You are on page 1of 101

Murathan Mungan _ Son Ġstanbul

Murathan Mungan
SON ISTANBUL
21 Nisan 1955 Ġstanbul doğumlu. Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nü bi-
tirdi. Ġlkin çeĢitli dergi ve gazetelerde yazıları ve Ģiirle-
riyle görünen yazarın ilk kitabı 1980'de yayımlanan
Mahmud ile Yezida'dir. Daha çok Ģiirleri, hikâyeleri ve
oyunlarıyla tanınan Murathan Mungan aynı zamanda
radyo oyunu, film senaryosu, Ģarkı sözü ve kültür edebi-
yat konulu denemeler yazdı. Birçok yapıtı çeĢitli dillere
çevrildi, oyunları yurtiçinde ve dıĢında sahnelendi. Farklı
alanlara dağılmıĢ yirmi yıllık çalıĢmalarından yaptığı
özel bir seçmeyi Murathan '95'te topladı. ġiirlerinden
yapılan bir seçme Kürtçe'ye çevrildi: Li Rojhilate Dile
Min ("Kalbimin Doğusunda"). Dünya edebiyatından öy-
küleri bir araya getirdiği seçkileri (Ressamın Sözleşmesi,
Çocuklar ve Büyükleri) yayımlandı. ÇeĢitli yazılarını ve
denemelerini Meskalin 60 Draje ve Soğuk Büfe'de topla-
dı. 2000 öncesinde çıkardığı tüm Ģiir kitaplarını bir araya
getiren 13+1 toplamından sonra 2001'de çıkan son Ģiir
kitabı Erkekler için Divan.
Metis Yayınları, yazarın kitaplaĢtırdığı bütün çalıĢ-
maları bir külliyat olarak yayımlıyor.
DÖRT
KĠġĠLĠK
BAHÇE

CAM SESSİZLİK
"Bin yıldır saydam yüzümüzde ölümü seyrediyoruz. Kımıl-
tısız günler geçiyor bu sonsuz cam kovuklarda. Bembeyaz gelin-
likler gibiyiz. Bembeyaz kefenler gibi. Çevremizde ince bir hal-
ka, zaman zaman ıĢıltısı göz alan ince çizgiler, altın sarısı gelin
telleri. Kaç kuĢak sahip çıktı bize. Kaç kez büyük aynalı ceviz
vitrinler, camekânlar (kaç yurtluk) değiĢtirdik. Ama hiç kullanıl-
madık, hiç el değmedi bize. (Hiç yaĢamadık) Ne bir çorbanın sı-
caklığını duydu mermer tenimiz; ne de bir tatlının Ģerbetli lezze-
tini. Öylece durduk. Sonsuza bırakılmıĢ bir çeyizdik biz. En
uzun yolculuğa çıktık, yola çıktığımız yere bırakılarak.
Pürüzsüz tenimiz. Ne bir çatlak, ne bir sızıntı. Öylece bekli-
yoruz. Bizi çevreleyen gelin telleri ince bir sızı gibi...
Kaç kuĢak gördük biz? Kaç töre tanıdık? Biz sonsuzluğun
güvenilir tanıklanyiz. Ne bir kınk, ne bir çatlak almadan öylece
taptaze duran saydam ölümleriz. Bembeyaz ölümler. ġeffaf ses-
sizlikler.
Bu son Ģansımız Fatma Aliye. Bu son Ģansın.
Biz ve sen artık aynlmaz bir bütünüz. Ve aynı yolculuğun
ortak gezginiyiz. Bunu biliyor muydun?
Bu son durağımız Fatma Aliye. Bu son konak, bu son kuĢak
Fatma Aliye.
Camların saydam sessizliği ölümün tercümanıdır.
Fısıltılarımızı cam kovuklarda boğduramazsınız daha fazla.
Boğduramazsınız.
Daha fazla..."

11
(UyumamıĢ demek. Beni beklemiĢ. Oysa bu ilk gecemdi.
Ġnanılası gibi değil ama ilk gecem. Onu da çağırmıĢlardı, kendi
gelmedi. PaĢayı yalnız bırakmamak için gelmedi. Oysa o çocu-
ğu babası yalnız bırakmıĢ. Bütün gece içti, çok içti. Ve sonra
masaların altına varana kadar babasını aradı. Kapı arkalarına
1. baktı, masa altlarına, dolaplara. Hep babasını aradı. On yedi ya-
Ģında sol kulağı kesik bir çocuk. Hep annesiyle gezerdi. Hep an-
nesinin dizinin dibindeydi. ġimdiyse babasını arıyor. Belki hep
arayacak. Gene PaĢayı bırakamadı. Gelmedi benimle. Yatağında
"Gece geç geldin," dedi Afife ReĢat Hanım. "Meraklandım." beni beklemiĢ gece boyu...)
"Evet, geç geldim. Uzun sürdü." "Birer birer kınlıyor camlan limonluğun. Birer birer eksili-
"Eğlendin mi bari?" yoruz anne."
"Hüzünlendim..." (Kahvaltı bitmiĢti. Afife ReĢat Hanım sofradan kalktı. Son
(Uzun süre sustu Fatma Aliye. Öyle ki bu sessizlik boyunca sözüne içerledi Fatma Aliye'nin. Dile gelen hüzünlerden nefret
Afife ReĢat Hanım, tabağındaki turunç reçelinin hepsini bitir- ediyordu. Yakınmalardan, söylenmelerden. Acılan gizleyecek
miĢti.) bir ıssızlık her zaman bulunurdu. Fatma Aliye'nin tek ıssızlığı o
"...O kadar hüzünlendim ki, eve dönerken ağır ağır yürü- cam vitrindi. Tek sözünü etmediği, ancak yaĢadığı...)
düm; hem de o saatte..." "Ben PaĢaya bir bakayım, uyanmıĢ mı? Sen de limonluğu
(Gerçi Saffet Hamdi Beyin evi bir sokak üstteydi ama, Fat- unutma..."
ma Aliye için hava karardıktan sonra yandaki konağa ya da kar- Fatma Aliye limonluktaki cam kınklannı toplamaya gitti.
Ģıdaki eve geçmek bile uzun ve tehlikeli bir yolculuktur.) Kınklan toplarken, akĢamki karabasanı düĢündü. KonuĢan ta-
"Uzun uzun ayak sesimi dinledim gecede..." bakları. Beyazlığın sonsuz fısıltısı, saydam ölüm. Dupduru.
(Küçük parke taĢlar üzerinde yankılanan ayak sesimi. Sanki Camların biri elini kesecekmiĢ gibi oldu. TelaĢlandı.
çok uzun bir yolculuğa çıkmıĢım gibi. Tek baĢıma, gecede... ("Sargı bezi kanlandı Muti! N'olur artık kendine gel! Bak di-
Korkmadan, ürkmeden. Her adımımı duya duya... Hiç korkma- kiĢlerin falan atacak!" MüĢerref Hanımın içkinin büsbütün çat-
dım. Ne geceden, ne de tek baĢına bir kadın oluĢumdan. Elimde laklaĢtırdığı sesi, tiz çığlıkları Muti'ye yalvaran... Gece boyu
udum. Yalnız döndüm eve, yapayalnız. Tanrım, bütün bunları söylediği sarkılann hüznünü yüklenemeyip bir köĢede saatlerce
ben mi yaptım? Hem de bir baĢıma. Ve mutlu oldum bundan. hıçkıra hıçkıra ağlayan MüĢerref Hanım. Tombul ellerinin arası-
Çok mutlu oldum. Peki bütün gece niye o karabasanı gördüm? na sıkıĢtırdığı (hâlâ iğneoyalı) mendiliyle ĢiĢko göbeğini ve iri
Eve geldikten sonra niye mıĢıl mıĢıl uyuyamadım? O fısıltıları göğüslerini hoplata hoplata ağlayan MüĢerref Hanım. Gene ma-
dinledim sabaha kadar. O vicdan azabını...) vi, kırmızı, mor çiçekli siyah elbisesini giymiĢti. Gülerek, tom-
"Limonluğun camı kırılmıĢ dün gece, kahvaltıdan sonra bir bul yanaklannı alabildiğine ĢiĢiren gülüĢüyle çalmıĢtı kapıyı.
bakıversen Aliye. Sen geldikten biraz sonra kırıldı. ġangırtısını Fatma Aliye açmıĢtı. Saffet Hamdi Bey: "Herkes geldi, bunlar
duydum." nerde kaldı yahu?" diye söyleniyordu. Koyun gerdanından alın-

12 13
mıĢ taze eti, fesleğen yapraklarına sararak, ölü mangal ateĢinde eski Ģarkılar, sonra benim mangalda piĢirdiğim yemekler. Bir
piĢirmiĢti. Gecenin yemeğiydi bu. Soğuyacağından, tadını tuzu- mevsim daha bitiyor. Bu fırsatı kaçırmayalım derim." Saffet
nu yitireceğinden kaygılanıyordu. Rüveyde Hanım pekmezli Hamdi Bey kandıramadı Afife ReĢat Hanımı. Yalnızca Fatma
muhallebiyi buzdolabına diziyordu. Fatma Aliye en geç kendi- Aliye'yi yolladı, yanına udunu da katarak. Fatma Aliye'nin yal-
nin gittiğini düĢünürken (ve öyle olması gerektiğine inanmıĢ- nız gittiği ilk davetti bu. Giderken sıkı sıkıya yapıĢtı uduna.
ken) MüĢerref Hanımlara kapıyı açmak zorunda kalmıĢtı.) Hangi Ģarkıları söyleyeceğini düĢündü.
"Kıvırcık saçlarına kızıl karanfil saklayan Muti! Artık sol Server Nüvit PaĢa, kahvaltıdan sonra sedef kakmalı boĢ san-
kulağın yok senin!" Camlan topladı. Limonluğun önündeki sap- dalyenin karĢısına geçerek uzun uzun Nerime Sultanla konuĢtu.
sız kovaya tıktı hepsini. Ona yakında Birinci Cihan Harbi'nin çıkabileceği tehlikesinden
Oturma odasına vardığında Server Nüvit PaĢa kalkmıĢ, kah- söz etti. Sadrazamlardan, PaĢalardan, Bankerlerden, Tüccarlar-
valtı ediyordu. Afife ReĢat Hanım gergef iĢliyordu gene. Hiç dan söz açtı. En son birkaç eski harp hikâyesi anlattıktan sonra,
kullanılmayacak bir yastık yüzü ya da masa örtüsü. Sandıklarda Nerime Sultanın ut derslerinin nasıl gittiğini, hangi eserleri geç-
bekleyecek. Çok eski bir alıĢkanlığı sürdürerek, ve hayata alabil- tiğini sordu. Çok ince, çok zarifti. Afife ReĢat Hanım mutfağa
diğine direnerek. geçti. Fatma Aliye toz alıyordu. Oturma odasının uzun duvan-
Afife ReĢat Hanımın üç aydan beri evde geçirdiği ilk pazar- nın tam ortasına yerleĢtirilmiĢ cam vitrinin önünde uzun uzun
dı. Bu hafta gitmemiĢti Peyker Kalfa'ya bakmaya. durdu. (Hâlâ bir irkilme duyabiliyor) Server Nüvit PaĢa konuĢ-
"Bırak Ģu udu artık, n'olur bırak!" maktan yorulmuĢ, sedirin üzerinde uyuyakalmıĢtı. Bunun üzeri-
Donup kalmıĢtı Fatma Aliye. MüĢerref Hanım ansızın bağır- ne Fatma Aliye sedef kakmalı sandalyenin de tozunu aldı. (Ala-
mıĢtı. Ağlayarak yere diz çöküp bağırmıĢtı. Bir Hüzzamın orta- bildi) PaĢanın üzerine usulca bir battaniye bıraktı.
sındaydılar. Rakı kadehleri iyice buğulanmıĢtı. Saffet Hamdi Son tabaklan toplarken "Kusura bakma, tatsız bir gece ol-
Bey, sedirine çekilmiĢ, yüzünü pencereye dönerek, gizli gizli du," dedi Rüveyde Hanım. Gözleri bağıĢlanma diliyordu. Saffet
ağlıyordu. Herkes mutsuzdu, kendi dünyasının tekin ıssızlığına Hamdi Bey, kansının sözüne katıldığını belirtircesine baĢıyla
çekilmiĢti herkes. Bütün sözcükler unutulmuĢtu. Yalnızca bir onayladı. "Benim için çok güzel bir geceydi," dedi Fatma Aliye.
hüzzamın ortasındaydılar. Ansızın hıçkmklan çoğalan MüĢerref "Acılar çirkin değildir ki, ağlamak onursuzluk değil," Muti'yle
Hanım oturduğu sandalyeden atılmıĢtı Fatma Aliye'nin uduna, göz göze geldiler. Birbirleriyle yüzleĢir gibiydiler. Fatma Aliye
Ģimdi yerdeydi dizleri üzerinde. Muti ölü bir balık gibi bakıyor- kendisiyle Muti'yi karĢılaĢtırdı. Korkunç sonuçlar çıkardı bun-
du olup bitene. Nefretine bir ıssızlık katmıĢtı. Saçlarına gizlediği dan (merdivenleri inerken) korkunç, dayanılmaz sonuçlar.
kızıl karanfil bulunmuĢ ve sol kulağı kesilmiĢti. ġimdi sızlıyordu Afife ReĢat Hanım odasına çekildi erkenden. Yazı masası-
yüzünün bir yanı. Yüzünün artık örtemediği yanı. Sargılann nın baĢına çöktü. Ġncecik bacaklı, eski, ahĢap bir masaydı bu.
uğultusu beynini dolanıyordu. Neden sonra annesinin çoğalan Küçük, ince parmaklıklar çevreliyordu masayı. Üç küçük çek-
hıçkınklarını, tiz çığlıklarını duydu. Muti bunlan yüreğiyle duy- mecesi vardı. YeĢil çuhadan zemini, orta yerinden çatlayıp bir
du.) yıldız gibi dağılan kalın bir cam kaplıyordu. Afife ReĢat Hanı-
"Nezih bir aile toplantısı olacak Afife ReĢat Hanım. Osmanlı mın yansısı bu çatlakta dağılıyor, bir türlü bütünlenemiyordu.
gecelerinden bir gece. Emirgân'ın mehtabında ut nağmeleri, Kilitli defterlerinden birini (her seferinde artık bu en sonuncusu

14 15
dediği kilitli defterlerinden birini) daha açtı, uzun uzun yazdı. (Olamadım. Tek ayık bendim. En çok acıyı ben çektim bu
Bütün bir pazar günü Arapça yazılara döktü kendini. Masasında yüzden. Bir yargıç gibiydim. Herkes acıklıydı.)
bomboĢ bir gözyaĢı ĢiĢesi duruyor. "Dilerim kullanmak hiçbir Saffet Hamdi Beyin, eski, ahĢap, iki katlı evi, küçük bir bahçe
zaman nasip olmaz muhterem arkadaĢım," diyerek armağan et- içinde hayata direniyor. Ölgün bir kafes gibi. Bazı yaz gecelileri
miĢti Azime Sultan. Afife ReĢat Hanım bu ĢiĢeyi hiç kullanma- pencerelerinden sokağa eski Ģarkılar, ut ve kanun taksimleri
dı. ReĢat kaçtığı zaman bile... dökülüyor. Saffet Hamdi Bey, kendisine "Son Osmanlı" adını
Merdivenleri inerken, Muti'nin kendisine Talia'yı hatırlattı- ,takmıĢ. Kendine kurduğu dünyanın yaftası bu. Oysa usul usul o
ğını düĢündü Fatma Aliye. Her baĢkaldıran insan onun için Ta- i4
a yenik düĢmüĢ. Ayağındaki ortopedik terlikten baĢlıyor bu
lia'ydı. YenilmiĢ olsalar bile. Muti, bir Talia'ydı. Peyker Kal- yaftanın foyası. Mangal ateĢinde artık kimsenin bilmediği ya da
fa'nın anarĢist torunu Ġshak bir Talia'ydı. (Talia, henüz yenilme- çoktan unuttuğu Osmanlı yemekleri piĢiriyor. Yine sevdiği in-
miĢti, dönmemiĢti...) sanları topluyor baĢına; onlara eski istanbul'u, eski kahveleri,
AkĢamüstü çayını, bahçede içmeye karar verdiler. Küçük pastaneleri, eğlence yerlerini anlatıyor. Tanıdığı ünlü ve tarihi
masa, sandalyeler ve PaĢa taĢındı bahçeye. GüneĢ puslu ve ta- "{kiĢilerden söz ediyor. Evinin üst katında istanbul'u anlatan ki-
katsizdi. Mevsim geçiyordu. Bu bahçede yaĢanmıĢ eski geceler, taplar ve ansiklopedilerden oluĢan kocaman bir de kitaplığı var.
eski imgeler üĢüĢtü Fatma Aliye'nin uzaklara diktiği gözlerine. Eski eĢyalann, adlann, yerlerin listelerini çıkardığı defterieriyle
Gözleri Ģimdi hiçbir Ģeyi görmüyor. Halet Hanımın zilleri geli- bu kitaplığa sokulup uzun gecelerde kendine hep yeni iĢler edi-
yor kulaklarına. Renkli ampullerle ıĢıklandırılmıĢ bir yaz gece- nir. GeçmiĢin keĢfine çıkar. Saffet Hamdi Bey, Emirgân'ın yerli-
sinde, masaların üzerinde göbek atan Deli Halet hâlâ zil çalıyor i. Üç beĢ göbek öncesi de Emirgân'a dayanıyor. Her yeni tanıĢ-
eski bir fotoğrafta. jtığı insana, bu gerçeği, bir sır gibi fısıldayarak ve de çok önemli
Bu bahçede ölüm yaĢanıyordu Ģimdi. ;bir Ģey anlatıyormuĢ gibi gizli gizli söylüyor. Uzun, kalın ağızlığı
Yalnızca ölüm. hiç düĢmüyor ağzından. "Halis kök kehribar," diyor. "Avucu-na
GüneĢin puslu ve süzgün bakıĢları hiçbir Ģeyi diriltmiyordu sür bak nasıl mis gibi kokar." Sonra gümüĢlerini çıkarıyor. ÇeĢit
artık. Mevsim geçiyordu. çeĢit telkariler, savatlar, irili ufaklı yüzlerce gümüĢ.
"Kaç kiĢi vardı yemekte?" diye sordu Afife ReĢat Hanım. "GümüĢ sevmekle baĢlar insan ruhunun kuyumculuğu evlat!
"Bilmem! Saymadım. MüĢerref Hanımla oğlu vardı. Kemal incelik zenaattır. Hoyratlığın darbelerine bu insanlar çok daya-
Beyle karısı. Bir de Ġdris Beyle kızları..." namayacaklardır gör bak. Osmanlı intikamını bir gün mutlaka
(Yalnızca mutsuzluk, acı, elem vardı oysa. Sofraya oturul- Salacaktır bu milletten..." Rüveyde Hanım gülümsüyor, iğneoya-
duktan sonraki yapay neĢe, çıngıraklı kahkahalar, zorlama ko- lı sehpa örtülerinin üzerine düĢen külleri silkelerken. Gülümse-
nuĢmalar az sonra havada asılı kaldı. Genizleri yakan rakı belleği jyiĢinde bir sahiplenme var. Kocasının otuz yıllık yakmmalanna
dolanmaya baĢladı. Herkes kapısını örtüp, bir köĢeye çekildi. Çoktan alıĢmıĢ, hâlâ hoĢgörüyle seviyor saplantılarını. MüĢerref
Kendi tenhalığına. T
anım o ara gırtlağını temizleyip, tombul ellerini göbeğinin al-
Kendi ıssızlıklarına sığındı insanlar.) lında kavuĢturarak bir Kürdili Hicazkâra baĢlıyor. Sesi sızılı.
"Ben ut çaldım. MüĢerref Hanımla birlikte Ģarkı söyledik. Her Ģarkıyı yarım bilen Kemal Bey de katılmaya çalıĢıyor, karıĢ-
Sonra herkes sarhoĢ oldu. Ben olmadım." tırıyor, Ģarkının baĢını dinleyip gerisini de geliĢine uydurarak

16 17
tutturmaya çalıĢıyor. Sonra karısının azarlayıcı gözleriyle karĢı- lu'nu. Ġçini karanlıklar bastı. Hiç çıkmak istemiyordu evden.
laĢınca susuyor. Rakısından bir yudum daha alıp bir hayli dert- Sonra kıvrana kıvrana uyudu.
lenmiĢ gibi yapıyor. Kan-koca ne çok az konuĢtular diye düĢü- DüĢünde sessizliği gördü. Sonra unuttu bunu. Sabah hiçbir
nüyor Fatma Aliye. Sanki o gece onlar yoktular. Ģey hatırlamıyordu.
"MüĢerref Hanımın oğlu nasıl olmuĢ?" Madam Ester her zaman olduğu gibi gene bir saat geç geldi.
Fatma Aliye daldığı düĢlerin ortasında kalakalıyor. Afife Fatma Aliye, kasadan kalktı, yerini Madam Ester'e bıraktı. He-
ReĢat Hanımın sorusunda binlerce anlam gizli. Bu soru soruĢ bi- nüz satıĢ yoktu. Madam Ester önemsemez göründü. Sıkıntılı ve
çimini çok iyi tanıyor Fatma Aliye. Bocalıyor. "Ġyi," diyor. Ne gergindi oysa. Nitekim az sonra Fatma Aliye'ye "artık ne yap-
söylemesi gerektiğine karar veremiyor. (Savunuyor mu yani mak istediğini" sordu.
Muti'yi? Ona sahip mi çıkıyor? Ya da çıkmak mı istiyor? Bunu "Bilmiyorum, henüz karar vermedim," dedi Fatma Aliye.
kendi de bilmiyor. Belki annesinin de Muti için kötü bir Ģey söy- "Bu hafta boyu düĢüneceğim."
lemesini istemiyor. Usul da olsa sakınıyor Muti'yi. Belki de ve- "Fazla zamanınız yok ama," dedi Madam Ester.
rilen cezayı yeterli görüyor. Kim bilir belki istemeden de olsa "Bilmiyorum, hiçbir Ģey bilmiyorum," dedi Fatma Aliye;
Talia'yı sakınıyordur Muti'nin kiĢiliğinde. KarmakarıĢık Fatma sonra kemik düğmeleri yeniden dizmeye baĢladı tezgâhın üzeri-
Aliye.) ne. Ġri ve buz gibiydiler. Katılıp kalmıĢ gibi. Avuçları üĢüyordu.
"Ġyi," diyor. "Sol kulağını kesmiĢler iĢte. ġimdi annesinin Ansızın Madam Ester'in karakalem portreleri yanmaya baĢ-
yanında..." (Çok zor söylenmiĢ sözler bunlar. Acemice...) ladı Ģöminede. Ortayerinden yırtılıp Ģömineye atılıyordu portre-
"Amcası kesmiĢ değil mi?" ler. Hepsi yandı. Hepsini yaktı. Bunu yaparken yüzünde tek bir
"Amcası kesmiĢ. Kestikten sonra çocuğun avucunu zorla çizgi bile kımıldamadı. Ondan, ilk kez o gün çok korktu Fatma
açıp, kulağını avucuna bırakmıĢ çocuğun..." Aliye. Kimseye bir Ģey söylemedi.
Gerisi, belki de düğümlenip kalıyor boğazında. (O küpeli (Madam Ester'le bu örtük konuĢmadan sonra, o hafta boyu
sol kulağa Muti küçük bir cam vitrin yaptırmıĢ, saklıyormuĢ ku- düĢünmekle kalmadı. Ta ertesi hafta baĢına dek çözemedi kafa-
lağını... Kesik kulağını küçük bir cam vitrinde saklıyormuĢ. Ne sında Fatma Aliye. Annesine de açılamadı.
korkunç bir Ģey bu! Ne korkunç! Tanrım neler yaĢıyoruz?) Çaresizdiler...)
Server Nüvit PaĢa: "Nerime Sultanın arabasının çıngırakları AkĢam dönerken Madam Ester: "Havalar serinlemeye baĢla-
bunlar!" diye yerinden sıçradı. "KoĢun! Hazırlık yapın! Sultan dı, kıĢlıkları el altında tutmak gerek artık," dedi. Sonra ekledi:
geliyor buraya. KarĢılayın Sultanı!" "N'apıyorsun sen o geçen kıĢ aldığın mantoyu? Pek üstünde gör-
Afife ReĢat Hanım yatıĢtırdı babasını. Sonra esinti çıktı; ta- medim de..."
dı kaçtı bahçenin. Ġçeri geçtiler. Uzun otlar hıĢırdadı bir süre. Yol üstünde Süryani bir kuyumcuya uğradılar. Madam Ester
Birkaç yaban çiçeği gene de gülümsüyor inatla. Fatma Aliye on- içerde konuĢurken, Fatma Aliye kuyumcunun vitrinini inceledi.
ları ĢaĢkınlıkla süzdü. Az sonra bir küpenin keskin parıltısı gözlerini aldı. Muti'nin ke-
Bütün gece yatağında, dün gece gördüğü karabasanı düĢün- silen kulağını görür gibi oldu vitrinde. Sonra onun yatağının ba-
dü. O akĢam yemeğini. Son Osmanlıları. Sonra her pazartesinin Ģucuna koyduğu küçük vitrini anımsadı. BaĢını ansızın çevirdi,
çirkin baĢlangıcını, o usanç veren yolculuğu. Dükkânı. Beyoğ- yeniden dükkâna girdi. ÜrkmüĢtü. Madam Ester'in iĢi uzun sürdü.

18 19
Benzer ve tekdüze birkaç gün daha geçirdiler. Her zamanki
gündelik sıkıntılar. Fatma Aliye'nin yüklendiği ayrıcalıklı tek sı-
kıntı vadesi gelmiĢ borçlardı. Annesine açılmayı denedi. Afife
ReĢat Hanım bir buzdağıydı. Hemen hiç konuĢmuyordu Ģu ara-
lar, eski sandıklan karıĢtırıyor. Besbelli anıların bıçak sırtına
vermiĢti kendini. Ve yaralarını tek baĢına sarıyordu. BoĢ kutula- 2.
rı diziyordu tek tek, eski Beyoğlu'nu.
O geceyi unutmuĢ görünüyor Fatma Aliye. Zaman zaman
bazı görüntüler düĢüyor gözlerinin önüne, sonra kemik düğme-
ler, tokalar, saten çamaĢırlar arasında silinip gidiyor bu görüntü- Sabah.
ler. Gün günden puslanıyor. Uzakta kendi kendine çalan bir ut Yalnızlığın eĢiği... Ucun ucun günün ilk ıĢıklan gökyüzün-
sesi kalıyor yalnızca. Ve de boğulmuĢ hıçkırıklar. En son o uzun de. Ġsli, dumanlı bir alacalık. Uzakta istanbul. Uzun yapılar. Sis.*
merdivenler. (O merdivenleri inerken düĢündükleri...) Gece ya- Boğuntu. Ufku kaplayan beton yığmlan uzakta. Dağılan sabahla
rısında ıssız bir sokakta ürkmeden yürüyen Fatma Aliye. Her birlikte yapılann yavaĢ yavaĢ açılan yüzü. Günün açılan yüzü.
Ģey inanılmaz bir sanrı gibiydi. Tek gerçek kanlanan sargı bezi. Günün ilk ıĢıklanyla birlikte istanbul peçesini kaldınyor. Uzakta
Muti'nin bedelini yüksek ödediği aybaĢı bezi, kulağına iğreti ya- düdük sesleri, kim bilir hangi gemilerden? istanbul bir anı gibi
pıĢtırılmıĢ bir utanç... uzakta, istanbul bir anı gibi uzak.
Cuma akĢamı Afife ReĢat Hanım, Fatma Aliye'yi kapılarda Tahtalannın bir kısmı düĢmüĢ, pancurlan sarkmıĢ, damı ak-
karĢıladı. (ġimdi çözülmüĢ bir buzdağıydı) Peyker Kalfa'nın to- maya baĢlamıĢ konağın, ilk katında ıĢık yanan penceresinden bu
runu Ġshak vurulmuĢ, yaralıymıĢ. (Ne zamandır aranıyordu) umutsuz sabahı seyrediyor Fatma Aliye. Uykusuz bir gecenin
Peyker Kalfa kriz geçirmiĢ. Sabaha dek sırtında uzun sabahlığı sabahıydı gene. Bu sabah alacasından acıyla, hüzünle kanĢık bir
dolandı durdu Afife ReĢat Hanım. Defterlerine bir Ģeyler yazdı haz duyuyor. Her sabah gün sökerken, kaç kiĢi uyanık oluyordu
(gene Arapça), karpuz lambanın tozunu defalarca sildi. ReĢat'ın ki? Kaç ev, kaç oda mangalın son közlerini yeniden tutuĢturan
gümüĢ çerçeveli resmini çıkarıp uzun uzun seyretti. Gözlerine, insanlann gürültüsüz sıcaklığıyla ısınıyor? Fatma Aliye, bu sabah
dudaklarına, kulaklarına, gömleğinin çizgilerine uzun uzun baktı. azınlıklanndan biri olmanın, bu çeĢit bir yalnızlığı paylaĢmanın
EzberlenmiĢ bu acıyı yeniden yaĢadı. tadını buluyor erken sabah uyanmalarında. Her sabah böyle
Sabah erken çıktı evden, Bakırköy'e Peyker Kalfa'ya gitti. erkenden uyanıyor, oturma odasına geçiyor, pencereyi , açıyor,
Fatma Aliye evde oturup PaĢaya bakacaktı gene. Gün boyu ut umutsuz gözlerle kirli sabaha, Fikret'ten bu yana 's i s' lerin
çaldı. Server Nüvit PaĢa mutluydu. Fatma Aliye'yi, Nerime Sul- boğduğu istanbul'a ve kimsesiz bahçeye uzun uzun bakıyordu. Her
tanla tanıĢtıracağına söz verdi. sabah umutsuz bir yineleniĢti onun için. Uzun, upuzun bir
sessizlikti.
Yaban otlannın, aykın otlann sardığı bahçe artık bir mezar-
lık hüznü taĢıyor. Demirleri paslanmıĢ, mandalı tutmayan bahçe
kapısı; ahĢabı kemirilmiĢ yıkık dökük bahçe çevirmesi; taĢlan
20 21
ufalanmıĢ, küçülmüĢ ve yerinden olmuĢ yer yer yıkık bahçe du- (Sonsuz bir serüven gibiydi bu tabaklar...) Eski ceviz bir came-
varı, insana yoğun bir onarılmazlık duygusu veriyor. Her Ģey bir kânın içinde bekleyen çeyiziydiler. Hiç kullanılmamıĢtılar,
geri gelmezlik içerisinde. YaĢama sevinci adına hiçbir Ģey yok (umutlan gibi) Fatma Aliye geçen hafta gördüğü karabasanı ha-
bu bahçede. Bahçe kapısına dolanan sarmaĢıkların ıĢıltısından tırladı. KonuĢan, fısıldaĢan bu porselen sessizliği, vicdan azabı-
ve kurumuĢ çınar ağacının yorgun dallarına yuvalanmıĢ birkaç 'nı... Limonluğun camı o ara kırılmıĢ olmalıydı (Anneannesi ev-
serçenin cıvıltısından baĢka ne varsa hayata dair bir Ģey söyle- lendiğinde Çin'den armağan olarak getirtilmiĢ. Halis Çin porse-
miyor. Fatma Aliye her sabah bu hüzünle yıkıyor yüzünü, bu ke- lenleri. Çin kadar uzak bir ülkenin, bir umudun sannlı çeyizi...
derlenmelerle büsbütün içlenerek baĢlıyor güne. Sırtında erime- ■Sabaha dek uykusunda sayıklamıĢlardı.)
ye yüz tutmuĢ ince sabahlığı, birkaç firketeyle baĢına oturtmaya "Evlenir evlenmez kullanacağım bu tabaklan," diye düĢünü-
çalıĢtığı acemi topuzuyla pencerenin kenarına iliĢiyor, uykusuz ,yor.
gecesini sabahla tamamlıyor. Kaç zamandır bu böyleydi. "Artık bu tabaklar sofralara konulmalı, bembeyaz, tertemiz,
("Gece ne kadar yıldızlı, pırıl pırıl," demiĢti Saffet Hamdi kolalı örtüler üzerine dizilmeli. YaĢamalı artık bu tabaklar. Ha-!
Beyin saksılı balkonundan uzun uzun gökyüzüne bakarak. Ġdris yatımızın içinde bir yeri olmalı. Defter yapraklan arasında kuru-
Beyin büyük kızı yanıtlamıĢtı: "Ve bir o kadar da soğuk. ġimdi tulmuĢ bir çiçek güzelliğiyle dilsiz ve sağır bir camın ardında
yatak bir cehennem gibi soğuktur. Uyuyamazsın..." Ġdris Beyin .öylece duruyorlar. Hep kullanılacaktan günün özlemiyle. Kaç
büyük kızı, o hiç konuĢmayan, çoğu insanın handiyse dilsiz san- yüzyıldır bekliyorlar.
dığı kız. Fatma Aliye nasıl hayretle bakmıĢtı kızın yüzüne. Ġdris "Ben... ben de hep bu camın ardında öylece bekliyorum."
Beyin büyük kızı, "cehennem gibi soğuk" demiĢti, kemik düğ- Kirli sabahlar. Bu bahçede ölüm.
meler avuçlarını dondurduğunda bu sözü yeniden anımsamıĢtı o Bembeyaz örtüler. Bembeyaz bir gelinlik. ÜĢüdü Fatma Aliye.
gün. Madam Ester'in sorularla yüklü bakıĢlarından kurtulmak is- Pencereyi örttü. Gene camın ardınday-,' di. Gelinlik baĢka bir
tediği zaman. yaĢam demekti. DıĢansı demekti. Pencereyi örttü ve sonra sobayı
Annesi o gece ve ondan sonraki her gece bir buzdağı sessiz- yakmak için salona çıktı.
liğiyle gezinmiĢti evin içinde. O hafta da konuĢmamıĢtı annesiy- Emirgân sırtlarında sabah büyüyordu. Kiremit rengi toprak,
le. Borçları ödemenin zamanı gelmiĢti oysa. Annesi de bir ce- foodur otlar, bir ucuyla Ġstinye'ye, Sanyer'e bağlanan çayırlar
hennem gibi soğuktu. Yeniden andı Ġdris Beyin büyük kızını. gün ıĢığına çıkıyor. Kiremit rengi geniĢ topraklann üzerinde
Peyker Kalfa'nın torununu vurmuĢlardı. Yaralıydı Ġshak. Anne- kıvnla kıvnla uzayan, sonra da sessiz bir güzellikle ReĢitpaĢa'ya
annesi kalp krizi geçirmiĢti. Afife ReĢat Hanım bütün gece do- tırmanan uzun, asfalt yol bomboĢtu. Yol kıyısını saran yeĢil çiğ
laĢmıĢtı evin içinde. (Bütün gece onun sessiz ayak seslerini din- tanelerinin sabah serinliğinde ürpermesinden baĢka hiçbir canlı-'
lemiĢti Fatma Aliye. Bütün gece anneleri ve çocukları düĢün- lık kıpırtısı yoktu.
müĢtü. Sonra torunları. Kendisinin de bir torunu var mıydı aca- Sonra o yolun uzun ıssızlığında ağır aksak ilerleyen her yanı
ba? Yazık ki bunu bile bilmiyor. Bir torunu olup olmadığından dökülmüĢ eski püskü bir halk otobüsü belirdi. Sanki kayıyormuĢ
bile haberi yok. Ġshak'tan nefret etti bütün gece.) gibi yaklaĢtı ReĢitpaĢa yokuĢuna. ReĢitpaĢa yokuĢunu meydana
Konakta en çok oturma odasını seviyor Fatma Aliye. Annesi bağlayan son dönemece, dönemecin ıssız görüntüsüne ağır ağır
izin verse yatağını bile buraya sererdi; burada tabaklar vardı.
22 23
ilerledi. ReĢitpaĢa'nın küçük meydanı da aynı ıssızlığı yaĢıyor bir sevda. Eski bir roman gibi. Sahaflann bile unuttuğu...) Her
Ģimdi. YokuĢun baĢındaki (pencereleri örtülü) ilk evler, (ke- gördüğünde hem bir sevinç, hem de gizli bir utanç duyuyor Faik
penkleri örtülü) ilk dükkânlar sabah hazırlığına baĢlamamıĢlardı Efendi. Burnunun kamburuna oturttuğu kelebek gözlüğünü say-
henüz. TelaĢ Ģimdilik onlardan uzaktı. Yan yana dizili, birbirine gıyla düzeltiyor, daha çok gözlerini saklayarak konuĢuyor onun-
yaslanmıĢ (sanki düĢmemek için birbirine omuz vermiĢ), yüzleri la. Afife ReĢat Hanım gördüğü terbiyenin bir gereği olarak, "Fa-
yamru yumru basık dükkânlar örtülü bir hüzün içindeydiler. Ba- ik Bey,' diye hitap ediyor Faik Efendiye. (Faik Beyin geçmiĢine
ĢıboĢ birkaç sokak köpeği dolandı meydanı. Uzakta bir çeĢmenin duyduğu saygıdan ileri geliyor bu. Faik Beyi, Halife Abdülme-
musluğu sürekli akıyordu. Dar, ıslak, parke taĢlı sokaklarda gün cit'in sarayda sünnet ettirdiğini biliyor.)
aktı sabahın ilk kımıltılanyla. Bir sütçü, bildik gürültüsü at Faik Efendi, mahalle bakkalı olana dek çok Ģeyler yitirmiĢ,
arabasının. Yeni apartmanların sabaha açılan balkon kapıları, ilk çok servetler batırmıĢtı. Ailesinin köklü bir geçmiĢi vardı. Faik
pencereler... Sonra ReĢitpaĢa'nın bahçe içindeki eski, küçük ev- Efendi Ģimdi mahalle bakkallığı yapsa da, Afife ReĢat Hanım
leri. Ġki katlı ahĢap konakların sabahı ağırlayan iniltili gıcırtıla- için Faik Beydi. Öyle kalacaktı. Ayrıca Faik Efendinin gizli
rı... Bir at arabası, bir sütçü ve açılan bir kepengin ardından utancını seziyor, sezdiğini belli etmeden, kendini ondan uzak
uzak fabrikalara giden telaĢlı iĢçiler, üzerlerinde puslu sabahın tutmaya, Faik Beye fazla görünmemeye çalıĢıyor. KarĢılaĢtıkla-
serinliğiyle sokakları doldurdular az sonra. Meydan soluk alma- rında, aĢırıya kaçmayan ölçülü bir nezaket gösteriyordu. AĢırıya
ya, sokaklar yaĢamaya baĢlamıĢtı ki ıssız dönemecin baĢında il- kaçarsa, biliyordu ki, Faik Bey bunun altında yatan duyarlığı se-
kin bir homurtu duyuldu. Ardından ağır, aksak bir halk otobüsü- zecek ve kendini suçlayarak, belki de daha fazla utanacaktı.
nün dumanlı bumu görüldü. Soluya soluya dönemeci dönen oto- Tüm mahalleliye oldukça rahat davranan, durumunu kabullen-
büs meydana varıp, büyük bir gürültüyle durduğunda, otobüsün miĢ görünen Faik Efendi, Afife ReĢat Hanımı gördüğünde tutuk-
arka sıralarına tünemiĢ birkaç yorgun, devrik, uykulu baĢ, belli laĢıyor; davranıĢları doğallığını ve rahatlığını yitiriyor, bir tanık
belirsiz sıyrıldı gözleri açık uykularından. Uzak kentlerden gel- karĢısındaymıĢcasına fazla titizleniyor, o zaman da kendini büs-
me birkaç yolcu indi ellerinde valizleri, birkaç çırak yaĢta çocuk bütün ele veriyordu. Bu yüzden sanki Afife ReĢat Hanımla ara-
üĢene üĢene düĢüverdiler otobüsten. larında gizli bir antlaĢma vardı. Varlıklarıyla birbirlerini rahatsız
En son Afife ReĢat Hanım indi. etmemeye özen gösteriyorlar. Yine de zaman zaman birbirlerini
Otobüs istanbul'a taĢıyacağı ilk yolcularını beklemek üzere özlüyorlar, birbirlerine haberler, selamlar gönderiyorlar. Ortak
meydanın kenarına çekilirken, Afife ReĢat Hanım sabahın serin- bir geçmiĢin, ortak bir kültürün insanıydılar ne de olsa. Bu yüz-
liğinden ürpererek adımlarını sıklaĢtırdı. dendir ki, hem birbirlerine tutunmaya çalıĢıyorlar, hem de bir-
Bakkal Faik Efendi, dükkânını açmak için kepengin önüne birlerini itiyorlardı. Bütün azınlıklar gibi. (Afife ReĢat Hanımın
çökmüĢ, eprimiĢ kalın ceketinin cebinden çıkardığı bir tomar bilmediği ve hiçbir zaman da bilmeyeceği bir de gizli sevda var-
anahtar destesinin içinden, kepengin kilidine anahtar beğenmeye dı. Kendisi için yazılan aruz vezinli Ģiirlerden hiçbirini bilmiyor-
çalıĢıyor. Hırıltılı göğsüne tıkanmıĢ öksürük boĢalıverdi bir an. du. Bilmeyecekti...)
ÇömelmiĢ, kilidi kurcalıyor. Kepengi yukarı doğru kaldırdı. Kepengi kaldırdığında Afife ReĢat Hanımla yüz yüze gel-
Tam yerinden doğruluyordu ki, sokaktan telaĢlı adımlarla geçen mekten gene de bir sevinç duymuĢtu. Ekmek kapısı olan dükkâ-
Afife ReĢat Hanımı gördü. Yüzü aydınlandı. (Kırk yıllık gizli nı açıyor olması bile, suçluluk uyandırmadı onda. Bu yüzden se-

24 25
si bir yerlere takılmadan, pürüzsüz denebilecek bir doğallıkla çı- veriyor ona. Korkusu hafifliyor. Yeniden Emirgân. Yeniden ge-
kıverdi ağzından: "Hayırlı sabahlar Afife ReĢat Hanım. Peyker cenin yıldızlı cümbüĢünde hicranlı kadın sesleri. Bir udun büyü-
Kalfa'dan mı gene?" yen, yayılan taksimleri... Ve de öte yanda kaç yüzyıldır gecenin
"Peyker Kalfa'dan. Biraz rahatsızlanmıĢ da. Torunu yüzün- karanlığına saklanmıĢ bir eĢkıya duyarlığı. Yiğit bir yalnızlık.
den. Kadıncağızın zayıf kalbi dayanamadı tabii." (Torunu vurul- Bir gece olsun bu limonlukta saklanabilir. Kimseye gözük-
muĢ, Ģimdi hastanede yaralı yatıyor diyemedi gene de... Dili meden Ģu bahçeyi geçmeli. Bu yıldız yağmurunda kimseye gö-
varmadı. Esirgedi.) zükmeden. Eli bir süre kapıda kalıyor.
Afife ReĢat Hanım köĢeyi döndü. Sokağın bir yanında yapı Sonra sessiz ayaklan limonluğa ulaĢtırıyor onu.
iĢçileri türkü söylüyorlardı. Islık keskinliğinde türküler. (Yanık, Ayaklarında bir eĢkıya sessizliği.
hüzünlü...) Durdu, olup bitene nefretle baktı. Yıkık konaklar, Afife ReĢat Hanım kapıyı örtüyor. Bahçeyi geçerken sıklaĢ-
yeni apartmanlar, inĢaatlar... Konağın bahçe kapısına vardı, ye- tınyor adımlarını. Ġshak'ı düĢünüyor. YaĢayacak mı acaba? Ya-
rinden oynamıĢ, yuvasından çıkmıĢ kapıyı ilkin yukarı çekti, rası ağır mı? Afife ReĢat Hanım anlamıyor artık, hiçbir Ģeyi an-
sonra iterek açtı. lamıyor. (Yarası ağırmıĢ diyorlar) "Nasıl budalalaĢıyoruz gün-
Bir an ardına döndü, uzun uzun baktı. Sanki bütün dünya ar- den güne. Çevremizde olan biten hiçbir Ģeye akıl erdiremiyoruz.
dındaydı. Hiçbir Ģeyin nedenini bilmiyoruz. Eskiden böyle miydi ya? Niye
Eli bir süre kapıda kaldı. insanlar böyle oldu? Niye? Nedir bu olup bitenler?"
"ReĢitpaĢa'nın en eski ahĢap konaklarından biriydi. Server Kapıya ulaĢıyor. Gene anahtarını bulamıyor çantasında, evi-
Nüvit PaĢa'nın yazlık konağıymıĢ. ġimdiyse bütün bir yıl oturu- rip çeviriyor çantasını. Sonra uzanıyor, kapıyı çalıyor. Avucun-
yorlar. Elde avuçta ne varsa tükettiler çünkü. Bir tek bu konak da bir pirinç tokmak.
kaldı ellerinde. Bir yaz günü gideriz seninle. Sen çocukken ne Birden bahçe kapısı gıcırdadı. (UyumuĢ muydu, yeni mi
çok giderdik oraya. Hatırlamadın mı? ġimdiyse ne hale gelmiĢ dalmıĢtı, bilmiyor?) Sonra ayak sesleri, ayak sesleri yaklaĢıyor.
konak! Önünde otların bastığı yıkık bir bahçe, ardındaysa artık Fırlıyor yerinden. Limonluğun, konağın örtemediği, bu yüzden
pek kullanılmayan içine eski eĢyaların tıkıĢtırıldığı bir limon- de bahçe kapısını ve bu kapıyı konağın kapısına bağlayan dar
luk!" yolu görebilen öteki ucuna koĢuyor. Elinde çeliğin kaskatı soğu-
Böyle anlatmıĢtı. ġimdi daha iyi hatırlıyor. Limonluk Ģurası ğu. Yıldızlar limonluğun camlarına düĢüp dağılıyor. Bir kadın,
olmalı. Gözlerden uzak, tekin bir yer. Kimsenin aklına bile gel- elinde ut, konağa doğru geliyor. (Bu saatte?.. Fatma Aliye olmalı
mez. Zaten iki gece saklanabilse yeter, yalnızca iki gece... Ya- bu. Anneannem hep anlatırdı.) Sonra konağın kapısını açıp içeri
ralı bir geyik gibi içgüdüleriyle izini sürmüĢtü konağın. Ne ka- giriyor kadın. Rahat bir soluk alıyor. Elindeki tabanca gevĢiyor.
dar yıldızlı bir gece. Sokaklara taĢan çiçek kokuları. Nerden gel- (Niye korkuyorum ki? Kim gelir bu saatte limonluğa? Kopkoyu
diğini pek ayrımsayamadığı alaturka Ģarkılar. Huzur verici bir bir karanlık burası. Önü konak, arkası ağaçlık. Karanlık ağaçlar.
esinti gecede. Oysa yüreği ölümün avucunda Ģu an. YaĢamın gü- Nasıl da korku verici gecede; bir o kadar da güvenli... Bir tek
zelliklerini saniye hesabıyla yaĢamak zorunda. Bir Ģiirden kırık camlardaki yıldız çağıltısı. Sabaha doğru gün ıĢımadan giderim
bir dize kalmıĢ aklında: "Ah kimselerin vakti yok durup ince buradan. Fatma Aliye nasıl korkusuz bir kadın kim bilir? Nasıl
Ģeyleri anlamaya..." Belindeki Browning'in çelik soğuğu güven sakin, nasıl yavaĢtı? Nasıl bir yürek taĢıyor kim bilir?)

26 27
EprimiĢ bir battaniyeye (belki bir çocuk battaniyesi hatta) rüĢmesi, bu iĢi bir yoluna koyması gerektiğini düĢünüyor. "Na-
sarılarak kestirmeye çalıĢıyor, limonluğun en karanlık köĢesine sılsa Peyker Kalfa iyileĢmiĢ, çifte üzüntü olmaz. Ben de daha
büzüĢerek, ve bu yıldız cehenneminde bile ancak birkaç yıldızın fazla susamam ki... Zaten daha fazla zamanımız da yok."
sızabildiği en kuytu köĢeye çekilerek, birkaç saat uyumak isti- Madam Ester'in sorgulayan bakıĢları geliyor gözlerinin önü-
yor. Yalnızca birkaç saat. Bu gece hiçbir yer tekin değil. Bütün ne.
adresler denenmiĢtir Ģimdi. Madam Ester'in iyi bir insan mı, kötü bir insan mı olduğuna
Bir karabasan mı, bir sanrı mı, yoksa yalnızca kendi kendini hâlâ karar verememiĢ olduğunu düĢünüyor. Yardım mı ediyor,
korkutması mı; uyurken mi, uyanıkken mi bilmiyor. Ansızın ir- intikam mı alıyor, bilmiyor. O delici bakıĢlarını hissediyor üze-
kiliyor, fırlıyor yerinden; elini kolunu açarak, binlerce kurĢun rinde.
sesi kulaklarında... Sonra aynmsıyor kınlan cam sesini. ġangır- "Bu gece," diyor. "Mutlaka bu gece..."
t '■
tının duyulup duyulmadığından kuĢkuya düĢüyor. Her Ģey ses-
sizlik içinde Ģimdi. Gene çeliğin soğuğuna sığınıp bir süre soluk
bile almadan erketeye yatıyor. (Çocukken bu bahçede oynar-
\ Server Nüvit PaĢa'nm öfkeli sesiyle, bırakıyor elindeki ger-;
mıĢ... Buna inanmak istiyor. Bu bahçenin sıcaklığına, sevecen-
gefi sedire, yukarı çıkıyor. Fazla sabırsız PaĢa. Bu kez de çıngırak
liğine, koruyuculuğuna inanmak istiyor) Gelen giden yok. Belki
çalıyor. (Gene tersinden kalktı bu adam) Afife ReĢat Hanımı
de büyük bir Ģangırtı değildi. Belki hiç kimse duymadı bile. Yi-
kapıda görünce, bırakıyor elindeki çıngırağı.
ne de uyku tutmuyor. Bir Ģey kırılmıĢtı çünkü, bir güveni yitir-
"Fatma Aliye nerede?"
miĢti. Az sonra iyice emin olup çevrenin güvenliğinden, limon-
"ĠĢe gitti."
luktan çıkıyor. Yıldızlar azalmıĢtı sanki. Çekip bir yerlere git-
"Nasıl iĢe gidermiĢ? Server Nüvit PaĢa'nın torunu nasıl iĢe
miĢlerdi belki de. Gökyüzüne bakmak istemiyor. Bir yıldızın
gidermiĢ Afife? Kimden izin aldı bu asi kız? Benim torunum naĢı
kaydığını görmek istemiyor. Son bir kez bahçeye bakıyor. Bir-
olur da çalıĢır? Nasıl olur da bizim aile Ģerefimizi beĢ paralık
kaç çocukluk anısı, birkaç görüntü düĢürmeye çalıĢıyor gözleri-
eder? Yeni mi baĢladı iĢe?"
nin önüne. Bu bahçeyle ilgili birkaç Ģey.
(Nasıl zor bir Ģey seninle konuĢmak baba. Ġki yıldır çalıĢıyor
Birkaç çiçek demeti,
Fatma Aliye ve sen her sabah benimle kavga ediyorsun...)
bir bez bebek, bulanıp yitiyor.
"Rica ederim Efendi Baba. Hiddetlenmeyesiniz. Bakın gene
Az sonra Fatma Aliye açıyor kapıyı. Afife ReĢat Hanım,
hastalanacaksınız. Hem Peyker Kalfa'nın da çok selamı var size.
dünyayı anlamanın mümkünsüzlüğüne iyice inanmıĢ giriyor içeri.
ĠyileĢir iyileĢmez sizin ziyaretinize gelecekmiĢ..."
Oysa bilmiyor, ne Faik Beyin uzun yıllar süren gizli sevdası-. nı,
"Buyursun, buyursun. Yalnız Beylerbeyi'ndeki konağa geç-
aruz vezinli Ģiirlerini; ne de Ġshak'ın limonluğa sığındığı geceyi. O
tiğimiz zaman buyursun. Misafirleri burada ağırlamaktan hicap
hiçbir Ģeyi bilmiyor. Belki bilmek de istemiyor. Bugün çamaĢır
duyarım ben. Hem bu misafir, kapımızda hizmet görmüĢ bir kalfa
yıkaması gerektiğini, muslukçuyu çağıracağını düĢünüyor, içi
bile olsa... Hem baksanıza kuzum Nerime Sultanı bile davet ı.
kararıyor, sıkılıyor.
edemiyorum bu yüzden. Bu yazlık konakta misafir kabulü bizim
DıĢarısı onu hep korkutuyor.
asaletimize yakıĢır mı?"
Fatma Aliye, evden çıkarken bu gece mutlaka annesiyle gö-
29
28
Susuyor, sonra bir çocuk gibi boynunu büküyor PaĢa, gü- "Biraz mamzara arzu eder miydin Aliye?" (Rüveyde Hanı-
müĢ saplı bastonunu uzun süre elinde çevirerek: mın sıcak, usul sesi. Ġnsana her zaman huzur veren gözleri, iç-
"Afife, ne zaman geçeceğiz Beylerbeyi'ndeki konağa? Bura- tenliği.) Silkiniyor Fatma Aliye. Rüveyde Hanımın uzattığı,
da çok sıkıldım artık." mamzara denilen patlıcan salatasına uzanıyor. Bir kaĢık alıp ko-
"Yakında baba, çok yakında, hele sen bir iyileĢ. yuyor tabağına. MüĢerref Hanımın neĢesi ilk o zaman kaçıyor.
Beylerbeyi'ndeki konak yanıyor. Ġnanmak istemezmiĢ gibi boğulmuĢ bir sesle soruyor: "Mamza-
Madam Ester'in karakalem portreleri yanıyor. ra, değil mi?" Rüveyde Hanım baĢını sallıyor: "Evet, sen de alır
Tarih hepimizden öç alıyor. miydin MüĢerref?" Uzun uzun susuyor MüĢerref Hanım. (Ne
"Hep yakında diyorsun Afife. Hep beni kandırıyorsun. Son- kadar güzel yapardı bu salatayı, her rakı gecesi kendi girerdi
baharda çıkarız diyorsun. Oysa üç kıĢtır burada, bu rutubetli mutfağa. Olmadık mezeler bilirdi.) Rakıyla boğuyor kendini.
yazlıkta oturtuyorsun beni. Hep 'sen iyileĢince çıkarız' diyorsun. Bütün gece rakıyla boğuyor. Sonra hicranlı Ģarkılarla dindirmek
Oysa ben iyileĢemeyeceğim artık. Sen de biliyorsun bunu. Çok istiyor acısını.
yaĢlandım ben. Bazen bunadığımdan bile Ģüpheye düĢüyorum. "Nereye gitti bunların hepsi? Niçin kaçtılar? Niye birer birer
Beylerbeyi'ndeki konağı özledim. Odamı özledim. Boğazı özle- kayboldular? Ya öldüler, ya terk ettiler bizi..."
dim. Beni oraya götür Afife. Orda öleyim." Fatma Aliye'ye soruyor ilkin. (ReĢat. Talia.) Fatma Aliye
Afife ReĢat Hanım kederli kederli baĢını sallıyor. susuyor. BomboĢ bakıyor MüĢerref Hanıma. Sonra gözlerini in-
diriyor. Açık yakalı elbisesinin göğüslerini birleĢtiren ortasına
taktığı inci broĢu görüyor. MüĢerref Hanım bir anıyı mı taĢıyor
göğsünde? Bu broĢun mutlaka bir anısı olması gerektiğini düĢü-
Fatma Aliye dalmıĢ uzun uzun bakıyor dükkânın vitrininden nüyor Fatma Aliye. Sonra birer birer herkese soruyor MüĢerref
dıĢarı. KarĢı kaldırıma serilmiĢ iĢportacıları kendince bir ibretle Hanım. Herkes bomboĢ bakıyor. En son Muti. Muti, hiç bakmı-
seyrediyor. Damar damar olmuĢ boyunlarından, bağırmaktan kı- yor, hiç görmüyor. Suskun, genzini rakıyla dağlıyor yalnızca.
sılmıĢ seslerinden, pervasızlıklarından korkuyor. BaĢlarına müĢ- "Üç yaĢındaydı babası kaçtığında. Baba yüzü görmedi oğ-
teri çekmek için bunca onursuzlaĢmalannı anlamıyor. Anlamak lum. Babaya hasret büyüdü bunca yıl. Kimse ilgilenmedi bizim-
istemiyor. Ġnsanın bu kadar onursuzlaĢmasını istemiyor. Kapı- le, hiç kimse. Bayramdan bayrama elini öptüğü amcasınınsa,
dan içeri giren müĢteriyle birlikte ansızın silkiniyor daldığı dün- yıllar sonra aile Ģerefi tuttu da kesip alıverdi kulağını oğlu-
yadan, düĢüncelerinden. Suçüstü yakalanmıĢ gibi hissediyor mun..."
kendini. ġiddetini yitirmeye baĢlamıĢ utancını gene de saklaya- Bir yudum daha alıyor kadehinden. Sanki az önce hiç ko-
rak, gülümsemeye çalıĢıyor. Sesi pürüzsüz çıkıyor: nuĢmamıĢ gibi, bir dehĢetten söz etmemiĢ gibi ekliyor:
"Buyrun efendim, ne arzu etmiĢtiniz?" "Size hangi Ģarkıyı söyleyeyim Ģimdi?"
Fatma Aliye'nin yüreği dağlanıyor. Gerçekte bütün Ģarkıla-
rın söylenmiĢ ve tükenmiĢ olduğunu düĢünüyor.

30 31
;
yerine tak! Amcana, babana inat, bütün erkek milletine inat al
tak bunu!"
Afife ReĢat Hanım, öfkesini belli etmeyerek muslukçunun Ġnci broĢu tutmuyor sargı bezi, düĢüyor.
baĢında bir süre daha bekledi. Az sonra muslukçu küstah bir ses- Muti'nin kulakları sancıyor. Ġlk o an ayılıyor dünyasından.
le kendinden emin konuĢtu, kestirip attı: Annesinin parmaklarından kayarak yere düĢen broĢu almak için ;
"Yok hanım anne yok! Bu musluklar onanlmaz artık. Bütün eğiliyor masanın altına, ve sonra orada yitiyor. ; Bir süre
sistemi değiĢtirmek gerekir." sonra avucunda inci broĢ "Baba! Baba!" diye ağla-; yarak
"O nasıl iĢ öyle, neden tamir olmasın?" dedi Afife ReĢat Ha- dolaĢıyor masanın altında.
nım. Sesi kırgınlığını iyice ele verdi. Muti, bütün gece yalnızca bir kez konuĢuyor:
"Su ana Ģebekeden çok basınçlı geliyor. Sizin borularınız ise "Kimsenin bana on yedi yıl sonra sahip çıkmaya hakkı yok!
çok ince. Bakın musluktan akan su serçe parmağım kalınlığında. t Hiç kimsenin..."
Eğer fazla kurcalarsak büsbütün bozarız. En iyisi bu boruyu ip-
tal etmeli."
"Birer birer bütün boruları iptal ediyorsunuz ama..." (Allah
kahretsin! Geçende de Fatma Aliye "Birer birer eksiliyoruz," de-
miĢti. Her Ģey nasıl da üstüme üstüme geliyor. Limonluğun Son parmağını da çekip kurtarıyor siyah eldivenden. TektaĢ
camlan da birer birer kırılıyor.) pırlanta yüzüğünü yeniden yerleĢtiriyor orta parmağına. Bir süre
"Yerinizde olsam bütün bu sistemi değiĢtirirdim. Böyle bo- kuĢkulu gözlerle Fatma Aliye'yi süzüyor. Sonra duygusunu giz-
rular kalmadı artık. ġimdinin insanlarının iĢi çok, zaman az. leyen bir sesle soruyor:
Musluğu açtı mı gürül gürül su istiyor ki, bir an önce elini yıka- "Afife ReĢat Hanımla nihayet görüĢebildin mi bu mesele-
yıp iĢinin baĢına dönsün..." yi?"
BaĢını kaldırıyor Fatma Aliye. Madam Ester'in yüzüne bakı-
yor.
Yüz donuyor, çizgileri değiĢiyor. Rengi uçuyor, kenarları I
kemiriliyor resmin, eskiyor. AteĢ kavurmaya baĢlıyor ucunu; I
"Hayırlı sabahlar! Beni arayan oldu mu Fatma Aliye?" kendi üstüne kıvrılıyor ilkin, sonra da cayır cayır yanmaya baĢlı-
Madam Ester giriyor kapıdan, Ģapkasını çıkarıyor, eldiven- yor.
lerini usul usul çözüyor parmaklarından... (hâlâ eldiven kullanı- Madam Ester'in bütün karakalem portreleri yanıyor.
yor. Siyah uzun eldivenler. Orta parmağına tektaĢ pırlanta yüzük Resim yaparken elleri titrerdi dayısının. Annesinin elleri tit-
takıyor ve yakasında her zaman bir inci broĢ...) remiyor. Birer birer yırtıp bütün resimleri ocağa atıyor:
MüĢerref Hanım broĢunu söküp göğsünden (ve hıçkırıklar- "Unutmalısın! Unutmalısın!"
dan boğularak) Muti'nin kesik kulağım örten sargı bezine takı-
yor:
c
"Al sana inci küpe yavrum. Al tak bunu! Kesilen kulağının

32 33

■illi
"Bu gece konuĢacağım annemle. Peyker Kalfa'nın torununu AkĢam yemeğinde Server Nüvıt PaĢa durmaksızın konuĢu-
vurmuĢ polis. Ağır yarahymıĢ. Kalfa da kalp krizi geçirmiĢ. Çok yordu. Kızının ve torununun suskunluklarını kendini dinledikle-
üzüntülüydü. Üst üste gelmesin istedim. Ama bu gece kesinlikle rine yoruyor, bu da onu gizli gizli sevindiriyordu. Sonra onları
konuĢacağım. Kararlıyım." büsbütün unutuyor, kendini sözcüklere teslim ediyordu, anıla-
ra... Sözcükleri de, anlattıklarını da unutuyordu.
Afife ReĢat Hanım yarasını göstermemeye özen göstererek
ve baĢını tabağından hiç kaldırmadan, önündeki eti küçük parça-
lara ayırıyor, lokmalarını uzun uzun çiğniyor.
"Sonra Refik Cemal PaĢaya dedim ki: PaĢam! Osmanlının
Oturma odasını karanlığa boğmuĢ Afife ReĢat Hanım. Lamba baĢını bu Düyûn-u Umumîye yiyecek, dedim. BaĢka hiçbir Ģey
ıĢığında oturuyor. Karpuz lambanın çinisinde küçük çiçekler, değil. Lakin ben size bunu iĢte Ģu anda ikrar etmiĢ bulunuyo-
güzelliğini, inceliğini ancak karanlıkta ele veren bir alçakgönül- rum, dedim. Almanlara çok güvendik, dedim. Enver PaĢayla,
lülükle odanın dört bir yanına büyüyerek dağılmıĢlar. (Odaya Talat PaĢa tarihi bir yanlıĢ içindedirler, dedim."
savrulmuĢ karanlığın büyüttüğü çiçekler...) Afife ReĢat Hanım, "Anne, biraz daha çorba koyayım ister misin?" dedi Fatma
kadife koltuğuna gömülmüĢ, baĢını dayamıĢ sessizliği dinliyor. Aliye. Sesinde hem bir barıĢma çağrısı, hem de bir karar kesinli-
Odanın salona açılan aralık kapısından sızan bir tutam ıĢık, yü- ği vardı. Buna Fatma Aliye de ĢaĢtı. Afife ReĢat Hanım, baĢını
zünün bir yanını aydınlığa çıkarıyor. tabağından kaldırdı. (Ġlk kez kaldırdı baĢını.) Sonra baĢını iki
Az sonra sahanlıkta ayak sesleri duyuluyor. Açık kapının yana salladı. Yeniden döndü tabağına.
önünde Fatma Aliye'nin bitkin gölgesi beliriyor. "Biliyorum çok üzgünsün, ama gerçekten baĢka çaremiz
"Karanlıkta oturuyorsun... IĢığı yakayım mı?" yok anne..."
"Böylesi daha iyi. Kendimi böyh daha iyi hissediyorum... "Benim hesap iĢlerine aklım ermez..."
Eskiden olduğu gibi güçlü ve huzurlu..." "Benim aklım ermek zorunda ama..."
(Bugün hüzünlerini ele veriyor. Bugün konuĢuyor. Belli ki "Bizim evde para hesabı konuĢmak çok ayıp sayılırdı. Ne
güçsüz hissediyor kendini bugün. Karanlıkta oturuyor. Bugün günlere kaldık yarabbi! Bunalıyorum!"
konuĢulabilir.) "Refik PaĢa en çok Canip Beye güvenirdi. Onun da baĢını
"Dedem yattı mı?" Canip Bey yedi. Zaten Osmanlının tarihine bakacak olursanız,
"Dinleniyor... Geç kaldın gene? Saat kaç?" son asrını hep onun baĢını yiyenler doldurmuĢtur. Almanlara ve
"Otobüs durağı çok kalabalıktı her zamanki gibi. Sofrayı ha- Ġngilizlere verilen imtiyazlar bizim baĢımızı yedi. Bunu aynen
zırlayayım mı?" böyle Refik PaĢaya söyledim de, beni de jöntürk zanneylemiĢ-
lerdi. Ya..."
"Babacığım iyiden iyiye karıĢtırıyorsunuz. Bütün tarihleri
karıĢtırıyorsunuz. Refik PaĢa ile Canip Bey aynı tarihlerde yaĢa-
madılar ki... Refik PaĢa öldüğünde Canip Bey daha doğmamıĢtı
bile..."

34 35

!■.■..: .t*
Fatma Aliye uzun uzun içini çekti. "Peki anne, madem öyle, sana söylemek istemediğim Ģeyleri (de
"Anlatamıyorum galiba anne. Alacaklılarımıza bir karĢılık söyleyeyim. Biliyor musun geceleri niçin geç geliyorum eve?
göstermek zorundayız. BaĢka çaremiz yok. Bu evi ipotek ettir- 'Otobüse biniyorum da ondan. Evet, yalnızca bunun için geç ka-
meye mecburuz artık." ■ı lıyorum. Ġnsanlar, otobüse binmek için birbirlerini nasıl itip ka-
"Beylerbeyi'ndeki konak da böyle çıkmıĢtı elimizden." (Sesi ,j kıyorlar, nasıl dirsekliyoriar bir görsen! O ne korkunç manzara!
kırgın, sitemkâr...) Ġnsanlıktan çıkıyor herkes. Ve kimse bu dehĢetin farkında değil.
"Anne inan benim de çok canım yanıyor." Bunlara dayanamıyorum ben. Ġnsanları böyle görmeye dayana-"
Server Nüvit PaĢa besbelli konuĢulanları hiç dinlememiĢ, mıyoram. Utanıyorum, anlıyor musun utanıyorum. Çok utanıyo-
hiç anlamamıĢ, söze karıĢıyor: rum. Herkes adına utanıyorum. Duraklar tenhalaĢıncaya kadar
"Peyker Kalfa'nın torunu jöntürk olmuĢ demiĢtin değil mi bir kenara çekilip bekliyorum. Kimse tarafından itilmemek için,
Afife? Polisler arıyor demiĢtin, değil mi? Beni de jöntürk zan- 'kimsenin beni sürüklememesi için bekliyorum. Bazen saatlerce
neylemiĢlerdi." i beklemek zorunda kalıyorum; ama insanlara da bir koĢu hayvanı
"Babaa! Gene üstünüze dökmüĢsünüz!" Afife ReĢat Hanı- .; olmadığımı gösteriyorum. Bütün paramı senin eline sayıyorum
mın çatlayan sesinden, gizlemeye çalıĢtığı öfkesi sızıyor. Hemen ^aybaĢında. Benim ne harcadığımı merak ediyor musun? Otobüs
topluyor kendim. Fatma Aliye, (sesi ilk kez bu denli egemen, ;' parasından baĢka hiçbir Ģey kalmıyor avucumda. Bütün bunlan
buyurucu) bir kez daha vurguluyor: l fedakârlık olsun diye söylemiyorum anne. Bütün bu sözlerin seni
"Anne izin ver yarın banka müdürüyle konuĢayım. nasıl yaralayabileceğim tahmin ediyorum. Ama durum bu, ;
(Fatma Aliye'nin sesi, Afife ReĢat Hanımın da dikkatini çe- gerçek bu! Oğlun Amerika'ya kaçtı! Kızın kocaya kaçtı! Ama
kiyor. Gizli bir ürküntü yokluyor yüreğini...) ■> ben? Ben buradayım anne. Ve acı çekiyorum. Lütfen bazı Ģeyle-
"Olmaz Fatma Aliye. Ben sağken evi ipotek ettirmem! Eli- ı« ri anla artık. Bu konak benim çocukluğum. Ve baĢka hiçbir Ģe-
mizde kala kala bir tek bu konak kaldı zaten. Bunu da elden çı- '■ yim yok. Çocukluğumu satıĢa çıkarmak hoĢuma mı gidiyor sanı-
karmak istemiyorum. Anlıyor musun, istemiyorum!" yorsun?"
Susuyor bir an. Sonra belli ki elinde olmadan ekliyor: Cam vitrinin önüne gelmiĢti. Sırtı masaya dönük uzun uzun
"ReĢat kalsaydı baĢımızda... O kalsaydı belki de bütün bun- durdu. Saydam bir beyazlık gözlerini kamaĢtırıyor. Gözlerini -
lar baĢımıza gelmezdi..." yumdu. Hiçbir Ģey görmek, hiçbir Ģey duymak istemiyor. O fı-
"Gene ReĢat ha? Gene ReĢat!" sıltıları yeniden duyar gibi oldu gözlerini kapatınca. BaĢını arkaya
Fatma Aliye'nin içinde belki de uzun yıllardır biriktirdiği attı. Ellerini koltuk altlarında sımsıkı tuttu. Yumulu gözleri, l iki
usul bir nefret, belki de hiç tanımadığı bir duygu, damarlarını damla yaĢı olsun tutamadı.
yalıma verdi. Yüzüne al yürüdü. Yerinden kalktı, ağır ağır, olanca Afife ReĢat Hanım, ağır ağır doğruldu yerinden. Bir an ;
öfkesini sözcüklere tane tane yükleyerek, yuvarlak masanın ayakta, masanın baĢında öylece durdu. Sonra kapıya doğru yürü-
çevresini yavaĢ yavaĢ dolanmaya baĢladı. Fatma Aliye'yi tanıya- dü. Tam çıkacakken durdu, ardına döndü (Talan olmuĢtu yüzü)
mıyordu Afife ReĢat Hanım. Nasıl da yabancı biri olmuĢtu ansı- "Ben odama çekiliyorum Aliye. Lütfen dedeni sen yatırır
zın. Fatma Aliye, kızgınlığın, öfkenin tadını belki de ilk kez çı- mısın bu gece?" Uzun bir sessizlik koydu sözlerinin arasına.
karmanın çeliĢkili hazzını yaĢıyor: Çok acı çekiyordu. Belliydi. "Ev için de sen nasıl uygun görür-

36 3:7
sen onu yap." dedi. YenilmiĢti. Biliyordu. Beylerbeyi'ndeki ko- man uyuklayan kedisi Sannora. Server Nüvit PaĢanın karĢısında,
nak yanıyordu. eski zaman fotoğrafları gibi... PaĢa sessiz sessiz ağlıyor. Bulanık
Server Nüvit PaĢa: "Fatma Aliye," dedi. "Beni yatırmadan gözleri karĢı duvarda asılı duran üzeri ayet yazılı eski kılıçlara
önce, ut çalar mısın bana?" MüĢerref Hanım uda sarıldı. Ağlaya- takılıyor. Kesmeyen bir kılıç gibi hissediyor kendini. Fatma Aliye
rak yalvanyordu. Saffet Hamdi Bey, ayağa kalkarken sandalye- buğulanmıĢ sesiyle eski bir Ģarkıyı söylüyor. Uzakta Istan-i'
sini devirdi. YaĢlı gözlerini Ģimdi herkes görmüĢtü. Çok uzak- bul'un sönük ıĢıkları, yıldızsız gecede bir baĢka yoksulluk. Fat-l
larda bir yerden silah sesleri duyuluyordu, tdris Beyle kızları, ma Aliye'nin yükselen sesi bahçeye dökülüyor.
Kemal Beyle karısı yoklar mıydı orda? Onlar niçin suskundu Afife ReĢat Hanım yatağında uzun uzun ağlıyor bu sarkılan
hep? Onlar acı çekmiyor muydu? Acı çektiğini saklamayı erdem dinlerken. Fatma Aliye bunu hiç bilmiyor. Geceler boyu söyle-
bilen insanlardan mıydılar? Yoksa acı çekecek kadar güçleri yok diği Ģarkılara annesinin yatağında gizli gizli gözyaĢı döktüğünü
muydu? Uzaklarda silah sesleri sürüyordu. Ut susmuĢtu. MüĢer- hiç bilmiyor. Kimse kimseyi bilmiyor.
ref Hanım, uda sarılmıĢ ağlıyordu. ("Ġsmail! Ġsmail!" diye iki Ertesi sabah, Fatma Aliye iĢe gittikten, Server Nüvit PaĢayı
kez hıçkırdı. Bir tek Fatma Aliye duydu bunları.) birkaç saatliğine bir komĢu kadına emanet ettikten sonra, Aile
Fatma Aliye gülümsedi Server Nüvit PaĢaya. Sevecen baĢı- Mezarlığını ziyarete gitti Afife ReĢat Hanım. (Ġlk kez Server
nı sallamakla yetindi. Bu gece Server Nüvit PaĢayı olsun mutlu Nüvit PaĢayı birine bırakıyordu.) Karalarım giyindi sabah erken,
etmeliydi. türbanını taktı baĢına. YaĢlı bir kadından bir demet çiçek aldı.
Afife ReĢat Hanım salonda merdivenlerin baĢında durdu. Mezarın baĢında uzun süre oturdu. Hiçbir Ģey söylemedi,
Billur topuzu sıktı avuçlarında. Billur sessizdi. Avuçları yanı- konuĢmadı. O, anlardı. Öylece uzun uzun oturdu. Yüzüne inen kara
yordu. tülün ardından bile gözleri kederini görünür kılıyor. Bir süre sonra
Emirgân'da bir mevsim daha bitiyor. Gecelerin yıldızlan yaĢlı bir kadın belirdi ardında. Mezarlara konan çiçekle-"t- ri
azaldı ilkin. IĢıksız kaldı hicranlı Ģarkılar, ut taksimleri. Ġdris Be- toplayan (belki de yeniden satan) diĢsiz, karanlık gözlü bir ka-
yin büyük kızı haklıydı. ġimdi yataklar bir cehennem gibi so- /, dindi. , ,-; ... ;,;.; ,-• ;; ■.; _
ğuktur. "BaĢın sağolsun, yeni mi yitirdin?" " .. ' :
"- ■
Pirinç karyolasına uzanmıĢ, göğsüne sıkıca bastırdığı gümüĢ "Çok oldu çook..." .."■:■
çerçeveli bir resimle ağladı Afife ReĢat Hanım. (Odasının kapı- "Yakının mıydı?"
sını her gece olduğu gibi kilitlemiĢti.) Az sonra kollan çözüldü Uzun uzun içini çekti Afife ReĢat Hanım. Ġçindeki kocaman
göğsünden; ReĢat çerçevenin içinde hâlâ en uzun gülüyordu. boĢluğu tıkamak istercesine dolu dolu söyledi:
Gamzeleri, çenesindeki çukuru, aldırıĢsız omuzları; ama sımsı- "Kocamdı..." ;.,.; •;■. )> !/',
cak gülüyordu. AkĢam, Fatma Aliye'ye mezarlığa gittiğini söylemedi.
(GözyaĢı ĢiĢesi yazı masasının üzerinde duruyor, içinde tek Hiçbir Ģey söylemedi.
dal bir menekĢe...)
Kadife koltuğun yumuĢaklığına gömülmüĢ oturuyor Fatma
Aliye. Sırtında uzun sabahlığı, kıvnmlarına kırık bir hüzzamın
aksağını yakıĢtınr gibi... Kucağında udu, eteklerindeyse her za-

38 39
CAM MEVSİMİ
I:

7.

Sabah. Gene sabah. Gene sabah.


Fatma Aliye gene o sonsuzluğa bakan penceresinde. Bahçe,
istanbul. Sabahın kıyıcı serinliği.
Ansızın o geceyi ansıyor yine. (Ne zamandır düĢmemiĢti ak-
lına o gece. BuğulanmıĢ bir anı olmuĢtu. Bir lokmacık yaĢanmıĢlık
bile nasıl sarsıyor onu, nasıl çok Ģeyler yüklüyor ona.) Saffet
Hamdi Bey, sıtmalı hatıralarını anlatıyor gene. Karısı o ermiĢ
sabrıyla bir kez daha dinliyor onu, yüzündeki içtenlikli, iyicil
gülümsemesini hiç eksiltmeyerek. Sonra eski bir teneke kutu
çıkarıyor sandıktan. Üzeri flaman ressamlara özgü desen-| lerle
süslü bir teneke kutu. (Sonra binlerce kutu, Afife ReĢat Hanımın
binlerce kutusu. BomboĢ kutular, jelatin kâğıtlar, parĢömen
torbalar. Hepsi Beyoğlu tarihi. Hepsi ilk günkü kokusunda. Ermeni
mağazalar. ġapkacılar. Pastacılar. ġemsiye kutuları. Fransa'dan
gelmiĢ sabun kutuları bile. Kutuların kokusu sinmiĢ odasına. O
akıllı uslu kadının deliĢmenlik sayılabilecek tek tutkusu bu: kutu
biriktirmek...) Rüveyde Hanım da o teneke kutudan gümüĢ savatlar
çıkarıyor. Saç tokası, boyunbağı iğnesi, kol düğmeleri, ince
kemerler, köstekler. Avni Bey diriliyor. Canlanıyor Saffet Hamdi
Bey. Muti'yi izliyor uzun uzun. Muti'yi ilk kez görüyor.
"Bir Ermeni oğlanıydı. Tıpkı Muti. AltmıĢ üç yaĢındaydı
babam. Sonra Beyoğlu'nda bir arka sokakta çekmiĢ tabancasını
Ģakağına dayamıĢ, vurmuĢ kendini. Oğlana baka baka vurmuĢ
kendini. MüsterihmiĢ ölürken. Gözlerine bakmıĢ uzun uzun. Na-

43
$ Ģap yüzünü."
sil yaĢamıĢ, nasıl ölmüĢ hepsi bir rivayet Ģimdi, iĢte bunun için Ansızın aynmsıyor:
MüĢerref Hanım'dan Muti'yi getirmesini istirham ettim. Anlıyor "Aaa! Çınar hâlâ duruyor!"
musun Rüveyde?" Muti'nin bütün gözleri, Ģimdi babası sanki. Büyüyen gün, çınarın ayrıntılarını çıkarıyor ortaya. Eski bir
"Bana bundan hiç söz etmemiĢtin Saffet Hamdi Bey." peyzajda solmuĢ bir eskiz gibi çınar.
"Ne çıkar bundan? ġimdi biliyorsun ya Rüveyde." "Göçmen kuĢlar, küçük serçeler yuva yapıyorlar üstüne.
Fatma Aliye'nin gözleri, duvardaki eski kılıçların alt alta Gövdesiyse kurudu gitti..." diyor Fatma Aliye. Çınarın peyzaj-
uzayan, birbirini bütünleyen görüntüsüne takılıyor. Siyah-beyaz daki yerini belirtmek istiyor belki de, sağlamlaĢtırmak, vurgula-
bir fotoğraf gibi her Ģey. SolmuĢ sabahlık, köĢede duran ut, ca- mak. MuhteĢem bir yalnızlık gibi çınar. Talia uzun uzun esni-
mekân, sedef sandalye, günün ilk ıĢıkları bu fotoğrafı belirgin- yor. (Gecenin uzunluğu, umarsızlığı düĢüveriyor akıllarına, iki-
leĢtiriyor. sinin birden. Susuyorlar.)
Oturma odasının kapısı açılıyor. (Usul, ürkek) Ardına dönü- "Uykunu alamamıĢsın bak. KeĢke biraz daha uyusaydın."
yor Fatma Aliye: "Uyku tutmadı abla. Yerimi yadırgadım."
"Ne o Talia? Erken uyanmıĢsın, iyi uyumadın mı yoksa?" Sessizlik.
Talia duruyor kapıda. Bir Ģey çıtırdıyor. Ġlk söz söylenmiĢtir.
"Yoo abla, birkaç saat uyudum. Bu kadarı da yeter. Sen de Siyah-beyaz fotoğraf bulanıklaĢıyor. Sözün gerisini de geti-
erken kalkmıĢsın..." riyor Talia, zaten buraya bunun için gelmedi mi? Elbette ilk söz
"Sabahı çok seviyorum. Herkes uykudaykenki sabahı. Daha söylenecekti.
kimsenin eli sabaha değmemiĢken. "Ne de olsa yıllar sonra yatıyorum aynı yatağa."
"Ne yapıyorsun o pencerenin önünde?" "Sen gittin gideli hiç kimse yatmadı o yatakta. Hiç kim-
"Odayı havalandırıyorum." se..."
"Sabahları yine serin oluyor herhalde... Eskisi gibi... Dal- (Kaç kez girmiĢti o odaya, kaç kez o cehennemi hatırlatan
mıĢ nereye bakıyorsun öyle kuzum?" { yatağa uzun uzun ve öfkeyle bakmıĢtı. Talia bunları hiç bilmi-l
"Sen de gelsene pencerenin önüne..." yordu. Hiç bilmeyecekti...)
Gecenin umutsuzluğu, umarsızlığı omuzlarında her ikisi- "Odam da hiç bozulmamıĢ..."
nin... Ġkisini çerçeveleyen pencere ortak bir yazgı gibi duruyor "Annem el sürdürmedi. Her Ģey bıraktığın gibi."
önlerinde. (Her Ģey bıraktığın gibi, ben bile... Annem anılarını sevi-
"Bahçeye bakıyordum. Biliyor musun yıllardır bu bahçeye yor, ziyadesiyle tutkun onlara. Bir türlü kopamıyor onlardan.
hiç bakılmadı. Yaban otlan sardı her bir yanını. Bir bahçevan Kopmak da istemiyor anlaĢılan. Onlarla yaĢıyor yalnızca. Bütün
tutsak diyorum. Aykırı otları temizlese. Fidanları budasa. Bah- hayatını bu yaĢamıĢlık üzerine kurdu. Ve sonra bir daha da dö-
çeyi ot bastı. Yazık!" nüp bakmadı hayata. Senin boĢ yatağın, o cehennemin bile bı-
Onarılmaz gövdesiyle bahçe, upuzun yatıyor önlerinde. Ta- raktığın gibi, öylece olanca ıssızlığıyla duruyor. Yatağına bile
lia ıĢıyan günün soluk aydınlığıyla çevreyi seyrediyor uzun dokunmadı. Kaç kez girdim o odaya. Yatağına kaç kez uzandım.
uzun... Seni, kocanı, yatağını düĢledim. Bütün bunlar sana nasıl söyle-
"Yine de çok özlemiĢim buraları. Bu kokuyu. Konağın ah-
45

44

I
nir Talia, nasıl anlatılır sana? Elbette bilmeyeceksin benim bu "Yüz hatlarını, gözlerini, bakıĢlarını, duruĢlarını... Ara sıra
tek kiĢilik cehennemimi...) hatırlamak için çıkarıp bakıyordum eski resimlerine..."
"Herkesin kopamadığı bir Ģey var bu dünyada..." (Eski resimler... En uzun yalnızlık... Ölümün ağaran Ģansı,
(Talia'nın sesinde bir dokunaklılık var. Gizli bir sevgi hatta.) tozlu, küflü derin çekmeceler... Bütün bunlarla, bu konağın si-
"Seni görünce ĢaĢıracak," diyor Fatma Aliye. siyle tek baĢıma bıraktınız beni. Bu konağın sisiyle tek baĢına.
"Sevinir mi dersin?" Nasıl bağıĢlarım sizi, nasıl? Bir Ģeyler çıtırdıyor gene...)
"Bilmem! Sevinir herhalde..." "Ben de özledim sizleri. Dargın ayrılıklardan sonra hayat in-
Nasıl da kuĢkulu Fatma Aliye. Annesinin adına bütün hayatı sanın içine sinmiyor bir türlü. Hep bir burukluk, bir kırıklık taĢı-
boyunca hiçbir Ģey söyleyemediğini ilk kez bu denli yoğun, bu yor insan. Bir Ģarkı, bir anı, bir resim kötü ediyor insanı. Hele
denli acısını duyarak yaĢıyor. Hiç kimseye annesinin adına hiç- gurbette, uzaklarda... Sen bu duyguyu bilemezsin abla!"
bir Ģey söyleyememenin, hiçbir söz verememenin o üvey sıkıntı- "Doğru. Bilemem. Hiç evden ayrılmadım ben. Gece yatısına
sı, sancısı... Ġçi sızlıyor. bile gitmedim bir eve. Ben ve kedim. Hiç ayrılmadık bu evden."
"Ne zaman dönecek demiĢtin?" (Kedisi saten eteklerine kıvrılıyor. Uykulu gözlerini kısarak
"Yarın sabah." ve derin derin mırıldanarak... Gözlerini oğuĢturarak uykusunu
(ĠĢgünü yarın. Gene mağaza. Evde geçen bir hafta sonu da- çözmeye çalıĢıyor Fatma Aliye. Udu kavrıyor. Küçük, çocuk se-
ha...) siyle bir Ģarkıya baĢlıyor. Server Nüvit PaĢa rakısını yudumlu-
Server PaĢayı soruyor Talia. (AkĢam geldiğinde uyuyordu. yor. KızarmıĢ gözleri, öfkeli bakıĢlarıyla dağlıyor çocukların yü-
Öğlenlere kadar uyuyor PaĢa. Ġlacın donuk uykuları...) zünü. Umarsız bir aĢk uğruna yaĢadığı cehennem gecelerinde,
"Onu da öyle özledim ki... Beni hatırlar mı dersin?" torunlarını dürtükleyerek, tartaklayarak uyandırıyor:
"Hatırlar herhalde. Bazen herkesin unuttuğu Ģeyleri hatırlı- "Kalkın ulan! Ut çalın! ġarkı söyleyin bana!"
yor, bazen de en unutulmayası Ģeyleri unutuyor..." Fatma Aliye'nin ortamektebe baĢladığı yıllar. Üstünde önlü-
(Örtük bir kötücüllük mü gizli bu sözlerde? Bir sitem? Talia ğü, elinde uduyla resimler çektiriyor. ġimdi soluk bir kahveren-
bunu sezmeye çalıĢıyor. Ablasının donuk yüzü, kendini, duygu- giye, toprak rengine dönüĢmüĢ resimler... Artık ölümyüzlü re-
sunu ele vermiyor. Sözcüklerin niyeti bu yüzden anlaĢılmıyor. simler, sandıklara kaldırılmıĢ, büsbütün unutulmuĢ... Kedisi
Ve bu yüzden biraz kırık bir sesle konuĢuyor Talia:) eteklerine kıvrılıyor. Talia'nın uykulu baĢı omuzlarına düĢüyor,
"Beni de unutmuĢtur belki..." cırlak sesiyle ablasına eĢlik etmeye çalıĢırken. Fatma Aliye, ko-
Susuyor Talia. UnutulmuĢ olmanın, baĢka insanların defte- luyla dürtüklüyor Talia'yı uyansın diye, dedesinin hıĢmına uğra-
rinden düĢmenin küskün yalnızlığını duyumsuyor. Çok uzun sü- masın diye.
redir tanıĢ olduğu bir küskün yalnızlık çeĢidi bu... Umarsız bir aĢkın insanlara neler yaptıracağını ilk böyle öğ-
"Yoksa dönmese miydim abla?" reniyor Fatma Aliye. O Osmanlı çelebisi, o ince insan Server
"Yoo, iyi ettin Talia. ÖzlemiĢtik seni. Yüzünü unutmaya Nüvit PaĢanın dağlanmıĢ yüreğine, kıĢ gecelerinin uzun çocuk
baĢlamıĢtım..." uykularını bastırıyor. Sesinde hançer tadında hüzzamlar...)
Çeviriyor gözlerini Talia'ya. Yeniden anımsamak istermiĢ
gibi uzun uzun bakıyor:

46 47
tanbullu'yuz Talia. Hakiki istanbullu. BaĢka yerlerde kök tuta-
mayız. Lakin istanbul, eski istanbul değil artık. Her Ģey değiĢti
buralarda. Her Ģeyin tadı kaçtı."
"Neresi değiĢmedi ki abla? Neler değiĢmedi ki?"
Gece yatağında uzun uzun düĢündü Talia. Gelmekle iyi edip Oysa bahçe, oysa istanbul, oysa zaman. Zaman nasıl geçi-
etmediğini çözmeye çalıĢtı. Dönmeye karar verdiği andan itiba- yor oysa.
ren yüzlerce "karĢılaĢma senaryosu" yazdı kafasında. Hepsinde "Sanki buralardan hiç ayrılmamıĢ gibiyim. Her Ģeyi içimde
de döndüğünde annesinin evde olacağını düĢünmüĢ, annesinin taĢımıĢım sanki. Her Ģey sanki dün gibi."
onu karĢılamasına değgin yüzlerce görüntü biriktirmiĢti kafasın- Ucuz aĢk romanlarının üstünü örttüğü, gizlediği, hatta piyasa
da. Kimi zaman bir düĢ kadar güzel, kimi zaman da bir karaba- duyarlığı haline getirdiği sözler vardır. "Her Ģey sanki dün gibi"
san kadar dayanılmaz acılıktaydı bu sahneler. ġimdiyse annesi de bunlardandır. Bunu düĢünüyor Talia. Bu sözle birlikte
evde yoktu. ĠĢkence uzamıĢtı... (Hayat bir kez daha kafasındaki- kendini yakalıyor. Oysa bu duyarlık, sahici bir duyarlık, her Ģe-
ne uymamıĢtı) yin sanki dün gibi olması çok gerçek. AĢınmıĢ sözler, ne denli
"Hafta sonlan Peyker Kalfa'ya gidiyor artık. Kalfa'yı bilir- sözün özüne ulaĢmayı geciktirse de, bu duyarlıklar, bu sözler
sin, Ģimdilerde çok yaĢlandı. Kızının, damadının evinde kalıyor. her zaman var olacak. Her Ģey hep dün gibi olacak.
Geçende torununu vurdular. Yaralı yatıyor hastanede. Kötüy- "Tam yedi yıl oysa. Seni özledik Talia. ġu dünyada birbiri-
müĢ durumu, "kurtulamaz" diyorlar. Bunun üzerine Peyker Kal- mizden baĢka kimsemiz kalmadı. Baksana annem bile Peyker
fa da geçende kalp krizi geçirdi. ġimdi daha iyiymiĢ. Annem Kalfa'ya tutunarak yaĢayabiliyor artık."
son zamanlarda Peyker Kalfa'ya tutundu. Onunla kafa kafaya Belli belirsiz küstahlaĢıyor Talia:
verip saatlerce eskiyi konuĢuyorlar. Annemin ondan baĢka ko- "Peyker Kalfa'ya tutunuyor ha? Peyker Kalfa'ya? Peki Re-
nuĢacak kimsesi kalmadı. Oysa bilirsin annem, dadılarla, kalfa- Ģat'tan haber var mı?"
larla arasına hep bir mesafe koymuĢ insandır." ĠncelmiĢ bir hainlikle soruyor bunu. Tutunan annesinin elle-
"Sadece dadılarla, kalfalarla mı abla? Sadece onlarla mı?" rini iğnelemek için soruyor. Sorduğu anda biliyor gerçekte Re-
Ġçi yanıyor Fatma Aliye'nin. Bu sesi tanıyor. Dönüp Ta- Ģat'tan bir haber olmayacağını. ReĢat'ın kendisi gibi geri dönme-
lia'nın yüzüne bakıyor. SararmıĢ, solmuĢ. Ġlk kez ayrımsıyor Ta- yeceğini çok iyi biliyor. ReĢat'a öfkeleniyor, kendine öfkeleni-
lia'nın çöktüğünü. YaĢından fazla gösteriyor Talia. Yüzü tazeli- yor. ..
ğini çoktan yitirmiĢ. Sesinde hem sıcaklık, hem küskünlük. Gö- "Yok, hiçbir haber yok. Bir ara Amerika'da olduğunu duy-
ğüsten gelen küçük bir hırıltı. Talia'nın mutsuzluğunun farkına duk. Hepsi bu kadar. Ne bir mektup, ne bir haber..."
varıyor. Kızıyor ona, acıyor. "On yıl oldu değil mi gideli?"
"AkĢamın karanlığında doğru dürüst göremedim. Özlemi- Biliyordu aslında. On yıl olduğunu herkes gibi Talia da çok
Ģim istanbul'u." iyi biliyordu. Bir Ģeyleri, bir Ģeylerin yüzüne çarpmak için sor-
Derin derin havayı soluyor Talia. O da kavuĢturuyor kolları- duğunu Fatma Aliye de duyumsuyor. (Talia'nın sözcükleri niyet-
nı, kendini sarıyor, ürperiyor. lerini belli eden sözcükler) Fatma Aliye de inceltiyor hainliğini.
"Özlersin elbet. Kolay mı? Yedi yıl oldu sen gideli. Biz Is- Ve vurmaktan hiç sakınmıyor. Ġlk kez çekiyor kılıcını, bütün ge-

48 49
ce biriktirdiği öfkesiyle çekiyor kılıcını... (Duvarlarda ayet- be an ben yaşadım, gözledim. O zelzelelerde hep yanındaydım
ler...) onun. Acısını kucağımda dindirmese de, usulca omuzuna doku-
"Bizi bırakıp kaçalı tam on yıl oldu. Sen yedi, o on." nuyordum. Ona dokunuyordum. Anlıyordu. Hafta sonlarını iple
"Ablaa!" çekiyordu bir görsen. Peyker Kalfa'nın hastalığı sırasında onun
"Yalan mı? Kaçmadınız mı Talia? Birer birer kaçmadınız yanında kalarak, vefasının bedelini ödemeye çalışıyordu. Bu
mı? Önce ReĢat, sonra sen! Bir tek ben kaldım bu koca konakta. yüzdendir ki, bütün hafta sonları evde kalıyordum. Paşaya bakı-
Bir tek ben ve... Ve yalnızlığım..." yordum. Yeter ki annem, Peyker Kalfa'ya gidebilsin diye. Dertle-
(Fatma Aliye yalnızlığını söyleyebiliyor. "Ve" dedikten son- rini, sıkıntılarını unutabilsin, eski anılarıyla avunabilsin diye,
raki sessizliğinde belki de bunun bir onursuzluk olup olmadığını vefa borcunu gönül rahatlığıyla ödeyebilsin diye. Ve her sabah
tartıyor...) o pencerede... O pencerede... Ahh Talia, bunlar nasıl söze dö-
(MüĢerref Hanım, Fatma Aliye'yi seçiyor sormak için. Ġlk külürdü, nasıl anlatılırdı? Hâlâ bilmiyorum. Belki de yalnızca
onu seçiyor: "Neden kaçtılar hepsi?" Sonra gözlerini deviriyor susulurdu. Hatırlarsın o gün de pencerenin önünde uzun uzun
Fatma Aliye, inci broĢta takılı kalıyor gözleri. "Neden kaçtılar susmuştum. Geldiğinin ilk sabahıydı.)
hepsi?" "Abla, boğuluyordum bu evde. Soluk alamıyordum. Pence-
Son Osmanlıların böylesine savrulmuĢluğunun nedenini reden sızan bir lokma hava bana göre değil. YaĢamak istiyor-
Saffet Hamdi Bey de bilmiyor. Susup istanbul'a bakıyor. Kendisi dum."
Son Osmanlı. Emirgân Son istanbul...) "Yedi yıl boyunca taĢra kentlerini bir bir dolaĢmayı yaĢa-
"Gitmek zorundaydım abla. Biliyorsun annem izin vermedi mak mı sanıyorsun sen?"
evlenmem için. Bense burada çürümek istemiyordum. Galip'i (Kırmıştım seni. Gücenik baktın bana. Sesin kısık ama pü-
seviyordum. Hayatın bir ucuna yapıĢmak istiyordum..." rüzsüzdü. O bakışın kalmış aklımda.)
"Ben burada kaldım ama," "Çok Ģey öğrendim bu yedi yıl boyunca. Ġnsanları tanıdım.
(Ben de evlenmek istemez miydim? Ġpek bir Hayatı öğrendim. Az Ģey mi bu?"
gelinliğin uzun uzun yırtılan sesi, sessizlikte Fatma Aliye, kılıcını bir kez daha biliyor:
cam vitrine yansıyarak dağılan...) "Ama sonunda yine buraya döndün."
"Ama artık her Ģey uzak bir düĢ gibi..." "Henüz belli değil abla."
"Ben senden daha cesurdum abla. Ben yanlıĢ yapmayı göze "Nasıl? Nasıl belli değil? Yeniden gitmeyi mi düĢünüyorsun
alabiliyordum. Bir gece çekip çıkabildim bu evden." yoksa?"
"Ama ne pahasına? Bu sorumsuz hareketinin bedeli neydi, "Annem de beni, senin gibi karĢılarsa evet, gitmeyi düĢünü-
bunu hiç düĢündün mü?" yorum. Görüyorum ki hiç değiĢmemiĢsin abla. Bana karĢı yine
(Bir mezarlık gibiydi konak. Annem zelzeleler içerisindeydi. öyle acımasız, Öylesine katısın! KeĢke hiç kimsenin dokunmadığı
En büyük yıkımları, en büyük ihanetleri yaşattınız ona. Buna hiç sabahları sevdiğin kadar beni de sevseydin. O zaman belki her
kimsenin hakkı yoktu. O da sonunda gitti Peyker Kalfa'ya tutun- Ģey baĢka türlü olurdu."
du. Onun vefalı kişiliğinde sizlerin ihanetini unutmak istedi. Bü- Dokunulmadık sabahların el değmemiĢliğinde sızılarını din-
tün bunlar sana nasıl anlatılırdı Talia? Bunları gün be gün, an diren Fatma Aliye, nicedir unutmuĢtu dokunmayı, sevmeyi. Git-
50 51
gide kuntlaĢıyordu. Dokunmaktan anladığı yalnızca yediği dar- bu? Hep iyi Ģeyler hatırlıyor. Bu bahçelerin saygılı bir gürültü-
beler ve o sonsuz bırakılmıĢlığıydı. Talia'nın anlamadığı da bu sü, yaĢama coĢkusu, sevinci vardı. Her Ģey bir ölçüyü taĢırdı, bir
değil miydi zaten? Olgunluk, yaĢanmadan kazanılmazdı. Bir inceliği, bir kültürün izlerini... Yemekler yenilirdi bu bahçede,
Ģeyler daha çıtırdadı. Sesi manidardı: oyunlar oynanır, uzun geceler yaĢanırdı. Bahçenin birkaç ağacı-
"Bunca yıl sonra biraz sitemi bile isyanla karĢılıyorsun Ta- nın meyvesi çocuklarda sonsuz bir zenginliğe sahip olduklan sa-
lia. Sevincimin yanı sıra kırgınlığımı açığa vurmayayım mı?" nısı uyandınrdı. Elmalar, kayısılar, erikler...
"Abla, buraya dönerken yeterince eziktim zaten, yeterince Ansızın aynmsıyor:
yeniktim..." "Aaa! Erik ağacı yok!"
"KeĢke akĢam geldiğinde konuĢsaydık birçok Ģeyi. Sabaha "Kestirdik, kurumaya baĢlamıĢtı. Gözümüzün önünde çürü-
kalmasaydı..." yüp gidiyordu. Budayamıyorduk. Bakamıyorduk. Erik ağacı, çı-
"Bunun zamanla ne ilgisi var abla?" nar ağacı gibi değildir. Daha dayanıksızdır."
"Var Talia var. Bütün gece gidiĢini, evi terk ediĢini düĢün- "Ġçi oyulmuĢ ama, her yanını kovuklar sarmıĢ..."
düm. Aradan geçen yıllan düĢündüm. Seni kendimle karĢılaĢtır- "BaĢka türlü ayakta kalamazdı ki..."
ma fırsatı buldum yeniden. Bir de baktım ki, tekrar dönüĢünden Çınar sonsuz bir dinginlik gibiydi. Sevecen dallanndan in-
ötürü duyduğum sevinç ufalanmıĢ, eski kızgınlıklanm, kırgınlık- mezlerdi gün boyu. Talia sık sık eteğini takar, yırtardı ağaçlarda.
lanm depreĢmiĢ..." Elindeki, kolundaki çiziklere tentürdiyot basarlardı. Sık sık ora-
Bu sözler Talia için baĢka kuĢkulara kapı aralıyor. Annesi- sını burasını kanatır, yaralanır, berelenirdi. Afife ReĢat Hanım o
nin o bağıĢlamasız ve hoĢgörüsüz uzaklığı içerisinde zamanın zaman ilgilenirdi Talia'yla. Kızının kolunu tutar, tentürdiyotu
nasıl rol oynamıĢ olabileceğini düĢünüyor. bastırırdı.
"Annem... Annem de kızgın, öfkeli mi hâlâ?" Canı yanardı Talia'nın.
Annesinin uzun öfkelerini hatırlıyor Talia. Kınlan bir vazo- Ama annesi kolunu yumuĢacık tutar, yarayı üflerdi. Bazen
nun on yıl sonra sorulan hesabını, bir kusurun sık sık hatırlatıl- hafifçe saçını bile okĢardı. Ertesi gün yeniden yaralanır, gelirdi.
masını. YanlıĢlan, hatalan hiç unutmayan annesinin o kötücül Server Nüvit PaĢa, Talia'nın haylaz bir kız olduğunu düĢünürdü
belleğini. yalnızca. Hem sesi de cırlaktı.
"Bilmiyorum Talia. Bilirsin pek fazla konuĢmaz. Duygulan- "Çocukken hiç inmezdik o ağaçtan," diyor Talia. Uzun uzun
nı belli etmez. Bunca yıldır ağladığını bile görmedim. Ama sanı- iç çekiyor. Çocukluğunun buğu kıvamındaki sayrılı görüntüleri
nın seni görünce sevinecektir. Ne de olsa ana yüreği, bağıĢlayıcı düĢüyor gözlerinin önüne..."
bir yanı vardır." "Çocukken bir yere gitmezdik ki..."
"Bahçe çok bakımsız kalmıĢ gerçekten. Eskiden ne güzeldi Fatma Aliye'nin buz gibi sesi uzun bir sessizliğe neden olu-
bu bahçe..." yor. Sesinde gene de kendini tutamayan bir hainlik var. Belli ki
Sesler dolduruyor kulaklannı, renkler dolduruyor gözlerini. sessizlikler boyu herkes, kendi dünyasının hakkı yenmiĢ görün-
Bahçe diriliyor. Eski günler. CümbüĢler. Deli Halefin zilleri ve tüleriyle baĢ baĢa kalıyor. Sessizlikler biriktiriyor insanı. Fatma
kahkahaları dağılıyor yıldız alacasında. Gerçekten öyle miydi? Aliye sürdürüyor:
Yoksa bir çocukluk anısının yıllar sonra abartılmıĢ coĢkusu mu "Bahçede oynardık hep. Bahçe yeterdi bize."

52 53
"Çocuklar büyüyorlar abla. Bahçe az geliyor onlara. Bütün bir ut taksimi geliyor sanki, çocukluğundan, gecelerden...
dünyaları yalnızca bir bahçe olamıyor artık. Bahçenin dıĢına da "Nasıl özlemiĢim udun sesini. Bu akĢam bana biraz ut çalar
çıkmak istiyorlar." mısın abla?"
"Bir Ģey söyleyeyim mi sana Talia? Bana kalırsa artık kimse Talia'nm uykulu baĢı Fatma Aliye'nin omuzuna düĢüyor.
için bahçenin bir anlamı kalmadı. Bu yüzden böyle bakımsız. Cırlak sesi susuyor. Yeniden uyukluyor. Fatma Aliye sesini da-
Konak bile yabancı duruyor bu ıssız bahçeye. Bahçeler eskiden- ha da yükseltiyor, uykusunu çözmek için. Kendini Ģarkılarla
miĢ Talia. Bahçeler bir Ģeyleri anlatmak içinmiĢ. Oysa bizim an- ayıltmaya çalıĢıyor. Server Nüvit PaĢanın yalnızca kendisine
latacak hiçbir Ģeyimiz kalmadı..." acıyan yüreği umarsız aĢkının tek kiĢilik hicranlarında. Böyle
"Çok karamsar olmuĢsun abla. Sanki çok yaĢlı biri gibi ko- geceler Fatma Aliye nefret ediyor hünerinden. Dedesinden kor-
nuĢuyorsun..." kuyor, kızıyor ona. Az sonra irkiliyor Talia. ġarkının bir ucuna
(O gün anlatamamıştım sana Talia. O günden sonraki gün- yapıĢmak istiyor, bocalıyor. Üzerlerinde PaĢanın ölümcül bakıĢ-
lerde de anlatamadım. Bazı duygular, bazı şeyler yaşandıktan ları... KöĢede o sedef kakma sandalye, ölümsüz bir unutkanlık
sonra hiçbir kelimeye sığamaz oluyor. Hiçbir söz kalıbına dökü- gibi...
lemeyip, öylece boşlukta kalıyorlar. Bir duruş, bir bakış, bir eda "Çalarım tabii. Sana Server PaĢa ile Nerime Sultanın aĢk
belki kendini açığa vuran bir duyguya, bir hasrete tercüman Ģarkısını çalarım. Hatırladın mı o Ģarkıyı?"
olabiliyor. Evet, yaşlı biriymişim gibi konuşuyordum. Çünkü " 'Kaçıncı fasl-ı bahar bu, solar gider emelim' değil miydi?"
kendimi çok yaşlı biriymiş gibi hissediyordum. Otuz altı yaşın- "Evet, unutmamıĢsın. Artık benim de Ģarkım.
daydım. Hiç evlenmemiştim. Zaten isteyenim de olmadı, istan- "PaĢa hâlâ unutmadı mı?"
bul'dan dışarı hiç çıkmadım. Hiç yaşamamış gibiyim. Bunların "Unutmadı. Her gece bu Ģarkıyı mırıldanarak yatar yatağına.
hiçbirini sana anlatamadım. Belki de hayat hakkında hiçbir şey Sık sık da bana çaldırır."
öğrenemeden öleceğim...) "Nasıl sevdaymıĢ bu böyle?"
"Yine ut çalıyor musun hâlâ?" Fatma Aliye'nin çevresinde herkesin ne büyük sevdası oldu.
"Bazı geceler... Server PaĢayı eğlendirmek için. Kimse ut Sevdalan uğruna ne çok Ģeyler yaptılar. Dedesi, Dayısı, Talia. O
dinlemiyor artık..." porselen tabaklar hiç kullanılmadı oysa. Herkes bir roman gibi
"Sen çok güzel çalardın. Hep ağlatırdın beni. Sesin de gü- yaĢadı hayatını. (Bense bir cam kavanozda geçirdim) BaĢkaldır-
zeldi. Çok güzeldi abla." dılar, kaçtılar, kurban verdiler. Ama bir hatıraları, bir hayatlan
"Peyker Kalfa da öyle diyor. Bana koca bulmak için çırpınıp oldu. (Ya benim? Ben ne anlatacağım yarın?) Sevdalara, sevda-
dururken, sağda solda anlatıyormuĢ, Ģöyle ut çalar, böyle ut ça- lılara tanık oldu hep. Hep tanıklık etti.
lar, diye. Ġnsanlar gülüp geçiyorlarmıĢ tabii. Biliyorsun, Ģimdiki "ġimdi böyle aĢklar kalmadı Talia. ġimdinin aĢklan tutku-
zamanda ut çalan bir kadından çok bankada çalıĢan bir kadın suz oluyor. Hatırlar mısın bana eskiden Ģiirler, romanlar okur-
tercih ediliyor." dun."
Kısık kısık gülüyor Talia. Gene de sesindeki buğu çözülmü- "Halit Ziya'nın, Ahmed Hamdi'nin romanlannı okurdum sa-
yor. Sonra gözü, odanın bir köĢesinde duran uda iliĢiyor. Üze- na. Abdülhak ġinasi okurdum. Sonra Asaf Hâlet'in Ģiirlerini.
rinde bulut kıvamında bir tül örtü, bir peçe... Kulaklarına uzak Sen en çok 'Mahur Beste'yi severdin."

54 55
"Bir de 'Kırık Hayatlar'ı... Mutluyduk değil mi Talia?" Bir kayırmadan çok, bir hatırlatma var bu sözlerde. Pencere-
"Mutluyduk abla! Çok mutluyduk! Hatırlar mısın Sahaflar yi, kavanozu... Çekip çıkamamıĢlığı... Fatma Aliye bu gizü, bu
ÇarĢısı'nı gezer, eski kitaplar toplardık. Bir ara ne dadanmıĢtık incelikli hainliğin farkına varamıyor, kaldığı yerden sürdürüyor:
oraya..." "ÜĢümüyorum. Yalnızca ürperiyorum. Sabahın bu serinliği
"Bazı kederli akĢamlarımda hâlâ Mahur Beste'yi çalarım. dirilik katıyor bana. UyuĢukluğumu çözüyor. Yeni hayatlar kur-
Sen düĢersin aklıma, çocukluğumuz düĢer. Ayrılık düĢer..." maya heveslendiriyor beni. Oysa akĢama kadar yeniden uyuĢu-
Küflü kitapların keskin kokusu. Fatma Aliye'nin sesinde bir yorum. Sabahları yanıltıyor beni. Geçici bir kuvvet veriyor, ge-
mahur beste dokunaklılığı... çici hayaller yaĢatıyor bana. Sonra istanbul'a iniyorum. Daha
"ġimdi sen mutsuz musun abla?" Beyoğlu'na varmadan, edindiğim olanca gücü yitiriyorum. Bez-
"Bahçeyle uğraĢabilsem diyorum. Bahçeyi yeniden güzel- gin, uyuĢuk, karamsar geçiyorum tezgâhın arkasına. Ġri, soğuk
leĢtirebilsem; yaĢanası kılsam... Elime de yakıĢmaz ki böyle kemik düğmeleri, tokaları dizmeye baĢlıyorum. Ġnsan da kemik-
Ģeyler..." leĢiyor zamanla. Katılıp kalıyor."
Durdu. Uzun uzun soluk aldı. Neler anlatmıĢtı? Niye anlat-
(Bahçe için çok geç olmuştu. Her şey için çok geç olmuştu. mıĢtı? (Eskisi kadar suskun değilim artık. YaĢlanıyorum mu ne-
O sessizliklerde içim dağlanıyordu. O puslu sessizlikler, suskun- dir? Hep anlatır oldum. Yoksa yıllar sonra bir paylaĢma mıydı
luklar, içkanamaları... Gerçekten seninle konuşabiliyor muyduk bu? Niye böyle her sözün hesabını tutuyorlardı? Niyeydi bu son-
Talia? suz hesaplaĢma? Nereye açılıyordu ki? Neyi çözebiliyorlardı?)
Bütün kelimelerle...) "Memnun musun iĢinden?"
"Kahvaltı hazırlayayım mı sana?" "ÇalıĢmak zorundayım Talia. Durumumuz bildiğin gibi de-
"Yoo acıkmadım abla. Server PaĢa uyansın birlikte yeriz." ğil. Çok bozuldu. Sonunda hepten bu yazlık konağa sığınmak
"O çok geç uyanıyor Talia. Öğlenlere kadar uyuyor. Ġyice zorunda kaldık. Bu konak da elden çıkacak diye ödüm kopuyor.
bunadı. Çok üzülüyorum onun için. O eski koca paĢadan geriye Tutunacak son dalımız bu ev. Sığındığımız en son saçak..."
hiçbir Ģey kalmadı. Geveze, bunak bir ihtiyar oldu. Bense onu, Onca köĢkten, konaktan sonra bir tek bu yazlık konak. Geç-
hep eski haliyle hatırlamak isterdim. O eski koca paĢa olarak." miĢ nasıl da kindar bakıyor anıların ardından. Konağın ayrıntıla-
"Ġnsanların kendilerine alıĢamıyoruz abla. Hep kafamızdaki rı, eĢyalar, küçük alıĢkanlıklar unutma fırsatı vermiyor ki hiç.
insanlarla hesaplaĢıp duruyoruz." Acımasız her Ģey. Mangallar, aynalar, oymalar, kutular... Gün
"ReĢat, bari ReĢat kendini kurtarabilmiĢ olsa. Sen gene Tür- günden daha kötüye giderken her Ģey... bütün bunlar...
kiye'desin, o yaban ellerinde..." "Anlıyorum, evet. ÇalıĢmak senin için de zor olsa gerek. Es-
Bir kez daha ReĢat; Talia için. Ġçinde hep gizli bir yılan oldu kiden çalıĢanları ayıplardın."
o. Ondan kurtulamadı. "Hâlâ da hazmedemiyorum."
"Kapıyı çekip çıktıktan sonra nerde olduğun fark etmiyor (Böyle yetiştirilmiştik biz. İşe giderken hâlâ başım önümde
abla." gidip geliyordum. Kendimle boğuşup duruyordum. O otobüs
Susuyor Talia. Sonra aynı duru soğuklukla: beklemeleri, o işportacı çocuklar, o yılışık müşteriler, oksijen
"Pencereyi kapa istersen. ÜĢüteceksin!" diyor. sarısı saçlarıyla Beyoğlu yosmaları... Beyoğlu bir çıbandı artık.

56 57
Yaranın, irinin toplandığı bir çıban başı. O caddede irin akıyor- dokunabiliyordum kasanın tuşuna) Aslında her şey bir oyundu.
du her gün, cerahat akıyordu. Ve ben anlaşılmaz bir inat ve di- Herkes de bu oyunun farkındaydı. Ama başka türlü çalışmaya
rençle anlamakta güçlük çekiyordum bütün olup biteni. Her şeye başlamayacağımı da, herkes biliyordu. Herkes ölçülü bir sus-
ilk kez gören bir gözün şaşkınlığıyla bakıyordum. Beni korkunç kunluk içindeydi...
bir yalnızlığa iten bir şaşkınlıktı bu. O iki yılı anlatmak isterdim Biliyor musun Talia, hâlâ o mağazada çalışıyorum.
sana Talia... O gün sanki birbirimizi dinlemeye, anlamaya çok Yalnızım Talia, çok yalnızım...)
hazır gibiydik. Yoksa bana mı öyle gelmişti?) "Ġki yıldır o mağazadayım iĢte. Aslında orayı seviyorum.
"Ne kadar oldu çalıĢmaya baĢlayalı?" Eski düğmeler, kemik tokalar, saten ve ipek iççamaĢırları, ipek
"Ġki yıl kadar. Madam Ester vardı bilirsin. Annemler isteme- çoraplar satıyorum. Eski istanbul hanımefendileri, Rum ve Er-
miĢlerdi dayımın onunla evlenmesini; Kadın Yahudiydi..." meni kadınlar geliyorlar alıĢveriĢe. Onların arasında yalnızlığımı
"Hatırlıyorum. Büyük dayım mutsuz oldu uzun yıllar. Ġçki- unutuyorum."
ye verdi kendini. Madam Ester'in karakalem portrelerini yapar- "Kaldı mı öyle mağazalar abla, öyle dükkânlar?"
dı. Sonra annem bir gün hepsini yaktı..." "Tek tük... Ama yine de her sabah kepenklerini Beyoğ-
"Aslında annem Madam Ester'i severdi. O, evlenmelerini is- lu'nun yüzüne inatla açıyorlar. YavaĢ yavaĢ Beyoğlu'nun arka
temedi yalnızca..." taraflarına kaçıĢmaya baĢladı bu dükkânlar. Birkaç yıl sonra on-
"Kendi dulluğunun bedelini herkese ödetmek istedi annem, lar da kalmayacak besbelli. Yerlerini aç gözlü tüccar vitrinlere
herkese..." bırakacaklar. Belki bizler de kalmayacağız. Her Ģey modası geç-
"Madam Ester, gün günden bozulan durumumuzun farkın- miĢ bir melodram gibi."
daydı. Dayımın ölümünden sonra birkaç kez gelip gitmiĢti. An- "Eski istanbulluların çoğu yeni istanbullu oldular. Senin gibi
nemle aralarındaki buzlar eridi." düĢünenler hiç kalmadı be abla! ġu yaĢadıklarımız en azından bir
"Annem, insanlardan alacağını aldıktan sonra dost ohif za- yirmi yıl öncesinin dertleri gibi. Bu duyarlıkları yaĢayan, bu
ten." acılan çeken insanlar en az bir yirmi yıl önce tükendi. Nasıl olu-
(Madam Ester, konuşmalarıyla artık çalışmam gerektiğini yor da bu duyarlıkları hâlâ böyle eski tazelikleriyle saklayabili-
hissettirmeye başlamıştı. Açıkça söylememişti hiçbir şeyi. Böyle yorsun?"
bir şeyin bizi kırabileceğini, bizi üzebileceğim hesaplayabilecek "Ben de farkındayım bunun. Ve ne kadar az kiĢi kaldığımı-
kadar incelikli bir insandı o. Açıkça söylediği takdirde böyle bir zın... Dedim ya her Ģey modası geçmiĢ gibi bir melodram gibi.
şeyi -her şeye rağmen- kabul etmeyeceğimizi de kestirebilmiş Kimse anlamıyor bizi, kimse paylaĢmıyor. Acılarımız bile anti-
olmalıydı. kalaĢtı. Bak Ģu vitrine! Bak, bak! ġu porselen tabaklar gibi!"
Yalnızca, kendisine kısa bir süre yardımcı olmamı istemişti. Tabaklar sanki ağarmıĢtı. <,
İşlerinin çokluğundan yakınmıştı uzun süre. Gerçekten bana ih- Bembeyazlık gözünü aldı Talia'nın, sonra fısıldar gibi ve
tiyacı olduğunu hissettirmek için abartıyordu durumunu. Onun suçluluğunu gizleyemeyen bir sesle:
gibi ölçülü bir kadının, bu abartısında yine de bizi kollayan bir "Tabakların, çeyizin..." dedi.
duyarlık gizliydi. Ben de hatır için gidiyormuş gibi gittim. Beni "Evet, çeyizim. En az yüz elli yaĢında bu tabaklar. Babaan-
hemen kasaya oturttu. (İlk ayrıcalıktı bu. Mağazada bir tek ben nemin kaynanasından yadigâr. Annemden de bana kaldı çeyiz

58 -' 59
diye. Bense kullanmaya niyetlenmiĢtim. Beni de alan olmadı. güçsüz bir kadın yatar. DüĢünsene geçen yıla kadar sokağa bile
Biliyor musun zaman zaman çıkarıp onlan cam kovuklarından, yalnız çıkamazdı. Onun büyüklüğü bu konak kadardır. Bu kona-
o sonsuz pencerelerinden, tozlarını alıyorum usul usul. Sonra ğın dıĢına taĢmaz."
okĢuyorum onları..." ġaĢırdı Talia. Gözlerini kısarak dikkatle yüzünü inceledi
"Abla!" Fatma Aliye'nin...
"Yoo, hayır bir Ģey söyleme. Bu hayatı kendim seçtim. Se- "Acıyorsun anneme. Oysa o kimseye acımaz. Kendi anıla-
nin gibi kapıyı çekip çıkabilecek gücüm hiçbir zaman olmadı. rından baĢka, kimseye. Onun o gösteriĢli suskunluğu baĢkalannı
Fedakârlığı erdem diye öğrenmiĢtim çünkü. Üstelik pısırıktım ezmek içindir. BaĢkalanna hükmetmek, baĢkalarını karĢısında
da..." aciz bırakmak içindir. O çalımlı sessizliği, hep buyuracağı emir-
Nasıl üĢüĢüyor bir ağacın dallan gibi çocukluk anılan. Yük- leri gizler. Bunca yıldır tanımadın mı onu? Anlamadın mı?"
seklere çıkamazdı Fatma Aliye. Oysa Talia, mahallenin erkek "Yalnız, çaresiz bir kadın o. Annemiz bizim! Onca acıya da-
çocuklannı bile döverdi; onlarla erkek oyunlan oynardı. Bu yüz- yandı. Onu bırakıp gidemezdim. BunamıĢ bir dedeyle, çaresiz
den adı Erkek Talia'ya çıkmıĢtı. Gözüpekti, inatçıydı, hırslıydı. bir anneyi baĢ baĢa bırakıp gidemezdim. Önce ReĢat, sonra sen,
Talia'ydı. sonra da ben... Yoo, yoo iĢte buna hakkım yoktu. Senin kaç-
"Bu evden giderken bir gün senin de kendi hayatını seçebi- manla birlikte benim kaderim de çizilmiĢ oldu. Ben artık bu ev-
leceğini, kendine bir hayat kurabileceğini düĢünmüĢtüm. Belki de kalacaktım."
ben kalsaydım, böyle olmazdı..." Gözleri biraz daha kısıldı Talia'nın. Bir Ģeyleri daha iyi anla-
"Kalsaydın bana benzerdin Talia. Bu konakta baĢka türlü maya çabalıyordu:
olunmuyor çünkü..." "Beni suçluyorsun?"
(Her geçen gün bir ışığını daha söndürürdün. Bezgin, ka- "Daha doğrusu suçlamak istiyorum. Bu kadar yükü tek baĢı-
ramsar, mutsuz olurdun. Bunu anlatamamış mıydım sana? Belki ma kaldıramıyorum çünkü..."
ısrar etmemiştim. Yüzüm, gözlerim, duruşum, sabahlarımı pay-
Bütün gece...
laştığım o kirli pencere sana mutsuzluğumu anlatmaya yetmemiş
Bütün gece düĢündükleri. Ufalanan sevinci, depreĢen, su yü-
miydi? "Neden?" der gibi yüzüme bakıyordun. Güneş yükselme-
ye başlamıştı. Belki o an, o yalancı aydınlık kandırmıştı seni. züne çıkan kırgınlıklan. En büyük banĢıklık bile ne kadar kısa
Belki yüzümün bir yanı ışımıştı pencerede... sürüyor. Talia'nın yumuĢamıĢ sesinde gizli bir acıma var. Sanki
Oysa o sözleri söylemek benim gibi bir insan için kolay de- ablasının dün gecesini Ģimdi anlıyor. Az önce söylediği zaman
ğildi. Ben ilk kez birine, "beni kimse almadı" diyordum. Bu sen- değil de Ģimdi anlıyor. Acısını söylediği zaman değil de; acısına
din Talia. Belki sen bunu fark etmemiştin bile. Aradan geçen yıl- tanık olduğu zaman. Her Ģeyi niye tanık olana dek erteliyoruz?
larda benim sürekli yakınan, ağlayan bir insan olduğumu dü- "Hiçbir Ģey bu kadar acıklı değil be abla! Her Ģeyi büyütü-
şünmüştün. Oysa nerden bilebilirdin? Ben nasıl anlatabilir- yoruz. Her Ģeyden hüzünler çıkanyoruz kendimize... Her Ģey
dim?) değiĢti artık. Biz de bu değiĢikliğe ayak uyduramadık. Hepsi
"Bense bırakıp gidemezdim. Annem içi oyulmuĢ bir kaya bu."
gibidir. Sessiz bir kaya gibi. O gösteriĢli sessizliğinin ardında (Hüznü seviyoruz çünkü. Hicranı seviyoruz. Bunları sevmek
zorunda kaldık Talia. Çünkü bunlardan başka hiçbir şey bırakıl-

60 dı
madı bize.
Hele şimdi. ..Hele şimdi...)
"Evet ayak uyduramadık Talia. Aykırı otlar gibi kaldık. Bir
mevsimin son kuĢlarıyız biz. Sığındığımız son saçaklar da çökü-
yor birer birer... Bizim mevsimin kuĢları, haklısın en az bir yir-
mi yıl önce silinip gittiler istanbul'un gökyüzünden... Ne yani? 2.
Böyle diye yok mu sayılacağız? Acılarımız yok mu sayılacak?
Kimsenin bana acımasını beklemiyorum. Beni anlamalarını
da... Beni en çok Ģu porselen tabaklar düĢündürüyor. Koca bir
tarih boyunca hiç kullanılmamıĢ Ģeyler de olabiliyormuĢ demek. Galip'ti adı. AkĢam geldiğinde hiç konuĢmamıĢlardı. Bütün
Cam vitrinlerde öylece bekleyen güzellikler. Hiçbir yere açılma- gece uyanık yastıklarla paylaĢtılar yedi yıllık iç dökmeyi. Ġlk
yan, akmayan, öylece duran." yanlıĢı yaptılar.
"Dünya yalnızca bizim bahçemizle, senin tabakların değil ki Bahçedeki erik ağacı gibi, her geçen gün bir parçasını yitiren
abla. Dünyanın hepsi bu kadar değil. Biz bahçemizin dıĢındaki bir evlilikti. Mutlu olamamıĢtı Talia. Hayalleri ufalanmıĢ, isyanı
dünyayı hepten unuttuk. ġimdi bu unutkanlığın bedelini ödüyo- anlamını yitirmiĢti. Uzun uzun bunları anlatmıĢtı ablasına. (Fatma
ruz." Aliye ĢaĢırmıĢtı.) Pencereyi örttükten sonra, sedire oturmuĢlar,
"Ben de biliyorum her Ģeyin değiĢtiğini, ben de görüyorum. kerevet minderlerini arkalarına alarak, uzun bir sohbete
Dahası bu altüst olmanın acılarım yaĢıyorum. Hem de nasıl... dalmıĢlardı. Birbirleri için okunmamıĢ yeni bir roman gibiydi-ġ
Ne var ki, her Ģey böylesine acımasızca mı değiĢmeli? Böylesi- 1er. Sonra giyinmiĢ, bahçeyi dolaĢmıĢlardı. (Bahçeyi seyretmekle
ne akıl dıĢı mı? Dünya değiĢecek diye her Ģey ama her Ģey feda yetinememiĢti Talia.) Fatma Aliye, Talia'nm anlattıklarına Ģa-
edilmeli mi? Eski güzelliklerden hiçbir Ģey, ama hiçbir Ģey yaĢa- ĢırmıĢ, sormuĢtu:
tılmamak mı? tĢte bunu soruyorum sana. Sana ve yaĢadığımız "Hepsi bu mu?"
Ģu lanet olası çağa bunu soruyorum!" "Hepsi bu." I (Çınarın dibindeydiler. Çınarın varlığı, her
"Bütün bunlar geçecek... Her Ģey durulacak. SakinleĢecek. Ģeyin bir ihanet olduğunu düĢündürüyordu Fatma Aliye'ye.)
Buna inanıyorum..." Talia, yürümeye baĢlamıĢtı. Fatma Aliye ardında kalmıĢtı:
"Ben de inanmak isterdim Talia. Ben de inanmak isterdim. "Peki ama neden?"
Haydi istersen Ģimdi ört pencereyi..." (Arada ne bir kadın, ne içki, ne kumar, ne dövme sövme. Pe-
ki niye? Bunu anlatamadı Talia. Bocaladı. Tıpkı çocukluğunda
olduğu gibi bocaladı. (Kendini anlatması hep bir sorun olmuĢtu
onun için.) "Tahrir" dersinden en yüksek notları alan Talia, evde
kendini anlatmak için ne çok bocalardı. Sonra huysuzlaĢır, hır-
çınlaĢır, küserdi... Sonra sonra kabul etti bu yanını. "Ben hep
kendini yanlıĢ anlatan bir insanım. Ben ancak yazmalıyım."

62 63
Bir defasında annesine "Çok kötümsersin anne!" demiĢti. Geçimsizdi, huysuzdu. Küçük bir memur olacak insan de-
Afife ReĢat Hanım yüzündeki ifadeyi hiç değiĢtirmeden, so- ğildi. Büyük özlemleri, büyük hırslan vardı. Oysa yetersiz bir
ğuk gözlerinde Ģöyle bir an bile öfke kıvılcımı parlamadan, ağız insandı Galip. Yetenekleri yetmiyordu hırslanna, tutkulanna...
dolusu tükürmüĢtü Talia'nın yüzüne: "Sensin kötü!" diye ekle- Talia eziyordu onu. Bilmeden, istemeden eziyordu. Yoksunluk-
miĢti. Talia, annesinin bir gün "kötümser" ile "kötü"nün aynı lannı, evin eksikliklerini kocasına belli etmemeye özen gösteren
Ģeyler olmadığım öğrenince, haksızlık ettiğini düĢünerek utana- incelikleriyle büsbütün bunaltıyordu Galip'i. (Karısı mutsuzdu.
cağını düĢündü. Belki de Talia'dan bağıĢlanmasını bile dileye- Dönemiyordu.) Böyle düĢünüyordu Galip. Acı çekiyordu. Açıla-
cekti. Hep bunu düĢündü. Annesi hiçbir zaman öğrenemedi bu mıyorlardı artık birbirlerine. Tam bir yere ısınmıĢken, alıĢmıĢ-
ayrımı. Ya da bu olayı unuttu. Ama Talia hiç unutmadı. Her ken, oranın insanlanyla kaynaĢmıĢken yeni bir yere sürülüyor-
"kötümser" sözcüğünü kullanıĢında yüzünün ortasına oturan bir lardı. Göçebe gibiydiler. (Bu göçebelik, Talia'nın bütün hayatı
tükrüğün soğuk ve iğrenç yıvıĢıklığını duydu.) boyunca hissettiği yabancılık duygusunu güçlendiriyordu.) O
Fatma Aliye bir kez daha sesleniyor Talia'nın ardından: kargaĢalıkta ufalanıyordu Talia. Yüreği, umutlan, iliĢkileri...
"Peki ama neden? Neden döndün? Bir yuvan vardı. Senin Hâlâ sevgiyle söz ediyor kocasından. Sesi, kocasının adını
olan bir ev. Yalnızca kendinin olan. Senin olan eĢyalar. Sonra ısıtıyor sanki. Fatma Aliye'nin dikkatinden kaçmamıĢtı bu. Talia
kocan vardı. Belki porselen tabakların yoktu, ama her akĢam ko- içinse Galip, yedi yıllık bir ömür parçasının anlamıydı. Bir yaĢa-
cana kurduğun bir sofran vardı. Bütün bunlar niye tepilir bil- mıĢlığın, bir baĢkaldınnın anlamı ve bedeliydi. Son zamanlarda
mem ki!" sık sık kavga etmeye baĢlamıĢlardı. Birbirlerine olan saygılanm
"Evlenmek her Ģey değil ki abla. yitirmekten korkuyorlardı. Öteki kan-kocalara benzemekten,
"Ama onun için kaçmıĢtın bu evden, bu bahçeden. Bizleri onlar gibi olmaktan...
onun için terk etmiĢtin..." Galip, yeteneksizliğinin, beceriksizliğinin nedeni olarak Ta-
Ġlk günlerin buruk pembesi. Sonra giderek içine çöken tortu- lia'yı görmeye baĢlamıĢtı. Gizli bir düĢmanlık güdüyordu kamı-
lu sancılar. Anadolu'da kasaba kasaba, Ģehir Ģehir dolaĢmanın na. Hırçınlığı artıyordu.
bungunluğu. Oradan oraya sürüklenirken tanıdığı hayat. Kırık (Fatma Aliye yavaĢ yavaĢ anlamaya baĢlamıĢtı Talia'nın
dökük iliĢkiler, dostluklar, kartpostallar... UnutulmuĢ adresler, mutsuzluğunu. "Ġyi ki çocuklan olmamıĢ" diye düĢündü. Talia
ahbaplar... Küçük kentlerin hiyerarĢisi... Küçük kentlerin, kasa- da bir Ģey söylemedi bu konuda.)
baların bürokratları, onların eĢleri, küçümen diktatörler... Balo- Yine çınann dibinde duruyorlar. Talia, çmann gövdesine
lar, kermesler, mesire yerleri, Astsubay Gazinosu, Subay Gazi- dokunuyor. Fatma Aliye'nin gözleri çınarın gövdesini tarıyor.
nosu, Yardımsevenler Derneği, Adı "EMĠRGÂN" olan Çay Bah- Talia'nın elinden baĢlayarak yukanlara doğru çınarı seyrediyor
çeleri... (Nasıl dağlanırdı yüreği Talia'nın derme çatma "Emir- uzun uzun. Yukarıda dallann arasında küçük Talia'yı görüyor.
gân" adlı çay bahçelerinde, hele eski sarkılan dinlerken taĢ plak- Bütün geçmiĢini tepip gitmiĢti. Öfkesi tazeleniyor.
larda...) Galip ısrarla niçin hüzünlendiğini sorardı. Anlamazdı. Konaklar, köĢkler, geçmiĢ geliyor gözlerinin önüne. Dedesi,
Hiç anlamazdı. Sınırlı bir insandı Galip. Ġyiydi, sevecendi ama babası, dayısı, eski Beyoğlu. (Sanki Talia bunlan tepip de git-
yetmiyordu ne yüreği, ne aklı, ne duyarlığı, Talia'nın hüzünleri- miĢti) Öfkesi tazeleniyor.
ne, kırgınlıklarına, alınganlıklarına. Talia'nın yatak odasında, birlikte eĢyalannı yerleĢtiriyorlar.

64 65
Fatma Aliye hoĢnutsuzluğunu gizleyemiyor. Birkaç parça eĢya her zaman edinebilirim. Oysa insanın her zaman edinemeyeceği
çıkıyor bavuldan. Ģeyler vardır. Yalnız, dul, iĢsiz bir kadın olmama rağmen, dim-
"Tek bir bavulla mı döndün?" dikim, ayaktayım; her an, her Ģeye yeniden baĢlayabilirim. Hem
Talia, yoksulluklarını anlattı. Hem de hiç acındırmadan, ku- de mantosuz... Buraya döndüysem, piĢman olduğumdan, neda-
ru, tarafsız bir sesle. Üç beĢ parça eĢyalarını ordan oraya sürük- met getirdiğimden değil; sizleri özlediğim içindir."
lenirken nasıl satıp savdıklarından söz ediyor. Talia'ya acıması- "BağıĢla Talia. Kırdım seni. Böyle konuĢmamalıydım. Ya-
nın yanı sıra öfkesi yeniden büyüyor: Ģadığın acılara saygı göstermem gerekirdi. Niye böyle dedim,
"Sen bunlar için mi kaçtın Talia? Bunca yoksulluk, sıkıntı bilmiyorum."
için mi?" "Kırılmadım abla. Yalnızca kendimi anlatmaya çalıĢıyor-
"Ben yaĢadım abla. Hayatı tanıdım. Az Ģey mi bu?" dum."
ĠliĢtiği yatağın ucundan kalkıyor Fatma Aliye. Öfkesini tuta- Bavulun dibinde bir bez bebek: Dilara. En son onu çıkarıyor
mıyor artık. Acımıyor artık ona. Hiç acımıyor: bavuldan. Talia'ya ailesinden kalan tek Ģeydi. Tek Ģey...
"Gece kapıyı çaldığında sırtında bir manton bile yoktu. Bu "Giderken bir tek onu götürmüĢtün."
soğukta mantosuzdun!" "O her Ģeydi."
Kocasının evinden sırtında siyah, kalın bir hırkayla çıkmıĢtı. Bir kolu kopuk bebek. Her zaman sakat bir bebekti o. Her
Kapıyı çaldığında üĢüyordu. DiĢleri vuruyordu birbirine. Elleri- zaman sakat bir bebeklik. Fatma Aliye'yle Talia onca bebekleri
ni koltuğunun altına sokmuĢ, ısıtmaya çalıĢıyordu. Bir yandan olduğu halde paylaĢamazlardı Dilara'yı. Bu yüzden kavga eder-
da acındırmaklı bir görünüĢü olmasın diye, dimdik duruyor, kol- lerdi hep. Sevginin simgesiydi Dilara. PaylaĢılmazlığın. (Hele
larını iki yanında tutmaya çaba gösteriyordu. Yeniden dalgalanı- Talia için) Bir tek onu götürdü Talia. Uzun kıĢ gecelerinde, taĢra
yordu kolları. Soğuktu. Ellerini nereye koyacağını bilemiyordu. yalnızlıklarında onunla bölüĢtü umutsuzluğunu.
ġaĢkındı, korkuyordu. (Çocukken ağaçtan düĢmelerini hatırlı- Fatma Aliye, Talia'nın günün birinde büyük bir yazar olaca-
yordu. Yaralı, çizik kollarını, annesini... O zamanki kapı çalıĢ- ğını düĢünürdü. Büyük romanlar yazacağını. (Oysa Talia büyük
larında duyduğu o tanımlanmaz heyecanı...) Ezikti, yeniden romanlar yaĢadı) Kendini anlatmaya çalıĢırken boğulan, elini
dönmüĢtü. YenilmiĢti. O da yenilmiĢti. Sessiz, sakin görünmeye kolunu sallayarak sözcükler arayan Talia, kâğıdın baĢında dil
çalıĢıyordu. Ellerini yeniden koltuğunun altına sakladığında Fat- ustası oluyordu ansızın. Eskiden Ģiirler yazardı. Kısa hikâyeler.
ma Aliye açmıĢtı kapıyı, onu öylece yakalamıĢtı. GörünüĢü acık- Annesine okumak isterdi. Okurdu. BaĢını gergefinden kısa bir
lıydı. an kaldırırdı Afife ReĢat Hanım. Donuk gözlerle bakar, "Güzel
Fatma Aliye'nin gözünden hiç gitmiyor. Ġçi sızlıyor. Oysa az olmuĢ, aferin," derdi. Sonra yeniden eğerdi baĢını gergefine. Her
önce ne kadar acımasızdı. Talia'nın o acıklı halini hemen kulla- çocuğun yaĢadığı karne sevincini bir türlü yaĢayamazdı bu yüz-
nıverdi. Çünkü acizdi. Bütün aciz insanlar gibiydi. Talia yaĢa- den. Yalnızca kupkuru bir aferinle ödüllendirilirdi. O da ağaçla-
mıĢtı ve bir bedel ödemiĢti. Onu yaralamak istedi. Bu bedelin ne ra koĢardı. Limonluğa kilitlendiğinde, arkadaki bir camı usulca
denli yüksek olduğunu göstermek istedi ona. ġimdi piĢmandı. kırar kaçardı. BaĢkaldırması için ne çok nedeni vardı Talia'nın.
Mutsuzdu. Mutsuzlar da kötü insan oluyorlardı zamanla. Büyüyünce o da dedesi gibi PaĢa olacaktı. O kılıçlar, o hükmet-
"Evet, yoktu. Sırtımda bir mantom bile yoktu. Bir mantoyu me görkemi, sevgiyle alamadıklarını verecekti ona. O çok bü-

66 67
yük bir paĢa olacaktı. Fatma Aliye'ninse hep Ģarkıcı olacağını "KaçmıĢtın Talia. Birine kaçmıĢtın. Seni bağıĢlayamıyor-
düĢünürdü. Annesi tabii ki izin vermeyecekti ona. Bunun üzeri- dum."
ne Fatma Aliye de, onu dinlemeyecek, radyoevine intisap ede- (Evin ipotek ettirildiğinden ilk kez o zaman söz açmıştım sa-
cekti. Plaklar dolduracak, sahnelere çıkacaktı. Safiye'lerin, Mü- na. Çok telaslanmıştın. Sonra Merime Sultan'dan konuşmuştuk
zeyyenlerin, Hamiyet'lerin pabucu dama atılacaktı. Varsa yoksa uzun uzun. Peşindeki onca vezire, nazıra mendil düşürmeyen
kadeh kıran sesiyle Fatma Aliye Hanımefendi... Merime Sultan, Paşamıza mendil düşürmüştü. Lakin o bir Anna
"Camlan titretirdi sesin, yalan mı? Oysa sen hiç baĢkaldır- Karenina olacak kadar yürekli değildi. Sonra sen sedef kakmalı
madm abla. Hep öyle yumuĢak baĢlıydın, hemen her yerde, her sandalyenin üzerine oturmuştun. Paşa ansızın çıkıp gelmiş, seni
konuda..." sandalyede görünce bir güzel başlamıştı. Me gülmüştük tanrım!
Yeniden oturma odasmdalar. Ne kadar gülmüştük!)
Yeniden bir yanı cam vitrinle, bir yanı o sonsuz pencereyle "Heyy! Kimsin sen gafil? Nasıl oturursun Nerime Sultanın
sınırlanmıĢ odada... üzerine? Kalk bakayım oradan!"
Çocukken birbirlerinin geleceklerini merak ederlerdi. Barı- "Benim Server PaĢa Hazretleri. Talia. Tanımadınız mı be-
Ģık, sevecen oldukları anlardı bunlar. Saatlerce hayal kurarlardı. ni?"
Ne olacaklarını, ne iĢ yapacaklarını, kiminle evleneceklerini, "Talia mı? Hımm! Talia. Hani Ģu Afife ReĢat'ın ölen küçük
birbirlerinin çocuklarını, çocuklarının adlarını... kızı mı?"
"Bak sahi çocuklarımıza koyacağımız adlan paylaĢamazdık Fatma Aliye büsbütün telaĢlanıyor, atılıyor:
seninle," diyor Fatma Aliye. "Ölen değil Server PaĢa. Ölen değil!"
"Sen kızının adını NeĢ'e koyacaktın..." "Haa, hatırladım, senin zevcen Harb-i Umumî Nazınnın
"ġimdi olsa herhalde Hicran koyardım." mahdumuydu değil mi?"
"Abla! Off! Çok acıyorsun kendine. (Nasıl gülmüştük o gün. Konağın içi ısınmıştı sanki. Sisi çö-
(Gerçek buydu Talia. zülmüştü. Paşa da bir şey anlamamış ama gene de gülüyordu.
"Bu porselen tabaklar hiç kullanılmayacak" diye haykırmış- Sonra oturdu uzun uzun Nerime Sultanla konuştu. Acımaklı göz-
tım. Çıldırmış gibiydim. Nitekim öyle de oldu. Hiç kullanılama- lerle onu süzdün. Yeni görüyordun. Her şeyi yeni görüyordun...
dı. O akşamı da hiç unutmadım Talia. Yemekten sonra kahve
Onca yıl evli kaldın. Evini bile görmemiştim. Ablan olarak, yapmaya gitmiştim hani. Paşa gene dalmış, pencereden dışarı-
bir gece yatısına bile konuk gelememiştim sana. Komşularına ya, ışıklara bakıyordu. Sen Paşayı daldığı uykulardan uyandır-
bile tanıtmamıştın beni. Hiç sahip çıkamadım sana. Hiç.) mak istedin. Ben de sana: "Boşuna uğraşma Talia," demiştim.
Yüzlerce kez okunmuĢ iki mektup. "Duymaz seni. Arada bir öyle dalar gider. Saatlerce susar. Hiç
Talia'nın sesi kırgın: konuşmaz- Bazen de anlaşılmaz birkaç söz mırıldanır. Hiç kimse
"Resimler göndermiĢtim... Sonra tebrik karılan... Uçan neler düşündüğünü, neler kurduğunu bilmez."
kuĢlar... küçük Ģehirlerin kartpostalları... sense yalnızca iki kez Sonra sofrayı toplamıştım. Ellerim doluydu. "Kapıyı açar
yazdın bana..." mısın? Şunları mutfağa götüreyim," dedim. Geldin, kapıyı aç-
Yüzlerce kez okunmuĢ iki mektup. tın. .. Gözlerimiz birbirine değdi. Uzun uzun değdi. Sevgiyle dol-

68 69
du içim. Anladım ki geldiğine gerçekten çok sevinmişim. Bir işi ğır suskunluğuna döküyordun içini. Yüreğim yandı Talia.
ucundan birlikte tutmanın, bir şeyi paylaşmanın tadına varmış- Nasıl da anneme benziyordun!
tım o an. Söylemedim bir şey sana, söyleyemedim. Epeydir sev- Bütün gece ut çalmıştım. Ağlıyordun. Sesim kırgındı sana,
gimi gizliyordum, esirgiyordum. Evet, o an farkına vardım ki sense "dokunaklı" dedin. Ablandım ben senin, yalnızdım. Konu-
sevgisiz bir insan olmuştum ben. Sevgimi söylemeyi, göstermeyi şamıyordum, hiç kimseyle konuşmamıştım. Hiçbir şeyimi, hiç
bir çeşit eksiklik diye anlamaya başlamıştım. Zaten o kadar az kimseyle... Yıllar sonra benimle dost olmanı istemiştim. Sana
hissediyordum ki bir şeyi sevdiğimi. Onu da söylemeye dilim olan öfkemi unutmaya hazırdım. Bulaşıkları taşırken kapıyı aç-
varmıyordu. Niye böyle olmuştum Talia? Niye böyle olmuştuk?) mıştın bana. Gözlerimiz değmişti birbirine. Sana çok ihtiyacım
"Server PaĢa! Server PaĢa! Beni duymuyorsun değil mi? olduğunu en çok o an hissetmiştim...
Hiç duymuyorsun. Ne söylediğimi, niye söylediğimi hiç anlamı- Sense ağlıyordun. Bir şarkıya ağlıyordun.
yorsun. Dalıp gitmiĢsin geçmiĢin derinliklerine, kilitlemiĢsin Hepimiz öyle değil miydik? Şarkılara, filmlere, romanlara
kendini. Kim bilir ne düĢünüyorsun Ģu an? Nelerden hüzünler ağlıyorduk. Yolculuklarda ağlıyorduk. Birini uğurlarken, ya da
çıkarıyorsun kendine? Kim bilir nerdesin Ģimdi? Kiminle birlik- kendimiz yolcuyken. Ama birbirimiz için?
tesin? Neler hissediyorsun bir bilebilsem. Oysa elimi uzatsam Server Nüvit Paşa bir hayali yaşıyordu. Az önce daldığı ka-
omuzuna dokunabileceğim, sıcaklığın geçecek avuçlarıma. Ahh ranlıktan, ben udun tellerine dokununca uyanmıştı. Nerime Sul-
birbirimizin dilini bir anlayabilseydik Server PaĢa, konuĢacak ne tan bir yerlerden çıkıp gelmişti.
çok Ģeyimiz olurdu kim bilir. Ahh kimse kimseyi anlamıyor Pa- Kahveler bitmişti. Unutmamıştım az şekerli içtiğini. "Unut-
Ģam. Kısa süren anlaĢmalar, kısa süren barıĢıklıklar, kısa süren mamışsın. .." demiştin. Birbirimizi fazla anlayamasak bile, hiç
mutluluklar yaĢanıyor yalnızca. Her Ģey sonsuz bir durgunluk ve olmazsa alışkanlıklarımızı biliyorduk. Kahveler bitene kadar sa-
yalnızlık içerisinde. Bu konak kötü ediyor beni. Sen kötü edi- bırsızlanmıştın. Son yudumla birlikte "Tamam! Şimdi sen de al
yorsun. Dalıp dalıp gittiğin bu karanlık, konağın her yanında ya- sazını sevdiceğim şen hevesinle" demiştin. "Yoo, yapma Talia.
Ģanan bu sonsuz tarih, annem, ablam, hepiniz kötü ediyorsunuz Ut kederle güzeldir, hüzünle güzeldir. Sen hiç utla göbek havası
beni. Bense ne sizin yanınızda yer edinebiliyorum kendime, ne çalındığını gördün mü kuzum?" demiştim sana.
de dıĢarıda... Belki de en iyisi sensin Server PaĢa. Hatıralarının Ve şimdi ağlıyordun.)
tek kiĢilik ülkesinde yaĢıyorsun. Artık ben de tek kiĢilik bir "Dokundu bana. Bunca yıl sonra... HaklıymıĢsın abla. Bu
memleketim PaĢam. Biliyor musun, hayatta en çok sahip olmak konakta kalsaydım senin gibi olacaktım. Bu konak, bu hüzünler
istediğim Ģeyi yitirdim. Ana olmak hakkımı yitirdim. Benim bir kötü ediyor beni. DıĢarıda belki, daha kuru, daha yavan ama hü-
oğlum olmayacak! Hiçbir zaman ana olamayacağım artık. Bunu zünsüz bir hayat sürüyorum, bir ucundan olsun yapıĢabiliyorum
öğrendim. Ana sevgisi görmediğim gibi, çocuk sevgisini de ta- hayata..."
damayacağım. Bu benim için ne demektir sen bilemezsin, ahh "Gitme Talia. Sakın bir daha gitme. Birlikte bahçeyi onarı-
Server PaĢam. Görüyorsun ya sonunda yine hayat kazanıyor." rız. Hem istersen yeniden bir erik ağacı bile dikebiliriz. Görü-
(Kahveleri pişirmiş, mutfaktan dönüyordum ki, sesini duy- yorsun birbirimizden baĢka kimsemiz kalmadı bizim."
dum. Kapıda durdum biraz. Dinledim. Bizden, herkesten gizle- (Sonra konaktan konuşmuştuk uzun uzun. Başımızda bir er-
diklerini, bunak bir ihtiyarla paylaşıyordun demek. Onun o sa- kek yoktu; para işletmeyi akıl edememiştik. Bir ticaret kurama-

70 71

11,11
mıştık. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "Aal Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi
73
72
mıştık. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "Aal Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi
73
72
mıştık. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "Aa! Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi

72 73
mıştık. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "kal Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi
73
72
mıştık. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "kal Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi

72 73

Sil.
mıştık. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "Aal Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi
73
72
mistik. Zaten tüccar bir aile değildik biz. Ailemiz her daim tica- unutmuşum. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Belki de çok fazla şeyi
reti hor görmüştü. (Ama şimdi ben Madam Ester'in tezgâhında hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Dayanamayacak kadar ha-
sonsuz bir yanılgı gibi duruyorum) O ara sen de yenik düşmüş tırlıyorum. Hiç unutamıyorum belki de, hiç unutamıyorum..."
"Belki de Reşat... Reşat kalsaydı başınızda..." demiştin. Hem de "Aa! Kedicik uyuyakalmış sobanın kıyıcığında," dedin.
bunu sen söylemiştin. Reşat konusunda belki de ilk kez annem Sannora uyukluyordu.
gibi düşünmüştün. Belki de başından beri annem gibi düşünü- "Bu kedi hep uyur böyle. Nasıl olsa onun için evin gezilme-
yordun. Gerçek mutsuzluğun buydu belki de. Yoksa bizim çare- dik bir yanı kalmadı artık. Tüylerine gömülüp uyumaktan başka
sizliğimiz miydi seni böyle konuşturan? yapacak hiçbir şeyi kalmadı. Hadi Server Nüvit Paşam yatıra-
"Reşat, Reşat olsaydı ha? Reşat kaçarken annemin mücev- yım sizi. Yalnızca uykudayken rahat ediyorsunuz zaten. Hadi
herlerini aldı da kaçtı. Hangi Reşat'tan söz ediyorsun sen?" uyuyalım artık Paşam. Hadi uyuyalım," dedim.
Şaşırmış miydin o zaman, yoksa şaşırır gibi mi yapmıştın, Hangimiz için evin gezilmedik bir yanı kalmıştı ki ?)
şimdi pek hatırlamıyorum. O sahneyi hatırlamaya çok uğraştım,
hiçbir zaman da hatırlayamadım. Tek bildiğim benim gözümün
döndüğüydü. Reşat, artık benim için de bir öfke kaynağı haline
gelmeye başlamıştı.
"On yıldır hiç söz etmedi. On yıl bekledim bir tek söz etsin,
bir küçük imada bulunsun diye. Bir şey çıtlatsın diye, küçücük
de olsa bir ipucu... Onca yıl hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Sanki hiç mücevherleri olmamış, hiç kaybolmamış gibi..."
Bunları söylerken seni de suçluyordum aslında. Gözünün
içine içine bakıyordum. Annemin bu suskunluğuna olan öfkem-
de, sana olan öfkemi de dile getirmeye, ima etmeye çalışıyor-
dum. Az önce beni mutfakta sanıp, Server Paşayla konuşmuştun.
Kız kardeşimin kısır olduğunu ancak bir hırsız gibi kapı arka-
sından öğreniyordum. Kız kardeşimin mutsuzluğuna kapı arka-
larında tanık oluyordum.
Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu Talia.
"Reşat'ı çok seviyor. Hâlâ koruyor onu. Hâlâ sahip çıkıyor
Reşat'ın onuruna..." Sesin çok kırgındı, hakkı yenmiş bir öfke
gizliydi bu kırgın sesin ardında. (Haa, sahi ne çok öfkeden söz
etmeye başlamıştık? Bu ürkütücü bir şeydi bizler için...)
Sonra Server Nüvit Paşa ayaklandı:
"Hadi artık yatır beni Fatma Aliye. Bu gece çok uyumak is-
tiyorum. Oturmamın hiçbir manası yok zaten. Bütün bildiklerimi

72 73
bu. Olsun, az Ģey miydi? Ġstemedi mantoyu gene de. Israr etti
Fatma Aliye:
"Lütfen Talia, lütfen kabul et bu mantoyu. Kendimi suçlu
hissediyorum. Bütün gece uyuyamadım bu yüzden. Bu mantoyu
kabul edersen..."
3. Rahatlayacaktı besbelli. Kendi zalimliğinden korkmuĢtu.
Herkes acımasız olabiliyor. Herkes pençeleyebiliyor en yakının-
dakini. Sonradan piĢman olsa da bir acıyı baĢkalarına yaĢatabili-
yor. Kendi acısını yatıĢtırmak pahasına... Talia, anlamıĢtı ki ab-
Afife ReĢat Hanımın döneceği sabahtı. lası sevgisizliği henüz yüklenememiĢti. BarıĢıklık istiyordu.
Erkenden uyandı Talia. Uzun uzun yağmuru dinledi. Yastı- Fazla direnmedi bu yüzden; giydi gece mavisi mantoyu. Fatma
ğının baĢucundaydı pencere. Perdenin bembeyaz dantelleriyle Aliye bayram çocuğu giydirir gibiydi. Utancı hafiflemiĢti. Talia,
oynadı uzun uzun. Mevsim sonu yağmurları, istanbul'un Bi- cam vitrinin aynasında kendini görmeye çalıĢtı. Önde tabaklar,
zans'tan kalma yağmurları. Sonra oturma odasına indi. Mangal arkadaki aynadaysa rafların ve tabakların böldüğü Talia'nın gö-
yakmıĢtı Fatma Aliye. Gene pencerenin önündeydi. ġeffaf bir rüntüsü... Radyoda karıĢık Ģarkılar çalıyordu: "Misafirim bu ge-
pus sarmıĢtı bahçeyi. Kahvaltı ettiler. Ekmek kızartmıĢtı ablası. ce, gurbet akĢamlarına..." Fatma Aliye'nin içi titredi. Talia bir
Turunç reçeli koymuĢtu sofraya. Talia eskiye dönmüĢtü. Güvenli misafir olmamalıydı. Cam vitrinin bölünmüĢ aynası, ne Talia'yı
hissediyordu kendini. Kahvaltıda durgundu Fatma Aliye. Gö- ne de gece mavisi mantoyu bütünleyebiliyordu.
zakları iyice ĢiĢmiĢti. Rengi soluktu. Ġkircikliydi; bir Ģey söyle- Ansızın kapı hızlı hızlı çalmaya baĢladı. Ġkisi de kalakaldı-
mek istiyordu sanki. lar. Sessizlik kısa sürdü. Fatma Aliye: "Annemdir," dedi. "Anah-
"Emirgân sabahlarında insanı güzelleĢtiren bir hüzün var," tarını bulamamıĢtır gene..."
dedi Talia. "insan her Ģeye rağmen kendini huzurlu hissediyor." Talia masaya tutundu. Kendini güçlü hissetmek istedi. Gel-
Fatma Aliye çay kaĢığıyla oynadı uzun süre, sonra boğazını meye karar verdiğinde kurduğu tüm senaryolar boĢa çıkmıĢtı.
temizledi, sesindeki çapağı açmaya çalıĢtı: KıstırılmıĢtı. Fatma Aliye, bu anın Talia için ne demek olduğu-
"Geçen kıĢ Madam Ester'in ısrarıyla bir manto almıĢtım..." nu çok iyi biliyordu. Kendini çok yakın hissetti ona. Annesinin
dedi. tepkilerinin ne olabileceğini yeniden düĢünmeye çalıĢtı. Ġki ge-
Sustu. Biraz daha sussa, büsbütün susup kalacaktı. Sözün cedir düĢünebildiği her olasılığı o kısacık zaman diliminde ıĢık
gerisini getirememekten korktu, sürdürdü konuĢmasını: hızıyla yeniden düĢündü. Kapı bir kez daha çalındı. Fatma Aliye
"Aslında mantom vardı. Eski modeldi ama eskimemiĢti da- koĢturdu. Tam çıkacakken ardına döndü:
ha. Hem bilirsin ben eski modelleri severim. Ben diyorum ki, iĢ- "Ben onu hazırlarım merak etme," dedi.
te o yeni aldığım mantoyu... eğer kızmazsan... o mantoyu sana Talia için zaman çok uzadı. Döndüğünden ötürü çok piĢ-
vereyim." mandı Ģimdi. Sandığı kadar güçlü olmadığını hissetti. Her baĢ-
Talia çay bardağını uzun uzun sıktı avuçlarında. Sevgi miy- kaldırı bir güçlülük müydü acaba? Kendine bunu sordu. Bunun
di bu, vicdan azabı mıydı? Bilmiyordu. Belki de bir onarmaydı çok gecikmiĢ bir soru olduğunu düĢündü. Kapı yine çalındı.
74 75
Afife ReĢat Hanım, "Bir mevsim daha bitti," dedi. Fatma Yeni dönüyordu eve. Yorgundu. Bitkindi. Gözleri boyalıydı. Bi-
Aliye'nin, sahanlıktaki kısa konuĢmadan bir tek bu söz kaldı ak- raz sarhoĢtu da galiba. MüĢerref Hanımın hıçkırıklannı duydu
lında. uzun süre. Ne zamandır unuttuğu, hiç anlamadığı, hiç anmadığı,
"Bak anne, sakın fazla heyecanlanma. Bir Ģey söylemek isti- anmaya vakit bulamadığı o geceyi düĢündü. Sonra vazgeçti. Ta-
yorum sana, ama heyecanlanmak yok..." lia dönmüĢtü.
"Ne oldu Aliye? Babama bir Ģey mi oldu?"
"Yok canım korkacak bir Ģey değil. PaĢa Dedem uyuyor. Bi-
ri geldi yalnızca. Salonda seni bekliyor. Görünce sevineceksin."
Afife ReĢat Hanım kısa bir süre dondu. Gözlerinden, Fatma
Aliye'nin o güne değin hiç görmediği parıltılar geçti, sonra hay-
kırarak koĢmaya baĢladı:
"ReĢat! ReĢaat!"
Fatma Aliye yaptığı hatayı son anda fark etti. Adını söyle-
memiĢti Talia'nın. KeĢke söyleseydi. Talia'yı sakınmıĢtı aklınca.
Afife ReĢat Hanım kapılan çarpa çarpa oturma odasına vardı.
Kapının ağzında kalakaldı. Fatma Aliye yetiĢenıemiĢti ona, tuta-
mamıĢtı. Talia Ģimdi en büyük yarayı almıĢtı artık. Mutsuzluk-
tan yontulmuĢ bir heykel gibi duruyordu odanın ortasında. Sır-
tında gece mavisi o manto. Annesi ilk o mantoyu fark etti.
"Benim anne, Talia."
Ne kadar zor söylemiĢti bunu. Ne kadar acı duyarak.
"Ben... ben ReĢat sanmıĢtım da..."
Fatma Aliye, annesinin ilk kez bir insan gibi davrandığını
görmüĢtü. KeĢke ReĢat gerçekten dönseydi. Sonra kapının ağ-
zında o yanılmıĢ mutsuzluğunu. Talia'yı. Onun çektiği acıyı.
Annesinin mantoya takılan, mantoyu süzen gözlerini.
"ġeyy giymiyordum biliyorsun. ĠĢe yaradı. Kısmet Ta-
lia'yaymıĢ."
Kendini çok fazla hissetti odada. Sessizlik büyüyordu.
"Ben sobayı yaktım. BulaĢıkları yıkadım. Ehh artık yavaĢ
yavaĢ kaçayım. Siz ana kız hasret giderin biraz..."
Kaçıyor Fatma Aliye. Bu sessizliğin büyüttüğü görüntüye
dayanamıyor. Ġkisini de yamlgılanyla, dağılan umutlanyla baĢ
baĢa bırakıp koĢa koĢa çıktı konaktan. Sokakta Muti'ye rastladı.

76
Onu hep öyle hatırlayacaktı.
En son oturma odasının kapısını açtı: "ReĢat!"
Talia boynunu eğdi.
"Benim anne, Talia."
(Her Ģey ne kadar boĢ. Allah kahretsin ne kadar çocukça ya-
4. ĢamıĢım!)
"Elindeki ne öyle?" diye soruyor Galip.
"Bu mu hiiç. Dilara. Bez bir bebek. Bir kolu kopuk. Belki
bir kol dikerim ona."
Limonluğun geniĢ penceresinde uzun yağmurlar. Ġri damla- "Kendine bir duvar örmüĢsün anne. Suskunluklarınla, Arap-
lar gözyaĢı büyüklüğünde. Fatma Aliye ile Talia camdan dıĢarı- ça defterlerinle bir duvar örmüĢsün. Bir anadan çok, bir dadıya
yı seyrediyorlar. Puslu camlar, derin kederler gibi... Buradaki benziyorsun."
her ayrıntı artık okunmayan eski hicran romanlarını çağrıĢtırı- "Yeter Talia! Buraya bana hakaret etmek için mi geldin?
yor. Konağın kararmıĢ yüzü önde. Üst katta Afife ReĢat Hanı- Burası senin evin değil artık. Yıllar önce baldın çıplak bir koca
mın oda penceresi, Server Nüvit PaĢanın oda penceresi. için terk edip gittin bu evi. Ve Ģimdi yeniden dönerken, baĢın bi-
Birkaç saksı; boynu bükülmüĢ, kurumuĢ çiçekler. Bir kıyıda raz daha eğik, dilin biraz daha kısa olmalı. Hal böyleyken daha
eski bir pirinç soba, soba boruları, ayağı kırık birkaç sandalye. gelir gelmez herkesi mahkeme etmeye baĢladın bile..."
(Hiç konuĢmadılar limonlukta. Tek bir söz bile etmediler.) Talia "Sen herkes, her Ģey değilsin anne..."
saksıların arasında dolandı, boynu bükük çiçeklerin eğilmiĢ bo- "Ben senin için herkesim, her Ģeyim Talia. Çünkü görüyo-
yunlarını düzeltti. Fatma Aliye kollarını kavuĢturmuĢ Talia'yı sey- rum ki, benden uzak geçirdiğin yedi yıl boyunca benimle olan
retmekteydi. Onun her davranıĢını büyük bir dikkatle izliyordu. muhasebeni tamamlayamamıĢsın. Bana olan nefretini tüketeme-
Sonra birlikte çıktılar. Limonluğun önünde Talia: "Limonluk ona- miĢsin. Nedir istediğin söylesene? Ne istiyorsun benden?"
rılamaz mı?" diye sordu. Fatma Aliye'nin ise sesi kuru ve yalındı. "Ne garip! Sanki her Ģey dün gibi. Hiçbir Ģey değiĢmemiĢ,
Birinin ölüm haberini büyük bir soğukkanlılıkla veren bir insanın yalnızca biz dün kaldığımız yerden devam ediyormuĢuz gibi.
edası vardı üzerinde. Hem söylediği Ģeyin önemini kavrayan, Oysa bahçe değiĢmiĢ, konak çökmüĢ, istanbul homur homur ho-
hem de söyleyiĢ biçiminin doğruluğuna inanan bir üstten bakıĢ murdanıyor. Ve biz iki insan, bir ana, bir kız hiç değiĢmemiĢ öy-
vardı bu edada. Acımasızdı, kötümserdi, gerçekçiydi. Gerçekliği lece duruyoruz. Birbirimizden ne istediğimizi hâlâ öğreneme-
dikbaĢlılıkla kavrayan bir insanın kötümser direncini taĢıyordu. miĢ, birbirimizi kemirip duruyoruz."
"Hiçbir Ģeyi onaramayız artık." Gözleri buluĢuyor ilk kez. YaĢlanmıĢ annesi. Bunu ilk kez
Zaman zaman alaturka duyarlıklarını yitiriyor Fatma Aliye. fark ediyor. KırıĢıkları çoğalmıĢ. Dünyayı görmek istemeyen
Bir aydının karamsarlığına benziyor karamsarlığı. Duru, süzül- gözleri büsbütün çukurlanna kaçmıĢ, gözleri rengini yitirmiĢ,
müĢ, dirençli... matlaĢmıĢ. Donup kalmıĢlar sanki. Saçlarının kırını örtmüyor ar-
Limonluğun önündeki Fatma Aliye'yi hiç unutmayacaktı tık. Sesinin kırıkları çoğalmıĢ:
Talia. "Benim gücüm yok artık Talia. YaĢlandım ben!"

78 79
"Anne, sevmek istiyorum seni. Buna ihtiyacım var. Bunun "Galip'in sana koca olamayacağı o zamandan belliydi. An-
için döndüm buraya. DüĢündüm, düĢündüm ki... sen ölüp gider- lattıklarından. Bunu anlamak için yedi sene gerekmezdi."
sen hiçbir Ģeyi konuĢmamıĢ olacağız. Ve ben artık yıllar boyu "Sizleri anlamak içinse yedi yıl gerekliydi ama. Bir kez bile
senin ardından kafamdaki annemle hesaplaĢıp durmak zorunda aramadınız beni."
kalacağım. ĠĢte buna katlanmak istemediğim için, seni bütün bü- Sessizlik öfkeyi yontuyor gene. Bir Ģeyler bileniyor bu ses-
tüne yitirmeden kelimeleri yeniden denemek için döndüm bu sizlikte. Sessizlikler sözcükleri sivriltiyor. Seslerinde tutamadık-
eve. Senden sonra bir Afife ReĢat olmamak için. ları bir Ģeyler vardı.
"Ailemiz adına hiç de hoĢ bir Ģey değil bu. Her neyse, ben
Emirgân biten bir mevsimde biten bir günü nasıl kızıllaĢtı- biraz yukarı çıkıp dinlenmek istiyorum. Öğleyin yeniden görü-
rır? Ģürüz..."
Çok eski bir Ģarkı, çok eski bir Ģiir gibi burası. ("KeĢke geldiğinde konuĢsaydık birçok Ģeyi," demiĢti Fatma
(Bu çay bahçesini hiç unutmadım!) Aliye. "Bunun zamanla ne ilgisi var abla?" diye yanıtlamıĢtı Ta-
Oysa kapıdan "ReĢat" diye bağırarak girmiĢti. Onun dönmesi lia)
gerekiyor. O ölmeden dönmesi. Onun da ReĢat'la hesaplaĢması "Anne Ģimdi konuĢalım. Daha sonraya kalmasın."
gerekiyor. YanlıĢ kurulmuĢ bir üçgendi bu. Bütün üçgenler gibi. Afife ReĢat Hanım anlamaz gözlerle süzdü Talia'yı. Suskun-
"Gerçekten yorgunum Talia. Çok yaĢayacağımı da zannet- lukların onu nasıl öfkelendirdiğini çok iyi biliyor. Beklemelerin,
miyorum. Üzerimde üç beĢ günün değil, koca bir devrin yorgun- ertelemelerin.
luğu var." "Bunca yıl sonra bu telaĢ niye anlamıyorum..."
Garson çayını getirdi. Yeniden denize baktı Talia. Ulu çınar, "Biliyorum sonraya kalırsa her Ģey gevĢeyecek, çözüle-
bahçelerindeki kavruk kalmıĢ çınarı hatırlatıyor ona. Bu çınarın cek..."
büyük bir ailesi vardı. Dallan da kucağı da ona göreydi. Mevsim "Bunca yıl zarfında çözülen çözüldü Talia. Dönerken bunu
bitiyordu, kalabalık değildi çay bahçeleri. "Emirgân sen ne bü- da hesaplamıĢ olman gerekirdi."
yük bir hasretsin!" dedi. "Ama her Ģey bitti artık. Ya da yeniden Çayından bir yudum daha aldı. Dalgaların koyu yeĢile dö-
baĢladı. Bilmiyorum." nüĢtüğü sonbahar denizleri. Boğaz aldırıĢsız akıyor. Çay bahçe-
"Çok kalacak mısın?" leri tenhalaĢıyor. Ġnsanların yüzündeki neĢ'e tenhalaĢıyor. "Nele-
"BoĢandım anne." ri hesaplayabildik ki bugüne kadar? Hayat hesap tanımıyor
"BoĢandın mı? Artık dulsun demek. Ve Ģimdi tekrar baba ki..." YanlıĢlar, yanılgılar hanesinde bir çarpı iĢareti daha. Kaçı-
evine döndün." yor Afife ReĢat Hanım. Yukarı kaçıyor. Odasına sığınacak.
Baba evi. Bu sahici bir dönüĢ müydü gerçekten? Hem dönüĢ Merdivenler sonsuz bir uzaklık, yinelenen acıların en kesin ye-
neydi? Dönmek neydi? Ġnsan dediğin sonunda dönüp dolaĢıp nilemesi gibi. Merdivenin billur topuzu avuçlarında. Avuçların-
kendine dönmüyor muydu? Bu baba evi. Bu dönüĢ. Sahici bir da gene yangınlar.
dönüĢ müydü gerçekten? Bunu kendisi de kesinlikle biliyor "Kaçmak mı? Ne kaçması? Niye kaçayım senden? Madem
muydu? öyle buyur otur, otur da konuĢalım. Ne konuĢulacaksa, konuĢu-
lacak ne kaldıysa..."

80 81
"Yedi yıldır birbirini görmeyen iki insanın konuĢacak hiçbir Fatma Aliye'nin yüzüne bakıyor. Hayır, alay etmiyor. Çok
Ģeyi yok mudur anne?" içten. Duru ve yalın. Kendine, umutlarına sahiplenerek.
"KonuĢacak ne bıraktın Talia? Kaçtın!" Bir cigara yakıyor Talia. Uzun bir duman savuruyor. Upu-
"Kupkurusun anne, sevgisizsin, Ģefkatsizsin..." zun halkalar dağılırken havada, halk otobüsleri, belediye otobüs-
Ġdris Beyin kızları geçiyor Çay Bahçesinin önünden. Ġçi ılı- leri geçiyor yoldan. Birçok taksi, dolmuĢ. Herkes bir yerlere gi-
yor Talia'nın. Her zaman budala bulduğu bu kızların bile ona bir diyor, bir yerlerden dönüyor. Mevsim biterken son dondurmacı
anı sevgisi taĢımalarını anlamıyor. "Hasret! Sen ne kadar yanıltı- köĢede;
cısın!" "Farkında mısın birbirimize ne kadar benziyoruz anne? Bu
"Ben seni iyi tanırım Talia. Daha gelir gelmez onun sahip benzerlik seni yıllarca ürküttü. Aynı ev içerisinde sürekli birbiri-
olduğu her Ģeyi yavaĢ yavaĢ elinden almak isteyeceksin. Manto- ne ayna tutan iki insan gibiydik. Olanca zaaflarımızı, kusurları-
sunu elinden alarak iĢe baĢlamıĢsın bile. Herkesin, her Ģeyini mızı görüyorduk birbirimizde. Herkesten bucak bucak kaçırdığı-
elinden almak istiyorsun. Yıllar seni hiç değiĢtirmemiĢ. Yine o mız küçük hilelerimizi, kurnazlıklarımızı, yalanlarımızı, küçük
eski Talia'sın sen!" hesaplanmizi. Hem de hiç konuĢmadan, bir bakıĢtan, küçük bir
DeğiĢmek gerçekten mutlu eder miydi annemi, diye düĢün- davranıĢtan. Üstelik senin gibi kendini herkesten gizleyen bir in-
dü Talia. DeğiĢmek. O büyülü sözcük. Sonsuzluk düĢüncesi. Bir san için az Ģey değildi bu. ĠĢte bu yüzden yıllarca nefret ettin
yaĢantıdan, bir görüntüden bile vazgeçememe tutkusu... Görün- benden. Birbirimizi çok iyi anlıyorduk, fazla anlıyorduk. Yıllar-
tüler, ayrıntılar, saplantılar. DeğiĢmek. ġimdi her Ģey nasıl da ca bu benzerlikten ürktün. Benim değiĢmez yanlarımda kendini
alay yüklü. Talia kendine gülümsüyor. görüyordun anne. Bu da seni berbat eden bir Ģey!"
"Sana âĢık olarak kalmak istiyorum Galip. Ne olur yardım Uzun huzursuzluk günleri. Genç kızlığın cehennem günleri.
et bana!" Sonra Galip. Bir umudun ve bir öcün adı. Evi terk ettiği gece bu
"Niye döndün öyleyse?" bahçenin önünden almıĢtı Galip. Bütün masalar toplanmıĢtı. Za-
"Belki bir Ģeyler değiĢmiĢtir diye döndüm. Bütün istanbul yıf bir ıĢık vuruyordu üzerlerine. Her Ģeyin güzel, iyi olacağını
değiĢti. Bütün dünya değiĢti. Belki sizler de değiĢmiĢsinizdir di- söylüyordu Talia'ya. "Hele evlenelim, kısa bir zaman sonra barı-
ye düĢündüm." Ģırsın ailenle. Ellerini öpmeye gideriz. Her Ģey eskisi gibi olur."
Limonluğun bir köĢesinde eski bir Ģiir defteri duruyor. Hiçbir Ģey eskisi gibi olmuyordu.
IslanmıĢ sayfalar, boyamıĢ, kurumuĢ, cildi bozulmuĢ. Kendi Geceydi. BomboĢtu Emirgân Çay Bahçesi. Çınarın uğultusu
el yazısı. Hemen tanıyor Talia. Yanına alıyor defteri. Gece Fat- kalmıĢ kulaklarında. Evden kaçmasından çok annesinin ne yapa-
ma Aliye'yle birlikte bakıyorlar.' cağını düĢünüyordu. Belki de bunun için kaçmıĢtı. Çok üzülecek
"Eskiden Ģiirler yazardın Talia. Dergilere yollardın." miydi Afife ReĢat Hanım? Çok ağlayacak mıydı ardından? Sahi-
"ġimdilerde Ģiirin anlamı yok abla. Hiçbir Ģeyin anlamı yok. den ağlayacak mıydı?
Zaten artık kimse Ģiir okumuyor. ġiirler, hikâyeler, romanlar ya- "Dönen ReĢat olsa yorgunluğunu unuturdun değil mi anne?"
zılıyor hâlâ. Ben en çok buna ĢaĢıyorum. Ne anlamları var ki? Bunu sorarken nasıl da onursuzlaĢıyor Talia. Nasıl da eksili-
Neyin anlamı kaldı ki?" yor kendi gözünde bile. Ama o deĢmeye geldi. Bütün yarayı
"Porselen tabaklarımın. Bence bir tek onların." akıtmaya. Her Ģeyi konuĢmaya. KonuĢulmadık hiçbir Ģey kalma-
82 83
tek marifeti ut çalmaktı. Bu, onun tek ama tek hüneriydi. Kırık,
sın istiyor. Zaten Talia hep mümkünsüzlüğü istemedi mi? Her dokunaklı sesinden, bir de hep hüzzam çaldığı eski udundan
mümkünsüzlüğe en büyük umutlarla yaklaĢmadı mı?
baĢka hiçbir Ģeyi yoktu. Lakin sen bu kadarcığı bile çekemedin.
"ReĢat'ı senden daha çok sevdiğimi mi söyletmek istiyorsun Kendin ut çalmayı beceremeyince onun udunu bozar oldun. Bü-
bana? Bunu biliyorsun zaten. Apaçık, gün gibi apaçık bir Ģey bu. tün bütüne yok etmek, ezmek, silmek istedin onu. Tek hünerini
ġu yaĢına geldin hâlâ bunun sıkıntısını çekiyorsun, hâlâ kabulle- de elinden almak, onu büsbütün güçsüz, zavallı yapmak iste-
nemiyorsun bu gerçeği. Hâlâ bunun savaĢını veriyorsun. Sen din."
ReĢat değilsin. Olamazsın da. Bunu bil artık. Rica ederim bil. "O hep kıskandı beni, hep kıskandı."
ReĢat'ta baĢka umutlarım yatıyor benim. Seninse sevilmekten "Sen kıskandırdın kendini. BaĢkalarının kıskançlığı seni gu-
baĢka hiçbir meselen yok. Bütün hayatını sevilme üzerine inĢa rurlandırıyordu."
etmiĢsin. Hem de en dikenli halinle... Sen bir ısırgan otusun Ta- "Çok yalnızdım anne, çok kimsesizdim. Kimse yardım etmi-
lia. Bir ısırgan otu." yordu bana, kimse el uzatmıyordu..."
"Kolay olanı herkes sever anne, iĢ ısırgan otunu sevmek- "Kimseyi istemiyordun ki... Hiç kimseyi. Kimseyi beğen-
te..." miyordun çünkü. Herkesi hor görüyordun. Herkes eksikti, nok-
"Ġkinci planda kalmayı yediremiyorsun kendine. Senin tabi- sandı senin için. Herkesten baĢka olmak, hiç kimseye benzeme-
atın bu. Küçükken ablanın arkadaĢlarını alırdın elinden. Bütün mek istiyordun."
dostlarını birer birer koparırdın ondan. Sinsi sinsi, yavaĢ yavaĢ "Herkes hırpalıyordu beni. Herkes yaralıyordu. ÖrselenmiĢ
yapardın bunu. Hiç kimseye sezdirmeden, güleryüzlü, hele hele bir çocukluktu benimkisi..."
ablanla aranı hiç bozmamaya itina göstererek... Bir süre sonra "Herkesle arandaki uçurumu açmak için elinden geleni yapı-
kapıya gelen çocuklar ablanı değil seni sormaya baĢlarlardı. Çok yordun. Sonunda istediğin oldu. Yapayalnız kaldın..."
zekiydin Talia. Tahammül edilmeyecek kadar zekiydin. Ablanı "Ben seni istiyordum anne.
ikinci plana itmeyi baĢardığın anda da, bu arkadaĢlığın bir anla- (Uzun taĢra gecelerinde, o hiçbir Ģey yapamadığımız gece-
mı kalmazdı gözünde. Yapacağını yapmıĢ olurdun çünkü..." lerde, hep seni, senin çocukluğunda çektiğin yoksullukları dinle-
"Yalan bütün bunlar. Kafanda kurdukların, bana yakıĢtırdık- dim Galip. Zaten evliliğimizde yalnızca hep sen vardın. Bense
ların." bunlardan bir gün olsun söz etmedim sana. Hele senin "Biz sizler
Saffet Hamdi Bey geçiyor yanından. KöĢedeki masasına - gibi rahat çocukluk geçirmedik kızım," dediğin zamanlar sana
her zamanki masasına- oturuyor. Nargilesini söylüyor. (Tanıma- cevap olsun diye bile bir tek çocukluk anımdan söz etmedim.
dı beni. UnutmuĢ. Herkes ne kadar hazırmıĢ beni unutmaya.) Sana Erkek Talia'yı hiç anlatmadım. Biz seninle ne konuĢtuk
Afife ReĢat Hanım tül örtüsünü kaldırıyor udun. Galip? Bunca yıl ne konuĢtuk? Çıkarcılara, eĢrafa, taĢra bürok-
"Hatırlıyor musun çocukken ablanın udunun akordunu bo- ratlarına, ağalara küfrederdin sabah akĢam. Onlar arasında yer
zar, tellerini koparırdın. Mızrabını saklardın. Kıskanırdın onu. alamadığın içindi bu öfken. Geçici bir süre için de olsa, onlar
Senden baĢka kimsenin sevilmek için bir nedeni olmasın ister- arasına sokulur gibi olduğunda nasıl da mutlu olurdun, nasıl da
din. Senin her Ģeyin vardı. Ondan daha güzeldin, ondan daha ze- unuturdun küfretmeyi, öfkeyi. Her Ģeyi... Yanm-pörçüktün sen
kiydin, ondan daha parlak bir talebeydin. Daha sevimli, daha ko- Galip. Sınırların vardı.
nuĢkandın. Herkes seni ondan daha çok severdi. O kızcağızın ise
85
84
"Emirgân Çay Bahçesinin önünde ol," demiĢtin. (Gizli müsveddeler... Kim çözecek Afife ReĢat Hanımın
BaĢımı sallamıĢtım. Sevinçli miydim? Arapça duygularını?
"Bütün sıkıntılar bitecek!" "Ehh o kadar farkımız olacak tabii anne. Ben duygularımı,
Ben, sevilmek için hayatım boyunca yanlıĢ yollan seçtim. düĢüncelerimi Arapça yazılarla, kenarları çiçekli kilitli defterlere
Annem bütün acımasızlığına karĢın doğruyu söylüyordu. Zaten hapsetmedim hiçbir zaman."
ancak bu kadar acımasız biri söyleyebilirdi bunları. "Ġleri gidiyorsun Talia. Onlar benim romanlık hayatımın
"Deli kız, ala ala bir tek bu bez bebeği mi aldın koca konak- gizli müsveddeleri..."
tan?" Gerçeği yaĢanmamıĢ, yaĢanamamıĢ bir hayatı mı anlatmak
istiyor bu müsveddeler? Nasıl da sonuçsuz bu konuĢmalar. Her
Elimi sıktın. Sevecendin, sıcaktın, gözlerin gülüyordu. Ken-
kelime yeni bir çıkmaz sokak. Gelirken bilmeliydim... Pigmal-
dimi güvenli hissettim. Boyacıköy'e kadar yürümüĢtük o gece.
yon'dan alınmıĢ Ģemsiyelerin bile kutularını atmamıĢ daha. Her
Sen bana kadınlığımı sevdirdin Galip. Memelerimi sevdir-
Ģey küf içerisinde.)
din. Bana en büyük yardımın bu oldu. Uzun kıĢ geceleri hiçbir
"Bunca yıldan sonra aynı huzursuzlukları yeniden yaĢamaya
Ģey yapamazken, yapacak bir Ģey bulamazken...)
gücüm yok benim. Ġyi bir anne olmuĢum, olmamıĢım, Ģu saatten
Nasıl da ılıdı gözleri Afife ReĢat Hanımın. Umarsızlığını sonra bunu konuĢmanın hiç kimseye bir faydası yok artık. Sen
hissetti. Sevmek, sevgi göstermek ne kadar güç geliyordu ona. de, ben de kocaman birer kadınız. Ve sen bu yaĢından sonra an-
Ġkiyüzlülük gibi geliyordu her sevgi belirtisi. Ne kadar içtendi ne olabilirsin ancak, evlat değil..."
bu konuda. Hem de onca Ģeyi yitirdikten sonra ne kadar zordu. Usul bir bıçak sokuluyor Talia'nın yüreğine.
("Ben seni istiyordum anne," diyordu Ģimdi. Bilmiyor muy- Kirli bir ırmak yol alıyor.
dum sanki. O sık sık hastalanmaların, tebeĢir yutup ateĢlenmele- "Bu yaĢımdan sonra analık yapamam sizlere. Bunun için
rin, ağaçlardan düĢmelerin nedenini bilmiyor muydum sanki. çok geç artık. Seni dizlerime yatırıp saçını baĢını okĢayamam.
Kollarım, kucağım kötürümdü. Felç inmiĢti yüreğime. Ve ben EvlenmiĢ, ayrılmıĢ kocaman bir kadınsın sen."
hâlâ ölümsüz bir vals yapıyordum Beylerbeyi Sarayında.) Afife ReĢat Hanım ansızın o zabiti hatırlıyor. Bir bacağını
"Ben yanmıĢ, yıkılmıĢ bir konak gibiyim Talia. Saraylardan, savaĢta yitirmiĢti. Tahta bacaklıydı. Sürüye sürüye yürüyebili-
konaklardan arta kalmıĢ gümüĢ bir mahfuz gibi. Kilitli bırakıp yordu. TutulmuĢ muydu ona? O uzaklığına, Ģefkatsizliğine... O
gitmiĢler beni. UnutmuĢlar." zabiti zaman zaman hâlâ büyük bir sevgiyle hatırlıyor. Ustura
Sesi yumuĢak, sesi sevecen. Nasıl zor çözülüyor sesinin bu- tadında bir hatıra onun için. Annesi sezmiĢti, Afife ReĢat'a zabi-
zulları. Az önce söylediklerine nasıl da piĢman Talia. tin tahta bacaklı olduğunu hatırlatmak gereğini duyuyordu. Bil-
"Sen de analığını kilitledin bizlere. Bizden kendini esirge- miyordu ki asıl bu yüzden sevmiĢti onu. Yoksa niye en yakın ar-
din. YanmıĢ konakların, satılmıĢ sarayların ve o unutamadığın kadaĢı Azime Sultan olsundu? Dirseğinden itibaren bir kolu
valslerin hayallerine dalıp, bizi, yanı baĢında duran çocuklarını yoktu Azime Sultan'ın. Tahta bir kol yapmıĢlardı Paris'te. Hep
unuttun. Sen yitirdiğin konakların acısını yaĢarken, biz hiç sahip uzak duran, kendini hep uzak tutan. Hiç dokunmayan bir insan-
olamadığımız bir ananın hasretini çektik. Yanı baĢımızda duran dı. Afife ReĢat Hanım çok severdi Azime Sultan'ı. Bir tek o se-
anamıza baka baka anasızlık çektik. verdi. Hem de ölümcül bir karmaĢa içerisinde. Ne kadar az ko-

86 87
nuĢurdu, ne kadar az bakardı. Sessizce öldü sonra. Afife ReĢat "Deh kız. Neler düĢünmüĢsün gene..."
Hanım onu hiç unutmadı. O öldüğü zaman tahta kolunu isteme- Hayır, hayır Fatma Aliye'ye yalan söyledim Galip. O gönül-
yi düĢündü ailesinden. Onu bir hatıra olarak saklamayı. Kimse- lü sürgünümde yüzlerce, binlerce Ģiir yazdım. Yüzlerce hikâye.
ye bir Ģey söylemedi. Utandı. Kaç tane romana baĢlayıp yarım bıraktım. Bir gün hiçbir Ģeyi
GözyaĢı ĢiĢesi hâlâ yazı masasının üzerinde duruyor. Ġçinde anlatamamıĢ olduğumu fark ettim. Hiçbir anlamı yoktu yazdık-
tek dal bir menekĢe. larımın. Her Ģey bomboĢtu.)
"Sen beni çok erken büyüttün anne. Nefretinle büyüttün. Faik Efendi görünüyor uzaktan. Nasıl da yaĢlanmıĢ, nasıl da
Çocukluğumdan beri hep büyük bir insan muamelesi yaptın ba- çökmüĢ. Sonra Talia'yı fark ediyor. Yanına dek sokuluyor. Yüzü
na. Çocuk olma hakkı tanımadın." iĢiyor:
"Hırsların, tutkuların, kıskançlıkların bir çocuktan çok bir "Talia, kızım, sensin değil mi? Geldiğini duyduk. HoĢ gel-
büyüğe yakıĢıyordu çünkü." miĢsin."
ReĢat'ı hep sevmiĢti. Fatma Aliye'ye hep acımıĢtı. Talia'dan- Talia bütün gözleriyle gülümsüyor.
sa hep nefret etti. Duygularını böyle bölüĢtürdü çocuklarına. Ve "HoĢ bulduk Faik Amca. Ġyi gördüm seni."
bunu onlara apaçık hissettirdi. Talia'yı büyük bir insan olarak "Ehh, iyiyim diyelim."
düĢünmek nefretini kolaylaĢtırıyor, haklılaĢtınyordu... Bir ney sesi. Nerden çıktığı belirsiz, belki açık bir radyonun
Bir seferinde "Sen yürek değil, tahta taĢıyorsun!" demiĢti sevimli zamanlaması... Nasıl da yaraĢıyor Faik Amcaya...
Talia. Gizi açıklanmıĢ gibi gelmiĢti Afife ReĢat Hanıma. Azime "Artık hep hurdasın değil mi?"
Sultan'ın tahta kolunu yüzüne fırlatıyor gibi gelmiĢti. îlk tokadı "Burdayım. GörüĢürüz."
o zaman atmıĢtı Talia'ya. Ve Talia bunun üzerine sanki her Ģeyi Talia'nın gamzelerinde buruk dalgalanmalar.
biliyormuĢ gibi, sanki her Ģeyden haberi varmıĢ gibi nefret ku- Faik Efendi, Saffet Hamdi Beyin masasına gidiyor, onunla
san bir sesle: "Bir tek kolunda can var anne!" demiĢti. Sonra da tavlaya oturuyor. Emirgân'da bir akĢam vakti. Talia son çayını
gidip Dilara'nın bir kolunu koparmıĢtı. içiyor.
"AnlaĢılıyor ki bu ev yeniden cehenneme dönecek. Biliyor "Hiç unutmadım ki o günü. Hiç unutmadım."
musun sen kötü bir insansın Talia. Cehennem gibisin!" "Evet hiç unutmadın. ReĢat'ın kaçtığına üzülmüyordun as-
"Ne kötülük yaptım anne! Birini sevdim. Evlenmek istedim. lında. Hatta için için seviniyordun buna. Senin asıl üzüldüğün,
Ġzin vermedin. Ben de kaçtım. Hepsi bu." benim ReĢat için kahroluĢumdu. Benim acıma bile saygın yoktu
"Hepsi bu demek. Hepsi bu mu sahiden? Peki ReĢat'ın kaçtı- senin. ReĢat'tan boĢalan yeri almak istiyordun sen. Ġnsan müna-
ğı günü hatırlıyor musun?" sebetlerine hep bir iktidar meselesi gibi bakıyordun çünkü. Yal-
("Biliyor musun, ReĢat'a çok benziyorsun..." nızca bencil duyguların, o bir türlü doymak bilmeyen sevilmek
"Nereden çıktı Ģimdi bu?" ihtirasın vardı. ReĢat'ın yokluğundan yararlanmak istiyordun.
"Bilmem! Bu benzerliği sonra sonra fark ettim. Öyle ağzın- Ondan boĢalan yeri almak istiyordun. Bunun için her yolu dene-
gözün benzemiyor belki, ama sende öyle bir Ģey var ki bana sü- din, her yola baĢvurdun. En sonunda.. .en sonunda bütün mücev-
rekli ReĢat'ı hatırlatıyor. Zaman zaman bundan çok ürküyorum herlerimi çaldın! Sen çaldın! Onları ReĢat'ın çalıp kaçtığı intiba-
Galip." ını uyandırmaya çalıĢtın. Böylelikle ReĢat'tan nefret edeceğimi

88 ' 89
umdun. Oysa yalnızca basit bir mücevher hırsızı oldun! Pis bir yedi yıl bekledim. Ve Ģimdi yalnız ve dul bir kadın olarak ne
entrikacı!" ana, ne evlat olamadan yeni bir hayata baĢlayacağım..."
(Nasıl acımasızsın anne. Ne çok Ģey konuĢtuk bugün. Ne "Nerime Sultan gelecekti bu sabah. Doru atlar çekiyordu
kadar açık açık konuĢtuk. Evet, ben deĢmeye gelmiĢtim. Söylen- arabasını. Feracesini açtı. Saçları döküldü omuzlarına..."
memiĢ hiçbir Ģey kalmasın istemiĢtim. Hiçbir satır arası, hiçbir "Bu mantoyu da bırakacağım. Bu evin yeni bir anısını taĢı-
parantez içi... Hiçbir Ģey karanlık kalmasın. Her Ģey ama her mak istemiyorum sırtımda. Geldiğim gibi gitmek istiyorum.
Ģey söylensin. Hiçbir yeni anı edinmeden, edinemeden... Bu yepyeni mantoyu,
Oysa gene ben yaralandım.) Ģu eski, Ģu yaĢlı sedef kakma sandalyenin üzerine bırakıyorum."
"Daha fazla ısrar etmeyeceğim anne. Nasıl bilmek istiyorsan "Heyy! Ne yapıyorsun sen? Niye örtüyorsun Nerime Sul-
öyle bil. Bu seni mutlu edecekse. tan'ın üstünü?"
Az ötede otobüs duruyor. Fatma Aliye iniyor. KöĢedeki ba- "Allahaısmarladık Server PaĢa! Allahaısmarladık!"
haratçıya giriyor. Sonra çeĢmenin oradan yokuĢa kıvrılıyor. Re- Fatma Aliye büsbütün gözden yitti. Talia yokuĢun baĢında
ĢitpaĢa'ya doğru çıkmaya baĢlıyor. Ardından koĢuyor Talia. (Ne uzun uzun durdu. Bir kez daha ne zaman görecekti Fatma Ali-
diyecek?) ÇeĢmenin önünde duruyor Talia. Uzun uzun ablasının ye'yi? Ne zaman? YokuĢtan alımlı, genç bir çocuk iniyordu.
ardından bakıyor. Nasıl seviyor Ģimdi onu. Nasıl seviyor. Fatma Kvpkvvvrcık saçları vardı. Ġncecikti. Ayağında mor bir Ģalvar-
Aliye gözden yitiyor. pantolon, sırtında sıfır yaka bol bir tiĢört, ayağında sandaletler,
"Peki ya bu sabah nasılsınız Server Nüvit PaĢam?" salına salma iniyordu yokuĢu. Kahveden birkaç delikanlı çıktı.
"Hamdolsun iyiyim kızım. Dün gece yatarken hiç uyuyama- Ardından bağırdılar:
yacağımı sanıyordum. Bu akĢam ise hiç uyuyamadan öleceğimi "Ulan ibne Muhittin! Öteki kulağını da biz keseceğiz puĢt!
düĢünüyorum..." Mahallenin adını rezil ettin orospu dölü!"
"Böyle düĢünmeyiniz PaĢa Dedem. Daha uzun yıllar yaĢa- Eli belinde ardına döndü o genç çocuk. Gözleri kinden, nef-
yacaksınız siz. Siz ve bu konak. Daha uzun zaman. Duyuyor retten yontulmuĢtu sanki. YemyeĢil bir zehir gibi baktı. (Gözleri
musunuz Server PaĢa? Server PaĢa! Gene dalıp gittiniz. Dalgın- boyalıydı, gözakları torbalanmıĢtı) Sonra jilet keskinliğinde bir
lığın o uzun yolculuğuna çıktınız gene. Kendinize upuzun bir sesle konuĢtu:
duvar örüp ardına çekildiniz. Her Ģey yıkılıp dağılırken, bu ko- "Merak etmeyin mahallenin sikleri! Ġki üç ayım kaldı bu
nak, bu Ģehir darmadağın olurken, ne sizin, ne de kızınız Afife çöplükte. Sonra hepten gidiyorum..."
ReĢat Hanımın duvarları nedense bir türlü yıkılmıyor. Bense Talia gözleriyle izledi onu, paylaĢtı. Sonra ardına döndü ço-
uzun bir yolculuğa çıkıyorum yeniden. Anlıyorum bu konakta cuk, yokuĢu inerken, dükkânların önüne insanlar doluĢuyordu.
yerim yok benim. Hiçbir zaman da olmadı. Bahçeyi yeniden Muhittin dedikleri çocuk Taksim dolmuĢuna atladı. Saffet Ham-
onarıp yaz akĢamları yemeği dıĢarıda yiyebilirsiniz artık. Oysa di Bey son anda gördü onu, kahveden dıĢan fırladı. Bir dolmuĢa
bu bahçe dört kiĢilikti ve bana hiçbir zaman bu bahçede yer ol- bindi.
madı. Ben her zaman bu bahçenin ayrık otuydum. Ve anladım Talia: "Boyacıköy'e kadar yürüyeyim. Oradan binerim," de-
ki, hiçbir zaman anne olamayacağım gibi, hiçbir zaman da bir di.
annem olmayacak benim. Bu gerçeği öğrenmek için tam yirmi "O geceki gibi..."

90 91
CAM KIRIKLARI
"Devrimci Saflarımız Bir Neferini Daha Yitirdi
KANIYERDEKALMAYACAK

Kahpe kurĢunların yaraladığı ĠSHAK TUNCER'i kaldı-


rılmıĢ olduğu ÇAPA DEVLET HASTANESĠNDE yitir-
dik. Anısı hepimize önder olsun.
Devrimci ArkadaĢları"

KuntlaĢtı Fatma Aliye. Atıverdi gazeteyi elinden. Yüreği kı-


yıldı. Pencerenin önünde uzun süre kalakaldı.
"Gitme Talia. Bana bakma sen. Eskisi gibi değilim artık.
Hemen öfkeleniveriyorum. Sinirlerime hâkim olamıyorum. YaĢ-
lanıyorum ondan herhalde. Gitmeyeceksin değil mi?"
SusmuĢtu uzun süre, iyicil bakıyordu. Udun üzerinde buluĢ-
muĢtu elleri. Kısa ama dopdolu bir andı.
"Uyumak istemiyorum. Bu gece Yıldız'a gitmek istiyorum.
Sarayda Karagöz varmıĢ. Nerime Sultan çağırtmıĢ beni. O gel-
mezse seyretmem diyormuĢ. Gideyim mi Afife? Götürür mü-
sün?"
"Ne zaman kaldırılacakmıĢ cenazesi?"
"Yarın öğle namazında."
(Ne çok kurban veriyoruz)
"Konağın üzerindeki ipoteği kaldırmıĢsınız. Parayı nerden
buldunuz?" dedi Madam Ester. Uzun uzun susmuĢtu Fatma Ali-
ye. Gözlerini iyice önüne eğmiĢ, yalnızca, "Bulduk," demiĢti.
"Ne zaman gitti anne? Niye engel olmadın?"
"Görmedim ki gittiğini. Mutfakta Server PaĢanın çayını ha-

95
zırlıyordum. O aralık gitmiĢ olsa gerek. Bir ara Server PaĢanın ler, dersler, kıssalar... Ne yazık Talia, çok erken farkına varmıĢtı
yüksek sesle bağırdığını duydum. Her zamanki nutuklarından bunun.
biri sandım. Salona geldiğimde Talia yoktu. Server PaĢa, elinde (Sen gittikten birkaç gün sonraydı Talia. Bir sabah gene o
senin manton, sandalyenin baĢında her zamanki mutat konuĢma- pencerenin kenarındayken, ansızın her şeyin bittiğini fark ettim.
larından birini yapıyordu. "Talia nerede?" diye sorduğumda beni Benim için her şey bitmişti artık. Durup dururken hissettim bu-
duymadı bile. Odasına çıktığımda, eĢyalarını toplamıĢ, bavulunu nu. Acılarıma katlanamaz olmuştum. Hiçbir şey kalmamıştı be-
alıp gitmiĢti. Yatağında ise kolu kopuk bebeğiniz yatıyordu." nim için. Büyü bozulmuştu. Bütün hayatım için uydurduğum bü-
"Dilara!" yü. O cam vitrine saldırdım. Sakin miydim, öfkeli miydim ger-
"Bebeğin göğsüne bu kâğıdı iliĢtirmiĢti, al oku." çekten bilmiyorum bunu. Kararlaştırılmış, tasarlanmış bir şey
" 'KONAĞINIZ NE SATILACAK NE DE YIKILACAK. HĠÇ OL- de olabilirdi bu. Apansız gelen bir delilik de...
MAZSA ġĠMDĠLĠK.' Ne demek oluyor bu anne?" "Bir daha rüyalarıma hiç girmeyeceksiniz," dedim.
(Baharatçıya uğramıştım o gün. Senin sevdiğin baharatlı şe- Oturma odası darmadağındı az sonra. Her yer cam kırığıy-
kerlerden almıştım. Sevindirmek istemiştim seni.) dı. Hepsini kırdım. Kırdım bütün tabaklarımı.
Her göğüste, her yakada Ġshak'ın gülen resimleri... Sonra çok uzun, upuzun ağladım. Hıçkıra hıçkıra...
Nasıl yiğit, nasıl dikbaĢlı, nasıl onurlu... Annem çok korkmuştu benden.)
Nasıl da gülüyor ölüme, hayata, her Ģeye. "En sonunda çocuk annesinin göğsünü yarıp içine saklan-
Devrim andı içmiĢlerdi cenazede. Afife ReĢat Hanım, Pey- mak isterken, istemeden de olsa annesinin ölümüne sebep olu-
ker Kalfa'nın koluna girmiĢ, onu ayakta tutmaya çahĢıyordu. yordu."
Peyker Kalfa titreyen sol kolunu kaldırdı. Afife ReĢat Hanım da "Bu olayla ne ilgisi var bu masalın?"
kaldırdı. "Sonunda akıl edip bebeğin göğsünü yardım. Çaputlann ve
Sol yumrukları havada resimleri çıktı ertesi gün gazetelerde. samanlann arasından on yıldır kayıp olan mücevherlerim çıktı
"Ġlkin ben de bir Ģey anlamadım. Bebeği elime alıp uzun ortaya. Beni kazanmak için çaldı o mücevherleri. Ve bir bebeğin
uzun düĢündüm. Bir Ģey demek istiyordu besbelli." göğsüne gömdü bütün umutlarını..."
"Peki çözebildin mi bu tuhaf bilmeceyi?" "Geldiğinde sırtında bir mantosu bile yoktu. Utanıyorum an-
"Bunca yıl bu bez bebekle en büyük sırrını paylaĢmıĢ me- ne! Çok utanıyorum!"
ğer." "Yarın mücevherleri satıp, konağın üstündeki ipoteği kaldı-
"Nasıl bir sır bu anne?" ralım. Bu konağın satılmasını istemiyorum, hiç olmazsa Ģimdi-
"Siz çocukken bir masal anlatırdım size hani... Annesini lik."
çok seven, onun kucağından hiç inmek istemeyen bir çocuğun "Nasıl istersen anne."
masalıydı bu." "Yarın bir de bahçevan tutalım."
"Hatırladım anne. Bize mesafeli sevmeyi öğretmek için an- "Bahara bıraksak anne. Nasıl olsa kıĢ geliyor, bahçe diril-
latırdın bu masalı..." mez."
Sesi darmadağın Fatma Aliye'nin. Sesinde cam kırıkları. "Haklısın kıĢ geliyor. Bahçeyi bahara bırakalım. Hiç ölme-
Masalların en ağulusunu anlatırdı annesi. Hep sınırlar, mesafe- yecekmiĢ gibi her Ģeyi yanna bırakıyoruz zaten. Ama bu sefer

96 97
hiç olmazsa yıkık duvarını onaralım bahçenin, kapısını yenileye- seslenince gözlerini aralayıp başını çeviriyor. Bilirsin Server
lim. .. Bu iĢi olsun hemen yapmalıyız, baharı beklemeden..." Paşa da Nerime Sultan öldükten çok sonra duyduğu bir şarkıyı,
"Nasıl istersen anne, nasıl istersen..." Nerime Sultanla kendisinin aşk şarkısı zannediyordu. Sen geldi-
"Bu hafta sonu Peyker Kalfalara gitmeyeceğim Fatma Ali- ğinde de çalmıştım hani o sultaniyegâh'ı.
ye. Ne zamandır kapalı kalıyorsun hafta sonlan. Çık gez bu se- Madam Ester de artık dükkâna hiç uğramıyor. O ağır kadife
fer. Beyoğlu'na sinemaya git istersen." perdeleri bütün gün çekik evin içinde oturuyor. Her gün süsleni-
(Annem bir hafta sonu için bana armağan ettiği Beyoğlu si- yor, boyanıyor, takıp takıştırıyor. Nasıl da şişmanladı bir gör-
nemalarının hâlâ eski hallerini koruduğunu sanıyordu. Gecik- sen. .. Evin içi tüllerle, kedilerle, dolu. Şimdi de arada bir ona ut
miş, uzak bir armağandı artık.) çalıyorum. Benim kaderim de buymuş demek. Bir elimde ut or-
"Bu gece sen PaĢaya ut çalarken, ben de dinleyeceğim. Belki dan oraya hicran taşıyorum. Madam Ester için de çok üzülüyo-
bir kadeh rakı bile içerim..."
rum. Dükkânın da eski müşterisi kalmadı, eskisi gibi iş yapmı-
"Tabii anne. Sen de dinle. Senin için de söylerim bu gece.
yor. Eski istanbullular da unuttu bizi. Yoksa onlar da mı, ağır
Gör bak, ne güzel meĢk edeceğiz. Ġstersen, istersen her gece ut
kadife perdeleri bütün gün çekik evlerinde oturuyorlar? Ya da
çalarım sana..."
annem gibi bütün gün duvara bakıp, sedef sandalyelerde ölümü
"Talia'nın odasını da hiç bozmayalım gene. Olmaz mı?"
mü bekliyorlar? Hiç anlamıyorum Talia. Hiç anlamıyorum. Çok
"Olur anne, olur."
özlüyorum seni. Hep seni düşünüyorum. Bir gün adresini bulur-
"Kandili söndürme Afife!" sam, bu mektubu yollayacağım sana. Artık dönmeyecek misin
"Söndürmüyorum baba. Bugüne kadar hiç söndürdüm mü? Talia? Artık dönmeyecek misin? Ne kadar yalnızım bir bilsen.
Niye her akĢam, 'söndürme' diyorsun?" Sana ne kadar ihtiyacım var. Ne olursun dön artık. Yapayalnı-
"Bilmem! Kandil yansın. Sabaha kadar yansın. Her gece zım Talia.
yansın. Bütün kandiller yansın. Belki sabah...sabah bir yerlere
gidebilirim." Çok yalnızım.)
(işte böyle Talia. Çok zaman geçti aradan. Bir daha arama-
dın. Belki duymuşsundur konağı sattık. Bayrampaşa'ya taşındık. '-" ■■■■■■■■';'iv>'j;' 1980
Bir apartmanın birinci katına. Server Paşayı zor kandırdık. "Seni
Nerime Sultana götürüyoruz," dedik. Gönlü olsun diye bir
fayton kiraladık. Köşenin başına kadar faytonla gitti. Halimizi
görecektin. Bayrampaşa'ya alışamadık. Hâlâ da alışamadım Ta-
lia. Sonbaharda Server Paşayı yitirdik. Çok ağladım bir bilsen.
Onu da babamın yanına gömdük. Annem de çok kötüledi. Sana
söylemek istemezdim ama bilmende yarar var, anneme felç geldi.
Bütün gün öylece oturuyor. Babasının öldüğü gece Nerime
Sultanın sandalyesine oturdu. O gün, bu gün bir tuhaf. Kendi
adıyla seslenilince dönüp bakmıyor da "Nerime Sultan" diye
98 99
çc
SINIR İKLİMİ
"İnsan kaç hayat yaşarsa o kadar ölümle ölür"
Oscar Wilde
Binlerce göz var üzerimde, dıĢarının binlerce gözü. Bura-
dayken (tapınaktayken) bile dıĢarıdan kurtulamıyorum. (DıĢansı
içimizde galiba. En ucuz, en düzayak bunalım romanlarının ger-
çekleriyle iç içeyiz.
Hiçbiriyle yüzleĢemeden, hiçbirini aĢamadan)
Binlerce cam göz var tepemde. Burada her Ģey buğu için-
deyken bile bir tek onlar görünüyorlar. Uzun uzun gözetliyorlar
bizi. (Her an gözetleniyoruz. Kimsenin olmadığı yerde bile ken-
dimizi nöbetçi bırakıyorlar baĢımıza) Belki de büyü yapıyorlar
bize. Bu gözler buranın büyülü burgaçları (çocukluğum boyu
baktığım her duvarı,
bir elin ayasına yerleĢtirilmiĢ kutlu bir göz korurdu,
çocuk omuzumda mavi gözler sallanırdı; oysa bedenim yı-
kık bir duvar Ģimdi...)
Burada bile onlar var. GöbektaĢının üzerine uzanır uzanmaz
gövdemi delici bakıĢlarıyla süzüyorlar. (Ben bu göbektaĢının bir
göktaĢı olduğunu düĢünüyorum. Bizim Hacer-ül Esvedimiz.
Çevresine duvarlar çıkılarak korunmuĢ, buğulanmıĢ tavaf yeri-
miz) Onların delici bakıĢlarıyla beni süzdüklerini gördüğüm an-
da, aĢağılanmıĢ hissediyorum kendimi. Ansızın uyanıveriyorum
daldığım uykudan. (Bütün bu yaĢadıklarımın bir düĢ olmasını is-
tiyorum. Böyle düĢünmek rahatlatıyor beni. Onurumu geri veri-
yor. Utancım hafifliyor. Arınıyorum.
KeĢke bütün yaĢadıklarım bir düĢ olsaydı, .
uzun, sancılı bir düĢ...)

107
Bu cam gözler, bu delici bakıĢlar gövdemi didikliyorlar. önemi yok. Hiç yineleyemediklerimizle, hep yinelediklerimiz
Kendimi Prometheus'a benzetiyorum. Hâlâ niye buraya geliyo- arasında gidip geliyor hayatımızın sarkacı)
rum? bu ölü kayalarında iĢim ne? burada ne arıyorum? bilmiyo- Hep sabah olsun istiyorum. Neyin sabahı? ne sabahı? bilmi-
rum. Bildiğim tek Ģey Prometheus'un kayalara zincirleniĢi gibi, yorum. Yalnızca hep bir sabah özlüyorum. Bir eski Türk filmi
ben de bu göbektaĢına zincirlenmiĢim. (EĢcinsellik, Kafdağmın geliyor aklıma: Sabah Olmasın (Mutlu geceler de var demek, sa-
arkası. Herkes için böyle bu. Herkes bu konuda pek rastgele fi- bahı reddeden mutlu geceler, Ömrümün Tek Gecesi gibi) Çocuk-
kirlere sahip. Hatta bütün bildikleri batıl itikat düzeyinde. Ya luğumda, ilk gençliğimde beni besleyen, ağladığım, üzüldüğüm,
bizler? bizler ne kadarını biliyoruz kendimizin? Hiç kimsenin sonraları küçümsediğim filmlere dönüyorum yeniden. Eski du-
yaĢamadan bilemeyeceği bu gizli memleketin bizler ne kadar yarlıklarıma iltica ediyorum (Ģimdi mezatlarda bekleyen elden
yerlisi sayılırız ki?) Her kurnadan buğulu sular yükseliyor, her düĢme duyarlıklarıma). O zamanlar masumdum. Yalnızca ma-
Ģeyin üzerini örten, gizleyen, ya da açığa çıkaran. Ben Konser- sum. Ve baĢkaca hiçbir Ģey değildim. YaĢamak kirletti beni. Her
vatuvar sınavlarına hazırlanıyorum. Elimde Zincire Vurulmuş arayıĢ biraz daha kirletiyor insanı. Artık düĢlerini de yitiriyor in-
Prometheus. YaĢadıklarımızın sisini koyultuyor bu buğular, ya- san, düĢ kurma hakkını da... DüĢ kuramayacak kadar çirkefe ba-
Ģadıklarımıza izlenimci bir uzaklık katıyor. (Kafdağının ardındaki tıyor çünkü. Bütün düĢler anlamını yitiriyor.
tapınak burası. DüĢüĢün tutkusu Kafdağının ardındaki tapınağa Lekeli Kadın diye bir film vardı hani. (Neriman Koksal mı
dek getirip bıraktı beni. Acılarım, korkularım bir Zümrüd-ü oynamıĢtı?) Neriman Koksal, her filminde erkeklerden büyük
Anka kuĢu gibi yükseltti, yüceltti beni, kanat çırptı altımda; ben, intikamlar alırdı. Uzun boylu, alımlı, görkemli bir kadındı o. Er-
beni aĢtıkça. Sonunda buraya getirip bıraktı. Sınav üstelerinden kekleri kendine sırılsıklam âĢık eder, sonra da mahvederdi. An-
savrulmuĢ adımı hayatın künyesine geçirdim, yorgun ve yaĢlı nem ne çok severdi Neriman Köksal'ı. Her filmine koĢarak gi-
bir Prometheus olarak. der, her filminde nedense hüngür hüngür ağlardı. Ah, annem
BaĢımda geniĢ siperlikli büyük siyah Ģapkalar, boynumda için olsun, bir kez "Lekeli Kadın" olabilseydim; yarım kalmıĢ
kırmızı bir fular uçuĢuyor, ellerimde uzun eldivenler. Sinema gi- bir intikamı tamamlayabilseydim. Oysa sulugözlü, sümüklü,
riĢlerinde bekliyorum. Kendini giyinmiĢ bir heykel gibi dikiliyo- düĢmüĢ ve yaĢlanmıĢ bir ibne eskisiyim Ģimdi. Üstelik ukala ve
rum kapının giriĢinde. Alaycı gülümseyiĢler değip geçiyor bana. entelektüel. Hepsi bir arada olunca ne kadar korkunç bir tablo
Hiçbir Ģey ulaĢamıyor artık. Kırmızı fularım boynumdan aĢağı- çıkıyor ortaya! Gün günden daha çok kilo aldım. Her yanım yağ
ya doğru akıyor) bağladı, saçlarım döküldü, gözlerimin altı torbalandı, çürüyen
Gövdem didik didik edilmiĢ, (yüzlerce insan benden bir par- bir enkaz haline geldim. Bir cinsel enkaz. PorsumuĢ yüzümde
ça kopardı gitti) epeydir ölümün gölgesi dolaĢıyor, biliyorum. Beynimin içinden
Parçalarımı bütünlemek istiyorum. uğultularla cehennem sarkılan geçiyor, cinnet Ģarkıları geçiyor.
Kendimi çıkarmak istiyorum ortaya. Yüzüm seğiriyor sürekli,
(Bir cenneti ararken, bir cenneti yitirdim. Artık masum deği- yüzüm seğiriyor.
lim. Değiliz. Hiç kimse...)
Parça parça yaĢıyorum artık. Her Ģeyin sırası değiĢiyor ka- Bu cam parçalan gökyüzüne dağılmıĢ binlerce göz gibi. Sü-
famda. (Ne, neden önceydi? ne, neden sonra? Artık bunun da bir rekli beni gözetliyorlar. (Bu kubbeyi de delik deĢik etmiĢ Tann.

108 109
Ağlardı.
Her tapınağın kubbesinde sonsuza dek yaĢasın diye korkusu)
Ağlıyordum.
Ben hep gözetlendim zaten. Ömrümce gözetlendim.
En çok da kendi kendimi gözetledim. Didiklercesine gözet- Bir dansöz Müberra vardı. Ġnce, çekik gözlü, geniĢ yanak-
ledim. Soluk aldırmadım kendime. Hayatım boyunca "tipimle" lıydı. Tatar Müberra derlerdi. Ebe okulundan ayrılmıĢ, dansöz
savaĢtım. Ġnsanlara, benimle, bedenim arasında bir ayrılık oldu- olmuĢtu. Ġyi kızdı, yumuĢacık bir yüreği vardı. Onun bunun sö-
ğunu, ikimizin aynı Ģey olmadığını anlatmaya çalıĢtım. Bede- küğünü diker, hiç konuĢmadan içki içerdi. Her gece beni sahne
nimden baĢka bir ben vardım. Bu yüzden yenildim, bu yüzden arkasında ağlayarak dinlerdi. Anlamazdı, ama ağlardı. Demek ki
baĢarısız bir oyuncu oldum. Bir oyuncu eskisi! Artist kahvele- Hamlet'te ona kederini hatırlatan bir Ģey vardı. (Ben de aslında
rinde rol dilenen acıklı Hamlet! Yitik Ofelya'sını içinde taĢıyan her gece Tatar Müberra için oynamıyor muydum?)
yorgun Hamlet! (Hiçbir zaman gerçek düĢüncelerimi söyleye- Kimse niye ağladığını bilmezdi onun.
medim insanlara, düĢündüklerimi yapamadım. Hep erteledim, Zaten hangimiz kederimizin sırrına varmıĢtık ki?
hep yarına bıraktım. Hep uzlaĢtım onlarla. Hayatım boyunca sa-
vaĢmam gereken insanlarla barıĢık yaĢadım. Öyle bir yere gele-
cektim ki bir gün, artık gündelik hayatımda hiç yalan söyleme- Burası gitgide buğulanıyor. Camların ayrıntısını görmemi
den, hiç ikiyüzlülük etmeden, hiç ödün vermeden bütün düĢün- engelliyor buğular. Beni gözetleyenlerin gözlerini görmeliyim.
düklerimi söyleyecek, dahası gerçekleĢtirecektim. Gözlerindeki korkuyu, dehĢeti, ürküntüyü. Yoksa hiçbir Ģeyin
Oysa hiçbir zaman o gün gelmedi, o yere gelemedim. (Ham- farkına varamam.
let sahnelerde kaldı) Sonunda gerçekten yitirdim sahiciliğimi. Ahh korkularımız!., anlamadan korktuklarımız...
Her Ģey içimde kaldı. Küflendi. Ġnsanlar beni sığ ve kiĢiliksiz
buldular. Haklıydılar. Ġkiyüzlülüğüm de doğrudur. UzlaĢmacılı- kurnalar yılan yatağı, sular denize uzak. Ģehrin gürültüsün-
ğım da. Ama Ģimdi artık bunların ne önemi var? den uzak dinlence evleri, herkesin sığındığı bir ada var. bir yaĢa-
Ne de olsa ben bir kumpanya Hamlet'iydim. ma direnci, yerüstünden artırdığımız bir yeraltı.
Türkiye nüfusuna kayıtlı Hamlet. buzlu camlar bunlar, hamamın kubbesine dağılmıĢ binlerce
Hiçbir eleĢtirinin beni onaracak bir yanı kalmamıĢtı. Çünkü buzul göz, acımasız buzullar, hamamı örten aysberg, aysbergin
ben her Ģeyin herkesten önce öylesine farkındaydım ki...) altında soluk alan buğulu hamam, acımasız buzullar, çağrıĢım
yüklü bulutlar gibi bu cehennemin gökyüzünde. DıĢarı. DıĢarısı.
Ne kadar korkunç, ne kadar yaralayıcı bir sözcük bu! (Beni en
Anadolu turnelerinde, kanto aralarında Hamlet'ten tiradlar çok hırçınlaĢtıran Ģey, dıĢarıda bırakılmamdı. Bir günün, bir ola-
okurdum. (Hemen herkes sınava Prometheus'la hazırlanmıĢtı) yın, bir toplantının, bir birlikteliğin dıĢında bırakılmam. Bütün
Yine de ömrümün en güzel yıllarıydı onlar; Hamlet olurdum insanların bana yabancı olması, bana yabancılığımın duyumsa-
çünkü, Hamlet! Seyirciyi unutur, hıçkırıklar içerisinde tiradımı tılması. Birçok kez bu yüzden cinnet dolaylarında kırgınlıklar
yaĢamadım mı, kimsenin anlamadığı...)
sürdürürdüm. Zaten seyirciyi unutmadan yapılabilir miydi böyle
DıĢarı. DıĢarısı. En dıĢarı.
bir Ģey?
Hamlet de ağlar mı canım? demiĢlerdi. En büyük özgürlükleri yaĢadığım, ya da yaĢadığımı sandı-

110 111
ğım bu hamam (memleketim) bir hapishaneymiĢ meğer, öyle güzelliğin o mutlak noktasına varmak. Ahh iĢte orada ölüm! Na-
mi? Bir hücre bu göbektaĢı? Öyle değilse bu gözlerin, bu kubbe- sıl da göz alıcı! Cana kıyıcı ve yaĢam dolu!
nin, bu korkunun ve dıĢarısının ne anlamı var? (her yanm- BayağılaĢmak insanı popüler kılıyor. Yalnızlığından kurtarı-
pörçük özgürlük bir yanılsama... ve her yanılsamaya bir günah yor. En mutlak yalnızlığı, en büyük, en geniĢ kalabalıklarla yaĢı-
duygusu bulaĢmıĢ...) yorsunuz. Herkes bayağı olana ilgi duyuyor, onunla ilgileniyor.
Her Ģey bir yanılsama madem, her Ģey bir oyun, her Ģey bir En kutsal kalkanlarını kuĢanarak sokuluyor bayağının yanına.
tören, bu hamamın gerçeği niye yok sayılsın? Biz dıĢarıda en Bu sonsuz alayın (hayranlığın) gizlediği özlemi en çok, alay edi-
büyük yalanlan yaĢarken, bu hamamın arıttığı, ıĢığa çıkardığı len bilir. Bu hayat insanı ermiĢ ediyor. (ĠtilmiĢlik ermiĢ ediyor
bir Ģey yok mu gene de? Kutsal bir Ģey. Sağlıklı bir Ģey. En çıp- insanı, hayatın sırrına yaklaĢtırıyor) Celladını da anlıyor insan.
lak gözle görülen... Avını da, avcısını da. Ona da acıyor. Kendine yöneltilen bütün
Ölüme en yakın yer, en hızlı yaĢanmıĢ hayatla kazanılıyor. tepkilerin içerdiği o topal savunma duygusunu tanıyor. Unutul-
Ahh keĢke tanrıya inansaydım. Ona bu kadar yaklaĢmıĢken... muĢ bir çocukluk gibi çevredeki bütün insanlar, bütün kahkaha-
Bir imge sağnağı altındayım. (Ölüme de, sanata da en yakın lar ve Ģiddet...
yer) Belleğimde, bu hamamdan geriye bir sürü görüntü kalıyor. Off! GöbektaĢına uzanmak beni yeniden içhesaplaĢmalara
DeğiĢik zamanlarda, değiĢik kiĢilerle yaĢanmıĢ bir sürü görün- sürüklüyor. DüĢünmeye itiyor beni. (Oysa bir ermiĢ düĢünmez
tü... sonra bir gün, bir gece yarısı, yataktayken, yüzükoyunken, artık. Kendisi baĢlı baĢına bir düĢüncedir.) DüĢünmek istemiyo-
sürtünüyorken, yüzlerce görüntü ansızın art arda üstüme boĢalı- rum artık. Hiçbir Ģeyin farkında olmak istemiyorum. Kendimi
yorken, ben boĢalıyorken... burayı hep kutsal bir yurtsamayla didiklemek istemiyorum. Herkes kendi deneyimleriyle ölüyor
anmıyor muyum? Ġmgelemimin sonsuz kaynağı burası, (hayatı nasılsa. Burayı seviyorum. Doludizgin yaĢıyorum burada. Dü-
burayla sınırlar oldum) DıĢarıdayken burayı anıyorum (bu sığı- Ģüncemin hızı kesilsin istiyorum. DüĢüĢümün hızı kesilmesin is-
nağı, savaĢlardan firar ederken) Burada yaĢanan çılgınlığı, kısa tiyorum. Birkaç kez...birkaç kiĢiyle...herkesin gözü önünde...
devre yaĢanmıĢ bu çılgınlığı (mutluluğu) özlüyorum. Burada her özellikle herkesin gözü önünde...göstere göstere...bir bedel gi-
Ģey ne kadar kolay. DıĢarıda bize hayatı zindan eden dokunmak, bi...bir giz gibi...kendimi gözetleyebileceğim en yüksek yere
alabildiğine serbest burada. Dokunmak ve baĢkaca hiçbir Ģey çıkarak, kendimi hiç denetlemeden ve en çok denetleyerek çırıl-
değil. Hiçbir Ģey tam değil. Her Ģey sonsuz bir parçalanma içeri- çıplak bir gerçekliği yaĢıyorum. (Bir gerçeklik yanılsaması için-
sinde. deyim. Her Ģeyi gerçek sanıyorum, gerçeklik sanıyorum. Her
Buzullarımız prizmalarda binlerce görüntüye bölünüyor. mutsuzluğu faĢizm sanar olduğum gibi. Kendimi seyrediyorum
DıĢarıda burayı yurtsuyorum. en eleĢtirel bakıĢlarımla, en yüksek yerden. Ve mutlaka kahka-
En yitik cennet gibi. halarımda zafer naralan bulunmalı. En küçük ayrıntılarda büyük
Bu çirkinliği, bu yozluğu (bu dipdiri gerçeği) bir yaĢama bi- hayatlar buluyorum. Büyük romanlar; her hikâye bir roman ar-
çimine dönüĢtürmedim mi? (dönüĢtürmedik mi?) bayağılaĢma- tık. Her roman parçalanmıĢ meseller...
nın sınırsız güzelliği, çekici büyüsü benim yaĢama biçimim ol- BeĢ yüz yıllık bir roman burası.
madı mı? DüĢmek, alabildiğine düĢmek, en uç noktasına dek (Tarihi eser sayıldığı için yıktırılmıyormuĢ,
düĢmek; bayağılaĢmak; gülünçle, acıklının artık ayırt edilmediği Tarih yıktınlmıyor.)

112 113
Üzerine bir kurban gibi upuzun yatıyor ve beni gözetleyen bin-
lerce alıcı kuĢa açıyorum bağnmı. Biliyorum delik deĢik olaca-
GöbektaĢının çevresini alıyor binlerce kiĢi. Ben tam ortada ğım. Çok acı çekeceğim. Çınlçıplak kalacağım. Ağlayacağım.
uzanmıĢ yatıyorum. Herkes bana bakarak, kendi kendini çeki- Saatlerimi, boyunbağlanmı, paralanmı çalacaklar. Ġntihara kal-
yor. Ġnsanların baĢları görünüyor birbirlerinin omuzlan üzerin- kıĢacağım. ÂĢık olacağım. KarĢılık görmeyeceğim. Ġçkiye vura-
den. Solumalar yükseliyor dört bir yandan ilahi bir koro gibi. cağım kendimi. Rezil-kepaze olacağım. Otobüslerde, sinemalar-
Sonra üzerime bir yağmur iniyor. Gözler deliniyor. Gözlerim da onun bunun önüne yaslanıp kıçımı kıvıracağım. Umumi hela-
deliniyor. Ben yoruluyorum. Sürekli bir yorgunluk hali bu. Yor- larda açılan fermuarlan gözetleyeceğim. Ġnsanlann benimle ya-
gun öleceğim. tabilmek için geberene kadar sarhoĢ olmalannı bekleyeceğim.
Sürekli Mahler çahnmalı bu hamamda. Ġlahiler okunmalı, Açılanını unutturacak kadar çoğalacak utancım. ĠĢte o zaman
ezgiler. Kimse konuĢmamalı, hiç kimse! Bütün sözcükler unu- her Ģey eskisi gibi olacak. Unutacağım. Unuttum sanacağım. Sü-
tulmalı. Tek dil, ten olmalı, dokunmak. Bu büyük kıyamet tiyat- müğümü çeke çeke her akĢam meyhanelere koĢup aydınlanınız,
rosunu binlerce insan izlemeli. BaĢrolde ben oynamalıyım. Bir yazarlanmız, sanatçılarımız arasında baĢka bir ikiyüzlülük yaĢa-
Fellini kahramanı olan ben. Binlerce insan doluĢmalı Aspen- yacağım. (Kimse az önce nereden geldiğimi bilmeyecek, saçım-
dos'a. Çığlıklar atmalılar (otobüs kuyruklannda atamadıklan dan boynuma akan ıslaklığın nedenini sormayacaklar.) En çok
çığlıklan) Herkes Prometheus olmalı. Herkes Konservatuvar sı- çıkan kitaplan tartıĢacağız, yeni filmleri konuĢacağız, arsız Ģa-
navlanna girerek kendine uygun oyunlar, kendine uygun roller kalarla reklamcılardan reklam filmlerinde iĢ isteyeceğim, yönet-
bulmalı. "En çok bu rolü oynamak istiyordum ben," demeliyim. menlere sırnaĢıp rol dileneceğim -Türk Sinemasının kanını de-
Kendimi bulmalıyım. "Bütün oyunculuk hayatım aslında bir ya- ğiĢtiren yeni yönetmenlerden, eski kurtlardan-, tiyatroda dikiĢ
landı," demeliyim. Oyunun adı "Kutsal Tragedya" olmalı. Altın- tutturamamıĢ kimi yeteneksiz ama gözleri solculuktan kan çana-
da da küçük bir ayraç içinde "Üç Perdelik Komedi" yazmalı. ğına dönmüĢ tiyatroculann yanına iliĢip alkollü soluklanna gö-
Bütün oyunu azizler oynamalı, ermiĢler. BaĢlannda hamamın müleceğim; yönetmenlere, aktörlere, herkese herkese yağ çeke-
buğusundan yapılmıĢ aylalar taĢımalılar. Oyunun sonunda Mer- ceğim. Hiç kimse beni ciddiye almayacak, ben hiç kimseyi cid-
yem Ana çıkmalı sahneye, "Ben bu hamamın sahibesiyim," de- diye almayacağım. Toplum sorunları konuĢulacak, aydınlann
meli. Sonra bütün ermiĢleri Ģefkatiyle öldürmeli, iğdiĢ etmeli. ikiyüzlülüğünden dem vuracak herkes; Küçük burjuva kaypaklı-
Korodan ilahi sesler yükselmeli. Ve oyun öylece bitmeli. Hiçbir ğından yakınılacak; Herkes birbirini çekiĢtirecek, herkesin eme-
Ģey olmadan. ği, ürünü yağmalanacak, iki çift sözle ayaküstü yüzlerce insan
"Ben bu hamamın sahibesiyim," harcanacak; Herkes kendini anlatacak ve yalnızca kendini dinle-
Bu sözü artık hiç kimse söylememeli. yecek. Sonra herkes yalnız ve yaralı olarak evine dönecek, kim-
se kimsenin yarasını sarmadan...
YaĢayıp gideceğim iĢte, inatla, hınçla... Yazık olarak, heba
Evet bu dört köĢe göbektaĢı, bu yuvarlak kubbe benim için olarak... (Hepimiz küçük ve ucuz soytanlarız gerçekte, küçük
kutsal bir tapınak (nereden çıktığını hiç anlamadığım bu akasya yetenekleriz. Ve ortalıkta bizden baĢka adam yok. Bütün köĢe-
kokuları) Bu göbektaĢı ise bir sunak benim için, bir adak yeri. baĢlan tutulmuĢ ve kaç kuĢak insan öğütülüp duracak kim bilir?)

114 115
Ama Ģu da bir gerçek ki, hiçbir psikiyatr koltuğunda ya da dürüst üretemezken...
kanepesinde burada olduğum denli rahat, huzurlu değilim. Bu Karanlık bir odada banyo ediyoruz kendimizi. Bulanık fo-
denli gizli kapılarımı zorlayamıyorum. Kuytu, tenha köĢelerime toğraflar kalıyor geriye. Ahh güdülerimizi banyo ettiğimiz bu
bu denli rahat ulaĢamıyorum. (Demek hâlâ öğrenilecek yerlerim karanlık odalar.
var. Kendime kalmıĢ el değmemiĢ bilinmezliklerim) Bu atmos-
ferin kazandırdığı büyük bir içtenlik ve çıplaklık var. Bu göbek- -karanlık odada üç gölge, ikili
taĢı bu yüzden bir sunak benim için. Bana kurbanlık bilinci taĢı- iliĢkileri kuramayan insanlar, üçlü
yor. Kendimin, ayrıntılarımın, yaĢadığımın, hayatın ve gerçekli- iliĢkileri deniyorlar-
ğin ayırdına varıyorum. Her Ģey ıĢık altında kalıyor. Çiğ bir ıĢık.
Kocaman gözlerimle yağmalıyorum yaĢadığımı. Bu hamamlarda güdülerimizi, dürtülerimizi banyo ediyoruz
Daha yalnızlığa, daha yalnızlığa... (bir fotoğrafın arabı gibi bütün insanlar) hep bulanık fotoğraflar
Ģu kurnalarda kutsal sular duruyor. kalıyor geriye.
hepimizi hayata karĢı vaftiz ediyorlar. (Aile babalan, banka müdürleri, saygın emekliler, memur-
Bizi arıtan kutlu sular! Gövdelerimizin kezzabı! Biz kendini lar, ünlü doktorlar, diĢ tabibleri, hukukçular, kır saçlı ya da kel,
yakarak hayata karĢı bağıĢıklık kazananların kutsal tapınakları! göbekli, kalantor kiĢiler burada, ya sanayi sitelerinden gelen
Bedenimizin mezhebi mucibince çile çekiyoruz burada. genç çırakların, ya da Tophane kabadayılarının altında debelene-
Yeraltı suları bunlar. Bizler yeraltı insanlarıyız. Derin, çu- rek, eĢitsiz bir dünyanın dengesini kıçlanyla kurmaya çalıĢıyor-
kur, gizemliyiz. Yeraltına itilmiĢ Ģeyler ne kadar korkunç tan- lar. Saygınlıklarını yukarıdaki soyunma odalarında giysileriyle
rım! Ne korkunç Ģeyler yapabiliyorlar, (bunlar da benim yeral- birlikte bırakmıĢlardır. Bu yüzden de rahatlıkla kıllı, tombul kıç-
tından derlediğim notlarım) Kendimden ve onlardan çok korku- larına, altın yüzüklü, iri boğumlu parmaklarını dolayıp kaĢına
yorum. Nefretin bizi getirip bıraktığı cinnet sınırından çok kor- kaĢına erkek arayabilirler. Ya da Yem iskelesinden gelen genç
kuyorum. Bağrımızda korkunç iliĢkiler ve kötülükler barındırı- bir hamalın kıllı, esmer kamıĢına porsumuĢ dudaklarını susuz-
yoruz. Biz, Pandora'nın kutusundan dünyaya saçılmıĢ kötülükle- lukla uzatarak gençliklerini tazeledikleri inancını yaĢayabilirler.
riz. (Her toplum bir Pandora kutusu. Kendi içinden çıkanlara ne- AkĢam eve dönerken koltuklarının altına gündelik gazetele-
ler yapıyor. Kara kalabalığın kara töresi...) rini ve gündelik hayatlarını sıkıĢtırıp, gülümseyen bir yüzle ka-
Biz kötülük tanrılarıyız. Buyurgan ve ezik. pıyı çalabilir ve içeriden gelen "Kim o?" sesine karĢılık rahatlık-
YaĢamın her anında her rolü üstlenebiliyoruz. Sinik, ürkek, la "Benim" diyebilirler.
korkak, hain, saldırgan, vahĢi, fedakâr olabiliyoruz. Bu yüzden Hiçbir Ģey olmamıĢtır.
yoğun, karmaĢık ve alabildiğine hain, mutsuz ve acımasızız. Hayat sürmektedir.)
Çünkü yalnızız. Yapayalnız. Çünkü sevmeyi bilmiyoruz. Sevil-
meyi de. Çünkü hayatı öğretmediler bize. Her Ģeyi el yordamıy-
la bulduk. Hep geç kalarak. Ve artık birçok Ģeyi unutmuĢ olarak. Hep bulanık fotoğraflar kalıyor geriye. Kendimizi tanımıyoruz.
Bizler, yeraltında bir hayat üretmeye çalıĢtık, bir iliĢkiler ağı. Uzun yıllar kendimizle savaĢtığımızdan, cinselliğimizle
Yeraltında bir hayat üretmek! Yerüstündekiler hayatlarını doğru boğuĢtuğumuzdan, ve de artık yorgun

116 117
düĢtüğümüzden Ģimdi bilmiyoruz. Hiçbir Ģeyi bilmiyoruz. Niye
seviĢtiğimizi bile, seviĢmenin gerçekten zevk verip vermediğini
bile. Yoğun bir yok etme duygusu içindeyiz. Yoğun bir yadsı- (Ne sanıyorsunuz siz? YaĢamayı göze aldım ben! Sonuna
ma, lanetleme, kirletme duygusu içinde. (Yoğun bir aĢk ya da) dek göze aldım! Sinik, korkak, ürkek yaĢamadım! Hayatla gö-
Yalnızca ölüler kutsal. ğüs göğüseydim her zaman. Gözümü bile kırpmadım) Belki de
Yoğun bir yok etme duygusu içindeyim. yalnızca bir ölüm tutkusu bu. (Erken yaĢta öğrenilmiĢ ölümler-
Her çeĢit duyguma nefret sinmiĢ. den artakalmıĢ bir ölüm tutkusu) Entelektüel hayatımızın ayrın-
Bu göbektaĢı dinlendiriyor beni. Sonsuz bir yıkma isteği du- tılarıyla donanınca görünmez alanlara, baĢka anlamlara çekilebi-
yuyorum. (Belki herkes böyle) Kendime sokuldukça, kendimi len, bir ölüm içgüdüsü yalnızca. Çok sıradan, çok olağan ve çok
yıkıyorum. Kendim bile tekin bir sığınak değilim kendim için. hayvansı bir bildik güdü. Hepsi bu.
Dört yanım yıkık duvar, nazar gözleri dört bir yana dağılmıĢ. Çevremdeki sesler çoğalıyor, her yanı sis basıyor. Kurnalar-
Dibe çöküyorum, sürekli dibe. Hep bir düĢüĢ içindeyim. da tas sesleri (çanlar) tutunmak istiyorum, (gövdemin kıllanna
Sürekli bir düĢüĢ. (Nereye tutunacağım?) asılıyorum) hepsini yolacağım bunların, birer birer hepsini yola-
Her çeĢit duyguma nefret sinmiĢ. cağım! pis yalancılar! benim değilsiniz! pis sülükler! yapıĢma-
SavaĢlarda her tür vahĢeti tanımıĢ insanların kayıtsızlığı sin- yın gövdeme! kanımı emmeyin! pis kıllar, gövdemin dikenli tel-
miĢ üstüme. Ġnsanlığın gizine ermiĢ gibiyim. Ġnsan denen varlı- leri! ömrüm boyunca bütün erkekleri uzak tuttunuz benden. Çe-
ğın neler yapabileceğini görmüĢ gibiyim. Cinselliğin de ötesinde kin gidin artık, terk edin beni! neyimi koruyorsunuz benim! ne-
bir noktaya vardım. (Bütün hayatımız cinsellikti çünkü. Sürekli yimi çeviriyorsunuz dikenli tellerinizle?
olarak lanetimizin ayırdındaydık.) ġimdilik burası sis içerisinde,
- Suat Bey! Suat Bey! Hasta mısınız? Bir Ģeyiniz mi var?
sabaha bir Ģey kalmaz.
(- Sen kız mısın da, bacaklarını tıraĢ ediyorsun ulan! TıraĢ
Sabah, ahh sabah
öyle edilmez, böyle edilir! gel bakayım buraya, gel!
iĢte gene düĢüyorum, bütün kurnalardan su sesleri geliyor,
- Baba yapma! Baba bacaklarım kanıyor!
karanlık odada birbirini yağmalayan insanlar var. hep kendi
- Kanayacak tabii, elbette kanayacak, hiç unutamayacak-
içimde bir yere düĢüyorum (hepimiz bir uçurumuz artık) bir vals
sın, hiç!)
eĢliğinde kubbe dönüyor, ben dönüyorum, sunak taĢı dönüyor,
- Kıllarım, kıllarım kanıyor çocuğum, kanıyorlar.
kurban ediliyorum. Ġlahiler geliyor kulağıma. Birazdan kiliseler-
den çan sesleri... Gün günden gündelik yaĢantımda gözle görü-
lür bir düĢüĢ yaĢadım. (Ġstediğim bu değil miydi?) Evet, bir dü-
ĢüĢ. Nereye tutunacağım? (DüĢerken bile tutunmak) Sonsuza
dek bayağılaĢmanın kutsal tansığı bu. Belki de düĢüĢün tutkusu. Yalnız Ģu da var ki, cinsellik bir süre sonra yerini bir düĢüĢ
Derin, kutlu sular var sonsuzluğun dibinde. Oraya, bir an önce tutkusuna bırakıyor. Bir alçalmaya, bir yozlaĢmaya, bir bayağılı-
oraya varmak istiyorum. ğa, bir çirkefe... Bile bile yerini bunlara bırakıyor. Ne kiĢisel, ne
Bir an önce. toplumsal ahlakın; ne kültürün, ne birikimin kâr ediyor; bunlara
karĢı koruyamıyor seni. Niye böyle oluyor? Belki de çıkmazla-

118 119
nn sonunda bir direniĢ noktasıdır bu da. Bir yaĢama direncidir, de olduğu gibi ağlayan bir palyaço, herkesi güldürürken kendi
kim bilir? (Bütün iliĢkilerin çarpıtıldığı toplumda her baĢkaldırı ağlayan, duyarlık adına aklı ancak bu kadarına eren, bütün du-
baĢka çarpıklıklarla geliĢiyor besbelli. Benim uzun yıllar anla- yarlıkları, bütün incelikleri bu olan insanların salonlarındaki ağ-
madığım belki de buydu. Yeni bir ahlak önerisinin hiçliğe açılan layan palyaço) Sanıyordum ki, hep ben konuĢulacağım, bütün
kapısının eĢiğinde uzun yanılsamalar ve yanılgılar içinde boĢu- gözler bende olacak (Ģimdiyse soluk almakta güçlük çekiyorum,
boĢuna durdum.) son tartıldığımda yüz on kiloydum, her yanım ölü et. kımıl kımıl
Gün günden direncim törpüleniyor. Artık hiçbir Ģey, hiçbir kurtlar dolaĢıyor tenimin üzerinde) Bütün yaĢamım boyunca "ti-
anlam taĢımıyor benim için. BitiĢ noktasına yaklaĢıyorum. Du- pimle" mücadele etmiĢtim.
yumsuyorum bunu. Bütün gövdemle duyumsuyorum. Artık bedenim, benim için güzel de değil, çirkin de değil,
Usul usul yaklaĢıyorum. Hiçbir Ģey öğrenemeden, hiçbir Ģe- yalnızca nefret ettiğim bir Ģey
yi çözemeden, yalnızca sezgilerimle ve de yaĢayarak Ünlü ve mutlu olacağımı sandım.
ulaĢtığım bir ölü nokta burası Bunların hiçbiri olmadı.
cehennemin en serin yeri Ne tipim, ne yeteneklerim tutkularıma yetmedi.
Ben bittim.

Tam da o noktada ansızın geriye dönüyorum:


Kendi sesimle karĢılaĢıyorum! (Çocukla aramda on, on beĢ kadar boĢ koltuk vardı. Film
Karanlık sinema salonlarında çınlayan sesim! Sesimi arkaya yeni baĢlamıĢtı. Ġlgiyle perdeyi izliyordu. Ben de çevreyi. Ten-
alıyorum. Derin bir anlam katıyorum davudi sesime. (Sesim, haydı. Ölü bir yazdı.)
ikinci varlığım benim. Sesimden baĢka kimsem yok) Sanata sığınmak boĢuna. Sanat hiçbir Ģeyi kurtarmıyor. Sa-
Sesim onca insana can verdi. YaĢattı. Karanlık sinema sa- nat sentetik bir Ģey. YaĢanmamıĢ hayatların buzul sisiyle örül-
lonlarında gençliğim çınladı. Sesime aĢina onca kulak var. Ama müĢ saydam ve kırılgan bir yalancılık. Hem sahte, hem dokun-
bu kulakların sahipleri nerdeler Ģimdi? niye önemsemiyorlar be- durmuyor, inciniyor.
ni? niye bana gereken ilgiyi göstermiyorlar? niye benim ne ol- Bütün sanatlar sahte.
duğumu merak etmiyorlar? ben sanıyordum ki, ün yapmak, ta- Bütün sanatçılar sahtekâr.
nınmıĢ biri olmak, her Ģeyi değiĢtirecek, her Ģeyi... Her Ģey baĢ- Sanatlar ve sanatçılar olmasa da bu dünya olurdu. Bunca
ka olacak. Beni onaracak, yepyeni bir insan yapacak. Her gitti- yıldır, bunca insanın umuduyla oynuyor sanat. Bunca insanı ağı-
ğim yerde tanınacağım, insanlar çevremde pervane olacaklar. na düĢürüyor. Hepsi boĢ bunların.
Ben, ben daha mutlu olacağım. Her gittiğim yerde, herkes ayağa (Ġlkin birkaç koltuk yanaĢtım çocuğa, hâlâ fark etmemiĢti
kalkacak, herkes benimle ilgilenecek, yalnızca benimle... (tele- beni. Filmin birkaç yerinde -üstelik hiç gerekmezken- Ģen kah-
vizyon yapımcılarına yeni bir mektup daha yazmalıyım, çocuk kahalar attım. Orah bile değildi. Sonra kalktım usulca yanındaki
programlarında palyaço olmak istiyorum, ucuz duvar resimlerin- koltuğa geçtim, dizimi dizine değdirdim.)

120 121
Ġnsanın sesini kandırır hamam. Hamamlarda insanlar Ģarkı "Coca-Cola" istemiĢtim. Göz Ucuyla çevremi süzüyor, sesimi ta-
söylerler. Ġlk seslendirdiğim filmi kaç kez seyretmiĢtim. Kaç kez nıyıp tanımadıklarını anlamaya çalıĢıyordum. Ġçim içime sığmı-
yürek çarpıntılarıyla koĢmuĢtum o sinemaya. (Hayatım sinema- yordu. Ne ki bu ilk çabalarım boĢa çıkmıĢtı; kimse tanımamıĢtı
larda ve hamamlarda geçti) Bu benim ilk seslendirmemdi. Ken- beni. Bir köĢede pısırık pısırık oturuyor, keĢfedilmeyi bekliyor-
dimi hayran hayran dinlemiĢ, çok önemli biri sanmaya baĢlamıĢ- dum. (Sesim Ben'dim) Oysa kimse sesimi tanımamıĢtı. Ġnsanla-
tım. (Seslendirdiğim kiĢi çok yakıĢıklı biriydi) Artık önemli ve rın hâlâ bu soy incelikler taĢıyabileceğine inanıyordum demek
değerli biriydim. (Her Ģeyi yapabilirdim, buna hakkım vardı. ki. Hüsrana uğramıĢtım (Gong vurup, insanlar yeniden karanlık
HoĢgörülmeliydim.) Artık kumpanyalarla Anadolu turnelerine salona koĢuĢtururken, hepsinin ardından bağırmak, onları kapıda
çıkmıyor, film seslendirme stüdyolarına koĢturuyordum. (Ana- durdurmak istedim: "Durun! Durun! O filmi ben seslendiriyo-
dolu'dan nefret ediyordum. O salaĢ sinema salonlarında sanatı rum. Bunu bilin! Beni tanıyın! Ġsimsiz bir kahraman olmaya ni-
eksilten, küçülten bir Ģeyler vardı. O kaba saba, cahil seyirci bü- yetim yok!") Ġlk yılgınlığım çabuk geçti. Kimse öyle bir-iki film
tün incelikleri yağmalıyordu.) Hamlet de, Tatar Müberra da ge- seslendirmeyle tanınmazdı. Üstelik "Esas Oğlanları" değil, "Ka-
rilerde kalmıĢtı. Seslendirdiğim filmler çoğalıyordu. Artık yeni rakter" rollerini seslendiriyordum. Ağır, oturaklı, davudi bir se-
ilkeler, yeni tutumlar edinmeliydim. Ġnsanlarla kendi arama yeni sim vardı, bir hıçkırık tonu taĢıyordu.
mesafeler koymalıydım. (Sanat ülkesinin de bir hiyerarĢisi vardı. Ġlk seslendirdiğim filmi böyle bir yeniklik duygusu içerisin-
Herkes ününce ağırlık ederdi) Artık insanlar arasından dilediğimi de seyrettim.
seçebilme özgürlüğüm, dahası hakkım var sanıyordum. (Oysa Ondan sonrakileri de.
kimsenin ipinde değildim. Külüstür Beyoğlu sinemalarının Bunun da dıĢında bırakılmıĢtım.
"Birinci" seyircisi çırak yaĢta çocuklar tanıyordu ancak. Gördük- Ses, görüntü değildi.
leri yerde arsız arsız gülümsüyorlardı bana. Beni tanıdıklarını belli
etmek istiyorlardı) ġöhret, iktidar demekti. Tutkularım, zaaflarım
serbestçe baĢıboĢ at koĢturabilir, üstelik sanat aracılığıyla
kendine saygın bir kimlik kazanabilirdi. Bütün sanatçılar böyle
değil miydi? YeĢilçam'ın en sıradan oyuncusundan, en ay dm ya- Hayatım değiĢmiyordu. Bütün umutlarımı erteliyordum.
zarına varana dek insanlar bu yelpaze içerisinde yaĢamıyorlar ġöhretim intikamım olacaktı. ġöhretimle toplumdan hıncımı ala-
mıydı? (Her yeni ahlak önerisi, çirkefin çıkmazında batağa sap- caktım. Her olaydan sonra içimden "hele bir tanınayım," diyor-
lanıyordu. Kader vardı.) Gerçi bu bayağılığı yaĢama biçimleri dum, "biraz daha tanınayım, o zaman görün bakın nasıl burnu-
ve savunma gerekçeleri değiĢiyor, aydınlar katında kimi incelik- nuzdan getiriyorum sizlerin." Her olayı, aynı yerde, aynı kiĢiler-
ler ediniyordu -ki bu da tehlikeydi-, ama sonuçta aynı bayağılı- le yeniden yaĢayacağımı sanıyordum. Yalnız, ben değiĢmiĢ ola-
ğın, yozluğun, pespayeliğin, çirkefin değiĢik çeĢitlemelerine açı- caktım. (Tepeden tırnağa bambaĢka biri)
lıyordu. Bu yelpazede kendime yer açma savaĢındaydım. ġöhre- Oysa hiçbir Ģey yinelenmiyordu. Hiç kimse aynı yerde bir
tim ve önemim artıyor ama ben yaĢlanıyor ve ĢiĢmanlıyordum. araya gelmiyordu. Her olay bir onulmaz boĢluk olarak yerleĢi-
Zaman en zalim oyuncuydu. Bize sıra gelmesini beklemiyordu. yordu içime. Yalnızca o boĢluk kalıyordu geriye. Bütün intikam-
"BeĢ Dakika Ara"da salona koĢmuĢ, yüksek sesle büfeden larım anlamını yitiriyor, acemi, çocuksu düĢlere dönüĢüyordu.

122 123
Böyle olmayacaktı. Seslendirmeyle olmayacaktı. Kendim de oy- gitti.
namalıydım. Bu çevrede yer ettikten sonra bir filmde küçük bir Her yeni filmle kendimi tazeledim.
rol kapmak zor olmadı. Ġlk filmimi seyrettiğimde bütün düĢle- Sesimden bir miras yarattım.
rim yıkıldı. Sıradan bir insandım yalnızca. Bu düĢler, bu umutlar (Ahh ün nasıl da yeni bir mutsuzluk kaynağı! Hem de be-
bana yakıĢmıyordu. Çok geç öğrenilmiĢ bir yıkımdı bu. nimki gibi yarım pörçük ünler! Ġnsan bir Ģey olacaksa, en iyisini
Ġntikamlar masada kalıyordu. Bense ĢiĢmanlıyordum, saçla- olmalı, -bu da bir rütbe düĢüncesi değil mi aslında?-) Bir Ģeyler
rım hızla dökülüyordu, yanaklarım sarkıyordu. (Bedenim beni olabilmek için bu denli ortada çırpındıktan sonra büsbütün gü-
dinlemiyordu. Bedenim umutlanma ihanet ediyordu.) Ve hep lünçleĢiyor insan. Hiçbir Ģey olmadan, olamadan, ikinci sınıf
aynı rolleri oynuyordum. yerli filmlerde üçüncü dereceden aĢçı, Ģoför, meyhaneci rollerin-
Kimse eskisi gibi olmuyordu. Eskisi gibi bir araya gelmi- de çürüdüm gittim. (Oysa ki bir zamanlar bir Ģiir kitabım yayım-
yordu. Her Ģey için için çürüyordu. lanmıĢtı. Çok yönlü bir sanatçıydım. Olacaktım. ġimdiyse bir
Bütün aynalar artık herkesi çirkin gösteriyordu. yıkımı çoğaltıyorum. En kırık sesim, en parıltılı sessizliğimle)
(Sinema müdürünün odasına girdik en son. Ġki yanımda beni Artık benim için yapacak hiçbir Ģey kalmadı. Ölümü bekliyo-
salondan tartaklayarak çıkaran teĢrifatçılar, en arkada da (on rum. Yazık!.. (DelirmiĢ gibi yiyorum her gün. Her yemek sofra-
dokuz yaĢındaymıĢ. Yozgat'tan gelmiĢ. ĠĢ arıyormuĢ) o genç ço- sında bir darağacı lezzeti bularak)
cuk. (Kusursuz bir masumiyet vardı çocuğun yüzünde) Müdür ("Ayıptır söylemesi benimkini tuttu yoğurmaya baĢladı mü-
ayaktaydı. Koltuğunun arkasında geniĢ, uzun bir ayna vardı. dür bey. Ne olduğunu anlamadım. Bir kafa attım suratının orta-
Kendi kendimle göz göze geldim. Bir an tanıyamadım kendimi. sına." Burnundan incecik bir çizgi halinde kan sızdığını fark et-
Bu, ben olamazdım. Gözlerimde korkulu bir orman vardı, nere- tim ansızın. "Bana vurma, ben bu filmdeki oynayan adamı konu-
sine gizleneceğimi bilmiyordum. Sinema müdürü konuĢmaya Ģuyorum, tanımadın mı beni?" dedi. Kısa bir süre soluklandı.
baĢladı. Bir yönetmenin uyarılarını dinliyor gibiydim. Ne de ol- Bana baktı. Sanki acımıĢ gibiydi. Merakını yenemeyip ekledi:
sa karĢımda ayna vardı artık.) "Sahi bu adamın sizin sinemayla bir alakası var mı Müdür bey?"
Kubbenin cam gözleri buğulu ıĢıldaklar gibi. kitabımın adı: "Kırık Mısralar"dı. Üç yüz tane elden satmıĢtı.)
Beni aydınlatıyorlar, beni parıl parıl yapıyorlar. -Bütün düĢ- Hayatımı yazmayı düĢündüm kaç kez. Adımı hiçbir yere ko-
lerimde herkesin taptığı bir pufum artık- Kurnalarda kezzap. yamadım, bari yazayım, dedim. Ölsem magazinlere bile manĢet
Roma'nın son günleri. Gözetlenmekten deĢilmiĢ gövdemde yo- olamayacağım. Bir köĢede tek sütun üzerine kısa bir yazı yayım-
ğun bir yurtsama duyuyorum. (Anne, kollarınla sar beni) lanacak belki. (YeĢilçam'ın karakter oyuncularından, tiyatro-
Ġlk günlerin coĢkusunu yitirmemiĢtim daha. cu...) Belki resmimi de koyarlar. Gerçekte adımı bilmeyip, her
Hep gelecek zamanı yaĢıyordum. Gelecek zamanda yaĢıyor- filmin orasından burasından beni tanıyanlar adımı öğrenir böyle-
dum. Bir umudu, bir bekleyiĢi, Ģimdiki zamana geçirerek, hep likle. Acımak için.
bir gelecek duygusu içinde sürdürüyordum hayatımı. Günlerse Belki ben öldükten sonra hayatımı okuyanlar olur. Nasıl çok
akıp gidiyordu. hayatım olduğunu öğrenirler. (Hayatım, bari onu olsun korusay-
Ben gene bir kez daha karanlık odalara, seslendirme stüdyo- dım) Oysa masanın baĢına oturduğumda her tümce yarım kalı-
larına koĢuyor, yeni filmlere ses veriyordum. Bu böyle sürüp yor. Hiçbir sözün arkasını getiremiyorum. Kâğıttan, kalemden,

124 125
Hiçbir yere tutunamıyoruz.
okumaktan çok sıkılıyorum. (Onca kitap okudum neye yaradı?
(Gövdemin dikenli tellerine tutunuyorum,
neyi değiĢtirdi hayatımda? mutsuzluğumu koyultmaktan baĢka?)
düĢerken,
Bunların hepsi yapma Ģeyler. Yazmaya baĢlamak bir sahteliği
ellerim kanıyor)
baĢlatıyor. Ölesiye yaĢıyorum. (Anladım ki bana yapılacak baĢ-
ka hiçbir Ģey bırakılmamıĢ) Ama hiç kimse bunlara tanık olma-
yacak. Kimse bilmeyecek, hiç kimse! Büyük, çok büyük bir ha-
yat yaĢadım. Hiç kimse bu kadar büyük bir hayat yaĢamamıĢtır.
Bütün boyutlanyla yaĢanmıĢ koca bir hayat! En gülünçlü, en
acıklı, en trajik, en korkunç! Bunlan nasıl yazardım ben? nasıl Onca kitap okudum. Onca emek kattım okuduğum her satı-
yazabilirdim? hangi yazarlık tekniği bu denli karmaĢık, çok katlı ra. Bana yalnızca Çehov'un bir öyküsü kaldı: Bahis. Kendimi o
ve bilinmezdir? Bizim hayatımızın bir metafiziği vardı. Ve iĢte öykünün kahramanı gibi hissediyorum. Bunca yıl tutuklu kaldı-
bilinci o noktaya varmıĢ insanlar için bütün sorular duruyordu. ğım Ģu hamamdan Ģimdi kendi iznimle kaçıyorum.
Duruluyordu. Buzlu gözlerin üzerinde kedi ayaklan, bir kedinin baĢı bü-
yüyor bir gözün üstünde, göğsümde kedi ayaklan, kuyuya düĢen
ÖrselenmiĢ bir mutsuzluğu yüklenen insan, hayata yapay bir
bir kedi yardım diliyor benden, bütün kubbede kediler dönüyor,
neĢe, bir aldırmazlık, ve sınırsız bir arsızlıkla direniyor. Hepsi
her bir parçalannı bir gözün üzerinde bırakarak, göğsümün di-
buydu. kenli telleri tırmık tırmık yolunuyor. Durdurun Ģu kedileri!
Memlekette herkes kaybetti. (Çocukken kedilerin ölmüĢ insanların ruhlannı taĢıdığına
EĢcolar da. inanırdım. Ġnsanlar öldükten sonra kedi olarak dünyaya dönü-
Benim kuĢağımın eĢcolan (benden sonraki kuĢak hatta), eĢ- yorlardı.)
cinselliğiyle boğuĢmuĢ bir kuĢaktı. Bu boğuĢmadan yenik çık- YaĢamak sürekli bir mahĢer duygusu gerektiriyor artık.
mamak için okuyorduk. Kültürün, sanatın bağıĢlayıcı, hoĢgörülü YaĢamımızın her anında bir baĢka cinnet dağılıyor.
kucağına sığınıyorduk. Okuyorduk, düĢünüyorduk, kendimizi Ahh kimse bilmeyecek bir intihar cesaretinin nelere mal ol-
donatmaya çalıĢıyorduk, oluĢturmaya çalıĢtığımız erdemlerimizle duğunu?
toplumdan özür diliyorduk sanki. ("Kınk Mısralar"ın ilk Ģiir- Karanlık odada birtakım gölgeler (bütün insanlar bir gölge
lerini yazdığım zamanlar) Ya Ģimdikiler? Daha on altı yaĢında artık)
kaĢ yolup, göz boyayan ve sokaklarda baĢıboĢ dolananlar, hayat- çirkefin mutlu kahkahası.
lannda hiçbir boĢluk duymayanlar, hiçbir sorumluluk? ne yapa- bu fotoğraf arapları gündelik hayatımızda en ucuz, en kötü
caklar? (Kim bilir, belki böylesi daha iyi, bizler savaĢı yitirdik. filmler iĢte, iĢte tanımadınız mı kendinizi?
Zaten "Kırık Mısralar" gibi bir ad taĢıyan bir duyarlık neyi, ne- onca karanlık sinema salonlarında dublajdan süzülmüĢ se-
reye kadar açıklayabilir?) sim
ġimdi her geçen gün, bütün bir toplum olarak delirmenin onca karanlık odada mutsuz gölgeler
eĢiğindeki uçurumlardayız. Bir cinnetin bütün çeĢitlemelerini ve onca karanlık bir memlekette bir akdeniz Ģarkısı: yüzey-
yaĢıyoruz. de yaĢamanın, her Ģeye boĢvermenin kolaycı güvenliği, kim söy-
Kimsenin tutunacak hiçbir Ģeyi kalmadı.
127
126
lüyor bu Ģarkıları?
Atasözleri kadar beylik hayatımız.
elden düĢme duyarlıklar
Ģu hamamın kutlu sularında yıkanan yeraltı bedenleri, deniz-
kızları... gündelik hayattaki sinik, korkak, saklanmıĢ heykel
durgunluklarını hamamın yükselen buğusuyla birlikte, yavaĢ ya-
vaĢ kesik kesik hareketlerle siliyorlar üzerlerinden, canlanıyorlar İLK YANGINDAN
sanki kımıldıyor heykeller!
iĢte tapınağın tansığı!
bir heykelin kımıltısıyla baĢlıyor her Ģey.

sonuçsuz, sınırsız bir cehennemdeyim, cehennemin en uzun


mevsimini yaĢıyorum, o ölü noktaya varalı epey oluyor,
cehennemin en serin yerine! göğsümdeki dikenli tellere takılı
kedi tırnaklan! sesim! sesim!

128

\
"Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri
hatıraları da unutamayanlardır. Hafıza-
larının bu bahtsız kuvveti karşısında hiç-
bir memleket, hiçbir vatan tutamadan
her yeri, her şeyi severek öleceklerdir."

Sait Faik
EĢber, elinde büyükçe bir naylon torba, sırtında dizlerine
dek uzayan haraĢo kazağıyla, Galatasaray Lisesi'nin yanındaki
yokuĢtan aĢağıya, Tophane'ye doğru inmeye baĢladı. Puslu bir
akĢamüstü. Kül rengi gökyüzü, çağsamalarla yüklü çağnĢımlar
taĢıyor insana. Bukleli saçları kırlaĢmıĢ ve artık iyiden iyiye dö-
külmüĢ. Sakallan birkaç günlüktü; artık haftada iki kez tıraĢ ola-
biliyor. Kendine eskisi kadar özen göstermeydi çok olmuĢtu.
Yüzünden hiç eksik etmediği her zamanki gülümsemesiyle her
yana, her Ģeye sevgiyle bakabilme gücünü hiç yitirmeden ağır
ağır yokuĢu iniyor, ("istanbul'u iniyorum," diye geçirdi içinden.
"Beyoğlu artık istanbul değil, istanbul arka sokaklara kaçıĢtı")
YaĢlanmıĢtı EĢber. Ġyice yaĢlanmıĢtı. Umutsuzdu. Küskündü.
Ama yüzündeki bu iyicil gülümseyiĢ, yüreğindeki bu hesapsız
sevgi hiç eksilmemiĢti. YaĢının ilerlemiĢ olmasına karĢın, yakla-
Ģan ölümün korkusu sinmemiĢ yüzüne, güleryüzle bekliyor ölü-
mü. Hayatta büyük hırslan olmamıĢtı çünkü. Tertemiz, aydınlık,
huzur doluydu yüzü. Gördüğü Osmanlı terbiyesi, yüzüne, yüzü-
nün anlatımına sinmiĢ; çektiği acılan bile alçakgönüllüce gizli-
yor. Ancak acıyı tanıyan gözler görebilirdi EĢber'in yüzünün
sayfaları arasına gizlediklerini. BaĢkalan içinse EĢber, yandeli,
ahmak ve düĢmüĢ bir Osmanlı artığıydı. Ve istanbul'un arka so-
kaklannda geberip gidecekti.
Neydi EĢber'i bu denli sevgi yüklü kılan? Hâlâ nasıl sevebi-
liyor insanları, her Ģeyi? (Bu tür sorulara yalnızca omuz silkerdi.
Sanki sevmek onun için bir umarsızlıktı... Sevmekten baĢka
elinden gelen bir Ģey yoktu belki. Sığındığı ya da var olduğu bir
Ģeydi sevgi. Onsuz edemez gibiydi.)

133
(Reha: "Ancak bir ruh hastası bu kadar sevgi dolu olabilir," Tarih yoktu.
diyor. "Sevgisinde bütün insanları, zaafları, kusurları hoĢgören, Tanrı yoktu.
bağıĢlayan bir Ģey var." Reha hamamın sürekli müĢterilerinden. Kimsesizdi. Küskündü. ("Üsküdar'dan sonra BağlarbaĢı'nı
Güzel de, yakıĢıklı da sayılmaz. Çirkin de değildir. GörünüĢü- da geçtikten sonra, ta kentin dıĢına doğru, korulukların baĢladığı
nün bu ortakarar hali onu çıldırtıyor, sürekli bir kendinden hoĢ- yerde tenekelerden, tahtalardan, mukavvalardan bir ev çatmıĢ
nutsuzluk duygusu yaratıyor. Reklam filmleri çekiyor Reha. kendine. Ġnanılmaz bir Ģey! Tek bir kerevet var evin içinde. Bir
Aranan bir yönetmen. Genç çocuklarla, yakıĢıklı delikanlılarla gazocağı, birkaç kap-kacak, yabancı dilde çeĢitli dergiler, nota
reklam filmlerinde oynatmak amacıyla kolayca tanıĢıyor, evine kâğıtları. Penceresinde basma bir perdeyle, bir de fesleğen saksı-
çağırıyor, sonra da yatıyor onlarla. Kimi ünlü yönetmenlerin, sını unutmamıĢ ama. Bu EĢber inanılmaz bir insan! Belli ki bü-
Ģarkıcıların, oyuncuların sürekli gittikleri kulüplere, kafelere bu tün dünyaya küsmüĢ, belli ki bütün bir tarihe sırt çevirmiĢ. Ama
çocuklarla birlikte gidiyor, bu yaĢantının görkemiyle onların ne kadar sitemsiz, ne kadar sessiz. Dile dökmediği nice hüzünler
gözlerini boyuyor, umutlarını alevlendiriyor. Birlikte olduğu her saklıyor kimbilir. GösteriĢsiz bir acı içerisinde. Acısını bile yu-
genç, yakında çok ünlü biri olacağını sanıyor. Bıkınca da baĢın- muĢacık içinde saklıyor. Her Ģeyinde bir Ģefkat var."
dan sepetliyor. ĠĢinin albenisinden ötürü, erkeklerle tanıĢma, ko- "Pencereden baktı uzun uzun, basma perdelerin güllerine
nuĢma sıkıntısı çekmeyen ender eĢcolardan. Bu yüzden de çok güneĢ vuruyordu; güller EĢber'in yüzüne vuruyordu. Üç kuruĢ-
kıskanılır, hatta hiç sevilmez. Epeydir bilinmeyen bir nedenden luk deterjan kutularının cicili mukavvalarını çekeceğine EĢber'in
ötürü Suat'ı reklam çevrelerinde iĢsiz bıraktığı söyleniyordu. o andaki yüzünü çekmek isterdim inanın! Ne müthiĢ bir sinema
"EĢber'inki sevgi değil, hastalık," diyor Reha.) olurdu! Yazık, çok yazık! Hiçbir zaman bir film yönetmeni ola-
inanılmaz bir yaĢam öyküsü taĢıyor EĢber. (Güven, bu öy- mayacağım. Biliyorum, herkes bana imreniyor, bense bir sinema
küyü yazmak istiyor ama korkuyordu. Edebiyatın iktidarında yüreğini, bir sinema gözünü iki, üç dakikalık reklam filmlerinin
oturanlar korkutuyor onu. Adının eĢcinsel bir yazara çıkmasın- ĢipĢak karelerinde harcıyorum. Harcayacağım.")
dan çok korkuyor. Yazdıklarını okuyabilecek kadar okur-yazar YokuĢu indikçe binaların yüzü değiĢiyor.
olan bir de babası var üstelik. Bu yüzden "YÜZ" adını verdiği ro- Eskiyor, yaĢlanıyor; duvarlarına çağların isi vurmuĢ. Ġtal-
manı bile ne denli karanlık, koyu bir anlatım taĢıyor, ne denli yan, Fransız yapılı evler. KırılmıĢ onurunu, küskün vekanyla
uzak çağrıĢımlarla örülüyordu.) Bu yaĢam öyküsü müydü, EĢ- korumaya çalıĢıyor istanbul'un ara sokakları, eski yokuĢları. Bu
ber'i bu denli dirençli kılan? Hayatın içerisinde kimsenin görme- sokaklarda istanbul, gene aynı vekanyla tarihini yüzüne vuruyor
diği, bilmediği bir giz gibiydi. Kendisi baĢlı baĢına bir gizdi. Ve insanların.
insanlar onun yanından geçip gidiyorlar. Ve hiç kimse bilmiyor Leylak tüllü pencerelerden piyano sesleri geliyor.
onu. YaĢayıp ölecekti. Hepsi bu kadar. Eninde sonunda herkes Schumann çalıyor uzun parmaklan. (Bazı öğrencilerinin
kendi giziyle ölür; kendi ıssızlığına gömülürdü. ebeveynleri uzun tırnaklanndan rahatsız oluyorlar. Dile döke-
Hayat en ucuz felsefeler kadar gerçek ve bayağı. medikleri bir ikirciklenme okunuyor bakıĢlarından. Ġlkin uzun
Tutkusuzdu EĢber. YaĢama dönük tutkuları yoktu. Hayattan tırnaklarla piyano çalınmayacağım bildiklerini sanıyor. Sonra
sıyrılmıĢtı. Erken yitirilmiĢ bir yaĢam, belki de geriye hiçbir Ģey anlıyor: "Tırnaklarım tuĢların kelebekleridir efendim," diye ya-
bırakmıyor. Sonsuz bir unutkanlıktı tarih. nıtlıyor. Leylak tüllü pencerelerin tahta pervazlan krem rengi.

134 135
Camlar ince çubuklarla dilimlenmiĢ. Biraz sokulacak olsanız yor. Birbirini Ģapka çıkararak muhabbetle selamlayan insanların
ıtır, hanımeli, filbahri, mimoza kokan bir salonun kadife koltuk- incelikleri sinmiĢ bu sokaklann puslu görüntüsüne. Bu sokaklar
larında; ağır mermerlerin, oyma tahtaların, kristal aynaların, kar- hâlâ bir müzik taĢıyorlar. Sokak aralarında usulca dolanan rüz-
puz lambaların, opal yemek takımlarının, çin porselenlerinin, gâra dayayın kulağınızı; gözünüzün önünde leylak rengi tüllerin
gümüĢ çerçevelerin ve benzerlerinin arasında "Ölüm ve Genç uçuĢtuğunu göreceksiniz, pencerelerinize burnunu dayayan kele-
Kız"ı duyabilirsiniz. Schubert'in sessizliğini... beklerse, hanımellerini duymuĢ olmalı.) Sokağın sağında C. so-
Uçucu leylak rengiydi tüller, ıtır kokuyorlardı. kağı baĢlıyor. (Basamak basamak Ceneviz'e iniyorsunuz sanki)
"Ve yüzüme doğru uçuĢan tülleri elimle silkeliyorum hâ- AĢağı doğru merdivenli bir yokuĢ olarak iniyor bu sokak. Sokağa
lâ...") taĢan cumbalann pencerelerinde tüller ve saksılar var hâlâ. (Bu
Salonu güzel döĢenmemiĢ evlerde (ya da ince bir beğeniyi sokağa her bakıĢında Ġtalyan romanlannı, o romanlardaki
yansıtmayan) piyano çalmak tat vermiyordu ona. Parmakları mahalleleri ansıyor EĢber) Cumbaların üzerinde kararmıĢ kire-
ağırlaĢıyordu. Gün günden salonlar ve eĢyalar birliklerini, birlik- mit çatılar... Çatılarda kuĢ sürüleri saçak saçak... Her ev büyük
te olmalarının anlamını yitiriyorlardı. Aralarındaki uyum, zaman bir hayat gibi. Sade, özensiz, gösteriĢsiz, içli bir hayat. Kilerleri
birliği, üslup birliği, beğeni birliği yitiyordu. (Her Ģey yitiyor- ve kedileri olan evler bunlar. Birbirlerinin saksılanna toprak ta-
du.) Yeni, tuhaf parçalar ekleniyordu onlara. Eklenen her yeni Ģıyan, fidan armağan eden insanlar yaĢıyorlar burada. Kanaviçe
parça bir Ģeyi eksiltiyordu. Satıyorlardı. Mezata düĢüyorlardı. iĢleyenler bile kalmıĢtır belki. TaĢlıklannı ovan kadınlar, akĢa-
Yeniliyorlardı. Ve ansızın o unutulmaz roman cümlesi çıkageli- müstleri pencere kıyısında sokağa bakarken kırlent yüzü iĢleye-
yordu her eĢya çağrıĢımında: "Bırakın kalsın, eĢyanın da bizde cek kadar yüreklerine de sahip çıkıyorlardır, kim bilir... Kimi
hakkı vardır." Schumann ağır çalınıyordu artık. Ġtalyan romanlannı çevirmeye baĢlamıĢtı EĢber. Arkasını getire-
"Bilmem, tırnaklarımı kestirdim, herhalde ondandır efen- medi. Sanatın hiçbir Ģeyi onarmadığını düĢünüyordu artık. Sa-
dim!" nat, yalnızca bir duyarlık çoğaltmacısıydı, o kadar. Hepsi bu ka-
dardı. C. sokağından yukarı doğru serin bir rüzgâr esiyor. (Rüz-
gâr sanki soluk soluğa bu basamaklan tırmanıyor ve sokağın ba-
Ģında yorgun düĢüyor) Dağınık saçları havalandı EĢber'in. Ġnce
parmaklannı saçlannın arasında gezdirdi; saçlannı değil, kendini
yatıĢtırmak ister gibi. Her seferinde bu sokağın baĢında durup,
H. sokağına saptı EĢber. (Tam karĢısına Galatasaray Hama- aynı Ģeyleri düĢünmek, aynı yinelemeleri yaĢamak neyi onanyor
mı'na çıkan basamaklar düĢüyor. O sayrıl merdiven) Uzun bina- peki? Bir burgacın sarmal yüzeyleri gibi bu görüntüler. Sürekli
lar. Eski, taĢ, iki kanatlı kapılar. (Ġnce, uzun, tokmaklan sera- birbirine katlanıyor, birbirini üretiyorlar. Bir süre sonra sorular
mik, pencereleri buzlu cam, ya da iĢli tahta; gösteriĢsiz yalın, ince duruluyor, her görüntü saplantımızın, metafiziğimizin bir
çizgilerle iĢlenmiĢ) Bu binalar dinlendiriyor onu, güven veriyor. parçası oluyordu yalnızca. Ve biz yalnızca o görüntünün gü-
(TaĢ binalar yanmazdı. Bir yangının isini taĢırlardı yalnızca) zelliğinde eritiyorduk tüm bir hayatı. Artık hiçbir Ģey hayatı
Her binanın cümle kapısı üç dört basamakla çıkılan bir girintiye açıklamıyor. Hayat, -belki de böyle zamanlarda- her çeĢit algı-
gömülüdür. (Usul, ağırbaĢlı akĢam ziyaretlerini çağnĢtm- lamayı aĢıyor. AnlaĢılan yanlıĢ yaĢamıĢtık.

136 137
Bu sokak ölümsüz bir fotoğraf güzelliği taĢıyor. (EĢber, elini bütün duvarlar gibi bir giz saklıyor. Tarihin yinelendiğini de, yi-
yüzüne dayayıp, sokağın ağzında dikilerek uzun uzun aĢağıya, nelenmediğini de düĢündürmekten uzak. (Tarih yalancıydı. Bü-
sokağa baktı.) Kıtık hayatları barındırıyor bu sokak. Kimseye tün kötülükleri, bütün usdıĢı eylemleri, bütün vahĢetleri geçmiĢ
açamadığı dertlerle, gizlerle dolu. Bakımsız sokakları, isli du- zamanmıĢ gibi anlatıyordu. Her olaya bir masal uzaklığı katıyor-
varları, sokağın serin soluğu, her Ģey ama her Ģey ve bütün soru- du. ġimdiki Zamanın tarihini neden kimse anlatmıyor? ġimdiki
lar hep aynı meydana açılıyor. (EĢber güvensiz hissetti kendini. Zamanın da bir tarihi vardı kuĢkusuz, daha yaĢanırken tarih olan
Sorulan çoğalmıĢtı. Sorulan, kendini de, yaĢadığı zamanı da aĢı- bir yanı. Niçin her göz, geçmiĢ için gözyaĢı döküyor, neden her
yor. Hayat artık onun için, açıklanamaz bir Ģeydi yalnızca. Soru- yürek geçmiĢe yanıyor? "Benim de yaptığım farklı değil biliyo-
lara yer yoktu. Doğru sorulmuĢ tek bir soru bile insanın baĢına rum," diye düĢündü. "Her Ģeyin farkında olup da hiçbir Ģey ya-
dünyayı yıkıyor, elini kolunu bağlıyordu. Nefret, umutsuzluk, pamayan insanlanz biz." insanlar, neden her Ģey olup bittikten,
boĢunalık yaratıyordu. Sorulardan hep kaçmıĢtı.) zamanın unutkan sisine büründükten sonra tarih yazıyorlar?) So-
Yürümeye baĢladı. Kafasındaki sorulan silkelemiĢti. H. so- rulann serpintisi baĢlamıĢtı gene. Hiçbir hesaplaĢma hiçbir Ģeyi
kağının bir yanında uzun, upuzun eğimli bir duvar vardır. (C. çözmüyordu. Her hesaplaĢmada bir kader tadı vardı artık. Bunu
sokağının tam karĢısına düĢer.) Üzerinde küme küme otlar biten öğrendiğinden beri, sorulardan uzak durmuĢtu. Bütün yaĢamı
bir duvar, (yeĢil salkımlar, suçsuz kır kokulan) Bu duvar ona ta- boyunca sorulannı yanlıĢ seçmiĢti. "Ne yazık ki, ömrümün so-
rihi hatırlatıyor. GeçmiĢi, yaĢamıĢlığı, ölümü. Her Ģey sonsuz nuna doğru sorularımı hayata uy durabildim," diye geçirdi için-
bir unutkanlık içerisinde. (Bütün fotoğraflar saranyor ve inanıl- den. "Geç elde edilmiĢ bir meziyet benimkisi. Ama artık neye
maz oluyor. Belleğimiz sık sık depremlere uğruyor.) Duvann ar- yaran olur ki? Her Ģey okuduğum romanlarda kaldı")
dında Galatasaray Lisesi olduğunu düĢündü. (Galatasaray, böyle Sessiz duvar (her sorudan korunaklı) önünde oynayan ço-
bir duvardı onun için) Galatasaray Lisesi'ni düĢündükçe Musso- cuklanyla, havada uçarken ansızın donup kalan kırmızı-beyaz
lini'yi düĢünürdü. Korkardı, ürkerdi. Sanki o yıllar geri gelecek- çizgili lastik topuyla, bir istanbul kartpostalına kendini yerleĢtir-
ti. Tarihte bazı yanlıĢlar yapılmıĢtı; ne, ne zaman yapılmıĢtı, bil- miĢ gibiydi. Esintinin eğleĢtiği yeĢil otlanyla EĢber'e, EĢber'in
miyordu. UnutmuĢtu. Hatalar nelerdi? Onu da tam olarak kesti- çakılıp kaldığı sokağa bakıyordu.
remiyor. Ama bir yerde, bir zaman mutlaka bir hata yapılmıĢtı. Sanki yüzleĢiyor gibiydiler.
(Tarihin de bir hayatı vardı nasıl olsa) YerleĢik bir hataydı hem. Bu duvann üstünde binlerce suç iĢlenmiĢti.
Kalıcı, çabuk çoğalan, yayılan. Pek ad koyamadığı, ama duyum- (Suskun bir tanıklığı yaĢamıĢtı bu duvar) Galatasaray Lise-si'ne
sadığı Ģeylerdi bunlar. EĢber seziyordu. (Hem de sezgilerini on- verilmiĢ yatılı, mutsuz öğrenciler kendilerini bu duvann üstünden
ca körletmesine karĢın düĢüncelerin de, insan kafasında bir süre atarak intihar etmiĢler, (bahçeye çıkma izni olmayanlar-sa,
sonra bağımsızlaĢtığını, kendi kendini doğurduğunu ve artık in- ertelemiĢler intiharlannı), Mussolini bu duvarın dibinde binlerce
sanı dinlemediğini düĢündü. "En güzel düĢünce unutkanlıktır," insanı kurĢuna dizmiĢ, buraya binlerce genç yazılar yazmıĢ, bu
diye geçirdi içinden. "Zamanın gücü unutkanlığından ileri ge- yazıların çoğu yarım kalmıĢ, tamamlanamamıĢ, ya da bir kurĢun
lir.") deliğiyle noktalanmıĢ. Ardından binlerce insan, aralıksız uzun uzun,
Torbasını daha sıkı kavrayarak, ellerini koltuğunun altına saatler boyu iĢemiĢler bu duvarın eteğine. Ar-(; tık kimse
soktu. Bir anıtı seyrediyormuĢ gibi duvarı seyretti. Bu duvar da italya'dan kaçmıyordu. TaĢların arasından fıĢkıran ot-

138
lar boyunlarını uzattıkları güneĢten saranyor, kuruyorlar. (Kaç lerlerdi. Bu sohbetlere, muhabbetlere eĢcinsel argoda "güllüm"
tarihten çalınmıĢ taĢlarla yapılmıĢtı bu duvar? Neyi koruyordu? denirdi. Pazarları büyük gösteri, büyük eğlenceydi. Panayırdı,
Bütün okullar niye uzun duvarlıydı? Her intihar kesinlensin diye bayramdı. Kahkahalarla çınlardı hamamın kubbesi. (Bir arada
mi?) hayata kahkahalarla karĢı koyan mutsuz azınlık kendini onaylı-
(Reha, Galatasaray Lisesi'nden mezundu. Liseye değgin il- yordu) EĢcinsel dünyanın yeraltında yapılmıĢ pazar düğünleriy-
ginç düĢünceler sahibiydi. "Çok az düĢünerek, çok az çalıĢarak, di bunlar.
çok az emek vererek çok önemli yerlere gelmiĢ insanlardır bun- Büyük zekâ gösterileri, espri yarıĢmaları, atıĢmalar, iğnele-
lar," diyor. "En kabadayısı bile yan-aydmdır, ara-aydındır. Daha meler, çamur sıçratmalar, bok atmalar, herkesin kıyasıya yarıĢtı-
kendileri yetiĢmeden önce yerleri ayrılmıĢtır bunların. Parsellen- ğı büyük gösteri, kanlı pazar...
miĢ bir ülkede veliaht eğitimi yapar Galatasaray Lisesi. En solcu sesi güzel olanlar Ģarkı söyler,
yazarından, en sağcı diplomatına dek bir konfeksiyonun değiĢik güzel göbek atanlar göbek atardı.
bedenleridir bunlar." herkes kadınlaĢtıkça kadınlaĢır
"Sen de Galatasaray'dansın ama," diyenlere yanıtı daha açık herkes erkekleĢtikçe erkekleĢirdi.
daha kesindi: Kadınlık ya da erkeklik diye bir Ģey yoktu. Kadınlık da, er-
"Kendimden hoĢnut muyum sanıyorsunuz? Kendimi de sev- keklik de bir oyundu. BaĢarılı ya da baĢansız oyuncular vardı
miyorum ki! Her Ģeyi yarım pörçük bilen, yarım pörçük hisse- yalnızca.
den insanlarız biz. Ne oluyorsak, adam yokluğundan oluyoruz!" ; EĢcolar en baĢarılı epik oyunculardı.
Bir içtenlik krizine tutulmuĢtu Reha. Arada bir böyle olur- Rolleriyle aralarına o kutsal uzaklığı katıyorlardı. O "uzak-
du. Kendini ve baĢkalarını alabildiğine hırpalardı.) lık"ta oyunun gizi saklıydı.
Bu pazar matineleri daha çok güllüm için yapılır. Pazarların
özelliğidir bu. Herkes birbirine bugün "aĢk yapmayacağını", ya-
pılmayacağını "Pazarları asla!" diye takılarak belirtir. Herkes
daha çok güllüm için gider pazarları. Bu yüzden de fazla yakı-
GöbektaĢında pazar sefaları yapılırdı. Ģıklı sayılamayacak kimi çırak yaĢta çocuklar, Ģoförler, lumpen
Bu sefaların Ģamatası bir hafta öncesinden baĢlar. BaĢkaları- proletarya elleri boĢ dönebilirler "pazar" umutlarından. Ancak
nın yanında yapılan telefon konuĢmalarında -kimse anlamasın tahta kapı ağır ağır açılıp da içeriye herkesin yüreğini hoplata-
diye- örtük bir dille, "Pazara sisideyiz değil mi?" denilir. Sisi, cak kertede yakıĢıklı biri girdi mi; dört yanını birbiriyle Ģakala-
ÇC'dir. Ģan, didiĢen insanlann çevirdiği göbektaĢının üzerine bir bomba
"ġekerim sen bir tencere zeytinyağlı dolma yaparsın, ben bir düĢmüĢ gibi olur. Kıyıcı bir sessizlik baĢlar ardı sıra. Herkes an-
tepsi börek açarım," Sözün burasında susar Reha, Muhsin'e bi- sızın dağılır, avın peĢine düĢer.
raz acıyarak, biraz küçümseyerek bakar (bunlar bir oyundu, ger- ġimdi herkes düĢmandır.
çek gizleyen oyun) sonra da eklerdi: "Muhsin de beĢ on yumurta Düğün bitmiĢtir.
kaynatı verir."
Pazarları gelenler, "aĢk yapmak"tan çok sohbet etmeyi yeğ-'

140 141
Bir pazar gullümünün ortasında "Söz Galatasaray Lise- muĢacık, köpük gibiydi saçları. Rakı içerdi (susuz) Ona rakı sof-
si'nden açılmıĢken..." diye Reha'nın sözünü kesti Anjelik. "Size raları hazırlardım, çeĢit çeĢit mezelerle donatırdım sofrayı. Sof-
eski bir olayı anlatayım," (Anjelik, kendisinin Ajda Pekkan ol- ranın hiçbir eksiği olmasın isterdim. Biraz mahcup, biraz utan-
duğuna inanan ileri düzeyde bir Ģizofrendi): "Rahmetli bir ede- gaç peĢkir tutardım. (Yüzüme hiç bakmazdı) Çok içerdi. Kendi-
biyat hocamız vardı," dedi "Bir gün derste bir Ģeye kızıp bas bas ni boğarcasına içerdi. (Kalbinin gizli sayfalarını okutmuyordu
bağırmaya baĢladı: 'Siz gene Ģanslısınız, yatıp kalkıp dua edin, bana) Anasına-babasına söverdi. (Anasının-babasının yanına hiç
siz o devirleri görmediniz. Bizim zamanımızda okulun önüne gitmezdi. Var mıydılar?) Bir keresinde de baĢını dizlerime ko-
kupa arabaları içerisinde adamlar gelir, okuldan oğlan beğenir- yup uzun uzun ağladı. (Saçlannı okĢadım o ağlarken) Sabahına
lerdi. Sonra da kimsenin gözünün yaĢına bakmadan alıp gider- hiçbir Ģey hatırlamıyordu. Huysuz bir çocuktu ama sevmiĢtim.
lerdi. Dua edin ki Ģimdi öyle Ģeyler yok,' deyince, ben hocanın Ve de beni sevdiğini düĢünürdüm. Hatta bunu bile düĢünmez-
duyabileceği bir sesle yanımdaki çocuğa dönüp, Tühh ya geç dim. Öylesine sevmiĢtim iĢte.
kalmıĢıız!.. Biz o devirlere yetiĢemedik!' demiĢtim." Acıklı romanlar okurdum ona. Kızardı. Dinlemezdi.
Kahkahalar durulunca Anjelik, Ajda Pekkan'ın bir Fransızca "Bütün bunlar saçma sapan Ģeyler," derdi. "Bu romanlar sü-
Ģarkısına baĢladı. Ardından dört duvar boyu bütün kurnaları do- mük gibi. Niye okuyorsun bunları bana? Ben bunlardan anla-
lanıp kurnabaĢlannda oturan, çükleriyle oynayarak göbektaĢın- mam!"
dakileri iĢtaha getirmeye çalıĢanlara soruyordu: "Ben kimim?.. "Senin duygusal eğitimin için," derdim.
Aa! Tanımadınız mı beni? Ne kadar cahilsiniz ayol! "Beni eğitmekten vazgeç kızım," derdi. (Zaten bana hep "kı-
Ben Ajda Pekkan!" zım" derdi. Ġçerlerdim ama ses etmezdim. Aramızdaki iliĢkiyi
ancak böyle hazmedebiliyordu sanırım.)
"Bunlar sahici değil."
"Sence sahici Ģeyler nedir peki?" diye sorardım.
"Benim," derdi. "Yiyorum, içiyorum, yatıyorum, geziyo-
Galatasaray'ın hiçbir maçını kaçırmazdı. rum. ĠĢte bunlar sahici. Hayat dediğin baĢka nedir ki?"
Çok sevmiĢtim onu. Beni kıskandığını da sanırdım. KıskanmazmıĢ. Oysa kıska-
(En çok onu) nıldığımı düĢünmek uzun süre gurarlandırmıĢtı beni.
O kadar ki, gayet de ağrıma gittiği halde cebimden para
aĢırdığını fark edince hiç yüzlemedim. (Her alınganlığımı kısa
süreli dalgın duruĢlarımla anlatmak isterdim ona. Gözlerimi ye-
re eğerdim, kaldırmazdım gözlerimi. Anlasın isterdim.) Göm-
lekler alırdım ona, boyunbağları, kol düğmeleri -gümüĢten- "Adım Yılmaz," demiĢti.
sonra savatlı gümüĢten boyunbağı iğneleri, gümüĢ ağızlıklar, EĢber'in koltuğunun altında, yanından hiç eksik etmediği o
kök kehribar teĢbihler, tütün tabakaları dizerdim. (Bir raf dolusu uzun, siyah çantası vardı. (Sahtiyan) Ġçinde kitapları, notaları,
tütün tabakası vardı artık) Köstekli saat, gazlı çakmakları vardı. karanfil. Bir bankta oturuyorlardı. Ilık, esintili bir ilkyaz günüy-
Saçları bal rengiydi. Tel tel akardı parmaklarımın arasından. Yu- dü (Kıskanmazdı gerçekten. Yalnızca, EĢber'i, daha doğrusu EĢ-

142 143
ber'in ona sağladığı kolaylıkları yitirmekten korkardı. Yeniden ri uzak sahiller gibiydi. Puslu ıĢıltılar dolanırdı gözlerinde. Bak-
uzun açlık, yoksulluk günlerine dönmek istemiyordu.) tığı her yerde kim bilir nice güzellikler, nice incelikler bulup çı-
"Bir yerde çalıĢıyor musunuz?" kardığını düĢünürdüm. Ġçli, hüzünlü bir dünyası vardı besbelli.
(ÇalıĢmıyordu. Benim gözümde derin, ulvi bir insandı. Fırtınası vardı, yaralı bir
Ve artık ona ben bakıyordum. Dil derslerine gidiyordum. yüreği vardı -Ben saracaktım- Eski zaman fotoğrafları gibiydi.
Piyano dersleri veriyordum. Âdab-ı muaĢeret anlatıyordum. Çok Beyzi bir fotoğraf gibi. Biraz soluk, biraz kahverengi...)
darda kaldım mı, aileden kalma (ve de yangından) birkaç parça Kimi zaman bal rengi saçlarını ortadan ikiye ayırır, baĢına
eĢyayı elden çıkarıyordum.) eski bir fes geçirir, onu seyrederdim. Uzun uzun seyrederdim.
"Madem kalacak bir yeriniz yok, bu gece bende kaim. Sizi (Beyzi portremdi benim) AğırbaĢlı, suskun, büyüleyici. Suskun-
ağırlamaktan Ģeref duyarım." luk hep böyle sevdalandınrdı beni. Saatli Maarif Takviminin
(Sonra hep bende kaldı.) yapraklarının arkasında "Sakin Sular Derindir" yazıyordu.
Yüzünün bir yanında derin bir yanık izi vardı. Yüzüne ürkü- (Derindir sanıyordum)
tücü bir güzellik katıyordu bu. O uyurken uzun uzun öperdim o Portresini büyük bir aĢkla yapıyordum. (Biliyordum sonun-
yanığı. Kim bilir hayatının hangi yangınından artakalmıĢtı bu da o yara izine gelecekti sıra) O zamanlar ellerim böyle titre-
iz? Mum ıĢığı tutardım yüzünün bir yanına. (Tunç Ģamdanlarım mezdi. Fırçayı altıncı parmağım gibi tutardım. Ellerim kanatla-
vardı. Giderken onları da götürmüĢtü. Ben bu kez de Monseig- nırdı. Portresi bitmemiĢti daha beni terk ettiğinde.
neur Myriel Bienvenu rolüne çıkmıĢtım. Hayatım romanlardan Yüzümde o eski, o tanıdık alevi duydum.
çalınmıĢ sahnelerle dolu. Ama belki de hayat dediğimiz gerçek- Bütün gece hıçkırıklar içerisinde "Ölüm ve Genç Kız"ı çal-
ten baĢka bir Ģey değildir.) dım.
Pencerenin önüne oturttum bir gün. (bembeyaz patiska per-
delerim vardı, güneĢ vuruyordu yüzüne. Onun portresini yapa-
caktım nihayet. Yanağmdaki izi en sona bırakacaktım. En sona.
Hayatıma yerleĢtirir gibi yerleĢtirecektim o izi...) "Her beraberlik, sonunda bir düĢmanlığa dönüĢüyor," dedi
Benimle birlikte olmasını, birlikte yaĢamasını, ona bakıyor Reha. Anjelik Fransızca Ģarkılar programına baĢlamamıĢtı he-
olmamı meĢru ve anlaĢılır kılmak için yapıyordum onun portre- nüz. Karanlık odada kurnalar kapılmaya baĢlanmıĢtı. (Karanlık
sini. Diyordum ki ona: oda en dipti. En görünmezdi. Küçük kare biçiminde bir odaydı.
"Sen benim modelimsin. Sen olmasan ben bu portreyi yapa- Küçük kubbesindeki sayılı gözler yeterince ıĢık sızdırmıyordu.
mam. Sana bakmaya mecburum ben." Toplam yalnızca beĢ kurna vardı. Bu kurnaların baĢında hep ha-
Böylelikle onun erkeklik onuruna kol-kanat gerdiğimi sanı- zır birileri bulunurdu.) Kapı açıldı yeni birileri geldi içeri. (Her-
yordum. (Portresini yaparken onun bir gün gidebileceğini hisset- kesin gözü kapıdaydı. Kapının her açılıĢı, kendi çağrıĢımına tut-
miĢ miydim? Yoksa tuvale çizdiğim korkum muydu?) kun belleklere, en büyük aĢkları vaat ediyordu. Her kapı açılıĢı
Az konuĢurdu. Yalnızca bakardı. Uzun uzun bakardı. Sık bu büyük aĢkı muĢtulayan kutlu bir andı. Sanki o sonsuz mucize
sık sorardım ona: "Ne düĢünüyorsun?" Omuz silkerdi. "Hiiç!" gerçekleĢecek ve içeri her belleğe hükümdar olan o beyaz atlı
Saklıyor sanırdım, düĢündüklerini söylemiyor sanırdım. (Gözle- Ģehzade girecekti. O sonsuz sevgili.

144 145
Bu kapı, cennetin kapısıydı. Reha, bıraktı bu acı edebiyatını. Konuğunun yalnızca "eğlen-
Umut hâlâ yaĢıyordu, inatla, cehennemde bile...) mesi gerekiyordu.
Fikret, göbektaĢından fırladı. Yeni gelenleri karĢılayarak,
onlara, "Altı aydır ilk kez geliyorum abla," dedi. (Buraya gelme-
nin utancını hafifletecek gerekçeler arıyordu pek çoğu gibi) Re- Korkum bitmiĢti.
ha, Fikret'in ardından, "Bu kan ne zaman gelsem burda, hâlâ altı Artık bir daha hiçbir fırçaya tutunamayacaktım.
ayda bir,gelmekten söz ediyor. Kime günah çıkarıyor allahınızı
severseniz bu?" dedi. Sonra yanındaki arkadaĢına döndü. (Arka- Sokağın gürültüsü çoğalıyor. Kimi küçük çingene aileler
daĢı Ankara'dan gelmiĢti. Hamama girerken lenslerini çıkarmak serpilmiĢ evlerin alt katlanna, bodrumlara. Açık pencerelerden
zorunda kaldığından çevresini iyi seçemiyor, bunu belli etme- çingenece sözler, Ģarkılar dökülüyor sokağa. Kimi koyu esmer
mek için gösterdiği çabadan ötürü de, söylenenleri anlamıyor- kadınlar, köpürtülmüĢ leğenlerde çamaĢır yıkıyorlar, baĢlannda
du.) Bu hamamı görmeden Ankara'ya dönmek olmazdı. Reha, incecik tülbentleri, boyunlannda altınları, donsuz çocuklar oy-
bir konukseverlik örneği göstererek konuğunu burada ağırlıyor- nuyorlar kapı önlerinde. ("Bir Pratolini çevirseydim bari," diye
du. Sonra EĢber'i göstererek (EĢber, gösterisine baĢlamamıĢtı düĢünüyor EĢber. Onun her sayfasında bir Ceneviz sokağı var-
henüz; yalnızca kullanılmıĢ peĢtemalleri topluyor, erimiĢ sabun- dır) Sonra uzun uzun çingeneleri gözlüyor. Onlan sevdiğini dü-
lan ayak altından süpürerek bir faraĢa topluyordu): "ĠĢte EĢber, Ģünüyor EĢber. "Sırtlannda tarihin yükü yok hiç olmazsa. Koru-
bu," dedi. "însan değil, bir mucizedir kendisi. Altı dili anadili gibi maya çalıĢtıktan hiçbir Ģey"
bilir. Çok güzel piyano çalar. Köklü bir klasik müzik bilgisi "Koruyacak hiçbir Ģeyin yok muydu baba?"
vardır. Ġyi bir edebiyat kültürüne sahiptir. Uzun yıllar piyano ve GecikmiĢ bir sözdü bu. Çok gecikmiĢ. DüĢünülmüĢ de de-
dil dersleri vermiĢ, kimi eski istanbul'un iyi aile çocuklanna ğildi üstelik. Ansızın dökülüvermiĢti dudaklanndan. (Babasının
âdab-ı muaĢeret öğretmiĢ. ġimdi de burada peĢtemal tutuyor, ölümünü söyledikleri zaman) Ne demek istediğini ilk anda kendi
bahĢiĢ topluyor." de anlamamıĢtı. Nereye bağladığını, neyi düĢünerek söylemiĢ
Ankaralı konuk, parmaklannın arasını aça aça, elini koru- olabileceğini? Sonra sonra anladı. O yangını bir kez daha anım-
mak ister gibi göğsüne bastırarak, düzmece bir ses ve Ģuh bir sadığında.
edayla kesik kesik "Aaa!" dedi. Yalnızca ĢaĢırmıĢ, gerçekteyse Fatih'te otururlardı çocukken. (Eskiden, çok eskiden) AhĢap
hiç ilgilenmemiĢti bile. evlerin birbirine yaslandığı, omuz verdiği yanık yüzlü evler sıra-
Reha, gözlerini bir süre çevresinde gezdirerek, "Her Ģey ne lanırdı sokağın iki yanında, (her sokak baĢka bir ülkeye açılırdı
kadar gerçek olmaktan uzak," dedi. "Galatasaray Lisesi'nin ar- sanki) Ġki katlı ahĢap bir evdi. AkĢamlan annesi mangal yakardı
dında bir köstebek yuvası. Ahh sürgündeki kraliçe!" kapısında. (Çalkantılı yıllarda yitirilenlerin acısını ailesinden
Sürgündeki kraliçe, elindeki faraĢa erimiĢ sabunlan topla gizlemeye çalıĢırdı) Ölçülü, terbiyeli, suskun, incelikleri olan
mıĢ çıkıyordu ki, ardından "faraĢ! faraĢ!" diye bağırdılar. t hüzünlü bir kadındı. Sonunda bunayarak öldü. Tarihin sersem-
Ankaralı konuk "Ne kadar büyütüyorsunuz hayatı," dedi.' lettiği bütün o soyluların yaĢlılığı bunamaya açılıyordu. O son-
"Ne kadar idealize ediyorsunuz. Hiçbir Ģey sizin zannettiğiniz suz unutkanlığa kilitleyerek kendilerini, ölümü öyle karĢılıyor-
kadar trajik değil canım. Bırakın bu acı edebiyatını!" lardı. Ancak öyle karĢılıyorlardı.

146 147
(Oysa ki her Ģey eĢyaların eksilmesinden belliydi.) ğıyla uyandılar. Annesi yataktan fırladı. Bütün pencereler yanı-
OvulmuĢ tahta basamaklar, pirinç mangallar kalmıĢ çocuk- yordu. EĢber, ansızın sürahiyi kaptı, elinde sımsıkı tuttu, sahan-
luğundan. Ölümsüz eĢyalar. Belleği hep aynı fotoğrafları bırak- lığa fırladılar. (Bir eli annesinin elinde, bir elinde sürahi) Sokak-
mıĢ çağrıĢım albümlerine. Sonsuz kilerler, sonsuz camekânlar, tan sesler, çığlıklar, haykırıĢlar geliyordu, (çok mu geç kalmıĢ-
derin çekmeceler. lardı? EĢber'e bütün istanbul yanıyormuĢ gibi geldi) Tam sokak
EĢber, annesiyle yatardı geceleri. Koyun koyuna. Onun sı- kapısına vardıklarında babasını anımsadı. Sokak kapısından çı-
caklığında dinlendirirdi taptaze acılarını. Hayatın farkına erken kacakken tam, annesinin elinden kurtularak gerisin geri döndü.
varan bütün çocuklar gibi ölesiye mutsuzdu. Beyaz dantelli (Babası hâlâ uyuyor olmalıydı) Merdivenleri büyük bir hızla tır-
uzun, alçak bir yastığa birlikte baĢlarını koyarlardı. Annesi ma- mandı. (Basamaklar da yanacak mıydı? Ġçi sızladı...) Babasının
sal anlatmazdı EĢber'e. Kendi çocukluğunu anlatırdı. yatak odasının kapısına geldi. (Yasak bitiyordu. EĢikteydi. Ġlk
En güzel masallardı bunlar. kez açacaktı odanın kapısını. Odanın içini ilk kez görecekti) Ka-
Her ikisi için de... pının seramik tokmağına asıldı, tokmağı çevirdi, kapıyı ardına
Yorganları mavi atlas kaplamalı, sırma iĢlemeliydi. Pirinç dek hızla itti. (Babasının kızmayacağından emindi. Gizli bir gu-
karyolanın iki yanında üzerinde iki karpuz lamba taĢıyan, fildiĢi rur duyuyordu. Bir yasağı böyle bir özveriyle çiğnemiĢti ancak.
renkte iki komodin dururdu. Bir de su dolu bir billur sürahi. ĠĢte babasına ulaĢmıĢtı...)
(Annesi geceleri sık sık su içerdi. Su bardağının üzerine tığ iĢi Ġlk olarak ayaklarının ıslandığını duyumsadı. (Sürahi elin-
bir dantel örterek, tozdan korurdu) Her uyku vakti, EĢber için, den kaymıĢ, büyük bir Ģangırtıyla tuzla buz olmuĢtu. Kırık cam
tatlı, yumuĢak, kaygusuz bir serüven gibiydi. Hiç kimsenin ol- parçalan dağıldı dört bir yana) Oda bomboĢtu. Yatağının etekle-
madığı, yalnızca annesiyle paylaĢtığı bu zaman dilimini her Ģey- rinde terlikleri duruyordu. (Terlikleri tanıdıktı) Belli ki aceleyle
den çok seviyordu. yorganı üzerinden atmıĢ, telaĢla dıĢan fırlamıĢtı, (terliklerini bile
EĢber'le annesinin birlikte yattıkları yatak odası birinci kat- giymemiĢti. Bu denli korkak mıydı? babası? Ve odalannın
taydı. Odanın tam üstünde, ikinci katta da babasının yatak odası önünden geçip gitmiĢti) Koltuğun üzerinde ropdöĢambn duru-
vardı. (Onun odasına girilmezdi) Yalnız yatardı babası; huysuz, yordu, (Ģarap rengi bir kadife koltuğun üzerinde, yüzü eprimiĢ,
aksi bir adamdı. Her iki katın sahanlıklarını birbirine ahĢap bir havı dökülmüĢ o koltuğun... nerde görse hemen tanıyacağı...)
merdiven bağlardı. EĢber'in günboyu yüzlerce kez inip çıktığı, Yorganı sim iĢlemeli değildi. (Küçük bir odaymıĢ. Tek koltuk,
oyun oynadığı, basamakları tertemiz ovulmuĢ bu merdivenler tek iskemle. -Her Ģey tek bu odada- tek kapılı, aynalı bir gard-
onun ülkesiydi. AhĢabın ıslak kokusunu seviyordu. Belleğinin robu vardı. Aynada tutuĢan evler kendine getirdi EĢber'i. (Göre-
bütün çocuk imgelerini buraya sığdırıyor, burada gerçek kılıyor- ceğini görmüĢtü artık) Usulca çekti odanın kapısını. (Bütün oda
du. Sokağın savrulmuĢluğu yoktu bu merdivende. Küstüğü za- bu kadardı. Yasak bitmiĢti.)
man, o merdivenin bir basamağına oturur, çenesini iki elinin Merdivenleri ağır ağır inmeye baĢladı.
arasına sıkıĢtırarak, dudaklarını büzüĢtürür, gözlerini uzaklara, Tahta gıcırdıyor, iniltili sesler çıkanyordu. ġimdi EĢber ba-
ta uzaklara dikerdi. (O merdiven onun ülkesiydi) Herkes anlardı samaklann birine çöküp, çenesini ellerinin araĢma almak ve
ki EĢber gene bir Ģeye küsmüĢ. uzaklara çok uzaklara sonsuza dek bakmak istiyordu.
Bir gece yansı, Ģiddetli alevlerin camlarda büyüyen kızıllı- Yorgundu, yorulmuĢtu.
148 149
(Konsolun üstünde ilaç ĢiĢeleri duruyordu. Hasta mıydı ba- BaĢını kaldırarak Galatasaray Lisesi'nin bahçe çevirmesine
bası? Kimi geceler babasının üst kattan gelen öksürük seslerini baktı. (Ġnsanlar büyüyorlardı. Doğuyor, yaĢıyor sonra ölüyorlar-
dinlerken hiç düĢünmemiĢti bunu. O seslerle yalnızca babasının dı. Hepsi buydu. Bu kadardı. Bütün hayat.) "Onca lisan öğren-
varlığını duyuyor, seviniyordu. Hatta babasının kendisine verdi- dim, hâlâ insanlarla doğru düzgün konuĢabilmiĢ değilim," diye
ği iĢaretler olarak düĢünüyordu o öksürükleri. Gene de yalnız geçirdi içinden. "Her lisan bir insan değil, her lisan bir yalnız-
değillerdi. Annesiyle kendisi. Bunu düĢünüyordu.) Sesler geli- lık" Kaç yıldır piyano çalmayı da unutmuĢtu. (En çok piyanosu
yordu kulağına; dıĢarıda çığlıklar, bağırıĢlar çoğalmıĢtı. Pence- için üzülmüĢtü.. Ġlkine benzeyen simsiyah, upuzun kuyruklu bir
reler alev içindeydi. AteĢten direkler sarmıĢtı ilk katın sahanlığı- piyanoydu. Bir bedeldi, bir yangın bedeli) Derin derin içini çekti
nı. Sokak kapısına vardığında bütün mahallelinin sokağa, kapı- EĢbe,r, "Zaman da zalim, insanlar da," dedi. Çingene kadın ça-
larının karĢısına toplandığını gördü. O kalabalığın arasında kor- maĢırını bitirmiĢ, leğendeki kirli suyu sokağa döküyor. (Pence-
ku, hayret, ĢaĢkınlık dolu babasının yüzünü gördü. Annesi, ba- resinden evinin içi görünüyor. Masmavi yastıklar vardı evin her
basının ardına sinmiĢ, omzunun üstünden bakıyordu kendisine. bir yanında, çığırtkan renkler) "Bu çingeneler eĢyayla alay edi-
(EĢber, artık geceleri yalnız uyumak istiyordu) Babası, sinirli si- yorlar," dedi. Galatasaray Hamamı'na çıkan merdivenlerden bir-
nirli kollarını oğuĢturuyordu. (DıĢarı fırlarken kapılarının önün- kaç kiĢi iniyor. H. sokağında çocuklar oyun oynuyorlar salkım
den dümdüz geçip gitmiĢti demek. Demek geceleri kendisi için saçak, kaygusuz. Duvar, düĢündürdüklerinden uzak kayıtsız, üs-
öksürmüyordu) Ġnsanlar korkak, ĢaĢkın, sevinçli kendisine bakı- tündeki otlan esintiye uzatarak eğleĢiyor, sanki zaman öldürü-
yorlardı. (Çocuklar, -yangının tadını çıkaran- kaygusuz çocuk- yor. Masum bir istanbul görüntüsü... (Ama niye her baktığı Ģey-
lar da vardı.) Babası korkulu anlar yaĢamıĢ olmanın gösteriĢli de gene de ölümü görüyor? Niye her Ģey ona ölümü çağrıĢtırı-
kızgmlığıyla azarladı EĢber'i: yor?) Acısını gizleyen soylu bir görünüĢü vardı bu masum gö-
"Nerde kaldın be oğlum? Çok korkuttun bizi!" rüntünün. AkĢamüstü kızıllığı dağılıyor görkemini saklayama-
EĢber, baĢını kaldırdı. Babasının gözlerinin içine dimdik yan sokağın külrengi göğünde.
baktı. "Bir Rum kadını sevdalanmıĢ buna. (Yüzü sevda çağırırdı)
Artık büyümüĢtü. Beyoğlu'nda bir pastanede tanıĢmıĢlar. (Cebinden harçlığını hiç
eksik etmezdim. Her sabah daha o uyanmadan gizlice pantolo-
nunun cebine yerleĢtirirdim) Kadın barların birinde Ģarkıcı. ĠĢve-
li, genç, biraz tombulca. Belli ki o da Ģefkate muhtaç, (ona çok
acıdım. Ey Ģefkat! sen ne kadar yanıltıcısın!) Sonra onunla kaçtı,
o Rum kadınla. Hiçbir Ģey söylemeden, veda bile etmeden gitti.
(Fransızca dersinden dönmüĢtüm. Elimde bir kutu fondan vardı.
Tophane'deki evdeydik o zamanlar. Dolapları fildiĢi beyazıydı.
-Annemin komodininin aynı renginde- BomboĢtu. Bütün askı-
lar bomboĢtu. Benim gömleklerimi de, ipeklilerimi de, fularımı
da, boyunbağlanmı da almıĢtı. GümüĢ çerçeveler -içinden re-
simlerini sökmüĢ, almıĢ- ve o iki Ģamdan, uzun kıĢ gecelerinde

150 151
gizime ortak olan o iki Ģamdan, -tuvalimde fırçaların olduğu ka- Anjelik'in gösterisinden önce Muhasebeci Muhsine, peĢte-
dar onların da hakkı vardı- Hiç olmazsa konsolun üstüne, ayna- mali beline bağlayacağı yerde, boynundan bağlayarak değiĢik
nın önüne beyaz bir zarf içerisinde bir veda mektubu bıraksaydı. elbise kreasyonları deniyor göbektaĢının üzerinde. (Herkes ço-
(Nasıl da saklardım o mektubu) Çekti, gitti. Hiç gelmemiĢ gibi. cukken gizlice annesinin elbiselerini giydiği aynanın önünde
Hiç olmamıĢ gibi. Günlerce avare dolaĢtım. Ağzıma bir lokma sanki) Az sonra daha çok Sezen Aksu'nun Ģarkılarından yapıl-
olsun bir Ģey koymadım. Hiçbir dersime gitmedim. Tam iki göz- mıĢ potbörisini sunacak. Dökülen saçlarının arasına nikâh Ģeker-
yaĢı ĢiĢesi doldurdum. lerine düğümledikleri kolalanmıĢ kumaĢtan yapma çiçekler yer-
"Hanımefendi, reca ederim onu bana bırakın." leĢtiriyor. Simsiyah, kıvırcık saçlan Ģimdi bir kara alay gibi.
O Rum Ģarkıcı kadın ağız dolusu gülmüĢtü bana. (Altın diĢ- (Kıvırcık saçlarından ötürü, kızdılar mı "KoyunbaĢ Muhsine" de
leri vardı ağzının bir kıyısında. Birkaçı da dolguydu, hemen belli diyorlar ona) Programını sunarken, bir adının da "Çöl Hurması
oluyordu) Duvarlarında yırtık afiĢler vardı. Pis, bakımsız bir Muhsine "ye çıkmasına neden olan oryantal figürlerini de hiç ek-
odaydı. Duvarları gene de pembe renkteydi ama. (Glayöl götür- sik etmeyecektir. (Her türlü adın takıldığı "Hamam Perisi Muh-
müĢtüm; daha kibar davranabilirdi) Aynasının çevresindeki am- sine"nin gerçek adını ise hiç kimse bilmeyecektir.)
pullerin hepsi yanmıyordu. Tırnaklan ateĢ kırmızısı parlıyordu. Muhsin genellikle çirkin, albenisiz bulunduğundan, Re-
Sağa sola rastgele fırlatılmıĢ Ģifonlar, gupürler, janjanlı elbiseleri ha'nın kıçından hiç ayrılmaz, onun kimi ayak iĢlerini görür, sonra
vardı. (Hiç unutamadım) Bir de eski bir paravan duruyordu bir da Reha'dan artakalan, Reha'nın canının çekmediği ya da be-
köĢede. (Onun sevgilisinin odası böyle mi olmalıydı?) KurumuĢ ğenmediği kimi erkeklerle yatardı. Reha, onun için güvenli bir
bir pudrayı parmaklarıyla ezerek yüzünü patpatlıyordu. Kahka- korunaktı. Hep arkada, ikinci planda kalmayı kabullenerek Re-
haları durmuyordu. DiĢlerine ruj bulaĢmıĢtı. Kırgın kırgın glayö- ha'nın isteklerini yerine getiriyordu. Onun silik ve ikincil kiĢiliği
le bakıyordum. Ağlamamak için güç tutuyordum kendimi. Du- de Reha için bir güvenceydi. Reha hep merkez olmalıydı, her
daklarımı ısınyordum. Ne hakkı vardı bana böyle davranmaya. toplantıda, her yerde. Aralarında hiç bir yarıĢmaya yer bırakma-
Bense; yacak bir eĢitsizlik vardı. Bu yüzden çok iyi arkadaĢtılar.
Kadındır, anlar sanmıĢtım. Reha, hep çevresinde kendi dileklerini yerine getiren birile-
riyle gezerdi. Kaprislerini çeken, huysuzluklanna katlanan ama
sürekli yanında bulunacak birilerine gereksinirdi. Yalnızlığa kat-
lanamazdı. Geceleri bile ıĢıklan söndürmeden yatar, radyonun
düğmesini de açık bırakırdı. En kabank telefon faturalannı ödü-
O gittikten sonra portresine devam edemedim, üzerinde be- yordu. Gece yarılarına dek telefonla konuĢurdu. (Her an bir ses,
yaz bir örtüyle Ģövaleye takılı kaldı uzun zaman. Günlerce öyle- bir soluk... Sessizlik hiç olmamalıydı...) Reha'nın içki sonrası
ce durdu. Giderken portrenin üzerine bir avuç bok sürmüĢtü. dağıtmalarında onu kollayacak, cigaradan tıkanmıĢ ciğerinin bo-
(Sol yanağının üzerine vurmuĢtu boku. Benim hep o en sona ğulayazan öksürük nöbetlerinde onu nazlandıracak biri olmalıydı
sakladığım o yanık izinin bomboĢ kalmıĢ yerine...) yanında. Muhsin'in bütün dizginlerini tutuyordu elinde. Muh-
Aylarca sakladım o portreyi. Evet belki bir sanat eseri değil- sin'in bütün zaaflannı, noksanlarını biliyor, bunlardan yeterince
di ama, bir hayat eseriydi. yararlanıyordu. Muhsin, dar omuzlan, küçük kemikli ince bede-

152 153
ni, sırtından fırlamıĢ kürek kemikleriyle acıma uyandırıyordu eğlendirirdi. (Ġnsanlarla kendi arasındaki dengeyi ancak gülünç
Reha'da. Acımak, zalimleĢtiriyordu Reha'yı. Muhsin, Reha için ve zavallı olduğu zaman buluyordu Muhsin) Reha, reklam film-
onsuz yapamadığı zavallı bir hamam böceğiydi. lerinde harcanmıĢ yönetmenlik düĢlerinin ve yarım pörçük top-
Her pazar birlikte serilirlerdi göbektaĢına. Reha'nın göz koy- lumculuk sevdalarının hıncını; hayatının her anında, her olayda
duğu erkeklerin dıĢında herkese asılabilirdi Muhsin. Reha'nın hükmederek, baĢkiĢi olarak, yönetmenlik yaparak çıkarıyordu.
reklam filmlerinde oynattığı birine karĢılıksız bir aĢkla bağlan- Her olay kendi denetiminde gerçekleĢmeliydi. Kendi duygusal
mıĢtı uzun süredir. O çocuğu görebilmek, onunla kimi yemekli süreçlerine göre baĢkaları üzerinde egemenlik kuruyordu. Her-
akĢamlar geçirebilmek için Reha'nın her dediğine boyun eğiyor- kes üzgünken saçma keyfler yaratır; herkes neĢeliyken de haya-
du. Çocuğun geleceği Reha'nın ellerindeydi. Çok yakıĢıklı, ken- tın sırrına ermiĢ, görünmez trajedilerin farkında olan filozof ro-
dine tapma ölçüsünde hayran, hayatta en büyük tutkusu ünlü bir lünü oynardı. Bu duygusal gel-gitleriyle bulunduğu toplulukta
artist olmak olan bu çocuk, Reha'nın karĢısında ezilip büzülü- herkesin keyfini kaçırır, herkesin burnundan getirirdi. Bu yüz-
yor, onun her isteğini yerine getirmeye hazır bir köpek gibi yal- den genellikle evinde toplantılar düzenler, her toplantının baĢo-
taklanıyordu. Gerilimli uzun günlerin sonunda bir gece, Muhsin yuncusu olmak hakkını böylelikle elde ederdi. Muhsin ise, her
salonda otururken, yatak odasına çekildiler birlikte. Muhsin'e in- zaman nedime rolündeydi. Hiçbir zaman kendini öne çıkarmaz-
me inmiĢ gibiydi. Hiçbir Ģey söyleyemedi. BomboĢ gözlerle dı. Gelenlere kapıyı açmak, sofraya tabaklan koymak, konuklan
pencereden görünen Boğaz köprüsünün ıĢıklarına bakıyor ve ağırlayıp, eğlendirmek gibi görevleri vardı. Ne ki Muhsin'in bu
sonsuzluğu düĢünüyordu. Ağlamak, haykırmak, bağırmak, kaç- eğlendirme iĢinin ölçüsünü de iyi ayarlaması gerekiyordu. Zekâ
mak, ölmek hiçbiri ama hiçbiri hiçbir Ģey değildi. oyunlan ve espri yapma, herkesi ĢaĢırtan, herkeste hayranlık
Güzelliğinden baĢka hiçbir Ģeyi olmayan bu çocuğa ne anla- uyandıran söz canbazlıklan, hatta baĢkalannm baĢından geçen
tabilirdi sevdalı yüreği? serüvenlere sahip çıkma hakkı hep Reha'nındı. O, ana kraliçey-
Hiçliği mi? di.
Az sonra Reha'nın ağdah sesi duyuldu içeriden: Reha ancak iki kiĢilik söyleĢilerde iyi bir insan olurdu. Yu-
"Muhsin! Selpak almayı unutmuĢum, bir paket selpak açsa- muĢacık, sevecen, dost. Onun da cehennemi baĢkalanyla baĢlı-
na!" yordu. Birçoğu gibi.
Kapının aralığından birkaç kâğıt peçete uzattı Muhsin. Muhsin salonda havayı yumuĢatıp, renklendirmeye çalıĢır-
Bu da geçerdi. ken, o her seferinde yatak odasında uzun uzun hazırlanarak, ve
her seferinde biraz geç kaldığı için özürler dileyerek büyük bir
görkemle çıkardı salona. Boyunun kısalığını kapatan sabo ta-
kunyalan, yağlanmıĢ göbeğini saklayan bol japon kimonoları ve
dökülmeye yüz tutmuĢ saçlarından dikkati uzaklaĢtıran bir siyah
Kimi zaman Muhsin'i gülünçleĢtirmek pahasına, baĢkalarına bant çatardı alnının üstüne -böylelikle hem gözlerini çekik gös-
eğlence çekiyordu. Reha'nın evindeki yemekli gecelerde iri göz- teriyordu, hem de alnındaki kınĢıklıkları topluyordu- Muhsin
lerinin çevresini kalın çizgilerle sürmeler, boyanır, baĢına san artık geriye çekilebilirdi.
peruklar, sırtına siyah Ģifonlar geçirerek konuk laçolan güldürüp Onun sahnesi bitmiĢti.

154 155
Beethoven'in Für Elise'mi çalıyordum.
Mahalleden alay etmeye baĢlamıĢlardı epeydir. (Farkıma
varmıĢlardı) Mahallenin delikanhlan önümü kesiyor, beni itip
kakıyorlardı. (Ben öyle muamelelere alıĢık değildim) BaĢımdan
"Nerden de aklıma düĢtü Muhsin?" dedi EĢber. "Ne zaman- kepimi alıyor vermiyorlardı. Kepimle top oynuyor, birbirlerine
dır görünmüyordu ortalıkta. Kim bilebilirdi böyle olacağını? atıyorlardı. O insandan ötekine gidiyor, böyle yapmamalannı re-
Ahh kimselerin yarını yok!" ca ediyordum. Beni dinlemiyorlardı. Ben bu hallere düĢecek in-
Tophane'de oturuyordu Muhsin. Çift kanatlı kapılan, sera- san mıydım? Mahallenin maskarası olmuĢtum. (Bir yerden ne
mik tokmaklan olan eski bir istanbul evinde. AhĢap yüzlü bir olduğumu duymuĢlardı mutlaka) KeĢke taĢınmasaydım bu eve.
yapıydı. Pencereleri aĢağıdan yukanya doğru açılıyordu. Ġyi bir AhĢaptır diye taĢınmıĢtım. Ben geçerken ardımdan bağınyorlar-
Muhasebeci olduğu söyleniyordu Muhsin'in. dı: "BeĢlik! BeĢyıldız! Dümbelek! Verek!" (Hiç duymazdan ge-
"Mahalleliye dikkat et canım," dedim. "Yakmasınlar evini."
ġaĢkın gözlerle baktı bana. (Ġri, fincan gibi nefti gözleri vardı. lirdim. Yüzüm kızanrdı, hicap duyardım onlar adına) Nasıl bu
Çok güzeldi gözleri, sanırsın çocuk gözleri, öyle masum, hile- kadar çirkinleĢebiliyordu bu insanlar. Hayatta hiçbir Ģeye hör-
siz.) metleri yok muydu? Hiç mi âdab-ı muaĢeret bilmiyorlardı? Teh-
"Sen nereden biliyorsun?" dedi. dit ediyorlardı beni. Mahalleden kovuyorlardı. Birkaç kez pen-
"Neyi?" dedim. cereme gece yansı taĢ attılar. Camlanmı kırdılar. "Evini ateĢe
Sustu, yutkundu. AnlamamıĢtım. Ona o yangını anlattım. veririz!" diyorlardı. Korkular ve hüsranlar içerisindeydim. Baba
(Ġkinci yangını) Hem üzüldü, hem de tuhaf bir biçimde -anlaya- ocağının bu son yadigânnı terk etmeye gönlüm elvermiyordu.
madığım bir nedenle- rahatladı. Nerdeyse sevinmiĢti bile diye- Artık kimseye görünmemek için geceleri geç dönüyordum eve.
ceğim. O zaman üzerinde durmamıĢtım bile. Orda burda vakit öldürüyordum. Gene bir gece ağır ağır eve dö-
"Yılmaz beni terk ettikten uzun bir süre sonra, kendimi ye- nerken, gökyüzüne bulaĢmıĢ bir kızıllık aldı gözümü. (Odasının
niden toparladım. Yeniden derslere baĢladım. Gerçi kolay olmadı, penceresini aralık bırakmıĢtı babam. Nefes darlığı çekiyordu)
ama mecburdum. Parmaklarım ağırlaĢmıĢtı eskisi gibi çala- Ġnce bir esinti, rüzgâra dönüĢmüĢtü. ÜĢümeye baĢlamıĢtım, kol-
mıyordum. (Bütün kelebekler ölmüĢtü) Schumann'ın kimsenin lanmı oğuĢtururken nedense o eski görüntü düĢüverdi gözleri-
hayatında yeri yoktu artık. Eski aileler de kalmamıĢtı. Çocukla- min önüne. Yangında üĢüyen babam. Evime yaklaĢtıkça alev ve
nna âdab-ı muaĢeret dersleri verdirenler de çıkmıyordu. (Yıl- dumanlar büyüyordu. (Kendi ayazından üĢüyor olmalıydı. Yüre-
maz'la birlikte hepsi gitmiĢlerdi) Bildiğim dilleri unutur olmuĢ- ğinin ayazından) Gözlerime yapıĢan bu eski görüntülerden miydi
tum. Ders verirken dalıp gidiyordum. Tophane'deki ahĢap ev gökyüzüne sıçrayan bu kızıl lekeler?.. Sokağa vardığımda
elimdeki son sığınaktı artık. Kırgın kırgın denize bakan, camlan evimi ateĢler içinde buldum. Cihannümaya dek yükselmiĢti
kırılmıĢ, pervazları düĢmüĢ, cihannümasmda güvercinler gurul- alevler. Güvercinler guruldamıyordu. Çevreyi büyük bir kalabalık
dayan bir ev. Her geçen gün talebelerim azalıyordu. (Beni beğe- sarmıĢtı. Herkes sessiz ve içinden konuĢuyordu. (Kimse üzgün
nenler azalıyordu. ArkadaĢsızlık çekiyordum. Hayat ağnma git- değildi. En çok buna üzülmüĢtüm) Yılmaz içeride yanıyordu.
meye baĢlamıĢtı artık.) Piyanom içeride yanıyordu. -Artık hiç piyanom olmayacaktı-
Gençliğim içeride yanıyordu. Herkesle birlikte eve sessiz ve
156
157
uzaktan baktım. (Gülümsüyordum, çaresizdim.) O koca kalaba- Olmak zorundadır.
lığın içerisinde babam da durmuĢ, habire kollarını oğuĢturuyor- Kendini çevreleyen yaldızlı oymalanyla görkemli bir çöküĢün
du. BaĢımı çevirsem hemen ardımda onu görecektim. Omuzu- simgesi gibi durur hamamın bekleme salonunda. Ve hep orada
nun arkasından annem bakacaktı. Evin kapısından az sonra ben duracaktır. Buna en çok EĢber inanır. EĢyanın da bizde hakkı
çıkacaktım. Kalabalık aynı kalabalıktı. Ve bu yanan artık son is- vardır.
tanbul'du. Bundan baĢka istanbul yoktu. Biliyordum. (Eski is-
tanbul'un yangın seyretme meraklıları, her yangına koĢturan in-
sanlar kendilerini yakmıĢlardı sonunda. Tarih yanmıĢtı.) Herkes
ilgiyle, merakla bana bakıyor, bir Ģeyler söylememi bekliyordu.
Kalabalığın arasından sıyrıldım, birkaç adım öne çıktım. Usulca Sokağın baĢında iki kiĢi belirdi. EĢber, neden sonra tanıdı
baĢımdan kepimi aldım ve yanan alevlerin ta ortasına fırlattım. Reha'yı. Gözlerinin artık eskisi gibi seçemediğini düĢündü. San-
Ardıma döndüm. Herkes bana bakıyordu. Kapıdan çıkmıĢ- ki gözlerinin önünde hep o leylak tüller uçuĢuyor. (Muhsin öl-
tım iĢte. Herkesle yüzleĢiyordum Ģimdi. dükten sonra yeni biriyle geziyor Reha. Muhsin'i unutmuĢ gö-
"Bu hiçbir Ģey değil," dedim. "Ġlk yangından artakalmıĢtım zükmek istiyor. Oysa her davranıĢı Muhsin'e iliĢkin bir çağrıĢım
ben!" taĢıyor) EĢber'i görünce gösteriĢli bir coĢkuyla el salladı. (Niye
böyle her Ģey abartılı yaĢanıyordu? niye her davranıĢımız gecik-
miĢ bir müsamere gibiydi? herkesin ayırdında olduğu ama hiç
kimsenin vazgeçemediği bu sancılı oyun, bu patetik komedi ni-
yeydi? -daha el salladığı anda bunları düĢünmeye baĢladı Reha)
"Ablaa! Elindeki torbada ne var gene?" diye sordu.
AkĢam iyiden iyiye koyuluyor. Hamam, kadınlar için çok- EĢber, alçakgönüllü, sahici bir utangaçlıkla:
tan kapanmıĢtır. Her gün saat beĢten sonra erkekler damlamaya "Yeni kreasyonlarım var," dedi. "Eminim çok seveceksiniz.
baĢlar. (ġimdiye ilk müĢteriler kurnaları kapmıĢlardır bile) Pa- Kendi el emeğim, göz nurum!"
zarları bütün gün erkekler içindir. Bu yüzden en Ģenlikli günü- Sonra hep birlikte aĢağıya saptılar. EĢber, "Ġyi oldu geldikleri,
dür pazar. Çırak çocuklar, lümpenler, bitirimler, kostaklar gelir, gene düĢüncelere dalmıĢım," diye geçirdi içinden. Sokağın
taksi Ģoförleri, erkek kuaförleri, küçük esnaf, uzak fabrikalardan köĢesindeki kafesli pencerede iki kadının kendini alaylı gözlerle
iĢçiler. Daha niceleri. Hamam ucuzdur, Madam para delisi, seks izlediğini ayrımsadı. "Gene çok daldım herhalde," dedi. ĠĢine
bedava. Daha ne? Bakımsızdır hamam; sulan ılık akar, soyunma baĢlamanın coĢkusu, telaĢı kaplamıĢtı içini. (Biliyordu gene ge-
odaları da temiz değildir. Ama salonunda büyük boy Viyana ay- cikmiĢti. Madam bir Ģey söylemeyecekti belki ama kırgın kırgın
naları her Ģeyle alay eder gibi durur. Nice mutsuz eĢcinsele, ha- bakacaktı. Ne güzel! Hâlâ kırgınlıklarını yalnızca yüzüyle, sus-
mama girerken ya da çıkarken, dökülmüĢ sırlarına karĢın, yalancı kunluğuyla anlatan insanlar kalmıĢtı) Reha uzun uzun bir Ģeyler
umutlar dağıtır, düĢlerini tazeler (Alice'in büyülü aynası gi-bi...) anlatmaya baĢlamıĢtı. (EĢber dinleyemiyordu) Kendini sürekli
Her Ģeye karĢın her Ģey yolundadır. konuĢarak koruyan insanlardandı. (Susmak yalnızlıktı) "Ne gü-
zel, bir iĢim var gene de," diye düĢündü EĢber. "Çocuklara hiz-
158
159
met ediyorum." Sonra yüksek sesle: "Gerçi bir anaokulunda ço-
cuk bakmak isterdim, ama bana yaptırmazlar ki o iĢi. Ġnanın çok
iyi bakardım," dedi.
Reha bir Ģey anlamadı bu sözlerden, ama gene de gülümse-
di.
AĢağıya doğru kıvrılan dirseğin köĢesinden içeri doğru sap-
tılar. Küçük bir taĢlıktı burası. Sağında küçük bir hurdacı dükkâ-
nı vardı. TaĢlığa kimi hurda parçalan yığılmıĢtı. "Bu hurda yı-
ğıntıları buraya çok yakıĢıyor," dedi Reha. Sonra zehirli bir gü-
lümsemeyle kendine acıdı. Hurdacının önünden geçtiler. Bir ba-
samakla geniĢçe bir sekiye çıktılar. Sekide mahallenin küçük ço-
cukları el ele tutuĢmuĢlar, oynuyorlar. Rengârenk çamaĢırlar asılı
iplere. Çocuklar her Ģeyin uzağında el ele dönüyor bağıra çağıra,
hep bir ağızdan bir okul Ģarkısı söylüyorlar:
"Türkiyem! Türkiyem! Sen ne güzel ülkesin!"
Kapının yanında, az ötede hamamın kubbesi duruyor. (Ka-
pıdan sonra uzun bir merdivenle aĢağıya iniliyor, hamamın ana
kapısına ulaĢılıyor.)
Kubbenin üzerinde kubbeyi süsleyen cam gözler vardı. Ha-
mamın bacası kesik kesik tütüyor. Kubbenin üzerinde Madamın
kedisi dolaĢıyor. Kedi, EĢber'i görünce bir an duraladı. Gözlerin-
deki parıltıyı biledi. Gerindi. Sonra hırçın adımlarla kubbenin
üzerinde camdan cama atladı.
"Haydi inelim," dedi Reha yanındaki yeni arkadaĢına.
Merdivenleri inip, iç kapıya ulaĢtıklarında çocukların okul
Ģarkısı hâlâ sürüyordu.

160
"Los Arboles Mueren de pie"
Alejandro Casona

I
Eski, ağır, kararmıĢ bir soba hamamın tam ortasında duru-
yor. GeniĢ salonun sessiz ve soğuk havasını yalnızca duruĢuyla
bile ısıtıyor sanki. Sobanın yanındaki cilası dökülmüĢ, geniĢçe
bir tahta koltuğun üzerinde Madam oturuyor. Koltuğun hemen
önüne konmuĢ uzun, geniĢçe bir tahta sıraya hasta ayaklarını
uzatmıĢ dinlendiriyor. Gözleri ve yüzü aĢağıya doğru akmıĢ san-
ki. Kucağına çöreklenmiĢ kedisinin sırtını sıvazlayarak, kopuk
kopuk Ģeyler düĢünüyor. (Epeydir düĢünceleri arasında bağlantı
kuramıyordu. Belleği denetimini yitirmiĢti. Görüntüleri ve imge-
leri yaĢıyordu yalnızca. Bütün hayat, yaĢanılan an'dı artık. Ne
gelecek vardı, ne de umutlar. Kopkoyu bir belirsizlik ve durgun-
luk içindeydi Madam. Kendini ölü bir göle benzetiyordu. Bir
gün çok derinlerinden büyük bir ejderha çıkacaktı.)
Madamın gözkapakları, gözbebeklerinin yansına dek düĢü-
yor, bakıĢlarına ürkütücü bir derinlik, bir ölüm sessizliği kazan-
dırıyor bu. Sanki öte dünyadan bakıyormuĢ, o dünyadan bir Ģey
taĢıyormuĢ gibi bu gözler, hiç kimseyle, hiçbir Ģeyle iliĢkisi kal-
mamıĢ gibi... Hayata karĢı büyük bir kayıtsızlık okunuyor bu
yüzde. Ġlk bakıĢta anlaĢılıyordu ki, artık onun için hiçbir mucize
kalmamıĢtı. Olamazdı.
Bembeyaz saçları (gümüĢsü bir parıltı geziniyor saçlarının
arasında) baĢındaki ince, siyah örtüyü tutmuyor, omuzlarına ka-
yıyor. (Bir ikonaydı Madam. Onuru geri verilmemiĢ bir ikona.)
Hamamın bekleme salonu tenhaydı henüz. Viyana aynaları-
nın önü boĢtu. Sessizliğe bir derinlik kazandırıyordu bu. (Ayna-
ların ölgün parıltısı, sanki tarih seğiriyor durgun yüzeylerinde)

165
Az önce kadınlar apar topar çıkmıĢlardı. Birkaçı çıkmadan önce aynalarına takıldı gözleri.
kirlileri toplamıĢ, peĢtemalleri katlamıĢ, soyunma odalarına çeki "EĢyalar, ahh eĢyalar," dedi. "Her Ģeyden daha çok hakkınız
düzen vermiĢti. (Madam bunlardan yıkanma parası almazdı. var bizde."
Yoksul kadınlardı bunlar) Bir sessizlik çökmüĢtü bu eĢyasız sa- Kapı, ince, ürkek bir gıcırtıyla açıldı. Madam duymadı. Ġn-
lona. (Sessizlik, bir saygınlık kazandırıyordu.) ce, hazin yolculuklarından birine çıkmıĢtı gene. Koltuğunun tam
Ġçerde Suat Bey, göbektaĢına boylu boyunca uzanmıĢ, teker karĢısına düĢen Viyana aynasına yansıyan, kucağındaki kedinin
teker kurnaların suyunu açmıĢ, su sesi dinliyor. (Kendini dinli- yol yol tüylerinde gezinen uzun, yorgun parmaklarını izliyordu.
yor) Cehennem ırmaklarının ateĢ rengi parıltısı sinmiĢti gözbe- (Sanki bir baĢkasının eli gibi) Kendini, kedisini aynada seviyor-
beklerine, gözbebekleri korkuyla büyümüĢ kubbeyi deliyor. du. (Piyano tuĢlarında gezinen bir yolculuk muydu? Yoksa bü-
(Irmakların denize döküldüğü yerler vardır) yükbabasının kötürüm sandalyesinin tek ülkesi olan ak bir kedi-
Sıska, cılız bir kediyi derenin kıyısındaki çalılıklara götür- nin gri yollu tüyleri miydi?) Eli savruk imgelerin içerisinde do-
müĢlerdi. Üç beĢ erkek çocuğuydular. Ellerinde paslanmıĢ bı- laĢıyordu Ģimdi.
çaklar, kör makaslar, ince tel çubuklar vardı. Sırtüstü yatırmıĢ-
HaĢmet Bey, ilkin baĢını uzattı kapının aralığından, sonra
lardı kediyi, dümdüz upuzun bir taĢa. Ġçlerinden biri (en büyü-
ürke korka içeri girdi. (Nihayet baĢarmıĢtı. Her gece yatağında
ğü) doktor olmuĢ, usul usul kedinin karnını yarmaya baĢlamıĢtı.
kurduğu düĢler gerçekleĢiyor, büyü bozuluyordu. ĠĢte buraday-
Hayvancağız uzun uzun çırpınmıĢ, kendini tutanların naylon el-
dı. GelmiĢti.) Hamamın o kalın sessizliği ürküttü onu.
divenli ellerini tırmalayarak hayata tutunmaya çalıĢmıĢtı. Her-
kes büyük bir merak içindeydi. Kedinin içinde neler vardı? (Cı- (Teyzesinin de uzun tırnaklan vardı. Eski bir lire takılı kal-
lız, zayıf bir kediydi. Zaten ölecekti. Böyle demiĢlerdi kendisi- mıĢtı, eski, kahverengi bir fotoğrafta)
ne) Gözlerini sımsıkı yummak ve oradan alabildiğine kaçmak is- Keçi sakalı, dökük saçları ve ağzında piposuyla daha çok bir
tiyordu. Kaçamıyor; kımıldayamıyordu. Ġhanete uğramıĢ gibiydi. yabancı gezgine benziyor HaĢmet Bey. Ağzında tutuyor pipoyu,
AldatılmıĢ gibiydi. Terk edilmiĢ gibi. Elleri, ayaklan tutmuyordu özellikle almıyor. KiĢiliğinin ağırlığını hafifletmek istemiyor.
sanki. Uzaktan derenin kirli sesi duyuluyordu. (Keçi sakallan ve pipolanyla hayatla kendi aralannda denge
(Ġlk denize o zaman dökülmüĢtü) kurmaya çalıĢanlardan biri HaĢmet Bey) Madam yabancı gez-
ginlere de alıĢık. Yabancı "Gay Almanak"larda hamamın adı,
adresi geçiyor, istanbul'a gelenlerin çoğu buraya uğruyor. HaĢ-
met Bey çekingen, suçlu, çevresine bir göz atıyor. Tanıdık bir
yüze rastlamak olasılığı ürkütüyor onu. (Zaten bu yüzden gecik-
Madam, elindeki kitabı bir kez daha açtı. Satırlar gözünün tirmedi mi bu ziyareti? Bunun gibi ziyaretleri?) Böyle bir karĢı-
önünde uçuĢuyor ama ona hiçbir Ģey anlatmıyor. Kitabın, kalın laĢmada ne yapabileceğini hiç bilmiyor. (Bankada cam bölme-
siyah cildini okĢar gibi elini üzerinde gezdirdi. Kitap küf koku- lerle aynlmıĢ müdür odası. Herkesi camların ardından izliyor.
yordu. Sanki bu kokuya dokunuyormuĢ gibi geliyordu ona. (Bu Alabildiğine kendinden emin süzüyor onları. Ona dokunmuyor-
ona zevk veriyor) Tarih elinin altındaydı Ģimdi. Gözlerini çevre- lar, ona değmiyorlar, onu görmüyorlar bile. Yanından akıp gidi-
sinde gezdirdi. (Huzur içindeydi, önemli olan da buydu) Viyana yorlar. Hiç yanlıĢ yapmamıĢ insanlann azarlayıcı durgunluğu,
suskunluğuyla memurlar, müĢteriler, müstahdemler hep HaĢmet
166
167
Beyin sessiz hıĢmına uğruyorlar. Bir anlamı yoktur bu bakıĢla- "Ahh büyük ve zalim istanbul, kaç hayatı kararttın?" diye
rın, hatta kendine dönüktür. Bunu anlamak içinse ya bir hayli geçiriyor içinden. Artık her acı, bir dönem, bir çağ, bir istanbul
zeki olmak; ya da çok uzun zaman onu izlemek gerekir. Oysa hesaplaĢması taĢıyor. Çağsama, hayatı ve ayrıntıları büsbütün
kimse onu izleyemez, o herkesi izler. Kimi zaman baktığı yerde büyütüyor. Belleğimizin imgeleri binlerce prizmada yeniden da-
uzun süre kalabilir bu bakıĢlar (sanki yapıĢır kalır) ansızın bir ğılarak sonsuza dek çoğalıyorlar)
silkinmeyle çözülebilir yapıĢıp kaldığı yerden. Baktığı yerden HaĢmet Bey, usulca Madam'ın oturduğu koltuğa sokuluyor.
hiçbir Ģey söylemez. (Baktığı yere de bir Ģey anlatmaz bu bakıĢ- (Madarh'ın kucağı görünüyor aynada. Kedisi, parmaklan. Son-
lar) BakıĢları kendisi için hep bir sorun olmuĢtur. BakıĢlarıyla suz bir fotoğraf gibi) Bir an bekliyor. (O cam korunağın sokağa
içdünyası arasında yanlıĢ kurulmuĢ bir iliĢki vardır. Bu yüzden bakan yanından her gün yüzlerce insan gözlüyor. Her yürüyüĢ
yolda yalnızca boĢluğa bakarak yürür. Yersiz yere birçok kez biçimi, bir hayat biçimine benziyor. Kendince hikâyeler yazıyor
zor durumda kalmıĢ, çoğu kiĢilerce azarlanmıĢtır. O günden sonra onlara. Starlarını indiriyor pencerenin. Insanlann yalnızca ba-
bakıĢlarını yalnızca boĢluğa dikerek yürür) Tanıdık bir yüze caklan görünüyor) Büyük bir utanç içinde Ģu an. Bir suçüstü
rastlamadığından emin oluyor. Böyle bir Ģey yıkım olur onun duygusu taĢıyor.
için, kaldıramayacağı bir utanç yükler ona. (Böyle bir yerde ta- O an uzuyor.
nıdık birine niye rastlasın? Hem rastlasa bile artık böyle bir yerde Sobanın kıyıcığında arkalıksız, alçacık bir iskemlede oturan
karĢılaĢtıktan sonra niçin sorun olsun? bunları düĢünmüyor bile. bebek yüzlü gencecik bir erkek çocuğunun (ikonada bir melek)
En önemli korkularımız, en nedensiz olanlar değil midir?) yüzünden yeni bir müĢterinin gelmiĢ olduğunu okuyor Madam.
Kimseyi görmemiĢ olmak rahatlatıyor onu. Bu sahte özgürlüğü, Ağır ağır baĢını çeviriyor.
gizli kalmıĢ bir günahla yaĢamaya hazırlanıyor. ġimdilik de olsa Kezlerce baĢını çeviriyor.
burada yalnız baĢına. Kendini yolculuğa çıkarken uğurlanmak- Sürekli yineleniyor bu görüntü.
tan hoĢlanmayan biri gibi düĢünüyor. BaĢlangıç noktasındayken HaĢmet Beyin baĢı dönüyor. Silkeleniyor.
izlenmemek, görülmemek duygusu bu. Bir olayın baĢlangıcında Bu yüzün gizledikleri onu olduğu yere çakılı bırakıyor.
yerini göstermemek, belirlememek duygusu.) Usulca Madam'ın (MuhteĢem bir anne yatıyor bu yüzün altında) Madam, kusursuz
oturduğu koltuğa yaklaĢıyor. (Beyninde bu yürüyüĢ kezlerce yi- bir Fransızca aksanla:
neleniyor. Sanki yüzlerce kez Madam'ın baĢına varacakken, baĢ- "VOUS VOULIEZ VOUS LA VER?" diyor.
ladığı noktaya geri dönüp, yeniden yürümeye baĢlıyor) Ma- HaĢmet Bey, bomboĢ, anlamsız gözlerle bakıyor. Bir düĢ
dam'ın sırtı HaĢmet Beye, yüzü ise hamamın alt sokağına bakan sahnesi olabileceğini düĢünüyor bunun. Bir sanrı. Buraya gel-
büyük kapısına (ana kapısına) dönük. (Hamam, adını bu sokak- memiĢ olduğunu, gelmeyi kurduğu bir gece yansı, kura kura
tan alıyor. Ġnsanlar, baĢkalarının yanında üstü kapalı konuĢmala- daldığı bir uykuda bunlan görmüĢ olabileceğini düĢünüyor. (Bu
rının gerektiği yerde "ÇC'ye gidelim..." diyorlar) Ana kapının iki da yabancı bir Ģey değil HaĢmet Bey için) Madam sorusunu yi-
yanında iki sonsuz nöbetçi gibi Viyana aynaları. Viyana ay- neliyor:
nalarının san yaldızlı çerçeveleri, kül rengi kıvrımları (aynada "Vous vouliez vous laver?"
tüy tüy uzak çağrıĢımlar, kantocu teyzesinin unutulmuĢ Ģarkıla- HaĢmet Bey, -tutulmuĢ- iki yana sallıyor baĢını. Madam,
rı... bu kez Türkçe olarak, "Türk müsünüz?" diyor. (Almanaklann

168 169
göndermiĢ olduğu uzak bir konuğu ağırlamaktan vazgeçiyor an- lar sökülmüĢ, boydan boya alçak bir sedir kaplıyor odayı. Sedi-
laĢılan) rin dibinde takunyalar. (Uzun bir film seyrediyor gibi) Ağır ağır
"Evet," diyor HaĢmet Bey. GizlenememiĢ, örtülememiĢ bir soyunuyor. (Hâlâ neyi geciktirmek istiyorsun?) Midesi ekĢiyor,
sevinçle baĢını sallıyor. (KurtulmuĢ gibi hissediyor kendini. Hiç baĢı dönüyor, kalbi hızlı hızlı çarpıyor. Elleri, ayaklan telaĢla
olmazsa bu soruyu, bu dili, bu sözcükleri anlıyor. Bu karabasa- titriyor.
nın bir yeri aydınlanıyor, ıĢığa çıkıyor. Sanrı bozuluyor, düĢ da- "Tannm, tannm!" diyor. "Madem bu hayata düĢecektim, ne-
ğılıyor) den bu yaĢımdan sonra? niye sonuna dek direnemedim? neden?
Yineliyor. "Evet, evet Türküm." neyi kaçırdım? neden böyle göbeklendikten ve böylesine çök-
(OkumuĢ biri olmak -ya da görünmek- yabancı olmaktı. tükten sonra? kendimi bu kadar saldıktan ve unuttuktan sonra?
Sakalımızın üzerine yerleĢtirdiğimiz pipomuzla sağladığımız kendimi bu kadar sakındıktan ve sakladıktan sonra? niçin on se-
denge, bizi bir yabancı kılmak pahasınaydı) kizimde değilim Ģimdi? ve burada ne iĢim var benim? neyi bula-
"O halde böyle buyrun!" cağım burada? burada bir Ģey yitirmedim ki ben? dıĢanda yitir-
Yandaki boĢ odalardan birini gösteriyor Madam. (Bu odalara dim, ne yitirdiysem! Burada neyi bulup da, neyi kurtaracağım?
bir basamaklı bir sekiyle çıkılıyor) Sonra ekliyor: Her Ģeye ne kadar hazırlıksızım ve ne kadar geç kaldım her Ģe-
"Emanet edilecek bir Ģeyiniz var mı?" ye... Öğrenmenin yaĢı yoktur, diye öğrettiler bize. Yalan! Yan-
(Madam'ın koltuğunun hemen yanı baĢında cilası dökülmüĢ, lıĢ! Her Ģeyin yaĢı vardır, her Ģeyin!.."
köĢeleri kıymık kıymık hırpalanmıĢ, eski, geniĢçe bir masa var. PeĢtemali beline doladı HaĢmet Bey. Ayaklanna takunyalan
(Masanın üzerinde her zaman siyah çantası ve kitapları duruyor. geçirdi. Ensesindeki uzun saçlan kelini kapamak içi öne doğru
Kedisinin sepeti ve gümüĢ bir cigara tabakası) MüĢterilerin pa- taradı. KaĢlannı düzeltti. Dökülen sırlann yerini küçük kahve-
ralarını, saatlerini, kolye ve yüzüklerini alıp uzun ve derin bir rengi, paslı noktalara bıraktığı duvar aynasında kendine son bir
çekmeceye kilitliyor.) kez baktı. Artık kendine acımayacaktı. Adını bilmediği, o güne
HaĢmet Bey: "Hayır," diyor. "Emanet edilecek hiçbir Ģeyim değin tanımadığı korkuyla kanĢık bir haz, bir coĢku, zalim bir
yok." sevinç onu hamamın buğulu derinliklerine çeki verdi. Tahta kapı
(Nihayet buraya gelmiĢti iĢte. Uzak bir yolculuk geçirmiĢ ağır ağır açıldı. Son olarak çocuğun yüzünü gördü. (Ġkonada bir
gibiydi. Geceleri yatağında korkuyla kanĢık düĢlerini kurduğu, melek. Yandaki kahvecinin çırağı. Madam'ın çarĢı pazar eksik-
imgeleminde yaĢattığı yerdi burası. Burada neler oluyor, neler lerini alıyordu. Hamama sık gidip gelen genç bir yazar (Güven)
yaĢanıyordu? ġimdiyse gerçek baĢlamıĢtı, -ne, neyi, nereye hiç konuĢmadığı, hiç sokulamadığı bu çocuğa ölesiye bir aĢkla
emanet edecekti?- Hayat ona bir oyun oynamıĢtı. Ve bu oyunu bağlanmıĢ, ve onun yüzünü, yüzünün çağnĢtırdıklannı anlatan
sonuna dek sürdürmekten baĢka yapacak bir Ģey kalmamıĢtı bir roman yazmıĢtı: "YÜZ". Bu hamamın içinde, ama her Ģeyin
ona) Hamamın ayak iĢlerine bakan Kâzım, bir peĢtemal uzatı- dıĢında bir yüzdü çocuğunki. Bakıyor ama, baktığı yere değgin
yor. HaĢmet Bey utançla alıyor peĢtemali (yüzüne örtmek isti- hiçbir Ģey söylemiyor, belki de düĢünmüyordu. Masum kalabil-
yor) giriyor soyunma odasına. Çevresine bakmıyor. Ġmgelemiy- miĢti bu yüz. Alabildiğine masum ve hiç kirlenmemiĢ. BakıĢlan
le, imgeleminde yaĢattıklanyla yüzleĢtiriyor her anını. Her anı gizini ele vermiyor, kendine değgin olarak hiçbir Ģey söylemiyor
sonsuza dek uzatmak istiyor. Duvarların sıvası dökülmüĢ, askı- bu bakıĢlar...

170 171
Belki de hiçbir gizi yoktu bu çocuğun, yalnızca bir kahveci dığı bütün sabahlan bir kez daha anımsıyor. Mangalın sönmeye
çırağıydı, o kadar) yüz tutmuĢ, küllenmiĢ ateĢinde, ağır pirinç cezvelerle kahve pi-
Bir çöküĢ çağında güzeli kutsamaktan, güzele sığınmaktan Ģiriyor kendisine. Her sabah evden çıkıĢı da uzun bir uğurlama
baĢka yapacak bir Ģey kalmamıĢtı bize. gibi. Odanın her ayrıntısıyla vedalaĢıyor sanki. Sonra kapısını
Bu yüzün gizledikleri, çağrıĢtırdıklarıyla intihar dolayların- çekiyor usulca, kolunda kedisinin sepeti hamama geliyor. (Ha-
da dolaĢıyordu Güven. mam akĢamüstüne dek kadınlara açık) Kadınlar, Madamı çok
HaĢmet Bey'in bakıĢlarıyla, çocuğun bakıĢları birbirine değ- fazla ilgilendirmiyor. (Teneke kutuların üstünde kaldı Boticelli)
di. Birbirleri hakkında hiçbir Ģey düĢünmediler. Ġkisinin de hiç- Onlar yıkanırken örgüsünü örüyor çoğu zaman, tığ iĢliyor. Yal-
bir Ģey anlatmayan bakıĢları birbirlerinin üzerinden aktı gitti. nızca para alıp verirken kaldırıyor baĢını iĢinden. Parayı çok se-
-Zaten çok kısa bir andı.- viyor Madam, pek çok seviyor. (Kutsal korkulan dindirecek hiç-
HaĢmet Bey, baĢını çevirdi. Bu gizli dünyanın açılan kapı- bir dua kalmadı. Ġncil karası sinmiĢ her duaya) Kendini güvenli
sında içeriyi görünmez eden yoğun bir buhar bulutu çarptı HaĢ- duyuyor Madam. Korkusu hafifliyor.
met Beyin yüzüne. "Para artık bütün dualann yerini tutuyor," diyor. "Param
Ġklimin ilk belirtisiydi. olunca kimse bana bir Ģey yapamaz. Hiçbir Ģey. Parası olana
Cehennem baĢlamıĢtı. kimse dokunamaz. ġerbetlenir insan, her türlü yılan uzak durur."
Para harcamıyor Madam, hemen hiçbir Ģeye para harcamı-
yor. Parasını sayıyor her gece. (Uzun uzun cennetini sayıyor)
Uzun soluklu atlar geçiyor düĢlerinde. Kupa arabalan Beyoğ-
lu'nu arĢınlıyor. (Camlarda ıĢık yangını) Kulaklarında at çıngı-
Madam uzun uzun esnedi. Sanki yüzyıllardır buradaydı. Bu- raktan ve bir kanto (teyzesinin) cihannümalarda uzak lambalar
rada, bu koltukta oturuyordu. Burası onun yurduydu sanki. (Da- dolanıyor bir baĢına. Karanlıkta yüzüyormuĢ gibi lambalar,
hası iniydi. Kendini burayla koruyordu. Hayatta bir yeri, ancak (Ģimdi güvercin gurultusundan geçilmiyor) Beyoğlu'nun ünlü
burayla kaplıyordu) uzun yıllarını geçirmiĢti burada. (Gençliği, pastanelerinden alınmıĢ pasta, Ģeker kutuları. Teyzesinin Ģen
belki de binlerce insanı yıkamıĢtı) Hamamlar ikinci bir dünyaydı kantolannda hep saklı bir hıçkırık (yalnız kendinin duyduğu) ci-
onun için. O, gözlerini burada açmıĢtı, hayatla burada yüzleĢ- hannümalar artık güvercinlere kaldı. Tarihe karĢı çekilmiĢ boy-
miĢti. Eskiden, çok eskiden Rum, Ermeni kadınların geldiği za- dan boya ve bembeyaz bir teslim bayrağı gibiler. AhĢaplar gün
manlar. (Rönesans resimleri gibiydi bu kadınlar. Çıplak ve güç- günden kararıyor. Gün günden umutsuz ufuklar, gün günden bu-
lü. Mermer duruluğundaydı tenleri; su tutmazdı) Üç kuĢaktır ğulu iplikler gibi karĢı sahiller (yıllardır geçmedi karĢıya, hep
Madam'ın ailesi iĢletiyor bu hamamı. Üçüncü kuĢağın sorunla- ertelenmiĢ bir yolculuk bu. Madam için artık uzun bir yolculuk
rıyla yüklü Madam. hem de; belki de ölmeden geçemeyecek karĢıya, ve bunu hiç
Her sabah erkenden uyanıyor, çok erkenden. Her sabah gü- kimse bilmeyecek. Onca IstanbuUu'nun bu gündelik gezisinin
neĢin doğuĢunu görmek hâlâ bir Ģeyler söylüyor Madam'a. (Her Madam için uzun bir yolculuk düĢü olduğunu hiç kimse bilme-
Ģafak imgesi dinsel bir büyü) Ġri, porselen fincanlarda sabah ça- yecek.
yını içiyor. Mangal ateĢinde, bir sabahı, geçmiĢ bir sabahı, yaĢa- ve ölecek Madam,

172 173
herkes gibi ölecek) dından. Ama biliyordum, yoktu. Gönlünce yaĢayacaktı. Diledi-
Hamamda hep bunları düĢünüyor, akĢamlara dek oturduğu ğince. (her köĢebaĢını bir ölüm korkusuyla dönmek istemiyor-
yerde bunları kuruyor. Bir tarihi yeniden üretiyor. Tarih büyü- du) Bunun için kaçmıĢtı. Bana yer yoktu hayatında. Bunu anla-
yor gözünde, geçmiĢ büyüyor. mıĢtım. Kabullenmesi zordu ama, anlamıĢtım. "Bir isteğin var
"Ruhlarımız, düĢlerimiz, karanlıklara gömüldü," diyor Ma- mı buralardan?" diye yazdım. Biliyordum, yoktu. Artık buralar-
dam. "Hiçbir Ģeyi geri gelmeyecek, her güzel Ģey öldü. Biz yağ- dan hiçbir Ģey istemeyecekti. Hasret, kaderim olmuĢtu. Katlana-
malandık!" caktım. Hemen cevap yazdı bana, dedi ki:
(HaĢmet Beyin gözleri, Madam'ın kitabına iliĢiyor. Sanrı "Anne,
büyüyor: "La Chatte", Colette. o erik ağacını iyi koru. Hani o denize bakan ağacı. Ona iyi
Gerçeküstücü bir karĢılama töreni. bak. O hep denize baksın.
Bu törende caddeye bakan cam vitrin aĢağıya iniyor. Ġnsan- o ağaç."
ların yalnızca yürüyüĢleri olmadığını düĢünüyor. Zaten çoğunun Ondan aldığım en son kart oldu bu. Önünde hâlâ gece gün-
yüzlerini göremiyor oturduğu yerden. Kedi baĢını oynatıyor, ar- düz mum yanar. (Ceviz, enli bir çerçeveye yerleĢtirip, duvara as-
kaya alıyor, artık "La Chatte" yazısı okunmuyor) tım kartını) Ağaç da duruyor. O ağaç. Öyle denize karĢı. Evi
Oğlunu düĢünüyor Madam. Oğlunu özlüyor. yıktırmadım, büyük geliyor bana, çok büyük. Ne de olsa kosko-
"IĢıksız bir kilise gibi burası," diyor. "Ben burada herkesi ca ev. Tek baĢımayım üstelik; kimi odalarını hiç açmıyorum. Ġç-
vaftiz ediyorum. Herkes yaĢayabilir... Herkes... Bu kalemi de lerini çoktan unuttum. Geceleri karanlıkta oturuyorum (Camla-
koruyacağım. Bu benim son kalem. Bu kaleyi de yitirmek iste- rım hep ıĢıksız) Geceleri hiç kimse dönmüyor eve, kimseyi pen-
miyorum. Güvercinler olmasa cihannümayı da unuturdum. Ba- cerelerde beklemiyorum. Beni heyecanlandıran ayak sesleri çok-
kacak hiçbir ufuk kalmadı orada da..." tan çekilip gittiler hayatımdan. Kaç kez müteahhitler geldi kapı-
Çocukluğuna taĢınıyor Madam. Unutmak istiyor güvercin ma. Ama o ağaç. Denize bakan o ağaç. (Hep denize bakacak)
gurultularını, her Ģeyi... Cihannümalarda sabahlara dek güvercin gurultusu. Uykularım
"Bizler niye mutsuzduk? niye gülmezdik? çocukken de suç- azaldı. Bazı geceler yapacak bir Ģey bulamıyorum. Çıkıyorum
luyduk; kiliseye giderken de. Hep alttan almayı, hep baĢ salla- bahçeye. (Her bahçe artık rüzgâr mezarı) çıkıyorum ayaklarım-
mayı, hep suçlanmayı, hep korkuyu öğrettiler bize. Niye baĢımız da terliklerim. (Ay, yalnızlık gibi) Ağacın yanına gidiyorum.
hep öndeydi? niye her köĢebaĢına bir ölüm anlamı verdik? niye (Bir yemin gibi dimdik duruyor ağaç) Ağacı öpüyorum, karan-
hep yumuĢakbaĢlı, hep suskun olduk? Bacaklarım sızlıyor artık. lıkta okĢuyorum onun esmer bedenini (Ölmeyen bir aĢk gibi)
Eskisi gibi dayanamıyorum. Hep esiyormuĢ gibi her yanım rüz- Akıllı iĢi değil bu yaptığım, biliyorum; ama yaĢadığımız hayat
gârlar içinde. akıllıca mı? Bize yaĢatılan hayat, aslında kıyamet dedikleri olsa
"Oğlum, yitik oğlum! Okumadı. Okutamadım. Ġlkin evden gerek. BaĢka kıyamet yok. MahĢer dedikleri de yüreğimizde;
kaçtı, (anlamıĢtım) Sonra istanbul'dan, en sonra da Türkiye'den. ağacı öpmüĢüm ne çıkar?
Hep kaçtı, hayatı boyunca her Ģeyden kaçtı. Çok sonradan öğ- "Mahalleli kaç zamandır kötü gözle bakıyor bana. Hamamın
rendim; Amerika'ya kaçmıĢ. Ġki kart göndermiĢti bana. (yalnızca namı duyulmuĢ. Duyulsun ne çıkar? Bazı Ģeylere göz yumuyo-
iki kart) Bana ihtiyacı olduğunu bilseydim, kalkar giderdim ar- rum ki, para kazanayım. Bu pis hamama kim gelir yoksa? (Kâ-

174 175
zım da hep söyleniyor, ona da aynen böyle diyorum) BeĢ yüz Reha, Madama gülümsüyor. Madam -çok zarif- karĢılıyor
yıllık koca yapı. Kaç yıldır neler görmüĢtür kim bilir? Talihiy- bu gülümseyiĢi. (Reha, Madam için "Simone Signoret" diyor.
miĢ; yıktırmıyorlar (kimse tarihi görmek için gelmiyor ki bura- "Biraz Simone Signoret, biraz Madam Rosa..." Madam iri, akik
ya) Zaten isteseler de yıktırmam bu hamamı. Benimle birlikte yüzüğünün taĢıyla oynuyor. (Billur kâsenin dibini kanĢtınyor
gömülsün, gömülecekse toprağa. (Yarın Barbara Cartland geti- yüzüğünü bulmak için, teyzesinin gelin telleri saklı kâsenin için-
reyim, arada bir iyi oluyor.) de, çerçevenin çevresindeki telleri de topluyor, fotoğrafisini çı-
"Ġçinde neler oluyormuĢ? kanyor teyzesinin...) PeĢtemal uzatırken Reha'ya gizli bir gü-
Varsın olsun. Buraya gelmeseler, baĢka yerlere gidecekler. lümsemeyle bakıyor. Reha, Madamın ne düĢündüğünü okuyamı-
Ama bir yerleri olacak hep. Bari gözümün önünde olsunlar; yor yüzünden.
uzakta değil. "Olsun, hepsi de çocuklanm," diye geçiriyor içinden. "Hepsi
(Sabahlara dek mum yanıyor önünde. O çerçevede teyzemin de çocuklanm."
fotoğrafısi vardı. Baktıkça lirin sesini duyardım) Bir mezar bek- Reha, dalgınlığını gizleyen yeni aynntılar edinmiĢ kendisi-
çisine, bir korkuluğa benzetiyorum kendimi. Neyi bekliyorum ne. PeĢtemali alırken yüzüne kaygısız ve sevecen bir anlam ka-
hâlâ, niye? zandırmaya çalıĢıyor. (Muhsin'in ölüsü günler sonra Dolapde-
"Bu kedi nereye kayboldu gene? - Kâzım da kayboldu orta- re'de bulunmuĢtu. Yüzüklerini sökemediklerinden parmaklarını
lıktan. Bu aynaların da sırlan dökülüyor. Yakında hiçbir Ģey doğramıĢlardı. Yüzünü bir avuç kezzap tanınmaz etmiĢti. Morg-
göstermeyecek. Evin bahçesinin bittiği yerden deniz baĢlıyor. da teĢhise götürdüler Reha'yı.
Bahçem denizin kıyısı gibi. (oturduğum hasır koltuktan uzun BaĢka kimsesi yoktu Muhsin'in.
uzun dalıyorum bu manzaraya. Manzaralar da eskiyor) Deniz, ĠĢte hayat buydu. Bu kadar ucuzdu.
bahçe, ağaç ve ben. Artık bir natürmortuz. (Elçilikten mektup "Gerçek adı MiĢon'muĢ, benden bile saklamıĢtı..."
gelmiĢti. Korka korka gitmiĢtim. Elçilikler, yabancılıklar...-) Madam sonunda gazeteyi kendisi okumuĢtu. Hiçbir söz, bir
Artık çok param var, çok param. Ama neye yarar? Bir canımı Ģey anlatamazdı kendisine. Bir mektup, bir de gazete...
kurtaracağım yalnızca. Ahh Eylül yaklaĢıyor gene. Her Eylül (Her Ģey bitmiĢti artık. Kaçacak bir yeri kalmamıĢtı)
korkular basıyor içimi. Her Eylül istanbul yanıyor. (Elçilikte bir Kâzım, balkondan sarktı. Hamamın ikinci katındaki soyun-
gazete tutuĢturdular elime, okumadan önce kimi kapalı sözler et- ma odaları dört köĢeyi de içine alan çevirme bir asma balkona
tiler. Oysa ne gerek vardı bütün bunlara, her Ģeye hazırdım artık - açılıyordu. Kâzım aĢağıya, salona bakıyordu. (MüĢteriler gelme-
hem de çok uzun zamandan beri-) Bu kedi nereye kayboldu ye baĢlamıĢtı demek. Kâzım bu müĢterileri hiçbir zaman anla-
gene? (Aynada kucağı boĢ, eli kapalı kitabın üzerinde) Yarın ro- mamıĢtı.)
mantik bir Ģey okumak istiyorum. Teyzesinin fotoğrafisi yerine onun kartını yerleĢtirdi. -Ölü-
Az sonra usulca kapı açılıyor. EĢber, Reha ve Reha'nın yeni mün demirlediği fotoğraflar- Telleri avucunda buruĢturdu, kâse-
arkadaĢı Nevzat giriyorlar içeri. ye bıraktı.
"Ahh Madam, sevgili Madam! Biliyorum gene biraz geç Reha'nın gözleri uzun uzun iri, akik yüzüğe takılmıĢtı.
kaldım." "Oğlunuz Chicago'da bir parkta ölü olarak bulunmuĢ, baĢı
(EĢber, Balzac'm salonlarına girer gibi) ezilmiĢ..."

176 177
(Parklar, sinemalar, hamamlar) "Emanet edilecek bir Ģeyleriniz
var mı çocuğum?" Reha, ardına dönüyor -tam sekiye
çıkacakken- sanki bu soruyu ilk kez duyuyormuĢ gibi,
nedensiz ve gizleyemediği bir korkuyla (sevinçle) Madam'a
bakıyor. Ve Madam'ı için için çok sevdiğini düĢünüyor, çok
sevdiğini...

178
"Cehennemin tam ortasından geçmek
istiyorum: Hem de tek bir sıyrık bile
almadan"

Montgomery Clift
Hamamın mimari yapısı, ilk anda tanımlanması güç bir mi-
mari özellik taĢıyor. Girdisi-çıktısı; iniĢi-çıkıĢı; merdivenleri-
bağlantılan; çifte kapısı; birbirine açılan, birbirini kapayan iç
kapılan; soyunma odaları, bu odaların bakıĢımlı düzeni; kısacası
her Ģeyiyle âdeta olayın kendisiyle örtüĢen bir karıĢıklık, bir iç
içelik, bir dolaĢıklık gösteriyor. Daha ilk anda bir labirentle karĢı
karĢıya olduğunu duyumsuyor insan. Sanki birbirine eklenerek
çoğalmıĢ, sanki çoğaldıkça karmaĢıklaĢmıĢ, sanki karmaĢık-
laĢtıkça buğulanmıĢ gibi, insanın kuĢkualtı korkularını büyültüp,
duruyor.
Ortasında Madam'ın sürekli -yaĢlı bir çınar gibi- oturduğu
bekleme salonunu, hamama bağlayan ağır, tahta kapı ilkin bir
baĢka bölmeye açılıyor. Bu bölme, ortasında göbektaĢının bu-
lunduğu asıl hamama oranla, görece olarak daha serin olan, es-
kilerin "soğuk" ya da "soğukluk" dediği yer. Bu bölmeye açılan
kapının tam karĢısında yan yana, çifte kurnalı üç küçük odacık
bulunur. Kapılarının üstü Ġspanyol kemerli olan bu odacıklarda-
ki, kimi yerleri kırılmıĢ mermer oymalı kurnaların sulan hep so-
ğuk akar. Daha çok etek tıraĢı için kullanılmak üzere yapılmıĢ-
lardır bunlar. Bu odaların sağ yanındaki kapı, hamamın göbek-
taĢlı asıl bölümünün sol yanındaki kapı da ince, uzun, karanlık
bir koridora açılır. Bu koridor boyunca, yan yana beĢ tane hela -
ki yalnızca bunlardan birinin kapısı vardır-, çoğu zaman daha
"tenhalık" bir yerde "aĢk yapmak" isteyenlerin yeğlediği bir yer-
dir. Kapalı helanın tahta aralıklanndan içerinin gözetlenmesini

183
istemeyen çiftler kapının üzerine bellerinden çözdükleri peĢte- diye insanların üzerine yürümüĢtü.
malleri gererler. (Örtünürler) Kubbenin buzul gözlerinin kararmasıyla birlikte hemen yan-
Soğukluğun sağ yanını ensiz, uzun bir mermer sıra kaplar. mazdı ıĢıklar. Kısa bir süre her yer karanlıkta kalırdı. AkĢamdan
Boylu boyunca uzanılamayacak, ancak oturulup sırt dayanılabi- geceye geçerken. (Buranın da geçiĢ dönemiydi bu) Kimse hiç
lecek bir geniĢlikte yapılmıĢtır.
kimseyi görmeden, tanımadan, o koyu karanlıkta, o kalabalıkta
Hamamın sıcağından bunalanlar;
kendini eritirdi. Yoklukta erir gibi. Bir'liğin tükenmesi gibi.
ya da içerdeki insan kalabalığından; ya da benzer/baĢka Ģey- ĠĢ dönüĢü buraya uğrayanlar, paydos etmiĢler, bir akĢamüstü
lerden; ya da kendi içlerindeki bundan; ya da yalnızca dikkat
hamamında hiç tanımadıkları, tanımak istemedikleri, adlarını bile
çekmek için, yalnızlıklarını vurgulamak için (kimi saklı incelik-
bilmedikleri, bilmeyecekleri insanlarla "birlikte oluyor" sonra
lerini); ya da ömürleri boyunca yalnızca bir kiĢiyi beklediklerini
anlatmak için, ayrılıyorlardı. Gerçek ayrılık belki de buydu. Belki de bu
bilinmezliğin büyüsünden gelme gizli bir törendi bu. Mevcut
bu mermer sırada oturup beklerler.
ideolojilerin sözlüklerinde henüz karĢılığı bulunmamıĢ gizlerdi.
Koridora, helalara giren çıkanlarla göz göze gelirler. Herkesi,
Terimler, kavramlar ve sözcükler ve bilcümle karĢılıklar hep ha-
her Ģeyi beklerler. Bütün hayatlarını, umutlarını. Bu bekleyiĢi,
yatın arkasından gelmiyor muydu?
bu "Soğukluk"ta yaĢamıĢ olmak kahredici bir itilmiĢlik midir?
Sonra ıĢıklar yandı. Sönük, ölgün ıĢıklar. Buğuyu bile delip
Çoğu bunun ayırdında bile değildir. Bu bekleyiĢi, bu "So-
ğuklukla yaĢanmıĢ o çok kısa anlara sığdırmak isterler. (Anla- geçemeyen havadaki yoğun sise yalnızca bulaĢıp kalan bir
ra. Bu göz göze geldikleri gerçekten bütün ömürleri boyunca ıĢık... Reha ve yeni arkadaĢı hamamın göz gözü görmez eden
bekledikleri kiĢi midir? Bu o mudur? Bu kez olmuĢ mudur? Ger- buğusunda hâlâ adam seçmeye uğraĢıyorlar. Bu kalabalıklaĢma-
çekleĢmiĢ midir o kutsal mucize?) Kimi ayırdındadır. Kimi de- da, bu çoğalmada bir Ģeylerin tadını kaçıran Ģeyler var. Kim bilir
ğildir. Hatta çoğu değildir. Yitirdiklerinin de, beklediklerinin de, belki de rolünü sonuna dek üstlenmiĢ her azınlık, kendini azınlık
boĢluklarının da ne olduğunu bilmezler. Hayatın da, hayatlarının olmaktan çıkaran kalabalıklaĢmalarda, yeni bir azınlık konimin
da bir yanı, (tansığını da, gizini de koruyan o saklı yanı) kendi- yaratmaya çalıĢıyor. Örneğin Reha için bu, hiç kimseyle yatma
lerinden müthiĢ bir intikam almıĢtır. dan buradan çıkmak gibi bir tepki çeĢidi olabiliyor. BaĢkası için
Suat Bey binlerce gözün delik-deĢik ettiği gövdesini göbek- de bir baĢka Ģey. Azınlık kalmayı, mutlak yalnızlığı sonuna dek
taĢından sürüye sürüye kaldırdı, soğukluğa çıktı. Mermer sırada kuĢanmak gibi bir duygu çeĢidi, bir sonsuz inattı belki. Bir ödeĢ-
sonsuza dek yan yana dizilmiĢ insanlar hiç kımıldamadan oturu- menin, bir bedelin sonuna dek götürülmesindeki ısrar ya da.
yor, sonsuza bakıyorlar. (Kubbenin buzlu gözleri kararmaya IĢıklatın yanması alkıĢlarla karĢılandı.
baĢlamıĢtı artık. AkĢam koyuluyordu. Günahın tadını koyultu- Suat Bey hâlâ soğukluktaydı. Ve öylece dimdik kımıldama
yordu bu.) dan duruyor.
Herkes Suat Beyin artık iyiden iyiye çıldırdığını konuĢuyor- GöbektaĢında Reha, ayağındaki takunyayı arkadaĢına göste-
du ardından. Az önce göbektaĢında ilahiler okumuĢ, kendince ri- rerek: "Goya'dan yeni aldım Ģekerim, nasıl beğendin mi bari?"
tüel danslar yapmıĢtı. "Ne sanıyorsunuz siz? YaĢamayı göze al- diye Ģaka yapmaya çalıĢarak neĢesini diriltmeye uğraĢıyor.
dım ben! Sonuna dek aldım! Sinik, korkak, ürkek yaĢamadım!" Suat Bey koridora yöneldi. Tek, çıplak bir ampul ölgün bir
ıĢıkla koridoru boydan boya aydınlatıyor, koyu karanlığından sı
184 1H5
yırmaya çalıĢıyordu. Koridorda "tek kollu adanV'dan baĢka hiç AlkıĢlar sürüyor.
kimse yoktu. Tek kollu adam koridorda durmuĢ bekliyor. Suat Reha, "YaĢasın sürgündeki kraliçe! YaĢasın KeĢmir Melike-
Bey donuk gözlerle adama baktı. Hiç kimsenin yanına yaklaĢtır- si! Life is a cabaret!" diye naralar atıyor.
madığı, ancak "Doktor Richard Kimble'den kaçıyor Ģekerim, bu-
rada gizleniyor," diye alaya aldığı, her Ģeyin dıĢında bırakılan,
bu adama gözünün bebeğinde seğiren içlenmeyle karıĢık bir
duyguyla uzun uzun bakıyor. O an belleğinin dipdiri olduğunu, Suat Bey capcanlı tanıyor bu adamı. (Dipdiri. Sanki bin yıl-
her Ģeyi çok iyi anımsadığını fark ediyor. Sonra adamı kolundan dır tanıyormuĢ gibi) Hamama hemen her geliĢinde bu adamı bir
tutarak kapısı olan o tek helaya birlikte giriyorlar. köĢeye sinmiĢ olarak gördüğünü ve hep yalnız olduğunu, bıra-
kıldığını anımsıyor. Herkesi uzaktan izleyen, her Ģeyi uzaktan
gözleyen, hiçbir Ģeye ortak edilmeyen bu adamı eğilip öpüyor.
Adam minnetle bakıyor kendisine. (Ġlk kez iki kiĢi olduğu için.
Soğukluğu, asıl hamama bağlayan tahta kapı ağır ağır açılı- O tek kolu hep ikinci bir kiĢi olarak -baĢkalannı iĢtahla seyre-
yor. Ġlkin Anjelik görünüyor kapının ağzında. Çırılçıplak kal- derken- çoğaltırdı kendini. ġimdiyse dudaklanna baĢka biri de-
mıĢ, bir tek yüzünü siyah bir peçeyle örtmüĢ. Bir tek yüzü giyi- ğiyor. Dokunuyor. Öpmek bile değil bu kendisi için. Bir kolu
nik. Bir süre kapının ağzında duruyor. Ardından uzun bir "tii!" noksan olduğu için, noksan olduğu için her Ģeyin ırağında tutu-
sesi çekiyor. Ve ardından EĢber'in sesi duyuluyor olanca haĢme- lan bu adama kıçını dönüyor Suat Bey. Biliyor ki ezilenlerin de
tiyle: bir araya geldiği bir yerde, gene de ezilecek, dıĢta tutulacak biri-
"Lâhur nevâhisinde bir mahal! Açılın kapılar! KeĢmir Meli- leri hep olacaktır, bir azınlık yaratılacaktır. Belleği dipdiri iĢli-
kesi EĢber geliyor!.." yor Ģimdi.
Ve sonra içeri giriyor. EĢber, göbektaĢının üzerine fırlayıp bir blues söylemeye
BaĢında geniĢ siperlikli her yanından salkım saçak yapma baĢlıyor. Ardından Anjelik'in vokalleri eĢliğinde bir Ģansona ge-
meyvalar sarkan Carmen Miranda Ģapkası. Sırtında yerlere dek çiyor. Reha'nın isteği üzerine Nazi Almanyası'ndaki kabare Ģar-
uzayan etekleri fırfırlı, pencere tülünden yapılma bir elbiseyle kıcılannı taklit ediyor. Ve elbette "Lili Marlen!" En son popüler
kollarını iki yana açarak bir prenses gibi giriyor içeri. Uzun al- bir arabesk Ģarkıyla tamamlıyor programını.
kıĢlan karĢılıyor, selamlıyor. Elleri çüklerinde kurnabaĢlannı bekleyen birtakım insanlar
Ġçine siyah payetli bir külot giymiĢ, (hemen her gösterisinde ĢaĢkınlıkla izliyor KeĢmir Melikesi'ni.
giydiği) ve tek bacağında bir file çorap, baldırında siyah tafta bir KeĢmir Melikesi soyunmaya baĢlıyor, en son bir tek siyah
bant, ve kırmızı bir gül. (Sırtı açık) Boynunda gene pencere tü- payet külodu kalıyor üzerinde. "Soyamaz! Soyamaz!" tempoları
lünden yapılma bir boyunbağı. Boyunbağının üzerinde gömlek eĢliğinde hamamı terk ederek "kulisine" koĢuyor, üzerinde Rum
düğmesinden, pijama düğmesine varana dek birbirini hem renk, kadının kulis odasından ağlayarak kaçarken nedenini anlamadan
hem biçim olarak tutmayan bir dizi düğme. Ve sol omzundan aĢırdığı o tek siyah payet külotla.
yerlere dek uzayan çingene pembesi bir otrüĢ. Bir eli belinde, Büyük bir aĢkın, belden aĢağısına bıraktığı o tek mirasla...
bir eli havada kınlı, asılı kalmıĢ bir süre poz veriyor EĢber.

186 187
Usul usul kurnaya yaklaĢıyor. (O kirli derenin sesini duyu-
yor. Denize dökülecekkenki sesini...) Kediyi kurnaya daldırı-
yor, suyun içinde tutuyor. Kedi çıldırmıĢçasına tırmalıyor Suat
Beyi. Ellerinden ince Ģeritler halinde sızan kan, kurnanın soğuk
Eğiliyor Suat Bey. suyuna karıĢıp bulanıyor. Az sonra tırnaklan Suat Beyin derisi-
ne gömülü olarak katılıp kalıyor.
"Artık hiçbir kedi ölmeyecek, öldürmeyecekler," diyor. .
DehĢet hiçbir Ģeyi belgelemiyor. "Hiçbir kedi insan olarak dönmeyecek dünyaya, hiçbir ruh
Yepyeni bir dünya, dehĢetsiz bir dünya kurulana dek, herkes baĢka bir bedeni ödünç almayacak.
ama herkes bu dünyada yerini alana ve kepkendi olana dek. ĠĢte Ģimdi sınırı geçtim. Artık dilsizim."
Tek kollu adam uzaklaĢıyor Suat Beyden.
Suat Bey uzaklaĢıyor her Ģeyden.
Tahta kapı açılıyor. Koridorda bekleĢen bir çift hemen kapı- 1980-1981
veriyorlar kapılı helayı.
"DehĢet! DehĢet! DehĢet!" diye sayıklıyor Suat Bey. Bu sı-
nır ikliminde yalnızca dehĢet yaĢanıyor.
"Buraya dek gelmeyi göze alan iklimi de hesaba katmalıdır"
Bütün duygulann, bütün dürtülerin, bütün güdülerin her Ģeyin
ama her Ģeyin o sınır noktasına vardığını Ģiddetle duyumsuyor.
Tenhalıkta bir sıraya oturuyor. Sırtını duvara dayıyor. KarĢı-
sındaki duvar boydan boya ayna.
Hamam yavaĢ yavaĢ boĢalıyor.
Herkes gidiyor.
EksilmiĢ olarak, onarılmıĢ olarak herkes gidiyor.
En son HaĢmet Bey de ayaklarını sürüye sürüye gidiyor.
Daha uzun bir süre oturduğu yerden kımıldamıyor Suat Bey.
Bir ara, aralık kapıdan içeri sızan Madamın kedisiyle göz
göze geliyor. Uyanır gibi oluyor daldığı aynadan. Gözlerini bili-
yorlar birbirlerinin. Madamın kedisi usul usul yaklaĢıyor. Yakla-
Ģıyor. Uzun, gür, parlak-tüylerinde ölüm seğiriyor. Ayaklarına
sürtünüyor Suat Beyin. Eğilip okĢuyor kediyi. Bir süre uzun
uzun sıvazlıyor. Sonra ansızın kapıp havaya kaldırıyor. Debele-
niyor kedi, kurtulmak, kaçmak istiyor. Tırmalamaya baĢlıyor.
Yerinden kalkıyor Suat Bey.
Ġspanyol kemerli odacıkların ortasındakine doğru yürüyor.

You might also like