göre en temel arketiplerden biri çocuk ve anne arasında
yaşanılan ilk ilişkilerin bir mirası olarak geliştirilen anne arketipidir.
G erek cinsel gerekse yaşamsal bağımlılığın yoğunluğundan dolayı anne
ÇAGDA$ AKIMLAR • 87

çerçevesinde o luşturulan psikolojik im�j bir arketip olarak kollektif şu­


ur dışından tarihe yansıtılmıştır. Anne arketipi özellikle yeniden doğan
tanrılar, bereket, kurtuluş, cennet, Tanrı Krallığı gibi in.sanı koruyucu­
luğu ile kuşatan ve yaşam sunan mitos tiplerinde ortaya çıkar. 2 1
Çocuk annesinden uzaklaşıp (özellikle meme emmenin bitişinden
itibaren) kendine ait bir bilinç oluşturmaya ve kendini kurmaya başlar­
ken, çevresindeki diğer şahıslarla yakınlaşır ve onları annesi ile geliştir­
diği tecrübeleri esas alarak yorumlar. lşte dinlerdeki koruyuculuk vur­
gusunu içeren mefhumlar bu dönemin uzantısı bir psikolojik süreci
yansıtır.
Şüphesiz erkek çocuğun annesine yönelik geliştirdiği arketipler kız
çocuğun geliştirdiği arketiplerden daha farklıdır. Erkek çocuğa annesi
ile kurduğu ilişki iki şekilde etki eder: homosexualite ve Don juanizm.
Homosexualite anneye bağlılığın sonucudur; Don Juanizim ise her
kadında anneyi arama anlamına gelir. Dini bir fen omen olarak mesela
self castration (kendini hadım etme) ritlerinde homosexualite duygusu
ağır basar. Koruyucu fenomenler ise Don. Juanizmin bir uzantısıdır.2 2
Kız çocukların geliştirdiği arketipler ise genellikle eril tanrı imajlarında
etkili olmuştur.
Jung'a göre, bilincin en önemli katmanlarından biri olan Ego da
arketipsel bir niteliğe sahiptir. Farklı ve birbirine zıt duyguları bireyin
yaşamını sürdü rmesi için dengeleyen ve kişinin b ü tü n s e l l i ğ i n i
oluşturan ego katmanı, arketip olarak Mesihlik imajında ortaya çıkar.
Mesih, egonun somutlaşmasıdır. Secundus Adem'e (düşüşten sonraki
Adem) göre O , düşüşten önceki Adem'e denk düşer. l mago Dei ,
gerçekte imago Ego'dan başka birşey değildir.
Öte yandan Anti-Christ veya Deccal ise; yine jung'a göre bilincin bir
katmanını oluşturan gölge benlik'in arketip halindeki yansımasıdır.
Gölge benlik, kişilikteki bütün şeytani duyguların saklandığı bir depo
olarak Deccal arkelipi halinde tezahür etmektedir.
Jung arketiplerin eski toplumlarda fa rkında olunmadan toplu
psikoterapi yapılmasında kullanıldığına işaret eder. Herhangi bir ritüel­
de veya bir şifa verme eyleminde yönetici pozisyonundaki rahip, kabul
gören arketipleri kullanarak kitlelere toplu olarak psikoterapi yapardı.
Toplu psikoterapiye izin veren arketipler ise o toplulukta kabul edilen
en önemli sembollerden seçilmekteydi. Mesela batı dünyası söz konusu
olduğunda acı çeken lsa motifi bir anlamda acıların toplu olarak an­
lamlandırılmasını sağlayan önemli arketiplerden biridir. 23
88 • DiNLER TA RiH i N i N MESELELERi

Jung batı uyga rlığın ı, herbirinde kollektif bilinçdışının kendini fark­


lı şekillerde gösterdiği üç ayrı döneme ayırır: Dini dönem; rasyonel ve
bilimsel dönem; psikolojik (ve psikanalitik) dönem. Bu gelişim tablosu
içerinde Jung'a göre Batı Ortaçağı, yoğun bir dini dönem yaşamıştır.
Ortaçağlar boyunca kollektif bilinç dışının ortaya koyduğu arketipler
dini idi. Böylece Tanrı fikri ile baba arketipi, Meryem ve kilise ile anne
arketipi ilişkilendirilmişti. Daha açık bir ifade ile ortaçağ toplumunda
dini kavramlar büyük oranda aile arketiplerine bağlı olarak düşünül­
müş ve yorumlanmıştı. Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde ise kol­
.lektif bilinçdışı iptal edilmiş ve bilinç ön plana çıkarılmıştır. Modern
çağda ise din ve bilim analitik psikoloji sayesinde biraraya getirilmiş ve
sentez oluşturulmuştur. Bu dönemde analitik psikoloj i jung'a göre bir
anlamda meta bilim görevini üstlenmiştir. Bütün bunların yanında dini
düşünce ve mitoslar, kitlelerin toplu olarak rehabilitasyonunda oldukça
önemli rol oynamaktadır. Bu haliyle din, anksiyeteleri çözen tedavi
nitelikli bir fonksiyona da sahiptir.
jung'un psikanaliz ve psikoloji görüşüne göre tüm semboller dini­
dir. Bunun ötesinde onun dini olarak gördüğü pekçok sembol de psiko­
lojiktir. Hıristiyanlığı bir mitoslar bütünü olarak görmese de, mitoslar
ona göre kollektif bilinç dışının gördüğü toplu rüyalardır. Bu konuda
bir fikir ileri sürmemiş olsa bile kendinden sonrakilere açtığı yol açısın­
dan jung'un agnostik olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Onun
inançlı bir hıristiyan olduğunu kabul etsek bile dini fenomenleri arke­
tiplere indirgediği için Jung modern din çalışmalarında özellikle poziti­
vist görüşe ciddi olarak katkıda bulunmuştur.
j ung'un kavramlarını dinler tarihi çalışmalarına uygulayan iki
önemli isim hindolog Heinrich Zimmer ( 1 890-1 943) ve ilerde detay­
larıyla temas edilecek olan Joseph Canıpbell'dir. jung'un bir başka çağ­
daş takipçisi Doniger O'Flaherty, onuri görüşlerini yazılı mitoslardaki
sembollerin çözümüne uyarlamıştır. Jung'a yapılan eleştiriler ise özel­
likle tarihçilerden gelmiştir. Tarihçiler onu Gnostik spekülasyon yap­
makla suçlamıştır. Öte yandan sosyologlara göre jung pekçok konuya ,
fakat teğet olarak temas etmiştir ve derinlikten yoksundur. 24 Eleş­
tirilerin mahiyeti nasıl olursa olsun jung'un dinler tarihi çalışmalarına
en ciddi katkısı dini fenomenin tezahüründe kollektif bilinç dışının
önemini vurgulaması olmuştur. Öte yandan Freud'un tek psikanalizci
olarak dini. seksüel çılgınlığa indirgemesinin cazibesini silen bir şöhreti
de vardır Jung'un.
ÇAGDAS AKIMLAR • 89

Din fenomenolojisi ve Jung'çu psikanaliz arasında önemli bir isim


olan joseph Campbell ( 1904- 1987) N ew York'ta doğdu. 1925- 1927 ara­
sında lisanüstü çalışmasını yaptıktan sonra beş yıl Paris ve Münilüe ça­
lıştı. Daha sonra Chicago'ya geçti. Sanskrit çalıştı. 1 940- 1950 arasında
Upanişadlar çevirisinde Nikhi lananda'ya yardım etti. Muhafazakar ke­
simlerle teması olduysa da tam anlamıyla onların fikirlerine katıldığı söy­
lenemez. Bununla birlikte o, Martin Buber, jean Danielou, M.Eliade, Er­
win Goodenough, F. Heiler, E.O. James, C.G. jung, K. Kerenyi, G.Van der
Leeuw, E. Neumann, R. Pettazzoni, L. van der Post, P. Radin, R. Davids,
Gershom Scholeın, D.T. Suziki, Paul Tillich, G. Tucci, R.C. Zaehner kıs­
men ve H. Zimmer'in oluşturduğu Eranos çevresindendir. 25
Campbell'in jung'un fikirlerini açımladığı ve dinler tarihiyle ilgili en
önemli eserleri 1959- 1968 arasında yayımladığı Tlıe Mashs of God dizi­
sidir. (Primiti ve mytlıology, Oriental mytlıology, Occidental mythology ve
Creative mytlıology).
Campbell doğrudan dinin kökeniyle ilgilenmez. Onun esas çalışma
alanı dinlerdeki ortak fenomenlerin bulunarak gerçek anlamlarının keş­
fedilmesidir. Oriental mytlıology'nin ilk- sayfasında bakış açısının özünü
açıklar. Burada , yaptığı tüm araştırmaların kendisini tek bir sonuca
götürdüğünü söyler. Bu sonuç insanların manevi olarak bir ve aynı
geleneği geliştirdiğidir. 26
Campbell dinlerle ilgili tarihçilerin verdiği geleneksel bilgileri aynı
şekilde alır, fakat içeriklerini alışılmışın dışında jung'çu kavramlarla dol­
durur. Weulhausen'in ve Pan-Babilonya okulunun görüşlerini kabul eder.
Hıristiyanlığı mitossal bir kurgu olarak düşünür. lslam'la olan ilgisi ise
oldukça sığdır.
Jung'dan aldığı kavramlar ise arketip ve kollektif bilinçdışı'dır. Camp­
bell'e göre arketipler, sürekli tekrarlanarak elde edilen tecrübelerin kol­
lektif bilinçdışında aldığı şekildir. Arketipler karmaşık sembollerdir ve
bunlar bilinç düzeyine çıkarken düzenli hale gelerek mitosları oluşturur.
Bu düşüncesiyle Campbell jung'un ortodoks bir izleyicisidir. llk arketip­
ler anaerkil ve ataerkil dönemlerde oluşmuştur. Ona göre başlangıçta
anaerkil bir tarihi süreç yaşanmış, fakat Bronz çağlarından itibaren bu
yaşam biçiminin yerini ataerkil bir süreç almıştır. Daha detay bir nokta
olarak Ana tanrıçadan Baba tanrıya geçilmesinin işareti Kitab-ı Mukad­
des'te Kaos arketipinde görülür. Kitab-ı Mukaddes'te Leviathan veya kao­
sun sembolü, anaerkil dönemde oluşan bir arketiptir; ataerkil dönemde
ise Yehova ya da baba/erki! arketip egemenliği ele geçirmiştir. 27
90 • DiNLER TARiHiNiN MESELELER!

Eliade ile mukayese edildiğinde Campbell daha analitik ve jung'çu


kalmaktadır. Öteyandan Campbell, tarihin belli bir evrimsel çizgi doğ­
rultusunda ilerlediğini kabul eder; oysa Eliade'de bu husus karanlıktır.
Eliade pekçok açıdan Campbell'e göre daha muhafazakar bir hat üzerin­
dedir.
Din fenomenolojisi ve psikanaliz arasında kalan ikinci önemli isim
Mircae Eliade'dir ( 1907-1 986) . Bükreş'te doğan Eliade, 1925'te girdiği
Bükreş Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Rönesans ve Romen
tarihi üzerine çalıştı. 1 9 28'te Hindistan'a gitti. 1 945'ten itibaren Fran­
sa'da on yıl kaldı ve 1956'da Amerika'ya geçerek ömrünün sonuna kadar
Chicago Üniversitesi Dinler Tarihi Bölümü'nde bölüm başkanı olarak
görev yaptı.
Oldukça açık bir üsluba sahip olan Eliade'nin inceleme alanı iptidai
topluluklardan eski Yakın doğu kültürlerine, Hint ve Çin geleneklerine
kadar uzanır. Ç a l ışma alanının genişliği gözönüne alınırsa onun
mukayeseli çalışan bir dinler tarihçisi olduğunu anlamak zor ol­
mayacaktır. Eliade'nin amacı dinlerdeki kutsal mefhumunu tespit
edebilmektir; çünkü kutsal tüm dini unsurları kendisine bağlayan bir
üst unsurdur. Kutsalın tarih içerisindeki tezahürüne hierofani adını
verir. Kutsalı analiz edebilmek için öncellikle hierofani'nin tespit edil­
mesi gerekmektedir. Hierofaniler ise mitoslarda kendini gösterir; böy­
lece Eliade kutsalın keşfine mitoslardan başlamaktadır.
Eliade'nin dinlerde tespitine yöneldiği ikinci önemli unsur dinsel
paradigmalar veya arketiplerdir. Arketip anlayışı açısından gerek jung,
gerekse Campbell'le benzeşir. Bununla birlikte Eliade'de arketip tama­
men kültürel tecrübelere dayanır. Her ne kadar arketipler veya paradig­
malar ile kutsalın ilişkisini belirtmiyorsa da Eliade'ye göre her arketipin
özünde mutlaka bir kutsal unsuru bulunmaktadır.
Genel olarak tarih karşıtı bir tutum izlediği gerekçesiyle eleştiriliyor­
sa da A Histoıy of Religious idea adlı üç ciltlik genel dinler tarihi çalış­
masında tam bir tarihçi tutum sergilemektedir. Her halükarda diğer
kitaplarıyla birlikte düşünüldüğünde Eliade tipik bir fenomenologdur. 28

P E R E N N I A L F E L S E F E V E YA D i N L E R i N A S K I N B I R L I C I
Manifestosu Aldous Huxley'in The Perennial Philosophy ( 1946) adlı
kitabında ortaya konan bu okul, tüm dinlerin aşkın boyutta, aynı un­
surları içeren bir üst dinden kaynaklandığını öngörür. Philosophia
Perennis veya Scientia Sacra filozoflarına göre dinler iki boyuttan
ÇAGDA$ AKIMLAR • 9 1

oluşur: içkin boyut, aşkın boyut. lçkin boyut her dinde farklı olduğu
halde, aşkın boyut tüm dinlerde aynıdır. Din araştırmalarına bakışta
araştırıcının içkin boyuta takılması yanlış teorilerin oluşmasına yol
açacaktır. Bundan dolayı dinler tarihi çalışmalarında esas alınması
gereken boyut aşkın olanıdır. Dinin aşkın boyutu ise, geleneğin içeri­
sindeki kavramları ve terminolojiyi kullanan sembollerde ortaya çıkar.
Bundan dolayı dinler tarihi araştırmaları bir anlamda sembol analiz­
lerine adanmalıdır.
P erennial Philosophy'nin ortaya çıkışında Hint mistisizmi üzerine
yapılan çalışmaların etkisi büyüktür. Hint mistik terminolojinin tüm
dinlerdeki terminolojiyi kapsayacak derecede geniş ve zengin oluşu,
dinlerin aşkın bir terminolojide buluşabileceği fikrine somut bir örnek
teşkil etmiştir.
Bundan dolayıdır ki P erennial Philosophy'de baskın terminoloji
Hindu terminolojisidir. Müslüman Perennial filozoflar da dahil olmak
üzere pekçok tradisyonalist, Hindu literatüründe diğer dinleri açacak
hermenötik bir lisan bulmuşlardır.
Sosyal açıdan Perrenial Philosophy'nin önemi, dinler arasındaki
farklılığı kaldırması sebebiyle, pluralistik bir din zemininin yaratılma­
sına bulunduğu katkıdır.
P erennial filozof olarak gösterilebilecek ilk kişi Hindu Rammohun
Roy'dur ( 1 772-1833) . Brahma Samaj'ın kurucusu olan Roy, Hinduizmi
lslami perspektiften yorumlamaya teşebbüs etmiştir. Tanrı fikri konu­
sunda net olmayan Roy yarı agnostik ve deisttir. Fakat o kendisini
Unitarian bir Hindu olarak niteler. Perennial Philosophy mensupların­
daki gizli rasyonalizmin ilk ve açık örneği Roy'da görülebilir. 29
Roy'u izleyerek Hinduizm, lslam ve Hıristiyanlığı aynı dinin var­
yantları olarak gören diğer iki Hintli Sri Rama Krişna ( 1834-1886) ve
Servepalli Radha Krishnar'dır ( 1888-1975).
Batılı müsteşriklerin doğu kültürlerine bakarken numeni fenome­
nin içerisinde eriten bir metod kullandıkları için eleştiren Coomaras­
wamy'ye göre doğu öğretilerinde numen ve fenomen arasında ciddi bir
ayının yoktur. Fenomen ya da sembol, öze veya numene yönelik sim­
geleri hiçbir zaman ihmal etmez. Kant'ın batıya bıraktığı bu kalıcı mi­
ras sonucunda müsteşriklerin doğuya yönelimlerinden elde ettikleri ·
tek sonuç yalnızca sıradan bir tasvircilik olacaktır.
C o omaraswamy'nin temel ilgi alanı Hinduizm ve k ı s m e n d e
Budizm'dir. B u konudaki temel görüşlerini Hinduism and Buddhism
92 • DiNLER TA RiHiNiN MESELELERi

( 1 943 , 1 9 7 1 ) adlı kitabında ortaya koyar. Ona göre Hint tecrübesinin


esası karmaşık kavramlar içerisinde şaşırtıcı derecede mükemmel bir
tevhid zinciri oluşturmasında yatar. 30
Coomaraswamy için Hint literatüründe çok tanrılı imaj ı oldukça yo­
ğun bir şekilde koruduğu düşünülen Vedalar bile ne panteist ne de po­
liteist bir geleneğe sahiptir. Natura naturans est Deus (Tanrı tabiatı ku­
şatır) fikri hariç Vedalarda tabiata yönelik tapınma yoktur.3 1 Çokluğun
içerisinde eridiği bu tevhidi yapı diğer Hindu metinlerinde de gözlene­
bilir. Coomaraswamy'e göre Hindu geleneğindeki bu ruhu en açık ola­
rak yansıtan Kitap Bhagavat Gita'dır. 32
Öte yandan Hindu geleneğinde mitos'un (sanskrit dilinde itihiisa)
kutsal olarak kabul edilişinin sebebi, bu tevhidi ilkeyi sembolik olarak
yansıtmasındandır. Hint mitosları başlı başına bir kutsal kitaptır. 33 Di­
ğer perennial filozoflara göre mitoslar, kendine has dile sahip çözülme
ve analizi bekleyen yarı hikayeler mahiyetinde iken Coomaraswamy'de
mitos kendi başına anlamı olan kutsal (sruti, vahiy) yapılardır. 34
Daha tarihi bir konuya geldiğinde, Coomaraswamy yaygınca düşü­
nüldüğü gibi Budizmin, Brahmanizme tepki olarak ortaya çıkmadığını
ve ondan tamamen farklı olmadığını ileri sürer: "Budizm üzerine yü­
zeysel çalışan biri onun Brahmanizmden farklı olduğunu düşünecektir,
fakat her ikisini de daha yakından tetkik eden biri onların arasındaki
farkın gittikçe azaldığını görecektir. !kisinin arasındaki temel fark belki
de yalnızca Budizmin tarihi bir kurucuya sahipken Hinduizmin böyle
bir kurucusunun olmadığıdır." 35
Coomaraswaıny· tüm dinlerin aynı şeyi söylediğini , fakat endüstri
çağından itibaren batının bu gerçeği göremeyerek dinlerin farklılığı
üzerinde ısrar ettiğini ileri sürdü. Evrensel arketipleri kolayca sergilediği
için kutsal sanatlara bakıldığında dinler arasındaki birlikteliğin daha açık
olarak yakalanabileceğini iddia etti. Bu konunun incelenmesine ayırdığı
Christian and Oriental Philosophy of Art adlı eserinde kutsal sanat içeri­
sinde arketipleri en iyi yansıtan sanatsal objelerin ikonlar veya ınan­
dalalar olduğunu kabul eder, çünkü bu objeler kişiyi bir başka aleme
taşıyan araçlardır. 3 6
Üzerine sistematik bir tahlil yapmasa bile perennial felsefeyi Hindu
literatüründe yakalayan veya bir başka ifadeyle diğer dinleri Hint dinleri
içerisinde eriten ve anlamlandıran Coomaraswamy'den farklı olarak özel­
likle Hıristiyanken Müslüman olan bazı batılı yazarlar perennial ter­
minolojiyi lslaın tasavvufu içerisinde yakalamaya çalışırlar. Bununla bir­
likte onların terminoloj isinde bile egemen literatür Hindudur.
ÇAGDAŞ AKIMLA R • 93

Coomaraswamy'nin iki öğrencisinden R. Guenon ( 1 886- 195 1 ) , üs­


tadının ayaklarını tarihten çekmeyen yorumlarını kısmen biraz daha
metafizikleştirmiştir. F. Schuon'da ( 1907) 37 ise tarihle alakası en alt dü­
zeye inmiş bir felsefe oluşmuştur.
Perennial felsefeye Yahudi cephesinden katkıda bulunan en önemli
isimlerden biri Martin Buber'dir. 1878'de Viyana'da bir Yahudi ailenin
çocuğu olarak doğan Buber Polonya'da eğitim yaptığı sırada Hasidik
gelenekle tanıştı. 192 l'e kadar Siyonist harekette rol aldıysa da daha
sonra bu haraketten çekildi. Yahudi mistisizmi ile Çin ve Hint geleneği­
ni kıyaslayan Buber, her ikisinde de geniş ortak noktalar bulunduğunu
iddia etti. Buber perennial temeli Yahudi mistisizminde eriten bir isim
olarak oldukça önemlidir.
Çağdaş dönemdeki ilginç isimlerden bir başkası da K enya'lı bir
Hıristiyan olan John Mbiti'dir. Afrikanm yerli dinleri üzerine çalışan
Mbiti bu dinleri Hıristiyani bir bakışla yorumladı. A frika dinlerini
g e l e n e ksel o l arak a n i m i z m , t o�emizm gibi n i t e l e y e n 1 9 . y ü z y ı l
pozitivistlerinin görüşlerine karşı çıkarak b u dinlerin hepsinde Hıristi­
yanlığm tanrısını hatırlatan bir tek tanrı fikrinin olduğunu iddia etti.
Mbiti, ritüel, mit, ibadet gibi fenomenlerden ziyade bu dinlerin arkasın­
da yatan felsefeyle ilgilendi. Ona göre bu felsefe diğer dinlerdeki felse­
felere, özellikle de Hıristiyanlığa oldukça uymaktadır.
Benzeri bir görüşü Çin dinlerine uygulayan çağdaş yazarlardan
Wing-Tsit Chan ile, Japon dinlerine uygulayan D.T. Suzuki de kayda
değer isimlerdir.
Philosophia Perennis yalnızca batıdaki tradisyonalist çevrelerde de­
ğil fakat lslam geleneğine sahip diğer ülkelerde de lslami bir dinler tari­
hi çalışma modeli ve hatta daha ötede bir meta bilim paradigması ola­
rak kabul edilme eğilimindedir. Philosophia Perennis, Schuon'un ifade­
si ile üç ayaklı (entellektüalite, evrensellik ve gelenek) ve araştırma ala­
nı açısından dört konulu (metafizik doktrin, geleneksel prensipler,
sembolizm ve modern dünyanın kritiği) felsefi bir yapıdır.
Dinlerin zahirde farklı fakat batında aynı özelliklere sahip olacağı ve
sembollerin zahirden değil de batından hasıl olacağı fikri ile hareket
eder. Philosophia Perennis'in ana araştırma objesi olarak dini sembolle­
rin mukayesesini seçmesi tesadüfi değildir. Bu açıklama biçimi ile bu fi­
lozofların yalnızca lslami değil fakat bütün dinlere has bir araştırma pa­
radigması sunduğunu kabul etmek mantıksızlık olmayacaktır. Bununla
birlikte eğer böyle bir paradigma varsa bunun metodu ve sınırları
nelerdir sorusunun cevabı henüz yoktur.
94 • DiNLER TARiHiNiN MESELELERi

Dil ötesi bir alanla iştigal ettikleri için dinlerdeki çelişkili anlatımları
. görmezden geldikleri ve ilahi kozmolojinin rasyonel bir haritasını
çıkarmış oldukları iddiasıyla Perennial filozoflar sık sık eleştirilmek­
tedirler. Hıristiyan dünyadan bu okula yapılan en önemli eleştiri
Katolik lranolog C. Zaehner'den gelmiştir. Zaehner'e göre dinlerdeki
sembollerin ortaya çıkışı tamamen kendi bağlamlarında ele alındığında
a nlamlıdır. Sembolleri veya dini fenomenleri birbiriyle ilişkilen­
direbilecek matematiksel soyutlukta birebir eşlilik formülasyonu yok­
tur. 'Bir artı bir' ancak matematikte vardır. Daha ötede tüm dinler ancak
Hıristiyanlık çatısı altında birleştiğinde evrenselliğe ulaşır. Bütün dünya
dinleri yalnızca Hıristiyanlıkta içkindir. Ona göre İsa Mesih sembolizmi
diğer dinlerdeki bütün sembolizmleri içermektedir.38
Coomaraswamy ve Guenon hariç Perennial Filozoflar tarafından or­
taya konulan ilahi planın rasyonel şeması gerçekten de bu okulda kısmi
bir pozitivist metafizik eğilimin mevcut olduğunu düşündürtmektedir.
Öte yandan dinlerin birbirine yaklaşmasında diğer pekçok görüşten
daha sağlıklı bir yol öngördüğü için Perennial Philosophy, her türlü
eleştirilere rağmen gözden çıkarılamayacak şekilde anlamlıdır.

1 U. King, "Hıstorıcal and Phenomonologıcal Approach", Coııteıııpımııy Appro-

aclıes to ılıe study of Relıigıion in 2 Volumes, 1, s.4 2.


2 E.j.Sharpe, a.g.e.,s. 22.

3 U . King, a.g.e., s. 88.


4 epoche Grekçe epoche'den (geri tutuyorum).
5 Grekçe eidos'dan (görülen).
6 U. Bianchi, a.g.e., s. 1 78, 180; U. King, a.g.e., s. 9.
3
7].M. Kitagawa, "The Hıstory of Religions ın Amenca", T lıe History of Religioııs,

s. 25 . Din fenomenolojisi bugün Leeuw'un ortaya koyduğu şekilde temelde dini ol­
gunun tasvirini esas alıyor olsa bile, çağdaş fenomenologlar Leeuw'un tarihsel süre­
ci gözardı edişinin tersine, tarihsel bağlamı önplana çıkarma eğilimindedirler. Bun­
dan dolayı bir fenomenoloji heterodoksisinden bahsedilebilir.
8 R.Pettazoni, "The Supreme Being: Phenomenological Structure and Historical
Development", T lıe History of Religions, s. 66 Pettazoni'nin ilginç görüşlerinden biri
de alışılmadık bir şekilde insanların tek tanrılı inancına ulaşmalarını, existantıal
problemin çözülme çabasına bağlamasıdır. Ayrıca Pettazoni tek tanrılı dinlerin yal­
nızca lbrahimi dinlerde bulunduğunu söyleyerek Schmidt'in görüşlerden ayrılır.
9 Levi-Strauss, Toteıııism, s. 84, 85 .
ÇA(;DAS AKIMLAR • 95

I O Levi-Strauss adı geçen kitabında bu iki zıt tecrübenin nasıl biraraya geldiğine

dair tablolar çıkarır. f'akat bu tablolar hem muğlak hem de örncklcştirilmediğinden


net değildir. Strauss'un temel çelişkilerinden biri bol formül sunmasına karşılık
bunları çoğunlukla örneksiz bırakmasıdır.
1 1 Levi-Strauss, T lıe Savage Mind, s. 65 .
1 2 Levi-Strauss Amerika yerlilerinin mitlerini incelediği dört ciltlik Mytlıologies
( 19 64 ) adlı kitabında bu zıtlık örneklerini detaylandırır. Amerika yerlilerinde mev­
cut en önemli zıtlıklara örnek olarak pişmiş/çiğ, yanık/ıslak, kuru/yaş, sıcak/soğuk,
yakıcı/üşütücü gibi çiftlerin oluşturduğu kombinozonları gösterir.
13 K.Bolle, " Myths and Other Religious Texts " , Coııtenıporary Approaclı to tlıe
Study of Religions, I ,s. 33 1 , 332.
1 4 G.Kirk, Myılı, s. 1 96 , 1 97.
1 5 Phomans " Freud, Sigmund" , E.R, 5 ,437 ; j .Campell, Batı mitolojisi, s. 1 1 1 ,
1 1 2 , 1 1 3 , 1 36 , 137; E.j. Sharpe, a.g.e.,s. 202 , 203.
16 Evans-Pritchard, a.g.e., s. 41 .
1 7 S.Freud. Tcııenı and Taboo, s. 145.
18 E.j.Sharpe, a.g.e. , s. 203 .
19 Arketip kelimesii� kullanımı Philo ve lranaeus'a kadar çıkar. Arketip kavra­
mı için bkz. B.Moon, " Archetypes", E.R. , 1, s. 37 9- 3 82
20 G .jung, Analitih Psilıolojiniin Temel llheleri, s. 239 , 240 , 244. Arketipler bi­
reylerde yalın halde bulunur. Onları dini veya başka türlü kültürel alanlara yönlen­
diren şey bireyin sık sık tekrarladığı tecrübelerdir. jung'a göre mitossal bilincin
oluşmasında şu süreçlerin katkısı vardır: Şekillenmeye elverişli yalın bilinç, tecrü­
belerle elde edilen imajlar veya izler, arketipler, arketiplerin kollektif bilinçaltında
düzenli sembollere dönüşümü ve son olarak mitoslar. Bununla birlikte dini duygu
mitoslardan sonraki süreç değildir. Dini duygu bireysel bilinçaltında bulunur.
21 C.G. jung, Four Arclıetypes, s. 1 5 .
22 C. G. jung, a.g.e., s. 19.
23 G.jung, a.g.e., s. 1 29 , 130 ; F. Whaling, " Comparative Approach", Coıı tempo­
rary Approaclı to tlıe Study of Religion, 1, s. 221
24 E.j.Sparpe, a.g.e., s. 209.
25 E.j .Sharpe, a.g.e .. s. 2 1 1 , 2 1 2. Eranos çevresi Otto, Jung, Zimmer, Heiler ve
Buber gibi gelenekçi şahıslarca kurulan. manevi değerleri ön plana çıkaran bir gru­
bun adıdır. Bu çevre sonraları daha da genişlemiştir.
26 J . Campbell, Orieııtal Mythology, sunuş sayfası
27 J . Campbell, Batı Mitolojisi, s. 29, 30 , 3 1. Campbell'in j ungçu yorumlarının
en net izi Priıııi tive Mytlıology'de görülür. Burada zaman zaman Freud'u eleştirse de
Jung'u sürekli desteklemektedir. s. 8 6 , 8 7 , 137 , 138.
96 • D i N LER TAR i H i N i N MESELELERi

28 Elıade'nin Türkçeye pek çok kitahı çevrilmiştir. bunlar bibliyografyada veri­

lecektir. Eliade hakkında genel analitik hir çalışma için bkz. K .Dernirci, " Eliade,
Mircea" , T.D. V.1.A., Xl,s. 33-35
29 D .L.Habervan, " Roy, Rom Mohun", E.R., X l l , s. 479, 480; J . N .Farquhar,

"Brahma Somaj ", E.R.E., 11, s. 8 1 3-824


30 R.A.Mc Deruott, " Radhakrıshnan Sarvepalli'', E.R., Xll, s. 197, 198.

Perennial Phılosophy'nin gerçek anlamda kurucusu şüphesiz Hint kökenli


Ananda Cooı;naraswamy'dir. 1 877'de Seylan'da (Colombo) Sinhali bir babayla lngi­
liz bir anneden doğan Coomaraswamy küçük yaşta Londra'ya gitti. 30 yaşında bi­
lim doktoru oldu. Seylan j eolojisi üzerine çalıştı. Bu araştırmaları sırasında Hit dini
geleneklerine ilgi duydu. Roy, Roma krişna, Vivekananda, Tagore, Gandhi, Auoro­
birdo, Radha Krıshnan ve llkbal ile birlikte modern Hint düşüncesinin kurucuları
arasında sayılır. Özellikle Hint sanatı üzerine çalıştı.
31 A. Commaraswamy, Hıııduism and Buddlıism, s. 3 .
32 A.Coomaraswamy, a.g.e., s . 4 .
33 A.Coomaraswamy, a.g.e., s . 6 .
3 4 Bununla birlikte Coomaraswamy erken döneme ait kitaplarından biri olan

Histoıy of !ndıan anıl !ııdoııesiaıı Art'ta mitoslara (ve tarihe) oldukça seküler yak­
laşır. Örnekler için bkz. s. 3, 4, 5.
35 A.Cooınaraswamy, a.g.e. ,s. 45.
36 F.Whaling, "The Study of Religion in a Global Context " , Contcnıporaıy App­

roaclı tlıe Study of Religioıı, 1, s. 400.


37 Schuon'un Perennial Felsefeye en önemli katkısı özellikle seküler felsefelere

getirdiği eleştiriler çerçevesinde olmuştur. Ona göre tüm seküler felsefeler özellikle
de varoluşçluk saçma fikirler ileri sürmekten başka hiçbir işe yaramaz. Bu felsefeler
ona göre bir nevi şeytanın işlevini görürler. Schuon'un bu konudaki görüşleri için
bkz. j . Cutsinger, "A Knowledge that Wounds Our N ature, The Message of F.
Schuon", jounıcıl of tlıe Americaıı Accıdenıy of Religioıı, LX, s. 3, 4 74.
38 R.C. Zaehner, Hindu and Mııslim Myst icisııı, 'de Hint ve lslam mistisizmi

arasındaki farklılıkları vurgulayarak, görüşlerinin genelini pratikleştirir.


BİBLİYOGRAFYA

Adam, B., "Tevrat'ın Tahrifi Meselesine Müslüman ve Yahudi Cephesinden Bir


Bakış", Anlıara Üniv. llahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXVI, Ankara,
1 99 7.
Adang, C., Muslinı Writers oıı]udaism aııd tlıe Hebrew Bıble, Leiden, 1 99 6 .
Aydın, E, Ali b. Rabben et-Taberi ve Eseri er-Red ale'ıı-Nasara, Sakarya Ü nv. ilahiyat
Fakültesi D ergisi, c.l, 1997 .
Aydın, M . , Miislıinıaıılarııı Hrıstiyaıılara Karşı Yazdığı Reddiyeler, Konya, 1 989.
Bianchi, U., Tlıe Histoıy of Religioııs, Leiden, 1 9 75 .
Bleeker, C.J ., "The Contribution of the Phenomenology of Religion to the Study of
the History of Religions", Studies in tlıe History of Religions, Problenıs
and Metlıod of he History of Religions, Leiden, 1 972.
Bolle, K . , "Myths and OtherReligious Texts" , Contenıporaıy Approach to tlıe Study of
Religioııs, c.l, Berlin, 1984.
Bright, j . , "Modern Study of the O. T. Literature", The Bible aııd tlıe Ancieııt Near
Ecıst, U.S.A., 1965.
Browne, LE., "The Patriarche Timothy and the Caliph el-Mehdi", The Muslinı
World, c. XXl/ l , London, 1 93 1 .
Campbell, J . , Batı Mitolojisi, (tr: K. Emiroğlu) , Ankar, 1992 .
Campbell, j . , Oriental Mytlıology, U.S.A .. 1982.
Campbell, J ., Prinıitive Mytlıology, London, 1 9 73 .
Campbell, j . , Creative Mythology, London, 197 4 .
Cate, P.O'H., The Mııslim'.s Views of thc Bible anıl tlıc Christians Views of the Qııran,
Hartford, 1 975.
Child, G., Toplumsal Evrim, (tı: C. Balcı), Istanlıul, 1 994.
Clark, F., Ten Great Religioııs, Lonclon, 18 7 1 .
Coomaraswaıny, A . , Hiııdııism Anıl Buıldhism, Lonclon
Cooınaraswam)\ A., History of lndiwı aıul lııdoncsiaıı Art, New Delhi, 1922.
Cutsinger, j . , "A Knowledge that Wouncls Our Nature: The Message of F. Schuon",
]oıırnal of the Anıericwı Acııdcmy of Rcligioıı, c .LX. , U.S.A.
Delitzsch, F., Babel ancl Bible, USA, 1 903 .
Demirci, K., "Eliade; Mircea". TD. V.l.A, c.XI. lstanbul, 199 5
Dorvott (Mc.), R.A., " Radharkrishnan Sarvepalli". E.R., c. XII.
Driver, S.R., Tlıc Boolı of Gencsis, London, 1909.
Durkheim, E., The Elemaııtary Fonııs of tlıe Rcligioııs l..ijc, New York, 196 5 .
98 • D i N LER TARiHiNiN MESELELERi

Eliade, M . Dinin Anlcııııı ve Sosycıl Foıılısiycııııı, (tr. M. Aydın) . Konya, 1 995.


.

Eliade, M . , Pcıttmıs Iıı Conıpcırntive Religion, London, 1993.


Eusebius, Tlıc History of tlıc Chuıdı, Lonclon, 1 988.
Evans-Prıtchard, Tlıeories of Prinıitivc Religion, Oxford, 1982.
Farquhar, j . N., "Brahma Samaj " , E.R.E., c. 11.
Feldman, B., "Creuzer, G.F.", E.R. , c. IV,
Frazer, j . G . , Golden Bouglı, Finland, 1993.
Freud, S., Totem And Tcıboo, London, 1918.
Friedman, R.E., Who Wrote Tlıe Bible, New York, 1989.
Geffcken, ]., "Allegory'' , E.R.E., c. 1.
Geffcken, J . , " Euhemerism", E.R. E., c.V.
Haberman, D.L., "Roy, Ram Mohun", E.R., c. Xll.,
Harman, Ö.F., Eslıi ve Yeni Alıid'de Hz. Mıılıcınınıed ile Alcılıalı Müjdeler, lstanbul,
1994.
Harman, Ö.F., lbn Ncdinı'in Fihrist Adlı Eserinde Hint Dinleri, lstanbul, 1988
(basılmamış Doç. tezi).
Harrison, R.K., lntrocluction ta tlıc Old Tcstıııııeıı t, Michigan, 199 1 .
Hayman, A., "Josephus Flavius" , E.R. c . X.
Heiler, F., "The History of Religions as a preparation for the Cooperation of
Religions" , Tlıc History of Religions, London 1 973.
Hick, J., Evi! Anıl Tlıc Gocl of Lovc, London, 1993.
Homans, P. , ".Freud, Sigmund", E.R., c. V.
lbn Hazın, Kitcıhii'l-fcısl, c. l , Beynıt, 1 986.
lbn Kenımune, el-Ccclicl fi'l-Hilmıe, Bağdad, 1982.
Tlıc lnstnıctions of Comıııoclicınus in Fcıvour of Christicııı Disciplinc ·
Agcıinsı tlıc Gods of tlıc Hccıtlıcııs, Tlıc Anıc Niccııc Fcıtlıcrs, c.IV,
U .S.A., 1 994.
Jordan, H., Coıııpcırntivc Religion, ltss Gcııcsis aııcl Growtlı, London, 1 905.
Jung, C. G . , Aııcılitilı Psilwlojiııiıı Teme l 111ıelcri, (tr. K. $ipel) , lstanbul, 1982.
Jung, C.G., Foıll" Aırlıctypcs, Princeton, 199 2 .
.Jung, C.G., Psyclıc cıııcl Symhol, Ncw York, 19 58.
Justin Martyr, Dialogııe witlı Tıyplıo, A .Jcw, Tlıc Aııtc-Niccııc Fcıtlıcrs. c . I ,
U .S.A. . 1996.
Kcllett, E.E. , "Spinoza", E.R. E., c. Xl,
King. U . , "Historical and Phcnonıenological Approach", Coııtc111ponı1y Apprncıchcs
to tlıc Stıııly of Rcligion, Berlin, 1984.
Kirk, G., Mytlı, London, (tarihsiz).
Kitagawa, J.M., "The History ol" Religions in America". Tlıc Histoıy of Rcligioııs,
London, 1973.
BiBLiYOGRAFYA • 99

Kiıchen, K., Tlıc Ancicnı Oricnt mıcl Olıl Tcsımııcrıı , USA, 1975.
Kuzgun, $. "Mukayeseli Dinler Tarihi Araştırmalarında Karşılaşılan Problemler ve
Düşünülen Çözümleri", Tiirlıiyc l. Dinler Tıırilıi Arnştırnııılcın
Se111pozyıııııu, Samsun, 1 99 2.
Lawrance, B., Sluılırastani on tlıe lndian Religions, Hungary, 1 976.
Levi-Strauss, C., Totenıism, London, 1 969.
Levi-Strauss, C., Tlıe Savagc Mind, Hertfordshire, 1 966.
Littleton, C.S., "Indo-European Religions", E.R., c.VII.
Mağribi, S., Yahudiliği Anlanı �lı, (Tr. O. Cilacı), lstanbul, 1 995.
Mıshra, j .S., Al Biruni, 1 989-CHOWK
Moon, B., "Archetypes", E.R., c.I.
Morris, B., Antlıropological Stııdies of Rcligion, U.S.A., 1993.
Müller, M . , Natura! Religion, London, 1888.
Müller M . , Contribııtion to t lıe Scicnce of Mytlıology, New York, 1 897.
Newman, N .A., Tlıe Early Clıristian-Muslinı Dialogııe. USA, 1 993.
Perlman, M., "lbn Kammune", E.]., c . VII.
Perlman, M., "Polenıics", E.R . . c . XL
Peııazoni, R., "The Supreme Being: Phcnomenological Structure and Historical
Development", Tlıe Histmy c!f Rcligions, Essays in Mctlıodology. U.S.A., 1959.
Pfeiffer, R.H., Histmy of t lıe Ncıv Tcstanıcnt Tiıııcs, London, 1 960.
Philo, Zctanıai Kcıi Lyscis, (1 ng. tr. r: Colson), Landon, 1 962.
Philo, Legunı Allegoriıı, (ing. tr. R. Marus), London, 1 96 1 .
Pines, S.; Gelblum, T. . "Al Biruni's Arabic Version o f Patanjali's Yoga-Sutra",
Loıulon University Sclıool of Oricntal and Africcın Stwlics Bıılletin, c. XX,
London.
Pines, S. , ."Some Traits of Chrisıian Thelogical Writing in Relation to Muslinı
Kalam and to jewish Thought", Proceedings of tlıc lmıel Acade111y of tlıc
Scicnccs 1111d tlıe Hıınıcıııitics, c.V. , jerusalcm, 1 975.
Pines, S., "Notes on Islam and on Arabic Christianity and j udeo-Christianity", .
joıınrnl cif}cnıscıleııı Stııdics in Arııhic aııd ls l cıııı , c. IV, j erusalem, 1 983.
Pines, S .. "Studies in Christianity and in judeo-Chrisıianity Bascd on Arabic
Sourc c s " , joı ı ıııı ı l of]crıısıılcnı stııılics in rnhic a nıl lslcını, c. VI , jerusalem,
1 985.
Pyc, M . . Coıııpcını tivc Rcligioıı, London, 1 972.
Rescher, N., "Nicholas of Cusa on thc Quran'' , Tlıc Mııslim Worlıl, c. LV/1 1 1 .
Landon, 1965.
Rissanen, S., Tlı colog ical Encoııııtcr of Oricııtal Clıristiaııs ıvitlı Islcını ılııring Ecırly
Ahhcısiıl Rule, Abo, 1 993.
1 00 • DiNLER TAR i H i N i N MESELELERi

Rosenthal, ) . , "Thc Sıudy of the Bihle in the Medieval ]udaism , Sııuli11 Scıııiliuı,
" c. I .

Sachau. E . , Allıcrwıis Iıııliıı, London, 1910.


Samir, S.K., "Christian Arabic Literature in ıhe Abbasid Period", Re!igion, Lcanıiııg
aıııl Scicnce in ılıe Abbasid Pcriod, New York, 1990.
Samir, S.K., "The Earliest Arap Apology for Christianity", Clıristian Arabic
Apologetics Dıı riııg ılıe Abbasid Period, Leiden, 1994.
Schmidt, W., Tlıe Origin and Groııtlı of Religi oıı , London, 193 1 .
Sharpe, E.] . , Comparative Religioıı, London, 1975.
Sharpe, E.j . , 50 Key Words, Coınparative Religi orı , London, 197 1 .
Simon, G . , "Luther's Attitude Towards Jslam", T lıc Muslinı World, c . XXI. , London.
Smith, W. R. , T lıe R eligi oıı of tlıe Senıites, New York, 1972.
Spinoza, B., Tı·actatııs, O. Ratner'in Tiıe Plıilosoplıy of Spirıoza edisyonunda), New York,
1954.
Swanson, M. N., "The Cro"ss of Christ in Arabic Melkite Apologies, Clıristimı
Arabic Apologctics During tlıe Abbcısid Pcriod, Leiden, 1994.
Spencer, H., P r"iıı ci ples of Sociology, London, 1876.
Thomas, D., Anti-Christiıuı Poleıııics in Early lslanı, London, 1992.
Tümer, G . , Küçük, A., Dinler Tcırilıi, Ankara, 1993.
Tümer, G., "Beyruni'nin Karşılaştırmalı Dinler Tarihi Çalışmaları", Bcyrıııı(ye
Anıwğıuı, Ankara, 1974.
Tylor, E.B., Prirııiıivc Cııltıırc, c.l., London, 1 8 7 1 .
Thomas, D., "Two Muslim Christian Dcbates From the Early Shittc Tradition",
J.S.s c. x x x ı ı ı . ı . . 1988.
.•

Vries, J. de, Tlıc S ı ı ı dy cıf Rcligi orı , New Yordk, 1967.


Wach, j . , The Compıınıtivc Stııdy cıf Rcl i gi ons , U.S.A., 1 958.
Whaling, F., "Comparative Approach", Coııtcıııporaıy Appmaclı to tlıc Sıııdy of
Rcligioıı, c.l., Berlin, 1984.
Whaling, F. , "The Study of Religion in a Global Contexı", Co11ıc111pora1y Approaclı
ıo tlıc Stııdy cıf Rel igi oıı , c.1., Berlin, 1984.
Wolf, C.U., "Luıher and Muhammedanism'', Tlıc Mıısliııı World, c. X X I , London.
Zachner, R.C. , Hindu aııd Mııslinı Mysticisnı, rinland, 1 994.
Zaid , M., Arab Accoıııııs of Iııılia, Dclhi, 198 1 .

You might also like