You are on page 1of 198

ANKARA ÜNIVERSITESI

ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI

125

Prof. Dr. CAVİT SUNAR

MEIİMİ L İ K VE BEKTAŞİ Lİ K
ANKARA ÜNIVERSITESI
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI

125

Prof. Dr. CAVİT SUNAR

MEMLİ K VE BEKTAŞIL İ K

Biz maarif tacıyız, iklim-i dil sultan:3,1z


Yol biziz, erkan biziz, devran biziz, dem biziz.
Kadrimiz takdir-i Hak't ır, kim inkar eylemi ş ?
Stireta adem çok amma Hazret-i Âdem biziz.
C. Sunar
ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ .ANKARA-1975
Bu Kitab ı vefâkâr eşim
Neriman Sunar'a armağan ediyorum.
IÇINDEKILER

Bir Şiir 6
Ön Söz 7

A
(MELAMİ Lİ K)
I— Melâmiliğin Mahiyeti 14
II— Melâmet Usulü 14
III— Tevhitler 16
IV— İ ttihad Makamları 17

B
(BEKTAŞILİK)
I— Bektâş ilik ve Felsefesi 20
II— Bektâş ilikte Bellibaşlı Merasimler 69
III— Bektâşiliğin Desturu ve Düsturu 104
IV— Birkaç Ses Birkaç Nefes 113

Ek Notlar
1—Ön Söz Ek Notları 126
2— Melâmilik Ek Notları 128
3—Bektâş ilik ve Felsefesi Ek Notlar ı 131
4—Bektâşilikte Bellibaşlı Merasimler Ek Notlar ı 160
5—Bektâştliğin Desturu ve Düsturu Ek Notlar ı 180
6—Birkaç Ses Birkaç Nefes Ek Notlar ı 181
7—Bibliyografya 195
Kim ki ünsiyyet eder irfan ile irfan olur
Kesb-i insâniyyet eyler sâhib-i vicdan olur

Suret-i insanda hayvanlardan eyle ictinâb


Cahil-ü nâdân ile hemhâl olan nadan olur

Ahd edüb insanı bul insanla düş insanla kalk


Mutlaka bu hali ihraz eyleyen insan olur

Doğruluktan inhiraf etme edib ol ârif ol


Malik-i râh-i hakikat mazhar- ı iymân olur

Ey (Harabi) daima rind-ü harâbât zümresi


Böyle makbül-i Cenab-ı Hazret-i Sübhân olur.

6
(Ön Söz)

Islâmda meydana gelen (Tarikat)lar, asl ında, yine Islami olan


(Tasavvuf) yolunun, özellikle, pratik yönünü te şkil ederler. Btı tarikat-
ların hepsinin esas ı da islâm dîninin (Tevhid) kavram ı, Tasavvuf fel-
sefesinin (Vandet-i Vücud) görü şüdür.

Vandet-i Vücut, asl ında, Şark' ın en eski felsefesidir ve Şark' ın ken-


dine has görüş ve düşünüşünün sonucudur. İlkten Turan'da görülen
bu çeşit görüş ve düşünüş, bazı ufak değişikliklerle, Hindistan'a; ora-
dan Çin'e ve eski Akad, Sümer, Asûr ve Keldan diyarlar ı vasıtasiyle
İran'a, Çin'e, Mısır'a; oradan da Finike'ye, Yunanistan'a atlam ış,
daha sonra da Iran ve Yunan kanallar ı ile Abbasilerin ilk devirlerin-
de Arab topraklarına geçerek Tasavvuf felsefesinde tek bir (Ilahi Vü-
cud) kavramı ile kaynaşıp birleşmiştir.

Araplar, (Tevhid) fikrini bile pek yad ırgadıklarından (Vandet-i


Vücud) görüşüne de ısınamamışlardır. Bu yüzden de Tasavvuf'a Vah-
det-i Vücud'a dair eser yazanlar, ba şta İbn Arabi olmak üzre bir kaç
Arap büyüğü müstesna, ço ğunlukla Türan'dan ve ba şka Irk ve mu-
hitlerdendir.
Tasavvuf'un en son gayesi (Tevhid)tir, yani Allah'ta (Fâni) ol-
maktır.
Tevhid üçtür:
1— (Lâ Ma'büde Illâllah).
2— (LA Maksûde
3— (Ila Mevctıde Illâllah).
Asıl tevhid, (La Mevcüde illallah)t ır. Çünkü, birinci tevhitte nef-
s-i emmareye ait şirk; ikinci tevhitte de vücuda ait şirk vardır. Şu hâlde,
insanın vücutta birlik yerine çokluk görmesi ve Allah'tan gayriye, ve
özellikle, insanın kendine vücut vermesi do ğru değildir. Çünkü, hayır

7
ve kemâlin mebdei vücuttur; şerrin ve noksanl ığın menşei de ademdir,
yokluktur. Hayır ve kemâl ise Allah'a ait oldu ğundan vücut ta Allah
için sâbit olmu ş olur. Şer ve noksanlık ise mümküne müteallik oldu-
ğundan ademe, yoklu ğa raci olmu ş olur. Bu da bize (Vandet-i Vücut)
görüşünü vermiş olur.
Başka bir deyişle, (Vandet-i Vücut), sonl'unun sonsuz'da yok ol-
masıdır. Vücut, ancak, sonsuzdur ; sonlu olan, gelip geçici gölgelerden
ibarettir.
İslam Tarikatları 'nın gayesi de vandet-i vücuttur, yani s ırf tevhit-
tir. Tarikat dilinde pek önemli birer terim olan (S ır) veya (S ırr'üs-Sır)
işte bu sırf tevhitten ibarettir. Bu vandet-i vücut s ırrı da sâliklere, talip-
lere uzun ta'lim ve terbiye devrelerinden sonra yava ş yavaş ve ancak
isti'datları derecesinde açıklanir. Çileler, seyr-ü sülüklar, sema'lar, er-
kanlar, esmâlar, evradlar'dan maksat, hep bu s ırrın yavaş yavaş anlatıl-
masıdır.
Bu sebeple de, Tarikatlarda Tâlib, genellikle, dört devreli bir ö ğ-
retim ve e ğitim'e tabi tutulur :
1—Nefy ve Ispat Devresi : Bu devre (Lâ ilâhe illallah) çekme dev-
residir ki bu, cahil halka mahsus tevhittir.
2— Mahz Ispat Devresi : Bu devre (Illa Huu!) çekme devresidir
ki bu okumuşlar (Havas) a mahsustur.
3—Fenafillah Devresi: Bu devre (Ya Hak!) çekme devresidir
ki bu, üstün alimler (Havass ın Havassı)e mahsustur.
4— Mutlak Fenâ Devresi : Bu devre en üstün alim ve ârif (Ahas)ler
mertebesidir ki bu mertebede, art ık, (Tâlib) yok, yaln ız (Hak) vardır.
Yani, (Tâlib ) art ık (Hak) olmuştur.
İ slam Tarikatlarmın hepsinin gayesi vandet-i vücut olmakla be-
raber bu görü şü en halis şekli ile temsil eden Tarikatlar, sadece, iki-
dir : (Melâmilik) ve (Bekta ş ilik). Bundan ötürü de bu iki Tarikatta
İbn Arabrnin (Kamil İ nsan) nazariyesi en hâkim rolü oynar. Çünkü,
insan mertebesi. (Hilafet) mertebesidir.
Melâmilik ve Bektaş ilik Tarikatları ayni hakikati içermektedir-
ler. Fakat, Bektâ ş iler, zevk için, bu hakikati fi'len, cismen de yapm ış-
lar ve bunun için de baz ı usüller koymuşlardır. Ancak, dedi ğimiz gibi,
her iki Tarikatta da esas ayni esast ır, yani ( İ lmelyakin, -Aynelyakin,
Hakkelyakin) teslisidir.

8
ilmelyakin, akla ait delilden has ıl olan ilimdir.
Aynelyakin, müşahede ile hasıl olan ilimdir.
Hakkelyakin, insan ın bütünlü ğü ile Allah'ta fâni olması ve Allah
ile ilmen, şuhfiden ve halen baki kalmas ıdır.
Melâmilere göre fiillerin ve s ıfatların hepsi Allah'a râci ve aittir
ve vücut olarak ta yaln ız Allah' ın vücudu vard ır. Her şey Allah' ın
vücudunda fânidir ve gerçek yolunun gayesi de AIlakh'ta fâni ve Allah
ile baki olmaktır.
Melâmilik, genellikle, üçe ayrılır:

1—Melâmiyye-i Kassâriyye ( Tarikat- ı Aliyye-i S ıddikıyye) :


Bu, üçüncü hicri yüz y ılda (Nişabûr) da zuhur etmiştir. Hamdun
Kassar'a mensuptur.

2—Melâmiyye-i Bayrâmiyye ( Tarikat- ı Aliyye-i Bayramiyye) :


Bu, dokuzuncu hicri yüz yılda Bolu'nun (Gönyök) kazas ında zu-
hur etmiştir. Emir Sikkini'ye mensuptur.

3—Melâmiyye-i Nitriyye ( Tarikat- ı Aliyye-i Nak şibendiyye) :


Bu, on üçüncü hicri yüz y ılda (Üsküp)te zuhur etmi ştir; Seyyid
Muhammed Nûr al-Arabi'ye mensuptur.
İlk devre Melâmiliği başkanı olan Hamdûn Al—Kassaar' ın Tari-
kat silsilesi şöyledir :
1—Hz. Muhammed.
2—Hz. Ebu Bekir
3—Habib b. Ma'zam Kure ş i.
4— Muhammed b. Müslim.
5—Ebu İyad b. Mansûr
6—Fadl b. 'yaz
7—Feth b. Ali Al-Mûsili.
8—Ebi Hüseyn Sülem b. Hüsseyn Al—Barûsi,
9—Hamdun Al - Kassaar.
İkinci devre Melâmileri (Bayrâmiyye) Melâmileridirler. Bunlar ın
başı da, Hacı Bayrâm' ın halifelerinden Emir Sikkini (Bıçakçı Seyyid
Ömer Dede) dir.

9
Üçüncü devre Melâmili ği de İ mam Rabbanrnin (Müceddidiyye)
kolundan bir kol olan (Melâmiyye-i Nûriyye)dir.
Bu kolun kuruscusu Mısır'lı Muhammed Nûr Al - Arab rdir. Bu
zât, Mısır'dan (Üsküp)e gelerek (Nak şibendi Al—Halveti Al—Melâmi)
tarikaatını kurmuştur.
Muhammed Nûr Al —Arabi, (Arab Hoca) ve (Noktac ı Hoca) ad-
ları ile de namlulu.
Yukarıda görüldüğü gibi, İ lk Devre Melâmilerinin Tarikat ı doğ-
rudan doğruya Hz. Ebu Bekir'e dayan ıyordu.
İkinci Devre Melâmilerinin Tarikat ı da Hz. Ali'ye mensub (Tari-
kat-ı Aleviye) kollarından (Tarikat- ı Bayrâmiyye) dir.
Son Devre Melâmiliği ise (Tarikat- ı Nakşibendiye)ye dayanmak-
tadır ve bunun kurucusu olan Muhammed Nûr -Al-Arabi de (Vandet-i
Vücud) a kail olanların en büyüklerindendir.
Bektaş iliğe gelince : Bekta ş iliğin esası aşktır, vandet te bu a şkın
visal noktas ını teşkil eder.
Dünyada hükm eden şey (Cemal) dır. Cemâl'den maksat ta tam ve
mulak güzelliktir. Mutlak güzellik te a'za taml ığı ve sıhhatlılığı, endam
tenâsübü ve yüzdeki nürâni halâvet toplam ından ibarettir. Dünya-
nın en güzel insan ı da (Ali)dir. Yani, (Ali), Allah' ın cemâlidir ve bü-
tün kainatın kendisinde göründü ğü aynadır. Peygamber de bu yüz-
den Ali'ye a şık olmuş ve bütün hakikatı Ali'nin cemâlinde görmü ştür.
İnsani sıfatlar üçtür : cemâl, anlamak, anlatmak.
Bektâş iliğin en büyük kaidesi de (Benlik)in ortadan kalkmas ıdır.
Benliği ortadan kald ıracak yegane vas ıta da (Ayin-i Cem)dir.
Bektaş iler, (Ca'feri) mezhebindedirler. Bununla beraber on iki
İ mam'ı da takdis ederler. Dolayısiyle, (Alevi) veya (CaTerl) diye de
adlanırlar.
Bektaş iliğin her şeyi, on iki İ mama'a nisbetle on iki mertebe üze-
rine tertib olunmu ştur. Post on ikidir, ayin on ikidir, hizmet on ikidir,
tâc on iki dilimlidir, teslim ta şı on iki köşelidir ve özellikle, ta-
libler de bilgi bakımından on iki dereceye bölünmü ştür. Sı rra da, ancak,
bu on iki makamı geçtikten sonra ula şılabilir.
Bektaşilik, Anadolu'nun bir çok yerlerini (Alevilik) şeklinde, kap
kaplamış, özellikle, bütün Rumeli'ye de (Nazenin) ad ı altında yayıl-
mıştır.

10
Bektâş ilik, her şeyi ile ve her ş eyden önce, bir Türk Tarikat ıdır.
Düşüncesi, duygusu, dili, kültürü, edebiyatı hulâsa her şeyi Türktür
ve Türkçedir. Bununla beraber İ slâmiyet ile bütün Asya dinleri ve
felsefeleri ba şta olmak üzre Şamanlığı, Brehmenli ği, Budistliği, Zer-
düştlüğü, Hulül ve Tenasuhu, Yahudili ği, Hırıstiyanlığı , Teslisi, Hu-
rüfiliği, Babaîliği , Bâtınîliği , Ca'ferîliği , ş iiıiği Melâ-
miliği. Ahiliği, Kızılbaşlığı, Kalenderili ği, Hayderiliği... ve daha
bir çok görüş ve düşünüşleri içeren bir Syncretisme'dir.
Balım Sultan'a gelinceye kadar Bektâ şilikte (Mücerretlik) mües-
sesesi yoktu. Bal ım Sultan bu müesseseyi kurmu ş ve mücerretlik âlâmeti
olmak üzre de (Kulağa Köpe Takmak) ı iycad etmiştir.
Bektâş iler başlıca iki kola ayrılırlar:

1—Anadolu Bektâ ş ileri ki bunlara (Çelebi Kolu) denir.


2— Rumeli Bektâş ileri ki bunlara da (Babagân Kolu ) denir.

Çelebilerde veraset vard ır. Çelebi'lik babadan evlada geçer. Bun-


lar, çoğunlukla cahil olup Tasavvuf ve Tarikat yolunda hemen hemen
hiç eserleri yoktur.
Babagân Kolu ise Bal ım Sultan tarafından Hz. Pirin ruhaniyeti-
ne müsteniden ictihad edilen ayin ve enkan ın mutasarrıfı ve (Tarikat- ı
Bektâşiye) diye anılan gerçek Tarikat ın sahibirdirler ki bu yol Bal ım
Sultandan Cumhuriyet Türkiyesine kadar tesellsül edip gelmi ştir.

Babagân Kolu'nun i'tikadlar ı Şeriata ve Hak yoluna asla ayk ırı


değildir, çünkü, Kur'ana ve Muhammed'e dayanan gerçek irfan yolu-
dur.
Rumeli'ye mahsus olan Babagân Bektâ ş iliği, son zamanlarda (Ta-
rik-i Nâzenin) ad ı ile adlanmıştır.

Babagân Bektaâ şiliği Hz. Ali'nin tafdili, Hz. Ali'nin ult.ı' hiyeti ve
nefsin ul'ühiyeti olarak özetlenebilir.

Bu sebeple de secde (Adem)edir. Zâten namazdaki (K ıyam) va-


ziyeti eski Türkçe alfabedeki (Elif) harfinin, (Rüku') vaziyeti (Dal)
harfinin, (Secde) vaziyeti de (Mim) harfinin timsalidir.

Bektaşilikte, diğer Tarikatlarda oldu ğu gibi, (Seyr-ü Sülûk) ve


belirli (Evrad ve Ezkâr) yoktur. Bunun yerine ( İnabe), yani el verip
teslim olmak, ( İ karar) ve (Ayin-i Cem) vard ır.

11
İnâbe, tâlibin Şeyh huzurunda günahlar ından tövbe etmesidir.
Yani, hiç ibir kötülükte bulunmayaca ğına Allah ve Resulü ve Tarika-
tın Piri adına söz vermektir ki bu Şeyh ile mürid aras ında bir muahe-
dedir.
İ krar, namzede Kur'an ın anahtarının verilmesi, onun hakikat
ilmine ulaştırılmasıdır.
Ayin-i Cem de, bütün benliklerin ortadan kald ırılması ve (Küntü
kenz...) sırrının agklanarak insan ın Allah'a kavu ş turulmasıdır.
Kısaca, Bektâ ş ilik, (Vandet-i Vücud)tan (Nefy-i Vücud) a kadar
uzanan bir Tasavvuf yoludur ve en basit deyimi ile (Diline), (Eline)
ve (Beline) sa ğ ve sahib olmak ile özetlenebilir:

1—(Dil)ine sağ ve sahib olmak :


Bu, ahlaki anlamda her görülen ve bilinen ş eyi söylememek, ya-
ni sır saklamak demektir.
Asıl anlamda da her şeyin dil ile söylendiğine ve Söz (Kelâm)ün
Allah'ın sözü olduğuna daha do ğrusu, bir anlamda Allah' ın (Söz) ol-
duğuna, her şeyin dil ile tatıldığına ve sevişebilmek için tatlı dilli olma-
nın ve do ğru konu şmanın luzumuna i şarettir.

2— (El)ine sağ ve sahib olmak :


Bu, ahlâki anlamda elinle koymad ığın şeye el sürmemek yani ba ş-
kalarının haklarına tesavüz etmemek demektir.
Asıl anlamda da el rehber demektir, zira elsiz hiç bir şey yapıla-
maz. Dil, tatar ve sever, fakat, bu tatili* ve bu sevday ı toplayan vas ı-
ta eldir.
Kısaca, insan tek ba şına hiç bir şey yapamaz. İ nsanın insan olması
ve insanca yaşaması bakımından daima başkalarına ihtiyacı vardır.
Herkes ve her şey varlıklarını koruyabilmek ve gerekti ği şekilde yaşa-
yabilmek için birbirine vas ıta olmak zorundad ır.

3— (Bel) ine sağ ve sahib olmak :


Bu, ahlaki anlamda nefse hâkim olmak, arada, bir anla şma ve riza
olmaksızın kimsenin ırzına, nâmusuna tecavüz etmemek demektir.
Asıl anlamda da a şka dayan demektir. Zira, birlikte ya şayabil-
mek, birleşmek için, vandet için a şk zorunludur. Aşk ise (Bel) ile tahak-

12
kuk eder. Zâten, insan da, (Bel)den ç ıkmıştır, insanın aslı (Bel)dir.
Bundan ötürü de insana (Bel O ğlu) derler.
Bu üç deyim ve terimin anlatmak istedi ği şudur:
Hılkat insandadır. Bu üç şey insan sıfatı ile birdir.
Daha açık bir deyişle: İnsan, Allah'tır.
Bu hakikat Bekta ş i nefeslerinde şöyle ifade edilmi ştir:
Elsiziz, dilsiziz, belsiziz amma
Gezeriz alemde Erkekçesine.
Sözümüzü bitirmeden önce şuna da önemle işaret edelim ki bü-
tün Tarikatlar, her şeyden önce, bâtınidirler, dolayısiyle de içe ait
bir takım Tasavvufi sırlara mâliktirler. Zira, umde bât ındır. Bu sebeple
ariflerin, kâmillerin ,gerçek Tarikat ulular ının çoğu sözleri bâtından,
ma'na âlemindendir ve Tasavvuf yolu ile bir tak ım işaretlerden,
sembollerden i ibarettir.
Tasavvuf yolu ile semboller, insan ı Mutlak Vücud'un sırrma ulaş-
tırma yolunda (Güzellik)i ve (A şk) ı kullandığından akıldan ziyade kal-
be, sezgisel hisse hitab eder. Kalbe ve kalbi sezgi ve heyecanlara hitab
eden aşk ve güzelliğin dil'deki hitab şekli ise nesirden ziyade naz ımdır,
şiirdir. Bundan ötürüdür ki Tasavvuf Edebiyat ının büyük kısmını
( Şiir)ler te şkil etmektedir. Bu yüzden, biz de kitab ımızda açıkladığı-
= fikirleri, kalplere de sezdirebilmek, dolay ısiyle esas konumuza da
sadık kalmış olmak için, onları, ilgili (Nefes)lerle destekledik.

13
(A)
MELÂMILIK

Mahiyyeti)

Yukarıda üç devreye ay rd ığımız Melâmilik, Tasavvuf ilimlerin-


de ve (Tevhid)te gerçekten söz sahibi' olan ve üçüncü devre Melâ-
milerinin başı bulunan (Muhammed Nûr Al'Arabi)nin gayreti ile,
sadece, Tarikatlarda ihtiyar edilen melâmiyane bir hal ve tav ır olmak-
tan veya pek câzib görünmeyen bir yol say ılmaktan sıyrılarak belli
başlı bir Tarik ve Tasavvufi bir meslek haline gelmi ştir.
Tasavvuf demek, bâtın manayı zâhir ma'na ile kar ıştırıp uyuş-
turarak te'vil yolu ile ve sembollerle aç ıklamada bulunmak ve bat ı n
ma'nayı zâhir misal ile işaret etmek demektir. Bât ın ma'na asıldır,
mutlaktır. Tasavvufi ma'na ise parçad ır, mukayyettir.
Tasavvufa ait eserleri ve Tarikatlar Tarihine ait kitaplar ı ile pek
haklı bir nam kazanan Kemalettin Hariri de Muhammed Ntir Al-Ara-
brnin en gözde tilmizlerindendir. Bu zat ın, Melâmet usulüne dair de
pek çok yazıları vardır. Gerek Muhammed Niır'un ve gerek Kemalet-
tin Harirl'nin duyurup yayd ıkları Tarikat usulü, suhbet ve irfana ve
müsemmâya aittir.
Melamiler, esmânın hakikaıtına ulaşma yolunu benimseyerek
müsemma yönüne ve Peygamberimiz Muhammed'e ait irfan, mesle ğine
önem vermiler, onu üstün tutmu şlar ve bu yola girenleri de daima
suhbete ve irfâna sevk etmi şlerdir.
Kemalettin Harid'nin eserleri aras ında (Kernalnâme-i Âl-i Abâ) 2
sı ile Ehl-i Beyt'e ait eserleri pek kıymetlidir.

II
(Melâmet Usulü)
Melâmilik, hakikat yolunda istidlallerle u ğraşmayıp doğrudan
doğruya visale gitmek ister. Bu sebeple, kalbe ait Celal isminin zikrini,

14
yani alınan tek bir nefes ile üç defa (Allah, Allah, Allah) derne ği, bu
suretle de (Allah'tan ba şka fail yoktur; Allah'tan ba şka mevsuf yoktur;
Allah'tan ba şka mevcut yoktur) demi ş olmağı ve dolayı siyle, (Allah) ke-
limesini söylerken fikren de Allah' ı düşünmek ile istiğrak halinde ve
bu üç (Fenâ) mertebesinde bulunma ğı öne sürer. 3
Birinci nefes veri ş ve Allah deyi şle (ki celâldendir, farktand ır) bü-
tün fiiller birle ştirilmektedir.
İkinci Allah deyi ş, sıfatları tevhiddir ki mevsufu Allah't ır.
Üçüncü Allah deyi ş, zatı tevhiddir ki kâinatta ne mevcut varsa Al-
lah kelimesi ile, yani vahidiyet ile birle ştirilmektedir.
Bunların cümlesi birden zatın farka gelmesidir ki bunların hepsini
toplamakla tekrar zâta var ılmış olur. Fiiller ve s ıfatlar ayr ı ayrı şeyler
olmayıp zatın fiilleri ve sıfatlarıdır. Şu halde, her şey zatta fâni ve müs-
tehlek olmu ş olmakta ve yalnız zât bald bulunmaktad ır.
Bu üç hale Allah'a seyr (Seyr-i ilallah) derler. Bunlar, insan ın
kendi kendisinden hurucu ve Hak'ka urucudur.

( Zikr)in delili şu dyettir :


"Ellezine yezkurunallahe k ıyamen ve kuûden ve ala cunubihim
leallehum yetefekkerûn" 4. Yani her mahal ve zamanda kalbi ıikre
devam etmek şarttır. Zenbilli Ali Efendi fetvas ında bile bu nokta açık-
ça görülür.

Fiillerin tevhidi delili de şu 4yetlerdir :


"Kul küllün min indillahl; vallahu halakaküm ve mâ ta'melünes ;
vema halaktul cinne vel inse illa liya'budün" 6 Yani her şey Allah'tan-
.

dıdır Ben insi ve cinni ancak bana


ibâdet etsinler diye yaratt ım.

Sıfatların tevhidi delili :


Sıfatların tevhidine esmâ-i hüsna delil oldu ğu gibi sıfatların tevhi-
di Kur'an' ın her tarafinda da zikr edilmi ştir:'

Zatın tevhidine delil de şu âyetlerdir :


"Küllü şey'in halikürı illa vechehu" 8 "Küllemen aleyha fânin ve
,

yebka vechu rabbike zülcelal-i vel ikram"9. Yani her şey müstehlektir,
yok olucudur, ancak, Hak'kın vechi bakidir.

15
III
(Tevhitler)
Ilahi tevhit üç kısımdır :
1—Fiilleri tevhid Fiilleri tevhitte a şık kimse hisse ait fiiller, kalbe ait
fiiller ve enfüse ve âfâka ait fiiller d ışında ve üstünde Hazret-i Ma' şuku
kalbi ile müş ahede edrer. Her ne fiil his ederse ma' şukun fiilinin o fiil
ile zâhir oldu ğunu zevk eder. 10
2—Sıfatları tevhid : Sıfatları tevhitte aşık olan kimse Hazreti-i Ma'-
şukun kemâl vasıflarını , mahsusunda ve ma'kulunda, kalbi ile mü şa-
hede eder.
Mahsus ve ma'kül mevcudun her birisi Hazret-i Ma' şukun kemâl
sıfatının mazharıdır. Aşık olan kimse Hazret-i Ma' şukun kemâl sıfat-
larını âlemin zerrelerinin üstünden ve ötesinden zevk eder.
3—Zdtı tevhid : Zatı tevhitte aşık olan kimse zatın birliğini me-
zahirdeki çoklu ğu ile müş ahede eder ve mezâhirdeki çoklu ğu 12 da za-
ta ait vandet ile mü şahede eder. Zâta ait vandetin zuhuru çokluk ile-
dir ve çokluu ğun vücudu da vandet iledir ve vandet ço ğalmayınca
ayanda zâhir olmaz. Bütün çokluk, Hazret-i Ma' şukun mertebeleridir
ve bu mertebeler de iki k ısımdır :
o— Birisi müessirdir ki bu zâta ait isimler ve fiile ait vas ıflardır.
b— Birisi de müteessirdir ki bu da hisse ait renkler ve akla ait ma'-
nalardır.
İşte bu nokta Velâyet makam ının sonudur13. Bundan öteye Velâ-
yete ait bir makam daha yoktur. Bunun ötesi, art ık Muhammed'e ait
makamdır ki ona da kimse ula şamaz. O makama, ancak, verasetle ula-
şılabilir.
Başka bir deyi şle:

Fiillerin tevhidi demek, bütün yarad ılanların fiiller ile olduğunu


bilmek ve her fiili gördükte o fiilin aynas ında Hazret-i Ma' şuku mü-
şahede etmektir.
Sıfatların tevhidi demek, yarat ılmışlarda zâhir olan sıfatlar ayna-
sında Hazret-i Ma' şuku müşahede etmektir.
Zatın tevhidi demek, bütün yarat ılmışların, huIül ve ittihat ol-
maksızın, Hak'kın zatı ile vücutlar ı olduğunu bilip yaratılmışlar, ya-
ni halk aynasında Hak'kı , yani Zat-ı Ma' şuku müşahede etmektir.
İşte (Sıddikiyet) mertebesi bu üç tevhitten ibarettir.

16
IV
( İ ttihad Makamları)
( İttihad) ın da dört makamı vardır:
1—Birinci makam Toplam Makamı (Makam'ül-Cem) 14, yani
bâtınla zâhiri birle ştirme makam ıdır. Bu, Hak'kı zâhir ile halkı da bâtın
ile müş ahede etmekteir. Bu makamda halk ayna olmu ştur 15ve halk
aynalarından da Hak zâhir olmu ştur. 6 Bu hususta şu hadise işaret ede-
biliriz : " İnnallahe yekulu alâ lisan- ı abdihi semiallahu limen hamide".
2— İ kinci makam Toplam Hazreti (Hazret'ül —Cem) makam ıdır.
Bu, halkı" zâhir ile, Hakk' ı da bâtın ile müşahede etmektir. Bu makam-
da Hak her şeye ayna olmu ştur 18 ve Hak aynasında da halk zâhir ol-
muş tur.
3—Üçüncü makam Toplam ın Toplamı (Cem'ul-Cem) makamı-
dır. Bu makamda bât ın ve zâhirin hepsi Hak olarak mü şahede edilir
Bu makamda bât ın olan mutlaktır ve zâhir olan mukayyettir; evvel
mutlaktır, âhir mukayyettir; ama cümlesi Hak't ır. Buna da şu âyetle
iş aret edebiliriz : "Hüvel evvelü vel âhirü vez zâhirü vel bât ınü" 19 .

4—Dördüncü makam Toplam Ahadiyeti (Ahadiyet'ül-Cem) ma-


kamıdır ki Muhammed makam ıdır, (Ev Ednâ) makam ıdır. Bu makam,
kayıtlanmıştan kaydın kalkmasıdır. Bu noktada şu âyete işaret edebi-
liriz : " Küllü şey'in halikün illa vechehu". 20
Burada, dolayısiyle, şu noktalara da i şaret etmek gerekir:
Şahadet alemi, yani içinde ya şadığımız âlem, altı yönü haiz bir
âlemdir ve altı yön, ancak, bu alemde söz konusudur. Bu alt ı yön de
insanın etrafindaki görünen şeylerdir. Şahadet aleminin dışında ve üs-
tündeki Melekût, Ceberût ve Lâhut âlemlerinde yönden hiç bir suret-
le söz edilemez. Hak ise bütün bu âlemlerin, bütün bu var' ın, bir uğur-
dan topudur ve bunun içindir ki Allah bütün bu mevcudat ın başka bi-
risi olmaktan münezzehtir. İşte Allah' ı bu suretle mütalaa etmek ve
düşünmek onu bir yıl ağız ile zikr etmekten daha hayırlıdır. Bu suretle
olan bir fikir, yani tevhid yönünden olan böyle bir fikir de sahibini cez-
beye eriştirir. Allah cezbelerinden bir cezbe ise cümle ins ve cinnin
ameline eşit olur.
Şimdi, Hak, bütün varlığın kendisidir ama Hak bu çoklukta bu-
lunmaz, ancak, yine kendinde bulunur. Daha aç ık bir deyişle, Hak,
yalnız insanda bulunur. Gerçi varl ıktan maksud Hak'tır ama Hak'kın
tam zuhuru da kâmil insandan ibarettir.

17
Kamil insan Hak'tır ve tam zuhuru ile Hz. Muhammed'in dilin-
den sadır olan Hak kelâmı da Kur'and ır. Halk, Hak olmaz. Halkta
asla vücut olmad ığından vücudun varlığı Hak'ka ispat olunur. Hak'k ın
vücudu halk surtinde görünmü ştür. Allah, kendi vücudunu halka âri-
yet giydirip ızhar eylemi ştir.

Tevhit mertebelerinde mertebe ve makamlar 21 çoktur. Fakat,


mertebelerin toplam ı iki kelime ile aç ıklanabilir ki bunların biri
Toplam (Cem), di ğeri de Ayırım (Fark)dır. Ayırım, zâhire, mad-
deye de şâmildir. Ş eriat makamı Ayırım'dand ır. Alemin düzeni, doğ-
ru ve yanlış, riyazet ve mücahede 22 gibi şeyler bu makamdand ır. Ha-
kikatların dış hallerini görüp gözetmek Şeriat aynas ındandı r (Nahnü
nahkümü bizzahir= Biz zâhir ile hükm ederiz 23 Bu mkakamda Hak
).

ile halk ayrı ayrıdır. Yarat ıcı ile yaratılan başka başka görülür. Bak ış
halkadır ve bütün mezâhir, Şeriatça, yarat ılmış sayılır.

Toplam mertebesi ise a şk ve cezbe mertebesidir. Bu mertebede


bulunan, yalnız Hak'kı görür, Hak'tan ba şka bir şey mevcut de ğildir.
Mezâhir, ilahi mezâhirden ibarettir.
Bu mertebeye eri ş en, kendi vücudu ile fâni Allah ile bakidir.Gö-
ren ve görünen hep ondan ibarettir. Bat ıl da kendi mertebesinde Hak'-
kın zuhurlarından bir mazhard ır.
Bu mertebe istiğrak mertebesidir; tapan, tap ılan, secde eden ve
secde edilen , hulâsa her şey, O'ndan ibarettir.

Ayırım mertebesi zâhirdir, Toplam mertebesi ise bât ındır. Bu


mertebelerin ikisinin birle ştirilmesine de Ay ırım ile Toplam Makamı
(Makam'ül Cem ma'âl-Fark) 24 derler.
Bizzat Allah Kur'anda şöyle demektedir: "Ey Muhammed! de ki
Hak için batıl yoktur. Batıl, ancak, sizinn isbetlerinizdedir. Bat ıl, ancak,
Hak'tan bir mazhard ır. Batıl sözü cüzlere nisbetledir ve Hak geldi-
ğinde batıl gider."

Kısaca, Melâmilik şu üç temele dayanır:


- Tanrı buyruğunu, yani farzları ve Peygamber emrini, yani
sünnetleri yerine getirmek.
2- Kalb kırmamak.
3- Ekmeğini alın teri ile helalından kazanıp kimseye muhtaç
olmamak.

18
Melâmilikte özel bir kıyafet yoktur ve bunlar emellerini ve
lerini de herkesten gizlerler. Çünkü, aksini riyakarl ık telakki ederler.
Melâmilikte de ilk i ş kalbi tezkiye ve tasfiyedir ki bu da mâsi-
vay' kalbten at ıp orada yaln ız Tanrı'yı konuk kılmaktı r. Bu i şe de
(Gönül Paklama) denir. Bu gönül paklama i şinde Ş eyh, yani Başkan,
namzet ile Tanrı arasında arac ılık eder.
Gönül paklama yolu da daima hakikat üzerine suhbet etmektir.
Bu sebeble Melâmiler s ık sık kendi araları nda toplanıp bu türlü
suhbette bulunurlar.
Yine bu sebepten Melâmiler aras ında evrad ve ezkâra ra ğbet
makbul değildir. Onlar, keşf ve kerametlere de önem vermezler,
nâfilelerle ibadeti ço ğaltmağa ve riyazete de luzum görmezler. On-
lar, isti'datlar ı nisbetinde hakikat üzerine yapt ıkları suhbetlerden
aldıkları feyzle yetinirler. Çünkü, onlara göre her insan Tanr ı ad-
larından bir adın mazharıdır ve ezelden ebede kadar o ad üzre gider.
Bütün tarikatlar için oldu ğu gibi Melâmiler için de;
Şeriat: bir a ğ açtır.
Tarikat: o a ğacın çiçekleridiri
Ma'rifet: meyvalar ıdır.
Hakikat ta: özü ve lezzetidir,

İ nsanın yaradılışında gâye, Tanrıyı bilip tanımak ve O'na ula-


şıp kavuşmaktır. Bu da Tanr ının emr ettiği iyilik ve güzellik yol-
larından gitmekle mümkündür. Ba şka bir deyi şle, Tanrı ahlaki ile
ahlâklanmak ve Tanrı sıfatları ile sıfatlanmak ve bu suretle de kalbi
ilahi nur ile ayd ınlatmak ile mümkündür. Ruh Tanrı nurundan bir
kıvılcımdır.
Bilmek, hakikati anlamakt ır; Bulmak, aç ık ve seçik olarak onu
görmektir; Olmak ta ikiliksiz birli ğ e ulaşmaktır.
Tanrıya en yakın yol (Gönül)dür. Bu yolunu yolcusu olabilmek
için de her şeyden önce insanın kendisindeki gurur ve şehveti kır-
ması ve diğer insanları da hoş görmesi laz ımdır.

19
(B)
BEKT AŞIL/K

(Bektaşilik ve Felsefesi)

(Bekta şi) veya (Nazenin), kâmil insan demektir. Bektâ şilik dış (zâ-
hir) yüzünden halka ve iç (bât ın) yüzünden Hak'ka bakan iki yönlü
büyük bir kavşak (berzah) ı noktasıdır. Bektaşilik bâtın manayı sem-
bol ile, zâhir manay ı da misal ile, yani lâhutiyeti sembollerle, me şhudâ-
tı da misal aleminden bildirir 2 Bektâşilik, gereçeği anlatabilme yolun-
.

da her dille konuşur ve her renk ile renklenir. Her şeyi kendisinde ve
kendisini de her şeyde görür ve gören de görünen de (Benim) der.
Bektâşiliğ e göre sûretler ve isimler aç ısından (Allah, Muhammed,
Ali) 3 tek bir nurdur, mertebeler bak ımından insanlığın son noktası-
dır; yani, Hakk' ın tam zuhurudur. Hak'k ın her sıfatta ve sıfatla zâhir
olduğu da Bektaşilikte şu nefesle i şaret edilmi ştir: 4
Tuttum ayine yüzüme Ali göründü gözüme

Ali evvel Ail âhir Ali bâtın Ali zâhir


Ali tayyib Ali tâhir Ali göründü gözüme

Bektaşiler bu snefeslerine delil olarak ta Kur'andaki: "A ğaç Mu-


sa'ya dedi ki: — Ben kainatın Rabbı olan Allah'ım." 5 mealindeki âye-
ti gösterirler.

Yukarıda (Allah-muhammed ve Ali) nin tek bir nur oldu ğuna


işaret edildi. Fakat, bu Mehammed ve Ali Allah't ır demek değildir.
Esasen bunlar isimlerdir, suretlerdir. Bu isimlerden murad ma'naya
değil, yalnız lafza aittir. Meydanda Ali, Veli yoktur. Suret, baki
Maksud olan ş ey, iki yön (zâhir ve bât ın)ün toplam (cem) ıdır; 6
Besmelenin (Ba)s ındaki noktadır (bu sözlerimiz Kur'an harflerine gö-

20
redir), (Lâhut Alemi)dir. Nokta uzand ı (Elif) oldu; zât ın ahadiyetidir;
Allah'ın elifidir. (Allah) kelimesindeki iki (LL) den biri Muhammed'e
diğeri de Ali'ye ve (H) de (Hüve) zamirine i şarettir ve (Fenâ) ve
(Bakaa)n ın müjdescisidir.
(Muhammed) kelimesindeki birinci (Mim) imkân mimi, ikinci
(Mim) de Şükran mimidir. Geri kalan (H ve D) harflar ı da vâhidiyete
iş arettir. Bu iki harf nokta ile, yani Allah kelimesinin (Elif)i ile (A,H,D)
olur ki Zat-ı Ahadiyettir. Bu ahadiyete, yani (A,H,D) ye imkân
(Mim)ini de eklersek (A,H,M,D) yani (Ahmed) olur.
Imkârı (Mim)ine kar şılık olan harf (V)dir ve ço ğalma anlamına
zuhura mail oldu ğundan (Vahidiyet) oldu ki (Ceberût Alemi)dir;
(Ümm'ül-Kitab) ın tafsili (Kitab'ül-Mübin)dir ; (O her gün yeni bir
şe'ndedir) 7 âyetinin. mealidir. 8
Ali kelimesine gelince, (Ali), lugatta, (Ulviyet) anlam ınadır. Ben
âynayı yüzüme tutunca ulviyeti görebilemeliyim ki bu ulviyet, (Ukühi-
yet) tir, ulviyetin ulûhiyetidir.
Bektâşi dergâhında Ayin ma'bedine giri ş kapısının solunda bir
sütun vardır ki bu sütunun kaidesi insan cemiyetini sembolize eder,
zirvesi de ulûhiyeti gösterir. Bu sütün , ba şlangıcı nda (Mahrüti)dir.
Bilinmektedir ki mahrut, kaidesi geni ş, tepesi de tek bir noktadan.9 iba-
ret bir şekildir ve bu şekil, aynı zamanda bir (Müselles)tir de.
Şimdi, insanlar, ba şlangıçta, mahrutun kaidesindedirler ve tekem-
mül ede ede yukarıya odoğru yükselme ğe başlarlar. Yükselmek, ben-
liğini anlamak ve hakikata, yani Allah'a yakla şmak demektir. Mah-
rutun kaidesinden zirvedsindeki sonuç noktas ına doğru yükseldikçe
acaba nereye gidilmektedir? Şüphesiz ki Allah'a. İşte, kesretten vandete
felsefesi budur. İnsan, cemiyet hâlinde ya şadığı çoklukltan birlik hâlin-
de bulunan son noktaya, yani ilâhi zâta do ğru yüksele yüksele ulûhiyet
kzaznır ve ulvilerşir.
Çünkü bildik aslımız evvel biziz, âhir biziz
İptidayız, intihayız, bâtın-ü zâhir biziz.
Ilâhi zât, Muhammed ve Ali'de tecelli ve te şahhus etmiştir.
Mahrutun kaidesindeki kesret insanlardan mürekkeptir. Bu insanlar ın
hepsinde de ulviyet kabiliyyeti, yani (Uluhiyet) kabiliyeti vard ır. Fa-
kat, insanların hepsi bu kabiliyetlerini idrâk edememektedirler, an-
cak, nasibi olanlar idrâk edip hakikati görebilmektedirler ve (Allah
Birdir) remzinin hakiki ma'nas ım anlayabilmektedirler.

21
Bu ulviyetin halen ve nisbeten bir z ıddı vardır ki o da (Süfliyet) tir.
Bu süfliyet, her insan ın kanında mevcut olan ve ( Şeytan) nam ı ile nam-
lanmış olan (Nefs-i Emmare)dir. Ulviyet ve hâl sahibi olmak için bu
Ş eytana uymamalı, Nefs-i Emmareyi ezmelidir. Ancak, bu Emmare
Nefs ezildikten sonrad ır ki insan kendi benli ğinden çıkar, kurtulur
ve bütün mevcudat ı Rahman ve şefkat gözü ile görür, etrafindaki veya
kendinden daha a şağıdaki insanların dertleriyle dertlenme ğe, sürur-
lariyle de mesrur olma ğa ba şlar. Çünkü, bütün insanların kendisin-
den ibaret oldu ğunu anlar. Bundan ötürü de art ık kendisinden haks ız-
lık ve fenalık gibi şeyler zuhur ve sudur edemez. O vakit aynaya bakt ı-
ğında kendisini Ali görür veya bu bak ımdan kendisi art ık evvelki adam
olmamakla kendisini de ğil, (Ali)yi görür. Ali evvel, âhir, bâtm, zâhir,
yani her ş ey olunca, o insan da kâmildir. Bizzat ilahi zât, yani Allah,
işte Ali budur, ulviyet buradad ır. io
Bu anlattığımız gerçe ği aşağıdaki nefes pek gözel aç ıklamaktadır :
Ayine tutum yüzüme Ali göründü gözüme
Nazar k ıldım özüme Ali göründü gözüme
Adem ana Havva ile 01 allemel esmâ ile ı
Çarh-ı felek semâ ile 12 Ali göründü gözüme
Hazret-i Nuh Neciyyullah Hem İbrahim Halillullah
Tur-i Sinâ kelimullah Ali göründü gözüme 13
Isa ve ruhullah odur Mü'minlere penah odur 14

İki âlemde Şah odur Ali göründü gözüme


Ali tayyib Ali tâhir Ali bâtın Ali zâhir
Ali evvel Ali âhir Ali göründü gözüme
Ali candır Ali Canan Ali dindir Ali iyman
Ali Rahim Ali Rahman Ali göründü gözüme
(Hilmi) gedâye bir kemter Görür gözüm dilim söyler
Her nereye k ılsam nazar Ali göründü gözüme. ı 5
Şu hâlde, Ali ben oluyorum. Tufandan kurtulan (Nuh), Tur-i Si-
nâ'da konu şan (Musa), Ruhullah ( İsa), tayyib, tâhir, bât ın, zâhir,
evvel, âhir, hulâsa nereye baksam, ne görsem hep ben, hepsi benim.
Bunu bana ayna söylüyor. Ve ayna bana diyor ki: Sen her şeysin.
Lâkin, Ali olmak için hakikat ilmine ârif ve raz ımgelen meziyyetlere
de sahib olmaklığın zorunludur!.. ı 6
Kemâller elde ede ede yükselen insan son noktaya ula şmakla
ulviyet sahibi olur. Fakat, kesretten vandete do ğru yükselme ğe muvaffak

22
olan, yani son nokta olan (Ulviyet)e ula şan bir kâmil insan o noktada
hayat boyunca tutunamaz. Hatta o kadar tutunamaz ki son noktaya
ulaşmakla vandetten tekrar kesrete dü şüşü muhakkaktır. Çünkü, istik-
rar yoktur. Ve çünkü, Hak'k ın her suret ve ma'na ile zuhuru hayat
ve hareketle dâim ve kaimdir. Sükûn yoktur, o her gün yeni bir şe'nde-
dir Zira Hak, (Hay ve Kayyum) dur ve daimi bir devr ile zuhurdad ır.
( o her gün bir şendedir)".
Öyle ise, daimi ve müstakar bir uluhiyet olmuyor demektir. Kes-
retten vandete do ğru yüksele yüksele vandete ula şma anından sonra
vandetten kesrete dü şüş te beşeriyetin tam şiarıdır 1.8 Çünkü, hayat ın
.

müntehası, filmin neticesi, faziletin son buldu ğu nokta yoktur 19 Beşeriyet


.

durmadan hareket etmek ve çal ışmak zorundadır, nisbette isterse a'lada


isterse esfelde olsun.
Bu çokluk âleminde ululuktan nasibedar olanlara (Naci) 20 denil-
miştir ve bu dünyada bu Nadler o kadar nadirdir ki bu dünyadaki bü-
tün insanları taş toprak ve ağaç farz etti ğimizde dünyada mevcut (Cev-
her)in mikdarı kadar azd ır. İbn Arabi de bu noktaya önemle i şaret
etmiş ve nefsine arif olmayanlar ı taş topraktan da daha a şağı saymıştır.
Bektaşilik, zâhirde CaTeri mezhebindedir 21 , katarda İmam Ca'fer'e
uyar. Fakat, mukayyet de ğildir. Zâten Bektaşilik hiç bir din ve hiç
bir şey ile mukkayyet de ğildir. Çünkü hepsinin maksat ve gayesini,
uzak veya yakın yollarda kalmalarının sebeplerini bilir ve Kur'an ın
hakikat ma'nas ına arif ve mevcuclatın iktizay-ı zattan ibaret oldu ğuna
-vakıftır

Bektaşilik Şark felsefesi ile birliktir. Bununla beraber Bekta şilik


son derece vatanperver ve Milliyetçidir. 2 2 Bektaşilik Halifeliğin de
aleyhindedir. Hilafet denen kelimeyi uydurma sayar ve onu ta Yezid
devrinden gelen zalimlerin lakab ı olarak kabul eder. Hakikatta Hi-
lafet yoktur; ya Asâlet veya Sefâret vard ır. Asâlet, her hangi bir kimse-
den Hak'kın tam zuhurdur. Sefâret ise i şaret ettiğimiz böyle bir kimse
tarafından irşadla görevlendirilen kimsededir.
Bektaşilik İbn Arabi'nin (Vandet-i Vücut) felesefesini tamamiyle
kabul eder. Aynaya bakıp cemali görme (Enelhak) nazariyesinin; te-
vellâ ve teberrâ 2 3 sağ ve sol 2 4 hayır ve şer, zulumât ve nur nisbetleri-
, ,

nin derinliğine ulaşmıştır.


Bektaşilik tükenmez pek kıymetli bir hazinedir; iffet ve fazilet"
kaynağıdır ; Hak ve İnsan yoludur. 2 6 Bektaşilikte namaz ve oruç gibi sırf

23
görünüşe bağlı ibadetin yeri olmad ığı gibi perhizin, kümes bayram ı-
nın, ateşperestliğin, putperestliğin de yeri yoktur. Bununla beraber Bek-
Bektaşilik her şeyi nefsinde toplam ış bir özettir. Bekta şilik cahil ve
menfaatperest Baba'lar ın, geçmişte gördü ğümüz gibi bir geçim vas ı-
tası değil", bir felsefi meslek, bir lebdün ilmi kayna ğıdır. 28
Bektaşilikte ilahi felsefe iki şekilde ifade edilir: Varl ık ve Yokluk,
Varlık, asıldır, yokluk ondan zuhur eden ve yine ona dönen dal-
galardır. Yani, var olan derya, yok olan da dalgas ıdır. Her şey o der'-
yadandır. Mevcudat ve mükevvenat o as ıldan yani o nurdan bir şu'-
ledir. Her şey o var' ın bütün sırlarının aksi ve cemalinin aynasidir. Bu
da (Allah) diye adland ırdığı= kudrettir. O kudret kema-li mutlak,
cemâl-i mutlak, hüsn-ü mutlak, hayat- ı mutlaktır. Bunun niçin böyle
olduğunu anlamak için kâinat denen kitab ı iyice inceleyerek okumak
lazımdır.
Bu kitabın burhanı bizzat insand ır. Yalnız bakmak, görmek, yet-
mez. Kainatın â1î harflerini (esrar ını) okumak ve onları ruhta da his
etmek laz ımdır. Mutlak kudret, baz ılarının dedikleri gibi görünmesi
ve bilinmesi mümkün olmayan bir şey değildir. Mutlak kudret daima
insanlarla beraber oldu ğu gibi (ki zaten insanın içindedir) bir şey-
de değil, her şeydedir. Her şey deyimi de bütün kainat ı ifade eder;
her şey ayni kainatt ır alt tarafi çokluktur).
Kudret nedir? 29 Her hareket bir irade (istek)nin eseridir. Can-
sız bir şey itilmeden hareket edemez. O halde ilk hareketi yapt ıran kuv-
vet nedir? Irade, bir irade sahibini istilzam eder. İşte o irade sahibi-
ni, yani o birinci kudreti anlama ğa giden yol hakikat felsefesinden 30
doğmuştur ve buna dayanan bir çok şubeler ve yollar vard ır. Bu yollar
da bir bakıma (Sırat)tır ki kimini hidayete, kimini dalâlete götürür.
Dalalete giden yol değil, yolunu bilmeyen insand ır 31. Bu noktada şu
beyitlere işaret edebiliriz:
Acizim bast-ü beyandan cevher-ü mâhiyyetin
Sorsa bir ârif bana Kaz ım Cenab-ı Salıtan
Kul desem ol kudreti bilkuvve akl etmez kabul
Hak desem şirk etme ğe havf eylerim Allah'tan

Cîiş edip bad-1 muhabbet ile derya ezdi


Oldu bir gevher-i me şhud dü renk üzre celi
Dedi sarraf- ı hüviyyet görüp ol danderi
Birine nür-ı Muhammed birine niir-ı Ali

24
Burada şuna önemle işaret edelim ki Peygamberimiz Kur'an ın
sırrını ancak ehl-i beytine 3 2 ve ashabının en üstünlerinden bir k ısmına
bildirip açıklamışlardır. Ledün ilmini böyle pek az ki şilere bildirip
açıklamasının sebebpleri de çoktur. Evvela, o yolda yürümek ve mutlak
hakikati bilmek ve Hak'kın didarına 3 3 ulaşmak her kişinin karı
değildir. Ve yine, ledün ilmi kalbi ar ınmışlara, 3 4 hakiki nazar 3 5
sahiplerine ve maad akl ı 3 6 ehline mahsustur. Vesveselerden kendini
kurtaramayan 37 ve çokluk içinde bucalayıp duranların gözlerinden
cehalet perdesini 3 8 kald ırmak kolay olmad ığı gibi gaflet uykusunda
olanlar da hakikatın kokusunu bile alamazlar. Çünkü, bu gâfiller zâ-
hir mi'marı dırlar, bâtın âlemirı den haberleri yoktur. Bu gibilere de
maad ehli de ğil, maaş ehli" derler. Bunlar ilahi bilgiden binlerce
söz işitseler de bunlardan gönüllerini bir zerre bile etkilemez, çünkü,
n âdân dırlar.
Bir kimsenin bir saat kâmil ve ârif suhbetine girip mest olmas ı bin
yıl kendi başına ibadet ve riyâzet etmesinden üstün ve hay ırlıdır. 4 °
Bir kimse de kamil ve arif suhbetine girmeden maksuduna kavu şamaz.
Kamiller ve arifler meclislerinden ba şka meclislerden hiç bir faide elde
edilemez. Çünkü bu gibi meclisleri te şkil edenlerin irfaniyetleri çok
az ve buna kar şılı k mukallitlikleri ziyadedir. Anay ı babayı, geçmişi
taklit 43 ise hakiktat yolunda pek büyük bir perdedir. İşte bu perdeyi
yı rtıp geçenlere (Merd), 42 yırtıp geçemeyenlere de (Nâmerd) derler.
Bu ilmi tatmayanlar bilmez, zira ak ı lları maad aklı değildir. Maad
aklına sahib olanlar bile yine de ârif bir üstad ın gerçek irşadına mu-
hatçtırlar.
Ey dila! ma'na yüzünden defter-i esrar ı bil
Kıl tefekkür Mem içre yar ı bil, ağyarı bil. 4 3
Gerçek bilgi ile bilmekli ğimiz gereken ilk mesele yarat ılış mesele-
sidir, yani (küntü kenzen mahfiyyen )nin açıklanmasıdır. Yara-
tılıştan. maksat (Küntü kenz ) kudsi hadisinde ifade edilmiş -
tir. Fakat, bu ifadeyi gerçekten anlayabilmek için daha önce Hak'ka
ârif olmak gerekir. Hak'ka arif olmak ta (Taalluk), (Tahalluk) ve (Ta-
hakuk) ile mümkündür. Taalluk, (Bilmek) ; tahalluk, (Bulmak); ta-
hakukkuk ta (01mak)t ır. Bunun için de ârif olmak, ilahi bildirileri ve
özellikle Dört Kitab' ı gerçekten okuyabilmek ve anlayabilmek şarttır.
Furkan44 ve Kur'an 4 5 terim bakımından ayni şeyi ifade ederler.
,

Böyle olunca yüz (Suhuf)un s ırları dört kitabta, 4 yani (Zebur, Tev-
rat, Incil, Furkan)da toplan ır; ve dört kitab ın usulü de Kur'anda,

25
Kur'anın hakikatlar ı da (Fâtiha)da, Fatiha'n ın ma'nası da (Besmele)-
de, Besmele'nin lâtifeleri de (Ba)da, Ba'n ın incelikleri de (Nokta)da
ibda' ve derc olunmu ştur. (Nokta), bütün nüshalar ın, mecmuaların
metni ve gerek söze ait gerekse fiile ait bütün noktalar da onun şerhi-
dir.47
Hz. Ali: "Ben (Ba)n ın altındaki noktayım" 48 diye buyurmu ştur
ve bütün çokluğa ait suretlerin ba şı ve sonu (Ba) harfi olmak ve a'yan
ve cevherler 49 ve arazlar ve vücut feyzinde 5° münderic olan tafsiller 51
ve icmaller ve eserler ve hükümler 52 de (Besmele)den ibaret bulunmak-
la Hz. Ali şöyle buyurmuş oluyor: "Allah' ın kitabında bulunan her
şey (Fâtiha)da, Fâtiha'da bulunan her şey (Bismillâhirrahmânirrahim)
de, Bismillâh'ta bulunan her şey (Bâ)da, Ba'da bulunan her şey
(Ba'nın noktasında) bulunmaktadır ve (Ben) de o noktay ım. Ve bu
(Ba ) harfi insan nev'inin suretidir". 53
Harflarm aslı da şöylece bildirilmiştir:
Bütün harflar, (Ba)n ın noktasından zuhura gelmi ştir. Harflar
iki kısımdır : sessiz harflar ve sesli harflar. 5 4 Sessiz harflar Âdem'in
Vücududur; Sesli harflar da Âdem'den sudur eden sözler (Kelâm)-
dir. Âdem, bütün mevcudâtın aynidir 55 Bütün mevcudattaki madde,
.

suret ve şekiller sessiz harflerdir. Bunlar ın devri 56 bakımından zuhura


gelen hareketler ve sada da sesli harflerdir. Ba şka bir deyişle, ezelde
mukadder (Kitâb-ı Mübin)in 57 tafsilidir. Gaybtaki mevcudat Mi harf-
ler, şuhuttaki mevcudat ta süfli harflerdir ve hepsi birden ezeldeki
mukadderatın istikbaldeki tafsilini 55 bildiren hatlard ır. Eşyada ve
sair mevcudatta mevcut olup istikbali bildiren hatlar Âdem'de tama-
miyle mevcuttur. Âdemdeki bu hatlar onun kendi cüzlü ğünün ezeli
mukadderatuu her an bildirmektedir. Hangi devranda, hangi merte-
be ve suret ve makamda bulunursa buluncun insan ve her şey mutlaka
o mertebeden geçecektir. 59 Hangi suret ve mertebede ise o suret ve
mertebenin ezelde mazhar oldu ğu isimlerin ve sıfatların ve isti'dad ın
tafsilini şuhud alanına getirmekle mükelleftir.
Burada (Fark Âlemini) terennüm eden şu mısra'lara i şaret ede-
lim:
Esmâ-ı ilâhiyyede bihad hünerim var 61
Her demde semâvat- ı hurufa seferim var 62

Bu huruf ile biçilmi ştir kubây-ı ma'rifet


Bu huruf ile aç ılmıştır sarây-ı ma'rifet 6 3

26
Adem libas-1 harf ile imlâya bir gelir 64
Esmâ-i rumuz sırr-ı müsemmâya bir gelir
Her bir tamam âlem-i e şyayı devr ile
Tekmil edip meratibin a'lâya bir gelir
Kahi basit kâh mürekkep olur vücut
Ahir havas-ı hamse-i ra'nâya bir gelir
Yüzün Mushaftır ey Iıiıri 6 5
Yanağın Kaaf-ı vel - Kur'an66
Budur Hak'tan gelen (Taha)"
Budur (Yasin-ü Er-Rahmân). 6 8
Yüzün Mushafftır ey rüh-1 musavver69
Taala şanühû Allah'u Ekber

Ebced harfleri adedince Aadem(45), Havva (15) ve alt ı yön de


(6) dır ve hepsinin toplamı da (66) eder ki yine Ebced harfleri ade-
dince (Allah) kelimesinin tutar ı da (66) dır.
Ve yine:
Hak der ki kenz-i mahfiyim alemde pünhân olmu şum"
Zatım münenezzehtir veli ismimle insan olmuşum7I
ım ile zatımdayım vasfım ile ıspattayım72 Zat
Sun'um ile iycattayım73 hem cism hem can olmuşum.74

Hem inni enallahım75 hem bu nam]. nuruyum 76


ın Turuyum vet-Turrnin mesturuyum77 Vesina'
Ve yine:
Derya-y-1 umman benim gevher-i kân bendedir"
Gözünü aç anla bak" iki cihan" bendedir
Cisim, suret, can 81 benim delil-ü burhan benim82
Söz benim, zeban benim, i şte meyan bendedir8 3
Ayyar-1 Ba ğdad benim, cümleye serdâr benim84
Burhan-1 esrar benim s ırr-ü nihan bendedir85
Maksad-ı insan benim, girdiş-i devran benim
Mekteb-i irfan benim işte nişan bendedir8 6
Zâhid-i tersâ benim Mescid-i Aksâ benim
Muhyi-i İsa benim yahşı yaman bendedir
Muhit-i Zevrak benim Hak bendedir Hak benim
Tamû ve uçmak benim cümle mekan bendedir"

27
Evvel-ü âhir benim, ganiyy-ü fakir benim
Zâhir-ü batılı benim küfr-ü iyman bendedir 88
Kalblerde ma'bud benim, Ka'be benim, Put begim
Adem'e maksud benim i şte matlub bendedir
Zerre benim, güne ş benim, gizli benim, fâ ş benim
Her ne ki var uş benim can-ü canan bendedir. 89

(Fenafillah, yani Hu!. Deryas ı Mertebesinden)


Ben beni dilmedim her kez ki can ım yoksa cânân ım
Ne cismim var, ne can ım var, ne insan ım, ne hayvan=
Gehl katra, gehi ummân, gehi peydâ, gehi pünhaan
Gehi kulum, gehi Sultan, ne kulıım ben ne Sultamm
Ne ben can ile canamm, ne küfrüm ben ne iymân ım
Ne kanım ne mekan= ben ne girdi ş, ve ne devi-an ım
Ne ödtim ben ne yel oldum ne (tb ını ben ne kil oldum
Ne can-ü akl-ü dil oldum me ğer bir sırrı-ı pünhamm
Ne Adem ben ne ş it oldum ne Yunu'sum ne Ht'ıd oldum
Ne dürrüm ne yak-U oldum ne de lü'lü-ü mercan ım
Ne ağyartm ne yâr oldum ne Mansur'um ne dâr oldum.
Ne kanım ne gevher oldum ne katrayım ne ummâmm
Ne ben clar'ül-Karar oldum ne bu a şk ile yâr oldum
Ne bu aşka şikar oldum ne derdim var ne dermamm
Ne aklım ne akl-ı kül oldum ne ilm-i kaal-ü kul oldum
Ne İshak-ü İsmail oldum ne Yusuf ben ne Ken'amm
Ne (Elif) ben ne (Ba) oldum ne Lokmân-ü hakim oldum
Ne (Suhf)u İ brahim oldum ne İncilim ne Furkan ım
Ne (Yasin) ne (Tâhâ) oldum ne (ve ş-Şems ved-Duha)90 oldum
Ne asa ne ejderha oldum ne ben Musâ-i Umramm 91
Ne ilm ile beyan oldum ne bendeyim ne Hân oldum
Ne Nuh'um ne Tufan oldum ne mfirum ne Süleymân ım
Benim vasfım beyan olmaz bana nâm-ü ni şan olmaz
Bana hiç kimse cân olmaz veli cümleye canamm92

(Toplamdan sonra Fark'tan)


Gönüllerde benim sırr- ı ilahi
Serâser cümle varl ık nâmütenahi
Benim hüsn kamu şekl-ü surette
Kamu ba şta benim Devlet külâhi

28
:Meme külli sedef ve gevher ben oldum
Bu cümle âleme defter ben oldum9 3
Kamu varlık yakin bende bulundu
Yakin, ırak, kem ve bisyar ben oldum

Burada (Devran)a ait şu yazıya da işaret edelim:


"Halıkın emri beni güzegâr balç ığı gibi devran ın çarhı üzerine
koyup dolab gibi döndürdü. Kâh beni güze düzdü, kâh bozdu, kah
kâse düzdü. Kâh saraylarda kerpiç eyledi, kâh ayaklar alt ında hiç
eyledi. Kâh gül eyledi ba şa çıktım, kâh kil eyledi hâke dü ştüm. Kâh
halk içinde aziz, kâh zelil eyledi. Kâh hayvan, kâh insan eyledi. Kâh
nebat, kâh ma'den eyledi. Kâh yaprak, kâh toprak eyledi. Kâh pir,
kâh civan eyledi. Kâh Ş ah, kâh gedâ eyledi. Kâh bili ş , kâh yâd ey-
ledi. Kâh gönde yatt ım, kâh hazineye bakt ım. Kâh kul olup sat ıldım,
kâh dellal olup satt ım. Kâh hâkim, kâh mahldım eyledi. Kâh bezzaz,
kâh kazzaz, kâh attâr, kâh hallac eyledi. Kâh demirci, kâh kömürcü
eyledi, Kâh beni Şark 'a, kâh Garb'a iletti. Kâh deryada mâhî, kâh
dağlarda alrû eyledi. Kâh avc ı eyledi av avIad ım, kâh beni av yapıp
avlandı. Kâh alim oldum okuttum, kâh emr eyledi okuttu. Kâh şakir-
d oldum öğrendim, kâh üstad eyledi ö ğrettim. Kâh beni Ataya ogul
eyledi, kâh Atayı bana o ğul eyledi. Kâh Anaya benki k ız eyledi kah
kızı bana Ana eyledi. Kâh beni t ıfl edip analara besletti, kâh analar ı
tıfl edip bana besletti. Velhas ıl, nice bin kere Ata belinden Ana rah-
minde cihana geldim. Nice yüzbin kere t ıfl oldum, pir oldum. Yine
ecel gelip beni Atam ve Anam ard ınca gönderdi. Nice bin kere bulut
gibi havaya ağdı m ve nice bin kere ya ğmur gibi yere ya ğdım Nice bin
kere kâh hırmende, kâh perrende oldum. Nice bin kere küfr-ü iymana
karıştım. Nice bin kere kâh zulumata, kâh ayd ınlı& dü ştüm. Nice bin
kere türlü hıl'atlar giydim. Nice bin kere türlü yakadan ba ş göster-
dim. Nice bin kere eller ve a şinaler gezdim. Nice bin kere isimler ve
lakablar öğrendim. Nice bin kere türlü sıfatlardan göründüm.
Hasıl-ı kelâm, bu nefs askeri" beni göçten göçe sald ı, kabtan
kaba boşalttı, şehir beşheir, kıyı bekıyı Bezdirdi ve şol kadar gezdim
ki dil ile ayan, kalem ile beyan olunmaz"."
(Bektaş i Tarikatında Hurüfilik ve Ebced Alfabasinin Rolü)
Burada, kısaca, Bekta ş i Tarikatında pek büyük bir rol oynayan
İbn Arabi'nin (Harflar Nazariyesi) ve bu paralelde (Hurâfilik) ve
dolayısiyle (Ebced) hesap ve işlemleri hakkında da gerekli aç ıklama-
da bulunmak zorunday ız.

29
Esasen Tarikat İlmi on iki filmin esası sayılmakta, Tarikat İlminin
esası da (Ebced) oldu ğu ve Ebced'in de Hz. Ali tarafı ndan yaz' edil-
diği kabul edilmektedir. Çünkü Peygamber, gerek Şeriatta, gerek Ta-
rikatta, gerek Ma'rifette ve gerek Hakikatta onun hakk ında: (Ben il-
min Şehriyim, Ali de Kapısıdır) buyurmu ştur.
Ebced konusunda (Mısri) de şöyle demektedir:
Esma-ı ilahiyyede bi-had hünerim var
Her demde Semavat- ı hurufa seferim var
Gönlüm göğünün yıldızının hiç adedi yok
Her burçta benim bin Güne şim bin Kamerim var
Mimlere (Ebced) hocası olmak olur âr
Alçak görünen (Ebced)e âlî nazar ım var
Arşı ve Semavatı ulûmun budur elhak
Hem dâhi zemininde tükenmez güherim var
Bununla bir oldu dem-i Isa ile (Mısri)
Gönlüme dahi ne gelirim ne giderim var.

Bu konuda yine bir şair şöyle demiştir:


Yakin bil Ebced-i burhan Ali'dir
Beyan-ı Tevhid-i Kur'an Ali'dir
Muhammed Mi'râca vard ığı gece
Kapuda gördüğü Arslan Ali'dir
Çıkardı yüzüğün verdi nişâne
Hakikat gördü kim Subhan Ali'dir.

Ebced Alfabesinde harflar ve mukabili olan say ılar şöyledir:


Ebced (E,B,C,D) : E-1, B-2, C-3, D-4.
Hevvez (H, V, z) : H-5, V-6, Z-7.
Huta (H, T, r): H-8, T-9, Y-10.
Kelemen (K, L, M, N) : K-20, L-,30, M-40, N-50.
Sa'fes (S, A', F, S) : S-60, A'-70, F-80, S-90.
Karaşet (K,R, Ş,T) : K-100, R-200, Ş-300, T- 400.
Sahzaz (Eski harflarla: S"se", H"hı", Z"zel", Z"dat") : S- 5000,
H-600(<, Z-700, Z-800.
Zag (Eski harflarla: Z"z ı", G"gayin") : Z-900, G-1000.
Ebced hesab ına göre: (Allah, Muhammed, Ali, İnsan, Ehl-i
Beyt, Fatiha-Besmele ila).

30
Ebced adedince Ebced adedince Ebced adedince
Allah = 66 Hz. Ali = 110 Allah = 66
Seb'al-Mesâni = 7 Adem = 45
Besmelenin- 111
harfları = 19 Zat-ı Aha- — 1
diyet Mümkü- --
92—Muhammed nat, vahidiyet. 110

Muhammed'deki (Mim)lerin birisi (Mim-i imkan), birisi de


(Mim-i Şükran) dır. Geriye iki harf kal ır: (H-8) ve (D-4).
Mim-i imkan = 40
Mim-i Şükran = 40
80
(H) ve (D) harflerinin adet toplam ı da (12) dir ki Muhammed'-
ten çıkan (12) İmam'a işarettir. Bunların hepsini toplarsak yine Mu-
hammed olur, şöyle ki:
İki Mim = 80
(H ve D) harflar ı = 12
92 = Muhammed
Besmele harfları = 19
Seb'al-Mesâni âyetleri = 7
(Fetaalallah el- Mülk
el-Hak... âyetinin = 19
adedi
45 = Adem
Mürekkep aded Hamse-i Al-i Abâ Cevheri adet Cevheri Yekün
92 Muhammed 9+2 11
110 Ali 1+1 2
135 Fatıma 1+3+5 9
118 Hasan 1+1+8 10
128 Hüseyn 1+2+8 11
583 43
43=4+3=7
7= (Seb-al—Mesâni)

31
583=5+8+3=16. (9) asil.' aded olduğundan (16) dan ç ıkarır-
sak geriye (7) kal ır ki yine (Seb'al-Mesâni)yi gösterir. Yani, (Seb'al-
Mesâni), (Hamse-i Abâ)d ır.
Ve yine:
Cevheri harflar noktal ı harflard ır ve cevheri harflar bak ımın-
dan Hamse-i Al-i Abâ'daki be ş ismin içinde hoktalı olan:
Fatıma'nın F = 80
Ali'nin Y = 10
Hüseyn'in Y = 10
100
harfları sayıları da toplam bakımından (100) eder. S ıfirlar
sayılmazlar, onlar mertebelere, nihayete i şarettirler. Bu bak ımdan
(100) sayısından sıfirları atarsak sahih adet olarak elimizde sadece (1)
kalır. Şu hâlde, (Hamse-i Al-i Abâ) bir tek vücuda i ş arettir, bir
vücut demektir, tekerrür etmez olan Nur- ı Vâhittir.
Ve yine:
Allah kelimesinin say ısı (66) dır ki cevheri adet bak ımından iki
(6)dır. İ ki (6) da (12) eder ki (12) İ mama i şarettir.
İ ki (6) çokluktur, maksat bir (6) d ır. Bir (6) da da iki (3) vard ır.
Bu üçün de biri asıl, diğeri gölgedir, z ıttır, ve üç (Teslis)tir.
Hulâsa, altı cihet (6)'d ır, Adem ve Havva da (6)d ır ve Allah ta
( 6) dır.
Allah ve Adem'in sayılarının toplamı (111) eder, yani üç tane (1)
eder ki (Teslis)tir. Ve yine bu üç (1) den biri (Zât)a, di ğer ikisi sıfata,
yani azdada aittir ki mümkünatt ır, vâhidiyyettir.
Ali kelimesinin sayısı (110) eder ki onda da iki (1) vard ır. Muham-
med kelimesinin sayısı (92) eder ki bu say ının cevheri adet toplam ı
(11) eder ki yine iki (1) demektir. Yani, Allah, zât; Ali ve Muhammed
te mümkünatt ır. Baş ka bir deyişle, Ali ve Muhammed, Allah' ın
zuhurudur. Adem kelimesinin sayısı (45) tir ve cevheri bak ımdan
(4+5=9) ederki bu (9) say ısı kesrete işarettir, kesrettir.
Ve yine:
(Muhammed, Ali ) yedi harffir; (Bismillâh) ta yedi harft ır; ve
(Fâtiha) da yedi âyettikr.
Ve yine:
(Hasan, Hüseyn) de yedi harft ır.

32
Ve yine:
(Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyn, Fat ıma) ki (Pençe-i Al-i
Abâ)yı temsil eder on dokuz harft ır ve (Bismillahirrahmânirrahim) de
de on dokuz harf vard ır.
Ve yine :
(Adem) kelimesi Eb'ced hesab ı ile (45) eder. (45) ise üç (15)tir.
Üç (15) te (Havva)n ın üç şeklidir. Cevheri sayı hesabı ile (45), (4+5)
tir ki toplamı (9) eder. Dünyada mevcut her şeyi de (1)den. (9)a ka-
dar olan rakamlarla hesaplamak mümkündür. Bütün varl ık, bu
rakamlarla lıesaplanır. Bu rakamlar ise (Âdem)dir. Şu halde, dünya-
nın tamamını gösteren rakamlar (Â.dem)dir ve (Adem) dünyan ın ta-
mamı ve toplamıdır.
Adem ise Rahman suretidir, öyle ise Allah insan suretindedir.
(Havva) nin Ebced hesab ı ile (15) olması ve üç (15) in (Âdem)i
teşkil etmesi kemali ıı erkekte oldu ğunu gösterir. Zâten, kitapta bildi-
rildiğine göre Allah (Havva)yı (Adem)in oyluk kemiğinden yaratmış-
tır. Oyluk kemiği ise (Bel)dir, yani (Havva), (Adem )in belinden yara-
tılmıştır.
Bu 'işlem de şu teslise dayanmaktad ır:
1—Bizzat (Havva)nın kendisi.
2—Havva'yı yaratan (Adem)in beli,
3—Varlık bilgisi.
Daha açık bir deyişle :
Madem ki ben var ım, o halde:
1—Ben varım.
2—Ben var olduğumu biliyorum.
3—(Ben) ile (var oldu ğumu bilmek) arasında birleşmek bağı vardır.
Kısaca, Bekta şilikte her şey ya (Muhammed, Ali) ikilisine, ya (Al-
(lah, Muhammed, Ali) üçlüsüne, ya (Muhammed, Ali, Hasan, Hü-
seyn, Fatı ma) beşlisine, ya yüzdeki yedi hattta, ya Fâtiha'daki yedi
âyete ,ya sekiz İmama, ya on iki İmama, ya Besmele harfleri sayı-
sına ... Ila dayandırılmış ve bir çok Ebced alfabesi ve hesab ı işlemleri
ile bunların doğruluğu ıspatlanmak istenmiş, bütün bu işlemlerle de
Ehl-i Beyt ve mensuplar ının takdisi ile Hz. Ali'nin ulûhiyetini sa ğlama
yoluna gidilmiştir. Bu onların başlarına giydikleri (Tâc) şeklinden,
içinde oturdukları (Dergah) mi'marisine kadar maddi ve manevi her
şeylerinde açıkça görülmektedir.

33
(Tarikatlar)

Peygamberimiz, dünyan ın tertip ve düzeni, dolay ısiyle herkes


ile ilgili olan Şeriatını bütün ümmetine aç ıkça bildirmiş, fakat, yük-
sek kişilere mahsus olan hakikat ilmini, Kur'an ın iç yüzünü, din ve vah-
det sırrını (Halka akl ıları erdiği kadar gerçe ği açıklayınız) fehvasınca,
yalnız, ashabının en ulularma ve Ehl-i Beytine gizli ve aç ık olarak açık-
lamıştır.
Peygamberimizin ancak en yak ın ulularına açıkladığı bu Hak yolu
da yine açık ve kapalı olarak iki genel yol ile Peygamberin ilimlerinin
mirasçısı olan Hz. Ali'den on iki İmam vasıtası ile sürdürülegelmiş-
tir.
Açık yol, özellikle, Seyyid'üt-Tâife diye an ılan Cüneyd-i Bağ-
dâcli'den i'tibaren bir çok kollara ayr ılmış ve her kolun, her tarikin
piri kendi düşünüş ve görüş üne göre bir zikr ve taat yolu kabullenmi ş
ve saliklerini o yol ile hak ve hakikata ula ş tırmağı uygun görmü ştür.
Mesela, tarikat âyinini Kaad ırrler (Devran) ile, Rufâner (Zikr-i K ı-
yarni) ile, Mevleviler (Sema') ile yaparlar.
Açık yol ulularmca sâlikin hakikat yolunda ad ım adım ilerleye-
bilmesi Mürşit tarafından öğretilen esman ın durmaksızın zikrine, tes-
lim ve tevekküle ve Mür şidin kalbine râbı taya dayan ır. Sâlik, bu
suretle, yeni esman ın hallerini ve nurlarını kendi nefsinde mü ş ahede
eder ve bu mü şahedeleri ile bu mü şahedelere ait kalbi tultı âtını
adım adım Mürşidine bildirir.

Yedi esma (Kelime-i Tevhid, Allah, Hist !, Hak, Hay, Kayyum,


Kahhar) ilâhi isimlerinden ibarettir ve sâlik nefs-i emmareden ba ş-
layarak son ismin nefs-i sâfiyyeye ula şması ile kemâl mertebesine
ermiş olur ki bundan sonra sâlik Rahmâni s ıfatlarla vasıflanmıış olur.

Kapalı yol da iki kısımdır : biri (Nakşibendi Tarikat ı), diğeri de


(Bektaş i Tarikatı)dır.
Bu yol Hz. Ali'den Selmân-i l'ârisi'ye, ondan Kas ım b. Muham-
med'e, ondan İ mam Ca'fer'üs-Sad ık'a, ondan Bâyezid-i Bistâmi'ye,
ondan Ebu'l-Hasan'ül-Harkanrye, ondan Ebu Ali al-Farmedrye,
ondan Hoca Yusuf -Al- Hemedânrye gelerek ikiye ayr ılır. Bir kısmı
Hâce-i Hâcegân Abdulhal ık Gacdivâni vasıtası ile altı silsilede Hoca
Muhammed Bahaeddin Nak şbendrye gelerek (Nak şbendi) tarikatı-
kurar. Diğeri de Hoca Ahmed'el-Yesevi ve ondan da Şeyh Lokman'-

34
ül- Florasâniyy 'ül-Perrende vas ıtası ile Bektaş' tarikatının Piri Hacı
Muhammed Bektaş-ı Veliyy'ülHorasani'ye ulaşarak (Bekta şi) Tarikatı
meydana gelir.
Nakşiyye ve Bektaşiyye silsilesinde tarikat ba ğı Bayezid-i Bistamr-
dir ki bu zat ta ruhaniyet bak ımından İmam Ca'fer'e dayan ır.
Bektaş i Tarikatının silsilesi şöyledir ve (Besmele) say ısmca, yani,
(Bismillahirrahmarı irrahim) harflerince ( 1 9) dur :
1—Sultan'ül-Arifin, Burhan'ül-Vas ılin Es-Seyyid Muhammed
El - Hac Bekta ş-1 Veli El - Horasani.
2—Eş-Şeyh'ül-Burhan Hoca Ahmed El-Yesevi.
3—Hoca Yusuf El-Hemedâni.
4—Şeyh Ebu Ali Farmedi, (Farmedi'nin bir nisbeti Ebu'l-Ka-
sım Kürkani'ye bir nisbeti de Ebu'l-Hasan El-Harkaani'yedir).
5—Şeyh Ebû Kasım Kürkani .
6—Şeyh Ebu Osman Ma ğrıbi.
7—Şeyh Ebu Ali El-Kâtib
8—Şeyh Ebu Ali Risıdbari.
9—Seyyid'ül-Taife Cüneyd-i Ba ğdadi.
10—Şeyh Seriyy'üs-Sakati.
11—Şeyh Ma'ruf El-Kerhi.
12—İmam Ali Rıza.
13—İmam Musa Kazım.
14—İmam Ca'fer Sad ık.
15—İmam Muhammed Baak ır.
16—İmam Zeynelâbidin.
17—Mevlana ve Mevleyy'el - Kevneyn Şehid-i Kerbelâ Hüseyn.
18—Emir'ül-Mü'minin Ali b. Ebi Talib.
19—Seyyidinâ ve Seyyid'ül-Mürselin ve Hâtem'ün-Nebiyyin
Muhammed Mustafa.
Hz. Muhammed'in Mürşidi de (Cebrâil)dir.9 6
Ve yine silsile, şu hesapça da on dokuz eder:
Seb'al-Mesâni 7
On iki İmam 12
19
Bektaş i Tarikat silsilesi hakkında şöyle bir s ıralama da vard ır:
1— Ebu Bekir. 2— Selman-1 Farisi. 3— Kas ım b. Muhammed b.
Ebi Bekir. 4— Ca'fer Sad ık. 5— Bayezid-i Bistarni. 6— Ebu'l-Hasan

35
Flarkani, (Ebu'l-Hasan Harkanrnin bir nisbeti de Ebu'l-Kas ım Kür-
kanrye, onun bir nisbeti de Ebu Osman Ma ğribrye ve ondan da an'-
ane ile Cüneyd-i Ba ğdadrye ve ondan da be ş vası ta ile Hz. Ali'ye da-
yanır). 7— Şeyh Ebu Ali Farmedi. 8— Hoca Yusuf El-Hemedarı I 9-
Hoca Ahmed Yesevi. 10— Şehy Lokman Perrende. 11— Hac ı Bekktâş
Veli.
İcazet ve Hilâfetleri Hz. Ali'ye dayanan Turuk- ı Aliyye hakkında
şöyle bir silsile de vard ır.:
1—İmam Ali
2—Hasan Basri.
3—Habib A'cemi.
4—Davficl Ti.
a
5—Ma'raf Kerhi.
6—Seriyy Sakati.
7—Cüneyd Bağdadi.
8—Ebu Ali Rüdbari.
9—Ebu Ali Kâtib
10—Ebu Osman Mağribi.
11—Ebu Kasım Kürkani.
12—Ebu Hasan Harkani.
13—Ebu Ali Farmedi.
14—Hoca Yusuf El-Hemedâni.
15—Hoca Ahmed Yasevi.
16—Şeyh Lokman Perrende El-Horasani.
17—Hacı Bektaş Veli El-Horasâni.

(Hacı Bektaş Hakkında Birkaç söz)


Hacı Bektaş, Horasan' ın namlı vilâyetlerinden (Niş âbar) da (Sey-
yid İbrahim El-Sani) adındaki baba ile (Hatem) ad ı ndaki anadan hic-
ri (645) yılında doğdu.
Hacı Bektaş'ın adı (Muhammed)tir. (Bekta ş) ta mahlasıdır.
Hacı Bektaş, önce, Ahmed Yesevrnin hallfesi Horasan'l ı Şeyh
Lokman Perrende'den ta'lim ve terbiye gördü. Daha sonra ve rivayete
göre kırk yıl riyazeyt ve mücahedede bulundu. Bu arada Hoca Ahmed
Yasevrnin feyzine de nail oldu ve onun: (Suluca Karahöyü ğü Sana
Yurd Verdik) şeklindeki işaretleri üzerine Horasan'dan (Rum) diya-
rına geçti.

36
Hacı Bektaş Horasan'dan Rum'a olan bu seyahat ında, önce,
Necef'e u ğradılar ve Hz. Ali'nin âsitânesinde bir erbain (k ırk günlük
riyazet) çıkardılar. Oradan Mekkeye geçerek Harem-i Beytullah'ta
üç yıl ikamet ettiler. Sonra Medineye gelerek Peygamberi ziyaret
ettiler ve orada da bir erbain ç ıkararak Hz. Muhammed'in nuru ile
feyzlendiler. Daha sonra sıra ile Kudusteki Enbiyanı n merkadlarını
ve Hali'ür-Rahman ın makamını, Şam'daki mukaddes makamları , Ha-
leb'te Câmi-i Ekberde makam- ı Dâvud'u, Elbistan'taki Eshab- ı Kehf
gam' ziyaret ve buralarda da birer erbain ç ıkardıktan sonra Suluca
Kara Höyü ğe geldiler ve orada ir şad postuna oturarak halk ı uyarmağa
başladılar.
Hacı Bektaş Karacahöyükte uyand ırma ve ilim yayma ile me şgul
iken ikinci Osmanlı Padişahı Sultan Orhan kendisini ziyaret etmi ş ve
kurdukları (Yeniçeri) oca ğının kuruluşu merasimine kendilerini da'-
vet etmişlerdir. Merasim günü Hac ı Bektaş, teberrük makamında hır-
kalarmın kolunu huzurlanna getirilen bir Yeniçeri neferinin ba şı üze-
rine uzatmış bu suretle de, Yeniçerilerin ba şlarındaki kalpaklann ar-
kasına kol şeklinde bir aba parças ını takmak teberrüken âdet olmu ştu.
Kendisine pek çok hânkalar ve kerâmetler de isnad edilen Hac ı
Bektaş (738) Hicride Suluca Karahöyük'te vefat etmi ştir. (Bekta şiye)
sözü Ebced hesab ı ile ölümüne tarih dü şmektedir.
Hacı Bektaş'ın aile silsilesi de şöyledir:
1—Hz. AE. 11— Es-Seyyid İbrahim.
2—Hz. İmam Hüseyn. 12— Es-Seyyid Hasan.
3—Hz. İmam Zeynelâbidin. 13— Es-Seyyid İbrahim.
4—Hz. İmam Muhammed Baakır.
5—Hz. İmam Ca'fer Sad ık. 14—Es-Seyyid Muhammed.
6—Hz. İmam Müsa Kazım. 15— Es-Seyyid İshak.
7—Es-Seyyid İbrahim El-Mükerrem El- Mücâb.
8—Es-Seyyid Hasan El-Mücâb. 16— Es-Seyyid Müsa.
9—Es-Seyyid Muhammed. 17— Es-Seyyid İbrahim Es-Sani.
10—Es-Seyyid İmam Mehdi. 18— Es-Seyyid Hacı Bektaş Veli.
Bektaş i tarikatındaki erkân ve kaidelerin koyucusu ve (Mücerret-
lik) müessesesinin kurucusu olan (Balım Sultan) da bu hizmetlerin-
den ötürü Hacı Bektaş'tan sonra Tarikat ın ikinci Piri sayılır. Balım
Sultanın babası Mürsel Sultand ır ki bu zat Hac ı Bektaşın ma'nevi
sulbünden gelen Yusuf Ban Sulrun o ğludur. Balım Sultamn tarikata
ve maddi vücuduna ait silsilesi şöyledir:

37
1—Hacı Bektaş-1 Veli.
2—Hızır Bali Sultan (Hac ı Bektaşm ma'nevi' evladı İdris Hoca-
canın üçüncü oğlu).
3—Resul Balt Sultan.
4—Yusuf Bali Sultan.
5—Mürsel Baba Sultan.
6—Balım Sultan (Tarikatın ikinci Piri).
Balım Sultan (922) Hicride vefat etmi ştir.
Bektaşilikte on iki İmama nisbetle on iki Post, yani on iki makam
vardır, şöyle ki :

On iki İmam Ölüm Tarihleri


İmam Ali El—Murtaza 661
İmam Hasan El—Muctebâ 667
İmam Hüseyn El—Şehid 680
İmam Zeynelâbidin El-Seccad 712
İmam Muhammed Baakır 733
İmam Ca'fer Sad ık 765
İmam Musa Kazım 799
İmam Ali Riza 816
İmam Muhammed Takiy El-Cevad. 826
İmam Ali Nakiy El-Hadi 868
İmam Hasan el-Askeri El-Zekiy. 873
İmam Mehdi (kaybolma) 266 (H.)

Post Sahipleri Postlarm Adları


Hacı Bektaş-ı Veli Mürşid (Baba) postu
Seyyid Ali Sultan Aşçı Postu
Balım Sultan Ekmekçi Postu
Kaygusuz Sultan Nakib Postu
Kanber Ali Sultan Atacı Postu
Sarı İsmal Sultan Meydan cı Postu
Kara donlu Can Baba Türbedar Postu
Şah Kulu Hâcim Sultan Kilerci Postu
Şah Şazeli Kahveci Postu
Hz. İbrahim Kurbancı Postu
Abdal Musa Sultan Ayakçı Postu
Hızır Aleyhiselâm Gaipler ve Mihmandar Postu.

38
(On iki İmamın Türbe-i Şerifelerinin Bulundu ğu Yerler)
1—İmam Ali (Necef'ül-E şref)
2—İmam Hasan (Medine-i Münevvere)
3—İmam Hüseyn (Kerbelâ)
4—İmam Zeynelâbidin (Medine-i Münevvere)
5—İmam Muhammed Baakır (Med ine-i Münevvere)
6—İmam Caf'er Sad ık (Medine-i Münevvere)
7—İmam Musa Kazım (Bağdat)
8—İmam Ali Riza (Horasan)
9—İmam Muhammed Takiy (Bağdat)
10—İmam Ali Nakiy (Şahmeran)
11—İmam Hasan el-Askeri (Şahmeran)
12—İmam Mehdi (Sâmire'de gaib oldu).
(On Dört Ma'sûrrı-u Pâk Şehitlerin Gömülü Bulunduklar ı Yer-
ler)
1—Muhammed Ekber (Hz.Ali'nin o ğlu) (Bağdat)
2—Abdullah (Hasan'ı" oğlu) (Bağdat)
3—Abdullah (Hüseyin'in o ğlu) (Kerbelâ)
4—Kasım (Hüseynin oğlu) (Kerbelâ
5—Hüseyn (Zeynelâbidinin o ğlu) (Basra)
6—Kasım (Zeynelâbidinin o ğlu) (Basra)
7- Ali el-Eftar (Baakırın oğlu) (Sivas)
8—Abdullah (Ca'ferin oğlu) (Bistam)
9—Yahya el-Hadi (Ca'ferin o ğlu) (Kûfe)
10—Salih (Musa Kanının oğlu) (Sivas)
11—Tayyib (Musa Kanının oğlu) (Remlede Şirazda)
12—Ca'fer (Muhammed Takiy'nin o ğlu) (Kudus)
13—Ca'fer (Hasan Askerrnin o ğlu) (Deyr)
14—Kasım (Hasan Askerrnin oğlu) (Cezayir)
İşte, Bektaş 1 tarikatmın Hz. Ali'ye dayanmakta oldu ğu böylece
açıkça görülmektirdir.
Yukarıda, Ali adının lugavi ve bâtıni ma'naları üzerinde durmu ş-
tuk. Şimdi de yine dış ve iç me'naları ile birlikte (Ali) adının beşer
sıfatının da müsemmas ı olduğu üzerinde de kısaca duralım :
Cenab-ı Hak, (ve hüvel aliyyül azim) insanlar içinde (Mu-
hammed b. Abdullah)ta Nebilik sureti ile ve (Ali b. Ebi Tâlib)de de
Velilik sureti ile tecelli ve zuhur etmi ştir. Bunların ikisi de bir nurdur.
Bir hadiste şöyle denmiştir: "Ben ve Ali ayni bir tek nuruz".

39
Cilş edip bad'-ı muhabbet ile derya ezeli
Oldu bir gevher-i me şhud dü renk üzre celi
Dedi sarı-af-1 hüviyyet görüp ol dâneleri
Birine Nür-ı Muhammed birine nûr- ı Ali
Yine bir hadiste şöyle denmiştir: "Her kimse ki benden ayr ıldı
Hak'tan ayrıldı ve her kimse ki senden ayr ıldı Ya Ali!. benden
ayrıldı ".
Bir kere de Peygamber, Hz. Ali'nin elini kendi eliyle tutarak şöyle
buyurmuştur:
"Her kimse ki buna bu ğz eder, Allah ve Resulüne bu ğz eder; ve
her kimse ki buna muhabbet eder Hal ık-ı Kevn-ü Mekâna ve Resulüne
muhabbet etmi ş olur.".
Ve yine Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ali'nin eti benim etim,
Ali'nin cismi benim cismimdir".
Zat-ı pâkinden ziyade varm ıdır hiç kimsenin
Fahr-i âlemle karâbet Ya Ali!
Lâhmike lâhmi dedi hakk ında Sultân-ı Resul
Mazhar-ı sırr-ı fesahat Ya Ali!
Cüd-u ihsanın için nazıl oluptur (Hel Etâ)
Dendi hakkında bu ayet Ya Ali!
Lâ feta illa Ali, la seyfe illa zülfikaar
Nâil-i medh-i belâgat Ya Ali!
Şehr-i ilmin bab ı sensin bi-iştibah
Kimsede yok bu şerafet Ya Ali!.
Hz. Muhammed, mi'rac ında, mertebeleri ve makamları seyr eder-
ken arslan suretinde bir mahluk önüne geçti. O, bunu görür görmez bel-
ki yoluna mani' olur diye parma ğındaki yüzüğü çıkarıp Arslanın ağzına
attı (çünkü yüzüğünüzü Arslanın ağzına atın diye emir gelmi şti). Ars-
lan da büyük bir tevazu ile bu şerefli yüzü ğü ağzına aldı . Ondan sonra
da Hz. Peygamber uruc ve seyran ına devam etti. Mi'rac ın sonunda da
ashabına mi'raçtan haber verirken Hz Ali de orada haz ır bulunuyordu.
Peygamber, miraçta bir Arslana rastlad ığım ve Arslanın onun yolunu
kesmemesi için yüzü ğünü Arslanın ağzına attığını ve böylece yine sey-
rine devam ettiğini açıkladığı sırada Hz. Ali yüzüğü ağzından çıkarıp
Hz. Muhammedin önüne koydu Orada haz ır bulunan ashab Hz. Ali'-
nin yüksek mertebesine ve velâyetine ve mi'raçta seyran ın Muham-
med'le birlikte oldu ğuna kail olup kendisine olan meyl ve muhabbetleri
bir kat daha artm ıştır.

40
Nûr-ı vechinle dü Mem pür ziyad ır Ya Ali!
Rûy-ı pâkinde berk eden nür- ı Hüdadır Ya Ali!
Doğduğun sâat dü çe şmin iptida
Gördüğün ruy-ı Muhammed Mustafa'd ır Ya Ali!
Ol mübarek a ğzına aldın zeban- ı hâtemi
Ancak ol zevke senin ağzın sezad ır Ya Ali!
Hak seni etti bu ni'metle müzeyyen şüphesiz
Vâris-i ilm-i Resül-i kibriyas ın Ya Ali!

Yine, Hz. Muhammed mi'rac ı esnasında Hz. Ali'yi Alin'nin kendi


sureti ile görüp: "Bu Ali b. Ebu Tâlib'tir. Aceba ne vakit buraya gel-
miş olur?" diye tefekkür ederken, o, onun cismi de ğil , resmidir dedi-
ler.

Hâk-i payın Arşü Kürsi olsa revad ır Ya Ali!


Yoluna bu şan ile başım fedadır Ya Ali!
Cismine başındaki tâcı geçirdi çün Resul
Masivalar öyle tâca bir baham ı Ya Ali!
Kimse nâil olmadı bu Devlet-i Uzmâya hiç
Zat-ı pâkin Tâc-ı Re's-i Enbiyadır Ya Ali!
İsm-i pakin ism-i Hak't ır hem dahi hak her işin
Her kelâmın mültecay- ı Evliyadır Ya Ali!
Hz. Ali ve ailesi hakk ında Kur'anda varid olan âyetlerden baz ıları
şunlardır: 97
CG
de ki sizden ancak akraba sevgisini gözetmenizi isti-
yorum."
"Biz onların gönüllerindeki her türlü kini giderdik, onlar
kardeştir."
"Peygambere isyan hakkında konuşmayın Allah ve Peygambe-
re itaat edin"
Peygamberle gizli konu şmadan önce bir sadaka verin
.... eğer bulamazsan ız, Allah bağışlayıcıdır. Ey Ehl-i
Beyt! Allah, sizin üzerinizden her türlü kirlili ği gidermek, sizi te-
miz yapmak ister.
Hz. Ali hakkındaki bazı kudsi hadisler de şunlardır:
"Ya Ali! Sana müjdeler olsun hayatın ve ölümün benimledir".
"Ali'yi sevmek hasenedir ki bu muhabbet baki oldukça seyyie
zarar vermez".

41
"Ali'yi sevmek ateşin odunu mahvı gibi günahları giderir".
"Ali'nin bu ümmet üzerindeki hakkı babanın evlat üzerindeki
hakkı gibidir".
"Kardaşlarımın hayırlısı Ali ve amcaları= hayırlısı Hamza'-
dır."
"Arab kavmının Seyyidi Ali'dir".
"Sırrı= sahibi Ali b. Ebi Tâlib'tir".
"Ali ashm, sonrakiler fer'imdir".
"Ben kimin efendisi isem Ali de onun efendisidir".
"Ali, bedenimde baş gibidir".
"Ali benden, ben Ali'denim; her müminin de velisi Ali'dir".
"Ali'nin, insanlığın hayrı olduğunda kim şüphe ederse kâfirdir".
"Ali ebrarm imamı, küffârin mukatilidir".
"Ehl-i beyte bu ğz eden münafikt ır".
"Ali ile Hilafet için mukatele edeni nerede oldursa olsun katl
ediniz".
"Bu Ali'dir ki eti etim, kan ı kammdır".
"Ali'yi zinhar sövmeyiniz. Zira, kendisi Zatullahtan memduh ve
memsuhtur".
"Tahkik, Ali benden sonra velinizdir".
"Ya Ali! tahkik Cenab- ı Allah seni ve zürriyyetini ma ğfiret ey-
ledi".
"Ya Ali! Benden sonra tecrübe olunacaksm, asla mukatele etme!"
"Ya Ali! Sen benim Sünnetim üzre katl olunursun".
"Ya Ali! Sen bana Musa'n ın Hârûn'u gibisin".
"Ya Ali! Sen Kâ'be menzilesindesin".
"Ben korkutucu, Ali hidayete vesile olucudur".
"Ben Hikmetin evi, Ali de kap ısıdır".
"Ben ilmin Şehri, Ali de kap ısıdır".
"Ben ve Ali Allah' ın kulları üzerine Allah' ın hüccetiyiz".
"Ben ve Ali bir ağaçtan, nas ta ba şka ağaçlandırlar."
"Üç kimse için Cennet, yani (Cemal) mü ştaktır. Onlar da Ali
b. EM. Tâlib, Ammâr Yâsir ve Selman- ı Farisi'dirler"
"Ben ilmin Şehri, Ali de kapısıdır. İlmi arzu eden kap ıya gelsin".
"Benden sonra Ümmetimin en âlimi Ali b. Ebî Talib'tir".

42
"Halk içinde Ali, Kur'an içinde (Kul hüvallah) süresi gibidir".
"Eğer Ali yaratılmasaydı Fâtıma için küfüv olmazd ı".
"Her Nebi için bir vasiy ve vâris vard ır. Ali de benim vasim ve
vârisimdir".
"Her kim Adem'in ilmine, Nuh'un fehmine, İbrahim'in hülku-
na nazar edip mesrur olmak isterse Ali b. Ebâ Tülib'e nazar etsin".
"Ilim ve hikmet on parçaya ayr ılıp dokuzu Ali'ye ve yaln ız biri
halka verilmiştir."
"Terazinin bir gözüne yerleri ve gökleri, bir gözüne de Ali'nin il-
mi konulsa Ali'nin ilmi a ğır gelir".
"Ya Ali! Ben (Nebi)lerin, ve sen (Veli)lerin hâtemisin".
"Ali'nin yüzüne bakmak ibadettir".
Peygamber, Hz. Ali'ye i şaret ederek şöyle buyurmu şlar : "Hak, şu-
nunla; Hak bununla; yani, Ali iledir".
İ mam Hasan ve Hüseyn hakkındaki bazı kudsi hadisler de şun-
lardır :
"Hasan ve Hüseyn'i seven, tahkik beni sever".
"Ehl-i Beytten bana ziyade muhabbetli Hasan ile Hüseyn'dir".
"Ya Rabbi! Ben Hasan ile Hüseyn'i severim; Sen de sev!"
"Hüseyn, altm ışıncı yılının başında şehid olur."
"Ya Rab! Hasan ile Hüseyn'i severim, sen de sev; ve onlara dü ş-
manlık edene sen de bu ğz eyle".
"Ya Allah! Hasan ile Hüseyn'i severim ve onlar ı seven kimseyi de
severim".
"Hüseyn tâhir olan toronlar içinde benim torunumdur" (Hasan
ve Hüseyin "Mükkerem Torunlar" diye de adland ırılmıştır).
"Ey halk! Ali'nin o ğlu Hüseyn'e verilen faziletlerden di ğer Nebi-
lerin çocuklarına verilmedi. Hz. Yusuf aleyhisselâm müstesna".
"Bir kimse beni ve Hasan ve Hüseyn ile babalar ını ve analarını
severse kıyamet günü benimle beraber olur".
"Bu iki İmam (Hasan ve Hüseyn) benim evlâtlar ımdır ve kızı-
mın evlâtlarıdır. Ya Rabbi! Ben bu iki İmamı severim ve onlar ı seveni
de severim".
" Şüphe yok !Hasan ve Hüseyn her ikisi de dünyada benim reyha-
mmdır".

43
"Hüseyn, sen Seyyid o ğlu Seyyidsin, kardeşin de Seyyiddir;
ve Sen İ mam oğlu İmamsın, kardeşin de İmamdır; ve sen huccet o ğlu
huccetsin, karde şin de huccettir; ve sen dokuz huccet olan dokuz ev-
ladın babasısın; on iki İ mamın sonu da Mehdi-i kaaimdir".
"Bir kimse Hasan ve Hüseyn İ mamlarını severse beni sever ve
beni severse Allah' ı sever; bir kimse bu iki İmama bu ğz ederse bana
buğz eder ve bana bu ğz eden Allah'a bu ğz etmiş olur".
"Hasan ve Hüseyn ism-i şerifleri güzellik isimlerinden iki isimdir".
Cedd-i Haseneyn a şkına feryad ederim ben
Bir lâhza cüda olmayay ım Al-i Abâdan
Ya Rab! Beni dûr eyleme evlad- ı Ali'den
Cümle beşerden yo ğidi bir nişan
Gayr-i Hüday- ı Ahad lâmekan
Nüh feleğin tarh-u binasın koyan
Evveli mi'mar Alidir Ali!
Hüccet-i cebbar Ali'dir Ali!
Kaatil-i küffar Ali'dir Ali!
Alem ara izzet-i Peygamberi
Eyleyen izhâr Ali'dir Ali!
Nam-ı şerif-i Ali rehber -i habl-i Veli
Şanınadır münceli oldu cihan çâkeri
Ş ir-i Cenab- ı Hüda Padiş eh-i Evliya
Server-i Al-i Abâ Seyyid-i İ ns-ü Peri
Elde kalem Lal olur hayretime dal olur
Kendisi meh oldu encüm Hüseyn-ü Hasan
Alemi rûşen eden Nun Kalemin defteri
Eyle kerem bendeye cam- ı gevher kevseri

Uyur idik uyardılar98 Diriye saydılar bizi 99


Koyun olduk ses anIad ı kloo ılar bizi 10 Süryesad 1
Sürülüp kasaba gittik 102 Kanâreyi mesken tuttukl° 3
Didar defterine yettik 10 4 Şükür hoş gördüler bizi" 5
Hâlimizi hal eyledik 1 ° 6 Yolumuzu yol eyledik107
Her çiçekten bal eyledik 1 " ılar bizil" Anyasd
Hak defterine yaz ıldı k Ilo Pir divanına dizildik
Bal olduk ş erbet ezildikil 2 Doluya sayd ılar bizill 3
Pir Sultamm Haydar şunda Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda Ali'ye sayd ılar bizi.11 4

44
Bizim serçe şmimizdir Ehl-i Beyt hem Hayder-i Kerrar
Velâyet mülkünün işte bunlardır sahib-i keremkam
Eğer bin yıl çalışsan ilm-ü a'mâle değil nafi'
Tutup bunların destin feda eyle ser-ü cam
Eğer ikrar edersen Hayder-i Kerrara cân ile
Sari olur ulviyet eder hem lütf-u İhsanl
Anlatırlar ki: bir gün bir h ırsı z' Hz. Ali'nin huzuruna getirirler ve
hırsız suçunu i'tiraf eder. Bunun üzerine de Emir h ırsızın elini kestirir.
Yolda Selman-1 Pâk ve arkada şları hırsıza rastlarlar ve meseleyi sorar-
lar. Hırsız da meseleyi anlatır ve Hz Ali'yi yine de medh eder. Selman
ve arkadaşları hırsızın Emir hakkındaki sözlerini kendisine anlatt ık-
larmda Hz. Emir o muhibbi istetir ve kesilen elini yerine koyup h ırsızi
tekrar eline kavu şturur.
Ş ir-i Cenab- ı Hüda Padişeh-i Evliya
Server-i Abâ Seyyid-i İns-ü Peri
Vakıf-ı her hayr-ü şer mazhar- ı fevz-ü zafer
İstese alırdı ger zaptına her kişveri
Hasma ol ali tebar sald ığı dem Zülfikar
Ettirir idi firar terk ile cân-ü seri
Ey Şeyh-i âlempenah Şah selâmünaleyk
Ehl-i dile secdegah Şah selâmünaleyk
Server-i habl-iResul, hâdi-i ehl-i Sübül
Hâteme-i cüz-ü kül Şah selâmünaleyk
Ahmed-ü Mahmud-ü enam talib-i Hakka İmam
Yani Resul-i enâm Şah selâmünaleyk
Lâhmike lahmi sana dedi Resul-i Hüda
Mazhar-ı nur-ı Hüda Şah se .
Şah-1 Velâyet özün mahz- ı kemaet sözün
Arife ayet yüzün Şah se
Sana dedi ol Nebi (Ente) ahi Ya Ali!
Hak dedi haktır beli Şah se . .
Kan-ı hayasın bugün nokta-i (Bâ)sın bugün
Ş ir-i Hüdasın bugün Şah se .
Ey meh-i berd-i tam 'anne yüzbin selam
Vird edene subh-u Şam Şah se
Aşk-ı Hasan cân olup sinede iyman olup
Yoluna kurban olup Şah se
Şah-1 şehiclan Hüseyn sevmesidir farz- ı ayn

45
Ehl-i cinan içre zeyn Şah se
Bende-i Baak ır benim zikr ile zâkir benim
Fakr ile fâkir benim Şah se
Hazret-i Zeyrıelabâ server-i âl-i necât
Bendesiyim bi inad Şah se
CaTer'üs—Sâd ık safiy mahzen-i genc-i hafi
Mülk-i dilin Asaf'ı Şah se
Şâh-ı Horasan Ali Musa Riza ol veli
Cân ile dedik beli Şah se
Şâh Muhammed Takiy oldur seniyy müttaki
Suhf-u cemâlin hakk ı Şah se
Oldu Nakiy rehnüma ehl-i dile pi şiva
Kâşif-i "kul innemâ" Şah se
Muse-i Kâzım yakin rehber-i ehl-i din
Yani İmâm-ı güzin Şah se
Şâh Hasan'ül - Askeri pây ına koduk seri
Cân-ü dilin serveri Ş ah se
Mehdi-i sâhib zaman yani İmam 'üz - Zaman
Hazret-i şâh-ı cihan Şah se
Nâmını ol binazir nây ile kıldı münir
Cümleye ol destgir Şah se

Ey vücud-i mat'la-ı envâr-ı kudret Ya Ali!


Nazmdâr-ı künfekân bünyân- ı fitrat Ya Ali!
İ smi cevher cismi cevher zât ı cevher lâ garaz
Alem-i envarda bennây- ı kudret Ya Ali!..
Rabb-ı hâlık Rabbı-ı râzık Rabb-ı allâmelguyub
Bünye-i zâtında koymuş a'lemiyyet Ya Ali!'
Âlem-i ma'nada fevka külli zi ilmün alim
Allemel esma-i Adem'e filhakika Ya Ali!
(Bâ)daki bir noktas ın sen (Ba- ı Bismillâh)sın
Kelme-i (Elhamdüllillâh)a vesatet Ya Ali!
Ente Ya Mevlây-ı dîn Mevlây-ı Rabb'il-âlemin
Bâtın ma'nayı remz ile hamd içinsin Ya Ali!
İsmin olmuş ism-i Rabb'ül-Aleminden intihab
Nâmınız münş akk-ı esmâ-i celâlet Ya Ali!
Rabb-ı A'lâdan a'lâs ın Rabb-ı Rahmandan Rahim
Rabb-ı izzet Rabb- ı devlet Rabb- ı kudret Ya Ali!
Mâlik-i divan-ı yevmüddin sensin mutlaka
Ayet-i ( İyyâke Na'budu) ul ibadet Ya Ali!

46
(Nestain iyyake) bel vallahu hayrülmüstahak
Ey olan miftâh-ı bâb-ı istikamet Ya Ali!
Bezm-i hass-ı hâlık-1- ashaba misbah olur
( İ hdinâ) lafz ında mısdâk-ı hidâyet Ya Ali!
(Ellezine yenkurrunen nimete veylün lehum)
Bâtın-ı ni'mette maksüd- ı nimet Ya Ali!
(Lâ aleyhim gayr'il-Magdüb-i aleyhim) bel ve lâ
Mevkıf-i divân-ı ukbâda şefaat Ya Ali!
Haulâ'il-Kavme ehlünnar bel hüm tâlibin
Merhaba ahbâb ına a'dana zillet Ya Ali!
(Kul hüvallahu ahad) sensin derim ha şa ve la
Vardır (Allahussamed)ten sende kudret Ya Ali!
(Lem yelid)sin âlem-i envar içinde şüphesiz
Yüzbin yıllar âlemi kıldın seyahat Ya Ali!
Ger (ve lem yûled) desem esta ğfurullahilazim
Var bu istekten vücudunda meratib Ya Ali!
Lafz-ı (ve lem yekun ile lehü küffüvven ahad)
Sensin hem bidâr-ü bina Rabb- ı izzet Ya Ali!
Dûn-ı Hâlık Ferd-i yâhid fevk-i mahlûkatsm
Her cihetten var seninçin vâhidiyyet Ya Ali!
Aşikârdır ad veren câh- ı rütbene
Tam yüz on dört sûre-i Kur'an şahadet Ya Ali!
İptida ol (Elif lam mim zâlikelkitab)
Şüphesiz hâdiye sen olmakt ır iş aret Ya Ali!
Kim eder inkâr sen olmamak Kelâmullahtan
Ma'raz-ı ( İnna araznâ)ya emanet Ya Ali!
Kelme-i hakk-ı velâyettir seninçin innemâ
(Kul kefa) fil'inde eyler pes kifayet Ya Ali!
Ayet-i tathir mazmün- ı yüridullahta
Zülcelâl maksada ayn-i iradet Ya Ali!
Küllü kayma mühteda oI hâdi-i nehc-i sebil
Müstefâcl- ı âyet-i ecrülmüvedde Ya Ali!
Senden oldu nâzil işte (Ellezine Yenfikûn)
Muktedâ'ül-iktidâ hayr'ül -berriyyet Ya Ali!
Sûre-i Necm'den maksad (Hel Etâ) yâ tâcidâr
Yedi (Hâ Mim-ü Elif lâm Mim)e şevket Ya Ali!
Hem (Elif Lâm Mîm Sad) ın bâtın ma'nasına
Müddeâsm eylese hakka ifadat Ya Ali!
Vasf-ı na'1-1 Düldülü gör (Sûre-i vendiyat)
Men'ba-ı cüd-ü Sehâ kan-1 şecaat Ya Ali!

47
Bir mahabet bir salâbet, bir şecaat sende var
Kudret-i hükmündedir miftah- ı nusret Ya Ali!
Bendesin Allaha amma küllü halka Rabsın
El uran dâmânına çekmez nedâmet Ya Ali!
Var ümidim marifet ehli beni tutsun muaf
Bir hakir-i kem meta ım bi bazaat Ya Ali!
( Şehid-i Kerbelâ Hüseyn-i Müetebâya Hutbe)
Ey Kavm-ı bi perva bilin men milk-i din a'das ıyem
Cah-ı celâlet çarkının mihr-i cihan ârasiyem
Benden götürmüş revnakın buruc- ı asümân.
Kalb-i revâk ı ahzarın çün mescid-i aksasıyem
-

Almış taravet zevkini benden arisısan-ı çemen


Din-i mübin gülzarının bir lâle-i sahras ıyem
Olmuş vücudumla benim encam- ı Mem berkarar
Mas'nü-1 sun'i- sâniin alemde Rabbünnas ıyım
Nazm-ı nizam-ı âlemin icray-ı hükmü bendedir
Takdir-i hükm-i halıkın hem câri-i mecras ıym
Benden gelüptür arsa-i mevcuda aksâm-i nufus
Feyz-i asl-1 kudretin dünyâ-u mâ fihas ıyem
Bezm-i tecerrütten gelip unsur libas ın giymişem
Lâkin makam-ı kurbta levlake müstesnasiyem
Bensiz uruc etmez melek, bensiz dolanmaz felek
Arş-ı ilahi lengeri Cin-ü Be şer Mevlasiyem
Ceddimdir Şah Muhammed festakim deryay- ı aşk
Aşk-ı hakikat kenzinin bir gevher-i yektâsiyem
Cah-ı cela1-1 rütbede ben kandeyim Adem kande
Asl-ı vücûd-ı .Adem'in ben Allemelesmasiyem
Yoktur Halile nisbetim mahbub geola h ılkatım
Hallâhk-ı Hay ve Ula= esmaul-hüsnasiyem
Maksüd-ı asl künfekân Hüday-ı lamekan
islamın ey Firavniyan derya yaran Müsa's ı yem
Yok medhali Musa'nın bana tecelli etmiş ihtisas
Bendendir ayn- ı mu'cizi çünkü yed-i beyzasiyem
Yarab! keyfe yuhy-il-mevta diyen demde Halil
ihyay-ı nefs-i tayr için men muhy'il-Mevtasiyem
Sinemde Kur-an defteri ilm-i ledün mazhar ı
Tenzil-i münzelin beli Yasin-ü Taha's ıyem
Asl-ı hakikatta benim Krur-'ân- ı münzel-i bâtın
Lafz-ı yüridullah'ta mısclak-ı tathirasıyem

48
Şarumda nâzildir benim (Ecr'ül - müvedde) âyeti
Ol âyet-i meşhurenin mazmün- ı filkurbâsıyem
Sabt'ün - Nebiyy'il-mu'temen ah'ul- İmam-il-muhtesen
Yani Hüseyn İbn Ali Kerbelâ tenhasiyem
Gitmiş celâl-ü şevketin artuktur derd-ü minhnetim
Şehr'ül - Haramın zulm ile maktfıl-ı âşûrâsiyem
Aldınız şücâ-ı nâsımı nâkâm kıldınız Kasımı
Öldürdünüz Abbas' ımı serkeşte-i sevdâsiyem
Doğarandı yâr-ü yaverim koynumda kald ı ellerim
Ölüp kefensiz Ekberim navaslının cûyaniyern
Ey kavm-ı pür tezvir-i aşk ne Rum-ü Zengim ne Habeş
Yandım susuzluktan el'at ş ruz-ı ceza sakasıyem
Giymiş ayâlim kâareler kan a ğlar o biçareler
Sinem açıp fevvareler bin çe şme kan deryasıyem

(Mevlüd-ı Şah Hz. AIi)


(Nevruziye)
Bu gün bir nûr-ı kudsi âsümâne şems-ü tâbândır
O nurun devresinde arş-ı a'zam şem-i lem'andır
Bu gün bir necm-i a'zam âsümâna oldu nümayân
Münevver eyledi eflük -ü melâlik cümle hayrand ır
Bu gün nevruz bu gün şehruz bu gün iyd-i saadettir
Bu gün künfekân emri Hamel burca i şarettir
Bu gün geldi cihana bir sadaf Firdevs-i a'lâdan
Ferahyâb oldu bülbüller kamu gülzar handând ır.
Bu gün bir yevm-i kübrâd ır melâik cümlesi şâdân
Dönüp mihver Hamel burcun velâdet Şah-ı Merdândır
Bu gün nevrûz bu gün şehrûz bu gün iyd-i saadettir
Bu gün künfekân emri Hamel burca i şarettir,
Bu gün geldi cihana tâcidar- ı kul kefâ billâh
Derün-ı beyt-i Rahmanda bu gün ol Şâh mihmandır
Bu gün geldi cihana kâşif esrür- ı Peygamber
Müşerref oldu ârifler Havaric cümle hüsrand ır
Bu gün nevrûz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana ol vahy-i Hak Habibullah
Okundu sırr-ı Kur'anın rumuzu Bâ-i Bismillâh
Kudumiyle müferraht ır kulûb-i zümre-i ahbâb
Ki ruhsâr-ı Ademi'de nakş olup ol nur-i vechullah

49
Bu gen nevruz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana ol hadi-i nehc-i hidayet
Tevellâ eyleyen cânana tutuptur ayni yedullah
Yüzü Seb'almesânidir si ve dü harf ayn ıdır
Rumuz-i Hel etâ şan-ı hitabtır nasrun minallah
Bu gün nevruz.
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana hâce-i üstac1-1 Cebrail
Enalhak sırr-ı tevhidi ayan kıldı veliyyullah
Hitab- ı allemelesmâ rumuz- ı âyet-i Kur'an
Ali'den keşf edip esrar Eb'ul-Be şer Safiyyullah
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana ol kaasım'ün - Nar v'el-Cinan
Kudumundan kılıp tebş ir Melik Hur-ü hem Gılman
Kuruldu minberi nurdan bihi şt-i sahn-ı çerâda
Okundu menkibet Şahın ol necm-i âyet-i Kur'an
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün nevruz bu gün şehruz Ali postunda bir Sultan
Açıldı Nergis-ü güller bezendi sertâser cihan
Kevâkip devrile bu gün k ılıp âlemleri gülrenk
Vücud-ı menba-ı feyz-i ilahi ş eriyle Şadan
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana ol server-i Şahan
Münevver oldu nurundan Kulûb- ı cümle mü'minan
Çerağ-ı enver-i mihr-i drah şân sure-i vettin
Burûc-us Sema medhi kifayet ziver-i iyman
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün kıldı cihana evc-i izzet la fetâ Haydar
Müşerref oldu nüh eflâk zemin-ü âsümân ahter
Beşaret feyz kudumiyle bezendi cennet-i Firdevs
Güvâh-ı fadlına kafi kelarn-ı Vedduha yekser
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana bir sehab bahr- ı rahmetten
Seyrab olup kamu gülzar aç ıldı cümle çiçekler

50
Halile ate ş-i Nemrûd-u gülistan eyledi ol dem
Sana gülşen kılan narı Aliyy'ül-Murtaza Hayder
Bu gün nevruz
Bu gün kün î ...
Bu gün geldi cihana ol Şeninşah âde min âdâ
Kudumuyla müşerreftir guruh vâlih-i min valah
Vucud-ı enveri (Yasin) hitab- ı nutku (Taha)d ır
Cemali iyd-i ekberdir basiret ehline her gâh
Bu gün nevrus
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana künfekân ın bâis-i iycad
Okundu âyet-i bahr'il-izam şanına ol mah
Cemal-i fazl-ı Yezdand ır lisan-ı natık-ı Kur'an
Dehanı menba-ı hikmet yanağı şems -ü mihr-i mâh
Bu gün nevruz .
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana (Subhanellezi isrâ)
Serir-i kaabekavseyne göründü pi şüva ol şah
Yine şad eyledi hurş id cihanı serteser Cümle
(Elem neşrah leke sadrek) okundu fakr ile billâh
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana rehmnüma (Kaaf- ı v'el-Kur'ân)
Açıldı bu keşf sırrı göründü natk-ı Furk'an
Bi hamdüllâh ki zulmetten münevver oldu âlemler
Kabul-i hak olan canan k ıhp ikrar ile iyman
Bu gün nevruz
Bu gün kün
Bu gün geldi cihana ol emr-i r ıkk-ı menşurun.
Okundu mâlik'ül-Mülk müvahhitler olup Şadan
İlahi ravza-i hayat de ğil taatta maksudum
Bunu yazan âkibet cem'inde diler senden riza heman
Bu gün nevruz
Bu gün kün
İlahi didar-ı Ahmed cemâl-i Sah- ı Merdanın
Rûze kıl evvelde âhirde kamu ahbap handan
İlahi düvazdeh İmam cihardeh ma'sumun hakk ı
Ayırma didar- ı Haktan guruh- ı Nazenin ihvan
Bu gün nevruz
Bu gün kün

51
(Fâtihia-i Şerif Seb'al-Mesâni)
Bismillâh'il-Aliyy'ül-Az im hüv'er-Rahman'ir-Rahim.
Elhamdü lillâhillezi caalena min ümmeti habibihi ve halilihi
Muhammed El-Mustafa, Rabb'il-âlemin ellezi sayyerena min zürri-
yetihi veliyyin ve vasiyyin Ali El-Murtaza ve salli alâ Seyyidina Um-
m'ul-Mü'minin Haticet'uI-Kübra ve bint'ir-Resû1 Fat ımat-uz-Zehra,
Er-Rahman'ır-Rahim ellezi nevvere kulûbena bimuhabbeti Hasan'ul-
Müctebâ ve bimüveddeti Hüseyn El-Mazliim El - Şehid biardi deşti
Kerbelâ, Mâliki yevmiddin ellezi temellke aleyna Zeynelâbidin bil e-
mam v'el-hüdâ, iyykake na'büdu ibadeten tübelluguna bil ikameti
bisuhbeti Muhammed El-Baak ır v'el-Cafer' El - Sad ık ve Musa El-
Kazım ve Ali Musa El-Rizâ, iyyake nestain kema nesteânüke Muham-
med El-Takiyy El-Cevad, Ali El-Nakkiyy El-Hadi ellezi bihimâ-
mi Ehl'il-Mecdi v'el-alâ, İhdines Sırat'el-Müstakim ellezi hüve
sırat'el-ikame bil-mecdi v'el-hidaye v'el-alâ ellezi hüv'el-mukted,
Sırâtellezine en'amte aleyhim ellezi hüve bimütabaati Hasan El-Aske-
ri ve bimütabaati Muhammed El-Mehdi sahib'ül-asr v'ez-zaman,
Gayril mağdûbi aleyhim ve laddallin. Münkerün min ehl'il-bid'ati v'el-
heva.
İ stecib duaena yâ sami'ud-dua ve ne şhedü enne Muhammeden
abduhu ve Resuluhü ellezi hüve fi şanihi sûret'un-Necm el - hüda ve
neşhedü enne Emir'el-Mü'minine Ali Veliyyullah ellezi hüve fi ş ânihi
süre Hel Etâ ve sallâllahu Taalâ alâ Âli Muhammedin El-Tayyibin
El-Tahir in.

(Bismillaah'ın Tefsiri)
Bismillah'taki (Ba)n ın noktasının zuhuru şöyledir :

Başlangıçta Hazret-i Allah izzet ve isti ğnanın en yükseğinde, te-


nezzühün en üstünde olup henuz isimler ve s ıfatlar dairesine tenezzül
eitmeyip bütün isimler, s ıfatlar ve şekillerin Hak'kın zatında mahv ve
müstehlek idi. Bu makam (Lâhût Alemi), (Mutlak Gayb Alemi), (Lâ
Taayyün Alemi) makamıdır, (Ümmül Kitab) t ır. Daha do ğrusu bu
makamda ne makam, ne, mertebe, ne isim, ne resm, ne s ıfat, ne de
mevsuf vardır. Bu makam:

"Allah âlemlerden gen idir." ı ı 5


"Allah vardı ve onunla birlikte hiç bir şey yoktu". 116
"Gaybın anahtarlar ı Allah' ın indindedir onları ancak o bilir".'"

52
" İ nsan zamandan öyle devirler geçirdi ki bahse de ğer bir şey
olmadı 1 18 .
"Senin Tanrın onların isnadlarından münezzehtir" 119
"Ben gizli bir hazine idim .. • ."120 makamlarıdı r.
Bu makamda her şeyden sıyrılıp soyunmuş olan (S ırf Vücut) ilâ-
hi hüviyyettir. Bu makamda (Evvellik, Ahirlik, Zâhirlik, Bât ınlık) yok-
tur, hatta, Ezel ve Ebed te yoktur. İşte bu (S ırf Vücud)un zuhuru,
(Zâhir) ism-i şerifinin ezelen ve ebeden tahakkuk etmesidir ki bu da
(Ümmülkitab) ın tafsilidir.
Evvelâ, (Kün) yani (Ol!) emri ile basit (Nokta)dan. (Elif), yani
(Ahadiyet) oldu. Daha sonra, asl olan noktayı (Elif) alt ına koy-
makla (Ba) oldu ve bu suretle de (Vâhidiyyet) meydana geldi, çokluk
belirdi. 121
Noktadan (Ahadiyyet)in, ahadiyetten de (Vâhidiyet)in ç ıkışını, ya-
ni mevcudatın zuhurunu ve hakikannı gerek iç dü şünüşe ve gerek d ış
anlayışa göre misâl yolu ıle, (Kaygusuz'un Seyran') ile aç ıklayahm:
"Ol vakit ki en cüm ve eflâk ve anas ır ve tabayi'bir ş ey vücuda gel-
memiş idi. Biz dahi Adem kisvetini görmeyip ve giymeyip Sultan vücu-
dunda bir can idik. Ol kadim-i lâyezâl diledi ki (Kenz-i Mahfi) 122 sin
âşikâr edip kendisini tema şa ede. Tecelli eyledi zât ına ki zâtı bilinsin
diye. Esmâ ve sıfâtı kendisi kendisine nâzil eyledi. (Kâf) ı (Nun)a vu-
rup (Kün) sâz eyledi.123 (Kâf) ve (Nun) aras ında bu kârhane-i âlemi
bünyad eyledi. Ve ol Sultan-ı âlem hemen bu kârhanenin içinde s ır
oldu 124 . Biz dahi ezeldeki mukadderat ımızın tafsile gelmesini, yani
cüz'iyyetirniz i'tibariyle bu kârhaneyi biz dahi döndürme ği taleb
Sultân-ı âlem dileğimizi kabul edip Adem donunu bize h ıl'at
verdi ve cammıza 126 emr etti ki ademden, yani bât ından zâhire gel-
dik şe'niyyetle." Bana dahi nöbet geldi, Adem donunu giyip bu-
milke seyrana geldim128. Bir şeyden haberim yoktu. Çünkü nefis çeri-
sine 129 duş oldum, ayık iken sarhoş oldum İ 30, hoş hâl iken kem maaş
oldum, doğru iken kallâ ş oldum 131, nihan iken fâ ş oldum nice yüz-
bin kere türlü türlü s ıfatlardan göründüm. Elbette bir gün sen de göre-
ceksin, geçen hallerine güleceksin. Nitekim bu nefs askerine du ş oldum
nâlân ve giryan olup çok tazarru' ve zârilik eyledim. Hiç kimse bana
rahm etmezdi. Nice zamanlar geçerdi ve nice devranlar dönerdi, ne
edeceğimi bilmezdim, hayran olup kalm ıştım.
Yine bir gün babamı at, anamı don etmiş tim. Hemen kulağıma
bir sada geldi ki (Yeter gel!) 132 , gittim, sanki yok idim, var oldum.

53
Nâgâh anadan do ğup ş irhar oldum, tıfl oldum, bâliğ oldum, yiğit ol-
dum, pir oldum. Nagah bir gün ruh a şinalarma düş oldum. Hâlimden
haber sordular, dediler ki: Hey dervi ş, doğru söyle ne gördün? Ben
dedim, efendim, benim sergüze ştim çoktur ve çok feda sefer gördüm,
yani çok haberler getirdim. Ama ne bileyim ki rakiplerin korkusu var-
dır. Nihayet muhtasar budur ki çok ve say ılmaz aşiyan gezdim 1 3 3 . A-
çık bir haber söyleyeyim ki hâlimin ancak binde biri ola. Ol vakit ki
âlem-i sabavetten hâlet-i bulfi ğa eriştim zerre kadar gam-u gussa yok
idi. Günden güne yiğitlik menziliesine kadem bast ım. Ol vakit yolum
bir çöl yabana eri şti. Baktım ki bu yetmiş iki milletin halkı güruh
güruh olmuş bu sahrada sergerdân gezerler 1 3 4 . Ben dahi bu güruhun
birine karıştım. Kâh yavuz olup bu halkla sava ştım, kâh nerm olup yi-
ne barıştım. Bu çöl yabanda ben dahi bu halk ile mütehayyir kalm ış
idim. Velhâsı l, bin türlü bela ve mihnettle cidd-ü cehd ederek bu halk-
tan kendimi kenara çıkardım. ı 3 5 Hemen gözüme bir şehir göründü 1 3 6 .
Ol şehirden tarafa gitmek istedim. Ne kadar cehd eyledim ise de gide-
meyip âciz kald ım. Bu tahayyürde iken hemen kar şımda bir oğlan zâ-
hir oldu'''. Bakt ım ki yüzünün şulesi âlemi nur eylemiş . Bana dedi ki:
Abdal aşk olsun! Ben dahi meşk olsun dedim. Bu çöllerde ne gezersin
dedi. Dedim ki bu şehirden tarafa gitmek isterim. Hemen boynuma bir
ip takıp çekti. Ey Kaygusuz Abdal seni ol ş ehre götüreyim dedi, ben
dahi yanına düştüm. Velhasıl , bu şehre girdik 138 , hemen bu o ğlan kay-
boldu, tek-ü tenha kaldım. Baktım ki bu şehirde benden ygayri kimse
yoktur.139 Bu kerre kendi kendime dedim ki: şehir senin helva 1 40 se-
nin
Bu kere bu ş ehri küşe beküşe, serteser tema şa eyledim, 1 4 1, türlü
türlü cevahirler.. meta ın nihayeti yok. Her neye meyl eyledim ise
hemen o saat mevcut olurdu. (Men ânem ki men dânem)'
Çün devran beni suretten s ıfâta sıfattan surete toplay ıp gezdirdi,
âhir kâr bana dahi nöbet eri şti. ı 4 3 Hemen bir gün teferrüç içinde bir
sohbete u ğradım. Gördüm ki bu oturanlar ın kimisi Muhammed Re-
sulullah ve kirnisi Isa Ruhullah, ve kimisi Musa Kelimullah ve kimisi
İbrahim Halillullah ve kimisi Adem Safiyyullah ; 1" bana yer gösterdi-
ler, oturdum. Dediler: Dervi ş, kuş dilim' bilirsen, söyle, yahut git. Ben
dahi tefekkür edip aceb sayyadlarm dâm ına giriftar olduk ya guft (söy-
le) ya reft (git) dedim. Ama söz söyleme ği tercih edip söze ba şladım:
Bu cihan bir kubbe misalidir, Ay ve Güneş kandile benzer ve gece
ve gündüzü bildirir 146. Yerler, vücudumdur 147, Sular, damar ımdır ;
gökler çadırımdır 148, Arş . 1 49 seyrammdır ; Çarh, devrammchr ; 1 50;

54
Yıldızlar, meş'alemdir 151. Gece, Velâyet; 152 gündüz, Nübüvvet; ı 53
doğmak, Bahar; ölmek, Güz; sa ğlık, Gülistan; hastal ık , zından; ya-
lan, zagall ık; do ğruluk, erlik; uyku, münâcat (istek) ; uyan ıklık, â-
riflik ; inbisat, Cennet; kabz, Cehennem; Velâyet, Vezirlik; Peygam-
berlik, Elçilik; akıl, Cebrail; kitaplar, vasf- ı hal; cimrilere zahmet,
cömertlere rahmet, münkirlere zulmet, ariflere vandet, a şıklara ferah,
cahillere keder, nâdanlara mihnet, âdillere nur, zalimlere ate ş, Pirlere
bereket, yiğitlere sıhhat, sabiylere selâmet; güne ş yukarıdan aşağıya
iner; su a şağıdan yukarıya çıkar bunların cümlesi bir vücuttur ki kaim-
dir. Bütün kâinata ben Hakk ım. Beylik ve hakimlik ve kulluk benim
mertebemdir, dedim ve sükût eyledim.
Bunların cümlesi birden: Dervi ş aferin sana güzel hikâye söyle-
din, bu sözler rü'yamıdır, hayalmidir, dediler. Ben de, evvel Allah
hakkı için 154 kardeşinizin oğlunun 155 sözleri haktır, öz halidir 156 ki
söyledim, dedim. Görmediği, bilmediği nesneden haber veren er de ğil-
dir'', nâmerttir. Ba şımdan geçen hikâyettir ki söyledim deyip sükût
eyledim
Yine günlerden bir gün dervi ş kendisini bir sahrada gördü 155 ki
o sahranın ucu bucağı yok. O sahranın ortasında da büyük bir yol
var 159. Derviş o yolu tutup bir zaman gitti. Gördü ki bu yolun niha-
yeti yok, özünden de gayri hiç kimse yok idi16°. Bâri ça ğırayım, belki
bir kimse bulunur ki bu yoldan haber vere dedi. Dervi ş, ne kadar ki
çağırdı gördü ki özünden gayri deyyar ı 6 ı kimse yok ve (Men ânem
ki men dânem" deyip şu beyti okudu:
Meme küllü vücut ben oldum
Cihana can ve cana canan ben oldum
Suretimi görenler der ki be şerdir
Suretle sıfata Rahman ben oldum163
Derviş öz haline mütehayyir oldu164. Gördü ki günlü emin ol-
maz, bir kimse ister ki halinden haber sora. Görür ki özünden deyyar
kimse yok acaba rü'yamı görüyorum yoksa hayalim mi ola deyip biraz
tefekkür eyledi, gördü ki rü'ya de ğil. Bu kere özü özüne büründül65.
Gördü ki başı tactan d ışarı çıkmış.166 Gözü bir sahraya dü ş oldu. Tiz
başını özüne çekti 167, gördü ki ne sahra var, ne yol var. Özünden
gayri deyyar kimse yok. O vakit bu beyti okudu:
Kamu şeyde benim ayni hakikat Sıfat-ı zat-ı mutlak bahr- ı hikmet
Hemen benim çün-u gra yok Ne Mansur var ne Ba ğdat'ta
(Enelhak)

55
Dervi ş bu sözde iken gördü ki bir pir kar şıdan çıka geldi 168 sa ;
kah ak, boynunda ridâ, elinde tesbih, bir elinde asa 169, dudaklar ı dep-
renür durur. Abdal, bu sahran ın haberini bundan soray ım deyip karşı
vardı ve selam verdi. Pir, dervi şin selamma iltifat etmeyip dudaklar ı-
nı depredir durur idi. Dervi ş dedi: selam Tanrı selâmıdır niçin alma-
dın? Pir ,senin selâmın benim tesbihimden artık değil diyerek dervi-
şin üzerine yürüdü. Dervi ş dahi kepene ğini sallayıp çomak ile kar şısına
yürüdü. Pir, dervi şin tutumunu gördü hemen kaçt ı . Derviş ; kaçmak
ile kurtulamazsın? deyip ardından yetişti, piri tuttu ve dedi: niçin ka-
çarsın senden haber soraca ğun. Pir dedi: sen bir çetin ve metin adama
benzersin seni bir s ıfatta gördüm ki az kald ı ödüm patlaya, sözün var
ise sor.'"
Derviş etti: sen ne ki şisin söyle? Pir dahi etti: yerin ve gö ğün mi-
safiri bir kişiyim. Bu halk ekseriya bana tabidir.'" Ama sen bu halktan
taşra adama benzersin dedi. Benim kim oldu ğumu ne sual edersin?
Başka soraca ğm var ise sor dedi. Dervi ş dedi: bu sahra nedir? Bir de-
di: buna (Heyhât) sahras ım der ler. Nice Sülayman'lar ve Rüstem
Zal'ler bu sahrada batm ıştır ki nam ve nişanları dahi kalmamıştır.
Derviş dedi: sen kimsin söyle. Pir gördü ki kurtulma ğa çare yoktur
şöyle dedi: ben dergah- ı Hak'ta bir makbul kimse idim. Nice bin y ıl-
lar ibadet etmi ş idim ki dil ile vasf olunmaz. Nagah benden bir ma ğ-
rurluk sadır oldu, hemen bir lakabt ır ki bana yapıştı173 . Derviş bildi
ki bu Şeytan'dır, Allah'a sığımp174 geçti gitti. Hayli zaman yola git-
ti gördü ki sahran ın ortas ında büyük bir ağaç bitmiş . Heman beş bu-
duğı vali", ama gölgesi alemi kaplam ıştır176 . Dervi ş dahi rahat ola-
yım deyu bu ağacın dibinde yattı . Duşunda gördü ki bu ağacın dibin-
de azim bir Taht var. Nebiler, Veliler gelip her biri bir ku şede mun-
tazır oturdular."' Peygamberimiz Aleyhisselam da sadrda oturmu ş
I ". Sual ettiler ki Ya Resulallah! Devenin büyü ğü devedir, ama, Türk

taifesi küçüğüne (Köçek) derler ,ol deve de ğilmidir? Resul aleyhisselâm


buyurdular: deve devedir, gerek büyük gerek küçük olsun; hakikatta
bir zât ve bir s ıfattır."9
Derviş der ki ben dahi sordum: Ya Resullallah bir mü şkilde kal-
dım, bu sahra ne sahrad ır ve bu makam ne makamd ır? Resullallah
°
buyurdu : bu sahra (Kaabe kavseyn) 18 ve bu ş ecere ( Ş eceret'ül- İ n-
san)dır. Ve bu şecerde be ş budak 181 vard ır ki ol budakların ikisine
tamamiyle güne ş dokunur 182 diğer üç budaktan birisine güne ş doku-
,
nan budakların ziyas ı gelir 18 3 diğer iki budağa da güneş ve ziya dahi
.
dokunmaz 184 Derviş biraz tefekkür eyledi ve etrafına baktı ki tek-ü

56
tenha kendi özüdür 18 5 (Men Anem ve Men Dânem), deyip şu beyit-
,

leri okudu:
Ben beni bilmedim her kez ki can ım yoksa cânânım
Ne cismim var, ne can ım var, ne insan ım, ne hayvanım
Gehi katra gehi umman gehi peyda gehi pünhan
Gehi kulum gehi Sultan ne kulum ben ne Sultan ım
Ne ben can ile canân ım ne küfrüm ben ne iyman ım
Ne kanım ben ne mekanım ne girdişim ne devran ım
Ne ödüm ben ne yel oldum ne abim ben ne kil oldum
Ne can-ü akl-ü dil oldum me ğer ben s ırr-ı pünhanım.
Derviş dört tarafa bakt ı gördü ki yerde gökte ne ki yarat ılmış
var cümlesi vücudunun içinde s ır olmuş . Her eşyadan sada gelir ki
cümlesini kendi vücudunda işidir. Özü özüne dedi ki: 186 bir vakit ben
bu yerin ve bu gö ğün içinde idim. Şimdi, yer ve gök benim içimden
görünür. Her neye baksam onda öz cemalimi mü ş ahede ederim. Ay
ve Güneş ve Yıldızlar cümlesi bana kar şı söyleşirler. Akan sular, esen
yeller bana kar şı tebre şürler. Derviş tefekküre vard ı"7 aceb bunlar
rü'yamıdır, hayalmidir deyüb bu tahayyürde iken gördü ki tekü ten-
ha özüdür.
Derviş , cümle alemi öz vücudunda ki grördü bu kere ak ıl ş ehri-
ne girdi, Hz. Muhammed Mustafa'y ı gördü 188. Aşk şehrine girdi Hz.
Aliyyül-Murtaza'yı gördü. 189 İ leri varub selam verdi ve dedi ki: Sul-
tanım bu seyran ve bu çad ır ve saray ki kurulmu ştur sahibi görün-
mez 19 °. Hz. Ali dedi ki: hiç sahibsiz saray ve sayeban olurmu? ı9ı Kev-
neyn içinde cümbüş eden ve şa'bede gösteren ve gören yine sâyeban
sahibidir. Onsuz hiç bir nesne yoktur. Bu varl ık cümle an ın varlığı-
dır. Hemen dervi ş ileri varub Hz. Ali'nin elini öptü ve dedi: Sultan ım
sana mürid olurum. Zira, erkan- ı nuru ve tertibi ö ğrenmek gerek.
Hz. Ali kabul edüp bir nice vakit kulluğunda kald ı . Bir gün Hz. Ali'-
den sordu: Sultan ım bu cesed yok iken biz an ınla yâr idik, takdir işini
beraber işledik. Bir gün özümü yerin ve gö ğün içinde gördüm. Yine
.

bir zaman sonra gördüm ki bu yer ve gök benim içimde mevc urur;
bunun ma'na ve ta'biri nedir? Hemen Hz. Ali dervi şin gönlüne girdi.
,

Dervi ş dört tarafa bakt ı hiç bir şey görmedi. Velhas ıl, nice müddet
sonra bir gün gördü ki Süleyman Peygamberin azim divan ı kurulmuş
İns ve Cin ve Tuyyur ve Vuhu ş anda cem olmu ş . Süleyman Peygam-
ber halka her e şyanın hallerine göre hizmet ta'yin eder. Ama Divlere
dedi ki: özünüzü şol kadar su ile y ıkayı n ki"' ak ola, yoksa azaba
giriftar olursunuz. Dervi ş o sırada biraz daha ileri varub gördü ki

57
Hz. Ali, Süleyman Peygamberin kirpi ği altından bakar'". Der-
viş bin dil-ü can ile şad olub gönlü ile andan çok tazarru' ve niyaz ey-
ledi. Bu kere Hz. Ali dudak k ısab dedi ki: Ben Süleyman' ın vücuduna
gelmişim, Süleyman şimdi kendi özünü san ır; ben hod i şimi bilirim.
Derviş sükût edüb firsat bekledi. Bir dem Hz. Ali'yi halvet bulup
dedi: Sultanım Hz. Yusuf Peygamberden sordum ki kendisini kuyuya
bırakmışlar gerçekmidir diye. Yusuf Peygamber de: sultan, kuyu de-
dikleri bu cesettir, kuyudan ki ç ıktım Mısır'a Sultan oldum,i9 4 dedi,
doğrumudur? Hz. Ali etti: do ğrudur ve gözünü yum dedi. Der-
viş gözünü yumdu, yine açt ı , gördü ki yüz yirmi dört bin Peygamber
Hz. Ali'yi tahsin ve aferin ederler.
Derviş gördü ki Hz. Muhammed Mustafa sal'am, bunca Enbiya-
nin önüne düşüp Hak dergahma giderler. O dahi fırsat deyüb aralar ı-
na karış tı . Dergah-1 Hak'ka vard ıkta Hz. Resul aleyhisselâma ileri
varub etti: Ya Rabbena bu günahkar kullan ılır' eğesi sensin,
senden gayri varacak yerleri yoktur, onlar ı sen mağfiret eyle! 19 5 Hi-
tab-ı izzet geldi ki: Ya Muhammed sen benim s ıfat-ı Miyatımı gör ki
her Peygamberin ve her Veli'nin benimle ba şka bir muameleleri var-
dır. Anlam ahvalini benden gayri, yani zat ımdan gayri kimse bilmez.
Bak. dedi; Hz. Resul baktı ki cümle yaratılışın ilk sahibi yanı nda dur-
muştur. Hazret, tefekküre dald ı 19 6 ve gördü ki tek-ü tenha kendisidir,
hiç kimse yok ve bu mısra'ları okudu:
Cümle Meme Sultan ben oldum Saadet gevherine kan ben oldum
Ben ol bahr-i muhitim her gönülde Veli suret bu dem insanbenoldum l".
Derviş bu seyranda iken nagah bir Mem dahi göründü. Cümle
mahlûkat bir a - aya cem olub bu sahrada 19 8 gezerler, ama birbirinden
sorarlar ki: bu barigah ve bu çetr (çad ır)-i sayeban ki kurulmu ştur,
bunun sahibi görünmez, ne aceb hikmettir. Dervi ş dahi anlara eri şti.
Bıl kere dervişten sordular ki: bu bisât199 (dö şek) ve bu bârigâh ki-
mindir ki hiç ş ahibi görünmez? Dervi ş dedi ki: bunu arif-i bin:ah o-
lanlar bilir; ama, bu bisata ben dahi nice bin kere gelmi şim, ben bu-
nu böyle görmüşüm. Adem derler, şimdi biri gelmi ştir, yine ben anın-
la tekrar birlikte gelmi şimm°. Derviş bu sözü deyince ayni Adem ç ıka-
geldi. Derviş etti: İşte Adem budur. Bunlar kar şı varub Adem Aleyhis-
selamm elini öptüler. Çok tazarru edüp bu sayeban ın sahibini dahi
Adem'den sordular. Adem etti: vallahi ben dahi geldim bu barigahl
bu gölge salıcı çadırı 201 böyle gördüm. Hemen o anda dervi ş cûşa
gelüb dedi ki: Ya Rab! bu sır ki gönülde ayandır, kamu vücutlara
hükmü revand ır202, benim akl-ü fikrim buna erdi.

58
Adem, orada bulunanlara sordu ki: bu ne ki şidir? Onlar, biz
dahi geldik bunu burada bulduk ve gördük dediler. Adem dervi şten
sordu ki: sen ne kişisin? Derviş, (Men Anem ki Men Dânem) dedi.
Adem taaccüb edüb: hele söyle sen ne ki şisin? dedi. Derviş : ben dahi
bu karvansaraya nice bin kere geldim, kah misafir, kâh mücavir ol-
dum, benim sergüze ştim tûl-u dırazdır, ben senin filan o ğlun değil-
miyim? Adem: ben seni bilmezem dedi. Dervi ş : sen Cennette iken ben
seninle beraberdim dedi. Adem, yine bu söze taaccüb eyledi. Bu kere
derviş Adem'in Cennette ba şına gelen hikâyetleri ve Cennetten niçin
çıktıklarım ve nasıl Buğday yediklerini2p3 hikâye etti ve sen Cennetten
çı kub dünyaya gelirken ben seninle beraber idim 204 ki sen beni kâh
getirüb toprakta bırakırdın, kâh yine kendüne getürürdün, ; ama taac-
cüb etmem ki karde şlerimin çoklu ğundan beni unutmu şsun dedi ve
dünyaya geldikten sonra Cebrail 'in205 emriyle çift sürüp ekin ektiği-
ni ve Havva anamızın yirmi kere hamile kald ığını ve her hamlinden
doğan oğlana kızlarını verdiğini, Admin ilk doğan oğullarından Kaa-
bil'in,2" anasının hamlinden do ğan kızı ben alırım deyu kardaşı Ha-
bire207 bu'z edüp bilâhara firsat bularak Habil'i şehid eylediğini
20 8 ve Adem aleyhisselâmin beddua edüb evlad ve ensab ı ile ebedi aza-

ba giriftar oldu ğunu haber verdi.


Velhasıl, derviş, Adem'den sonra gelen Peygamberlere ne vechile
eza ve cefa ettiklerini de haber verdi ve Nuh aleyhisselâm ın sergüze şti-
tini ve nice yüz yıl kavmını Hak'ka da'vet eyledi ğini, fakat, anlar ka-
bul etmeyüb ana türlü cefalar ettiklerinden maada kaç kere kedndisi-
ni mecruh eylediklerini ve Kaabil'in neslinden bir haramzadenin
karşıdan taş atarak ba şını cerh eyladiğini ve başından akan kan ın
vech-i şeriflerini mülemma' eyledi ğinde heman Nuh aleyhisselâm ın
beddua. ile (Rabbi inni mağlubün fantasır) dediğini ve heman o saat
duası makbul olub bir Tufan peyda oldu ğunu, Nuh aleyhisselâmın
Tufandan evvel bir gemi yaptırıp neccarlık ettiğini, Nuh'un evi:ad ve
ensabı ile gemiye bindi ğini ve her kim Nuh'a tabi olup gemisine girdi
ise Tufandan necat buldu ğunu, tabi olmayanların ise Tufanda park
olduklarını ve henuz Tufan içinde bulunduklarını anlattı . " 9
Derviş Nuh'tan sonra Eyub aleyhisselâm ın sergüze ştitini anlatmağa
başlayarak dedi ki: Eyub aleyhisselâm ın on iki oğlu olub hem an hem
mün'im idi ve bilâ fasıla tezekkür ve tefekkürle ibadete me şgul idi. Bir
gün kendisinin çoban,' şeklinde birisi gelüb dedi ki, Ya Resullallah bü-
yük bir tufan olup, kar ve ya ğmur yağub on bin koyun so ğuktan te-
lef oldu. Hz. Eyub asla iltifat etmedi. Bir saat sonra Deveciba şı şeklinde

59
gelüb Ya Resullallah azim tufan olub binlerle deve helâk oldu dedi.
Yine Eyub iltifat etmedi. Bu kerre çiftçi şeklinde gelüb bütün davar-
ların tufandan helâk oldu dedi. Eyub yine iltifat etmedi. Bu kerre
bâğınban şeklinde gelüp tufan mahsulu mahv etti dedi. Eyub yine
iltifat etmedi. Bu defa câriye şeklinde gelüb zelzeleden saraylar ın ve
kasırların yıkıldı ve cümle evlâd ve ensâb ın altında kaldı dedi. Eyub
aleyhisselâmm gönlüne asla keduret gelmeyüb bir saat Hak, fikrinden
çıkmadı . 2 10

Derviş bu kere Zekeriyya aleyhisselâm ın oğlu Yahya Peygambe-


rin şergüze ştini dahi haber verdi ve babas ı Zekeriyya aleyhisselâm ı
ağaç içinde nasıl katl ettiklerini ve Buhtu'un-Nasr' ın zuhuru ile Ze-
keriyya ve Yahya'y ı katl ettiren o zaman ın melikinin ve evlâd ve ensa-
bı ile beraber yetmi ş bin Ademin Buht'un-Nasr tarafindan nas ıl katl
edildiklerini anlattı .211

Derviş bundan sonra Ya'kub aleyhisselâm ın oğlu Yusuf aleyhis-


selâmı ve İsa ve Musa aleyhisselâmlann sergüze ştlerini de haber ver-
di. Adem aleyhisselâm dervi şe tahsin eyledi. Dervi ş dedi ki: şimdi
Nemrud aleyhillâ'ne İbrahim aleyhisselâmı ateşe atmak ister, gel sen
dahi beraber gidelim. Beraber gittiler. Nâgâh gördüler ki bir çok halk
cem olmuş ve Şeytan Nemrud'un klağuzu olup odun yığdınr. Şeytan
da heman bunlar ı gördü ve Nemrud'a dedi: şu gelen iki kişiyi dahi ber-
dar eyle, Nemrud emr etti Ademi ve dervi şi götürdüler ki azim ate ş
yanmış, mancılık kurulmu ştur. Hz. İ brahim Peygamberi getirdiler.
Şeytan, İbrahim aleyhisselâma Nemrud'un gayri Tanr ı varmış dersin,
gel bu sözü terk eyle, seni âzâd ettiririm, dedi. Dervi ş sabr edemeyüb
ileri geldi ve: ne söylersin dedi. Şeytan dedi ki: İ brahim Nemrud'u
kabul etmeyib Tannlığım inkâr eder. Dervi ş dedi: İbrahim doğru söy-
ler. 01 vakit Şeytan Nemrud'a: bunlar ı berdar eyle dedi. Adem aley-
hisselâma dervi şe dudak kısıb söyleme deyince derviş kepeneğini sal-
dırdı ve çomağını eline alub yürüdü. Ş eytan gördü ki kurtulu ş yok,
Nemrud'a: ne durursun ba şına çare bul dedi. Kendisi kaçmak ister-
ken heman derviş erişüb bir eliyle Şeytanı ve bir eliyle Nemrud'u tut-
tu2 12 .

Askerler cümleten kaçub ıraktan bakma ğa başladılar. Derviş


her ikisini götürüb ayaklarından astı. Adem aleyhisselâm ve yüz yir-
dört bin Peygamber 213 dervi şe tahsin eylediler. Bu kerre Nemrud A.-
dem'e çok tazarru eyleyüb: beni bu ki şinin elinden kurtar dedi. Adem
ve bunca Evliyalar dervi şten dilek eylediler ki Nemrud'un bu i şte

60
günah" yoktur. Dervi ş ise ben her vakit kendi i şimi bilirim deyüb ve
çomağı eline alub Şeytan'a nasihat etti, 214 ve : benimle and et ki bir
daha bana Ş eytanlık etmeyesin dedi. Şeytan dahi cümle e şya şahid
olsun, seninle Şeytanlik etmem dedi. Nemrud dahi dervi ş e her ne der
isen makbulumdur ve sana kul olay ım dedi. 215
Derviş biraz süküt eyledi. Bu tahayyürde iken gördü ki tek-ü ten-
ha heman özüdür, yani bu evde kendinden ba şka misafir yoktur.
Çün özünden özge kimse yok (Men ânem ve Men Dânem) deyüb şu
mısra'ları okudu:
Ya Rab ben canm ıyım cânan içinde Ya ol filânnuy ım insan içinde
Heman benim dahi çun-u ç ıra yok Bu gün sahib hüner meydan
içinde. 216
Dervişin gönlü mutmain olup yine tahayyürde iken nagah kar şı-
dan Musa Peygamber aleyhisselâm göründü. Dervi ş, bu ne güzel ki şi-
dir deyüb ileri varub selam verdi. Ol dahi (Aleyk) deyüb dervi şe: ne
kişisin ve nerden gelirsin dedi. Dervi ş : ademden gelirim dedi. Musa a-
leyhisselâm, adem ne yerdedir dedi: Dervi ş : çok ıraktır, zira, nice bin
yıllardır ki (Adem)den (Aclem)e gelmi şim hiç hatirımda kalmamıştır,
dedi. Musa aleyhisselâm; kaç ya şındasın dedi. Derviş : on üç yaşında-
ylm dedi. Musa: pir olmu şsun, nice on üç ya şındasın dedi. Dervi ş :
ol gün ki adem'den ç ıktım nagah gönülümü kaybettim; şayet bulurum
deyu nice bin suretlerden göründüm, nice bin y ıllar gezdim ve nice
binlerle isimler de ğiştirdim; kâh yel olup estim, kâh su olub akt ım,
kâh ku ş olup uçtum; velhas ıl derbeder gezüb bin türlü bela ile yo ğrul-
dum; iş te on üç yıldır kim gönlümü buldum ve kendimi bilirim, dedi. 217
Musa aleyhisselâm dervi şe ismin nedir dedi. Dervi ş, hagngi is-
mimi sorarsın dedi. Musa: her şeyin bir ismi vard ır, meğer senin kaç
adın vardır dedi. Derviş : babamın koyduğu isim 218 Adem'dir, ama,
Adem'dir, ama, anam ın koyduğu isim pek çoktur dedi. Zira, (Adem)
den (Adem) e geldi ğimde gönlümü kaybetmiş idim, kâh surete kâh
sıfâta gelidrdim. Her birisinde bana birer isim koydular ki ne lisana
ve ne de deftere s ığar dedi. Ve senin adın nedir, dedi. Musa aleyhisse-
selam, benim ismim Musa Peygamberdir dedi. Dervi ş : Allah'u Taa-
la Enbiyaya esma-ı kulliyyeyi bildirdi, benim ismimi niçün bilmedin
dedi. Musa: esmia-ı küllide olan ismin nedir dedi. Dervi ş : benden so-
runca gönlümü i şte benim ismim onda gizlidir dedi219. Musa gördü
ki derviş kuş dilini tam söyler.
Bir müddet tefekkürden sonra dervi ş : bu ne yerdir dedi. Musa:
buna Kârvarısaray derler nice yüzbin gafiller gelüb gider dedi. Dervi ş

61
gördü ki Firavn hüddam ve haşmet ile gelüb nefs askerin y ığub Şey-
tanı pir edin miş geldi. Çad ırları ve azim divanı kurulmuştur. Şeytan
bakub Musa ile dervi şi gördü ve Firavn'a ol iki adam ı gördünmü, be-
nim büyük düşmanlarımdı r adam gönderüb getirin dedi. Adam gön-
derüb çağırdılar 220 . Gelirken Musa dervi şe: sen bir ş ey söyleme ben
söyleş eyim dedi. Bunlar ı getirdiler. Şeytan Firavn'a: bunlard ır ki gay-
ri Tanrı vard ı r derler dedi. Firavn da öylemi dersiniz? dedi Musa:
öyle deriz ve öyledir dedi. Firavn: gözünüz ile gördünüzmü, yoksa k ı-
yas ile mi söylersiniz; dedi, Musa aleyhisselâm; hiç kimse an ı ebedi gö-
remez, ama cümle yarad ılmışı ol bakmadan görür dedi. Heman Şey-
tan ileri gelüb Firavn'a: bu bir ki ş idir ki câzuluk ile âlemi azd ırmıştır,
hemen bunun cezas ını ver, ne için bu kadar söyletirsin dedi. Dervi ş
sabr edemeyüb bre neces henuz fodullu ğu elden bırakmadın dedi.
Ş eytan gördü ki and eyledi ği derviş tir, hemen kaçmak istedi. Dervi ş
Şeytanı yakası ndan tutub yere vurdu, asas ım ve torbasım elinden al-
dı . Firavn gayretlenüb nefs askerine: koman dedi. Askerler dervi şin
üzerine hücum ettiler. Hemen dervi ş sapan ta şı ile bu askerleri da ğıt-
tı . Firavn dahi bir tarafa kaçt ı . Derviş erişüb Firavn' ın başından Bore-
ğini kapta. Ş eytanın torbasım ve Firavn'ı n bore ğini Musa aleyhisse-
lâmı n önüne koydu. Musa: can ım sana kurban olsun dervi ş âferin
sana dedi. 221 Bu kere Firavn, le şkerini cem edüb Musa aleyhisselâma.
Elçi gönderdi ve Şeytan ın torbasnu ve kendisinin bore ğini taleb eyledi.
Musa aleyhisselâm derviş e: anları ver kurtulahm dedi. Dervi ş : hele
sabr eyle dedi. Me ğer derviş Şeytanı ayağından asmış imiş . Şeytan
Musa aleyhisselâma zârilik ederdi, beni bunun elinden kurtar dedi.
Musa dahi derviş ten taleb eyledi. Dervi ş : talebin ba şım üstüne Ya
Musa! Lâkin huzurumuzda teybe eylesün ki bir daha benimle Şey-
tanlık etmesin dedi. Ş eytan, tövbe etti. Dervi ş, Ş eytanın torbasım ve
asasım ve Firavn' ın bore ğini verdi. Bu tahayyürde iken uykudan uyan ır
gibi gördü ki bu Ş eytan ve Firanvn ve Nemrud öz vücudundaki heva
ve nefs-i emmare ve buhl ve hased imi ş . Anları ki beyan eyledi bu ker-
re kendi özüne geldi. Nice zamanlar ki gönlünü kaybetmi ş idi nâgâh
bakub yine özünü buldu ve dervi ş gördü ki tek-ü tenha heman özüdür.
Bu kerre emin olup (Men Anem ve Men Dânem) deyüb bunu okudu:

Deryay-ı umman benim gevher-i kân bendedir.


Gözünü aç anla bak iki cihan bendedir.

Şimdiye kadar ki söyledim kim anlar, bu ku ş dilidir anı Süleyman


anlar. 222

62
(Ehli Olana Kaygusuz Sultan ın Öğ ütleri)
Ey tâlib -i hak ve hakikat! Gel imdi kendine insaf eyle; seni ebe-
diyyen mahv edici cehil marazlarma ilaç bul. F ırsat elde iken gece
gündüz durmayub çaresini ara, tâ kim ol korkulu menzillerden emin
olasın. Yoksa yâr-ü yoldaşın cehil maraz ından kurtulub şâd-ü handan
selâmette olduklar ını gögrürsün; ve sen gam ve gussalar ın ve ceha-
let sebebi ile başına üşüşecek türlü belalara giriftar olub kal ırsın. Ol
vakit çok pe ş iman olursun ama faide etmeye. F ırsat elde iken nadanl ığı
bırak dana 4312 2 3 Kendini arifler ve ehl-i diller suhbetine ve meclisine
.

layık eyle. insan- ı kâmile eri ş tâ ki dünya ve âhiret marazlar ından


emin olasm.
Mürşid-i kâmili bulduktan sonra a şkı delil edüb, özün bilüb, a-
rif olub Hak'k ı vücudunda bulas ın. İ mam Ali (kerremallahu vechehu),
ilk defa idi Peygamber aleyhisselâma sordu : Ya Resullâllah ne amel
edeyim ki amelimi zâyi' etmi şemiş olayım. Hz. Resul buyurdu : Hak'-
kı istersen kendini bil ! 224 Arifleri cem edüb daima subhbet eyle 2 2 5.
Sözünde sadık ol. 226 Bir dilden kiki söz söyleme. Kimseye mikr ve
hiyle etme. Bir kimseyi rencide edüb hor ve hakir bakma. Zira, her
mevcut mutlak vücutta iktizay- ı zattır. Elinle koymadığın şeye el uzat-
ma. Daima özünü özüne ver ; 2" o halde Hak'kı bulur, tecelliyatına
mazhar olursun. Ol vakit seyrin Ar ş ve Ferş'e kadar gider, tamam olur,
ömrünü zâyi' etmemi ş olursun, ve hem her beliyye ve azabtan emin
olursun. Ama, ey talib-i Hak, Allah yolu gayet yak ındır ama gayet
müşkildir.
Arif olan anlad ı Hayvan olan tınmadı
Nâdâna ben ne dedim Aceb bundan ne anladı
Anladın ise hal oldu Anlamadın ise kaal oldu.
Yeni bir haber söyliyeyim ki anlamadm ise anlayas ın. Arif isen in-
sana karış, yoksa nadan gibi yavanlara kar ışma. Nagah bir gün vücu-
dun şehrinden kaafile göçer, her zerrat ın geldiği yere ve menzillere
taksim olur, sen seninle tenha kal ırsın. 228 Eğer metaln dürr-ü gevher ise
şad-ü hurrem olub gam-u gussa yok, hangi şehir ve menzile varsan
müşteri tâcirler meta ından almak için kapına mülâzemet ederler.
Eğer metaın hırmende ve nakıs ise kangi şehre ve menzile varsan me-
tam kesad bulur, günden güne müflis bir bineva olursun. Nice zaman-
lar geçer, devranlar döner, deryalar asl ına gider, Mâh-ü encüm-ü za-
man nabedid olur, heyhat ki kaafile ba şı sana rahm edüb yüzüne bak-
maz,229 ta ki arif-i billâh olanlara, dürr-ü gevher kaafilesine kar ışırsın.

63
Ey tâlib ! uyanık ol ve hakikattan haberdar ol; ba şındaki sarhoş-
luğu gör.230 Hak'kı taleb 231 ederim dersen (Mütu kable en temûtu)
mazmununa masadak olup ölmezden evvel öl ki dirilesin. Dünyada
harab ol ki ma'mur olasın. Cefaya sabr et ki vefaya eresin Yoksa ehl-i
zâhir gibi ibadat yapt ım diye mukabilinde ivez ümininde iken nâgâh
bir gün işin sahibi işlediğin işi pesend etmeye. Ol vakit mürde gibi olub
elin boş kala; halin kat ı düşvar ola; çok pe ş iman olursun, ama hiç fa-
idesi olmaya.
İş te gidüb size çok haber getirdim. Özün insan suretinde iken her-
şeyi kazamrs ın, 23 2 yoksa her şey kaybtır. Ne ki görürsün ana ibretle
bak. 233 Bu ne için böyle olmadı deme. Hiç bir şey için gam çekme. Bu
sözlerden garaz budur ki sen dahi gönlünü cem eyle; 234 Akl-ıma dda
mukarin ol; dünyaya ap ışub kalma; 23 sonun fikr eyle.
Ey gafil! bu sarayın sahibi vardır. İçinde oturan Sultan'dır. Hali-
ni bil ki sonra Sultan'dan utanmayas ın. 236 Kimseye adavet etme. Kim-
senin payma el uzatma. Hakl ıyı haksızı, helâh haramı fark eyle. Zira,
helal lokam ile ehl-i diller suhbeti Adem'in ma'murlu ğudur. Haram
lokma ve cahiller suhbeti de Adem'in harabl ığıdır.
Andan sonra nâhak işleriden sakın. Ibretle bak, hikmetle söyle.
Her yerde edeb üzre olub, a şağıyı yukanyı gözleyüb, tevazu ile en
geriye otur. Mürşitler ve arifler nezdinde kemâl-i âdâb ile diz çöküb
otur. Bir söz ki senden sormayalar söyleme. E ğer sorarlarsa bilir isen
muhtasar söyle; e ğer bilmez isen özünden söz düzüb söyleme. Hodbin-
lik eyleme. Hakk'ı her yerde seninle bil. Yâr-u sad ık ve yoldaşına emin
ol. Câhile hilm ile söyle. Arifler kat ında sâkit olup âdâb ile dur, hür-
metle sor, imtihan ile söz sorma. E ğer sorarsan söyleneni kabul et 237 ;
inad ve mücadele eyleme; merdud- ı Hak olursun."' Zira, bu saray-
da Allah'ın hikmeti çoktur. Bu saray-ı bârigâh onundur, başkası yok-
yoktur. E ğer kul isen edeb bekle, kulluk hâlince 01.239 E ğer Sultan
( İnsan-ı Kamil) isen milk senindir, emin ol. 240 Yoksa sen seni bilmez
isen kendini bilmek için arif-i billahın eteğine yapış ki sen seni bilesin.
Yoksa sonra çok hacalet çekersin; şermende olursun; hem de Sultan
yüzü görmezsin. Saray içinde oturan Sultand ır 241 Cümle, yarad ılmış
.

kullandır,zerratıdır. Her ne ister ol emr eder, hiç mânii yoktur.


Adem dünyaya gelmekten murad heman kendini, Hakk' ı anla-
maktır, tâ ki meratibde Hak'k ı bâtıldan fark edüp ömrünü telef etme-
miş ola. Çünkü, sen dahi Adem'im dersen vücudun kubbesine 242 ç ık,
ibretle bak. Bu sahrarun düzüne ve ini şine ve yoku şuna nazar eyle.

64
Korkulu menzilleri2 4 3 bil tâ ki yol üzerinde korkulardan emln ola-
sın. Onlar ki hakkı bâtıldan fark etmeyüb dünyayı dolaştılar kaldılar,
hâlâ dahi dola şub kalmışlardır. Anın için her kişi kendi işine kaildir.
Hak Taalânın sırlanna ve hakikatma ermeyüb öz bildikleri kendilerine
hicab olmuştur 2 4 4 Bu sebeptendir ki halk birbirlerine sorarlar ki: aceb
.

bu kârhaneyi bünyad eden «Gstad nerede ola? Hayran ve sergerdan


kalmışlardı r. Gökte mahlük yere bakar ki a şağıdamı ola der. Ve yer-
deki mahlük göğe bakar ki yukarıda mı der; şöyle mütahayyir kal-
mışlardır. Tâ (Elestü birabbiküm?) deminden Hz. Resule gelince yüz
yirmi dört bin Peygamber geldi ve gitti, her biri bir söz söylediler. Hiç
biri bunu temyiz edemediler. Hz. Resul aleyhisselâm ve Hz. Ali ve
Ehl-i Beyti dünyaya te şrif buyurdular ve bu kârhaneyi bünyad eden
Üstad ı yine bu kârhane içinde bildirldiler ve ni şanın dahi bu eşya
içinde verdiler. E ğer bu kıssadan sen dahi sual edersen bilen bilir, bil-
meyen bilmez. Ne söyliyeyim, sen seni bilmez isen bula gör bir bir
biliri. Bilmeyen ne bilir biliri. 2 4 3
Ma'lum oldu ki hiç kimse delilsiz Hak'kı bulamaz imiş. Zira,
Hz. Resul ve ailesinden sonra gelen kâmiller dahi (Nefsini Bilen Rab-
bini Bilir) kadsi hadisi hakk ında nice nice güzel sözler söylediler. Ama
gaflet uykusuna dalanlar ın hiç bir söz kularklar ına girdimi? Biz dahi
şu sözü deriz ki:
Hak Taalânın evveli ve âhiri, alt ı ve üstü, sağı ve solu yoktur. Bir
bahr-ı peykerândır ki cümle mevcudânn vücudunda mevcuttur, yani
bilcümle mevcudat Hak'k ın vücudundandır ve anı ikrâh görüb hor
bakanlar merduttur"6. Zira, bir çırağın nurudur; nihayet s ırçaları
ayrıdır. Bir güneşin şu'lesidir, ama pencereleri ayr ıdır. Ve cümle mah-
lukatın vücudu birdir, ama dilleri ayr ıdır.
Biz nasihat edecek de ğil idik. Çünkü, hakikat ,halka ne kadar çok
söylenmiş olsa ol kadar geriye kaçarlar; yaln ız ezelde nasibedâr olan
lar gerlir. Bunu bildiğimiz hâlde nasihat vermek istemeyiz Lâkin
bu nasihatları veren Hak'tır, bizim dilimizden Hak'tır ki söyler. Sonra,
halk ukûbâta duçar olduklar ında biz ne edelim. İnsan suretinde iken
bize Hak'kı ve hakikati bildirmediler diye zulum isnad ın.a mahâl kal-
masın ve (El-Adl) ism-i şerifinin hükmü câri olsun içindir (Mıskal
kadar hayr eden hayr görecektir, M ıskal kadar şer eden de şer görecek-
tir).24°

65
İki âlemden haberdarım deyen dünya nedir
Bu günü bildinse indinde olan ferda nedir2 48
Sende benlik bende senlik görünürken zâhirâ
İki âlem bir vücuttur deyen ile fetva nedir
Mazi müstakbel bu dem hak ki bunlar üç olur
Bunları cem eyleyüp bir eyleyen Anka nedir 249
İki derya bir vücut olsa ikilik mahv olur
Ya bu sen ben deyu halkın ettiği kavga nedir
Bir vücutta on sekiz bin âlem oldu bir kadeh
Bu kadeh içre dönüp raks eyleyen sahbâ nedir 250
Aleme nisbet gerektir dâne-i ha şhaş veli
Pes derununda temevvüç eyleyen derya nedir 251
Der isen dam- ı beladır aşıkın başına aşk
Ma'şukun vechinde 252 açılan gül-ü hamra nedir.25 3

Vech-i dilberden hazer eyler Fakih Ş eytan lain 254


Bilmedi ilmullahta mavera nedir
Hak kasem eyler ki Adem ahsen-i takvim durur
Ya bu mel'unda bu istiğna bu imtina' nedir
Çünkü idrâk eyleye sun'- ı Hüdayi âşikaan
Bâ temenna aşıka ma' şuka istiğna nedir 255
Sâki-i baki elinden256 içmeyenler cam-1 mey
Kaldı hayvan"' bilmez oldu zevk ile safa nedir
Çünkü dersin mutlaktan özge kimse yok
Ya arada hükm-i teklifin ile takyid nedir2 5 8
(Küllü şey'in hâlikün la reybe illa vechehu) 259
Pes cihat-1 sitte mahv oldu ya bu dünya nedir 260
Olmayanlar (Resmi) ya kayd- ı taalluktan halâs
Bilmedi anlar bu remzi hem bu muamma nedir.

Sırr-ı aşka261 kim ki düştü ol faz ıl olur


Ayni ma'şuk olduğun fark etmese cahil olur
Mâsivallah nutk-ı Hak'tır iktizay-ı hal için
Ehl-i Tevhid anı selb etmez ki şirk hâsıl olur 262
Zât-ü esmâ-ü s ıfat devr eyledikçe nevbenev
Kesb eder kurbiyyeti Hak vechine dahil olur 263
El hazer (Lâ taknetû min rahmetillâh)tan ümid26 4
ı-ı feyz-i Hüdaya 265 ol nasıl kaabil olur Kat
Kendini bilmek için (Resmi) hadis-i (Men aref)
Künhünü zâtiyle idrâk eyleyen kâmil olur.

66
(Arif Olup Ehlullah Divân ına Kabulu Gösteren Nefesler)
BihamdiIlah nurile envara erdim ben bu gün
Açılıp ayn-i basiret irfâna erdim ben bu gün
aşkiyle yanıp vaIih-i hayran iken
Erdi bir nur- ı tecelli câna erdim ben bu gün
Eyledim taklidi tahkik masivayı terk edip
Cezbe-i Rahman ile Subhana erdim 266 ben bu gün
Gitti kesret oldu vandet cümle âlem serteser
Mahv olup suretle esmâ câna erdim2fi7 ben bu gün
Kalktı cezb ile vücudu bu âciz-i divarı enin
(Küntü kenz)irı sırrıyım kim kâna erdim268 ben bu gün
Huuuu!
Feyz-ü irşâd pirimden yönüm Allah'a döndüm
Geçtim can-ü serimden yönüm Allah'a döndüm
Neyleyim ben kabayi hem hırkayı abayı
Kati bilip dünyayı yönüm Allah'a döndüm.
Terk eyledim taklidi hem istemem tahkiki
Satın alıp yokluğu yönüm Allah'a döndüm 269
Zâhid alsın keramet hem istemem Velâyet
Seyr bana melâmet yönüm Allah'a döndüm2"
Çaldım melâmet tablım hiçe saydım varır-nı'
Aşkta yakıp arımı yönüm Allah'a döndüm
Aşka düşüp yanayım mahv-ı mutlak olayım
Fena ender fenay ım 272 yönüm Allah'a döndüm
Men fakir-i divane 273 yine geldim seyrane
Düşüp şöyle hayrane yönüm Allah'a döndüm"'
Huuuu!
Ben de bildim benlik yoktur özümde
Benliği mürüvvete satt ım ezelden
Tuttuğumuz iyman ikrar 275 kapısı
Bir Pir ete ğini tuttum ezelden 276
Şeriat öğrendim 277 binbir ad için
Hakikat öğrendim ayni zât için 278
ğrendim bu sıfat için 279 Ma'rifetö
Tarikata hizmet ettim ezelden28o
Şeriatın ince yolları vardır
Hakikatın derin halleri vardır
Ma'rifetin gonca gülleri vard ır
Bülbülüm gülşende 2 8 1 ÖttÜ M 2 8 2 ezelden
Huuuu!

67
Bir aceb s ırra yetiştim28 3 beni hayvan anlamaz 2284
Defter-i benli ği sildim ehl-i divan anlamaz
Ateş-i aşka yanarım her seher pervanevar
Doldu sinem ate şiyle nar-ı suzan anlamaz 28
Men ol abdal aşıkım kim kimse bilmez hâlimi
Bulmuşum Hak ile vuslat anı nadan anlamaz
Ki acebmi ehl-i zâra hâlimi ke şf eylesem
Himmet-i merdân nidüğin anı her can anlamaz
Bulmuşum mürş id-i kâmil kaalimi hal eyledi 286
İçirdi ledün hayatın 287 ab-ı hayvan anlamaz
Men (Selim)-i divâneyim varlığım mahv eyledim
Varlığından geçmeyenler s ırr-ı Subhan anlamaz. 2 88
Huuuu!

Gerçek mürid gerçek baba katras ını bahre sayar


Nalus olan nefse uyan sükkerini zehre sayar
Kendi bilgisinde kalan ilm-i ledün bilmez olan
Mürşidine eğri bakan lutfunu hem kahre sayar
Gerçek aşık olan kişi yoluna kor can-ü ba şı
Budur yar sevenin i şi her ne gelse fahre sayar
Ahir zaman dervişine aldanma sen ( İYmmü Sinan)
Küfrün iyman eder sanma iyman ını küfre sayar
Huuuu!

Zâhidâ topra ğa baş vurmakla bulunmaz naim


.Adem'e kıl secde ki gel olma Şeytaanirracism289
Sed edip mescid kupusun yürüvar meyhaneye 290
Tut bu ralıı iş budur haza Sıratulmüstakim
Bul bu meyhane içinde sâki-i devram sen
Bade nûş et hem di Bismillahirrahmanirrahim 291
Tövbe kıl zühdüne zâhid sakin ol meyhanede 292
Kimbudryalhveâzikfulam293
Mal-ü evi:ad-ü ayalin terkini ur a şık ol
Faide vermez bular çün bulagör kalb-i selim. 294
Huuuu!

68
II
(Bektâ şilikte Belli Başlı Merasimler)

Velâyetin ba şı ve Hılafetin sonu Hz. Ali'de topland ığından Ali,


(Tarikat) 1 silsilesinin de ba şıdır ve tarikat sırları da kendilerinden
evlatlarma, onlardan da di ğer bütün tarikat ulularma ula şmıştır ki
hepsi birdir ve hakt ır ve tek bir nurdur. Tarikat ın bir çok şubelere
ayrılması, yukarıda da iş aret ettiğimiz gibi, vandet bakımından olma-
yıp, sadece, tarikat ulularma olan nisbet ve tevhid mertebeleri bak ımla-
dandır. Bununla beraber bütün nisbetler ve tevhid mertebeleri de yine
Hz. Ali'de son bulur.
Tevhid mertebeleri teslis üzre üçtür :
1—Telkin.
2—Hırka giyinmek 2.
3—El almak.
İlk iki husus Hz. Muhammad'ten Hz. Ali'ye ve ondan da s ırasiyle
tarikat ulularma ulaşmış olup (El Almak) hususu da kâmil bir mür şid
vasıtasiyle tevhid s ırrı= acib nüktelerine vak ıf olmaktan ibarettir ki
bunun yolu da kâmil bir mürşidin suhbetinde ve hizmetinde bu-
lunmaktır 3 ve dolayısiyle bu da yine Hz. Ali'ye ve Hz. Muhammed'e
dayanır Bununla beraber bir ulunun ruhaniyetine s ığınmak suretiyle
el almak ta mümkündür ve vakidir.
Tevhid mertebesi ikrar ve sülük mertebesidir. Bu mertebede sâlik,
Şeriat kapısından (Tarikat) a girmi ş olur.
Giyinim (ilbas-ı Hırka) mertebesinde salik, ma'rifet elbiselerini
giyinmiş olur.
El alma mertebesinde de salik (Ahadiyette Fâni) olmu ş olur ki en
yüksek ma'nev1 mertebe budur.
Kısaca, Bekta şilik, ve özellikle (Babagân Bekta şiliği) Hz. Ali'nin
tafdiliyetinden, Hz. Ali'nin ulûhiyetinden, ve en nihayet Nefs'in ulû-
hiyetinden ibarettir.

69
Şimdi burada, Bekta şi Felsefesini gerekti ği ş ekilde arilayabilmek
için, Bekta şiliğin pratik yönüne, merasimlerine de k ısaca iş aret edelim.
Bektaşilerin, mezhebleri gere ği, büyük küçük bir çok merasimleri
vardır ki bunlar, özellikle, (Ayin) kelimesi altında toplanır. Bektaşilikte
belli başlı on iki Ayin vardır ve bu Âyinler (On iki İmam) Postuna4
ştur. uydrlm
Bu on iki Ayin, üçer üçer olmak üzre, dört k ısma ayrılmıştır.
Bu ayırımın esası da dört mevsimdir, daha do ğrusu eskiden kalma
dört mevsim bayramıdır.
On iki ayinin ilk altısı (Bahçeden Gül Koklamak) ta denilen ( İ k-
rar Ay inleri) dir 5.
Bu altı ayin İslamlığın abdest, namaz, kurban, tekfin gibi esas-
larım teşkil eder. Bu âyinler, namzetleri bir çe şit alıştırma olup bunlar-
da özellikle içki içilir, Gülbank okunur ve daima sembollerle maksad ın
açıklanmasına çalışılır.
On iki Ayinin ikinci altısı da (Bahçeden Glül Koparmak) ta de-
nilen (Vusül Ayinleri)dir 6 .

Tam bir Bektaşi sayılabilmek için bu âyinlerin hepsine kat ılmak


zorunludur.
Biz bu konuda sadece, (Ayin-i (Cem'e 7 girme Usulü) ile (Ta-
rikata Girme Usulü) nden söz edece ğiz.

Cem'e Girme Usulü)


Ayin-i Cem, Bekta şilerin en büyük ayinidir. Zira bu ayin, bütün
şekilleri ile Bektaş i i'tikadının canlı bir timsâlidir. Ayin-i Cem, ayni
zamanda (Vusül Ayinleri)nin de sonudur. Bu ayin, K ış'ın en uzun ge-
cesinde, yani Aralık'ın yirmi birinci gecesinde yap ılır ve bu ayine bü-
tün Bektaş iler katılır ve katılmak zorundadır.
kin-i Cem özellikle, Ha şr ve Neşr'den sonra insanın Allah'a
kavuşmasını ve bütün benliklerin ortadan kald ırılmasını sembolize e-
der. Ayin-i Cem, bu bakımdan da özellikle ( Şamanizm)i aks ettirir.
Bu ayin, dünyanın yaratılacağı ; kıyametin kopaca ğı ; İ srafilin
surunu ötrtürece ği; ölülerin mezarlar ından kalkacağı ; meydan kuru-
lacak' ve gerçek insanlar ın Sırat köprüsünü geçip Cennete, di ğerlerinin
de Cehenneme girece ği, ve en nihayet ebedi ya şama sırrına kavuşula-

70
cak olan bir ayindir. Bu sebeple de bu ayinde, ba şta Allah olmak üzre
Âdem, Havva, Şeytan, Melâike-i Mukarrebin (Cebrail, Mikail, İs-
rafil, Azrail), Meryem, İsa, Muhammed, Ali, Fatima, Hasan, Hüseyn,
Nuh, Yunus, İ brahim, Ismail, Musa, Firavn, Hac ı Bektaş, Bahm Sul-
tan ve Hak Eren'den ve daha baz ı şahsiyetlerden mürekkeb k ırk kişi-
lik bir inançlar tarihi kafilesi yer almakta ve bu kaafile k ırk seçme kişi
tarafından temsil edilmektedir. Yine bu sebeple bu ayin, Babalar ın en
salahiyetlileri tarafından idare edilmektedir.
Kısaca, Âyin-i Cem, İnsanın, Allah'ın kendisinde tam tecelli et-
tiği tek varlık ve bütün insanlığın da bir varl ık olduğunun temsilinden
ibarettir.
ikyinde bu kırk kişiyi temsil edenlerin temsil görevlerini gerekti ği
şekilde yapabilmeleri, onların, gerçekten bilgili, zarif ve nüktedan ol-
maları ile mümkündür. Bundan ötürü, yıllarca ayni görevi yapanlar
vardır ve onlar Tekke'nin Ermişleri sayılırlar. İşte, Bektaşı hazır-
cevaplığının esası da bu görevleri yapanlar ın nüktelerinden ibarettir
ve gerçekle bât ılın çarpışmasını sembolize eden bu nükteler as ırlar
boyunca inceden inceye i şlenmiştir.
Bektaş i âyinleri Ayin odas ında usul ve erkan ına göre' yap ılır ve
çoğunlukla gece yap ılır. Ayin odası kapısına veya Ma'bed kap ısına
Şark'tan girilir ve odanın diğer üç yönü buna göre adlan ır.
Genellikle, (Kapı), zâhir ve bat ılı ilme; Kapınının. ( İki Kanadı),
Hasan ve Hüseyn'e; Kap ının (Eşik)i9 de Tarikatın birinci basağmağı-
na işarettir.
Ma'bedin ortası (Erenler Meydan ı) ve ya (Kırklar Meydanı)dır.
Meydanın tam ortas ı da (Dâr) to dır.
Dar da her maksuda ula ştıran Sırat-ı Müstakim, CeIaal ve Cemal
meydanı, Tevellâ ve Teberra 11 mahalli i'tibar edilir
Ma'bedde on iki İmamı 1 2 temsilen on iki (Post) vard ır ve genellik-
le her post için de birer Çara ğ vardır. Ancak, bu gecenin özelli ği dola-
yısiyle hem Babaların görevleri hem postlar ın adları değişiktir. Postlar-
da oturan şahısların yaşları da temsil ittikleri şahsiyetlerin yaşları ile
mütenasiptir. Mesela, Muhammed Postunda kâmil ve ya şı kırk biri
geçmiş bir şahıs oturur. Ali postunda yirmi bir ya şını geçmiş ve pek
güzel yüzlü bir delikanl ı oturur. Hasan ve Hüseyn postlar ında yaşları
yirmiden ağaşı olan iki oğlan oturur. Di ğer postlar ise 40-45 yaş arasın-
daki şahıslara verilmiştir.

71
Bu ayin, yukarıda açıkladığımız üzre, susulen gece yap ıldığından
bu ayine girme usulünden önce Ma'bedi ayd ınlatmakla ilgili olan (Çı-
rağ)dan ve (Ç ırakları Uyandırma) usulünden söz edelim.
Çırağ nedir?
Bektaşilikte (Çırağ), yani kandil veya mum (yani ışık vası tası) ışık
ve nur anlamınadır ve şu âyete dayand ırıhr : "Biz seni Allah yo-
luna ışık saçıcı bir güneş olarak gönderdik." 13
Bektaşilikte çırağın esaslı bir rolü ve önemi vardır. Zira, çırak*
insanı karanlıklardan kurtaran ve gidece ği yolu aydıntlatan ışıktır,
nurdur. Bu sebepledir ki Peygamberimiz de ç ırağa teşbih edilmiştir.
Çünkü, Peygamber gelmi ş olmasaydı mevcudatın hepsi yokluk (Adem)
karanlığında kalır ve vücut nuruna yol bulamaz ve ilahi feyz yoluyla
ayana gelemezdi. Zira kudsi hadiste bildirildi ğine göre Allah Peygam-
berimiz için şöyle demiştir: (E ğer sen, sen olmasayd ın ben felekleri
yaratmaz d ım)
Bundan ötürü de Ayin odas ında (E şik)in tam kar şısında üç basa-
maklı ve genellikle on iki ç ırak' havi bir ç ırağlık vardır ki buna (Taht-ı
Muhammedi) veya sadece (Ç ırağlık) derler.
Bu on iki çırak aras ında veya önünde büyük bir çırak daha var-
dır ki bunun başı (Bekta şı Taci) şeklindedir altı da dört bölüm olup
dört kapıya 1 4 işarettir. Yukar ısı da on iki İmama işaretle on iki dilim-
lidir ve bu on iki dilimin tam ortasında da bir düğme vard ır ki bu dü ğ-
me bizzat (Hakikat)a, yani Muhammed ve Ali'nin (Birlik)ine i şarettir.
Bu büyük çırak, üç fitilli bir zeytinya ğı kandilinden ibaret olup fi-
tillerin biri Allah' ı , biri Muhammed'i, üçüncüsü de Ali'yi temsil eder
ve bütünlüğü ile çırak bu üçünün birli ğine işaret eder. Bu ç ırak' Pir
postunun yan ında bulunur ve (Horasan Ç ırağı) adını alır ki Hacı
Bektaşı'n yol ve erkan ı= nuru sayılır. Bundan ötürü de bütün ç ırak-
lardan önce bu ç ırak uyand ırılır ve diğer çıraklar da bundan uyand ırı -
hr ve böyle yapmakla da ilahi hakikata ancak, Hac ı Bektaşın nuru
irşadı ile varılabileceği anlatılmak istenir. Bazan da bu ç ırak yerine
odanın tam karşı ucunda (Sirac-ı Münir) denen ve Hz. Ali'ye işaret
eden tek ve pek parlak bir ç ırağ bulunur.
Horasan çırağına, bu büyük çırağa Muhammed ve Ali nurunu
temsil eden (Kanun Ç ırağı) da denir ve bütün âlemleri temsil eden A-
yin (Meydan) ını bu Muhammed Ali nuru aydınlatır. Bu şu demektir:
âlemlerin başlangıcında Muhammed Ali'den, onlar ın nurundan ba şka

72
bir şey yoktur ve ikisinin vandeti de (Ulûhiyet Makam ı)dır. Bu ulû-
hiyet makamının birliğinde (Ahadiyet), ayr ılıkında da (Vahideyet)
tecelli etmi ştir. (Vahidiyet), (Ahadiyet)in tecellisi olup mebde' olan
(Amâ)dan, yani (Gayblar ın Gaybı)ndan, (Lâhût Alemi)nden zuhur-
dur.
Mumların bir delil (bir mum parças ı) ile (Kanun Çırağı )ndan
uyandırılması ile Allah, Muhammed, Ali de ayrılmış olur ve bunların
her birinin ayrı nuru, ayrı zuhuru olmuş olur. Bu suretle de Muham-
med'in tahtı kurulmuş ve (Vücub) ve ( İ mkân) âlemini, yani meydan ını
büyük nur kaplam ış ve bu büyük nurun lem'alarar ı , parçaları olan
küçük nurlar da zâhir olmu ştur. Yani, on iki İ mam çırakları da uyan-
mış ve (Ferdaniyet) meydana gelmi ş ve Muhammed Ali'nin nurunun
nurları ile meydandaki (Alemdeki) her şey de zâhir olmu ştur. Bütün
bunlar ezdi zuhurun bir timsâlidir. Yani, ilk önce Muhammedin nu-
ru zuhur etmi ş ve bütün varl ıklar da o nurdan hasıl olmuştur ve o nu-
run parçalar ı olan nurlar ile zuhura gelmi ştir. Her zuhur için bir maz-
har zorunlu oldu ğundan meydandaki postlar, ç ıraklar, makamlar... da
zuhurun birer mazhar ıdır. Hak'kın tam mazharı ise (Adem)dir. İşte,
tâlib olan kişi Adem'de tecelli eden hakikata bilirse ve görürse Allah'a
da bu suretle bilmiş ve görmü ş olur.
Her zât, sıfatları ile zâhir olduğundan bâtında iken, yani görün-
mez iken bir külli ilim, bir mutlak vücut olan Allah, zuhuru ile bir mut-
lak mevcut olmu ş olur. Böyle bir mutlak vücut ve mevcudun tam maz-
han da o ezdi nurun tam ma'kesi ve mazhar ı olan (Adem)dir.
Burada yine işaret edelim ki Adem'e secdeden maksat onun s ı-
fatlarına değil, fakat zâtına, yani külli ruha secdedir.
İşte, asılda Türk görü ş ve düşünüşünün timsali olan Bektaşiliğin
yolu budur.
Bu konuda (Genci) şöyle demektedir:
Neydüğün zâtim sıfatım sırra ağah olmuşem
Nev tulu'etmi ş hakikat şehrine mâh olmu şem
Men ziyaretgah-ı aşkım, gel meni eyle tavaf
Şöyle bir nur-ı muazzam hass- ı dergah olmu şem
Lezzetin, a şıklar, aşkın menden aldı tâ ezel
Bad-ı aşk menden eser, men a şka hemrah olmu şem
devran içinde kendimi kıldım nihân
Terk-i tecridin muhakkak fahr-i fillâh olmu şem
Hep menim hükmümdedir (Genci) bu dilde ne ki var
01 sebepten bu vücudum milkine Ş ah olmuşem.

73
(Harabi) de şöyle diyor :
Hak kendini halka bildirmek için
Insanı kendine timsâl eyledi
Kur'ân-ı nâtıkın tefsiri için
Kur'ân-ı sâmiti irsâl eyledi.
(Senürihim âyâtinâ fil âfâk)
Kur'anda buyurmu ş ol Rabb'ul-Felak
Aç gözünü kendi özüne bir bak
Hak sıfatı sende ikmal eyledi.
İ nsan kâinatta olmu ş bi-bedel
(Vettin) sûresi şerh etmi ş güzel
Halkı iykâz için Hallâk-ı ezel
Bunca Peygamberler irsâl eyledi.
Vâiz bu esrara de ğildir âgâh
(Leyle-i Mi'rac)ta Hazret-i Allah
Bir sûret-i (Sâb- ı emred)te nâgâh
Peygambere arz- ı cemâl eyledi.
Ve yine şöyle de demişlerdir:
Bilmez niçin mürai, etmez sücud-i Adem
Terketti emr-i Hakk ı , Şeytana uydu her dem
Ademdedir keramet, Adem'den iste Hakk ı
Ben Adem'i yaratt ım dedi Hüdâ mükerrem
Esmâsını fil-cümle insana ta'll ın etti
İnsan imiş mukarrer ben bildim ism-i a'za,m.
Ey bu cümle kâinatın aslını bir can eden
Adem'i kudretle ol cana sevip cânan eden
Allemel-esmâ ile hem tâc- ı kerremnâ ile
Arşı-ı a'lâda melekler cem'ine Sultan eden.
(Mir'âti)nin şu beyti de bu örneklerin en güzellerindendir:
Secde eyle Adem'e iblis gibi âr eyleme
Emr-ü nehyin bil Hak'kın, mekânın inkâr eyleme.

Çırakları uyandırma:
Önce çırağcı tarafindan Dar'a gelinip niyaz 15 edilir ve mür şitten
bir delil alınarak ilk olarak (Horasan) postundaki Horasan Ç ırağı
(Kanun Çırağı) uyandırılır ve uyandırılırken bu tercüman (dua)16
okunur:

74
1—(Kandil, nur-ı Muhammed Ali'dir ezeliden ezeli, Allahu
riûrussemavat mezâhirinde lem yezeli, ayin-i Cem'de görülür Hakk ın'
kudret eli, kaide-i erkân Pirim Hünkâr Hac ı Bektaş-1 Veli, Levlake
sırrına mazhar envar- ı tecelliyât münceli ber kemal- ı Hamse-i Al-i
Abâ ve ber cemâl-i Muhammed Ali râ salavat).
Horasan Çırağındaki mumdan yakılırken ( ışık alınırken) şu ter-
cüman okunur :
2— (Çırağ-ı Muhammed Ali'den doğuptur Şems ile Mâh, fakir
de bir zerre alayım, destur Allah eyvellah).
Bundan sonra geri üç ad ımla (Dâr)a gelinin ve Dâr'dan yine üç-
adım yürüyerek ç ırağlann yanına gidilir ve giderken bu tercüman oku-
nur:
3— (Hak dost, aşıklar, sad ıklar, yanıklar, uyanıklar ve sakinan-1
Ayin-i Cem erenlerine Huuu dost!).
Çırağların önüne varıldığında da şu tercüman okunur:
4—Bu menzil ki ç ırağ-ı nür-ı semavat
Kaçan kim rü şen oldu Tûr-ı münâcât
Makaam-ı esrard ır ve hem hâcât
Ber kemâl-i Muhammed Ali râ salaavat)
denip Baba çırağı uyandınlır ve uyandınlirken de şu tercüman
okunur:
5— (Çıriğ-ı rûşen, fahr- ı dervişân, zuhur- ı imaman, huzür-ı ha-
ziran, selâmet-i gaiban ber cemâl-i Muhammed Ali râ saray'a -t).
Ondan sonra diğer mumlar uyandınlır ve uyand ınlırken şu tercü-
man okunur:
6— (Seyyid'üs- Sadat, muhibb'üs-Sâdât, hulasa- ı mevcüdat, a-
lem'üs-sırr v'el- hafiyyât, şefi'-i ruz-i arasât ber cemâlü-i Muhammed
Ali râ salavat).
Uyandırma işi tammamlandıktan sonra ç ırağçı Muhammed Tah-
t= sol tarafindaki makama (Peymençe) geçerek şu tercüman ı
okur:
7— (Çırağ-ı evliya nur-i semavat
Ki bu menzildir ol Tür - i münacat
Kaçan kim rüş en ola kıl niyazı
Muhammed Ali'ye candan salavat).

75
Çırağeı sonra da Kur'andan şu parçayı okur (bu bazı yerlerde
Mürşit tarafindan okunurdu) :
8—(Allahu nur'us- semavati vel ardi misle nurihi ke-mi şkâtin fiha
mısbah'ul-mısbah fi zücâcetiniz-zücâceti keenneha kevkebün dürriy-
yün yükadü man şecerettin mübareketin zeytunetin la Şarkiyyetin ve
la Garbiyyetin yükâdü zeytuha yadiu ve lev lem temseshu nârun
alâ nüri yehdallahu nurehu men ye şau ve yadribullah'ul-emsâle
linnasi vallahu bikülli şey'in alim).
Bundan sonra ç ırağcı üç defa tekbir getirip Dar'a gelir ve bunu
okur:
9—(Allah Allah çün çırağ-ı fahr uyandırdık Hüda'nın aşkına
Şeyyid'ül-Kevneyn Muhammed Mustafa 'n ın aşkına
Sâki-i kevser Aliyy'ül-Murtaza'n ın aşkına
Hem Hadice, Fatıma Hayrünnisân ın aşkına
Şah Hasan Hulki Riza hem Şah Hüseyn-i Kerbelâ
Ol İmam-ı Etkiya Zeyn'el-Abâ'n ın aşkına
Hem Muhammed Baakır ol kim nesl-i pâk - i Murtaza
Câfer'üs-Sad ık İmam-ı Rehnüman ın aşkına
Muse-i Kaz ım İmam-ı serfirâz-i ehl-i Hak
Hem Ali Müsa'r-Riza'yi Asfiyan ın aşkına
Şah Takiy ve bâ Nakiy hem Hasan'ül-Askeri
Ol Muhammed Mehdi-i Sahib-Liva'n ın aşkı na
Pirimiz Hünkarımız Bektaş Veli'nin aşkına
Haşredek yânan yakilan a şıkaamn aşkına
Ber-Cemal-i Muhammed Ali, Kemâl-i İmam Hasan ve İmam
Hüseyn alâ Râ Bülend Salâvat Allah, eyvellah Huu!.)
Bundan sonra ç ırağg şöyle der:
10—(Hizmetlerimizi kabul et ey Şah Bihakki Mustafa ve Al-i
Dergah. Erenlerden hakl ı, hayırlı himmet... Şey'en Hah, Allah eyval-
lah).
Bundan sonra da mür şit şu küçük (Gülbank)i18 okur:
(Bismi Şah .
Allah Allah . vakıtlar hayr ola. Şeyler def' ola. Mü'minler
bermurad ola. Münkirler mât, münafiklar berbad ola. Demler dâim,
cemiyyetler kaim ola. İbadetler sahih ve salim ola. Gönüller şen, mey-
danlar âbâd ola. Dostlar mesrur, dü şmanlar makhur ola. S ırlar mestur,

76
gönüller pün nur ola. Erkânlar, niyazlar kabul ola. Dem-i devran, ha-
nedan-I dervi şân daim ve baki ola. Dü şmânân-ı AM Abâ hakir ve fâni
ola. Sine-i salikan müteselli, dil-i dervi şan mütecelli, bezm-i ârifan mü-
tehalli ola. Hak erenler nehc-i kavim-i s ırat-ı müstakimden ayırmaya.
Kısmet ve fütuhat kerem ve inayet eyleye. Mazhar- ı envar-ı tecelli ve
mahrem-i esrar-1 ezeli ez cümle u şş ak-ı lem yezeli eyleye. Nefeslerimizi
keskin, tığlarımızı berrâ, didelerimizi binâ, kalblerimizi musaffâ eyle-
ye. Hanedan-1 fakr-ü fenâdan göçen dervi şân, aşıkaan, sadıkaan, mu-
hibbanın ruh-ı revanları ş âd-ü handan ola, Merdan-1 Bekta ş i, Abda
lan-ı Bektaş i, Kemerbestegan-119 Bekta ş i daim ve baki ola.
Allah, ikrarlarımızı safi, iymanlar ımızı halis, fahrimizi mübarek
eyleye. Er Hak Muhammed Ali gerçekler deminden, on iki İmam, on
dört ma'sum- ı pâk efendilerimizin katar ından, didarından ayırmaya.
Namazlarımız, niyazlarımız, erkanlarımız, hizmetlerimiz, dergah-1
izzetinede kabül ola. Seyyid,i kâinat s ırr-ı Murtaza Ali, dem-i Hazret-i
Pir-i destgir Hünkar Hac ı Bektaş Veli ve Balım Sultan efendilerimizin
dem ve keremlerine Huuu!... diyelim, Huuu!. . ...).
Bundan sonra ç ırağçı (Dâr)a ve Mür şide niyaz eder ve:
(Allah dost, haz ır ve gaib, zâhir ve bât ın Ayin-i Cem erenlerinin
gül cemallerine aşk olsun, Allah, eyvallah Huuu.. dost!) meydan
tercüman ını okuyarak yerine oturur.
Sonra mürşid : (Destur Ya Evliyaların Hâtemi Kutb'ül-Evliya
Hünkâr Hac ı Bektaş Veli!) diyerek:
(Ya Muhammed! müşkil ve sıkıntılı anlarında yardımına Ali'yi ça
çağır ki o muzhir ve mazhar-ı acaib ve garaibtir ve Hak'k ın kudret
eserleridir.
Kederlerden, musibetlerden kurtulup felâha ula şmak için Pençe-i
Abâ ve Evlad- ı Hüseyn aşkına ona sığınmalıdır.
O Nebiliğin nuru, Veliliğin sırrı, Cemal ve Kemâlin mâliki, UIft-
hiyet ve Azametin sahibidir. Onun için Ulu Allah ad ına ona nidâ et!
Rahmet edicilerin en rahmet edicisi, yard ım edicilerin en yar-
dım edicisi olan ve kalpleri ve dü şünceleri bir anda alt üst edip zulmet-
leri nura, şerleri hayra, kederleri sürura tebdil ve gark eden odur.
Hiç bir kimse Ali, hiç bir k ılınç Zülfikar olamaz. Allah' ımızın biri-
cik dostu Ali'dir. Ey Ali bizim de kalplerimizi ve düşüncelerimizi nur-
landırıp aydınlartarak bizi de Allah'a ula ştır ve kavu ştur !.

77
Ey Ulu Tanrı ! vacib'üt-Ta'zim ve't-Tekrim olan Muhammed ve
Ali hürmetine bize imdâd eyle!) mealindeki (Nad- ı Ali)yi" okur.
Bunun üzerine bütün haz ır olanlar hep birden niyaz edip hep bir-
den (Gerçe ğe Huuu!) derler.
Çırağları uyandırma bir usule göre yap ıldığı gibi Ayin odasına
girme, yani Ayin-i Cem'e girme de bir usül dairesindedir, şöyle ki:
Ayin odasına ilk Baba girer ve Postuna oturmadan kendi postuna
niyaz eder. Bu niyaz da şöyledir: zemine diz çökülür ve iki el, biri di-
ğerinin önünde olmak üzre, zemin üzerine konur ve zemin öpülür.
Baba'dan sonra da di ğer a'zalar meratib s ırasiyle odaya girerler. Bunla-
rın odaya girişlerinde de usul şudur:
1—Kapıdan girerken, önce, (E şik) e niyaz edilir. Bu niyaz da şöyle
yapılır : önce sol diz üzerine diz çökülür ve iki el e şik üzerine konur
ve her el bir defa öpülür. Ondan sonra şu eşik tercümanı okunur:
Eşik tercümanı şudur:
(Eşiğine koymuşum ben can ile ser
Hem eşiğinden benim hacetim budur
Lutf edip ben fakire k ılasın nazar
Allah eyvallah Huu! Dost).
2—Bundan sonra (E şik) geçilir ve (Horaan Postu)na yani (Hac ı
Bektaş postu)na niyaz edilir. Orada da şu tercüman okunur:
(Cemalin sırrıdır hep
Adem hutut-ı heft (yedi ayet hatlar ı)
Mihrab-ı Rezm-i Elest
Çar kü şe-i Post
Allah eyvallah Huu! Dost).
3—Sonra oradan (Dâr) a var ılır, boyun bükülür ve oradan üç ad-
dımda (Mürşid postu)na yani (Hz. Muhammed Postu)na gidilir ve son
adımda:
(Ve lillah'il-Maşrıki v'el-Mağribi fe-eynemâ tüvellû fe-semme
vechullah), teercüman ı okunarak Babaya niyaz edilir. Bu niyaz ın usulü
de şudur: önce Baban ın sağ dizine, sonra dsol dizine, sonra da gö ğsü-
nün sağ alt tarafi öpülerek niyaz edilir. Sonra Baban ın önüne secde
edilir ve secdeden sonra ger geri üç ad ım atılarak yine (Dâr)a gelinir.
4—Bundan sonra (Dâr)dan yine üç ad ım ilerleyerek (Ç ırağ)a,
yani (Taht-ı Muhammed)e veya (Minber)e gelinir ve önünde niyaz
edilir ve şu tercüman okunur:

78
(Çırağ-ı nur Muhammed Ali ber-Cemâl-i Muhammed Ali ve
âlihim râ salavat).
5— Sonra yine üç geri ad ım ile tekrar (Dâr)a gelinir ve oradan
da yine üç ileri ad ım ile (Sultan Postu)na, yani (Seyyid Ali Postuna)
ve ya (Küre) ye(ki İmam Hasan ve İ mam Hüseyn'e ve Fat ıma ocağına
işarettir) niyaz edilir ve şu tercüman okunur:
(Zâhir bâtın erenlerine Huu! Dost.)
6—Oradan, yine ayni minval üzre (Dar)a gelinir ve oradan da
(Rehber Postu)na, yani (Hz. Ali Postu)na niyaz edilir ve şu tercüman
okunur:
(Ve lilIah'il-Maşriku v'el-Ma ğribu fe-eynemâ tüvellû fe-semme
vechullah).
7—Oradan da (Nakib Postu)na, yani (Kaygusuz Postu)na iniyaz
edilip meydana gelinir ve geri kalan di ğer postlara do ğru ilerlenerek
o postlann hepsine birden: (Cümleden cümleye) diyerek niyaz edilir
ve şu meydan tercürnam okunur:
(Allah dost, hazır gâib, bâtın zâhir, Ayin-i Cem erenlerinin gül
cemallerine aşk olsun Allah eyvallah).
Sonra (Dar) a gelinip niyaz edilir ve kendi yerine oturulur. 21
Bu yedi niyaz merasimindeki şu özel noktalara i ş aret etmek fay-
dalı olur:
Niyaz ederken, sa ğ ayak namazda oldu ğu gibi, kaldırılır ve böyle
secde ve niyaz edilir 22 Ve her niyazda (Dar)dan üçer ad ım giderken
ayak parmaklar ının uçları birleş tirilir.
(Çırağ) veya (Tûr) veya (Taht- ı Muhaınmedi) yahut ta Hz. Pey-
gamberin hutbe okudu ğu mahalle işaretle (Minber) de denilen yerin
üstünde de on iki mum yanar ki bu on iki mum da on iki İmam'a işa-
rettir.
Bu (Çırağ) ın zirvesi (Tûr) da ğın temsil eder ki (Ulûhiyet Maka-
mı)dır. (Nurun Zuhur ve İhatası)na iş arettir; k ısaca, (Len terk]
Mûsa!) hikayesinnin tecelli etti ği yerdir.
(Tarikata girme Usulü) :
Evvela, usulü vech ile Baba (Talib)in kurbanını kestirir.
Ayin-i Cem yapılan yer - ki vandet alemidir-Hak'k ın tam zuhuru-
nu ve zuhura sebeb olan nurun inki şaf makhallini, yani (Küntü ken-
zen mahfiyyen)i temsil eden esrann ı ve ezdi mukadderratm tafsilinin
icmalini, cem'ul-cemi ve fark ı, celal ve cemâli ihata etti ği makamdır.

79
Bu makama girmeden önce ikrar alacak talibi (Rehber) gusl etti-
rir. Guslden sonra ba ştan aşağı üç tas su dökülür ve su dökülürken de
şu tercüman okunur:
(Bismillâhil aliyyül azim hüver Rahmânirrahim Neveytü en ag-
tesele an cemi-i sivallah ve zünubid dünya ve ma te şebbehe an zâlike
takarrüben ilâllahi taalâ ve tarikil Enbiya ve 1 Abdal ver Ebrar. Yâ
Muhammed, ya Ali, la feta illa Ali , la seyfe illa Zülfikar, ber cemâl-i
Muhammed Ali, kemâl-i İ mam Hasan ve İmam Hüseyn alâ ra
bülend salavat).
Rubasını giyerken şu tercüman okunur:
(Ve izâ şi'nia beddelna emsâlehüm tebdilâ, ber cemâl-i Muahm-
med Ali, kemâl-i İ mam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salavat).
Sonra tıraş olur ve başını ıslatırken şu tercüman okunur:
(Bismi Şah 2 3 Elhamdüllillahi Allahümme salli alâ Muhammed'-
..

el-Musatafa ve alâ âlihi zû merretin festeva ve hüve bil ufkil a'lel-


ervah).
Baş yıkandıktan sonra da şu tercüman okunur:
(Bismi Şah Subhane zâlike vel melekût, Subhanel ar ş yel aza-
me vel heybe, yel kudre, vel hikme, vel cemâl, vel celal, yel ceberût..).
Rehber, talibin başına (Tığ) ı 24 korken şöyle hareket eder ve şu-
nu okur:
Evvela Allahu Ekber deyip eliyle talibin ba şının sağ tarafina bir
hat çeker ve Rabb-ül-âhiri v'el-evveli deyip sol tarafina bir hat çe-
ker. Sonra (Allahu ekber Allahu ekber la ilahe illallahu vallahu ekber
Allahu ekber ve lillahil hamd, ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i Ş ah
Hüseyn alâ bülend salavat, Allah eyvallah) tekbirini getirir ve bunu
mütaakıp başın ortasına bir hat çeker ve şunu okrur : (muhlikine rüuse-
küm ve muksirine la tahafüne fe alime ma lem talemû fe caale min dû-
ni zâlike fethan kariba).
Tıraş için şu tercüman da okunur:
Tıraş olup bulduk safa
Ehl-i Beyt-i Hanedan k ıla vefa
Geldi Hak'tan Ayet-i muhl ıkin
Anın için tıraş oldu Muhammed Mustafa
Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i İ mam Hüseyn

80
Bu iş bittikten sonra Rehber tâlibe bir gusl abdesti daha ald ırır.
Bu abdestte evvela eller, üstünden a şağıya kadar hilâllanarak yıkanır;
sonra sağ el ile yüz yıkanır; sonra sa ğ kol dirseğinden su döküp yukarı-
dan aşağıya sığazlanır; sol kol dirse ği de öyle yapılır ve sonra da ba ş
mesh edilir. Bu işler tamamlandıktan sonra da Rehber tâlibe şöyle der:
(Bu abdest, gusl mahalleri vashasiyle edilen günahlardan, çirkâb-
tan ve isyandan temizlenmek demektir).
Bundan sonra Rehber talibe şöyle bir abdest daha aldırır:
Evvela üç kere eller yıkanır, sağ el ile üç kere ağza su verilir,
sonra üç kere burna su verilir, sonra üç kere yüz y ıkanır; sonra su
sağ el ile dökülüb sol avuca b ırakılır ve sol avuşçtaki su da sağ kolun
dirseğinden parmaklar ucuna kadar b ırakılır, bu üç kere yapılır, son-
ra sağ kol da sağ el vashasiyle ayni şekilde yıkanır, sonra adet üzre sa ğ
el ile baş mesh edilir, sonra sa ğ el ile sağ ayağın üstü ve .sol el ile de sol
ayağın üstü parmaklar' aras ına kadar s ığanır.
Bu abdestten murad ta bu organlar ile her hangi bir kusur ve isyan
vaki olmuş ise o kusur ve isyanlardan temizlenmektir. Rehber, bu adb-
destin İ mam Ca'fer aleyhisselâm ın olduğunu tâlibe ihtar ve tefhim
ederek: (Cenab- ı Hak erenler abdestinde sâbit kadem eylesin Huu!)
diyerek bu abdest i şini tamamlar. Bu müteehhil erkan ıdır.
Yukarıda açıkladığı= abdest işlemi başlamadan ve sonra organ-
lar yıkanırken sıra ile şu tercümanlar okunur:
Leğen ibrik tercüman ı :
(Haydar' ın rahında tenim oldu pâk
Yüzüm sürüp Dergahma eyledim hâk
Pirimiz Üstad ımız Selman-1 Pâk
Ber cemâl-i Muhammed, kemâl-i Ali râ salavat).
Abdeste niyet tercümam :
(Bismi Ş ah.. Neveytü en etevaddaa bi tahkik al-vudû, vusul ellezi
fakrun man amelil kevneyni ve huruc man a'malid dünya takarruben
minallahi taala; (ve kalerkebû fiha bismillâhi mecriha ve mersiha enne
Rabb! legafürun rahim..).
(Burada "ve kalerkebü.. " âyetinin tefsirine k ısaca dokunahm:
Nuh aleyhisselam (Tufan)da kavmini kurtarmak için yapt ığı ge-
miye girerlerken onlara şöyle demişti: bu gemiye Allahu Taalân ın is-

81
mini anarak girin, çünkü bu onun iradesiyledir. Rabbim taalâ mü'-
minlere mağfiret edicidir, merhamet edicidir, Tufandan kurtar ıcıdır.
Nuh aleyhisselâm, gemiyi (Besmele) ile yürütür ve (Besmele ) ile
durdururdu.
Rehber tâlibe abdest verirken bu ayeti okur:
( İnnema yüridullahu liyezhebe ankümürricse Ehlül Beyti ve yu-
tahhirüküm tathira..).

Rehber, işte bu ayeti okuyarak tâlibin ellerine su dökme ğe başlar


ve tâlib ellerini yıkarken de Rehber ona şunu telkin eder:
(Ey Allah' ın didarmın tâlibi, ezelden bu güne kadar Allah' ın nehy
ettiklerine el att ın ise hepsinden sıyrılıp arınmak için ellerini yı kamak
sünnet-i şeriftir).
Tâlib ağzına su verirken de Rehber şunu telkin eder:
(Ey Allah' ın didarmın tâlibi, ezelden bu güne kadar a ğzından
kötü söz ve hata sad ır oldu ise onlardan a ğzını temizleme sünnet-i şerif-
tir)

Tâlib burnuna su verirken de Rehber şunu telkin eder:


(Ey Allah'ın didânmn tâlibi, ezelden bu güne kadar Allah' ın
nehy ettiği şeylerden her ne ki koklad ın ise onlardan beri olmak için
burnunu temizlemek stnnet-i şeriftir).
Tâlib yüzünü yıkarken de Rehber şunu telkin eder:
(Ey Allah' ın didannın tâlibi, ezelden bu ana kadar hayas ızlık
vaki oldu ise hepsinden sıyrılmış olmak için yüzünü yıkamak fanzd ır.)

Tâlib kollarını yıkarken de Rehber şunu telkin eder:


(Ey Allah'ın didannın tâlibi, ezelden bu ana kadar nehy edilmi ş
olan e şyaya kol uzatt ı isen hepsinden temizlenmek ,için kollar ını yı-
kamak farzdır).

Tâlib başını sığazlarken de Rehber şunu telkin eder:


(Ey Allah'ın didannın tâlibi, baş, organların en büyüğüdür. Akıl,
fikir, idrak ba şta gerektir. Şimdiye kadar akl-i müstakimin h ılafında
harekette bulundun ise hepsinden s ıyrılıp arınmak için başın ı sığazla-
mak farzdır).

82
Tâlib ayaklarını sığazlarken de Rehber şunu telkin eder:
(Ey Allah' ın didarımn tâlibi, ezelden bu ana kadar Rahmân ın
rizasına ayrkırı olan ve hata ve isyana sebeb olucu yerlere vard ın ise
hepsinden uzuk olmak için ayaklar ını sığazlamak farzd ır).
Tâlib abdestini bitirdikten sonra Rehber silinmek için Tâlibe bir
havlı verir ve havl ıyı verirken de şunu telkin eder:
(Ey Allah'ın didannın tâlibi, ezelden bu ana kadar i şlemiş olduğu-
nu masiva çirkablar ından yüzünü sil!).
Bundan sonra Rehber tâlibe şöyle söyler:
(Bu abdest mahallerini yıkamaktan ve s ığazlamaktan muksat bu
organlarınla edilmiş kusur ve isyanlar varsa onlardan bu belli organ-
ları temizleyip paklamakt ır ve bu da hem sünnet hem de farzd ır. Ve
bu abdest Hz. Ca'fer Sad ık efendimizin mezhebidir. Cenab- ı Hak eren-
ler abdestinde sâbit kadem eylesin, Allah eyvallah).
Sonra Rehber tâlibi al ıp usulü vechile (Habl-i Metin) ile (Mür-
şid) e götürür.
Rehber tâlibi Mürşid huzuruna götürürken önce (Küre)ye do ğru
gider ve küre önüne giderken : (Yasin vel Kur'ânil hakim inneke lemi-
nel mürselin ala sıratın mütakim) âyetlerini okur. Küre önünden Mür-
şid tarafına giderken de ( İnnallahe ve meIaiketihi yusallûne alen Nebi
yâ eyyühellezine âmenû sallû aleyh ve selimû teslima) der. Tâlibi Mür-
şide teslim edeceği vakit te : (Ve Habil Ma şrıkı yel Mağrıbı feeynemâ
tüvellû fesemme vechullah) der. Mür şit te mukabeleten: (Simahum fi
vücuhihim min eseris sücûd) der.
Rehber tâlibi Mür şide teslim etti ği vakit Mürşid şu (Gülbank)i
okur:
(Bi mi Şah.. Allah, erenler. on iki İ mam, on dört ma'sûm- ı pâk,
Pirimiz Hünkar-1mm Hacı Bektaş Veli, Seyyid Ali Sultan, Abdal Mu-
sa Sultan raz ı ola! dil bizden nefes Hz. Bal ım Sultandan ola!).
İşte, Merasimin bu noktas ında Çırağlar uyandırılır ki onun da
usulü şöyledir :
Evvela Çırağcı kalfa belini bağlar, yani tığ-ı bendini (Gayret Ku-
şağı) bağlayıp (Dâr)a gelir ve bu tercüman ı okur:
(Bismillâh, Rabbena zalemna enfüsena ve in lem ta ğfir lena ve
terhamna lenekûnenne min el hasirin.)

83
Allah Allah yüzüm yerde, özüm dârda, Muhammed Ali yolunda,
erenler meydan ında, canım kurban, tenim tercüman, bu fakirden a ğ-
rınmış, incinmiş can karda ş varsa dile gelsin, bile gelsin, hakk ı taleb
eylesin, Allah eyvallah).
Bu sözler üzerine haz ır olanların hepsi raz ı olup Huu! derler.
Sonra çırağcı niyaz edip yürür ve elindeki delil (mum) ile Ocak ç ıra-
ğından, yani Horasan Postundaki mumdan al ır ve alırken (75) inci
sayfada işaret etti ğimiz (2) sayılı tercüman ı okur. Sonra da gelip Mür-
şid önünde durur ve bu tercüman ı okur:
(Bismillâh,
Şem'-i tefvik-i hidayettir yüzün
Sûret-i Hak'tan i şarettir yüzün
Ehl-i tevhide be şarettir yüzün
Kıble-i erbab- ı taattır yüzün
Mağz-ı Kur'andan ibarettir yüzün

(Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i İmam Hasan ve İmağm


Hüseyn alâ râ salavat).
Çırağcı bundan sonra (75-76) sahifelerdeki (3-10) say ıları ara-
sında açıkladığımız ayni işlemleri yapıp ayni tercümanlar ı da okuduk-
tan sonra Baba'ya, Rehbere ve lay ık olan mahallere niyaz edip çekilir,
eşiğe gelir ve orada da şu tercüman ı okur:
(Allah dost, hazır, gâib, zâhir, bât ın, kin-i Cem erenlerinin gül
cemâllerine a şk olsun). Rehber bundan sonra da yerine oturur.
Rehberin bu hareketinden sonra Mür şid olan kişi Rehber olan
kişiye hitaben:
—Kalk erenler (Talib)e rehberlik eyle der.
Rehber de eyvallah deyip kalkar, kap ıya geçer ve şu (Dar) tercü-
man ın ı okur:
(Rabbena zalemna enfüsena ve in lem ta ğfir lena ve terhamna
lenekûnenne min el hâsir in).
Sonra Mürşit te şunu okur:
(Bismi Şah,
Allah Allah özürler kabül oala, niyazlar makbül ola, muradlar
husül bula, yüzünüz ak ola, meydanınız pâk ola, on iki İ mam on dört

84
Ma'süm-ı Pâk Efendilerimizin katarından, didarından ayırmaya.
Hüsn-ü himmetleri, kerem-i rühaniyetleri haz ır ve nam- ola. Zâhir ve
bâtın muinlerimiz ola. Allah erenler ikrar ında sâbit kadem eyleye,
münafik şerrinden hıfz eyleye. Derviş-i derdimend eyleye. Er Hak Mu-
hammed Ali gerçekler deminden ay ırmaya. Kerem-i Evliya, dem-i Hz.
Pir Balım Sultan gerçekler demine Huuu! )
Bunun üzerine bütün oradakiler (Huuu!) derler. Sonra Rehber
erkan üzre niyaz eder ve talibi elinden tutub d ışarı çıkarır. Tığ-i Ben-
di de alıp Mürşide teslim eder. Bundan sonra tâlibin esvab ını alıp ka-
pıya geçer ve bu tercüman ı okur:
(Bismillâh, ve iza şi'na beddelna emsalehum tebdilâ, ber Cemâl-i
Muhammed Ali, kernal-i İmam Hazan ve İmam Hüseyn alâ râ bülend
salavat).
Bundan sonra da Dâr'a ve Mür şide niyaz edip esvaplar ı yanına
bırakır. Mürşit te Tığ-ı Bendi'i Rehbere teslim eder. Rehber de onu al ıp
dışarı çıkar ve talibin boynuna takar ve tarkarken de şu tercümanı
okur:
(Bismillâh, bel Millete hanefiyyen ve men dahalehu kâne âmena).
Sonra Rehber tâlibi kap ıya getirir ve şu tercürnam okur :
(Bismi Şah..
Arsa-i Hak'ta durup Dar- ı iradette özüm
Hâk-i Dergah oluben secde-i vuslatta yüzüm
Her ne ki ferman olur Saha mürüvvette sözüm
Muntazır olup heman izn-ü icâzette gözüm
Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i İmam Hasan ve İmam
Hüseyn ala râ salavat).
Ondan sonra Rehber: " İnne evvele beytin vudia linnas" âyetini
okur ve sonra (Ya müfettih'ul-Ebvâb) diyerek kap ıyı açıp talible bir-
likte kemâl-i edeble içeri girer ve Rehber talibin bo ğazındaki Tığ-ı
Bend'ten tutar ve onu k ısa adı lmlarla yürütür ve dört kap ıya selam
verir. Dört kapıya şu vechile selam verir:
Esselâmü aleyküm Şeriat Erleri, esselâmü aleyküm Tarikat Pir-
leri, esselâmü aleyküm Hakikat Şahlan, esselâmü aleyküm Ma'rifet
Kamilleri.
Rehberin bu dört selâmına Mürşid ayrı ayrı mukabelede bulunur.
Sonra Rehber:

85
(Bismi Şah... Allah Allah, eli erde, yüzü yerde, özü Dar-1 Mansur-
da, Hak Muhammed Ali yolunda, erenler meydan ında, pir divanında,
Mürşid huuzurunda, can ı kurban, teni tercüman, on iki İ mam, on
dört Ma'sum-ı Pâk efendilerimizin dostlarına, dost düşkanlarına düş-
man olmak kavli ile ve Hak erenlerin pend-ü nasihatini kabul edip
muktazasiyle amel ve hareket etmek üzre, ba şı açık, yalın ayak, boy-
nu bağlı, ciğeri dağlı yüzü üzre sürünerek gelmi ş olan (filan oğlu filan)
bu kere Ayin-i Cem erenlerinin izn-ü icazeti ile Sahib-i Pir-i Tarikat
Seyyid Muhammed Hünkar Hac ı Bektaş Veli efendimizin Tarik-i
Nazeninine müteehhil karar ı vermek talebinde bulundu ğundan koç
kuzu kurbanımız vardır. Emr-i Mür şidâneleri nedir, ne buyurur Şâ-
hım? Allah eyvallah) der.
Bunun üzerine Mürşit te şu tercümanı okur:
(Seyyid'üs-Sadat muhibb'üs-Sadat hulasa-i mevcudat Muham-
med Mustafa râ salavat) ve sonra:
(Çün Pirimiz Hz. Hünkâr Hac ı Bektaş Veli, muhibb-i Âl ve es-
hab-ı ehl-i Ş eriat ve sahib-i Tarikat erenleri, ve hakikat ihtiyarlar ı,
ve mar'ifet kâmilleri bir mü'min a şık boynu bağlı, erenlere kabul ol-
mak diler. İşbu hususa re'y ve muvafakat ınızı taleb eder. Desturunuz
varmıdır ?)der. Bütün haz ır olanlar da (Eyvallah) derler. Bunun üze-
rine de Mürşit şunu okur:
(Allah Allah özrü kabul ola, murad ı hasıl ola, erenler raz ı, Hz.
Balım Sultan efendimiz de raz ı ola. Gerçekerler denmine Huuu!). Ha-
zır olanlar da hep birden (Huuuu!) derler.
Sonra Rehber, talibi erkan üzre çekip Mür şide teslim eder ve tes-
lim ederken de: (Ve lillahi'il-Ma şrıku v'el-Ma ğribu fe eynema tüvellû
fe semme vechullah) der, Mür şit te: (Simahum fi vücûhihim man ese-
ri is-Sücûd) diyerek mukabele eder ve sonra da şunu okur: Ferman- ı
Celil, kurban- ı Halil, delil-i Cebrail, tekbir-i İsmail Allahu Ek-
ber, Allahu Ekber la ilahe illallahu vallahu Ekber Allahu Ekber ve
lillahil hamd). Ve yine Mürşit şu Gülbank'i okur:
(Bismi Şah.. Allah, erenler, on iki İmam, on dört Ma'sum- ı pâk,
Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli, Seyyid Ali Sultan, Abdal Musa
Sultan raz ı ola. Dil bizden, nefes Hz. Bal ım Sultandan ola.)
Bundan sonra da Mür şid talib ile birlikte şunu okur:
(Subhanallahi velhamdüllillâhi ve la ilahe illallahu vallahu ekber
ve lahavle ve la kuvvete illa billâhil aliyyül azim. Esta ğfurullah, esta ğ-

86
furullah min külli zenbin amden ev hataen ev s ırren ev alâniyyeten
ve etiıbu ileyh minez zenbi ellezi a'lem ve ente allâmül guyûb, setta-
rül uyûb, gaffârüz zünûb, tevvabur rahmim. Elhamdülillâhi şakiren
lillah).
Bunu mütaakip te Mür şit talibe şöyle der:
(Ey tâlib! yalan söyleme. Giybet etme. Şehvetperest olma. Kibir
ve kin tutma. Bu ğz ve inad ve hased eyleme. Gördü ğünü ört, görme-
diğini söyleme. Elinle koymadığm şeye el sunma. Elinin ermedi ği ye-
re el uzatma. Sözün geçemedi ği yerde söz söyleme. Ibret ile bak, hilrn
ile söyle. Küçüğe izzet, büyüğe hizmet eyle. İkrarını saf kıl, Hak'kı
üzerinde mevcut bil. Erenlerin her s ırrına agalı ol. Nefsine arif ol ki
Hak'kı bilesin. Özünü Tarikatta saf ve sâbit kadem eyle. Hakikat ve
ma'rifeti üzerinde toplayıp kamil insan ol. Mürşidin Muhammed, Reh-
berin Ali'dir. Kayt yoliyle mezhebin İ mam Ca'fer 'üs-Sad ık mezhebi-
dir. Güruhun (Naci), Pirin (Hünkâr Hac ı Bektaş Veli)dir, Huu! dost).
Bundan sonra Mürşid, tâlibin altı tarafını tekbirler ve tabi:kin sa ğ
elini sağ eline 2 5 alıp Kur'andan şu âyetleri okur:
( İnnellez ine yübâyiûneke innema yübayinünallahe yedullahi fev-
ka eydihim femen nekese fe innema yenküsü âlâ nefsihi ve men evfa
bima âhede aleyhullahe feseye'tihi ecren azima. Ya eyyühellezine
âmenû aleyküm enfüseküm Vettekullahe innallahe habirün bima
ta'melun. Ya eyyühellezine âmenû tûbû ilallahi tevbeten nasûhen.
Vallahı yuhibbut tevvabin ve yuhibbul mutatahharin. Elhamdülillâ-
hillezi la yebka illa vechehu ve la yakum illa zâtuhu, lehül mülk ve
lehül hükm ve ileyhi türcefın).
Mürşit bu âyetlerden sonra şöyle bir sal'avat- ı şeriife de okur:
(Allahümme salli alâ Seyyidina Muhammed ve Ali v'el-Hatice
v'el-Fatıma v'el-Hasan 'vel-Hüseyn hüma nesl,i zekiyyen ve Zeynelâ-
bidin v'el-Baakır v'el-CaTer'üs-Sadık ve Musa'l-Kaz ım ve Aliyy'ür-
Riza v'et-Takiyy 'v'en-Nakiy ve Hasan'ül-Askeri v'el-Mehdi ellezi
huccet'ül-Kaim yadrıbu bisseyfi bihükmi ezeliyyen ebediyyen sala-
vâtullah ve selâmulah ve ridvânullah taalas, aleyhim escmain ve sal-
lallahu alâ Seyyidina Muhammed ve alâ alihi ve hayril ashabihi ec-
main birahmetike yâ erhamer rahimin!).
Mürşit bundan sonra da tâlibe şöyle bir telkinde bulunur:
(Estağfurullah... estağfurullah... el azimel kerimellezi la ilâhe
illa huu! (Allah, Muhammed, Ali), on iki İmam, hanedan-1 ehl-i

87
beyte iyman ve ikrar ettinmi? Kazaya raz ı olup kadere ba ğlandınmı ?
Kaza ve kaderi bir bilip gece gündüz gönlünde Allah, Muhammed, A-
li'yi mürşidin vasıtasiyle bir bildinmi? Hak dedi ğimizi hak bilip, bat ıl
dediğimizi batıl bildinmi? Süret-i haktan görünen münafikların sözü-
ne aldanıp erenler yolundan uzakla şırsan (Mahşer) gününde yüzün
kara olsunmu?.
Nâcilerin pişüvası olan İ mam Ca'fer Sad ık'ın ictihadı üzre hak
dediğimizi hak bilip, bat ıl dediğimizi batıl bildinmi? Muhammed'i
Mürşid, Ali'yi Rehber tan ıdınmı ?
Hz. Peygamberin sevdi ğini sevüp (Tevellâ) ve sevmedi ğini sev-
meyip (Teberrâ) ettinmi?
Gelme, gelme... dönme, dönme... gelenin ba şı, dönenin mali....
Allah, Muhammed Ali, Hünkâr Hac ı Bektaş Veli ikrarında sâbit
kadem eyleye.
Şeriatta üstüvar ol, Tarikatta haberdar ol, Hakikatta sâbit ka-
dem ol, Ma'rifette pâyidâr ol. Gerçe ğe, sırrı sır edenin demine Huu!
Sırrı sır etmeyinin ervahma Yuuuf!).
Talib, yukarıdan beri, kendisinie s ıra ile söylenen bütün bü tel-
kinleri (Allah eyvallah) diyerek kabul eder.
Bundan sonra Mür şid, tâlibin boynundaki T ığ-ı Bend'i çıkarıp
üç yerden düğümler ve düğümlerken de: (Yâ eyyühelllezine âmensus-
birisi ve rabitû..) âyetini okuyarak tâlibin beline ba ğlar ve tâlibi Reh-
bere teslim eder.
Rehber de tâlibi al ıp (Peymençe)ye geçer ve bu tercüman ı okur:
(Bismi Şah..
Hamdüllillâh vasıl-ı Didar-ı Hak olduk bu gün
Küllü müşkil hal olup esrar- ı Hak olduk bu gün
Bâde-i aşk-ı ilahi şükür nüş kıldık bu gün
Masivadan el çekip mest ebed olduk bu bün
Ber cemâl-i Muhammed Ali, Kemal-i İmam Hasan ve İ mam
Hüseyn alâ rasalavat.
Erenlerden hakl ı, hayırlı himmet, şey'en lillah, Allah, eyvallah).
Sonra Mürşid dua eder ve şu salavat-ı şerifeyi okur:

88
(Bismi Şah...
Allahümme salli ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel
Enbiya Muhammed'ül-Mustafa, Allahümme sahil ve sellim ve zid ve
bârek alâ nûr-i Seyyidina ve Seyyidü'l-Evliya El- İ mam bil- Hak
Aliyy'ül-Murtaza, Allahümme sall ı' ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i
Seyyidetüna ve Seyyidetün Nisa' el Alemin Fat ımet'üz - Zehra ve alâ
Ümmüha ve. Umm'ül-Mü'minin Haticet'ül-Kübra, Allahümme salli
ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel İ mam Hasart'ül-Müctebâ,
Allahümme sall ı' ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel İmam
Hüseyn'ül-Mazkım El-Şehid El-Garib bi-ardi Kerbelâ, Allahümme
sall ı' ve sellim ve zid ve bârek ata nûr-i Seyyidinel İmam Ali Zeynelâbi-
Allahümme sahil ve sellim ve zid ve bârek alâ ı ûr-i Seyyidinel
İ mam Muhammed El- Baakır, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve
bârek alâ seyyidin'el- İ mam Ca'ber 'üs-Sad ık, Allahümme sal-
lî sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidin'el- İ mam Aliyy'ür-Riza,
Allahümme salli ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidin'el-imam
Muhammed'üt-Takkiyy'ül-Cevad, Allahümme salli ve sellim ve zid
ve bârek alâ n'ûr-i Seyyidin'el- İ mam Aliyy'ün-Nakiyy'ül-Hadi, Alla-
hümme sahil ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr =i Seyyidin'el- İ mam Ha-
san'ül-Askeri, Allahümme salli ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Sey-
yidin-el- İ mam-ı zamanüna Muhammed'ül-Mehdi salavatullahi ve
selâmullahi ve ridvânullahi taalâ aleyhim ecmain, birahmetike yâ er-
hamerrah in) . Herkes (Huuu!) der.

Sonra Rehber tâlibi tekrar Mür şide götürür ve: (Ve lillâhil Ma ş-
rıku yel Mağrıbu feeynema tüvellû fesemme vechullah, simahüm fi
vücuhihim min eseris sücud) âyetini okuyup ikisi birden niyaz eder-
ler. Bunu müteakıben de As.yin-i Cem erenlerine ve lay ık olan mahalle-
re de niyazdan sonra Rehber tâlibi e şiğe çekip şu tercümanı okur:
(Bismi Şah..
Küşad etmiş kerem başta Şeh-i her dü serâ gördüm
Muhammed Mustafa'y ı destigir-i her gedâ gördüm
Gelip aynelyakin Şah-ı Velâyet pişüva gördüğm
Özümü cümle yaraniyle gördüm.

Ber Cemal-i Muhammed Ali, Kemâl'i İ mam Hasan ve İmam


Hüseyn alâ râ salavat).
Yine Mürşid dua eder ve haz ır olanlar da (Huuu!) çekerler.

89
Sonra Rehber ile talib yine mür şide ve sonra da (Çırığ)a niyaz
ederler ve oradan tekrar geri (Dar) a gelirler ve Rehber ikrar tercüma-
nını okur:
(Bismi Şah..
Hamdüllillâh kim ben oldum bende-i hass- ı Hüda
Can-ü dilden a şk ile hem çâker Abâ
Rah-ı Zulmetten ç ıkıp doğru yola bastım kadem
Hab-ı gafletten uyand ım can gözüm kıldım küşâ
Mezhebim hak CaTeri'dir gayriye ben el yudum
Yetmiş iki firkadan oldum beri bi-riya
On iki İmam bendesiyim gürüh- ı Naciyim
Pirim üstadim Hacı Bektaş Veli kutb-ı Evliya
Hak deyip bel bağladım ikrar verip erenlere
Mürşidim oldu Muhammed Rehberimdir Murtazâ
Ber cemâl-i Muhammed Ali, Kemâl-i İmam Hasan ve İmam
Hüseyn alâ râ salavat).
Bundan sonra Rehber tâlibi yerine oturtur ve tâlibe niyaz eder ve
ona şöyle söyler :
(Ey tâlib! Allah, erenlerin avn ve inayetiyle ve Ayi'n-i Cem kar-
deşlerinin izin ve icazetiyle do ğru yolu görüp ikrarbend oldun. Allah,
erenler ikrar ında sabit kadem eyleye...
Bu oturan canlar hep senin ma'nevi karde şlerindir. Biz seni sen-
den alıp sana verdik; seni sana teslim ettik... Sen sana sahib ol!).
Bu sözlerden sonra Rehber kap ıya geçip bu tercümanı okur:
(Bismi Şah)...
Hüda hakkın kabul et hizmetim ey Şah
Bi-hakk-ı Murtaza ve dergah
Hüseyn - i Kerbelâ nuru hakk ı için
Bu dergahtan ay ırma ey gani Şah
Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i İmam Hasan ve İmam
Hüseyn alâ râ salavat.
Erenlerden hakl ı hayırlı himmet, şey'en ilillâh, Allah aeyvallah).
Sonra yine Mürşid dua eder ve haz ır olanlar da hep birden (Huu!)
çeker.

90
Daha sonra Rehber evvela Mür şide, sonra diğer layık olan mahl-
lere niyaz ederek meydana gelir ve şu tercümanı okur:
(Bismi Şah..
Allah dost, hazır, gâib, zâhir, bât ın, Ayin-i Cem erenlerinin gül
cemmallerine aşk olsun, Allah, eyvallah Huu! dost).
Bundan sonra da kendi Postuna var ır ve niyaz edip oturur. Otu-
rurken de şu tercümanı okur:
(Bismi Şah..
Sırr-ı cemâl-i dost, bi-vech-i Adem hutut- ı heft, mihrab- ı Elest,
cihâr küşe-i Post, için Ayin-i Cem erenlerine Huuu! dost).
Bütün bu merasimin tamamlanmasından sonra da Mürşid, ar-
tık, erkanın tekmiline dua eder ve a şağıdaki büyük (Gülbank)i okur.
Gülbank okunurken Ayinde olanlar ın hepsi hep bir a ğızdan mütamea-
diyen (Huuu!) çekerler.
(Bism-i Şah!
Elhamdüllillâhillezi nevvere kulübe' arifine binuril irfani vel iy-
kan ve zeyyene sudures salikine biziynetil ilmi yel hilmi vel ışki yel
vicdan ve eddebehüm biâdâbi Resulullahi ve erkan ı Ali veliyyullah
aleyhi salavatirrahman. Allahümme sallî ve sellim alâ nuri Seyyidina
Muhammed ve Ali vel Fat ıma yel Hatice ve âlihim ecmain!.
Vakıflar hayr olal.. hayrlar feth ola! şerler def' olal... mü'min-
ler bermurad olal.. münkirler mât, münafıklar berbad olal.. demler
dâim, cemâl kaim, gönüller şad, meydanlar âbad ol!.. dostlar mesrur,
sırlar mestur, gönüller pürnur, hanedan- ı fukara ma'mur, muradlar
mahsul olal.. erkânlar kubûl, niyazlar makbûl, salikler fuhûl olal...
aşikanın matlubu hasıl olal... dem-i devi-an-1 hanedan dâim ve baki o-
lal... düşmanlar makhûr, mü'mini in-ü müminat mansur olal.. dü şma-
nan-ı âli abâ hakir ve fâni olal... dil-i sad ıkaan mütecelli, bezm-i aşi-
kaart mütehalli olal... Al-i abâ emrine inkiyad eden ârifân, muhibbân,
sadıkaan dünya ve ukba aziz ve memnun ola! cümle bela ve kazadan
masûn olal... dü şmanları hor ve hakir ve zebûn olal... er hak Muham-
med Ali cümlemize mum ve zahir olal... himmet-i aliyyeleri haz ır ve
na= olal.. a'laları ve ruhaniyet-i ul-yaları hemişe yâr ve
yâverimiz olal.. hal ık-ı yekta, ferd-i bihemta, mûcid-i mevcûdat, ra-
zık-ı mahlûkât, yani hazret-i perverdigâr celle ceâlehû ve amme neva-
lehû nehc-i kavim-i s ırat-ı müstakimden ayırmaya, bol nasib ve kıs-

91
metler ve feth-i fütuhâtlar kerem ve inâyet eyleye !.. nâmerdlere muh-
tac eylemeye!.. tevfik ve hidayet ihsan eyleye!.. mazhar- ı envar-ı tecelli,
mahrem-i esrar-ı ezeli ez cümle u şşak-ı lem yezeli eyleye !.. nefesleri-
mizi keskin, tığlarımızı berrâ, didelerimizi bina, kalblerimizi musaffâ
eyleye !.. Seyyid-i kâinât, mefhar- ı mevcûdat, Sultan'ül-Enbiya-i yel
Mürselin, muktedâ-ül evliya-i vel müttakin limahbubi Rabbülâlemin,
halifetullâh ala cemi'il mahlükat-il evvelin vel ahirin yani hazret-i
Ahmed Muhtar aleyh-i salavatillah fi küll'il leyl yen nehâr ; şah-1 mer-
dân, ş ir-i Yezdân, mazhar- ı Rahmân, nasır-ı ehl-i iymân, kaat ıul küfr
vet tu ğyân, halifetullah alel Metnin, nefs-i pâk hayrül mürselin, yani
hazret-i Aliyyül Murtaza salavaatullah mâ d'amet'ul arz ves semâ; ve
Seyyide-i ma'sûmei ulyâ hazret-i Fat ımat'uz-Zehra ve Haticet'ul-
Kübrâ, nur dide-i Peygamber şep'ir-i şepper seyyidünel İ mam Hasanül-
Mücteba vel Hüseyn'ül-Mazlüm-u ş şehid'ül-Kerbelâ, seyyidüs saci-
din Ali Zeynel Abidin, hazret-i bak ır ve Ca'fer; mazhar- ı ehl-i din, sey-
yid'ülasfiya hazretr-i Musa kaz ım ve 'r Riza; mazhar- ı envar-ı ilahi,
arifan-ı esrar-ı nâmütenahi hazret-i Muhammed'üt Takiy ve Aliy'üyn
Nakiy ve Hasan'ül-Askeri; sahibüz zaman, kutb'ut-Devran, halifet'ur-
Rahman, imam-ı zaman hazret-i Muhammed'ül-Mehdi aleyh-i ve
aleyhim salavat'ur-Rahman ila ahir'uz-zaman efendilerimizin şefaat-
larından mahrum eylemeye!.. himmet-i aliyyeleri nigehban ımız olal..
ulyaları üzerimize haz ır ve na= olal.. dünya ve âhirette muin-
lerimiz olal.. çağırdığımız anda feryadlarımız mesmû olal.. muhabbet-
leri dâim ve kaaim olal.. nazar- ı şerifleri zâhirlerimizi ma'mur ve bat ılı-
larımızı pürnur eyleye !.. Adem Safiyyullah, Nuh Neciyyullah, İ brahim
Halillullah, Musa Kelimullah, Isa Mesihiullah cümle Enbiya vel-Mür-
selin efendilerimizin dembedem iltifat- ı tayyibeleri ve ruhâniyet-i
aliyyeleri müeyyid ve müzahirimiz olal.. Selman- ı Farisi, Ammâr b.
Yâser, Ebu Zerr Gaffari, M ıkdad b. el-Esved, Zeyd Siıhani, Malik Ej-
der, cümle Kemerbestegan- ı Al-i Abânın himmet ve inayetIeri üzerimi-
ze hazır ve naz ır olal.. ruh-u revaları şadu handân olal.. Tac'ül-Ari-
fin, Kutb'ul Vasilin, Sultan-ul-A şikin Pirimiz üstad ımız ve melce-i
melazimiz hazret-i Hünkâr El-Hac Seyyid Muhammed Bekta ş-ı Veli
kaddesallahu sırrehulali efendimizin ruhaniyet-i tayyibeleri canperve-
rimiz olal.. himmetleri muin ve yâverimiz ola !.. sülûkunda sâbit kadem
eyleye!.. şefaatından dûr etmeye !.. zevk-u vicdan, ilm-ü irfan, hal-ü
kemâl-ü kerem ve inayet eyleye!.. Bal ım Sultan, Piran-ı Horasan ve
bâhusus Seyyid Ali Sultan, Abdalan- ı Rum, Kalenderan- ı Türkistan,
Meşayih-i Arabistan, Zümre-i ihtiyar, Taife-i Ebrâr, Sahiban- ı İkrar,
Dervişan, Aşıkaan, Muhibbân, Saclıkaan, Mürşid-i Kamil Hoca

92
Ahmed El-Yesevi, Şeyh Lokman Perrende, Hasan El-Basri, Ma'ruf-u
Kerhi, Şehy Seriyy El-Sakati, Cüneyd-i Ba ğdâdi, Bâyezicl-i Bis-
tâmi, Şeyh Şibili, Mansur-u Hallâci, Sultan'ül Evliya Mürebbiy'ül-
Arifin fahr'ül - Muhakkikin Hatm-i V ılâyet-i Muhammediyye
Muhyil- Millet-i Ved-Din Ebu Abdullah Muhammed b. Ali İbn
El-Arabi El-Tâi El-Hâtemi El-Endulusi kuddise s ırrah'ul- Mi, Ev-
hadüdd in-i Iraki, Şehabuddin-i Sühreverdi, Şemsüddin-i Tebrizi,
Mevlâna Celalüddin-i Rümi, Mahbub-u Kurret'ul-ayn ve sahib'-
ül-Alemeyn Seyyid Ahmed El-Rufâi ve Ş eyh Demirtâ ş i El Halveti,
Abdulkadir El-Geylâni, Seyyid Ahmed El-Bedevi, Muhyil-Millet-i
ved-Din Simavnavi Bedreddin ve Pir-i Nak ş i Mehmed Bahaeddin,Haci
Şa'bân-ı Veli, Şeyh Muhammed Nur El-Arabi, Rehber-i hakikat Şeyh
İ bn İ sâ ve Nur el-Ahzar Abdüsselâm Esmer, Şah Ni'metullah Veli,
Şah Fazlullah-ı Naimi, Cemaleddin Sultan, Sar ı İsmail Sultan, Hâ-
cım Sultan, Baba Resul Sultan, Piyrab Sultan, Seyyid Receb Sultan,
Sarı Kadı Sultan, Ali Baba Sultan, Bazak Baba Sultan, Bahaaeddin
Baba Sultan, Yahya Sultan, Atlas Post Sultan, Dost Hüda Sultan, Haz-
reti Sâmit Sultan, Haydar Baba Sultan, Abdal Musa Sultan, Kaygu-
suz Sultan, Seyyid Ali Sultan, Abdullah El-Mansûri, Pir postni ş ini
Türabi ve Dede Baba Muhammed Ali kaddesallahu esrarehumul
-maali, himmetleri ve zâhir kerametleri ve bâhir velâyetleri üzerimize
hazır ve nâzır olal. Mahrem-i esrar v'el-Ebsâr'dan ve allem'el-Esmâdan
ve zümre-i (Velekad kerremna)dan ve (Men dahalehu kâne âme-
na)dan eyleye !...
Hânedân- ı fark-ü fenâdan göçen dervi şân, âşikaan, muhibbân,
sâdıkaanın ruh-ı revanları şâd-ü hândân ola! Himmetleri haz ır ve
nâzır olal.. Müridân, abdalaan, aıdemaan, dem-i devrân daim ve
kaaim olal. Zâhirde hâki, hakikatta bâki eyleye !. Erkânlar tamam,
meydanlar berkıyam, muhabbetler bei-devam olal. İkrarımız safi, iy-
manlarımız hâlis, akvalimiz sad ık, ef'alimiz sâlih ola! Allah er Hak
Muhammed Ali gerçekler deminden ay ırmayal. Namazlar ımız, ni-
yazlarımız, erkânlarımiz, hizmetlerimiz makbül ve bârigâh- ı . Kibri-
yada kabül ola! Kerem-i Seyyid-i Kâinât, S ırr-ı Aliyy'ül-Murtaza,
dem-i devrân- ı Hazret-i Pir-i destgir gerçekler keremi ile gerçekler
demine Huuu!... diyelim Huuu! Yuuuf' Yu-
uuuf! Münkire. Lâ'net Yezid'e ve Yezid'in eserine! .)
Yukarıda bütün tafsilâyiyle aç ıkladığı= erkânın tamamlanmasiy-
le Ayinin birinci kısmı bitmiş olur. Bu arada küçük bir istirahat verilir.
Ondan sonra da muhabbet fasl ı için (Muhabbet Divam)na geçilir.

93
Muhabbet Divan ına geçildiğinde, Mürşid, genellikle, şöyle bir
nutuk okur:
(Bu bir mecmua-i ihvân Hazır bunda Şah-ı Merdan
clab ile gelen gelsin Budur hem sofra-i irfan
Var ise vuslata hayran Okuruz aşk ile meydan
Olmuşuz arif-i billâh Okuruz böylece divan
Bu sırrı etmeyen pünhan Lanet etsin ana Yezdan
Kulak tutun ey arifler Hatm oldu hem bizde Kur'an).
Bu nutuktan sonra herkes niyaz eder.
Bundan sonra demlenme ğe başlanır ve (.. Sakâhum Rabbuhum
şaraben tahûrâ) ayeti ile şu tercüman okunur:
(Allah, Allah, sır ola, nur ola içtiğiniz talrûr ola. Akyaz ılı Sultan
gerçekler demine Huuu!).
Demlenme, genellikle, canlara birbiri ard ı= üç kadeh dem sunul
maktan ve bu arada zakirlerin üç nefes ve bir de düvaz ( İmamlara ait
medhiye) okumalar ından ibarettir. Bazan da ufak bir dem sofras ı kuru-
lur ki buna (Muhabbet Sofras ı) denir. Fakat as ıl sofra ayinin sonunda
kurulur.
Bu muhabbet divanı nda demlenme s ırasında durumla ilgili ne-
fesler okunur ve demlenme ve nefeslerin pe şinden de (Sema')a kalk ı-
lir. İlk önce dört can kısa süren bir aç ılış semaı yaparlar ki bunda Mür-
şid ile bütün canlar aya ğa kalkarlar. Bu sema' bitince Mür şid yerine
oturup bir gülbank okur.
Bu sema'dan sonra genellikle, (Turnalar), (Dem Geldi) ve (Ga-
ripler) adı verilen çeşitli sema'lar da yapılır. Bütün bu sema'larda da,
sazların eşliğinde, bu sema'lara uygun a şka, muhabbete ve hakikata
dair nefesler okunur.
Aslında, (Tevhid) nazarisyesinin temsilinden iabaret olan bu
sema'ların sonunda da Baba bir gülbank okur ve herkes yere kapa-
narak niyaz eder ve yerine oturur.
Gerek muhabbet divan ında ve gerek sema'lar esnas ında, genel-
likle, şu gibi nefesler okunur :
Huuu!
Gel ey sâki-i vandet sun piyale
Sakahum Rabbuhum mâen tahüra

94
Hayat versin elinden ehl-i hâle
Sakahum Rabbuhum mâen tahûrâ .

Meyinden ehl-i diller mest-ü biyhü ş


Olup deryay-ı heft gibi ede cû ş
Ezelden eyledik ol bâdeyi nü ş
Sakahum Rabbuhum şaraben tahurâ
Duda ğın şerbetinden kaane kaane
Yürekler tekrar a şk ile yâne
Ko olsun ehl-i diller hep meyane
Sakahum Rabbuhum mâen tahûrâ
Içenler bir kadeh câm- ı Ali'den
Dem urdular heman Kaalû beli'den
Bize erkân bu mey Hünkâr Veli'den
Sakahum Rabbuhum mâen tehûrâ.
Huuu!
Ol güzele â şıkım Çağın= dost! dost!
Aşkı ile yanıkım Çağınnm dost! dost!
Ol Hacı Bektâş Veli Aşkına oldum deli
Şimdi değil ezeli Çağırır= dost! dost!
Cümle (Rûrn)un erleri Velidirler her biri
Candan olup kemteri Çağın= dost! dost!
Tahta kılıctan eli Yürüttü Seyyid Ali
Biz ana dedik beli Çağınnm dost! dost!
Erleri Rûm İ li'nin Hacı Bektaş Veli'nin
Neslidir ol Ali'nin Çağın= dost! dost!
Cümlesine Hak derim Himmetini isterim
Cayriyi ben neylerim Çağırır= dost! dost!
Huuu!
Şevk ile sâki demine26 Bade-i ahmer çekeriz
Sükker-i şerbet femine Bûse-i enver çekeriz 28
Mest-ü harâb ız ezeli Dilde muhabbet sezeli29
Bezmimize her güzeli Kendi ister biz çekeriz
Dediğimiz misl-i şebab 30 Göz yaşımız sine rebâb
içtiğimiz sanma şarab Cur'a-i Kevser 31 çekerkiz
Aşk ile pürfend olanın Yûsuf-i mânend olanın
Merd-i hünermend olanın Altına aşker 3 2 çekeriz
Eri'amtü 3 3 aleyhim ezeli Verdi Hüda lem yezeli
Beslemeye her güzeli Sofra-i Kanber 3 4 çekeriz
Verdi bize Pir-i mügân Dest-i Elest bestemeyan 3 5

95
Amin için şimdi ayan Sikke-i Hayder 3 6 çekeriz
Bir güzelin eline" biz İ mreniriz rengine 3 8 biz
Düşmanı= cengine biz Tıg-ı mücevher 39 çekeriz
'Aşık-ı dildâdeleriz Hâtır-ı naşadeleriz
Nâci-i üftâdeleriz Haneye dilber çekeriz 40
Hüblan râm etmek için . Dilde ârâm etmek için
Halka nizam vermek için Virdimiz ezber çekeriz 41
Bakma babam şol siteme Sabr ede gör bu eleme 42
Çare nedir def-i gama Böylece sâgar çekeriz.
Huuu!
Meşrebidir herkese yâran durur Bekta şiler
Kimse bilmez suların seyyan durur Bekta şiler
Etmediler Hak'tan özge kimseye hiç minneti
Arz-ı hâcât eylemez Sultan durur Bekta şiler
Aşinay-ı ledünnidir zâhidâ sen kandesin
Talib-i Hak derdine derman durur Bekta şiler
Öldüler ölmezden evvel buldular ab-i hayât
Dehr içinde zümre-i irfan durur Bekta şiler
Bir Mesih Adem'de anlar terk-i tecrid ettiler
Mürde dil ihya ederler can durur Bekta şiler
Hacı Bektaş-1 Veli'nin bende-i üfkendesi
Tekke-i aşkta bu gün mihman durur Bekta şiler
Münkirin inkandır kâfirin tuğyanı hem
Şöyle bil ki mü'mine iyman durur Bekta şiler
Herkese bildi ği yerden verdiler ders daima
Ol sebepten sahib-i iz'an durur Bekta şiler
Huuu!
Hak yoluna doğru giden Hazret-i Settan bilir
Mürşidine Mat eden Ahmed-i Muhtar ı bilir
Teslim edenler serini Terk edebildi şerrini
Kim ki bilir Rehberini Haydar-t Kerran bilir
Durma bu gafletten uyan Kıble-i didara inan
Mürşid eteğini tutan Dâmen-i Hünkar). bilir
Anlamadı bir nicesi Var bunun elbet hecesi
Bir kişi Mi'rac gecesi Gördüğü Didar'ı bilir
Hak diyerek bak özüne ibret ile bak yüzüne
Sâbit olanlar sözüne Verdiği ikrarı bilir
Amir olup ta eline Hükm edebilse diline
Doğru olanlar beline Sardığı zünnan bilir

96
Yolca bir adam er ise Bende-i Peygamber ise
Kendisine Hak der ise Dâr ile berdâr ı bilir
Sözlerimi dinle biraz Hak'ka gerek nâz-ü niyaz
Zâhid eğer kılsa namaz Kıble-i d ivân bilir
Nutk-ı (Harâbi)ye inan Deme filan ibn filan
Hak'kı bilir ârif olan İşte bu esrar ı bilir.
Huuu!
Erenlerden s ır sorana Dokuz türlü ni şan gerek
Evvel kapı Şeriattır Güneş gibi ayan gerek
Ayet ile hadis ile Anlayana verdim cevap
Andan öte içeriye Levvâmeye seyran gerek
Şeriattan Tarikattan İçerisi sırr'ül-Yed'tir
Akıl ana arif olmaz Mülhemeye vicdan gerek
Dördüncüsü Mutmainne Mansur bilir bu menzili
Pir yüzünden ula şmağa İ krar eden bir can gerek
İ htiyârım elde değil Laz ım geldi söylemesi
Beşincisi Râdiye'dir Ayan de ğil nihan gerek
Yol erinin tevhidini Arif gerek anlama ğa
Altıncısı Mardiye'dir Buna burhan Kur'an gerek
Yedincisi Sâfiye'dir Halka ayan etmek olmaz
Andan öte ula şmağa Can hazrete kurban gerek
Sekizinci makam budur Aynelyakin ,Hakkelyakin
Gerçek a şık bu meydanda Gayrullahtan üryan gerek
Dokuz sıfattan içeri Bir sır diyem anlar isen
İnsan adın bunda koyub (Men aref)te pünhan gerek
(Vehâb Ummi)nin tevhidi Hatırlara güç gelmesin
Bu ma'nayı fehm etmeğe Sâfi nurdan insan gerek.
Huuu!
Merâtib seyrin istersen gel esmâdan haberdar ol
Ere gör kaabe Kavseyne Ev Ednâ'dan haberdâr ol
Bu mir'ât- ı mileellâda ayan oldu Cemâlullah
İçüb âb-ı zülâlinden müsemmâdan haberdâr ol
Gider bu gafleti senden ay ır bu canını tenden
Sana yakındır senden bu vuslattan haberdâr ol
Makam-ı zühd-ü takvâdan haber sorma gel ey zâhid
Tecelli aşıkın karı tecelliden haberdâr ol!
Huuu!
Muhammed Ali'den kurulu yoldur
Evvel Rehberinden kaçana. lâ'net

97
Evvel ikrar verüb sonra dönen e
Yapıştığı elden kaçana la'net
Erenler bu yolda hâz ır-ü nâzır
Müsahib döneni defterden kaz ır
Gerekse eylesin bin kere özür
Onlarla yeyüb içüb kaçana laâ'net
Aklını beğenüb ikrann koyup
Kalkub havalanub nefsine uyub
Teberrâ gömleğin tersine giyüb
Azrail yurduna göçerı e la'net
Iblis gibi eller aybma bakub
İ ymanın terk edüb dininden ç ıkub
Eliyle boynuna ilmi ğin takub
Gıybet edüp sırrı açana la'net
Beğenmeyüb erenlerin sözünü
Benlik yurduna koymu ş özünü
Hak kapıdan döndürmü ştür yüzünü
Azrail donunu giyene lâ'net
Arifler böyle dediler uluya
Azrail neylesün kalbı doluya
Teberrâ okundu yanl ış bilgiye
Kendi bilişine gidene lâ'net
(Hatai) der bir veliyim yoluyla
Sultanın suhbeti her dem kuluyla
Gönülde kibr olup so ğuk dil ile
Üzün muhabbetten kesene lâ'net.
Huuu!

Tâ kaalübelâ'dan sevdik sevi ştik


Bizimle ezelden yârd ır muhabbet 43
Üstad nazar ında ikrar konu ştuk
Mü'mine kadim ikrard ır muhabbet 4 4
Muhabbettir Lâ ilâhe illâllah
Muhabbettir Muhammed Resullah
Muhabbettir Ali Ş ah Veliyyullah
Üç isim mana'da birdir muhabbet"
Allah, Muhammed Ali ortas ında
Beytullah içinde Hak haznesinde 46
Kudret kandilinde" a şk sahrasında
Cibril'in gördü ğü nurdur Muhabbet 48

98
Kudret kelâm ını söyler Cebrail
Riza lokmasını sunar Mikâil 49
Canı câna ulaştınr Azrail"
israfil51 ağzında sûrdur mahabbet
Muhabbettir yerin gö ğün direği
Muhabbet edenin yanar çırağı 3 2
Aşıka Beytullah ma' şuk durağı
Hak nazar 33 etti ği yerdir muhabbet
Muhabbet kadimdir insan içinde
Zira can severiz canlar içinde 34
Kırklar meydanında" irfan içinde
Muhibbân ceminde güldür muhabbet 56
Cân câna 57 muhabbet etmek erkând ır
Hûblar meclisine ermek iymand ır
Zira muhabbetin arzusu când ır
Ki riza yurdunda birdir muhabbet 58
Gel beri gel beri iyman edersen
Gelme hakkın değil güman edersen
Sırrın tercümandir 39 beyan edersen
Bu halkın içinde sırdır muhabbet
Bu her dem bahard ır bunda kış olmaz
Öter bülbülleri dilleri durmaz
Kokusu tükenmez hem rengi solmaz
Bir aceb gülzâr-i ba ğdır muhabbet
Muhabbet edenler nasibin alır
Muhabbet ederse dert ehlin bulur
Serçeşme 61 Muhammed Ali'den gelir
Dalgası tükenmez göldür muhabbet
Aşık gülşende Şirin-ü Ferhâd 62
Leylâ'da Mecnun'a göründü Üstad 63
Muhammed Ali'den kuruldu bünyad
Tâ ezelden ezel vard ır muhabbet 64
(Kul Himmet) makam ın özge makamd ır 63
Muhabbet mührü on iki İmamdır.
Şâhımın didan bunda tamamdir 66
Hakikat vâsıI-1 yârdır muhabbet.
Huuu!

99
Muhabbet divanında ve sema'lar esnasında yukarıya aldığımız
bu çeşitten şiirler okunduktan, sema'lar da bittikten sonra yine bir
müddet istirahat edilir ve istirahattan sonra da, genellikle, (Cem Bir-
leme) denen merasime geçirlir. Bu merasim, Kerbelâ şehitleri için
Cem)dekilere şerbet takdiminden ibarettir. Bu şerbet takdimi
de şöyle yapılır:
Said şerbet tasını eline alır ve ilk olarak Mürşide sunar. Mürşit
sağ elininin serçe parma ğını tasa dald ınr ve bir dua okur ve sonra tas-
tan bir yudum içer. Sonra sakii, (Sakaahüm Ya Hüseyn!) diye diye
Cem)de bulunanların hepsine tas ı gzezdirir ve herkes tas-
tan birer yudum içer ve içerlerken de hep bir a ğızdan: (Hüseyn'e
rahmet... Yezicl'e lâ'net) okunur.
Bundan sonra saki (Dâr)a gelir ve : (Ve sakahum Rabbuhum şarâ-
ben tahüra...) âyetini tekrar eder. Bundan sonra daha bir tak ım dua-
lar da yapar ve en sonunda da şöyle bir tecüman okur:
(Bismi Şah... Allah..Allah...
Cân-ü baştan geçmişiz biz ( Şah Hüseyn) aşkına
Kerbelay-ı deşt-i gamda can verenler a şkına
Dembedem hem can gözüyle Hak görenler a şkıga
Ol Yezidiler elinde (Te şne leb)ler aşkına
Kerbelâda (Suuu!.. Suuu!...) diye ser verenler a şkına
Gözüm yaşım sebil ettim oniki İmam aşkına!)

Veyahut ta şöyle bir tercüman okur:


(Allah, Allah aşk olsun içene
Rahmet olsun göçene
Hazret-i İmam Hasan Ali'ye
Hazret-i İmam Hüseyn Veli'ye
Gittiği yer gam görmeye
Erenler kerem eyleye
Sakaahum ya Hüseyn !... Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i
İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salavat
Hizmetlerimizi kabul et Şah! Bihakki Al-i Abâ ve Al-i dergah....
Erenlerden hakl ı hayırlı himmet Şey'en Hah Allah eyvallah
huuu.. Dost!).
Bu işlemden sonra da asıl yemek sofrası kurulur ve âdâb ve ka-
idesine göre ve gerekli tercümanlar ı da okunarak yemekler yenir. Ye-

100
meğin sonunda da Mür şit genellikle sayfa (76-77) deki küçük
(Gülbank)i okur ve bu gülbanktan sonra da:
Oturan, duran, ko ğusuz, gıybetsiz evine varan, yast ığına baş ko-
yan ve niyaz eden canlar ın Hak Erenler muradını vere.. Gerçeğe Huuu
uu Allah, eyvallah !..) 67 der ve böylece merasime nihayet verir.
Merasimin son bulmas ı üzerine akşamdanberi Tekke d ışında göz-
cülük etmiş olan (Pervane)ler de içeri ahrurlar. Mür şit ,bunlara da
kendi eliyle üçer kadeh dem sunmak suretiyle nasiblerini verir ve ye-
meklerini ydikten sonra onlar ı da evlerine gönderir.
Bu noktada, bu Ayin'deki erkân hizmetlerini topluca belirten bir
iki Nefes'e, işaret edelim :
Kurbanlar tığlanub Gülbank çekildi
Gaflet uykusundan uyana geldim
Dört kapu sanca ğı anda dikildi
-Cryan püryan olub meydana geldim.

Evvel eşiğine koydum başımı


içeri aldılar döktüm yaşımı
Erenler yolunda gör sava şımı
Can-ü ba ş koyarak kurbana geldim
Ol demde uyandı bâtın çırağı
Üç adım ileri attım ayağı
Rehberim boynuma bend ettiğ bağı
Koç kurban dediler iymana geldim.
Dört kapu selâmın verüb aldılar
Pirin huzuruna çeküb geldiler
El ele el Hak'ka olsun dediler
Henuz ma'sum olub cihana geldim.
Pirim kulağıma eyledi telkin
Şah-ı Velâyete olmuşuz yakin
Mezhebim CaTer'üs-Sad ık'ül-Metin
Allah dost eyvallah peymana geldim.
Özüm dârda yüzüm yerde durmu şum
Muhammed Ali'ye ikrar vermi şim
(Sakaahüm) hamrını anda görmü şüm
İçüb kana kana mestane geldim.

101
Yolumuz on iki İ mama çıkar
Mürşidim Muhammed Ahmed-i Muhatar
Rehberim Ali'dir sahib Zülfikar
Kulundur ( Şâhiya) divana geldim.

Akşamlar oldu Gülbank çekildi


Çırağlar uyand ı niyaza geldim
Erenler erkanı meydan açıldı
Ayn-i cem kuruldu ihsana geldim.
Hakikat abdestin birden ald ılar
Mürşidin emrine beli dediler
Dâr-ı Mansur olub şunda durdular
Tâlib-i Hak olup meydana geldim.
Ol demde hâlinden sordular can ın
Varmıdır kusuru? dediler an ın
Ayni cem gösterdi yere ni şanın
Üryan püryan olub didara geldim.
Sofralar kuruldu hizmet görüldü
Hakikat nurundan cemaller güldü
Mü'min olanlar ölmeden öldü
Geçüb kil-ü kaalden divana geldim
Seyr edüb cümlede bu güzel hali
Şükür gördük anda nür- ı cemâli
Zâkirler okuyup bülbül misali
Terk edüp riyayı merdana geldim.
Koç kuzu 68 kurbanlar meydana geldi
Nefesler, düzvazlar ayana geldi
Ağlarken bu çe şmim şâd olub güldü
Can baş feda edüb seyrana geldim.
(Sakaahum) şerbetin ezüb içtiler
Mest olub cümlesi serden geçtiler
( Ş ah Hüseyn) deyüb hep a ğlaştılar
İçüp ol şerbeti mestâne geldim
Güruh güruh geldi anda bac ılar
Sâf sâf geldi durdu hacılar
Allah Allah der de öter (Nâci)ler
Meydân-ı aşk içre irfana geldim.

102
Tığlandı kurbanlar sema'lar oldu
Kalb nasibini bulanlar buldu
Anda nasibini alanlar ald ı
İ nanub sıdk ile iymana geldim.
Edeb, erkân tamam oldu sürüldü
Pervaneler gelüb nasib verildi
Hatm oldu hizmetler destur verildi
( Şükrü) ya men de Sultana geldim.

Bir güle ben bülbül oldum Bulma ğa gülzara geldim


Arayub cânân ı buldum Almağa bâzâra geldim.
Cümle varımdan feragat Eyledim dil buldu râhat
Emrin e ettim itaat El aman ikrara geldim.
Bir makam- ı Midir bu Dura geldim Hak'ka karşı
Sıdk ile boynuma yâhu Takmağa zünnara geldim.
Canı cânâna verirler Dost cemalini görürler
Terk-i cân ettim erenler Mansur'um berdâra geldim.
Şerbetinden layezalin Kandı dil buldu kemâlin
Hamdüllilâh Hak cemâlin Görmeğe didara geldim.
Kalbimiz nûr ile doldu Arayub cânân ı buldu
Biat etmek vâcib oldu Ahmed-i Muhtar'a geldim.
rah-ı Şeriat sırr-ı Tarikat
Rehber-i rah- ı Hakikat Haydar-ı Kerrar'a geldim.
Vâris-i sırr-ı Peygamber Kaşif-i esrar-1 Hayder
Pirimiz Şah erenler Hazret-i Hünkâra geldim.
Okudum her dört kitab ı Almadım hiç bir cevabı
Çok şükür şimdi (Harabi) Vakıf-1 esrâra geldim.

103
IÎI
(Bektaşiliğin Desturu ve Düsturu)

Bektâşilikte (Destur) alabilmek, yani ( İcâzet) alabilmek, daha


açık bir deyişle (Bekta şı Sayılabilmek) için aşağıdaki on dokuz sorunun
cevaplarını hakkiyle bilmek zorunludur:
S: 1— Kapıda I ne üzerinde durursun?
C: —İkrar üzerinde.
S: 2— Kapı eşiğinden murad nedir?
C: — Kap ı Şeriattır: zâhir ve bât ın ilme işarettir. Içi ve d ışı Mu-
hammed Ali'den ibarettir. İki kanad ı da Hasan ve Hüseyn'dir.
Eşik ise (Sırât)-1 Müstakim)dir ve Tarikat ın birinci basamağıdır.
Mahviyet yolunun da ba şıdır 2 .

S: 3— Post nedir? ve çihâr kö şe Post ne demektir?


C: — Post, Pir evindeki on iki İmam'a işarettir.
Çihâr köşe Post ta dört kap ıya işarettir; dört kap ının ortasında
oturmaktır.
Post, Hz. Ismail'in (Kurban) ından kalmıştır. 3
S:4—Dört kapı dediğin ne kapılarıdır?
C: — Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Ma'rifet kap ılarıdır ki bunlardan
başka kapı yoktur.
S:5—Şeriatta kimin oğlusun?
C: — Adem o ğluyum. 4
S :6— Tarikatta kimin o ğlusun?
C:— Tarikatta yol o ğluyum.
S:7— Hakikatta kimin o ğlusun?
C: — Hakikatta Anam (Yer), Babam (Gök) 5 tür.

104
S:8— Ma'rifette kimin o ğlusun?
C: — Ma'rifette kemâl o ğluyum.
S :9— Yolca (Tarikat dilinde) Baba 6 ne demektir?
C:— Mürşid demektir, Hz. Pirin vârisidir.
S : 10— Rehber ne demektir?
C: — Erkân üzerine yol gösterici; (Tâlib)i beraberinde götü-
rüp Mürşid'e teslim edicidir.
S:11— Tarikatta kaç mertebe vard ır ve isimleri nelerdir?
C: — Tarikatta yedi mertebe vard ır ve isimleri de şunlardır:
1—Hz. Pir Postniş ini.
2—Dede Baba.
3—Halife Baba.
4—Baba ve Baba menzili.
5—Rehber.
6—Derviş.
7—Muhib.
S:12— Bu yolun âşıkı ne demektir?
C: — Aşık, merâtibe henuz dahil olmayan demektir ve dahil
oluncaya kadar a şk ile zevk eder ve meratib sahiplerine niyazdad ır.
S:13— Nerede ikrar verdin?
C: — Erenler meydan ında, Pir mukabelesinde ikrar verdim.
S :14 —İkrar verdiğinde elin ve başın ve kulağın ve gözün ve üzün
ve gönlün nerede idi?
C: — Elim ve başım Mürşidimin elinde idi. Ve kulağı m emanet
ve nasihatta idi. Ve gözüm didâr- ı Muhammed Ali'de idi. Ve özüm
Dâr-ı Mansur'da idi. Ve gönlüm nefth'te ve Muhammed Ali'de ve on
iki İ mam ve on dört Ma'sum- ı Pâk'te ve Hak erenlerde idi. Ve mutlaka
ikrarım Muhammed Ali'ye dir.
S:15— Cem)de nereye ve kaç a'za ile niyaz edersin?
C: — Yedi a'za ile yedi yere niyaz ederim:
1—Eşik'e.
2—Horasan (Hacı Bektaş) Postuna.
3—Mürşid Postuna.
4—Tür'a ve Muhammed'in Minberine.

105
5—Küre (Hasan ve Hüseyn)ye.
6—Rehbere.
7—Cümleten cümleye.
A'zalar da şunlardır:
1—Baş . 5,6— Ayaklar
2—Ağız. 7— Bel ve bütün vücut.
3,4— Eller
S:16—Mürşidin ile senin aranda ne nişan vardır?
C: — Mürşidimle benim aramda (Tevellâ, Teberrâ) vard ır.
Tevellâ, Muhammed Ali ve Beyt ve Hak erenlere dostluktur.
Teberrâ da Muhammed Ali ve Ehl-i Beyt ve Ha dü şmanlarını düşman
tutmaktır.
S:17—Mürşid kulağına ne emanet b ıraktı ?
C: — Şeriatta üstüvar ol, Tarikatta haberdâr ol, Hakikatta sâ-
bit kadem ol, Ma'rifette pâyedar ol, dedi.
S:18—Dâr nedir?
C: — Dâr, Cemâl ve Celâl'in ihata etti ği meydandır8 ki her mak-
suda orandan gidilir; s ırât-ı müstakime delildir; ifhâm ve tercüman
makamıdır.
Vandette âlem-i küldür. Ceset bak ımından altı yöne işarettir
ve (Elif Lâm)a be şarettir. Tevellâ'da iyilikler ve güzellikler, teberrâ'da
da kötülükler ve cezalar yeridir.
S: 19— Tevellâ ve teberrâ'n ın başka ma'nası yokmudur?
C: — Vard ır, o da (Emr-ı bilma'rüf ve nehy-i anilmünker)dir.
Tevellâ Hak'k ın rizası, mâsivâdan tecerrüd, yani teberrâ da nehy edi-
len şeylerden nefsi beri kalmak demektir.
Nehy edilen şeyler de özellikle: yalan söylemek, kalb k ırmak,
hırsızlık etmek, adam öldürmek ve buna benzer do ğru olmayan sözler
ve hareketlerdir.9
(Agâhi Dede)nin şu mısra'ları ne güzeldir:
Tevellâ'sın teberrâ's ın bilen merdâna a şk olsun
Bu esmânın müsemmâsın duyan insâna a şk olsun
Muhibb-i Hânedâna sad hezâran niyaz olsun
Ama anda Mevlasın bulan irfana aşk olsun
Bu nazm-ı hikmet efşanın, bu bâtın nutkun, ey ârif
Bu gün hakkiyle ifâs ın eden ihvâna a şk olsun.

106
Nazenin yolunun düsturu da otuz iki maddeden ibarettir:
1—Sahavet edece ğim diye muhtaç kalmamak ve iyili ği yerinde
yapmak ve ehlinden ba şkasına iltifat etmemek.
2—Tevella'yı öğrenmek ve muhabbet etmek, yard ım istemek ve
rahmet okumak ve suhbete riya kar ıştırmamak.
3—Teberra'yı öğrenmek ve onlardan beri olmak.
4—Kalben muhabbete kuvvet vermek ve elbiseye, şekil ve surete
aldanmamak. Hakiki ahbap ve sözünde sad ık olmayanlar ile ülfet ve
muhabbet etmemk.
5—Hak yolunda irşad için Allah'a arif olan ı tercih etmek.
6—Kendi üstünde bulunanlar cahil iseler bile itaatl ı bulunmak.
Zira, bu suretle insan kendi asalet ve cibiliyetini ıspat etmiş olur.
7—Genel yerlerde herkesin konu ştuğu gibi konuşmak, Her şeyi
hoş görmek ve hiç bir şeyi hor ve hakir görmemek.
Ünsiyet ve muaşeret kemal derecesine göredir. Herkese bulunu ğu
dereceye göre söz söylemelidir.
8—Kendi mesleğine, yoluna ve ahlak ına hiç kimseyi da'vet et-
memek ve bunu, sadece, arzu edildi ği zaman ve arzu edene yapmak.
Konuştuğun kimselere tamamiyle emin olsan bile, i şlerini, sır-
larını ve ahlakını onlara açmamak ve onlar ınkini de başkalarına aç-
mamak.
9—Muhabbet etti ğin bir kimse yanında bir cahil bulunursa o-
durumda muhabbet beklememek ve muhabbet açmamak; cahil ve
nadanları yola getirece ğim diye beyhude söz sarf etmemek.
10—Dedikoducularla asla görü şmemek. Çünkü bunlar münafık
zümresidir.
11—Kamil insanda (Zaman) ikidir ve bu da zat ın gereklili ğinden-
dir.
Çünkü, kamil insan kâh denizde yüzer, kâh çayda bo ğulur.
12—Kur'an âyetlerine, do ğru Hadislere, hakiki ibarelere, nefes-
lerin ve nutukların hakikat ma'nalarma, remzlerin ve i şaretlerin kün-
hüne kulak tutmal ı ve bunları hıfz etmeli.
13—Herkesin müşkilini onun havsalasına, anlayışına, iktidar ına,
asaletine, cibiliyetine ve mayesine göre hal etmeli.

107
14—Her müşkile onun bütün hakikat ma'nalar ı verilmemeli.
Kur'an, iycab ettikçe tenzil buyurulmu ştur.
15—',demin, tecrübe ve mihenk ve isnad ından sakınmak üzre ik-
tidarını gizleyip cehalet üzre bulunmal ı . Meğer ki karşıdaki hakikat
ehli ve ahlak sahibi ola.
16—Giyim ku şam ev eşyası, yiyecek ve içecekler üzerinde pek ti-
tiz davranmak ve onlar ı son derece süslü püslü yapmak kibir ve nâ-
danlık alâmetidir. İnsan her hal-ü kârda orta dereceyi muhafaza etme-
di ve içinde bulunulan hale raz ı olmalı ve bulduğuna kanaat etmelidir.
17—Dâr vaktinde imdad ına yetişen kimse asildir.
18—ilmi konuşmalar müstesna, çok konu şan kimse ile ahbap ol-
ma. Çünkü çok söz kibre, yalana, câhilli ğe ve nâdanli ğa delildir.
19—Seninle sırf istifadesi için görü şen, ahbap
İstifadesi meşru'ise veya hakikat ilmini elde etmek ise, ve bu iki-
şarttan da önce o kimse gerçekten samimi ise, tabiatiyle o kimse ah-
baptır.
20—Soysuzdan asla fayda gelmez ve soysuzluk soy çekimi iledir.
21—Kemâl için sınır yoktur. Kemâl sahiplerinin elbiselerine, mes-
lek sıfatlarına ve zâhirde E şrâf ve fakir ve hakir ve sarho ş ve halk naza-
rında i'tibarsız yahut i'tibarl ı olmasına veyahut halkın diline düştüğü-
ne bakılmaz. Zkira, halk kemâl sahiplerini takdir edemez. Onlar,
kendi bildikleri ne ise başkalarını da ona göre kıyaslarlar. Çünkü, ilâ-
hi hakikattan ve kemâlden habersizdirler.
22—İnsan olan yalnız dili ile de ğil, yardımı ile de medh etmelidir.
23—Kalbe evham sokmamalıdır. Gönüle Allah muhabbetinden
başka bir şey koymamalıdır. Ve daima, hâlce, daha yüksek mertebe-
lere çıkmağa gayret etmelidir.
24—Zâhirde Millet ve Mezheb bak ımından bir ayırım yapma-
makta hakikatça hiç bir sak ınca yoktur.
25—Allah ârifleri olan ululara hizmet ve gerçek âlimlere ra ğbet
etmekle beraber miskinlerin ve fıkaraların da gönüllerini al ıp onları
zem etmemeli. Yetimlere şefkat ve yard ımı esirgememeli. Çünkü, her
gönülden Cenab-ı Hak'ka yol gider. Vas ıtanın iyi dileği Şafak duası
gibi çabuk gider.

108
26—Evliyalar ve Enbiyalar ve Ulular ruhaniyetlerinden daima
yardı m istemeli.
27—İnsan değil, yaptığı şey zem olunur.
28—Kamil Mürşid, tevhide ve eşyanın hakikatına ârif olan de-
mektir. İsimlerde kalanlar Mürşid
29—Üzerine gerekmeyen bo ş lakırdılar insanı bela deryasına
götürür; süküt daha iyidir. Şeytan uyumad ığı gibi düşman da uyumaz.
Yezid san'atında terakki ister.
30—Mü'min demek iyman sahibi demektir. Seni ir şâd eden kâmil
Mürşid ise temessül etmiş iymanındır. Bu sebeple Mürşidine ve yol
kardeşine açık veya kapalı hiyle, riya, yalan tasavvur edersen kendi iy-
mamnı yıkmış ve bu suretle de münafık olmuş olursun. Munafik ise
kâfirden daha beterdir.
31—Yol (Tarikat) üzerindeki ikrar ve iyman ım bozarsan ilelebed
esfelde kahrs ın.
32—Yol (Tarikat)dan dönenlerle ko ğulanlar, islam' ı red etmiş
olarak ha şr olunur.
Hulâsa, Bekta ş iliğe göre insanda iki büyük kuvvet vard ır: İyi ve
Kötü. Bu kuvvetler kendi seyirlerine b ırakılacak olurlarsa kötülük kuv-
veti iyilik kuvvetini daima hükmü altına alır. Bu sebebple insan ter-
biye edilmek zorundad ır. İnsan terbiyesinden maksat ta insandaki
(Nefs) terbiyesidir. Bu terbiyeyi de (Baba)lar yapar. Bunun için de Ba-
baların (Kamil İnsan) olmalar ı şarttır.
Nefs terbiyesinden maksat ta nefsi bilmektir. Nefsi bilmekten-
maksat ta, her şeyden önce, nefsi şehvet, kibir, kin, gazab, hased, riya,
gibi kötülüklerden s ıyırmak, kalbi de bütün dünya ve hattâ ukbâ sev-
gilerinden tezkiye ve tasfiye etmektir. Kalbin, nefsin kötülüklerinden
tezkiye ve tasfiyesi ve dolay ısiyle ilahi nurun orayı parlatmasını sağ-
lamak ta, ancak, Tanr ı'nın emr ettiği iyilikleri yaparak O'nun yolunda
bulunmak ve en sonda da insanh ğa karşı yaşanacak büyük bir a şk ve
sevgi içinde Tanrı'ya ulaşmak demektir. Bu, insanlara kar şı iyilik ve
insanlara karşı aşk ve muhabbet yolunda namaz, oruç gibi şeyler birer
vasıtadan ibarettir.
İşte, böylece bütün nefs kötülüklerinden ve çirkinliklerinden s ıy-
rılmış, kalbini her türlü geçici maddi heves ve arzulardan s ıyırıp insani

109
ve ilahi aşk ve muhabbet ile doldurmu ş ve hayatın ve kendi varlığının
gâyesini de sadece durmadan insanlara iyilikler yapmada ve onlar ı dai-
ma sevgi ve muhabbetle kucaklamada görmü ş insandır ki gerçek in-
insandır, yani yalnız suretçe de ğil siyretçe de insandır.
,

Bu dereceye yükselmi ş ve kalbinde ilahi nuru parlatm ış olan ger-


çek kâmil bir insan da art ık Tanrı'sını da tamamiyle, gizli ve aç ık bü-
tün yönleriyle bilmiş olur.
Zâten, insanların yaradılışlarından maksat ta gere ği gibi Tanrı'yı
bilmek ve gere ği gibi Tanrı'ya benzemektir; kâmil ve ârif bir insan
olmaktır.
İşte, (Bekta ş i) böyle bir insan demektir.
Bektaş ilikte (Allah) telakkisi, (Allah-Muhammed-Ali)den iba-
ret (Üçlü Bir) Allah telâkkisidir. Daha do ğrusu (Allah), (Muhammed
ile Ali ) de tecelli etmi ştir.
Bu üçlü bir Allah telâkkisini, özellikle, eski M ısır'daki (Hernes-
çilikte), eski Yunan'daki (Orfecilikte) ve (Fisagorculukta) ve hatta (H ı-
rıstiyanlıkta) da görmek mümkündür.
İlk üç görüşe göre büyük Mem, yani kâinat ile küçük Mem, yani
insan da bu üç birlik üzredirler.
Kâinat, merkezleri iç içe üç âlemden-müte şekkildir
1—Tabii âlem.
2—İ nsan alemi.
3—Ilahi Mem.
İnsan da birbiri içinde üç unsurdan mürekkeptir :
1—Beden.
2—Hayvani ruh.
3—Kutsal ruh.
Esasını, Islam dini ile karışık, eski Türk inançları ve bunlarla
törenlerle birlikte, yukarıda açıkladığımız ( İkrar Verme) mera-
simindeki Baba tarafından verilen öğütler teşkil eden (Bektâş ilik) mües-
sesesi, maddi ve ma'nevi milli geleneklerimizin muhafazas ında ve
devamında başlıca amil olmakla da Türk Ulusunun Tarihte payedar
kalmasında da en büyük siyasi rolü oynam ıştır.

110
(Son Söz)
Tarikatlar, asl ında, (Tasavvuf)un, yani (Hakikat)in birer yolu-
dur ve her şeyden önce de birer (Nefs Terbiyesi) yoludur.
Genellikle, Tasavvuf yolunda hakikat yolcusunun bu yedi (Nefs)
mertebesini geçip tamamlamas ı zorunludur:
1—Nefs-i Emmâre :
Hakikat yolcusu bu makamda tamamiyle kendi nefsinin emri al-
tındadır ve bir hayvan dan ba şka bir şey değildir.
2—Nefsi- Levvâme : Hakikat yolcusu bu makamda yava ş yavaş
nefsini kötüleme ğe nedamet getirme ğe başlar.
3—Nefs-i Mülhime :
Hakikat yolcusuna bu makamda baz ı ş eyler mülhem olma ğa baş-
lar. Mesela, yakaza halinde baz ı nürâni şeyler görür, sesler i şitir. Bu
makamda olan bu küçük tecelliye de (Tecelli-i Kameriyye) denir.
4—Nefs-i Mutmainne :
Hakikat yolcusunun nefsi, art ık, burada seyrini ve icraat ın' bi-
tirmiş ve tamamiyle ruhaniyete yönelmi ştir ki yolcu bu durumda kabi-
liyyet derecesine göre bir çok ke şiflerde bulunabilir ve zati tecelliye
bile mazhar olabilir. Bu zati tecelliiye de (Tecelli-i Berkiyye) denir.
5—Nefsi- Râdiye :
Hakikat yolcusu bu makamda art ık Allah'tan raz ı olur. Yani,
iyilik, kötülük, her ne gelirse Allah'tan geldi ğini bilir ve daima hamd
eder, şikayet etmez.
6—Nefs-i Mardiye :
Bu makamda ise Allah hakikat yolcusundan raz ı olur. Yani, haki-
kat yolcusu, art ık, Allah'a iyice yakla şmıştır. Başka bir deyişle, artık
o, her hal ve hareketinde hep Allah iledir. Bütün kötülüklerden, ih-
tiraslardan styrılmıştır. Ve bu, nefsin tahakküm edebilece ği son mer-
haledir. Yani, nefs, ancak bu makama kadar insana hükm edebilir.
7—Nefs-i Sâfiye veyea Maiyye :
Nefs, bu makamda artık insana tahakküm edemez. Zira, art ık,
tamamiyle musaffâ ruh haline gelmiştir, yani insan Allah'a ulaşmıştır.

111
Bu makamda insanın hareketleri, sözleri, art ık, Allah'ın hareket-
leri ve sözleridir.
İnsan bu makamda (Zât Deryas ı)na vâsıl olmuştur.
İnsan, hakikatı açısından, ezel bakımından da ebed bakımından da
yokluk (Adem) kabul etmez. Fakat, buna karşılıık, suret bakıımından
da varlı k (Vücut) kabul etmez. Ba şka bir deyişle, varlık, yokluk
kabul etmez ; yokluk'ta varl ık kabul etmez.
Fizik dili ile: (Tabiatta ne yeni bir şey var olur, ne de var olan bir-
şey yok olur).
Öyle ise, Vücudu zorunlu olan (Vacib-ül Vücut) la vücut bulan da
zorunlu vücut olur.

112
IV
(Birkaç Ses, Birkaç Nefes)

Didâr-ı Â.dem'e Hazret-i Subhan


Hutut-ı müphemi ı tastir eylemi ş
Nüsha-i kübrâdı r vücud-i insan
Mâye-i hikmetle tahmir eylemi§ 2
Kaabe kavseyn yazm ış ebrüvânına
Sirâcen vehhacâ dü çe şmânına 3
İki gamze ile hep müjganına
Sûre-i Fetahnâ tahrir eylemi ş 4
Kur'anda buyurmu ş Hallâk-ı Ezel
Insandan yoğimiş bir nesne güzel 5
(Harabi) resmini ressâm- ı ezel
Hâme-i kudretle tasvir eylemi ş .

Dilberâ! bildim senin vechin kitâbullaht ır


Nakş-ı kudret, ilm-ü hikmet, s ırr-ı fazlullahtır
Ş âhidim Hak'tır dilimde, (Kul kefâ billâh)t ır
Her ne söz kim söylenir ayni Kelâmullaht ır
Vakıf olmayan bu sırra lâcerem gümrâht ır
Bir şecerdir kametin ol hüsn-i bihemta ile
Gösterübsün mu'cizât ın ol yed-i beyzâ ile
Hemdem olduk aşk (Tûr) unda yine Musa ile
Anladım bildim rumuzu (Allemel Esmâ) 7 ile
Menzil-i insân-ı kâmil bir ulu dergâhtır 8
Sırr-ı Subhanellezi Esrâ olubtur saçlar ın9
Serteser esrâr- ı Kur'and ır yüzünde hatların
Noktalar (Ben)ler, (Elif)lerdir hemen kirpiklerin 20
Hoş müferrah hatt- ı rehyhand ır yaz ılmış kaşların
Nice rûşen olmasun kim defter-i Allaht ır. 11

113
Talib-i Mevlâ gerektir Hakk'k ı insaf etmeğe.
Hak'ka insaf eyleyüp irfanla laf etme ğe 12
Vech-i Hak'kı görmek için beyni ş effaf etme ğe 13
Mâye-i telkin ile âyineyi sâf etme ğ el4
Fazl-ı Hak'ktan feyz olan envar- ı nurullahtır.13
(Mukimi)

Arif özün bilme ğe Ademe gel Ademe


Hak'kı ayan görmeğe Ademe gel Ademe
Hak'ka giden do ğru yol Senden sana gider ol
Say' et seni sende bul Ademe gel Ademe
Her ne varsa alemde Örne ği var A.demde
Bul sen seni kendinde Ademe gel Ademe
Ko bu zühd-ü taat ı Terk ede gör âdeti
Geç cümle hayalâtı Ademe gel Ademe
Ademdir sırr-ı Kur'an ı 6 Ademdir Arş-ı Rahman"
Ademdir Zat-ı Subhan 18 Ademe gel Ademe
Sensin dar- ı âhiret Sende bulundu Cennet19
Senden görünür Hazret20 Ademe gel Ademe
Ol bi-nişana nişan Bil ki Ademdir heman
Ademdir ayni iymân Ademe gel Ademe
Mushaf-ı Hak'tır yüzün Ayet-i Kur'an sözün
(Gaybi) bile gör özün Ademe gel Ademe.

(Bir Kıt'a)
Kitab-ı âlemin evrakıdır eb'ad-ı nâ mand'üd
Sutür-i hadisat- ı Dehrdir asar- ı na 2 1
Yazılmış destigah-ı levh-i mahfüz- ı tabiatta 22
Mücessem lafz-ı ma'nadard ır alemde her mevcut 2 3

Ruh-ı Kudsiden tecelli eyleyen bende ayân


Suretâ sana gördündüm nâr-ü bâd-ü hak-ü ab24
Feyz-i lâhütimiz oldu cümle nasüt-i cihan
Her dü âlem zerrem olmu ş olmuşum ben afitab25
Hak lisamdır lisanım tercümanıyun Hak'kın
Hakk'ı bilmek isteyen gelsin salad ır 26 Şeyh-ü Şab
Zat-ı Hak'ta vasfım oldu (Kul hüvallahü ahad)
(Gaybi)yim şammda münzel ( İndehu Ommül-Kitab)."

114
Allah deyüb ba ğırma Gayri sanub çağırma
Hak'kı dilden ayırma Şeytan güler bu hale
Evvel-ü âhir oldur Zâhir-ü batılı oldur
Hazır-ü nazar 28 oldur Kulak tut bu meâle
(Men Aref)ten al sebak A.rifâne do ğru bak
Senden sana yakın Hak 29 Eriş ol layezale30
Bir hayali yerdesin Sen arada perdesin3
Hak sende sen nerdesin Cevap nedir suale?
Levh-i mahfuzdur yüzün Anı ş erh eder sözün 32
Arif bilir iç yüzün Cahil düş er zevâle
Kur'an durur sözümüz Rahman durur yüzümüz 3 3
Hak'kı görür görzümüz Aldanmayız hayale
(El- İ nsan-ü ve'l-Kur'an) Hadistir bu tevemân
Sözün bilmezse insan Nice ersin kemâle 3 4
Saçın, kaşın, kirpiğin Yedi hat olmu ş niçin?35
Ma'nada (Ebced) için Gafil düş tü dalâle
Böyle yazm ış Yaradan Zât evinden Anadan
Yedi hat var Babadan3 6 Erişirsün visâle"
Altısıdır mu'teber Şeş cihetten al haber38
Mafsallardan var ırsın Derecat- ı ilahe
Ademe gel Meme Secdegah ol Meme
Er Hâteme, Hâteme39 Çevir yüzün cemâle
(Mihrabi) cümle âyât Müteşâbih Muhkemât
İşte destimde berat Hey saki! sun piyale! 4 °

Dört kap ı şeş cihet bir şehre girdim


Otuz iki Hanedan ını gördüm41
Ehline kavu ştum sual eyledim
O mülkün Malik-ü Ş ahını gördüm.

Etrafını gezdim gönlüm ş en oldu


Didelerim gâyetle rii şen oldu
O şehrin dağları hep gülşen oldu42
Ş aha mahsus olan eyvâm gördüm43

Ş ehirde sünbüller, güller aç ılmış


Üçyüz on iki bin ağaç dikilmi ş 44
Üçyüz altmış altı pınar aç ılmış
İ çinde rekz olan (Tüâbâ)y ı 46 gördüm.

115
Şehrin dört yüz yetmi ş yedi bağı var "
Üç yüz yirmi üç bin müfredat ı var 4 8
Altıbin altı yüz küsur emri var49
Yüz on beş rumuzıın ashnı gördüm 5 °.

01 şehri bah ş etti erenler bize


Biz dahi terk edüb gideriz size
Ey aşık kulak tut söylenen söze
Nutk içinde gizli esrar ı gördüm.

Nakş-ı hâtemden müzeyyen resm-i zibad ır Elif


Nokta-i vandetle derc olmu ş muammad ır Elifsl
Lafzına baksan anas ır bendini taksim eder
Bi—huruf-ü lafz-ü savt esrar-1 ma'nad ır Elif 2
Gerçi surette Elif gibi vücûd oldum veli
Ben dahi He şt-i bihiştim sade da'vklır Elif 3
Her nefes ahım serir-i saltanattan ser çeker
Dilde da 'vay-ı muhabbet serde sevdad ır Elif 5 4
(Münci)ya nur-i hakikat otuz iki kap ıdır
Biri miftah-ı Cennettir ism-i Meylâ'd ır Elifss.

(Vandetnâme)
Daha Allah ile cihan yok iken
Biz am var edüb i'lân eyledik
Hak'ka hiç bir layık mekân yok iken
Hânemize aldık mihman eyledik 56
Kendisinin henuz ismi Yok idi
İsmi şöyle dursun cismi yok idi
Hiç bir kıyafeti resmi yok idi
Ş ekil verüb tıpkı insan eyledik"
Allah ile işte burda birle ştik
Nokta-i amâ'ya girdik yerle ştik
Sırr-ı (Küntü kenzen)i orda söyle ştik
İsm-i şerifini Rahmân eyledik ss
A.şikar olunca zât -ü sa ıfatı
(Kün) dedik var ettik bu seniayki
Birlikte yarattık hep kainatı
Nâm-ü nişanım cihan eyledik 59

116
Yerleri gökleri yapt ık yedi kat
Altı günde tamam oldu kâinat
Yarattık içinde bunca mahlûkat
Erzakını verdik ihsan eyledik
Asılsız fasılsız yaptık Cenneti
Hûri gılrnan'lara verdik ziyneti
Türlü vaadlarla her bir Milleti
Sevindirüb ş âd-ü handân eyledik61
Bir Cehennem kazd ık gâyetle derin
Lâf ate şi ile eyledik tezyin
Kıldan gayet ince kılıçtan keskin
Üstüne bir köprü mizan eyledik62
Gerçi (Kün) emriyle var oldu cihan
Arş 'ü Kürs'ü gezdik durduk bir zaman
Boş kalmasın diye bu kevn-ü mekan
Adem'in halkını ferman eyledik63
Irfan olan bilir s ırr-ı mübhemi
izhar etmek için İsm-i A'zamı
Çamurdan yoğurduk yaptık Adem'i
Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik64
Adem ile Havva birlik idiler
Ne güzel bir mekan bulduk dediler
Cennetin içinde bu ğday yediler
Sürdük bu dünyaya pûyan eyledik65
Ademle Havva'dan geldi çok insan
Nebiler, Vel ı'ler oldu mümayan
Yüz bin kere doldu bo şaldı cihan
Nuh Neciyyullaha tûfan eyledik66
Salih'e bir deve eyledik ihsan
Kayanın içinden çıktı nagehan
Pek çokları buna etmedi iyman
Anları hâk ile yeksân eyledik 67
Bir zaman Ashab- ı Kehf-i uyuttuk
Hazret-i Musa'y ı (Tûr)da okuttuk
Sit'e çulha yapt ık bezler dokuttuk
biçtirüb kaftan eyledik68

117
Süleyman' ı dehre Sultan eyledik
Eyub'a acıdık derman eyledik
Ya'kûb'u ağlattık nâlan eyledik
Mûsâ'yı Şuayb'a çoban eyledik 69
Yûsûf'u kuyuya attırmış idik
Mısırda kul diye satt ırmış idik
Züleyha'yı ona çattırmış idik
Zellesinden bend-i zindan eyledik"
Dav'ûd Peygambere çald ırdık udu
Kazadan kurtard ık Lût ile Hûd'u
Bak ne hale koyduk nar- ı Nemrûd'u
Ibrahim'e bağ -ü bostan eyledik 71
Ismail'e bedel Cennetten kurban
Gönderdik ş ad oldu Halil'ür-Rahmân
Balığın karnını bir hayli zaman
Yûnus Peygambere mekan eyledik
Bir mescide soktuk Meryem Anay ı
Pedersiz do ğurttuk orda Isa'y ı
Bir ağaç içinde Zekeriyya'y ı
Biçtirüb kanını reyzan eyledik 73
Beyt'ül-Mukaddes'te Kudüs Şehrinde
Nehr-i Ş eria'da Ürdün şehrinde
Tathir etmek için günün birinde
Yahya'yı, Isa'yı üryan eyledik 74
Böyle cilvelerle vakit geçirdik
Bu Enbiya ile çok i ş bitirdik
Başka bin Nebiyy-i Zişan getirdik
Anın her nutkunu Kur'an eyledik
Küffar-ı Kureyş'i ettik bahane
Muhammed Mustafa geldi cihâne
Halkı da'vet etmek için iymâne
Murtaza'yi ona ihvân eyledik
Ana kıyas olmaz asla bir Nebi
Nebi'ler Ş aludır Hak'kın Habibi
Dünyanın, Ukbanın odur sâhibi
Biz anı Nebbiyy-i Zişan eyledik

118
Hak, Muhammed, Ali ile birle ştik
Hep beraber Kaabe Kavseyn'e gittik
O makamda pek çok muhabbet ettik
Leylet'ül- İsra'yı seyran eyledik "
Bu sözleri sanma her insan anlar
Kuş dilidir bunu Süleyman anlar
Bu sırr-ı mübhemi ârifân anlar
Çünkü câhillerden pünhân eyledik"
Hak ile Hak idik biz ezelide
Tâ Rûz-i Elestte Kaalû
Mekan-ı Hüdâ'da Bezm-i Celi'de
Cemâlini gördük iyman eyledik 77
Vandet âlemini bilmeyen insan
İnsan suretinde kaldı bir hayvan
Bizden ayrı değil Hazret-i Sübhân
Bunu Kur'an ile ayân eyledik
Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır
Doğan, ölen, yapan, bozan hep Hak't ır
Her nereye baksan Hak'k ı-ı Mutlaktır
Ahval-i vandeti beyan eyledik
Vandet sarayına girenler için
Hak'kı hakkelyakin görenler için
Bu sırrı (Harabi) bilenler için
Birlik meydanında ceylan eyledik.80

Mevc urub umman-ı aşktan şan-ı Fazlullah benem


Cümle ilmin ilmiyem esrar-1 ilmullah benem
Ma'ni-i mağz-ı hakikatta elif bâ olmu şam
Ayet-i tefsir-i a'zam içre s ırrullah benem
İncil-ü Tevrat Zebur Furka'na harf- ı Ebcedem
Pa vü Çâ vü ja vü Gâ cem'inde aynullah benem
Levh-i Mahfûz- ı Hüdayım Arş-ü Kürs-ü münteha
İstiva-ı hatt-ı mevcudum Kelâmullah benem
Binbir esmâ içre gördüm ben Müsemma sırrını
Kim (Enelhak) da'visinde Zât S ıfatullah benem
(Kul kefâ) emrinde ben de var idim, (Sâcid) idim
Gör muradullah içinde (Küntü Kenz )ullah benem.

119
Hak kendini halka bildirmek için
İnsani kendine timsal eyledi
Kur'an-1 natıkın tefsiri için
Kur'ân-ı sâmiti inzal eyledi.
(Senürihim âyâtina fil âfâk)
Kur'anda buyurmu ş ol Rabbulfelak
Aç çeşmini kendi özüne bir bak
Hak sende sun'unu ikmal eyledi.
İnsan kâinatta olmu ş b ı-bedel
(Vettin) sûresin şerh etmiş güzel
Halkı ikyaz için Hali:ak-1 Ezel
Bunca Peygamberler irsal eyledi.
Zahid bu esrara de ğildir âgâh
Leyle-ı Mi'racta Hazret-i Allah
Bir sûret-i şalo-ı emret'ti nagah
Muhammed'e arz-ı cemâl eyledi.
Ebsem ol uzatma sözü (Harabi)
Güzel sev sıdk ile çoktur sevab ı
Sofu, şükür Allah nüş-ı şarabı
Sana haram bize helal eyledi.

Bakılsa âk-ü kaaraya İkilik girer araya


Kulak versen maceraya İkilik girer araya
Allah vahid, Ahad, Samed Hem lem yelid ve lem y'ûled
Olsaydı küffüvven ahad İkilik girer araya
Rabbim sein nerde bulsam Daim senin ile olsam
Şayet sen Hak ben kul olsam İkilik girer araya
Sen vücutsun biz gölgeyiz Biz senin ile zindeyiz
Olursa bir (Siz), bir de (Biz) İ kilik girer araya
Sen bana ben sana g ıda Sen ganisin ben fıkara 8 ı
Seçilse Bây ile Gedâ İkilik girer araya
Varlığımız senin olsa Cihan senin ile dolsa
Hâlik mahlük başka olsa İkilik girer araya
Vandet deminden8 2 içmezse Ak-ü karayı seçmezse
(Kerimi.) serden geçmezse İkilik girer araya.

120
Ferd-i câmi'dir vücudum ücümle e şya bendedir
Ya'ni İsm-i A'zam-ü s ırr-ı muammâ bendedir
Nüsha-i vandet benim maksudu benden iste gel
İstivay-ı zât olan Arşı-ı muaIla bendedir
Aşk burakına süvar ol da gel yüzüm mi'racına
Kıl temâşa kaabe kavseyn-i ev adnâ bendedir
Suretimle fâni isem zat ım ile bâkiyim
Ayni tevhidim ki ma'neyn la ve illa bendedir
Künhümü idrâkta âciz âlemin arifleri
Kibriyaya akl erişmez (Ma arefnâ) bendedir
(Ene, Nahnü, Ente, Hüve) oldu hicâb-i izzettim
Zâhir-ü bâtın benim evvel ve âhir bendedir
Kesretimdir vandetim nurun mestûr eyleyen
Zâhirim gören göze a'maya ahfâ bendedir
(Kiirı tü Kenz)iri sırrı olan Adem-i evvel benim
Mahrem-i raz- ı nihanım âlem-i esma bendedir
Mürselin-ü Enbiyadan zat ım izhar eyledim
Akibet Hatem olan mir'at- ı eclâ bendedir
Geh cemâl-ü geh celald ır cilvegahl zatımın
Cümle eşyayı]. muhitian Kaaf-ü Anka bendedir
Hızr-ı vaktim ab-i hayvan isteyen gelsun beri
Ise-i dehrim demadem sırr-ı ihyâ bendedir
Gel zamirin gayre irca eyleme Huu! Huu! deyu
Cümle eşyada (Gaybi) olan müsemma bendedir.

Nakş-ı hüsnü"' remz eder hüsnünde rü'yet perdesi


Hace-i hükm-i ezeldendir hakikat perdesi
Siyreti surette mümkündür tema şa eylemek
Hâil olmaz ayn-i irfâna bas iret perdesi
Her neye im'an ile baksan olur i ş aşikar
Kılmış istila cihan' hab-ı gaflet perdesi
Bu hayali alemi gözden geçirmektir hüner
Nice (Karagöz)leri mahv etti sûret perdesi
Şem-i aşkla yandırub tavsir-i cisminden geçen
Adem'i âmedşüd etmekte azimet perdesi
Hangi zılla iltica etsen fena bulmaz aceb
Oynatan üstadı gör kurmuş muhabbet perdesi
Dergeh-i Abâ'da müstakim ol (Kü şteri)
Gösterir vandet elin kalkt ıkta kesrat perdesi.

121
Tâc ma'rifet tâc ıdır Sanma gayri tâc ola
Taklit ile tok olan Hakikatta aç ola
Duşu düşünme sakin Duş a kapılub kalma
Senden gayri ne vard ır Ta'bire muhtac ola
Sana âlem görünen Hakikatta Allah't ır
Allah birdir vallahi Sanma ki bir kaç ola
Bu âlem bir ağaçtır Meyvası olmuş Adem
Mutlub olan meyvad ır Sanma ki ağaç ola
Bu Âdem meyvasının Çekirdeği sözüdür
Sözsüz bu âlem Âdem Bir anda târac ola
Bu sözlerin meâli Kişi kendin bilmektir
Kişi kendin bilene Hakikat Mir'ac ola
Hak denilen özündür Özündeki sözündür
(Gaybi) özün bilene Ruhubiyet tâc ola.

Bu dünyanın evvelini sorarsan


Allah bir Muhammed Ali'dir Ali

Ben bilmiş idim gizli ayan hep sen imişsin


Tenlerde ve Canlarda nihan hep sen imi şsin
Kendi hüsnün hûblar şeklinde peyda eyledin
Çeşm-i âşıktan dönüb sonra temaşâ eyledin
Leb kızıl, ruhlar kızıl, destinde cam- ı mey kızıl
Kim kızıl olmaz o anda görse ruhsar ın senin
İptidadan yol sorarsan Yol Muhammed Ali'nindir
Yetmiş iki din sorarsan Din Muhammed Ali'nindir
(Mütü kable en temütü) s ırrma vakıf olan
Haşr-ü Neşri bunda gördü nefha-i Sür olmadan
Yekvücut alemde Muhammed'Ie Ali
Biri Mevlây- ı Ahad'tır biri Ma'nây- ı Samed
Ey gönül lütf eyle dünyadan da ukbâdan da geç
Hakk'ı istersen e ğer la'dan da illâdan da geç

122
Hak yüzü insan yüzünden görünür
Zat-ı Rahman şeklin insan eylemiş
Mushaf-ı hüsnünde yazmış (Kul hüvallah) ayeti
Ger inanmazsan geri var mektebi irfâna bak
Surette nazar eyler isen. (Sen) ile (Ben) var
Amma ki hakikatta ne Sen var ne de Ben var
Bilmem ne hal oldu bana ben senmiyim sen benmisin
Cân mahv oldu canan baki sen benmiyim ben senmisin?
Bu aşk bir bahr-ı ummandır buna hadd-ü kenâr olmaz
Ey gönül gel gayriden geç a şka eyle iktidâ
Nokta-i vandette ha şr ol gayri efkar olmas ın
Hakikatın kâfiri Şer'in Evliyasıdır
Her mekan bir (Tûr) olur gerçek münacât ehline
Sûret-i Rahman' inkâr eyler iymans ız Fakih
Ahsen-i Takvimi inkar eyleyen Şeytan olur
Savm-u Salât-u Hac ile sarıma biter zâhid işin
Insan-1 kâmil olmağa lazım olan irfan imiş
Esselâm ey hadi-i Hüdâ nesl-i Ali
Esselâm ey Kutb- ı Alem Hacı Bektaş-1 Veli
Elsiziz, dilsiziz, belsiziz ammâ
Gezeriz alemde erkekçesine
Kimsenin kimseden yoktur haberi
Böyle bir acaib seyran bulunmaz
(Men Aref)ten oku dersi mekteb-i irfana gel
Bilmeyen kendi vücudun Hak'kı bilmez kandedir.
Bilmeğe sa'y eyle vandet s ırrını gel zahidal.
Bulmayan kesrette vandet (Cem')i bilmez nerdedir.
Ali'dir kadehim Ali'dir şişem
Ali'm sahralarda morlu menek şem
Ali dolu yedi iklim dört köşem
Tadına doyulmaz balımdır Ali'm.

123
Sorma be birader mezhebimizi
Biz mezheb bilmeyiz yolumuz vard ır
Çağırma meclis-i riyaya bizi
Biz şerbet bilmeyiz (Dolu)muz vard ır
Biz Müfti" bilmeyiz, takva bilmeyiz
Kil-ü kaal bilmeyiz ( İft'a) bilmeyiz
Hakikat bahsinde hata bilmeyiz
Ş ah-ı Merdân gibi ulumuz vard ır.
Allah'tır Allah Adem'dir Allah
Ben de inand ım Amentü billâh
Ebleh olma sofi" verme nakd-i ömrü nesneye
Gözün aç clic:lar-ü Cennet Hur-u G ılman bundad ır

Bunlarda bizden:
(Elest Bezmi)
Elest bezminde koptu k ıyamet.

Ilahi aşk doğdu (Adem)ler neyler,


Feryad feryad üstüne göklerle yerler,
Salındı meydana bütün güzeller,
Kırıldı kadehler, döküldü meyler !...
Tel tel hıçkırdı Tanburlar, göz göz a ğladı Ney'ler!...
Bağlandı gönüller, aç ıldı eller
Muhabbet dilendi hep ehl-i diller!...
Tâclar yuvarland ı, Tahtlar devrildi
Yerlerde süründü Pa şalar, Beyler !...
Kırıldı kadehler, döküldü meyler !...
Tel tel hıçkırdı Tabnburlar, göz göz a ğladı Ney'ler!..

(Cavicla!) Elestte koptu k ıyamet!


Anlamaz ma'nayı bir Leylâ'ya Mecnûn olmayan
Her ilm Tûfarı-ı aşkta başka bir Efsânedir
(Küntü Kenz)i derk için ba ş vermişiz aşka
Diyar-ı akl-ü hikmette ilim mâlûma ta'biclur

Tek bir cümle ile:


İnsan, kainatın özü ve özetidir ve insanca ya şam ta, ancak ve an-
cak, bilgiye ve sevgiye dayanan bir ya şayıştır.

124
Fakat, içinde bulundu ğumuz cemiyyetin hali de, maalesef, bu
gerçeğin tamamen tersidir. (Mesrûr)un a şağıya aldığımız şiiri bu duru-
mu pek veciz bir şekilde ifade etmektedir :
Bir aceb haline erdik zaman ın
Görüb birbirimiz seçemez olduk !
Zevali yakındır bilmem cihan ın
Her dem ağlamaktan gülemez olduk!..
Hiç kadri bilinmez oldu irfanın
Budur nişanesi âhir zamanın
Evvel sürdüğümüz dem-ü devranın
Şimdi zerresini göremez olduk!
Kemal erbabına kalmadı rağbet
Nâdâna her yerde ederler izzet
Kıyametten olmak gerek alamet
Bir hakikat ehli bulamaz olduk !
Nasihatı budur (Mesrûr Abdal) ın
Tükenmez beyani kil ile kaalin
Kimseye şu diye anlatma halin
Kendi hâlimize gelemez olduk !

125
((On Söz Ek Notları )

1— Bu konuda bir misaal verelim mesela:

(Şarab) : Şarab'tan maksat Allah'a bilgi edinmektir ki bunun sonucu da Allah'a mu-
habbettir. Şarab' ın sonucu aşktır, aşk ile Allah'a muhabbet etmektir.
(Kadeh) : Kadeh'ten murad mür şidin, yani gerçek kamil'insanın ağzından ilahi bilgi
ile çıkan kelimelerdir ki tâlibler dinledikçe o kelimelerin zevki ile ak ılları başlarından
gidip mest olurlar.

( Mahbub) Mahbub'tan murad, kamil insand ır, kâmil mürşittir. Zira, gönül, her uzvu
mütenasib olan, her bir uzvu ezeli nakka ş tarafından birer san'at nak şı olarak yerli yerinde
ve halavet ve taravetle i şlenmiş olan ve özellikle ilahi ruha, dolay ısiyle de ilahi bilgiye sahib
olan kişiye muhabbet eder.
Talib, kâmil mürşidin içindeki ilahi bilgiye yükselip o bilgi ile e şyayı görmeğe başlay ıp
kamil mürşidin her sözünü, her i şini ve her bâtıni sıtfat ını ve ilahi bilgisini bilip anlama ğa
başladığı vakit o kamil mürşit artık onun gözüne maddece de maddi güzelden bin kat daha
sevgili görünür.. Zira, sadece maddi güzelli ğ e sahib olan sevgili, sadece (Beden)den ibarettir.
Fakat, kâmil insan denen sevgili ise (Can) dan ibarettir.

(Zidf) : Zülf'ten murad kamil mür şidin tâliblerinden yana tenezzül buyurup cazib
kelimeler söylemesidir.
(Hal "Siyah Ben" ve özellikle yanaktaki Hdl) : Hal'den murad 'camii mür şidin istiğna âle-
rninde ara s ıra zatın visali ile bu âlemden ayrılmış olmasıdır ki o vakit te gönül irş attan müs-
tağni olur.

istiğna'dan murad ta cilve, işve değil, ganiliktir; tenezzül etmemektir. Nas ıl ki sevgili
sevmediği bir kimseye (Ben)ini aç ıp göstermeğe tenezzül etmez (bu noktada eski hayat şekli ,

göz önüne getirilecektir). İşte, bunun gibi kamil mür şit te Allah ile visâlde olduğu zamanda
tâlibi ile u ğraşmağa tenezzül etmez.

(Ruhsar "Tonak") : Ruhsar'dan murad kâmil mür şidin, ara sı ra, tâlibine öyle görün-
mesidir ki tâlibinin gönlünde iki cihanın fikrini silip götürür ve belki de tâlibe kendi vücu-
dunu bile unutturur.

İki cihan, iki yanağa işarettir ve iki cihan ı unutturmak demek, fark aç ısından onların
yok olduklarını bildirmek ve yalnız zatı hatırlatmak demektir.

(Hat "Yüzde olan k ıllar") : Insanın yüzündeki hatlar Kur'an ın yazılarına teşbih edilir.
Bundan murad ta Adem vücudunun nank Kur'an oldu ğuna işarettir. Kıllar, harflar; ben'-
ler de noktalar olarak kabul edilir. İnsandaki noktal ı ve noktasız harflara, yaz ılara aşina
olan da bu harflar ı okuyabilen üstadın, kamil mürşidin zâhir yüzünden bât ınına kadar, yani
gönlüne kadar okuyup ona nufuz eder.

126
Kâmil insanlar, gerçek mür şitler, yine hakikati. bildiren Hak'tan ba şka değildirler.
13aşka baş ka isimler, sadece, suretlere tak ılan ve lâftan ibaret olan kelimelerdir.

Hakikati söyleyen siyrt Hak oldu ğu gibi o siyretin sureti de, maddesi de yine o Hak'-
tır, o Hak'kın vücududur. Saneme ibadet Samed'e oldu ğu gibi, Samed'e ibated te saneme-
dir. Esasen, ne ruh ne de madde birbirinden ayr ılamayacaklar ı cihetle ikisini bir tutmak ve
bir sevmek lümmdır. İş te bu görüş, hazan, mürşitlere tapmağa kadar götürülmü ştür.
İşte, suretten siyrete dalmak onu okuyup bilmek te budur.

Fâtiha süresi yedi âyetten ibarettir ve bu yedi âyet Kur'an ın kapıları olup Kur'anın
içine bu kap ıları hakkiyle bilen ve hakkiyle açabilen girebilir.

Tasavvuf'ta Fâtihat'ül-Kitab'taki bu yedi kap ıya karşılık insandaki yedi his ele al ın-
mıştır ki insan ,bir şeyi, ancak, bu yedi hissi ile açabilir, yani tan ıyıp bilebilir.

(Vedduhâ) : Vedduha, Kur'anda bir âyettir. Bundan murad ta bütün bir geçliktir, ta-
ravettir, kemâldir.

127
(Meltımilk Ek Notlar ı )

1—Rüsuh sahibi demek bütün hakikatlar ı bağlayıp çözmek kudretine sahip insan de-
mektir, hakikatın bütün inceliklerine vukuf peyda eden kimse demektir.

2— Al-i Abâ deye (Muhammed, Ali, Fat ıma, Hasan, Hüseyn)e derler. Hakikata ilk ola-
rak bu be ş kişi vakıf olmuştur. Bunlardan sonra (Üveys El-Karani), ondan sonra da Ebu
Bekr ve ondan da di ğerleri vak ıf olmuştur. En nihayet Ali silsilesinden gelen (Hac ı Bektaş)
bütün hakikati i'lân etmi ştir.

Hakikattan murad ilahi bilgidir, bu da, Allah' ın her zerresiyle kendi kendini bilmesi
demektir.

3—Bir nefes al ınır ve bu nefes üç defada verilir ve verilirken de (Allah) denir.

Birinci çıkan nefesle birlikte söylenen (Allah), fiillerin tevhidine i şarettir, yani fail
(Allah) tır

İ kinci çıkan nefes ile birlikte söylenen (Allah), s ıfatlar ın tevhidine işarettir, yani mevsuf
(Allah) tır

Üçüncü ç ıkan nefes ile birlikte söylenen (Allah), zâti tevhide i şarettir ki her şey onda
mahv ve müstehlektir, yaln ız onun vechi bakidir demektir.

Bu üç tevhide Allah'a do ğru seyr (Seyr-i ilallah) derler. Bunlar insan ın kendisinden
hurucu ve Hak'ka urucudur.
4— Al-i İ mran: 191.
5— Nisâ: 78; Saffât: 96.
6— Zâriyât: 56.

Ayetteki (Cin) den bir maksat ta (Can, Ruh)tur. İns'ten maksat ta maddedeki ruhlar-
dir ki insana işarettir.

Ayetteki (Bana ibadet etsinler)den maksat (Beni bilsinler)dir.


7—Kur'andaki Esma-i Hüsnâ Allah' ın sıfatlarına delil olduğu gibi insan vücudundaki
çeşitli sıfatlar ın da o vücudun sıfatları olduğuna güzel birer delildir.

8— Kasas: 88.
9— Rahman: 26-27.

10—Arif, hem beş duyu organı ile his eder hem de kalbi ile de yani maddesiz olarak,
yalnız tefekkürle de his eder. Yani, hem enfüsi hem âfâld olarak his eder ve bütün bu his

128
ettiği enfüsi ve 'Ali şeyler arkas ında da hakiki ma' şuku his eder. Başka bir deyişle, his ettiği
madde ve ma'na, enfüs ve afak, hep o hakiki ma' şuktur.

Bu hislerin hepsi de insan ın kendisinden ibarettir. Bundan ötürü da insan bir bak ışta
ma'şukunu birden müşahede eder.

Kısaca, insan her ne fiil his ederse o ma' şukun fiilidir.


11—Hak'kın kemâl vas ıflarını mahsusta müşahede etmek be ş duyu organı ile olan
müş ahededir. Fakat, ma'kulda mü şhede etmek ise bütün s ıfatlar ın fâni olduğunu ve sadece
mertebeler ve makamlar bak ımından var olduğunu, yegane var olan ın yalnız ve yalnız zat
olduğunu ve sıfatlar olmad ığını, ancak, zat ın sıfatlarla göründü ğünü ve s ıfatlara tenezzül et-
tiğini, sıfatlar ın da yine zata râci' bulundu ğunu tefekkür etmek ile olur.

Kısaca, aşık ve ma' şuk hep odur, mü şahede eden ve edilen hep kendidir.

12—Mezahirin çoklu ğu Allah' ın fiilleri ve s ıfatları iledir. Bundan ötürü de çoklu ğu bir-
likle, birliği de çoklukla mü şahede etmek laz ımdır.

Çokluk, ma' şukun metrtebeleridir. Yani çokluk, noktadan meydana ç ıkan (Elif)tir. Elif
te yedi nokatadan ibarettir. Bu yedi noktan ın üçü teslistir, diğer üçü de bu üçün gölgesidir.
Geriye kalan bir nokta bütün bu alt ı noktadan ayr ıdır. O geriye kalan tek nokta gerek teslis
noktalarını ve gerek olanlar ın gölgelerini kendinde toplayan (Toplam, Cem) noktas ıdır.

13—Velâyet makam ı demek tevlityet demektir. Ba şka bir deyi şle, zâhirde ve bât ında
her ne varsa, etkileyen ve etkilenen her ne varsa, hepsinin kendin oldu ğunu bilmek ve hepsine
sahib olmak demektir.
14—Biz cem'i kendi cüzlü ğümüzden yap ıyoruz ve görüyoruz ve Allah'tan ba şka şey
yoktur diye cem' yapıyorus. E ğer biz cüzlü ğümüzü de Cem'in içine sokarsak o zaman fenafil-
lâh mertebesine ula şım ve sıfatlar ı ve fiilleri yok ederiz ki o takdirde de ortada bir (A'yan- ı
Sabite) den ba şka bir şey kalmaz Kur'andaki : "... ve yebkâ vechu Rabbike zülcelali
yel ikram"ın anlamı da budur.

15—Halkın Hak'ka ayna olmas ı kendini görme kabilinden misaldir. Yoksa halk yok-
tur. Her görünen Hak't ır.
16—Hak'kın zâhir olması demek, evvelce yok idi de sonradan göründü demek de ğil-
dir. Çünkü, Hak zaten, hep mevcuttur. Onun var veya yok olmas ı bakışa göredir. Var diye
bakarsan vard ır, yok diye bakarsan yoktur. Hak diye bakarsan Hak't ır, halk diye bakarsan
halktır. Nurun ızhar sebebi olmas ı da budur.

17— Halk, Hak'kın sıfatları, suretleridir. Zira, umde bât ındır ve sıfatlar suretinde halk
olarak görünür.

18— Hak her şeye ayna olmazsa halk mü şahede edilemez, Zira, ruhu kald ı •dıgımızda
sıfatlar nas ıl müşahede edilebilir? Harabrnin:

Bu cismütenden bir gün Allah giderse


Ey Harabi! .. i şin harab türabd ır.
dediği de budur; burda Allah, ruha izafetle söylenmi ştir.

19—Hadid: 3.

Evvel ve âhir, zâhir ve kat ın nisbetlere göre söylenmi ş sözlerdir. Nas ıl ki zaman ve ta-
akub keyfiyeti de bunun gibidir ki fiiller ve s ıfatlar bakımındandır. Bütün bunlar, sabit ayn-

129
lar dahilindeki nisbetlerdir. Fakat, sabit aynlar ın kendisi için nisbet yoktur. çünkü her, şey
onda müstehlektir. İşte bu suretle de bât ın muflaktır. Mutlakın sıfatlarla zuhuru ki çoklu ğu
ve şekilleridir, onlar da mukayyettir ve çünkü, nisbetlerdir. Bât ın mutlaktır, çünkü, (Kül)-
dür.

20— Kasas: 88.

Şimdiye kadar gördüğümüz makamlar zat ın bir tecellisi ile zuhara gelmekte ve yine
zatta kaybolmaktad ır. Art ık burada kay ıt yoktur, hepsi bunun içinde fânidir. Art ık ortada
sıfat gibi bir şey yok ki araya girip sebepler ve nisbetler te şkil etsinler ve dolayı siyle birbir-
lerinin kayıtlayıcısı olsunlar. Mutlak vücut kalmayınca idrâk ta kalmaz. İşte o zaman s ırf
zat kald ı demek olur. Fakat, bu da ancak anlatmak içindir. Yoksa bu makamda zat kald ı
demek te yok , bilmek te yok, görmek te yok, hulâsa hiç bir şey yoktur.

İşte bu makamda art ık cihetler de yoktur. Zira, cihetler farka gelmekle olur. Cihetler
zatta değil; Ceberutta da, Melekutta da de ğildir. Cihetler, ancak, Ş uhuttad ır ve orada gö-
rülebilirler.

Aslında cihetleri de yapan insand.r. Yoksa bo şlukta da cihet olmaz. Madem ki bo şlukta
cihet olmaz şu halde Ceberutta da, Melekûtta da cihet olmaz. Mesela ruhun ne ciheti vard ır,
ne tutulur ne de görülür. O, s ırf bir bilgiden ibarettir. Ruh kendini hareketleri ile ,maddesi
ile bu görünen alemde gösterir ki bu da farka gelmektir, mukayyetliktir.

Kısaca, zât ve fark, nokta ve elif, bütün bunlar ezelidir. Nokta uzad ı da farka geldi
dediğimiz ancak anlatmak içindir. Ne sonradan bir fark var ne de noktan ın uzayışı var.

Allah, bu varan bir u ğurdan topudur, dolay ısiyle, bu mevcudattan ba şka bir şey ol-
maktan münezzehtir.

21— Bütün hayat kanunlar ı da birer makamd ır.

22— Riyazet ve mücahede veya mücadele farktand ır, mevcudiyeti bildirmek içindir.

Riyazet ve mücahede veya mücadele yaln ız insanlara mahsus değ ildir. Her hangi bir
şeyi eksiltmek riyazettir ve her hangi bir şeye ilave etmek te mücadeledir. Yani, her hangi
bir şeyde varlıkla yolkluk nisbeti yapmak riyazettir, mücadeledir.

Riyazet, almamak; mücadele de al ıp almamak için yap ılan fiildir.

23— Hadis. Ayrıca bk. (AL-i İmran: 55-58; Zümer: 46)

24— Fark, Felsefede önemli bir yer tutar. Zira, hem birlik hem de ayr ılık, yani vandet
ve kesret farktan ç ıkar. Mesela, bütün insanlar tek bir ayn'd ır dediğimizde bütün insanları
tevhid ederiz. Fakat, zâhirdeki görünü şe göre bakt ığımızda her insan ayr ı ayrıdır, hiç bir
insan diğerine benzemez. İşte bu iki görüş te farktand ır.

25— "Kul, cael hakku ve zehakal bât ılu innel bâtıle kane zelnika (lira: 81)

130
(Bekta şilik ve Felsefesi Ek Notlar ı )

1—Bektaşilik, Toplamın Toplamına (Cem'ul-Cem) misâldir. Zira, bir yüzden halka,


bir yüzden de Hak'ka dönüktür ve nisbet bak ımından da kendi, arada berzaht ır.

2— Bektaşilik bâtın ma'nayı sembollerle, zâhir ma'nay ı da misal ile söyler. Mesela,
Gaybi'nin:

Bu Mem bir ağaçtır Meyvası olmuş Adem


Matlub olan meyvadır Sanma ki ağaç ola
mısra'lar ında zahirde lem a ğaca, insan da meyvaya benzetilmi ştir. Sonra bat ıni sembol
bakımından da matlub olan o meyvan ın isnsan, yani Allah olduğuna işaret edilmi ştir.

İnsanın, bu Memin özeti olması dolayısiyle, bütün mertebeler insanda mündemiçtir,


yani her şey insandır. İnsan her şeyin aynasidir, her şey de insanın aynasidir. Şu halde gören
de insan görünen de insand ır.

3— Allah kelimesi hem görünmeyen şeylere (Ma'dumat) hem görünen şeylere (Meş'-
huclat) şamildir. Muhammed' te imkan (Mim)i ile mükevvenatt ır, yani bütün varl ık Mu-
hammed' tir.

Ali ise kendi nisbetlerinin en ulvisi demektir. O, hem ismi bak ımından Ali oldu hem de
cisim bakımından ve ruh bakımından da o ulviyeti haiz oldu demektir. Ulvilikten maksat ta
cehaletten s ıyrılıp sırf hakikat, s ırf nur olmaktır.

İşte (Allah, Muhammed, Ali) teslisi insanl ığın son noktasıdır. Allah, Muhammed'te tam
olarak tecelli etmi ştir ve ondan sonra hiç kimsede bu tecellinin zuhuru tam olamaz. Ve i şte
bu sebeptendir ki (Muhammed'ten sonra art ık Peygamber gelmeyecek) denmi ştir. Asılda,
zaten ne Muhammed ne Ali vard ır; bu ikisinde tecelli eden Allaht ır.

4— Bu nefesi baz ı Bektaşiler (Yalnız Ali vardır ve Ali Allah'tır) diye tefsir ve iddia et-
mişler ve kendilerini ve diğer mevcudatı ayrı tutmuşlardır. Hz. Ali daha hayat ında kendisini
ilahlaştıranlara bunu ihsas etmi ş ve Allah'lığı tahsis ettiklerini, halbuki Allah' ın vâhid-i gay-
ri mükerrer, yani bir oldu ğunu ve ne varsa o oldu ğunu ihtar etmiştir.
Yüze tutulan aynadan Ali'nin görünmesi şu demektir: vücut ayni vücuttur, nur ayni
nurdur, yeter ki ortadan cehalet kalkm ış olsun. O takdirde Ali benim aynam ben de Ali'nin
aynası olurum.
Ulviliğin, zulmetin görünmesi bak ımından olan fark evvel ve âhir,zâhir ve bât ın nis-
betlerini do ğurur. Hakikatta ise hep o nurdur. Gördü ğümüze zâhir, görmedi ğimize de
bâtın deriz.
5— Mmeşşcereti en ya Musa inni enallahü Rabbülâlemin (Kasas: 30)

131
Ğ— Bektaşilikte iki kişinin (Allah Eyvallah) deyip birbirine e ğilmesi keyfiyeti vard ır.
İşte bu eğilme surete de ğildir, o suretlerde görünen Allah'ad ır. Çünkü, suretler, zâten, o
batının suretleridir, yoksa o şahısların suretleri de ğildir. İş te arifler, her iki taraftan da secde
edenin o olduğunu bilip birbirlerine secde ederler.

7— Külle yevmin hüve fi Şe'nin (Rahman: 29)

8— Ahadiyetin (Elif)i yedi noktadan te şekkül etmiştir.

İki (Lam) ın birisinin Muhammed'e di ğerinin de Ali'ye i şaret olmas ı şudur: çünkü Hak
ikisinde tam tecelli etmi ştir. Zâhir ma'nada Muhammed'e (Nebi), Ali'ye de (Veli) dendi.
Bu ikisi zâhir ve batının birliğine delâlet eder. Çünkü Nübüvvetsiz Velâyet ve Velayetsiz
Nübüvvet olmaz. Her ikisi de zat ın gereklili ğindendir.

(Mim)i şükrandan murad ta zâhir ma'nada şükr etmek, bât ın ma'nada da kendi zâ-
ima, madde-i aşk vasıtasiyle vas ıl olmaktır. Zaten, farka gelmekten murad kendi kendini
sevmektir.

Ahad (A,H,D) kelimesindeki (Elif), daimi olan tecelli; (H.D) ise o tecelli ile zuhura ge-
len kesrettir. Zaten, (H,D) ki (Had) kokunur, hudut ma'nas ınadır.

Kitab-ı Mübin demek, kitab ın kapalı iken beyana gelmesi, aç ığa çıkması demektir.

Ahmed kelimesindeki imkan (Mim) i de hem zâhire hem bât ınadır.

"O her gün bir şe'ndedir" ayeti de vahidiyetten şuunatın zuhuruna işarettir. Asl olan
ahad'tır, yani (Elif)tir. Çünkü di ğer bütün harflar, yani varl ıklar, mevcudat, (Elif)ten do ğ-
muştur; (Elif) olmazsa di ğerleri de olamaz.

9— Nokta-i cem.

Ma'betteki o mahrut ta ş ayni sessiz harflar gibidir, yani okunmak içindir.

Lâhut, (V ırım'ül-Kitab)tır. Ceberut ta (Kitab- ı Mübin)dir.

10—Bektaşilik felsefesinin ya şama yolu zevk yolu, insani sevgi yoludur.

İ nsan-ı kanın, Ali'dir. Ali, ulviyyet i'tibariyle gelmi ş tir Onun cismi sureti o ulviyetin
mezahirinden ba şka bir şey değildir.

Ebced hesabı ile Ali (110) eder. Sıfırın önemi yoktur. Dolay ısiyle sıfırı atarsak geriye
iki tane (1) kal ır. Bu iki (1)in biri tekerrürdür. Ba şka bir deyişle (1) in biri (Zât), di ğeri de
onun gölgesidir, yani ayni (1)dir.

Yine, Ebced hesabı ile Muhammed (92) eder. Cevheri adet bak ımından (9+2 =11)
eder ki ayni, Ali'nin say ısıdır. İşte, Ebced hesabı ile görülüyor ki Muhammed ile Ali ikisi
birdir ve Peygamberin "Lahmike lahmi ciskmüke cismi" sözünden maksat ta budur.

Kısaca, umde bâtındır, ulviyet asıldır. Ali'nin sureti Muhammed'in gölgesidir. Allah
kelimesindeki (Elif) umde, Muhammed ve Ali de bu umdenin suretidir.

11—Adem ,esmayı her mertebeden bizzat geçmek suretiyle ö ğrendi. Bütün mertebeler-
den geçerek gelen ruh bir ruhtur ve i şte o da Ali'nin ruhudur. Ba şka bir deyişle, Ali, Adem su-
retinde kendi kendine esmay ı öğrendi, yani her şeye bir isim taktı.

132
12—(Çarh- ı felek sema ile) sözünden maksat şudur : bütün felekler hep insan vücududur,
(Sen olmasaydın ben felekleri yaratmazd ım) mealindeki kudsi hadis te buna i şarettir. İşte
bütün felekleri toplam ış olan insana da ulviyet bak ımından Ali dendi. Felekler, insanın be-
denidir.

13—Nuh, İbrahim, Musa... hulâsa bütün suretlerde gelen hep Ali'dir. Yani onlardaki
ruh Ali'nin ruhu, ulviyet te Ali'deki ulviyettir. Ulviyet dolay ısiyle onlar Ali'dir.

14—Ali, yani ulviyet mü'minlere, yani hakikati bilenlere penah olur. Zira her iki
âlemde de ayni ulviyet, ayni nurdur, gaybta da şuhudta da ayni ışıktır.

15—Her neye bakılsa göze Ali görünür. Çünkü her bir vücut mutlak vücuttand ır,
mutlak vücuttur, o ulviyettir, ayni nurdur, Hakt ır. Her şey sen ve sen her şeysin.

16- Ulviyete varman ın en kısa ve kestirme yolu hakikati ö ğrenmektir.

17— Külle yevmin hüve fi şe'nin (Rahman: 29)

18—Hak, beşeriyet ile fark gösterir ve ulviyet ve süfliyet mertebesinden zevk eder.

19— Madem ki hayatın sonu yoktur, ma'luma tâbi' olan filmin de ve dolay ısiyle hayat-
taki hareketlere ba ğl ı olan faziletlerin de sonu yokrtur.

20— (Nâcl) demek, necat bulmu ş, kendini süfliyetten kurtar ıp ulviyete yükseltmiş olan
kimse demektir.

21— Bekta şiliğin Ca'feri mezhebinde olmas ının bir sebebi de hakikat ın Ca'ferden
geldiğindendir. Bütün Tarikatlar Ca'fer vas ıtaciyle Hz. Ali'ye ula şır.

Ca'feri mezhebine göre dinin esas ı beştir: Tevhid, Adl, Risalet, İmamet, Maad.
Tevhid: Allah't birlemek.
Adl: Kendine reva görmedi ğini bakşkasına da reva görmemek.
Risalet : Muhammed'in Nebiliğini kabul ve tasdik etmek.
İmamet: Nebiliğin yerine geçen büyük velâyete iyman etmek (imam- ı bilhak).
Maad: Tekrar Hak'ka dönece ğimize, yani âhirete iyman etmek.
Ca'feri mezheinde dinin dallar ı da on dörttür: Savm, Salât, Hums (Ehl-i Beyte ait
hisse) Hac, Zekât, Cihad, Emr, Nehy, Tevellâ, Teberra.

Ca'feri mezhebinde dinin dallar ından olan şeylere kar şı lâubâli davranmak Bekta şile-
re hüscuma sebeb olmu ştur. Bekta şilerin kendilerine göre abdest ve namazlar ı da vardır.
Bektaş ilere göre Kilisede tap ınılır; Câmi'de avunulur; Tekkede tepinilir.

22— Bektaşiler muharebeye girdikleri vakit bu Gülbank'i okurlar :


(Allah, Allah, Eyvallah. Ba ş uryân, sine püryân, kılıç alkaan, bu meydanda nice ba ş-
lar kesilir olmaz hiç soran. Eyvallah ,eyvallah. Kahr ımız kılıcımız düşmana ziyan; kullu-
ğumuz Pirlere ayan; üçler, yediler, k ırklar, gülbank-i Muhammedi nuruyuz. Kerem-i Ali,
Pirimiz Hacı Bektâş-ı Veli gerçek erenler demin Hu! Eyvallah)

23— Bektaşiler tavellâyı hayır, tebberayı da şer bilirler. Meselâ ashâb- ı güzinı tevellâ
ve onların düşmanlarını da tevberrâ bilirler ve onlardan beri dururlar. Tevellâ iyi ahlâk,
teberra ise kötü ahlâkt ır. Bektaşiler bu iki kelimeyi daha bir çok ma'nalarda kullan ırlar.

133
24— Sağ, daima ulviyete, hayra; sol da daima süfliyete, şerre delil tutulur. Nisbette,
misâlde sağ, nur; sol ise zulumatt ır.

25— Bekta şilik ilim ve fazilet yoludur. Bunun da menba ı Ali'dir. Çünkü, ilim, afv ve
ihsan özellikle Ali'ye vergidir. O, yemez yedirir ve herkesi himayesine al ırdı.

26— Bekta şilik Hak ve insan yoludur. Zira, Bekta ş iler âriftirler ve arifler de insân- ı
tam, insan- ı kâmildirler. İ nsan-ı kâmil ise Hak'tan ba şka değildir.

27— Geçmişte görüldü ğü üzere bir tak ım cahil Baba'lar ın Bektaşilik adı altında yay-
mış oldukları hezeyanlar tarikat ın gerçeğine pek aykırıdır. Zira, Bekta şilikte muhabbet sure-
te de ğil, siyrete dir. Ya'kub Kadri'nin (Nur Baba) adl ı romanında yazdığı şeyler pek do ğru-
dur ve bu gibi zevkler ancak felsefi bir görü şe dayandırılabilir. Fakat, Bekta şilik gibi sırf
ma'neviyata yönelmi ş bir yol için bunlar vârid olamazlar.

28— Bektaşilik te felsefeye istinad eder, fakat, Bekta şilik felsefenin yaln ız ulvi kısmını
almıştır, sülfliyet ile zevk etmez.

Ledün ilmi işin, hakikatın sonudur. Onun için suretlerde kalpamy ıp siyrete, zâta gitmek
Bektaşiliğin şiarıdır. Çünkü en son mertebe zâta gider. Madem ki gaye Aliye'ye varmak, Ali
olmaktır, şu hâlde, ulviyetten ayr ılmamak gerektir.

29— Kudreti tan ımlamak için her hareketin bir iradenin eseri oldu ğunu Ispatlamak
lâzımdır. Fakat, her hareket bir iradenin eseridir demek, her hareketin kendisine mahsus
bir iradesi vard ır demek değildir. Bundan maksat, her hareketin, tek ve ayni bir iradenin ese-
ri olduğunu bildirmektir. Bu toplam bak ımından söylenmiş bir sözdür. Çokluğa indiği-
mizde, tabii her şeyin kendine mahsus bir iradesi olacakt ır ve bu gayrilik te (sen) ve (ben)
nisbetlerinden do ğmaktadır. Çoklu ğu bire irca' edersek (ki hakikat budur) yine bütün hare-
ketlerin tek bir iradenin eseri oldu ğu meydana ç ıkar.

30— Felsefe kelimesinin Arapça kar şılığı, genellikle, (Hikmet) kelimesidir ki o zat ın,
o nurun farka gelmesi ve letafet ve kesafet ile binbir şekil ve hareket göstermesi hususunda-
ki bilgidir.

Garb dilindeki (Filozof) kelimesi de hakikati seven anlam ınadır ki o da yine sevilen
hakikat yolu ile bu kudrete ait bilgiye dayan ır.
31— Dalâlete götüren yol de ğil, insanın kendisidir. Zira, akıl insandadır, yolda de ğildir.
Hocaların, âhirette hayvanlar ın Arasat meydan ında kalacaklar ına işaretlerinden maksat ta
hayvanlar ın idrâklerinin olmamas ı yüzünden ne cennete ne de cehenneme gidemeyip
ortada kalacaklar ını, daha do ğrusu, hayvanların hayvan olmalar ı bakımından dalâlette
olduklarını ve daima da dalâlette kalacaklar ını bildirmekten ibarettir.

32— Ehl-i Beyi beş kişidir : Muhammed, Muhammedin k ızı Fatıma, Muhammed'in dâ-
madı Ali ve torunlar ı Hasan ve Hüseyn. On iki İmam da bunlar ın soyundan gelmi şlerdir ve
hakikata bunlar tevarüs etmi şlerdir. Bunlardan ba şka Peygambere bunlar kadar yakIn olan-
lar aras ından (Ahassul-Havas) da hakikata ula şanlar da vard ır. Meselâ, Üveys El-karani,
İ bn Abbas gibi zâtlar bunlardand ır.

Ehl-i Beyt'e (Pençe-i Abâ) da derler ve bunlar ın kendilerine mahsus ayr ı birer
renk kabul ederler:

Hz Muhammed—(Beyaz Renk).
Hz. Ali — (Koyu yeşil veya Koyu Kızıl Renk).

134
Hz. Fatıma— (Siyah Renk).

İ mam Hasan — (Belli belirsiz Yeşil ve Belli belirsiz sarı Renk).

İ mam Hüseyn— (Açık Kırmızı ve Açık Yeşil ve Penbe Renk).

33— Hak'kın didarı, yani Hak'kın yüzü insanın kendi yüzüdür. İnsanın kendi yüzünden
başkaca ve ayr ıca bir Hak yüzü yoktur. Çünkü insanda tecelli eden Allah't ır Hakk ın yüzü-
ne vasıl olmak ta insan ın kendi yüzünü bulmas ı ve bilmesidir. Bekta şilikte Babaya secde et-
menin ma'nas ı da budur; Ali Ulvi Baban ın:

Didar- ı Hak'tır işte Sıdk ile gel niyaz et


Divara secde etme Girme vebâle ya Hay!

mısra'lar ı da bu gerçe ğe işarettir. An şart ki yap ılan secde Baba'n ın suretine de ğil, O surette
tecelli eden Hak siyretine olmal ı .

34— Arınmış kalb demek tasfiye edilmi ş, mâsivadan sıyrılmış , Allah'ta fâni olmu ş bu
suretle de her şeyden temizlenmi ş kalb demektir.

35— Hakiki nazar demek akl- ı evvel olup bütün perdeleri kald ırıp zatı görmek demek-
tir. Perdeleri kaldırmak demek te onlar ı atmak demek de ğil, o perdelerin de bizzat o zattan
olduğunu, o zat olduğunu bilmek demektir.

36— Maad akıl, devranın malzemesi olan şeylerden s ıyrılıp sırf zâta varan ak ıldır.
Bu akılda zat ile zat olmak vard ır ki ancak bu suretle yükselebilenler hakikati bütün merte-
beleri ile bilip ledün ilmine ulaşabilirler.

37— Vesveselerden kurtulmak demek dedikodudan, laftan kurtulmak demek de ğildir.


Vesveselerden kurtulmak demek, her gördü ğünü Hak'tan ayr ı birer varlık olarak görmemek,
fâni şeylere vücut verip bo ş sözlerle bir sürü varl ıklardan söz etmemek demektir. Zira, her şey
odur; Hak'tan ba şka değildir.
38— Cehalet perdesinden maksat ta kesrrette her şeye ayrı ayrı birer varhk vermektir.
Kendisine her ayr ı bir varlık verilen şey hakikat için birer perdedir.
39— Maaş ehli ,yani maaş akıl, ancak madde alemine nazar edebilen ve ledünniyata
yükselemeyen akıldır. Maş ehli, ilk hareketi değil de bu ilk hareketten zuhur eden kesreti
görürler ve ona aldan ırlar; hayatın, devranın malzemesi olan şeylerle meşgul olurlar. Maad
ehli ise ilk hareketin ne olduğunu bilirler ve bütün hareketlerin de ayni o ilk hareketten ibaret
olduğunu kavrayıp kesrette değil vandette kal ırlar.
,

40— Çünkü kâmil ve ârif sözü ayni Hak sözüdür.

41— Taklid, bir şeyin asl ını bilmeden o şeyi söylemek veya yapmak gibidir ki Gaybi
bunun için şöyle diyor:
Taklid ile tok olan Ma'rifette aç ola.
42— Mukallid olmayanlara, yani taklid perdesini y ırtıp geçenlere merd derler. Merd
demek insan demektir. Insandan da maksat hakiki insand ır, yani maad akla sahib insan de-
mektir. Ancak şuna da işaret edelim ki maad akla sahib olanlar da muhakkak hakikati kav-
ramış sayılmazlar. Böyle bir akıl ile birlikte yine de gerçek bir üstad ın irşadı zorunludur.
43— Yani bu Mem sueret yüzünden a ğyardır, siyret yüzünden ise yard ır, Allah'tır. Bu-
nun için taklitte kalma, tahkike git.

135
44— Furkan, kendi ma'nas ını kendinde toplamış olandır.
45— Kur'an, Nizâm-ı Alemdir; insandır. İnsan, sözlü Kur'and ır, konuşan Kur'and ır,
Nüsha-i Kübrad ır.

46— Kitab, farkt ır.


47— Ahad olan zat bu kesreti yapan noktad ır. Kesret, noktalar ın çoğalmasından iba-
rettir.

(Elif) ahadiyettir. Bu elif, dört nokta i'tibar edilir ki dört kitab da buna i şarettir. Ba-
zan da bir elif dokuz nokta i'tibar edilir ki bu da tekâmülün dokuza kadar olabildi ğindendir.
İ sti'dat, yani adeltlenmek dokuza kadard ır. Çünkü dokuzdan sonra adet yoktur., alt tarafı
kesrettir.

Ebced hesab ı da eliften, yani (1) den ba şlayıp dokuza kadar say ı sırasiyle gitmiş ve do-
kuzdan sonra (10), (20), (30) gibi onar onar ilerlemi ştir. Noktaların hiç bir önemi yoktur.
Esas dokuza kadar olan adetlerdir.

Ebced hesab ı ile (Küntü kenz..) in s ırrı da meydana ç ıkar, şöyle ki: (K) Ebced hesab ın-
sa (20)dir, (Vedud) kelimesi toplam ı da (20) dir; yani (K), sevmektir, sevgidir.

Ve yine "Nun vel-kalemu ve mâ yasturun'un (Nun)u (K)nin farka gelmesidir. Yani


(K) farka geldi (N) oldu, yani kainat ı, bilsin ve sevsin diye, yazdı, yaptı,

Kısaca, bütün kesret noktadan ç ıkmış tır. Nokta, bütün nüshalar ın metni olmuştur.
Çünkü, her şey o noktan ın tafsilinden ba şka bir şey değildir.

48— Hz. Ali'nin "Ben (B)nin alt ındaki noktayım" demesi Ben âlemin özetiyim, ben ki
Hak'kım maddi ve ma'nevi bütün tekâmül bendedir, ben maddi, ma'nevi her şeyi kendimde
toplamışımdır" demektir.

Zâhir olan vücut o noktadan ba şlamış tır ve yine o noktaya avdet etmektedir ve bu key-
fiyet hem ilmen hem de aynen böyledir.

49— Cevherden maksat, kesretin özetidir.

50— Vücut feyzi, işte o noktad ır, mutlak vücuttur. Ondaki feyz zat ın tecellisidir. Te-
cern süreklidir, bundan ötürü feyz de süreklidir. Zat olmasa ne vücut, ne tecelli, ne de feyz
olur.

51— Tafsiller, noktada daha ezelde mevcut idi ve şimdi taakub etmektedir.

52— Hükümler zattan gelmektedir. Eserler de hükümlerden zuhur etmi ştir.


53— Elif, yani ahadiyet, farka gelen (Nokta)d ır. Nokta ve elifin ikisi birden (Ba) olur
ki vâhidiyettir, insan vücududur.

Diğer harflar hep (B) den ço ğalmıştır ve bu çoğalma da kemâl içindir. Harflerin hepsi
(32)dir ve nokta ile birlikte (33) eder. İş te (32) harf, noktan ın hâdimidir ve o noktanın kesre-
ti ve kemâli olup (32) türlü ses ç ıkarır. İ nsan dişinin de (32) olması bundandır.

54— Esasta sesli harflar olmasa sessiz harflar okunamaz. Seessizi okutan, sesliyi de
harekete getiren ruhtur. Ruh olmasa hiç bir şey okunamaz. Ruha kendisini bildirmek
gerekir ki hakikati anlayabilsin (Nefsini bilen Rabbini bilir). Ruha kendini birldirmek için
de daha önce maddi hakikatlarla ruhu iykaz etmemiz lâz ımdır. Ruh, maddeyi bilmezse ma'-
naya da geçemez. Hz. Muhammed'in sessiz ve sözsüz mi'rac ının hakikati da budur.

136
55— Bütün varl ık, insandan başka değildir. Insandan ba şka bir şey yoktur. Mem, insan
vücududur, insan âlemin özertidir; (Sen, sen olmasayd ın ben bu felekleri yaratmazd ım) âyeti
de buna işarettir. Muhammed ki âlemin özetidir ve biz ki oyuz, ayni insan ız, binaenaleyh
biz âlemin özetiyiz. İşte bu suretle bütün kâinat biziz. Peygambere olan bu hitab, hakikatta,
bütün insanlığa olan bir hitabd ır.

Madem ki görünen, bilinen hep insand ır demek ki Hak'k ın zuhuru da insandan ba şka
değildir.

İş te, (Enelhak) sözünü fen ve mant ık bakımından da böylece ıspatlayabiliriz. Nesimi


ş öyle diyor:

Yüzün Mustafatır ey ruh- ı musavver


Taalâ şânuhu Allah'u ekber

Yani, ey surete giren ruh biz seni insan yüzünden okuruz. Çünkü, insan yüzü mushaft ır. Ta-
ali edip Allah'u ekber oldun. Yani, her s ıfattan, her esmadan üstün olarak Adem suretine
girdin, o surette tecelli ettin ve ondan kendini seyr etmekte ve sevmektesin.

56— Devran denilen şey lâtif ve kesifin birbirini pe şlemesidir. Bütün şekiller de, s ıfatlar
da, hareketler de hep bu ikisinden ibarettir.

57— Kitab-ı Mübin, Ümm'ül-Kitabın tafsilidir. Yani fark, şuhud, lâhutun tafsili-
dir.

Ezelde mukadder olan tImm'ül-Kitabt ır. Bu kitab unsurlar vas ıtasiyle meydana gel-
diğinde Kitan-ı ~In olur.

İ nsan menisi de Ümm'ül-Kitabt ır ve unsurlarla vücut şeklinde teafsile gelir Mübin


olur.

58- Tafsil, ezelde mukadder olana göredir; a ğaç tohuma göredir.


Şimdiki (An), ayni ezel oldu ğu halde ayni tafsildir de.

59— İşte, (Bilgi vatana sâridir) dedikleri de budur. Çünkü, bu varl ığı ve yokluğu, taf-
sili ve icmali en ince mertebelerine kadar bilen birinin bilgisi (Vatan) ına, yani (Kendi vü-
cud)una sirayet eder. Art ık onun her bir organ ı hakikat olur, hakikati söyler ve art ık onun
için ne maddi ne ma'nevi ölüm vard ır.

60— İşte bütün bu tafsilleri, isti'dad ı, esma ve sıfâtı görünüş alanına getiren o ilk kuv-
vettir. Bu hakikatlar ı böylece zahirce ve bât ınca ilmi bir surette bilme ğe, yani zahiri ve bâtıni
olan bu hakiki (Fenn)e (Hakikat Cevheri) derler.

Metinde, eşya ve diğer mevcudat ın, mukadderatın gelecekteki tafsilini bildiren hat-
lar olduğuna işaret ettik. Çünkü, zaten o şeyde mevcut olan madii eserler ceryan etmekte
olan ayni kuvvetin eserleridir ve istikbale müteveccihtir. Meselâ, ihtiyar bir insandaki buru-
şuklşuklar onun ihtiyarlamakta oldu ğunu bildirir. İşte bundan ötürüdür ki el çizgilerine ba-
karak istikbali okurlar, (Fal) bakarlar.

İhtiyarlamanın, buruşuklar içinde kalman ın ilmi açıklanmas ı şöyledir: vacudun bu-


ruşuklar peyda etmesi demek vücuttaki maddelerin ço ğunun dışarı verilmesi, yani vücuda al-
dığımızdan daha fazlasm ı dışarı atmamızdır. Dışarı atılan fazla maddelerin yeri doldurula-
mayınca deri buru şur, yani boş kalır.

137
61— Yani, bütün ilahi isimler benim olmakla o isimlerin müsemmalar ı da benim. Her isim
ayrı ayrı olmakla hepsinde başka başka birer hüner vard ır. Müsemma ben oldu ğumdan
o hünerleri gösteren de benim.

62— Her demde harfler semas ına sefer yapmak, lâtif veya kesif, şekil, suret de ğiştir-
mektir. Bu sefer, yani yolculuk ruh bak ımından bilgi ile de olur. Esas s ırat köptrüsü de i şte bu
, bilgidir. Sırat köprüsünün k ıldan ince, kılınçtan keskin olmas ı da hakikat bilgisinin çok derin
ve kesin olmas ına işarettir.

Kâinatta her zerre, her şekil ve suret ve ona ait bilgi birer S ırat Köprüsüdür, kendi s ı-
rat köprüsüdür. Her zerre, devran bak ımından birbirinden geçmek zorunda olduklar ından
her zerre için bir s ırat vard ır.

Kâinatta her zerrenin insan ve insan ın da her zerre ol ğması da Sırat Köprüsünün icma-
len bir odlduğunu gösterir. Nitekim âhirette yaln ız bir sırat köprüsü olacakt ır sözünden mak-
sat ta her şeyin âhirinde yani her hangi bir şey diğer bir şeye, diğer bir şekle geçerken o şey
için o diğer şeyin veya şeklin bir sırat köprüsü oldu ğuna işarettir.

Bütün isimler ve s ıfatlar da yaln ız insan olduğuna nazaran demek ki bütün s ırattan ge-
çen insandır. İnsan bir olduğu için de sıratın da bir olması zorunludur. İşte hakikat budur.

Cennet ve cehenneme ait konular ımızda gökteki belli yıldızları cennetin sekiz ve cehen-
nemin de yedi kapısına benzetmiştik dolayısıyle de cennet ve cehennemi sâbit gibi göstermi ş-
tik. Halbuki cennet ve cehennem sâbit de ğildir, çünkü yıldızlar da sâbit değildir, onlar da
devrana tabidir. Sonra ,y ıldızlar da birbirlerinden daima alavere etmektedirler ve bundan
ötürü de cennet ve cehennem birbirine kar ışıyor demektir.

Kısaca, cennet ve cehennem sâbit de ğildir. Cennet ve cehennem her hangi bir mevzide
devr eden iki şeyin birbirine nisbetidir. Her şeyin kendi nisbetine göre bir s ıratı, bir cenneti
ve bir cehennemi vard ır ve bu s ıratlar âleminde her cüz kâh cennete, kâh cehenneme dü şer
ki cehennemden sonra yine cennete girilecektir sözünün gerçek anlam ı da budur.
Adem'in cennetten koğulması da onun unsurlar yolu ile esfel olan maddiyata nüzül
etmesidir.
63— Harfları yapan unsurlard ır, yani harflar, unsurlar ın yaptığı şekillerdir. Unsurları
da bütün şekilleriyle insan toplamış olduğundan, insan, bütün harflar ı da toplamış demek-
tir. Mar'ifet saray ı da insan vücududur.

64— Yani, her madde, her uzuv bir harft ır. Nitekim her maddenin, her uzvun birer
ismi vardır. Ve insan, insan şekline ancak bir defa gelebilir. bir daha gelemez.

imla'ya gelmek be ş duyuya gelmeği de ifade eder.

65— Huri, uluhiyetten bir mahbubu ifade eder. Şu halde Huri'nin yüzü de rr ıushar-
tır ve Mushaf'ın anahtar ı olan (Fatiha)d ır.

66— Kur'an kıraat etmek, Furkan da bütün nisbetleri farka gelip ay ırmak demektir.
Kur'anın ma'nas ı (Fatiha)dad ır. Yüz de vücudun (Fatiha)s ıdır. Besmele de insan ın
kafas ıdır. Besmeledeki nokta insan ın yuvarlak kafas ı ve kafas ının içindeki ( Şuuru) dur. Elif
te, ki noktadan uzam ıştır, irısamn vücududur, çünkü insan ın vücudu o noktadan olmu ştur.
(Kaaf)tan maksat, da ğ, yani toprak yığıntısı, yani kestrettir dolayısiyle iyilik ve kötülük
nisbetlerinin camiiyyetini de ifade edebilir.

138
67— (Taha), Muhammed ve Ehl-i Beyi hakk ındadır. Dolay ısiyle de (Ahsen-i Takvim)
üzra olan Adem'in kemalât ım ifade eder. Yani kamil insana (Taha) denir.

(Tâhâ)n ın başka ma'nalar ı da vard ı r: bir kere Kur'anda olan yirmi sekiz harf Fatiha'da
olan yedi ayetin dört mislidir. Yirmi sekiz harf yirmi sekiz ya şına delâlet eder ki insan o ya şa
kadar her türlü noksan ını tamamlamış olur. Yirmi sekizin yar ısı on dörttür. On dört ya-
şından yirmi sekiz ya şına kadar olan civanl ık devrine de (Tâhâ) denir. K ırk yaşı na kadar geri
kalan on iki sene on iki burç bak ımından kemâl devridir ki art ık insanın alacak hiç bir şeyi
kalmaz, bütün noksanlar ı tamamlanmış olur. İşte Hz. Muhammed'e k ırk yaşında Nübüvvet
gelmesi de kemâl devrini k ırk yaşında tamamlam ış olmasındandır.

68— (Tâhâ)dan sonra, yani yirmi sekizden sonra, (Yasin)dir. (Yasin)den murad Mu-
hammed'tir dolayı siyle de bütün mertebeleri tamamlam ış olan kâmil insandır.

(T' ı), ebced harflerinde (9) adedine kar şılıktır, (H) da (5) adedine kar şılıktır ve dokuz
beş daha ondört eder ki (Tâhâ) da on dört ya şından sonra başlar.

(Yasin)deki (Y) harfi ebced hesabiyle (10 ) eder ve s ıfırı atarsak geriye (1) kal ır.
(Yasin)deki (S) harfi da ebced hesabiyle (60) eder ve s ıfırı atarsak geriye (6) kal ır ve (1+6=7)
eder ki Fatiha'daki yedi âyete i şarettir, daha do ğrusu Adem'e i şarettir. Çünkü Adem, yani
insan Kru'an ın (Fatiha)s ıdır ve çünkü her şeyi kendinde toplam ıştır.

(Yâsin), (Fâtiha) daki yedi âyete i şaret oldu ğu gibi (Rahman) kelimesi de (Fatiha)n ın
camii olan (Besmele)ye i şarettir. Rahman kelimesi, ebced hesabiyle ve rakamlar ın önündeki
noktalar ı atmak suretiyle (19) adedine kar şılık olur ki Besmele de tam on dokuz harftan iba-
rettir. Rahman'dan maksat canl ı varklıklara merhamettir. Merhametin hakikati da ni'met-
tir. Hayatın idamesine yarayan her ş ey ni'mettir ve bu da Rahman s ıfatındandır.

Rahim de ölülere hayat verici demektir.

Hulasa, insan, Beslemesiyle, noktasiyle, Fâtihasiyle sessiz olan Kur'an ın seslisidir. İş te


insan bütün bunlar ı kendinde toplad ığı içindir ki Allah' ın sureti olmuştur.

69— Yani, bütün suretlere giren hep o ruhtur. Ey güzel ! sen büyük Allah' ın ruhunu
suretini, tasvir ediyorsun. Onun için de senin Şanın her şeyden yücedir.

70— Alemde pünhan olmak s ıfatlara bürünmektir, kesrete girmektir.

71— İsim ile insan olmak (Tâhâ) ve (Yasin) ile insan olmak demektir. İsim de Allah is-
midir.

72— Vasf ile ispatta olmak demek (La meysüfe illallah) demektir.

73— Sun' ile iycatta olmak demek (La failü illallah) demektir.

Sun' ve iycat etmek demek s ıfatlara, mertebelere girmek demektir.

74— Dört unsuru ve onu ihata eden ruhun tam oldu ğu şeylere (Cisim) denir. Bu cismi
tamamladıktan sonra (Can) oldu, yani ( İnsan) oldu. Insanda hem dört unsur hem de ruh
bütün kemali ile mevcuttur.

Dört unsurdan daha az unsurlar ın birleşmesinden (Cin) meydana gelir. Dört unsu-
run ruhla birle şmesinden, ki tam kemâld ır, (Can), yani ( İ nsan) meydana gelir.

75— Inni enallahü Rabbülâlemin (Kasas: 30).

139
Ağaç Musaya dediki: "Ben âlemlerin Rabb ı olan Allah' ım". Ve Musa anladı ki her
şey odur ve Sina dağında görünecek ayr ı bir Allah yoktur.

76— Nur, ilahi nurdur ve her cüzde o nurdan bir şu'le vard ır. Fakat, her cüz kendin-
den a'lâda olan bir şule'ye muhabbet eder. Bunlar ın hepsi cüzlerin vuslatı sayılır, maksat
ise külün vuslat ıdır.

Şu halde madde-i a şk dediğimiz şeyin ayrıca bir vücudu yoktur. Nurdan da ğılarak
yine nura gitmek için görünen o şu'leler madde-i a şk olmuştur.

77— (Sina= Turu Olmak) bo şlukta tekasfıf eden da ğ olmak demek olur.

(Örtülmüş) anlamına aldığımız (Mestur) kelimesi de (Yaz ılmış) anlamına gelen (Mes-
tur) şeklinde olabilir ki o takdirde de isim ve s ıfatlara bürünüp görmnmek demek olur.

Hulâsa, insan Allah'tır ve secde de insanad ır. Ka'be'ye yap ılan secde insanlar ın birbir-
lerine olan secdedir.

Mescid, secde edilen yer demektir. Mecscid-i Aksâ demek te secdenin nihayeti demektir
ki insanların birbirine hizmet etmesidir, farka gelmektir.

78— Deryay- ı ummân, gevher-i kân'dan maksat zatt ır.

79— Göz açıp anlamak'tan maksat ta arif olmakt ır.


80— İ ki cihandan murad varl ık ve yolduk âlemleri, yani gayb ve şuhud'tur.

81— Cisim, suret ve can' ın hepsi birden mutlak vücud demektir.

82— Mutlak vücuda delil de yine insan ın kendisidir.

83— Söz ve söz söyleyen dil ve her söz aras ı, yani tefik için olan meyan da insandır.
84— Yani Bağdat şehrinin en zekisi, en fitnescisi, en hilebaz ı benim ve o surette cümleye
kumandan benim.
85— Sırrın delili de benim ve görünen de gizli de benim.

86— Insandan maksat benim. Irfan mektebi de benim. Çünkü, insandan ba şka yerde
irfan olamaz. Zira, insan kur'ân- ı Natıktır, asıl insanı okumak gerekir. İşte buna nişan da
insanın sözüdür. Ba şka hangi nişan vardır ki sana bütün hakikati söylesin?

87— Her hareket eden ben oldu ğum gibi hareket edeni muhit olan da benim; Hak de-
diğin bendedir, benim. İşte, cennet ve cehennem dedi ğin mekânlar da hep bendedir, ba şka
yerde değildir.

88— Ganilik ve fakirlik, yani isti ğna ve sadelik, yani maddeden s ıyrılıp sırf ruh kalmak-
lık bendedir, benim. Zâhir ve bât ın da benim.

89— Kalbte tapt ığın ma'bud ta benim; Ka'bede tapt ığın put ta benim. Yani saneme
ibadet samededir. Meme maksud olan Allah ta i ş te benim. Hulâsa her ne varsa hep benim

90— Veş- Şemsü ved-Duha'dan maksat şudur:

Vedduha, öğleyin vaktidir. Sabah vakti mübtedi salike te şbih edilmiş ve kuşluk vakti
de arif olmağa teşbih edilmiştir. Gece ile de zeval gelir. Yani hakikat, ku şluk vakti gibi ayan-
dır demektir.

140
Müslümanlıkta iki Bayram vardır: biri Ramazan Bayram ıdır ki buna ( İyd-i Fıtri) der-
ler; diğeri de Kurban Bayramıdır ki buna da ( İ yd-i Adhâ) derler. Kur-an Bayram ı gerçekte,
Hz. İ brahim'in İsmail'i kurban edece ği sırada hakikati tam kavrad ığının tecellisi ve işaretidir.

Ved-Duhâ, delikanl ılık çağına da misâldir.


Akşam vakti de (Kabr)e delildir.

91— Musa'nın silsilesine Umran) derler.


92— Allah'tan ba şka kimse yoktur ki ona can olsun, fakat, o her şeye candır.
Bu şiirin meali lâhut âlemindendir, isti ğna âleminndendir, fenâfillâhtand ır. Bütün bu
saydıkları yoktur. Çünkü, o kendisi zatt ır. Zatta ise zattan ba şka bir şey olamaz Farkta görü-
len şeyler ise hayalden ba şka bir şey değildir. Farka geldiği zaman o cümleye canan
olur.
Zatta hiç bir şey olmadığı ve farkta her şey olduğu demek te ayr ı bir zat, ayr ı bir fark
oluyor ve vardır demek değildir. O aslında ne ise odur. Bu fark, görene, yani bize nisbetle-
dir. Görene göre ayni âlem gaybt ır veya şuhudtur. Daha do ğrusu körler için, cahiller için
bu âlem, gayb; görenler için, ârifler için ise ba âlem, şuhud'tur.
Cayb ve şuhud bakışa göredir. Bunun misali Kar ınca ve İnsan gözü misâlidir.
93— Defter, ezelde yaz ılan defterdir.
94— Nefs askerinden maksat şudur: nefs, bir tek nefs ise de menideki milyonlarca
mikrop o nefs askeri oldu ğu gibi o mikroplardan vücuda gelen insan da hep o nefsin askeridir.
Yani, insanlar kendi nefslerinin, dolay ısiyle, âlem nefsinin ve dolayısiyle, ruhun askerleridir-
ler.
95— Bu hikâye insanın her şeyden önce anas ır olduğunu, ondan sonra başka suretlere
geçtiğ ini ve nihayet Baba menisine ve Ana rahmine dü ştüğünü, yani esfelden kurtulup insan
sureti ile a'lâ şekle girdiğini, fakat , o şekle girmiş olmakla işin bitmeyeceğini ve eğer nefsine
ârif olmazsa o suret parçalan ınca bilgisizlik dolayısiyle tekrar anas ıra kar ışarak bulut, rüz-
gâr, yağmur.... ilâ olaca ğını ve bu devran ın ta ki yine insan suretine girip nefsine ârif olunca-
ya kadar tekrar edece ğini anlatmak istiyor.

96— Cebrail'in hakiki ma'nas ı Hz. Muhammed'de vaki olan ilâhi tecelli ve Hak'k ın
tam zuhurudur ve Muhammed'in akl ıdır.

Hz. Muhammed'in (Kalb)inin misâli sureti (israfil)dir.


Hz. Muhammed'in (Vehm)inin misâll sureti (Azrall)dir.
Hz. Muhammed'in (Akl)m ın misâll sureti (Cebrail)dir.
Hz. Muhammed'in (Himmet)inin misâli sureti (Mikail)dir.
(Dil) her şeyi tattığı için (Azrail)dir.
(Göz ) her şeyi gördüğü için (Mikâil)dir.
(Kulak) her şeyi duydu ğu için (isrâfil)dir.
(Akıl) her şeyi bildiği için (Cebrâil)dir.

Bu sebeple de bu dört Mele ğe (Kirâmen Kâtibin )de derler.

Bu dört Melekten, yani kuvvetten (Cebrail) bât ıni, diğerleri zâhiridir. Fakat, Cebrail,
diğerlerinin yardımı olamaksızın tek başına bir iş yapamaz. Ancak, di ğer üç meleğin, yani
kuvvetin yaptığından Cebrail, yani aksi kuvvesi haberderd ır. Başka bir deyişle, bütün fiil-
lerimiz ve hareketlerimiz sinir merkezi vasitasiyle ( Şuur)a geçmektedir.

141
97— Sırasiyle bk:

Kul Lâ es'elüküm aleyhi ecren illa... ( Şûrâ: 23)


Ve neza'na mâ fi sudurihim min g ıllın ((Hıcr : 47))
Ya eyyühellezine âmenu iza naceytümürresule (Mücadele: 12-13)
İ nnema yüridullahu .... ve yutahhirüküm tathia (Ahzab: 33)

98— Uyur idik, yani alemden müstağni idik, Uyardı lar, yani farka getirdiler. Bu uyan-
mak ezdi uyanmakt ır.

99— Diriye sayd ılar, zira, fark hayatt ı r.


100— Bu ses (Elestü bırabbiküm) sesidir, Mür şidin aşkıdı r. Bu sesin nereden geldi ğini
isti'dadımızla anlad ık. Bu ses te ezel sesidir.

101— Sürü, nefs askeridir, yani meniden ç ıkmakla sürüye kat ıldık. Bütün insanlar ayni
sürüdendir.

Bizi sürüye sayan çoban da (Rab)t ır.


102— Kasaba gittik, yani feniafillah olduk; maddeten öldük, şekil değiş tirdik; ma'nen
de (ölmeden önce öldük).

103— Kanareyi mesken tutmak, yani ölmeden önce ölme ği mesken tutmaktır ki böyle
olan için artık ölüm yoktur. Çünkü, ölmeden önce ölmenin s ırrına eren ebedi hayata nail
olur.

104— Bizi didar defterine yazd ılar, yani Hak'k ın huzuruna koydular.

105— Bu hakikatlara ârif oldu ğumuz için de Allah' ın cernaline vardık ve bu yüzden de
bizi hoş gördüler.
106— Hâlimizi hal eyledik, yani Allah' ın ahlaki ile ahlakland ık.

107—Yolumuzu yol eyledik, yani seyahat ede ede, gide gele her yolu S ırat eyledik Ya-
ni, bütün esrar ı anladık, artık bilmediğimiz bir şey kalmadı. Zira, her şey bize yol oldu.

108— Her çiçekten bal eyledik, yani her renge girdik, her şeyde göründük.

109—Anya saydılar bizi, yani devr ettik durduk.


Çiçek ve baldan murad zevktir, visaldir. Ar ı da aşıktır, ariftir. Zira, Ar ı çiçe ğin zevkini
tatmıştır.

Balda bir nebze de ac ılık vardır, işte bizim ilmimizde de ne de olsa bir noksanl ık var-
dır.

Hulâsa, bal, madde-i aşktır ve biz insanlar da Ar ı gibi her zerreden bir şey alıp, ve her
zerrerenin özünü al ıp zevk ediyoruz.

110— Hak defterine yaz ıldık, yani insan bir yaz ıdır. İnsan ezelden (Levh-i Mahfz)da
yazılıdır, nakş olmuştur, İ nsanın ruhu Ruh- ı Sultânidir, bilgimiz, ilmimiz orada yaz ılıdır.

Hulâsa, maddeten vücudumuz, ma'nen de ruhumuz yaz ıdır.

111— Hak divan ına dizildik, işte o yaz ılarla sıralandık satır olduk ve Pir divan ında
hizaya geldik. Pir, Hak'kın zuhurudur, aşıkın, zata ula şmasını sağlayan, zattır.

142
Pir divanına dizilmek te kesretin vandet etrafında dızilmesidir. Pir, birdir, vandettir.
Dizilmek te ariflerin bir araya gelmesidir, bu da külli kudrettir ki birdir, bir olmakt ır ve bu
suretle visâle ermektir.

112- Bal olduk şerbet ezildik, yani madde-i a şk bir yere toplanm ış ve ondan da içile-
cek tatl ı şerbetler yapılmıştır. "Arifler, birbirlerinin bal ıdırlar, yani onlar ın balı onların ilim
ve irfanlarıdır ve ariflerin birbirlerinin ilim ve irfanlar ı ile zevk etmeleri de ball ı şerbet içmek
gibidir.

113- Bizi doluya sayd ılar, çünkü, art ık biz bütün devran ı tamamladık ve her şeyi anla-
dık. Artık şerbet kupas ı doldu.

Burada (dolduk) demeyip (doluya sayd ılar bizi) demek, bir kul olmak dolay ısiyle teva-
zu göstermektir. Zira, biz cüzlerde bir şey yoktur. Bizi dolduran ve doluya syan kudret-i kül-
liyyedir.

114- Ali'ye sayılmak, ulviyete ermektir, ayni o ulviyet olmakt ır.

115- İ nnellahe leganiyyün anilâlemin (Ankebut: 6)

116- Kanallahü ve hem yekün maahu şey'ün


117- ve indehu mefâtihülgaybi (En'am: 59)
118- hel etâ alet insani... Lem yekün şey'en mezkürâ (Insan: 1)
119- subhane Rabbike Rabbil izzeti amma yasifün (Saffât: 180)

120- Kudsi hadis.


121- (Nokta)dan önce (Elif) oldu ki bu ilk şekildir ve (Ahadiyet) tir. Sonra Eliften de
(Ba) oldu ve ondan da s ırasiyle otuz iki harf meydana ç ıktı ki bu da (Vahidiyet)tir. Yani,
Rahmâni nefsin hareket ve imtidad ından önce taayyün eden (Elif)tir ki bu (Lahlit Âlemi)n-
deki (Basit Nokta)d ır. Bundan zuhur eden ikinci taayyün de (Ba) d ır. Diğer harfler de böyle-
ce sıra ile birbirlerinden ç ıkmış ve Kâinat denen Alfabe tamamlanm ıştır. Harflar ın noktas ız-
ları (Melekût), noktal ıları da ( Şuhud) âlemindendir.

(Nokta ve Harf Meselesi)

Metinde, Bekta şiliğin İbn Arabrnin harf nazariyesinden de şiddetle etkilendi ğine,
dolayısiyle, bu nazariyeye (Hurûfilik)ten de bir çok unsurlar kar ıştığına işaret etmi ştik.
Burada, nokta ve harf meselesini k ısaca aç ıklamak faydal ı olacaktır.

Bektaşilere göre (Biz âyetlerimizi, hak tebeyyiin edinceye kadar, sizlere enfüste de afak-
ta da gösterece ğiz) âyetinden maksat (Muhammed, Ali)dir. Âdem'den matlub onlard ır ve
Âdem'den ba şka hak taleb eden ilahi ma'rifetten habersizdir.

İnsanın kendi vücudunun göbe ğinden aşağısı yedi kat yerlerdir ve bo ğazına kadar o-
lan kısı m da yedi kat göklerdir ve gö ğüs te Kürsi suretidir. Bo ğazın yukarısında olan baş Al-
lah'ın Arş'ıdı r. Yedi kat yerde ve gökte ne varsa hepsinin s ırrı ve hakikati Ar ş'tadır. Tıbkı
bunun gibi, Âdem'in vücudunda da her ne varsa hepsinin s ırrı ve hakikati insanın başın-
dadır. Zira, Âdem'in cemalinde otuz iki harf mevcuttur. O harflar ın karşılığında Hz. Mu-
hammed'in yirmi sekiz aile erkan ı ve dört pir Nebi yaz ılıdır ki insana bunlar ı bilmek gerektir.
Zira, insan bunları bilmezse Âdem'e olan ubudiyet secdesini bilmemi ş ve aşkla secde etme-
miş olur.

143
Şunları iyi bilmelidir ki: Adem'in Cemalinde dört kap ı vardır: a ğız, burun, göz kulak,
dört nefs vardır: emmare, levvame, mülheme, mutmainne; dört ruh vard ır: nebati, hayvani,
cismiâni, insani; dört Mem vard ır: Lâhut, Ceberut, Melekût, Nastsıt; dört melek vardır: Ceb-
rail, Mikaiil , İsrafil, Azrail ; dört kitab vard ır: Zebur, Tevrat, Incil, Kur'an; dört harf
vardır: Pa, Ça , Ja, Kâ ve bunlar ın hepsi yirmi sekiz eder.

Ve yine, Adem'in cemalinde yedi kara hat ve on dört beyaz hat ve yedi er hat vard ır ki
hepsi yirmi sekiz harf eder.

Şimdi, dört kapı üstüvadır, otuz iki harf ta Allah' ın kelimeleridir ve iki Sultana i şa-
rettir ki bunlar da Muhammed ve Ali'dir. Ve dünyada ne kadar lâtif ve lezzetli nesneler
varsa hepsi bu otuz iki harfla söylenir ve on sekiz bin âlemin içinde her ne varsa bu otuz iki
harfla bulunur.

Otuz iki harf, Muhammed Ali ve evladma ba ğlıdır ki on iki İ mam on dört ma'sum-
dur. Âdem'in cemalinde olan beyaz hatlara i şarettir. Ve yine Adem'in eli aya ğı iki hattır,
sağ ve sol tarafı iki hattır. Zira, şakk-ı üstüva vardır. Buna Kur'anda i şaret te: (Biz sizin sad-
rınızı yarmadıkmı ?) âyetidir. Üstüva s ırrını bilmeyen kimse Tarikatta menzil alamaz, ca-
hil kalır. Üstüva s ırrını bilmeyen Muhammed Ali'yi de bilemez.

Şimdi, Adem'in alnı birdir, fakat, şakk-ı üstüva ile iki olur. Sağ taraf Muhammed El-
Kebir, sol taraf Abdullah't ır. Göz ile kaş arası iki hattır ve Abdullah ile Kas ım'dır. Göz ile
bıyık aralığı iki hattır ve Hüseyn ile Kas ım'dır. İ ki yanak ta Yahya ile Salih'tir. Dudak ile
yüz aralığı da Ali ile Abdullah't ır. Hulasa, on dört Ma'sum- ı Pâk Âdem'in cemalinde
parlamaktadır ve özellikle ilahi kudretle yaz ılmıştır Bunları kendi cemalinde de bul ki Hak'-
kı bulasm, Muhammed Ali senden raz ı olsun.

Kara hatlar da ona göredir : evvela iki ka ş ve bir saç ile dört kirpik yedi olu ı . İ ki kulak,
iki yüz, iki burun ve bir ağız da yedi olur ki hepsi on dört eder.
İki kaş ve bir saç ve dört kirpikten ibaret hatlara (Ana Hatlar ı veya Havva Hatları)
denir, yani bunlar anadan do ğduktan vardırlar. Akil baliğ olunca da erkeğ in iki yüzünde
sakal kılları çıkar ve iki hattın diğer tarafındaki kıllarla dört eder, iki de b ıyıklar eder altı,
bir de alt duda ğa bitişik kıllar vardır ki hepsi yedi eder. Bunlar da (Baba)dan gelen hatlard ır,.
Bütün ilahi hükümler ve Resullere ait haberler bu yedi hattan ibarettir.

Şimdi, iki kaş arası Hasan ile Hüseyn'dir. Üst kirpikler Zeynelabidin ile Aliyy'üt-
Takiy'e işarettir. Aşağı kirpikler Musa Kaz ım ile Muhammed Baak ır'a işarettir. Bir saç Mu-
hammed Ali'ye işarettir. Saç birdir, Muhammed Ali de bir vücuttur ve bir nurdur, ama şakk-ı
üstüva ile iki olur. Muhammed Ali'nin de sıfatı ikidir : biri (Zat), biri (Vücut)tur. Burun Ali
Rıza ile Hasan El-Askerrye i şarettir. Ağız, Muhammed Nakiy'e işarettir. İki kulak Muham-
med Mehdi ile Ca'fer Sad ık'a işarettir. B ıyık bir hattır, üstüva ile iki olur, Adem ile Havva'-
dır. Sakal birdir, üstüva ile iki olur, İbrahim ve Nuh Nebiye işarettir.
İnsanın cemalindeki otuz iki harf otuz iki Sultana i şarettir. Her Sultan ın bir harfi var-
dır, fakat birbirinden ayr ı ve gayri de ğildir. Outuz iki harf bir noktadan ç ıkar. Bunların hepsi
Ali'den zuhura gelmiştir. Onun için de Hz. Şah-ı Velâyet (Ben Ba'nm alt ındaki noktayun)
buyurmuştur. Otuz iki harf bu noktadan meydana gelmi ştir. Böyle olunca her şey bir asıldan-
dır. Bunları böylece bilmeyen, o Sultanlar ı kendinde ıspat edemeyen fakat, bununla beraber
Tarikat Postuna oturan kimseye Mür şitlik etmek haramd ır ve böyle bir kimseye secde etmek
te haramdır. Çünkü cahil olan kimse Mürşid olamaz. Çünkü cahil olup kendi nefsini bilmeyen
kimse Hak'kı da bilemez.

144
Şimdi, (Mm-Elif) Muhammed Ali'ye i şarettir. Zira biri (Lâm), biri de (Elif)tir. Bütün
olanlar ve olmakta olanlar hep (Mm-Elif)ten ç ıkmıştır ve çıkmaktadır. İmamlar on ik ı,
ma'sum-ı Pâlder de on dörttür. Dört te mu'cem harfler vard ır ki bunlar (Pa, Ça, Ja, Na) olup
bütün kâinatın aslı ve terazisidir. Pa, (Adem); Ça, (Nuh), Ja ( İ brahim) ; Na, (Muhammed
Aleyhisselâm) hazretleridir. Ve i şte bütün bunlar otuz iki harf eder ki asl ı (Nokta)dır.

Kı saca, harf ilmine göre Hz. Adem'e meleklerin secde etmesinin sebebi Adem'in Allah
olduğ undan idi ve bundan dolay ı da, özellikle (Hurufi)lere göre Adem'den gelen, Musa,
İ sa ve Muhammed ve Ali de Allah idi ve bütün bunlarda görünen de (Fazl- ı Hurufi) idi.

Allah, önce, savttan ibaret bir kelime idi, fakat, sonra (Âdem)de aynen tecessüm et-
miştir.

Bilinmektedir ki Arapçada harfler yirmi sekiz, Farsçada da otuz ikidir. Bu sebeple


Adem'in yüzünde de kâh yirmi sekiz ve kâh otuz iki harf yaz ılmış kabul edilir. Bu yirmi
sekiz veya otuz iki harf veya kelime de kâh (Cebrail), kâh (Mikâil), kâh ( İsrafil) ve kâh (Az-
rail) olur. Hz. Nuh'un gemisinden, daha do ğrusu, Nuh (Tufan) ından murat ta bu otuz iki
kelime, bu otuz iki alfabe harflar ıdır ki âlemi su gibi kaplam ıştır. Bütün kâinat Allah' ın
kelimelerinden ibarettir. Varl ıklar (Kelime) ile kaimdir. (Kelime) de (Hakk ı'n Zatı) ile
kaimdir. Ş u hâlde hiç bir ş eh Hak'kın zatının dışında değildir.

Bu otuz iki harf (Elif)ten ç ı kar. Elif'in evveli de (Nokta)d ır. İşte o nokta da Kur'an ın
evvelindeki(Besmele)nin (Ba)s ının altındaki (Nokta) d ır.

İnsan, anas ının karnında iken bir (Nokta)d ır. Yani insan gizli iken zâhir olup bu âleme
seyrana gelmek istedi de (Nokta) olup ana rahmine dü ştü. Bu nokta, dokuz ay on gün sonra
da dünyaya geldi, yani bir (Elif) oldu. Bu durumda, insan ın başı (Hakikat Noktas ı) ve vücu-
du da (Ba) oldu ve di ğer organları da diğer harflar oldular. Böyle olunca, insan, ba ştan
aşağı (Kelâmullah)t ır. Öyle ise, (Besmele)nin s ırrı da insanın vücudu oldu. Şu hâlde, insanın
kendini bilmesi insana hem zâhiren hmem bât ınen farz oldu.

Şimdi, Hz. Ali'nin (Ben Besmelenin "Ba"s ının altındaki Noktayım) demesinden murad
ta şudur: bütün eşyanın aslı ve hakikati tek bir cevherden ibarettir ve o cevher de benden
ibarettir.

Zâten ilim, asl ında, tek bir nokta idi ve o tek noktay ı cahiller ço ğaltular. Şu kıt'a ne ka-
dar güzeldir.:

Kıl nazar mir'ât- ı kevne gör ne suret gösterir


Kesret-i esma yüzünden s ırr-ı vandet gösterir
Derd-i a şka girmeyenler görmedi bu (Nokta)y ı
Kim o (Nokta), (Vandet)i Hak'ka i şaret gösterir.

İşte bu (Nokta) bütün âlemlerin bir özeti olan insana i şarettir. Niyazi şöyle demekte-
dir :

Ey Niyazi Adem oldu çün cihanın şu'lesi

122— (Küntü Kanzen....).


123— Sâz eylemek, farka gelmektir.

124— Sır olması, kendisinin bir çok şekillerre girip ba şka ba şka görünmesidir.

145
125—Taleb ,devranıdır.
126— Yani ruhumuza.
127— Yani, ezelden tafsile gelmek.
128—Yani, Şuhud alemine seyrana gelmek
129— Nefs çerisi, yani meni askeri
130— Sarhoş olmak, yani kendini kaybetmekten murad unsurlara bürünmektir.
131— Sarhoşluk ve kallleşlik mertebelere girmek ve mertebelerin hükmüne uymakt ır.
132— (Yeter gel) deyiminden maksat baba menisine geldi ğini tefhim içindir. İşte, bü-
tün mertebeleri ikmâlden sonra şimdi de (Fetedelli) ile ir şada gelmi ştir.
133—Aşiyan, devranda her gelip gidilinen mevki, mevzi.
134— Yetşmiş iki milletin sergerdan gezmesi her şeyin kendi yollarından ayrı ayrı Al-
lah'ı aramalar ıdır.
135— Yani, hakikata vas ıl oluncaya kadar çal ıştım ve en nihayet hakikata ula ştım.
136— Şehirden maksat kendi vücududur.
137— Oğlandan maksat tecelliyatt ır.
138— Bu şehir, yukarıda işaret etti ğimiz gibi, insan vücududur. O, daha do ğrusu, ârif
insan vücududur. Yine yukar ıda işaret etti ğimiz gibi, zâhir olan o ğlan tecellidir. İnsanın
kendi ruhudur. Bu tecellide Allah o ğlan suretinde görünmüştür. Esasen sakal, b ıyık gibi şey-
ler, yani tüyler sonradan has ıl olur ve zâhirdendir.
Bektaşilikte de Bekta şi olacak namzedi boynuna bir ip tak ıp Ekin huzuruna getirirler-
di ki bundan da maksat onu ir ş ad ile hakikat şehrine ulaştırmaktı .

139— Tek -ü tenha kalmak, ahadiyet ,Hak mertebesidir.


140— Helvadan maksat zevktir. Zevki yapan ruhtur, çünkü, bilgi ruhtad ır. Beden ru-
hun binek vasıtasıdır. Bundan ötürü bedene (Merkeb) de derler ki ruhun ona binip seyranda
bulunduğuna işarettir.

141— Serteser temasa etti ği enfüstür.


142—Yani (Ben o kimseyim ki yine ben bilirim).
143— Bu nöbet, ruhen seyran nöbettidir.
144—Abdalın Muhammed'i, Musa'yı, İsayı '... görmesi yine kendi ruhunun temessül-
lünden ibarettir.
145— Kuş dilinden maksat, hakikat dilidir. Tasavvuf dilidir.
146— Gece cehalete, gündüz de ilme i şarettir.
147— Kafadan aşağısı.
148— Kafa zaten yuvarlakt ır ve insandan maksat ta kafad ır, vücut de ğil.
149—Arş, şuhud aleminin sonudur, s ınırıdır.
150—Yani, asıl devran bendedir, çünkü, bütün mevcudati ın devranı benim devranım
içindir. Her şey benim hizmetçimdir.
151—Yıldızlar ve bütün mahsusat bi e şu'ledir.
152— Velâyet gizliliktir.
153— Nebilik açıklık, zahirliliktir. Nübüvet, bât ım yani velâyeti zâhire ç ıkarır
154—Allah hakkı için dediği şudur: bütün mertebeler ve s ıfatlar Allah ındır, Allah'tır.

146
155- Kardeşinizin oğlu demekten maksat şudur: Varl ık birdir, bütün insanlar birdir,
hepsi bir babadan gelmi ştir, alt tarafı kesrettir.

156- Öz halinden maksat o vücudun devran ının, sıfatlarının söylediğidir.

157- Görmediğim, bilmediğim nesneden haber vermem dedi ği şudur: görülen şeyler
fark âlemindendir ve kendi de bu fark aleminde bütün mertebelerde bulundu ğundan onlar-
dan haber verebilir. Fakat, görmedi ği ve dolayısiyle bilmedi ği (Zat) aleminden elbette haber
veremez.

158- Sahradan maksat boşluktur, hayal âlernidir.

159-Sahradaki yol da devran yoludur.

160- Bu yolda kendinden başka kimse bulunmaması her şeyin kendi vücudu olduğun-
dandır, her şey birdir.
161- O esnada ça ğırması kendini kesrette zannetmesidir, halbuki o vandete girmi ştir.

Deyyar, diyar diyar gezen demektir ki devrana i şarettir.

162- Kimse cevap vermeyince o zaman vandette oldu ğunu anladı ve kendisini yine
kendisi bildi.

163- iklemin can ını ve sıfatlarını yapan benim, yani Sultan! Ruh benim S ıfatlar çe şitli
ise de, zübde, ruh birdir.

Her şey kendi vücudu içinde, yani a'yan- ı sâbitesindedir, devran ve nisbet hayâldir.
dir. Zira dört Mem her zaman i şaret ettiğimiz gibi, ayr ı değildir, tabaka tabaka ayr ılmış de-
ğildir, ayni bir âlemdir. Biz hep ve ayni zamanda o dört âlemin içindeyiz; gördü ğümüz şeyler
şuhud alemi, onları gösteren melekût alemi, onlar ı göstermek için olan tefekkür ceberût
alemi, hiç bir şey düşünmemek, yani farka gelmemek te lâhut alemi say ılır. Her şey bu dört
alemden bir an fariğ olamaz. Başka bir deyişle de dört Mem ayni lâhut alemidir. Zira
lahutun mevcudiyeti onlar ın mevcuduyetidir.

164- Dervişin öz hali ki her şeyin kendi olduğunu bilmesidir.

165- Özü özüne bürünmek, farka gelmek istemektir.

166- Başını tactan d ışarı çıkarmak, farka gelmektir.

167- Başını tekrar tac ın içine sokması lâhut alemine dalmas ıdır.

168- Gördüğü pir kendi nefsidir.

169- Bu dervişin eski hayalidir.

170- Bu sözlerden maksat hakikat ile nefs-i emmarenin mücadelesine ve nefs-i e ınmare-
yi mahv ile Hakkın doğruluğun galebeşine işaret etmektir. Burada, Dervi ş, hakikatı ; Pir
de azdadı, yani hayali tmesil ediyor.

171- Yani halk ekseriya nesfs-i emmareye tabidir.

172- (Heyhat) sahras ı demek bir an için meydana ç ıkıp tekrar yoklu ğa giden fark
alanı, çokluk alemi demektir. Biliyoruz ki şekiller, suretler gerçekte yoktur, fânidir; bakî olan
ve devr eden sadece bir ruhtur.

147
173— İ badetten maksat, Adem vücudu oluncaya kadar geçen zamandaki devrand ır.
Vakta ki Adem vücudu oldu o vücutta ruhun tam z ıddı meydana geldi ve ruhun iyi halleri-
ne mukabil o z ıd esfelde kald ı ve ruhu esfele sürükleme ğe kalktı. Ruh ona emr etti ise de ruha
karşı (dolayısiyle Allah'a da kar şı) sen ne söylüyorsun, sen de benden ben de sendenim dedi
ve ruhun i'lâ etmek istedi ği vücudu esfele itti. O zaman ruh ona: sen âsisin dedi ve i şte bu
suretle de o ( Şeytan) lakab ını almış oldu.

İşte o andan i'tibaren ruh daima kendinde olan şeytanı dinlemez. Fakat, fark mukte-
zası onu mahv da etmeyip yaln ız müsamahada bulunur. Yine fark muktezas ı Şeytan da ruhu
dinlemez.

Başka bir deyişle, vücut bir, kuvvet te bir oldu ğu hâlde vücudumuzdaki ruhla kan ı-
mızdaki maddi hararet birbirine z ıttır ve bu da fark icab ıdır.

174— Dervişin Şeytan'dan Allah'a s ığınması kendi nefsinden yine kendi ruhuna s ığın-
masıdır ki hayır tarafını' tutmasıdır, farktan zata ç ıkmasıdır.

175— Sahradaki beş budaklı ağaçtan maksat insand ır ve bir bakıma:ba ş, kollar ve ayak-
lardır.

Ve yine: Muhammed a ğaç ve be ş budak ta (Pençe-i Al-i Abâ)d ır.


Ve yine: ma'na bakımından insan yüzüne de işarettir ki be ş duyu ornganını ve beş bil-
giyi toplamıştır.

Ve yine: kafa, Muhammed ve Ali'ye; kaşlar, Hasan ve Hüseyne'; a ğız, Fatıma'ya; bu-
run da Haticet—ül-Kübra'ya i şarettir.
176— O ağacın âlemi kaplayan gölgesi de onun s ıfatılarıdır.

177— O ağacın dibinde oturan Resulleri duşunda görmesi şudur ki : o ağaç kendidir,
yani vücuttur, ruhun s ıfatlara, vücuda bürünmesidir ki onun du şunda halyalinde gördüğü
insan olmuştur. Ruh, insan şekline girmekle o s ıfatlara bütrünmekle, asl ı bakımından, hayal
görmüş oluyor ve bu hayalde Peygamberlik te ediyor. Gelen geçen Peygamberler de yine onun
kendinden ba şka değildir. Veliler, de Nebiler de o ayni vücudun birer mertebesinden ba şka
değildirler.

178— Hz. Muhammed'in ortada sadrda oturmas ı da sadrda, yani gö ğüste olan ruh,
kalb ma'nasınadır ki her şeyi toplamıştır ve vücudun merkezidir.

179— Devenin küçüğü ve büyüğü hep birdir, yani isimler ba şkadır ama müsemma bir-
dir; fark, mertebelerdedir.

180— Kaabe Kavseyn'in bu ma'nas ı iki alemi câmi kuvvet olan Hasan ve Hüseyn'dir.

Kaabe Kavseyn, bir ma'nada da iki kavsin aras ındaki boşluktur, yani noktad ır, ândır,
fark ânıdır.

181—Ağacın beş budağının bâtın misali de havâs-ı hamsedir.

Bir bakıma göre de ağaşç, kafadır, beyindir ve kollar, bacaklar ve beden de budaklar-
dır. İşte (Tûba ağacının kökü yukarıda dalları aşağıdadır) sözünün işaret etti ği gerçek te
budur.
182— Güneş ziyası dokunan budaklar gözlerdir ki bu iki budak zat ın tecelli etti ği (Mu-
hammed ve Ali)ye de işaret sayılır.

148
183— Güneş dokunan budaklardan ışıklandırdığı üç budaktan biri de a ğızdır. Bu bu-
dak Hz. Muhammed ve Hz Ali'den gelen on iki İ mam ve (Nâciler F ırkası) koluna da işa-
ret sayılır.

184— Güneş vurmayan. güne şin ziyas ı da dokunmayan diğer iki budak ise burun ve
kulaklardır ki bu iki budak ayni zamanda cahil halk ile kâfirlere i şaret sayılır.

185— Çünkü, ruhuna çekiliyor ve zat kal ıyor.

186— özü özüne söylemesi, zat ın farka gelmesi, zatın fark i'tibariyle söz söylemesidir
ki yine kendisidir. S ıfatları attı, hep kendi oldu.

187— Suların, yellerin, yıldızları n dervişe söyle şmelerinden maksat, Dervi şin, kendi
zatı makamından kendi sıfatlarının hareketlerini görmesidir.
Dervişin tefekküre varmas ı da o tefekkürle küle varmas ıdır.

- 188— Akıl şehrine girmesi şu demektir; akıl, yine ruhtur. Fakat ,akla girmesi her şeyi
nisbetine göre idrâk etme ğe başlaması demektir, yani zât, s ıfatlar ına girdi demektir.

Akıl şehrinde Muhammed'i görmesi de şudur ki: bütün melekât- ı akliyyenin en müm-
tazı Muhammed'te görülmü ştür. O kurduğu dini -felsef I düsturlarla mümkün oldu ğu
kadar bütün nisbi hareketlerin seyrini düzenlerni ş dolayısiyle kâinatı idare etmiştir. Allah,
Muhammed aklında kendi ilâhi aklını izhar etmi ştir. Akıl sıfatının camii Muhammed'tir.

189— Aşk şehrinin mükerrımelliğinin timsali de Hz. Ali'dir. Gerçekte Muhakmed ve


Ali ayni ş eydir, ayni nurdur ve tek bir nurdur. Bizim, Muhammed ve Ali diye ay ırmamız
cüzlüktedir, nisbettedir. Yoksa hakikattta ayr ı ayrı ne Muhammed ne de Ali vard ır. Nur, bir
nurdur. Cevher bir cevherdir.

Zât, bir nur ve bir cevher olmakla beraber iki yüzde tecelli etmi ştir. Bunun delili de
(Küntü kenz....) kudsi hadisinin mealidir. Bu hadiste i şaret edilen sevmek Ali'nin zuhru,
bilmek te Muhammed'in zuhurudur. Bundan ötürü de Allah, Muhammed ile Ali'de tecel-
li etti denmiştir. Yoksa ikisi de bir nur ve bir zatt ır.

190— Dervişin Muhammed Ali'ye kar şı gelip bu saraylardan, sâyebanlardan ve bun-


ların sahiplerinden sormas ı, cüz'iyyetin zata kar şı' gelip kendini ayrı tutup sahib sormas ı
demektir.

191— Zatında sahib olamayaca ğı, her şeyden münezzeh ve beri olaca ğı cihetle Hz. Ali-
nin sahib olarak: (gören de görünen de odur) demesi sahibin farkta bulunan sen ve ben
olduğumuzu göstermektir. ki yine ayni zatt ır.

192— Dev'in bâtıni ma'nası zulumat, cehalet, hayvanl ıktır, dolayısiyle, cahil halka da
işarettir.
Su ile yıkanmak, hakikat ilmine ula şmak, nurlanmak demektir.

193—Hz. Süleyman'da tecelli eden de yine Hz. Ali'nin ruhu idi.


Hak'kın tecellisi, Muhammed ile Ali'nin s ıfat bakımından da, yani cismen de meydana
çıktıkları vakit tam oldmuştur. Bunun için de Muhammed ve Ali ayni zamanda do ğdular ve
ayni zamanda beraber ya şaddar.

194— Yusuf'un Mısı r'a Sultan olmas ı hakikati bilip kendi vücuduna, Deryay- ı Zata
Sultan olmasıdır.

149
195— Hz. Muhammed'in bütün Peygamberlere şefaat etmesi onlar ın yine kendisi
olduğundandır. Onların da ruhu ayni Muhammed ve Akli ruhu ve özüdür. Fakat, kemal
Muhammed'te tamamlanm ıştır. Bundan ötürü de Muhammed bütün Peygamberleri cami
oldu ve son Peygamber oldu.

Yüz yirmi dört bin Peygamberden söz edilir ki bu say ıdaki sıfırları atarsak ebced hesa-
bı ile (7) kalır . Bu (7) sayısı altı yöne ve bir de zat'a i şarettir. Sonra bu yüz yirmi dört bin
Peygamber Fatiha'daki yedi ayete de i şarettir, çünkü, s ıfırları atarsak geriye (7) say ısı kalır.
Bu yedi ayet te Muhammed ve Ali'ye i şarettir. Şu halde yüz yirmi dört bin Peygamber Mu-
hammed ve Ali'den başka değildir.

Muhammed sıfatı müsted'idir, ricac ıdır. Çünkü o cüzlükte, o s ıfatta kendini bilmi ş-
tir. Bundan ötürü de o s ıfat o vücut kudret-i külliyeye, zata kar şı daima müsted'idir, med-
yun-u şükrandır.

196— Tefekküre dalmak s ıfatlar vasıtasiyledir.

Muhammed'in Allah' ı yanında görmesi de o andaki tefekküründe Ali ile birlikte ayni
bir idrâk edişidir, ikisinin de as ılda bir zat olu şudur, böyle oluşun idrâki tecelliyat ıdır,
o anda zatullah ın Muhammed'in vücudundaki tecelliyat ıdır.

197— Yani ben cüz idim, tecelli i'tibariyle ben zat oldum ve bütün zerrelerin benim
zerrem oldu ğunu bildim ve zatlığım bakımından da hepsine Sultan ben oldum. Dolay ısiyle
de saadet cevherine de kân ben oldum, yani saadet ki asl ı iyiliktir, nurdur i şte onun aslı ben
oldum. Kısaca ben s ırf nur ve iyilik olark göründüm. Azdat benim s ıfatlarımdan çıkan i'ti-
bari şeylerdir, asl olan ise benim nurumdur.

Her gönülde bahr-i muhit olmas ı da şudur ki: her gönül ruh- ı izafi-i cüz'idir, onlar ı
ihata eden zat odur. Ve lakin bu dem insan suretinde göründü ki o da yaln ız bu deme mah-
sustur, çünkü, o suret te baki

198— Bu sahra dünyad ır da.

199— Bisat veya döşekten de maktsat bu dünyad ır.

200— Evvel de sonra da gelen hep ayni Adem'dir. Kesret, onun kendinden zuhur eder
ve etmektedir.

201— Bu ayni zamanda melce', hami ma'nas ınadır da.

202— Onun içindir ki o can bütün âlemlere canand ır.

203— Buğday yemekten murad unsurlar libas ına bürünüp dolay ısiyle kesafet peyda
edip esfele inmektir

204— Dervişin âdem ile cennette beraber olmas ı şudur: cennet, zat deryas ıdır, mahzuzi-
yettir. Dervi ş demek ister ki zatta beraber idik, farka gelmekledir ki cüzler olduk ve ayr ıldık.
Ashrnız, ruhumuz birdir, sadece, suretlerimiz muhaliftir.

Hulâsa, bu sözlerde varl ık ile yokluk, zâhir ile bât ın birbiriyle çarpışmaktadır.

205— Cebrail'den maksat ak ıldır.

206— Kaabil zulumata, kötülüğe işarettir.

150
207— Hâbil, nura, iyiliği işarettir.

Hâlâ devam eden bu fisk-u fücur Kaabil'den kalmad ır ve insan katl eden zâlimler de
Kaabil'in neslinden say ılmaktadır.

208— Kaabil ve Hâbil Adem o ğulları olmalar ı dolayısiyle Adem celâl ve eemali, yani
azdadı cami demektir. Adem de Kaabil ve Hâbil ile ilkiye ayr ılıdı ve sonra karde ş çocukları
birbiriyle evlenince onlar da hem iyili ği hem kötülüğü cami oldular.

209— Nuh'un gemisinden maksat şudur: gemi deryada yüzer ve deryadan maksat zat
deryas ı olmakla gemiden maktsat ta hakikat gemisidir, hakikat bilgisidir. Çünkü, ancak ha-
kikat bilgisidir ki insan ı böyle bir deryada yüzdürerek Tufandan, yani bo ğulmaktan, yok
olmaktan kurtar ır.

Nuh'un dine da'vet etmesi de hakikata da'vet etmesi, hakikati bildirmesidir.

Tufan'dan maksat ta zulumatt ır ve el'an devam etmektedir. Yani yüzme bilmeyenler,


yani hakikati bilmeyenler cehalet içinde bo ğulmaktadırlar.

210— Bu satırlarda hayalle hakikat çarp ışmaktadır. Eyub olarak vekayii gören ve der-
viş suretinde vekayii anlatan ve Âdem suretinde de bunu dinleyen hep ayni varl ıktır, ayni
ruhtur. Daha doğrusu nefs-i emmare ile Ruh-u Sultani çarp ışmaktadırlar ve hakikat kar şısın-
da nefs-i emmare yenilmektedir.

211— Bu vak'aların işaret etti ği şey nefs-i emmarenin ma'nen ve maddeten tu ğyarn ve
isyanıdır. Ma'nadaki tuğyan maddelere sirayet eder ki z ıd zıdda z ıd olur ve iki z ıd birbirine
düşman olur ve kendini mahv eder, öldürür. Hikâyenin di ğer kısımları da buna kıyas
edilmelidir.

212— Derviş ile Nemrud ve Ş eytan namlarında iki zıd çarpışmaktadır.

Adem'in de derviş e göz etmesi her iki z ıddı cami olmas ı dolayısiyle ne Nemrud ve Ş ey-
tanı ne de dervişi mahv etmek istemeyişidir, onları barıştırmağa çalışmasıdır.

Dervişin bir eli ile Ş eytanı bir eli ile de Nemrud'u yakalamas ı, nefs-i emmaresini ve
o nefs-i emmareye tâbi olan vücudunu, maddesini hükmü alt ına alması demektir, yani sa-
dece nur kalmas ı demektir.

213— Yüz yirmi dört bin Peygamberden murad Adem'in hakikat ını bilmeğe muktedir.
olanlardır.

214— Dervişe, Nemrud hakkında Adem 'in ve Enbiyaların şefaatçı olmaları şudur:
Nemrud, surettir. Adem'e de suret lâz ımdır, zorunludur ve fakat suretin hiç bir kabahat ı
yoktur, olamaz. İş surette de ğil, siyrettedir. Sureti iyiye veya kötüye sürükleyen siyrettir ki siy-
rettieki bu iki kuvvete de biz (Melek) ve ( Şeytan) diyoruz.
Dervişin, ben işimi bilirim demesi de icmale, zata i şarettir. Zira, işi bilen zattır ki ic-
maldir.

215— Ş eytanın dervişe söz vermesinden maksat art ık Şeytanlık etmeyip, yani celâle
varmayıp hep cemâl olarak hükm edece ğidir. İşte nefs-i emmare böyle demekle onun sureti
farz olunan Nemrud ta dervi şe kul oldu yani o da hep cemâl olarak hizmette bulunma ğı
kabul etti. Çünkü nefs cemâl olnca o nefse tâbi olan suret te bittabi cemâl olacakt ır.

216— Yani artık azdad ortadan kalkmış, yalnız zat kalmıştır

151
217— Dervişin gönlünü kaybetmesi şudur: gönül zatt ır, ruhtur ki bütündür; fakat,
sıfatlara, kesafete girmekle parçalanm ıştır.

Suretlerde ve mertebelerde bu parçalanan gönül insan vücuduna, insan suretine gir-


diği an yine bütün bir gönül, bütün bir ruh olur. Yani gönül, ruh insan suretinde oldu ğu gibi
zata varmak, kaybetti ği gönlünü bulmak ta ancak insan suretine gelmekle olur.

218— Babanın koyduğu isim neslen olan isimdir ki Adem'dir.

Baba Sema'ya; ana da Topra ğa işarettir. İnsan toprağa gidince orada neler olmaz ne-
ler... ma'den olur, nebat olur, hulâsa her şey olur ve bu suretle de bir sürü isim al ır.

219— Esmâ-ı külli sırf farktan ibarettir. Onun için de Abdal' ın gizli olan ismi, gönlü
her şeyden müsta ğni olan zattır ki esmâ- ı külliyye ondan ç ıkmıştır.

Gönül, ruh- ı izâfrnin sıfatıdır.

220— Dervişin Şeytanı görmesi nefs-i emmareyi görmesidir. Şeytanın dervi ş ile Musa'yı
görmesi de nefs-i emmarenin ,ayni vücutta olan, nefs-i mutmainneyi görmesidir. Ve Firavn
ile Şeytanın adamlar gönderip dervi ş ile Musa'yı getirtmeleri de Ş eytan ile nefs-i emmarenin
cemale hâkim olmak istemesidir.

221— Firavn' ın Musa'ya: öyle bir Allah' ı gözünüzle gördünüzmü? demesi şudur: Fi-
ravn, nefs-i emmarenin suretidir ve nefs-i emmare, daima hakikati gören nefs-i mutmainnenin
zıddıdır.

Musa'nın: hiç kimse onu göremez demesi de, her şey odur, gayrilik nasıl olur demek-
tir. O her şeyi bakmadan görür, çünkü, her şey odur ve her şeyi bilen odur.

Nefs-i emmaresine ma ğlub ve onunla hareket eden herkes Nemrud'tur, Firavn'd ır..-
Nefs-i mutmainne ile hareket eden herkes te İbrahim'idr, Zekeriyya'd ır, Musa'dır, derviştir.

Câzuluk, sihirbazl ık demektir. Guya Musa sihir yapm ış ta asâs ı Ejder olmuş .

Dervişin Şeytana daima hükm etmesi de refsi-i mutmainnenin nefs-i emmareye dama
galebesini gösterir.

Dervişin Firavn askeriini sapan ta şı ile taşlaması nefs-i emmareyi bir daha dü şünme-
mektir, tamamen terktir. İşte (Hac)ta Şeytan ta şlamanın ma'nas ı da Nefs-i Emmareyi ver-
mektir.

Dervişin Firavn' ın başından boreğini kapmas ı nefs-i emmarenin gururunu kald ırması-
dır. Dervişin, Şeytanın torbas ı ile Firavn' ın boreğini Musa'nın önüne koymas ı da mağlub
olan nefs-i emmareyi nefs-i mutamainnenin aya ğı altına sermesidir.

Musa'nın dervişe aferin demesi, suretin siyrete hamd etmesi demektir. Zira, dervi ş,
nefs-i mutmainne, siyrettir; Musa ise surettir.

222— Musa'nın dervişe:bnuların torbas ını ve boreğini ver demesi şudur: Ş eytan da
ayni vücuttand ır ve azdats ız vücut olamaz. Bunun için, nefs-i mutmainnenin emri alt ında
olmak şartıyle yine ııefs-i emmareyi serbest b ırakmak demektir. Çünkü, nefs-i mutmainnenin
bilinmesi, nefs-i emmare ile mümkündür.

Dervişin Şeytanı ayağından asmas ı, onu tamamiyle emri altına alması, onun bütün
arzularını kırması demektir.

152
Firavn' da, Şeytan da, Musa da, Dervi ş te hep dervi ş in nefs-i mutmainnesi ve nefs-i
emmaresi vücudundan ba şka değildir.

Süleyman ismi ârif lere i şarettir. Süleyman anlar demek arifler anlar demektir.

Süleyman kelimesi ebced hesab ı ile ve noktalar ı atmak şartıyla (Vedud) kelimesine,
yani (Pek müşfik) anlamına gelen Allah' ın sıfatına eşittir.

223— Dânâ olmak, her ilmi bilmekle arif olmak demektir.

224— Kendini bilmek, varl ığı bütün mertebeleri ile birlmek demektir.

225— Arifleri toplayıp sohbet etmek, Allah ile sohbet etmek demektir. Gerçekte ârif
Allah'tır, onda tecelli eder. Sohbet etmek için ârif bulamazsan o zaman kendi kendine
tefekkürle zevk et. Çünkü ka'be sende, Allah sendedir.

226— Sözünde sadık olmak, yalan söylememek, inkar etmemektir. Çünkü, her şey
ki doğru söyler ayni Hak't ır, azdad ı yoktur, hılafı yoktur.

Bir şeye yüzde yüz inandınmı işte o hakikat olur ve mutlaka has ıl olur.

227— özünü özüne vermek, her şeyden sıyrılıp yalnız kalmak, yani zat ile zat olmakt ır;
seyrandır, mi'raçt ır. Bu da ancak ,tenhada tefekkürle kaabildir. Bu suretle olan tefekkür
yolu terakki yoludur, hak yoludur, Hak'Ic ın tecellilerine mazhariyyet yoludur.

228— Kaafile göçtükten sonra sen seninle kal ırsın demek, ruhunla, zat ınla baş ba şa
kalırsın demektir.

Sen seninle kal ırsın deyip te sen yaln ız kalırsın dememesi şudur ki: senin seninle kal-
man, farka gelip zat ını bilmen i'tibariyledir, yani farkta olan her şey de senin kendinden baş-
ka değildir. Bilmek olmasa, (Sen) kelimesi de olmaz.

229— Kaafile başı yüzüne bakmaz demesi şudur: çünkü, Hak kabul edenindir; Hak'k ı
bilen Hak olur. Ona muhabbet edene o da muhabbet eder.

Her kaafile de kendi cinsine mensub olanlar taraf ından teşkil edilir; ârif arifle, cahil
câhille, hayvan hayvanla bulu şup sevişir. Ne yapdınsa onu bulacaks ın.

230— Sarhoşluktan maksat, hayale kap ılmaktır. Nitekim sarhoşluğ un maddi etkisi de
budur.
Sarhoşluğa kapılmamaktan bir maksat ta suretin nereden geldi ğini bilmek, fakat, ona
tapmamakt ır, Çünkü, esas var olan senin özündür, özünü bilirsen hakikata var ırsın.

231— Hak'kı talabten maksat Hakkı bilmektir. Bilmek demek te farka gelmek demektir,
farka gelip milyonlarca mertebede kendini bilip sevmek demektir. Bu demektir ki her merte-
bede bir sevgi, bir muhabbet, bir bilgi mevcuttur ve bunlar ın hepsi zat sevgisi ve bilgisidir.
Bu tafsilimiz yedinci bat ındandır.

232— Çünkü insan sureti Hak sureti, idrâk suretidir. Dolay ısiyle hakikat ancak insan
suretinde anlaşılabilir. Kendini ancak o surette bilebilir ve o surette kurtarabilirsin. Yoksa
diğer bütün şeyler yok sayılır. Çünkü, onların varlığı insanın varlığı ile, idrâkin mevcudiyeti
iledir.

233— Bu da her şeyin aslını bilmekle olur.

153
234— Matlub olan maddeler de ğil, tefekkürdür; asil tefekkür, zati tefekkürdür ki ken-
dini ancak onda bulabilirsin .Zira maddelerde zat bak ımından zatın gönlü dağılmıştır. Eğer
sen zat ile Meşgul olursan dağıttığın gönlünü toplamış olursun, baki olursun, a'lâ olursun.

235— Dünyaya ap ışıp kalmak zerrelerde kalp ıp kendini kaybetmektir.

236— Saraydan maksat insand ır. Onun sahibi de enfüste ve âfakta, yani yine, insanda
olan Sultani Ruhtur.

Sultandan utanmaktan maksat ta nefs-i emmarede kal ıp hakikata, yani nefs-i mutmain-
neye, Sultâni Ruha varamamak , onu bilmemek demektir.

237— Çünkü o söylenen Hak'tan gelen sözdür.

238— Yani, kendi kendini red etmi ş olursun.

239— Sen, bilginin mikdar ınca sensin ona göre sarfta bulun.

240— Yani sen seni bilirsen selâmete kavu şursun, çünkü, hakikata vard ın demektir.
Yani insân-ı kârnil, Hak oldun demektir. Öyle olunca da emin olursun. (Ve men dahalehu
kâne âmenâ).

241— İşte senin içinde oturan Sultand ır. Onu bilmek kendini bilmek demektir, hariçte
bilecek bir şey yoktur.

242— Vücudun kubbesinden maksat kafaya ç ıkmak, yani tefekküre yükselmek, dola-
yısiyle de a'laya, lâhuta kavu şmaktır.

243— Korkulu menzillerden maksat esfelde olan mertebelerdir.

244— Çünkü bu gibi bilgiler sıfatlara ait bilgilerdir dolay ısiyle de hayâldir, gölgedir.

245— Muhammed ve Ali kendilerinden önceki filozoflar ın bütün fikirlerinin medlulle-


rini bilfiil eşya ile mertebelerle ıspat ettiler ve esas ın hulul olmayıp zuhur olduğunu ve esas ın
nereden geldi ğini, nası l birbirine karıştığını, nasıl gizlendiğini, nasıl ayan olduğunu birer
birer açıkladılar.

Şark Felsefesi dedi ğimiz felsefenin kıymeti de işte bu tek hakikatta toplanmaktad ır.
246— Hak, kabul edenindir, ikrâh edenin de ğildir.

247— Femen ya'mel miskaale zerretin hayren yereh (Zilzâl: 7)

Ettiğimiz nasihatı kabul edip etmemekle, ya şadığm nisbette hayır ve şeyden uzak kala-
mayacağın cihetle, kabul edersen kabul etti ğin derecede hayır, kabul etmezsen etmedi ğin
derecede de şer görürsün.
248— Dünyanm ferdası, yine gayb âlemidir.

249— Ankaa, ismi var cismi yok bir ku ştur ki gerçekte (Külli Ruh) anlam ınadır
Ankaa, maziyi, müstakbeli ve bu demi cem eyleyen ve bunlar ı farka gelme dolayısiyle
yapan (Nur)dur. Mevcut olan nur olup (Zaman) de ğildir. Eğer zaman mevcut olsayd ı onu
gösterebilmemiz gerekirdi. Fakat ,kim zaman ı gösterebilir? Biz ancak, mevcut olan şeyleri
gösterebiliriz. Çünkü, onlar vard ırlar. Ve çünkü onlar ın aslı nurdur ve çünkü nur daimi olup-
(Fark) tır. Nurun görünmesmesi de yokluktur. Bizim tak'ib etti ğimiz bu nurdur, bu nurun ke-
safetidir. Kesafeti yapan da üç renktir ki bunlar nurdan ç ıkmıştır.

154
Geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman teslistir, çünkü, varl ık teslistir. İldiiği görebilmek
için arada mutlaka bir berzah yani bir üçüncü olmak laz ımdır. Mesela, bizim, içinde bu-
lunduğumuz (Şimdiki Zaman) dır ki (Geçmiş)i ve (Gelecek)i yap ıyor ve bildiriyor.

Şuna iyice dikkat etmelidir ki (Geçmi ş) ve Gelecek) ( Ş imdiki Zaman)a mevkuf olup
ikisi de ( Şimdiki Zaman) ı bildirmek içindir.

Kısaca, (Zaman,) ( Şimdiki Zaman) dan ibarettir, yani (Zaman) içinde bulundu ğu-
muz (An) olup tek bir and ır.

250— Sahba'dan maksat mest edici bütün şeylerdir, madde-i aşktır.


Bu sahbanın kadeh içinde raks etmesi de şudur: eski filozof lar ve dü şünürler Şer Allah' ı
iyilik Allah'ı, Güzellik Allah' ı ..... gibi bir çok Allah'lar ayırmış larsa da bütün bu hususlar-
da hüküm süren Allah hep bir ve ayni Allah't ır Çünkü her şey odur. Yalnız bu dünya
mertebeler dünyas ı olduğundan sözü de mertebelere göre söylemek ve bu sözleri de halka
anlatabilmek için hep ba şka başka işler gören ba şka baş ka Allah'Iardan dem vurulmu ş,
dolayısiyle halkta da bu gibi tasavvurlara ve inan ışlara sebeb olunmuş tur Hakikat ise bi-
zim dedi ğimiz gibi olup ve bir olup zevkiniz de, hayat ımız da, aşkım= da hep aslımıza birer
kademe yaklaşmaktan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, onları yapan biziz, onlar ken-
di başlarına birer varlık değildirler. İnsan ayrı, hadiseler de ayr ı ve başlı başlarına birer şey
değildirler. Hadiseleri ayapan insand ır; çünkü , as1 olan insand ır ve hadiseler, insanın dev-
rinden başka değildir. İ nsanın seyr etti ği her mertebede o mertebeye göre bir hadise' zuhur
eder.

251— Dalgalanan derya muhabbet deryas ıdır.

252— Ma' şuk vechi demek; zat ın yüzü demektir. Ma' şuk zattır. Onun yüzü de valua
imal bakımından insanda toplan ırsa da âfâk ta insan ın kendi vücudu sayıldığı için dıştaki
her şeyde de onun rengi, onun yüzü vard ır. Bu sebeple de yalnız insan şeklini değil, bütün
diğer şekilleri de hep birlikte mertebe ve derecelerine göre sevmek iaz ımdır. Ariflerin aşkı
böyle olur. Çünkü baki olan zat ın yüzüdür, her nereye baksan hep o görülür, hep odur.
Her şeyin beğenileni (Gül-ü Hamra) d ır. Fakat, dikkat edilirse her güzel şeyle bir-
likte onun zıddı da vardır ve mesela gülün dikeni de vard ır ve gül dikeni ile birlikte güldür.
Bu azdat iledir ki biz her şeyi fark ederiz ve severiz. E ğer z ıtlar olmasa, fark olmaz, hayat
olmaz. Ve nihayet bütün bunlar yok olucu oldu ğundan geriye o ma' şukun (Gül-ü Hanıra)-
smdan yani, o zatın yüzünden, ruhundan ba şka ne kalır? Şu halde her gördü ğümüz, her sev-
diğimiz şekilde sevece ğimiz şey maddesiyle ma'nasiyle o zat olacakt ır;, gülün kırmızı yaprak-
ları veya dudak, göz.. de ğildir. Bütün azdad ı ile birlikte o zat ı, o nuru seveceğiz. Maddeler
birer vasıtadan başka bir şey değildir. İşte Mecnun, işte Leyla, işte Mevla!

Eflâtun'un (Kadınların Ortak Olması) nazariyesine de burada kısaca dokunursak bu


nazariyeden maksat, kad ınların birer oruspu olmas ı demek olmayıp aşkm her şeyden üstün
tutulması ve ancak sevişenler arasında ortak bir hayat kurulmas ıdır.
Hulâsa, en güzel kim ise onu avlamak ve kavramak gerektir.

253— Gül-ü Hamrâ'dan maksat güzelliktir, fakat zata ait bir güzelliktir; k ısaca, zattır,
zatın tutulmaz, kapılmaz bir nişanesidir ki ruhtur.
Bu gül-ü hamra aşkı doğurmaktadır. Aşkın tuzağı da o gül-ü hamranın bulunduğu vü-
cudun, yeni insan ın mesela gözü, ağzı kirpiği.. vesairesidir. Sen o gül-ü hamra dolay ısiyle
o insanın bu maddi şeylerine takılıp kalıyorsurn. Halbuki bu maddi şeyler fânidir. Baki olan,

155
bu maddelere o rengi veren, o a şkı veren ruhtur ki senin sevdi ğ' in de esasta işte o ruhtur, o
renktir. Nitekim maddi organlar ı ne kadar muntazam ve ne kadar güzel olursa olsun ölü
bir iman hiç bir zaman sevilemez. Çünkü o cesette art ık insanı cezb edecek renk, ruh yoktur,
asl olan zat yoktur. İşte bütün varl ıktaki, küldeki bir insandaki renk te tenasüp te o zattan
gelmektedir, onun rengi ve tenasübüdür. Şu halde yapılacak tek iş güzel olan her şeyi sev-
mektir Hakikat budur, insanl ık budur. Zaten her şeyin mertebesine, nisbetine göre bir güzel-
liği vardır ve bu güzelliklten her an faydalanmand ır. Hocaların güzele bakmağı haran etme-
leri asılsız bir şeydir, hakikatte merduttur. Güzellik, kimde olursa olsun, zata aittir; onda-
ki madde zatın maddesidir. O güzeldeki her şey zattand ır ve bendeki her şey de yine zattan-
dır. İş böyle olunca yapı lacak tek iş sevişmiktir, visaldir, yani asla varmakt ır. Çünkü, o benim,
ben de oyum. Asl olan bu sevi şmede dini ve hukuki merasimler intizam- ı âlem içindir, hakka
hukuka riatyet içindir. Fakat, gerçekte nura varan a şk yolunda hakkı gözetilen her a şk çi-
çeği seni nurdan ayıran büyük bir perdeclir.

Valua nisbette a şk insan için bir beladır. Çünkü aşka, yakalanan bir insan nisbi olan
bütün şeylerini unutur ve terk eder. Fakat, insan asl ına bir kademe daha yakla ştığı içindir
ki aşk mukbuldur ve sevmek ve sevilmek esast ır. Esasen insan da sevmek ve sevilmek demek-
tir. Aşık olan her insan ın her işi insancadır; onda kötülük, riya ve saire aranamaz Çünkü za-
ta varan ulviyete var ır, hayvanlıkta kalan da esfelde kal ır ve esfelin bütün kay ıtları ile kayıt-
lanmış olur ve o kayıtlarla hareket etme ğe mevcbur olur.

254— Hocaların, kaba sofuların güzellerden kaçmalar ı onlarm Şeytanlıklarındandır.


Onlarda bulunan nefs-i emmare ki Şeytan'dır, onlara daima azap vermek ister, yani
Şeytan o vücudu bu gibi güzelliklerden yoksun b ırakıp daima azap içinde bulundurmak ister.
Halbuki Allah Kur'an ın bir çok yerlerinde, Sure başlarında insanın ahcsen-i takvim üzre
yaratıldığına kasem eder, varl ığın bütün güzelüliğinin insanda topland ığını, insanın aşkın
başlangıcı ve sonu olduğunu söyler. Fakat, bu hususu ancak a şıklar idrâk edebilmişle.rdir

255— Temenna farktan, isti ğna da lahuttandır, Aşıkta temenna, ma' şukta da isti ğna
vardır. Zira, aşık, ma' şukun zerresidir, parças ıdır. Külli aşk, nur, ma' şukun zatındadır. Bun-
dan ötürü de aşıkı n temennilerine zaten ihtiyaç ı yoktur. Eğer a şıkla ma'şukta ayni temenniler
vuku bulursa o zaman a şıkın ma' şuk olması lazımdır ki en yüksek visal da budur, en ulvi a şk
ta budur ki zata kadar dayan ır. Leyla ve Mecnun'da Mecnun' un ilk defa Leylâ'ya temenni-
leri vardır. Fakat , sonra Leyla'n ın da Mecnun'a temennileri olunca Mevlâ'ya kadar, zata
kadar yükselebilmi şlerdir.

256— Her güzelin eli saki-i baki elidir, yani Hak elidir. Baki olan saki de, her bir güzel-
dir. Bu da bilişe ve görüşe bağlıdır. Sunulan caam- ı mey de aşktır.

257— Hayvanlıkta kalmak fenada kalmakt ır. Zira hayvanda baka, ebediyyet yoktur.
258— Teklif hükmü farktand ır, imkandandır ve bu da şekillerin çeşitli olmasını ge-
rektirir. Fark ta ayni vücut oldu ğundan şu halde vücut bir vücuttur. Fakat, bu birli ği de iki-
lik gösterir. A'lâ ve esfel birdir, ikisi de birbirinden ayr ılmaz. Hatta, hayat bu ikisinin birle ş-
tiği yerde doğar.

259— Küllü şey'in hâlikün illa vechehu (Kasas: 88)


Bütün şekiller Faili olup yalnız Hakk'm yüzü bakidir ki bu da (A'yan- ı Sâbite)dir.
260— Altı yönü yapan insandır Fakat, insan da fani olmakla dünya da bir hayalden
ibarettir demektir. Şu halde her şey hayaldir. Ancak , a'yan- ı sâbite sâbittir ve o tek bir nur-
dur. İşte o a'yan- ı sâbite de, o nur da Hak'kın yüzünden ibarettir.

156
261— Bütün mertebeler s ırr-ı aşktır ve bu mertebelerde gezen ve onlar ı bilen de kâmil
insandır, âriftir. Arifler ise hem içinde bulunduklar ı vakte hükm ederler hem de ona uyarlar.
Çünkü bunların ikisi de birdir; şekilde kalmak kay ıtlanmaktır, cahilliktir

Vakte uymak ( İbn'ul-Vkat) metrtebede bulunmakt ır. Vakte hâkim olmak (Eb'ul-
Vakt) ta mertebesizliktir. İşte ârif, her ikisini toplayand ır.
Kısaca, aşkın sır oluşu kesrette her şeyin birbirine perde oluşudur.

262— Mâsiva, yani mutlak vücudun, Allah'ın gölgesi Hak'kın sözüdür. Her şey Hak'-
kın sözüdür. Her şeyi her şey eden, varl ığı varlık yapan beş duyu organımız Hak3un sözü-
dür. Bu bakımdan mâsiva farkt ır ve fark olmasa varl ık olmaz. Şu hâlde, mâsivayı atamayız
ve şu hâlde, cezbeye tutulmu şların zata visalleri için:

a— Kendi vücutlar ı olan dış varlıktan tecerrüd etmeleri,

b— Ve bizâtihi kendi maddi vücutlar ından tecerrüd etmeleri, yani s ırf zat ile zat ol-
maları doğru bir hareket de ğildir. Zira mâsiva da onlar ın kendi vü'utlar ıdır ve ayırdıkları
takdirde tevhitte şirk hâsıl etmiş olurlar. Onun içindir ki kâmil insan hem maddeyi hem ma'-
nayı toplamıştır, her ikisini de yerinde yaapar ve geçer ve hiç biri ile kartlanmaz.Mâsivan ın
,

terkinden esas maksat, gölgeyi b ırakıp zata varmaktır, visâldır.


Her neye baksan senin varl ığındır, varlık ta hep sensin.
Bu Hak nutku hâlin gereklili ğindendir. Çünkü her şey bulunduğu yere ve âna göre
meydana çıkacaktır ki kendini o anda ve o yerde o suretlerle o mevcutlarla bilsin ve dolay ısiy-
le sevsin, zevk etsin. Hakikatta ise ân daimidir ve birdir, yani hep (Hâl)d ır, (Geçmiş) ve (Ge-
lecek) oyoktur. Geçmi ş ve gelecek teslisin iki kolu olup bunlar (Hâl)i göstermek içindir,
anlamak içindir. Fakat, bu an da hayâld ır. Fakat, tevhid ehli kendinden başka bir vücut ya-
pıp şirk etmiş olmasın deye bu hayali de atmaz.

263— Esmâ ve s ıfatın daimi devri (O her gün bir şe'ndedir) âyeti gere ğincedir ki zatın,
kendi cüzlerinden yine kendine olan visalidir. Bu visâl için de mertebelerde yüksek makam-
lara erişmek lâz ımdır Vakıa varlıkta esfel ve a'lâ ayni bir vücuttur ama visâl daima alâda-
dır, tekâmüldedir, ekmeliyettedir. Meselâ insan elleri ile ok şar, ağzı ile öper, burnu ile kokar,
fakat, insan ayaklar ı ile ne öper ne kokar.

264— Bu Allah'tan ümid kesmeyiniz sözü de s ırf zahiri olup yine zâhiri olan âlemin
intizamını bu sözden müştak bir çok hareketlerle idare ve idame etmekten ba şka bir şey de-
ğildir.
Şiirdeki (Lâ taknatu...) âyeti yan ında ayni ma'nay ı Şamil olan şu âyetlere de i şa-
ret edebiliriz : (E ğ er kulum benden sorarsa ben ona onun şah damarından daha yakm ım) ve
(Beni çağırırsanız ben de icabet ederim). Bu âyetlerin zahirlerinden de istinbat olundu ğuna
göre (Dua), icabet sebebidir ve ihsan ve atâya vesiledir. Halbuki ezdi takdirin de ğişmesinin
mümkün olmadığı ve vaki davetlerin ezeli ilmi suretlerde hüküm ve etkisi olamayaca ğı da
şüpheden varestedir. Şu hâlde bu iki ayr ı hüküm arasında bir uygunluk kurulmas ı gerekir
ki o da şudur: ilâhi ilmi suretler ve Allah' ın ezdi hükümleri dua ile ne de ğişir ne de başka-
laşır ve duanın, istenen şeyin ele geçmesini etkileyici hiç bir rolü yoktur. Ancak, dua şunun
için lâzımdır ki kullar, dua ile kendi Allah'larma olan ihtiyaçlar ını i'lân ve i'lâm etmiş ve bu
suretle de Allah'lığa ait olan mukaddes haklar ı yerine getirmiş olurlar.
Kısaca siz Allah' ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Gerçi, (Kalem) yazm ış ve kırıl-
mıştır, yani mukadderat ne ise o olascakt ır, fakat, bu ümid ve bu ümid sebebi ile yap ılacak
hareketler de o mukadderatta dahildir.

157
Her şey birbirine ba ğlı olarak (Kader)i meydana geitirir ki kader birdir, fakat çe şitli
şeylerle ve hareketlerle meydana gelir.

265— Feyz-i Hüda şu demektir: Allah' ın feyzi her zerrededir. Zaten her zerre Allah' ın
feyzi ile var olmaktad ır. Var olan şeyler de yine o feyz ile de ğişip başkalaş makta ve dolayısiy-
le, yine var olmaktad ır. O feyz olmasa ne hareket ne de şekil olur. Devran ı meydana getiren
dört unsur da nurdan s ırası ile hep o feyzden gelmektedir ve e ğer Allah o feyzi kesecek
olursa ortada hiç bir şey kalmaz. Fakat, böyle bir tasavvur asla söz konusu olamaz. Çünkü
varlık asıldır, yokluk yoktur. Madem ki ben var ım, benim organlarım vard ır, şu hâlde her şey
de benim yüzümden ve benim için vard ır. Şu hâlde, Allah ın feyzinden ve rahmetinden ümid
kesilemez.

266— Cezbe-i Rahmanla Subhana ermek demek Rahman s ıfatı ile bütün s ıfatların
camii olan zata ermek demektir.
267— Cana ermek, zata ermek demektir.

268— Kân'a ermek te yine zata ermek demektir.


269— Taklit te tahkik te mukayyettir. Bu sebepten yüzümü her şeyden münezzeh olan
zata döndüm, zat oldum, bir şeye ihtiyacım kalmadı.

270— Gerek Keramet ve gerek Velâyet, yani ma'nevi hâkimiyeti ben istemem. Seyr
bana melâmettir, yani Melâmili ğin esası olan (Hüzn)dür. Yani insan ın, bütün, esfel ve a'lâ
her şeyden geçip, bulunduğu insan şeklinde hakikati tam kavramış olup saslını tefekkür et-
mesi ki böylece asl ından uzaklaşarak şekillere büründü ğü için hazin bir seyrden ba şka bir
şey görmemesidir.

271— Varı hiçe saymak, iş te Melâmet'in aslı ve esası da bu (Yokluk)tur. Onlar, yaln ız
Allah'ı görürler ve görüneni Allah bilirler.

272— Aşkta yanıp mutlak mahv olmak demek fena ender makam ı demektir. Yani fâ-
nilik makamından da geçmek, hatta böyle bir laftan da geçmek demektir.

273— Fakir-i divane demek benim varli ğım, vücudum benim değildir, Allah'ındır, şu
hâlde ben bir hiçim, varl ık sahibi değilim demektir.

Divâne, kelimesi de varl ığa nisbetle mevcut olan beyin ve onun tahassul ettirdi ği var-
lığa göre (Akıl)dan geçmek, akla ihtiyaç göstermemektir. Çünkü benim vücudum olmazsa
vücuda taalluk eden ak ıl nasıl olur? Bende öyle bir ak ıl var ki o aklın düşünmeğ e hiç ihtiyacı
yoktrur. Çünkü benim aklım, artık, zâti bir akıldır ve ben zat oldum.

274— Yine geldim seyrana demesinden maksat şudur: evvelce divâne olup maddiyat
ile meşgul olmayıp doğrudan doğruya zat ile visâlde idi, fakat bu cezbe hâli tamamlanmam ış,
noksan bir (devr) olduğundan (Fetedelli) ile tekrar maddiyatta gezmek ve ir şad etmek için
maddiyata tekrar gelmiş bulunuyor, ve gerek cezbe hâlinde ve gerekse bu sefer hâlindeki
maddi seyranda cüzlük bakımından kendi zat ına hayranlık gösteriyor ve yine zat ında karar
kılıyor.

275— İ krardan maksat Hak'kı ikrardır.

276—Pir eteğini ezelden tutmak şudur: Pir de ben de ezdi ve bir olan varl ığız. Be-
nim şimdi onun eteğini tutmakl ığım ezelin tafsilinden ibarettir

277— Şeriat, kâinat nizam ıdır ve ben onu isimler için, yani maddi avarl ık için öğren-
dim. Esma, Şeriattandır.

158
278— Hakikati da ayni zat için, yani zat ile zat olmak, zât ımı zâtımda bulmak için öğ-
rendim. Müsemma hakikattandır.
279— Ma'rifeti de s ıfât için öğrendim. Yani bana bağlı olan organlar ım ve tâbilerim
nelerdir. Bunları bilmek için ma'rifet ö ğrendim. Yoksa, zât ı rn bakımından bilgiye ihtiyac ım
yoktur.
280— Tarikata hizmetim de ezldendir, yani ezelin takdiri şimdi tafsile gelmektedir.
281— Gülşenden gerçek maksat bilgi meclisleridir.

282— Bülbülürn gülşende öttüm demek her şey ma'rifetin bir goncas ıdır, dolayısiyle,
kâinat ta bir gül şendir ve ben ki bir insan ım o gülşenin bülbülüyüüm ve ötegelirim. Yani
söylediklerim ezdi hakikatı n ifadesinden, tafsilinden ba şka bir şey değildir.

283- Aceb s ırra eri şmek demek Hak'kı kendinde kendini de Hak'ta bulmak demektir
ki bu istiğrak hâli, zâta ula şma hâlidir.

284— Hayvandan maksat hayvani hayatt ır, yani hayattır. Hayat beni anlamaz zira
o maddeye aittir ve maddi varl ık benim eriştiğim bu zata bu isti ğraka yaramaz, ; dolay ısiy,
le de onu anlamas ı mümkün değildir.

285— O ateş süzân bile benim ne derece yand ığımı anlamıyor. O da yapt ığından ve
benden habersizdir.

286— Yani, eskiden lafla anlad ığım, akılla idrâk ettiğim şeyleri benim mürşidim bana
hâl eyledi. Artık lafa ihtiyacım yok. Yani, artık farktan çekildim, ben zât oldum.

287— Mürşidin ledün hayatını içirmesi demek insan ı her şeyin aslına ulaştırması de-
mektir ki asıl hayat ta işte bu asla sdayanan ma'nevi ledün hayat ıdır.

288— Sırr-ı Subhan bütün sıfatları toplamıştır. Varhktan geçmeyenler o s ıfatlarda kal ıp
onların fâni olduğunu ve Subhanın sırrını anlayamazlar.

289— Toprağa secde etmekle cennet bulunmaz. Ne zaman ki insana secde edersin o
zaman cenneti bulursun. Zira, Hak insandad ır. Hakk'ın varlığı insanın varlığı iledir. İşte her
şeyin sen olduğunu bildiğin zaman cenneti de bulmu ş olursun.

Şeytan, insana secde etmedi ği için recm edilir, yani cezaya çarpt ırılır. Sen de Şeytan
,

gibi olma.
290— Meyhaneden maksat a şk evidir, yani insan ın kalbidir, gönlüdür. Gönlün meyi
de aş kta, sevgidir. Yani insan ı sev, insandaki güzelliği sev, insandaki ruhu sev ki onun gön-
lüne giresin, Hak olasm.

291— Sen bu meyhanede dönen sâkiyi bul, yani her yüzden her şekilden mevzi ve maka-
ma göre aşk sunanı bul; o iki âlemirı sahibini, maddiyatta Rahman ve ma'neviyatta Rahim
olanı bul!

292— Meyhanede sakin ol, yani insanın gönlünde yerle ş ki Hak oradad ır ve onu bulur-
san kurtulu şa erersin. Yaln ız Hak'kı düşün ve yalnız Hak'kı sev. Hak ta yalnız insandadır.

293— İşte yallah ve billâh bu hakikat üzerine yemin ederim ki Kur'anda yaz ıdan en
büyük kurtuluş budur. En büyük kurtulu ş, en büyük visâl aşkı bulmak ve benliği aşkta yak ıp
nur ile nur olmaktır. Yoksa zühd ile de ğildir.

294— Kalb-i selimden maksat ezeli ve ebedi veisaldir ki Hak'ka ula şmaktır ve gayriliği
ortadan kaldırmaktır. O zaman her şey sen olursurn., Her şey sen olunca ebedi visâl da sen-
den sana olur ve sende olur. Bu hâlette dedikodunt ın artık sözü olurmu?

159
(Bekta şilikte Belli Ba şlı Merasimler Ek Notları)

1— Tarikatın şartları : kabul, muhabbet, riza, hizmet, gönül ba ğlama.

Tarikatın hükümleri : ma'rifet, sehavet, yakin, s ıdk, tevekkül, tefekkür.


Tarikatın erkânı : ilim, hilm, sabır, şükr, hüsn-ü hulk, ihlâs, riza.
Tarikatm binası : tövbe, teslim, zühd, takva, kanaat
Tarikatın vâcibleri : irade, havf, zikr, dünyay ı terk, heva ve hevesi terk,
Tarikatın farzları uzlet, kanaat, kalb zenginli ği, şevk, ihsan.
2— Bektaşilikte Tac, Kemer, H ırka, Sancak, Çırağ, Sofra kutsal Pir emanetleri say ılır.
Bektaşilikte, diğer tarikatlarda oldu ğu gibi, Şeyh elinden Tac giymek,H ırka giymek te
vardır. Hatta zikr telkini de vard ır ki gizli Zikr ashab ından Abdulhalkık Gacdivânrnin Şey-
hi Yusuf El—Hemedâni'den Ahmed Yesevi'ye ve ondan da Hac ı Bektaş Veli'ye ulaşmıştır.
Bektaşiler, asılda (Gizli Zikr) yapanlard ır ve bu usül (Nakşbendi) tarikat ında (Kalbi Zikr)
ile meşgul ulular arasında da geçerlidir.

Hz. Ca'fer'den rivayet edildi ğine göre Hz. Muhammed'e Cebrail'in getirdi ği nurdan
Tac on iki tereklidir.

Tacdaki on iki terek, insanda bulunan on iki kötü huyu terke i şarettir.

Tac'm kubbesinde on iki tere ğin birlşeştiği yerde bulunan düğme ye de (Hakikat Nok-
tası) denir ve Allah' ın Zâti Ahadiyetinin birli ğine iş arettir.

Tac'da bir çok özellikler vard ır:

Tac' ın:

İymanı : Hakikat menzilidir.


kelimesi : Tekbirdir.
kalbi : Pir'dir.
farzı : Muhabbettir.
sünneti : Hizmettir.
guslü : Yaramaz insanlardan uzak durmakt ır.
kilidi : Müşkil hâl etmektir.
hayatı : Pâk tutub dirlik ile giymektir.
memâtı Halk eline vermektir.
üstüvası : Süfli âlemden ulvi Meme tahvildir.
canı : Başta görünmektir.
aslı : Dünyayı terktir.
fer'i : Câhillerden uzuk kalmakt ır.

160
Ta= kubbesinde : (Küllü şey'in hâlikün illa vechehu) yaz ılı dn.
Tac' ın ortas ında : (Yasin v'el-Kur'ân'il-Hakim) yaz ılıdır.
Tac'ın içinde : (La ilâhe illallah Muhammed'ün Resulullâh Ali Veliyyulah)
yazılıdır.
Ve yine:
Peygamber tarafından Hz. Ali'ye K ırmız ı Sarık sarıldığı da kuvvetle rivayet edilmi ş-
tir.
Tac, aslında, on iki terek (dilim)li olan Tact ır. Fakat, Bekta şilikte belli başlı iki çeşit
Tac vard ır:
A- Dört terekli olan Tac ki buna (Tac- ı Edhemi) denir. Bu Tac, Nak şilere ait olup
teberrüken Bekta şiler de giyerler.
Rivayete göre (Edhemi Tac) ın dört tereği (Tecerrüd ve Masivay ı Terk) in pek ârifane
bir ifadesi olan (Terk-i Dünya Terk'-i ukbâ, Terk-i Hesti, Terk-i Terk)e i şaret imiş.
Bekta ş ilerde (Elif Tac) denilen Tac da giyilir ki bu Tac şekli Pirin Türbesindeki
sanduka üzerinde görülür. Ancak, özellikle, Bekta ş ilerin Babagân kısmı, teeddüben, bu (Elif?
Tac) ı giymezlerdi.

B- On iki terekli olan Tac ki buna (Tac- ı Hüseyni) denir ve bu Tac, özellikle, Bekta ş ?
ş Here mahsustur.
Bu on iki terekli Tac' ı giyebilmenin de on iki şartı vard ır ve bu on iki şartın her sâlikte
bulunması zorunludur. Zira on iki terekli Tac giymek, Hakk' ın sırrının (Kalbi Zikr) maka-
mına ulaşıldığına işarettir.

On iki ş art şunlardır:

1- Cahilliği bırakıp ilim tahsil etmek.


2- r&siliği bırakıp Allah'a ve Resulüne itaat etmek.
3- Nefs heva ve hevesini terk edip isti ğfar etmek.
4- Gafleti terk edip daima Allah' ı anmak.
5- Cimriliği bırakıp kaanatkâr olmak.
6- Dünya muhabbetini terk eddip Allah'a ve Resulüne muhabbet etmek ve Hak'ka
tevekkülde bıamnmak.
7- Dünyanın yüksek mertebelerini ve kibirlenip böbürlenme meylini terk edip
zühdte bulunmak.
8- Şehveti terk edip takvaya sar ılmak.
9- Gururu terk edip tevazu sahibi olmak.
10- Müslümanlara cevr-ü cefadan s ıkınmak ve onlara faydal ı olmak.
11- Aç gözlülü ğü ve aceleciliği bırakıp cömert ve sab ırlı olmak.
12- Allah' ın (Kaza)s ından yüz çevirmeyip Allah'a teslim olmak, yani kaszaya r ıza
göstermek, belâya sabr etmek ve ni'mete şükr etmek.
İşte bu on iki sıfatla hakkiyle s ıfatlanan sâlik Tac giymeğe layıktır.

Ve yine:
(La ilahe illallah) kemlimesi de on iki harft ır ve (Muhammed'ün Resullah) kelimesi
de on iki harft ır. Bu sebeple de Tac giyen kimsenin (Tevhid) kelimesini dilinden dü şürmemesi
gerekir.

161
(Gaybi) şöyle demektedir:

Tâc, ma'rifet Tâc ıdır sanma gayri Tâc ola


Taklid ile tok olan hakikatta aç ola.

Hırkaya gelince: h ırka da Hz. Muhammed'e Mi'racta Cebrail taraf ından giydirilmi ş
tir. O da Ali'ye, Ali de Hasan Basri'ye giydirmi ştir ve ondan da diğer tank ulularına geç-
miştir. Hırka, (Fahr-i Dervi şan)dır.

Hırka'nın özellikleri de şunlardır:

Hırkanın:

İ ymanı : Mürşidini sevindirmek.


Kalbi, Kıblesi: : Pir.
Zâhiri : Her nesneyi örtmek; Pin anlamak.
Bâtını : Edeb; S ır; Hakikat.
Guslü : Dünyayı terk.
Namaz ı : Hakkına kanaat, ululuk, anl ık.
Farzı : Mürşide muhabbet.
Sünneti : Hizmet.
Canı : irade, icazet.
Kilidi : Tekbir.
Ustüvası : Didar.
Yen'i : Tarikat.
Eteği : Dervişlik. Dervişlik odur ki cümle âlem yok olsa insan kendine hiç
bir dert edinmemek, yani kendini tamamen yok bilmek.
Yakası : Uzlet, Sürur.
Hırkanın yakasında şunlar yaz ılıdır: (Yâ Sabûr! Yâ Ş ekûr! Yâ Halim! Yâ Mecit !Ya Kerim!)
Hırkanın içinde şunlar yaz ılıdır: (Yâ Vâhid! Yâ Ahad! Yâ Samed! Yâ Ferd!).
Hırkanın ardında da şunlar yaz ılıdır: (Yâ Hâl ık! Yâ Vekil! Yâ Veli! Yâ Şehid!).
Bütün bunlarla birlikte H ırka giymenin ba şlıca şartı (Ayıbları Örtücü Olmak)tır.

3— Mürşid'in şu gibi vasıfları haiz olması şarttır:


1—Ehl-i Sünnet v'el-Cemaat üzre olmak.
2— Bâtın ilminden haberdar olmak.
3— Akil ve kâmil olup müridlere güzel nasihatlar etmek.
4— Cömert olmak.
5— Şeci olmak, yani kimsenin zebunu olmamak, yaln ız Allah'a boyun e ğmek.
6— Şehvete ve kad ınlara düşkün olmamak.
7—Dünyaya muhabbet ve ülfet etmemek ve müridlerin mallar ına göz koymamak ve
çiftçilikle u ğraşmamak.
8— Müridlere şefkatlı olmak.
9— Halim olmak.
10—Avf edici olmak.

162
11- İyi huylu olmak.
12- Müridin kendi ihtiyacı varken onu kendi işinde kullanmamak.
13- Kerem edici olmak. Zira kerem Hanedan-1 Beyt sıfatıdır.
14- Allah'a mütevekkil olmak.
15- Hakk' ın rizas ına daim teslim ve raz ı olmak.
16- Kaza'ya riza göstermek.
17- Vekarlı olmak ve ande vefa göstermek.
18- Acele etmeyip sükânet üzere olmak.
19- Ahdini hiç bir suretle bozmamak.
20- İkrarında sabit olmak.

Mürşidin bu vasıflarına karşılık (Mürid)in de aşağıdaki vasıfları haiz olması şarttır:


1- Teybe ve telkin üzre olmak.
2- Zühd ve takva üzre olmak.
3- Mücerretlik.
4- Sünnet ve Cemaat ehli olup bid'at ehli olmamak.
5- Takva ehli olup haram yememek.
6- Sabırlı olmak.
7- Evrada ve ibadete cehd etmek.
8- Şeytan'a kar şı koymak.
9- Cimri olmamak.
10- Kimseye iftira etmemek.
11- Cömert olmak.
12- Kendini ve haddini bilmek.
13- Niyaz ehli olup yüzünü yerlere sürmek.
14- Gönül şehrinde Allah'tan başka şeye yer vermemek.
15- Melâmet.
16- Şeyh'i inkar etmemek. Zira, ikrar ı inkâr iymansızlıktır.
17- Ş eyhin huzuruna edeble girmek ve ona ta'zim ve tekrim edip sözü edeble söyle-
mek.
18- Kibr ve gururu atmak.
19- Her halinde Şeyhe mütabaatla mür şidi kendine na= bilmek.
20- Her hal ve kârda Allah'a riza üzre bulunmak.
4- Post, Hz. Ismail'in (Kurban) ından kalmıştır ve yukar ıda açıkladığıınız üzre On
iki İ mam'a nisbetle On iki de Post vard ır.

Post serilirken şu ayetler okunur:

"Siz ittika üzre bulunun ki belki kurtulu şa eresiniz - Vettekulahe lealleküm tuflihtin"
(Al-i İ mran: 200). Ellezine yünfikune fisserâi veddarai yel kaziminel gayze.. (Abi İmran: 134).
Postun başı (Teslim)dir, ayağı (Hizmet)tir, sa ğı (El Tutmak)tır), solu (Nefsi S ındırma-
mak)tı •, dışı (Sebat)t ır, içi (Temkin)dir, ortası (Muhabbet)tir, mihrab ı (Cemal)dır, Şarkı
(Sürur), Garbı (Rüunet)tir, şartı (Erenler önünde ba ş eğdirmek)tir, can ı (Tekbir)dir, Şeriatı

163
(Yok Olmak)t ır, Tarihat ı (Hayf)t ır, marifeti (Riza)d ır ve Pirler korkusudur, hakikat ı
(Vuslat ve Tevekkül Menzili)dir ve (Otur Dedikleri Yerde Oturmak) t ır.

Post'un dört yan ında da: (A'zamtu ileyke Yâ Ali!, Ekremtu ileyke Ya Ali!., Eslem u
İleyke Yâ Ali! En' amtu ileyke Yâ Ali) diye yaz ılıdır.

5— Bu altı Âyin şunlardır:

1—Cuma geceleri yap ılan mu'tad haftal ık Ayin.


2— Taliblerin ikrarını alma (Telkin) Âyini.
3— Tekkeye nezr edilen k ızlar devran ı Âyini.
4— Mücerred Babalar Âyini.
5— Balım Sultan Âyini.
6— Tekvin Âyini.

6— Bu Âyinler de şunlardır:
1— İlk vüsül Âyini.
2— Bakireler Âyini.
3— Babalar Âyini (Bu Âyinde asla kad ın bulunmaz).
4— Asa. Âyini.
5— Dört Kap ı Âyini.
6— Âyin-i Cem.

Bekta şilerin (Bayram)lar ı da dörttür:

1—Kurban bayramı.
2— Nevruz bayram ı (21 Mart).
3— Hızır İlyas bayramı (6 Mayıs).
4— Matem bayramı (10 Muharrem).
Bektaşiler, (Ramazan Bayram ı)nı, Sah- ı Velâyet, Ramazan sonlar ına doğru şehid edil-
diğinden mâtem günleri sayarlar ve bayram yapzmazlar.
Bektâşilerin en büyük bayramlar ı (Nevruz)dur. Bu günde Ali (Mevlid)i ve Nevruziye-
ler okunur, sema'lar edilir, çünkü:
a— Bu gün Hz Ali'nin doğum günüdür.
b— Bu gün Hz' Ali'nin Fatıma ile evlendi ği gündür.
c— Bu gün Güneşin (Hamel) burcuna girdi ği gündür.
d— Bu gün Eski Türklerin la şliktaın yazlığa çıktıkları , yani yeni bir hayata kavu ş-
tukları için şenlikler yapt ıklaırı gündür.

Bektaş iler, Hızır İlyas gününü de Peygamberin do ğum günü olarak kabul ederler.

7— (Cem) kelimesi (Cemşid) isminden gelmektedir ve ona i şarettir.


Cem, bilinmektedir ki Şarab' ı iycad eden kimsedir, dolay ısiyle , içki âlemleri de Cem ş id
tarafından kurulmuştur ki bu alender sazl ı, sözlü ve raksl ı aşk ve sevda âlemleridir.
Büyük bir (Asya) Edebiyat ına sahib olan Cemş id âlemleri sırf zevk âlemleri, s ırf
insani aşk âlemleri idi ve bu âlemlerde güzele taabbüd edilirdi.

164
8- Bektaşilikte icra olunan usul ve erkân ın her biri Hânedân- ı Ehl-i Beyt'ten kald ığına
nisbetle icra olunur. Bunlardan biri de Ayinlerin gerektirdi ği şu on iki hizmettir:

1- Tarikatçı ( İmam Hasan El - Müctebâ)


2- Yatakç ı ( İmam Hüseyn Sehid-i Kerbelâ).
3- Berber (Hz Muhammed Hanefi)
4- Zâkir (Hz. Abdussamed).
5- Sofracı (Hz. Abdulvâhid).
6- İbrikçi (Hz. Selmân-ı Pâk).
7- Sâki (Hz.Tayyib).
8- Meydan hizmetçisi (Hz. Abdulmiuin).
9- Gözcü (Hz. Abdülkerim).
10- Pervâne (Hz. Abdullah).
11- Çırağcı (Hz. Hâdi-i Ekber).
12- Bevvab (Hz. Abdulce111).

9- Eşik, çiğnenmez. Zira, filmin kapısı Hz. Ali'dir. Bu sebeple kap ıya arka çevirmek
te günahtır.

Eşik te ikidir: Üst e şik ve alt eşik. Üst e şik (Muhammed) ve alt e şik te (Fatıma)dır.

10- (Dar)dan muksud (Hallac- ı Mansür Dâr) ıdır.


11- Tevellâ ve Teberra'n ın iki ma'nası vardır: zâhiri ve hakiki.

Zdhirisi : Abâ'nın velayetini tan ımak, onları sevmek, onları dost bilmek ve onlar-
dan yardım ve şifa dilemek, yani (Tevellâ) etmek; Yezid ve sülalesinden uzak durmak ve
çekinmek, yani (Teberrâ) etmek.

Hakildsi : Hâl ehlinin TevelTs ı Hak'kın rizasıdır; Teberrâ's ı da masivallahtan, hat-


ta kendi nefsinden de geçmektir. İşte gerçek Tevellâ ve Teberrâ budur ki insan bunlar ı ken-
di nefsinde bulmak gerektir.

Her insanın Tevella'sı ve Teberra's ı kendi nisbetine göredir. Fakat, kul ehlinin Tevel-
lâ'sı bir yönlüdür ki o da Muhammed Ali aile erkan ı= eteklerine yap ışmaktır ve hâlis ve
muhlis olarak onlar ın delâletiyle (Vandet)e eri şmektir. Kul ehlinin Teberrâs's ı da odur ki
Muhammed ve Ali'nin vasiyetlerini tutup Ali ailesine ve evlâtlar ına düşman gözü ile bakıp
hakaret edenlere de tam dü şman olmaktır.

12- On iki İ mam'a, takdisen, (Sillsilet'üz-Zeheb) denir.

Hz. Ali'ye, takdisen de (Devhat'ül-Zeheb) denir.

Buraya, On iki İmam hakkında, (Seyfi)nin bir medhiyesini yazal ım:

Bihamdilâh ki islânum delilim Mustafa geldi


Emirim, rehberim, Sâh ım Aliyy'ül-Murtaza geldi
İmâmım ol kerem kanı nice ben sevmeyem âni
Resulün kurret'ül-Ayni Hasan Hulk-i Riza geldi.
Feda olsun ana can ım kim oldur dinim iymanım

165
İ ki alemde Sultanım Hüseyn-i Kerbelâ geldi
Ana İ ns-ü Melek bende en ednâ bendesi bende
Cihanın kutbu alemde Ali Zeyn'el-Abâ geldi
Muhammed Bakır ol Şahım İ mam Ca'fer durur malımı
Bulardan Mûse-i Kaz ım ki ol nûr-i Hüda geldi
Yüzüdür Kaaf- ı v'el-Kur'an göründü Ka'be-i irfan
Cihana rahmet-i Rahman Ali Musa Riza geldi
Takiy Şah-ı Velâyettir Nakiy nûr-i hiyadattir
Bular makbûl-i Hazrettir ki bize rehnüma geldi
İmam Askeri kıblem eşiği taşıd ır Ka'bem
Yolunda can-ü dil vermem bana gâyet safa geldi
Muhammed Mehdi-i âhir gele bir gün ola zâhir
O vaktin harici münkir bu dergâhtan cüda geldi.
Behey derviş gözün aç bak cihan bunlarlad ır revnak
Buların bastığı toprak gözüme tutya geldi
Sözün (Seyfi) ilahidir kelâm ın nutk-ı Şahidir.
Hakikat burc-i mahidir bu medhin bi-baha geldi.
13— (Ve dâiyen ilallahi.... sirâcen münirâ (Ahzab: 46)
14—Kapı dörttür. Makam k ırktır. Erkân on yedidir. Menzil üç yüz altmış altıdır.

Velâyet tabakas ı on ikidir. Velâyet dairesi yedidir. Velâyet bölü ğü dörttür.

Mezheb dörttür. Milet birdir. F ırka yetmi ş üç olup bunun yaln ız bir güruhu (F ırka-i
Nâciye) dir di ğer yetmi ş ikisi (Furuk- ı Dalle)dir.

Dört kapıdan birincisi ( Şeriat), ikincisi (Tarikat), üçüncüsü (Mar'ifet), dördüncüsü


(Hakikat) kap ısıdır.
Ş eriat kap ısı, doğru i'tikad ve amel ile hizmet edip Hak Taalân ın didarını görmek, in-
sanlara hizmet ve izzet etmek ve Şeriat mizamnda tamam olup Şeriat ehlini hakir görme-
mektir.
Tarikat kapısı, tarikatın gerektirdiği işlerde uzun yıllar hizmet ile gönül dile ğini ve
kalb isteğini bulup tarikat ehline murad ını vermek ve velayet göstermek ve keramet izhar
eylemek, bu suretle de Tarikat mizan ında kâmil olmakt ır.
Ma'rifet kap ısı, Allah' ı tanıyıp tesliyet bulup rizaya kavu şmuk, başkasının aybını ört-
mek, gönlünün muradını tanıyıp zâhir ve batt ın kavramış kişileri hoşnud eylemek, HakTaa-
lânın nurunu her yerde görmektir.

Ma'rifet akl ın nuru, canın hayatı, ilmin sureti, Tarikat ın sikkesi, Şeriatın gömleğidir.

Hakikat kap ısı, hakikat nuru ile insanın kendinden geçip Mevlas ı ile kendisi aras ında
nur ile sırra erip keramet gösterip Allah' ın sırrının sırrına ermektir.

Peygamberin sözü Şeriat, fiili Tarikat, hali Ma'rifet, s ırrı da Hakikattir.


Şeriat farzd ır, Tarikat vâciptir, Ma'rifet sünnettir, Hakikat nevafildir.
Şeriat anadır, Tarikat babad ır, Ma'rifet oğludur, Hakikat oğlunun oğludur.
Şeriat Maşrıktır, Tarikat Mağrıbtır, Ma'rifet Şimâldır, Hakikat K ıbledir.

166
Dört kap ı için şöyle bir sınıflama da vard ır:

Şeriat kap ısı : Ba's.


Tarikat kap ısı : Haşr-ü Neşr.
Ma'rifet kapısı : Hılkat.
Hakikat kap ısı : Hayat.

Dört kap ıdan murad (Benlik)in yok oldu ğu mahaldır. (Birlik) bu kap ıya girmekle
mümkündür.
Şimdi, kırk makamın onu musahib makamı ; onu mürebbi makamı ; onu mür şid maka-
mı ; onu da muhabbet makamıdır.

Şeriatın on makamı şunlardır:

1- İ yman getirmek.
2- İ lim öğrenmek.
3- Namaz, oruç, hac ,zekat.
4- Helal kazanç.
5- Haramdan sakınmak.
6- Hayz ve nifas halinde olan kad ının zevcine yaklaşmamas ı.
7- Şeriat evine girmek.
8- Şefkati' olmak.
9- Pâk yiyip pâk giymek.
10- Emr-i ma'ruf ile hareket etmek.

Tarikatın on makamı şunlardır:

1-• Mürşidden el alıp tövbe kılmak.


2- Tâlib ve mürid olmak.
3- Saçını sakalını ve elbisesini temiz tutmak.
4- Nefsine mücahede etmek.
5- Hürmet etmek.
6- Havf etmek.
7- Hak'tan ümit kesmemek.
8- Ibret ve hidayet üzre olmak.
9- Cemiyet sahibi, nasihat sahibi ve muhabbet sahibi olmak
10- Aşk, şevk, safa ve fakirlik üzre bulunmak.

Ma'rifetin on makama' şunlardır:

1- Edeb. 6- Cömertlik.
2- Korku. 7- İlim.
3- Sabır. 8- Miskinlik.
4- Kanaat. 9- Ma'rifet.
5- Utanmak. 10- Kendi özünü bilmek (Men arefe nefsehu
fakad arefa Rabbehu).

167
Hakikatın on makamı ş unlardır:

1—Türab olmak.
2— Yetmiş iki Milleti bir görmek ve kimsenin aleyhinde bulunmamak.
3— Eline geçenle yetinmek.
4— Dünyada her şey kendisinden emin olmak.
5— Her işinde Allah'a tevekkül ve i'timad edip yaln ız ondan yard ım ve muvaffakiyet
dilemek.
6— Suhbet, yani sırlardan söz etmek.
7— Sır üzre olmak.
8— Teberrâ üzre olmak.
9— Münâcat üzre olmak.
10— Ş evk müşahedesi üzre bulunmak.

Yukarıda da dediğimiz gibi, yetmi ş üç milletin yetmiş ikisi dalâlette olup ancak birisi
kurtuluşa ermiştir ve daima Allah'a dua ve niyaz üzredir. İşte (Naci ve Münaci) olan bu tek
fırka İmam Ca'fer Sad ık hazrertlerine uyup dünyada küfrü iymana, cefay ı safaya, kahr ı lut-
fa ve zenginliği fakirliğe satmışlardır.
15—Niyaz, Bektaşi erkanındandır ve rica ve yalvarmak anlam ınadır. Secde, gerçekte,
Baba'ya yap ılmakta ise de ma'nada Allah'a tap ınmağı Allah'a yakla şmağı mutazammındır.
Secde, bu sebeple, Kur'anda on dört yerde gelmi ş tir.

İnsan, Allah' ın bütün isimlerinin ve sıfatlar ının mazhar ı bulunmak ve her türlü varl ık
insan için vücuda gelmiş olmak ve Hak Taalâ bütün kamali ile ancak insanda zâhir bulun-
muş olmakla insana secde emr edilmi ştir ve insandan ve insana yap ılan secdeden maksut ta
Hak Taalâ ve ona yap ılan secdedir. Çünkü, her vücudun hakikati Allah't ır, ondan başka
vücut yoktur. Her vücut, zahiren ve bât ınen Hak'kın birliğini işaret ve ispat eder.
Bu sebepledir ki secdeden maksat, sadece, aln ı yere koymak de ğildir. Niyaz, Dervi ş 'in
yirmi vasfından biridir.

16—Tercüman, Baba'dan başkaları tarafından ve usulen yaln ız olarak yap ılan duadır
ki buna niyaz da denir.

17—Yani, Ahd-ü Peyman edilen yer.

18— Gülbank, Babaya mahsus olan ve gerekti ğinde de hep birden okunan duad ır.

19—Kemer bir, beste üçtür: biri diline, biri eline, biri de beline do ğru olmaktır.

Kemerbestegan'dan as ıl maksat Hz. Ali'nin erkek çocuklar ıdır ki isimleri ve evradları


şunlardır :

isimleri Evradları
İmam Hasan Ya Allah!
İmam Hüseyn Ya Rahman!
Hadi-i Ekber Yâ Settar!
Abdulvahid Avn Ya Gafur!
Ebu Bekr Tahir Ya Tâhir!
Ömer Tayyib Ya Nâfi!

168
Osman Türab Ya Mürnit!
Muhammed Hanife Ya Rahim!
Addurrauf Ya Şekür :!
Ali Ekber Ya Afüv
Abdulvehhab Ya Vedıld!
Abdulcelis Ya Kayyum!
Abdurrahim Ya Halim!
Abdulmuin Ya Sabür!
Abdullah Abbas Ya Semi'!
Abdulkerim Ya Cebbar!
Abdussamed Ya lâtif!

Genellikle (Kemerbestegan) olarak kabul olunanlar da şunlardır:

Selman-1 Farisi, Muhammed b. Ebu Bekr, Malik Ejder, Ammar b. Yaser, Veysel
Kareni, Ebu Zer-i Gaffari, Huzeyme b. Hâris, Abdullah b. Bedi-i Hazâî, Anbdullah b.
Adil, Ebu'l-Heysem El—Tihâni, Haris Ş eybani, Haşim b. Utbe b.Ebi: Vakkas,
Muhammed b. Ebi Huzeyfe, Kamber Ali Sultan, Mürtefi' b. Vezza', Sa'd b. Kays
El-Hemedâni, Abdullah b. Abbas.

20— İ mam Muhammed Baakır ve İ mam Ca'fer Sad ık'tan rivayet edilmdiğ ine göre
(Nad- ı Ali)yi okumada kırk fayda vard ır:
1—Düşmanlar aras ında kalan bir kimse yerden alaca ğı bir avuç toprağa bu duayı
yedi kere okuyub üflerse ve sonra o topra ğı düşmanlara kar şı serperse düşmanlar kendisine
zarar edemezler.

2— Günde yetmiş iki kere okunursa insan dü şmarandan kurtulur ve dün şmanı ona
mağlub olur.

3—Bir kuyu suyu üzerine yedi kere okunur ve gusl edilirse ve içilirse sihir bozulur.
4— Misk ve zagfiranla yaz ıp ve yağmur suyu ile ezip içilirse zehirlenen kimse kurtulur.

5— Yağmur suyuna yetmi ş kere okuyub hastaya içirilirse ve gusl ettirilirse hasta iyi
olur.

6— Halis niyet ile bin kere okunursa insan mü şkilinden ve derdinden kurtulur.
7— Korkulu bir büyüğün yüzüne kar şı üç kere okuyup üfürülürse gazab lutfa tebdil
olur.
8— Bir önemli işe gönderilenin kula ğına üç kere okunup üfürülürce i ş hemen olur.
9— Cuma gününün ilk saatlar ında (ki Zühredir) bir kimse sekiz kere okuyub kendi
üzerine üfürürse herkes kendisini sever.

10—Her sabah okunursa töhmetten kurtulunur.


11— Cuma namaz ından önce halis niyet ile be ş kere okunursa uykusuzluk halini gide-
rir.

12—Sabahleyin kimseye söz söylemeden önce doksan bir kere okunursa unsurlar tes-
hir edilir.

13— Günde beşyüz kere okunursa herkese muhte şem ve muhterem görünülür ve
dünyada ve âhirette murada nail olunur. ,

169
14— Günde yüz on sekiz kere olmak üzre yetmi ş gün okunursa dü şman itaat alt ı na
alınır
15—Hâcet vaktinde yetmi ş kere okunursa dü şmanın gözü bağlanır ve o kimseyi gör-
mez olur.
16—Düşmanın ve hasetçilerin gönüllerini ba ğlamak için günde on kereden on gün s ıra
ile okunmal ıdır.
17—Her muradı elde etmek için her gün yirmi dört kere okunmal ıdır.
18— Dertlere derman, yararlara merhem ve a ğrılara Şifa için her gün yetmiş kereden
on gün okumalıdır.
19—Dile ve göze gelmemek için günde yirmi kereden üç gün okumal ıdır.
20— Kaybolmuş bir şeyi bulmak için her gün yetmi ş kere okumalıdır.
21— Peygamberi, Ali'yi ve di ğer İmamları rüyada görmek için tenha bir yerde her ge-
ce üç bin kere okumal ı ve kimse ile koşnuşmadan abdest al ıp yatmal ıdır.
22— Kapalı kapıları açmak ve müşkillerden ve darl ıktan kurtulmak için günde yedi
yüz kere okumalıdır.
23— Mahbusun habsten kurtulmas ı için günde altmış kereden yedi gün okumal ıdır.
24— Düşmanın şerrinden emin olmak veya onu kahr etmek için günde yetmi ş sekiz
kereden yetmi ş gün okumalıdır.
25— Belâdan, kazadan ve dü şmandan halâs olmak için günde yetmi ş kereden sekiz
gün okumalıdır.
26— Ilim, hikmet ve ma'rifet tahsiline muva ıTak olmak için her gün ö ğle namazından
sonra yetmiş kere okumal ıdır.
27— Makam ve devleti artt ırmak için her gün on kere okumand ır.
28— Bir kaleyi veya bir şehri feth için be ş gün, gün doğarken başlayıp dörtyüz kere
okumak ve düşmana karşı üfürmelidir.
29— Beyler yanı nda makbul ve muhteremm olmak için günde yüz kere alt ı gün okuma-
lıdır.
30— Mutluluğa kavuşmak için günde yüz kereden onalt ı gün okumalıdır.
31— Halk aras ında izzet ve Şevket için günde on kere okumal ıdır.
32— İki kişinin aras ını açmak için günde yirmi kereden yirmi gün okumal ıdır.
33— Düşmanı makamından sürmek için günde otuz kereden otuz gün okumand ır.
34— Bir topluluk aras ını açmak için otuz gün otuzar kere okumal ıdır.
35— Korkulardan emin olmak ve halk aras ında heybetli görünmek için yirmi gün elli-
şer kere okunmalıdır.
36— Düşmanlar ve hasetçiler için be ş gün yüzer kere okumal ıchr.
37— Düşmanın hile ve hud'as ından emin olmak için on gün biner kere okumal ıdır.
38— Düşmanı zelil ve hasetçiyi hadi etmek için alt ı gün yüzer kere okumand ır.
39— Her gün okunursa sihir tesir etmez.
40— Fitneden emin olmak için günde yirmi şer kere okumalıdır.
(Nâd-ı Ali) de yetmiş iki harf vardır ve yetmiş iki de hasası vardır. Bu yetmiş iki harfta
kırk üç nokta vard ır. Bu noktalar harflara eklenirse Kur'an sureleri sayhs ınca olur ki Kur'an
sfıreleri—Fâtiha hem evvel hem âhir say ıldığı takdirde-yüz on be ştir, hem (Mekki) hem (Me-
deni)dir, nüzulü de iki defadır.

170
(Nad- ı Ali)deki yetmiş iki harfın (Ebced) adet kar şılığı dörtbin iki yüz doksan be ştir
ki bu sayı mikdarınca okunduğu takdirde de insan ın her murad ı hasıl

21— Bu suretle de özellikle yedi yere niyaz edilmi ş olur ki bu yedi niyaz Fatihat'ül-
Kitabtaki (Yedi A' yet)e, dolay ısiyle (Besmele)ye ve dolay ısiyle (Hasan ve Hüseyn)e ve
dolayısiyle de (Muhammed Ali)ye işarettir.

22— Sağ ayağın kaldırılması (Küre)ye, (Müselles)e i ş arettir.


23— (bi İ smi Şah) demek, (Hz. Alki'nin ismi ile) demektir ki bu (Bismillâh)a kar şılık,
Bekta ş' (Besmele)sidir.

24— Bektaş i tarikatında (Tiğ- ı Bend), bulunulan tarikte sâbit kadem olmakl ığa i şa-
rettir.

Tığ-ı Bend, Mansur'un (Dar) ını kabul ve üç ismi birlemek ve kendinde vücut Ispatla-
mak ve nehy edilen şeyler çukurundan kurtulmakt ır.

Ve yine, Tığ-ı Bend (eline ve diline ve beline) müsellesine ikrar ba ğlamak ve and-ü mi-
sakta sebat içindir.
Tığ—ı Bend, Hz. Ca'fer Sad ık'tan zamammıza kadar izin, ikrar, icazet, tevellâ ve teber-
ra nush ve pendinde bele ba ğlanmak üzre Tarikat erkan ından olarak fıkara belinde emanet
olmuştur.
Tığ-ı Bend, üç bend ve üç isim ve üç mührü mutazamm ındır. Boğaza ve bele takılan
Tığ-ı Bend, vefa ve teslim şartıdır da.

S— Tiğ-ı Bend nedir?


C— Bulunduğu tarikte muhkem ve kavi durmakt ır ki anınla belini bağlarlar yünden
yapılan bir çeşit Tarikat âletidir.

S— Tığ-ı Bend'i üç kere düğümlerler, bu üç kere dü ğüm vurmaktan murad nedir?


C— Bu üç düğümün biri Ahd, biri Biat, biri de Vasiyyet'tir.

Ahd, mürid ile Ş eyh aras ında vaki olup Ş eyh'in emrinden dışarı çıkmamak ve Şeyta-
na uymamak ve nehy edilen şeylerden uzak durmakt ır.
Biat, müriclin Şeyh'i ile Peygamberin ashanbm ın Peygamber ile bulunduklar ı dir-
lik ve birlik üzere bulunmakt ır. Zira, ashab, başlarını ve canlar ını nasıl (Muhammed ve Ali)
yolunda,feda ettilerse müridin de ba şını ve can ını Allah'ın rizasını elde etmek için feda et-
mesi gerektir. Nitekim Kur'anda şöyle denmektedir : lekad radiyallahu anil mü'minine iz
yübayiüneke tahte şşecereti (Feth: 18)

Vasiyet, kıbleden yüz döndürmemek, dinini ve helalını saklamak ve Evet, dedi ğini ye-
rine getirmektir.

Tiğ-ı Bend'in bâtıni ma'nas ı da Şeytan ile Mü'rnin aras ında düşmanlıktır.
25— Mürşit baş parmağını talibin baş parmağına rabt eder ve onu önüne oturtur. Ta-
lib öbür eliyle mürşidin eteğini tutar. Rehber de Talinin biraz gerisinde oturur ve o da Tali-
bin eteğini tutar ve bu suretle de zincirleme üçlü bir (Vandet) kurulmu ş olur.

Babagân kolu Bekta şileri aras ında tanışmanın en yaygın şekli de şudur:
Sağ el kalbin üzerine konulur, baş parmak ta yukar ı doğru kald ırılır ve boyun kesilir.
Bektaşilerde elin de dışı değil içi öpülür.

171
26— Dem'den maksat hem kan hem de (An)d ır. Kan olmay ınca zaten zaman da yok-
tur. Zaman ın varlığı mevcudiyet ile ölçülür ve onunla vard ır. An, hiç bitmez bir şey olduğun-
dan içilen şaraba da, a şka da o (Dem) denildi. Zaten dem hep o demdir. A şk, varlık, hayat,
insan hep bu dem'in içindedir.

27— Bâde-i ahmer, yani k ırmızı şarab hakikatta şiddetli aşka, sırf madde-i a şka mecaz-
d

28— Şeker, şerbeti; dudak ta a şkı temsil eder. O a şktan buse çekmek yani öpü şmekle aşk
alını r ve verilir, yani hem sevgilimizden aşk alırız hem de ona aşk veririrz.

Bu iki ma'nadan ayr ıca üçüncü bir ma'na da şudur ki hakikata da daha yakındır:
biz sakiyi öperiz, severiz, onun için içeriz. O ı ki benim ma'şukumdur. Benim Ma' şukum da
esasta Allah'tı r. Ben esasta Allah' ı arıyorum. Ben sevgilimi sevmek ve ona tapmakla Allah'a,
zatıma tapmış oluyorum. Şu beyit te ona i şarettir:

Sevdim onu kötürü Yaradan'dan ötürü

Daha iç ve gerçek bir ma'na da şudur:

Saki'den maksat Mürşittir. Mürşit te bizi hakikat yolunda ir şad ettiğinden biz aşkımı-
n, kırmızı şarabımızı onun mevcudiyetine çekeriz. Yani onun o anl ık mevcudiyeti bize mad-
de-i aşkı içtirir. O saki ki, o mürşit ki şeker şerbeti gibi duda ğı vardır. Çünkü hakikati söyle-
yen dudaktır. İşte bizi irşad eden bu dudağa biz kemâl-i edeble ba ğlanınz ve o sözlerle, o
hakikatlarla visale ereriz, benli ğimizi onda eritiriz.

29— Ezdi müst-ü harab ız demekten maksat ta harab olmakt ır. Harab olmaktan mak-
sat ta binbir türlü çoklu ğa karışıp parça parça olmak demektir. Çoklukla milyonlrca parçaya,
zerreye ayr ılan bizler ayni varl ık, ayni Hak'kız. Hak'kın bu çokluğu ezldeki bezmde duyu-
lan muhabbettendir ve o muhabbeti bulmak için cüzlere bölünmü şüzdür ve bu suretle de
bir cüzden a şık diğer bir eüzden de ma' şuk olup kendi kendimizi sevmi şizdir ve sevınekte-
yizdir. Hakikatta, aşık ve ma' şuk ta ayni anda a şık ve ma şuk olduğundan ikisi de bu ezdi
sevgide toplanmış oluyor.

30— Misl-i şebab'tan maksat on üç ya şında henüz bülü ğa ermiş bir genç oğlan halidir
ki artık bütün insanlık benliğini kazanmıştır.

31— Kevser'den maksat a şktır. Havz'dan maksat ta külliyyettir, zât deryas ıdır.

Kevserin sakisinin Hz. Ali olduğunu söylerler. Bu demektir ki Hak a şkım tamamiyle
Hz. Ali'de ıszhar etmi ştir. Aşkı bildiren ilim ve irfaniyet tamamiyle Hz. Ali'den ahnm ıştır
İşte o aşk ta Ali sülâlesinden gelen Hacı Bektaş Veli'de mümayan olmas ından dolayı o yola
giren her Bekta şi, her insan o Kevser'den cüz'iyyet bak ımından ancak bir cür'a içebilmekte-
dir. Içtikleri Kevser şarabı da, aşk ta insan suretindeki bu hayatlar ında ve insani aşk yolunda-
dır.

32— Aşker, eski Padi şahlann oturduğu yüksek sedirdir. Fakat, bu nefesteki a şkerden
maksat aşk sahibi olanın, kamil mürşid olanın oturabileceği yerdir ki bu da (Post)tur. Bey-
tin ma'nası : İşte biz böyle bir insanı başımızın üstünde ta şınz demektir.

33— Biz Rahman, Rahim, Mâlik-i Yevmüddin kim oldu ğunu bilen ariflere in'am ede-
riz. Hüda onlara hakikat yolunu ezdi olarak açm ıştır, bütünn i'metler onlar içindir, demek-
tir.

172
34— Kanber, Hz. Ali'nin mahbubu idi ve Ali her yere onu beraberinde götürürdü. Hz.
Ali'nin sofras ını da Kanber açar ve Kanber kapard ı ve bu sofra a şk ile açılır ve aşk ile kapa-
nırdı ve sofrada a şktan başka söz edilmezdi, Kanber, esas itibariyle de cömert idi. (Kanbersiz
düğün olmaz) sözü de Hz. Ali'nin onu her yere beraberinde götürmesinden kinayedir.

Sofra-i Kanber çekmekten maksat ta insan ın kendi kendisinin, kendi a şkı m beslemesi-
dir, faz ıalaştırmasıdır. Güzeli yapan a şktır. Aşk olmasa güzel kelimesinin ma'nas ı kalmaz.
Bekta şilerin Âyin-Cem'den sonra kudrduklar ı sofraya da (Ali Sofras ı) denildiği gibi
(Kanber Sofras ı) da derler. Çünkü, yukar ıda da iş aret etti ğimiz gibi sofrayı Kanber kurar
ve: (Buyurun Ali sofras ına) derdi.

35— Yani, zât bize daha Elest bezminde el verdi. Şimdi Pirimizden el al ışımız, ezelin
tafsilinden ibarettir.

36— Sikke-i Hayder, on iki dilimli ve on iki İmam'a işaret olan (Tâc)d ır ki bu Tâc zâ-
hiren on iki İ mama olan sevginin de ni ş ânesidir.

(Hayder) kelismesinin aslı (Hay)d ır; (d ır), (içinde) demektir. Yani biz ,a şkımızla hayat
içindeyiz, varl ığımız aşk varlığıdır demektir.

37— Güzelden maksat kâmil mür şittir. Yani bizim tuttu ğumuz mürşit eli vakfa görü-
nüşte bir et parças ıdır, fakat, gerçekte Allakh' ı n elidir, (yedullaha fevka eydihim) âyetince
o el bize ondan geliyor ve onun elidir. Elden maksat ta (Yol)dur.

38— O elin rengi de musaffâcl ır, karışık değildir. Çünkü onun rengi nur rengidir, nur-
dur ki rurun rengi olamaz Çünkü, nur zatt ır, hâlistir. Renk, ancak çoclukta söz konusudur.
Ahadiyette renk olmaz, o kâmil safiyettir.

39— Tığ-i mücevher çekmek, nur çekmektir. Nur gelince zulmet gidece ğinden asıl
düşman olan cehalet te ortadan kalkm ış, mahv olmuş olur.
40— Hâneye dilber çekmek demek, bizim gönlümüzde ma' şukumuzdan ba şka hiç bir
şey yoktur. Biz hayale aldanmay ız ve hayali sevmeyiz, biz yaln ız ma'şukumuzla haşr ve
neşr oluruz, demektir.

41— Hüblardan maksat çokluktur ki o çokluktan, o bir çok şekillerden görünen yine
odur.

Virdimiz ezber çekeriz demek te bizim virdimiz a şk esmasından, güzel isimlerden ba ş-


ka bir şey değildir demektir.

42— Bakma babam şol siteme demek, sen ma' şukun sitemine bakma, çünkü o, daima
istiğnadadır demektir. Onun için eleme de sabr et. İş te eleme sabr etmek içindir ki biz hep
içeriz. Zaten ,içti ğimiz hep aşktır. Onun istiğnasından dolay ı biz daha fazla a şık oluyoruz.
43— Biz (Kaalübela)danberi, yani ucu buca ğı olmayan zamandanberi zat ım zatı ile
sevmekteyiz ki bu sevgi bizimle yard ır, beraberdir, daima mevcuttur.

44— Muhabbetin bize ezelden yâr oldu ğunu Üstad nazar ından anladık. Üstad bize bu
hakikati gösterdi ve biz de ikrar ettik. Bu ikrar ımız da yine ezeldendir. İş te nüminler muhab-
beti o vakit iktrar ettiler, münkirler de hakikati o vakit inkâr ettiler, Allah' ın muhabbet ol-
duğunu kabul etmediler.
45— Allah, Muhammed, Ali bu üç isim ayni bir şeydir ve topu birden muhabbettir.
46— Hakikat Muhammed ve Ali ile zâhir oldu. Fakat, bu iki tarafla zâhir olan Allah
birdir; hakikat ını iki tarafla bildirdi.

173
Beytullah, insan kalbidir. Nefs-i emmare ile nefs-i mutniainnenin ikisi birden insan
kalbindedir. Hak yönü, nefs-i mutmainne yönüdür, yani Rahman yönüdür. Nefs-i emmare
de Şeytan yönüdür.

47— Kudretten maksat akli melekelerdir.

48— Cebrail ki akıldır, muhabbet nurudur. Vücuttaki kafa içindeki nur, ak ıldır de-
mektir.

49— Mikâil'in riza lokmasını sunmasından maksat, hayat sunmakt ır. Mikâil, külli kud-
retten hayat verendir.

50— Azrail'in can ı cana ula ştırması bir şekli başka bir şekle sokması demektir. Meselâ
cüz iken kül yapmak, katra iken derya yapmak gibi. I şte bunları yapana Azrail denmiştir
51— İ srafil demek söz demektir. Söz olmasayd ı bütün Mem hercümerc olurdu. Gaybi
şöyle der:

Sözsüz bu âlem Adem Bir anda târâc ola.

Ve söylenen bütün sözler de muhabbet sözlerine gelip dayan ır.


52— Yerin göğün direği hep muhabbettir, yani yerde ve gökteki bütün şeylerin zuhura
gelmesinin sebebi hep muhabbettir, sevmek içindir.
Aşığın durağı olan Beytullah ta insan kalbidir ki muhabbet etti ği takdirde onun çırağı
orada daima yanar ve yanan da a şk çırağıdır.
53— Hak nazar, hep muhabbetten ibarettir. Zira Hak, zaten kendini bilip sevmek için
farka geldi. Onun bakt ığı şey bulundu ğu yer hep muhabbettir.

54— İnsanların birbirlerini sevmelerinin sebebi hepsinin tek bir can olmalar ındandı r.
Bu da, maddi ve ma'nevi en büyük bir rükndür. Yani, varl ıkta esas, insanlar ın birbirlerini
sevmeleridir.

55— Kırklar meydanı diye toplanılan meydan zât deryas ına, kâinata teşbih edilir ve
kâinatta nisbetlerde mevcut olan iyilik ve kötülük hep orada görü şülür.

Kırklar kelimesinin bir anlamı da (Çokluk)tur.

56— Gülün aslı, göbeği Muhammed, dal ı da Ali'dir. Fakat gerek göbe ği, gerek dalı, ge-
rekse yapraklar ı toptan Hak'tır. Yani, dal, gül ve yapraldar ın üçü birden ayni Hak't ır.

57— Cân, aşık; cânan, ma' şuktur. Cân, cüz; cânan külli kudrettir. Ma' şuk o cânandır
ki cüzlerine daima a şk sunar ve muhabbet te ordad ır İşte o muhabbet pek müstesna bir şey-
dir, çünkü, her mümkünü zuhura getiren o muahabbettir. Fark aleminin, mümkünler ala-
nının mevcudiyeti o muhabbettir, ondan dolay ıdır.

58— Muhabbetin arzusu cand ır, yani muhabbeti sunand ır. Sunan ve sunulun birdir,
hepsi aslında bir candır, bir insandır, alt tarafı çokluktan ibarettir. Muhabbetin arzusu ken-
dinden çıkan canı kendi canına ulaştırmakiır. Beden, can için sevilir.

Muhabbet birdir, her şey odur. Muhabbet olmasa hiç bir şey olmaz. O muhabbettir ki
mürşide hakikati. söyletir. Muhabbet, bir oldu ğundandır ki Pir de, Mürşit te ayni muhabbet-
tir. Çünkü bütün varl ık onun eseridir.
59— Tercümanlardaki sözlerden maksat s ırrın uyan olmas ı, yani sırrını tercüme et-
mektir.

174
S ırrı idrâk edebileceksen gel, yoksa gelme. Zira bu muhabbet halk içinde s ırdır.

60— Kendisinden başka bir var yoktur ki rengi ve kokusu bozulsun. Zira, muhabbet
diğer şeyler gibi hayal değildir.

61— Muhabbetin ba ş çesşmesi Muhammed Ali'dir. Zira, Hak, Muhammed Ali'den,


onların ağzından muhabbeti söylemi ştir ki İsrafil'in (Sür)u da i ş te bundan ibarettir.

62— İş te Ş irin ve Ferhad ta o a şktan tat ıp onlar da bir kül bir bütün oldular; Allah, ;
Muhammed, Ali oldular.

63— Mecnun ile Leylâ'ya Üstad' ın görünmesi, Leyla'nın Mevla olması, Mecnun'a
Leylâ'da Hak'kın görünmesidir ki Leyla ile Mecnun'un ikisinin birden Hak olmaları, Mevla
olmalar ıdır.

64— O muhabbet, zatında ezelidir. Onun sınırı yoktur. Çünkü, Allah bizzat muhab-
bettir.

65— Özge makam demek, Hak makam ı demektir, (Enelhak) makam ıdır. Özün, ma-
kam; vücudun da o makam ın mertebeleridir. Yüzün de o mertebelerin icmalidir. Bu sebeple
muhabbet te her şeyden önce yüzde ve yüze tecelli eder. Vücudun di ğer organları ancak
münferit mertebelerden ibarettir.

66— Muhammed Ali, Nur olduğuna göre mertebeler de on iki İmam olur. Zât der-
yasından muhabbeti getiren on iki İ mamdır.

Hakikat erkan ında muhabbetin olmas ı hakikatın o (Dâr)dan ve o (Didar)dan gelip


yine orada nihayet bulmas ından ötürüdür. Zaten gelen giden yoktur, hep bir (An)d ır.

( Şah) ta'biri Hz. Ali'ye nisbetiledir ve Allah'a i şarettir. Çünkü Hak, Ali'de tecelli et-
miştir. Ali'den de maksat, (Ulviyet)tir.

İş te, eğer sen ulviyete erersen bütün mertebe ve makamlar ı ile Hak'kı n insanda tecelli
ettiğini bilirsin ve görürsün.

Kısaca, Hak'k ı görmek istersen insana bak ki o da sensin.

67— Diğer belli başlı (Gülbank) (Tercüman) ve (Tekbir) ler de şunlardır:

Ahd-ü peyman ı yenileme tercüman ı :


(Bism-i Şah....

Erenler oldu iyman ım Gönülde kalmad ı şekk-ü güman ım

Şah-1 Velayet Pirim Hacı Bektaş namına ikrarım


Huzurunda secde edüp tecdit ettim and'ü peyman ım
Nutkunuzu kabul ettim, erenler nam ına terktir bu can ım
İkrarından dönene la'net!..).

Tekbir-i Teslim•

(Bismillah.. ve izestezka Mûsâ likavrnihi fekulna ıdrıb biasakel hacerete fenfeceret


minhu isnetâ a şerete aynen kad alime küllü ünâsin me şrebehum kulû ve şribû man rızkillahi
ve la ta' şev fil ardi müfsidine, azamet-i Hüda )

175
Teslim tercüman ı :

(Bism-i Şah..

Erenler erkan ı oldu iyman ım gönülde kalmadı şekk-ü gümanım


Kalkub teslim olub Hak'ka hemi şe Erenler rahma terktir bu can ım
Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i İ mam Hasan ve İmam Hüseyn ala râ salavat)...).

Bektaşi Tarikatında (Teslim Taşı) denilen ve boyna as ılan veya göğse takılan on iki
köşeli bir taş vardır. Bu taş, Bekta şilerce, (Musa aleyhisselâm ın su çıkarmak için asas ını vur-
duğu taşa teşbihen Hak'ka teslim ve rizada olduklar ını bildirmek için boyuna asılır veya
göğse takılır.

Tekbir-i Tâc :

(Bismillâh, elbhamdüllilâh ellezî caal'et-Tâc v'el-Mi'râc v' el-Minber v'el-Burak Seyyi-


dina Muhammed ve alih'it-Tayyibln'et-Tahirin.

Subhanellez1 esra biabdihi leylen min'el - Mescid'il-Haram ellezi


bârekna havlehu linüriyehu min ayatina innehu hüv'es-Semi'ul-Basir.

Elif, Lâm, Mim Allah'u la ilâhe illa hüve küllü şey'in halikün illâvechehu, leh'ül-Hükm
ve ileyhi türceûn.

Allah Allah, Sırr-ı Hak, Hanedan-1 Muhammed Ali, Tâc'ül-A.rifin,


Kutb'ur-Rahmant, Heykel'ün-Nûrânt Hz. Fir-i Destgir Hünkâr Hac ı Bektaş Vellyy'ül-Hora
sanlyy'ün-Ni şabûr1; azamet-i Hüdâ râ tekbiren, Allahu Ekber Allahu Ekber la ilâhe illâllah-
hüvallahu Ekber Allahu Ekber ve lillahil hamd, havalet-i bâ İmam Riza Huu Dost!)

Tâc tercüman ı :

(Bismi-i Şah...

Erenler raluna kemter kemine Yüzüm ferş eyledim ruy-i zemine


Giyüb ben Kaygusuz'dan Tac- ı izzet Huu diyelim erenlerin demine
Ber Cemal-i Muhhammed Ali, kemâl-i İmam Hasan ve İ mam Hüsyn ala râs alavat.).

Tekbir-i Hırka:
Bismillâh.. aliyehüm siyâbün sündüsin hudarin vestebrakin ve hallû asâvire min f ıd-
datin ve sakahum Rabbuhum şaraben tahûrâ, azamet-i Hüdâ râ teki:dr-en, havalet-i bâ
Şah-ı Evliya)...

Veya:
Hanedan-1 Ahmed'e k ıl iktidâ
Baş-ü cân-ü terk edüb eyle fedâ
Cehd edersen giydire ta erenler
Hırka-i Fahr-i Muhammed Mustafa
Allah eyvallah Huu Dost!...

Tekbir-i Tığ-ı Bend ve Kemer:


(Bismillâh... Yâ eyyühellezine âminfı'sbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullahe leal-
leküm tüfllilıfın; azamet-i Hüdâ râ

176
Tekbir Tıg-ı Bend:

(Bismillah... lekad radiyallahu an'il-Müminin, iz yübayitineke taht'e ş-Şecereti ve alime


mâ fi kulûbihim fenzelessekinete aleyhim ve esabihim fethan karibâ, azamet-i Hüdâ râ
tekbiren,...)

veya:

Allahu Ekber Allahu Ekber la ilâhe illâllahu vallahu Ekber Allahu Ekber ve lillâhil
hamd.

Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemal- ı İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ bülend
salavat, Allah eyvallah Huu Dost!).
Tıg-ı Bend tercümanı :

(Hizmet-i merdane bend ettim dil bendini


Küşade kılmışım nefsime dost pendini
Taktı Selman boynuma Tıg-ı Bendini
Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemal-i )

şam Çırağı Gülbankı : Ak

(Bism-i Şah...

Allah Allah akşamlar hayr ola. Hayrlar feth ola. Şerler def' ola. Münkir ve münafık
mât ola. Mü'minler âzât ola. Er Hak erenler dervi ş-i derdimend eyleye. Hizmetinde mukim
eyleye. Dirlikten ve birlikten ayırmaya. Hizmetlerimiz kabul ola. On iki İmam, on dört ma-
sûm-ı Pâk efendilerimiz gözcümüz, bekçimiz ola. Haz ır ve gâib erenlerin himmetleri üzeri-
mize hazır ola.

Akşamımızın hayrı gele, Pirimiz Hz. Hünkâr Bal ım Sultan gerçekler demine Huuu
Dost!..

Allahümme salli alâ Seyyidina Muhammed'in ve Ali ve'l-Fatma ve'l-Hasan ve'l-Hü-


seyn salavatillaahi ve selâmihi aleyhim ecmain!).

Çırağı yakarken:

(Bismi-i Şah...

Allah Allah, çırag-ı ruşan, fahr-i dervişan, zuhur- ı iymân, küşad-ı meydan.... kanun- ı
Evliya, kuvvet-i Abdalan... gerçek erenler demin huu, Allah Dost!).
Çırağı sır (Söndürme ) ederken:
(Bism-i Şah... Allah, Allah...
Bâtın oldu çırag--1 nur-ı Ahmed
Zâhir oldu Şems-i Mah- ı Muhammed

Allah eyveallah Huu Dost!)

Yemekten önceki Sofra Gülbank ı :


(Bismi-i Ş ah..

Allah Allah.. sofra-i merclan, Yezdân, berekat- ı HaliFür-Rahman, ha-yara -t-1


Pirân..

177
Bismillahirrahmânirrahim, ve yutimûn'et-Taam alâ hubbihi miskinen ve yetimen ve
esiren innema nutimüküm livechillahi.. la nüriclü minküm ceszaen ve la şekûra..

Allahümme Rabbena inzil aleyna mâideten min'es - Semâi tekûne lena abden Hey-
veline ve âhirine ve ayeten,minke verzakna ve ente hayr'ür-Razikin.

Lokma hakkına, cömertler demine, Evliya keremine, gerçe ğe Huuu!).


Yemek sofras ı geldiğinde okunacak tercüman

(Evvel Allah diyelim, kadim Allah diyelim, geldi Ali sofras ı Bism-i Şah diyetlim. Şah
versin biz yiyelim, demine Huu! diyelim. Allah eyvallah Huu!).

Yemekten sonra okunacak Gülbank:

(Bism-i Ş ah...
Allah, Allah, bu gitti ganisi gele Hak, Muhammed aAli berekât ını vere. Yiyüb yediren-
lere, pişirüb kotaranlara nur- ı iymân ve aşk ve şevk ola. Gittiği yerler gam ve gussa görmeye.
Hizmet sahibi hizmetinden şefaat bula. Hak erenler dirlikten, birlikten ay ırmaya, Merde
nâmerde muhtac eylemeye. Gözcümüz, bekçimiz ola. On iki İmam, on dört ma'sum- ı pak
efendilerimizin katarından, didarından ayırmaya. Üçler, Be şler, Yediler, K ırklar, Gülbank
i Muhammedi, Nur- ı Nebi, Kerem-i Ali ,Pirimiz kutb- ı Alem Hünkâr Hacı Bekta ş Veli
lokma hakkına, evliya keremine, cömertler cem'ine, gerçekler demine Huuu!).
Su tercüman ı -

(Ve sakahum Rabbuhum şaraben tahûra..)


Su içtikten sonra da şöyle denir :
(Hüseyn'e selam ve rahmet, onu şehid edene de binlerce lanet...).

Ocak tercüman ı •

(Bism-i Şah...

Şevkimiz, şefaatç ımız, Kız ıldeli Sultan efendimizden, Erenlerden, Şahlardan, Pirlerden
ola, Huuu Dost!).

Sabah yüz y ıkanırken okunacak tercüman:


(Bism-i Şah... -Allah Allah...
Dest-i kudretullah... cemâl-i Resullullah Kemâl-i Resulullah.. Kerem-i Şah-1 Ve-
layet Ali... Kerâmet-i Hünkar Hac ı Bekta ş Veli.. bi-hürmet-i Bal ım sultan..
Ber cemal-i Muhammed Ali, ken ıar-i İmam Hasan ve İ mam Hüseyn akı râ salavat..).
Akşam uykuya yatarken okunacak tercüman:
(Bism-i Şah... Allah, Allah...
Yattım Allah kaldır beni Rahmetine daldır beni
Eğer va'dem yetti ise İyman ile gönder beni
Yattım sağa ,döndüm sola, sığındım Subhanıma, Mürşidime, Rehberime, Pirime, Di-
nime, İymanıma kalkarsam Allah, kalkmazsam aâment ıl billah... destûr, Allah eyvallah!).

Her gün sabah akşam okunacak tercüman:

(Bism-i Ş ah
Allahümme ent'el - Evvelü feleyse kable şey'in, ve ent'el-Ahirû feleyse ba'de şey'in
ve ent'ez-Zahirü feleyse fevkike şey'ün, ve entle-Bannu feleyse dûnike şey'ün, ve ent'el-Aziz'-

178
ül-Hakim yâ kainen kable külle şey'in ve yâ bâkiyen ba'de külle şey'in, yâ men hüve akrebü
ileyhi min habrel-Verld, yâ men hüve fa'âlün limâ yürid, ya men hüve bil muntazir'il-
A'la ve hüve bil ufk'il Mübin, yâ men leyse kemislihi şey'ün ve hüv'es - Serni'ul-Basir ,yâ
men hüve ara külli şey'in kadir akzi hacet! bihakki Muhammedin ve alih-is-Sebtin'et-
Tahirin).

Bundan sonra da (Fatiha-i Şerif Seba'l-Mesani) okunur.

Mezar ve türbe ziyaretinde okunacak tercüman:


(Bism-i Şah...

Esselâmü aleyküm ey erenler, can gözü ile daim Hak'k ı görenler. Bu dünya varl ığını
terk edenler.

Bismillahirrahmânirrahim, beni Müslüman olarak ve sâlih kimse hükmü ile öldür.


Ber cemâl-i Muhammed Ali, kemâl-i İmam Hasan ve İ mam Hüseyn ala râ salavat...).
Mezara var ıldığında veya türbeye girildi ğinde ayak ucunda okunacak tercüman:
(Bism-i Şah...
Allah, Allah..
Cernalindir senin nür -i ilahi
Yüzündür âlemin mihr ile Maili
Ayağın bastığı ey mazhar- ı Hak
Erenler başının Tâc-ü Külah!
Niyaz olsun sana dünya-ü Ukbâ
Ki sensin cümlenin hacetpanahi

Bismillahirrahmânirrahim, ve lillah'il-Ma şkirtt ve 1-Ma ğribu fe eynemâ tüvellû fesem-


me vechullah, simahüm fî vücûhihim min eser'is-Sücûd).

Bir yola giderken okunacak tercüman:


(Bismmillâh ve billâh, tevekkeltü alallah, lahavle velâ kuvvete, illa billah..).
İstiğfar :

(Subhânallah vel hamdüllillâh ve la ilahe illallah, vallahu ekber, ve la havle ve la


kuvvete illa billahil aliyyül azim.
Estagğfurullah min zenbin ellezi alemü ve ente Allam'ül-Guyûb, Settar'ül-Uyûb,
Gaffâr'üz Zünfıb, Tevyab'ur-Rahim.
Elhamdüllillâh şakiren.. salavat..).

68— Ayinde tığlanacak kurbanlar önce canl ı olarak meydana getirilir ve bunlara ince
tuz ve su verilir ve bunlar üç nefes ve bir düvaz okunmas ı müddetince de meydan ortas ın-
da serbest b ırakılır Sonra tekbirlenir ve kesilmek üzre d ışarı çıkarılır.

179
(Bektaşiliğin Destürii ve Düstürü Ek Notlar ı)

1— Kapıya Ş arktan girilir.


2— Hakikata buradan girilir ve bu visal yoludur.
3— Mürşid Postu Muhammed Postudur, Rehber Postu da Ali Postudur.
4— Maddi açıdan.
5— Yer Şuhud alemine, gök te Ma'na alemine işarettir ve insan bu her iki âlemin yav-
rusudur ve bu ikisi aras ında gelip gitmektedir.
6— Baba olacak namzette be ş esaslı şart aranır:
1—Hiç bir uzvu noksan olmamak.
2— Hastalıklı olmamak.
3—Bektaş i babadan olmak.
4— Onbeş yaşını aşmış olmak. Yirmi bir ya ş, genellikle, (Babalık) yaşıdır
5— Çok güzel yüzlü olmak.
7— Bir anlamda Pir'den murad tövbe ve telkindir. Bununla ilgili olarak ta (Peder)-
den murat ta (Ahdullah)t ır; (Üstad)dan murat ta (Ali'ye vefa ve teslim)dir.
Meydan da erenlerden kalm ıştır Meydana Şeriat kap ısından girilir ve Erkan kap ısın-
dan çıkılır.
8— Meydan, bütün kainata i şarettir.
9— Bekta şiliğin (Bektaş) kelimesinin eski Türkçe harflere göre yanl ısı açısından da
şöyle bir tefsiri yap ılmıştır:
(B)— Bülu ğ demektir. Yani, ruh ile nefsin izdivac ından has ıl olan kalbi çocu ğunu büluğ
derecesine ulaştırarak ve tahkik makam ına nail ederek zâhirini Ş eriat ve bat ının hakikat ile
nurlundırmaktır.
(K)— Kifayet demektir. Büyük hakikati istemekte mücahid olan dervi şin kanaat hazi-
nesine malikiyyet ile dünya çirkab ından elini çekmesi ve tecerrüt etmesidir.
(T)— Türabi demektir. (Sufi toprak gibidir) fehvas ınca kibir, hased, büyüklük taslama,
böbürlenme ve kötü huylardan temizlenme ile tevazuun kemal mertebesinde bulunmakt ır.
(A)— Ülfete i şarettir. Ülfet te ârifâne bir suhbetten ve Tasavvuf ehlinin muarefesinden
ibarettir. Çünkü, Tasavvuf ehli ile oturan Allah ile oturmu ş gibidir. Hayırlara v Hak yolu-
na delâlet ülfetle olur.
( Ş)— Şerire delildir. Perhizkarhk, emr-i bilma'ruf ve nehy-i anilmünker demektir.
İşte, ancak, bu harflar ın ma'nalar ı ile hareket edenlerdir ki (Bekta ş) ismine nail ola-
bilirler.
Yine eski Türkçe yaz ılışa göre (Mürüvvet) kelimesi, (Ebced Hesab ı) ile (646) eder ki
bu rakam Hac ı Bekta ş Veli'nin hicri doğum tarihini gösterir. Ve (Bekta şiye) kelimesi de ayni
hesaba göre (738) eder ki bu rakam da Hac ı Bektaş'ın Hicri ölüm tarihini gösterir.
Mazhar-ı nûr-ı Hüdâ mihrab- ı esrar- ı Ali
Pir-i erkan- ı Tarikat Hac ı Bekta ş Veli

180
(Birkaç Ses Birkaç Nefes Ek Notlar ı )

1—Hakikat ehli için yüzdeki hatlar birer yaz ıdır ki bunlar bu yaz ıdan haberdar ol-
mayanlar için gizlidir.

2— İnsanın her parçası kâinatı meydana getirin Çünkü kâinat insan için yarat ılmıştır;
kudsi hadiste şöyle denmektedir: "Sen, sen olmasayd ın ben felekleri yaratmazd ım".

Irainatın her parças ı Hak'kın bir parças ıdır ve her parçadan Hak'ka vard ır. Kâinat
ta insanda mündemi şçtir.
İnsanın her bir parças ını, Hak ,hikmet mayas ı ile mayalandırmıştır, yani insanm vücu-
du büyük âlemdir ve hep o büyük hakikati, o büyük a şkı gösterir bir âbidedir.
3— İki göz bir görür, Yalnız (Sirâcen)den maksat hayr ı gören sağ gözdür; (Vehha-
cen) den maksat ta kötülü ğü gören sol gözdür.
4— Göz kapakları ile kirpiklere de (Fetahnâ) sûresi yaz ılmış ; yani insan kirpiklerini
açıp bakınca hakikati görmektedir ve görmelidir demektir.

(Innâ fetahnâ..)n ın hakiki ma'nas ı şudur: biz o çamuru öyle açt ık ve öyle beyana ge-
tirdik ki ondan (Adem) sureti meydana geldi. Adem sureti de en güzel bir surettir. Çünkü,
gözden o sureti gören güzeldir. Bundan ötürü de o güzelin gördü ğü şey de, ki kendi yap ısı-
dır, tabiatiyle güzel olacakt ır.

5— Allah Kur'anda: "Biz insan ı en güzel surette yaratt ık" buyurmuştur.

6— Ezdi yaratıcının insan resmini kudret kalemi ile tavsir eylemesi demek (Nun vel-
kalem ve mâ yasturûn) ile, yani (Kün) emri ile tavsvir eylemesi demektir.
7—Yani, ben bu rumuzu, yani çe şitli ş ekilleri, mertebeleri tahavvülleri, istihaleleri
niçin yaptığını, hangi şekilden hengi çe şit zevk etmek istedi ğini (Esmâ)yı öğrenmekle bul-
dum. Isimler, sıfatların isimleridir. Her sıfatın bir ismi vardır. Mesela, dıvar, taşlardan iba-
rettir amma ona dıvar diyoruz, taş demiyoruz. Hâlbuki hakikatta d ıvar ayni taştan başka
değildir.

8—Bütün esmâyı ve müsemmayı bildikten ve rumuzu anlad ıktan sonra ö ğrendim ki


bütün bunları cami olan kâmil insandır ve kâmil insan Hak't ır. İnsan bir Dergâh't ı • ki on-
da bütün mevcudat vard ır. Bütün mevcudat insan denen Dergâh' ın zerrelerini te şkil eder.
9— Subhanellezi esra (Subhâenellezi esrâ biabdihi el-leyle..) âyetine i şarettir. Ya-
ni o Subhan, kendi kulunu, yani Muhammed'i gece vakti seyran ettirdi, ona bütün mevcu-
diyeti, bütün varl ığı gösterdi ki Muhammed'te yine o Hakt' ır, Muhammed suretinde bir
cüz'iyyet göstermiştir. Ba şla bir deyi şle, Hak, kül olması bakımından yine kendi olan cüzü-
nü yine kendi olan külliyyetine yakla ştırmıştır. Esasen cüzler, küllerine, as ıllarına daima yak-
laşmaktadırlar.

181
İnsanın başmdaki saçları gecenin karanlığına benzetilmişth- ki saçlar insanın kafasını,
yani beynini, aklını örtmektedir. Ve en nihayet o saçlar insana güzellik veren madde-i a şk-
tan başka değildir. Saçlar, aleâde kıllardan ibaret değildir.

10— Insanın yüzündeki çizgiler de, hatlar da Kur'an ın birer esrar ıdır. Çünkü, insanın
yüzü Kur'anın (Fatiha)sı gibidir ve bütün insan vücudu da Kur'an gibidir. Nas ıl, (Fâtiha)
suresi bütün Kura'an ın ma'na ve esrar ını toplamış bulunuyorsa, insan vücudunun (Fâtiha)
sı olan yüz de insanın bütün ma'nasını, esrarını, ruhunu aks ettirmektedir.
Insanın yüzündeki çizgileri, hatlar ı okuya bilen bütün sırlara, bütün hakikatlara arif
olur. O çizgiler o insan ın maddi varlığının ne oldu ğunu, ne olaca ğını, ne gibi mertebelere,
tahavvüllere girece ğini gösterdi ği gibi, onun ma'nevi varl ığının da ne olduğunu ve ne ola-
cağını gösterir ve ıspat eder. Ayni zamanda hem vücutta iken hem de vücuttan ç ıktıktan son-
ra da o insan ın ne olacağını bildirir. Bu sebeple, yüzü iyi okumak gerektir.
Insanın (Fatiha)sı olan yüzdeki (Ben)ler, Fatiha'n ın noktalarını, kirpikler de Fâtiha'-
nin (Elif)lerini teşkil eder. (Elif) noktanın uzamış şeklinden, diğer harf ler de (Elif)in de ğişik
şekillerinden başka değildir. Dolayısiyle, yüz alfabesi, de ğişik harflerden mürekkep olmas ına
rağ men ayni bir hakikati ifade ederler, ayni bir a şkı terennüm ederler ve ayni bir visâle var-
maktadırlar.
11— Senin kaşların bir kokulu çiçek gibi yaz ılmıştır. O kaşlar ki (kaabe kavseyn)dir
ve binbir sırrı içermektedir. Ve bütün bunlar sana maddi bir güzellik verir, görenleri mest
ve hayran eder. Nas ıl etmesin ki senin yüzün Allah' ın defteridir ve sen onda yaz ıhsın. Bütün
aşkın, visâlin menba ı odur. Hakikat ondan gelir, ona gider.

12—Hak'kı insaf etmek, Hak'kı bütün makam ve mertebeleri ile, tahavvül ve istihale-
leleri ile gerektiği şekilde bilip onun hakkında haksızlık etmemek demektir ki insan ancak
o zaman Hak'km talibi olmuş olur. Zira, Allah' ın ve kendinin ne olduğunu gerçekten bilmiş
olur. İşte ancak bu hali ibraz edendir ki irfanla laf edebilir, böylece laf etme ğe hak kazana-
bilir.

13—Hak'km yüzünü görmek için beyni şeffaf kılmık demek, hakikata hayal katmamak,
yani Hak'kın yüzün her yerde ve her şeyde görmek, yani her yerin ve her şeyin Hakk' ın yüzü
olduğunu yakinen bilmek demektir. Beynin bu derece şeffaflığa kavuşturulması da tam bir
bilgi ile mümkündür. Bu tam bilgiyi de sen telkin mayas ı ile al ve telkin mayası ile sat. Yani,
bilgi sözle alınır ve sözle sat ılır. Gaybi'nin: (sözsüz bu âlem Adem bir anda târac ola) dedi ği
budur.

14—Aradığın kendin olduğun zaman, o dereceye ula ştığın zaman aynan saf olmu ş
olur. Yani nereye baksan hep Allah' ı, hep kendini görürsün.
15—İşte, bütün bunlar ı yapan, yaptıran Allah' ın feyzidir. Çünkü o mutlak feyz sahi-
bidir Eğer onun feyzi olmasa hiç bir şey de olmaz. Hiçbir şey fiile, varlığa gelmez.

Allah'ın feyzi, nurlar ı yapmıştır. Hakikatta nur bir ise de mertebeler dolay ısiyle ço-
ğalmıştır. Zira, kendini bilmek ve sevmek için mertebeye nüzul. etmi ştir.
16—Kur'amn sırrı Adem'dir. Çünkü, Kur'anm sâmiti de nat ıkı da Adem'dir. Zira,
Adem, bütün varl ığı kendinde toplamıştır; bütün varl ık ondan görünür, ondan okunur.
17—Rahmanın arşı da Adem'dir. Arş'ın zahirii manası maddiyatın sınuıdır, maddiyat
ile ma'neviyat aras ında berzahtır.
Hakikatta ise Rahman ın Arşı insandır. Çünkü insanın bir yönü ruha, zâta; bir yönü de
maddeyedir ve Adem arada berzaht ır.

182
18— Zat- ı Sübhân, Âdem'dir; çünkü (99) esma- ı hüsnayı kendinde toplam ıştır. İnsan
bütün varlığı kendinde toplamış olması dolayısiyle bütün isimleri de ve müsernmayı da ken-
dinde toplamış olmaktadır. Bundan ötürüdür ki insanda bütün hayvanlar ın da huyu vard ır.
,

19—Âdem'in (Ahiret) olmas ı varlığın mertebeleri bak ımından en son gelmiş olmasın-
dan ötürüdür. Vücutta iken de vücuttan ç ıktıktan sonra, da (Âhiret) insand ır.
Cennet te insandad ır. Çünkü, insan zattan gelmi ştir ve bütün mertebeleri toplam ıştır.
İşte o mertebelerden ad ım adım zata yakla ştığı nisbette onun için cennettir.

Cennetten murad zevktir. Zevk te insan gibi tekâmül eden bir varl ıkta bulunmazsa
başka nerede bulunur?

20— Hazret, yani (Zât) insandan göründü. Adem, zat ın bir nişanesidir, zattır. Âdem
hem ma'nayı hem maddeyi toplamış olmakla zât ta maddesiyle ma'nasiyle Adem'den gö-
rünmüştür. Adem, ayni zattır.

21— Asıl kitab âlemdir ve o hep mevcuttur. Ancak, bizim onu okuyu şumuz nisbetinde
taakub ve zaman has ıl olmaktadır.

Kâinat kitanb ının satırları da hadisatür ki lâyuad ve la yunsad ır.


22— Tabiat, (Levh-i Mahfuz)dur ki (A.'yan- ı Sâbite)dir. Bütün mevcudiyet, varl ık
onda mündemiçtir ve bütün varl ık odur, yani birdir. Tabiat veya Tabii demek, hep kendi
demektir.

23—Tabiatta her cisim ma'nal ı bir lafzd ır. Gerek esma ve gerek müsemma bak ımın-
dan her cisim bir ma'nayı şamildir

24— Kudsi ruh benden başka bir şey değildir. Tecelli de dört unsur ile zâhir olmu ştur.
Fakat, sen beni dört unsur olarak de ğil, kudsi ruh olarak gör.

25— Cümle nasüt- ı cihan feyzini benden alır. Zira, ben kudsi ruhum, lâhutum. Nas ıl
ki bütün varl ığı aydınlatan güneş bütün yakıscı zerreleri cami bir makam ise ve bütün cihan ı
aydınlatmakta ise i ş te ben de o lahutiyet makam ıyım ki, o nur makamıyım ki gerek Gayb ve
gerek Şuhud alemi nurunu, feyzini benden al ır.

26— Hakkı bilmek isteyenlere benim sözlerim (Sala)d ır, da'vettir, yani benim dilim
Hak'kın varlığını i'lân etmektedir.

27— Ben Hak'kın zatıyım Vasfım da (Kul hüvalluhü ahad)tir. Yani, ben ne do ğarım,
ne doğurulurum, ben (Ahad) ım. Ümm'ül-Kitab olan vücudum (Gaybi) nam ına gelmiştir
Çoklukta ben (Gaybi) namiyle and ırım. Kitab benim vücudumdur. Kitab ta ben, Gaybi de
benim.

28— Hazır-ü na= sensin demek, İşte Allah sensin demektir.


29— Arifâne, yani do ğru bakarsan, yani gerçe ği bilerek bakarsan (Nefsini bilen Rab-
bini bilir) hadisinin s ırrını da anlarsın.

Hak sana senden yakindir. Zira, sen şekilsin ve onun gölgesisin. Fakat o as ıldır. Demek
ki o sana senden yakındır. Çünkü, senin asl ın odur.

30— Ârifâne bakarsan, do ğru bakarsan, yani sende sana senden yakin olan Hakk' ı blu-
lursan o zaman sen Hak olur ve bu suretle de layezale ermi ş olursun.
31— Sen bir hayalsin ve hayal âlemindesin ve sen arada perdesin. Senin madden perde
olmuştur.

183
32— Yüz dediğimiz, baş ta dahil olmak üzre bütülü ğü ile kafa sathıdır.

Kafada bulunar hücreler levh-i mahfuzdur. Orada ne varsa insan ona göre dü şünür,
ona göre görür. Bu levh-i mahfuzun şerhini de insan ın sözü yapar. Orada olan ı söz ifade eder.
Çünkü orada bir şey olmasa söz hiç bir şey ifade edemez.
İşte, bütün kâinat ta bir levh-i mahfuzdur. Foto ğraf camı buna güzel bir misâldir. Hâ -
diseler ve şekiller de kâinat ı şerh ederler.

33— Sözümüz Kur'and ır, çünkü, insan nâtık Kur'andır.

Yüzümüz de Rahmand ır. Çünkü Allah insanı kendi suretinde yaratm ıştır.

Ve yine Rahman, hayat verici, feyz verici anlam ınadır da. İ nsanın yüzü Fâ ihat'ül-
Kitab olmakla Rahman ın tecellisi bıizim yüzümüzdür.
34— Eğer insan: ( İ nsan Kur'an ile e ştir) sözünün ne demek oldu ğunu bilmezse tabii
kemâle eremez.
35—İki kaş, dört kirpik ve bir saç yedi hatt ır ki bunlar Anadand ır. Yüzün iki yan ı ndaki
dört saç, iki bıyık ve bir de alt duda ğa bitişik kıllar da yedi hatt ır ki bunlar da Babadand ır.

Bu yedi hat yirmi sekiz harfa i şarettir ki Kur'an harfleridir.


Bu hatlar Kur'an ın (Fâtihas)1 gibidir. Bu hatlar, zattan çekiyor; ve okunup zat bilin-
sin ve zata visâl Nas ıl olsun içindir.
Bu siyah hatların yaptığı kırışıklıklar da beyaz hatlar i'tibar edilir ki hepsi otuz iki
harf eder. Otuz iki harf ta (Adem) kelimesidir. Di şlerde otuz ikidir ve di şlerden de ancak otuz
iki ayrı ses çıkabilir.
Bu otuz ikiyi dörder dörder ay ırırsak sekiz tane dört eder ve bu sekize asl olana (Bir)i
eklersek dokuz eder. Dokuz say ısı bütün sayıları, yani sekize kadar olan bütün say ıları topla-
mıştır. Kâinaktta ne varsa hep bu dokuz say ısının tekrar ı ile sayılabilir.
Ve yine, bu dörder dörder ay ırma keyfiyeti de insan ın Zebûr, Tevrat, Incil ve Kur'an
gibi dört kitaba i şaret olduğunu gösterir.
Yüzümüzde burun hizas ından geçmek üzre (nitekim geçmektedir) bir hat çizersek bu
hat (Hattt ı- üstüvâ) ya delildir ve insan kafas ının mevcutlar âleminin her iki yönünü yani
(Gayb) ve ( Şuhud) yönlerini toplamış olduğunu gösterir.

İşte, bu hatlar ı ve bunların ma'nalarını, nereden gelip nereye gittiklerini ancak ârif-
ler bilirler. Hayatımızı ifade eden beyaz hatlar ı meydana çıkaran bu siyah hatlardır. Bunları
bilmeyenler dalâlettedirler.
36— Zât' ın etle kemiğe bürünüp insan suretinde görünmesi, ba şka bir deyişle harfa
bürünmesi, anlama gelmesidir. Zat evi, asl olan yer, asl olan derya demektir. Her insan ın
bir anas ı ve bir babas ı vardır ki bunlar iki deniz telâkki edilirler. Visâl olup bu iki deniz bir-
leşince meydana ç ıkan yeni vücut ta Ana tarafından yedi hatta sahiptir. Bülû ğa erdikten
sonra da Baba tarafından olan yedi hat kendisinde zuhur eder.
37— Visâle erişmek demek devranda bir çok zerrelerden bir çok mertebelerden geçerek
insana ulaşmak demektir. Bu mertebeler birer s ırat ve bütünlü ğü ile bir (S ırat)tır ve bu s ırat-
tan geçtikten sonra ula şılan insan şekli de (Cennet)tir. Esfel olan her şey de cehennemdir.

Bir ma'nada erkek tenasül organ ı da sırat telakki edilir.


38— Şeş cihet, insanın etrafında olan altı yöndür ki kendisiyle birlikte yedi eder, yani
ruhu ile yedi eder.

184
İşte, yukarıda kısaca aç ıklamasını yaptığımız (Yedi Hat)tın esası da insanın bu altı yö-
nü ile bir de ruhudur ki yedi eder. Yüzdeki yedi hat, i şte bu esasın yazısıdır.

39— Adem, kıblegâhtır. Zira, âlemlerin zübdesidir ve çünkü izâf ı ruh ondadır. Bütün
âlem onun nefsidir, o ruhu ya şatmak için vas ıtadır. Bundan ötürü bütün âlemi kullanma
kudreti de 'Adem'dedir.

Adem, Nebi'lerin sonudur çünkü her şey onda tamam olmu ştur; bu varlık onunla ik-
mâl olunmuştur. İşte bunu böylece idrâk edersen ancak o zaman ma'nen de, ilmen de Nebi'-
lerin sonu olursun ve ancak o zaman yarat ılışın maksadı olan sevgiye, uhabbete, cemâle
yüzünü çevirebilirsin.

40— Müteşâbih olsun Muhkem olsun bütün âyetler insandad ır, onun eseridir. Çünkü
insan gerek sâmit gerek te nât ık Kur'andır. Bundan ötürü de berat insan ın eline verilmiştir

Hey saki! yani Ey Hak! art ık bize piyale sun, yani made-i a şkı sun!

41— Dört kap ı ve altı yönden ibaret olan şehir insan vücududur. Bu şehrin otuz iki
Hânedaânı da otuz iki harftır ki insan bu harflardan mürekkeb bir alfabedir.

42— Dağlar, kafadan gayri olan vücuttaki ç ıkınlılardır.

43— Ş aha mahsus saray beyindir, akli melekelerdir . .

44— İnsan üç yüz on iki bin parçadır.

45— İnsana da üç yüz alm ış altı yerden kan ve su gelip dola şır.
46— Tûbâ, "Adem'dir. Tûba'n ın kökü havada, yapraklar ı yerdedir derler. Nitekim,
insanın da başı havada ayaklar ı yerdedir.

47— İnsan vücudu da dört yüz yetmi ş yedi yerinden sinirlerle birbirine ba ğlıdır.

48— O bağların içinde de üç yüz yirmi üç bin müfredât vard ır.

49— Kur'an da alt ı bin altı yüz altmış altı âyetten müteşekkildir

50— Fâtiha'mn hem başta hem de sonda sayılması ile Kur'andaki süreler yünz on
beş eder. İş te bu surelerin asl ı da insan vücududur. Çünkü, insan nât ık Kur'andır.

51— Görünen çokluk, âlemler, bir elif'ten ba şka bir şey değildir.

Bütün kâinat bir elif'tir ve sen de onun bir mislisin. Ve bu elif te vandet noktas ından
çıkmıştır, onda mündemiçtir.

52— O elif'in aslında ne harf, ne lafz, ne ses vard ır. O elif baştan başa sırlarla doludur.
Çünkü zat ondad ır, Zât, elif'tir. Lafz ı çıkaran o elif'in unsurlar ıdır. Lafz, harf, ses unsurlar-
dan başka bir şey değildir.

53— Gerçi surette ben elif gibiyim ama ben elif de ğilim. Elif olan unsurlard ır.

Ben o cennetim ki onun yanında elif kuru bir da'vadan ibarettir. Çünkü ben ruhum,
madde değilim. Cennet te, maddelerin birbirlerine olan z ıtlarının kaldırılmasından ibarettir.
İşte azdat dolayısiyle madde kaldırılınca tekrar asla, yani bana dönmeniz cennettir. Arad ı-
ğınız benim, cennet benim.

54— Her ah! eden nefeste saltanat süren, ser çeken, yani binlerle şekle girip kendini bin-
lerle surette seven ve bu sevgi dolayh ısiyle de saltanat süren hep elif'tir.

185
Maksat ta gönüldeki muhabbet da'vas ıdır. Başımda olan elif te ancak o sevdad ır,
o aşktır.

Ben ki elif'im, bin bir suretten dönüp dola şıp yine kendime, ruhuma, nuruma avdet
ediyorum ve o zaman bir Ah! çekiyorum ve Ah! kal ıyorum.

55— Hakikat otuz iki harft ır ve insan da otuz iki harftan mürekkep bir nat ık Kur'an-
dır. Dişler de otuz ikidir ve di şlerden çıkan sada da otuz ikidir ki bütün mevcudiyettir.

Bu otuz ikiden biri cennet anahtar ıdır. O da bu otuz ikinin içinde bulunan (Sultani
Ruh)tur. İş te ona vard ığın zaman cüz'i ruhtan külli ruha varm ış olursun, dolayısiyle ebedi
cennete dalm ış olursun.

O elif, Mevla'nın adıdır, Allah'tır

Allah kelimesinin ba ş harfi (Elif)tir ve kendi mevcudiyetini cem etmek için bu (Elif)e
iki (LL) ve bir de )H) eklenmiştir.

Allah kelimesi, tam bir kelime olarak, bütün mevcudat ı, varlığı ifade eder. Allah keli-
mesindeki iki (LL) mükevvenata i şarettir. E ğer bu iki (LL)yi atarsak geriye bir (AH) ! kal ır
ki bu zata, ruba i şarettir.

Ve işte, bütün aranan ve var olan da bu zatt ır, bu aşktır.

56— Farka geldik ve cihanı var ettik, dolayısiyle Allah' ı var ettik, ad ına da Allah dedik
ki esasta zât biz idik ve farka gelen de biziz.
Hâneden maksat ta kainatfir ve insan şeklidir. Yani Allah kainatta ve insan şeklinde
görünmüştür.
57— Önce, balçığın şekli yoktu. Tekâmül ede ede nihayet insan şeklini buldu ve hâne
de kendi hanede orturan da kendi oldu.
58— İ nsan sureti vas ıtasiyle cüz'iyet ve külliyet birle ş ti ve hepsi birden aAllah oldu.
Ancak, bu sözlerimiz tefhim içindir. Ayr ılık ve sonradan birle şme yoktur. Çünkü hepsi bir
tek vücuttur.
Nokta-i amâ, görünmez nokta (ben bir gizli hazine idim...) hadisine i şarettir. Ya-
ni gizli idik, sonradan farka geldik. O noktan ın içine girdik yerle ştik ve onunla birlikte zuhur
ettik.

(Küntü Kenz) s ırrını orada söyle şmekle farka, ayana geldik. Ayana gelesiye de her zev-
ki duyar olduk. Bu suretle de onun ismine Rahman dedik. Rahman, gerçek anlamda, hayat-
taki bütün zevklerdir.
59— Kainatı birlikte yaratt ık. Zâten, hepimiz biriz. Kainat ta bizden ba şka bir şey
değildir.

60— Yedi kattan maksat yedi y ıldızdır. O yıldızlara karşı olan durumumuz da yer-
leri de yedi kat yapar.

Yedi yıldız bakımından kainat ın yedi günde yaratıldığı da söylenir. Bu da (Kün) em-
rinden sonra s ıra ile yedi yıldızın meydana geli şine iş arrettir ki bunda eski astronomik görü-
şün etkisi açıktır. Bu yedi yıldız hesab ı ile olan yedi güne de bir hafta denilmi ştir Kısaca,
kainatın yaratılışındaki altı veya dyedi gün hesab ı Dinlerin ve eski Astronomik görü şün etki-
sini aks ettiren bir görü ştür.

186
Rızktan maksat ta tahavvül ve istihaledir. Bundan maksat ta devrand ır. (Besle ve bes-
len!) tekerlemeli de devranda hep birbirimize girip ç ıktığımıza işarettir.
61— Hûri ve g ılmandan maksat zevklerdir. Zevklerin de en üstünü güzel k ızlar ve oğ-
lanlarla oldu ğundan ve bunlar da dünyada bulundu ğundan demek ki cennet te dünyadad ır.
Yani, cennet hâldedir, istikbalde
62— Sirkin bir çok manas ı vardır. Fakat, esas i'tibariyle şekilden şekle geçmektir. Vi-
sale varmak, cennete varmak; varamamak ta cehenneme dü şmektir.

Cennetin as ıl manası (ilim)dir. Cennet dereceleri de ilim derecelerine göredir ve ilim


dereceleridir. Cehennem de cahilliktir ve cehennem dereceleri ve cahillik derecelerine göre-
dir ve cahillik dereceleridir.
İnsan şekli visal yoludur, yani insandan ba şka diğer bütün maddeler ancak insan şek-
line girmekle visale ula şmış olur. Ama visale ula şmak için esas şart hakikat bilgisine sahib ol-
maktır. İnsan şekline girmek ancak bir vas ıtadır. Fakat, insan şekline girilmeden de hakikat
bilgisi elde edilemez; di ğer hiç bir şekil buna müsait de ğildir.

Mizanın gerçek anlam ı insan şekline geldikten sonra irfaniyet veya cehalet derecesin-
de iyilik ve kötülük bulmad ır. Dine göre de herkes ne yaparsa onu bulacakt ır ve yaptığı dere-
cede bulacaktır.

63— Arş, ma'neviyatın sınırı, Kürsü de maddiyat ın mecmunun ba şlangıcıdır. Arş, bü-
tün maddiyat ı da içerir.

İkten Arşı ve Kürsü'yü gezdirk durduk ve insan ı sonradan yaratt ık demek, insan tâ
ezelden vard ır. Ancak, biz taakubumuz dolay ısiyle olan şeyleri hadiseler gözü ile görüyor ve
onun için de sonradan oldu diyoruz. Halbuki biz ferman ımız ı ezelde eyledik.

Kevn-ü meb.= boş kalmamas ı lâtifin kesif olması ile mümkündür. Eğer kesafet
olmasaydı biz her tarafı bomboş görecektik.

64— Mübhem demek akla gayet zor s ığabilen kavram demektir.

İsm-i A'zam, zata, ulûhiyete, külli kudrete, mutlak vücuda i ş arettir ki o ism-i A'zam
bizde izhar oldu, onun izhar ını yapan bizim ruhumuzdur.

İsm-i A'zamın izhar ı çamurdan vücuda gelen milyarlarla şekilden sonra insan şekli
iledir Yani o, tekâmül ederek kendini insan şeklinde gösterdi ki o biziz. Çünkü, insan biziz.
Ve o, kendini ilm ile de hakikat sözleri ile de her an izhar ettirmektedir.

Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik demek letafetin kesafete ink ılab etmesi ve fakat,
yine de letafetin kesafetle birlikte mevcut olmas ı demektir. Yani, kuvvetin maddede mevcud
olması demektir. Bütün bunlar ı yapan da hep kendidir.

65— Adem ile Havva'n ın birlik olması şudur: bunlar ezelde zât i'tibar ı ile bir idiler, bir
ruh idiler, Sonra farka gelmekle unsurlar oldular ve unsurlardan da s ırasiyle insan şekline
girdiler ve buras ı ne güzel bir mekân dediler.

Acaba insan şeklini meydana getiren ve erkeklik ve di şilik cinslerini meydana getiren
sebeb nedir?

Bu mühim meseleye kesin bir cevap verilemezse de Havva'n ın Ademin eğe kemiğin-
den has ıl olması demek, eğe kemiği (Meni) nin toplandığı yer oldu ğudan, Havva Adem'-

187
in (Meni)sinden has ıl oldu demektir. Fakat, bu da nas ıl oldu? diye sorarsak bu soruyu da
kesin şekilde açıklamak mümkün değildir. Fakat, şu muhakkaktır ki daha hayatın başlangı-
cından beri ( İnsan) zümresi diye bir zümre ay ırmak mümkün değildir. Hayat sularda bir ta-
kım küçük hayvancıklarla başlamıştır ve insan şekli de işte böyle bir hayat ın tekâmülüdür.

Meni ile meydana gelen hayvanlar da memeli hayvanlar olmu şlardır. Zira, meydana
gelecek yavrunun beslenmesi zarureti kar şısında tabiat, di şilerdeki memeleri, yani gıdaların
hülasası olan süt biriken yerleri geli ştirdi ve bu suretle meni ile meydana gelen hayvanlar
memeli oldular. Fakat, yumurta ile meydana gelen hayvanlarda da (Çiftle şme) faaliyetini
görüyoruz ve onlar yavrular ını yumurtadan çıkarıyorlar ve sütle beslemiyorlar. Acaba bu-
nun aç ıklanması nedir? Bu da cevaplanmas ı güç bir da'vad ır. Ancak, biz bu konuda şöyle
diyebiliriz: Yumurta memeli hayvanlarda da vard ır ve esas ciftle şme, yumurtalarda olmak-
tadır Yalnız bazı memelilerde yavrular di şilerden doğrudan doğruya do ğuyorlar, yumurta-
dan çıkan hayvanlarda ise önce yumurta do ğuruluyor ve sonra o yumurta üzerine yat ılarak
ve bekletilerek yavrular, dolay ısiyle, doğurtulmuş oluyor.

Çiçeklerde görülen rüzgârlar veya böcekler vas ıtası ile çiftleşme ve çoğalma da başka bir
mesele teşkil etmektedir.

Adem ve Havva'hın cennette buğday yemesi sözünden maksat ta, bu ğday vücudu
besleyen ba şlıca gıda olduğundan, insan ın ruhunun vücuda bürünmesine vücut yapmas ına
işarettir. Ruhun kendili ğinden vücut yapmas ı ve kendisinin de yapt ığı vücudun içinde bulun-
ması keyfiyetinin sembolik bir ifadesidir.

Sürdük bu dünyaya puyan eyledik demesi de âzt bak ımından söylenen bir sözdür. Ya-
ni, zattan, ruhtan ayrıp kesrete soktuk, şekilden şekle soktuk demektir.

Kesrette vandeti ve vandette kestreti bulmak ve görmek usulü hakk ında da burada şuna
işaret edelim ki:
Birliği görmek kesreti bilmekle mümkündür. Kesrette yapaca ğımız bütün seyran il-
mimizin nisbetine, derecesine ve her şeyi basiret gözü ile görebilmemize ba ğlıdır. Basiret gö-
zü demek ruh demek, ilim demektir. Zira, her şekli muhit olan ruhtur. Çünkü, şekiller, ruhun
temessülünden ba şka bir şey değildir.
Kâinatı seyr etmemiz yedi göz ile mümkün olabilir ki bu yedi gözden murad yedi ma'-
nadir. Bu yedi de teferruatiyle yetmi şe kadar dayan ır, ölmeden önce ölmek te bunda dahildir.
Kısaca, bütün varl ık, kâh var ve kâh yok olarak nazara al ınırsa tam hakikat tezahür
etmiş olur. Nisbetler, taakub da bunu emr eder. Zatta ise bunlar ın hiç birisi yoktur. Orda ne
varlık ne de yokluk vard ır.
66— Tüfan, hem maddi hem ma'nevidir. Ma'nevisi: hakikati dinlemeyenler selâmet
gemisine binemediler, cehalette, felâkette kald ılar; hakikati dinleyenler ve anlayanlar ise
gemiye bindiler, yani kurtuldular demektir.
Nuh Neciyyullah demek Allah' ın kurtuluşa erdirdi ği Nuh demektir. Kurtulu ştan
maksat ta hakkikatı anlamış olmaktır.

67— Sâlih'in devesi, maddeten, zaten kaya içinde, yani (Ma ğara )da büyüyordu.
Bunun iç ma'nas ı da şudur:
Kaya ki o tek vücuttand ır, o tek vücudun unsurlar ındandır. Bütün mevcudat gibi de-
ve de o unsurlardan , o tek vücuttan meydana gelmi ştir Hatta Sâlih, (Devem nereden ç ıktı
ise ben de oradan geldim) demi ş tir.

188
İş te bir çok insanlar bu tek vücuda inanmad ıklarından dalâlette kal ıp emin olamadılar
ve yerle bir oldular, yok oldular. Bu anlam ın maddisi de Salih onlara inkisar etti de onlar bir
'Fatma yakalanarak öldüler demektir.

68— Ashab-ı Kehf şunlardır:

(Yemlihâ, Meyselinâ, Tikselina, Mern ılş, Debernûş, Şazelüş, Kefeştatayyûş, Kıtmir).

Ashab-ı Kehfin uyumas ı yetmiş veya yediyüz y ıl olarak kabul ediliyor ki bu onlar ın ha-
kikata vakıf olup o kadar y ıl devranda ruhen seyrde bulunmu ş olmalarına işarettir Bunlar
uyandı ktan sonra üzerlerindeki eski paralarla nazar- ı dikkatı çekinişler ve ta'kib edilmişler-
dir. Rivayete göre takibten kurtulmak için bunlar da ğlara kaçmışlar ve dağlarda başlarını
toprağa sokup aylarla toprak alt ında tagaddi etmek gibi acibeler göstermi şler. Bu gün Hint
fakirlerinin gösterdikleri bu gibi garibeler de onlara irca edilmektedir.

Bu gün Avrupa'n ın en makbul cins sayd ığı köpeğin de (Kıtmir) neslinden oldu ğu ba-
z ı söylentiler aras ındadır. Bu cins köpeğin ana vasfı insana çok benziyi şi ve çok hassas olu şu
imiş .

Mûsa'yı (Tûr) da okuttuk demekten maksat şudur: Mûsa, eskiden her şeyden ayr ı bir
Allah' ın mevcudiyetini farz ediyordu. Ne vakit ki onu görmek istedi kendinden gelen bir ses
ona: "Eğer sen beni (Allah' ı) görmek istersen kendine bak, çünkü Hak sende tecelli etmi ş-
tir" dedi. Nitekim buna bir misal olarak ta a ğaç Musa'ya: "Ene Rabbüküm'ül-A'lâ) dedi.
İşte o zaman Musa hakikati anlad ı ve kendi kendini dinleyerek (Tevrat) ı meydana getirdi.

Musa'nın Tur-ı Sina'ya gitmesi keyfiyetinden maksat ta da ğlar ve ta şların da kendi


nefsinden başka bir şey olmadığını idrak içindir.
Şit'e çulha dokutmaktan anla şılması gereken de şudur: zati gereklilik için Şii, madde-
lerin tahavvül ve istihale ettiklerini anlad ı ve bunun için çalıştı. Idris te bu tahavvül ve isti-
lerin, mertebelerinde nas ıl zuhur etmeleri gerekti ğini açıkladı ve bu suretle kaitnatin düzenini
sağladı . Başka bir deyişle, Ş ii, iptidai maddeyi kurdu Idris te onu hayat gere ğine göre biç-
ti dikti, yani yerli yerine koydu. D ış anlamda, Şit, çulhacılığın; İdris te terzili ğin üstadıdır

69— Süleyman'ı dehre Sultan eymlemekten maksat vücut bir vücut olmakla beraber
bu tek vücutta esfeli ve alay ı bildirmektir. İşte, Ya'kub, Eyub ve Ykusuf kıssaları da hep bu
esfel ve a'layı bildirmek ve esas olan zevki tatt ırmak içindir; maddi ve ma'nevi bütün merte-
beleri bildirrnek içindir. Ayni sebeple, yani yine bu mertebeler bilinsin diye Musa da Şuayb'a
çoban yapılmıştır.

Bu sebepledir ki kainatta öncülük, mür şitlik edenlerin herkesten ziyade devrana


vakıf olmaları şarttır.

70— Yusuf-u kuyuya atmaktan maksat ruhun ceset içinde habs edilmi ş olduğunu anlat-
mak içindir. Ruhun cesetten kurtulmas ı demek te ruhun cehaletten kurtulup alim olmas ı,
hakikati anlaması, yani vücudun da kendi kesafetinden ba şka bir şey olmadığını idrâk etmesi
demektir. Ruh bu hakikati bildiği zamandır ki cesette mahbus kalmaz ve ma'nada da mad-
dede de her şeye hükm eder, Sultan olur. Nitekim Yusuf ta maddeten kuyudan ç ıkıp kurtul-
duktan sonra Mısır'a Sultan olmuştur. Kısaca, insan nefsini bildiği vakittir ki Rabbini de
bilebilir. Bu misal yalnız Yusuf'a ait de ğil, herkese şâmildir.

İnsanın nefsini bilmesi, dolayısiyle Sultan olması da, kâinata hükm etmesi de ancak ve
ancak kendi hakikat ını bilebilmekle mümkündür.

189
Yusuf'un Züleyha'ya çatt ırılması da sevginin esas ve ezdi oldu ğuna işareti içindir.
Çünkü, Elest bezminde ruhlar bir idi, hepimiz ayni ruh, ayni nur idik .Vakta ki misal âle-
minde hayaller zuhur etti o bir olan ruh, nur, cüz bak ımından şekillere bölündü ve maddi
alemde de şekiller içinde ve şekiller dolayısiyle bölünmüş olan o tek ruh seyr etme ğe başlad ı.
İş te bu dünyadaki sevgililerimiz bize Elest bezminde en yakin olanlar ımızdır.

Yine bu sebepledir ki insan sevdi ğini daima kendine çekmek, yani onunla birle şmek is-
ter. Ve hatta, birle şme anında bile yine ona hasret içindedir. Zira, insan sevdi ğini maddeten
ne kadar sarsa ve ne kadar sevse yine de ona tamamiyle ınalik olmuş sayılamaz. İşte bu keyfi-
yet te aşk hayatının büyük kanununu do ğurmuştur : (Doymamak). Çünkü, sevi şen iki insanda
maddece birleşme hasıl oluyor ve maddi hararet dolay ısiyle ruhlarda da bir dereceye kadar
bir yakla şma vukû buluyorsa da bu keyfiyet, gerçekte, ruhlar ın vuslatı değildir. Ruhlarda
gerçek bir birle ş me olabilmek için aradaki maddelerin tammamiyle ortadan kalkmas ı zorun-
ludur. Madde mevcut oldukça ortada bir görünen vard ır, bir varlık vardır işte biz ona (Var-
lık, hayat, fark) diyoruz. Ölüm olay ında da maddemiz yok oldu ğundan ve ruh ta görünür
olmadığından ve birbirleriyle birleştiklerinden ona da ölüm diyoruz, yokluk diyoruz.

71— Davud Peygambere ud çald ırdık deniyor. Çalg ıdan maksat ruhlara zatlar ını,
yani vandet halindeki anını duyurmaktır ve çalğıdan (Mest olmak) ta bundan ileri gelir.
Ruh bu çalgı yolu ile olan vandet zevkini ilk önce Davud'ta yapt ı.

Daha başka bir deyişle, çalgının ahenkli ihtizaz ı 'anında ruhlar, derhal, (Nur) olduklar ı
ve (Vandet Halinde) oldukları zamanı hatırlarlar ve dolay ısiyle pek büyük bir zevk duyarlar.
İşte zatın kendi kendini eğlendirmesi ilk olarak Davud Peygamber de (Ud) aleti ile vaki
ve zâhir oldu.

Nemrûd'tan murad, nefs-i emmare, zulümat, hakikat ın gölgesidir.


İ brahim'den murad ta nefsi mutmainne, hakikat, nurdur.

Nemrud ve İ brahim varlığın iki zıddıdır. Ve bu iki şahıs maddeten ve şeklen de bir-
birine z ıt olarak dünyaya gelmi şlerdir.

72— Kurban kelimesi (Takarrub) anlam ına gelmekte olup Hz. İ brahim'in oğlu İsma-
il'i kesmek istemesi de kendi cüzlü ğünü külliyette mahv etmesi ve bu suretle tamamiyle zata,
visale varmak istemesidir. Halbuki, İ brahim, vücudu terk etmeden de visâle var ılacağına
arif oldu ve oğlunu ve kendini mahv etmekten çekinip elde etti ği bu hakiki visal uğruna mad-
deten bir Kurban nezr etti ki şimdiye kadar gelen Kurban kesme an'anesinin asl ı budur.

Bektaşilerin bu hususa fazla önem vermeleri de bu büyük hakiki sebepten dolay ıdır.
Yani, daha cesedi terk etmeden hakikata ula ştıklarından, hakiki visâle erdiklerinden dolay ı
bunun şerefine bir Kurban kesme ği zorunlu sayarlar.

Balığm karnını Yunus Peygambere mekan eyledik demekten maksat şudur: hakikat,
Yunus'un maddi varl ığında bir müddet habs kald ı, yani Yunusun ruhu bir müddet cehalet
içinde idi. Ne zaman ki khakikata arif oldu o zaman ruhu cehaletten kurtuldu ve guya, Yunus
Peygamber, bir bakıma, balığın karnından çıktı ve balığın karnından kurtulmak ta zulu-
mattan nûra ç ıkmak demek oldu.

73— Rivayete göre Meryem bir gün Kilisenin özel y ıkanma mahallerinden birinde yıka-
nıyor, Fakat ondan önce Meryem'in a şık' genç orada y ıkanmış ve oraya menisini bırakmıştır.
İşte bu meni derhal Meryem'e te'sir ediyor, bu suretle de Meryem, zâhiren, babas ız bir ço-
cuk anası oluyor.

190
Bu suretle Meryem'de tecelli eden kuvvet, Isa gibi yüksek bir hakikatperest zata ait
bir şekil meydana getiriyor ki as ıl mesele de o kuvvetin böyle bir zatta tecellisindedir. İşin iç
yüzü böyle olmakla beraber bu hususta, d ış görünüş bakımından, çeşitli rivayetler hâla süre-
gelmektedir.

Zekeriyya'n ın ağaç içinde biçtirilmesi de şunu anlatmak ister: zaten her şekilde ve her
harekette hepimiz ayni vücut idik. O zamanlar Zekeriyya hakikat ı, Allah'ı anlatmak istemiş
fakat cahiller onun dedilderinin hakikat ım anlamadıklarından ve onlarca onun sözünde kesin
bir inkâr bulundu ğundan, korunmak amac ı ile bir ağaç koğuuna saklanmış, fakat, orada bu-
lunarak ağaç ile birlikte kesilmiştir. Yani, Zekerriyya, cesedini tamamiyle terk ile zâta, vi-
sale ulaşmıştır.

Zekeriyya, ismi de (Zikr)den gelir ki Allah'a ulaşmanın başlanmgıcını n (Zikr) olduğu-


na işarettir.

74— Yahya'yı Hıristiyanlar ( İ lk Gelen) diye de ça ğırırlar ki bu, Yahya'n ın Isa'dan


önce gelerek Isa'n ın geleceğini haber verdiğine işaret içindir. Ba şka bir deyişle, hakikatta
Yahya, Isâ idi ve Yahya şekl ve sıfatından, sonradan, İsâ şekli ve sıfatında geleceğiini haber
verdi.

Gerçek anlamda Yahya demek hayat demek, ebedi hayat demektir.


Isa'nın da nehirde çıplak yıkanması, maddesini atıp sırf ruh kald ığına işarettir. Isâ, ilk-
ten gerçi vücuda geldi, fakat, sonra i şi tamamen ruhaniyete dökerek ruhânile şti ve kendisine
bu yüzden (Ruhullah) dendi. Isa, Allah' ın ruhu olunca da, kendi vücut maddesi kendisine
bir engel teşkil etmeksizin, diğer maddeler üzerinde arzusuna göre tasarrufta bulunma ve
meselâ ölüyü diriltme kudretini kazand ı.

Kısaca, Isa'nın nehirde yıkanması maddesinden, hayalinden, gölgesinden kurtulmas ı


demektir.

Hırıstiyanlar ın, çocukları (Vaftiz) keyfiyeti de bu hikmete dayanmakta ise de onlar


böyle bir hikmetten tamamiyle cahildirler.

75— Hak, Muhammed, Ali ile birleştik demekle teslise işaret ediliyor ki bu da birli ğe
işarettir ve bu suretle ayr ı i'tibar edilen bu üç vecudun ayni bir vücud oldu ğunu bildirmek-
tedir.

Muhammed'in Mi'rac' ı Ali ile birlikte olmuştur. Mi'racın vukû bulduğu yere (Kaabe
Kavseyn ev Ednâ) makam ı derler. Bu Mirâc' ın hakikati, her ikisinin de tefekkür hâlinde ru-
hen birbiriyle birle şmeleri keyfiyetinden ibarettir.

Bildiriye göre Mi'racta Hz. Muhammed'e (Cebrail) önderlik etti, fakat, (Sidret-ül-
Müntehâ) dan ileri geçemeyerek Muhammed'i orada kendi ba şına bıraktı. Bu rivayetin an-
latmak istediği şudur: Cebrail demek akıl demektir. Akıl ise, maddede, vücutta bulunduğun-
dan yine maddeye göre tefekkür edebilir, yani maddi varl ığın sınırını aşamaz. Başka bir de-
yişle, akıl da, bir bakıma maddidir, dolayısiyle sınırlıdır. I şte Hz. Muhammed te seyran ını
maddi aklı= son sınırına kadar yaptı fakat, daha ileri gidemedi. Ancak daha ileri gitmek
ve hakikati tamamiyle kavramak istemekle, bu sefer, akl ını bırakıp onun yerine (Ruh)una
sarıldı ve ruh yoluyla, kalb yoluyla, sezgi yoluyla seyrana ba şladı. İşte Hz. Muhammed ru-
hu ile bu seyranda iken karşısına guya bir Arslan çıktı ve nereye gitti ğini sordu. Muhammed
te Hak'ka gittiğini ve birlikte gitmelerini teklif etti ve Muhammed bu Arslana iyice bak ınca
onun Hz. Ali olduğunu anladı. Bu suretle de Hak'ka beraberce gittiler.

191
Mi'rac'ın dış anlamda rivayeti böyledir. Fakat iç anlamda ortaya konmak istenen ger-
çek şudur: hakikata tamamiyle ula şma yolunda Hz. Muhammed ile Hz. Ali maddeten
karşılaşıp ruhen birleşmişler ve Hak'ka birlikte ve bir ruh olarak ula şmışlardır. Başka bir
deyişle, Hak kendini bilmek ve sevmek için Hz. Muhammed ve Hz. Ali suretlerinde ve şahıs-
larında tecelli etmiş tir ki onların ruhları birleşince tekrar aranan zat bulunmu ş ve onunla
tekrar birle şilmiş , bir olunmu ş olur.

Mi'rac keyfiyeti, kendi derecelerinde, ariflere, kâmil insanlara da müyesseridir. Kendi


derecelerinde sözümüzden maktsat ta hakikat yolundaki ilimleridir. Esasen, bütün maddi ve
ma'nevi ilimlerimizden as ıl maksat ta böyle ilahi bir seyran yapabilme kudretini kazanabil-
memizdir. Bu da insan ın varlığını ve yokluğunu ayni zamanda bilebilmekle ve bütün zerre-
lerin kendi olduğunu görüp her şeyi , bütün varlığı o gözle görmekle mümkündür. Yani,
kendi kendimizi her bir zerre olarak ve her bir zerenin kendi bilgisi ve görü şüyle görmekle
mümkündür ki (Ölmeden önce ölmek) te budur.
76— Kuşlarla konuşma kudreti Hz. Süleymana verilmi şti, Yani Hz. Süleyman hakikata
tamamiyle ârif olmakla yerde ve gökte bütün varl ıklarla hali dili ile konuşurdu, onların ne
olduğunu bilirdi demektir.

77—Biz Elest te de şimdi de daima Hak ile beraberiz. Zira, zaten biz Hak'tan ba şka de-
ğiliz. Hak biziz ve Hüda'n ın mekan' olan kalb te bizim kalbimizdir.

Kısaca, kendisiyle, mekan ile Hak, insand ır ve biz, insan suretinde Hak'k ın müthiş
güzelliğini görmekteyiz.

78— Vandet alemi, mutlak vücut, sabit aynlar alan ı bizden ayr ı değildir. Hz. Subhân
biziz. Çünkü, esasta birz yokuz, hep ve yaln ız o vardır. Yani, biz Hak'kız ve Hak'ta biziz.
79— Kinatta her zerre, dolay ısiyle bütün âlemler birbirine s ıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu
bağlılık ta bir daire şeklindedir. Çünkü, bütün âle ınler ve âleınlerdeki her zerre, esas bak ımın-
dan, yuvarlaktır. Zira, düz olan bir şeyin başı ve sonu, dolayısiyle sınırı olacağından o mev-
cudun hareketi de s ınırlı olmak zorunluğundadır. Yuvarlak olan bir şeyin ise başı ve sonu ola-
mayacağından, sınırı da olamaz ve böyle bir şeyin hareketi de hiç bir yerde durmayan sürek-
li bir hareket olur.

Yuvarlak bir şeyde hareketin ba şlangıcı ve bitişi izâfidir, yani ba şlangıç sayılan yer baş-
langı ç ve son sayılan yer de sondur ki bu son denilen yer de yine ba şlangıçtm

İşte, bütün yıldızları içine alan böyle bir devir tavsavvur edilirse o genel bir devir olur
ve bu takdirde bütün yıldızları n hayali sınırı da (A'yan-ı Sâbite) olmuş olur.
Ş imdi, bütün alemlerin esasta nereden geldi ğini bulmak istersek, onlara gelen (Ziya)-
nın nereden gelmiş olduğunu bulmalıyız.

Biliyoruz ki (Kün) emri olmadan halis (Nur) vard ı, yani yalnız zat vardı. (Kün) emri
ile (Nur)dan (Nar yani Ate ş) hasıl oldu. Ateş'ten de sırasilyle diğer üç unsur ç ıktı ve bun-
ların birleşmelerinden de milyarlarla şekiller meydana geldi ki bütün bunlar ayni hareketin,
ayni alavrenin sonucudur. Ş u halde bu hareketin, bu alaverenin sonucu gibi görünen Mem-
ler, (Yoktan var olma)dan de ğil, ancak (Zuhur)dan ibarettirler. Zira, gerçekte taakub yok,
ancak, zuhur vard ır. Bu zuhur da Hak'kın zuhurundan ibarettir. İş böyle olunca doğan,
ölen, yapan, yap ılan hep Hak'tır ve bütün bunlar da (Fark) gere ğidir.

(Fark) ta, ayni bir şeyin letafet ve kesafet suretinde zuhurundan ibarettir. Lâtifi görmek
için kesifin mevcudiyeti, kesifi görmek için de lâtifin mevcudiyeti şarttır. Eğer her şey kesif

192
olsa o zaman kesif bilinemez. Çünkü, lâtif olan bir şey yoktur ki bize kesafeti ay ırıp göstere-
bilsin. Letâfet için de ayni sözler do ğrudur.
İşte, bundan ötürü, her şey yokluktan ibarettir ve bundan dolay ı da bu aileme (Alem-i
Hiçi) denilir. Zuhur, letefet ve kesafetle farka gelmekten ibarettir.

Bütün renkler, şekiller, velhasıl çokluk letefet ve kesafet dedi ğimiz bu iki esastan do.
ğar. Karaya beyaz ile kara diyoruz ve beyaza da kara ile beyaz diyoruz. Öyle ise, ne hareket,
ne şekillg, ne zaman ne de ba şka şeyler vard ır. Bütün bunlar fânidirler. Bunlar ın fard ol-
maları da yine asla rucü etmelerindendir. Çünkü kesif ve lat ıf, esesta ayni şeydir.

80— Vandet sarayı, Adem vücududur ve oraya girebilenler de ancak vandet s ırrını
bilen ariflerdir.
Bu sırrı bilenlerle birlik meydanında cevelân etmek birlikte ve bir olarak zevk etmek
demektir.

On sekiz bin âlemdeki bütün varl ıkların en üstünü insandır. Çünkü, insan her şeyi kap-
lamıştır, küldür, bütün varl ıktır ve onun idrakine eri şecek bir idrâk daha yoktur diye tasav-
vur ediyoruz.

Fakat, bizim bu tasavvurumuz yalnız bu on sekiz bin âlem içinde s ınırlı kalmaktadır,
yaptığımız istidlaller ve istiğraklar bu on sekiz bin alemi a şamıyor ki biz insandan daha vasi
insani bir idrakin mevcut olup olmad ığını ve hangi şekilde zuhur ettiğini bilelim ve bulalım.
Fakat, bizim insanın ulviyetini maddeten, ilmen ve ruhen Ispat ettikten sonra kat kudretin
azametini de düşünerek böyle bir ihtimali göz önünde bulundurmak laz ımdır. Belki, bilme-
diğimiz, görmediğiiz âlemlerde biz insanlardan daha fazla idrakli ba şka insan şekilleri de
vardır. Fakat, ne olursa oldusn, onlar da ayni insan, ayni Hak say ılırlar ve onlarla bizim
aramızda, üzerinde ya şadığımız yıldızlar dolayısiyle, daimi bir alavere caridir. Ancak,
mertebede a'la ve esfel olmak üzre her şekil, her ruh ayrılmış olabilir ki bu da farkta nisbetten
ibarettir. Ama bütün bunları yapan o küldür, o bütündür. Bunun için de varl ıkta (Olamaz)-
in ve (Ama nas ıl mümkün olur?) sorusunun yeri yoktur ve (Lâ yüs'el amma yeral) sözü
de buna güzel bir delildir. Çünkü, her ünsura ve maddeye göre ayr ı bir hayat şekli vardır.
Hak'kı hakkelyakin görmek te bizzat Hak olmak demektir.

81— Hak ganidir, çünkü o (Kül)dür. Biz fıkarayız, çünkü biz (Cüz)üz.

82— Vandet demi demek bütün varl ığın tek bir varl ık olduğunu bilmek demektir.

193
(Bibliyografya)
(Bakılan Eserlerden Baz ıları)

Ahmet Rıfkı, Bektüsi S ırrı, İstanbul, 1325-1327.


Besim Atalay, Bekta şilik ve Edebiyat ı, İstanbul, 1340.
Aşık Paşa Zade, Tarih, İstanbul, 1332.
Abdülbâki Gölpınarb, Melâmilik ve Melâmiler, İstanbal, 1931.
C. Bigg, New Platonism, London, 1895.
E.E Calverley, Worship in İslam, Madra, 1925.
E. Rıfkı, Bekta şi Sırrı, İstanbul, 1327.
F.W. Husluck, Christianity And İslam Under The Sultans, Oxford,
1929,
Fuad Köprülü, Türk Edebiyat ında İlk Mutasavv ıflar. İstanbul,
Hamit Sa'di, Tahtacılar (Türk Yurdu Mecmuas ı), No: 21, İstanbul,
1926.
Ishak Hoca, Kaşif'iil-Esrar ve Dafi-ül-Eşrar, İstanbul, 1920.
John Kingsley, The Bektashi Order of Dervishes , London, 1937.
Kaygusuz Sultan, Risale.
Kadriye Hüseyin, Kaygusuz Sultanla bir Nevruz sabah ı (Mihrab
Mecmuas ı No: 15, 16), İstanbul, 1340.
Kemaleddin Hariri, Tıbylinu Vesâil'il-Hakay ık fi beyân ı Selüsil'il-
Tardik, Fatih Kitaplığı No: 1430-1432, İstanbul.
Kemaleddin Hariri, Durr'ul- Meknün ve S ırru'l-Masün fî Sülüki Me-
lâmiyydül-Alün.
Kemaleddin Hariri, Mürsidül-Uşak şerhi.
Kemalleddin Hariri, Esrar'ut-Tülibin şerhi.
Kemaleddin Hariri, Vird'üs-Settür şerhi.

195
Münci Baba, Tarikat-ı Aliyye-i Bektâ şiyye, İstanbul, 1338.
Necib Âsım Bektâşi İlm-ü Hâli, İstanbul, 1925.
,

Rifat Efendi, Mir' âeül-Makaasıd, İstanbul, 1293.


Sa'dettin Nüzhet, Bektd şi Şairleri, İstanbul, 1930.
Sa'dettin Nüzhet, P'ir Sultan Abdal, İ stanbul 1929.
Sadık Vicdâni, Tomâr-ı Turuk- ı Aliyye, İstanbul, 1338-1340.
Sürreyya Baba, Bekta şilik ve Bekta şiler, İstanbul, 1330.
Tevfik Oytan, Bektaşiliğin İç Yüzü, İstanbul.
Ya'kub Kadri, Nur Baba, İstanbul, 1339.
(Velâyetnân ıe, Kiinhülahbdr, Sakayık- ı Nu'mâniye, Ravzat'ul-Evliya.
vakit ve'l-Cevahir, Risale-i İmam Ku şeyri, Tarih-i İslam (Ahmed Hil-
mi), Had'ikat'ül-Ebrdr, Makaldt-ı Hacı Bektd ş, Fevaidnâme, Nehc'ül-
Beldga, Cifr-i Ali... gibi kitaplar).
Behcet'üs-Süldk, Burhan' üs-Sülikin, Menak ıb-ı Rical-i Çeş-
tiye, Menak ıb-i Evliya- ı Horasan, Hadikat'ul-Abdal . . . gibi tezkereler).
(Cdvidannâme, A şknâme, Hakikatnâme, İtaatnâme, Mahşernâme, İstivd-
nâme, Hidayetnâme, Ahiretnâme, Turübnâme, Miftah'ül-Hayat, Hutbet'-
ul-Beyün, Risale-i Viran Abdal, Tuhfeeül-U şşak, Risale-i Bedreddin, Ri-
sale-i Nokta, Risale-i Hurdf, Cdvidân Şerhi gibi Hurufi kitaplan
ve baz ı özel notlar).
Çeşitli (Nefes) Mecmualar ı .

196
Fiyatı: 35.— TL.

You might also like