You are on page 1of 253

2005-2015

TÜRKİYE-PKK GÖRÜŞMELERİ

(Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu)

1
2
2005-2015
Türkiye-PKK görüşmeleri
Kürt sorununun çözümüne ilişkin
‘çözüm süreci’ operasyonu

3
2005-2015
TÜRKİYE-PKK GÖRÜŞMELERİ
Amed Dicle

Mezopotamya Yayınları

Kapak tasarım: Aziz Nadi Bal

Birinci baskı: Ağustos 2017


ISBN: 978-3-945326-70-1

Mezopotamien Verlag und Vertrieb GmbH


Gladbacher Str. 407 B
41460 Neuss/Deutschland
Tel.: +49 213 14069093
Web: http://www.pirtuk.eu
e-mail: mezop@hotmail.de / info@pirtuk.eu

4
İçindekiler

Kitaba dair …………...........................……………………………………………… 9

I. Bölüm

Öcalan’dan radikal tedbirler ……................................……………………… 14


PKK ciddi iç sorunlar yaşadı …………………….................................……… 15
Erdoğan’ın Kürt işçiyle diyalogu ……………………..........................……… 17
Öcalan’dan yeni hamle ………..........................…………................................… 18
AKP zorlanıyor ………………………………………………….................……… 20
Karayılan, Ankara’daki toplantıya telefonla bağlandı ………….........… 23
Siyasi parti projesi …………………………………………………..........……… 25
İran kimin DTP’nin başkanı olmasını istedi …………………………… 25
Norveçli heyetin devreye girmesi ………………………........................…… 26
Oslo sürecinin altyapısı nasıl hazırlandı? ……………………........……… 27
Kürt heyeti Cenevre’de ………………………………………………………… 30
Ankara’nın gündemi ve Diyarbakır olayları ……………………....……… 32
Aracı kurumun Kandil ziyareti …………………….............................……… 35
Ahmet Türk ve Emre Taner görüşmesi:
İmralı’ya gönderilen mesaj ………………………………………….....……… 37
Kandil’e beklenmedik mesaj ……………………………………….....……… 38
Yıl 1997. Bursa Cezaevi …………………………………..........……….……… 39
Öcalan’dan Ankara’ya mesaj:
MED TV’yi izlesinler …………………………………………………...……… 41
Ankara’daki PKK-TC görüşmeleri ………………………………….……… 43
Talabani’nin acil kodlu mesajı
ve Karayılan’la görüşmesi …………………………………………………… 44

5
1 Ekim 2006’da ilan edilen ateşkes ve
Ankara’nın tehlikeli oyunu ………………………………………….………… 46
Cenevre’deki merkez ateşkesi şaşkınlıkla izledi ……………..………… 47
Devletin ateşkese yaklaşımı ………………………………………...………… 48
Emre Taner, Erdoğan’a neden ‘korkak’ dedi? …………...........………… 49
Öcalan’ın zehirlenmesi ………………………………………………………… 50
Yeniden çatışma süreci ………………………………………………………… 53
Savaş tırmandı ………………………………………………..................………… 54
Kandil’e ulaşan uluslararası mesaj ……………………………….………… 54
Oremar eylemi ve esir askerler ………………………….............................… 56
Brüksel görüşmesi …………………………………………………….........…… 57
Emre Taner’den PKK’ye ‘esir askerleri öldürün!’ ……………….…… 59
Askerlerin bırakılması ……………………………………………………..…… 59
5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesi ……………………....................……… 60
Zap savaşı ……………………………………………………............................…… 62
Tekrar başlayan görüşme süreci ……………………..........................……… 64
Oslo görüşmelerinin altyapısı ………………………................................…… 65
Cenevre’deki ilk görüşme …………………………………………………… 67
Türk tarafı Kürtlere ne önerdi? ………………………...........................…… 67
Oslo-1 toplantısı ne zaman nerede ve nasıl yapıldı? ……………..…… 68
Hangi PKK yöneticileri istendi, kimler katıldı? ……………………… 70
Görüşmelerin gizli tutulması ……………………..............................……… 71
Tarafların ilk görüşmesi ………………………………………………..……… 71
PKK’nin Oslo görüşmelerine yaklaşımı …………………………...........… 73
Kandil’den Oslo’ya yolculuk ………………………………………………..… 75
Taraflar Oslo’da …………………………………………………...............……… 76
Türk ve Kürt heyetleri bir arada ……………………….........................…… 77
Emre Taner’in Kandil’e gitme isteği ………………………................…… 78
Ankara’nın Öcalan’ı ‘süreç dışı’ gösterme çabası ………………...…… 79
Oslo’daki kriz ………………………………………………....................………… 82
Türk heyeti: Baklavalarımız zehirsiz …………………….................……… 84
‘Terör’ denilince Karasu devreye girer... ………………………….........… 85
Beklenti ve talepler ………………………………………………........………… 86
Görüşmelere katılanların kimlikleri ……………………...................……… 89
PKK yönetimine suikast ………………………………………………..……… 88
Karayılan’ın güvenlik sorumlusu Gelhat ……………………............… 92
Powell kitabında yer verir ……………………………………………………… 93

6
M. Karasu’nun yazısı …………………………………………...........………… 94
PKK’nin sunduğu ‘mini paket’ …………………………………………… 100
Oslo heyetine saldırı …………………………………………………....……… 101
Oslo-2 görüşmesi ve İmralı’dan gelen haber …………………...……… 102
Ateşkese karşılık ‘KCK operasyonları’ …………………………............… 108
Oslo -3 toplantısı …………………………………………………...........……… 110
Oslo-3 mutabakat metni ……………………………………………....……… 113
Alınması gereken önlemler …………………………………………...……… 114
Oslo -4 toplantısı ………………………………………………………...........… 116
Oslo-4 mutabakat metni ……………………………………………………… 117
Oslo -5 ve verilmeyen Yol Haritası ……………………....................……… 120
Oslo -5 mutabakat metni ……………………………………………...……… 121
Habur süreci ……………………………………………………....................…… 123
2010 görüşmeleri …………………………………………………...........……… 129
Brüksel operasyonu …………………………………………………......……… 131
Oslo -6 görüşmesi ……………………………………………………….........… 132
Oslo -6 mutabakatı …………………………………………………….......…… 133
Çatışmalar şiddetlendi ………………………………………………………… 136
Oslo -7 toplantısı ……………………………………………………...........…… 137
Oslo -7 mutabakat metni ………………………………………………...…… 137
Türk ve Kürt taraflarının talepleri ………………………....................…… 138
Öcalan AKP’yi nasıl değerlendiriyordu? ……………………….........…… 139
Tekrar savaşa doğru ……………………………………………………......…… 142
Kandil’i işgal planı ………………………………………………………........… 143
Tahran’daki görüşmeler …………………………………………………….… 144
Kürt sorununun demokratik çözümü ve
adil barışı için eylem planı öneri taslağı …………………….........……… 146
Türkiye’de devlet ve toplum ilişkilerinde
adil barış ilkeleri taslağı ……………………………………………………… 148
Türkiye’de temel toplumsal sorunların
demokratik çözüm ilkeleri taslağı ………………………......................…… 150
Oslo -10 görüşmesi ………………………………………………………......… 152
Oslo-10 mutabakatı …………………………………………………......……… 151
Erdoğan’ın yanıtı ………………………………………………………............… 154
Silvan çatışması ve Kandil’e operasyon ……………………...........……… 155
Kandil saldırısı ……………………………………………………................…… 158
PKK bu sürece nasıl bakıyor? ………………………..............................…… 159

7
Mam Celal’ın Öcalan konferansı projesi …………………………........… 163

II. Bölüm

İmralı süreci Öcalan’dan gelen mesaj ……………….............…………… 167


Paris katliamı: Hakan Fidan’ın mesajı ……………………….............…… 169
Oslo’ya gelen MİT yöneticileri mi katliamı planladı? …………......… 173
2013 Newrozu mesajı ………………………………………………………..… 174
Barış ve demokratik müzakere süreci taslağı ………………………...… 180
Öcalan silahlı mücadelenin son bulduğunu açıklayacaktı... …......… 185
Süleyman Şah operasyonu …………………………………………….……… 190
Dolmabahçe’de yapılan ‘Rojava’ toplantısı ……………………....……… 191
Salih Muslim’e İmralı’ya gitme önerisi …………………………..........… 193
Süleyman Şah Operasyonu nasıl yapıldı …………………….........……… 193

III. Bölüm

Soru ve yanıtlarla PKK’nin müzakere süreçlerine yaklaşımı …… 197


Besê Hozat ile söyleşi ……………………………………………………..…… 198
Mustafa Karasu 2004-2012 sürecini değerlendiriyor …………...…… 212
Murat Karayılan 2012-2015 sürecini değerlendiriyor …………......… 233
Kaynaklar ……………………………………………………...........................…… 245

8
Kitaba dair…

Türkiye’de iktidarın tüm barış ve demokratik çözüm umut-


larını yok ettiği ve hiç olmadığı kadar faşist yöntemleri dayattığı
bir dönemde bu çalışma neden önemli? Oslo süreci sadece barış
çabalarını ifade etmiyor, aynı zamanda bugün yaşanan sürecin
de tüm kodlarını içeriyor. Türk Devleti ve Kürt hareketi arasın-
daki Oslo görüşmeleri bugüne kadar hep parçalı anlatıldı. İlk
kez perde arkasına bu kadar detaylı ve bütünlüklü bir şekilde
ışık tutmaya çalıştık. Birçok görüşmenin mutabakat metinlerini
kitapta bulabilirsiniz. Ancak birkaç görüşmenin mutabakat met-
nine ulaşamadık. Fakat bütün görüşmelerin bir toplamı olan
son görüşmenin mutabakat metni kitabın içinde yer almaktadır.
Bir puzzle gibi bir araya getirdiğimiz parçalar, bu görüşmelerin
arkasındaki gerçeği resmediyor.
Çalışma kapsamında Türk tarafı dışında bu görüşmelerde
yer alan çok sayıda kişiyle konuştuk. Edindiğimiz bilgiler, diğer
tanıklar ve belgelere bakılarak teyit edildi.
Bu görüşmelerin tümü ilgili taraflarca arşivlenmiştir. Gö-
rüşmelerin tüm kayıtları aracı kurumlarda ve taraflarda bulu-
nuyor. Bir gün arşivlerin açılması halinde, gerçekler daha çıplak
bir şekilde gözler önüne serilecektir. Bu “gerçekler”, barış ça-
balarını nasıl heba edildiğini ve barışın Türkiye’deki iktidar blo-
kları ve derin yapılar tarafından nasıl araçsallaştırıldığına ayna
tutuyor.
Görüşmelere aracılık yapan kişi ve kurumların isimlerini ver-
memeye özen gösterdik. Zira bu çevreler 100 yıl da geçse yine
aynı süreçte rol almak istediklerini belirtiyorlar. İlgili çevrelerin
barış süreçlerine katkılarına zarar vermemek ve cesaretlendirmek

9
adına isimlerini gizli tutmayı uygun bulduk. Ancak belki bir gün
onlar da kendi çalışmalarını açık bir şekilde paylaşırlar.
Bununla birlikte aracılara ilişkin şunu not etmek gerekir:
2005-2015 yıllar arasında Türkiye ile PKK arasında arabuluculuk
yapan tüm kişi ve kurumlar Türkiye dışındadır. Türkiye içeri-
sinde hiç kimse böyle bir rol üstlenmemiştir. Sadece devlet,
kendisine yakın bazı gazeteci-yazarlara ‘kamuoyu hazırlamak’
için böyle bir ‘görev vermiştir’. Kısaca Türkiye’den hiç kimse
doğrudan görüşmelerin arabulucusu değildir, olmamıştır.
Sonuç olarak; görüştüğüm 20 kişi ve okuduğum yüzlerce bel-
geden edindiğim izlenim şu; Eğer bu görüşmeler olmasaydı,
belki bugün daha iyi gelişmeler yaşanıyor olacaktı. Görüşmeler,
çözümü değil çözümsüzlüğü derinleştirdi. Çözüm zemini ol-
madan çözüm varmış gibi yapılmış ve sonuçları ağır olmuştur.
İçeride ve dışarıda çözüm kendini dayattıkça AKP ‘çözüm istiy-
ormuş’ gibi yapmış ve hemen ardından savaşa başlamıştır. Tüm
barış çabalarını, kendi çıkarları için araçsallaştırmaktan çekin-
memiştir. Bu nedenle, yaşanan süreçlere ‘çözüm süreci’ değil
‘çözüme operasyon’ süreçleri demek daha doğru olacaktır.
Bu çalışma sırasında materyal bulmama yardımcı olan, okuyup
görüş, öneri ve eleştirilerini sunan, ulaşılması gereken tanıklara
ulaşmama yardımcı olan; Rohat Baran, Doğan Çetin, Seyit Evran,
Halit Ermiş, Afat Bazesor, Maxime Demiralp, Sefkan Ateş, S.
Çiçek, Nurdoğan Aydoğan, Berfin Hezil, Gule Algunerhan, Baki
Gül ve ANF’deki tüm çalışma arkadaşlarıma, meslektaşlarıma
teşekkür ediyorum. Yine Türkiye ve Kürdistan’da çok sayıda in-
sanın bu kitapta emeği vardır. Ancak devletin olası saldırılarına
hedef olmamaları için bir çoğunun isimlerini burada yazamıy-
orum. Kendilerine de çok çok teşekkür ediyorum.
Mart 2017 tarihinde Şengal’de, Türkiye ve KDP’ye bağlı gru-
pların hain saldırısı sonucu hayatını kaybeden Kürt medyasının
değerli emekçisi arkadaşım Nujiyan Erhan’a saygı ve sevgiyle…

Amed Dicle

10
I. BÖLÜM
Miray İnce,
Cemile Kasırga,
Ve
Taybet Ana (İnan) şahsında,
bu savaşta katledilen
tüm insanların anısına…
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Tarih 1 Haziran 2004


Beş yıl geçmişti. Koca bir örgütün geleceği üzerine hesaplar
yapılıyordu. İçerden ve dışardan saldırılar hiç olmadığı kadar
yoğunlaşmıştı. İç çatışmalar güçlendikçe, umut darbe alıyor, di-
reniş sekteye uğruyor ve zaman kaybediyordu. Kaybedilen her
zaman dilimi kan kaybettiriyor, güçsüz düşürüyordu. Saldırılar
çok yönlüydü, çıkış da çok güçlü olmalıydı. Karşı devrime, de-
vrimci bir hamleyle müdahale etmek, geriletmek ve başarısız
kılmak gerekiyordu.
O gün nefesler tutulmuştu. Saldıran güçler şaşkındı. Hesaplar
yeniden ve yeniden yapılıyordu. Bir şeyler ters gitmişti. Oysa
her şey plana uygun gibi görünüyordu. Bir örgütün lideri ulu-
slararası bir komplo sonucu esaret altına alınmış, onlarca yıldır
NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı savaşan bir örgüt ateşkes
ilan etmiş ve savaşçılarını sınır ötesine çekmiş ve iç çatışmalar
başlamıştı. Köklü bir direniş ve mücadele geleneğine sahip, dü-
nyanın en büyük gerilla hareketlerinden birinin tasfiye olacağı
üzerine hesaplar yapılmıştı. Beş yılın sonunda “düşmanlar”
şaşkındı. Hareketli saatler yaşanıyordu. Başkentler arasında gizli
görüşmeler yapılıyor, “acil kodlu” mesajlar gönderiliyordu. Her-
kes o anı bekliyordu. Neler olacaktı? Kürtler zorlu geçen beş
yılın sonunda, yeni bir kıvılcımın yakılacağı o ana odaklanmıştı.
Özellikle son üç yıldır bu an bekleniyordu. 20 yıl önce gerçek-
leşen devrimci çıkışın, atılan ilk kurşunla ortaya çıkan devrimci
hamlenin yeniden doğuşuna tanıklık etmek istiyorlardı.

13
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Bir açıklama gelecekti. Haber ajanslarında, gazetelerde, radyo


ve televizyonlarda stresli dakikalar yaşanıyordu. Tarihi bir şeyler
olacaktı. Ve o an gelip çattı.
HPG Ana Karargah Komutanlığı, yazılı bir açıklama yayım-
layarak, “Tek taraflı ateşkesin sona erdiğini ve artık aktif savunma
pozisyonuna geçtiklerini” duyurdu. Bu tek cümle bile artık yeni
bir dönemin başladığını anlatmaya yetiyordu. HPG açıklamasına
göre, Türkiye’den ‘çift taraflı ateşkes’ bekleniyordu. Aynı açı-
klamada, Abdullah Öcalan’ın 1999’da İmralı’da pekiştirdiği De-
mokratik Çözüm perspektifine bağlılık vurgusu da vardı.
HPG’nin bu açıklaması(1), dönemin siyasal atmosferinin far-
kında olanlar için sürpriz değildi. Ancak Kürt sorununun artık
soğuduğunu düşünenler ve bir daha bu derecede gündeme ge-
leceğini beklemeyenler için şok etkisi yaratmıştı. Zira 1999’dan
beri ilan edilen ateşkes artık sona ermiş, çatışma potansiyeli te-
krar devreye girmişti. Kürt sorununun siyasal çözümü için silahlı
çatışma zemini güçlenmişti.
Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da Kenya’da kaçırılarak İmralı
Adası’na götürüldüğünde, ‘Komplocu Güçler’ ve birçok kesimin
beklentisinin aksine, savaş değil demokratik çözüm projesini
sunmuştu.

Öcalan’dan radikal tedbirler1

İmralı Adası’nda esaret altına alınan Öcalan, Kürt sorununda


barışçıl ve demokratik çözüm zeminini olgunlaştırmak için köklü
ve son derece radikal bazı tedbirler aldı. Bu tedbirlerin gereği
olarak 2 Ağustos 1999’da ‘silahlı mücadelenin durdurulması’
kararını açıkladı. Bununla yetinmedi; savaşı devreden çıkarmak
için tüm gerilla güçlerinin ‘Türkiye sınırları dışına çekilme ka-
rarını’ da aldı. O dönemde PKK’nin silahlı kanadı ARGK Ana-
karargah Komutanı olan Murat Karayılan, bu kararı telsizlerle
‘Türkiye sınırları’ içerisindeki gerillalara aktardı. Bazı gerilla
grupları buna itiraz etti. Zira bu beklenmeyen bir adımdı. Herkes
savaşın daha da derinleşeceğini beklerken, Öcalan barışın yo-

14
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

lunda önemli bir adım atmıştı.


Öcalan’ın bu kararından sonra gerilla güçleri hazırlık yaparak
‘geri çekildi’. Bu çekilme sürecinde Türkiye devleti, gerilla bir-
liklerinin önünü kesme, yoldaki gerillaları düz arazilerde yaka-
layıp infaz etme taktiğini devreye koydu. Çekilme sürecinde yak-
laşık 500 gerilla katledildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
Öcalan’ın bu barış hamlesine oldukça fırsatçı bir şekilde yak-
laşmıştı. Buna rağmen çözüm kapılarını tek taraflı olarak zor-
layan gerillalar, yoğun saldırı altında Kzey Kürdistan ve Türkiye
sınırlarından çekildi. Ve bu durum; 1999 ile 1 Haziran 2004 ara-
sında Kürt sorununda demokratik çözüm için muazzam olana-
klar sundu. Fakat bu zemin değerlendirilmedi. Bu süreç zarfında
Türkiye’de yönetim değişti. Bu zemini değerlendiremeyen Ece-
vit hükümeti tasfiye edilerek yerine Kasım 2002’de AKP hükü-
meti geldi.
Öcalan barış konusundaki ciddiyetini ve ısrarını hem gerilla
güçlerini geri çekerek, hem de çözümün çıtasını olabilecek en
mütevazı, kabul edilebilir bir düzeye taşıyarak gösterdi. Ancak
PKK’nin ısrarlı barış çabalarına olumlu yanıt verilmedi, attığı
adımlar devlet cephesinde demokratik çözüm lehine güven verici
bir karşılık bulmadı. Ecevit döneminde Kürtçe üzerindeki ‘yasak
kaldırıldı’. Devlet Televizyonunda günde 1,5 saat Kürtçe yayın
yapılması gibi sorunu anlamaktan uzak, dar bir çerçeveye sığdı-
ran ve hiçbir yasal güvencesi olmayan kararlar alındı. Köklü çö-
zümü içeren herhangi bir somut adım atılmadı.

PKK ciddi iç sorunlar yaşadı

2002’de yönetimi devralan AKP hükümeti de aynı çizgiyi


sürdürdü. Türkiye devleti bu dönemde PKK’ye karşı şöyle bir
politika yürüttü: Zamana yaymak, zaman içerisinde askeri gü-
çlerin yozlaşmasını sağlamak ve böylece tasfiye etmek. Hedefte,
silahla bitirilemeyen PKK’nin pasifize edilerek bitirilmesi vardı.
PKK içerisinde bu plana zemin olacak unsurlar tespit edilerek
doğrudan veya dolaylı ilişkiler geliştirildi. Yani PKK’nin içine

15
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

önemli bir operasyon yapıldı ve 2002-2003 yıllarında PKK kendi


iç sorunları dışında neredeyse herhangi bir sorunla uğraşamadı.
Tarihinin en büyük iç sorunlarını yaşamaya başladı ve mücadele
edemez duruma geldi.
AKP’nin bu planına uluslararası bazı güçler ve Güney Kürdi-
stanlı bazı partiler de destek veriyordu. PKK’nin mevcut ideolojik
politik duruşundan ziyade liberalize olmuş ve temel amaçların-
dan vazgeçmiş bir oluşum hedeflenmişti. Bu projenin öncü-
lüğünü de o dönemde PKK’nin 11 kişilik ‘Başkanlık Konseyi’
üyelerinden Osman Öcalan ve Nizamettin Taş yapıyordu. Bun-
ların yanında bir kısım üst ve orta düzeyde PKK kadroları da
yer alıyordu. Durum PKK açısından çok ciddiydi ve hareket son
derece tehlikeli bir badire ile karşı karşıyaydı.
Öcalan, avukatları ve ailesi aracılığıyla bu gelişmeleri takip
ediyor ve kurduğu partinin bu düzeyde iç sorunlarla uğraşmasına
öfkeleniyordu. Bu gelişmelerin yaşandığı dönemde, Öcalan yeni
savunmasını hazırlıyordu. 2004 yılında tamamlanan ve “Bir Halkı
Savunmak” adı altında kitaplaştırılan savunmalarında PKK yö-
netimine ağır eleştirilerde bulunan Öcalan, hareketin bu so-
runları nasıl aşması gerektiğini anlatıyordu.
2003 yılının Mart ayında ABD Irak’a müdahale edince, PKK
içerisindeki söz konusu grup artık açıkça meydan okumaya
başladı. Osman Öcalan ile Nizamettin Taş’ın öncülük ettiği
grup, ayrı düşündüğünü, ayrı yaşamak istediğini deklare etti.
Irak müdahalesiyle bölgenin kaderi yeniden şekil almaya başla-
dığında, PKK hareketi bu yeni duruma karşı politika belirlemek
ve aktif bir mücadeleyi geliştirmek isterken, iç sorunlar çok
önemli bir ayak bağı oldu. Türkiye yönetiminin istediği gelişme-
ler yaşanıyordu. PKK, Türkiye’yi rahatsız edecek herhangi bir
askeri ve siyasi hamle yapacak durumda değildi. PKK yönetimi
bu duruma müdahale etmede gecikti. 2003’te müdahale edil-
medi. Sorun daha da ağır bir hal almaya başladı.
Türkiye devletinin demokratik çözüm için adım atmayacağı
artık anlaşılmıştı. Öcalan yaptığı görüşmelerde bu durumu net
bir şekilde izah ediyordu.

16
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Bu süreçte artık iktidar olmuş olan AKP, Kürt sorununa rahat


yaklaşıyor ve böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyordu. AKP-
Erdoğan, PKK’nin tek taraflı çatışmasızlık kararını çözüm için
bir olanak olarak kullanmak yerine ‘çatışma yoksa sorun da yok-
tur’ yaklaşımına kapıldı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Er-
doğan’ın Rusya gezisi sırasında orada çalışan bir Kürt işçinin
“Kürt sorununu ne yapacaksınız” sorusuna “Düşünmezseniz
böyle bir sorun yoktur” cevabı, adeta bu dönemi özetliyordu.
Asırlık bir sorun ve kökleri tarihin derinliklerine uzanan bir
halk gerçekliği, basit bir cümleyle yok sayılıyordu.

Erdoğan’ın Kürt işçiyle diyalogu

Erdoğan 2002 yılında Moskova’da Türk Ticaret Merkezi’nin


inşaat çalışmalarını yerinde incelediği bir esnada şantiyede ça-
lışan Karslı bir Kürt işçiye verdiği cevapta bu politikasının özünü
anlatmıştı. Diğer bir ifadeyle, sorunu hiçleştiren bu yaklaşım,
iktidarın Kürt sorununu nasıl ele aldığına ayna tutuyordu.
Zülfikar Boran isimli işçi, Erdoğan’dan Kürt sorununu çözme-
sini isteyince şu diyalog yaşandı:
Boran: Kürt sorunu hallolmalı.
Erdoğan: Ben biliyorum. Ben Siirt’ten evliyim. Yani Siirt’ten
evlenebilmişim.
Boran: Bu acıların yaşanmasını istemiyoruz.
Erdoğan: Sorun var diye inanmayacaksın. Yok diye inana-
caksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen,
sorun ortadan kalkar. Biz böyle bir sorun yok diyoruz.(2)
Erdoğan’ın bu sözleri sarf ettiği dönemde Kürdistan Özgürlük
ve Demokrasi Kongresi (KADEK) kurulmuştu. Kürt hareketi
KADEK adıyla barış taleplerini yayınladığı deklarasyonlarla so-
mut bir şekilde ortaya koyuyor, barıştaki ısrarını vurguluyordu.
Aralık 2002’de yayınlanan 24 maddelik bir çözüm deklarasyo-
nunda, barışın tesis edilebilmesi için devletin atması gereken
adımlara yer veriliyordu. Ancak talepler karşılık bulmadı. Mart
2003’te siyasi faaliyet yürüten Halkların Demokratik Partisi (HA-

17
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

DEP) kapatıldı. Baskı ve saldırılara rağmen Kürt cephesinde


toplumsal barış talebiyle bir kampanya başlatıldı ve Mayıs ayında
1 milyon imza Türk Meclisi’ne sunuldu. Öcalan, çözüm çaba-
larının reddedilmesi halinde yaşanacak olası gelişmeler konu-
sunda sık sık uyarılar yapıyordu.
AKP o dönemde ‘düşünmezsen yoktur’u düstur edinmişti.
Bu, bir politika olarak belirlemişti. PKK’den ayrılan ekip de
kendini ‘Kürtlerin AKP’si’ olarak tanımlıyordu. Yani; değişimci,
yenilikçi bir iddiayla öne çıkmışlardı. Öcalan’ın yapmak istediği
hamleye karşı PKK içerisinde böyle güçlü bir ekip tutum alınca
AKP kendi planında ısrarcı oldu ve süreç bu şekilde devam etti.

Öcalan’dan yeni hamle

Öcalan bu duruma karşı yeni bir hamle yaptı. Atina’daki da-


vasına sunulmak üzere bir savunma yazdı(3) ve bu savunma kitap
şeklinde basıldı. Öcalan savunmasında kendi hareketine sistem
değişikliği önerdi. Bunu ‘Kongreler Sistemi’ şeklinde formüle
etti. KADEK feshedildi ve Öcalan’ın önerisi çerçevesinde 2003
yılının ikinci yarısında Kongra-Gel (Halk Kongresi) kuruldu.
Ve Öcalan, devletin çözümsüzlük politikasına karşı ‘Aktif Sa-
vunma’ kararının alınmasını istedi. Artık “tek taraflı ateşkes an-
lamını yitirmiştir” dedi.
PKK yönetimi, Öcalan’ın bu öneri ve görüşlerini değerlend-
irmek ve hayata geçirmek üzere Temmuz 2003’te toplandı. Ama
ters bir durum yaşandı. ‘Sistem değişecek, ateşkes sona erecek’
kararı alınmak üzere toplanan PKK yönetimi, bazı üyelerin “sa-
vaşı bırakalım” talebiyle karşılaştı. Osman Öcalan ve Nizamettin
Taş gibi yöneticiler bu fikre öncülük ediyordu. PKK Merkez
Komite Üyesi olan Dursun Ali Küçük, “artık devrim lafını et-
meyelim, devrimi literatürden çıkaralım” diyerek söz konusu
grubun fikirlerini özetledi. Öcalan’ın istediği hamleye karşıt
hamle geliştirilmişti.
Bu toplantıdan bir karar çıkamadı. Öcalan, devletin çözüms-
üzlük politikasına karşı tutum alarak, görüşmelere çıkmayı red-

18
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

detmişti. Temmuz 2003 toplantısında mücadele kararı alamayan


PKK yönetimi, bir ‘Yol Haritası’ ilan etti. Bu karar KADEK ta-
rafından alındı. Söz konusu olan, ateşkes koşullarının sağlanması
ve son aşamada silahların bırakılmasını içeren üç aşamalı bir
yol haritasıydı. Toplantısının sonuç bildirgesinde, Türk devleti-
nin yol haritasını reddetmesi halinde savaşın gelişebileceği uy-
arısı yapıldı. Örgütün tavrı, “Üç ay içerisinde devlet adım at-
mazsa, durumu değerlendiririz” şeklinde özetlendi. Üç ay
tamamlandı. Bu süreçte Kongra-Gel’in ilanı yapıldı. Kongra
Gel Kongresinde, Osman Öcalan ve Nizamettin Taş’ın öncü-
lüğündeki grubun etkisi belirleyici oldu. Öcalan’ın fikirlerini
temsil eden PKK yöneticileri etkisiz kaldılar. Sonraki süreçlerde
bu durumun ağır öz eleştirileri yapıldı. Hareket, adeta hareketi
bitirmek isteyen bir ekibe bırakılmıştı. Bu durumdan en fazla
rahatsız olanlar, ideolojik çalışma alanı ve silahlı güçlerdi. HPG
yönetimi yeni sürece ilişkin bazı askeri planlar yaptı ve bunu
Kongra Gel yönetimine sundu ancak proje, tasfiyeci ekibin ağır-
lıkta olduğu Kongra Gel yönetimi tarafından kabul edilmedi.
HPG, bu süreçte yeniden bir savaş başlatmak yerine, ‘devleti
uyarma’ amacıyla bazı hamleler geliştirmeyi planlamıştı. Ama
bu plan durduruldu. Bunun üzerine HPG’de mücadele etmek
isteyen yönetim üyelerinin etkisiyle 25 Şubat 2004 tarihine ge-
lindiğinde yeni bir karar aldı. Eğer 1 Haziran 2004 tarihine kadar
devlet adım atmazsa, ‘hamle başlatılacak’ ve tek taraflı ateşkes
sona erecekti.
Aynı tarihlerde Öcalan da benzer içerikte perspektifler sundu.
Bu yılın bahar aylarında Kongra-Gel 2. Kongresi yapıldı. Öcalan
çizgisini temsil eden kadrolar yönetime ağırlığını koydu. Kon-
greye sunulan bir taslak karar altına alındı.
1 Haziran 2004’e gelindiğinde devlet adım atmayınca Öcalan
çizgisini temsil edenlerin aldığı hamle kararı pratiğe geçti.
Tabii, 1999 ile 2004 yılları arasında tek taraflı ateşkes vardı.
Geri çekilme süreci dışında birçok gerilla grubu katledildi. De-
vlet fırsat bulduğu yerlerde operasyona çıkıyordu. Örneğin;
Ağustos 2003’te Batman Beşiri’de yolda giden 7 kişilik gerilla

19
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

grubu pusuya düşürüldü ve katledildi. Yine Kasım ayında Bin-


göl’de 14 gerilla katledildi.
Hem zamana yayıp tasfiye etme, hem de fırsatı bulduğunda
vurma siyaseti gündemde olduğu açık bir şekilde görülüyordu.
PKK’nin, buna karşı daha fazla sessiz kalması, kendi fermanını
yazması anlamına gelecekti. Zira PKK’yi ölüme doğru, hareketi
bitirmeye dönük bir konsept işliyor; PKK ise barışçıl çabaları
sürekli gündemleştirerek beklentiye giriyordu. Bu durum PKK
için daha uzun süremezdi. Ve bu düşünce temelinde 1 Haziran
Hamlesi başladı.

AKP zorlanıyor

Kasım 2002’de yönetimi devralan AKP ile PKK yönetimleri


arasında 1 Haziran 2004 tarihine kadar hiçbir temas olmadı.
Ve PKK bu kararı açıkladıktan sonra AKP beklenmedik bir
durumla karşılaştı. Gerilla eylemleri ve siyasal hamleler geliştikçe
AKP zorlandı; PKK’nin bu hamlesini engellemek için Güney
Kürdistan’la ilişkilenmeye başladı. ‘Posta yalayıcıları’, ‘aşiret
ağaları’ diye aşağıladıkları KDP ve YNK yönetimi ile ilişkilen-
meye başladı. Türkiye, reddettiği Güney Kürdistan yönetimine
müthiş derecede ihtiyaç duymaya başladı. Güney Kürdistan’ı
da karşısına alma yerine artık ilişki kurma, birlikte hareket etme
ve bu temelde PKK’yi tasfiye etme konseptine geldi. Böylelikle,
kabul edilmeyen ve küçük bir fırsatta ortadan kaldırılmak istenen
Güney Kürdistan Federasyonu, PKK’nin 1 Haziran Hamlesi ile
Türkiye devletinin hedefi olmaktan çıktı. KDP yönetimi de bu
durumdan faydalandı ve kendisini örgütledi. Varlığını pekiştirdi,
ayakta kaldı. 1 Haziran 2004 hamlesi başladığında “Apo Genel-
kurmayla anlaştı, savaş başlatarak Güney Kürdistan kazanımla-
rını boğduracak” şeklinde karalama kampanyası yürütenler de
oldu. Ancak zaman geçtikçe Güney Kürdistan federasyonunu
asıl koruyanın bu hamle olduğu daha iyi anlaşıldı.
Kürt hareketi 1 Haziran Hamlesi’nin ikinci bir “15 Ağustos
Hamlesi” olarak değerlendirdi. Öcalan açısından “geç kalmış, geç

20
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

başlamış” bir hamleydi. Öcalan, 15 Ağustos 1984 Atılımı’nı da geç


kalmış bir eylem olarak değerlendirmişti. 1999’da esaret altına
alındıktan başlattığı ateşkesin artık hükümsüz olduğunu 2003 ya-
zında ilan etmişti. Daha sonraki yıllarda yazdığı savunmalarında
“Benim mücadele etme imkanım olsa, 2002 sonundan itibaren
yeni bir direniş sürecini geliştirirdim” diyordu. AKP, 3 Kasım
2002’de iktidar olduğunda, Öcalan bu hükümete demokratikleşme
yönünde adım atması için üç aylık zaman tanınmasını istemişti.
Eğer bu adımlar gerçekleşirse kayıtsız destek mesajı veren Öcalan,
aksi halde direnişe geçilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ancak bu-
nun pratikleşmesi gerilla cephesinde 1 Haziran 2004’ü buldu.
Yıllar sonra, KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan Ha-
ziran 2012’de yaptığı bir değerlendirmede, “1 Haziran 2004
hamlesi AKP politikalarına karşı aynı zamanda onları deste-
kleyen, onlarla birleşen ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesine
karşı, bu müdahalenin PKK’ye yönelik boyutuna karşı direnişti”
diyecekti.
PKK, Serxwebûn dergisinde 1 Haziran hamlesinin onuncu
yıldönümü olan 2013’te şu tespiti yapacaktı: “1 Haziran 2004
hamlesi aslında Kürdistan üzerinde uygulanan kültürel soykırım
rejimine, onun 15 Şubat 1999’da gerçekleştirdiği uluslararası
komplo saldırısına, bu saldırıların AKP iktidarı biçiminde örgüt-
lendirilip yürütülmesine karşı bir direniş hamlesi olduğu kadar,
tüm bunların içimizdeki uzantısı olan, ‘içimizdeki düşman’ de-
diğimiz ihanete, işbirlikçiliğe, tasfiyeciliğe, provokasyona karşı
da bir direniş hamlesi olma özelliği esastır.”
Bu değerlendirmenin yapıldığı sırada, yeni bir ateşkes devre-
deydi. 2013 Newroz’unda başlatılan ateşkes ve PKK ile devlet
arsındaki görüşmeler halen devam ediyordu. Ancak devlete çö-
züm konusunda güven duyulmuyordu. Aynı yazıda AKP’ye dair
şu tespitlere yer veriliyordu: “AKP hükümeti süreci uzatarak,
hareketimizi mücadelesiz kılarak eritmeye, zamana yayıp etkisini
zayıflatmaya, mümkünse parçalamaya çalışıyor. Kürtleri kendi
içinde bölüp parçalayarak, iyi-kötü ayrımı yapıp birbirinden ko-
partarak, fırsat bulursa çatıştırarak Kürt gücünü devrimci, de-

21
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

mokratik gücü zayıflatmak istiyor. Fırsat bulduğunda son darbeyi


vurmaya hazırlanıyor. Ama buna karşı hareket olarak, Önderlik
olarak da AKP’nin maskesini iyice düşürdük.”
Gerilla cephesinde 1 Haziran Hamlesi başlatıldığında, AKP,
bu hamleyi püskürtmek için iç ve dış çabalarını yoğunlaştırdı.
PKK içerisinde bu hamleden yana olmayan eğilimler tasfiye
edildi ya da örgütten ayrılarak Güney Kürdistan’a yerleştiler. Bu
grup ayrı bir yapı kurarak ‘PKK’ye karşı mücadeleyi dışarıdan
yürütmeyi’ esas aldı.
Eylül ayında gelindiğinde devlet, tutuklu DEP’li milletvekil-
lerini serbest bıraktı. Dönemin AKP yönetimi DEP’lilerle gö-
rüşerek sorunların Avrupa Birliği’ne (AB) girilmesiyle çözüle-
ceğini telkin etti. Bu yaklaşım Kürtlere empoze edilerek PKK’nin
başlattığı hamlenin meşruiyeti tartışmaya açılmak istendi.
Kürdistan illerinde dolaşan ve yüz binlerce insan tarafından
karşılanan DEP’li vekiller, Öcalan ve PKK gerçeği gözardı edi-
lerek sorunun çözülemeyeceğini anlattı. Öcalan, DEP’li vekil-
lerin önüne siyasal bir program koyarak aktif olmalarını istiyordu.
Toplum odaklı Demokratik Toplum Kongresi projesi işte bu ta-
rihlerde geliştirildi. Öcalan, bu yapının siyasi bir partiden daha
geniş bir yelpazede hareket etmesini ve tüm toplumsal kesim-
lerin de bunun içinde yer almasını, DEP’lilerin de buna öncülük
etmesini istiyordu. Daha sonra Demokratik Toplum Partisi-
DTP olarak siyasi parti şeklinde örgütlenen bu çalışma için
yüzlerce toplantı yapıldı. DEP’liler AB tarafından da desteklendi;
onlar kendi amaçları doğrultusunda bu desteği veriyorlardı.
Türkiyeli çok sayıda çevre tarafından da kabul gördü.
DEP’li vekiller daha sonra, Demokratik Siyasal Çözüm için
bazı arayışlara girdi. Bu süreçte çok sayıda aydın, gazeteci, yazarla
görüşmeler, toplantılar yapıldı. Bunlar neticesinde Başbakan
Erdoğan ile görüşmek üzere 10 kişilik aydınlar ekibi kuruldu.
Bu çalışmayla doğrudan ilgilenen eski DEP Şırnak Milletvekili
Orhan Doğan, sürekli Murat Karayılan ile telefonla görüşerek
istişare ediyordu. Karayılan, Doğan’a demokratik çözüm çaba-
larına destek sunduklarını aktarıyordu.

22
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Karayılan, Ankara’daki toplantıya


telefonla bağlandı

Temmuz 2005.
Ankara’da bir araya gelen 10 aydın, birkaç gün sonra Er-
doğan’la görüşeceklerdi. Aydınların bir araya gelmesini sağlay-
anlardan Orhan Doğan da toplantıda hazır bulunuyordu. Bi-
razdan bir telefon bağlantısı kurulacaktı. Telefonun diğer ucunda
Murat Karayılan vardı.
Karayılan katılımcıları selamladı, katılımcılar da onu. Gö-
rüşme kısa sürdü. Karayılan, bir kez daha demokratik çözümden
yana olduklarını ve bunun için karşılıklı adım atmaya hazır ol-
duklarını, Başbakan’a bunun aktarılmasını istediklerini talep
etti.
Erdoğan ile görüşecek 10 kişilik aydın ekibi PKK’den çözüm
için destek almıştı.
Birkaç gün sonra 10 kişilik heyet Erdoğan ile bir araya geldi.
Erdoğan, heyetin Murat Karayılan ile telefonla görüştüğünü
biliyordu. Toplantı olumlu geçti. Erdoğan, heyet aracılığıyla
PKK’ye “Yakın bir zamanda Diyarbakır’a gideceğim, orada ko-
nuşacağım. Beni izlesinler” mesajı gönderdi. Görüşmeden sonra
Erdoğan’ın bu konuşması telefonla Karayılan’a aktarıldı.
Heyet, Karayılan’a şu mesajı illetti: Erdoğan yakında Diyar-
bakır’a gidecek. Orada da bize söylediğini açık konuşacak. De-
vletin geçmişte hatalar yaptığını, Kürt sorununun sadece Kürt-
lerin değil, tüm Türkiye’nin sorunu olduğunu, çözmemiz
gerektiğini söyleyecek; bu çerçevede bir beyanatta bulunacak.
Erdoğan, PKK’ye ‘beni izlesinler’ mesajı göndermişti. PKK
mesajı beklemeye başladı. Olumlu bir adım atılırsa anında
karşılık verilecekti.
Erdoğan Diyarbakır’a gitti. Kitlesel bir karşılama bekliyordu.
Ancak alanda 500 kişiye konuştu. Konuşmadan sonra Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi’ne ziyarette bulundu.
Erdoğan, burada dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye

23
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Başkanı Osman Baydemir ile yaptığı görüşmede, PKK’nin 1


Haziran 2004’te başlattığı süreci sona erdirmesini istemişti.
PKK’yi kastederek, 1 Haziran sürecinin hem AKP’ye hem de
gerilla hareketine zarar vereceğini savundu. Gerilla karşısında
sıkıştığı anlaşılan Erdoğan, çatışmaların sürmesini istemiyordu.
Bu nedenle sürecin durması çağrısını yapıyordu. Bu manevra,
Erdoğan’ın her sıkıştığında başvurduğu bir yöntem olarak dikkat
çekiyordu.
Erdoğan’ın gerek miting meydanı ve gerekse Baydemir’le yap-
tığı görüşmede verdiği mesaj netti: PKK’den ateşkes istiyordu.
Daha önce “Diyarbakır’daki konuşmamı izlesinler” mesajını
ilettiği PKK yönetimi Erdoğan’ın mesajını almıştı.
Osman Baydemir, görüşmeden bir gün sonra ilk uçakla Brük-
sel’e giderek kısa görüşmenin ve mesajın içeriğini PKK Avrupa
Yönetimine aktardı. Avrupa’daki PKK Yönetimi konuyu Kandil’e
iletti ve PKK, bu mesaja cevaben 20 günlük ateşkes ilan etti.
PKK bu cevabı vermişti ama Kürt tarafı gelişmelere şüpheyle
bakmayı elden bırakmıyordu. PKK yönetimi, “Tamam, konuştu,
olumlu bir hava oluştu. Biz de ateşkes ilan ettik. Adım atılması
gerekiyor” fikrindeydi.
Adım atılmadıkça Kürt tarafı, Erdoğan’a duyulan şüphede
haklı çıktığını düşünüyordu. Ancak AB çevreleri AKP’nin bu
sorunu çözebileceğini ve Kürtlerin de destek sunması gerektiğini
düşünüyordu. PKK çevrelerine de bu çerçevede sürekli telkinde
bulunuluyordu.
20 gün sona erdi. Ne bir adım atıldı ne de PKK’ye herhangi
bir mesaj gönderildi. Tam tersine, Ağustos ayında toplanan
MGK’de ‘terörle sonuna kadar mücadele kararlılığı’ bir kez
daha deklare edildi.
Böylece, Erdoğan’ın 2006 yılında Cengiz Çandar’a “Yanlış
yaptım, o konuşmayı yapmamalıydım” dediği (Cengiz Çandar,
Mezopotamya Ekspresi kitabı) Diyarbakır konuşması ve aka-
binde PKK’nin ilan ettiği ateşkes, öncesindeki 10 kişilik aydın
heyetinin girişimleri de heba olmuştu.

24
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Siyasi parti projesi

Bu süreçte Kürt hareketi ağırlığını yine siyasal çalışmalara


vermişti. Demokratik Toplum Kongresi partileşmeye gidiyordu.
Öcalan’ın İmralı’dan sunduğu demokratik konfederal bir sistem
olan KCK sistemi resmen ilan edilmiş, “Öcalan siyasi irademdir”
kampanyaları hız kazanmıştı.
Artık 2005 yılının sonları, 2006’nın başlangıcıydı. Bu süreçte
çok önemli iki gelişme yaşanacaktı.
Eski bir Büyükşehir Belediye Belediye Başkanı Kandil’e bir
mesaj göndererek siyasi bir parti kuracağını ve Kürt hareketin-
den destek istediğini iletiyordu. Adını gizli tuttuğumuz söz ko-
nusu belediye başkanının ilettiği mesaj şu şekildeydi: ‘Ben parti
kuracağım, siz de beni destekleyin. Türkiye’yi demokratikleştir-
mek, Kürt sorununu çözmek istiyoruz. Ama böyle hemen olmaz,
adım adım olur. Beni desteklerseniz bu alanı açarız.’
Ama DEP’lilerin öncülüğünde Demokratik Toplum Partisi-
DTP kurulma aşamasına gelmişti. Neticede Kürt hareketi, ku-
rulması önerilen siyasi partiye destek vermedi. Zira Öcalan’ın
projesi olarak DTP zaten devreye giriyordu.

İran kimin DTP’nin başkanı olmasını istedi

DTP’nin kurulması kararından hemen sonra çok önemli ge-


lişmeler yaşandı.
Kongreden bir süre önce İran yönetimi PKK yönetimine me-
saj göndererek acil görüşme talebinde bulundu. Buna karşılık,
Mustafa Karasu başkanlığındaki dört kişilik PKK heyeti, İran’a
hareket etti. İranlılar, beklenmedik bir konu ve gündemle
PKK’nin karşısına çıktı. Konu; Türkiye’de yeni kurulan DTP’nin
başkanlığına kimin getirileceğiydi.
İran yönetimi, DTP’nin başına tanınmış bir kadın siyasetçinin
geçmesini istiyordu. ‘Böyle olursa sizin için daha iyi olur. Başka-
ları kullanacağına sizin denetiminizde olur’ diyerek PKK’yi ikna
etmeye çalışıyordu. Aynı siyasetçi Avrupa Birliği çevreleri tara-

25
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

fından da DTP’nin başına geçmesi için öneriliyordu. PKK tarafı,


İran’la AKP’nin o dönemdeki ilişkilerini de değerlendirerek,
bunun bir AKP projesi olduğunu düşündü. AKP ve KDP ara-
sındaki ilişkiler de iyi olduğundan, KDP’nin de işin içinde olma
ihtimali yüksekti. İran’da üç gün süren çetin tartışmalardan
sonra bu öneri kabul edilmedi. PKK tarafı, DTP başkanının
parti kongresinde seçileceği ve buna karışmayacaklarını, öner-
dikleri ismi de desteklemeyeceklerini aktardı. Görüşme sona
erdi, heyet Kandil’e geri döndü.
Ve DTP Kongresinde Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk eş başkan
olarak seçildiler. Böylece Öcalan’ın önerdiği eş başkanlık modeli
ilk defa hayata geçirilmiş oldu.

Norveçli heyetin devreye girmesi

2005 yılının ortaları.


Avrupa’daki uluslararası bir toplantıda Başbakan Erdoğan ile
bir araya gelen eski bir Norveç Başbakanı (onayı alınmadığı için
ismi yazmadık), Kürt hareketi ve Türkiye arasındaki sorunun
çözümü için inisiyatif almak istediklerini söyledi ve kendilerinin
bu konuda ne düşündüğünü sordu.
Erdoğan, önceki girişimlerden söz etmeyerek, böyle bir gi-
rişimin olumlu olacağını belirtti. Erdoğan, daha sonra Norveç
Dışişleri Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı da yapan muhatabını
dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’e yönlendirdi.
Norveçli siyasetçi Erdoğan’dan ‘olumlu sinyal aldı ve PKK
Avrupa yönetimiyle görüşerek aynı talepte bulundu. Bunun üze-
rine Norveçli aracılar Kandil’e giderek Murat Karayılan ve Duran
Kalkan ile bir görüşme gerçekleştirdi.
Bu görüşmeler daha çok ‘tarafları yoklamak, neler düşün-
düğünü anlamak’ şeklinde sürdü.
Norveçli aracılar Kandil ile görüştükten sonra, eski Norveç
Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, ‘PKK hareketinin barıştan yana
olduğunu, izlenimlerinin böyle ve olumlu olduğunu, Türk tara-
fıyla da görüşeceklerini’ PKK Avrupa yönetimine aktardı.

26
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Norveç heyeti Emre Taner’le iki defa görüşüp PKK’li muha-


taplarını konu hakkında bilgilendirdi ve bu diyalog böylece devam
etti. Ancak tarafların bir araya getirilmesi için henüz çok er-
kendi…

Oslo sürecinin altyapısı nasıl hazırlandı?

2005 yılındayız yine. Aralık ayı.


Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda ‘AB, Türkiye ve Kürt
Sorunu’ konulu bir konferans düzenleniyordu.
Avrupa Birliği Sivil Kurumu tarafından organize edilen kon-
feransta Türkiye ve Avrupa ülkelerinden çok sayıda önemli ka-
tılımcı hazır bulunuyordu.
Toplantı arasında daha önce tanıdıkları ve sürekli temas ha-
linde oldukları Kürt siyasetçi Adem Uzun’un yanına yaklaşan
iki İngiliz temsilci, çok önemli bir konuda özel görüşmek iste-
diklerini aktardı.
Söz konusu iki İngiliz vatandaşı, birçok sivil kurumda çalışan,
Kürt sorunu konusunda aktif kişiler olarak biliniyordu.
İngiliz temsilciler, görüşmenin dışarıda, caddede ve kısa bir
şekilde yapılmasını talep edince üçlü dışarıya çıktı.
Brüksel Shuman bölgesindeki Avrupa Parlamentosu binasının
önünde yürüyen İngiliz temsilciler Adem Uzun’a kısa ve net bir
mesaj aktardılar. İngilizler, görevli oldukları sivil toplum örgütü
adına değil, merkezi Cenevre’de olan bir kurum adına konuştu-
klarını, PKK ile Türkiye devleti arasında ‘barış görüşmeleri için
arabuluculuk’ yapmak istediklerini söylediler.
İngiliz temsilciler, Türkiye devletiyle görüştüklerini ve Kan-
dil’e giderek PKK yönetimiyle de görüşmek istediklerini belirt-
tiler.
Mesaj Kandil’e iletilecek ve cevap beklenecekti. Bu görüşme-
den sonra üç kişilik ekip, tekrar konferans salonuna dönerek
katılımcılar arasında yerlerini alır.
İngiliz temsilcilerinin bu mesajını değerlendiren PKK Avrupa
yönetimi, muhatabın Kandil olduğunu belirterek mesajın doğru-

27
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

dan oraya aktarılması gerektiği sonucuna vardılar. İngiliz tems-


ilciler de zaten mesajın PKK’nin merkez yönetimine aktarıl-
masını talep etmişti.
Bu gelişmeden sonra Adem Uzun, 2006 yılının hemen başında
Güney Kürdistan’a uçarak oradan Kandil’e gitti. Çok çetin bir
kış vardı ve hareket etmek neredeyse imkansızdı. Uzun ve zorlu
bir yolculuktan sonra, o dönem KCK Yürütme Konseyi Başkanı
olan Murat Karayılan ile görüştü, mesajı doğrudan kendisine
aktardı.
Uluslararası bir kurum devreye girmek, inisiyatif almak istiyor
ve PKK ile Türkiye Cumhuriyeti arasında arabuluculuk için na-
bız yokluyordu. Heyetin amacı Kandil’e gitmek ve konuyu mu-
hataplarıyla doğrudan tartışmaktı. Bu inisiyatif, Norveçli ara-
buluculardan ayrıydı ve görüşmelerde diğer aracılardan hiç söz
edilmedi.
Evet, merkezi Cenevre’de bulunan uluslararası bir kurum,
İngiliz temsilciler aracılığıyla mesajı Kandil’e ulaştırmıştı. Murat
Karayılan ve o dönem KCK Yürütme Konseyi Başkan Yardım-
cılığı yapan Duran Kalkan ile Evindar Ararat, bu mesajı değer-
lendirdikten birkaç gün sonra, ‘Prensip olarak evet’ cevabını
verdiler.
Kürt tarafı yanıt vermiş ve Cenevre merkezli kurumun ara-
buluculuk girişimine kapıyı açmıştı. Mesaj tekrar Adem Uzun
üzerinden Avrupa’ya gönderildi. İngiliz aracılarla görüşme ay-
arlandı.
2006 Ocak ayı sonraları.
Kandil’den mesaj geldikten iki üç hafta sonra, Brüksel Hilton
Oteli. Kürt tarafı ile Cenevre’deki ‘aracı kurumun’ temsilcileri
bir araya gelecek ve Kandil’den gelen yanıt resmen aktarılac-
aktı.
Kürt tarafından Remzi Kartal, Adem Uzun ve Zübeyir Aydar;
aracı kurumdan ise yine İngiliz temsilciler görüşmede hazır bu-
lunuyordu. Taraflar, Avrupa Parlamentosu binası önündeki gö-
rüşmeden yaklaşık iki ay sonra bu defa farklı bir ortamda ve
karşılıklı heyetler şeklinde oturuyordu. Ama bu süre zarfında

28
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

önemli gelişmeler ve her iki taraftan da ‘yeni haberler’ vardı.


Bu ‘haberlerin’ aktarılmasından önce İngiliz temsilciler, Kürt
tarafının fotoğraflarını çekmek istediğine dair talepte bulundu.
Bu talep önce şaşkınlıkla karşılandı ama daha sonra nedeni an-
laşıldı. Aracı kurumun temsilcileri, kendilerini destekleyen hü-
kümet ve kurumlara görüşmeleri kanıtlamak için böyle bir yön-
tem belirlediklerini iletti. Bu talep gerçekleştikten sonra, aracı
kurum, ‘yeni haberi’ de aktardı. Bu habere göre Kürt tarafı Kan-
dil’de kendi arasında bu mesajı değerlendirdiği süreçte aracı
kurumun temsilcileri de Ankara’ya gidecek ve Türk tarafına
aynı talebi iletecekti. Kürt tarafının bu durumdan haberi yoktur
ve böylece kurumun her iki tarafla doğrudan diyalog içinde ol-
duğu anlaşılmış oldu.
Kürt tarafı ise Kandil’den gelen mesajı aktardı. KCK yönetimi,
görüşme ve diyaloglara hazır olduğunu ve isterse aracı kurumun
temsilcilerinin Kandil’e gidebileceklerini, kendilerini karşılay-
abileceklerini iletti.
Aracı kurum bu görüşmede, tarafların karşılıklı olarak bir
araya getirilmesine dair herhangi bir gündem açmadı. Ancak
taraflarla konuşarak, sorunun çözümü için zemin yokladığını ve
sistematik olarak görüşmelere devam etmek istediğini aktardı.
Kürt tarafı buna hazır olduğunu tekrarladı ve kurum temsilci-
lerinin Kandil’e gitmesi için gerekli çalışmaların başlayacağını
aktardı.
Aracı kurum Kandil’e gitmeye hazırdı. Fakat bunun için kışın
geçmesi gerekiyordu, baharla birlikte bu girişim hemen yapı-
lacaktı. Girişimlerine ivme kazandırmak için de Kürt tarafını
Cenevre’deki merkezine davet etti ve davet en kısa zamanda ya-
pılmak üzere planlandı. Kürt tarafı ile aracı kurumun görüşme-
leri bu defa daha kapsamlı ve geniş bir gündemle yapılacaktı.
Burada bir noktaya tekrar dikkat çekmekte fayda var: İngiliz
temsilcilerin görevli olduğu Cenevre’deki kurum ile görüşen
Kürt tarafı aynı zamanda Norveçli aracılarla da görüşmelerini
sürdürüyordu. Her iki tarafın birbirinden haberi yoktu. Ama
her iki aracı heyet de hem Kürt hem de Türk tarafı ile görüşme-

29
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

lerini sürdürüyordu. Zamanla Cenevre’deki kurumun inisiyatifi


daha da pekişti. Kitabın önümüzdeki bölümlerinde, iki ayrı ini-
siyatifin yaptığı görüşme ve çalışmaları ayrıntılarıyla öğrene-
ceğiz.

Kürt heyeti Cenevre’de

4 Şubat 2006 gecesi.


Fransa’dan İsviçre’ye giriş yapan Belçika plakalı bir araç polis
tarafından durduruldu. Normalde rutin bir yol kontrolü gibi gö-
rünüyordu. Ama polis araçtakileri indirip kimliklerine bakınca
ortam gerildi. Araçtakiler yüzleri duvara yaslanarak gözaltına
alındı ve karakola götürüldü.
Araçta Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Adem Uzun ve bir kişi
daha bulunuyordu. Kim oldukları ve nereye gittikleri soruldu.
Kürt tarafı Cenevre’ye ‘bir iş için gittiklerini’ bildirdi ama polis
tavrını değiştirmiyordu. Birkaç saat sonra bir polis Aydar, Uzun
ve diğer yolcunun herhangi bir sorunu bulunmadığını ama
Remzi Kartal’ın ‘Interpol tarafından arandığını’ ve bundan dolayı
işlem başlatmak zorunda olduklarını söyledi.
Kürt heyeti, merkezi Cenevre’de bulunan ve ‘Oslo Görüşme-
lerine’ arabuluculuk yapacak kurumun misafirleri olarak yola
çıkmıştı. Kurum daha önceki Brüksel görüşmelerinde kendile-
rini davet etmişti. İlişkilerin devamı ve sisteme kavuşması için
bu görüşme önemliydi. Bunun gereği olarak 5-6 Şubat 2006 ta-
rihinde Cenevre’de iki günlük toplantı planlanmıştı.
İşte bu toplantı için 4 Şubat akşamı Brüksel’den Cenevre’ye
hareket eden Kürt heyeti, İsviçre-Fransa sınırında polis tarafın-
dan gözaltına alınmıştı. Telefon ve pasaportlarına el konulmuş,
hareket etmelerine engel olunmuştu. Heyet Brüksel’den yola
çıkmadan önce muhataplarını aramış ve kimlerin geleceğini ak-
tarmıştı. Yani, İsviçre devletinin de bu görüşmeden haberi vardı.
Heyetin polis engeline takılmasından dolayı 5 Şubat sabahı
başlayacak toplantı neredeyse iptal edilecekti. Gecenin ilerleyen
saatlerinde Adem Uzun’un tutulduğu hücreye gelen bir polis,

30
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Remzi Kartal’ın ‘terör’ suçuyla tutulacağını, kendisi ve Zübeyir


Aydar’ın serbest bırakılacağını aktardı. Uzun, kim olduklarını,
ne için Cenevre’ye gitmek istediklerini polise aktardı. Polisi ikna
eden Uzun, Cenevre’deki muhataplarına telefonla ulaştı.
Cenevre’deki aracı kurumun temsilcisi, yarın gelecek misa-
firlerini beklerken gözaltına alınmalarını duyunca önce bir
şaşkınlık yaşadı ve ardından hemen girişim başlatacaklarını bil-
dirdi.
Bu telefon görüşmesinden çok kısa bir süre sonra Kürt hey-
etin yanına gelen bir polis, ‘bir yanlışlık olduğunu, özür diledi-
klerini’ belirterek, yollarına devam edebileceklerini söyledi. Bu-
nun üzerine Kürt heyeti Cenevre’ye vaktinde varmak üzere yola
çıktı.
5 Şubat 2006 İsviçre’de bir kent: Cenevre.
‘Oslo Görüşmelerine’ arabuluculuk yapacak uluslararası ku-
rumun merkezi. Dört kişiden oluşan Kürt heyeti ile kurum yö-
netimi arasında resmi görüşme başlayacaktı.
Kurum Başkanı, daha önce diyalogda olan iki İngiliz temsilci
ve Kürt sorunu gibi konularda uluslararası kariyer sahibi birkaç
uzman toplantıda hazır bulunuyordu. Toplantı iki gün sürecekti.
Bundan sonra devam edecek görüşmelerin yol haritası çıkarıla-
cak ve bu tür sorunların çözümü için daha önce yapılan ça-
lışmalar hakkında Kürt tarafı bilgilendirilecekti.
Gündem masaya yatırılmadan önce Kurum Başkanı, gece sı-
nırda yaşanan ‘gözaltı’ olayından dolayı Kürt heyetinden özür
diledi. Teknik bir hata olduğunu, bu gözaltının resmi hiçbir
işleme konulmadığı ve bundan sonra böyle bir uygulamanın asla
olmayacağını belirtti.
Bu özür ve izahtan sonra toplantı gündemine geçildi. Kürt
tarafı, daha önce Kandil’den gelen ‘Sorunun demokratik ve
siyasi çözümü için görüşme ve diyaloğa hazırız’ içerikli mesajı
aktardı. Bu mesaj tekrar kurumun resmi kayıtlarına alındı. Daha
sonra Kürt sorunu hakkında PKK’nin görüşleri özetle sunuldu.
Kurumda uzman olarak çalışan toplantı katılımcıları, Filipin-
ler, İrlanda, Latin Amerika, Filistin, Endonezya gibi yerlerde

31
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

yaptıkları çalışmalar hakkında geniş bir çerçeve sundular. Bu


sunumda, özellikle Endonezya ve Tamil Kaplanları arasındaki
sorun ve görüşmeler ve bu bölgedeki durum genişçe ele alındı.
Yapılan sunumda kurumun dünyanın birçok önemli sorununun
çözümünde yer aldığı kapsamlıca anlatıldı. Bu sorunlar ile Kürt
sorunu arasındaki farklılık ve benzerliklere dikkat çekildi.
Kürt heyet burada iki gün kurumun misafiri olarak kaldı. Ge-
niş tartışmalardan sonra kurum temsilcilerinin Kürdistan’a gi-
dişleri planlandı. Aracı kurumun heyetinin Nisan 2006’da Kan-
dil’e giderek KCK yönetimiyle görüşmesi için karar alındı ve
Kürt heyeti Cenevre’den ayrıldı.

Ankara’nın gündemi ve
Diyarbakır olayları

Aracı kurum, Kürt tarafı ile yaptığı görüşmelere paralel olarak


Ankara’ya giderek, Türk tarafında da nabız yokluyordu. Tabii
bu süreçte iktidarını pekiştirme gayreti içerisinde bulunan AKP
hükümeti savaşın devam etmesini istemiyordu. O döneme kadar
Kürt tarafını Temmuz 2005 Diyarbakır konuşmasıyla oyalamak
istiyordu. Ne savaşacak durumu ve gücü, ne de çözecek bir
amaç ve çabası vardı. Bu ikilemin sonucu olarak tarafları oyalama
taktiği Erdoğan tarafından yürütülüyordu.
Bu süreç AKP açısından en zorlu süreçlerden sayılabilir. Ha-
tırlanacağı üzere Kasım 2005’te yaşanan Şemdinli olaylarından(4)
sonra Erdoğan, ‘sonuna kadar sorunun üzerine gideceklerini’
açıklamıştı. Ancak Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt bas-
tırınca geri adım atmıştı. Yani AKP hem Kürt tarafını hem de
devleti idare etmek istiyordu.
AKP Kürt tarafını, Cenevre’deki kurum ile eski Norveç Başba-
kanı başkanlığındaki heyetlerle dolaylı görüşmeler yaparak oy-
alamayı düşünüyordu. Çözüm için inisiyatif almış bu kurumlara
da demokrasi vurgusunda bulunarak zaman kazanmak istiy-
ordu.
Ne var ki, henüz tam kontrolüne alamadığı devleti idare etmek

32
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

için de Kürt karşıtı politikalar yürütmeyi istiyordu. AKP için


dönemin temel taktiği şuydu: Halkın dini duygularını kullanarak
Kürtleri, Kürt hareketini kontrol altına almak. Göreceli olarak
kendine zemin buluyordu. Zira Kürt hareketi dışında Kürt hal-
kını etkileyecek bir siyasal yapı yoktu. Sistem partilerinden CHP
zaten bunu yapamıyordu. MHP hiç yapamıyordu. Devletin asker
ve sivil bürokrasisi de tam olarak böyle bir siyasal yapı istiyordu.
Ankara ve İzmir’de AKP’yi benimsemeyen bürokratlar Amed
ve Şırnak’ta tam kadro bu partiyi destekleyen ve örgütleyen ka-
drolar durumuna gelmişti.
Temel strateji belirlenmişti; AKP çözüm umudu, demokratik
vaatler ve dini söylemlerle Kürtlere hitap edecek, ordu ve polis
ise PKK’ye karşı savaşı pekiştirecekti. Böylece ‘Kürtler kontrol
altına alınmış’ olacaktı.
Ağustos 2005 MGK toplantısında(5) çerçevesi çizilmiş bu stra-
teji tüm hızıyla devreye konuluyordu. Ama savaşın devam etmesi
çözüm beklentisi içerisinde olan kitlelerin AKP’den uzak dur-
malarına neden oluyordu.
Ve işte tam bu süreçte çok önemli bir gelişme yaşandı. Mer-
kezi Cenevre’de bulunan aracı kurumun Kandil’e gitmesinden
kısa bir süre önce, 24 Mart 2006 tarihinde Muş’un güneyinde
geniş bir kara ve hava operasyonu başlatıldı. Daha önce kaldıkları
noktaları belirlenen bir grup gerilla Türk savaş uçaklarının he-
defi oldu. Yaşanan yoğun bombardımanda 14 gerilla yaşamını
yitirdi.
Olay Newroz’dan üç gün sonra yaşanmıştı. Milyonlarca insan
Newroz’u kutlamış, ‘Abdullah Öcalan Siyasi İrademdir’ başlıklı
imza kampanyası deklare edilmişti. Daha birkaç ay öncesinde
Erdoğan’ın Diyarbakır’da söylediği ‘Kürt sorunu benim de so-
runumdur, çözeriz’ açıklaması, ardından KCK’nin ateşkes ilanı,
kış aylarında çatışmaların yaşanmaması toplumda küçük de olsa
çözüm umudunun canlanmasına yol açmıştı. Newroz kutlanmış,
bahara umutla giriliyordu. Ama 14 gerillanın katledilmesi ve
saldırıda kimyasal silah kullanıldığına dair haberler Kürt toplu-
munda bir yas havası ve öfke birikimine neden olmuştu.

33
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Olaydan üç gün sonra cenazeler Diyarbakır’a getirildi. 28


Mart sabahı yüz binlerce Diyarbakırlı cenaze törenine katılmak
üzere sokaklarda döküldü.(6) Ancak devlet güçleri töreni engel-
lemek isteyince olaylar çıktı. Kentin her tarafından insanlar so-
kağa çıkarak saldırıları protesto etti. Diyarbakır’daki olayları
protesto etmek için diğer kentlerde de yüz binler alanlara çıktı.
Diyarbakır tam bir savaş alanına dönüşmüştü. İkinci gün devlet
güçleri dışarı çıkamaz duruma gelmişti. Cadde ve sokaklar halkın
kontrolüne geçmişti.
Partisinin Meclisteki grup toplantısında konuşan Başbakan
Erdoğan, Diyarbakır’daki olaylara dikkat çekerek sert söylem-
lerde bulunmuş, ‘Kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacak’
diyerek devlet güçlerine saldırı emrini canlı yayında vermişti.
Asker şehre indi, polis ve özel timlerin saldırılarında aralarında
8 yaşındaki Enes ve 1 yaşındaki Abdullah’ın da bulunduğu 13
sivil katledildi. Onlarca kişi yaralandı. Aynı anda Batman ve Kı-
zıltepe’de de 4 kişi katledildi.
Yaklaşık bir hafta süren olaylardan sonra uzlaşma yolları
arandı. Dönemin Diyarbakır Valisi Efkan Ala güçlerini çekecek-
lerini söyledi ve Kürt siyasetçi, belediye başkanlarının da göste-
rici gençleri ikna etmesini istedi. Yoğun çabalardan sonra olaylar
yatıştı. AKP ilk defa bu derece Kürt öfkesiyle karşılaşmıştı. Bu
olaylar Kürt ve Türk tarafına çok ciddi mesajlar veriyordu. Konu
uluslararası arenada gündeme gelmiş, ABD, Diyarbakır’daki
olaylar için ‘Son 10 yılın en büyük isyanı’ tespitinde bulun-
muştu.
Erdoğan, bu olaylarla orduya kendi iradesiyle taviz verdi ve
böylece 2006’da yürüteceği politikayı belirlemişti. Önceki sürece
oranla daha sert bir politika izlemeyi, en azından asker-sivil bü-
rokrasiyi tatmin etmeyi düşünüyordu. Ama Kürtlerin mücade-
lesiyle karşılaşınca zorlandı. Zorlandıkça perde arkasında devam
eden görüşmelere daha da önem vermiş gibi yapmayı sürdürdü.
Bu süreçte bazı liberal kesimleri de ikna ederek PKK hareketine
dolaylı olarak mesajlar iletti. Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceği
ve Türkiye’yi demokratikleştireceğine dair yoğun propaganda

34
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bombardımanı devreye konuldu. Aracılık yapmak için inisiyatif


alan Cenevre merkezli kurum ve Norveç heyetlerine de kapıyı
açık bırakarak, ‘siyasal çözümü’ yedekte tutuyordu. Nitekim yaz
aylarında Kürt tarafı siyasi ve askeri inisiyatifi pekiştirince Er-
doğan hükümeti doğrudan görüşmelerde bulunma çabasına gi-
recekti.

Aracı kurumun Kandil ziyareti

Tarih 2006 Nisan ayının ilk haftası. Kandil dağları. Yaklaşık


200 gerilla geniş bir sahada askeri düzen içerisinde içtimaya
geçiyordu. Birazdan Avrupa’dan gelecek misafirleri karşılayaca-
klardı.
Askeri düzenle misafirleri karşılayan gerillalara, Öcalan’ın
Avrupa’daki avukatlarının geldiği ve ‘Önderliğin durumu hak-
kında görüşme yapacakları’ söylenmişti.
Beş kişilik aracı kurumun temsilcisi arasında daha önce Avru-
pa’da Öcalan’ın avukatlığını yapmış biri de bulunuyordu. Misa-
firler gerillaları karşıladıktan sonra kısa selamlama ve konuşmalar
yapıldı. Ardından resmi görüşmeye geçildi.
Heyet bir gece Kandil’de misafir olarak kaldı. Murat Karayılan
başkanlığındaki KCK yönetimiyle geniş tartışmalar yapıldı. Bu
bir nabız yoklama ve karşılıklı olarak niyet beyan etme görüşmesi
şeklinde geçti.
Cenevre’deki aracı kurum KCK yönetimine, dünyanın değişik
yerlerinde yaptıkları çalışmaları anlattı. Daha sonra yıkımla so-
nuçlanan Tamil Kaplanları ve Endonezya hükümeti arasında ya-
pılan çalışmalar hakkında kapsamlı brifing verildi.
Kurum, bu tür sorunları barışçıl yöntemlerle çözmeyi hede-
flediğini, Kürt sorununda da bu yönlü eğilimlerinin olduğunu
söylüyor ama bunun için Kürt tarafının ne durumda olduğunu
birinci elden anlamak istiyordu. Ve tabii ki Kürt tarafına yönel-
tilecek çok önemli sorular da vardı: KCK yönetimi tek elden
karar verebilme gücünde mi, değil mi? KCK yönetiminin bağlay-
ıcılığı kesin mi? PKK verdiği sözü tutabilen bir örgüt mü, değil

35
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

mi? Tek elden yönetiliyor mu, yönetilmiyor mu? Bu ve benzeri


sorular doğrudan KCK yönetimineydi. Aracı kurum, ‘Barış faaliy-
etlerinin gizlilik içerisinde olması gerektiğini, kamuoyuna ve
basına açıklanırsa başarıya gitmeyeceğini’ belirttikten sonra,
‘Örgüt yönetimi gizliliği koruyabilir mi, koruyamaz mı’ sorusunu
doğrudan Karayılan’a yöneltti. Kurum yetkilileri, prensip olarak
çalışmaların gizlilik içerisinde olmasını istediklerini de vurgu-
ladı.
KCK yönetimi, Abdullah Öcalan’ın 1993’ten (10) beri geliştir-
diği demokratik ve siyasal çözüm perspektifine dikkati çekti,
önceki süreçlerden örnekler vererek de barışçıl çözüm için gö-
rüşmelere hazır oldukların heyete aktardı.
Kurumun temsilcileri Avrupa Birliği, İngiltere, İsviçre ve Nor-
veç hükümetleri tarafından desteklediğini de Kürt tarafına bil-
dirmişti.
Böylece, Oslo Görüşmelerine arabuluculuk yapan kurumun
Kandil’e ilk ziyareti sona ermiş oldu. Heyet bundan sonra 6
ayda bir Kandil’e giderek, önümüzdeki yıllarda başlayacak tar-
aflar arası görüşmelere zemin hazırlayacaktı.
2006’nın bahar ve yaz aylarında Avrupalı her iki heyet Ankara
ve Kürt tarafı ile görüşmelerini sürdürdü. Tarafların henüz
karşılıklı olarak masaya getirilmesi konuşulmadı. Yaz aylarında
gerilla güçleri ile devlet güçleri arasında çatışmalar yaşanmıştı.
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemdeydi; bir yıl
sonra, yani Temmuz 2007’de seçimler olacaktı. Savaş AKP’yi
zorlamaya başlamıştı. AB ve ABD’den PKK’nin çatışmaları bı-
rakması için inisiyatif kurmasını istemeye başladı. PKK yöneti-
mine bazı mesajlar göndererek ateşkes talebinde bulundu.
Ve yaz aylarında çatışmalar yoğunlaşınca, 15 Temmuz’da ABD
Sözcüsü PKK’ye silahlı mücadeleyi durdurma çağrısında bu-
lundu. AB tarafından da PKK’ye ateşkes çağrıları oldu. Bu arada
KDP yönetimi AKP’nin mesajlarını doğrudan PKK yönetimine
aktarmayı sürdürüyordu. KDP, aynı zamanda ABD’nin de ateşkes
talebini KCK’ye iletmiş ve bunun için yoğun çaba sarf etmişti.
Zira KDP aracılığıyla ilan edilecek bir ateşkes Barzani yöneti-

36
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

mine de önemli bir itibar kazandıracak ve her iki tarafla ilişkileri


gelişecek, siyasal kazanım elde edilecekti.
ABD ve AB’nin açık çağrıları, KDP üzerinden iletilen mesajlar
beklenen karşılığı bulamayınca Ankara yönetimi Celal Talaba-
ni’yle yeni bir kanal açtı. Dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner,
Talabani ile görüşerek ateşkes talebinde bulundu. Talabani, bu-
nun için DTP yönetiminin devreye konulmasını Taner’e akta-
rınca, görüşme için YNK inisiyatif almaya başladı.

Ahmet Türk ve Emre Taner görüşmesi:


İmralı’ya gönderilen mesaj

2006 Eylül ayı başı.


AKP hala devlete henüz yerleşememişti; bu nedenle hem
PKK’yi, hem de devleti idare etmesi gerekiyordu. Ankara’daki
DTP Genel Merkezine giden Mam Celal’ın özel temsilcisi,
Emre Taner’in görüşme talebini iletti. Talabani, ‘Kürt tarafının
bu görüşmeye önem vermesini’ rica etmişti. Ahmet Türk parti-
nin dar yönetimiyle konuyu görüştükten sonra talebi kabul etti.
Bunun üzerine bir genel başkan yardımcısını da yanına alarak,
belirlenen tarihte Ankara’da Emre Taner ile görüştü.
Taner görüşmede, “4-5 ay cenaze gelmesin yeter. Biz bu süreç
zarfında bir girişim başlatacağız, bu sorun çözülür. Şu an çatışma
olduğu için bir şey yapamıyoruz. Onun için PKK’nin ateşkes
ilan etmesi lazım. Siz bu konuda inisiyatif alın” derken, Ahmet
Türk ve arkadaşlarının bu talebi desteklemesi ve Öcalan’a bir
mektup göndermelerini de istedi.
Türk, barışçıl çözüm çabalarını desteklediklerini ve bu gö-
rüşmenin içeriğini Kandil’e ileteceklerini aktardı. Görüşme
sona erdi.

37
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Kandil’e beklenmedik mesaj

Eylül ayının ilk haftası.


Kandil’de toplantı halinde olan KCK yönetimine bir mesaj
gelince toplantıya ara verildi. DTP yönetimi tarafından gönderilen
mesajda, Ahmet Türk ile Emre Taner arasında yapılan görüşme-
nin içeriği aktarılır ve bu konuda KCK’nin görüşü sorulur.
Mesajda; devletin ateşkes istediği açıkça yazılıydı. Mesajı
değerlendiren KCK yönetimi, artık ateşkes kararını sadece Öca-
lan’ın verebileceği, dışarıda kendileriyle görüşmenin sonuç ge-
tirmeyeceği şeklinde bir yanıt verir. KCK, Ankara’ya ‘bir süreç
gelişecekse bunun merkezinde Önderliğimiz olmalı’ yanıtını
sade bir şekilde iletir. Ankara’da yapılacak görüşmelerin sürdü-
rülebileceği ama alınacak kararların Öcalan’ın bilgi ve onayıyla
olması gerektiğini de iletilir.
Bu sırada, KCK’nin Kandil’deki yönetim toplantısında
Türkiye’den bir ‘misafir’ de bulunmaktaydı. PKK yöneticiliğin-
den 20 yıl cezaevinde kalan Sabri Ok, Avrupa üzerinden Kandil’e
giderek yönetim toplantısına katılmıştı. Ahmet Türk ile Emre
Taner görüşmesinden Ok da diğer yöneticiler gibi Kandil’de
haberdar olmaktadır.
Bu süreçte Öcalan, Ok’un Türkiye’deki çalışmalardan so-
rumlu olmasını ve kendisini temsil etmesini ister. Ok, Kan-
dil’den ayrılmak istemediği halde toplantıdan sonra Avrupa üze-
rinden tekrar Ankara’ya dönüyor. KCK yönetimi, Ok’un derhal
Ankara’ya gitmesini ve görüşmeleri yürütmesini ister.
Sabri Ok toplantıdan sonra Türkiye’ye döner. KCK yöneti-
minin vardığı görüş birliğini Ok temsil ediyordu; doğrudan PKK
temsilcisi ve Öcalan’ın sözcüsü konumunda devletle görüşmelere
başlar.
Kaldı ki bu, Sabri Ok ve Türkiye arasındaki ilk görüşme
değildi ancak PKK ile TC arasında başkent Ankara’da gerçek-
leşecek ilk görüşme niteliğine sahipti. Ok, 1998’de de yine PKK
adına Türk devleti ile görüşmeleri yürütmüş bir yöneticidir.

38
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Yıl 1997. Bursa Cezavi

Sabri Ok ile TC heyeti arasında Ankara’daki görüşmeye geç-


meden önce geriye gidelim:
Bursa Cezaevi.
1997 yılının sonbaharı...
Cezaevinde bulunan Sabri Ok ve Muzaffer Ayata’nın farklı
bir görüşmecisi var. Görüşmeci bir avukat ve daha önce defalarca
buraya gelip giden biri. Ama bu defa görüşmenin içeriği dava
dosyaları değil, siyasi bir mesaj...
Sabri Ok PKK Merkez Komite Üyesi. Muzaffer Ayata da öyle.
İki PKK yöneticisi aynı zamanda tüm tutuklu PKK’lilerin cezaevi
sorumlusu, sözcüsü.
Görüşmeye gelen avukat Kürt ve her iki isim tarafından bili-
nen, tanınan bir kişi. (Görüşmeci avukatın ismini onayı alın-
madığı için yazmıyoruz.)
Görüşmeci avukat beklenmedik bir şekilde, ‘Devletten doğru
bazı sinyaller aldığını; görüştüklerini, bazı temaslar kurmak is-
tediklerini ve sorunun nasıl çözülebileceği şeklinde bazı tar-
tışmalar yürüttüklerini’ aktarıyor.
Avukatın Ok ve Ayata’ya ilettiği mesaj genel içerikliydi. Somut
bir talep yoktu. Sadece temas kurmak ve çözüm arayışı gelişti-
rilmek isteniyordu.
Bunun üzerine Sabri Ok, ‘Bunların kim oldukları ve ne kadar
ciddi olduklarını’ sormasını ister. Avukat, Ok ve Ayata’nın me-
sajını diğer muhataplarına aktarmak üzere görüşmeden ayrılır.
Birkaç gün sonra tekrar cezaevine görüşmeye gelen avukat,
Ok ve Ayata’ya, karşı tarafın mesajını getirir: “Biz devletiz. Bizi
devlet bilin. Gelişmeleri görüyoruz. PKK Türk ordusunu yene-
mez ve bizi oradan çıkaramaz. Ama biz de PKK’yi yenemeyiz.
Dolayısıyla ulaştığımız nokta, bu meseleyi görüşmeler yoluyla,
siyasi yöntemlerle, demokratik bir şekilde çözmektir.”
Ok ve Ayata, aracı avukattan görüşmelerine devam etmesini
istiyor. Karşı tarafın ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyorlar.
Avukatın birkaç görüşmesinden sonra Sabri Ok, “Peki, bizden

39
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ne istiyorlar? Onu söylesinler, biz de yaklaşımımızı belirleyelim”


diyor.
Bir süre sonra kendilerini ‘Devlet’ olarak tanıtan ve avukatla
mesaj gönderen ekip, Sabri Ok’tan, cezaevlerindeki PKK’liler
adına bir deklarasyon yazmasını talep ediyor: “Sabri bey bir
deklarasyon yazarsa, yani ateşkes, ateşkesin gerekliliği, de-
mokratik çözüm, silahların artık rol oynamayacağı, aslında de-
vletin de olumlu adım atması gerektiği” çerçevesinde genel
bir deklarasyon yayımlarsa iyi olur. Biz de hızlı gündem oluştu-
ruruz. Yani biz de devreye gireriz, basını harekete geçiririz.
Böylece görüşmelerin, tartışmaların, müzakerenin yolu açılmış
olur.”
Evet. Devlet heyetinin avukat aracılığıyla Bursa Cezaevine
gönderdiği mesaj özetle böyle.
Bu görüşmelerde, gönderilen mesajlarda sürekli 28 Şubat
sonrasındaki Türkiye’den söz ediliyor ve bu sürecin yarattığı
tahribatlara değiniliyor. Devlet heyeti, Türkiye’yi düzlüğe çı-
karmanın yolu olarak Kürt meselesinin çözümünü işaret eden
mesajları PKK yöneticilerine aktarıyor. Artık ne PKK’nin ne de
devletin güç olarak sorunu çözebileceği vurgulanıyordu.
Cezaevine yapılan onlarca görüşme 1998 yılında da devam
ediyor. PKK tarafı, kendilerinin ne yapabileceğini, nasıl adımların
atılması beklendiğini ve buna karşılık devletin ne yapacağını
içeren mesajlar iletti.
Karşı taraftan, “Genel affı gündemimize koyarız, öncelikli
olarak hasta tutukluları bırakırız. Kültürel haklar zaten olmalı.
Siyasi talepler tartışılır” yanıtı gelir.
Bunun üzerine Sabri Ok ve Muzaffer Ayata, Öcalan’ı ve PKK
yönetimini bilgilendireceklerini ve bu talebi aktaracaklarını bil-
dirdi. Böylesi bir meselenin sadece cezaevleri üzerinden çözü-
lemeyeceği de söylendi.
Buna karşılık devlet tarafından, “Haklısınız, sizin Önderliğiniz
var, hareket var” cevabı verilirken, açıkça söylenmese de Ok ve
Ayata’nın Öcalan ile görüşmesi isteniyor.
Ok ve Ayata, görüşmelere dair Öcalan’a bir mektup yazıyor-

40
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

lar. Ayrıca, daha önce temin ettikleri bir cep telefonuyla Şam’da
bulunan Öcalan’la doğrudan konuşuyorlar. Ancak kaldıkları
koğuşta telefon her zaman çekmiyor, şebeke sorunu yaşanıyor.
Cep telefonu kullanacak tecrübeleri de yoktu. Cezaevi üst ka-
tının başka bir hücresinde telefon sinyalinin daha iyi alındığı
tespit ediliyor.
Ok ve Ayata günün belirli saatlerinde bu hücreye giderek
Öcalan ile telefon görüşmesini yapmaya başlıyorlar. Ok, Öcalan’a
yaptıkları görüşmeleri özetleyerek aktarıyor. Öcalan, devlet ta-
rafından mesaj gönderen ekibin kim olduğunu merak ediyor ve
‘Ordu mu, siyasi çevreler mi?’ şeklinde soruyor.
Ok, kendilerinden deklarasyon yayımlanma isteğinde bulu-
nulduğunu iletince Öcalan, “Tamam, siz bir deklarasyon ver-
ebilirsiniz” diyor.

Öcalan’dan Ankara’ya mesaj:


MED TV’yi izlesinler

“Başkanım, biz cezaevindeyiz, hareketimiz var. PKK, ERNK,


ARGK var. Önderlik var. Yani cezaevinden bizim bir deklarasyon
yayımlamamız doğru olmaz” diyen Ok ile Öcalan bu konuyu bir
süre değerlendiriyor. Sonunda Öcalan, “Tamam, o zaman siz
yazmayın. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde beni izlesinler. Med
TV’de konuşacağım” diyerek noktayı koyuyor.
Bu görüşme 1998’in yaz aylarında oluyor.
Öcalan’ın mesajı devlet tarafına iletildi. 1 Eylül’e kadar 6-7
görüşme daha gerçekleştirildi. Tüm görüşmelerin içeriği tele-
fonla Öcalan’a aktarılıyor.
1 Eylül 1998’de Abdullah Öcalan, Med TV’de bir telekonfe-
ransa katıldı.(7) Canlı yayımlanan programda çok sayıda Kürt,
Türk ve çeşitli uluslardan gazeteci bulunuyor. Doğrudan Türk
Genelkurmayı tarafından gönderilen muhabirlerin olması da
Ankara’daki eğilimin işareti olarak ele alınıyor.
Öcalan, bu konuşmasında barış içerikli mesajlar veriyor. Sabri
Ok’tan istenen deklarasyonun içeriğini bizzat kendisi canlı yay-

41
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ında açıklıyor ve ateşkes ilan ediyor.


Birkaç gün sonra Bursa Cezaevine mesaj gönderen Devlet
Heyeti, açıklamadan çok memnun olduklarını ve Öcalan’ın makul
taleplerde bulunduğunu belirtiyor.
Öcalan’ın ateşkes ilan ettiği 1 Eylül 1998 tarihinden sonra
avukat üzerinden sadece bu mesaj iletiliyor. Ardından ilişki ke-
siliyor ve görüşmeler devam etmiyor.
Bu süreçte Avrupa’ya gönderilen bir rütbeli asker de muhte-
vası benzer mesajlar iletmiş ve ‘devletiz’ diyen ekibin asker ile
MİT’i temsil ettiği kanaatini oluşturmuştu.
Öcalan’ın 1 Eylül’deki ateşkes kararından sonra devlet tara-
fından sert açıklamalar yapıldı. 16 Eylül 1988’de Suriye sınırına
giden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş,(8) Öca-
lan’ın Suriye’den çıkarılması gerektiğine dair mesajlar verdi.
Aksi taktirde Suriye’ye karşı savaş ilan edeceklerini açıkça beyan
etti. Hemen ardından dönemin cumhurbaşkanı Süleyman De-
mirel de aynı açıklamalarda bulundu.
Suriye devleti sıkıştırıldı. Öcalan 40 gün sonra, 9 Ekim 1998’de
Şam’dan ayrılarak Avrupa’ya geçti. Ve ardından 15 Şubat 1999’da
Kenya’da kaçırılarak İmralı Adası’na götürüldü.
Öcalan, 1993’ten beri, Özal’la ilk görüşme ve ilan edilen
ateşkesten beri ‘Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefleyen,
Kürt sorununun demokratik çözümünü hedefleyen bir diyaloğa,
çözüme, müzakereye her zaman hazır olduğunu’ dile getiriyordu.
Bu konuda defalarca açıklaması oldu.
1993-98’e kadar birçok deneme oldu. Öcalan daha sonra Er-
bakan’ın da kendisine bir mektup gönderdiğini açıkladı(9). Öca-
lan, dünyadaki gelişmelerle birlikte Türkiye’de ‘sorunun çözüm
vaktinin geldiğini, silahın büyük ölçüde kullanıldığı, büyük öl-
çüde rol da oynadığı, artık siyasetle bu sorunun çözülmesi ge-
rektiğini’ Şam ve Avrupa’daki demeçlerinde açıklamıştı. İnandığı
bu tezin yolunu açmayı istiyordu.
Öcalan, Kürt tarihinde yaşanan yanıltma, kandırılma ve tra-
jedilerin aksine kendine güveniyordu. Bu çağrıları büyük bir
özgüvenle yapıyordu. Ama karşısında bu sorunu siyasi yöntem-

42
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

lerle çözecek bir irade yoktu. Devlet, tasfiyeyi hedeflemişti ve


Öcalan bu siyasi komplo sonucunda İmralı Adası’na kaçırıldı.
Belki de Kürt tarihinde bir daha benzeri yaşanmayacak büyük
bir olay oldu. Kürt hareketi tasfiye edilmek istendi. İşte bu ge-
lişmelerden 7 yıl sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tasfiye
etmek istediği PKK’nin üst düzey yöneticisi Sabri Ok’la başkent
Ankara’da görüşüyordu.

Ankara’daki PKK-TC görüşmeleri

Şimdi tekrar 2006 Ankara’daki görüşmelere dönelim.


Sabri Ok, Kandil’deki toplantıdan ayrıldıktan sonra Avrupa
üzerinden tekrar Türkiye’ye geldi. KCK tarafı, görüşmenin Ok
tarafından yürütülmesi, DTP eş başkanları Ahmet Türk ile
Aysel Tuğluk’un (aynı zamanda Öcalan’ın avukatı) görüşmelerde
yer almasında karar kılmıştı.
Eylül ayı ortalarında Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Sabri Ok,
Emre Taner ile Ankara’da görüştüler. Taner, Öcalan’ın Ok’a
‘temsilcilik görevi’ verdiğinden haberdardı. Ok, PKK’nin Türkiye
Sorumlusu olarak oradaydı. Kısa bir tanışmadan sonra gündeme
geçildi. Taner, devlet adına PKK’den ateşkes istedi.
MİT Müsteşarı ve yanındaki yardımcısı, Kürt tarafına makul
gelebilecek argümanlar sunuyor ve “Artık sorun böyle çözülmez,
bir ateşkese ihtiyaç var. Ateşkes gerçekleştikten sonra tartışma
ortamı doğar. Birbirimizi bitiremeyiz. Ortak akıl siyasi çözüm-
dür” mesajı veriyor.
Kürt tarafı daha çok devletin niyetini anlamaya çalışıyor ve
ateşkes kararının kendileri tarafından verilemeyeceğini akta-
rıyor.
Kürt tarafının Emre Taner’in talebine karşılığı şu şekilde
oldu: “Önderlikle görüşülmeli. Hatta bizden biri gidip Önder-
likle görüşmeli. Hareketimizin yönetimiyle bu konuyu tartışma-
lıyız. Tabii hükümet ve devlet tarafı bu konuda ne kadar istekli,
iddialı; bunları da anlamak istiyoruz.”
Bir kaç görüşme yapıldıktan sonra, toplantının içeriği Kan-

43
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

dil’deki KCK yönetimine aktarıldı.


Ok, Türk ve Tuğluk, bu görüşmenin içeriğini Öcalan’a da
aktarma talebinde bulundular. Bu süreçte Öcalan ile avukat gö-
rüşmeleri çarşambaları yapılıyordu. Hatta bir süredir ‘gemi bo-
zuk’ gerekçesiyle avukatlar İmralı Adası’na gönderilmiyordu.
Ama bu talebin yerine getirilmesi için, normal prosedür devre
dışı bırakılacak ve bir Cumartesi avukatların İmralı Adası’na
gitmeleri için ‘özel bir imkan’ sağlanacaktı.

Talabani’nin acil kodlu mesajı


ve M. Karayılan’la görüşmesi

Ankara’daki görüşmeler sürerken, KCK Yönetimi konuyu


kendi arasında değerlendiriyor ve Avukatlar üzeri Öcalan da kıs-
men bilgilendiriliyordu. Fakat henüz ateşkes ilanına gitmeden,
Eylül 2006 ortalarında Bağdat’tan Kandil’e çok özel bir mektup
gelmişti. Mektup, Irak Cumhurbaşkanlığı’nın resmi mührü ile
gelmiş ve altında Celal Talabani’nin imzası bulunuyordu. Mesajı
kısaydı; Celal Talabani, yani Mam Celal, PKK yönetimi ile ‘acil
ve en kısa zamanda görüşmek’ istiyordu.
Mam Celal’in bu talebine olumlu yanıt veriliyor ve bir kaç
gün sonra Süleymaniye’de, Mam Celal’in evinde bir toplantı ay-
arlanıyor.
Toplantıda KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan,
Yürütme Konseyi başkan yardımcıları Sozdar Avesta ve Bozan
Tekin, Mam Celal ve bir yardımcısı bulunuyor. Görüşme önce
‘dostların buluşması’ şeklinde başladı, ardından Mam Celal,
‘Sizinle Irak cumhurbaşkanı olarak resmi görüşüyorum. Bu gö-
rüşmemi de yakın çevreme anlattım. ABD’nin de görüşmeden
bilgisi var. Onun için cumhurbaşkanlığı resmi mührü ile size
mektup gönderdim’ diyerek konuya giriyor.
Bu görüşmenin yapıldığı saatlerde Öcalan’ın avukatları da İm-
ralı’da bulunuyordu. Öcalan, sürece dair görüşlerini bir mektupla
gönderirken, Mam Celal, PKK yönetimiyle neden görüşmek iste-
diğini açıklıyor. PKK yönetiminin ise aynı gün avukatların İmralı’ya

44
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

gittiklerinden haberleri yok. Ama Mam Celal’ın, avukatların gö-


rüşmeye gittiklerinden haberi var, ve hangi avukatın adaya gittiğini
bizzat kendisi PKK yöneticilerine orada açıklıyor.
Talabani konuşmasının devamında özetle şu mesajı aktarıyor:
Yeni bir süreç başlıyor. Ben 1993’te de aracı oldum. (Dönemin
cumhurbaşkanı Turgut Özel ile Abdullah Öcalan arasında) O
dönem Başkan APO gerçekten de çok uğraştı, ben bunun ta-
nığıyım. Çok emek verdi. Ama o dönem Türk devleti içerisindeki
karanlık güçler devreye girdiler, 33 asker öldürüldü ve zaten
Özal da öldürüldü. O süreç yürümedi. Ama şimdi yeni başlayan
süreç devam edecek. Ben bir kere daha başarısız bir sürecin al-
tında kalmak istemem. Eğer emin olmasaydım sizden bunu
istemezdim. Çözümün gelişeceğinden bu defa eminim. Ben de
bu çözüm sürecinde rol almak istiyorum. Benim pozisyonum
da artık eskisi gibi değil. Artık cumhurbaşkanı koltuğundayım.
Ve biraz önce söylediğim gibi, sizinle Irak Cumhurbaşkanı olarak
bir araya gelmiş bulunuyorum. ABD de bu süreci destekliyor.
Türkiye’den aldığımız mesajlara göre Erdoğan ve ekibi de bu
süreçten yana. Başkan Apo sürecin içinde yer alıyor ve kendisiyle
görüşmeler yapılıyor. Ben de sizinle yaptığım görüşmeleri basına
açıklayacağım.”
Ve nitekim, Talabani, birkaç gün sonra PKK yönetimiyle sü-
recin devam etmesi konusunda görüştüğüne dair bir basın açı-
klamasında bulundu.(11)
KCK Yöneticileri ile Talabani görüşmesinin bittiği saatlerde,
İmralı adasına görüşmeye giden avukatlar da önce Bursa’ya ora-
dan İstanbul’a ulaşmışlardı. Öcalan, sürece dair özetle bilgilen-
dirilmiş ve ‘konunun değerlendirilebileceğini’ söylemiş ve “Sa-
bri’ye söyleyin, yüzde elli garantiniz varsa olabilir” diyor. Buna
karşılık Sabri Ok, “Yüzde 49 garanti var” mesajını İmralı Ada-
sı’na gönderiyor.
Emre Taner, ve Sabri Ok başkanlığındaki Kürt tarafı ile An-
kara’da bir görüşme daha gerçekleşiyor. KCK yönetimi de du-
rumu kendi arasında kapsamlıca değerlendirdikten sonra ateşkes
ilan etme kararına ulaşıyor. Aslında Öcalan, “değerlendirilebilir”,

45
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

“garanti varsa şans verilebilir” demiş ama net bir şekilde


“ateşkes’ ilan edilsin” dememişti. Nitekim Öcalan’ın daha son-
raki yıllarda bu süreci defalarca gündeme getirip eleştirdiğine
tanık oluyoruz. (İmralı Notları kitabı)

1 Ekim 2006’da ilan edilen ateşkes ve


Ankara’nın tehlikeli oyunu

İmralı, Ankara ve Kandil’de yapılan değerlendirmelerin so-


nucunda KCK Yürütme Konseyi, başlatılan girişimin önünü aç-
mak amacıyla ateşkes kararı aldı. Yürütme Konseyi Başkanı Mu-
rat Karayılan, Kandil’de bir basın toplantısı düzenleyerek kararı
dünya kamuoyuna duyurdu.
Emre Taner başkanlığındaki devlet heyeti ile Sabri Ok başkan-
lığındaki Kürt tarafı arasında varılan mutabakatın gereği; önce
ateşkes ilan edilecek, ondan sonra görüşmeler devam edecek,
sorun daha kapsamlı konuşulacaktı. DTP süreçte aktif rol alacak,
Öcalan’ın içinde tutulduğu tecrit şartlarında ilk etapta değişikli-
kler yapılacak, AKP’nin 2005 yılında çıkardığı ‘Terörle Mücadele
Yasası’ ve benzeri ‘baskıcı’ yasalar yürürlükten kaldırılacak, so-
runun çözümü için adımlar bu şekilde olgunlaştırılacaktı. Daha
sonra bu görüşmelere resmiyet kazandırılacak ve böylece Kürt
sorunu siyasal demokratik yollarla çözüme evrilecekti. Kürt
tarafı zaten bunu istiyordu. Ankara’nın da bu yönlü taleplerde
bulunması 1 Ekim 2006’daki ateşkesi getirmişti.
Diğer yandan, ABD ve AB’nin açık çağrıları Kürt tarafı tara-
fından dikkate alınmıştı. Kürt tarafı, sorunun siyasal yollarla çö-
zümü için dünyaya ‘iyi niyetini göstermeyi’ düşünmüştü.
Ama daha sonra yapılan değerlendirmelerde bu kararın yön-
tem olarak yanlış alındığı sonucuna varıldı. Zira Öcalan’ın bu
konudaki son görüşü alınmamıştı. Öcalan, AKP’nin adım atma
niyetinde olmadığını ve zamansız ilan edilen ateşkesin çözüme
katkı sunmayacağını düşünüyordu. KCK, ‘dışarıda barış gö-
rüşmeleri yapmalı ama barışı yapacak kişinin Öcalan olduğu
gerçeğini’ objektif olarak gözardı etmişti. KCK’nin Öcalan’a

46
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

sunduğu mesajı aslında, “Başkanım, biz böyle bir süreci ge-


liştiriyoruz, siz ne diyorsunuz” biçiminde değil de “Ateşkes ilan
ettik” şeklinde olmuştu.
Çünkü Ankara’da temas kurulduğu süreçte Emre Taner İmralı
Adası’na giderek Öcalan’la görüşmüş; Öcalan bu görüşmede
devletin henüz çözüm planına sahip olmadığını fark etmiş ve
bundan dolayı KCK’nin ateşkes kararını erken atılan bir adım
olarak değerlendirmişti.
Neticede, devlet ile PKK’nin Ankara’daki ilk görüşmeleri,
Öcalan’ın bilgisiyle ama onun son onayı olmadan ‘ateşkes’ ka-
rarına varmıştı.

Cenevre’deki merkez
ateşkesi şaşkınlıkla izledi

Bütün bu görüşme ve gelişmeler, Cenevre’deki aracı kurum


ile Norveçlilerin bilgisi dışında cereyan ediyordu. Karayılan’ın
Kandil’de basın toplantısı düzenleyerek ateşkes kararını duy-
urması her iki tarafta şaşkınlıkla izleniyor. Eski Norveç Başbakanı
hemen Kürt tarafındaki muhataplarını arayarak gelişmeler hak-
kında bilgi alıyor. Ve sonuçta, ‘barışçıl çabaları destekliyoruz’
mesajıyla devrede kalmayı sürdüreceklerini iletiyor.
Cenevre’deki aracı kurumun yetkilileriyse ateşkes kararına
şaşırmıştı. Kürt ve Türk tarafıyla hemen görüşme talebinde bu-
lunuyorlar. Dünyadan edindikleri tecrübeleri de referans alarak,
ateşkesin altyapısı hazırlanmadan ilan edildiğini ve çözümden
ziyade çözümsüzlüğe neden olabileceği ‘kaygısını’ aktarıyorlar.
Her iki tarafla irtibat halinde olan kurum, kendilerinin bilgisi
dışında, Kürt ve Türk tarafının doğrudan görüşmesi ve ateşkes
kararına varması karşısında şaşkındı. Ama her iki tarafla gö-
rüşmelere devam edeceklerini ve devreden çıkmayacaklarını be-
lirtiyorlar.

47
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Devletin ateşkese yaklaşımı

Karayılan’ın 1 Ekim 2006’da ateşkes kararını açıklamadan he-


men bir gün sonra, 2 Ekim’de dönemin Kara Kuvvetleri Komu-
tanı İlker Başbuğ Van’ın Erciş ilçesine giderek çok sert açıkla-
malarda bulundu. Başbuğ, devletin 30 yıldır gelenek haline
getirdiği ‘son ferdine kadar terörle mücadelemizi sürdüreceğiz’
ifadelerini kullandı. Başbuğ’un bu çıkışı Türk ordusunun tavrını
da gösteriyordu. Devlet yönetimi arasındaki çelişkiler bu şekilde
dışa vurmuştu.
Emre Taner’in Ankara’da Sabri Ok ve DTP yönetimi ile 5-6
defa görüştüğü kuşkusuz askerler tarafından da biliniyordu.
Çünkü Taner, görüşmelerin MGK’da ele alındığı ve ateşkesin
‘çözüm isteyen kanadın elini güçlendireceğini’ söylemişti.
Görüşmelerin birinde Taner ile Kürt heyeti arasında bu du-
rum değerlendirildi. Askerin konuya nasıl baktığı merak konu-
suydu. Yıl 2006’ydı ve askerin onayı olmadan hiçbir gelişme
yaşanmıyordu.
Taner, ateşkes ilan edilirse askerin olumlu yaklaşacağını söy-
lüyor ve hatta İlker Başbug ile bir diyaloğunu şöyle aktarmıştı:
“Geçenlerde bir toplantı vesilesiyle koridorda İlker Paşa ile
karşılaştım. Bana ‘hani ateşkes ilan edeceklerdi’ diye sordu.”
Ama Başbuğ ateşkesten bir gün sonra yaptığı açıklamayla
ateşkes kararını boşa düşürmüştü. Fakat gelişmeler çok daha
riskli bir hal almaya devam ediyordu.
Artık adım atma sırası devletteydi. Oysa görüşmelerde vaat
edilen adımlar atılmıyordu. Sanki ‘ateşkes oldu, gerisi mühim
değil’ gibi bir atmosfer hakim oluyordu.
MİT Müsteşarı Emre Taner ile Kürt heyeti arasında ateşkes
kararından sonra bir görüşme daha oldu.

48
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Emre Taner, Erdoğan’a neden ‘korkak’ dedi?

Görüşmede yine Sabri Ok, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk bu-


lunuyor. Ok, zamanın ilerlediğini, ateşkesin devam ettiğini, ama
devletin gereken adımları atmadığını, ateşkesin çözüm zeminine
evrilmesi için bir gelişmeyi görmediklerini belirtti. Ok, net ve
ciddiydi: “Biz ateşkes ilan ettik. Sizin taraftan bir hazırlık yok,
bu süreç tek taraflı gelişmez. Ciddiyseniz hemen kendi öneri-
lerinizi, kendi paketinizi, yol haritanızı getirin.”
Ahmet Türk ise “Biz iyi niyetli devreye girdik. Sorun çözülsün
istiyoruz. Başkanı (Öcalan) bu şekilde bilgilendirdik ve nere-
deyse kefil olduk. Şimdi aldatıldığımızı düşünüyorum. Bunun
vebalı çok ağır olur” mealinde bir değerlendirme yapınca Taner,
“Ne yapayım, bizim o kadar korkak bir başbakanımız (Erdoğan)
var ki, Ankara’nın üzerinden uçaklar 10 bin metreden uçunca o
eğiliyor, korkudan eğiliyor” cevabını veriyor.
Sonuçta, Türk tarafının masada sunduğu bir çözüm perspek-
tifi ve yol haritasını Taner şu cümlelerle özetledi: “Hükümet
(AKP) kararlı değil, ürküyor, korkuyor.”
Ve Ankara’da yapılan görüşmeler bu şekilde son buluyor.
Bu gelişmelere ve adım atılmamasına rağmen Kürt tarafı
ateşkes kararını sürdürüyor. Süreç çok belirsiz ve muğlak bir
şekilde ilerliyor. Ankara’da taraflar arasında yapılan görüşmeler
sona ermiş, Emre Taner sırra kadem basmıştı!
Peki, AKP hükümeti sorunu çözmek istemiyorsa neden bu
görüşmeleri yaptırmış ve adım atma sözünü vermişti?
Çünkü birkaç ay sonra, (Nisan 2007) Cumhurbaşkanlığı Seç-
imleri vardı, AKP ve devletin diğer güçleri arasında ciddi çe-
kişmeler yaşanıyordu. Erdoğan kendi yerini sağlamlaştırmak
için böyle bir girişimi gerekli görmüştü. Kürtlerle çatışma,
AKP’nin devletin diğer kurumları üzerinde hakimiyet sağlama-
sını o dönemlerde engelliyordu. Ama Ankara’da Kürt tarafı ile
yapılan görüşmelerin sadece hükümetin değil, MGK kararı ol-
duğu bizzat Emre Taner tarafından belirtilmişti. Taner bir gö-
rüşmede, “Çözümü ilk kez MGK’de ben gündeme getiriyorum”

49
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

demişti.(12) MGK, Taner’in bu projesini tartışmıştı. Ama varılan


konsept, çözüm değil de çözümsüzlüğü ihtiva ediyordu. Çünkü
daha iki yıl önce iç sorunlardan dolayı kırılmanın kıyısından
dönmüş PKK’de iç toparlanma devam ediyordu, Öcalan zin-
dandaydı, çözümün kendisi değil ama beklentisi devletin daha
çok işine yarıyordu. Kürt hareketi pasifize edilmek ve daha tehli-
keli saldırılarla bastırılmak isteniyordu. O dönemlerde AKP,
MİT ve ordu arasında belki de varılan tek mutabakat Kürt ha-
reketinin tasfiyesiydi ve nitekim bu, çok geçmeden netlik ka-
zanmıştı.
Hedefte Öcalan vardı.

Öcalan’ın zehirlenmesi

2006’nın Aralık ayı.


Güney Kürdistan’a giden ‘önemli ve güvenilir’ bir misafir,
KCK yönetimiyle Öcalan’ın durumu hakkında ciddi bir konuyu
konuşma talebinde bulunuyor.
Misafirin önemli bir çevreden gelmesi ve konunun Öcalan
olması, KCK yönetiminin üst düzey görüşme kararı vermesine
yetiyor. Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ve dört yard-
ımcısı bizzat görüşmede hazır bulunuyor. Misafir, Öcalan’a za-
mana yayılmış zehirli ilaç verildiğini aktarıyor. Bilgi net ve durum
çok ciddiydi! Misafirin anlatımına göre, bu ilaç giderek Öcalan’ın
hücresel ölümünü adım adım geliştirecek ve birkaç yıl içerisinde
yaşamını yitirmesine yol açacak.
Ateşkes pozisyonunda bulunan KCK, devletin çözüm için rol
üstlenmesinden umudunu kesmişti ama Öcalan’a yönelik bu
saldırı girişimi yeni bir değerlendirmeyi gerektiriyordu.
Bu bilgi önce gizli tutuldu. Öcalan ile yapılan avukat ve aile
görüşmelerinde bir biçimde saç telleri İmralı Adası’ndan çıka-
rılmıştı. KCK Yönetimi, Öcalan’a ait saç tellerinin Avrupa’ya
gönderilmesini ve bilimsel incelemeye alınmasını istedi. Konu
çok önemli ve öncelikliydi.
Saç telleri Avrupa’da birkaç laboratuvarda incelemeye alındı.

50
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Ama hiçbir hekime bu saç tellerinin kime ait olduğu belirtilmedi.


Neticede Paris’teki uluslararası bir laboratuvarda son tahliller
yapıldı ve raporun sonucu çarpıcıydı: “Bu saç tellerinin sahibinde
bir zehirlenme faaliyeti var.”
Paris’teki hekimlerin verdiği rapora göre, Öcalan’a tıpkı Na-
polyon gibi Arsenic zehri veriliyordu. Bu zehir iz bırakmıyor
ama hücreleri öldürüyordu.
Takvimler artık Şubat 2007’yi gösteriyordu. KCK yönetimi,
Avrupa’dan gelecek raporu bekliyor ve ona göre süreci yürütmeyi
düşünüyordu. Newroz yaklaşmıştı. Ateşkesin devam edip et-
meyeceği Öcalan’a yaklaşımla belli olacaktı.
Öcalan’a zehir verildiğine dair bilimsel rapor 14 Şubat 2007
tarihinde Kandil’e, KCK yönetimine ulaştı. Bu çok sarsıcı bir
durumdu.
Bunun üzerine PKK Merkezi 19 Şubat’ta toplantıya çağrılıyor.
Bu süreçte HPG Konferansı da yapılıyor ve burada bulunan
PKK Yürütme Komitesi üyeleri de çağrılıyor. PKK yönetiminin
çoğu durumdan haberdar değil. Toplantı yerine gelindiğinde
çok ağır ve sıradışı bir durumun olduğu fark ediliyor.
Toplantıdan önce bir araya gelen KCK Yürütme Konseyi
Başkanlığı üyeleri, Murat Karayılan tarafından bilgilendiriliyor.
Karayılan, “Arkadaşlar konuşmadan önce bir bilgiyi paylaşmak
istiyorum. Olağanüstü bir sürece giriyoruz ve bu konuda bazı
şeyler söylemek istiyorum” diye başladığı konuşmasına devam
edemiyor. Ortam çok ağır ve gergin. Karayılan üç defa denemek
istiyor ama gözleri buğulanıyor ve ‘Önderliğe zehir veriyorlar’
diyemiyor. Sonuçta, durum konsey üyelerine bir şekilde açıkla-
nıyor ve bir sonraki gün yapılacak PKK yönetim toplantısının
sadece bu gündem ekseninde olması kararlaştırılıyor.
Sonraki gün genel yönetim toplantısına geçiliyor. Karayılan,
üç dört defa denemesine rağmen yine boğazı düğümleniyor ve
bu bilgiyi platforma açıklayamıyor. Nihayetinde Öcalan’ın ze-
hirlendiğine dair bilgi verildiğinde olağanüstü bir ağırlık ve derin
bir sessizlik oluşuyor. Yaklaşık bir saat boyunca bir kişi bile ko-
nuşamıyor.

51
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Toplantıda bulunan PKK’nin kurucularından Ali Haydar Kay-


tan, ‘mücadele ve direniş’ temalı bir değerlendirme yaptıktan
sonra kısa sürede bir kararlaşmaya gidiliyor. PKK yönetimine
göre artık ‘uzun değerlendirmelere’ ihtiyaç kalmamıştı. ‘Bağlılık
ve direniş planlanması’ şeklinde toplantıya içerik kazandırılıyor.
Bu sırada Öcalan’ın avukatları da Avrupa’da basın toplantısı
düzenleyerek konuyu kamuoyuna açıklıyorlar.
Paris’ten gelen laboratuvar raporu toplantı masasında duruy-
ordu. Rapor ve uzmanların gönderdiği bilgi şöyle: “Bu zehir
yavaş yavaş veriliyor. Yemekte veriliyor, suda veriliyor, diğer içe-
ceklerde veriliyor. Yani bir zaman diliminde veriliyor ve bu ilaç
farklı zaman diliminde ise işlevselleşiyor, hücreleri öldürüyor.
Bu yöntemle aslında zehir hemen ve kolayca fark edilmiyor.”
Ama henüz yeni sayılabildiği ve müdahale edilmesi duru-
munda bu tehlikenin önlenebileceği de doktorlar tarafından bil-
dirilmişti. Bu bilgi Kürt Özgürlük Hareketi için çok değerli ve
bunun üzerinden bir çalışma takvimi çıkarılıyor. Yapılan değer-
lendirmelerden hemen sonra, toplantı salonunda görsel bir açı-
klama hazırlanıyor. Kürtçe ve Türkçe yapılan konuşmalarda,
Öcalan’a zehir verildiğine dair bilgi PKK tarafından resmen ka-
muoyuna duyuruluyor.
Açıklamada,(13) Kürt halkına Öcalan’a sahip çıkma çağrısı yapı-
lıyor. Halk her yerde eyleme çağrılıyor. PKK açıklamasında, ulu-
slararası kuruluşlara da duruma müdahale etme çağrısı yapılıyor.
Türk devleti ve AKP hükümetinden ise bu amaçlarından vazgeç-
mesi, Öcalan’a dönük zehirleme faaliyetinin son bulması isteniyor.
PKK bir kez daha ‘Öcalan bizim için savaş ve barış gerekçesidir’
mesajını vermişti. PKK’nin talebi netti: Zehirleme faaliyeti dur-
durulsun, tedavi süreci başlasın. Gündeme alınması gereken konu
bu şekilde formüle ediliyor. Ve artık 1 Ekim 2006 tarihinde ilan
edilen ateşkesin de bir anlamı kalmıyor. PKK, “Biz ateşkes yap-
mışız, ama devlet de bizi kalbimizden bir vuruşla öldürmek istiyor,
onun için ateşkesin anlamı kalmamıştır” mesajını veriyor.
PKK’nin bu açıklamasından sonra Kürtler dünyanın her ye-
rinde sokaklara çıkarak eylemlere başladı. Zaten 15 Şubat için

52
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

protesto eylemleri sürüyordu. Eylemlerde öfke kabarmıştı. Bu


durum üzerine gözler Ankara’ya çevrildi. Türkiye yönetimi bu
bilginin doğru olmadığını savundu ve İmralı’da zehirleme faaliy-
etini inkâr etti, ‘böyle bir şey yok’ dedi, hükümet yetkilileri.
Olup bitenler, PKK ve Türk yönetimi veya Kürtler ile Türkler
arasındaki bir sorundan ibaret sayılamazdı. Öcalan’ın durumu
uluslararası bir konuydu ve böyle bir yankı buldu. CPT hemen
harekete geçti. Ankara’dan istenen şey; uluslararası bağımsız
bir doktor heyetinin İmralı’ya gitmesiydi. Bu konuda yoğun gö-
rüşme ve tartışmalardan sonra İmralı’da bir muayene planlandı.
Ama Türk tarafı uluslararası doktorların gitmesini kabul etmedi,
‘kendi doktorlarımız var’ dedi. Daha sonra devletin sürekli gön-
derdiği, resmi görevli doktorlardan ziyade Türk Tabipler Bir-
liğinden bir heyetin gitmesi noktasında uzlaşıya varıldı.
Türk Tabipler Birliği heyeti Öcalan’ı muayene ettikten sonra
yeni bir ilaç reçetesi hazırladı. Bu ilaç yine yemeklerle verilecek
ve önceden verilmiş olan Arsenic ilacını etkisizleştirecek nite-
likteydi. Tabipler Birliği raporunu açıklamadı ama yeni ilaçla
duruma müdahale etmişti. Konu deşifre olunca devlet de bu
şekilde bir ‘çözüme’ gitti.

Yeniden çatışma süreci

2007 baharı, Newroz, Nisan’daki cumhurbaşkanlığı seçimi


ve Ankara’daki iç siyasi çekişmeler, gerilim ve ardından Tem-
muz’da gelen erken genel seçimlerle süreç devam etti. Türkiye
kendi iç gündemiyle uğraşırken, Kürt tarafı yeni bir hamle ha-
zırlığı yapıyordu. Bu hamle askeri, siyasi ve toplumsaldı. Tem-
muz’da gerçekleşen seçimlerde bağımsız adaylarla önemli bir
başarı elde edilmişti. Yaz aylarında toplanan Kongra-Gel, ara
dönem toplantısında ‘kitlesel hamle’ kararı alındı. Bu karar ‘Êdî
Bes e’ (Artık Yeter) Kampanyası’ olarak isimlendirildi. Bu kam-
panyayla Kürt kentlerinde tüm zamanların en kitlesel eylemleri
düzenlendi. Ama PKK sadece kitlesel eylemlerin değil, askeri
eylemlerin de hazırlığını yapmıştı. Hareketin üst düzey yöneti-

53
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

minin bizzat katıldığı toplantılarla HPG’nin önüne yeni eylem


planlanması ve taktikleri sunuldu. 1 Eylül 2007 tarihinde başla-
tılan kampanyayı gerilla eylemleri takip etti. Abdullah Gül cum-
hurbaşkanı seçildikten sonra yapılan ilk MGK toplantısında sa-
vaşın şiddetlendirilmesi ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye
edilmesi kararı alındı. Eşi türbanlı birinin cumhurbaşkanı ya-
pılması ordu tarafından bu temelde kabul edilmişti.

Savaş tırmandı

Gelişmeler, her iki tarafın da savaşa göre pozisyon aldığını


gösteriyordu.
Kürt tarafı, ‘Biz ateşkes ilan ediyoruz, devlet masaya gelmiyor,
gelmediği gibi Önderliğimizi zehirliyor’ derken, AKP hüküme-
tinin sınır ötesi savaş tezkeresi Ekim ayı ortasında TBMM’de
kabul edildi. PKK yönetimi buna karşı savaşın düzeyini ‘biraz
daha tırmandırma kararı’ aldı.
Türk tarafı ise ‘Güney Kürdistan’a sınır ötesi operasyon
yapma’ tehdidinden geri kalmıyordu. Geçmiş tekrar ediliyor ve
2007’de de ‘Kandil’den saldırıyorlar, bizim de Kandil’e girmemiz
lazım’ açıklamaları peş peşe yapılıyordu. Başbakan Erdoğan
ABD’ye gitme hazırlıkları yapıyor ve iki ülkenin yetkilileri ara-
sında bu görüşmenin gündemi hazırlanıyordu. Gündemin temel
maddesinin PKK olduğu daha sonra resmen açıklanacaktı.

Kandil’e ulaşan uluslararası mesaj

Bir yandan tehdit dolu mesajlar iletilirken, diğer yandan perde


arkasında görüşmeler hız kazanmıştı.
Ekim ayının tam ortasında, KCK Yönetimine ‘önemli bir ko-
nuda tekrar görüşme’ talebi iletildi. Mesaj ABD, AB, Irak Hü-
kümeti ve Güney Kürdistan yönetimi adına doğrudan Karayılan
ve yardımcıların aktarıldı.
Murat Karayılan ve dört yardımcısının bizzat hazır bulunduğu
toplantıda özetle şöyle deniyor: ‘PKK ateşkes ilan etsin, Türk

54
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

devletine karşı silahlı mücadeleyi bıraksın, o vakit biz de ağır-


lığımızı koyacağız; siyasal çözüm için baskı yaparız.’
PKK’nin buna cevabı ise şöyle: Peki, teminat nedir?
Cevap: Teminat yok! Eğer PKK bu talebi kabul ederse iyi.
Etmezse PKK için hiç iyi olmaz. Devletlerin kararı budur.
Uluslararası güçler, ABD, AB, Irak, Güney Kürdistan’ın ortak
mutabakatıyla hazırlanan bu mesaj PKK yönetimine doğrudan
dayatıldı. Başbakan Erdoğan 5 Kasım’da Washington’da Başkan
Bush ile görüşecekti ve ABD’den PKK’ye karşı destek istey-
ecekti. Mesajı getirenler bu görüşmeden önce bir adım atılma-
sını istiyordu ve konuşmaların içeriği ‘ya bizim dediğimizi ya-
parsınız ya da imha olursunuz’ şeklindeydi.
Murat Karayılan, mesajı getiren heyete önündeki silahı da
göstererek şöyle karşılık verir:
“Biz bu silahımız sayesinde yaşıyoruz. Biz Türk devletine
karşı ateşkes ilan ettik, onlar Önderliğimizi zehirledi. Her gün
bize saldırıyorlar. Ama eğer bu mesajı bize gönderen ABD, AB
ve diğer güçler aracı olacaklarsa o zaman biz çözüme varız. ‘Tek
taraflı ateşkes’ diyorlar. Bizim zaten tek taraflı ateşkesimiz var,
geçerlidir. Yani Önderliğimize zehir verilmiş olmasına rağmen,
biz ateşkesi bozmadık onlar baharla saldırılara başladı. Onlar
ateşkesi bozdu. Biz yeni bir ateşkes ilan etmeyeceğiz. Bu talebi
reddediyoruz. Bize saldırı yapacaklarını söylüyorlar. Ne yapıy-
orlarsa yapsınlar. Biz her saldırıya karşı direneceğiz.”
Kandil’de gerçekleşen bu görüşmede uluslararası güçlerin
mesajı PKK tarafından bu gerekçelerle reddediliyor.
PKK Yönetimi kendi arasında hemen bir değerlendirme ya-
parak güçlerine ‘savaş pozisyonuna geçin’ talimatı gönderiyor.
Güvenlik gerekçesiyle acil bazı tedbirlere gidiliyor. Tüm yö-
netim ve gerilla birimlerinin bulundukları yerleri terk etmeleri,
yeni bir savaş ve saldırı sürecinin başlayacağı, her duruma hazır
olmaları gerektiği, saldırılara karşı askeri, siyasi, toplumsal ve
diplomatik çalışmaların en üst düzeye çıkarılması gerektiği tüm
güçlere aktarılıyor.

55
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Oremar eylemi ve esir askerler

Ve 4 gün sonra, yani 19 Ekim 2007.


Hakkari’nin Yüksekova ilçesi, Oremar bölgesi.
Gece saatlerinde karakolu kuşatan gerilla güçleri ile askerler
arasında şiddetli bir çatışma yaşanıyor. Sabaha kadar devam
eden çatışmalarda çok sayıda asker öldü, 8 asker ise gerillalar
tarafından esir alındı.
Eylem Türkiye ve dünya gündeminde birinci sıraya oturdu.
Uzun bir süreden sonra PKK ilk defa bu kapsamda bir askeri
eylem düzenlemişti. Yapılan açıklamada, Türk devletinin çözüm
için adım atmadığı gibi imha hazırlıklarına başvurduğu, buna
karşı gerillanın artık aktif bir pozisyonda olacağı vurgulandı.(14)
Özellikle esir askerlerin durumu çok konuşuldu ve görüntüleri
de yayımlanınca AKP yetkilileri, ‘Keşke ölselerdi, sağ yakalan-
masalardı’ demekten çekinmedi.(15)
Türkiye tarafı bir yandan esir askerlerin gündem olmasını
istemiyor ama perde arkasında serbest bırakılmaları için gi-
rişimlerde bulunuyordu. Esir askerler gerillanın kontörlündeki
Medya Savunma Alanları’na geçirilmişti.
Olaydan hemen sonra Celal Talabani ve Güney Kürdistan’dan
birçok yetkili ayrı ayrı ve peş peşe esir askerlerin bırakılması
için PKK yönetiminden talepte bulunuyorlar. Celal Talabani,
bir mesaj göndererek, ‘Bizim hatırımız için bu askerleri bırakın’
diyor.
Esir askerlerin bırakılması için Talabani, Barzani ve ABD ta-
rafından gelen talepler değerlendiriliyor, girişimler devam ediyor.
Tam bu sıralarda Avrupa’da da önemli görüşme ve gelişmeler
oluyor. 2005 yılında devreye giren ve taraflarla görüşmelerini
sürdüren eski Norveç Başbakanı ve ekibi, PKK ve Türkiye’nin
temsilcilerini görüştürmek için girişimdeydi. Norveçliler, PKK
ve Ankara ile temas kurduklarında görüşme için olumlu yanıt
alıyorlar. Bush-Erdoğan’dan önce, iki taraf arasında Avrupa’nın
bir kentinde görüşme planlanıyor.
Ama bu görüşmeden hemen önce Güney Kürdistan’dan

56
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

PKK’ye yeni bir mesaj gelmişti. Celal Talabani ile görüşen


ABD’nin Irak’taki Askeri Güçleri Komutanı David Petraeus,(16)
kendisinden esir askerlerin bırakılması için aracılık yapmasını
istiyor. Bunun üzerine ABD, KDP ve YNK mesajları PKK yö-
netimine aktarıyor. Mesajın özeti şöyle: “Türk heyeti yakın za-
manda ABD’ye gidecek. (5 Kasım 2007 Bush-Erdoğan gö-
rüşmesi) Türk heyeti ABD’ye gitmeden önce siz esir askerleri
bırakırsanız, bu görüşme üzerine çok önemli etkileri olur. Onun
için esir askerlerin bırakılması ABD’nin de talebidir. General
Petraues bizzat rica ediyor.”
Bu mesajı kendi içinde değerlendiren PKK yönetimi, Ankara
ile Washington arasında yapılacak görüşmeyi etkilemek, Türk
tarafının elindeki kozları azaltmak düşüncesiyle askerlerin bı-
rakılmasına karar veriyor. PKK, ‘askerlerin DTP aracılığıyla bı-
rakılacağını’ bildiriyor.

Brüksel görüşmesi

Esir askerlerin bırakılması için hazırlıklar yapılmaya başlandığı


sıralarda Norveçliler aracılığıyla Brüksel’deki toplantı için de
hazırlıklar tamamlanmıştı.
1 Kasım 2007.
Yer Brüksel Zaventem Uluslararası Havaalanının yanındaki
Crown Plaza Oteli.
Eski Norveç Başbakanı ve Dışişleri Bakanı tarafından organize
edilen PKK-TC görüşmeleri birazdan başlayacak.
Bu arada, şunu not düşmekte fayda var: Daha önce de belirtildiği
gibi, sözü edilen Norveçli ekip ile Oslo Görüşmelerini organize
eden Cenevre merkezli kurum ayrı inisiyatifler şeklinde hareket
ediyor. Her iki inisiyatif birbirinden haberdar değil. Ve birazdan
anlatacağımız görüşmeden Cenevre’deki kurumun bilgisi yok.
Konuya dönelim...
Türk tarafı Kürt heyetinden önce otelde toplantı için hazır-
lanan salonda yerini alıyor. Kürt heyetinde Sabri Ok, Zübeyir
Aydar ve Adem Uzun yer alıyor.

57
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Türk tarafı da üç kişilik heyetten oluşuyor.


Norveçliler de toplantı salonunda.
Sabri Ok ve Emre Taner, tam bir yıl sonra, bu defa Türkiye’nin
başkenti Ankara’da değil, AB’nin başkenti Brüksel’de karşı
karşıya gelecekler.
Salona girildiğinde ve henüz selamlaşma olmadan karşısında
Sabri Ok’u gören MİT Müsteşarı Emre Taner, ayakta ve par-
mağını sallayarak, “Sabri, 300 bin kişilik ordu sınırda bekliyor.
Söyleyin, güçleriniz geri çekilsin. Yoksa silindir gibi üzerinizden
geçerler” diyor.
Görüşme daha başlamamışken Emre Taner böyle bir tehditle
konuya giriyor.
Ok: Siz bu tehdit için mi buraya geldiniz?
Taner: Evet.
Ok: PKK ordunuzdan, sizden icazet alıp ortaya çıkan bir ha-
reket değil. Senin talimatın üzerine de PKK hareket etmez.
Değil 300 bin, 3 milyonluk ordun da olsa bildiğinizi yapın, eli-
nizden ne geliyorsa yapın. Biz ne yapacağımızı biliyoruz.
Bu kısa gerginlikten sonra Taner, ‘yanlış anladın’ diyerek tar-
tışmayı yumuşatmak istiyor. Karşılıklı tokalaşma başlayınca Ta-
ner, ‘Bu gavurların (Norveçliler) önünde bir de öpüşelim’ diyor.
Ama ortam soğuk, görüşme son derece resmi bir şekilde sürüyor.
Taraflar sadece tokalaşmayla yetiniyor.
Taner, önce yanındaki iki kişiyi tanıtıyor. Sağında bulunan ka-
dını ‘Yardımcım Ayla’, solundakini ise ‘Yılmaz’ diye tanıtıyor.
‘Ayla’ olarak tanıtılan MİT Müsteşar Yardımcısı, daha sonra çok
farklı bir isim ve görevle görüşmelerin tam ortasında yerini ala-
cak. Kitabın ilerleyen bölümlerinde kendisini biraz daha tanıy-
acağız...
Kısa tanışma ve açılış konuşmasından sonra Norveçliler ara-
dan çıkmak ve tarafları baş başa bırakmak istiyorlar. Norveçlilerin
çıkmasından sonra heyetler arası tartışmalar sürüyor. Yaklaşık
iki saat süren tartışmanın temelinde devletin ateşkes talebi bu-
lunuyor.

58
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Emre Taner’den PKK’ye


‘esir askerleri öldürün!’

Tartışma bir noktadan sonra Oremar’da esir alınan 8 asker


meselesine geliyor. Türkiye’nin ABD ve Güney Kürdistan üzeri
mesajlar gönderdiği ama açıktan askerlerin gündem olmasını
istemediği belirtilince Taner, devreye giriyor: “O askerleri bı-
rakmayın. Zaten 40 tanesini öldürdünüz, o 8 kişiyi de öldürün!”
Bu görüşme aslında PKK’yle uzlaşma yerine PKK’ye ‘sizi
imha ederiz’ mesajı verilmek için kurgulanmıştı. PKK’ye verilen
mesaj şuydu: Durum ciddidir. ABD bize destek veriyor, verecek.
Siz ya gücünüzü sınır dışına çekersiniz ya da öyle bir savaş
başlar ki, Kürtler ve Türkler bir daha barışamaz.
PKK ise geçmişte yapılan ateşkesleri, yerine getirilmeyen
sözleri, bir yıl önce Ankara’da yapılan görüşmeleri, ardından 1
Ekim 2006 tarihinde ilan edilen ateşkes ve Öcalan’ın zehirlen-
mesini hatırlatarak şunu diyor: Tek taraflı ateşkes ilan etmeye-
ceğiz. PKK 50 yıl daha savaşabilir ve yenilmezdir. PKK’yi ABD
ve NATO’nun desteğiyle bitireceğinize inanıyorsanız şimdiye
kadar 5 defa bitirmiş olmalıydınız. Her saldırı sizin için bir kayıp
olur, bir yenilgi olur.
Görüşme bu şekilde sona eriyor. Taner ve ekibi özel uçakla
aynı gün Ankara’ya geri dönüyor.

Askerlerin bırakılması

PKK yönetimi Brüksel’deki görüşmenin içeriği hakkında bilgi


aldığında ortada organizeli bir saldırı hazırlığı olduğu sonucuna
varıyor. Zira Emre Taner’in tehdit dolu konuşmaları ve Güney
Kürdistan’dan gönderilen mesajların çerçevesi birbirini tamam-
lıyor. ABD’nin Irak’taki Komutanı David Petraeus, Celal Talabani
üzerinden askerlerin durumunu soruyor ve Bush-Erdoğan gö-
rüşmesinden önce bırakılmasını talep ediyor. Talabani, Petra-
esu’un mesajını doğrudan Karayılan’a aktarıyor.
Daha sonra Afganistan’da görevlendirilen, ardından Obama

59
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

tarafından CIA direktörlüğüne atanan David Petraeus, askerlerin


bırakılması için Hewler’de karargah kurmuştu. PKK’den olumlu
yanıt gelince hazırlıklara başlandı. Türkiye’den giden DTP mil-
letvekilleri Aysel Tuğluk ve Osman Özçelik, KDP’li yetkililer ve
Güney Kürdistan İçişleri Bakanı Kerim Sincari ile STK temsil-
cileri esir askerleri Amediye yakınlarında resmi bir törenle teslim
aldılar. 2011 yılında hava saldırısında yaşamını yitiren HPG ko-
mutanlarından Yücel Halis, askerleri bir törenle heyete teslim
etmişti.
Serbest bırakılan esir askerler Hewler’e, oradan da Musul’a
götürüldü. ABD’li komutanlara teslim edildi. Amerikalı komu-
tanlar askerleri bizzat Türk ordusuna teslim etti.(17)

5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesi

Erdoğan ve dönemin ABD Başkanı George W. Bush arasında


5 Kasım 2007 tarihinde gerçekleşen görüşme, PKK ile TC ara-
sındaki savaş ve mücadele açısından tarihi önemdedir. Yukarıda
değinildiği üzere, PKK’ye ABD ve Türkiye tarafından doğrudan
tehdit mesajları iletilmiş, esir askerler bırakılmış olsa da Oremar
eylemi gündemdeki yerini korumuştur. Ondan önce Ekim ayında
sınır ötesi savaş tezkeresi Meclis’te kabul edilmişti.
Daha sonra Ergenekon Davası’ndan tutuklanan dönemin Ge-
nelkurmay İkinci Başkanı Ergün Saygun da Türk ordusu adına
Erdoğan’la birlikte Beyaz Saray’a gitmişti. Bu görüşmede özetle
PKK ‘ortak düşman’ ilan edildi. Bush bunu bizzat dünyaya duy-
urdu. Askerlerin serbest bırakılması da bu açıklamanın yapıl-
masını önleyememişti. Erdoğan, ‘sınır ötesi operasyon’ için
ABD’den ‘onay’ istemiş, ama Bush başka bir öneriyle masaya
gelmişti. ABD tarafı, Türk tarafına ‘Siz Irak’ın kuzeyine girerek
PKK’yi imha edemezsiniz. Zaten daha önce çoğu kez aynı şeyi
yaptınız, sonuç alıcı bir gelişme olmadı. PKK ancak zamanında
ve yerinde istihbarat, yüksek teknoloji ve zamanında müdahale
ile imha edilir’ mesajını vermişti.(18)
Bush, bu konudaki fikirlerini Erdoğan’a aynen şöyle ifade

60
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ediyor: “Yerinde istihbarat, yüksek teknoloji ve zamanında mü-


dahale için biz size gerekli tekniği veririz. Artık sizin askerinizin
oraya gitmesine gerek yok. Bizim uçaklar tespit edecek, sizin
uçaklar gidip o hedefleri güdümlü bir şekilde vuracak. Böylece
PKK artık Kuzey Irak’ta yaşama hakkını kaybedecek.”
Ve ABD, sözünü tutarak TSK’nın halen kullandığı teknolojiyi
bu görüşmeden sonra Türkiye’ye ulaştırdı. Bu Türkiye için çok
büyük bir destek, PKK içinse büyük bir riskti. Zira bu teknoloji
Türklerin elinde bulunmuyordu. Bu teknolojiyle birlikte Türkiye
savaştaki strateji ve taktiğini önemli oranda değiştirmiş ve ivme
kazandırmıştı. Yeni durumda, önce insansız keşif uçakları yeri
tespit ediyor, koordinatları belirliyor ve savaş uçaklarına veriyor.
Koordinatların belirlenmesi çok önemli askeri bir avantaj
sağlıyor. F-16’lar aniden aktarılan koordinatları esas alıp gü-
dümlü füzelerle gerilla noktalarını bombalayabilecekti. Türk ta-
rafı bu gelişmeden çok memnundu. Hatta o dönem Genelkur-
may Başkanı olan Yaşar Büyükanıt, “PKK artık bitecek. Kandil
bizim için artık BBG evi gibidir. (‘Biri Bizi Gözetliyor’ isimli
televizyon programından esinlenerek) PKK artık Kandil’de ka-
lamayacaktır” açıklamasında bulunmuştu.(19)
Çok geçmeden, 16 Aralık 2007 gecesi onlarca F-16 savaş uçağı
daha önce belirlenen gerilla noktalarını bombaladı. Ekim ayında
Kandil’de Murat Karayılan’a aktarılan tehdit içerikli mesajdan
sonra alınan karar gereği PKK, ‘eskiden kullanılan tüm nokta-
larını’ değiştirmişti. Zaten Bush’un açıklamasından sonra böyle
bir saldırı bekleniyordu. Bu hazırlıklardan kaynaklı olarak Türk
devleti saldırılarından sonuç alamadı. Yüzlerce nokta bombalandı
ve 6 gerilla yaşamını yitirdi. Hükümet 16 Aralık 2007 gecesi
Kandil’e yapılan hava saldırısının 50 milyon dolara mal olduğunu
açıkladı.
Yeni savaş ve saldırı konsepti artık devredeydi. Kış mevsimi
olması itibarıyla gerillalar istedikleri kadar hareket edemiyor,
savunma pozisyonunu koruyordu.
Türk tarafı, ABD’nin verdiği bu destekle savaş planını pe-
kiştirmişti.

61
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Peki, ABD neden bu desteği Türkiye’ye vermişti?


Hatırlanacağı üzere, bu dönemde hükümet olan AKP ve diğer
devlet dinamikleri arasında görünür bir iktidar çekişmesi
yaşanıyordu. ABD ve Avrupa, AKP üzerinden Türkiye ile işbir-
liklerini sürdürmeyi esas alıyordu. ‘Ilımlı İslam’ dedikleri proje
için AKP’ye misyon biçilmişti. Klasik devlet dinamikleri devre-
den çıkarılmak ve AKP’ye alan açılmak isteniyordu. Zaten daha
sonra bu Kemalist çevreler ‘Ergenekon’ adı altında tasfiye edildi.
Ortadoğu yeniden şekillendirilecekti, Türkiye’ye rol veriliyordu
ve AKP bu rolü oynayacak karakterdeydi. Amerika, sadece
Türkiye’nin iç siyaseti için değil, bölgesel anlamda da Erdoğan’a
misyon biçmişti. Bunun için PKK ve devlet içerisindeki diğer
dinamiklerin sırayla tasfiye edilmesinin Erdoğan’ın önünü aça-
cağı, ABD’nin bölgesel hamlelerini başarıya götüreceği düşünü-
lüyordu. Bush’un sunduğu desteğin önemli bir amacı da, destek
karşılığında Güney Kürdistan federasyonunun Türkiye tarafın-
dan kabul edilmesiydi. Nitekim görüşmede Türk devleti Güney
Kürdistan federasyonunu resmi olarak kabul etmişti. Güney
Kürdistan, PKK’ye karşı savaş karşılığında Türk devleti tara-
fından kabul görmüştü.
Bu arada, 2-3 yıldır devrede olan her iki Avrupalı heyet, taraf-
larla görüşüyor ancak bu görüşmeler zemin yoklamanın ötesine
geçemiyordu.
Taraflar artık bahar aylarını bekliyordu. Ancak baharla çok
çetin bir savaşın başlayacağı artık herkes tarafından biliniyordu.

Zap savaşı (20)

O yıl ‘Bahar’ erken geldi. 20 Şubat gecesi, binlerce Türk


askeri Çukurca’dan Zap bölgesine hareket etti. Sınır ötesi ope-
rasyon resmen başladı. Televizyonlar canlı yayına geçti. Türk
medyasına göre, ‘PKK bitmek üzereydi ve beli kırılmıştı!’
HPG Anakarargahı Zap’ta bulunuyordu ve Türk askeri ka-
rargahı imha etmek üzere harekete geçmişti. Yapılan yayınlar ve
konuşmalar da Ankara’nın Zap’a büyük anlam biçtiğini göste-

62
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

riyordu. Ama asker ilerleyemiyor ve cenaze haberleri peş peşe


geliyordu.
Kürt medyası Zap savaşına ilişkin çatışma görüntülerini yay-
ımlayınca, Türk medyasındaki dezenformasyonlar bir bir çö-
küyor ve durumun söylenenin tersine olduğu anlaşılıyordu.
Örneğin üçüncü gününde o dönem çalıştığımız Roj TV Haber
Merkezine düşürülen bir Kobra helikopterin görüntüleri ulaştı.
Zap’ta düşürülmüştü. Kış ayıydı, her taraf karla kaplıydı. Heli-
kopterin düştüğünü duyuran ilk televizyon olduk. Ama ilk ha-
berde gelen görüntüyü kullanmadık. Arşivden 1997’de Mayıs
ayında düşürülen başka bir helikopterin görüntülerini kullandık.
Genelkurmay, yeni düşürülen helikopterin görüntüleri bizde
yok diye düşünmüş olacak ki, yarım saat sonra hemen açıklama
yaptı ve ‘helikopter düşmemiş, söz konusu görüntüler eskidir’
dedi. Görüntülerin eski olduğu gerçek olsa da, helikopterin
düşmediği açıklaması gerçeği ifade etmiyordu.
Roj TV, iki saat sonra düşürülen yeni helikopterin görüntüle-
rini yayımladı. ‘97 Mayıs’ı ile Şubat 2007’deki mevsim farkını
da göstererek Ankara’nın Zap savaşındaki propaganda kampa-
nyasını yerle bir etti. Genelkurmay, duruma çok şaşırmış olacak
ki, 3 saat sonra, ‘Bir helikopterimiz kırıma uğradı’ açıklamasını
yapmak zorunda kaldı.
Halk artık gerçekleri öğrenmek ve Zap’ta olup biteni bilmek
istiyordu. Bu durumdan hemen bir gün sonra, dönemin ana
muhalefet partisi başkanı Deniz Baykal, Meclis’te partisinin
grup toplantısında hükümetten izahat istedi. “Zap’ta ne oluyor
Sayın Başbakan?” diye çıkışan Baykal, oldukça sert bir üslupla,
“Biz Zap’ta ne olduğunu Roj TV’den takip ediyoruz” dedi. Bay-
kal, Türk medyasındaki özel savaş haberlerine artık inanmadı-
klarını açıkça beyan etti.
Çatışmalar bir hafta sürdü. Afganistan’da bulunan dönemin
ABD Genelkurmay Başkanı, Türkiye’ye ‘askerlerini çek’ çağrı-
sında bulundu. Daha önce “Kandil bizim için BBG evi” diyen
dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, bu kez “Askerlerimizi
yağdan kıl çeker gibi Zap’tan çektik” dedi. “PKK artık orada

63
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

yaşayamaz” diyen Büyükanıt, çıtayı epey düşürmüş ve askerlerin


ölmeden geri çekilmesini başarı olarak anlatmaya başlamıştı.
PKK yönetimi ise, savaşı büyük bir zafer olarak ilan ederken,
‘bazı komuta eksiklikleri olmasaydı Büyükanıt’ın ‘çektik’ dediği
askerlerin de çekilemeyeceğini’ söyledi. PKK’ye göre, ‘daha
büyük bir zafer’ elde edilebilirdi.
Sekiz gün sonra Zap savaşı sona erdi. Siyaseten AKP, askeri
olarak da Türk Genelkurmayı için sonuç tam manasıyla hezi-
metti.
Ama AKP, bu yenilgiyi içeride kendisi için avantaja çevirmeyi
bildi. Zap yenilgisini, iktidar mücadelesini yaptığı askerlerin
üzerine yıkmayı başardı. ABD ve AB’nin verdiği destekle
Türkiye’de böyle bir hava oluşturuldu. Erdoğan ve AKP’nin,
Fethullah Gülen örgütünün verdiği destekle orduyu dizayn etme
projesinin önü açıldı.
Hatırlanacağı üzere, Zap savaşından sonra Erdoğan, ordunun
üzerine daha fazla gitmeye başlamış, ‘Ergenekon’ davaları hız
kazanmış ve tutuklamalar artmıştı.
Türk ordusu, Zap’a tarihlerinde belki de hiç yapamadıkları
kadar büyük bir güç ve teknik destekle saldırdı. Eğer kısmen de
olsa başarılı olsaydı içeride AKP’nin sonradan kendilerine yaptığı
operasyonun aynısını yapacaklardı.

Tekrar başlayan görüşme süreci

Mart 2008. Zap savaşından takriben bir ay sonra. Irak Cum-


hurbaşkanı Celal Talabani Ankara’da dönemin Başbakanı Er-
doğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve MİT Müsteşarı Emre
Taner’le görüştükten sonra Süleymaniye’ye geri döndü.
Mam Celal, Bağdat’taki makamına gitmeden önce Murat Ka-
rayılan ile tekrar görüşmek istedi. Karayılan’a yazdığı mektubu
bir danışmanı aracılığıyla gönderdi. Karayılan’ın da olumlu cevap
vermesi üzerine görüşme gerçekleşti.
Talabani, Türkiye’de yaptığı görüşmelerin içeriğini Karayılan’a
aktardı. Zap operasyonu da gündeme gelince Talabani, Anka-

64
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ra’da gördüklerini şu cümlelerle özetliyor:


“Türklerle yaptığımız resmi görüşme bitince, Erdoğan ve
Gül içeride benimle baş başa kaldılar. Kapıyı kapattıktan sonra
bana ‘Zap nasıl oldu? PKK’nin durumu nedir, ne değildir’ diye
sordular. Ben de onlara durumu anlattım. Ama gördüğüm şu:
Türk ordusunun Zap’ta kırılması Gül ve Erdoğan’ı sevindirmişti.
Gözleri gülüyordu!”
Evet, Mam Celal, Ankara’da gördüğü manzarayı Karayılan’a
böyle aktarıyor...
Zap savaşından sonra çatışma ve operasyonlar Kuzey Kürdi-
stan’ın birçok bölgesinde devam etti. Süreç çok şiddetliydi. Ka-
sım 2007’de başlayan savaş süreci 2008 boyunca artık devam
ediyordu. Hatta basın brifinginde Genelkurmay Başkanı Yaşar
Büyükanıt, verdiği rakamlarla ‘PKK’nin 1999 öncesindeki gü-
cüne geldiğini, bunun Türkiye için tehlike arz ettiğini’ belirtiy-
ordu. PKK yönetimi de yoğun askeri eylemlilik kararı almış ve
önceki yıllara oranla halk serhıldanlarıyla bu sürece ivme ka-
zandırmıştı.

Oslo görüşmelerinin altyapısı

1 Kasım 2007 tarihinde Norveçli heyetin arabuluculuğuyla


Brüksel’de Sabri Ok başkanlığındaki Kürt tarafı ile Emre Taner
başkanlığındaki Türk heyeti arasında yapılan toplantıdan sonra
görüşmeler dondurulmuştu. Devletin hesabı, PKK’ye ölümcül
darbeyi vurmak ve öylece masaya yenik oturtmaktı. Zap savaşının
temel amacı buydu.
Bu süre zarfında aracı kurumların görüşmeleri taraflarla
sürdü. 1 Kasım görüşmesinden sonra Kürt tarafı ile bir araya
gelen Cenevre merkezli kurum, görüşmeden haberdar olduğunu
ileterek, görüşmenin kendilerinden gizli yapılmasını eleştirdi.
Kürt tarafı, “Bize dürüst davranmadınız” diyen kurum yetkilisine
“Biz kendimize göre dürüst davrandık. Diğer taraf görüşmeleri
gizli tuttu, biz sözümüze bağlı kaldık” açıklamasında bulundu.
Zaten Norveçli ekip, Cenevre’de kurumun arada olduğunu

65
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

öğrenince artık geri çekildi. Taraflar her iki aracı kurumdan


birini seçmek durumunda kalmıştı ve Türk tarafının eğilimi
daha çok Cenevre’deki kuruma yönelikti.
Tabii bu süreçte merkezi İspanya’da bulunan başka bir kurum
daha arabuluculuk için nabız yokladı ama diğer kurumların de-
vrede olmasından dolayı kabul görülmedi. Yine eski Finlandiya
Cumhurbaşkanı Martti Artisaari devreye girmek istemiş ama
Ankara tarafından reddedilmişti.
Merkezi Cenevre’de bulunan aracı kurum, çatışma ve savaşın
en şiddetli yaşandığı günlerde bile taraflarla ilişkilerini
sürdürmüş ve ‘Görüşme Masası’ için çalışmalarında ısrar et-
mişti.
21 Ocak 2008 tarihinde Kürt tarafı ile görüşen Cenevre’deki
aracı kurum, yeni bir durum değerlendirmesi yapar ancak tar-
afların bir araya gelmesi noktasında herhangi bir konu gündeme
gelmez.
Zap savaşından hemen sonra aracı kurum ve Kürt tarafı ara-
sında tekrar bir görüşme gerçekleşir. Zap savaşındaki sonuç
durumu değiştirmiştir: Aracı kurum tarafları, yani PKK ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti temsilcilerini bir araya getirmeyi
gündeme getirir.
Kürt tarafı bunun olabileceğini iletir. Kurum Türk tarafı ile
Ankara’da görüştükten sonra Nisan 2008’de Kürt tarafı ile Ce-
nevre’de tekrar bir araya geliyorlar. Bu görüşmeye Sabri Ok da
ilk defa katılır. Kurum yetkilileri, Ok’a Emre Taner ile daha
önce yaptıkları görüşmenin içeriğini sorarlar. Ok görüşmeleri
özetleyince daha detaylı öğrenmek istediklerini belirtirler. Bunun
üzerine ortam biraz gerilir.
Cenevre’deki kurum, ‘çözüm için rol almak istediğini, iyi şey-
ler yapmayı amaçladığını ve onun için detayları öğrenmek iste-
diğini’ belirttikten sonra karşılıklı ‘bilgi paylaşımı’ devam eder.
Ve Cenevre’deki aracı kurumun merkezinde yapılan toplan-
tıda, Kürt tarafı ile Türk tarafının aynı masada bir araya gelmesi
kararlaştırılır.

66
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Cenevre’deki ilk görüşme

3 Temmuz 2008.
İsviçre’nin başkenti Cenevre.
Oslo görüşmelerini organize eden, BM, AB, İngiltere, İsviçre,
Norveç gibi ülkelerin desteklediği aracı kurumun merkezi. Bi-
razdan, üç yıl sürecek ‘Oslo Görüşmeleri’nin ön görüşmesi bu-
rada yapılacak.
Kürt tarafından Remzi Kartal ile Zübeyir Aydar bulunuyor.
Yanlarında ise bir tercüman var.
Türk tarafından ise daha önce Emre Taner’in ‘Yardımcım
Ayla Hanım’ dediği MİT Müsteşar Yardımcısı ve iki kişi.
Taner görüşmeye gelmemiş, aracıların ‘Bayan Güneş’ diye
hitap ettikleri ‘Ayla’ kod isimli yardımcısını görevlendirmişti.
Türk heyetinde bulunanlarda biri Salih isimli MİT görevlisi ve
aynı zamanda tercümanlık yapıyor. Diğer kişi ise ‘Ozan’ ismiyle
tanıtılıyor.
Tabii isimlerin tümü kod. ‘Ayla’ diye tanıtılan ‘Bayan Güneş’
bütün görüşmelerde yer alacak.
Ama Ozan isminin bir yere not edilmesinde fayda var. Çünkü
bu MİT yöneticisi, kitabın ilerleyen bölümlerinde kritik olaylarda
karşımıza çıkacaktır.
Cenevre’deki toplantıya dönelim.
Kürt ve Türk tarafları, Cenevre’deki aracı kurumun merke-
zinde ilk defa bir araya geliyor. Sürecin bundan sonraki seyri
konuşacak. Aracı kurumun yetkilileri kısa bir açılış konuşması
yaptıktan sonra dışarı çıkar ve tarafları ‘baş başa’ bırakırlar.

Türk tarafı Kürtlere ne önerdi?

Aracılar dışarı çıkar çıkmaz Türk heyetine başkanlık eden


‘Ayla Hanım’ daha önceden yazdığı bir e-mail adresini Remzi
Kartal ve Zübeyir Aydar’a vererek, “Bundan sonra aracısız gö-
rüşelim, bunları devreden çıkaralım, bu mail üzerinden gö-
rüşelim” önerisinde bulunuyor. Kartal ve Aydar ise bu öneriyi

67
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

geri çeviriyor ve üçüncü bir gözün her zaman olması gerektiğini


dile getiriyorlar. Türk heyeti daha sonraları da doğrudan ilişki
kurmak için telefon numaraları ve internet adresleri vererek,
bu konuda ısrarcı oluyor.
Bu görüşmede, Kürt tarafı geçmiş süreçlerin tekrar bir özetini
çıkarıyor. Atılan adımlar sıralanıyor. Çözüm için iyi niyet beyan-
ları dile getiriliyor.
Türk tarafının ise doğrudan masaya getirdiği ve odaklandığı
konu: Ateşkes. Yeni bir ateşkesin olması ve sorunların sonradan
konuşulması Ankara’dan gelen heyetin temel beklentisi.
Birkaç saatlik tartışmadan sonra, sorunların ‘konuşarak çö-
zülmesi’ konusunda mutabık kılınıyor. Ama adımlar noktasında
bir ilerleme kaydedilmedi. Zira bu görüşmeye böyle bir misyon
da biçilmemişti. Daha çok tanışma, karşılıklı ‘iyi niyet beyanları’
şeklinde görüşme sona eriyor. Her iki taraf birbirini yokluyor ve
oradan ayrılıyor. Görüşmelerin bundan sonra nasıl seyredeceği
hakkında somut bir karar alınmıyor.
Ama aracı kurum, yüz yüze görüşmelerin ilerlemesinden yana.
3 Temmuz 2008 tarihinde, Cenevre’deki görüşmeden bir süre
sonra Kürt temsilcilerle Brüksel’de tekrar bir araya geliniyor.
‘Oslo Görüşmeleri’nin yeni bir formatla artık resmen başlaması
isteniyor.
Aracı kurum, Brüksel’deki ‘’KCK merkezinden yani Kan-
dil’den de temsilcilerin” katılmasını istiyor.
Tam iki ay sonra Norveç’in başkenti Oslo’da gerçekleşecek
görüşme için aracı kurumun yetkilileri Kandil’e giderek ‘olur’
cevabı aldıktan sonra altyapı hazırlıkları başlıyor.

Oslo-1 toplantısı ne zaman


nerede ve nasıl yapıldı?

3 Temmuz 2008’de İsviçre’nin başkenti Cenevre’de aracı ku-


rumun merkezinde Kürt ve Türk taraflarının katılımıyla yapılan
toplantıda sürecin devam etmesi üzerine prensip anlaşmasına
varılmış ama ‘nasıl ve hangi formatta’ devam edeceğine ilişkin

68
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bir karar verilmemişti. Bu çalışmayı pratikleştirmek ve tarafları


artık başka zeminlerde aynı masa etrafına getirmek aracı kuru-
mun işiydi. Her iki taraf da bu kurumla ayrı ayrı görüşüp tutu-
munu belirliyor.
Aracı kurumun temsilcileri önce Ankara’ya giderek hükümet
ve MİT yöneticileriyle bir dizi görüşmede bulunuyor. Sürecin
nasıl devam edeceği, PKK’den beklenen, müzakerelerin nasıl
olması gerektiği noktasında Ankara’nın talepleri dinleniyor. Aracı
kurum temsilcilerinin edindikleri izlenimlerin özeti şöyle: ‘Hü-
kümet ve devlet içerisinde sorunun siyasal yöntemlerle çözül-
mesini isteyen bir kesim var. Bu ekip hükümet ve bürokraside
etkili. Ancak şiddet yöntemini esas alan ekip de var ve bu ekip
daha güçlü. Erdoğan ise her iki ekiple aynı mesafede ama daha
çok şiddet ve savaş yöntemini benimseyen ekibe yakın. Er-
doğan’ın ‘siyasal çözüm için’ ikna edilmesi gerekiyor. Bunun
için de elimizin güçlü olması lazım. PKK ateşkes ilan ederse
elimiz güçlenir; o zaman Erdoğan’ı daha rahat ikna ederiz.’
Ankara’dan farklı aracılar üzerinden Kandil’e giden bazı me-
sajlarda siyasi çözümden yana bir ekibin varlığından bahsediliyor.
Bu ekibi hükümette Beşir Atalay, Sadullah Ergin, Ahmet Davu-
toğlu, Nihat Ergun, MİT’te ise Emre Taner ve ekibinin temsil
ettiği belirtiliyor.
Ankara’da aracı kurumun temsilcilerine aktarılan mesajda
sadece ‘PKK’nin ateşkesi’ vurgusu yok. Öncelik ateşkes, sonra
da ‘geri çekilme’ koşullarının oluşturulmasıydı: ‘PKK hangi
koşullarda çekilir, hangi esaslar üzerinde çekilir? Bunun için
PKK ile görüşmek lazım. Brüksel ve Cenevre’de daha önce ger-
çekleşen görüşmelerin artık bu eksende yeni bir formatla sürdü-
rülmesi lazım.’
Aracı kurum temsilcilerinin Ankara’dan sonra ikinci durağı,
Kandil’di.
Zaman kaybetmeden İstanbul üzeri Erbil (Hewler) ve oradan
da Kandil’e gidip PKK yönetimiyle görüşülür. Ankara’dan alınan
mesaj ve edinilen izlenimler aktarılır.
PKK yönetimi, örgüt merkezinden temsilcilerin Oslo Gö-

69
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

rüşmelerine katılmasını kabul eder. Bu sürecin merkezinde Öca-


lan’ın olmasını talep eder; Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması
ve doğrudan iletişim kanallarının açılmasını da bu sürecin olmazsa
olmazı sayar. Bütün bunların Oslo Görüşmelerinde masaya geti-
rilmesi şeklinde bir sonuca varılır ve PKK, ‘Evet, Kandil’den
temsilcilerimiz Oslo’ya gelecekler’ yanıtını verir.
PKK ve TC temsilcilerinin artık aynı masa etrafında bir araya
gelmesi ve müzakere yapmaları için sadece bazı teknik hazırlıklar
kalır. Aracı kurumun temsilcileri, Kandil’den tekrar Ankara’ya
geçerek Türk tarafına PKK merkezinden temsilcilerin doğrudan
Oslo’daki görüşmelere katılacağını aktarır. Ankara’daki muha-
taplar bu cevabı olumlu karşılar.

Hangi PKK yöneticileri istendi,


kimler katıldı?

PKK’den Oslo Görüşmelerine doğrudan katılım yanıtı alı-


nınca, aracı kurum, görüşmeye dönemin KCK Yürütme Konseyi
Başkanı Murat Karayılan’ın bizzat katılmasını talep ediyor. Ancak
PKK yönetimi bu talebe sıcak yaklaşmaz. Bir durum değerlend-
irmesinden sonra “Karayılan’ın bizzat Oslo’ya gitmesine gerek
yok” yanıtı verilir. Aracı kurum, Karayılan’ın güvenlik sebebiyle
katılmak istemediğini düşünmüş olacak ki, Kandil’e şunu diyor:
“Norveç Meclis Başkanı sizin bulunduğunuz sahaya gelecek,
siz oradan bizzat Meclis Başkanı ile birlikte geleceksiniz.” Yani,
Karayılan’ın doğrudan Oslo’ya gitmesi için diplomatik bir tedbir
getirilmek isteniyor. Ama PKK’nin düşüncesi ‘güvenlikten’ ziy-
ade bu görüşmelerdeki temsil düzeyidir. PKK, Yürütme Konseyi
Başkanlığı yerine, ‘Yürütme Konseyi Üyesi’ temsilcilerinin ka-
tılımını daha uygun görür. Zira hareketin en üst düzeyinde tems-
ilcilerin bu görüşmelere katılmasıyla, görüşmelere ‘hak ettiğin-
den daha fazla bir anlam ve önem’ verilmiş olacak sonucu ortaya
çıkar. PKK -bu görüşmelerin anlam ve önemini de yadsıma-
dan- hareketin en önemli ve etkili kadrolar tarafından temsil
edilmesini benimser ve bunun üzerine kimlerin katılacağı nok-

70
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

tasında bazı tartışmalar yürütülür.


Aracı kurumun temsilcileri Kandil ve Ankara’daki görüşmeleri
bitirdikten sonra Avrupa’ya geri dönüyor. Artık görüşmelerin
hangi tarihte ve nasıl yapılacağı planlanacağı belirlenecek ve
buna göre taraflar bilgilendirilecek.
Görüşmeler Norveç’in başkenti Oslo’da yapılacak. Norveç’in
bu konudaki rolü ev sahipliği, lojistik ve güvenlik. Hükümetin
bilgisi var, dönemin Dışişleri Bakanı doğrudan konuyu takip
ediyor.
Türk temsilcilerinin Oslo’ya gelmeleri için teknik bir sıkıntı
yok. Ama Kandil’den gelecek katılımcılar için bazı hazırlıklar
gerekiyor. Bu hazırlıkların yapılaması için PKK, Kandil’den ge-
lecek temsilcilerin isim ve fotoğraflarını aracı kuruma iletir.
Takvimler artık Ağustos 2008’i gösteriyor. Kimlerin geleceği be-
lirlenmiş, sadece gelişler planlanmıştır.

Görüşmelerin gizli tutulması

Aracı kurumun temsilcileri sürecin başından itibaren gizliliğe


çok önem verilmesi gerektiğini taraflara aktarır. PKK yönetimi
de kendi arasında bu süreci gizli tutmaktadır. PKK, KCK, Kadın
Hareketi ve HPG’den toplam 12 üst düzey isim bu görüşmeler
hakkında bilgilendiriliyor. Katılacak temsilcilerin ise ne zaman
görüşmeye gidecekleri kimse tarafından bilinmiyor. Kandil’den
2, Avrupa’dan ise 3 kişinin ‘Kürt Tarafı’ olarak Oslo Görüşme-
lerine katılması netleştirilir. PKK’nin bu süreci kendi içinde bu
denli gizli tutması daha sonra eleştiri konusu olmasına rağmen,
aracı kuruma verilen sözün gereği olarak bu kural sürecin sonuna
kadar esas alınıyor.
Kandil’den hareketin kurucularından ve Diyarbakır Zindan
Direnişçisi, Abdullah Öcalan’ın ‘yaşayan şehidimiz’ diye tan-
ımladığı Mustafa Karasu ile Kadın Hareketinin temsilcilerinden,
uzun yıllar gerilla komutanlığı yapan Sozdar Avesta (Nuriye
Kesbir) belirleniyor. Avrupa’dan ise Remzi Kartal, Zübeyir Aydar
ve Adem Uzun ‘Kürt Tarafı Heyeti’ndedir.

71
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

O dönem Avrupa’da bulunan Sabri Ok da görüşmeler hak-


kında bilgilendirilir ama ilk görüşmelere katılmaz.
Heyetin sorumlusu olarak da Mustafa Karasu belirleniyor.
Türk tarafının ise görüşme anına kadar kimler tarafından
temsil edileceği saklanır.

Tarafların ilk görüşmesi

27 Ağustos 2008.
Güney Kürdistan’ın başkenti Hewler (Erbil) uluslararası ha-
vaalanına inen Avusturya hava yollarına ait uçakta, iki İngiliz va-
tandaşı, üst düzey bir Norveçli diplomat ve iki Norveçli güvenlik
görevlisi seyahat etmektedir. Avrupalı heyet herhangi bir sorun
yaşamadan havaalanından ayrılır ve oteline gider gitmez, kentteki
PKK’li muhataplarıyla irtibata geçer. Aracı kurumun temsilcileri,
PKK yönetimine gönderilmek üzere bir mesaj hazırlıyor ve ‘ge-
rekli tüm hazırlıkların yapıldığını, Oslo yolculuğu için temsilci-
lerin artık gelmesi gerektiğini’ aktarıyor. Mesaj 29 Ağustos 2008
tarihinde Kandil’e ulaşıyor.
Fakat bu sırada PKK 10. Kongresi yapılmaktadır. PKK, 2003-
2004 yıllarında yaşadığı ağır iç sorunlardan sonra 2005 yılında 9.
Kongresini yapmış ve önemli oranda toparlanmıştır. Bu ‘3-4
yıllık toparlanma sürecinin değerlendirilmesi’ için 10. Kongreye
büyük misyon biçilmiş, tartışmalar bu çerçevede yapılmıştır.
Nitekim daha sonra basına yansıyan ‘Kongre Sonuç Bildirge-
sinde’ Öcalan’ın özgürlüğü merkeze alınmış ve PKK kadrolarına
‘Yeniden PKK’leşme’ çağrısında bulunulmuştu.
Kongre PKK tarihi açısından önemlidir ve daha sonra izleye-
ceği siyaseti ve savaşı üzerinde belirleyici kararlar almıştır. Ancak
görüşmelere katılacak kişiler konusunda sadece 12 kişinin bilgisi
vardır. Kongre Divanında yer alan Cemil Bayık, Sozdar Avesta
ve Murat Karayılan, görüşme süreci hakkında bilgi sahibi olan
yöneticilerle bir toplantı gerçekleştiriliyor. 12 kişilik yönetim
kadrosu gelen bir mesajı okur. Daha sonra, Karasu ile Avesta
Oslo Görüşmelerine katılmak üzere kongreden ayrılıyor.

72
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

PKK yönetimi, başından itibaren bu sürecin devam etmesin-


den yana. Bu toplantıda da aynı görüş birliğine varılır. ‘Gitmey-
elim’ diye bir tartışma açılmaz. Fakat 12 kişilik yönetim kade-
mesinden iki-üç yönetici, ‘Oslo Görüşmeleri olsun ama buradan
değil, Avrupa’daki yönetim üzerinden olsun’ önerisinde bulu-
nuyor. Ama karar değişmez. PKK yönetimi, bu görüşmelere
hangi gündem ve amaçla katılması gerektiğini genişçe tartıştık-
tan sonra temsilciler Kongre sahasından ayrılıyor.

PKK’nin Oslo görüşmelerine yaklaşımı

PKK, bu toplantıda ve daha önce aracı kurumla yaptığı gö-


rüşmelerin tümünde, hatta o dönemde basına açık yaptığı değer-
lendirmelerde, Türk devletinin sorunu çözmek istediğini düşün-
mediğini deklare ediyor. PKK’ye göre, Türk devletinin sorunu
siyasi yöntemlerle çözme politikası yoktur; bu ancak zayıf bir
ihtimal şeklinde ele alınıyor. Ve bu ihtimal, ‘PKK ile demokrasi
güçlerinin vereceği mücadele tarafından belirlenecek bir ihti-
maldir’ deniliyor. Dolaysıyla devletten bir çözüm beklenmemek-
tedir. PKK, görüşmelere katılmayı da bir beklentiden ziyade bir
mücadele sahası olarak ele almakta ve bunun için Oslo’ya git-
mektedir. Zayıf da olsa demokratik siyasal çözümü zorlamak
gerektiği yönünde bir yaklaşımla hareket edilir. PKK ayrıca, bu
görüşmeleri toplumu ve devleti çözüme hazırlamanın bir zemini
olarak ele alır.
Ama bir de bu sürecin Türkiye ve bölgeyi aşan bir karakteri
vardır. Zira Oslo Görüşmelerine aracılık yapan, merkezi Cene-
vre’de bulunan kurum, Birleşmiş Milletler, ABD, AB, İngiltere
tarafından desteklenmektedir. Dolayısıyla söz konusu güçler ve
kurumlar bu görüşmelerden haberdardır. Söz konusu güçler,
bu tarihlerde Türkiye’nin bu tür iç sorunlarla zorlanmasını iste-
mediği gibi, Türkiye’nin o dönemde zorlanması hesaplarına da
gelmez. Bu yıllar, yani 2008-2009 yılları özellikle ABD ve AB’nin
artık Türkiye politikalarında zorlandıkları bir sürece tekabül
ediyor. Bu yıllarda çatışmasızlık ortamı bu güçlerin ve

73
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Türkiye’nin çıkarınadır. Çatışma oldukça zorlanma yaşanıyor.


ABD ve AB’nin bu yıllarda savaşa destek vermesi bir türlü, ver-
memesi bir türlü... Bu durumu gören PKK tavrını şöyle ortaya
koyuyor: Evet, Türkiye’nin amacı çözüm değil, çözmek istiyor-
muş gibi yapmaktır. Bu durumla birlikte, PKK, ABD ve AB’yi
karşısına almak istemez. PKK, 2005-2006 yıllarında yaptığı gibi,
aracı bazı güçler olursa ateşkes ilan edeceğini ve sorunu siyasi
yöntemlerle çözmek istediği göstermeyi düşünüyor.
Nihayetinde PKK yönetimi, Oslo’ya giderken ‘biz gideceğiz,
çözeceğiz, anlaşma olacak’ yaklaşımına girmiyor. Çözüm niy-
etini göstermek için ateşkes gibi somut adımlar atıyor ama
hesap kitabını ‘sorun yakında çözülecek’ saikiyle yapmıyor. Za-
ten görüşmeler içerik kazandıkça, PKK yönetimi devletin çö-
zümden ne kadar uzak olduğunu fark ediyor ve ona göre tedbir
alıyor.
Dolayısıyla, PKK bu görüşmelerde ‘politik bir duruş sahibi
olduğunu, sorunun sadece silah ve savaşla çözülmeyeceğini, so-
nucun mücadele ile belirleneceğini, bu görüşmelerin de bir
mücadele yöntemi olduğunu göstermeyi’ esas alıyor.
PKK yönetimi, 30 Ağustos 2009 tarihinde, Oslo’ya gitmeden
bir gün önce yaptığı değerlendirmede yaklaşımını şöyle formüle
ediyor:
‘Meşruiyetimizi, haklılığımızı herkese göstermek için Oslo’ya
gidelim. Türk devletinin bir çözüm politikası yok, çözme ihtimali
de zayıf. Ama bir aracı kurum denemek lazım. Yüksek bir çözüm
umudu oluşturmayalım. Fakat sorunu nasıl ele aldığımızı ve
çözmek istediğimizi de uluslararası güçlere, kamuoyuna göste-
relim.’
PKK’nin Oslo’ya temsilci gönderme amacı kendi kayıtlarına
böyle düşüyor.

74
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Kandil’den Oslo’ya yolculuk

PKK yönetimi kendi içinde yaptığı değerlendirmeden sonra


Mustafa Karasu ve Sozdar Avesta, 31 Ağustos 2008 tarihinde
PKK Kongresinden ayrılıyorlar.
İlk durak Erbil.
Zira aracı kurum ve Norveç temsilcileri kendilerini burada
beklemektedir. Karasu ve Avesta, Kandil’den Hewler’e kadar
PKK’nin imkanlarıyla ulaşıyorlar. Ancak Hewler’den Oslo’ya
yolculuk, aracı kurum ve Norveç devleti tarafından organize edi-
liyor.
PKK temsilcileri Karasu ve Avesta, Hewler’e ulaşıp Avru-
pa’dan gelen aracılarla görüştüklerinde, kendilerine Norveç de-
vleti tarafından hazırlanmış seyahat belgesi (Travel Document)
veriliyor. Hazırlanan belgelerde ‘pasaport’ yoktur ama Norveç’te
iltica pasaportu alınmış ve kaybedilmiş şeklinde birtakım evraklar
Norveç devleti temsilcileri tarafından getiriliyor. Bu belgelere
göre Sozdar Avesta Batman, Mustafa Karasu ise Maraş nüfusuna
kayıtlıdır ve isimleri elbette değişiktir.
Havaalanından rahatça geçiş sağlanır ve Sozdar Avesta ile
Mustafa Karasu Oslo’ya hareket ediyor. Aracı kurum, sürecin 1
Eylül Dünya Barış Günü’nde başlamasını planlamıştır. PKK yö-
neticileri de bu tarihte yani 1 Eylül 2008 tarihinde saat 00.30’da
Oslo’ya ulaşıyor.
Yolculuk başlamıştır ama PKK yöneticileri ‘bir komplo olabilir
mi’ fikrini hiçbir zaman göz ardı etmemiştir. Uçakta, aracı ku-
rumu temsilen iki İngiliz vatandaşı, Norveç devletini temsilen
bir elçi ve güvenlik için iki sivil polis bulunmaktadır. Heyet,
PKK’ye bu görüşmelerin uluslararası bir organize olduğunu ak-
tarıyor.
Norveç devleti adına uçakta yer alan temsilci daha önce Tay-
land, yine Tamil Kaplanları görüşmelerinde, İsrail-Filistin me-
selesinde aktif rol oynayan tecrübeli bir diplomattır ve bu konu-
daki tecrübelerini Kürt heyetiyle paylaşıyor. Uçak Karadeniz’i
geçerken artık olası bir ‘Türkiye Komplosu’ ihtimal dışında ka-

75
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

lıyor. (Norveçli diplomat bu kitabın yazıldığı tarihte -2017-


Suriye meselesi konusunda BM adına aktif bir görevdeydi. Gö-
revinden dolayı ismi bizde saklı.)
PKK heyeti 1 Eylül gecesi herhangi bir sorun yaşanmadan
Oslo’ya ulaşıyor. Oslo Havaalanında ‘özel bir kapıdan’ sorunsuz
bir şekilde geçiyorlar. Norveç devleti tüm güvenlik önlemlerini
almıştır ve heyet güvenlik konvoyu ortasında daha önce hazırla-
nan otele yerleştirilir. Karasu ve Avesta, otelde aracı kurumun
temsilcileri ve Kürt heyetinin diğer üyeleri Adem Uzun, Remzi
Kartal ve Zübeyir Aydar tarafından karşılanırlar.
Bu arada yolculuk konusuna bir daha dönmemek için bu ko-
nudaki bazı teknik ayrıntıları paylaşmakta fayda var: Mustafa
Karasu, Sozdar Avesta ve ardından Sabri Ok’a Norveç devleti
tarafından ilk gidişten sonra kendilerine 10 yıl geçerli olan pa-
saport veriliyor. Heyet Kandil’den Oslo’ya kadar Norveç devleti
himayesinde seyahat ediyorlar. Her yolculuktan sonra pasaportlar
Norveç devleti temsilcilerine teslim ediliyor.

Taraflar Oslo’da

Kandil’den giden PKK heyeti ve Avrupa’daki heyet otele var-


dığında Türk tarafı henüz gelmemiştir.
Kürt heyeti, 2 Eylül sabahı kendi arasında bir toplantı yapıyor
ve durum değerlendirmesinde bulunuyor. Heyetin sözcüsü daha
önceden planlandığı gibi Mustafa Karasu’dur. Buradaki konu
başlığı ‘resmi görüşmeler esnasında dikkat edilmesi gereken
hususlar’dır.
Aynı gün öğlen saatlerinde ‘Bu tür sorunların çözümü ve mü-
zakere süreçleri’ hakkında bir seminer organize edilir. Seminer,
İrlanda sorunu çözümünde aktif rol alan eski üst düzey bir
İngiliz yetkili tarafından veriliyor.
Kürt heyetine yapılan sunumda sorunun niteliğine ilişkin bir
tartışma olmaz. Daha çok sunum ve dinleme üzerinden bir or-
tam oluşuyor. Türk tarafı bu seminerde yoktur ve görüşmeler
henüz iki taraf arasında başlamamıştır.

76
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Semineri veren İngiliz’den sonra yine İrlanda meselesinde


aktif rol oynayan İngiltereli bir diplomat, dünyadaki tecrübelerin
pratik örneklerini Kürt heyetiyle paylaşıyor. İrlanda ve dünyadaki
diğer ülkelerde yaptıkları çalışmaları anlatıyor.
Bu sunumlarda öne çıkan diğer bir nokta ise, aracı kurum ve
danışmanlarının sürekli müzakereyi motive etme ve Kürt tarafını
teşvik etme çabasıdır. Mustafa Karasu ve Sozdar Avesta’nın Ha-
reketin merkezinden görüşmelere katılıyor olması aracı kurumu
son derece memnun ediyor.

Türk ve Kürt heyetleri bir arada

Türk heyeti 2 Eylül 2008 tarihinde özel bir uçakla Oslo’ya varıyor.
Heyet 5 kişiden oluşuyor. Heyetin başkanlığını daha önce, yani 1
Kasım 2007 Brüksel görüşmesi ile 3 Temmuz 2008 Cenevre gö-
rüşmesinde Kürt temsilcilerine ‘Ayla Hanım’ diye tanıtılan MİT
Müsteşar Yardımcısı yapmaktadır. Aracı kurumun temsilcileri ise
MİT yetkilisine ‘Bayan Güneş’ şeklinde hitap diyorlar. Türk hey-
etinde, daha önce Cenevre görüşmesinde de yer alan Salih, Ozan,
Serkan ve bir tercüman bulunuyor. Kürt heyetinin yanında da bir
tercüman sürekli bulunuyor ve konuşmaları kendi heyetine aktarır.
Görüşmelere aralık yapan heyetin içerisinde ise çok iyi Türkçe
konuşan İngiliz bir diplomat bulunmaktadır.
Norveç Devleti, başkent Oslo’da görüşmelerin sürmesi için
bir otelin üç katını ayırıyor. Bir katına Kürt Heyeti, orta kata
aracı kurumun temsilcileri, diğer kata ise Türk heyeti yerleşiyor.
Otel restorantının yarısı heyetlere rezerve ediliyor ve diğer ko-
nukların girişine yasaklanıyor.
Bir daha aynı konuya dönmemek üzere görüşmelerin teknik
formatına ilişkin bazı bilgileri sunalım:
Heyetler kendilerine ayrılan katlarda yer alıyorlar. Güvenlik
her zaman devlet tarafından sağlanıyor. Yemek ise ortak me-
kanlarda yeniliyor. Her heyetin masası ayrıdır ancak heyet sözcü-
lerinin birlikte yemek yemeleri için ek bir masa bulunuyor.
Sözcülerin gayri resmî görüşmelerde konuşması ve aracıların

77
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

deyimiyle ‘ortamın yumuşaması, tarafların kaynaşması’ için bu


yöntem başından sonuna kadar devam ediyor. Görüşmelerde
Türk tarafı kendi uçağıyla, Kürt tarafı ise Norveç’in organize
ettiği şekilde yolculuk yapıyorlar. Bu usul Oslo, Brüksel ve Ce-
nevre’de devam eden tüm görüşmelerde de esas alınıyor.
Tekrar görüşme masasına dönelim...
Türk heyeti otele geldiğinde önce aracı kurumun temsilcile-
riyle buluşuyor ve görüşmelerin 3 Eylül sabahı başlaması plan-
lanıyor. Ama aracılar ve Türkler arasında yapılan toplantıdan
sonra çok ciddi bir sorun çıkıyor ve görüşmeler neredeyse yapı-
lamaz duruma geliyor. Tüm badireleri atlatıp tarafları aynı otele
getirebilmiş aracı kurumun temsilcileri ciddi bir sorunla karşı
karşıya kalmış ve neredeyse taraflar görüşmeden otelden ayrıla-
cak duruma gelmiştir.
Bu defa Kürt tarafı, aracı kurum ile Türk heyeti arasında me-
kik dokuyacaktır. Bu soruna birazdan döneceğiz. Ama şimdi
aynı süreçte ve aynı paralelde gelişen başka bir görüşme trafiğini
anlatalım.

Emre Taner’in Kandil’e gitme isteği

2008 yılı, yaz ayları.


Aracı kurumun Kandil, Ankara ve Brüksel arasında gidip gel-
diği süreçler. Kurum, tarafları bir araya getirmek için çalışırken,
Ankara başka bir mekanizmayı da devreye koyuyor ve PKK yö-
netimi ile doğrudan görüşmek istiyor. Bu girişimden aracı ku-
rumun bilgisi yoktur ama Ankara yönetimi şansını denemek ve
diğer bir kapıyı da çalmak istiyor.
MİT Müsteşarı Emre Taner, bu girişimi başlatmak üzere
özel bir uçakla Irak’ın başkenti Bağdat’a giderek dönemin Irak
Cumhurbaşkanı ve YNK Genel Sekreteri Celal Talabani ile bir
araya geliyor. Kimsenin görüşmenin içeriğinden haberi yoktur.
Mam Celal, bir sonraki gün, görüşmenin içeriğini bir mektupla
Murat Karayılan’a iletiyor.
Talabani, güvendiği bir danışmanını Kandil’e, Karayılan’a

78
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

gönderiyor ve cevabını bekliyor. Mesaja göre, Taner, bizzat Kan-


dil’e gelerek PKK yönetimi ile görüşmek istiyor. Mam Celal
mesajda şöyle diyor: “Emre Taner gelsin, görüşün. Onun yanında
YNK Merkezinden birini de gönderirim. Güvenliği sağlanır.
Doğrudan böyle bir mekanizma kuralım.”
PKK yönetimi bu öneriyi reddediyor. PKK, İmralı’da esaret
altında tutulan Öcalan’ı yadsıyan, onu atlatarak hareket merke-
ziyle konuşmak isteyen girişimlere mesafeli durmayı esas alıyor.
Ama PKK, “Önderliğimiz İmralı’da ve onlara daha yakın. Neden
oraya değil de buraya gelmek istiyorlar? Bu sakat bir tercih”
diyor. PKK, Avrupa’da başlayacak görüşmeleri de dikkate alarak
ikinci bir mekanizmanın devreye girmesini kabul etmiyor.

Ankara’nın Öcalan’ı
‘süreç dışı’ gösterme çabası

PKK’den gelen bu yanıttan çok kısa bir süre sonra Talabani


‘acil’ koduyla Murat Karayılan’a bir mesaj gönderiyor. Yazılı me-
sajda Talabani, Karayılan’a hitaben, ‘çok önemli gelişmelerin
yaşandığı, bazı tarihi fırsatların olduğu, bunları değerlendirmek
üzere bir araya gelmeleri gerektiğini’ belirtiyor. İki isim kısa bir
süre zarfında bir araya geliyorlar. Talabani, Türk tarafı ile yaptığı
görüşmeleri anlattıktan sonra, “Türk tarafı ile Kandil arasında
bir hat oluşturmak gerek” diyor. Mam Celal, yakın bir zamanda
bir danışmanını Ankara’ya göndereceğini ve PKK’nin bu konu-
daki mesajının ne olduğunu soruyor.
Karayılan’ın cevabı ise şöyle oluyor:
“Mam Celal, siz bizim dostumuzsunuz, saygı duyuyoruz.
Şimdi söyleyeceğimizden rahatsız olmayın. Bizim bu tutumu-
muz size yönelik değildir. Fakat bu Ankara’nın bir oyunudur ve
biz bu oyuna gelmeyiz. Eğer Türk devleti Ankara ile Kandil ara-
sında bir hat oluşturacaksa İmralı Ankara’ya daha yakındır ve
daha kolaydır. İmralı ile bir hat kurulmalıdır. Biz söylüyoruz;
muhatap, baş muhatap Önder Apo’dur. Ona rağmen görüşme
hattı niye Kandil’le olacak? Niye İmralı ile kurmuyorlar? Biz

79
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

bunu kabul etmiyoruz. Biz Önderliğimizi by-pass eden, atlatan


hiçbir görüşmeye gelmeyiz. Bunu herkes bilmelidir. Bunun
dışında Ankara’ya başka mesajımız yoktur.”
PKK Öcalan’ın merkezinde olmadığı görüşmelere katılmayı
reddediyor. Ama aynı süreçlerde zaten Oslo’da yapılacak gö-
rüşmeler için hazırlıklar tamamlanmıştır ve bu durumdan hem
Kandil, hem de Ankara haberdardır. Çünkü görüşmeye katılacak
olan her iki taraftır. Buna rağmen, Ankara’nın, Oslo Görüşme-
lerinden söz etmeden Talabani üzerinden Kandil’le hat kurma
girişimi Öcalan’ı sürecin dışında tutma şeklinde ele alınıyor.
Çünkü;
Oslo’daki görüşmeleri organize eden kurum Kandil’e gel-
diğinde Talabani üzerinden Ankara’ya aktarılan mesajın aynısı
aktarılmıştı.
PKK, henüz Oslo Görüşmeleri başlamadan, aracı kuruma
muhatabın Öcalan olduğunu ve görüşmelerin kendisiyle yapıl-
ması gerektiğini iletiyor. PKK, “Önderliğimiz olmadan, onun
bilgisi ve onayı olmadan Türk devleti ile doğrudan görüşmeyiz”
mesajını aracı kuruma söylüyor. Ama aracı kurum, görüşmelerin
devletin izni dahilinde olacağı, böyle bir durumda sürecin kendi
denetimlerinde olamayacağı, bu prosedürün devlet tarafından
uygulandığı şeklinde bir yanıt veriyor. Yani teknik olarak Öcalan’la
görüşmelerinin mümkün olmadığını anlatıyor. Ancak PKK’nin
“Öcalan’ın onayı olmadan süreç başlamaz” ısrarı, aracı kurumun
Ankara’yı konu hakkında zorlamasına neden oluyor. Yapılan
yoğun tartışma ve görüşmelerden sonra Kandil, İmralı ve Oslo
şeklinde üçlü bir mekanizma belirleniyor. Bu mekanizmaya göre;
Türk devlet heyeti önce İmralı’ya gidecek ve Öcalan’la görüşecek.
İmralı’da, Öcalan’ın görüşlerini yansıtan mektubunu alacak ve
Oslo’ya getirecek. Oslo’da mektubu PKK heyetine verecek ve
görüşme öyle başlayacak. Görüşmeler bittikten sonra, PKK hey-
eti sonuçları mektup şeklinde yazacak. Türk heyeti PKK’nin
yazdığı mektubu alacak ve İmralı’ya götürecek. Öcalan, o mek-
tubun arka sayfasında, mektubu aldığına dair mesajını yazacak
ve imza atacak. Nitekim, Oslo’dan İmralı’ya giden tüm mektu-

80
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

pların arka sayfasında Öcalan’ın kendi el yazısıyla ‘alındı’ notu


bulunmaktadır. Öcalan’ın bu şekilde görüşmelerde yer alacağı
kabul edilince, PKK heyeti Oslo Görüşmelerine doğrudan ka-
tılmayı benimser.
Bu görüşme süreci başlamadan önce Öcalan süreç hakkında
bilgilendiriliyor. Oslo Görüşmelerine arabuluculuk yapan hey-
etten biri görüşmelerden önce İmralı Adası’na gidiyor ve Öca-
lan’la görüşüyor. Aracı, avukat kimliğiyle gidiyor ve bu görüşmede
çok fazla detaya girilmiyor. Zira İmralı’da ortamın dinlendiği ve
orada farklı kliklerin olduğu düşüncesiyle görüşmeler hakkında
ayrıntılı konuşulmuyor. Hatta bu süreçlerde, İmralı’ya giden de-
vlet heyetinin de Öcalan’la ‘dinlenmeyen bir ortamda’ görüştüğü
kaydediliyor.
Özetle; bütün Oslo Görüşmeleri önce Öcalan, sonra PKK ile
yapılır. 11 toplantı şeklinde yapılan bu görüşmelere Öcalan’ın
gönderdiği yaklaşık 15 mektubun orijinali devlet arşivlerinde,
kopyaları ise PKK ve aracı kurumun arşivlerinde bulunuyor.
Bununla birlikte Kürt tarafı Oslo dışında Güney Kürdistan’da
görüşmelerin olmasını istemiyor. Türk devleti sürekli, görüşme-
lerin Güney’de yapılması yönünde teklifler yapıyor. Bu tür gö-
rüşmeler bir yandan Öcalan’ı dışlarken, diğer yandan hiçbir
gözlemciye dayanmıyordu. Ayrıca, PKK yönetimi, Türk tarafının
KDP’yi PKK’ye karşı kullanmak için böyle bir yol önerdiklerin-
den kuşku duyuyor.
İşte Ankara yönetimi, Öcalan’ı sürecin dışında tutma gayreti
Oslo Görüşmeleri üzerinden gerçekleşmeyince, Talabani üze-
rinden ‘Kandil’le doğrudan hat’ kurmak istiyor. Ancak PKK’den
olumsuz yanıt gelir, Emre Taner’in Kandil’e gitme isteği de
geri çevriliyor ve görüşmeler Oslo formatıyla, planlandığı gibi
başlıyor.

81
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Oslo’daki kriz

Şimdi tekrar 3 Eylül 2008 tarihinde Oslo’da başlayacak top-


lantıya dönelim. Kürt ve Türk heyeti otele yerleşmiş, orta kattaki
aracı kurumun temsilcileri her iki tarafla ayrı ayrı görüşmüş ve
toplantının başlaması için görünürde bir sorun kalmamıştır.
Aracı kurum, görüşmelerdeki pozisyonunu prensip olarak
tarafların görüşü doğrultusunda şekillendirir. Yani taraflar kabul
ederse aracı kurumun temsilcileri görüşme masasında oturur.
Eğer kabul etmezlerse aracılar dışarı çıkar, taraflar karşılıklı
olarak tartışır. Oslo-1 henüz başlamadan, aracı kurum temsil-
cileri, tarafları henüz aynı masa etrafına getirmeden görüşme
masasındaki pozisyonlarının ne olması gerektiği konusunda
Kürt tarafının fikrini soruyor. Kürt heyeti, aracı kurum temsil-
cilerinin görüşmelerde her zaman üçüncü göz olmasını istiyor.
Kürt heyeti, önceki olumsuz tecrübeleri hatırlatır ve aracılara
hiçbir zaman eksik bilgi verilmemesini ister. Görüşmeler tı-
kandığında veya çelişkiler çözülmediğinde aracı kurumun de-
vreye girmesinin icap ettiğini, bunun için tüm tartışmalara vakıf
olmasının gerektiğini ifade ediyor.
Aracı kurum temsilcileri, aynı konuyu Türk tarafı ile tartışınca
tam tersi bir yanıt alıyor. Türk tarafına, “Kürt tarafı, PKK, bizim
tartışma masasında üçüncü göz olarak kalmamızı istiyor, eğilimi
bu yöndedir. Bugün ilk görüşme olacak. Birinci toplantı olması
itibarıyla bizim pozisyonumuzun net olması gerekiyor. Üçüncü
göz olarak masada olmamıza siz ne diyorsunuz” diye soruluyor.
‘Bayan Güneş’ başkanlığındaki Türk heyetinin bu talebe yanıtı
oldukça serttir: “Biz sizin masada olmanızı istemiyoruz. Siz sa-
dece lojistik rolünüzü yerine getirin, yeterlidir. Siz onları (PKK
tarafını) getirdiniz, biz de kendi imkanlarımızla geldik. Ama
bundan sonrasına karışmayacaksınız, aramıza girmeyeceksiniz.
Bu bizimle onlar (PKK) arasındaki sorundur ve biz bunu onlarla
tartışacağız.”
Bu cevap üzerine aracı kurumun yetkilileri otelin diğer ka-
tındaki Kürt heyetinin yanına gider ve Türklerden aldıkları yanıtı

82
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

paylaşır. Kürt heyeti, bu yöntemi kabul etmez ve üçüncü gözün


olması gerektiğini tekrar ediyorlar: “Biz bunu kabul etmeyiz.
Eğer bunu kabul etseydik zaten diğer yerlerde görüşürdük; An-
kara’da görüşürdük, Brüksel’de görüşürdük. Madem bu adı
üzerinde ‘Oslo sürecidir’ ve barış için yapılmakta, o zaman bir
ciddiyeti olmalı. Ve bu ciddiyeti sağlayacak olan üçüncü gözdür.
Üçüncü tarafın mutlaka hazır olması gerekiyor.”
Aracı kurumun heyeti, tekrar Türk heyetinin yanında gider
ve Kürtlerden alınan yanıtı iletiyor. Ancak Türk tarafı tutumunda
ısrar ediyor. Birkaç görüşmeden sonra, Kürt tarafı, bu konuyu
doğrudan Türk heyetiyle konuşmak istediğini belirtiyor. Bu yeni
bir öneridir ve aracı kurumun temsilcilerini de memnun ediyor.
Kürt tarafı, görüşmelerin başlaması için Türk tarafınca çıkarılan
‘üçüncü göz sorunu’nu çözmek için devreye giriyor.
Bu öneri kabul edilince Kürt heyeti adına Sozdar Avesta ve
Zübeyir Aydar, Türk heyetinin bulunduğu kata geçiyorlar. Her
iki tarafın görüşmesi bu şekilde başlıyor. Taraflar önce selam-
laşıyor. Kürt tarafı, gidişatın bu meseleyle tıkanmasına gerek
olmadığını, bunun bir şekilde çözüme kavuşturulması ve gö-
rüşmelerin başlaması gerektiğini ifade ediyor. ‘Bayan Güneş’
ise son derece soğuk bir resmiyet içerisinde ve üstenci bir ko-
nuşma tonuyla, “Hayır, biz bu uluslararası lobilerin yanında
kendi sorunlarımızı tartışmayız. Biz bunları tanıyoruz, Türkiye
Cumhuriyeti büyük bir devlettir, kendi iç sorunlarını lobilerin
yanında tartışmaz. Onun için onların görüşmede olmasını kabul
etmiyoruz” yanıtını veriyor.
Avesta ve Aydar ise bu cevaba karşılık şöyle diyor: “Kürt so-
runu Türkiye’nin büyük bir sorunudur ve siz de bunu biliyor-
sunuz. Eğer kendi aramızda şimdiye kadar çözmüş olsaydık so-
run bu kadar büyümez ve şu an burada olmamıza gerek
kalmazdı. Sadece bizim için değil, sizin ve bu sürecin selameti
için de üçüncü göz olmalı. Bu çalışmanın sağlıklı yürümesi için
biz aracı kurumun rolünü önemli buluyoruz. İçinde yer almaları
gerekiyor.”
Aracı kurum temsilcileriyle de yapılan tartışmalardan sonra

83
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

şöyle bir yöntem ve görüşme formatına ilişkin taraflar uzlaşmaya


varıyor: Toplantıların açılış ve kapanış konuşmaları aracı kurum
tarafından yapılır. Taraflar arasında uzlaşılmayan konular hak-
kında aracı kurum toplantı organize eder. Toplantı süreçleri
dışında Ankara ve Kandil arasında arabuluculuk yapar. Her iki
taraf toplantı sonucunda bir mutabakat taslağı sunar. Bu muta-
bakat taslağı tartışılıp ortaklaştırılır. Ortaklaştırılan mutabakatlar
aracı kurum tarafından imzalanır ve arşive alınır. Taraflar imza
atmaz ama toplantı mutabakatlarının kopyasını yanlarına alıy-
orlar. Ayrıca, görüşme süreçleri dışında, İmralı’dan gelen mek-
tuplar Türk tarafı tarafından aracı kuruma verilir, aracı kurum
mektupları Kürt tarafına teslim ediyor.
Aracı kurumun pozisyonuna ilişkin varılan bu uzlaşma, gö-
rüşmeler boyunca devam ediyor. Aracı kurum, 2016 tarihi itiba-
rıyla her iki tarafla görüşmelerine devam eder ve diyaloğu hiçbir
tarafla kesmez.

Türk heyeti: Baklavalarımız zehirsiz

Bu uzlaşmadan sonra taraflar 3 Eylül 2008 günü öğlen saat-


lerinde bir araya geliyor. Ve böylece ‘Oslo-1’ görüşmesi 3-4 Eylül
2008 tarihinde yapılmıyor oluyor.
İlk görüşme hasebiyle önce selamlaşma ve tanışma faslı yapılır.
Türk temsilciler, getirdikleri baklavaları masadaki katılımcılara
ikram eder ve Kürt heyetine dönerek, “Alabilirsiniz, denedik,
zehirli değil” diyor. Daha önceki Cenevre görüşmesine getirilen
baklavalar yenmediği için Türk heyeti bu açıklamaya gerek duyu-
yor.
Oslo-1 görüşmesi aracı kurumun temsilcisinin konuşmasıyla
başlıyor. Temsilci, Kürt sorunu konusunda temel bazı belirle-
melerde bulunduktan sonra, sorunun nasıl çözülmesi gerektiği
noktasında tartışmaların olması gerektiğini söyleyen temsilci,
bu sürecin uluslararası güçlü hükümet ve kurumlar tarafından
desteklendiğini ifade ediyor.

84
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

‘Terör’ denilince Karasu devreye girer...

Kürt heyeti, sorunun siyasi yöntemlerle çözülmesine önem


verdiğini, bu görüşmelere de önem verdiklerini, daha önce ilan
edilen ateşkesleri de hatırlatarak ‘iyi niyet beyanı’nda bulunur.
Üçüncü taraf yani aracı kurum masadayken tarafların çözüm
için görüş belirtmesi gerekiyordu. Kürt tarafının bu iyi niyet
beyanından sonra, Türk tarafının sözcüsü ‘Bayan Güneş’ söz
alır: “Türkiye’de bombalar patlatılıyor. Bir terör sorunu var.
Türkiye’nin amacı öncelikle bu terörü sonlandırmak.”
Türk tarafının ‘terör’ kavramını kullanmasından sonra Kürt
tarafının sözcülüğünü yapan Mustafa Karasu, buna şiddetle
karşı çıkıyor: “Eğer sorunu ‘terör sorunu’ olarak tanımlarsanız,
o zaman sizinle oturmamıza gerek yok. Bunu tartışma ihtiyacı
duymayız. Bu kavramı bir kenara bırakmanız lazım. Eğer süreç
sağlıklı bir şekilde yürüyecekse, bunun zemininin hazırlanması
lazım. Bu tür kavramları kabul etmiyoruz.”
Bu kısa gerilimden sonra, aracı kurumun temsilcisi, müza-
kerelere yaklaşım üzerine biraz daha değerlendirme yapıyor.
Yetkili, dünyadan örneklerin olduğunu, bu sürecin zorluklarının
olacağını, Kürt tarafının imkansızlıklar içerisinde hareket et-
tiğini, uçaklarının olmadığı ve büyük risk alarak geldiklerini,
bunun önemsenmesi gerektiğini, devletin de artık sorunu
çözmek istediğini belirttikten sonra toplantıya ara veriliyor.
Açılık konuşmaları yapılmıştır ve aradan sonra, yöntem olarak
tartışma masasında artık sadece iki taraf bulunmaktadır. Gö-
rüşmenin sonunda aracı kurum yine katılır ve mutabakat net-
leştirilir. Taraflar önce gündemi belirler ve bu gündemler çer-
çevesinde tartışma yapılır. Görüşmeler çok ağır bir resmiyet
içerisinde ve son derece düzeyli bir şekilde gerçekleşiyor.

85
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Beklenti ve talepler

3-4 Eylül 2008 tarihinde yapılan Oslo-1 görüşmesinde taraflar


sürece dair beklentilerini dile getiriyorlar. Buna göre, Kürt tarafı
Öcalan’a yönelik tecride dikkati çekiyor ve baş müzakerecinin
Öcalan olduğunu bizzat Türk heyetine bir kez daha aktarıyor.
Bunun için Öcalan’la ‘doğrudan görüşme’ formülü üzerinde
tartışılması gerektiğini ifade ediyor. Kürt heyeti, sürecin akıbeti
için de bunu önemsiyor. Antrparantez, hareket olarak barışçıl
ve demokratik çözümden yana olduklarını deklare ediyor ve pa-
ralel şekilde adımların atılmasını istiyor.
Türk tarafının temel beklentisi şehirlerdeki çatışma ve şid-
detin derhal son bulması, TAK’ın eylemlerine son vermesi,
şehirlerde bombaların patlamaması şeklinde formüle ediliyor.
Kürt heyeti, bu talepleri kendi yönetimiyle konuşacağını ifade
ediyor.
Türk tarafı da “Biz sizin gibi değiliz, sizin yetkiniz var, bizim
yok. Bizim bunu hükümetle tartışmamız lazım. MİT olarak biz
aracıyız” diyor. Türk yetkili, bu görüşmelerin Başbakan ve Cum-
hurbaşkanı’nın onayıyla yapıldığını söylese de “bizim yetkimiz
yok” diye ekliyor.
Sonuç olarak, 3-4 Eylül 2008 tarihinde Norveç’in başkenti
Oslo’daki görüşmede, taraflar iyi niyet beyanında bulunuyorlar.
Tartışmaların akabinde iki taraf da sürecin devamı için birer ta-
slak sunuyor ve aracı kurum bu taslaklardan bir mutabakata
metni çıkarıyor. Her iki mutabakat metninde belirtilen hususlara
uyulacağı deklare ediliyor.
Buna göre, Türkiye ve PKK temsilcileri Oslo-1 toplantısında
taraflar şu temel maddeler üzerinde uzlaşır:
1- Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdü-
rülmesi ve yürütülecek çalışmaların Anayasal ve yasal çerçevede
sonuçlandırılmasının esas alınmasının gerekliliği konusunda
mutabakata varmışlardır.
2- Taraflar, güven tesis edici önlemlerin alınması için hazırlık
yapar ve uygulamaya koyarlar.

86
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

3- Yine tarafların, toplantıda ele alınan konuları kendi karar


organlarıyla ve ilgili kurum/kuruluş ve şahıslarla paylaşması
karar altına alınır. İlgili kurum ve kuruluş devlet ile PKK yö-
netimi olurken, ‘şahıs’ olarak da Abdullah Öcalan kastedil-
mektedir.
Oslo-1 toplantısı daha çok tarafların birbirini tanıma ve anla-
ması üzerine biçim kazanıyor. Zaten devamında da görüleceği
gibi, Türkiye tarafının masaya getirdiği bir yol haritası da yoktur.
Ankara’dan gelen heyet, daha çok PKK’nin adım atmasını ve
böyle olursa hükümetin çözüm için ikna edilebileceğini ifade
ediyor. Devlet, ‘çözüm tartışmalarını’ adeta bir adım gibi değer-
lendirmekte, Kürt tarafının demokratik-barışçıl çözüm lehine
attığı adımları da PKK’nin zafiyeti olarak ele alıyor. İlk Oslo
toplantısında devlet heyetinin yaptığı değerlendirmeler, Kürt
tarafına ve aracı kuruma yaklaşımları bu çerçevede oluyor. Ne
var ki, görüşmelerin devam etmesi de devletin dönem politika-
larının gereğidir. Devlet, çözmeye çalışıyor gibi yapmakta, PKK
ise “Devletin bu durumunu çözüme çevirebilir miyiz acaba?”
sorusuyla sürece yaklaşıyor.
İlk ve devamındaki görüşmelerde devlet heyeti, ana dilde
eğitim, yönetime katılma, demokratik özerklik, Kürt kimliğinin
anayasal ve yasal güvenceye alınmasının mevcut durumda müm-
kün olmadığını savunur.
Nitekim Türk Heyeti Sözcüsü ‘Bayan Güneş’ devlet içerisinde
bu sürece itiraz edenlerin olduğunu, kendilerinin hükümet ve
devleti hazırlamaya çalıştıklarını, adım atılmasının kısa sürede
vuku bulmayacağını masada ifade ediyor. Hatta bir ara Kürt hey-
etine dönerek, “Emre Taner (dönemin MİT müsteşarı) sizin
için çok çalışıyor” diyerek, Ankara’daki iç çelişkilere dikkati
çeker veya karşı tarafın öyle algılamasını istiyor.

87
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Görüşmelere katılanların kimlikleri

Yeri gelmişken, heyetler adına bu görüşmelere katılanların


kimlikleri hakkında bazı bilgileri yazmakta fayda var.
Türk heyeti, daha önce de ifade edildiği gibi, kadın bir MİT
Müsteşar Yardımcısı tarafından temsil ediliyor. 1 Kasım 2007’de
Emre Taner tarafından Brüksel’deki görüşmede ‘Ayla Hanım’
olarak tanıtılan kadın temsilciye, aracı kurumun temsilcileri ta-
rafından da ‘Bayan Güneş’ diye hitap ediliyor. Daha sonraki gö-
rüşmelerde Hakan Fidan’ın ‘Afet Hanım’ demesiyle, gerçek is-
minin Afet Güneş olduğu anlaşılıyor.
Afet Güneş, dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı ve bu kuru-
mun en kıdemli yöneticilerinden. Yaptığı değerlendirmelerden
anlaşıldığı kadarıyla son derece devletçi ve Kemalist eğilimlere
sahip. Değerlendirmelerinden anlaşıldığı kadarıyla, MİT’teki
kariyerini Kürtlerle ilgili çalışarak elde etmiş bir Karadenizli,
Ankara’da Siyasal Bilgilerde okumuş ve klasik bürokratları aşacak
kadar zeki bir devlet görevlisi. Afet Güneş, Siyasal Bilgiler Fa-
kültesinde okurken de MİT ajanı olarak okula kaydedilmiştir.
Siyasal Bilimler Fakültesi’ndeki geçmişinden dolayı, Oslo Gö-
rüşmeleri sırasında Karasu ile bazen sohbetlerde de bulunur.
Heyetlerin her iki tarafındaki sorumlular, Siyasal Bilimler Fa-
kültesi çıkışlıydılar.
Türk heyetinde yer alan ‘Ozan’ kod isimli kişinin gerçek kim-
liği bilinmiyor. Ancak 9 Ocak 2013’te Paris’te katledilen Sakine
Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’ın katili tetikçi Ömer
Güney’le cinayeti planlayan MİT yetkilisi olduğu anlaşılıyor.
Zira 2014’te yayımlanan ses kayıtlarında Oslo görüşmelerinde
yer alan ‘Ozan’ kod isimli MİT yetkilisinin Ömer Güney’le ci-
nayetleri planladığı anlaşıldı. Bu konuya sonra tekrar döneceğiz.

88
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

PKK yönetimine suikast

Oslo-1 toplantısından sonra aracı kurumun yetkilileri Ankara’ya


giderek durum değerlendirmesi yapar. Tartışmaların muhtevasını
Ankara’nın sürece bakışı ve atılacak adımların ne olacağı oluşturur.
Kurumun Ankara’dan sonraki durağı da Kandil olacaktır.
Kasım 2008 ortalarında Kandil’e bir mesaj gönderen aracı
kurum yetkilileri, Oslo-1’de varılan mutabakatı değerlendirmek,
olası adımları ve sürecin akıbetini tartışmak üzere PKK Merke-
zine gelmek istediklerini belirtiyor.
Görüşmenin tarihi 4 Aralık 2008 olarak belirleniyor ve heyet
o tarihte Kandil’e gidiyor, belirlenen noktada PKK’liler tarafın-
dan karşılanıyor.
PKK’lilerin kaldığı ve yeni yapılan ‘güvenli bir noktada’
PKK yönetimi ile aracı kurumun yetkilileri arasında toplantı
yapılıyor. Aracılar Ankara’dan gelmiştir; sürecin yumuşaması
çerçevesinde PKK yöneticilerine yönelik bazı değerlendirme-
lerde bulunuyorlar. Ve Ankara’dan getirdikleri mesajın özeti
olarak; 29 Mart 2009 seçimleri öncesi PKK’nin ateşkes ilan
etmesini istiyorlar. Her iki tarafın seçimden önce gerilim ya-
ratmaması isteniyor.
PKK tarafından KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Ka-
rayılan, Başkan Yardımcısı Bozan Tekin ve Oslo Heyeti üyeleri
Mustafa Karasu ile Sozdar Avesta toplantıda hazır bulunuyor.
Aracı kurumu heyeti ise 4 İngiliz vatandaşı ve bir tercümandan
oluşuyor.
PKK bu toplantıda, daha önce hazırlamış olduğu ‘Güven ar-
tırıcı adımlar’ paketini sunuyor. Fiilen ateşkes ilan ettiğini bu
pakette belirtiliyor ve bunu aracılara aktarıyor.
Devlet de bu ateşkese uyacağını aracı kuruma iletmiştir.
Toplantı akşam saatlerinde sona eriyor ve aracılar Kandil’den
ayrılıyor.
Aynı saatlerde, dönemin Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
daha önce 5 Aralık 2008 için planlandığı Diyarbakır seyahatini
iptal ediyor. Oysa Gül’ün 5 Aralık Diyarbakır programı belir-

89
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

lenmiş ve karşılanması için tüm hazırlıklar tamamlanmıştır.


4 Aralık akşamı Çankaya’dan yapılan açıklamada, Gül’ün bir
sonraki gün Diyarbakır’a yapacağı seyahatin neden iptal edildiği
‘kulak rahatsızlığı’na bağlanıyor:
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kurban Bayramı’nın ilk günü
Diyarbakır’da olacak, bayram namazını vatandaşlarla birlikte kı-
lacaktı. Gül’ün Bayramın ilk günü olan 8 Aralık Pazartesi günü
Diyarbakır’da olması planlanıyordu. Fakat kulak rahatsızlığı se-
bebiyle Kurban Bayramı’nda Diyarbakır ziyaretini erteledi.”(21)
Ankara, bir sonraki gün büyük bir saldırıya hazırlanmaktadır
ve Kürtlerden gelecek olası tepkiye karşı Gül Diyarbakır’a git-
mekten vazgeçmiştir.
Muhtemelen Türk devleti, PKK yönetiminin tasfiye edilmesi
durumunda Diyarbakır’da görülecek tepkiyi göze alamadı ve
Gül’ün gezisi iptal edildi. Bir diğer neden olarak da Gül, Diyar-
bakır’da değil, Ankara’da PKK’yi nasıl vurduklarını dünyaya
duyurmak istiyordu.
Tekrar Kandil’e dönelim...
Aracı Kurumun yetkilileri ayrıldıktan sonra PKK yönetimi
kendi arasında durum değerlendirmesinde bulunmak üzere aynı
noktada kalmaya devam ediyor.
Bir sonraki gün sabah saatlerinde, Murat Karayılan PKK’nin
Gaziler Konferansı’na gönderilmek üzere yarım saatlik bir görsel
mesaj için kamera karşısına geçmekte, Mustafa Karasu ise bazı
yazışmalar için çalışmaktadır.
Sozdar Avesta başka bir noktaya geçmiş, Bozan Tekin ise Ka-
rasu’nun bulunduğu noktada kalmıştır.
Karayılan, Türkiye’den gelen bir misafiriyle görüşmek üzere
acele eder ve kamera çekimi bittikten sonra noktadan hemen
ayrılıyor.
Karasu ve Tekin, yanlarında güvenlik için bulunan gerillalarla
Kürtçe ‘Şikeft’ denilen yeni yapılmış ve içerisi odalara bölünmüş
kampta çalışmalarını sürdürüyorlar.
Karayılan ve Avesta’nın gidecekleri nokta ise 200 metre öte-
dedir.

90
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Karayılan ve Avesta, 200 metre ötede, gelen misafirin yanına


vardıkları an çok sayıda F-16 savaşı uçağı çevreyi bombardımana
tutuyor.
Uçakların vurduğu yer, aracı kurumla toplantının yapıldığı
noktadır. Karasu, Tekin ve korumaları şıkeftın içerisinde bom-
baların hedefi durumundalar.
F-16 uçakları ilk kazan bombasını mağaranın önünde bulunan
ve Karayılan’ın çalıştığı çadıra bırakır. Bir önceki gün o çadırın
altında aracı kurum yetkilileriyle yemek yenilmiş, Karayılan
yarım saat önce oradan ayrılmıştır.
F-16’ların sesi geldiğinde Karasu, yanında görevli olan Rohat
isimli gerillaya ‘herkesin içeriye gelmesi’ için talimat verir.
Dışarıdaki gerillalar iki defa mağaranın içine çağrılıyor.
Mağara zikzaklı yapılmış ve bu tür saldırılarda oluşacak ba-
sınca karşı tedbir alınmıştır. Ancak hava saldırıları çok ağırdır
ve tonlarca kazan atılmaktadır.
Karayılan, Avesta ve güvenliklerinden sorumlu gerillalar uçak
saldırısını biraz ötede izlemektedirler. Mağarada bulunan arka-
daşlarının durumu hakkında hiçbir bilgileri yoktur.
Uçak saldırısı aralıksız devam ediyor. Her gelen uçak kazan
bombası bırakıyor, mağaranın kapısı roketlerle vuruluyor. Çünkü
nokta tespit edilmiştir ve PKK yönetiminin orada olduğu bili-
niyor. Mağara iki kapılı, büyük bir kayalığın dibinde yapılmış,
havalandırma sistemi olduğu için bomba parçaları içeriye
düşmüyor ancak yol açtığı dumanı giriyor. Bu durum içeridekileri
zorluyor. Yaklaşık 1,5 saat devam eden bombardımanda çevredeki
arazinin şekli tam anlamıyla değişiyor.
Bombardımana ara verilince Karasu ve Tekin hemen
mağaradan çıkarılmaya çalışılıyor. Ama mağaranın önünde
yoğun bombardımandan dolayı derin bir çukur oluşmuş, her
taraf çakılla dolmuş, hareket etmek neredeyse imkansız hale
gelmiştir. Grup el ele tutuşarak oluşan çukurdan çıkar ve
diğer noktaya geçer.
Karasu ve Tekin, herhangi bir yara almadan Karayılan ile
Avesta’nın bulunduğu noktaya götürülür. Olayı kısaca anlatırlar

91
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ve hemen başka bir güvenli noktaya ulaştırılmak üzere oradan


uzaklaştırılırlar.
Ama 6 gerilladan haber yoktur. Arazinin altüst edilmesinden
dolayı nerede ve nasıl oldukları bilinmiyor.
Bunun üzerine Karayılan, saldırının olduğu noktaya gitmek
istiyor. Ayağa kalkıyor ve saldırıya uğrayan mağaraya doğru ha-
reket ediyor.
Ancak önünde ciddi bir engel vardır. Güvenliğinden sorumlu
Gerilla Komutanı Gelhat Gabar, Karayılan’a “Hayır, gitmey-
eceksiniz. Sorumlu benim, gitmeyeceksiniz” diyor. Karayılan
gideceğini söyler, sert bir tartışma yaşanır ama gerilla Gelhat,
yanındaki savaşçılarla Karayılan’ın önüne set çeker ve ilerleme-
sini engeller.
Orada hazır bulunan diğer PKK yöneticileri de Karayılan’ın
bombalanan noktaya gitmesine engel oluyorlar.
Bunun üzerine Karayılan, “Tamam, gitmeyeceğim. Ama ora-
daki arkadaşları bulmak üzere iki arkadaş gönderin” der. İki ge-
rilla gönderilir. Birkaç dakika sonra yine çok sayıda F-16 uçağı
aynı bölgeyi bombalamaya başlar.
PKK yöneticileri ve korumalar Karayılan’ı önlemese kendisi
doğrudan bombardımanın hedefi olacaktır.

Karayılan’ın güvenlik sorumlusu Gelhat

Ercan Kaya, 1975 yılında Siirt’in Eruh ilçesinde dünyaya gelir.


Henüz çok genç yaşlarda PKK gerillalarına katılır. Gabar, Cudi
başta olmak üzere birçok bölgede gerillacılık yapar.
Gerilladan edindiği tecrübeler ve PKK’ye bağlılığından dolayı
sevilen, sayılan bir komutan olur. 2008 yılında Karayılan’ın gü-
venliğinden sorumlu birliğin komutanlığını yapar. Her zaman
Karayılan’ın yanındadır.
Daha sonra tekrar Botan dağlarına gider. 2014 tarihinde DAİŞ
Kobanê’ye saldırdığında bir grup arkadaşıyla Kobanê’ye geçer.
İsmi Gelhat Gabar’dır. 29 Ekim 2015 tarihinde, Kobanê’nin
doğu cephesindeki saldırıları püskürtür ve Orada birkaç arka-

92
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

daşıyla hayatını kaybeder.


Kendisinden Kobanê’nin kaderini değiştiren komutan olarak
söz edilir.
Ve işte Kobanê’nin kaderini değiştiren Gelhat Gabar olma-
saydı, Murat Karayılan 5 Aralık 2008’de Kandil’de yapılan hava
saldırısının bulunduğu yerde kalan arkadaşlarını aramak için
geri gidecek ve o bombaların hedefi olacaktı.
Mağaranın önündeki çadırda Karayılan’ın oturduğu sandalyeye
dinlenmek için geçen gerillanın cenazesi 5 gün sonra bulunur.
Bu saldırıda, Mustafa Karasu’nun güvenliğinden Rênas Cilo
kod isimli Mardinli Mehmet Aydoğan, Mahir Çayan kod isimli
Muşlu Mucahit Arslan, Cahit Urmiye kod isimli Urmiyeli Cavi-
dan Temerabat ve Welat Liz kod isimli aslen Muş Bulanıklı, Al-
manya doğumlu Ayhan Çalkan isimli gerillalar yaşamını yitirdi.
Karasu’nun güvenlik sorumlusu Botan ile Karayılan’ın güven-
liğinden bir gerilla, saldırıda yaralandı.

Powell kitabında yer verir

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, İrlanda meselesinin


çözümünde önemli rol oynayan eski danışmanı ve PKK ile TC
görüşmelerinin aktif destekleyicisi Jonathan Powell, 2014 yılında
yazılan ‘Teröristle Konuşma’ adlı kitabının ‘Beşinci Bölüm’,
‘Üçüncü Taraf ’ başlığında, 5 Aralık 2008 tarihindeki saldırıya
ilişkin şu bilgi ve değerlendirmelere yer verir:
“Hükümetler kolaylaştırıcıların kendi taraflarında yer almasını
ister. Fakat kolaylaştırıcı tarafsız kalmalıdır. Verilen bilgilerin is-
tihbarat amaçlarıyla kullanılacağı korkusuyla lojistik düzenlemeler,
kiminle, nerede buluştukları konusunda hükümetlere bilgi ver-
emezler. Eğer bir kolaylaştırıcı hükümet yetkililerine nerede bu-
luştuklarını söyleyecek olursa, muhataplarını yakalaması, hatta
öldürmesi tehlikesi vardır. Bir defasında bir grup kolaylaştırıcı
Kuzey Irak’ta, Kandil Dağları’nda PKK liderliğini ziyaret ederken,
konvoyları havadan keşifle takip edildi. Onlar kampta bulunduğu
süre içinde bir şey olmadı, fakat ayrılmalarının ardından kamp

93
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

bombalandı ve ev sahiplerinden altısı öldürüldü.”


Powell, Oslo Görüşmelerine aracılık yapan kişi ve kurumları
‘kolaylaştırıcı’ olarak tanımlar ve onların tarafsız kalmaları ge-
rektiğine dikkat çeker.

M. Karasu’nun yazısı

Oslo Görüşmelerinde PKK heyetinin sorumlusu olan ve Kan-


dil bombardımanında 4 koruması yaşamını yitiren Mustafa Ka-
rasu ise, 9 Ocak 2013 tarihinde Özgür Politika gazetesi(22) için
kaleme aldığı ‘Görüşmeler Kürt sorununu çözmek için yapılır’
yazısında konuya değiniyor. PKK tarafının konuya ilişkin gö-
rüşlerini anlamak için yazıya bakmakta fayda var:
“Kürt Halk Önderi, (Abdullah Öcalan) Oslo sürecinin bir
çözüme evrilmesi için çok çaba harcadı. Ancak AKP’nin Kürt
sorununda bir çözüm politikası olmaması bu görüşme ve çabaları
sonuçsuz bıraktı. Şu anda başlayan görüşmeler konusunda Kürt
halkında ve demokrasi çevrelerinde bir tereddüt olmasının ne-
deni AKP’nin geçen yıllardaki pratiğidir. Özellikli son aylarda
açıkça faşist söylem ve tutumlarda bulunmasıdır. Kuşkusuz Kürt
Halk Önderi sorunun makul çözümü için bu görüşmelere çok
önem veriyor. Kürt Özgürlük Hareketi de ideolojik ve siyasi gö-
rüşleri nedeniyle siyasi çözümü tercih ediyor. Halk da büyük
bedeller verdiği mücadelenin siyasi bir çözüm ve adil demokratik
bir barışla taçlanmasını istiyor. Ancak AKP, daha doğrusu devlet
politikaları böyle bir sonuç ortaya çıkması için elverişli hale gel-
miş mi bu hala belirsizliğini koruyor.
AKP’nin on yıldan fazladır süren hükümet pratiği bu konuda
aydınlatıcı olabilir. Yine Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaklaşımları
bu sürecin nasıl sonuçlanacağı konusunda da önemli bir veridir.
AKP gerillanın üslerini bırakıp Türkiye sınırları dışına çıktığı
ve ateşkes koşullarının olduğu bir süreçte iktidar oldu. Bu sü-
reçte Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi’nin yenildiğini ve
bir daha mücadeleyi geliştiremeyeceğini düşünmektedir. İktidara
gelen AKP de bu düşüncededir. Bazı ufak tefek düzeltmelerle,

94
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

esas olarak da siyasi, sosyal ve ekonomik tedbirlerle bu sorunu


tümden gündemden düşüreceğine inanmaktadır. Bu nedenle
2003 yılında Tayyip Erdoğan’a Kürt sorunu sorulduğunda
“düşünmezseniz böyle bir sorun da olmaz” cevabını vermişti.
PKK, 2000-2001-2002 yıllarında Türk devletine defalarca
çağrıda bulunmuştur. Yılda birkaç defa çözüm için deklarasy-
onlar sunmuştur. Ateşkes koşullarında bu sorunun çözümü is-
tenmiştir. Ancak dil ve kültür alanında çok sınırlı yumuşamalar
dışında hiçbir adım atılmamıştır. AKP iktidara geldiğinde de
yalvarırcasına bu sorunun çözümünde adım atılması istenmiştir.
Hatta kendisine bir yıllık bir süre tanınmıştır. Ancak AKP o sı-
rada kendisinin de bilgisi olan iç tasfiyeciliğe çok inanmış olacak
ki, hiçbir adım atmamıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin çağrı-
larına kulak tıkamıştır. 1998 1 Eylül’ünde başlatılan ve sonradan
daha da somut ve kapsamlı hale getirilen ateşkes ve eylemsizlik
duruşu neredeyse altı yılını doldurmasına rağmen AKP Hükü-
meti hiçbir kıpırdama bile göstermedi. AKP hala nasıl tasfiye
eder, tümden bitiririm hesapları ve çabaları içindeydi. İşte 2004
1 Haziran yeniden direniş hamlesi böyle bir ortamda başlamıştır.
2004 hamlesinden sonra da AKP tasfiye politikalarını ve plan-
larını bırakmamıştır. Bir taraftan İran’la ortak tasfiye politikaları
izlerken, diğer taraftan bu tasfiye için Avrupa ve ABD başta
olmak üzere dış güçlerin desteğini alma çabası içinde olmuştur.
Bu sürçte Türk devleti ile İran’ın bir tasfiye planı üzerinde
yoğun biçimde çalıştıkları belgeleriyle sabittir. Neredeyse birlikte
legal bir parti kurma çabası içinde bile olmuşlardır. Yani çözüm
için düşünme AKP’nin politikalarında yoktur. Böyle olunca Kürt
Özgürlük Hareketi direnişi yaygınlaştırmış ve derinleştirmiştir.
Bu durum AKP’yi bir açmazla karşı karşıya getirmiştir. Çünkü
o yıllarda ne Kürt sorununu çözme politikaları vardır ne de kap-
samlı bir bastırma politikasına hazırdır. Demokratik söylemlerle
iktidara gelen bir partinin birden bire oy aldığı birçok çevreyi
rahatsız edecek bir savaş konsepti uygulaması da zordu. Zaten
AKP’nin bu yönlü bir politikayı uygulama hazırlığı da yoktu. Bu
durum karşısında ilk önce Amed konuşmasıyla Kürt sorunundan

95
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

söz etti. Kürt Özgürlük Hareketi buna ihtiyatlı iyimserlikle yak-


laştı. AKP bu sorunun kendisini iki taraflı sıkıştırdığını gördü.
Kürtler ve demokrasi güçleri çözüm beklerken, asker ve sivil
bürokrasiyse tasfiye ve ezme politikasını dayatıyordu.
Bu durum karşısında AKP iki tarafı da idare eden ve oyalayıcı
bir politikaya yöneldi. Kürt Özgürlük Hareketi’ne aracılar gön-
dererek ateşkes olursa bir şeyler yapacağını iletti. 2006 1
Ekim’inde ateşkes AKP’nin isteğiyle gerçekleşti. Ancak bu
ateşkes sonrasında AKP’nin Kürt sorununu çözmek için hiçbir
somut adımı olmadı. Hatta bu süreci fırsat bilen çevreler Kürt
Halk Önderini İmralı’da zehirlemek istediler. Ancak erkenden
fark edilince bu girişim boşa çıkarıldı.
Bu ateşkes süresince Kürt Özgürlük Hareketi AKP’ye oy-
alamayı bırak çözüm için adım at çağrıları yaptı. Bu süreçte
asker ve sivil bürokrasiyse Kürt halkının Özgürlük Mücadele-
sine karşı sert politikalar izlenmesini istiyordu. AKP bu süreçte
Kürt sorununu çözmek için hiçbir adım atmaya yönelmedi.
Çözüm politikası yoktu. Bir adım atacak iradesi de cesareti de
yoktu. Bu nedenle 2007 Mayısında Dolmabahçe Sarayında Kürt
Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilmesi konusunda derin de-
vletle uzlaşıldı. AKP Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezmek için
her alanda kapsamlı bir planlama, çalışma, çaba ve saldırı
içinde olacak; bunun karşılığında AKP’nin Cumhurbaşkanlığı
dahil Türkiye’yi yönetmesinin önüne engel çıkarılmayacaktı.
AKP’nin 22 Temmuz 2007 seçimlerini kazanması ve Abdullah
Gül’ün Cumhurbaşkanı olması böyle bir sürecin sonucunda
gerçekleşti. Tayyip Erdoğan iki tarafı idare etme politikasını
yürütemeyeceğini görünce Kürt halkının Özgürlük Mücade-
lesini tasfiye etme politikasını tercih etti.
Kürt sorununu çözme iradesini göstererek iktidarını güçlen-
dirme iradesi ve cesaretini ortaya koymayınca bu defa açıkça
‘Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi ben ezerim, bunu benden iyi
yapacak siyasi aktör yok’ diyerek iktidarda tutunmaya çalıştı.
Gerçekten de eğer başka bir seçenek olsaydı 2007 yılında asker
ve sivil bürokrasi AKP iktidarına geçit vermezlerdi. Ancak dış

96
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

koşullar ve iç durum AKP’yi Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme


konusunda tek seçenek haline getirmişti. AKP de bunu pazar-
layarak iktidarda kalıyordu. AKP artık Kürt sorununu çözmek
için değil, en iyi ben tasfiye ederim diyerek iktidarda kalmak
için gündemde tutuyordu. Kürt halkının ve Türkiye halklarının
acıları üzerinden iktidar olmayı ve bu temelde devlete tümden
yerleşmeyi hedefleyen bir stratejiyle hareket ediyordu. Bir tar-
aftan ezme konsepti izlerken yine bu konseptin gereği Kürt so-
rununu çözebileceği beklentisi yaratıyordu. Bu da en iyi ben
tasfiye ederim diyerek iktidarda kalmanın bir parçası olarak yü-
rütülüyordu.
2007 seçimlerinden hemen sonra savaş tezkeresi çıkarılma
kararının ilk MGK toplantısında alınması Mayıs ayında Tayyip
Erdoğan’la Yaşar Büyükanıt arasında yapılan Dolmabahçe Mu-
tabakatının gereğiydi. Bu mutabakat gereği AKP dış güçlerin
desteğini almak için de gereken çabayı gösterecekti. 2007 5 Ka-
sım Bush-Erdoğan görüşmesi bu ortamda gerçekleşti. Bush,
Erdoğan’a iktidarı için içeride ve dışarıda kendisine destek ver-
eceğini, PKK’ye karşı da daha fazla destek vereceğini söyledi.
Bunun karşılığında da AKP Hükümetinden başta Başurê Kur-
dîstan Federasyon statüsünü resmi olarak kabul etmek olmak
üzere bölge politikalarına uyum sağlaması istenmiştir. Bu, hem
AKP Hükümetinden hem de asker-sivil bürokrasiden istendi.
Bu görüşmeye şu anda tutuklu olan Ergun Saygun’un katılması
da bu nedenleydi.
Nitekim Türk devletinin Başurê Kurdîstan politikaları bu gö-
rüşmeden sonra değişti. Asker-sivil bürokrasi de PKK’nin tas-
fiyesi için verilecek destek karşılığında bu durumu kabul etti.
Bush bu görüşme sırasında asker-sivil bürokrasiye herhangi bir
darbe girişimine destek vermeyeceğini de ortaya koydu. Bu açı-
dan 2007 Bush-Erdoğan görüşmesi Türkiye’nin ABD ve bölge
politikaları konusunda yeni bir dönemi ifade ediyordu.
Türk devleti dışarıdan aldığı destek ve Güney Kürdistan’la
ilişkileri temelinde PKK’ye yeniden tek taraflı bir ateşkes dayatıp
zaman içinde tasfiye etmeyi önüne koymuştur. 2007 sonbaha-

97
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

rında KDP üzerinden tek taraflı ateşkesler dayatıldı. Ancak Kürt


Özgürlük Hareketi bir tasfiye zemini olarak düşünülen bu day-
atmaları kabul etmeyince hava saldırıları arttırıldı. Şubat 2008’de
Zap’a yönelik bir ele geçirme ve ezme harekatı başlatıldı. Ancak
Zap harekatı ikinci bir Sarıkamış harekatı gibi bozgunla sonuç-
landı. Bu bozgun ordunun itibarını dibe vurdu. Böyle olunca
Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politikası konusunda
AKP’nin konsepti daha öne çıktı. Hatta tek seçenek olarak kaldı.
Bu nedenle AKP’ye yönelik anayasa mahkemesindeki davadan
sonuç çıkmadığı gibi, asker ve sivil bürokrasi tamamen Kürt
sorununu en iyi ben ezerim diyen AKP’ye mahkum oldu. Dış
desteği de alan AKP, ordu içinde sorun çıkaran kesimleri ordu
içindeki bir klikle birlikte tasfiye etmeye yöneldi. Bu süreç aynı
zamanda siyasal İslam’ın devlet içine alınıp Türk devletinin ye-
niden yapılandırılmasının hızlandırıldığı bir süreç oldu.
AKP için bu sürecin daha yumuşak yürütülmesi açısından
Kürt Özgürlük Hareketi’nin eylemsizlik içinde tutulması önem-
liydi. Kürt Özgürlük Hareketi eylemsizlik içinde tutulacak, bu-
nun yanı sıra TRT 6 ve üniversitede Kürtçe öğreten bölümler
kurularak inisiyatif ele geçirilip Kürt Özgürlük Hareketi adım
adım etkisizleştirilip marjinalleştirilecekti. Tayyip Erdoğan ile
İlker Başbuğ ve Gülen tarikatı birlikte böyle bir tasfiye konsepti
hazırlamışlardı.
2008 yılında bir taraftan Oslo görüşmelerinin yapılması, bir
taraftan TRT 6 girişimleri, diğer taraftan Başurê Kurdîstan’da
hazırlanan Kürt konferansının hepsi bu konseptin gereğiydi.
Tabii ki fırsat bulduklarında Kürt Özgürlük Hareketi’ne ağır
darbeler vurmayı da düşünüyorlardı. Nitekim bir taraftan Oslo
görüşmeleri yapılırken, diğer taraftan PKK yönetiminin büyük
bölümünü tasfiye edecek bir nokta hava saldırısı gerçekleştir-
mişlerdi. Buna rağmen Kürt Özgürlük Hareketi ateşkes ve gö-
rüşmeleri sürdürme iradesi gösterdi.
AKP’nin ordu ve Güney Kürdistan hükümetiyle planladığı
tasfiye politikası 2009 yerel seçimlerinde Kürt demokratik ha-
reketinin başarısıyla boşa çıktı. Planlanan konsept seçimdeki

98
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

halk tutumuyla önemli bir darbe yedi.


29 Mart yerel seçimleri karşısında demokratik çözüm alter-
natifini daha etkili devreye sokma yerine, tasfiye konseptini boşa
çıkaran Kürt halk gerçeğini ve örgütlü toplum gerçeğini yoğun
baskı ve saldırılarla tasfiye konseptine uygun hale getirme ham-
lesi başlattılar. Kürt Özgürlük Hareketi 13 Nisan 2009’da resmi
ateşkes ilan etmesine rağmen bir gün sonra 14 Nisan’da siyasi
soykırım saldırısı başlatılması bu amaçla gerçekleşti. Kürt hal-
kının örgütlülüğü dağıtılarak halk yıldırılacak, askeri operasy-
onlarla da gerillaya darbe vurulacak, böylece kendilerinin düşün-
dükleri tasfiye politikaları Kürtlere kabul ettirilecekti.
Düşündükleri ise bireysel haklar dedikleri kimi adımlar atarak
Kürt sorunundan kurtulmaktı. Bu tasfiye konsepti AKP’nin Milli
Güvenlik Kurulunda asker-sivil bürokrasinin de katılımıyla plan-
lanmış ve uygulanmaya konulmuştu.
AKP’nin Kürt açılımı, demokratik açılım ya da milli birlik ve
beraberlik politikası dediği bu tasfiye konseptidir. Bu tasfiye
konseptini açılım adı altında gizlemek de yürütülen bir psikolojik
harekat olmaktadır. Tasfiye politikası açılım kod adlı bir konseptle
yürütülmektedir. Bugüne kadar da açılım kod adıyla bu tasfiye
konsepti yürütülmüş ve sonuç alınmak istenmiştir.
Kürt Özgürlük Hareketi bu süreçte hep pozitif yaklaşmıştır.
AKP’nin bu çözümsüz politikalarını görmesine rağmen toplumu
ve devleti çözüme hazırlamak için sabırlı davranmıştır. Ateşkes
ve görüşmeler sürecini çözüm iklimini sağlamak için değer-
lendirmeye çalışmıştır. Bu açıdan görüşmeler ve ateşkes süreci
de bir siyasal mücadele dönemi olarak geçmiştir. AKP Hükümeti
bu süreci Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadele zeminini da-
raltma ve zaman içinde etkisizleştirmek ve kendi iktidarını pe-
kiştirme biçiminde ele alırken, Kürt Özgürlük Hareketi de
Türkiye toplumunu, siyasi güçlerini ve uluslararası durumu çö-
züm için elverişli hale getirmeye ve bu temelde AKP’yi çözüm
doğrultusunda adım atmaya zorlamıştır. Bu nedenle 14 Nisan
sonrası AKP bir tasfiye hamlesi yaparken Kürt Özgürlük Hare-
keti ve Kürt Halk Önderi de AKP’nin bu açılım söylemini çözüm

99
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

doğrultusunda adım atma biçiminde zorlamaya çalışmıştır.


Özgürlük Hareketi’nin yumuşak mesajları ve Kürt Halk Önde-
rinin Yol Haritası’nı hazırlaması ve Habur girişimi hep bu çer-
çevede olmuştur.
AKP, Habur’u Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi ben tasfiye
ederim yaklaşımıyla iktidarını pekiştirmek ve devleti ele geçirmek
biçiminde değerlendirmek istemiştir. Ancak halkın gelen Barış
Grubunu coşkuyla sahiplenmesi AKP’yi ürkütmüştür. Çünkü
çözüm değil, tasfiye politikası vardır. Çözüm niyeti olsaydı halkın
bu yaklaşımını demokratik çözüm ve barış için değerlendirirdi.
Ancak amacı çözüm değil tasfiye olunca Habur’daki halk sahi-
plenmesi AKP’yi ürkütmüştür. Böyle bir halkın kendi tasfiye
konseptini kabul etmeyeceğini görerek siyasi soykırım saldırı-
larını tırmandırmıştır. Amaç, Habur’da ortaya çıkan halk du-
ruşunu saldırılarla kırmak ve kendi tasfiyelerini kabul edecek
bir halk gerçeği ortaya çıkarmaktır. 29 Mart 2009 yerel seçimle-
rinde gösterdikleri tepkinin bir benzerini de Habur’daki halk
duruşuna göstermişlerdir.”
2013’te yazıldığı için yazıda daha sonra irdeleyeceğimiz ko-
nular da işlenmiştir.

PKK’nin sunduğu ‘mini paket’

İşte bu saldırıdan bir gün önce, yani 4 Aralık 2008 tarihinde


PKK yönetimi, aracı heyete ‘Güven artırıcı önlemler’ çerçeve-
sinde ‘mini bir paket’ sunuyor ve ‘eylemlerini sınırlandıracağını’
ilan ediyor. Aracı heyetin ateşkes talebi yoktur. Heyetin çalışma
tarz ve prensibine göre, ‘çatışmalar olsa da görüşmelerin devam
etmesinde sakınca yoktur.’ Ama PKK’nin attığı bu adım fiili bir
ateşkestir ve bu aracı heyetin işini oldukça kolaylaştırmıştır.
PKK, aracı heyetin gündeme getirmemesine rağmen bunu bir
jest olarak yaptığını ifade eder ve alınan karar aslında fiili ateşkes-
tir. Artık kış sürecidir, 29 Mart 2009’da yerel seçimler olacaktır
ve ‘siyasal çalışmalara’ ağırlık veriliyor.
PKK’nin kamuoyuna ilan etmediği, aracı heyete aktardığı ve

100
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

fiilen pratiğe koyduğu ateşkese Ankara’dan olumlu yanıt geliyor.


PKK ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki mücadele ve savaşta
belki de ilk ve son defa yaşanan bir gelişme bu zaman diliminde
meydana geliyor. Türk tarafı, tarihinde ilk defa PKK’nin ilan
ettiği ateşkese olumlu karşılık veriyor. 5 Aralık 2008 Kandil sal-
dırısında hedeflendiği gibi PKK yönetimi imha edilmeyince An-
kara, 29 Mart 2009 seçimlerine kadar saldırılarına ara veriyor.
Ordu, polis, devlet ilk defa resmi (gizli) olarak ateşkese uyuyor.
Karşılıklı ateşkes süreciyle birlikte Türk tarafı, Kürtçe yayınlar
ve kurslar konusunda bazı adımlar atar ancak bunlar Kürt top-
lumu tarafından yetersiz bulunur ve seçim atmosferine giri-
liyor.
Her iki taraf 29 Mart 2009 yerel seçimlerine büyük anlam bi-
çiyor. Ateşkes sağlansa da siyasal rekabet ve mücadele çetin bir
şekilde sürüyor. Tarafların bir sonraki görüşmesi ise seçimlerden
kısa bir süre önce, 13 Mart 2009 tarihindedir. Tabii ki bu süreç
zarfında aracı kurum taraflar arasında mekik dokumaya devam
ediyor.
5 Aralık 2008 Kandil saldırısı ve taraflar arasında ilan edil-
memiş ateşkes başladığı günlerde, yani aynı yılın son günlerinde
Ankara’dan Kandil’e başka bir mesaj daha ulaşıyor.
Daha önce Talabani üzerinden Kandil’e gitmek isteyen MİT
Müsteşarı Emre Taner, bu defa Mesut Barzani aracılığıyla aynı
talepte bulunuyor.
Barzani, Ankara’nın mesajını Karayılan’a aktarıyor ama aynı
ret cevabını alıyor.

Oslo heyetine saldırı

Şubat 2009 ortaları.


Taraflar ateşkes pozisyonunda ve süreç siyasal mücadele ile
devam etmekte, seçim hazırlıkları olağan hızıyla sürmekteydi.
Oslo Görüşmelerine arabuluculuk yapan heyet ise Oslo-2 top-
lantısının hazırlığını yapıyor. Zira daha önce alınan karar gereği
seçimlerden önce bir görüşmenin daha olması gerekiyor.

101
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Aracı kurum yetkilileri, konuyu görüşmek üzere Kandil’e gi-


diyor. Önce 5 Aralık saldırısından dolayı üzüntülerini iletiyor ve
yaşamını yitiren gerillalardan dolayı PKK yönetimine başsağlığı
dileğinde bulunuluyor. PKK yöneticileriyle görüştükten sonra,
5 Aralık saldırısının olduğu noktayı görmek istiyorlar.
Heyet, yanlarında bir grup gerillayla bölgeye gidiyor. Tam
oraya vardıklarında bu defa havan ve top saldırıları başlıyor.
Ancak havan ve top atışları bu defa İran tarafından yapılmakta.
Söz konusu bölge İran sınırına yakın ama İran’ın böylesi bir sal-
dırıyı neden yaptığı soru işareti olarak kalıyor. Aracı heyetin yet-
kilileri bölgedeki gerillalar tarafından apar topar güvenliğe alı-
nıyor ve Kandil’den çıkmaları sağlanıyor. Çok yakın mesafede
havan ve top saldırısına maruz kalan ve büyük bir tehlike atlamış
olan heyet üyeleri, Avrupa’ya geri dönüyor.

Oslo-2 görüşmesi ve İmralı’dan gelen haber

Aracı kurumun Şubat ayında Ankara ve Kandil’e yaptığı ziy-


aretten sonra Oslo-2 görüşmesinin hazırlıkları tamamlanıyor. Daha
önce planlandığı gibi taraflar 29 Mart’taki yerel seçimlerden önce
bir araya gelecektir. Yol güzergahı, katılacak kişiler aynıdır. PKK
heyetine ise Sabri Ok katılmaktadır. Görüşmenin yoğun ve önemli
bir gündemi var. Aralık ayından itibaren ilan edilen ve tarafların
karşılıklı riayet ettiği ateşkes devam ediyor. Çok kısa zaman sonra
seçimler olacak ve seçim sonuçları her iki taraf için önemli bir dö-
nüm noktası niteliğinde. Taraflar bu konuyu genişçe tartışacak;
bir öncekinden farklı olarak toplantıya üç gün ayrılmış.
Görüşmenin takvimi ise 12, 13 ve 14 Mart 2009 olarak belir-
lenmiştir. PKK heyeti yine Hewler üzeri Viyana aktarmalı Oslo’ya
ulaşmış, burada devlet tarafından karşılanmış ve görüşmelerin
yapıldığı otele götürülmüş. Türkiye heyeti ise kendi özel uçağıyla
Oslo havaalanına ulaştıktan sonra yine Norveç devleti himay-
esinde görüşmenin yapıldığı yere götürülmüş.
Ancak resmi temaslara geçilmeden önce Türk Heyeti So-
rumlusu Afet Güneş, PKK Heyeti Sorumlusu Mustafa Karasu

102
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ile ayrı bir toplantı düzenlemek istediğini söylüyor. Koridorda


Karasu ile karşılaşan Güneş, ‘önemli bir konuda ayrı görüşmek
istediğini’ doğrudan aktarıyor. Karasu ise bu konuyu arkadaşla-
rıyla görüşmeden cevap vermeyeceğini, ‘arkadaşlarından saklay-
acak bir konunun olmadığını’ belirtiyor ve reddediyor. Afet Gü-
neş, ‘paylaşılması gereken bir konu var ve önemli’ ifadesinde
bulununca Karasu, konuyu kendi heyetiyle görüştükten sonra
cevap vereceğini söylüyor. Bu talebi kendi arasında değerlendiren
PKK heyeti, Karasu ve Sozdar Avesta’nın Türk heyetiyle gö-
rüşmeye gitmesine karar veriyor.
Afet Güneş’in yanında ise ‘Salih’ isimli MİT yetkilisi bulun-
maktadır.
Güneş, PKK yetkililerine, Emre Taner’le birlikte İmralı’ya
gittiklerini ve Öcalan’la görüştüklerini aktarıyor: “Zaten sizin
de talebiniz vardı. Biz İmralı’da Sayın Öcalan’la görüştük ve bu
görüşmelerimiz hakkında kendisini bilgilendirdik. Sizin hey-
etinizde yer alan kişilerin isimlerini de ilettik. Kendisinin sizlere
selamları vardı. Sağlık durumu iyi. Sayın Öcalan’ın bu görüşme-
lerden haberi var. Eğer isterseniz biz sizin söyleyeceklerinizi
kendisine, kendisinin size yazacaklarını iletebiliriz.”
Bu durum PKK heyeti için yeni bir durumdur. Sürecin
başında zaten Öcalan’la görüşmelerin, karşılıklı bilgilendirme
ve onayın olması gerektiği belirtilmiş ve uzlaşıya varılmıştır. Ama
artık bu uzlaşı pratiğe geçecektir.
Bu durum üzerine, PKK heyeti, başlangıç itibarıyla Öcalan’a
bir mesaj yazmak istediğini ve görüşmeler hakkındaki görüşlerini
daha sonra kapsamlı bir mektupla ileteceğini aktarıyor. Öcalan’a
kısa bir mesaj yazılıyor ve Türk heyetine teslim ediliyor. Öcalan,
daha sonra mesajın yazıldığı kağıdın boş tarafına kendi el yazı-
sıyla ‘mesajı aldığını’ bildiren cümleler yazıyor, imzasını atarak
ve Oslo’ya geri gönderiyor.
PKK heyeti, kısa bir süre sonra Öcalan’a kapsamlı bir mektup
yazarak süreç hakkında bilgilendirme yapar. Bu mektup da Öca-
lan’a ulaşır.
Sozdar Avesta ve Mustafa Karasu, Türk heyeti ile yaptıkları

103
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

bu görüşmenin içeriğini diğer heyet üyelerine aktarıyorlar. Ancak


aracı kurum temsilcilerinin, iki taraf arasında yapılan bu gö-
rüşmeden haberi yoktur ve kısa bir süre sonra Oslo-2 toplantısı
resmen başlıyor.
Toplantının açılış konuşması, Oslo-1’de planlandığı gibi, aracı
kurumun temsilcisine aittir ve o da Ankara ve Kandil’deki te-
masları hakkında brifing veriyor. PKK heyeti, 5 Aralık 2008’de
yapılan bombardımana ilişkin bir açıklama ve izah yapılmasını
bekler ancak aracı kurumun temsilcisi bu olaya değinmiyor.
Aracı kurum temsilcisinin açılış konuşmasından sonra Mus-
tafa Karasu, söz alarak 5 Aralık saldırısını ayrıntılarıyla anlatıyor
ve şunu da ekliyor: “Biz burada görüşme yapıyoruz, aracı heyet
merkezimize geliyor ve sonra hava saldırısı oluyor. Bu tesadüf
değil. Bu saldırı ne görüşmeye ne çözüm anlayışına uygundur.
Ama buna rağmen biz görüşmeleri sürdüreceğiz. Normalde far-
klı tutum da alabiliriz ama sürece devam edeceğiz.“
Bunun üzerine, aracı kurumun temsilcisi, olaya dair duyduğu
üzüntüyü dile getiriyor ve çok şaşırdıklarını ifade ediyor. Ancak
Türk heyeti saldırıya ilişkin hiçbir izah yapmıyor. Bu konudan
sonra aracı kurumun temsilcileri, Türk ve Kürt taraflarını baş
başa bırakmak üzere toplantı salonundan ayrılıyor. Taraflar, ko-
nuyu müzakere etmeye başlıyor.
Yaklaşık üç gün süren toplantı ve tartışmalar genel olarak po-
zitif bir atmosferde geçiyor. Resmi toplantı ve kulislerdeki temel
konu da yaklaşan yerel seçimlerdir.
Bu dönemde AKP devlet konseptiyle seçimlere hazırlık yap-
makta, Kürt Hareketi ise tüm toplumsal gücüyle sürece yük-
lenmektedir. Her iki taraf olası seçim sonuçları için epey iddia-
lıdır. Afet Güneş, Kürt tarafına dönerek, ‘’Siz seçimlerde
elinizdeki 53-54 belediyeden yarısından fazlasını kaybedeceks-
iniz. Devlet karar aldı. Artık Kürt halkı peşinizden gelmeyecek.
TRT 6 açıldı. Kürtçe kurslar ve Kürdoloji bölümleri açıldı. Kürt-
ler artık size oy vermeyecek. Büyük bir siyasi hezimete uğray-
acaksınız” diyor.
Bu ifadeler Oslo tutanaklarına olduğu gibi geçiyor.

104
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Kürt tarafı da seçimlerde belediye sayısının artacağını ifade


ediyor. Öncelik olarak ise ‘seçimlerin demokratik bir ortamda
geçmesine’ işaret ediyor.
Toplantı arasında, Afet Güneş ve Remzi Kartal seçim sonu-
çlarına ilişkin iddiaya girecek kadar tartışır. Güneş, o dönem 51
olan belediye sayısında düşüş olacağını, Kartal ise sayının ikiye
katlanacağını iddia ediyor. Tam iki hafta sonra Kartal’ın tahmin
ettiği sonuçlar sandıktan çıkıyor. (23)
Toplantının bir diğer konusu ise yaklaşan Newroz’dur ve tar-
aflar, kutlamaların barışçıl bir ortamda geçmesi için taahhütte
bulunuyor.
Daha sonraki toplantılarda olduğu gibi Oslo-2 görüşmesinde
her iki taraf mutabakata varılan hususlar üzerine birer taslak
hazırlar. Bu taslaklar karşılıklı tartışılır. Daha sonra aracı kurum
yetkilileri her iki taslağı, çıkan tartışmalardan sonra birleştirir.
Ardından yeni bir şekil verir. Son hali üç tarafın katılımıyla tekrar
değerlendirilir. Orijinal hali aracı kurumun merkezinde, kopya-
ları ise PKK ve TC heyetlerine verilir. Mutabakat metinleri im-
zalanmaz ama aracıların huzurunda kabul edildiğine dair taraflar
beyanda bulunur.
Türk heyeti Oslo-2 toplantısında 13 maddelik bir taslak sunar.
Taslakta PKK’nin 1 Haziran 2009 tarihine kadar ‘ateşkes ilan
etmesi’ istenir ve bu minvaldeki madde şöyle formüle edilir:
“PKK Örgütü 01/06/2009 tarihine kadar Türkiye genelinde
(kırsalda ve şehirlerde) eylemsizlik kararı almayı kabul eder.
Söz konusu dönem içerisinde sürece zarar verecek herhangi bir
çatışmanın yaşanmaması önem arz etmektedir.”
Türk tarafının taslağında, ateşkese ilişkin devlete düşen so-
rumluluklar somut bir şekilde yer almaz. Taslağın bir sonraki
maddesinde ise ‘Mayıs ayında tekrar görüşmenin olması’ öne-
rilir.
PKK heyeti ise toplantıya 14 maddelik bir mutabakat taslak
metni sunar. 4 Aralık 2008 tarihinde aracı kuruma sunduğu ‘mini
paket’in gereklerini yerine getireceğini ifade eder ve mevcut
ateşkesin uzatılacağını bir madde şeklinde somutlaştırır.

105
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Ve bir sonraki maddede ise Türk tarafının askeri operasyon-


larını durdurmasını ister.
PKK, ‘Öncelikli Güven Artırıcı Adımlar’ başlığı altında, Ab-
dullah Öcalan’ın durumuna dikkati çeker ve şu maddelerin kabul
edilmesini talep eder:
“Hükümet Abdullah Öcalan’ın şartlarının iyileştirilmesine
ilişkin aşağıdaki şartları kabul eder:
a) CPT tavsiyelerine ve Abdullah Öcalan’ın tutukluluk koşul-
larına ilişkin AİHM kararlarına uyar,
b) Abdullah Öcalan’a yapılan hukuki ve şahsi düzenli ziy-
aretlere müsaade eder,
c) Bağımsız tıbbi kontrolü temin eder,
d) Onayını kazanmak amacıyla Abdullah Öcalan’ı bilgilend-
irmek için bir toplantıya izin verir.
PKK heyetinin sunduğu mutabakat taslağında tarafların söz
konusu süreç içerisinde atması gereken adımları da şu madde-
lerle ifade eder:
Önümüzdeki Mart 2009’daki Newroz ve Yerel Seçimlerle ilgili
her iki taraf da en üst çabalarını kullanarak aşağıdakileri karar
altına alır.
a) Kendi destekçileri ve temsilcilerini barışçıl bir Newroz’a
hazırlamayı temin eder,
b) 29 Mart 2009’daki seçimlerin barışçıl ve demokratik ol-
masını sağlamayı temin eder,
c) Seçimde adayların baskılara maruz kalmamasını, kaçı-
rılmamasını, yasa dışı bir şekilde gözaltına alınmamasını temin
eder.
PKK heyeti tarafından sunulan üç bölümlük taslağın özeti
böyle.
Yapılan kapsamlı tartışmalardan sonra aracı kurum, taraf-
ların üzerinde uzlaştığı şu taslağı hazırlar:
1- Taraflar, 03-04/09/2008 tarihindeki ilk Oslo toplantısında
gündeme getirilen temenniler çerçevesindeki gelişmeleri gözden
geçirmiştir.
2- Taraflar Oslo-1’de vurgulanan Kürt sorununun kalıcı çö-
zümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek ça-
lışmaların anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının

106
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

esas alınmasının gerekliliği konusunda mutabakata varmışlar-


dır.
3- PKK örgütü, devlet kurum-kuruluşlarının Kürt sorununun
çözümü konusundaki konsensüsünü memnuniyetle karşılamıştır.
4- Müzakerelerde değinilen hususların ilgili makamlara ve
organlara yansıtılması kararlaştırılmıştır.
5- Kürt sorununun çözümü adına yürütülen tüm çalışma ve
girişimlerin sağlıklı şekilde yürütülebilmesi amacıyla
kitlelerin/kamuoyunun psikolojik yönden de hazırlanması ben-
imsenmiştir.
6- Taraflar, güven tesis edici önlemlerin uygulanmasında fikir
birliğine varmışlardır.
7- Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ile
ilgili CPT ve AİHM karar/tavsiyelerinin uygulanması ve hukuki
hakkı olan avukat ve aile görüşmelerinin engellenmemesi öne-
mini korumaktadır.
8- Newroz kutlamalarının barışçıl ve güvenli bir ortamda
gerçekleşmesi için gerekli duyarlılığın gösterilmesi zarureti ko-
rumaktadır.
9- Yerel seçimlerin adil ve demokratik bir ortam içinde geçmesi
için gerekli tedbirlerin alınması, adaylara ve parti binalarına
yönelik hukuk dışı uygulamalardan kaçınılması esastır.
10- PKK tarafından 04/12/2008 tarihinde, Mart 2009 sonuna
kadar geçerli olduğu ifade edilen, ‘saldırı olmadıkça eylem ya-
pılmayacağı’ yönündeki kararın 01/06/2009 tarihine kadar
Türkiye genelini kapsayacak şekilde uzatılması kabul edilmiştir.
Söz konusu dönem içerisinde süreci bozacak/zedeleyecek her-
hangi bir silahlı çatışmanın Türkiye içinde ve dışında yaşan-
maması önem arz etmektedir.
11- Gelişen koşullara göre aksine bir durum olmaması halinde
taraflar, Mayıs 2009’un ilk yarısı içerisinde yeniden bir araya
gelmeyi ve ileriye dönük 6 aylık bir yol haritası belirlemeyi ka-
rarlaştırmışlardır.

107
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Ateşkese karşılık ‘KCK operasyonları’

Oslo-2 toplantısında karar altına alındığı gibi Newroz, kitlesel


ve barışçıl bir ortamda kutlandı. Herhangi bir olay yaşanmadı.
Newroz’dan sonra ise aynı havayla 29 Mart 2009 seçimleri ger-
çekleşti.
Yerel seçimlerde DTP elindeki belediye sayısını ikiye katladı.
Seçim sonuçları Kürt Siyasal Hareketi için muazzam bir başarı-
ydı. Devlet, Kürt kentlerinde bütün imkanlarıyla AKP’ye destek
vermiş ancak başarısız olmuştu. ‘Kürtler, Kürt hareketine sırtını
döndü’ tezleri böylece çöktü. Bundan sonra yapılması gereken
ise siyasal mücadeleyi güçlendirmekti.
PKK Yürütme Komitesi, 12 Nisan 2009 tarihinde seçim son-
rası süreci değerlendirmek üzere toplandı. Sonuçlar büyük bir
başarı olarak ele alındı. PKK, seçim sonrasında kendilerine
dışarıdan bir görüş, öneri ve talep gelmediği halde Aralık
2008’den itibaren fiilen yürürlüğe koyduğu ve Oslo-2’de ortak
mutabakatta yer alan ateşkes sürecini resmen uzatma kararı
aldı. Ve daha toplantı sona ermeden, aynı gün bir basın açıklaması
yazıldı ve 13 Nisan 2009 tarihinde dünyaya duyuruldu. PKK, 29
Mart 2009 seçim sonuçlarıyla Kürdistan’da önemli bir açılımın
yaşandığı, bu temelde, eğer Türkiye devleti çözüme gelirse ken-
dilerinin de buna hazır olduğu mesajını vermek istiyordu. Diğer
bir ifadeyle, PKK 29 Mart seçimlerinin demokratik çözüm ze-
minini güçlendirdiğini ve tarafların buna göre hareket etmesi
gerektiğini belirtiyordu. (24)
Açıklamadan bir gün sonra, sabahın erken saatlerinde önce-
den planlanan bir operasyon başlatıldı. Aralarında belediye
başkanı, STK üyeleri, çeşitli siyasal görevlerde bulunan kişilerin
de bulunduğu 1700 civarında Kürt aktivist gözaltına alındı. Bir-
kaç günlük gözaltı sürecinden sonra ‘seçilmiş temsilciler’ elleri
kelepçelenerek mahkemeye getirildi ve bunların çoğu tutukla-
narak cezaevine gönderildi.
Aynı gün, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ,
Türk medyasından tüm kurum temsilcilerinin katıldığı geniş

108
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bir basın toplantısı düzenledi. Başbuğ, seçim sonuçlarından


ürktüğünü saklamadan, Kürt hareketinin TC için tehlikeli bir
noktaya geldiğini genişçe değerlendirdi ve ‘savaşa devam’ me-
sajı verdi.
Aslında 29 Mart’taki seçim sonuçları Türkiye devletine yeni
bir karar vermesini dayatıyordu. Devlet seçimlerden önce ken-
dince ‘olumlu bazı adımlar atmış’, TRT 6 açılmış, bazı kültürel
hakların önünü açmış ve bunun mesajını vermişti. Özünde hedef
Kürt Siyasal Hareketi’nin tasfiye edilmesiydi. Devlet, yumuşak
bazı açıklamalarda bulunarak sonuç alacağını öngörüyordu. Ama
beklenen tam tersi olunca yeni bir karar almak zorundaydı. Eğer,
29 yerel seçimlerinde Kürt Siyasal Hareketi başarısız olsaydı
masada devletin eli daha güçlü olurdu. Ne var ki, sonuçlar Kürt-
lerin siyasal mücadelesini güçlendirdi. KCK’nin ateşkes ilan et-
mesi ve siyasal mücadeleyi büyütme kararını vermesi devletin
beklemediği bir gelişmeydi.
Seçimlerden birkaç gün sonra yapılan Milli Güvenlik Kurulu
(MGK) toplantısında bu durum değerlendirilmiş ve yeni döne-
min stratejisi ele alınmıştı. Devlet yönetimi, seçim sonuçlarından
sonra, Kürtlerin örgütlendiğini, toplumsal bir güce ulaştığını
ve bu güce karşı istediği projeyi artık kabullendiremeyeceğini
görmüştü. Ancak Kürtlerin bu gücü kırılarak istedikleri politikayı
kabul ettirebilirlerdi. (25)
Bu tespitten hareketle Kürtlerle mücadele kararı alınmıştı.
Kürtlerin bu siyasal ve toplumsal gücünün kırılması gerekiyordu.
İlker Başbuğ bunun sinyalini açıkça vermişti. Kürt siyasetçile-
rinin tutuklanması ve Başbuğ’un savaşı işaret eden beyanları,
devletin hem siyasal, hem de askeri alandaki konseptini fazlasıyla
açıklıyordu.
Kürt Hareketi, ‘KCK Operasyonu’ adıyla başlatılan gözaltı ve
tutuklama furyasını, Kürtlere dönük ‘siyasi soykırım operasy-
onları’ olarak değerlendirmiş, ama ilan edilen ateşkese devam
edileceğini duyurmuştu. Murat Karayılan, bu açıklama ve ope-
rasyonlardan birkaç gün sonra Türk merkez medyasına verdiği
demeçte yine ‘ortamı yumuşatan ve siyasal çözüm çerçevesini

109
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

öne çıkaran’ açıklamalarda bulundu.


Gözaltı ve tutuklanmalar Nisan ayı boyunca devam etti.
Bu süreçte aracı kurum taraflarla görüşmek üzere tekrar An-
kara ve Kandil’e gitti ve Oslo-3 toplantısı için altyapı hazırlıkları
yapıldı. Daha önce planlandığı gibi Mayıs ayında toplanılacaktı.

Oslo -3 toplantısı

Mart ayında yapılan Oslo-2 toplantısından sonra devlet heyeti


tekrar İmralı’ya giderek görüşmeler hakkında Öcalan’la bir du-
rum değerlendirmesi yaptı. Öcalan, siyasal sürecin inisiyatif ka-
zanması gerektiğine dair düşüncelerini ve sürece ilişkin kaygı-
larını devlet heyetiyle paylaşıldı. Aynı dönemlerde görüşmelere
gidebilen avukatlarına da devlet heyetiyle yaptığı görüşmeler ve
gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Bu süreçte yapılması planlanan Oslo-3 görüşmesinin tak-
vimi 22 Mayıs 2009 olarak belirlenmişti. Toplantı üç gün sü-
recekti. Devlet ve PKK heyetleri seçimlerden, ateşkes kara-
rından ve ‘KCK Operasyonları’ndan sonra ilk defa bir araya
geleceklerdi.
PKK heyeti yine aynı şekilde, Norveç devleti himayesinde
Kandil’den Oslo’ya geçmiş, heyetin Avrupa’daki üyeleriyle gö-
rüşmelerin yapılacağı otelde buluştu. Türk heyeti de yine kendi
özel uçağıyla belirlenen tarihte randevusuna gitti. Aracı kurumun
başkanı ve yetkilileri de toplantıda hazır bulunmaktaydı.
Bir önceki görüşmede olduğu gibi, Türk heyeti yine PKK yö-
neticileriyle ‘ayrı görüşme’ talebinde bulunur ve Öcalan’dan
mektup getirdiklerini iletir. Bu görüşme devlet için önemlidir,
PKK için de. Çünkü daha önce ilan edilen ateşkesin resmi sonuç
tarihi 1 Haziran’dır. Yani Oslo-3 toplantısından sonra PKK,
ateşkesin akıbeti hakkında yeni bir karar verecektir. Karşı tarafta
adım atmak yerine gerileme yaşanmakta, sivil siyasete yönelimler
giderek artmaktaydı.
Türk heyeti, Öcalan’dan getirdikleri mektubu PKK heyetine
teslim etti. Öcalan, Mart ayındaki Oslo-2 toplantısında yazılan

110
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bilgilendirme notunu aldığını not düşüyor ve devlet heyetiyle


yaptığı tartışmaların içeriğine dair PKK’yi bilgilendiriyor, olası-
lıklar üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Öcalan, PKK ve devlet
görüşmelerinin de ötesine giderek sürece ivme kazandırmak
istiyor, daha önce avukatları üzerinden açıkladığı gibi, Kürt so-
rununun çözümü adına Ağustos ayına kadar bir yol haritası ha-
zırlayacağını bildirdi.
Öcalan, bu süreçte PKK’den ‘Yol Haritası’ için görüş istedi.
Tüm demokratik kitle örgütleri gibi PKK, HPG ve Kadın Ha-
reketi şahsında Kürt hareketinin temel kurumlarının kendi
arasında durum değerlendirmesini yapmasını ve bu sonuçların
kendisine aktarılmasını istedi. Aynı paralelde dağda, Türkiye
ve Avrupa’da toplantıların düzenlenmesini önerdi. Öcalan, bu
adımla Kürt hareketinin önüne yeni bir görev vermişti.
Öcalan, kendisine gelecek öneriler doğrultusunda 15 Ağustos
2009 tarihinde ‘Kürt Sorununda Demokratik Çözüm için Yol
Haritası’ açıklayacağını taraflara bildirdi. Devletin Mart ayındaki
seçimlerden sonra aldığı savaş kararının önünü Öcalan, Çözüm
İçin Yol Haritası ile almak istedi. 22 Mayıs 2009’da Oslo’da Afet
Güneş tarafından PKK heyetine teslim edilen mektupla bu süreç
başladı.
Öcalan, bu mektubu ve daha sonraki tüm mektuplarını el ya-
zısıyla yazıyor; imzasını atıyor ve devlet heyetine teslim ediyordu.
Devlet heyeti ise mektupların orjinal halini yanında bulundu-
ruyor, kopyasını PKK’ye ulaştırıyordu. Öcalan, PKK’den giden
mektupların arka boş sayfasına da ‘şu içerikteki mektubunuz
bana ulaştı’ biçiminde not düşüyor; imzalar ve tekrar aynı kanal
üzerinden PKK’ye gönderiliyordu. PKK, böylece yazdığı mek-
tupların Öcalan’a ulaştırıldığına emin oluyordu.
Öcalan’a ait mektup PKK’ye iletildikten sonra Oslo-3 gö-
rüşmesi 22 Mayıs 2009 tarihinde öğlen saatlerinde başladı. Aracı
kurumun temsilcisi açılış konuşmasını yaptıktan sonra sürecin
önemine dönük kısa bir değerlendirmeye başvuruyor ve toplantı
PKK ile TC heyeti arasında sürüyordu. İlkin geçmiş sürecin
değerlendirilmesi ve 6 aylık planlama toplantının gündeme

111
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

alındı. Üç günlük tartışmanın temel konusu; PKK’nin attığı ad-


ımlar, devletin ‘KCK Operasyonları’ oldu.
Devlet heyetinin bu görüşmedeki ‘KCK Operasyonları’na
ilişkin değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Daha sonra mutaba-
kata metninde de yer alacağı üzere devlet heyeti, bu operasyon-
ların devam etmeyeceği, bu operasyonların devlet içindeki başka
bir grup tarafından yapıldığı, kendilerinin kontrolü sağlayama-
dığı, üzerinde duracakları ve kontrolü sağlayacaklarını belirtiyor.
Aynı dönemlerde Erdoğan’ın operasyonları destekleyen açıkla-
maları da tutuklamaların devlet kararı olduğunu gösteriyor. (26)
Ancak ‘KCK Operasyonları’ artık Oslo süreci için bir hançer
rolünü oynamaya başlamıştı. Ve bu hançer Oslo sürecinin gö-
beğine saplanmış, sürece ağır darbe vermişti. Taraflar görüşme-
lere devam etse de ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi süreç
artık pamuk ipliğine bağlanmıştı. Yıllarca devam eden bu ope-
rasyon ve davalarda görüldüğü kadarıyla, ‘KCK Operasyonları’nın
iddianameleri Fethullah Gülen Örgütü kadroları tarafından ha-
zırlandı. O dönem ortaklık yaptıkları Erdoğan da bunu tasdikledi,
onayladı. Operasyonları yürüten kadroları cesaretlendiren ve
Kürt siyasetinin tasfiye edilmesiyle kendisine alan açacağını
planlayan da Erdoğan’ın kendisiydi.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra Fethullah
Gülen’e bağlı savcı ve hakimlerin açtığı tüm davalar düştü. Ancak
KCK davaları değil! Hatta birçoğu cezayla sonuçlandı. Sadece
bu örnek bile, 14 Nisan 2009 tarihinde başlatılan ‘KCK Opera-
syonları’nın sadece Fethullah Gülen değil, doğrudan devlet
kararı olduğunu gösteriyor.
Erdoğan ve hükümeti, bu dönemde Fethullahçı kadroların
eliyle Kürtleri vurmayı planladı. Kürt hareketine karşı birlikte-
likleri 2013 yılına kadar sürdü. İktidar çatışmasından dolayı
Şubat 2013’te MİT Müsteşarı Hakan Fidan tutuklanmak istendi.
Abdullah Öcalan, ilk defa bu süreçte Gülen’in örgütlenmesi için
‘Paralel Devlet’ kavramını kullandı ve bu tespite önce karşı çıkan
AKP, daha sonra bunu politik bir argüman haline getirdi.
22-25 Mayıs 2009 tarihlerindeki Oslo-3 toplantısında devlet

112
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

heyetinin sunduğu mutabakat taslağı, Ankara’nın sürece yak-


laşımını ele veriyor. Yürütülen tartışmalarda ‘KCK Operasyon-
ları’nın durdurulacağını ifade eden devlet yetkilileri, sundukları
11 maddelik taslak metinde sadece PKK tarafından atılacak ad-
ımları gündeme getiriyorlar. Taslak metinde Kürt sorununun
çözümü için herhangi bir ifade yer almaz. Devlet, PKK’nin
Türkiye için kadro göndermemesini ve ‘silahlı kadroların da
peyderpey Irak’ın kuzeyine aktarılmasını’ maddeler şeklinde sı-
ralar. Ayrıca eylemsizlik kararının 1 Eylül 2009 tarihine kadar
uzatılması da devletin bir diğer isteğidir.
Bu maddeler üzerinde çokça tartışıldı. PKK heyeti ise karşılı-
klı olarak atılması gereken adımları ihtiva eden bir taslak metin
sunuyor. Tartışmalar tıkanınca aracı kurum geniş bir taslak ha-
zırlar ve taraflar bu taslak üzerinde uzlaşmaya varılıyor.

Oslo-3 mutabakat metni

Türkiye ve PKK temsilcileri arasında 22-25 Mayıs 2009 ta-


rihlerinde yapılan görüşmeler çerçevesinde mutabakata varılan
hususlar şunlardır:
- Taraflar büyük can ve mal kaybına yol açan çatışmalar ko-
nusunda üzüntü ve endişelerini dile getirerek bunun giderilmesi
konusunda irade beyanında bulundular;
- Taraflar, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun
çözüm arayışlarına cevap verebilmek için adil, kalıcı bir barış,
güven ve uzlaşı yaratacak hususlar üzerinde hemfikirdirler;
- Taraflar dürüst, şeffaf ve demokratik yönetim ilkelerine
bağlılık, herkesin kendisini ifade ettiği katılımcı bir demokrasinin
ilerlemesi, uluslararası insani yasalar, insan hakları ve hukukun
egemenliğine saygının önemi konusunda hemfikirdirler.
Devlet kurum ve kuruluşlarının adımları ile açıklamaları, yine
örgüt adına Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda
ve sürece olumlu katkı sağlayan iradeyi ortaya koyar içerikteki
beyanatları memnuniyetle karşılanmıştır.

113
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Alınması gereken önlemler

1- Taraflar Oslo-1 ve Oslo-2’de karar altına alınan maddelere


bağlılıklarını ve demokratik anayasal bir çerçevede Kürt soru-
nunu kalıcı bir çözüme kavuşturma çabalarına devam etmeyi
kabul ederler;
2- Oslo -2 toplantısında varılan mutabakat gereği, görüşme-
lerde değinilen hususların ilgili kurum/kuruluşlara ve şahıslara
aktarımına devam edilmesi uygun görülmüştür;
3- Taraflar Kürt sorununun çözümünü amaçlayan demokratik
diyalog ortamını oluşturmak amacıyla var olan olumlu zemini
geliştirmek ve kamuoyunu psikolojik olarak hazırlamak için so-
rumluluklarını yerine getirirler;
4- Taraflar Kürt sorununun çözümü için gerekli olan yol ha-
ritasının gelişmesi için en kısa süre içerisinde üzerinde hemfikir
olunmuş bir metotla iletişimin sağlanmasını kabul ederler;
5- DTP’ye düzenlenen operasyonların durdurulması, tutuksuz
yargılanmanın en kısa sürede başlatılması, böylece DTP’nin
Kürt sorununun demokratik çözümde rol oynaması öncelik ve
önem taşımaktadır;
6- PKK tarafından 1 Haziran 2009’a kadar ilan edilen, ‘Sal-
dırı olmadıkça eylem yapılmayacağı’ yönündeki çatışmasızlık
kararının, 15 Temmuz 2009 tarihine kadar uzatılması kabul
edilmiştir. Söz konusu dönem içerisinde her iki taraftan süreci
bozacak/zedeleyecek her türlü saldırının Türkiye içinde ve
dışında yaşanmaması esastır. 15 Temmuz’a kadar olan süreç
olumlu gelişirse, Eylül 2009’a kadarki süreç de dahil, ileri
aşamalar Oslo IV toplantısında ayrıca değerlendirilecektir;
7- Gelişen koşullara göre aksine bir durum olmaması halinde
taraflar Temmuz 2009 başında yeniden bir araya gelmeyi, yol
haritası niteliğinde karşılıklı hazırlanacak projeler üzerinden
tartışmayı ve süreci değerlendirmeyi kararlaştırmışlardır.

Bu süreç zarfında Kürt tarafı Öcalan’a aktarılmak üzere


yoğun toplantılar yapılıyor ve 15 Ağustos’ta açıklanması
düşünülen ‘Yol Haritası’ için kamuoyunda yoğun beklentiler
oluşmuştu. Kamuoyu Oslo görüşmelerinden haberdar olmasa

114
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

da tarafların yaptığı açıklamalar topluma umut veriyordu. Bu


dönemde Kandil’e gönderilen bazı gazetecilerle Murat Ka-
rayılan’ın görüşlerinin medyada tartışılmasına zemin sunuldu.
Hasan Cemal Kandil’e gidip döndükten sonra Çankaya
Köşkü’nde Abdullah Gül ve devlet cenahına izlenimlerini ak-
tardı. (27) Daha sonra Avni Özgürel gönderildi. Devletin bilgisi
dahilinde Karayılan’la söyleşi yapan Özgürel, Kandil’den
‘memnun’ ayrılmaz. (28) Zira Kandil’in görüşlerini öğrenmek-
ten ziyade Kandil’in ‘devletin attığı adımlara razı olmasını’
istemek gibi gazetecilik mesleğinin biraz ötesine geçecek bir
pozisyon alır. Bu süreçlerde Kandil’e gitmek isteyen bir diğer
gazeteci de Fehmi Koru’dur. Abdullah Gül’ün yakın arkadaşı
Koru, Kandil’e gitmek için Ankara’nın onayını alıyor. PKK’den
aldığı randevu üzerine Erbil’e gidiyor. Ancak randevu günü
Erbil’den Ankara’ya geri dönüyor. Koru, Karayılan’a kısa bir
mektup yazarak, ‘Sözleştiğimiz gibi randevuma gelemiyorum.
Tayyip Bey, acilen geri dönmemi istiyor. Randevuma geleme-
diğim için özür dilerim’ açıklamasında bulunuyor.
Oslo -3 toplantısından sonra, taraflar Temmuz ayında tekrar
bir araya gelmek üzere dağılıyorlar. Yukarıda yazılan mutabakat
metni, aracı kurum tarafından takip edilecek ve her iki taraf yü-
kümlülüklerini yerine getirecek. Devlet heyeti İmralı’da gö-
rüşmelerini sürdürüyor, Öcalan ise Ağustos’ta açıklamak istediği
‘Yol Haritası’na çalışıyor.
Görüşmeden hemen sonra, Türkiye’den bir heyet Bağdat’a
giderek, PKK’ye karşı geliştirilen dörtlü mekanizmayı tartışmaya
başladı. Bu mekanizmada Bağdat, Ankara, Erbil ve Washington
temsilcileri yer almaktaydı. Devlet, PKK’ye karşı diplomatik sal-
dırıya geçmiştir ve bu konu bir sonraki Oslo görüşmelerinde
gündeme gelecektir.
Bu durum PKK tarafından da yakından takip edilmekte ve
bu tür girişimlerin sürecin ilerlemesine katkı sunmadığı aracı
kuruma iletilmektedir.
Bağdat’taki PKK karşıtı dörtlü mekanizmanın görüşmeleri
de yine Afet Güneş tarafından yapılmaktaydı. Emre Taner artık

115
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

görevi Güneş’e devretmişti. Devlet, birçok örnekte görüleceği


gibi, PKK ile temas kuran kadrolarını yine PKK karşıtı dış faaliy-
etlerin merkezinde görevlendiriyordu.

Oslo -4 toplantısı

Aracı kurumun aynı yöntemlerle yaptığı çalışmadan sonra


taraflar, Oslo -4 toplantısı için 1 Temmuz 2009 tarihinde Oslo’da
bir araya geldi. Kürt heyetinde Mustafa Karasu, Sabri Ok, Sozdar
Avesta, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun heyette yer alıyor. Türk
tarafını ise Afet Güneş başkanlığındaki aynı heyet temsil ediyor.
Ek bir bilgiye burada paylaşmakta fayda vardır; Emre Taner hiç-
bir zaman Oslo görüşmelerine katılmamıştır.
Kürt tarafı, daha önceki Oslo toplantılarında olduğu gibi, Oslo
-4’te de siyasi temsilcilerin olması gerektiğine dikkat çekiyor.
Toplantıların formatı gereği, taraflar yemek aralarında sohbet
etmekte ve tabii ki herkes burada da politik davranmakta. Emre
Taner’in yerine kimin MİT müsteşarı olabileceği konusu açılınca
Afet Güneş, teamüle göre kendisinin müsteşar olması gerektiğini
belirtiyor. Ancak Güneş, devlet içindeki dengelerden kaynaklı
olarak müsteşar yapılmayacağının bilincinde: “Müsteşar olmam
için üç imzaya ihtiyaç var. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel-
kurmay Başkanı. Genelkurmay Başkanı Başbuğ imza verir ama
diğer iki imzadan (Gül ve Erdoğan) emin değilim.”
Güneş ve ekibi, Oslo -4 toplantısı başlamadan önce yine PKK
temsilcileri ile buluşur ve İmralı’dan getirdikleri Öcalan’a ait
mektubu verir. Öcalan, mektupta hazırlamakta olduğu ‘Yol Ha-
ritası’na dikkati çeker ve sürece dair PKK’ye perspektif sunuyor.
Toplantı zamanında, yani 1 Temmuz 2009 günü başladı. 3
Temmuz’da sona eren toplantıda taraflar, şu mutabakat metni
üzerinde anlaştı:

116
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Oslo-4 mutabakat metni

01-03 Temmuz 2009.


Türkiye ve PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde
üzerinde mutabakata varılan hususlar:
Yaşanan çatışmalar sürecinde, Türkiye’de şiddet, can ve mal
kaybına neden olduğu gerçeğinden hareketle; kalıcı barış, gü-
venlik ve uzlaşı ihtiyacına cevaben, başta demokrasi, evrensel
hukuk ve insan hakları olmak üzere hukukun üstünlüğüne olan
bağlılık bir kez daha teyit edilmiştir. Kürt sorununun demokratik
çözümü için üst düzey yetkililerin yaptıkları beyanatlar ve atılan
adımlar olumlu karşılanmıştır.
1- Taraflar devam eden Oslo süreci bağlamında Kürt soru-
nunun çözümü konusundaki kararlılıklarını koruduklarını bir
kez daha belirtmişlerdir.
2- Oslo -3 toplantısında varılan mutabakat gereği, görüşme-
lerde dile getirilen mevcut hususların ilgili kurum/kuruluşlara
ve şahıslara aktarılmasına devam edilmesi uygun görülmüştür.
3- Taraflar, Kürt sorununun çözümünü amaçlayan demokra-
tik diyalog ortamını oluşturmak amacıyla var olan olumlu zemini
daha da pekiştirmek ve kamuoyunu psikolojik olarak hazırlamak
için sorumluluklarını yerine getirirler.
4- Taraflar Oslo 1, 2 ve 3’te vurgulanan Kürt sorununun
kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek
çalışmaların anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının
esas alınmasının gerekliliği konusunda varılan mutabakatı teyit
ederler.
5- DTP’ye düzenlenen operasyonların durdurulması, tutuksuz
yargılamanın en kısa sürede başlatılması, böylece DTP’nin Kürt
sorununun demokratik çözümünde rol oynaması öncelik ve önem
taşımaktadır. DTP’nin siyasi sürece katkısının sınırlandırılma-
ması ve teşvik edilmesi için taraflar gerekli çabayı sarf ederler.
6- Oslo 5’e kadar sorunun demokratik çözümü ile bağlantılı
olacak, güvenlik, siyasi ve insani konuları da ele alan kapsamlı
ve uzun vadeli bir yol haritasının hazırlanması konusunda mu-
tabakat sağlanmıştır. Oslo 5’te bu hususlar ayrıca müzakere
edilecektir.

117
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

7- Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık


zemininde oluşturulabileceği gerçeğinin göz önüne alınması ve
buna paralel uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi mutabakat
konusudur.
8- PKK, kalıcı barış ve çözüm için PKK Liderliği (Öcalan)
ile sürekli ilişki ve diyalog içinde olmanın önemi ve gerekliliği
konusundaki ısrarını sürdürmüştür.
9- Türkiye tarafı, demokratik açılımlara imkan tanıyacak or-
tamın sağlanmasını teminen, yurt içinde mevcut örgüt silahlı
kadrolarının peyderpey ülke sınırları dışına çıkarılması ısrarını
vurgulamıştır.
10- PKK tarafından 15 Temmuz 2009’a kadar ilan edilen,
‘Saldırı olmadıkça eylem yapılmayacağı’ yönündeki çatışma-
sızlık kararının, 1 Eylül 2009 tarihine kadar uzatılması kabul
edilmiştir. Söz konusu dönem içerisinde her iki taraftan süreci
bozacak/zedeleyecek her türlü silahlı saldırının Türkiye içinde
ve dışında yaşanmaması esastır.
11- 1 Eylül 2009’a kadar olan süreç olumlu gelişirse, ileri
aşamaların Oslo -5 toplantısında ayrıca değerlendirilmesi, bu
amaçla Eylül 2009’ün ilk yarısı içerisinde toplanma ve gerekli
görüldüğünde ara toplantı yapılmasını uygun görürler.

Türk tarafı 6 aylık ya da bir yıllık planlar yapılmasına sıcak


bakmıyordu. Zira bu tür planlar, karşılıklı adımları ifade edecekti.
Türk tarafı adım atmaya meyilli olmadığı gibi, böyle bir anlayış
ve yaklaşıma da sahip değildi.
Tarafların bir sonraki randevusu, yani Oslo -5 görüşmesi için
belirlenen tarih Eylül 2009’dur. Bu sürece kadar ateşkes devam
edecek ve Kürt tarafı, Öcalan’ın 15 Ağustos’ta açıklayacağı ‘Yol
Haritası’na göre tutum belirleyecektir.
Abdullah Öcalan, hazırladığı ‘Türkiye’de demokratikleşme
sorunları, Kürdistan’da çözümün modelleri (Yol Haritası)’ başlı-
klı 156 sayfalık çalışmasını 15 Ağustos 2009 tarihinde savcılığa
teslim etti. Öcalan’ın hazırladığı Yol Haritası 10 temel ilkeden
oluşur. (29)
Öcalan, sorunun tarihsel, güncel, felsefi ve sosyolojik tahlilini

118
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

yaptıktan sonra, tarafların karşılıklı olarak atması gereken ad-


ımları sıralar ve hazırladığı ‘Yol Haritası’nı şu ifadelerle sonlan-
dırır:
‘’Yenilenmiş, demokratik uygarlık açılımlarına hazırlanmış
Kürtlerin ve demokratik dönüşümünü sağlamış PKK’nin KCK
hamlesi, savaşın değil onurlu barışın ve demokratik siyasetin
en uygun aracıdır. Bu temel niteliği Demokratik Türkiye’nin
sağlam güvencesi olma anlamına da gelmektedir. Anadolu ve
Mezopotamya’nın tarihsel ittifakı, günümüzde Demokratik
Türkiye ve Özgür Kürdistan ittifakı olarak yeniden gerçekleşti-
rilmesinin sancılarını yaşamaktadır. İç ve dış bozgunculara fırsat
vermemek için kulağımızı biraz tarihe dayamak yeterlidir. Tarih
duymasını bilenler için gerçeğin şaşmaz pusulasıdır. Demokratik
ve özgür ülkenin toplumuna ve halkına dayanmak ise, çalışmasını
bilenler için sürekli güç ve ilham kaynağıdır. Türkiye’nin tarihsel
gerçekliklerine ve güncel koşullarına yanıt olabilecek ‘Demo-
kratik Açılım ve Kürt Sorununu Çözme Modeli’, uygulanması
halinde sadece kendisi için tarihin daha özgürce akması anla-
mına gelmekle sınırlı kalmayacak, Ortadoğu halklarının da de-
mokratik, eşit ve özgür gelişme yolu olacaktır. Kapitalist mo-
dernite unsurlarının bölge kültürü üzerindeki işgali ve
sömürgeciliğine karşı demokratik modernite unsurlarının ge-
lişmesi, kendi tarihsel gerçekliklerine uygun bir sistem haline
dönüşme imkân ve gücünü kazanacaktır. Tarih belki de ilk defa
işgalin, sömürgeciliğin ve her türlü fethin tarihi olarak yazıl-
maktan kurtulacak, demokratik ve eşit-özgür bireyin yaşamından
oluşan toplumun tarihi olarak yazılacaktır.”

119
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Oslo -5 ve verilmeyen Yol Haritası

Öcalan’ın İmralı’da hazırladığı ve devlete sunduğu ‘Yol Hari-


tası’ndan bir ay sonra.
Taraflar, daha önce planlandığı gibi Oslo -5 toplantısı için 13
Eylül günü Norveç’in başkentinde buluştular.
Bu toplantıya Hakan Fidan ilk defa Başbakan Müsteşar Yard-
ımcısı olarak katıldı ve ‘siyasi temsilci olarak artık orada bulu-
nacağını’ ifade etti.
Fidan, Oslo’ya gelmeden önce İmralı Adası’na giderek Ab-
dullah Öcalan ile görüşmüştü.
Öcalan’ın hazırladığı ‘Yol Haritası’ henüz PKK tarafına veril-
memişti. Daha önce planlandığı üzere bu toplantıda ‘Yol Hari-
tası’nın verilmesi gerekiyordu. Tartışmalar artık ‘Yol Haritası’
çerçevesinde sürecekti.
Oslo -5 toplantısı yapılmadan önce, Aracı Kurum temsilcileri
Ankara’ya giderek ve MİT Müsteşarı Emre Taner’le bir araya
geliyorlar. Taner bu görüşmede, “Ben onlara (PKK’yi kastediyor)
söz verdim ama o sözümü yerine getirmeyeceğim. Yol Haritası’nı
vermeyeceğiz” mesajını iletiyor.
Oslo’ya gelen devlet heyeti, Taner’in dediği gibi ‘Yol Harita-
sı’nı PKK heyetine vermemektedir. Ancak Öcalan’ın yazdığı ‘Yol
Haritası’ndan bazı bölümleri okuyarak bunun üzerinde tartışma
geliştirmek isterler. PKK heyeti, böyle pasajlar okumakla bu
işin yürümeyeceğini, bütünlüklü bakmak gerektiğini söyler:
“Eğer bu yol haritasını olumlu ve çözümleyici buluyorsanız (pa-
saj okumanızdan bunu anlıyoruz) o zaman tümünü verin, biz
de ona göre hareket.”
Buna rağmen Yol Haritası ısrarla verilmez. Öcalan’ın sunduğu
Yol Haritası, bir naylon dosya içerisinde A4 kağıtlara basılmış
halde getirilmiş ve bazı bölümleri boldlanmıştır. Okunan yerler
de koyulaştırılmış yerlerdi.
Yoğun tartışmalardan sonra Oslo -5 ve devamındaki tüm gö-
rüşmelerde Öcalan’ın hazırladığı ‘Yol Haritası’ PKK tarafına ve-
rilmedi. Ancak avukatların başvurusu üzerine Yol Haritası 1,5

120
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

yıl sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üzerinden alınabildi.


Tarafların epey süren tartışmasından sonra, ortak bir protokol
hazırladılar. Aracı kurum tarafından tarafların adına hazırlanan
protokole üzerinde uzlaşmaya varılmayan iki madde de eklendi.
Toplantı oldukça yoğun tartışma ve gerilimle geçti. Sonuçta ha-
zırlanan şu mutabakat metni ile görüşme sona erdi:

Oslo -5 mutabakat metni


(13-14 Eylül 2009)

Türkiye ve PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde


üzerine mutabakata varılan hususlar:
Yaşanan çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kay-
bına neden olduğu gerçeğinden hareketle; kalıcı barış, güvenlik
ve uzlaşı ihtiyacına cevaben başta demokrasi, evrensel hukuk
ve insan hakları olmak üzere hukukun üstünlüğüne olan bağlılık
bir kez daha teyit edilmiştir.
Oslo sürecinin başlangıcından bugüne yürütülen çalışmalar
ve atılan olumlu adımlar, Kürt sorununun siyaset zemininde ve
kamuoyu nezdinde tartışılabilir hale gelmesine ciddi katkı sağla-
mıştır.
1- Taraflar devam eden gelen Oslo süreci bağlamında Kürt
sorununun çözümü konusundaki kararlılıklarını koruduklarını
bir kez daha belirtmişlerdir.
2- Oslo -3 ve Oslo -4 toplantılarında varılan mutabakat gereği,
görüşmelerde dile getirilen mevcut hususların ilgili kurum/ku-
ruluşlara ve şahıslara aktarılmasına devam edilmesi uygun gö-
rülmüştür.
3- Taraflar, Kürt sorununun çözümünü amaçlayan demokra-
tik diyalog ortamını oluşturmak amacıyla var olan olumlu zemini
daha da pekiştirmek ve kamuoyunu psikolojik olarak hazırlamak
için sorumluluklarını yerine getirirler.
4- Taraflar, Oslo -1, Oslo -2, Oslo -3, ve Oslo -4’te vurgulanan
Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürül-
mesi ve yürütülecek çalışmaların anayasal ve yasal çerçevede
sonuçlandırılmasının esas alınmasının gerekliliği konusunda va-
rılan mutabakatı teyit ederler.

121
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

5- DTP’ye düzenlenen operasyonların durdurulması, tutuksuz


yargılanmanın kısa sürede başlatılması ve dosyanın kapatılması,
böylece DTP’nin Kürt sorununun demokratik çözümünde rol
oynaması öncelik ve önem taşımaktadır. DTP’nin siyasi sürece
katkısının sınırlandırılmaması ve teşvik edilmesi için taraflar
gerekli çabayı sarf ederler.
6- Oslo -4’te varılan mutabakat gereği, karşılıklı yol haritaları
temelinde Oslo -5’te yapılması kararlaştırılan ve aksaklıklardan
dolayı yapılamayan ana konulara ilişkin müzakerelerin tüm
eksiklikler giderilerek Oslo -6’da yapılması kararlaştırılmıştır.
7- Taraflar Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak ça-
tışmasızlık zemininde oluşturulabileceği gerçeğinden hareketle
uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi konusunda karara var-
mışlardır.
8- En kısa sürece tekrar bir araya gelmeyi ve bu süre zarfında
mevcut pozisyonlarının korunması üzerine mutabakata var-
mışlardır.
Mutabakata varılamayan hususlar:
1- PKK tarafı, operasyonların kesin olarak durdurulması,
ana konulara ilişkin müzakerelerin başlatılması, tasfiye ve imha
gibi çözüm ve barış sürecine hizmet etmeyen üslup ve dilin kul-
lanılmaması ve liderliği ile doğrudan görüşmelerinin sağlanması
temelinde süresiz eylemsizlik konusunu tartışmaya açık olduğunu
belirtmiştir.
2- Buna karşılık Türk tarafı; Türkiye’deki çözüm amaçlı
olumlu girişimlere destek sunmak üzere PKK’nin kalıcı olarak
eylemsizlik ilan etmesi, bu aşamada provokasyonlara meydan
vermemek için gerekli tedbirlerin alınması, yurt içindeki silahlı
kadroların sürat ile yurt dışına çıkarılması yönündeki taleplerini
yinelemiştir.

PKK heyeti, mutabakata varılamayan iki madde başta olmak


üzere tüm anlaşma maddelerini bir mektup halinde Öcalan’a
yazar ve devlet heyeti üzerinden İmralı’ya gönderir.
Bir önceki görüşme mutabakatında da yer aldığı gibi DTP’ye
yönelik siyasi operasyonlar sona ermedi; hız kazandı.
PKK’nin Öcalan’la doğrudan görüşme talebi reddedildi. Ana

122
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

dilde eğitim gibi konuların gündeme getirilmesi bile devlet


heyeti tarafından kabul edilmeze görüldü.
Aslında bu toplantıda, görüşmelerin artık sonuç vermeyeceği
işareti ortaya çıkmış ve süreç giderek tıkanmaya doğru yol al-
mıştı.
Devreye yine Öcalan girdi ve bu sürecin çok tartışılan konusu
‘Habur Süreci’ başlattı.

Habur süreci
(Ekim 2009)

Oslo -5 toplantısından yaklaşık iki hafta sonra.


Ankara’dan Öcalan’a bir mesaj ulaştırır. Mesaj özetle şöyledir:
“Türk hükümeti Kandil’den bir grubun gitmesini istiyor. Eğer
dağdan bir grup giderse, çözüm için Erdoğan’ın eli güçlenir.”
İmralı’ya bu mesajı götüren dönemin MİT Müsteşarı Emre
Taner ve Güneş’dır. Görüşmede sürece ivme kazandırmak is-
tediklerini, yasal bazı adımları atacaklarını belirten devlet yetki-
lilerine karşılık Öcalan, ‘Barış Grupları’ için çağrı yapacağını
söyler ve bu çerçevede PKK’ye bir mektup yazar.
Mektup, devlet heyeti tarafından doğrudan PKK yönetimine
aktarılmak üzere Brüksel’e getiriliyor.
Tarih 13 Ekim 2009.
Belçika’nın başkenti Brüksel’de yapılan görüşmede MİT
Müsteşarı Emre Taner, Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve yine
ekipte yer alan MİT Yetkilisi ‘Ozan’ bulunuyor. Kürt Heyeti ise
Sabri Ok, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun’dan oluşuyordu.
Görüşme Oslo Görüşmeleri formatında yapılıyor ama Oslo
Görüşmelerine arabuluculuk yapan kurumun görüşmenin içe-
riğinden haberi yok.
PKK yetkilileri ile Emre Taner iki yıl sonra yine Brüksel’de
ve aynı masadalar.
Konu; Öcalan’ın çağrısı üzerine Türkiye’ye gidecek ‘Barış
Grupları’nın organizesi.
Taner, grupların gelmesine dair Öcalan ile görüşmelerini

123
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

PKK’lilere aktarıyor. Konuşmasının devamında, “Gençler gel-


diğinde biz onlara biraz harçlık verelim” deyince PKK yönetici-
leri gülümsüyor. Taner bir süre sonra, “Biraz önce uygun ol-
mayan bir cümle kullandım” diyerek sözlerini geri alıyor.
Türk heyetinin gündeminde ‘Barış Grupları’ var ama PKK
tarafı Öcalan’ın verilmeyen ‘Yol Haritası’nı ve devletin bir türlü
atmadığı adımları gündeme getiriyor.
Aslında PKK yönetimi, kendi arasında yaptığı değerlendirmede
Türk devletinin çözüm için yol kat etmeyeceğini görüşmelerin
ilk sürecinde tespit etmiş ve hatta sürece bu bilinçle dahil ol-
muştur. 14 Nisan 2009 tarihinde, bir önceki gün ilan edilen
ateşkese karşılık başlatılan ‘KCK Operasyonları’ da PKK’nin bu
öngörüsünü teyit eder nitelikteydi. Devletin çözümsüzlük zihniy-
eti çok yalın bir şekilde dışa vurmuştu. PKK buna rağmen gö-
rüşmelere katılmaktan geri durmamış ve daha sonraki açıklama
ve değerlendirmelerde, bu süreci ‘bir siyaset ve mücadele süreci’
olarak ele almıştı. PKK heyeti de devlete çözüm yönünde adım
attırmak için hep makul yaklaşım göstermiş, bu yönlü çabasında
ısrarlı olmuştu. PKK, ‘bir çözüme hazır olduğunu, süreci tıkay-
anın kendileri olmadığını’ göstermek istiyordu. PKK adına bu
görüşmelerde yer alan yetkililerin çeşitli tarihlerde yaptıkları
değerlendirmelerde bu tespitler kapsamlıca açımlanmaktadır.
İşte 13 Ekim 2009 tarihinde Brüksel’de Barış Grupları için
yapılan görüşmede PKK tarafı, Türk tarafının çözüme yakın ol-
madığını, şoven, inkarcı ve ‘güvenlikçi’ bir zihniyet taşıdığını ve
çözümün de böyle gelişmeyeceğini bizzat kendilerine söyledi.
Türk tarafı ise ‘Barış Grupları’nın gelmesi durumunda bazı
tabuların yıkılacağını belirterek PKK’nin bu konuda rol oyna-
masının önemli olacağını ifade ediyor. Yol Haritasının verilip
verilmeyeceğine dair tartışmaya ise Emre Taner, “Vereceğiz,
diğerlerini (Hükümet ve devlet içindeki dinamikleri kastediyor)
ikna etmemiz gerekiyor, biraz sabredin. Bunun için devletin ka-
rar alması gerekiyor. Biz kendi başımıza veremiyoruz.”
Önceki bölümde de belirtildiği gibi Öcalan’ın hazırladığı ‘Yol
Haritası’ hiçbir zaman devlet tarafından verilmedi. Avrupa İnsan

124
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Hakları Mahkemesi (AİHM) üzerinden verilen ‘Yol Haritası’


daha sonra kitap olarak basıldı ve çokça tartışıldı.
Brüksel toplantısında grupların Türkiye’ye gitmesi detaylıca
konuşuluyor. Teknik ayrıntılar ve ortak koordinasyonun nasıl
olacağı netleştiriliyor.
Grupların organizesi için kullanılacak e-posta adresleri be-
lirleniyor ve Türk heyeti Brüksel’den Ankara’ya geri dönüyor.
Bu arada, ABD, bu görüşmeden bir gün sonra, 14 Ekim 2009
tarihinde Oslo Görüşmelerinde yer alan PKK yöneticileri dahil
olmak üzere, birçok PKK’li yetkiliyi ‘uyuşturucu ticareti’ yap-
makla suçlanan kişiler listesine aldı.
PKK ve TC heyetlerinin 13 Ekim 2009’da Brüksel’deki top-
lantısında ‘Barış Grupları’nın planlanması yapıldı. Ankara’daki
devlet yetkilileri, PKK’nin Brüksel ve Hewler (Erbil) yetkilileri
ile bu konuda doğrudan ve anlık temasta olacaktı.
Oslo Görüşmelerini organize eden aracı kurumun yetkilileri,
‘Barış Grupları’nın Türk devleti ile PKK yönetimi arasında
planlandığı şekilde gitmesinden yana değildi. Aracı kurum, gru-
pların gitmesinin iyi olacağı ama sürecin kendi denetimlerinde
olmasının daha doğru olacağını düşünüyor ve fikrini taraflara
aktarıyor. Aracı kurum, grupların devletler arası bir gözetimle
gitmesinin daha yararlı olacağına işaret ederken, bunun için
Kandil’e gitmek, grupların belirlenmesi sürecine dahil olmak
istediğini ifade ediyor.
Ankara ve PKK arasında varılan anlaşmaya göre; Türkiye’ye
gönderilecek ‘Barış Grupları’nın üyeleri tutuklanmayacak. PKK,
bilinen ve aranması olan kişileri göndermeyecek. Gelecek kişile-
rin isimleri önceden bildirilecek.
Bu karar alındıktan hemen sonra Kandil’de ‘Barış Grubu’nda
yer alacak kişiler için isimler netleştiriliyor. Mekanizma şöyle
işliyor: Kandil’deki PKK yönetimi isimleri Brüksel’e gönderiyor.
Brüksel’deki PKK yöneticileri isimleri Ankara’ya aktarıyor. An-
kara, gidecek kişilerin sicillerini inceliyor ve herhangi bir sorun
yaşanmıyor.
Kandil, Brüksel ve Ankara hattında 2-3 günlük görüşme tra-

125
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

fiğinden sonra artık grupların yola çıkma süreci başlıyor.


PKK yönetimi, Kandil’den gönderilecek grupla toplantılar
düzenliyor. PKK hükümet, Cumhurbaşkanı ve Meclis’e iletmek
üzere hazırladığı mektupları ‘Barış Grubu’na teslim ediyor.
Gruplar 19 Ekim 2009 akşamı Habur Sınır Kapısı’na ulaştı.
Kandil ve Mahmur’dan gidecek gruplar, önce Diyarbakır’a, daha
sonra Ankara’ya geçecekler. Ankara’da devlete gönderilen mek-
tuplar verilecek ve sivil toplum ile bir araya gelinecek. PKK,
‘Barış Grupları’yla bir jest yapmak ve barış projesini toplumda
tartışılır kılmayı düşünüyor.
Daha sonra çok tartışılan karşılama ve ‘elbise’ meselesi de
gruplar henüz yola çıkmadan konuşuluyor. Gidecek grupların
olası masrafları ve sivil kıyafetleri için hazırlık ve görevlendir-
meler yapılıyor. Ancak Kandil’den giden grup teknik bazı aks-
amalardan dolayı üstlerindeki gerilla kıyafetleri ile yola koyuluyor.
PKK’nin planı grupları gerilla kıyafetiyle değil, sivil kıyafetlerle
göndermektir ve aslında bu konunun çok ciddi bir bahane yapı-
lacağı hesap edilmemiştir.
Ankara, Kandil, Brüksel ve Hewler’de kurulun krizi masaları
organizeli bir şekilde grupların geçişini takip ediyor. Gruplara
refakatçilik yapmak üzere 1999’da yine dağdan giden Seydi Fırat
ve Yüksel Genç Güney Kürdistan’a geçiyor. Bu isimleri doğrudan
Öcalan öneriyor ve devlet tarafı da kabul ediyor. Taraflar, Seydi
Fırat üzerinden gelişmeler hakkında anlık bilgi paylaşımında
bulunuyor.
Sonuçta ‘Barış Grupları’ Habur sınırından geçti ve bilindiği
gibi yüz binlerce kişi tarafından karşılandı, birkaç saatlik yolu
ancak birden fazla günde aşarak Diyarbakır’a ulaşabildi.
Kürdistan’da bir bayram havası oluşmuştu. Bu grupların gel-
mesiyle barış sürecinin artık geri dönülemeyecek noktaya ulaştığı
düşünülüyordu. 21 Ekim 2009 tarihinde partisinin grup toplan-
tısında konuşan dönemin Başbakanı Erdoğan, ‘Habur Sınır Ka-
pısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün
mü? Bu bir umuttur. Türkiye’de bir şeyler oluyor; iyi, güzel
şeyler oluyor. 34 kişi sınırı geçti ve yasalarımız çerçevesinde bı-

126
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

rakıldı. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak


görüyorum. (…) Gerek dağdakilere, gerek Mahmur Kampı’nda
olanlara, gerek Avrupa’da olanlara çağrımı yineliyorum; vakit yi-
tirmeden ülkelerine dönmelerini tavsiye ediyorum…’
Kandil ve Mahmur’dan sonra Avrupa’dan da aynı amaçla bir
barış grubu gidecekti ama Türk hükümetinin pasaport işlem-
lerine yanaşmaması sonucu Avrupa’da kurulan grup Türkiye’ye
gidemedi.
Hükümet, grupların rolünü kendine bir kazanım ve Kürt ha-
reketine de bir ‘geri adım attırma’ hamlesi olarak ele aldı. Ancak
yüz binlerin sokağa dökülmesi PKK ile halk arasındaki güçlü
bağı da göstermiş oldu. Topluma nüfuz eden barış ve çözüm
beklentisi, hükümet tarafından değerlendirilmedi zira bir barış
projesi yoktu. Hükümet halkın barış grubunu yüksek sahiplenme
düzeyini görerek bu topluma kendi düşündükleri ve çözüm adını
verecekleri tasfiye planını kabul ettiremeyeceğini gördü. Ama
oluşan toplumsal basınca kendi cephelerinde bir çare bulunmak
zorundaydı. Böyle olunca 29 Mart yerel yönetim seçimleri sonrası
gösterdikleri reflekse benzer bir yaklaşım gösterdiler. Muhalefet
partilerinin de baskı yapması üzerine Erdoğan, gerçek fikirlerini
dışa vurmak zorunda kaldı. Çok geçmeden, grupların gitme-
sinden dört gün sonra Erdoğan, “süreci sil baştan yaparız” tehdi-
dinde bulundu.
Bu tehdit çok geçmeden pratik kazandı. Aralık ayında ‘KCK
Operasyonları’nın ikinci dalgası başladı. Aralarında eski DEP
Milletvekili Hatip Dicle’nin de olduğu yüzlerce Kürt siyasetçi
gözaltına alınıp tutuklandı. 11 Aralık 2009 tarihinde Demokratik
Toplum Partisi-DTP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Partinin eş başkanları Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk’ün millet-
vekillikleri düşürüldü, çok sayıda yönetici hakkında ‘5 yıl siyaset
yapamaz’ kararı verildi. “Siyasal çözüm istiyoruz” diyen devlet,
bir paradoks gibi, siyaset zeminini tümden kapattı.
Kandil ve Mahmur’dan Türkiye’ye giriş yapmış olan grup üy-
eleri de hareket edemez şekilde kuşatıldılar. Haklarında so-
ruşturma ve davalar açıldı. 6 Nisan 2010 tarihinde Diyarbakır

127
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Cumhuriyet Başsavcılığı’nda Barış Grubu üyesi 30 kişi hakkında


açılan davada 490 yıl hapis cezası istendi. 16 Nisan 2010 tarihinde
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, “Barış ve Demokratik Çö-
züm Grubu” Üyesi Lütfü Taş’a “örgüt propagandası yapmak”
iddiasıyla açılan davanın ilk duruşmasında 10 ay hapis cezası
verdi. 1 Haziran’da ise “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu”
Sözcüsü Mehmet Şerif Gençdal, aynı iddiayla tutuklandı. 15
Haziran tarihinde de Şırnak’ın Cizre ilçesinde pasaport başvu-
rusu için karakola giden “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu”
Üyesi Emine Sığar, ifadesi olduğu gerekçesiyle Cizre İlçe Em-
niyet Müdürlüğü’ne götürüldü. 17 Haziran’da “Barış ve Demo-
kratik Grubu” üyesi 17 kişi hakkında açılan davanın ilk du-
ruşmasında Ayşe Kara, Abdullah Yaman, Caziye Kabul, Zehra
Tunç, Sisin Yaman, Lütfü Taş, Elif Uludağ, Mustafa Ayhan, Nu-
rettin Turgut ve Hüseyin İpek tutuklandı. Barış Grubu Sözcüsü
Mehmet Şerif Gençdal ise bir süre sonra tahliye edildi. Gençdal
ve bir grup arkadaşı tutuklanmamak için Kandil’e geri döndü.
Barış Grubu üyelerine verilen onlarca yıllık cezalar daha sonra
onandı. ‘Örgüt üyeliği’nden ceza alan Lütfü Taş, 31 Aralık 2014
tarihinde Diyarbakır Cezaevinde kalp krizi geçirerek yaşamını
yitirdi.(30)
Barış Gruplarına yönelik bu yaklaşım 2013’te başlayan İmralı
sürecinde çokça konuşuldu.
Öcalan, 9 Ocak 2015 tarihinde, Kamu Güvenliği Müsteşarı
Muhammed Dervişoğlu’nun da hazır bulunduğu HDP heyeti
ile yaptığı görüşmede, Habur süreci ve Lüftü Taş’ın vefatına
ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Biz PKK kaynaklı tüm yasa dışı söz ve eylemlerimizi kamu
düzenine taşımak istiyoruz. Ama yaşanılanları da görüyorsunuz.
Lütfü Taş şehit düştü. Çok üzüldüm. İlk gelen gruptaydı. Bizzat
Emre Bey’in isteği üzerine geldi. Gelsinler diye çok rica etti.
‘Bir grubun gelmesi çok şeyi çözer, çok şeyin önünü zincirleme
açabilir’ dedi. Ben yasası yok, tehlikeli dedim. Ancak kendisi bu
konuda önemli gelişmelere çok inandığı için öyle çağırdım. Ama
sonuç ortada. Kim kuralı ihlal etti? Lütfü’nün hayatı gitti. Bunun

128
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

hesabını kim verecek? Elif Uludağ var. Batman Cezaevinde.


Oradayken oğlunu kaybetti. Hikayesini dinlerseniz çok üzü-
lürsünüz. Benim de böyle bir kamu düzeni kaygım var. O dönem
de önce yargılama yok demişlerdi, sonra hepsini cezaevine gön-
derdiler. KCK dosyalarının durumu ortada. Bunların çoğunu
da Cemaat düzenlemişti. Hatta KCK’yi MİT’le ilişkilendirerek
ustaca hazırladıkları dosyalardı. On bin insan içeri alındı. Biz
bunu nasıl kabul edebiliriz?”

2010 görüşmeleri

Erdoğan’ın “sil baştan yaparız” açıklaması, DTP’nin kapatıl-


ması ve Kürt siyasetçilerinin gözaltına alınıp tutuklanmasıyla
süreç fiilen sonra ermişti. Takvimler artık 2010 yılını gösteriy-
ordu. Bahar süreciyle savaşın tırmanacağına dair endişeler had
safhaya ulaşmıştı. Oslo Görüşmelerine arabuluculuk yapan ku-
rumun temsilcileri taraflarla görüşmelerini sürdürüyor ve ma-
sanın tekrar kurulmasına çalışıyorlardı.
AKP hükümeti bir yandan bu yıl içerisinde anayasa
değişikliğine hazırlanıyordu, diğer yandan ise PKK’nin olası bir
bahar hamlesini önlemeye çalışıyordu. Devlet ne savaşa ne de
barışa hazırdı. Yapılması gereken tek şey; PKK ile tekrar masaya
oturmaktı. Bunun için aracı kurum yeniden devreye konuldu ve
27 Şubat 2010 tarihinde Brüksel’de bir toplantı planlandı.
Habur süreci sonrasında yapılan bu ilk toplantıda, Kürt tara-
fından Sabri Ok, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun bulunuyordu.
Türk tarafından ise Hakan Fidan, Afet Güneş ve iki MİT yetkilisi
daha vardı.
Türk heyeti, Brüksel’e gelmeden önce İmralı Adası’na giderek
Abdullah Öcalan’la görüşmüş ve Öcalan’ın PKK’ye yazdığı bir
mektubu yanında getirmişti. Bu görüşmenin ana konusu; Habur
sonrası gelişmeler, Tokat’ın Reşadiye ilçesinde gerçekleşen bir
gerilla eylemi ve görüşmelerin devam etmesine dönük tartışma-
lar oldu. (7 Aralık 2009 tarihinde HPG gerillalarının Tokat’ın
Reşadiye ilçesinde düzenlediği eylemde 7 Türk askeri öldürüldü.

129
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

HPG, 10 Aralık günü yaptığı açıklamada, bölgedeki birimin


kendi inisiyatifiyle eylem düzenlediğini duyurdu. (31) Açıklamada,
Öcalan’a yönelik tecrit ve Kürt hareketine dönük saldırılara dik-
kat çekilerek, bu eylemin merkezi bir kararla yapılmadığı ama
birimlerin inisiyatif kullanma hakkının olduğu vurgulandı. A.D.)
27 Şubat 2010 Brüksel görüşmesinin temel konularından biri
de Nisan ayındaki anayasa değişikliğiydi. Türk tarafı, Kürt mil-
letvekillerinin bu değişikliğe ‘evet’ demesini bekliyordu.
Kürt hareketi ise zaten öteden beri ‘anayasal çözüm’ ısrarında
bulunuyordu. Önceki ve sonraki Oslo mutabakatlarında yer alan
bu talep, AKP’nin Meclis’e sunmak üzere olduğu pakette yoktu.
Öcalan, Şubat 2010’da PKK’ye gönderdiği mektupta, “Bizim
için öncelikli olan anayasal çözümdür. Biz anayasal için çalışırız.
Bir eksenimiz budur. Ancak ikinci eksenimiz ‘Devrimci Halk
Savaşı’ çözümüdür. Eğer ki, devlet, anayasal çözüme gelmezse
o zaman devrimci halk savaşı çözümü gündeme girer” diyordu.
Bu mesaj her iki taraf için hayati önemdeydi. Gelecek perspek-
tifini pekiştirmek ve devam eden görüşmelerin içeriğini dol-
durmak açısından Öcalan’ın mesajı kritikti. Öcalan, ‘görüşmeleri
sürdürüp çözüm ekseninde sonuca götürmezsiniz tehlike var’
diyordu, açıkça. Özcesi, ‘anayasal çözüm olmazsa savaş olur’
mesajını veriyordu.
Tüm emareler AKP’nin ‘anayasal çözüme’ yanaşmadığını
gösteriyordu. Fethullah Gülen ile yaptıkları ittifak sonucunda
12 Eylül 1980 Darbesi döneminde hazırlanan anayasasının ru-
hunu koruyan bir paket hazırlamışlardı. Meclis’teki BDP Grubu,
AKP’nin bu paketini boykot ederek desteklemedi.
Bu görüşmede, legal Kürt siyaseti ile PKK’nin ilişkileri de
çok tartışıldı. Hakan Fidan, Sabri Ok’a “Siz BDP’yi rahat bırak-
mıyorsunuz, çok müdahale ediyorsunuz, bıraksanız demokratik
siyaset yaparlar. Kendi kendilerini yönetirler” diyerek, eleştiride
bulunuyordu. Görüşmelerin devamında, Meclis’te görüşülen
bir teklif için Fidan, Ok’un BDP’yi destek sunmak için ikna
etme ‘ricasında’ bulunuyor: “Hükümet Meclis’teki görüşme-
lerde bazı değişiklikleri geçirme noktasında zorlanıyor. Şu an

130
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

kritik bir mesele var. Bir konu oylanacak. Siz böyle hemen
BDP’lilere bilgi verseniz, yani olumlu yönde oy kullansalar iyi
olur.”
Ok, “Bizim doğrudan, BDP’lilerle tartışmadan, böyle dikte
ettirme, talimat verme girişimlerimiz hiçbir zaman olmadı. Gö-
rüşmelerimiz vardır; tartışarak söylüyoruz fikirlerimizi. Uygun
görürlerse uygularlar. Zaten burada benim tek başıma karar
verme yetkim de yok. Doğru da değil. Ayrıca siz bize, ‘Siz ol-
mazsanız BDP daha iyi karar verir, daha demokratik siyaset ya-
par’ diyordunuz.”
Fidan, Ok’tan aldığı bu yanıtı üzüntüyle karşılar ve hemen
orada, başbakan Erdoğan’ı telefonla arayarak, BDP’nin Me-
clis’teki görüşmelerde hükümete destek vermeyeceğini aktarıyor
ve “Çok özür dilerim efendim, ikna edemedim” diyor.
Bu görüşmeden sonra PKK-TC görüşmeleri tekrar tıkandı,
PKK heyeti Kandil’e, Türk heyeti ise Ankara’ya döndü.
PKK, daha önce ilan edilen ateşkesin 1 Haziran 2010 tarihinde
sona ereceğini açıkladı ve devlet tekrar görüşmeler için aracı
kurumun devreye girmesini talep etti. Oslo Görüşmeleri, kaldığı
yerden devam edecekti.

Brüksel operasyonu
(4 Mart 2010)

Hakan Fidan başkanlığındaki Türk heyetinin Brüksel’den ay-


rılmasından bir hafta sonra.
Sabahın erken saatlerinde aynı kentte bulunan KNK binasına,
Roj TV stüdyoları ve BDP Temsilciliğine aynı anda polis baskını
düzenlendi. Bu baskında Oslo Görüşmecileri Zübeyir Aydar,
Remzi Kartal ve Adem Uzun’un da aralarında bulunduğu çok
sayıda Kürt aktivist gözaltına alındı. Stüdyolar dağıtıldı. Aydar,
Kartal ve Uzun’un arşivinde bulunan Oslo notları, görüşme tuta-
nakları, Öcalan’dan gelen mektuplara polis tarafından el konuldu.
Aynı gece Brüksel’de bulunan ve PKK’nin Avrupa çalışmalarından
sorumlu olan Sabri Ok gözaltına alınmadı ama dolaylı olarak kenti

131
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

terk etmesi istendi. Ok, Avrupa’dan ayrılarak dağa gitti. Oslo’daki


diğer görüşmelere Norveç devleti himayesinde geldi. Aydar, Uzun
ve Kartal kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.
Bu baskından sonra Kürt kurumları aleyhine açılan dava 2016
yılında düştü. Belçika mahkemesi PKK’nin ‘terörist’ olmadığına
karar vererek dosyayı kapattı. Savcının itirazı üzerine dosya bir
üst mahkemede görüşmeye devam ediyor. (32)
Bu gözaltı operasyonunda polis tarafından ele geçirilen ‘Oslo
notlarının’ Türk emniyet istihbaratına verildiği daha sonra ortaya
çıktı.
Kürt siyasetçilerine daha sonra mesaj gönderen AKP yetkili-
leri, baskının kendileriyle ilgisinin olmadığı, emekliye ayrılan
Emre Taner’in operasyonu olduğu mesajını iletseler de Belçikalı
yetkililer, operasyonun Türk devletinin talebi doğrultusunda ya-
pıldığını açıkladı.

Oslo -6 görüşmesi

Oslo -6 görüşmesi 2-3 Mayıs 2010 tarihinde düzenlendi. Gö-


rüşmede Hakan Fidan, Afet Güneş ve diğer MİT yetkilileriyle
Kandil’den Sabri Ok ile Sozdar Avesta, Avrupa’dan ise Zübeyir
Aydar, Adem Uzun ve Remzi Kartal hazır bulunur. Sabri Ok
görüşmelere dahil olunca PKK Mustafa Karasu’ya artık ihtiyaç
duyulduğunda görüşmelere katma kararı alır.
Hakan Fidan bu görüşmeye gelirken MİT Müsteşar Yardım-
cısıdır ve 20 gün sonra resmen müsteşarlık görevini devralacaktı.
Ancak görüşmeler başlamadan önce ciddi bir sorun çıktı. Fidan,
görüşmelerin yapıldığı Oslo’daki otele silahlı koruması ile gelince
Kürt heyeti bu duruma itiraz ediyor ve “böyle olursa biz de ko-
rumalarımızla geliriz, görüşmeler bu şekilde yapılmaz” diyerek
itirazlarını aracı kuruma iletiyor. Türk heyeti, silahlı korumanın
PKK’lilerle ilgili olmadığı, İsrail’in Fidan’a yönelik tehditlerine
dönük böyle bir tedbire başvurduklarını ve silahlı korumanın
otel dışında kalacağını belirtiyor. Koruma otelden çıkarılınca
Oslo -6 toplantısı başlıyor.

132
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Türk heyeti açısından bu toplantının temel gündemi; Me-


clis’ten yeni geçmiş anayasa paketinin referanduma götürülmesi
sürecidir. Kürt heyeti ise devletin çözümsüzlük politikasından
vazgeçmesi ve anayasal adımları atmasını esas alıyor.
Fidan’ın bu görüşmedeki temel beklentisi, PKK’nin kendisine
6 ay süre tanımasıdır: “Yeni göreve başlıyorum, sizden ricam, 6
ay süre tanıyın. Böyle bir şey yaparsanız elimi güçlendirmiş olur-
sunuz. Siz Ecevit’e, diğer hükümetlere hep süre verdiniz. Eğer
bana bu şansı verirseniz rolümü oynayabilirim.”
PKK heyeti, bu görüşmede Öcalan’la doğrudan görüşmek is-
tediğini ve iki arkadaşlarının İmralı’ya giderek doğrudan görüşme
yapmak istediğini masaya getiriyor.
Devlet heyeti bu talebi reddetmiyor. “Kim gelebilir, kim ge-
lecek, gelebilir misiniz” soruları üzerine PKK yöneticileri, “Siz
götüreceksiniz zaten. Biz Oslo’ya nasıl gelmişsek diğer yerlere
de aynı şekilde gidebiliriz. İmralı’ya gittiğimizde Başkanımız fi-
kirlerini doğrudan bizimle tartışabilir.”
Devlet heyeti, PKK’nin bu talebini Ankara ile değerlendire-
ceğini belirtiyor. Ve bu talep daha sonraki Oslo görüşmelerinde
gidecek isimlerin tartışılması kadar gündeme geliyor. Bu konuyu
bir sonraki bölümde açacağız.

Oslo -6 mutabakatı

Diğer toplantılarda da olduğu gibi, aracı kurumun tarafların


hazırladığı taslakları birleştirerek hazırladığı şu mutabakat metni
PKK ve TC heyetleri tarafından kabul ediliyor:

01-03 Mayıs 2010


Türkiye ve PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmelerin
sonuç deklarasyonu:
Yaşanan çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kay-
bına neden olduğu gerçeğinden hareketle; kalıcı barış, güvenlik
ve uzlaşı ihtiyacına cevaben; taraflar Oslo toplantıları adıyla
bir müzakere süreci başlatmışlardır.

133
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Taraflar, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri


temelinde Kürt sorununun çözümünde diyalog yolunun esas
alınması konusunda görüş birliğine varmışlardır.
Oslo sürecinin başlangıcından bugüne yürütülen çalışmalar
ve atılan olumlu adımlar, Kürt sorununun siyaset zemininde ve
kamuoyu nezdinde tartışılabilir hale gelmesine ciddi katkı sağla-
mıştır.
Taraflar, süregelen Oslo süreci bağlamında Kürt sorununun
çözümü konusundaki kararlılıklarını koruduklarını bir kez daha
belirtmişlerdir.
Üzerine mutabakata varılan hususlar:
1- Taraflar Oslo 1, 2, 3, 4 ve 5’te vurgulanan Kürt sorununun
kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek
çalışmaların anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının
esas alınmasının gerekliliği konusunda varılan mutabakatı teyit
eder.
2- Oslo toplantılarında varılan mutabakat gereği, görüşme-
lerde dile getirilen mevcut hususların ilgili kurum/kuruluşlara
ve şahıslara aktarılmasına, gereken hassasiyetin gösterilmesi
kaydıyla, devam edilmesi uygun görülmüştür.
3- Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık
zemininde oluşturulabileceği gerçeğinden hareketle tüm askeri,
siyasi ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin durdurulması
ve uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi esastır. Tarafların
sorunun çözümünün barış ve diyalog yöntemiyle çözülebileceğine
dair kamuoyuna sarih bir açıklama yapmaları önem arz etmek-
tedir.
4- Kürt siyasetçilerine yönelik olarak düzenlenen operasyon-
ların durdurulması ve tutukluların bir an önce bırakılması, sü-
recin devamı açısından büyük önem taşımaktadır.
5- Terörle Mücadele Kanununun demokrasi ve özgürlük per-
spektifinde gözden geçirilerek, değiştirilmesi amacıyla yapılacak
teknik çalışmaların Oslo 7’de ele alınması önünde mutabakata
varılmıştır.
6- Seçim barajının temsil adaletini engellemeyecek oranda
olması, atılacak adımların demokratikleşmeye katkısı tartışılmaz
nitelikte görülmekte olup, gerekli tedbirlerin ilk seçimlere ye-

134
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

tişecek şekilde alınması örgüt tarafından talep edilen hususlar-


dandır.
7- Oslo 4, Oslo 5 ve Brüksel toplantılarında varılan mutabakat
gereği, karşılıklı yol haritası temelinde Oslo 6’da yapılması ka-
rarlaştırılan ve aksaklıklardan dolayı yapılamayan ana konu-
lara ilişkin müzakerelerin tüm eksiklikler giderilerek Oslo 7’de
yapılması kararlaştırılmıştır. Sorunun çözümünde yeni ve de-
mokratik bir anayasanın STK’ların ve tüm siyasi partilerin ka-
tılımı ile hazırlanması esastır.
8- Taraflar Oslo 6’da tartıştıkları konuları ve ulaştıkları so-
nuçları kendi karar mekanizmalarına götüreceklerdir. Gelişme-
lere göre, eylemsizlik pozisyonunu koruma duyarlılığı gösterile-
cektir.
9- Mevcut süreci daha da ilerletmek ve kalıcı demokratik çö-
zümü kolaylaştırmak için taraflar gelişmelere göre mutabık ka-
lınacak bir zamanda bir araya gelmeyi kararlaştırmışlardır.
10- Tarafların Oslo 6 sonrasında belirtme gereği duyduğu ta-
lepleri ekte yer almaktadır.
Mutabakat metninin ekindeki PKK’nin talebi, Öcalan’ın sü-
rece daha olumlu katkı sunabilmesi için, öncelikle iki arkadaşının
kendisini ziyaret etmesinin sağlanması ve ev hapsine alınması
minvalinde.

Mutabakat metninin devamına, Türk tarafının PKK’nin


31/12/2010 tarihine kadar ateşkes talebi yerleştirilmektedir. Za-
ten Türk tarafının mutabakat için hazırladığı taslak metinde bu
madde ilk sırada yer almakta ve PKK, ‘anayasal adım atılmadıkça’
böyle bir talebin karşılanmayacağını belirtmektedir.
Ve Oslo -6 bu mutabakat metniyle sona eriyor. Ama süreç
tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Verilen sözler yerine getiril-
miyor, ateşkes sona eriyordu. Devletin adım atmayacağını gören
Öcalan, 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren süreçten çekileceğini
açıkladı. Öcalan, “Ben artık bu süreçte yokum, çünkü devlet-
hükümet tamamen zamana oynuyor, zaman kazanmak istiyor,
samimi değil ve çözüm istemiyor” diyerek çekildiğini açıkla-
dıktan sonra ateşkes fiilen sona erdi.

135
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Çatışmalar şiddetlendi

Bu süreçte PKK, 1 Haziran 2010 tarihi itibarıyla ‘Dördüncü


Stratejik Mücadele Hamlesi’ başlattığını açıkladı. (33) Öcalan’ın,
‘anayasal çözüm gerçekleşmezse devrimci halk savaşı çözümü
devreye girecek’ tespiti pratikte gerçekleşiyordu. 29 Mayıs 2010
tarihinde İskenderun’de yapılan gerilla eyleminde 7 asker öldü-
rüldü ve 1 Haziran itibarıyla savaş şiddetlendi.
AKP çatışmayı kaldıracak durumda değildi. Hükümet, Kürt-
lerin referandumu boykot etmesinin yanında PKK’nin silahlı
eylemlerini de kaldıramayacağını düşünerek tekrar Öcalan’ın
kapısını çaldı. Haziran ve Temmuz aylarında Öcalan’la yapılan
birkaç görüşmeden sonra, yeni bir Oslo toplantısının altyapısı
hazırlandı. MİT Müsteşarı başkanlığındaki devlet heyeti İm-
ralı’da Öcalan’a, “Süreci diyalog ve barışla çözmek istiyoruz.
Bu konuda belki bazı yetersizliklerimiz yaşandı ama bunların
üzerinde duracağız. Siz devreye girer ve eylemleri durdurur-
sanız biz de sürece farklı bir perspektifle yaklaşırız. Ateşkes
olursa Oslo görüşmeleri çerçevesinde ciddi adımlar atılacak
ve ‘KCK Operasyonları’ da duracak” diyor. Öcalan, devletten
aldığı bu mesajı yine devlet aracılığıyla PKK’ye aktarıyor ve
şöyle diyor: “Geldiler, görüştük, böyle bir talepleri var, değer-
lendirilebilir.”
Öcalan’ın mesajında sürecin nasıl devam etmesi gerektiğine
dair somut bir beklenti yoktur. Ankara’dan gelen talebin Kandil
tarafından değerlendirilmesini istenir.
PKK yönetimi, Öcalan’dan gelen bu mektubu tartışarak tekrar
ateşkes ilan etme kararına gitti. Ancak yönetim kademesinde
ateşkesten yana olmayan çok güçlü bir eğilim de bulunuyordu.
Devlet tarafı, ateşkesin doğrudan Murat Karayılan tarafından
ilan edilmesi istiyor, ‘bu olmazsa yanlış anlaşılma olur’ deniliyor.
Ama Karayılan yerine dönemin Yürütme Konseyi başkan yard-
ımcıları Bozan Tekin ve Ronahi Serhat tarafından 13 Ağustos
2010 tarihinde ateşkes ilan edilir.

136
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Ateşkes kararından bir hafta sonra Oslo -7 toplantısı planla-


nıyor. Aynı heyetler, aynı yöntemle yine görüşmelerin yapıldığı
Oslo’daki otelde buluşuyorlar.

Oslo -7 toplantısı

Tarih 19-20 Ağustos 2010.


Türk heyeti Oslo’ya gelmeden önce her zaman olduğu gibi
yine İmralı Adası’na giderek Öcalan’la görüşmüş ve Öcalan’ın
mektubu PKK heyetine ulaştırılmıştır.
Türk heyetinin görüşmedeki temel amacı; 12 Eylül 2010 ta-
rihinde gerçekleşecek referandumu Kürtlerin boykot etmemesi
ve desteklemesidir. Kürt tarafı ise verilen sözlerin yerine geti-
rilmesi ve anasayal adımların atılmasında ısrarcı. Zaten bu mad-
deler mutabakat metninde de yer almaktadır. Oslo -7 toplantı-
sının mutabakat metni şöyledir:

Oslo -7 mutabakat metni

Yaşanan çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kay-


bına neden olduğu gerçeğinden ve kalıcı barış, güvenlik ve uzlaşı
ihtiyacından hareketle; taraflar Oslo toplantıları sürecinin de-
vamı konusunda hemfikirdirler.
Taraflar, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri
temelinde Kürt sorununun çözümünde diyalog ve müzakere yo-
lunun esas alınması konusunda görüş birliğine ulaşmış ve bir
an evvel müzakerelere başlamanın gerekliliğine inanmaktadır-
lar.
Oslo sürecinin başlangıcından bugüne dek yürütülen çalışma-
lar ve atılan olumlu adımlar, Kürt sorununun siyaset zemininde
ve kamuoyu nezdinde tartışılabilir hale gelmesine ciddi katkı
sağlamıştır.
Taraflar, süregelen Oslo süreci bağlamında Kürt sorununun
çözümü konusundaki kararlılıklarını koruduklarını bir kez daha
belirtmişlerdir.
Üzerine mutabakata varılan hususlar:

137
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

1- Taraflar Oslo 1, 2, 3, 4, 5 ve 6’da vurgulanan Kürt sorunu-


nun kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürü-
tülecek çalışmaların anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandı-
rılmasının esas alınmasının gerekliliği konusunda varılan
mutabakatı teyit ederler.
2- Oslo toplantılarında varılan mutabakat gereği, görüşme-
lerde dile getirilen mevcut hususların ilgili kurum/kuruluşlara
ve şahıslara aktarılmasına, gereken hassasiyetin gösterilmesi
kaydıyla, devam edilmesi uygun görülmüştür.
3- Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık
zemininde gerçekleşebileceğinden hareketle tüm askeri, siyasi
ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin durdurulması ve
uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi esastır. Tarafların so-
runun çözümünün barış ve diyalog yöntemiyle çözüleceğine dair
kamuoyuna sarih açıklama yapmaları önem arz etmektedir.
4- Mevcut süreci daha da ilerletmek ve kalıcı demokratik çö-
zümü kolaylaştırmak için taraflar gelişmelere göre mutabık ka-
lınacak bir zamanda bir araya gelmeyi kararlaştırmışlardır.

Türk ve Kürt taraflarının talepleri

Türk tarafı kalıcı barışın tesisi için, önceliğin PKK’nin en


kısa sürede silahsızlandırılması olduğu yönündeki talebini yi-
nelemiştir.
1- ‘KCK Operasyonu’ adı altında Kürt siyasetçilerine yönelik
olarak düzenlenen operasyonların durdurulması ve tutukluların
bir an önce bırakılması, sürecin devamı açısından büyük önem
taşımaktadır.
2- Seçim barajının temsil adaletini engellemeyecek oranda
olması (barajın % 5’e indirilmesi veya en az 4 ilde birinci olan
partinin Türkiye genelinde barajı aşmış kabul edilmesi), atılacak
adımların demokratikleşmeye katkısı tartışılmaz nitelikte görül-
mekte olup, gerekli tedbirlerin ilk seçimlere yetişecek şekilde
alınmasını talep eder.
3- Kürt sorununun çözümü amacıyla, biri anayasa ve diğer
siyasal konular, diğeri Hakikat ve Uzlaşı konularının ele alına-
cağı iki Komisyonun TBMM çatısı altında (dışarıdan uygun kişi

138
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ve STÖ temsilcilerinin de katılımıyla) kurulması talep edilmek-


tedir.
4- Kürt tarafı, 1, 2 ve 3. maddelerdeki hususların bir an önce
yerine getirilmesini istemekte ve Türk tarafının 12 Eylül 2010’dan
önce bu konularda net irade beyanını beklemektedir. Bu konu-
larda atılacak olumlu adımlar, Kürt tarafının referandum ko-
nusundaki tutumunu yeniden değerlendirmeye olumlu zemin
sunacaktır.
5- Sorunun çözümünde esas role sahip olan Sayın Abdullah
Öcalan’nın sürece daha olumlu katkı sunabilmesi için, olana-
kların oluşturulması, öncelikle, bulunduğu adada serbest do-
laşmasının sağlanması ve ev hapsine alınması talep edilmekte-
dir.

Öcalan AKP’yi nasıl değerlendiriyordu?

Önceki Oslo mutabakatları gibi, bu görüşmede üzerine


uzlaşmaya varılan hususlar da pratikte karşılık bulmuyordu. Bu
süreçte AİHM’e sunduğu savunmaları üzerinde çalışan Abdullah
Öcalan, 22 Aralık 2010 tarihinde son şeklini verdiği ‘Kürt Sorunu
ve Demokratik Ulus Çözümü-Kültürel Soykırım Kıskacındaki
Kürtler’ kitabının ‘TC’de Hegemonik İktidar Kayması’ bölü-
münde AKP’ye ilişkin değerlendirmelerde bulunuyordu:
“1980 darbesiyle başlayan İkinci Cumhuriyet 2000’lerin başla-
rında yaşanan şiddetli bir bunalımla Birinci Cumhuriyet’ten kop-
mayı yaşadı. Birinci Cumhuriyet’ten kalma ideolojik, politik, eko-
nomik ve sosyal yapılar krizden ağır darbe alarak zayıf düştüler.
ABD’nin de destek vermesiyle temeli 1980 öncesinde atılan Evan-
gelist İslâm-Yahudi ideolojik ve ekonomik tekelleri, AKP (Adalet
ve Kalkınma Partisi) somutunda devlet iktidarına da el attılar.
Zayıf düşen Birinci Cumhuriyet’in zihniyet ve kurumlarına karşı
İkinci Cumhuriyet’in ideolojik ve altyapısal kurumlarını hızla inşa
etmeye yöneldiler. AKP iktidarı denilen olgunun arkasında ABD
Neoconlarıyla (yeni liberal muhafazakârlar) hızla palazlanan Ko-
nya-Kayseri merkezli Anadolu sermaye tekelleri-nin işbirliği yat-

139
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

maktadır. Bir anlamda 1923’lerden beri iktidardan dışlanan İslâmcı


anlayışa devletin kapısı tekrar açılmış oluyordu. Fakat sosyalistler,
radikal demokratlar ve kolektif Kürt kimlik ve özgürlükçülerine
devlet kapıları sımsıkı kapalı tutulmaya devam ediyordu.
AKP bir anlamda CHP’nin Birinci Cumhuriyet’teki rolünü
daha kısa bir süre içinde İkinci Cumhuriyet’te oynamış olmak-
tadır. Şüphesiz sermaye ve iktidar tekelleri arasında bir hege-
monik kaymadan bahsedilebilir. İki hegemonik güç arasında el-
bette Çin Seddi yoktur. Cumhuriyet’in birçok ideolojik ve politik
kurumunu ortaklaşa paylaşmaktadırlar. Fakat yine de aralarında
önemli farklar, dolayısıyla çelişkiler vardır. Görünüşte çatışmalar
laiklik-şeriat ekseninde, daha çok da sembolleşmiş olarak türban
tartışmalarında geçmektedir. Özünde ise iki hegemonik kesim
arasında ciddi ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel çelişkiler
vardır. Çelişkiyi tarihsel arka planıyla bağlantılandırırsak, Os-
manlı-Cumhuriyet çelişkisi Yeni Osmanlıcılar-Laik Cumhuriy-
etçiler çelişkisi olarak devam etmektedir. AKP’yi 12 Eylül reji-
minin ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel kurumlaşması
olarak değerlendirmek daha gerçekçidir. Birinci Cumhuriyet’in
CHP’si neyse, 12 Eylül’ün İkinci Cumhuriyet’inin AKP’si de
odur. AKP hegemonik iktidarını kendi anayasasıyla (Aslında 12
Eylül anayasasının liberal versiyonudur) taçlandırmak istemek-
tedir. 2011 seçimlerinin temel hedefi budur.
AKP hegemonyasının Kürt politikası CHP hegemonyasının
politikaların-dan farklı değildir. Her iki parti de Kürtleri inkâr
ve imha politikasını eskisi gibi sürdüremiyorsa, bunun temelinde
PKK’nin yürüttüğü ve bastırılamayan mücadelesi yatmaktadır.
Yoksa kendisine kalsa, AKP’nin Kürt inkârcılığı ve imhacılığı
CHP’ninkinden geride kalmaz. Hatta bazı yönleriyle, özellikle
dinci ideoloji fanatikliğiyle (Hizbul-Kontra örneğinde görüldüğü
gibi) CHP’ninkine taş çıkartır. PKK’de yaşanan 2002-2004 tas-
fiyeciliğinin arkasındaki teşvik edici güç esas olarak AKP’dir.
Yine devlet içinde başlayan siyasi çözüm arayışlarını tıkayan güç
de esas olarak AKP’dir. AKP devletin çözüm eğilimini kendi
hegemonik tırmanışı için kullanmaktadır. Hem bu eğilimin içe-

140
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

riğini sulandır-makta, hem kendi propagandası için kullanmakta,


hem de içini boşaltıp boşa çıkarmaktadır. Bu yönüyle daha açık
tavırlı MHP ve CHP’den çok daha tehlikeli olmaktadır. Ergene-
kon davalarını da aynı amaçla kullanmaktadır. Gerçek darbeci-
lerle Kürtleri tasfiye etmede uzlaşıp ayak takımını yargılar gibi
gözükerek meşruiyet kazanmaktadır. Ordunun vesayetine karşı
çıkması ve demokratik davranması söz konusu değildir. Kürt
meselesinin bastırılmasında orduyla uzlaşma, ilk defa AKP dö-
neminde daha planlı ve kapsamlı olarak hayata geçirildi.
Bu politikanın kilit kavramlarından biri olan ‘bireysel ve kül-
türel haklar’, özünde Kürt sorununu çözme adı altında kolektif
ve özgür Kürt kimliğini tasfiye etme planını ve uygulamalarını
maskelemek içindir. 2002-2004 tasfiyeciliğinin boşa çıkarılma-
sından sonra geliştirilen ‘bireysel ve kültürel haklar’ çözümü,
KCK çözümüne karşı ordunun komuta kesimiyle birlikte ABD,
AB, Irak Arap ve Kürt yönetiminin desteğiyle 2005’ten itibaren
uygulamaya konuldu. Ayrıca İran ve Suriye ile yapılan başka des-
tekleyici bir ittifak daha devreye sokuldu. Başbakan R. Tayyip
Erdoğan’ın deyimiyle ‘teröre karşı askeri, politik, ekonomik, kül-
türel, diplomatik ve psikolojik boyutlarda topyekûn bir seferberlik
ve mücadele’ dönemine geçildi.
AKP Hükümetinin hiçbir hükümetin yükümlenmeye cesaret
edemediği kapsamda kendi Gladio’sunu da (Beşinci Gladio Savaşı
Dönemi) oluşturarak yürüttüğü bir savaş söz konusudur. AKP
savaştan vazgeçmedi; savaşın kapsam ve boyutlarını geliştirip de-
rinleştirerek devam ettirdi. AKP kendisinden önceki bütün devlet
partilerinden daha fazla devlet partisi, hükümeti de tüm önceki
hükümetlerden daha fazla ‘özel savaş’ hükümetidir. JİTEM
bağlantılı tetikçi Hizbullah örgütünden daha kapsamlı bir İslâmî
kontra örgütlenmesi yaratma peşindedir. Başta Diyanet İşleri’nin
kadrolu imamları olmak üzere, birçok tarikat cemiyetinin üyelerini
Hamas tarzı bir çatı örgütlenmesi halinde çok amaçlı olarak kul-
lanmaktadır. Ekonomi üzerindeki denetimini özel savaşın hizme-
tinde yürütmektedir. Dinsel yaşam kültürünü aynı amaçla değer-
lendirmektedir. Diplomasinin ağırlık merkezi aynı yönde

141
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

işletilmektedir. Özcesi, hükümetin faaliyetlerinin merkezinde


Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi vardır.
AKP Hükümeti sadece adım adım devlet iktidarını ele geçir-
miyor, aynı zamanda hegemonikleştiriyor. Tıpkı Cumhuriyet’in
kuruluş döneminde olduğu gibi çöküş sürecinde de iktidarı he-
gemonikleştirerek sürdürmek istiyor. Kuruluş sürecinde Kürt-
lere yönelik tasfiye hareketi nasıl Beyaz Türk faşist hegemony-
asına götürdüyse, faşizmin çözülüş sürecinde de Kürt özgür
kimlik hareketi hedeflenerek aynı hegemonya yeniden inşa edil-
mektedir. Kürtlerin tasfiye edilmesi Cumhuriyet’i tüm aydın-
lanmacı ve demokratik özünden uzaklaştıran etkenlerin başında
gelmektedir. Nasıl ki Kürtlerin tasfiyesi Cumhuriyet’teki tüm
olumsuz gelişmelerin temel etkeniyse, bunun tersi de doğrudur.
Yani başta demokratikleşme olmak üzere, Cumhuriyet’in olumlu
temelde ilerlemesi de Kürtlerin özgürleştirilmesiyle bağlantılıdır.
Doksan yıllık Cumhuriyet tarihi bu gerçeği bütün çıplaklığıyla
artık gün yüzüne çıkarmış bulunmaktadır.”
Öcalan’ın yaptığı değerlendirmeler bugünkü AKP iktidarının
uygulamalarıyla birlikte ele alındığında ne kadar isabetli bir
değerlendirme yapıldığı daha iyi anlaşılıyor.

Tekrar savaşa doğru

Devlet ve PKK heyetleri arasında, Brüksel ve Cenevre’deki 4


toplantı dışında, Oslo’da 11 görüşme yapıldı. Bu görüşmelerin
8’incisi Ağustos 2010’un son günlerinde yapıldı. Bu görüşmede
devlet heyeti İmralı’ya gidecek PKK’lilerin isimlerini istedi.
Öcalan, Oslo heyetinden Sabri Ok ve Sozdar Avesta’nın yanı
sıra, HPG ve PAJK (Kürdistan Özgür Kadın Partisi) temsilcile-
rinin de İmralı’ya gitmesini ve isimlerinin kendi aralarında be-
lirlenmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine, HPG ve PAJK tar-
tışarak Öcalan’la görüşmeye gidecek isimleri netleştirir. İki
kadın, iki erkek PKK yetkilisi İmralı’ya giderek Öcalan’la gö-
rüşecekti.
Artık kış sürecidir ve devlet heyeti, baharla birlikte bu sürecin

142
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

başlayacağını taahhüt etmektedir. Fakat perde arkasında çok


ciddi ve tehlikeli gelişmeler cereyan etmektedir.

Kandil’i işgal planı

Ocak 2011 Türk devlet heyeti, Oslo -9 görüşmesi için tekrar


PKK heyetiyle bir araya geliyor. Bu görüşmede, göreceli olarak
daha ciddi konular konuşuluyor. Öcalan bu görüşmeden önce
PKK’ye gönderdiği mektupta, “Acil gelişmeler beklemiyorum,
ama tarihin kendine özgü bir mantığı vardır” diyerek, ‘artık
böyle yürümez’ mesajını iletiyor. Fakat pratik bir gelişme olma-
dığı için bu yaklaşım PKK tarafından şüpheyle karşılanıyor.
Çok geçmeden planın içeriği anlaşılıyor. PKK ile görüşme
yapıldığı günlerde Ankara’dan bir heyet Tahran’a giderek
‘PKK’ye karşı bir eylem planı’ öneriyor. Ankara’nın Tahran’a
önerisi şöyle: ‘PKK hem bizim hem de sizin için sorun ve tehlike.
Sizin de başınıza bela oluyorlar. PJAK, PKK’nin buradaki uzan-
tısı olarak sizin de başınızı ağrıtıyor. Gelin, PKK’ye karşı birlikte
bir sandviç harekatı düzenleyelim, ortadan kaldıralım.’
Evet, bu görüşme Ocak 2011’de, Oslo’daki görüşmelerin de-
vam ettiği günlerde oluyor.
Fakat Tahran yönetimi olaya daha soğukkanlı yaklaşıyor ve
Ankara’dan gelen teklifi boyutlandırıyor: ‘Barzani ve YNK bu
operasyona katılırsa o zaman başarabiliriz. Yoksa başaramayız,
zor olur. Ayrıca Amerika ve NATO desteklerse bu operasyon
çok kapsamlı olur. Eğer NATO desteklerse, Iraklı Kürtler des-
teklerse başarılı olur.’
Ankara, Tahran’ın bu teklifine ‘tamam’ diyor ve iki taraf ara-
sında iş bölümüne gidiliyor.
Türk tarafı NATO’yu ikna etmek için üsteler. PKK’nin biti-
rilmesine ses çıkarmaması için NATO’yu ikna edeceğini ve
Avrupa ülkelerinde PKK’ye yönelik operasyonlara başlamasını
sağlayacağını planlıyor.
İran tarafı ise Güney Kürdistanlı partileri PKK’ye karşı ope-
rasyona ikna etmeyi üstleniyor. Taraflar bu planı hayata geçirmek

143
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

için girişimlerine hız veriyor. Türk tarafını bizzat Hakan Fidan


koordine ediyor. Bir yandan İmralı ve Kandil ile görüşmeleri
sürdürerek ciddi adımlar atacaklarını iddia ediyor, diğer taraftan
PKK’ye Kandil’de ölümcül darbe vurulmasını planlıyorlar. İmralı
ve Oslo görüşmeleri ise bu planın hayata geçirilmesi için taktik
olarak devrede tutuluyor.
Ancak Temmuz ayında Türkiye’de genel seçimler yapılacak
ve olası bir savaş AKP’yi zor duruma düşürecekti. Bundan dolayı
Kandil’e yönelik operasyon iki ülkenin ortak planı ama resmiyette
ve fiiliyatta İran’ın operasyonu olarak hazırlanıyor. Zaten coğrafi
koşullar ancak İran askerlerinin Kandil’e saldırmasına yol ver-
ebiliyor.

Tahran’daki görüşmeler

İran yönetimi operasyonu başlatmak üzere Nisan 2011’de


KDP ve YNK’yi resmen Tahran’a davet ediyor. Görüşmelerin
önemli ve üst düzeyde olması gerekir. Celal Talabani ve Neçirvan
Barzani Tahran’a giderek İranlı yetkililerle bir araya geliyor.
İran’ın Talabani ve Barzani’ye teklifi şöyle: ‘Biz Türkiye ile
bir karar aldık; PKK’yi artık bitireceğiz. Bizim de başımıza bela,
Türkiye’nin de. Sizin için de öyle. PKK zaman zaman sizinle
de savaşıyor. PKK sizin için her zaman tehdittir. Dolaysıyla biz
PKK’nin defterini kapatacağız, bitireceğiz. Siz de bize katılın,
bunu birlikte yapalım…’
Güney Kürdistanlı yöneticiler için bu yeni ve oldukça zor bir
durumdur. Talabani ve Barzani, uzun tartışmalardan sonra İran
devletine şu teklifte bulunuyorlar:
‘Biz daha önce de PKK’ye karşı savaştık, fakat her sa-
vaştığımızda ciddi siyasal kayıplar yaşadık. Şu anda da kitle
nezdinde zorlanıyoruz. Biz bu savaşa eğer aktif saldırı pozisyo-
nunda yer alıp katılırsak, peşmerge güçlerimizi de ikna ede-
meyebiliriz. Sorunlar yaşayacağız. Bizim için ciddi kayıplar da
söz konusu olabilir. PKK bu savaşı kazanabilir ve o zaman Kürt
kitlesinin üzerindeki etkisi güçlenebilir. Biz bu konsepte yer

144
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

alırız ama aktif saldırı pozisyonunda yer almayız.’


Talabani ve Barzani’nin bu cevabı üzerine İranlı yetkili, ‘Peki,
nasıl katılacaksınız’ sorusunu gündeme getirir. Güneyli yetkili-
lerse ‘Mesela Kandil’i kuşatabiliriz; ambargo uygulayabiliriz;
giriş-çıkışlarını yasaklayabiliriz; kendi bölgemizdeki faaliyetlerini
durdurabiliriz’ yanıtını verir.
Özetle; iki günlük Tahran görüşmelerinde Talabani ve Ne-
çirvan Barzani PKK’ye karşı ‘sandviç operasyonu’nu reddet-
mezler ama geri cephede yer alacaklarını ifade ederler. Anlaşma
imzalanır, Talabi ve Barzani Tahran’dan geri dönüyorlar.
Ama PKK yönetimi çok kısa bir süre sonra Tahran ile Ankara
tarafından yapılan bu plandan haberdar olur. PKK’ye, ‘Tehlikeli
bir durum var, tedbirlerinizi alabilirsiniz’ mesajı ulaşır.
PKK’nin bu durumdan artık haberi vardır ve tedbirlerini ge-
liştirmektedir.
Fakat görünürdeki gündem siyasal mücadeledir ve 12 Hazi-
ran’da yapılacak genel seçimlerdir.
Artık Mayıs ayının başlarıdır. İmralı’da devlet heyetiyle gö-
rüşen Öcalan yeni bir adım atmaya hazırlanmaktadır.
Öcalan, Oslo’da yürütülen tartışmaları artık nihai bir sonuca
ve zirveye taşımak için, üç başlık altında hazırladığı protokolleri
devlet ve PKK heyetine sunar. Devlet heyeti, Oslo arabulucuları
üzeri bu protokolleri PKK yönetimine ulaştırır. Protokoller 10
Mayıs’ta Kandil’e ulaşıyor ve PKK yönetimi tarafından kabul
edilir.
Öcalan’ın el yazısı ile yazdığı ve ilk defa okuyacağımız proto-
koller şu şekildedir:

145
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Kürt sorununun demokratik çözümü ve


adil barışı için eylem planı öneri taslağı

İkişer sayfalık giriş ve sekizer madde halinde sunduğum


demokratik çözüme ve adil barışa ilişkin pratik geçerliliği, el-
verişliliği olan bir eylem planı mevcut haliyle her ne kadar
içiçeliği kaçınılmaz olsa da üç ana madde halinde önerilebi-
lir.
a- Muhtemelen TBMM’de bir grup olarak yer alacak Barış
ve Demokrasi Partisinin öncülüğünde yürütülecek demokratik
çözüm ve barış çabaları. Bu tarz çabaların her ne kadar hü-
kümetle ve yasal organlarla yürütülmesi avantajına sahip
olsa da BDP’nin (Buna DTK’sini de dahil etmek gerekir. De-
mokratik Toplum Kongresi Kürt sivil toplumun çatı örgütü ola-
rak birçok farklı görüşü içinde barındıran, daha geniş temsil
gücü olan bir kuruluş değerindedir) ve DTK’nin siyasi zayıf-
lıkları, pratik zayıflıkları başarılı olmaları önünde hep engel-
leyici rol oynayacaktır. Ayrıca İmralı’yı ve KCK’yi temsil ye-
teneklerinin olmayışı çabalarını kısır kılacaktır. Ama
belirtildiği gibi Hükümet ve TBMM’de sivil toplumla ilişkilerde
vazgeçilmez bir rolleri, işlevleri olacaktır. Ayrıca İmralı ve
KCK’yle hükümet ve TBMM ve Sivil Toplum Kuruluşları ara-
sında sınırlı da olsa arabulucu, dolaylı iletişim rolünü oyna-
mak gibi önemli bir konumdadırlar.
b- Devleti temsilen direkt KCK yetkilileriyle yürütülecek
(halen yürütülen) demokratik çözüm ve barış çalışmaları
kendi başına gerekli ve önemli olmakla birlikte yeterli olmay-
acaktır. Yasal konumları, yaşam koşulları bu kanalı hayli pro-
blemli kılmaktadır. Ama silahlı mücadeleye son vermek açı-
sından kendilerinin de çözümün ve barışın bir boyunu teşkil
etmeleri kaçınılmazdır. KCK’siz veya onları tasfiyesine dayalı
çözüm ve barış arayışları baştan itibaren, şimdiye kadar de-
nendiği gibi başarısız kalmaya mahkumdur. KCK’nin de çö-

* Orjinal el yazısıyla yazılan belgeler kitabın sonundadır.

146
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

züm ve barış çalışmaları içinde olmaları işin doğası gereğidir.


c- İmralı Çözümü, İmralı veya A. Öcalan’a dayalı demo-
kratik çözüm ve adil barış arayışları şimdiye kadar ki yaklaşık
18 yıllık pratik çabalardan da anlaşıldığı gibi pratik sonuç al-
maya en yatkın olanıdır. Bundan en engelleyici rolü halen
yaşanan komplo süreci oynamaktadır. Gerek İmralı öncesi,
gerek İmralı süreci iç ve esas olarak da belirleyici rol oynayan
dış güçler nedeniyle komplocu yaklaşımlardan kurtulunama-
maktadır. Dıştalayan yani İmralı öncesinin fiziki ve siyasi
komploları içteyken çürütücü bir baskılamaya dönüşerek de-
vam etti. Bu süreçlerden medet umuldu. Korku ve imha day-
atılarak sonuç alınacağı sanıldı. Yıllar, ülke, devlet, toplum
bu yaklaşımdan çok şey kaybetti. İç tutarlılığımın bir gereği
olarak gerek karşılıklı görüşmelerde, gerek 156 sayfalık yol
haritamda belirttiğim doğrultuda çözüm barış rolümü oynama
da kararlılığım sürmekle birlikte bu kararlılığımın son kul-
lanma tarihi olarak 15 Haziran 2011 olarak belirtmiştim. Eğer
T.C. uygun görürse:
1- Anayasa Konseyi ve Barış Konseyiyle birlikte Hakikat
ve Adalet Komisyonunun teşkil edilmesi,
2- Bu Konseyler ve Komisyonla iletişimimin birer alt ko-
misyonla direkt ilişkilendirilmesi
3- Eğer bu üçüncü şık altında çözüm ve barış umudu ka-
muoyu da dahil kabul görürse özellikle KCK’nin silahlı gü-
çlerini (İrtibat birimleri dışında) uygun görülen bir alana de-
netimli (ulusal ve uluslararası) olarak çekilmesi için fiilen
özgür çalışmamın önündeki yasal, siyasal engellerin kaldırıl-
ması,
4- Demokratik anayasal sürece katılım için bu koşullarda
hem legal olan BDP, Sivil toplum ve DTK; hem yasal olmayan
KCK ile iletişimimin özgürce sağlanması,
5- Demokratik anayasal sürecin tamamlanması ve kapsamlı
bir yakın tarih yüzleşmesiyle karşılıklı afla kalıcı çözüm ve
barış ortamına geçilmesi.

147
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Türkiye’de devlet ve toplum ilişkilerinde


adil barış ilkeleri taslağı

Uygarlık tarihi boyunca despotik yönetimin güçlü bir gelenek


oluşturduğu, bundan kaynaklı keyfi baskılar nedeniyle top-
lumsal barışın hep hayal edildiği, çok az dönemlerin asri saad-
eti olarak yaşandığı toplumsal hafızalarda hala canlılığını
sürdüren müşterek algılardır. Batı modernitesinden geri kal-
mamak amacıyla son yüzyıllık tepeden inmeci komplo ve dar-
belerle bu amaca ancak çarpık ve çok sorunlu bir toplum ve
devlet yapılanmasıyla erişildiği bir gerçekliktir. Günümüzdeki
varoluş haliyle TC ve şekillendirdiği resmi toplumsal düzen
esas esas olarak bu gerçekliği temsil etmektedir. Özcesi derin
tarihsel temeli olan bir barış sorunu vardır. Var olagelen isti-
krar denemeleri çok yönlü ideolojik, politik, ekonomik tekellerle
zoraki çabalar sonucu kısa ve kısır dönemler halinde yaşan-
mıştır. İnsan toplumuna özgü bir gelişme için; ideal olduğu
kadar, doğal olması gereken adil ve özgür toplumun varlık
bulması için adil bir barıştır. Türkiye toplumunda bölgeselliği
her zaman kaçınılmaz olan yeni tarihsel bir gelişme dönemine
girebilmek için; en az demokratik anayasa kadar adil bir ba-
rışa da ihtiyaç ertelenemez bir talep durumundadır.
Bunun için;
1- Toplumsal sorunların çözümünde fiziki (kaba iktidar ge-
çleri, devletin cebir erki) güçleri bir çözüm aracı olarak
görmek; çözüm aracı olmaktan çıkarmak. Bu gücün yerine
anlam ve demokratik siyaset güçlerini (yumuşak güç ilişkileri)
ikame etmek. Fiziki güç araçlarını esas olarak dış savunma
temelinde değerlendirmek, organize etmek.
2- Kapitalist modernitenin temel bir ayağı olan katı aşırı
merkeziyetçi devlet ulusçuluğu hemen aşılmazsa bile onunla
yan yana iç içe barış içinde gelişecek demokratik toplum ve
ulus eğilimine anayasal açıklık getirmek; Farklı modernitele-
rin, laik ulusalcı yönüz ağır basan modernite kadar, dini-
islami unsura yasaklayıcı olmayan İslami modernite ile laik-

148
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

demokratik modernitelerin birlikte barış içinde yaşanabilir-


liğine dair anayasal açıklık, çözüm getirmek.
3- Başta Kürt sorunu ve ona dayalı kimlik ve özgürlük
arayışından kaynaklanan çatışmalar olmak üzere gerek top-
lumla devlet ilişkilerinde, gerekse toplumun ve devletin kendi
içinden kaynaklı benzer çatışmaların, şiddetle çözüm arayışla-
rın varlığını asgariye indirmek için yetkisini TBMM’sinden
alan bir Barış Konseyini teşkil etmek. Barış Konseyini hem iç
hukuku bağlayan uluslararası hukuku temsilen, hem de devlet
ve toplum geleneğini temsilen akademik, politik ve pratik te-
crübesi olan zengin bir bileşimle donatmak.
4- Halen güncel kanamalara yol açan, tüm toplumsal açılım
ve gelişmelerin önünde kilitleyici bir rol oynayan Kürt soru-
nundan kaynaklı şiddet ortamına son vermek için Barış Kon-
seyini acilen harekete geçirmek, özellikle Türkiye Cumhuriyeti
hükümeti temsilcileriyle; Kürt hareketinin temsili durumunda
olan yasal güç odakları ve KCK yetkilileri arasında Barış
Konseyini etkili bir çatışmasızlık denetimi ve kalıcı, adil barış
çözümlerini geliştirici görevler içinde işlevsel kılmak. Engelsiz
çalışma ortamında tutmak, yetkili kılmak.
5- 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra teşkil olunacak
TBMM’nin ilk toplantısında Barış Konseyine ilişkin karar çı-
kartmak.
6- Ya Barış Konseyini, ya da onunla içiçe aynı karar ve
yetkileri olan yakın geçmişle yüzleşmek için seçilen bir Hakikat
ve Adalet Komisyonu olarak işlevsel kılmak, teşkil etmek. Bir-
likte ve iç içe-ard arda çalışır kılmak.
7- Barış Konseyinin karar önerilerini birer yasa taslağı
hükmünde görmek, TBMM’sinde onaylanmak üzere iletilecek
öncelikli yasa tasarıları hükmünde görmek.
8- Anayasa Konseyiyle Barış Konseyinin paralel kuruluşlar
olarak değerlendirmek, birlikte aynı zaman sürecine denk ge-
tirerek çalıştırmak pratikte başarılı olmak için esastır.

149
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Türkiye’de temel toplumsal sorunların


demokratik çözüm ilkeleri taslağı

Batı Avrupa merkezli kapitalist modernitenin küresel hege-


monya çağı; 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren günümüze
doğru çok merkezli bir sürece sürüklenmiş bulunmaktadır. ABD
ve AB’nin tüm çabalarına rağmen tek merkezli hegemonya yerine
çok merkezli modernite biçimlerinin gelişimi kaçınılmaz olmak-
tadır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti gerek üzerine kurul-
duğu geleneksel Anadolu ve Mezopotamya coğrafyalarının zengin
tarihsel kültürü gerekse son yüzyıllık modernleşme çabalarıyla
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya üçgeninde merkezi bir konuma
erişmiş bulunmaktadır. Sağladığı gelişmeler; kapitalist hegemo-
nyanın yarı-sömürgesel koşullarında gerçekleştiği için yoğun so-
runları bağrında taşımaktadır. Sorunların temelinde ideolojik,
politik, sosyal ve ekonomik gelişmelerin çarpıklığı yatmaktadır.
Bu çarpıklık esas olarak ve baştan itibaren hakim hegemonik
dış güçlerin dayatmaları karşısında temel toplumsal güçlerin iç
dinamikleriyle, özgür, eşit ve demokratik gelişme şansını yeterince
yakalayamamasından kaynaklanmaktadır. Bu gerçekliği en açık
biçimde Cumhuriyetin ilan edilişinden günümüz kadar insan
hakları ve demokrasiye dayalı bir anayasanın inşa edilememe-
sinde görmekteyiz. Cumhuriyet tarihi boyunca hiç eksik olmayan
komplo, darbe, iç savaş boyutlarına varan gelişmeler de bu ger-
çekliğin olgusal boyutlarıdır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde
Türkiye Cumhuriyeti yeni bir aşama kat etmek, bölgesel moder-
nitenin merkezi gücü olmak istiyorsa; genelde demokratik siyaset
sorunlarına, özelde kilitleyici konuma çoktan, hatta cumhuriyetin
başlangıç yıllarından itibaren yerleşmiş bulunan Kürt sorununa
demokratik çözümü kararlaştırmak ve acilen uygulamak duru-
mundadır.
Bunun için temel olarak:
1- Tek taraflı, dıştan dayatmalı ve yeni (neo-liberal) çehre-
siyle kendini dayatan tekelci küresel kapitalist hegemonyaya
teslim olmamak kadar, içten kaynaklı yerel, ulusal ve milliyetçi
anti-demokratik odaklara da demokratik alanını boğdurma-
mak.

150
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

2- Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı erk, vatan ve ulus


gerçekliğini demokratik siyaset, ortak vatan ve demokratik
uluslaşma anlayış ve uygulamalarına da açık tutmak;
3- Kürt kimliği başta olmak üzere çeşitli toplumsal-kültürel
kimliklerin varlığını ve kendilerini özgürce ifade etmelerine
kayıtsız ve koşulsuz bağlı olmak;
4- Girişi ve üç ilkenin ruhuna uygun demokratik bir anay-
asanın acilen, hiçbir bahaneye başvurmadan inşa edilmesini
tüm toplumsal güçlere açık tutmak. En geniş toplumsal kon-
sensüse dayalı bir demokratik anayasayı temel toplumsal so-
runların çözümünde mihenk taşı olarak görmek;
5- Demokratik Anayasanın oluşumunda rol oynayacak te-
mel güçler olarak TBMM’de temsil edilen partiler, sivil toplum
ve devletin temel kurumsal katılımını öngörmek.
6- Anayasayı hazırlamak yöntemi olarak TBMM’de grubu
bulunan partilerin eşit katıldığı devlet ve sivil toplumunda
yeterince dahil edildiği bir anayasa konseyini (konvansiyon
kurucu meclisine yakın) oluşturmak, benimsemek.
7- 12 Haziran 2011 seçiminden hemen sonra, meclisin ilk
toplantısından sonra anayasa konseyini kararlaştırmak;
8- Anayasa Konseyinin ve TBMM’nin karar kabul sayısını
toplam sayının beşte üç veya dört gibi belirli bir sayıya bağla-
mak. Hazırlanan taslağı, TBMM’nin onayından sonra refe-
randuma sunmak.
Bu protokoller çerçevesinde yeni bir Oslo görüşmesi plan-
lanır.

151
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Oslo -10 görüşmesi

Görüşme 12-13 Mayıs’ta gerçekleşir. Bu görüşmede ve Oslo


-II’de daha sonra Kamu Güvenliği Müsteşarı olan ve İmralı gö-
rüşmelerini sürdüren, dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Mu-
hammet Dervişoğlu da yer alıyor.
Oslo görüşmeleri açısından en önemli görüşme budur, deni-
lebilir. Taraflar arasında yapılan mutabakat, ‘aracı kurum’ tara-
fından imzalanır.

Oslo-10 mutabakatı
(12-13 Mayıs 2011)

Türkiye ve PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde


mutabakata varılan hususlar:
Yaşanan çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal
kaybına neden olduğu gerçeğinden ve kalıcı barış, güvenlik
ve uzlaşı ihtiyacından hareketle; taraflar Oslo toplantıları sü-
recinin devamı konusunda hemfikirdirler.
Taraflar, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri
temelinde Kürt sorununun çözümünde diyalog ve müzakere
yolunun esas alınması konusunda görüş birliğine ulaşmış ve
bir an evvel müzakerelere başlamanın gerekliliğine inanmak-
tadırlar.
Oslo sürecinin başlangıcından bugüne dek yürütülen ça-
lışmalar ve atılan olumlu adımlar, Kürt sorununun siyaset
zemininde ve kamuoyu nezdinde tartışılabilir hale gelmesine
ciddi katkı sağlamıştır.
Üzerinde mutabakata varılan hususlar:
1- Taraflar, süregelen Oslo ve İmralı süreci bağlamında
Kürt sorununun çözümü konusundaki kararlılıklarını koru-
duklarını bir kez daha belirtmişlerdir.
2- Taraflar, bugüne kadar Oslo ve İmralı süreçlerinde vur-
gulanan Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik temasların
sürdürülmesi ve yürütülecek çalışmaların anayasal ve yasal

152
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

çerçevede sonuçlandırılmasının esas alınmasının gerekliliği


konusunda varılan mutabakatları teyit ederler.
3- Taraflar, 10 Mayıs 2011’de İmralı’da yapılan görüşmede
Sayın Öcalan tarafından sunulan, Türkiye’de Temel Toplumsal
Sorunların Demokratik Çözüm İlkeleri Taslağı, Türkiye’de
Devlet ve Toplum İlişkilerinde Adil Barış İlkeleri Taslağı ve
Kürt Sorununun Demokratik Çözüm ve Adil Barışı İçin Eylem
Planı Öneri Taslağı adı altındaki taslaklar konusunda, en geç
Haziran’ın ilk haftasına kadar görüş ve önerilerini sunarlar.
Kürt tarafı, sözü edilen taslakları memnuniyetle karşılar, pren-
sip ve ilkesel olarak kabul eder.
4- Taraflar, aynı süre içinde yukarıda adı geçen taslaklarda
zikredilen Anayasa Konseyi, Barış Konseyi, Hakikat ve Adalet
Komisyonu için isim düzeyinde çalışma yaparlar.
5- Türk tarafı, sürecin daha hızlı ve olumlu ilerletilmesi
için Sayın Öcalan’a erişimin kolaylaştırılmasını gündemine
alır.
6- Taraflar, seçimlerin güvenli bir ortamda geçmesi ve or-
tamın normalleşmesi için, en üst düzeyde kamuoyuna açık
çağrı yapacaklardır.
7- Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık
zemininde gerçekleşebileceğinden hareketle, tüm askeri, siyasi
ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin durdurulması,
kitle gösterilerinin provoke edilmemesi ve şiddetten kaçınılması
ve buna uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi esastır. Bu
çerçevede taraflar, Haziran’da bir araya gelene kadar her
türlü operasyon ve askeri eylemleri durdururlar.
8- Taraflar, müzakereleri derinleştirmek ve gündemdeki
konuları tartışmak üzere hazırlıklarını yaparak Haziran
2011’in ikinci yarısında bir araya gelmeyi kararlaştırmışlar-
dır.
Ek: Üç paragraflık giriş ve 8 maddeden oluşan iş bu muta-
bakat metni, taraflar arasında arabuluculuk yapan (…) tems-
ilcileri tarafından, taraflar adına imza altına alınmış ve aslı
(…) merkezinde arşive alınmıştır.

153
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Erdoğan’ın yanıtı

Mutabakatın son maddesinde belirtildiği gibi taraflar seçim-


lerden hemen sonra bir araya gelecekler.
Hakan Fidan ve Muhammet Dervişoğlu’ndan oluşan Türk
heyeti, Oslo -10 toplantısında, ‘Artık bizim işimiz bitti. Biz bu
protokolleri hükümete sunacağız, hükümetin karar vermesi ge-
rekiyor’ diyor.
Zaten Öcalan, seçimlere kadar süre tanımış ve hükümetin 12
Haziran’da kararını vermesi gerektiğini belirtmiştir. Öcalan’ın
beklentisi hükümetin seçimlerden hemen sonra yasal süreci
başlatmasıdır. Aslında belirtilen zaman, Erdoğan’ın seçim gecesi
yapacağı balkon konuşmasıdır. Ancak Türk tarafı, ‘Hükümetin
önce kurulması lazım, programı Meclis’ten geçirmesi lazım,
onun için 12 Haziran’da olmaz’ yanıtını verir. Bunun üzerine
Öcalan, Temmuz ayı başına kadar cevap verilmesini istiyor.
Sürecin takvimi belirlenmiştir. 12 Haziran seçimleri olacak
ve hükümet somut yasal adımlar atacaktır. Erdoğan doğrudan
Öcalan’ın protokollerine cevap verecektir. Ancak Erdoğan seçim
sonuçlarını beklemeden 9 Haziran 2011 akşamı Atv isimli tele-
vizyonda yaptığı konuşmada, “Ben eğer Abdullah Öcalan 1999’da
Türkiye’ye getirildiğinde hükümet olsaydım, mahkemenin idam
kararını uygulayacaktım” diyerek PKK ve Öcalan’ın protokolle-
rine cevap verdi! Süreç artık sona ermişti. Öcalan’ın sunduğu
Demokratik Çözüm Protokollerine Ankara’dan en üst düzeyde;
‘idam’ yanıtıyla cevap verildi. Hem de canlı yayında dünyaya
‘PKK’nin bitirileceği’ deklare edildi. (34)
12 Haziran seçimleri oldu, AKP tekrar iktidara geldi ve Kürt
siyaseti 21 milletvekili sayısını 36’ya çıkardı. Bağımsız adaylarla
seçimlere girdi ve dahası birçok teknik, fiili engele rağmen ciddi
bir siyasal başarı elde etti.
Erdoğan ‘idam’ mesajıyla protokollere cevap vermişti, diğer
taraftan Kandil’e yönelik saldırı planı da olanca sürüyordu.
Ama Öcalan’ın daha önce belirlediği 12 Temmuz takvimi ge-
çerliydi.

154
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Bu takvim çerçevesinde PKK ve Türk heyetleri 5 Temmuz


2011’de son defa bir araya geldiler. Görüşme yine Oslo’da ve
aynı heyetler tarafından yapıldı. Ankara’dan gelen heyet, yasal
adımların atılacağını ve bu konuda hükümetten yanıt bekledi-
klerini ifade ediyor, ‘PKK’nin sabırlı olmasını’ telkin ediyordu.
PKK, durumdan haberdardı ve sürecin nereye evrileceğini bi-
liyordu. Fakat ‘oyunu bozan taraf ’ görüntüsünü vermemek için
masadan kalkmıyordu.
Erdoğan 12 Temmuz’da değil, PKK’nin beklediği cevabı 14
Temmuz 2011 tarihinde verdi. Mesajın tek kelimelik anlamı
vardı: SAVAŞ. (35)
Erdoğan’ın bu konuşması PKK’ye tanıdık geliyordu. Zira An-
kara ile Tahran arasında yapılan görüşmelerde yapılan plan gereği
PKK’ye yönelik saldırı Haziran seçimlerinde başlayacaktı. Er-
doğan konuşmasında bu planı alenen duyurmuştu.

Silvan çatışması ve Kandil’e operasyon

12 Haziran’daki seçimlerden iki gün sonra, 14 Haziran’da de-


vlet heyetinin ilk işi İmralı Adası’na giderek Abdullah Öcalan’la
görüşmek oluyor. Devlet, seçimden çıkan tabloyu da değerlen-
direrek, Öcalan’ın sürece bakışını öğrenmek istiyor. Öcalan, de-
vletle yaptığı görüşmede, seçim öncesindeki değerlendirme ve
yol haritasını hatırlatarak, sürecin devamı ve demokratik çözüm
için iki temel madde sunuyor.
Öcalan’ın devlete sunduğu temel talepler özetle şöyle:
Bir; Türk devleti, Kürt sorununu demokratik ve siyasal yollarla
çözeceğini kamuoyuna açıkça deklare etsin. AKP iktidarı çıkıp
bunu halkın önünde açıklasın.
İki; Meclis’te ‘Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ kurulsun
ve bu komisyon savaş sürecinde gelişen bütün olaylara ışık tut-
sun, taraflara eşit mesafe de olsun.
Bu madde aynı zamanda Öcalan ile diyalog ve müzakere ko-
misyonu olarak daha geniş kapsamda düşünülürken, görüşme-
lerin bir adım öteye taşınması amaçlanıyor.

155
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Öcalan, kendisinin de bu komisyonla görüşüp tartışmaya hazır


olduğunu belirtir.
Öcalan, çatışmasızlığın devam etmesi ve çözüm yolunda iler-
lemenin kaydedilmesi için bu iki talepte bulunuyor. Temel talep
ve beklentisi -daha sonraki süreçlerde de göreceğimiz gibi- Me-
clis’in rol üstlenmesidir.
Ne var ki, daha önce ‘idam’ diyen Erdoğan’ın İran’la Kandil’e
saldırı hazırlığı ve 14 Temmuz’daki savaş ilanı bu taleplerle
örtüşmüyordu.
PKK yönetimi, devlet yönetiminden gelen bu açıklama ve ce-
vaplar üzerine toplantı ve hamle hazırlıklarını hızlandırır. Zaten
Kandil’e operasyon an meselesidir ve buna karşı tedbirler ge-
liştirilmiştir. Kürt Hareketi, Demokratik Özerklik İnşası sürecini
ilan edip devletin çözümsüzlüğüne cevap verme kararı alır.
Demokratik Toplum Kongresi, kararı basına açıklar.
Öcalan’ın daha önce çatışmasızlık için verdiği süre 12 Tem-
muz’da sona eriyor.
14 Temmuz’da Erdoğan, savaş ilanında bulundu.
Ve yıllardır çok konuşulan 14 Temmuz 2011’deki Silvan ça-
tışması artık sürecin savaşa evrilmesinin startı olur.
Tam iki gün sonra, 16 Temmuz 2011’de İran Kandil’e kap-
samlı bir operasyon başladı.
Fakat biz önce Silvan çatışmasına bakalım...
‘Çözüm Süreci’ni bitiren olay olarak yıllardır anlatılıyor. Oysa
büyük bir manipülasyon olduğu daha sonraki yıllarda ortaya çıktı.
Kürt hareketi, olayın DTK’nin basın toplantısıyla ilgisinin olma-
dığını ve tesadüfi gelişen bir olayı olduğunu defalarca ifade etti.
Ama daha sonra ortaya çıkan belge ve mahkeme tutanakları
olayın tesadüf olmadığını gösterdi!
Şöyle:
Çatışma Silvan’ın kırsal kesiminde yaşandı. Yani, PKK geril-
laları, askeri bir yerleşkeye; karakol, kontrol noktası veya yoldan
geçen bir askeri konvoya saldırmıyorlar. Genelkurmay’ın da açı-
kladığı gibi, kırsaldaki ormanlık alanda yerleşen gerillalar, ken-
dilerini kuşatan ve öldürmek isteyen askerlere cevap veriyorlar

156
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ve çıkan çatışmada 13 asker ölüyor. Asker gerillaları kuşatıyor ve


çatışma çıkıyor. Bu çatışmanın doğal sonucu olarak, taraflardan
biri ölecek ve bu da asker oluyor. Ölen PKK gerillaları olsaydı,
devlet tarafı bir muvaffakiyetten söz edecek ve yaşananların tarifi
de ‘süreci bitiren olay’ olmayacaktı.
26 Temmuz 2011 tarihinde Silvan olaylarına ilişkin rapor ha-
zırlayan Genelkurmay Başkanlığı, askerin operasyona çıktığını
ve dönüşte pusulama bile olmadığını kabul etti. Genelkurmay
raporunda (36) şöyle deniyor: “1. Jandarma Komando Tabur per-
sonelinin görevlerini, verilen emirler çerçevesinde üstün bir ce-
saret, gayret ve fedakarlıkla yerine getirdikleri tespit edilmiştir.
Çatışma sırasında uçak kullanılmamıştır. Birliğin dönüş hazırlığı
yaparken pusuya düşürülmesi söz konusu değildir.”
Genelkurmay, askerlerin neden bölgede olduğu sorusuna da
şu yanıtı veriyor: “1. Jandarma Komando Taburu ‘Geri Emniyet
Birliği’ değildir. Tam aksine terörist aramak, bulmak ve etkisiz
hale getirmek üzere eğitilmiş ve teçhiz edilmiştir.”
Zaten olaya ilişkin açılan davanın 26 Aralık 2014 tarihli du-
ruşmasında ifade veren dönemin Silvan 4’üncü Taktik Jandarma
Tabur Komutanı Binbaşı Milbay Şahin, operasyonun önceden
planlandığını itiraf ediyor: “Hareket emrinin 13 Temmuz 2011
günü 13.30’da Jandarma Bölge Komutanlığı’nda Kocaköy Ko-
mutanlığı’nda yapıldığı ve 7’nci Kolordu Komutanı’na arz edil-
dikten sonra yayımlandığı belirtilmektedir. Fakat Diyarbakır Jan-
darma Komutanlığı hareket emri 12 Temmuz 2011 günü saat
10.00’da Diyarbakır Valisi onaylı olarak yayımlanmıştır.”(37)
Şahin’in ifadesi şöyle sürüyor: “PKK’lilerin telsiz dinlenmeleri
tespit edildi. Telsiz dinlemesinde görüşmeyi yapan grubun 3-4
kişilik olduğu bildirilmiştir. Bu planlamacıların istihbarat zafiy-
etidir. Yerimizin belli olduğu değerlendirildi ise operasyon yarıda
kesilerek üs bölgesine dönmemiz emredilebilirdi.”
Evet, Genelkurmay, Silvan’da ölen askerlerin operasyona çık-
tıklarını ve görevlerinin ‘teröristleri etkisiz hale getirmek ol-
duğunu’ raporla kabul ediyor. Operasyonun komutanı ise mah-
kemede, bir gün önce harekat başlattıklarını ve talimat gelmesi

157
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

durumunda üslerine dönebileceklerini itiraf ediyor.


Bütün bu ifadeler Erdoğan’ın aynı gün yaptığı konuşmayla
yan yana getirildiğinde; devlet, o gün yani 14 Temmuz 2011 ta-
rihinde, Silvan kırsalındaki PKK’li grubu imha etmek ve savaş
sürecini bunun üzerinden başlatmayı, moral üstünlüğüyle bir
süredir tartıştığı Sri Lanka modeliyle PKK’ye darbe vurmayı
planlamıştı. 14 Temmuz’un PKK tarihinde önemli bir direniş
günü olduğu biliniyordu. AKP iktidarı, bu günü özellikle seçerek
14 Temmuz’da PKK’ye büyük darbe vurmak ve savaşı başlatmak
istiyordu. Ancak kendisi yiyince, bunu DTK açıklamasıyla
bağlantılandırdılar. Bunu aynı zamanda Kürt demokratik hareketi
üzerine gitme gerekçesi olarak kullandı. Zira Demokratik Top-
lum Kongresi’nin Diyarbakır’da toplantıda olduğu ve demokratik
özerklik kararının çıkacağı da biliniyordu.
Ancak Silvan’da gerilla değil de asker ölünce devlet bunu ba-
hane haline getirerek savaş sürecini başlattı.

Kandil saldırısı

Bu olaydan iki gün sonra…


16 Temmuz 2011 tarihinde İran ve Türkiye’nin ortak planı
çerçevesinde binlerce İran askeri Kandil’i kuşatmaya aldı. Gün-
lerce süren çatışmalardan sonra İran Kandil’de ilerleyemez du-
ruma geldi.
İran ordusu çatışmalarda tıkanınca ateşkes olması için devreye
YNK girdi.
PKK yönetimini ziyaret eden YNK yetkilileri, Tahran’dan ge-
len ateşkes teklifini iletti.
İran ile PKK arasındaki ateşkes için aktif rol oynayan YNK’li
üst düzey yetkili PKK yöneticilerine, “İran ateşkes istiyor. Bakın,
bu çok büyük bir fırsat. Bu İran devleti böyle herkesle ateşkes
görüşmesi yapmaz. Siz bunu kabul edin” telkininde bulunur.
PKK yönetimi ise, kendilerinin İran’a saldırmadığı, İran’ın
kendi güçlerine saldırıda bulunduğu ve ateşkes yapması gere-
kenin İran olduğu yönünde karşılık verir. YNK ve KDP, kendile-

158
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

rinin İran’a kefil olduklarını ve bir daha saldırı olmayacağını be-


lirtince, PKK şöyle bir teklifte bulunur: “İran, bir daha bize
karşı uluslararası konseptlere, Türkiye başta olmak üzere başka
güçlerin planlarına dahil olmayacağına dair imza atacak. Biz on-
dan sonra ateşkesi kabul ederiz.”
Bu süreçte PKK, YNK, İran ve KDP’nin katıldığı yoğun dörtlü
toplantılar sonucu anlaşmaya varılır. YNK yönetimi, “İran devleti
hiçbir biçimde PKK’ye karşı Türkiye ile ortaklık yapmayacak,
herhangi bir uluslararası konsepte dahil olmayacaktır” der ve
buna kefil olur.
Bu belge imzalanır ve PKK yönetimine verilir. Tarih 5 Eylül
2011’dir. PKK bu imzalı belgeden sonra İran’la ateşkes yapar ve
bu ateşkes halen (Ocak 2017) yürürlüktedir.

PKK bu sürece nasıl bakıyor?

Peki, ne oldu da İran’la Türkiye arasında detaylıca planlanan


bu operasyon boşa çıktı ve süreç PKK lehine gelişti...
Bu süreçte KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yapan Murat
Karayılan ve Konsey Üyesi Mustafa Karasu’nun konuya ilişkin
sorularımıza verdikleri yanıtlar şöyle:
Önce Karayılan’ın bu sorumuza verdiği yanıtlara bakalım.
“16 Temmuz 2011’de İran Kandil’e saldırıyı başlattı. Türkiye
de zaten Kuzey’de saldırı başlattı. Ama o süreçte başka gelişme-
ler de oldu.
O zamana kadar, yani Ocak 2011’e kadar AKP devleti ile yada
hükümeti ile İran çok yakın duruyorlardı. Mesela nükleer silah
tartışmaları gibi konularda yakın duruyorlardı. O süreçte Tunus
olayları başladı. Bu olaylar Mısır’a da sıçradı. Giderek bahara
doğru artık gelişmelerin rengi açığa çıktı. Bu tüm Arap ülkelerine
yayılan bir hareket oldu. Onun için bazıları ‘Arap Baharı’ filan
dedi. O erken bir teşhisti. Doğru da değildi aslında. Ama yani
Arap halkının artık zulme karşı, diktatörlüğe karşı demokrasiye
ve özgürlüğe susamışlığını yansıtan çıkışlardı. Bu süreç işte gi-
derek Mayıs’ta, Haziran’da daha belirgin hale geldi. NATO gü-

159
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

çlerinin Libya’ya müdahalesi, uçaklarla Libya’yı vurma konusu


gündeme geldi. Durum bu hale geldiğinde Erdoğan, ‘NATO’nun
ne işi var Libya’da? Bu NATO’nun işi değil’ dedi. Niye? Çünkü
Erdoğan daha o vakit İran’la birlikte bize dönük konsepte bağlı
duruyordu. Fakat sonra baktılar, Ortadoğu’daki durum ciddidir,
bu konuda makas değiştirmesi gerekiyor. Yani İran’ı bırakıp
biraz Batı’ya yakın durması lazım ki, işte Suriye’de hakim olsun,
giderek Irak’ta hakim olsun. Şimdiki süreci düşünerek yaptı.
Baktı ki İran ile olsa kontrolü kaybedebilir. Ama esasen Ulusla-
rarası Komplo’yu, PKK karşıtı güçlerle yürümesi, pozisyonu
daha da güçlendirir diye İran’dan vazgeçip Amerika’dan,
NATO’dan yana tutum aldı. Onun için artık onun ile İran’ın
arası biraz açıldı. Yani Haziran’da İran bir taraftan başladı eski
anlaşmaya göre, Türkiye de bir taraftan başladı. Fakat bir araya
gelme olmadı. Çünkü Libya konusunda, Suriye konusunda ayrı
düşüyorlardı. Makas ayrıldı aralarında. Bu aynı zamana denk
geliyor. Yani yoksa ortak saldıracaklardı. Yine yürüttüler ama
herkes kendi cephesinden yürüttü…’
AKP’nin o zaman düşündüğü şey şuydu: Biz bu PKK ve Kürt-
lerle taviz temelinde anlaşma yapmayacağız, biz onları oyalarız.
Ve o zaman Tamiller’e karşı uygulanan Sri Lanka taktiği üzerine
çok yazdılar. Biliyorsunuz, köşe yazarları filan. Yani böyle Tamil
planı uygulamak üzere harekete geçtiler. 2011 sonbaharı, kışı
onları bu konuda umutlandırdı. Niye? Çünkü bazı kayıplar verdi
güçlerimiz. Mesela Erzurum’da gerçekten ciddi kayıplar verdik.
Eyalet komutanı düzeyinde kayıplar verdik. Yine Botan’da öyle,
Zagros’ta öyle. İşte Geliyê Tiyare’deki kayıplar.
Kısaca 2011 yılı bizim için bu biçimde geçti. Ama biz de kendi
içimizde tartıştık. Biz o zaman Başkanlık Kurumu olarak müda-
hale ettik. Artık biz bir grup arkadaşla Behdinan tarafına geçip
direnme savaşı vb. konuları arkadaşlarla birlikte yürütme kararı
aldık. Bu anlamda 2012’deki o müdahale, savaş, gerillanın savaş
gücünü biraz daha ciddileştirdi. Belli bir direniş göstermiş oldu.
Ama kitle hareketliliğinde bir düşüş oldu. Bu zaten 2011’de de,
biraz Newroz’unda da görüldü. Yani bizim genelde kitlemizde

160
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

belli bir düzey hep vardı. Serhildan hareketi. Fakat biz serhildan
hareketini devletin sistemini aşan, isyan diyebileceğimiz bir düzeye
ulaşan bir noktaya taşıyamadık esasen. Bu 2012’de görüldü. Onun
için gerilla yalnız kaldı. Ama yürüttü. Fakat ona rağmen AKP’nin
hesapları boşa çıktı, ciddi bir zorlanmayı yaşadı, birçok yerde yol
gerillanın kontrolüne girdi. Ondan sonra cezaevleri de devreye
girdi. Cezaevleri de direnişi başlattı. Cezaevleri direnişinin, açlık
grevinin kırkıncı gününden sonra kitle de harekete geçti. Yani
öyle bir an geldi; hem cezaevleri, herkes direnişe geçti. 10 bine
yakın tutuklu vardı. Hepsi grevde. Ondan sonra kitleler her şeyi
ile her yerde sokağa çıktı. Gerillanın hareketliliği, eylemliliği belli
bir düzey yakaladı. Yani AKP tıkandı. Tam bu tıkanma sürecinde
Öcalan bir mektup yazdı. Onlar da bu mektuba olumlu cevap
verdi. Yani Önderlik, ‘Siz şiddetle bizi yenemezsiniz, sonuçta ge-
linecek nokta diyalogdur. Bu yüzden diyalogda gecikmeyin. Biz
buna hazırız’ türünde bir mektup yazdı. Onlar da ona olumlu ce-
vap verince işte o 2013’teki süreç başladı.”
Murat Karayılan’ın, 2011’den 2013 Ocak ayında başlayan sü-
rece kadar görüşlerinin özeti böyle.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ise bu kritik
zaman dilimini şöyle yorumluyor:
“Aslında savaş kararı seçimle birlikte alındı. Aslında seçime
kadar idare ediyorlar, seçimden önce yumuşak olsun, seçimi ka-
zanalım, ondan sonra savaşalım diye karar almışlar. Silvan olayını
bahane ettiler, savaş ilan ettiler. Büyük ihtimalle o savaş kararı Ge-
nelkurmay’la MGK’da alındı. Diğer taraftan zaten hatırlarsanız
Sri Lanka modelini tartışıyorlardı. Özellikle Fethullahçılar onu
konuyu çok gündeme getiriyorlardı. Yani onlar da böyle Kürt
düşmanlığı yaparak devleti ele geçirmek istiyorlardı. Şu tespitimi
yinelemek istiyorum; Türkiye’de iktidar olmanın kanunu Kürtler
üzerinde hakimiyet kurma kapasitesiyle mümkündür. Kürtler üze-
rinde hakimiyet kapasitesi, kontrol etme kapasitesi olmayan, Kürt-
leri kontrol etme gücü olmayan hiçbir siyasi parti iktidar olamaz.
İktidar olmanın kanunu odur yani. Ya demokratikleşir, böyle de-
mokratik temelde çözülür, iktidar olur. Ama bunun dışında iktidar

161
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

olmanın kanunu kesinlikle Kürtleri kontrol etme, ezme ve soykırım


sistemi içinde tutma ve soykırıma uğratma sürecini yürütmedir
yani. Kanun budur. Fethullahçılar da bunun öncülüğünü yaparak,
ordu içinde, bürokrasi içinde, her yerde kendini ekleyerek böyle
örgütlemek istemiş. Aslında onların o kadar etkili olması bununla
ilgilidir yani. Darbe girişimi de (15 Temmuz 2016’daki girişim
kastediliyor. A.D.) aslında sürecin parçasıdır.
2011 savaşı aslında bu Sri Lanka modeli, tasfiye etme gi-
rişimidir. Erdoğan seçimde kazanmış, PKK’yi de tasfiye ederse
ne olur? Tümden hakim olur yani. O Erdoğan’ın aslında savaşı
geliştirip, iktidarı pekiştirme, tam hakim olma saldırısıydı. Artık
o saldırı sürecinde, AKP’nin bu kararı almasında iktidar müca-
delesi payı da olabilirdi.
Bu süreçte tabii İran’ın da Kandil’e saldırısı oldu. O dönem
daha Türkiye ile İran ilişkilerinin iyi olduğu dönemdir. Türkiye
ile İran ilişkileri iyiydi. Bir de İran’ın hem Türkiye ile ilişkileri
iyiydi, hem de bu süreçten faydalanmak istiyordu. Yani savaştan.
Türkiye ile savaşta sıkıştırıp istediklerini kabul ettirmek istiy-
ordu. Yani ikisinin de hem görüşmeler, hem de İran’ın o süreçten
faydalanma politikasıydı, bu saldırı planı. Çünkü PKK güç oluy-
ordu. İşte seçimlerde başarılı olması, giderek PKK’nin güçlen-
diği görülünce İran onu törpülemek istedi.
Peki Sri Lanka modeli İran ve Türkiye tarafından nasıl yapı-
lacaktı?
Kuşatma modeliydi yani. Bir taraftan Türkiye, bir taraftan da
İran kuşatma modeliyle bu saldırıyı yürütüp bitireceklerdi. Fakat
tabii büyük direniş oldu, İran zorlandı. 2011 savaşında bizim de
bazı kayıplarımız oldu ama devlet çok zorlandı. Yani ilk defa, sa-
vaş tarihinde ilk defa Türk devleti coğrafyanın belirli alanlarını
kaybetti yani. Kontrolü kaybetti ve karakollarından çıkamaz hale
geldi askerler. Çok zorlandı. O yönüyle savaşı etkili yürüteceğim
derken, tasfiye edeceğim derken zorlandı.
2011-2012 sürecinde direnişler oldu. Cezaevlerindeki dire-
nişler oldu, zorlandı. Yani istediği biçimde yürümedi. Ne Suriye
politikası istediği gibi yürüdü, ne PKK’ye karşı savaşı istediği

162
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

gibi yürüdü, ne diğer şeyler yürüdü. Çok zorlandığı için Erdoğan


Eylül’deki kongrede KDP, Barzani ile Mursi’yi çağırdı. Zaten
Barzani’yi bize karşı savaşta destek almak için çağırdı.
Diğer yandan Rojava Devrimi ilerledi, saldırılar kırıldı. Hem
Kuzey’de, hem Rojava’da konseptleri yürümedi. İşte Önderlik
de bu süreci takip etti, Erdoğan hükümetinin zorlandığını gördü.
Hükümet de zorlandırıyordu, Önderliğin yanına gittiler. Önderlik
de bu zorlanmadan yararlanmak istedi ve 2013 sürecine kapı
aralandı.”

Mam Celal’ın Öcalan konferansı projesi

10 Aralık 2011
Dönemin Irak Cumhurbaşkanı ve YNK Genel Sekreteri Celal
Talabani (Mam Celal), PKK yöneticilerinden Sabri Ok’a bir ha-
ber göndererek görüşme talebinde bulundu.
Talabani ile Ok sıklıkla, ayda bir veya en geç iki ayda bir gö-
rüşürdü. Talabani, Ok’u Sülaymaniye’deki evine davet etmişti.
Her zaman olduğu gibi bölgede ve Kürdistan’daki gelişmeler
ele alındı. Sonra Talabani, Ok’a ‘önemli bir konu üzerine ken-
disini davet ettiğini’ söyledi.
Konu; İmralı’da tecrit altında bulunan Abdullah Öcalan.
Talabani, Ok’a dönerek şunları diyor: “Ben ömrümün bundan
sonraki zamanını Başkan Apo için değerlendirmek istiyorum.
Başkan Apo için bir şeyler yapmamız lazım. Sizin tek başınıza
bunu yapmanız doğru ve yeterli değil. Benim bir projem var, rol
almak istiyorum. Konuyu uluslararası platformlara taşıyalım.
Bence önce dünyaca tanınmış insanlardan bir komite oluştura-
lım. Önderliğin durumunu tartışalım; ne yapabiliriz, ne tür ad-
ımlar atmamız lazım... Bunun için sizden isteğim, Türkiye veya
Kuzey Kürdistan’da iyi bir hukukçu, yani bu işlerden iyi anlayan
bir hukukçu ismi bana verin. Ben böyle bir çalışma başlatacağım.
Ayrıca Başkan’ın ailesinden de biri dahil olsun.”
Ok, Talabani’ye teşekkür ederek bu çalışmaya gereken katkıyı
sunacaklarını belirtiyor. Sohbette Hero Talabani de bulunuyor

163
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ve kendisi de her türlü desteği sunacaklarını vurguluyor.


Mam Celal, konuşmasının devamında planının ayrıntısını
veriyor: “Fransa Cumhurbaşkanı, Sosyalist Enternasyonal’in
Başkanı, BM Genel Sekreteri ve Yardımcısı, birçok devlet başkanı
ve hükümet yetkilisini tanıyorum. Bunların içinde benim yakın
dostlarım var. Birçoğunu bu konferansa dahil edeceğiz.”
Talabani bu projeyi hayata geçirmek için kendisine çok güve-
niyordu: “Geç kaldık. Başkan Apo’nun özgürlüğü artık dünya
gündemine girmeli. Bu yapabileceğim bir çalışmadır ve ben
bunu yürütmek istiyorum.”
Ok ve Talabani arasında bu konu 10 Aralık 2012 gecesi detay-
lıca konuşuldu. Mam Celal dünyada bu çalışmanın lobisini ya-
pacaktı. PKK tarafı ise kendilerinden istenenleri hayata geçire-
cekti.
İki isim kısa bir süre sonra tekrar bir araya gelecekti.
Ama tam 9 gün sonra, 19 Aralık 2012’de Mam Celal, beyin
kanaması geçirdi. Hastalığı bu tür bir çalışmayı yürütmeye el-
vermedi.
Ve ‘Uluslararası Öcalan’a Özgürlük Konferansı Projesi’ bu
şekilde son buldu.
Talabani felç geçirdi, yıllar sonra Süleymaniye’de kendisini
ziyarete giden PKK yöneticilerini gördüğünde konuşamadı ve
onları gülümseyerek karşıladı.
PKK’liler kendisine Öcalan’ın geçmiş olsun mesajını gö-
türmüşlerdi.
Öcalan, “Sayın Celal Talabani’ye sağlık dileklerimi ve anısına
bağlılığımı iletmelisiniz. Mam Celal hastalanmasaydı bu sürece
katkısı çok olurdu” demişti.
Talabani, bu mesajı gözyaşları dökerek dinledi ama konuşama-
dığı için cevap veremedi.

164
2. BÖLÜM
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

İmralı süreci
Öcalan’dan gelen mesaj

2012 yılı çok zorlu geçti. Çatışmaların en çok yaşandığı yıl


oldu. Türkiye, Kuzey ve Rojava Kürdistan’ında yaşanan gelişme-
ler AKP hükümetini hiç olmadığı kadar zorladı. Zindana atılan
binlerce Kürt siyasetçi ve tutsak önce açlık grevi, ardından da
‘ölümü orucuna’ başladı. Abdullah Öcalan ise gelişmeleri İm-
ralı’da takip ediyor ve önceki süreçlere dürüst yaklaşılmadığı
gerekçesiyle AKP hükümetine tavır alarak görüşmelere çıkmıy-
ordu.
Yılın ikinci yarısından itibaren Öcalan’la görüşmeye başlayan
devlet heyeti, beklediği sonucu alamıyordu. Öcalan, net bir çö-
züm paketi olmadıktan sonra görüşmelere çıkmayacağını belir-
tiyordu.
Eylül 2012’de PKK yönetimine bir haber ulaştı. Haberin içe-
riği Öcalan’ın sağlık durumuna ilişkindi ve PKK için önemliydi.
Aynı haberin içeriğinde ‘Öcalan’ın infaz edilip edilmeyeceği’
gibi imalı ibareler de yer alıyordu.
Haber Avrupa üzerinden PKK’ye ulaşmıştı. PKK yönetimi
konuyu ciddiye aldı ve Öcalan’ın ailesinden birinin görüşmeye
gitmesini istedi.

167
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Zaten devlet de Öcalan’la bir görüşme yaptırmak istiyordu ve


Mehmet Öcalan’ın Adaya gitmesi sağlandı.
Abdullah Öcalan, 17 Kasım 2012 tarihinde kardeşi Mehmet
Öcalan’la gönderdiği mesajda, 58 cezaevinde ve dışarıda binlerce
kişinin katıldığı açlık grevinin sona ermesini istedi. 67 günlük
eylemler böylece sona erdi.
Çok geçmedi, Öcalan’ın sağlık durumuna ilişkin haberin MİT
tarafından PKK’ye gönderildiği anlaşıldı. Devlet, Öcalan’la gö-
rüşme yapmayı ve yeni bir süreç başlatmayı istiyordu.
AKP zorlanmıştı, neredeyse ‘düştü düşecek’ durumuna gel-
mişti. Öcalan, AKP’nin bu zayıf anını yakalamış ve yeni bir süreç
başlatarak adım attırma için hamle yapmıştı.
Ankara’ya mektup yazarak sürece ilişkin fikirlerini paylaştı ve
yeni bir ‘çözüm projesi’ sundu.
Bunun gereği olarak Aralık 2012’de PKK yönetimine de bir
mektup ulaştırdı.
PKK, 2013 yılına ‘yeni bir mücadele’ konsepti şeklinde ha-
zırlanıyordu. Ama İmralı’dan gelen mektup ve kış şartlarından
kaynaklı olarak yıl sonuna doğru eylemleri fiilen durdurmuştu.
Yılbaşına doğru dönemin Başbakanı Erdoğan, “Arkadaşlarımız
İmralı’da görüşme yapıyorlar” açıklamasında bulundu.
29 Aralık 2012’de İmralı Adası’na giden devlet heyeti, Lice’de
10 gerillanın katledildiği mesajını da beraberinde götürmüştü.
Ve 3 Ocak 2013’te Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı
Adası’nda Öcalan’la görüşmeleri sağlandı.
Kamuoyu, 2013 ve sonrasındaki sürecin bu görüşmeyle başla-
dığını biliyor. Ama bu görüşme Öcalan’la devlet arasında üç ay
devam eden pazarlıkların sonucu gerçekleşti ve yeni bir aşamanın
ilk adımı olarak tarihe geçti.
27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren Öcalan’dan haber alı-
namıyordu ve BDP’li vekiller bu atmosferde İmralı’daki görüşme
masasına oturdular. Öcalan, bu görüşmeye hazırdı, nasıl bir sü-
reci başlatacağını önceden hazırlamıştı.
Konuya şöyle bir giriş yaptı:
“Buraya gelmeniz önemlidir, ancak diyalog sizinle (BDP kas-

168
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

tediliyor. A.D.) olmaz. Diyalogun sizinle başlamayacağını biliy-


ordum zaten. Parti olarak gelişmenizi istemiyorlar. Görüşmeler
burada gerçekleşir. Burada yaptığımız görüşmeler olmasa, sizinle
görüşmek bir yana canlı bile yaşatmazlar.
Bu süreç Özal, Erbakan ve Ecevit döneminden bu yana devam
ediyor. Yirmi yıldır uğraşıyoruz. Son iki buçuk yılda kesildi. Beni
14 yıldır çürütmek için uğraştılar. İmha temelli geldiler, gele-
cekler de. Bu süreci sabote etmek isteyenler de olacak. (Bu
cümleden tam bir hafta sonra Sakine Cansız ve arkadaşları Pa-
ris’te katledildi. A.D.) Burada her toplantı yapıldığında gerilla
kayıpları bildiriliyor. Böyle mesaj veriyorlar. Tabii heyetle -devlet
heyeti- yaptığımız görüşmeler önemlidir. Sürecin bundan son-
raki gidişatına ilişkin bir mektup yazacağım. Mektubu hazırlar-
ken, bir yöntem önereceğim. Gerillanın çatışmasızlık ortamına
girmesi için parlamentoda kanunla kurulacak bir komisyon ge-
rekiyor. Hakikat Komisyonu denebilir, Uzlaşma veya Yüzleşme
Komisyonu da denilebilir…’
Öcalan, bu sözleri, 3 Ocak 2013’te saat 10.00 sıralarında,
karşısında oturan Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’ya söylediğinde,
devlet heyeti de görüşme masasının diğer ucundaydı. Daha önce
ve sonrasında olduğu gibi, Öcalan’ın ve görüşmecilerin arasın-
daki tüm konuşmalar devlet görevlileri tarafından not ediliyor,
ses ve görüntü kaydı yapılıyordu. Yani, gerek devlet heyetinin ve
gerekse siyasi heyetin İmralı Adası’nda yaptığı yüzlerce gö-
rüşmenin tüm detayları, devletin arşivinde mevcuttur ve bu gö-
rüşmelerin tutanakları, ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür yaşamı
İnşa İmralı Notları’ ismiyle kitaplaştı ve ilk basımı Avrupa’da
yapıldı.

Paris katliamı: Hakan Fidan’ın mesajı

2011 yılı, PKK ve Türkiye temsilcileri arasında Norveç’in


başkenti Oslo’da yapılan son toplantıların bir yemek molası.
Artık MİT Müsteşarı olmuş Hakan Fidan, PKK’nin görüşme-
lerden sorumlu yetkilisi Sabri Ok’a dönerek, “Sabri Bey, biliyor

169
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

musunuz, 300-400 kişiyle Avrupa’da neler yapılmaz ki” dedi.


Fidan’ın kullandığı bu cümle etrafta bulunan iki heyetin üy-
elerine de tuhaf gitmişti. Çünkü görüştükleri konularla hiç ilgisi
olmayan bir cümleydi.
Ama bu sözler Sabri Ok’a yabancı değildi.
Ok, 2009 yılında Avrupa’daki PKK çalışmalarından sorum-
luyken, Fransa’da Avrupa’daki Kürt kurum ve kuruluşlarının
temsilcilerinin katılımıyla bir toplantı düzenlemiş ve bu toplan-
tıda 400’e yakın kişiye hitaben, “Avrupa’da 300-400 kişiyle neler
yapılmaz ki, bu kadar gücümüz var, iyi çalışmalıyız” şeklinde
bir konuşma yapmıştı.
Fidan, ne demek istediğini soran Ok’u, “Fransa’daki ko-
nuşmanızda böyle diyorsunuz ya. Çok haklısınız” diye yanıtlar.
Ok: Evet, öyle bir konuşmam oldu, siz de bunu duydunuz...
Fidan: Evet, hepsini dinledim. Hükümetler arasında siyasi
sorunlar olsa da istihbaratlar arasında hiçbir zaman ilişki kesil-
mez. Fransa’da yaptığınız o toplantının tüm görüntü ve ses kay-
ıtları bizde. Görüntülerin tümünü dinledim.
Ok, “Olabilir, bizim gizleyeceğimiz bir şey yok, açık ve meşru
bir mücadele yürütüyoruz” diyor ve konu orada kapanıyor.
Ama Türk istihbarat şefi mesajı vermiş; MİT ile Fransa is-
tihbaratının güçlü bir ilişki içinde olduğunu, PKK’nin tüm ça-
lışmalarını ortaklaşa denetime aldıklarını o sırada belirtme gereği
duymuştu.
Hakan Fidan ve Sabri Ok arasında bu diyalog geçtiğinde ma-
sada ‘Ozan’ kod isimli MİT yöneticisi de bulunuyordu.
Bu görüşmelerden bir süre sonra, AKP ve o dönemki ortağı
Fethullah Gülen örgütüne ait medya organlarında ‘PKK yöneti-
cilerine suikastların önemini’ irdeleyen yazılar çıkmaya başladı.
Erdoğan, “Avrupa’dan bunları istiyoruz ama vermiyorlar” açı-
klamasında bulunuyordu.
Ve 3 Ocak 2013’te, Abdullah Öcalan’la DBP milletvekilleri
arasında yapılan ilk görüşmeden 9 gün sonra Fransa’nın başkenti
Paris’te Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan, Kürdi-
stan Enformasyon Bürosunda katledildi.

170
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Tetikçi Ömer Güney katliamdan üç gün sonra gözaltına alınıp


tutuklandı. Ancak katliamdan kısa bir süre sonra hakiminin
evine ‘hırsız’ girdi ve her nedense bu hırsız sadece dava dosya-
sının bulunduğu dizüstü bilgisayarı çaldı!
Öcalan’ın ‘yönelebilirler’ mesajı çok geçmeden gerçek-
leşmişti. Öcalan, daha sonraki görüşmelerinde sürece devam
edip etmemeyi çok düşündüğünü söyledi.
23 Şubat 2013’te kendisini ziyarete giden BDP heyetine, “Sa-
kineler’in katledilmesi ikinci bir Dersim katliamıdır. Gladio’nun
son kurbanları Sakineler’dir. Mesaj bizedir, mesajı şudur: PKK
böyle halledilir! 9 Ocak darbesi süreci bitirme darbesidir.” değer-
lendirmesinde bulunuyor.
Öcalan, bu katliamı yapan Gladio ekibinin, katledilecek PKK’li
yöneticilerin listesini Başbakan Erdoğan’a sunduğunu da ifade
ediyor.
Cinayetten bir yıl sonra, tetikçi Ömer Güney ile iki MİT yet-
kilisi arasında yapılan ses kayıtları internette yayımlandı.
Bu ses kayıtlarında MİT yöneticileri sadece Sakine Cansız ve
arkadaşları değil, Remzi Kartal, Adem Uzun gibi birçok kişiye
suikastı konuşuyorlar.
Ses kaydının detayları internette mevcut. (38) Aynı günlerde
ekte gördüğünüz MİT patentli bir belge yayımlandı. Bu belgede
Sakine Cansız’a suikast planının icra edilmesi gerektiği açıkça
yazılıyor.
Fransız savcının yazdığı iddianamede, tetikçinin MİT bağlan-
tılı olduğu yazılıyor. Ancak MİT hiyerarşisi içerisinde yapılıp
yapılmadığı net değil, deniyor. Savcı, Güney’i cinayeti işlemekle
suçladı ve hazırladığı iddianame çerçevesinde dava açıldı. Dava
duruşması Mayıs 2016’da başlayacaktı. Ama önce Kasım 2016’ya,
sonra 23 Ocak 2017’ye ertelendi.
Ne hikmetse, tetikçi Güney 33 gün önce, 17 Aralık 2016’da
‘öldü’ ve dava düştü.
Fransa İstihbaratı, devletin hakiminin evine giren ‘hırsızı’
hiçbir zaman bulmadı.
Fakat medya konuyu araştırmayı sürdürdü. Fransız Gazeteci

171
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

MİT Belgesi

172
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Laure Marchand, cinayete ilişkin yazdığı kitapta, “Ömer Gü-


ney’in Almanya’dan gelen bir tanıdığına, küçük bir kâğıt parçası
içinde, daha sonra MİT’in Türkiye’deki adreslerinden biri ol-
duğu ortaya çıkan bir yere ulaştırılmak üzere mesaj ve kaçış
planı verdiğini” yazdı.
Fransa devleti bunu yalanlamadı.

Oslo’ya gelen MİT yöneticileri mi


katliamı planladı?

9 Ocak 2013 tarihinde yapılan Paris Katliamı’ndan sonra AKP


medyası, olayın ‘PKK’nin iç çelişkilerinden kaynaklandığını ve
Sakine Cansız’ın barış taraftarı olduğunu, Oslo Görüşmelerine
iki defa katıldığını’ yazdı.
Sakine Cansız hiçbir zaman Oslo Görüşmelerine katılmadı.
Bunu en iyi MİT yöneticileri biliyor.
Ama 2013 yılında yayımlanan ve yukarıda söz ettiğimiz ses
kayıtlarında Oslo’ya gelen MİT yöneticilerinin olduğu söyle-
niyor.
Ses kayıtlarında Ömer Güney’le cinayeti planlayan kişinin 3
Temmuz 2008’de Cenevre’de yapılan ilk görüşme ile 5 Temmuz
2011’de Oslo’da yapılan son görüşmeye kadar tüm görüşmelerde
hazır bulunan ‘Ozan’ kod adlı MİT yöneticisi olduğu ko-
nuşuluyor.
Oslo Görüşmelerinde hazır bulunan birçok kişi bu bilgiyi
teyit ediyor.
Türk devletinin bu konuda cevaplaması gereken soru şu:
Oslo’ya gelen ‘Ozan’ kim?
‘Ozan’ ve Ömer Güney’le cinayeti planlayan kişilerin ses ana-
lizleri yapılırsa, MİT’in cinayetteki rolü tüm çıplaklığıyla ortaya
çıkar.
Hem Oslo’daki toplantıların ses kayıtları, hem de Paris katli-
amının ses kayıtları mevcut. Ses analizinin yapılmaması için hiç
bir sebep yok.
Hakan Fidan, cinayetten sonra Abdullah Öcalan ile yaptığı

173
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

görüşmede, cinayetin MİT bünyesinde olduğunu itiraf etti ama


kendisinin bilgisi dışında geliştiğini savundu.
Devletin, PKK ile görüşmelere gönderdiği üst düzey bir MİT
yöneticisinin (ki Brüksel ve Oslo’da Fidan’ın PKK’lilerle yaptığı
tüm görüşmelerde ‘Ozan’ yanında bulunuyordu) müsteşar ve
hükümete bilgi vermeden böyle bir cinayeti planlaması mümkün
değildi.
Cemil Bayık ve diğer tüm PKK yöneticileri, bu katliamın Er-
doğan ve Hakan Fidan’ın onayıyla yapıldığını defalarca açıkladı.
Ama muhatapları, bu açıklamaları reddedecek tek kelime et-
medi.

2013 Newrozu mesajı

9 Ocak 2013’te BDP heyetiyle yapılan ilk görüşmede Öcalan,


sürece dair beklentilerini ve hazırladığı planı şu şekilde formüle
etmişti:
“Biz, Kürtleri demokratik bir ünite haline getirmek istiyoruz.
Türkiye anayasasında ve yasalarda bu olmadan barış olmaz. AKP
buna gerek yok diyor. Peki, biz nasıl yaşayacağız? Yirmi milyon
insanın yasal ve anayasal ifadesi olmadan biz nasıl yaşayacağız?
Bu nedenle bir eylem planı çıkarıyorum.
1- Çatışmasızlık ortamının sağlanması.
2- Anayasal ve Yasal süreç.
3- Normalleşme süreci.”
Öcalan, bu başlıkların içeriğini açımlayarak KCK yönetimine
bir mektup şeklinde iletti. KCK de fikirlerini yine bir mektupla
İmralı Adası’na gönderdikten sonra Öcalan, 13 Şubat 2013 tari-
hinde üç aşamalı eylem planını devlet heyetine sundu. Bu eylem
planı aynı zamanda Kandil’e de gönderilecekti.
Öcalan’ın el yazısıyla hazırladığı 22 sayfalık ‘Demokratik Ba-
rışın Eylem Planı’nın birinci aşaması 7, ikinci aşaması 5, üçüncü
aşaması 7 maddeden oluşuyor.
Öcalan, birinci aşamada, tarafların sürecin selameti için kul-
lanacakları dilin önemine dikkati çektikten sonra, aynı başlığın

174
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ikinci maddesinde ise aynen şöyle diyordu:


“Taraflar arasında ana ilkelerde anlaşılmak kaydıyla en geç
Haziran 2013 tarihine kadar çatışma alanlarından anlamlı bir
geri çekilme hedeflenmektedir.”
Devamında ise, hükümetin hiçbir zaman yanaşmadığı ve ye-
rine getirmediği temel beklenti yazılıyordu: “Çekilmenin önün-
deki engellerin kaldırılması ve yasal boşlukların giderilmesi aci-
len sağlanmalıdır.”
Öcalan, birinci aşamanın 4. maddesinde, ‘çekilme sırasında
ve sonrasında doğacak boşluğu denetlemek için Meclis tarafın-
dan bir komisyonun kurulması ve buna bağlantılı olarak Akil
İnsanlar Grubunun teşkil edilmesi gerektiğini’ öneriyordu.
Öcalan, ‘çatışmasızlık sürecinin başarıyla tamamlanması ha-
linde ikinci aşamanın başlayacağını’ yazmıştı. Anayasal ve yasal
güvencelerin gerçekleşeceği bu aşama sonbahara kadar tamam-
lanacaktı.
Öcalan, AKP hükümetinin görmezden geldiği ve aksini pra-
tikleştirdiği ikinci aşamadan beklentilerini ise şu şekilde belir-
lemişti:
“Anayasal adımlar: Bunun için öncelikle, sorun teşkil eden
belli başlı maddeler üzerinde uzlaşı sağlanması, başta seçim
kanunu ve siyasi partiler yasası olmak üzere, bazı temel yasaların
demokratikleştirilmesi, yerel demokrasinin tanınması açısından
öncelikle AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın koşulsuz im-
zalanması...”
Öcalan, vatandaşlık tanımının etnik ve dinsel bağlamdan ay-
rıştırılmasını istiyor ve ‘kimliklerin özgürce ifade edilmesi ve
yaşatılması garanti altına alınmalıdır’ diyordu.
Sürecin hızlı ve ortak aklın gelişimi açısından akademik, me-
dyatik ve sivil toplum örgütleriyle iletişimin kurulması, güvenlik
ve sağlık birimlerinin yetkinleştirilmesi gerektiğinin altını çizen
Öcalan, anayasal ve yasal süreç için yapılacak konferans-toplantı
türü organizasyonların önemine değiniyordu.
Öcalan, ‘ikinci aşamanın başarıyla tamamlanması sağlanma-
dan, üçüncü ve son aşama olan normalleşme sürecine geçilemez’

175
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

de diyordu. ‘Bu aşamada, silahlı güçlerin güvenliği ve denetimi


için bazı uluslararası güçlerin desteği aranabilir’ önerisinde bu-
lunuyordu.
‘Demokratik Barışın Eylem Planı’ başlıklı taslakta Öcalan,
üçüncü aşamayı 7 madde şeklinde formüle etmişti. ‘Bu aşamanın
temel amacı normal yaşama geçiştir, savaş ortamından kalıcı
barış ortamında güvenlik içinde yaşamla bütünleşmelidir’ şeklin-
deki vurgudan sonra, silah bırakma sürecine ilişkin aynen şöyle
yazmıştı:
“Silahların bırakılması, varlıksal ve özgürlüksel olarak Kürt-
lerin sorununun çözüme kavuşturulmasına bağlıdır.”
Öcalan, hazırladığı bu eylem planının bir taslak olduğu ve
tarafların bunu ortak bir metne dönüştürebileceğini söyledi.
İmralı’da devlet adına görüşmelerde bulunan heyet, bu taslağı
kabul ederek, gereken adımların atılacağına dair taahhütte bu-
lundu.
Öcalan’ın mesajları Şubat ve Mart aylarında PKK yönetimine
ulaştı. PKK, iki kez Öcalan’a süreçten duyduğu kaygıları aktardı;
geri çekilmenin hemen olmayacağını düşünüyordu. KCK yöne-
timi, Öcalan’a kaygılarını aktarıyor ama ‘geri çekilme asla olmaz,
biz uygun görmüyoruz’ gibi net bir yanıt vermiyordu.
KCK’nin bu kaygılarını geniş mektuplarla yanıtlayan Öcalan,
senkronize adımların atılacağı taahhüdüne dayanarak ‘geri çe-
kilmeyi’ içeren Newroz 2013’teki tarihi mesajını hazırladı.
Murat Karayılan 25 Nisan’da basın toplantısı düzenleyerek, 8
Mayıs’ta geri çekilmeye başlayacaklarını açıkladı. Ama süreç karşılı-
klı adımlarla devam edecekti. 8 Mayıs 2013’te ilk gerilla grubunun
geri çekilmeye başlamasından birkaç gün sonra Bülent Arınç, ‘ce-
hennemin dibine gitsinler’ diyerek, sözcüsü olduğu hükümetin
tavrını açıkladı. Oysa hükümetten beklenen bu değil, yasal adım-
ların atılması ve ikinci aşamaya geçmek için hazırlık yapmasıydı.
Ama bırakalım karşılıklı adım atmayı, Öcalan’la 15 günde bir
yapılması gereken görüşmeler bile engellendi. Fakat PKK yö-
netimi, ‘Başkanımızla neden görüşmeler olmuyor, eğer gö-
rüşmelere ara verilmişse biz bu kararı şimdi vermiyoruz’ demedi

176
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ve çekilme sürecini ilan etti.


İmralı’da varılan anlaşmaya göre, çekilme Mayıs’ta başlayacak,
hükümet Haziran ayında yasal düzenlemeler yapacaktı. Haziran
geçti, Temmuz ayına gelindiğinde artık hiçbir adımın atılmay-
acağı anlaşılmıştı.
PKK, devletin bu kayıtsızlığına karşı Temmuz-Ağustos 2013’te
çekilmeleri fiilen yavaşlattı.
PKK’nin bu kararından yaklaşık bir ay sonra.
15 Eylül 2013.
Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan İmralı Adası’ndaki gö-
rüşmeye gittiklerinde Öcalan, mevcut süreci değerlendireceğini
belirtiyor. Bu görüşmeden bir hafta önce 9 Eylül’de KCK,
AKP’nin ayları çarçur ederek sürecin ikinci aşamasına geçme-
mek için direndiğini ve çözüm için adım atmadığını gerekçe
göstererek geri çekilme sürecini durdurduğunu açıklamıştı.
Demirtaş, görüşmenin başlangıcında bu haberi Öcalan’a ilet-
tiğinde, “Haberim var... Değerlendireceğim” yanıtını alıyor.
Öcalan, sürecin artık yeni bir formatta devam etmesi gerek-
tiğini, bu zamana kadar devam eden sürecin diyalog olduğunu,
diyaloğun da fazlasıyla yapıldığını ve şunları söylüyor:
“Artık bu sürece ‘müzakere süreci’ diyeceğiz. Olursa tabii.
Hükümete bağlı, yazılı ve sözlü olarak hükümete ilettim. Eğer
kabul ederlerse Ekim ayıyla birlikte müzakere sürecini başlata-
cağız.”
Öcalan, KCK’nin geri çekilme kararını ise şu cümlelerle onay-
lıyor:
“AKP oyalamayı seviyor. Bana göre Kandil neyi varsa 1 Hazi-
ran’a kadar bitecekti. Önderlik olarak ben böyle öngörmüştüm.
Ama Kandil’in de haklı gerekçeleri var. Pusulama yaptılar, karakol
yaptılar, köylü katliamları yaptılar, geri çekilme için yasa çıkar-
madılar. Askeri amaçlı barajlar yaptılar. Kandil haklı olarak tedbir
aldı.”
Öcalan, konuşmasının bu noktasında, devleti temsilen gö-
rüşmede bulunan yetkiliye dönerek şöyle diyor:
“Sayın yetkili, ben 1 Haziran derken yasa çıkarılır, kamyonlarla

177
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

bir aylık yolu 12 saatte giderler diye düşündüm. Televizyonlara


çıkıp ‘Yok, Apo 1 Haziran demişti, örgüt dinlemedi’ diyorlar.
Bunlar kanat takıp mı gidecekti! Nasıl gidecekler? Hükümet
akıllı olsaydı, 1 Haziran’da biterdi.’
Öcalan daha sonraki görüşmelerin birinde, yasa çıkarmadan
geri çekilme çağrısı yaptığı için ‘öz eleştirisini veriyor’, hükü-
metin çözüm için atılan bu büyük adımı istismar ettiğini ve
fırsatı kaçırdığını anlatıyordu.
Öcalan, PKK’nin geri çekilmeyi durdurmasını da “Bu süreçte
yaptıkları tek doğru şey budur” diyerek destekliyordu.
Öcalan’ın hazırladığı ve her görüşmede tarafların görüş ve
önerilerini dikkate alarak revize ettiği çözüm için eylem planı
bir türlü hayata geçmiyordu. Zira müzakere süreci henüz başla-
mamış ve hükümet bunun için adım atmıyordu. Aksine, sadece
Hakkari bölgesinde bu süreç zarfında 189 karakol yapılmış,
Amed, Dersim ve birçok bölgede yüzlerce karakol ve kalekol
inşaatlarının ihalesi TOKİ’ye verilmişti. Öcalan’ın, insani olarak
oldukça önemsediği hasta tutsakların durumunda bir gelişme
olmadığı gibi, onların tedavileri bile engelleniyordu. Öcalan’ın
ve PKK hareketinin çözüm için attıkları adımlar ve iyi niyet ça-
baları, bir zafiyet olarak değerlendirilip, derinden askeri ve siyasi
saldırı hazırlıkları yapılıyordu. Bu hazırlıklara karşı direnen halka
saldırılıyor, sivil insanlar katlediliyordu.
Kandil ve İmralı’ya giden siyasi heyet mütemadiyen bu du-
rumdan rahatsızlıklarını dile getirip, hükümetin çözüm için ça-
lışmak bir yana, tasfiye hazırlıkları yaptığını açıklıyordu. Öcalan,
hükümetin bu süreci değerlendirmesi halinde mevcut Ortadoğu
kaosundan Kürt-Türk birlikteliğinin çıkacağını ve bu sinerjinin
bölgeye olumlu anlamda müthiş bir etki yapacağını düşünüyordu.
Süreç değerlendirilmez ve çözümsüzlük dayatılırsa büyük bir
kırılmanın olacağını HDP heyeti ve yine devlet heyetine sürekli
iletiyordu. Bu büyük kırılmanın olmaması ve savaşın derinleşme-
mesi için yapılması gerekenleri ayrıntılarıyla taraflara iletiyordu.
Eylül ve Ekim aylarındaki görüşmede “süreç artık yeni for-
matta devam etmeli” diyen Öcalan, 2014 Newrozu’na kadar mü-

178
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

zakerelerin başlaması ve adım atılması için değerlendirmelerde


bulundu. Sürecin artık istediği gibi gitmeyeceğini gören hükü-
met, rutin devlet heyeti dışında, dönemin Başbakan Yardımcısı
Beşir Atalay’ı İmralı Adası’na göndererek, gereken siyasi ve yasal
adımların atacağına dair taahhütte bulundu. Atalay bu gö-
rüşmede, Öcalan’a “hayal edemeyeceğiniz adımlar atılacak” de-
diğinde, devlet bürokrasisi Ankara’da PKK’ye karşı ‘çöktürme
planı’ hazırlıyordu!
Öcalan, AKP hükümetinin üst düzey siyasi temsilcisinin gi-
rişimine anlam vererek, bahar aylarında müzakere süreci başlay-
acağını bekliyordu.
Bunun için tüm detaylar konuşuldu ve İmralı’dan dönen söz
konusu yetkili, üyesi olduğu hükümete, Öcalan’ın barış için gös-
terdiği gayretin önemine dikkati çekti.
Ancak süreç böyle yürümedi.
Kuzey Kürdistan’da askeri hazırlıkları tırmandıran AKP hü-
kümetinin, Rojava’da da IŞİD vb. örgütlerle yaptığı hazırlıkları
ve Kobanê’ye yönelik saldırı hazırlıkları hız kazandı. Amaçları;
Kuzey Kürdistan ve Türkiye sınırları dahilinde gerillanın bir
daha hareket edememesini sağlamak, Rojava’daki kazanımlara
darbe vurarak İmralı masasına güçlü bir şekilde oturup taviz
almaktı. Oysa PKK açısından, devletin zor kullanılarak “taviz”
koparma çabasının bir karşılığı yoktu. PKK kendisini ‘özgür ve
demokratik yaşam için sonuna kadar mücadele eden bir hareket
olarak örgütlüyoruz’ diyordu.
Nitekim devletin bu anlayışı çerçevesinde Temmuz 2014’te
Kobanê’ye yönelik ilk saldırı dalgası başlatıldı. Bu saldırı kırıl-
dıktan sonra, 15 Eylül 2014’te bilinen pervasız saldırı başlatıldı.
Bu saldırıya karşı geliştirilen direniş ve başta 6-7-8 Ekim’de ol-
mak üzere dünyanın her tarafındaki ‘Kobanê’yi sahiplenme ey-
lemleri ve 1 Kasım Dünya Kobanê Günü’nde yaygın sahiplen-
melerin vuku bulması devletin karar organlarında masaya
yatırıldı. Öcalan’ın demokratik çözüm için geliştirdiği sürece,
Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni bastırmak amacıyla yaklaşan hü-
kümet, istediklerini elde edemeyeceğini görüyordu.

179
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Kobanê’deki savaş devam ederken, 30 Ekim 2014’te MGK


toplantısında ‘devam eden savaş hazırlıklarına hız verilmesi ve
topyekûn savaş kararı’ çıktı. (39) Nitekim Kasım’da İmralı Ada-
sı’na giden siyasi heyete Öcalan, “Kandil ne düşünüyor” diye
soruyordu. Heyetin “KCK yönetimi, MGK’nın 30 Ekim’de to-
pyekûn savaş kararı verdiğini düşünüyor” aktarımına da Öca-
lan’ın yanıtı, “Doğru, ben de öyle düşünüyorum. MGK topyekûn
savaş kararı vermiştir” oluyordu.
Zaten 2016 yılında, Devletin ‘Çöktürme Planı’ hazırladığı ve
bu planın söz konusu MGK toplantısında karar altına alındığı
belgeleriyle ortaya çıktı.(40)
Öcalan devletin bu savaş konseptini de boşa çıkarmak ve zayıf
da olsa çözüm ihtimalini zorlamak maksadıyla yeni bir çözüm
planı geliştirdi. Bu sıralarda yaptığı görüşmelerde, “Kobanê’yi
düşürürseniz Botan, Amed ve Serhat’a kadar dört kanton daha
ilan ederim” diye devlete uyarıda bulundu.
Öcalan, devletin aldığı savaş kararını boşa çıkarmak ve sürece
ivme kazandırmak için müzakerenin çerçeve taslağını hazırlay-
arak Kasım 2014’te taraflara sundu. PKK kendilerine ulaştırılan
taslağa itirazda bulundu. Taslak Öcalan’a geri gitti. Öcalan kısmi
bazı değişikliklerden sonra son haliyle açıklanmasını istedi. 4
ana başlık, 66 alt başlığı olan bu taslak taraflarca uygun görüldü.
Ve 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan 10 maddelik çerçeve
metin, 66 maddelik bu taslağın özetiydi.
Öcalan’ın hazırladığı taslağın tam metni şöyle:

Barış ve demokratik müzakere süreci taslağı

1- Yönteme dair
a- Sürecin yumuşak ve sert güç kavramlarıyla ilişkisi
b- Süreçte devlet, demokrasi ve iktidar ayrımının önemi, de-
vletçi, iktidarcı ve demokrasici çözümler.
c- Sürecin yasal temelinin netlik kazanması
d- Sürecin belirleyici yanı siyasettir; Demokratik siyasettir.
Diğer tüm hususlar demokratik siyasetle bağlantılı ele alınır.

180
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

e- Sürecin yazılı ve sesli belgelenmesinin gereği ve önemi


f- Süreçte temel kuram, kavram ve kurumların doğru ve ye-
terli tanımlanması, bazı temel paradigmalar sorunu
g- Tarafların ve üçüncü gözün, İzleme Kurulunun meşruiy-
eti
h- Süreçte eylemsizlik halinin doğru tanımlanması
i- Sürecin sonunda varılan mutabakatın yazılı hale getirilmesi
ve imzayla onanması

2- Giriş
a- Tarih boyunca Ortadoğu’da Kürt-Türk ilişkilerinin ma-
hiyeti, günümüzdeki durumu
b- Kürt-Türk ilişkilerinin giderek ağırlaşan sorunsallaşma-
sının iç ve dış nedenleri, Kapitalist Moderniteyle ilişkisi
c- Kürt-Türk ilişkisindeki sorunsallık, esas olarak devletin
dönüşümüyle ilişkilidir. Güncel iktidarlar, sorunu körce ve ikti-
darlaşma aracı olarak hep düşünmüşler ve kör şiddetin kurbanı
haline getirmekten çekinmemiştir.
d- Çözümün sistemsel özelliği ve Ortadoğu’daki kaçınılmaz
etkisi
e- Çözümün barış ve evrensel demokrasiyle bağı. Demokratik
barışın devlet ve toplum yapısında yol açacağı kaçınılmaz re-
formlar.
f- Sürecin anayasal ve yasal sonuçları
g- Sürecin güvenlik boyutu
h- Sürecin sosyal, kültürel etkileri
i- Sürecin kadın özgürlüğü ve ekolojik sonuçları
j- Süreç, Cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve
dışlanan tüm unsurların özgürce, eşitçe tanınması ve yeni norm
sisteminde yer almasıyla sonuçlanacaktır. Yeni, çoğul, demokratik
kamu düzeni geçerlidir.

3- Temel gündem başlıkları


a- Demokratik Siyasetin Doğru Tanımlanması ve İçeriği:
1- Kimlik kavramı, tanımı ve tanınması; çoğul, demokratik,

181
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

eşit ve yasal güvenceli çözüm.


2- Demokratik çözümün ulusal ve bölgesel (yerel) boyutlarının
doğru tanımlanması ve tanınması; ulusal ve yerel demokrasi ne
demektir? Anayasa ve yasal karşılığı nedir? Nasıl karşılanac-
aktır?
3- Vatandaşlık tanımı; yasal ve özgür vatandaş ne demektir?
Kimlikli ve demokratik vatandaşın, yasal kamu düzenine gü-
venceli ve eşit yansıması nasıl sağlanacaktır?
4- Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi nasıl tan-
ımlanacak ve kurumsallaşacaktır?
b- Barış ve Demokratik Çözümün Yasayla İlişkisi:
1- Anayasal ve yasal düzenlemeler
2- Cumhuriyet, vatan ve (Burada ‘devl’ yazılmış, ancak
sonra üstü çizilmiş. A.D.) milletin yeniden tanımlanması, çoğulcu
demokratik sistem.
3- Sosyo-ekonomik düzenin sistemsel tanımı
4- Birey ve kimliklerin, ifade ve örgütsel özgürlüklerinin tam
ve eşitçe sağlanması
5- Ulusal ve yerel (kimliksel ve bireysel) güvenlik kurumla-
rının yeniden tanımı ve teşkili
6- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal ifadesi
c- Çözüm Sürecinin Sosyo-Ekonomik Sistemle İlişkisi ve Ye-
niden Tanımlanması:
1- Neo-liberal kapitalizmin sınırlandırılması
2- Demokratik sosyalizme açık olma
3- Kadının sisteme eşit katılımı
4- Sistemin ekolojik tanımı
d- Çözüm Sürecinin Yol Açacağı Yeni Güvenlik Yapısı:
1- Devletin, vatanın ve milletin yeni güvenlik tanımı
2- Birey ve kimliklerin güvenliği
3- Ulusal ve yerel güvenlik ayrımı
e- Çözüm Sürecinde Kadın Sorunu ve Özgürlüğü:
1- Doğru tanımlama
2- Yasal ifadeye kavuşturma
3- Sisteme eşit ve örgütlü katılım

182
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

4- Ailede eşitlik ve özgürlük


f- Çözümün Ekolojik Boyutu:
1- Ekolojik sorunun çözümü, toplumsal sorunun çözümünün
ayrılmaz bir parçasıdır.
2- Yeni sistem ekolojiktir.
3- Çevre hakkı kutsaldır. Yaşamın vazgeçilmez gereğidir.
4- Yasalarda tam ve güvenceli ifadeye kavuşturulmalıdır.
g- Çözüm süreci, militarize edilmiş toplumdan sivil topluma
evrilmelidir. Süreç, sivil toplumu hedeflemelidir.
1- Aşırı militarizasyon faşizmdir.
2- Militarizasyondan ideolojik ve kurumsal arınma
3- Sivil toplumun faziletine inanma ve bilinç getirme
4- Sivil toplumu geliştirme, demokratikleştirme
h- Barış ve demokratik çözüm süreci, kültürel çoğulculuğu
ve özgürlüğü sağlamalıdır.
1- Çoğul kültürel yapının doğru tanımlanması
2- Kültürel ifade ve örgütlenme özgürlüğü
3- Kültür esas olarak dil, din, tarih ve eğitim konularında
ifade ve örgütlenme özgürlüğü olarak anlaşılmalı, anayasal ve
yasal güvenceye, kurumlaşmaya kavuşmalı
i- Misaki Milli’nin doğru tanımlanmasına dayalı bir Ortadoğu
ve dış politika tanımı geliştirilmelidir.
1- Kürt Sorunu bir Misakı Milli ve Ortadoğu bölgesi sorunu-
dur.
2- Misakı Millici çözüm, demokratik çözüm ve barışı gerekti-
rir.
3- Misakı Milli, tarihsel mirasa doğru sahiplenmeyi, egemen
sistemle hesaplaşmayı ve öz model geliştirmeyi gerektirir.
j- Süreç yakın tarihle (esas olarak Cumhuriyet tarihiyle) ha-
kikatler temelinde yüzleşmeyi gerektirir.
1- Yakın tarihle yüzleşme, TBMM ve dışından ehil bir ko-
misyonun önünde gerçekleşmelidir.
2- Komisyon önünde ilk savunma, süreci (Eylem Planı kap-
samında) başlatması nedeniyle Abdullah Öcalan tarafından ya-
pılmalıdır.

183
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

3- Sürece katkı açısından, komisyonca gerekli ve yeterli sayıda


birçok ilgili kişi ve kuruma söz hakkı tanınmalıdır.
4- Yapılan savunmaların, ilk üç başlık maddesinde onanan
hususlar temelinde TBMM Genel Kurulu’na, Eylem Planına
uygun biçimde taşınması esastır.

4- Barış ve demokratik çözüm sürecinin eylem planı:

a- İlk üç maddeyle bağlantılı bir eylem planı söz konusudur.


Yani eylem planı, ilk öncül 3 maddenin gereklerine bağlılık te-
melinde geliştirilmektedir. Kendi başına ele alınamaz.
b- Eylem planı, Senkretik (Eşzamanlılık-senkronik) bir an-
layışa sahip taraflar açısından eş zamanlı hareket etmeyi ge-
rektirir.
c- Eylem planı İzleme Kurulu’nun güvencesi altındadır. Ku-
rul, varılan mutabakatın ruhuna ve şekil şartlarının gereğine
uygun olarak, tarafların gereklerini yerine getirmede söz ve
karar sahibidir.
d- İlk Aşama: Tarafların ilk üç maddede belirlenen ve onanan
hususları (Devlet ve Örgütçe) en erken 1 Şubat’a kadar tamam-
lamayı gerektirir.
e- İkinci Aşama: TBMM ve dışındaki unsurlardan teşkili Ha-
kikat ve Yüzleşme Komisyonu önünde Abdullah Öcalan’ın sa-
vunmasına dayalı sürecin 15 Mart’a kadar PKK’nin TC’ye karşı
silahlı savaşıma son vermeyi, ilk üç başlıkta onanan hususlar
temelinde yeni program, strateji ve örgütsel yapısını kararlaştı-
racağı kongresinin Nisan ayı sonuna kadar tamamlanmasını
gerektirir.
f- Üçüncü Aşama: Devlet ve Örgütçe TBMM’nin yasama
faaliyetiyle bağlantılı olarak, silahlı güçlerin ya doğrudan yasal
sistemle eklemlenmesini ya da diğer mücadele alanlarına çekil-
mesini veya her iki biçimde yasal sınırlar dahilinde sonlandır-
mayı gerektirir. Sonlandırma tamamen yasal gereklerin yerine
getirilmesiyle bağlantılıdır.

184
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Öcalan silahlı mücadelenin


son bulduğunu açıklayacaktı...

Öcalan’ın hazırladığı taslağa göre, tüm başlıklar müzakere


edilecekti. Müzakereler 15 Şubat’ta bir sonuca ulaşacaktı. Eğer
mutabakat sağlanırsa bu defa pratik adımlar atılacaktı.
Pratik adımlara ilişkin Meclis bünyesinde bir komisyonun
kurulmasını öneriyor. Meclis dışından da üyelerin dahil olacağı
bu komisyonun görevi, hakikatleri araştırmak. Öcalan, bu ko-
misyonun en başta kendisiyle görüşmesini talep ediyordu. Bu
görüşmede, PKK hareketinin neden silahlı mücadeleye başvur-
duğunu, on yıllarca devam eden savaşta taraflardan kaynaklı
eksik ve yanlışların masaya yatırılmasını istiyordu. Öcalan, ‘silahlı
mücadelenin sonlandırılmasına’ ilişkin karar ve düşüncesini bu
komisyonla yapılacak görüşmede açıklayacaktı.
Eğer müzakere süreci 15 Şubat’ta bitse ve söz konusu ko-
misyon kurulsaydı Öcalan, Nisan’da Türkiye’ye karşı silahlı mü-
cadelenin son bulduğunun ilan edileceği PKK Kongresi’nin
toplanacağını çözüm taslağında belirtmişti.
Devlet, bu taslağı kabul ederek görüşmelere devam etti. Ve
İmralı Adası’nda müzakerelerin yapılması için bir oda ve orta-
sında büyük bir masa kuruldu. Bu masanın etrafında Öcalan,
genişletilmiş siyasi heyet ve devlet heyeti oturacaktı. Yanı sıra
tarafların ortak görüşleriyle kurulması kararlaştırılan izleme
heyeti de masada hazır bulunacak, müzakerelere şahitlik ede-
cekti.
Bu masa etrafındaki ilk toplantı 9 Ocak 2015’te yapıldı.
İmralı zindanında yapılan yeni salonun ve ortasında kurulan
büyük masanın etrafında ilk defa bir toplantı yapıldı.
Toplantıda Öcalan, HDP’den Pervin Buldan, İdris Baluken
ve Sırrı Süreyya Önder; devletten KGM Muhammet Dervişoğlu
başkanlığındaki bir heyet bulunuyordu.
Açılışı Öcalan yaptı: “Bugün tarihi bir toplantı yapıyoruz. Bir
süreç bitiyor, yeni bir sürece giriyoruz. Çok anlamlı bir iş yapıy-
oruz. Bunun için acele etmemiz lazım.”

185
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Dervişoğlu da Öcalan’ın bu sözlerini onayladıktan sonra tar-


tışmaya geçildi.
Başlayacak müzakere sürecinin içeriği ve teknik ayrıntıları
konuşuldu. Oluşturulacak izleme komitesine ilişkin isimler tar-
tışıldı. Devlet heyeti, KCK’nin bazı açıklamalarından rahat-
sızlığını dile getirince Öcalan, hükümetin gayriciddi, adım at-
mamasından doğan sıkıntıları ortaya koydu. Hasta tutsakların
bile bırakılmaması ve dahası insani bir konunun pazarlık konusu
yapılmasının ahlaki olmadığı masadaki devlet heyetine iletildi.
Nitekim HDP heyeti, bir süre önce Davutoğlu’nun bir gö-
rüşmede kendilerine, “hasta tutsakların bırakılmasına ben mü-
dahale ettim, bırakmadım” dediğini aktardı.
Masa etrafında, Şubat ayı başındaki ikinci görüşmede, taraf-
ların ortak bir açıklama yapmasının sürecin şeffaf yürümesi ve
tarafların sorumluluk altına girmesi için faydalı olacağı ko-
nuşuldu. Bu konuda uzlaşma sağlandıktan sonra ortak bir metin
hazırlığına gidildi. HDP, bir metin hazırlayarak devlet heyetine
sundu. Devlet heyeti de bir süre sonra başka bir metin hazırlay-
arak HDP yönetimine iletti. Bu metinde çözüm için atılacak
adımlar bulunmuyor, sadece PKK’nin nasıl silah bırakacağı ya-
zıyordu. HDP’nin bu metni sunduğu KCK çok sert bir itirazda
bulundu; metni reddetti. Cemil Bayık, bir televizyon progra-
mında “bizimle dalga geçmesinler, biz çocuk değiliz” diyerek
AKP’ye yanıt verdi.
HDP, devlet heyetinin hazırladığı metnin Öcalan ile İmra-
lı’daki masa etrafında yapılan konuşmaların ruhuna ters olduğu
ve “taraflar bu metni kabul etmezse biz açıklamayız” görüşün-
deydi.
Demirtaş, daha sonra, “AKP, bizden Öcalan’ı ve Kandil’i ya-
nıltmamızı istiyor” diyerek, partilerine dayatılan politikaya ışık
tutuyordu.
Ortak mutabakat metni konusunda doğan bu krizi çözmek
amacıyla 27 Şubat 2015’te tekrar İmralı Adası’na gidildi. Ve mü-
zakereler için hazırlanmış büyük masanın etrafında toplantı ya-
pıldı. Öcalan’ın, devlet heyetinin ve HDP’nin hazırladığı her iki

186
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

metni inceleyerek, ortak bir metin haline getirilmesi konusunda


iki heyetle tartışmaları oldu ve sonunda Dolmabahçe Sarayı’nda
okunan metin ortaya çıktı. İmralı Adası’ndan dönen devlet ve
HDP heyeti, sonraki gün, yani 28 Şubat’ta ortak açıklama için
anlaştı. Toplantının Dolmabahçe Sarayı’nda olmasını devlet is-
tedi.(41)
HDP heyeti, toplantının yapılacağı yere gittiğinde oturma
şekli konusunda bazı sorunlar çıktı. Hükümet heyeti, Erdoğan’ı
bizzat arayarak duruma ilişkin bilgilendiriyordu. Erdoğan,
oturma şekline ilişkin çıkan sorunlara da “o tür küçük şeylere
takılmayın, açıklamayı yapın” şeklinde müdahale ederek toplan-
tının olması için telkinde bulunuyordu.
Toplantının olması için bu tür teknik konulara da dahil olan
Erdoğan, daha sonra toplantıdan haberinin olmadığı ve bunun
yanlış olduğunu söyleyecekti.
Nihayetinde, 28 Şubat’ta yapılan tarihi açıklama ile 10 mad-
delik mutabakat metni halkın bilgisine sunuldu.
Erdoğan ve Türk medyası açıklamayı olumlu karşıladı. Türk
gazetelerinin 1 Mart 2015 tarihli nüshalarındaki
manşet/sürmanşet ve birinci sayfalarında Dolmabahçe açıkla-
ması için şu başlıklar atıldı:
Akşam: Barışa dev adım (Manşet)
Bugün: 10 maddede polemik - İşte 10 maddelik taslak metin
(Birinci sayfa)
Cumhuriyet: Dolmabahçe anlaşması (Manşet)
Habertürk: Bu bir çağrıdır (Manşet)
Hürriyet: Tarihi çağrı (Birinci sayfa)
Milat: Tarih yeniden yazılıyor (Manşet)7
Milliyet: PKK’ya silah bırak çağrısı - 10 Madde ve İç Güvenlik
Paketi (Manşet)
Posta: Barış çok yakın (Manşet)
Sabah: Şimdi barış zamanı (Manşet)
Yeni Şafak: Çözüm Sürecinde Tarihi Gün - Silahlara veda
çağrısı (Manşet)
Star: Barış baharı (Manşet)

187
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Takvim: Tarihi çağrı (Manşet)


Taraf: Silahlara veda çağrısı (Sürmanşet)
Türkiye: Tarihi gün (Manşet)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, açıklamanın yapıldığı
akşam, Suudi Arabistan’a gerçekleştireceği resmi ziyaret öncesi
Atatürk Havalimanı’nda, o günkü Dolmabahçe Mutabakatı üze-
rine şöyle konuştu:
“Silahların bırakılması çağrısı, bizler için çok çok önemli bir
beklentiydi. Bu, demokratik açılım süreciyle başlayan bir çağrıdır,
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’yle başlayan bir çağrıdır. Şimdi
de Çözüm Süreci’yle devam eden ve ‘Bunu artık noktalayalım’
diye hasretle beklediğimiz bir çağrıdır. Tabii çağrılar güzeldir
ama asıl olan, daha önce de söylediğim gibi, uygulamadır.”
Aynı Erdoğan, Mart 2015’te ise Ukrayna ziyaretinden döner-
ken uçakta gazetecilerle konuşurken, daha önce “hasretle be-
klediği toplantı” için şunları söyleyecekti:
“Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Çünkü bu
toplantıda başbakan yardımcısıyla (Yalçın Akdoğan) şu an par-
lamento içinde olan bir grubun yan yana resim vermesini ben
şahsen doğru bulmuyorum. O metinde bir demokrasi çağrısı
yok. Neresini kabul edeceğim? Çoğunun demokrasiyle falan ala-
kası yok. Hala yeni yeni talepler ortaya çıkıyor. Bir metin okun-
madı, iki metin okundu. Onların okuduğu metinle Yalçın Bey’in
okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Onların tamamen
aksine. Yani birbiriyle tamamen örtüşen bir şey yok. O zaman
neyi görüştüler? Buna ortak bir deklarasyon diyebilir misiniz?
Böyle bir şey var mı?” (42)
Erdoğan, Dolmabahçe’de yapılan açıklamadan sonra 10 mad-
delik mutabakat metninin sadece ‘silah bırakma’ bölümüne ta-
kılarak süreci manipüle etmeye devam etti.
Halbuki İmralı Adası’ndaki konuşmalar ve varılan uzlaşmaya
göre süreç şu şekilde devam edecekti:
Öcalan mevcut heyete yeni üyelerin de dahil olmasıyla, kendi
müzakere heyetini oluşturacaktı. Devlet heyeti de son iki gö-
rüşmede olduğu gibi görüşmelerde yer alacaktı. Devlet adına

188
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

da orada olacak heyetin karar verebilecek nitelikte olması gere-


kiyordu.
Her iki tarafın mutabakatıyla oluşacak gözlemci heyet de tar-
afların tartışmalarında yaşanacak olası tıkanmalara alternatifler
arayacaktı. Öte yandan gözlemci heyet tarafından, pratikte tar-
afların anlaşmaya göre adım atıp atmadıkları kontrol edilecekti.
Taraflar madde madde başlıkları tartışacak ve içerikleri for-
müle etmesi için bazı maddelerde uzman kişilerden oluşacak
bir komisyon kurulacaktı.
Varılacak uzlaşmanın sonucunda yasal düzenlenmeler yapı-
lacaktı. 28 Şubat’ta açıklanan 10 maddenin en sonuncusu anay-
asal düzenlemeydi.
Fakat seçim süreci olduğu için 5 Nisan’dan sonra yasal dü-
zenlenmelerin olacağını kimse beklemiyordu. Kürt hareketinin
beklentisi şu şekildeydi:
Varılacak mutabakatın taraflarca imzalanması, seçimden önce
adımların atılması, seçimlerle oluşacak yeni Meclis’in yapacakları
düzenlenmelerin de bu anlaşmada güvence altına alınması...
Eğer müzakere süreci taraflar için başarılı bir sonuca ulaşır,
Meclis komisyonu oluşup Öcalan ile görüşseydi, o zaman, PKK
Kongresi’nin de gündemi netleşmiş olurdu. Zira Öcalan, komisyon
aracılığıyla tam anlamıyla bağlayıcı bir mesaj vereceğini söylemişti.
Öcalan’ın büyük adımlarına karşın hükümetin henüz net bir
yol haritası yoktu. Daha çok Öcalan’ın yaptığı hamlelere karşı
politika geliştirmeye çalışıyordu. Zihin kodlarında henüz Kürtleri
halk olarak kabul bile etmeyen hükümetin bu çözüm için adım
atması beklenmiyordu. Ama Öcalan, ‘toplum ve devleti barışa
alıştırmalıyız’ diyordu, sürekli. Bunun gereği olarak sürecin de-
vam etmesinde ısrar etti.
20 Mart 2015’de Öcalan, sekretarya görevi için yanına götü-
rülen tutsaklarla yaptığı sohbette, Erdoğan’ın bir gün önceki
“Kürt sorunu yoktur ve izleme komitesi olmayacak” açıklama-
sını, sözü uzatmadan gündeme getiriyor: “Erdoğan bu sözlerle
süreci bitirdi” diyor. (Kaynak: İmralı’da Dokuz Gün Kitabı- M.
Sait Yıldırım. Sayfa 130)

189
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

5 Nisan 2015’te yine HDP ve devlet heyetinin bulunduğu gö-


rüşmede, Öcalan, Newroz mesajı ve seçimlere ilişkin görüşlerini
belirtti. İzleme heyetinde yer alacak kişilerin isimleri tekrar
gözden geçirildi. Newroz’dan sonra izleme heyeti, devlet heyeti
ile HDP heyeti İmralı Adası’ndaki müzakere masası etrafında
toplanacak, süreç resmen başlamış olacaktı.
Fakat bu görüşme Öcalan ile yapılan son toplantı oldu.
Zaten 5 Nisan görüşmesinden önce de “Masa yok, müzakere
yok, Dolmabahçe yok” denilerek, ‘çözüm için kurulan’ İmralı
masası devrilmişti.

Süleyman Şah operasyonu

Çalışmamızın son bölümüne geçmeden önce, Rojava-Ankara


arasında çok konuşulan Süleyman Şah operasyonunu da hatır-
latmakta fayda var. Bu konu, hem İmralı’da yapılan görüşmeler
hem de Ankara’nın Rojava’ya bakışı konusunda bize önemli
işaretler veriyor.
2015 yılı Şubat ayında gerçekleşen ‘operasyonun’ özeti şöyle;
Rojava yönetimi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki
ilk görüşme veya ‘işbirliği’ sanıldığı gibi Süleyman Şah opera-
syonu veya Salih Muslim’in Ekim 2014’teki ziyareti ile başla-
madı.
Rojava’dan Ankara’ya ilk resmi heyet Haziran 2013’te gitti.
İlk görüşme Dışişleri Bakanlığı binasında gerçekleşti. Bu gö-
rüşmede, Rojava yönetimi adına giden bir heyet ile Türk Dışişleri
Bakanlığı’ndan ‘Suriye masası’ yetkilileri yer aldı.
Bu görüşme trafiği daha sonra aralıksız bir şekilde sürdü.
Ankara’daki yetkililer, Rojava yönetimi ile yaptıkları her gö-
rüşmede ‘Başkan Öcalan’ın da bu görüşmeden haberi var’ me-
sajını da ilettiler.
Her iki taraf arasında belirlenen muhataplar sürekli irtibatta
oldu. Devamında Antep, Urfa ve Mardin valililerinin de hazır
bulunduğu görüşmeler yapıldı. Valiliklerdeki görüşmelerde daha
çok sınır hattındaki sorunlar ele alınıyordu.

190
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Haziran 2013’te başlayan ilk görüşme ve devamındaki tüm


görüşmelerde Türk tarafı, Rojava yetkililerine PKK’li olarak hi-
tap etti. Rojava tarafı ise, ‘Öcalan’ın fikirleri etrafında örgütlenen
ama PKK ile organik bağı olmayan bir yapı’ olduklarını muha-
taplarına kabul ettirmeye çalıştı.
Eylül 2014 tarihinde IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasıyla ilişkiler
yeni bir sürece girdi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davu-
toğlu, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı arayarak ‘Salih
Muslim ile görüşmek istediğini’ aktardı. Demirtaş’ın ilettiği
mesaj üzerine Salih Muslim, bakanlık müsteşarı Feridun Sinir-
lioğlu ile İstanbul’da bir araya geldi.
Bu görüşmede Kobanê için Rojava’ya ‘yardım yapacağız’ me-
sajı verildi. Ancak çok geçmeden, bunun bir yanıltmaca olduğu
ve Kobanê’nin düşürülmek istendiği ortaya çıktı. Verilen hiçbir
sözün yerine getirilmediği gibi ‘bize biat etmezseniz IŞİD’in
hedefi olursunuz’ tehditleri yapıldı.
26 Ocak 2015’te Kobanê IŞİD’ten temizlendikten 4-5 gün
sonra, AKP hükümeti HDP İmralı Heyeti üzerinden Rojava yö-
netimi ile görüşmek istediğini aktardı.
2015 yılı Şubat ayının başında Salih Muslim Brüksel’den
İstanbul’a geçti. Aynı gün, batılı bir ülkenin diplomatları ile gö-
rüşmek için Ankara’da bulunan Rojavalı başka bir üst düzey
temsilci de İstanbul’a geçerek Salih Muslim ile bir araya geldi.
Rojavalı yöneticiler Ankara hükümetinin kendilerini niçin davet
ettiğini bilmiyordu.

Dolmabahçe’de yapılan
‘Rojava’ toplantısı

Aynı gün görüşme planlanmıştı.


Taraflar arasındaki toplantı Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı.
Türkiye adına Feridun Sinirlioğlu ve beraberindeki bir heyet
hazır bulunuyordu. Rojava ise Salih Müslım ve diğer bir yönetici
tarafından temsil ediliyordu.
Açılış konuşması Sinirlioğlu tarafından yapıldı. Müsteşar Si-

191
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

nirlioğlu, ilk önce ‘Ahmet Davutoğlu’nun selamları’nı iletti ve


hemen devamında ‘Öcalan’ın da bu toplantıdan haberdar ol-
duğunu’ aktardı.
Zaten aynı saatlerde HDP İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya
Önder, Dolmabahçe Sarayı’nda hazır bulunuyordu ancak taraflar
arasındaki bu toplantıya katılmadı.
Sinirlioğlu, Rojava yöneticilerini davet etme sebebinin Sü-
leyman Şah türbesi olduğunu açıkladı ve kendilerinden yardım
talep ettiklerini ekledi.
Toplantı Şubat ayı başında yapılıyor. Birkaç gün önce IŞİD
Kobanê’den çıkartılmıştı. Süleyman Şah Türbesi de 30 km Ko-
banê’nin güneyinde ve o sırada IŞİD’in denetiminde bulunuy-
ordu. Burada 40 Türk askeri vardı ve IŞİD kuşatması altınday-
dılar.
Türkiye o vakte kadar Cerablus üzeri (ki burası da IŞİD işga-
lindeydi) askerlerin lojistiğini sağlıyor ve gidiş gelişler mevcuttu.
Yani yaklaşık 2 yıl IŞİD’le işbirliği şeklinde Süleyman Şah türbe-
sindeki varlığına devam ettirmişti.
Ama bu durum artık yürüyemiyor ve YPG, IŞİD’i Türbeden
çıkarırsa o zaman ‘Türkiye kendi ecdadının türbesini kurtara-
madı ama YPG kurtardı’ söylemi yayılacaktı. Türbeyi taşıma gi-
rişimi bu söylemin önüne geçilmek için başlatılmıştı. Fakat gel
gör ki bu da YPG’siz olmuyordu.
Bu anımsatmayı yaptıktan sonra tekrar Dolmabahçe toplan-
tısına dönelim. Feridun Sinirlioğlu burada şu mesajı veriyor:
IŞİD orayı bize karşı koz olarak kullanıyor. Türbeyi taşımak is-
tiyoruz. Devlet ve hükümet olarak Türbenin taşınması için karar
aldık. Taşıdıktan sonra ise orayı patlatacağız. Türbeyi Kobanê
topraklarına taşımak istiyoruz. Orada iktidar olan sizsiniz ve
sizin yardımınızla bunu yapmak istiyoruz.’
Rojava tarafı ise olayın askeri boyutu olduğunu ve bunu YPG
ile konuşmak zorunda olduklarını aktarır. Bunun üzerine Sinir-
lioğlu, ‘YPG’nin bize yardımcı olmasını istiyoruz’ talebini te-
krarlar.

192
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Salih Muslim’e
İmralı’ya gitme önerisi

Görüşmelerin sürdürülmesi için karar alınır ve ilgili muha-


taplar belirlenir. Bu konuda daha sonra istişare edilmek üzere
kapatılır. Sinirlioğlu, hükümet ve PKK arasında yapılan gö-
rüşmelerde de tıkanma olduğunu ve Rojava yönetiminin bu ko-
nuda yardımcı olabileceğini söyler. ‘Nasıl yardımcı olunur’ tar-
tışmasının devamında Türk tarafı, ‘Salih Muslim’ın İmralı’ya
gidebileceğini’ belirtir. Ancak bu görüşme hiçbir zaman ger-
çekleşmez.
Toplantıdan sonra Salih Muslum, Feridun Sinirlioğlu ve Sırrı
Süreyya Önder Dolmabahçe Sarayında ayrı bir görüşme ger-
çekleştirilir. Görüşmenin içeriği Öcalan’a aktarılmak üzere Ön-
der’le paylaşılır.
Bu toplantıdan iki gün sonra, Dolmabahçe’de hazır bulunan
bir devlet bürokratı Rojava’daki muhatabını arar ve Süleyman
Şah için ayrıntıları görüşmek üzere toplantı planlanır. Suruç-
Kobanê sınırındaki karakolda yapılan toplantıya MİT, Genel-
kurmay temsilcisi ve Dışişleri bakanlığı temsilcisi, Rojava tara-
fından ise YPG temsilcisi, Rojava İstihbaratı temsilcisi ve siyasi
bir yetkili hazır bulunur. İki hafta neredeyse her gün bu toplantı
yapılır. Şubat ayı ortasında Ankara, Rojava yönetimini tekrar
Dolmabahçe’ye davet eder ve ‘operasyona hazır olduklarını’ bil-
dirir.

Süleyman Şah Operasyonu nasıl yapıldı

Operasyon için taraflar ortak karar alır. Türk tarafı bölgede


konumlanan IŞİD gruplarını uçakla ve toplarla vurulacağını söy-
ler ve bunun için YPG’den koordinat istenir. YPG’nin verdiği
koordinatların hiçbiri Türk uçakları tarafından bombalanmaz,
top atışı yapılmaz.
Ve 22 Şubat 2015 gece yarısı Suruç-Kobanê sınırında yaklaşık
60 tank, 60 zırhlı araç ve 300 asker sevk edilir. Ama YPG sadece

193
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

12 tank, 30 araç ve 150 askerin geçişine izin verir. Operasyonda


yaklaşık 150 YPG savaşçısı de yer alır.
YPG savaşçıları Türk askerlerini Türbenin 200 metre yakınına
götürür. Türbe alınır ve yeri patlatılır. Türbenin eski yeri halen
enkaz şeklinde duruyor.
Bilindiği üzere Şah Süleyman Türbesi Kobanê’nin Eşme
köyüne getirilir. Burayı da Türk tarafı belirlemiştir. Arazi sahibi
önceden haberdar edilir. Türk yetkililer burada kaldıkları müd-
detçe arazinin kirasını vereceklerini belirtir ve bunun için Suruç
kaymakamı görevlendirilir. Ancak bu para hiçbir zaman veril-
mez.
Rojava ile TC arasında ortaklaşa yapılan tek girişim budur ve
bunu da Ankara yönetimi kendi hanesine yazdı.
Ancak Şah Süleyman Türbesi halen orada duruyor, Kadın or-
dusu YPJ ile Türk Bayrağı arasındaki mesafe sadece 100 metre.
Bu operasyon, Öcalan’ın Newroz 2015 mesajına da yansıdı.
Öcalan, Mart ortasında Newroz mesajını hazırlayıp ilettikten
sonra Ankara’dan kendisine şöyle bir talep gider; ‘Şah Süleyman
operasyonuna atıfta bulunsanız süreç açısından faydalı olur.’
‘Eşme ruhu’ kavramının tam olarak mesajda yer alması da An-
kara tarafından istenir.
Öcalan, özelde Suriye ve genelde bölgede Kürt-Türk barışı
ve birlikteliğini sembolize etsin düşüncesiyle ‘Eşme ruhu’ cüm-
lesini Newroz mesajına yerleştirir.
Ancak hatırlanacağı üzere Newroz’dan hemen sonra da Ge-
nelkurmay başkanlığı tarafından bu mesaj reddedildi.

194
III. BÖLÜM
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Soru ve yanıtlarla
PKK’nin müzakere süreçlerine yaklaşımı

Peki, bütün bu gelişmeler PKK cephesinden nasıl değerlen-


diriliyor?
Bu süreçlere ilişkin sorularımızı KCK Yürütme Konseyi Eş
Başkanı Besê Hozat, PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Ka-
rayılan ve KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’ya yö-
nelttik...
Besê Hozat’la kendilerinin ve Türk devletinin sürece yaklaşımı
üzerine konuştuk. Mustafa Karasu Oslo Görüşmelerinden so-
rumlu yetkili. Murat Karayılan 2013’e kadar KCK Yürütme Kon-
seyi Başkanlığı ve akabindeki Halk Savunma Merkez Karargah
Komutanlığı görevlerinden dolayı sürecin doğrudan muhata-
plarından biri.

197
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Besê Hozat ile söyleşi

– Özellikle 2005’ten itibaren bir şekilde hareketinizle diyalo-


glar gelişiyor. Amerika’dan, Avrupa’dan ateşkes çağrıları yapı-
lıyor. 2005’ten 2015’e kadar on yıllık bir görüşme süreci var. Za-
man zaman kesintiler oluyor, ama genelde görüşmeler yapılıyor,
bir türlü de çözüm olmuyor. Neden? Bu on yıllık süreci özetley-
ebilir misiniz?

– Uluslararası Komplo ile bağlantılı ele almak, süreci anlamak


açısından önemlidir. Hareketi tasfiye amacıyla Uluslararası Kom-
plo gerçekleştirildi. Fakat Önderliğimizin geliştirdiği yeni para-
digma, yeni strateji, Hareketin aldığı ateşkes kararı ve gerilla
güçlerinin sınır dışına çekilmesi, Önderlik ve Hareket tarafından
atılan askeri ve siyasi adımlar, yine her yerde halkın Önderlik ve
Hareket etrafında çok görkemli ayağa kalkışı, direnişi oldu. Bu
yaklaşım ve mücadele Uluslararası Komplo’yu o dönem açısın-
dan boşa çıkardı. Komplonun amacı, Önderliğin ve Hareketin
tasfiyesiydi. Bu anlamda boşa çıkarıldı. Eğer bir süreç geliştiyse
Harekete yönelik tasfiye politikasının boşa çıkarılması sonucu-
dur.
Komplo sürecinde Türkiye ciddi ekonomik ve siyasi kriz
yaşıyordu. Sistem krizi, ekonomik kriz çok ciddiydi. Zaten eko-
nomik krizin patlatılmasıyla Ecevit hükümeti devrildi. Ecevit’i

198
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

götürdüler. AKP o koşulların ürünü olarak ortaya çıktı. Öncesi


de var bunun tabii. Devlet içerisinde zemini hazırlanıyor. Akpnin
iktidara gelişi 12 Eylül Darbesi sonrası izlenen politikayla bağlan-
tılıdır. Ama siyasi açıdan bu eğilim ilk defa AKP ile iktidara
taşındı. Ve AKP bu sürecin bir ürünü olarak ortaya çıktı. AKP,
Özgürlük Hareketimizin ateşkes ilan ettiği koşullarda iktidara
geldi. AKP iktidarı tüm çağrılara rağmen hiçbir adım atmayınca
1 Haziran 2004’te Hareket tekrardan mücadeleyi geliştirme ka-
rarı aldı. Atılan adımlara devlet cephesinden karşılık verilmedi.
Bazı vaatler vardı, devletin Önderlikle çeşitli görüşmeleri vardı.
Ancak devlet Önder Apo ve Hareketimizin 2004 Haziran öncesi
yarattığı 5 yıllık yumuşama sürecini doğru değerlendirmedi.
PKK’yi tasfiye planı yürürlüğe konuldu, sürdürüldü. Örgüt içe-
risinde geliştirilen tasfiyecilikle örgüt tamamen etkisizleştirilmek
ve tasfiye edilmek istendi. İç tasfiyeciliğin gelişmesinde doğru-
dan AKP’nin etkisi, uluslararası güçlerin etkisi, işbirlikçi gü-
çlerin etkisi vardı. Bu da boşa çıkarılınca, iç tasfiyecilik tasfiye
edilince yönelim daha da şiddetlendi. Ve onun üzerinden Hareket
ateşkes sürecini 1 Haziran 2004 tarihinde bir açıklamayla bitirdi.

– Neden önemli? Hareketiniz bu kararı almasaydı ne olurdu?

– Çünkü 1 Haziran Hamlesi ile birlikte gerçekten çok büyük


bir direniş ve mücadele süreci başladı. Çok güçlü eylemler ge-
lişti. Toplumda ciddi bir direniş ortaya çıktı. Siyasi, askeri olarak
Hareket son derece büyüdü, güçlendi. Hem Kuzey Kürdistan’da
ve Türkiye’de, hem de genel olarak bölgede hareket kendisini
toparladı. Hareket içerisindeki tasfiyecilik tasfiye edildi. Yeni
paradigma ile hareket kendisini, PKK Yeniden İnşa Kongresi
ile yapılandırdı. Yeni strateji temelinde, yeni paradigma teme-
linde güçlü bir açılım yaptı. İdeolojik, siyasi ve askeri olarak
hamle gerçekleştirdi. Bu durum devleti yeni bir arayışa itti. O
zaman AKP yeni iktidara gelmişti. Halen devlet içerisindeki var-
lığı zayıftı. AKP kendisi açısından da bir strateji belirlemişti.
Türkiye’de rejimi değiştirme hedefi ile iktidara geldi. Kemalist

199
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ulus devletçi, laikçi rejimi yıkıp yerine dinci, milliyetçi ve ırkçı


yeni bir ulus devlet rejimini geliştirme projesi ve stratejisi ile
AKP iktidara geldi. Iktidara geldiği dönem AKP’nin son derece
zayıf olduğu bir dönemdir. Devlet içerisinde, orduda AKP’ye
karşı ciddi bir muhalefet var. Toplum halen hazmetmemiş. Top-
lumun çok büyük bir kesimi Türkiye’de AKP zihniyetini, eğili-
mini sindirmemiş, hazmetmemiş. Bu konuda çok ciddi bir mu-
halefet var, rahatsızlık var. Yani ne devlet, ne de toplumun çok
büyük bir kesimi AKP’yi hazmetmiş durumdaydı. AKP de büyük
bir hedef ile iktidara geldi. İşte rejimi değiştirme temelinde
2023 hedefi belirledi. Tabii bunları o dönem açısından gizli tu-
tuyordu. O açıdan AKP’nin yumuşak bir sürece ihtiyacı vardı.
AKP’nin devlet içerisinde örgütlenmesi, kadrolaşmasını geliştir-
mesi, devlet üzerinde kontrol kurması, kendisini Türkiye top-
lumuna kabul ettirmesi için ciddi bir hazırlık, çalışma, mücadele
sürecine ihtiyacı vardı. Böyle bir süreç için de sert bir savaş sü-
recine değil de daha yumuşak bir sürece ihtiyacı vardı. Yani
ateşkese, ateşkeslere ihtiyacı vardı. Bir çatışmasızlık sürecine
ihtiyacı vardı. Bundan hareketle dil değişikliğine gitti, üslup
değişikliğine gitti ve bazı taktik adımlar attı,. Erdoğan Amed’e
gitti, Kürt sorununu kabul ettiği ve çözeceği yönünde konuşma
yaptı.
“Kürt sorunu benim sorunumdur” dedi... Benim sorunumdur
ve Kürt sorununu çözeceğiz, dedi. Bu, bahsettiğim hesapların,
planların bir adımı olarak gelişti. Bu anlamda, bu konuşmalar,
bu tarz atılan adımlar birer taktikti. Bu sonraki süreçlerde çok
çarpıcı olarak ortaya çıktı. Tabii o süreçler açısından biz de Ha-
reket olarak gerçekten bu stratejik bir yaklaşım mıdır, taktik
midir, acaba Erdoğan/AKP samimi midir, değil midir... Bunu
anlamaya çalışıyorduk. Önderlik de bunu anlamaya çalışıyordu.
Toplum da anlamaya çalışıyordu. Bu yeni üsluptu, yeni bir dildi.
Kuşku ve güvensizlik yanında bir beklentiye de yol açmıştı. Bazı
kesimlerde umut da yaratmıştı. Biz de Hareket olarak anlamak
istedik, önemsedik. Fakat bu devletin de bir tarihi var. Kürtlere
90-95 yıldır uyguladığı bir siyaset var. Yani hemen buna inanma

200
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

gibi bir yaklaşımdan ziyade zaman içerisinde anlama yaklaşımı


içerisine girdik. Ve şans tanımak istedik. Yani eğer gerçekten
yaklaşım samimi bir yaklaşımsa, Kürt sorununu çözmeye dönük
bir niyet, bir plan ve zihniyet varsa, bunun zeminini biz de kendi
açımızdan kolaylaştıralım, dedik. O zeminin oluşmasına katkı
sunalım dedik. Bu yaklaşımla 1 Ekim 2006 tarihinde ateşkes
kararı aldık, eylemsizlik kararı aldık. AKP yeni iktidara gelmiş,
böyle de söylemlerde bulunuyor, böyle bir yaklaşım ortaya
koyuyor, biz de katkı sunalım, diye düşündük. Varsa gerçekten
böyle bir niyeti adım atar. Bu eylemsizlik kararını AKP değer-
lendirmedi. Söylemlerini hiçbir zaman pratikleştirmedi. Bir süre
sonra o söylemlerde de bir gerileme oldu. Bir gün Kürt sorunu-
nun çözümünü dillendiren çeşitli yaklaşımlara gitti, ertesi gün
reddeden bir yaklaşıma gitti. Erdoğan bir dönem ‘Kürt sorunu
nedir, düşünmezsen yok’ demişti. Bundan da şu yaklaşım çok
açık bir şekilde ortaya çıktı; AKP taktik yapıyor, zaman kaza-
nıyor.
AKP son derece pragmatik bir siyaset yürütüyor. Kürt soru-
nunu istismar ediyor. Kürtlerin sorunun çözümüne dönük be-
klentilerini istismar ediyor. Halkı beklentiye koyarak, umut ya-
ratarak oy devşirmeye çalışıyor. Destek toplamaya çalışıyor.
Hareketi de sürekli beklenti içerisine koyarak, ateşkes ve ey-
lemsizlikle hareketi mücadelesiz bırakmaya çalışıyor. Mücade-
lesiz, hareketsiz, reflekssiz kalan bir Hareketi de böyle zamana
yayarak iradesini kırma, pasifize etmeyi amaçlıyor. Toplumu da
direniş iradesinden düşürme, pasifize etme, zamana yayarak
çürütme siyaseti yürütüyor.
2006’nın sonlarında, 2007’de AKP’nin bir oyalama siyaseti
içerisinde olduğu, özünde de bunun bir tasfiye siyaseti olduğu,
bir çözüm niyetinin olmadığı, Kürt sorununa dönük ifade ettiği
tüm olumlu söylemlerin birer taktik olduğu, aslında zaman ka-
zanma, bu zaman içerisinde kendisini devletin içerisinde örgüt-
leme, gelecek seçimlere yatırım yapma, Kürtlerin desteğini alma,
oy devşirme hesabı ile böyle bir süreci geliştirdiği netleşti.
2006 sonlarında özellikle Önderliğimizin durumuna ilişkin

201
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

çok ciddi bilgiler bize geldi. Önderliğimizin zehirletildiği, ciddi


bir imha planının İmralı’da yürütüldüğü, eş zamanlı olarak Ha-
reket üzerinden de büyük bir tasfiye konseptinin yürütüldüğü
yönünde somut bazı bilgiler geldi. Onun üzerinden zaten örgüt
bir açıklama yaptı. Avukatlar devreye girdi. CPT devreye girdi.
Ve bir zehirleme sürecinin olduğu netleşti. Yani AKP bir taraftan
böyle söylemlerde bulunurken, diğer taraftan İmralı’da imha
konseptini devreye koyuyor. Hareketimizin tasfiye edilmesini
devreye koyuyor.

– Buna karşı siz ne yaptınız?

– AKP’nin tasfiye planına karşı ‘Êdî Bes e’ sloganıyla Önder-


liğimizin özgürlüğü, tecridin kalkması, ekseninde direnişi
büyütme hamlesi gerçekleştirme kararı aldık. Ve bunun üze-
rinden büyük bir mücadele ve direniş süreci tekrardan başladı.
Buna karşılık devlet önceden planladığı savaş konseptini devreye
koydu. Medya Savunma Alanları’na kapsamlı hava saldırıları ve
bir süre sonra da 2008’de kapsamlı Zap Operasyonu başlatıldı.
Diğer taraftan da İmralı’ya dönük, Harekete dönük NATO’yu,
Amerika’yı da dahil ederek onların da desteğiyle topyekûn savaş
yürüttü. Medya Savunma Alanları ve Kuzey eyaletlerini de kap-
sayan saldırılar yoğunlaştırıldı.

– Ama bu süreçlerde görüşmeler de sürüyor mu?

– Bütün bu süreçler boyunca da Oslo’da süren bir görüşme


süreci var. Bir taraftan topyekûn bir savaş, Hareketi tasfiye etme
planı yürütüyor, diğer taraftan da Hareketi Oslo Görüşmeleri
ile hep beklenti içinde tutarak, oyalayarak Hareketin güçlü mü-
cadele, etkili savaşma iradesini de sınırlandırmaya çalışıyor. Ya-
pabilirse irade kırmaya çalışıyor. Eylemlerde, savaşta, toplumsal
direnişte de Harekete ayar verme, kontrol etmeyi sınırlandırmayı
hesaplıyor. Yani Hareket beklentiye girerse mücadeleyi de kon-
trollü yürütecek, savaşı da kontrollü yürütecek, diye düşünüyor.

202
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

AKP kendince Oslo sürecine böyle bir rol vermiştir. Oslo süreci
de bu topyekûn savaşın, tasfiye sürecinin bir parçası olarak ge-
lişti. Bu anlamda Oslo süreci, öyle Kürt sorununu demokratik,
siyasi olarak çözmeye dönük geliştirilen bir süreç değil. Er-
doğan’ın Amed’de 2005’te yaptığı konuşma ne kadar taktik bir
konuşma ise, ne kadar baştan sona Hareketi oyalamaya, zamana
yayarak mücadeleyi çürütmeye dönük bir konuşma ve sonrasında
buna endeksli gelişen politikaysa, Oslo Görüşmeleri de benzer
bir amaçla sürdürülmüş senaryodur.

– Ama bu sürecin içerisinde uluslararası güçler de var. An-


kara’nın ayrı, arabulucu güçlerin ayrı ajandası mı var?

– Yani bize biraz ayrı gibi geliyor. Bazı uluslararası kesimler,


güçler, dünyanın çeşitli yerlerinde de, farklı coğrafyalarda,
yaşanan benzer sorunlarla ilgilenen kesimler var. Türkiye’de de
Kürt sorunu ile bu kesimler ilgilenmek istedi. Kürt sorununun
çözümü için çaba göstermek istedi, rol almak istedi. Bu anlamda
bu güçlerin yaklaşımını biz çok art niyetli düşünmüyoruz. Belki
düşündükleri çözüm bizim istediğimiz düzeyde değildir. Ancak
onların ajandası, yaklaşımları Türkiye’den farklıdır. AKP bunları
da kullanmak istedi. Yaklaşım buydu, işin aslı buydu.

– Yani bütün bu görüşmeler AKP açısından bir senaryoydu...

– Tabii ki AKP açısından bir senaryoydu. AKP bunları da bu


senaryoya dâhil etmek istedi. Uluslararası meşruiyet açısından,
kendisini daha inandırıcı kılmak için, Hareketi daha fazla inan-
dırmak için, toplumu inandırmak için, dünyayı da kandırmak
için, bu tür iyi niyet yaklaşımları içerisinde olan kesimleri de
kendi amacı doğrultusunda kullanmayı esas aldı. Kendini inan-
dırıcı kılmak, Hareketi bir beklenti sürecine koymak, planını
uygulamak için böyle bir şeyi geliştirdi. Bu anlamda AKP’nin
kendi cephesinden geliştirdiği süreç çözüm ile alakası olmayan,
tamamen bahsettiğim yürüttüğü o konseptin bir parçasıydı.

203
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

– Ama siz hareket olarak, 2005, 2006, 2007 tecrübelerini de


göz önünde bulundurarak Oslo’ya gittiniz. Türkiye’nin çözüm
istemediğini bildiğiniz halde neden bu görüşmeleri sürdürdünüz?

– AKP öncesinde de devlet içerisinde bazı kesimler diyalog


ve görüşme arıyordu. Bazı diyalog ve görüşmeler de olmuştu.
‘93’te başlayan çeşitli diyaloglar vardı. Avrupa’da görüşmeler
oldu, bazı arkadaşlar katıldı bu görüşmelere. Ordu, MİT içinde,
devlet içinde, devletin çeşitli organları, kanatları içinde bazı
kesimler çeşitli görüşmeler yaptılar arkadaşlarla. Önderliğin
Hareketin başında olduğu süreçte de bu tür görüşmeler oldu.
Devlet içinde Kürt sorununu siyasal çözümüne dönük, demo-
kratik çözümüne dönük, müzakere ile çözmeye dönük yak-
laşımlar gösterenler oldu. Bu eğilimin ne kadar samimi olduğu
da bilinmiyor. Fakat Devlet içinde güçlü bir eğilim değildi.
Devlet içerisinde bu eğilimler geliştiğinde, örgüte bu tür tale-
pler yansıdığında, Önderlik Hareketin başındayken ve sonraki
süreçte de, İmralı’da olduğu süreçte de bu tür yaklaşımlara
büyük bir anlam biçti. Hep değerlendirmek istedi. Çünkü Ha-
reketin, Önder Apo’nun, genel olarak da PKK’nin yaklaşımı
her zaman böyle olmuştur. Paradigmayı değiştirmeden önceki
yaklaşımı da böyleydi. Paradigmayı değiştirdikten sonra, stra-
tejiyi değiştirdikten sonra Kürt sorununun çözümünde, yön-
teminde köklü bir değişikliğe gitti. Yani Kürt sorununu siyasal
yöntem ile çözmeyi Hareket hep öncelikli bir yaklaşım olarak
ele aldı. Bu yaklaşımı hep önceledi.
Bilindiği gibi ‘93’te bu yönlü eğilim zayıf da olsa hissedil-
diğinde Önderlik değerlendirmek istedi. Mesela Turgut Özal’ın
‘93’te Kürt sorununun çözümüne dönük eşitli açıklamaları oldu.
Hatta ‘federasyonu da tartışabiliriz’ dedi. Önder Apo bunu çok
önemsedi. Turgut Özal Misak-i Milli’yi de gündeme koydu, fakat
şu an Erdoğan’ın gündeme koyduğu gibi değil. Özal’ın yaklaşımı
daha çözümleyici bir eğilimdeydi. En tepeden, devlet içerisinde
böyle bir eğilim gelişince ordudan, MİT’ten de bazı kesimler
Hareketle sorunun siyasal çözümüne dönük görüşme arayışı

204
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

içerisine girince ve bazı görüşmeler olunca, Özal’ın bu tür açı-


klamaları olunca ‘93’te ateşkes ilan edildi.
Hareketin baştan itibaren, Kürt sorununu salt silahlı müca-
dele ile çözme, silahlı mücadelenin Kürt sorununu çözmenin
tek seçeneği olacağı yönünde yaklaşımı yoktu. Böyle tarihsel so-
runlar salt kendi başına silahla çözülecek sorunlar değildir. Silah
bir yöntemdir. Silah sorunun demokratik siyasal çözümü için
bir mücadele yöntemidir. Kürt sorunu müzakere yolu ile çözülse,
siyasal yöntemler ile çözülse silaha zaten ihtiyaç olmazdı. İnkar
edildiği için, Kürtler imhaya tabi tutulduğu için bir zorunluluk
olarak silahlı mücadele ortaya çıkmıştır. Silahlı mücadele çok
istenilerek, çok tercih edilerek geliştirilen bir seçenek değildir.
Zorunluluğun bir sonucu olarak devreye giren bir yöntemdir.
Türk devleti baştan itibaren Kürtleri inkar etmeseydi, imha et-
meseydi, Kürtlerin haklarını verseydi; Kürtler kimlik, statü
sahibi olsaydı Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde, silaha hiçbir
biçimde ihtiyaç duyulmazdı. PKK inkar ve imhanın bir sonucu
olarak ortaya çıkan bir Harekettir. Silahlı mücadele de bunun
bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Bu anlamda baştan itibaren, Önder Apo, Hareket sorunun
siyasal çözümünü hep öncelikli ele alan, devletten de bu tür bir
yaklaşım, niyet varsa, bu konuda her türlü zemini, imkanı ve
koşulu sunan, bu konuda pratik adım da atan bir tutum ve yak-
laşım içerisinde oldu. Mesela, AKP süreci de öyleydi. O süreçte
de tasfiye siyaseti yürütülüyordu, örgüt içerisinde ihanet ge-
liştirildi, Hareketi tasfiye etmeye yönelik çok ciddi komplolar
geliştirildi. Uluslararası Komplo’nun devamıydı içteki ihanet.
AKP iktidara geldi, Erdoğan -daha sonra pişmanlık duyduğu-
‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ dedi, ‘bu sorunu çözeceğim’
dedi. Biz de ‘yeni iktidara gelmiş bir partidir, şans tanıyalım,
imkan verelim, katkı sunalım’ dedik ve eylemsizlik kararı aldık.
Yani sonraki süreçte de ABD ve dış güçlerden aldığı destekle
topyekun savaşı sürdürdü.
Önderlik, AKP topyekûn savaş dışında, Hareketi tasfiye etme
dışında bir şey düşünmüyor, dedi. Yani AKP’nin izlediği siyaset

205
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

bir oyalama siyasetidir, dedi. Önderliğin ulaştığı kanaat da buydu,


Hareketin kanaati de buydu. (…)
AKP’nin niyetini bilmesine rağmen görüşmelere devam et-
mesi Hareketimizin iyi niyetli yaklaşımından kaynaklı bir du-
rumdur. Yoksa Hareket de AKP’ye inandığı, AKP’nin bu süreci
çözeceğine, Kürt sorununu çözeceğine, bu süreci geliştire-
ceğine inandığı için bu süreci geliştirmedi. Hareketin kaygıları,
kuşkuları, güvensizlikleri tabii ki vardı. Ama dediğim gibi
baştan itibaren devletten doğru gelişen bu tür yaklaşımlara
karşı, inisiyatiflere karşı Hareket hep yüksek bir duyarlılık ge-
liştirdi. Bu da Kürt sorununun siyasal çözümüne dönük olan
yaklaşımını, iyi niyetini ve bu konudaki istemini ortaya koyuyor.
Onun üzerinden Hareket görüşmeyi kabul etti ve o görüşmeler
ile birlikte Önderlik bilgilendirildi, Önderliğin de gündemine
girdi. Hareketten giden mektuplar, MİT yolu ile Önderliğe
veriliyordu. Önderlik okuyordu, görüşlerini belirtiyordu, MİT
heyeti getirip Oslo’da arkadaşlara veriyordu. Arkadaşlar değer-
lendiriyordu, ona göre Önderliğe tekrar mektup yazıyordu.
Bir bakıma MİT Hareket ile Önderlik arasında postacılık ya-
pıyordu. Yani öyle de bir rol oynuyordu o süreç açısından. Ön-
derlik Oslo’daki görüşmelerin de bir oyalama olduğunu daha
baştan fark etmişti. O yüzden o süreci çok hazmetmedi. Onu
da ifade etti zaten. Harekete bunun bir oyalama olabileceğinin
işaretlerini veriyordu. Fakat niyetini ortaya çıkarmak için de
değerlendirmek istiyordu.
Uluslararası güçler de işin içindeydi, çeşitli heyetler de işin
içindeydi. Kürt sorunu, bir bölge sorunu ve dünya sorunudur.
Türkiye sorunu olmaktan çıkan bir sorundur. Şimdi bu anlamda
uluslararası güçlerin rolü tabii ki bu anlamda önemliydi. Ve Ha-
reket bunu da önemsedi. Yani Kürt sorununun evrensel karak-
terini, uluslararası güçlerin de bu sürecin içerisinde olmasını
önemsedi. Bunun belki bir sonuç çıkarabileceğini, yani rolünün
olabileceğini ve AKP’yi, devleti düşündüğümüz gibi olmasa da
bir çözüme zorlayabileceklerini düşünerek bu sürece bir şans
verdi. Fakat Hareket de İmralı’daki Türk heyetin yaklaşımlarına

206
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bakarak bu sürecin gelişeceğine, sorunun çözüleceğine inan-


madı. Baştan itibaren de kuşku, kaygıları vardı zaten.

– Siz mevcut durumda, bu geçmiş süreçleri de değerlendirerek,


sorunun müzakere yaparak çözüleceğine inanıyor musunuz?

– Bu devlette köklü bir zihniyet değişikliği olmadan Kürt so-


rununun demokratik müzakere yöntemi ile, siyasal yöntem ile
çözülmesi mümkün değil. Bu netleşti. Uzun süren görüşmelerin
bir türlü ilerlememesi, müzakereye evrilememesi Türk devleti-
nin bir çözüm yaklaşımı olmadığını ortaya koyuyordu. Mesela
Oslo süreci öyledir, 2015’e kadar sürdü. 2013’ten 2015’e kadar
İmralı ile düzenli bir diyalog süreci vardı. HDP heyeti devredeydi.
Önderlik ile bir taraf gibi görüşüyorlardı. Sonuçları bize geliy-
ordu, görüşler geliyordu. Fakat süreç bir türlü müzakere aşama-
sına gelmedi. Müzakereye evrilmedi.

– Neden? Bu süreç için ‘müzakere ve çözüm süreci’ deniliy-


ordu...

– Çözümün olmaması devletin zihniyetidir. Devletin zihniy-


etinde, Kürt sorununa dönük politikasında köklü bir değişiklik
yoktur. İnkâr, imha zihniyeti aşılmış değil. Tekçi zihniyet aşılmış
değil, ulus devletçi tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek dil, tek
din zihniyeti aşılmış değil. Tekçidir, milliyetçidir, mezhepçidir,
ırkçıdır, cinsiyetçidir. Dolayısıyla karakteri faşisttir ve ırkçıdır.
Irkçı ve faşist olan bir zihniyet, bir devlet zihniyeti Kürt sorunu
gibi köklü bir sorunu, yüz yıllık bir sorunu demokratik yöntem-
lerle, siyasi yöntemlerle çözemez. Çözmesi için bu zihniyetin
demokratik olması lazım. Bu kadar tekçi ve inkârcı, ırkçı olan
bir zihniyet doğal olarak bu süreçleri ilerletemez. Bu süreçleri
geliştirmesinin nedeni de siyasidir, taktikseldir. Bu ortaya çıktı.
Yani AKP’nin de diğer hükümetlerden, iktidarlardan farkı yok.
AKP Türk ulus devlet sisteminin, zihniyetinin en yoğunlaşmış
ifadesidir. En yoğunlaşmış halini ifade ediyor. Türkiye Cumhu-

207
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

riyeti tarihinde AKP süreci kadar gerçekten milliyetçi, mezhepçi


ve ırkçı bir süreç, faşist bir süreç yaşanmamıştır. Uygulamalar
bunun kanıtıdır. 1925, 1938’deki süreçler yaşanıyor. Daha kor-
kunç süreçler yaşanıyor Türkiye’de, Kürdistan’da. Öyle ‘90’lı
yıllar süreci de değildir. 1980’li yıllar süreçleri gibi de değildir.
Tamamen 1924, 25, 37, 38 süreçleri şu anda Türkiye’de
yaşanıyor. Bir soykırım süreci yaşanıyor. AKP Türk ulus devlet
zihniyetinin o inkârcı, imhacı zihniyetini; en çılgın halini, en
pervasız halini, en ucube halini temsil ediyor. Bu zihniyet Kürt
sorununu demokratik yollarla çözebilir mi? Bu mümkün müdür?
Siyasi yöntem ile Kürt sorununu ele alabilir mi? Mümkün değil.
Ve şu çok daha somut bir biçimde dünyanın da gözünün önünde
zaten açığa çıkıyor; AKP bütün bu diyalog süreçlerini, kesinlikle
devleti ele geçirmek için, kendisini devlete yerleştirmek için,
rejimi değiştirmek için bir taktik olarak kullandı.
Biz bu görüşme süreçlerine bir müzakere süreci olarak bak-
madık. Çünkü böyle bir aşamaya hiç evrilmedi. Önderlik böyle
bir aşamaya evrilmesi için olağanüstü çaba gösterdi. Makul yak-
laşımlar ortaya koydu. Ama Kürt inkarcı zihniyet değişmediği
için görüşmeler AKP açısından oyalama ve zaman kazanma
dışında başka bir aşama öngörülmedi.

– 9 Ocak 2013’te yaşanan Paris Katliamı’nın davası da düştü.


Üç kadın arkadaşınızın Türk devleti tarafından katledildiğini
açıklamıştınız. Bu düşüncenizi halen koruyor musunuz? Bir tar-
aftan sizinle görüşmeler, diğer yandan neden böyle bir katliam?

– Paris Katliamı içerisinde MİT’in rolü var. MİT yer aldı.


Paris Katliamı’nı yapan da MİT, Oslo Görüşmelerini yapan da
MİT’tir. Oslo’da görüşmeler yaparken, diğer taraftan da Hakan
Fidan Hareketin yönetimini tasfiye etme planı yapıyorlar ve bunu
Paris’te pratikleştiriyorlar. Bu çok çarpıcı bir şey. Her şeyi açı-
klayan, her şeyi ifade eden bir gerçeklik. Ve bu Paris Katliamı’nı
Gülen’le birlikte, yani Cemaat ile birlikte yaptılar. Bunun ulu-
slararası ayağı da var tabii. Fransız istihbaratı da içindedir. Fakat

208
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bunu esas planlayan, MİT ile Cemaattir. PKK’nin 20-30 yöne-


ticisi katledilirse PKK tasfiye olur diyorlardı. O zaman el ele,
kol kola yürüyorlardı. Devlet içerisinde ittifak kurmuşlardı, büyük
bir operasyon başlatmışlardı Cemaat ile AKP. Devleti ele geçirme
operasyonu yapıyorlardı. İkisinin ittifakı iktidardaydı. İkisi ittifak
halindeydi, birlikte Türkiye’yi yönetiyorlardı. Ve Paris Katliamı’nı
birlikte planladılar.

– Niye daha önce yapmadılar da İmralı süreci başlayınca


yaptılar?

Oslo Görüşmelerini yürütürken, Paris Katliamı Hareketin


iradesini kırma, istedikleri şeyleri bu görüşmelerde Harekete
kabul ettirmenin bir saldırısıydı. Bu tür saldırılarla Hareketin
iradesini kıracaklarını düşünüyorlardı. Hareketin iradesini kırıp
kendi düşündükleri şeyleri kabul ettirmeyi dayatacaklardı. Kendi
hesaplarınca bunu yapacaklardı.

– Bu görüşmeleri organize eden aracılarla görüşmeleriniz sü-


rüyor mu? Aracılar devletle de görüşüyorlardır. Şu an bir görüşme
süreciniz var mı?

– Onların çabaları hâlâ sürüyor. O konuda belli çabaları var,


arayışları var. Fakat AKP’nin, Türk devletinin zihniyeti, yak-
laşımları ortadadır. Bununla bir yere gidilemeyeceği de çok açık-
tır. Onların (aracıların) bu konudaki arayışları anlamlıdır. Biz
önemsiyoruz, gerçekten değer de biçiyoruz. Fakat devletin bu
kafasıyla ne yeni bir süreç başlar ne de sonuç alınır. O açıdan da
bu çabalar bir sonuç verecekse, yani arayış içerisinde, çaba içe-
risinde olanlar emeklerinin boşa çıkmasını, boşa gitmesini iste-
miyorlar ve bir sonuç almak istiyorlarsa, bunun yolu da Avrupa
Birliği’nin, Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye dönük politikalarında
ciddi bir değişiklik yapmasından geçer. Yani Türkiye’ye karşı
eğer Avrupa ciddi tutum almazsa, politika değişikliğine gitmezse
bu kesimlerin de bu çabaları çok fazla sonuç vermez. Türkiye’nin

209
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

bu zihniyette ısrar etmesi; inkârcı, imhacı zihniyette, soykırımcı


zihniyette ısrar etmesinin temel bir nedeni de uluslararası gü-
çlerin, Avrupalı devletlerin yıllardır Türkiye’ye verdikleri des-
tektir. Türkiye’nin bu politikalarını tutum ve yaklaşımlarıyla bir
bakıma onaylamalarıdır. Zaman zaman aktif, zaman zaman pasif
ama özet olarak da desteklemeleridir. Avrupa’nın bu yaklaşımı
her zaman Türkiye’ye, bu tavırsız, tutumsuz, onaylayan, Kürtlere
karşı Türkiye’nin yürüttüğü soykırım politikalarını terör olarak
ele alan, teröre indirgeyen, PKK’yi terör olarak gören yaklaşım
ve anlayışları, NATO ülkesidir diye de Türkiye’ye her türlü eko-
nomik desteği, silah desteğini, istihbarat desteğini, teknik des-
teğini sunan tutum ve yaklaşımlar Türkiye’ye cesaret verdi, güç
verdi. Bu da Türkiye’deki bu inkârcı, imhacı, ırkçı zihniyeti pe-
kiştirdi, derinleştirdi. Bu zihniyeti değiştireceksek eğer, bu gü-
çler de bu çabalardan sonuç almak istiyor, Kürt sorununun de-
mokratik çözümünü geliştirmek istiyorlarsa, o zaman devletin
bu zihniyetini hep birlikte değiştirmemiz lazım. Bu da Türkiye
yumuşak yaklaşır yanımızda tutarız ve bazı şeyler kabul ettiririz
demekle olmaz. İnkarcı zihniyet bu yaklaşımı biliyor, buna göre
hareket ediyor ve Avrupa’yı kullanıyor. Bu yaklaşım Türkiye’yi
demokratik bir tutuma çekmek yerine, bu tutumu inkarcı
zihniyet için kullanmasına yol açıyor. Avrupalılar bu gerçeği an-
lamadıkları müddetçe Türkiye’de değişim yaratmak mümkün
değildir.
Devletin bu zihniyeti nasıl değişir? Bizim vereceğimiz mü-
cadele önemlidir, toplumsal mücadele önemlidir, bu bizim
işimizdir ama bu güçlerin de işi, Avrupa devletlerinin Türkiye’ye
dönük politikalarını değiştirmesine katkı sunmaktır. Yani bu ko-
nuda rol oynamalarıdır. Bu önemlidir. Avrupa Türkiye’ye silah
vermezse, Kürtlere karşı savaşta, Türkiye’ye hiçbir teknik silah
desteği sunmazsa, istihbarat desteği sunmazsa, ekonomik yard-
ımda bulunmazsa planlarını uygulamada, ciddi bir siyasi tutum
ve tavır alırsa, PKK’yi de terör listesinden çıkarırsa, orada Kürt
sorununun adını doğru koyar ve Türkiye’yi kesinlikle Kürt so-
rununu demokratik yöntemler ile çözüme zorlarsa, buna karşı

210
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

bir tutum ve mücadele içerisinde olursa, Türkiye bu inkar ve


imha zihniyetini terk eder, terk etmek zorunda kalır. O zaman
işte çözüme gelir. Kürt sorununu demokratik olarak çözme niy-
etini ortaya koyar ve bu konuda ciddi bir zihinsel, politik
değişikliğe gider.

– Bu görüşlerinizi ilgili taraflara doğrudan aktarıyor musu-


nuz?

– Tabii tartışıyoruz. Kendileriyle de tartışıyoruz. Türkiye’de


demokratik temelde sorunun çözüm yolu belirttiğimiz gibidir,
başka türlü olmaz. Yoksa istedikleri kadar çaba harcasınlar,
Türkiye zihniyetini değiştirmeden, sürekli bu politikalarını yü-
rütmede dışarıdan destek aldıkça, destek buldukça hiçbir ge-
lişme kaydedilemez. Hiç kimse sonuç alamaz.

211
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Mustafa Karasu
2004-2012 sürecini değerlendiriyor

– 2004-2005 süreçlerinden özetleyerek sormak istiyorum: Bu


süreçte iç sorunlarınız vardı, diğer yandan da 1 Haziran 2004’te
gerilla direnişini yeniden başlatma kararı çıktı. Kürt hareketi
için bu yıllar ne anlam ifade ediyor?

– 2004 süreci önemli. 2004 öncesi tasfiyecilik süreci var. Tas-


fiyecilik konsepti, birçok gücün içinde olduğu bir süreçti. Bu
sürecin içinde ABD vardı, Güney Kürdistanlı güçler vardı, AKP
vardı. Bir tasfiye konsepti, örgütü ele geçirme girişimiydi. Buna
karşı tabii bir duruş gösterildi. Tasfiyecilik aslında Önderlik
projesine karşı bir hamleydi.
Önderlik 2003’te yazdığı savunmalarında Hareketimiz için
sistem değişikliği önerdi. Bu kongreler sistemi. İşte Kongra
Gel. Bunu önerdi ve bu temelde bir değişime gidilmesini önerdi.
Diğer taraftan da gerilla direnişini başlatma kararı almamızı is-
tedi. Kongra Gel sistemini önerdi. Biz 2003 Temmuz PKK top-
lantısına gelirken aslında gerilla direnişini başlatma kararı için
de gitmiştik.

– Yani 1 Haziran 2004 kararını bir yıl önce mi alacaktınız?

212
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

– Evet. 2003’te başlayacaktı. Öyle geldik. Tabii kongreler si-


stemine geçme kararımız da vardı. İki temel değişiklik için Tem-
muz toplantısına gitmiştik. Fakat Temmuz toplantısında ters
bir durum ile karşılaştık. Bırakalım direnişi başlatma kararı al-
mayı; tamamen direnişi bırakmak gerektiği dayatması yapıldı.
Bu noktayı biraz açar mısınız? Önderliğiniz nasıl bir proje
önermişti ve buna karşı yapılan neydi?
Önderlik Atina Savunmasında kendi projesini anlatırken, Hal-
kların Kongresini, Kongra Gel’i neden önerdiğini söylerken 3
temel argümanı ortaya koyuyor. Bir; ABD müdahale edecek.
ABD’nin bölgeye müdahalesine karşı halkların kendi seçeneğini
ortaya çıkarması. Yani ABD müdahale edecek, yeni bir Ortadoğu
dizayn edecek, buna karşı halkların ve Kürt Özgürlük Hareke-
ti’nin ABD’nin müdahale seçeneğine karşı kendi seçeneğini ge-
liştirmesi gerekiyor. Kongra Gel çözümünü, halka dayalı çözümü
dayatmak gerekiyor, diyor. İkincisi; ABD’nin müdahalesi ile bir-
likte KDP ve YNK’nin kendi kongrelerini halkın kongreleri gibi
göstermelerinin önüne geçmek için halkın gerçek kongresinin
gerçekleştirilmesi. Yani; işbirlikçi Kürtlerin kendi kongrelerini
halk kongreleri gibi göstermelerinin karşısında halk kongresinin
kendisini ortaya koyması. Üçüncüsü; PKK’nin 30 yıllık yürüttüğü
mücadelenin, geliştirdiği toplumsal tabanın halk iradesi biçi-
minde kongreye evrilmesi. Bu üç etkenle sürece müdahale et-
meyi istedi. Kongra Gel genel kuruluyla bu temelde kongreler
sistemine geçmeyi önerdi. ABD’nin Ortadoğu’ya müdahale sü-
recinde Önderliğin de sürece müdahale etmesi, alternatif ortaya
koyması, Harekete yönelik bu saldırıların temel nedenidir. Ön-
derliğin bu hamleleri, Hareketimizi yeniden mücadele eder hale
getirmek istemesi ABD, AKP ve KDP tarafından engellenmeye
çalışıldı.

– AKP neden bunu engellemeye çalıştı?

– Çünkü AKP’ye bölgede ABD müdahalesine uygun bir güç


olma rolü verildi. AKP iktidarının bölgeye müdahalede rolü

213
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

önemliydi. Çünkü ABD bölgeye müdahale ederken Türkiye’de


bir İslami iktidar olmasını önemli görüyordu. Türkiye’de İslami
bir iktidar olmasaydı Ortadoğu’daki İslami hareketler bundan
güç alırdı, bu müdahaleye karşı da etkili bir hareket geliştirebi-
lirlerdi. İşte AKP’ye bu tür hareketlerin gelişimini önleme ve
frenleme rolü verildi. Özcesi ABD müdahalesi karşısında Orta-
doğu’da İslam hareketinin gelişmemesi, tepkilerin olmaması
için AKP iktidarı geliştirildi.

– Peki KDP?

– Aslında o dönemde tasfiyeciliğin gelişmesi için özellikle


Kürt işbirlikçiliği çok harekete geçti. KDP Önderliğin bu ham-
lesini önlemek, müdahalesini önlemek için çok çaba harcadı.
Parti içinde etkilediği kişilerle sonuca gitmek istedi. Bu dö-
nemde, biz mücadele etmek istiyoruz, 1 Haziran Hamlesi’ni
yapacağız. Kongrede örgüt içindeki tasfiyeciler ‘alınacak direniş
kararı Türk devletine hizmet eder; bu savaş şuna buna hizmet
eder’ biçiminde bu mücadelenin önüne geçmeye çalıştılar.
Dışarıdan da şu propaganda yapıldı; aslında başlatılacak bir mü-
cadele, bir direniş Kürtlerin direnişi değildir, Türk devletinin
projesidir. Bu direnişin başlamasının Güney Federasyonunu
tasfiye hareketi olduğunu, bunun da Kemalistler, ordu tarafından
İmralı’da Apo’ya baskı yaparak kabul ettirildiğini söylediler. Bu
tabii çok ciddi bir durumdu. Hem içeride örgüt içinde bu var,
hem dışında var. Yani her engeli aşabilirsin ama bu hamle Kürt
karşıtı olarak tanımlanıyor. Kürtlerin oluşturduğu federasyonu
engelleme girişimi olarak tanımladılar. Bu argüman, bu yaklaşım
bir kampanya biçimde yürütüldü. Bizzat Türkiye, KDP ve ABD
bu argümanı gündemleştirerek mücadeleye geçmemizi engel-
lemek istediler. Bu bakımdan tasfiyecilik dışarıdan büyük destek
aldığı gibi bizim mücadelemizi engellemek için de her şeyi yaptı.
Çok zorlandık.
2004 hamlesi için şunu söyleyebilirim; 2004 hamlesini biz
gerçekleştirecek durumda değildik. Örgüt bu güçte değildi.

214
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Eğer Önderliğin müdahalesi tasfiyeciliği etkisizleştirmede rol


oynamasaydı biz 2004 hamlesini yapamazdık. Evet, biz de mü-
cadele ettik, şu oldu bu oldu, arkadaşlar da mücadele etti fakat
eğer Önderliğin çabası olmasaydı 1 Haziran 2004 Hamlesi’ni
yapamazdık. Çünkü bu söylem, bu karşıtlık, işte ‘Türk devleti
Güney Federasyonu’nu engellemek için yaptırıyor’ argümanı,
kolay kolay aşılacak bir argüman değildi. Bu konuda çok şeyler
söylendi, yazıldı, çizildi. Yani öyle bir töhmet altında bırakıldı
ki, gerçekten 1 Haziran Hamlesi çok zor gelişti. Hamlenin ge-
lişmesi öyle kolay olmadı. Göründüğü gibi değildi. Çok sıkıntılı
geçti. İşte fedailer, tarihteki kahramanlık dönemlerinde olduğu
gibi kahramanca mücadele edip şehit düşen yoldaşların çabasıyla
bu hamleyi geliştirebildik. Kuşkusuz Önderliğin çabasıyla tas-
fiyeciliğin etkisizleştirilmesi böyle bir hamlenin önündeki en-
gelin kaldırılmasını sağladı.

– Bu hamleniz Güney Federasyonunu nasıl etkiledi?

– 1 Haziran 2004 Hamlesi olmasaydı, bizim direniş olmasaydı,


Güney Federasyonu ayakta kalamazdı. Dağılırdı.

– Neden?

– Mücadele gelişince AKP zorlandı, Türk devleti zorlandı. Mü-


cadelemiz gelişince tabii devlet, hükümet Başurê Kurdistanlı
siyasi güçlere ihtiyaç duydu. Başurê Kurdîstan’ı karşısına alma
yerine artık ilişki kurma, birlikte hareket etme ve bu temelde
PKK’yi tasfiye etme konseptine geldi. Şimdi şunu da düşünmek
lazım; Kürtler Kuzey Kürdistan’da bu kadar güç olmasaydı,
PKK’nin mücadelesiyle, Rojava’da güç olmasaydı, Doğu’da güç
olmasaydı, PKK’nin öncülüğüyle Kürtler her alanda büyük bir
güç haline gelmeseydi, Başur federasyonu korunabilir miydi? Sa-
dece Başur Federasyonu olsaydı, bu federasyonu Türkiye, İran,
Irak herkes rahatlıkla bitirirdi. O federasyon böyle geniş Kürt
mücadelesinin, geniş Kürt siyasi gücünün ortamında ayakta kaldı.

215
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Zaten 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra resmi


olarak kabul edilmesi de bize karşı savaş kararıyla olmuştur.
1992’de Başur savaşının ilan edilmesiyle Kürdistan Parlamen-
tosunun kuruluşu aynı gündür. 2 Eylül’de parlamento ilan edil-
miştir, 3 Eylül’de de savaş ilan edilmiştir. Yani o savaş çerçeve-
sinde Türk devleti o parlamentoyu kabul etmiştir. İşte 2004’te,
Önderliğin de çabasıyla tasfiyecilik tasfiye oldu. Aslında Önderlik
tasfiyecilerin üzerine fazla gitmedi. Yani burada Önderliğin çok
ustaca bir yaklaşımı oldu. O dönem dikkat edilirse tasfiyecilikten
çok örgüt yönetimi eleştiriliyordu. Örgüt yönetimi eleştiriliyordu
fakat ortaya ne konuluyordu? Devrimci ilkeler, mücadele ilkeleri
konuluyordu. O ilkeler zaten tasfiyeciliğe karşı mücadelenin il-
keleriydi.

– Yani eleştirilen örgüt yönetimiydi ama ilkeler kime karşı?

– Tasfiyeciliğe karşı. Bu ilkelere örgüt içinde herkes uyacak.


Ne oldu? Önderlik ilkeleri koyunca, örgüt ilkeleri koyunca, mü-
cadele ilkeleri koyunca tasfiyecilik kaçtı gitti. Eleştiriden kaç-
madı. Ortaya konulan örgüt ilkeleri, örgüt yapılanması, yeni mü-
cadele anlayışı ortaya konulunca -zaten o tasfiyeciliğin reddettiği,
tasfiyeciliğin karşı olduğu şeylerdi- tasfiyecilik kaçtı gitti.
Tabii tasfiyecilerin kaçması Harekete karşı mücadeleyi bitir-
medi. Mücadeleyi dışarıdan yürüteceklerdi. Dışarıda zaten biraz
önce belirttiğim gibi ‘bu mücadele Türk devletine yarıyor, Ke-
malistlerin, Genelkurmay’ın projesi’ diyerek engellemeye ça-
lıştılar. Bu durum Türkiye’ye karşı yeniden başlatılan 1 Haziran
hamlesinin meşrulaşmasında, topluma yayılmasında bir dönem
sıkıntı yarattı.

– Hangi gelişmelerden sonra Hareketinize ‘siyasal çözüm içe-


rikli’ mesajlar gelmeye başladı?

– 2005’te Erdoğan’ın bilinen Amed konuşması var. Biz ondan


sonra 1 aylık ateşkes ilan ettik. Ardından Milli Güvenlik Kurulu

216
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

toplantısı oldu ve orada savaş kararı aldılar.


Şimdi o süreci şöyle özetlemek gerek; 2003’te Erdoğan ikti-
dara geldiğinde Önderlik esaret altındaydı, gerilla güçlerimiz
geri çekilmişti. Bu ortamda Erdoğan’a Kürt sorununu sordular.
Erdoğan “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” dedi. Konsept
böyle. Erdoğan da devlet gibi “Apo yakalandı, zindana girdi, artık
bu iş bitmiştir” diye düşündü. Yani Erdoğan iktidara gelirken
programında PKK’ye karşı bir mücadele yaklaşımı yoktur. Yani
bize karşı bir savaş anlayışıyla, ‘ben teröre karşı veya PKK’ye
karşı mücadele edeceğim’ diye gelmedi iktidara. Böyle bir şey
yok. Kürt işinin halledildiğini düşünüyorlardı.

– PKK’yi bir engel olarak görmüyor muydu?

– Aslında uluslararası güçler Ortadoğu’ya müdahale etmeden


önce İslamcı bir iktidara Ortadoğu’da ortaya çıkacak bir direnişi
engelleme rolü verdiler. Uluslararası güçler AKP iktidarına böyle
bir rol vermişti. İçeride de Türk egemen güçlerinin AKP’ye
verdiği rol, 20 yıllık süren savaş sonrası Kürt toplumunu reha-
bilitasyondur. Kuşkusuz Türkiye’de de 20 yıllık süren baskı ve
savaş ortamının yarattığı ortam da rehabilite edilecektir. 12 Eylül
olmuş, sonra ‘90’lı yılların kirli savaşı olmuş, ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel çöküntü olmuş. AKP de işte Önder Apo’nun
yakalandığı, Özgürlük Hareketinin geri çekildiği dönemde
Türkiye’deki bu sorunları düzeltme, Kürtleri de devletle entegre
etme rolünü üstlenmiş. AKP bu rol ile geldi. İktidara geldikten
sonra biz defalarca açıklama yaptık AKP’ye. Bunlar belgelidir.
Sorunu demokratik yollarla çözün, çözülmezse bu ileride başka
sorunlar yaratır, dedik. İktidara geldiği zaman da çağrı yaptık,
2003’te de çağrılar yaptık, deklarasyonlar yayımladık. Böylece
AKP’yi çözüme davet ettik. Ama hiçbir zaman AKP’den ses çık-
madı. Çünkü AKP böyle bir sorun görmüyordu, sorun yoktur,
diyordu. Ama Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bir mücadele
konseptiyle de iktidara gelmemişti. Biz 2004’te hamle yapınca
boşluğa düştü. Ne politika izleyecek... Demokrasi getirmek için

217
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

iktidara gelmiş, işte Avrupa Birliği’ne girmek, liberalleşmek is-


tiyor. Yirmi yıllık savaş, 12 Eylül de dahil, toplum baskı altında,
toplum rahatlatmak istiyor. Bu nedenle AKP seçimlerde toplu-
mun sosyal, kültürel, ekonomik olarak rahatlatacağını söyledi.
Topluma bu temelde seslendi. Onun için 2004’te savaş başlay-
ınca, bize karşı savaş yürütecek iradesi yoktu. Kararı da yok,
böyle bir söylemi de yok, seslendiği kitlenin böyle bir talebi de
yok. Bu bakımdan ne yapacaktı? İşte ilk önce demokratik söy-
lemle, Kürt demokratik siyasetçilerini devreye koyarak, şunla,
bunla, çeşitli güçlerle engellemeye çalışacaktı. Bu tür girişim-
lerde bulundu. Onlarla sonuç almayınca 2005’te şunu gördü;
eğer gerilla direnişini durduramazsa iktidarını kaybedecek.
Kürt sorunu yeniden gündeme gelmiş, mücadele bunu day-
atıyor. Türkiye’de asker-sivil bürokrasi hâlâ güçlü, etkili. Artık
ne yapacak? Böyle bir durumda oyalama taktiğine girmek zo-
rundaydı. Yani hem bizi idare etme, demokrasi güçlerini idare
etme, hem de devleti idare etme taktiğine girmek durumundaydı.
Bunun için 2005’teki o çağrıyı yaptı. Çünkü bir de demokratik
güçlerden destek alıyordu, liberallerden destek alıyordu ve ikti-
darda öyle kalıyordu. İşte Kürtlerin bir kısmı destek olmuş, öyle
iktidarda kalıyordu. Bu bakımdan böyle bir çağrı yapma ihtiyacını
duydu.
AKP, Kürt sorununu ezerek, susturarak tasfiye etme progra-
mıyla iktidara gelmediği için, demokratik söylem ile geldiği için
bu durumu idare etmesi gerekiyordu. Yani Amed’deki o söy-
lemleri inanarak, inandığı için söylememiştir. O dönemin kon-
jonktüründe iktidarda başka türlü kalamazdı. Nitekim daha
sonra Cengiz Çandar’a 2005’te Diyarbakır’da söylediklerine
pişman olduğunu belirtmiştir.

– Savaşsaydı ne olurdu?

– Savaşsaydı iktidarda kalamazdı. Hatırlarsanız, Şemdinli


olaylarında ne dedi? ‘Bu olayların faillerini çıkaracağız. Arkasında
kim olursa olsun sonuna kadar gideceğiz!’. Sonradan Yaşar Büy-

218
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ükanıt bastırınca vazgeçti. Yani o süreç AKP’nin bir yönüyle zor


sürecidir. Hem devleti, hem bizi idare edecek. Bizi ve demokrasi
güçlerini Amed konuşmasıyla idare etti. Devleti de şöyle idare
ediyordu. ‘Halkın dini duygularını kullanarak Kürtleri ancak
ben kontrol edebilirim. Benim dışımda şu anda Kürtleri etki-
leyebilecek herhangi siyasi bir güç yok. CHP bunu yapamıyor,
başka güç yok. Ben kontrol edebilirim.’
Sonra, 2006’da neden dilini sertleştirdi?
Asker-sivil bürokrasisi AKP’nin bu politikalarından rahatsız
olunca dilini sertleştirdi. 2006 Mart ayında Amed serhildanı
oldu. Aslında 2006’da böyle daha sert politika izlemeye hazır
değildi. Ancak 2006’da Amed’te halkın ayağa kalkışı olunca as-
ker-sivil bürokrasiyi tatmin etmek için ‘çocuk da olsa kadın da
olsa gerekeni yaparız’ dedi. Fakat mücadele sürdüğü için de
zorlandı. Hatırlarsanız, 2006’da yine zorlandığı için ABD’yi,
Avrupa’yı devreye soktu. ABD ve Avrupa’nın çağrıları oldu.
Ateşkes çağrıları oldu. Bunların hepsi AKP’nin mücadele
karşısında sıkışmasını kurtarmak için çabaladı. O dönemde KDP
de bizim mücadelemizi gevşetmek için çok çaba gösterdi.

– Nasıl?

– KDP doğrudan görüşüp ateşkes istiyordu. O zaman sık sık


haber gönderiyorlardı ya da örgüt yönetimiyle yapılan görüşme-
lerde; ‘böyle savaşmayın, yumuşak davranın’ gibi telkinlerde bu-
lunuyorlardı.

– Peki, AKP size bir haber gönderdi mi?

– Erdoğan da bir belediye başkanı üzerinden bize haber gön-


derdi. ‘Ateşkes ilan etsinler, biz bir şeyler yaparız’ demişti. Sonra
Ankara’da bazı görüşmeler oldu. Ahmet Türk ve daha sonra
Sabrigil (Sabri Ok) katıldılar.
O zaman biz toplantı yaptık. 1 Ekim’den önce bütün kurumlar
toplandık. O zaman bizim savaş ve barış kararı alma meka-

219
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

nizmamız vardı. Böyle ciddi şeylerde bütün kurumların temsil-


cilerinin toplandığı bir toplantı yapardık.
– Genel kurul gibi bir çalışma mı?

– Evet, kalabalıktı yani. Ve bu nitelikteki bir örgüt platfor-


munda ateşkesi gerçekleştirme kararı aldık.

– Neden ateşkes yaptınız?

– Birçok kesimin çağrısı vardı. ABD çağrı yapıyor, Avrupa


çağrı yapıyor, aydınların çağrısı var, KDP yapıyordu. Böyle bir
durumda güya çözüm için adım da atılabilir yaklaşımı gösteriy-
orlar. Biz adım atmazsak ‘çağrı yaptık, şunu yaptık, adım atmadı’
denecek; haksız duruma düşürülecektik. Çünkü adım atılırsa
çözüm olacağını iddia ediyorlardı. Onun için ABD’dir, Avrupa’dır,
KDP’dir, Türkiye aydınlarıdır herkese, olumlu yaklaştığımızı
göstermek için böyle bir adım attık. Bizi o anda bu karara götüren
bu çevrelerin çağrısıydı.

– Ama Sayın Öcalan daha sonra bu kararınızı eleştirdi...

– Bu çağrıların baskısı oldu, bir nevi bu baskılar karşısında


ateşkes kararı aldık denilebilir. AKP bu kesimler üzerinden mü-
cadeleyi durdurup nefes almak istiyordu, rahatlamak istiyordu.
Aslında bunu sağlattı da. 2006 ateşkesinin özü budur. Zaten bu
nedenle Önderlik defalarca ‘ben bu durumu bilseydim bu 1
Ekim ateşkesini yaptırmazdım, kabul etmezdim, bana dayattılar’
dedi. Örgütü de dahil ederek, bizi de dahil ederek bunu eleştirdi.

– Bu eleştirinin altında tam olarak ne var?

– Şöyle düşünmek lazım; politik olarak AKP sıkışmış, müca-


dele etsen belki adım atacak durumda. Böyle mücadele ederek
adım attırma ihtimali varken; çözüm politikası olmayan AKP,
hem devleti idare etme, hem bizi idare etme sürecinde bize

220
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

ateşkes yaptırarak rahatlamıştır. Bu durum AKP’nin devlet içinde


güçlenmesine de yol açtı.

– Nasıl?

– Çünkü savaş yok. Bu nedenle asker-sivil bürokrasi fazla


üzerine gidemeyecek. 2006 ateşkesi gerçekten AKP’yi rahatlatan,
AKP ile mevcut sistemin asker-sivil bürokrasi arasındaki çe-
lişkileri yumuşatan bir rol oynamıştır.
Yanlış bir karar olarak mı değerlendiriyorsunuz artık?
Şöyle yanlış karar; ateşkes de olabilir, ateşkesler yapmak, po-
litik çözümler aramak yanlış değildir. Fakat AKP’nin çözüm ka-
rarı yok. Yani bu ateşkes bir çözümü yakınlaştırmamış, çözümü
uzaklaştırmıştır. O zaman AKP’nin sıkıştığı dönemde, Türk de-
vletinin zorda olduğu dönemde mücadele sürseydi, ki devlet o
zaman de güçsüz, AKP de bir çözüm için adım atabilirdi. Rahat
nefes aldırarak, onların güç toplamasını sağlayarak çözümü ya-
kınlaştırma değil, çözümü geciktirmesine, şimdi olduğu gibi
işte şiddetli bir savaş durumu ortaya çıkmasına yol açan en
önemli etkenlerden bir tanesi o dönemdeki politikadır yani. Bi-
zim ateşkesimiz, AKP’nin oyalama politikaları şu andaki şiddetli
savaş durumunu ve çözümü zorlaştıran durumu ortaya çıkar-
mıştır.

– Sonra ne oldu?

– Sonra Önderliğimizi zehirledikleri anlaşıldı. 2007’nin


başında, Şubat ayında netleşti bu bilgi. Bu konuda zaten bize
daha önce çeşitli defalar uyarılar geldi. Bir de mücadele başladığı
için, devlet içinde de Önderlikten kurtulmak isteyen bazı kes-
imler vardı. Bu konuda bizim de kuşkularımız vardı. Çünkü so-
run haberin gelip gelmemesi de değil. Siyasal koşulların ne ge-
tireceğini öngörmek önemli. Yani hangi siyasal koşulda Önderliğe
yönelirler, insan onu hissedebiliyordu. Fark edilebiliyordu. Biz
o zaman önderliğe yönelebilirler hissine kapıldık ve öyle oldu.

221
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

Bize Önderliğin zehirle yavaş yavaş imha edileceği bilgisi gelince


harekete geçtik. Önderliğin zehirlenmiş olabileceğini Avru-
pa’daki uzman laboratuvar sonuçlarından öğrendik. Önderliğin
zehirlendiğine yönelik haber gelince toplantı yaptık.
Sonra Hareket yönetimi de açıklama yaptı. Biz o zaman bu du-
ruma karşı çok şiddetli bir savaşı sürdürme kararı aldık. Ulusla-
rarası komplo gerçekleştiğinde kararımız aslında şiddetli bir savaş
yürütmekti. Ancak Önderlik engelledi. Ama buna rağmen, Türk
devleti böyle bir şeye başvurursa artık gerçekten şiddetli bir savaş
sürdürme kararı aldık. Kamuoyuna da açıklamasını yaptık. Aynı
süreçte Êdî Bes e hamlesini Mayıs 2007’de başlattık.

– O dönem Türkiye siyasetinde de dalgalanma var. Cumhur-


başkanlığı seçimlerine karşı Genelkurmay’ın muhtırası söz ko-
nusu…

– Aslında Genelkurmay’ın muhtırası Kürt sorunuyla ilgilidir.


Asker-sivil bürokrasi Kürt sorununa karşı çok şiddetli mücadele
yapılmasını istiyor. Bu konuda AKP’nin politikalarını gevşek gö-
rüyorlar. AKP sıkıştı aslında. AKP şimdi kabadayılık yapıyor ama
o zaman biraz daha üzerine gidilseydi çözülebilir, dağılabilirdi.
Avrupa’nın, ABD’nin desteği vardı ama yine de bizim mücadele
ettiğimiz koşullarda, asker-sivil bürokrasi biraz daha üzerine
gitseydi çözülebilirdi. Bu bakımdan 2007’ye gelindiğinde AKP
bir tıkanma yaşadı. AKP’ye istediği cumhurbaşkanını seçtirme-
sinin önüne geçtiler. AKP bu tutum karşısında telaşa düştü. Er-
doğan onu 2007’de Dolmabahçe Mutabakatında, Yaşar Büyükanıt
ile yaptığı mutabakatta çözdü. Eşi türbanlı birisinin cumhur-
başkanı olması kararı o mutabakatta çıktı. Oradan çıkan karar
şu: AKP idare etme politikasını bırakıp PKK’ye karşı mücadele
edecek. Bu mutabakatla ‘Ben PKK’ye karşı mücadele edeceğim,
savaş yapacağım, bütün imkanlarımı kullanacağım’ dedi. Bunun
karşısında da AKP’nin yeniden iktidar olmasının önü açıldı. 22
Temmuz’daki seçimde AKP’nin yeniden iktidar olmasının
önünü açan Dolmabahçe Mutabakatıdır. Eşi türbanlı olan biri-

222
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

sinin Cumhurbaşkanı olmasının da yolunu açan Dolmabahçe


Mutabakatıdır. Kesinlikle böyledir. Abdullah Gül’ün katıldığı
ilk Milli Güvenlik Kurulunda Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı
topyekûn savaş kararı alındı. Bu önemlidir. O dönem Abdullah
Gül’ün açıklamaları oldu, zaten ilk ziyaretini Kürdistan’a yaptı,
gitti orada askerlerle dolaştı. Bu durum Dolmabahçe Mutabakatı
gereği Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı şiddetli savaş yürütme
kararının pratikleşmesi oluyordu.
Ondan sonra 5 Kasım’daki Washington mutabakatı yapıldı.
Bize karşı geliştirdikleri savaş konsepti gereği Başurê Kurdîstan
Federasyonunun resmileşmesini 5 Kasım 2007’de gerçekleşen
Erdoğan-Bush görüşmesinde kabul ettiler. O sürecin belki de
en önemli gelişmesi, Başurê Kurdîstan Federasyonunun Türk
devleti tarafından tanınması oldu. Genelkurmay da Başurê Kur-
dîstan’ın varlığını bu görüşmede kabul etti. Daha sonra Erge-
nekon davasından tutuklanan Genelkurmay ikinci başkanı Ergün
Saygun Erdoğan’la Beyaz Saray’a gitmişti, bu görüşmelere ka-
tılmıştı.

– Sonra, Şubat 2008’de Zap Operasyonu oldu...

– Zap Operasyonu tabii ilginçtir. Biz de mücadeleyi geliştir-


mek istiyorduk. Kritik bir süreçti. Operasyon yaptılar ve başarısız
oldular. Aslında Zap operasyonunda gerilla güçlerimiz biraz
daha aktif olsaydı orduyu Zap’ta ezebilirdik. Yüzlerce, hatta bin-
lerce askeri öldürür ya da esir alabilirdik. Ancak bizim askeri
güçlerimizde zaman zaman sonuç alıcı darbeyi vurma yerine,
biraz tatmin oldun mu tamam, işte başarılı olduk eğilimi oluyor.
Yani süreci kurtarma, dönemi kurtarma yaklaşımı oluyor. Üzerine
gidip bir bütün olarak sonuç alma konusunda zayıflıklar ortaya
çıkıyor. Zap Operasyonu’ndan sonra AKP kurnazca bu durumu
askerlerin üzerine yüklemeyi başardı. Biraz ABD’nin, Avrupa’nın
da desteği ile hava öyle verildi. Ve bu Erdoğan’ın ABD ve Avru-
pa’nın desteğiyle orduyu dizayn etme, yine Türkiye’yi yeniden
dizayn etme yaklaşımının önünü açtı. Dikkat ederseniz, Zap ye-

223
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

nilgisinden sonra ordunun daha fazla üzerine gitmeye başladılar.


Zap operasyonundan sonra ordu içinde başlatılan soruşturmalar
arttırıldı. Özcesi Zap yenilgisini ordu üzerine gitmede kullandı.
Ne kadar doğru ne kadar değil bilemiyoruz; ama o dönem bazı
yorumlar gündemleştirildi. ABD ilk önce Zap operasyonuna göz
yumdu, sonra batağa saplandırdı, sonra geriye çekilmesini istedi.
Böyle değerlendirmeler de var ama bu değerlendirmeler hep
spekülasyondur. Bazı şeyler olup bittikten sonra bu tür senary-
olar her zaman gündeme gelmektedir.

– Sonra Oslo süreci gelişti. Siz nasıl bir proje ile bu sürece
dahil oldunuz?

– Biz Oslo’ya giderken ‘Türk devletinin çözüm politikası var,


kesinlikle çözer’ yaklaşımı içinde değildik. Yani ABD’ye, Avru-
pa’ya, çözüme bizim makul yolla yaklaştığımızı, bizim çözüm-
leyici yaklaştığımızı göstermek için Oslo Görüşmelerine gidiş
oldu. Kuşkusuz çok zayıf bir ihtimal de olsa bu görüşmeleri de-
vleti çözüme zorlamak için de değerlendirmek istedik.

– Bütün görüşmelerin seyrinde siz nasıl bir sonuç çıkardınız?

– Orada herkes konuşmasını politik yapıyordu. Yani öyle açık


şeyler değil. Devletin herhangi bir çözüm politikası yoktu. Bütün
görüşmelerin esası budur. Şunu söyleyebilirim; ilk başta şehir-
lerde şiddetin durdurulması, genelde ateşkesin sürmesini is-
tiyorlardı. Şehirlerdeki eylemlerin durdurulmasını çok esas alıy-
orlardı. Afet Güneş her geldiğinde söylüyordu; nedir bu araba
yakmalar, bunları bırakın, diyordu. Daha çok pratik olarak ça-
tışmasızlık, çatışmasızlık içerisinden de bu şehir eylemlerinin
durdurulmasını özellikle istiyorlardı. Zaten birkaç protokolde
de şehir eylemlerinin durdurulması biçiminde karar alındı. Bu-
nun dışında mesela, konuştuğumuzda ana dil eğitimi için ‘bunlar
mümkün değil’ diyorlardı. Düşündükleri şey, çok zorlandıkları
dil ve kültür alanında bazı yumuşamalar yapmaktan ibaretti.

224
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Yani bunun dışında yönetime katılma, demokratik özerklik, ana


dilde eğitim, Kürdün, Kürt kimliğinin anayasal ve yasal güven-
ceye alınmasına çok kapalıydılar. Sonra TRT 6, bir de kursları
yaygınlaştırma gibi karar alındı. Bir de kursların daha açılmasını
kolaylaştıran bir karar alındı o dönemde. Aslında daha sonra
bunu İlker Başbuğ ‘ben önerdim’ diyor. Yani Kürt Özgürlük
Hareketi’ni tasfiye etmede bu adımlar psikolojik savaş argü-
manları olarak kullanılacaktır. Zaten İlker Başbuğ kendisini psi-
kolojik savaş uzmanı olarak göstermektedir.

– Siz daha sonra ateşkes ilan ettiniz...

– Evet, işte aracılar Türkiye’ye gitmişlerdi, gelmişlerdi. Ko-


nuştular, yumuşamadan söz ettiler. Tartışmada 29 Mart 2009
yerel yönetim seçimleri öncesi ateşkes yapılması kararı çıktı.
Hükümet de seçim öncesi gerilim yaratmayacak. Biz de yarat-
mayacağız. Yerel seçimler böyle geçecek. Şunu söyleyebilirim;
gerçekten de 4 Aralık 2008 görüşmesinden 29 Mart’taki seçim-
lere kadar -5 Aralık yönetimi imha saldırısı dışında- devlet de
ilk defa ateşkese uydu. Ordu, devlet, polis ilk defa ateşkese uydu.
Resmi olarak uydular. Türkiye bizim çatışmasızlık tutumumuza
sadece o dönemde tam uyum gösterdi.

– 29 Mart 2009’da seçim oldu ve siz ardından ateşkes ilan et-


tiniz…

– 29 Mart Seçimlerinin gerçekten sakin, sessiz geçmesi için


elimizden gelen her şeyi yaptık. O konuda kesin talimat verildi.
Ondan sonra 29 Mart Seçimleri oldu. 29 Mart Seçimlerinde
BDP büyük bir başarı kazandı. Türk devleti bu sonucu bekle-
miyordu, onlar için durum tam tersiydi. Aslında bu durumu biz
değerlendirmek istedik. Toplandık, o zaman hem PKK, hem de
Yürütme Konseyi arka arkaya toplantılar yaptık. Yaklaşımımız
şuydu; seçimde başarılı olundu, seçimde demokratik siyaset ka-
zandı, burada devletin yapması gereken şey, halkın bu eğilimini

225
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

dikkate alarak demokratik açılımlar yapmasıdır. Yapılması gere-


kenin bu olduğunu ifade ettik. Bu tartışmalardan sonra ateşkes
yapma kararı aldık. Bu yönlü bir açıklama yaparak 13 Nisan
2009’da ateşkes ilan ettiğimizi belirttik.

– Devletin adım atacağını bekliyor muydunuz?

– Yani şöyle tartışmalar vardı; Türk devleti gerçekten adım


atar mı, atmaz mı? Ateşkesi resmileştirelim mi, fiilen mi yürü-
telim tartışması yaptık kendi aramızda. Sonra resmileştirme ka-
rarı aldık. Fakat 29 Mart Seçimlerinin sonucu Türk devleti açı-
sından önemliydi. Hemen Milli Güvenlik Kurulu toplantısı oldu
zaten. Bizimle siyasi ve askeri olarak savaş kararı aldılar. Ateşkes
ilan ettiğimiz 13 Nisan’dan bir sonraki gün, 14 Nisan’da binlerce
kişiyi tutukladılar. İlker Başbuğ, aynı gün basın açıklaması ya-
parak Güvenlik Kurulu toplantısında tespit edilen Kürt politi-
kasını izah eden değerlendirmeler yaptı ve tespit ettikleri Kürt
politikasının çerçevesini çizdi.
Daha sonra 2009 Mayıs’ında Oslo’da bir görüşme daha oldu.
O görüşmede bazı şeyleri de yine tartıştık. Orada da Önderliğe
mektup gönderdik. Yine bir protokol imzalandı. O toplantımız
çok tartışmalı geçti. İlk önce onlar mutabakat hazırlayacaktı.
Onların mutabakatını doğru görmeyince mutabakatı biz hazır-
ladık. Orada biraz tartışma ve gerilim çıktı aramızda. O muta-
bakat üzerinde anlaştıklarımız oldu, anlaşılmayan şeyler oldu.
İki maddede anlaşamadık. Silahları bırakma maddeleriydi bunlar.
Biz şiddeti durdurma maddelerini kabul etmiştik ama silah-
sızlanma konusunda anlaşamadık. Çünkü önerdikleri bir siyasi
çözüm projesi yoktu.
Aslında üçüncü görüşmede biraz durumlar netleşti. Tutu-
klamalar artarak sürdürüldü. Böyle herhangi bir çözüm yaklaşımı
değil, oyalama taktiği olduğu anlaşıldı.

– Daha sonra Hakan Fidan katıldı, ‘siyasi iradeyi’ temsilen...


– Hakan Fidan’ı katmalarının nedeni biraz daha heyeti gü-

226
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

çlendirip oyalama taktiğini inandırıcı kılmaktı. Çünkü biz siyasi


temsil olmalı dedik ve dayattık bunu. O tartışmalar çok oldu.
Biz devletten, hükümetten temsilciler olsun dedik. Artık bir so-
nuca gideceksek hükümetten temsilciler de olsun, siyasiler de
olsun ve sürecin sorumluluğunu alsın dedik. O tartışmalarımızın
zorlaması, dayatması sonucu Hakan Fidan Başbakan Müsteşar
Yardımcısı olarak toplantılara katıldı.

– 2009’da Sayın Öcalan’ın hazırladığı ‘Yol Haritası’ da vardı


ve verilmedi. Bunları tartıştınız mı?

– Biz Yol Haritası’nı onlardan istedik. Yol Haritası yanların-


daydı. MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş bir naylon dosya
içinde getirmişti. Yol Haritası’nı bazı bölümlerini boltlamışlardı.
Verin, dedik.

– El yazısıyla mıydı?

– Yok, bilgisayara geçirmişlerdi o zaman. ‘Şu anda veremeyiz.


Fakat size önemli yerlerini okuyalım’ dediler. Okudular. İşte
Önderlik şurada şöyle diyor, burada böyle diyor. Şunu diyor,
bunu diyor. Biz ‘böyle olmaz, siz okuyorsunuz, cımbızlıyorsunuz,
istediğiniz yerleri yansıtıyorsunuz, eğer sizin dediğiniz biçim-
deyse niye bize vermiyorsunuz. Alalım bütününü okuyalım’ de-
dik. ‘Yok, şu anda karar almamışız. Bakanlığın kararıyla size
verebiliriz. Böyle bir karar çıkmamış, vermiyoruz’ falan dediler.
Fakat öyle bölüm bölüm okudular. Afet Güneş okuyordu. Fakat
biz hiçbirini ciddiye almadık. Biz, ‘bunların hiçbirinin bizim
açımızdan önemi yoktur, bir anlamı yoktur. Biz bütününü okusak
anlamı olur’ dedik. O tür bir yansıtmayı kabul etmedik yani. Is-
rarcı da olduk, vermediler. Aracılara da söyledik, ‘vermiyorlar’
dediler.

– Bu sürecin en önemli konusu ise Habur’du. Sizin cephenizde


bu nasıl gelişti?

227
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

– Önderlik önerdi. İmralı’da Önderlikle bunları ne kadar tar-


tışmışlar onu tam bilemiyorduk. Önderlik mektup gönderdi.
Böyle bir şeyin olmasını istedi. Tabii Önderlikten gelince, biz
karar aldık. Grup hazırlandı ve bilindiği gibi gönderildi.
Türkiye’de şöyle karşılansın, böyle karşılansın diye bir planlama
yoktu. Ama Güney’den kitlesel gönderilmesi biçiminde bir plan-
lama vardı sadece. Gidenlerin Kuzey’de kitlesel karşılanıp
karşılanmaması konusunda bir kararımız yoktu.

– Nasıl oldu peki?

– Şimdi bunlar barış için gidiyor. Barışçıl olan bir yürüyüşün


böyle karşılanması kadar doğal bir şey olamaz. Hatta böyle
karşılanması bu girişimin karakteri ve doğası gereğidir. Bir savaş
değil ki, bir barış girişimi. Erdoğan da önce olumlu karşıladı.
Daha sonra, Deniz Baykal falan konuşunca Tayyip geri adım
attı. ‘Sil baştan yaparız’ dedi. Bu durum onların niyetini açığa
çıkardı. Oradaki kitleler sokağa savaş için çıkmıyor ki. Barışı
desteklemek için, barış heyecanıyla sokaklarda karşılıyorlar. Yani
bir çözüm, barış, silahlı mücadelenin biteceği bir barış için
meydanlara toplanıyorlar. Bu meydanlara toplanmayı kalkıp sa-
bote etmek onların niyetini gösteriyor. Niyetleri doğru olsa, ‘ba-
kın, toplum barış istiyor, Kürt toplumu barış istiyor’ deyip daha
da kendi argümanlarını güçlendirebilirlerdi Türkiye’de ve dü-
nyada. Ama zihniyetleri olmadığı için bakıyorlar o destek PKK’ye
destek, mücadeleye destek oluyor. Onun için reddettiler. Çünkü
bir çözüm politikaları yoktu ve çözüm söylemi altında öngördü-
kleri tasfiye politikasını böyle bir halka kabul ettiremeyeceklerini
gördükleri için Habur sürecini bozdular ve tutuklamaları art-
tırdılar.
Sil baştan yaparız demek, savaşırız demektir. Bununla açıkça
şunu söylemek istiyor: ‘Ben oyalamak için yapıyorum. Ben kendi
propagandam için yapıyorum, siz çözümü dayatıyorsunuz.’ O
anlama geliyor yani. Biz çözümü dayatıyoruz, barış diyoruz,
barışı ve çözümü yüceltiyoruz, itibarlı hale getiriyoruz, AKP ik-

228
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

tidarı ise siz benim oyalama politikamı farklı yorumluyorsunuz


diyerek bu tür yaklaşımlarımıza sertlikle, tutuklamalarla karşılık
veriyor. Oyalama politikasına ters olarak siz çözümü dayatıyor-
sunuz, barışı dayatıyorsunuz. Benim öyle bir politikam yok, ben
sadece oyalama yapıyorum, ama siz bu politikamı boşa çıkarıy-
orsunuz diyor. Onun için halkın barışı ve çözümü sahiplenme-
sine karşı sil baştan yaparız söylemiyle karşılık verilmiş ve barış
grupları zindanlara atılmıştır.

– Zaten bu süreçten sonra siyasi soykırım operasyonlarına


hız verdiler...

– Evet. Nisan’dakine benzer, bu sefer kapsamlı bir dalga


başlatıldı. Yani Barış Gruplarının gitmesi ve toplumun çok kit-
lesel karşılaması; 29 Mart Seçimlerinde nasıl ki büyük başarı
kazanıldı, ‘biz bu topluma istediklerimizi kabul ettiremeyiz, tas-
fiye projemizi kabul ettiremeyiz, işte kırıntılarla kendimize göre
çözümü kabul ettiremeyiz, onun için bir siyasi soykırım yaparak
tırpanlamak ve zayıflatmak gerekir’ diye o operasyonları yaptı-
larsa, Barış Grubunun milyonlarla karşılanması sonrası da biz
bu halka, biz bu topluma kendi projelerimizi kabul ettiremeyiz,
kendi yaklaşımlarımızı kabul ettiremeyiz dediler. O zaman ne
yapılması gerekiyor? Kürt toplumundaki demokratik siyasi gü-
çlerin, özgürlükçü düşünenlerin tırpanlanması gerekiyor. Barış
grupları sonrası başlatılan ikinci tırpanlama da bu nedenle ya-
pıldı. 14 Nisan tutuklamaları, 29 Mart Seçimlerindeki kitlesel
başarıya, yükselişe cevaptır. Daha sonra 16 Kasım’da Önderliğin
yere yatırılması, saçının kesilmesi, siyasi soykırım operasyonları,
partinin kapatılması da Barış Gruplarının gitmesi karşısında
toplumun sahiplenmesini kırmak, zayıflatmak için yapılmıştı.
Bu süreçte hem görüşmeler oluyor, hem de toplumda Kürt so-
rununa sahiplenme ve barış isteği var. 29 Mart’ta demokrasi is-
teği var, diğerinde de barış isteği var. Ama kitlesel destekli de-
mokrasi, kitlesel destekli barış isteği olunca bu operasyonlar
yapılmıştır. Bunlar, AKP iktidarının bu görüşmelerden çözüm

229
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

düşünmediğinin, çözüm öngörmediğinin en somut işaretleri-


dir.

– Buna rağmen siz bu süreci 2010’daki referanduma kadar


yürüttünüz...

– Bu Barış Gruplarının gitmesi, sonrası, hükümetin tutumu,


partinin kapatılması, milletvekilliklerinin düşürülmesi, siyasi
soykırım operasyonlarıyla birlikte artık Kürt sorununun çözü-
münün olmayacağının ortaya çıktığı bir süreçtir.
Bu süreçte Önderlik de İmralı’da AKP iktidarının bir çözüm
politikasının olmadığını görüyor. AKP çözmüyor, bir nevi çü-
rütmeye bırakma süreci yürütüyor. Önderlik de böyle değer-
lendirmeler yaptı. Önderlik bu dönemde yaptığı çağrılarla
dördüncü döneme girildiğini söyledi. Yeni bir değerlendirme
yaptı. Bizim mücadelemizin dördüncü dönemine girdiğini, artık
mücadeleyi sonuca götürme süreci olduğunu söyledi. Yani top-
lumu örgütleme ve çözümü kendi örgütleme gücümüzle sonuca
götürmeyi esas alan bir süreçti. Bu çerçevede biz 31 Mayıs
2010’da bir hamle yapma kararı aldık. Esas olarak serhildanlara
dayanan bir halk hareketi geliştirme kararı aldık.
Biz karar aldık ama diğer yandan da demokratik, siyasal yol-
lardan çözülebilir mi tereddüdü vardı. Sanki o durum örgütte
biraz tereddüt yaratmıştı. Karar alındı fakat çok etkili prati-
kleşmedik. Haziran, Temmuz’da etkili pratikleşmedik. Eylemler
yapmak istedik. Bakur’da yapmak istediğimiz bazı toplumsal
eylemler istediğimiz düzeyde olmadı.
AKP iktidarı o süreçte görevlileri yine Önderliğin yanına gön-
deriyor. Ağustos ayıydı. Önderliğe diyorlar ki, ‘ateşkes yapın, biz
referandumdan sonra adım atarız.’ Bizzat Hakan Fidan gidiyor,
Önderlikle konuşuyor, Önderlik de referandumun sonrasına ka-
dar süre tanıyor. Referanduma kadar Önderlik ateşkes yapılma-
sını istedi. Onlar Önderliğe, referandumdan ‘evet’ çıkarsa adım
atacakları biçiminde şeyler söylemişler. Referandumdan sonra
da bir adım atmadılar.

230
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Biz buna karşı o zaman mücadeleyi geliştirme kararı aldık.


Ekim, Kasım’a kadar onlardan yanıt gelmeyince biz kendi çö-
zümümüzü yaratma biçiminde dördüncü dönem stratejisini ge-
liştirme kararı aldık. Yani şöyle değerlendirdik; onlarınki tasfiy-
edir, çözüm değildir, buna karşı biz de mücadeleyi
geliştirmeliyiz, dedik. Öyle bir yaklaşımımız oldu. Kendi çözü-
mümüzü kendimiz yaratma, sonuca götürme kararları aldık.
O kış sürecinden sonra 2011 12 Haziran seçim süreci başladı.
Bizim toplumsal direniş mücadelesini yükseltme kararımız vardı,
ama görüşmeler de oluyordu. Önderliğin 3 protokolü geldi. 9,
10 maddelik çözüme yönelik bir taslak vardı. Yani o protokol ay-
rıydı.

– Ne zaman?

– 2011 seçimleri öncesi. Geldi, biz tartıştık ve kabul ettik. Bir


iki rötuş yaptık. Herhalde bu da yerel yönetimleri özerklik biçi-
minde netleştiren bir maddeydi. Yani o madde daha net olsun
dedik. Önderliğin protokolüne fazla karışmadık. Önderliğin 10
maddelik protokolünü onayladık. Ondan sonra, onlar bunlara
imza atmak istemediler. İmza atılsın mı atılmasın mı, sonradan
biz de aracıların imza atmasını yeterli gördük. Aracılar ikimiz
adına imzaladı.
Seçimler oldu, 36 milletvekili kazanıldı. Bu başarıydı. Ondan
iki gün sonra Önderliğin yanına gittiler. 14 Haziran 2011 tari-
hinde yapılan bu görüşmede, Önderlik iki madde sundu. Bir;
Türk devleti çözüm istediğini açıkça deklere etsin, İki, Meclis’te
bir komisyon kurulsun, komisyon önderlikle görüşsün…
İki maddelik, başka değil! Önderliğin bu önerilerine olumsuz
cevaplar gelince biz o zaman toplantı yaptık. Toplantıda demo-
kratik özerkliğin ilan edilmesi tartışması oldu. Biz, artık çözüm
için adım atılmıyor, Önderliğin protokolüne cevap verilmiyor,
önderliğin iki maddelik önerisine de hiçbir karşılık gelmedi,
artık kendi çözümümüzü kendimiz yapalım, dedik.
14 Temmuz’da DTK Amed’te demokratik özerklik projesini

231
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ortaya koyduğunda Silvan çatışması çıktı. Bunun bizim aldığımız


kararla alakası yok, öyle bir planlamamız da yoktu. Ne BDP’lilerin
bu eylemde bilgisi var, ne de bizim vardı. Ya da ilan günü eylem
yapın gibi bir karar kesinlikle yoktur. Onlar operasyon yapıyorlar.
Arkadaşlar operasyonda askerle karşı karşıya geliyorlar, çatışma
çıkıyor. Bu çatışmada 14 asker ölüyor.

– Peki, sizce devlet ne zaman savaş kararı almıştı?

– Aslında savaş kararı seçimle birlikte alındı. Seçime kadar


idare ediyorlar, seçimden önce yumuşak olsun, seçimi kazanalım,
ondan sonra savaş. Ve Silvan’ı bahane ettiler, savaş ilan ettiler.
Savaş kararı MGK’da alındı. Diğer taraftan zaten hatırlarsanız
Sri Lanka modelini tartışıyorlardı. Özellikle Fethullahçılar onu
çok gündem yapıyordu. Fethullahçılar da Kürt düşmanlığı ya-
parak devleti ele geçirmeyi düşünüyorlardı. Sonuçta bu savaş
konsepti üzerinde anlaştılar ve tekrar saldırılar başladı, görüşme-
ler de bu şekilde sona erdi.

232
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Murat Karayılan 2012-2015 sürecini değerlendiriyor

– Oslo Görüşmeleri sona erdikten sonra 2011 güzü ve 2012


yılında savaş şiddetlendi. Ama yıl sonunda tekrar İmralı’da gö-
rüşmeler başladı ve 2013 süreci devreye girdi. O dönemin siyasal
koşulları ve sonrasını değerlendirir misiniz?

– Aslında biz 2012’de ancak yıl sonuna doğru savaşa ısınmıştık.


Güçlerimiz kapsamlı savaşa tam adaptasyonu sağlamıştı. Hatta
bazı büyük eylem projeleri kış nedeniyle yarım kaldı. O yüzden
işin gerçeğine bakarsanız biz aslında 2013’te savaşı durdurmak
istemiyorduk. Yani bizim yönetimimizin gerçek düşüncesini so-
rarsanız, ben o zaman sorumluydum, görüşümüz böyleydi. Ama
Önderlik 3 Ocak 2013’te Ayla Akat ve Ahmet Türk’le görüştü.
Daha sonra HDP Heyeti daha genişletilerek gidildi. Önderlik o
vakit geri çekilme eksenli bir sürecin sonuç alacağı, bu temelde
yaklaşmamız gerektiği yönünde bir perspektif vermişti. Şunu
burada hatırlatmak istedim: Aslında Türk devletinin, AKP’nin
sürekli bir biçimde bize dayattığı ateşkesten ziyade güçlerimizin
Türkiye’nin sınırı dışına çekilmesiydi. Oslo’da, Oslo Görüşme-
leri öncesi o Oslo heyeti ile görüşmelerin o dönem uzun sürme-
sinin temel nedeni buydu.

233
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

– Neydi?

– Onlar hep gelip diyorlardı ki, ‘siz geri çekilmeyi teyit eder-
seniz Türkiye sizinle görüşme sürecini başlatacak’. Biz de şartlı
görüşmelerin sonuç alıcı olmayacağını ifade ediyorduk. Kısaca
Türkiye’nin sürekli hedeflediği şey, güçlerimizin Türkiye sı-
nırları dışına çekilmesiydi. Bu kez Önderliğe gidip ‘güçleriniz
içeride kaldığı müddetçe provokasyon oluyor, bütün komutanlar
bizi dinlemiyor, yani kontrol edemiyoruz, onun için çekilme ol-
malı’ diyorlardı. Önderlik de ‘aşamalı olabilir’ biçiminde öngö-
rüyor. Bu öneri bize geldiğinde biz iki kez Önderliğe yazı yazdık.
Yazılarımızın ekseni şuydu: Biz devletin niyetinden endişeliyiz,
eğer ki geri çekilirsek bir daha geri dönemeyiz. Yani geri çekilme
risklidir. Bir de hemen olmaz, ancak iki yılda olabilir. Biz doğru-
dan ‘olmaz Başkanım, biz uygun görmüyoruz’ demedik ama
böyle hep olmazından söz ettik. Onu diyebilirim. O iki yazının
da özeti öyledir. Yani zordur, risklidir gibi şeyler söyledik. Ama
Önderlik sonra bizi eleştirdi. ‘siz yok diyebilirdiniz.’ Dedi. Ha-
kikaten de biz bir yönetim olarak yok diyebilirdik. Ama bunu
demedik. Yani bizim ile Önderlik arasındaki hukuk, ilişki, ideo-
lojik bağlamda ele aldığımızda biz Önderliğimizin her söylediğini
her zaman doğru görmüşüz. Böyle bu olmaz gibi bir şeyi biz
çok uygun görmezdik. Aslında o süreçte başta şüpheyle yaklaştık.
Sonra Önderlik daha kapsamlı bir yazı gönderdi. Yirmi sayfadan
fazlaydı. Süreci üç aşamalı tanımlayan bir yazıydı. Biz onu oku-
duktan sonra, ‘tamam’ dedik. Önderlik tam böyle düşünüyor, o
zaman biz de bu biçimde kabul etmek durumundayız. Zaten
kararı o zaman verdik. İmralı’ya giden 6 kişilik heyet gelmişti
yanımıza. Kaldı, görüştük. Heyetten önce biz zaten yönetim ola-
rak kendi aramızda görüşmüştük. Kararımızı heyete bildirdik.
Bu sürece Önderliğin belirttiği çerçevede harfiyen katılacağız
dedik. Bizdeki eksik şu; topyekûncu yaklaşım. Ya tümden evet
ya da tümden yok şeklinde bir toptancılık. Önderlikte ise anbean
izleme, anbean tutum geliştirme yaklaşımı var. Aramızda böyle
bir fark var. Biz zor bela kendimizi ikna ettik, kabul ettik. 25 Ni-

234
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

san 2013’te basın toplantısı düzenledik ve 8 Mayıs’ta gerilla gü-


çlerimiz çekilmeye başladı.
O zaman Önderlikle görüşmeler, heyetin görüşmelerinin daha
sık olması gerekiyordu. Haftalık, 15 günde bir olması gerekiyordu.
Ama bir buçuk aya yakın bir zaman araya girmişti. Biz ‘Önderlik
ile görüşmelere niye ara verildi, eğer ara verilmişse biz bu kararı
şimdi uygulamayız’ demedik. Onu düşünemedik doğrusu. Zaten
dedim ya o anlamda bizdeki topyekûncu yaklaşımın bunda etkisi
oldu. Zaten karar verilmiştir, o zaman biz buna böyle yaklaşabiliriz
diye düşündük. Oysa o zaman aralığında Önderlik ile görüşmelere
de ara verilmişti. ‘Biz tekrar Önderlikten bir karar, perspektif ge-
lirse bunu yaparız’ diyebilirdik. Ama o vakit onu öyle düşünemedik
doğrusu. Yani hiçbir yönetim üyemiz de düşünmedi, öyle bir şey
söylemedi. Hepimiz de ‘zaten Önderlik böyle bir süreci geliştiriyor,
böyle istiyor, biz Önderliğimizin istemine göre adım atıyoruz’
diye düşündük. Hatta biraz acele ediliyordu, sürecin gecikmemesi
için. Biz iç eyaletlerdeki arkadaşları zorladık. Halbuki 8 Mayıs’ta
çekiliyoruz deme biraz erkendi. Çünkü normalde 8 Mayıs’ta gel-
mek zordur, sular yüksek filan. Biraz erkene aldık. Bu tutumu-
muza yönelik Önderliğimizin eleştirisi vardır. Geri çekilmenin
başlamasıyla birlikte ikinci aşamanın başlaması lazımdı. Çünkü
süreç üç aşamalıydı.

– Yasal adımların atılması...

– Evet, ikinci aşama yasal adımların atılması, üçüncü aşama


da artık normalleşme dönemidir. Yani dönüşüm ve özgürleşme-
dir. Şimdi birinci aşama geri çekilmenin başlamasıdır. Biz geri
çekilmeyi başlattık, 8 Mayıs’ta başladı, gruplar peş peşe geldi.
Haziran’da artık devletin de devreye girmesi gerekiyordu. Yani
yasal adımların atılması lazımdı. Zaten Haziran kavramı da vardı
gündemde. Ama Haziran geldi, Temmuz geldi, öyle bir yasal
şey gelişmedi. Biz ona rağmen durdurmadık geri çekilmeyi. Ön-
derliğin eleştirdiği daha çok burasıdır. Biz geri çekilmeyi devam
ettirdik. Daha sonra biz de geri çekilmeyi yavaşlattık ama yine

235
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

de az az devam ettik. O ara PKK Kongresi oldu, Ağustos’ta.


Kongrede yönetim çekilmeyi durdurma kararı aldı. Bu öneri
kongreye sunuldu ve kabul gördü.

– Ama Sayın Öcalan geç kaldığınıza dair eleştiriler yaptı...


Önderlik zaten çok eleştirdi. Haklıdır yani biz orada geç
kaldık. Mesela devletin Haziran’da başlatması lazımdı. Haziran
geçti, Temmuz geçti. Ağustos geçti, Eylül başında biz ‘geri çe-
kilmeyi resmen durduruyoruz’ dedik. O gecikmiş bir tavırdı. O
eleştiri o anlamda doğru ve yerindedir. O süreç böyleydi. Ondan
sonra geri çekilme durdu. Tabii İmralı’daki görüşmeler devam
etti.
Mesela Şubat ve Mart aylarında devlet tarafının çok sıcak yak-
laşması da vardı.

– 2013’te?

– Evet, 2013’ün Şubat’ından, Mart’ından bahsediyorum. Geri


çekilmeden önce. Yani o Newroz atmosferi, o Önderliğin tarihi
deklarasyonunun yayımlanması. Biliyorsunuz deklarasyona onlar
da öneriler yapmış, sonradan öğrendik. Bazı cümlelere ilişkin
öneriler yapmış. Önderlik de onların önerilerini dikkate almış.
Dolayısıyla o atmosferde sıcak yaklaşım vardı. Ama biz geri çe-
kilmeyi başlatınca o yaklaşım bitiyor. Herhalde Newroz’dan sonra
bir görüşme var ve ondan sonra ara veriliyor. Yani heyetin 15
günde bir gitmesi lazım mesela.
Biz de o zaman geri çekilme kararını aldık. Bizim yaklaşımı-
mızda bu konuda düz yaklaşım var, böyle saf yaklaşım var. Ma-
dem karar ise uygulamamız gerekir. Oysa anbean karşıyı izlemek,
ona göre tutum ve politikaları geliştirmek gerekiyordu. Bizim
açımızdan eksik olan taraf budur.

– Görüşmeler sürerken sizin, bırakın çekilmeyi, şehirlere silah


sevkiyatı yaptığınız ve sürecin yürümesini engellediğiniz yönünde
iddialar var. Bu süreç sizce neden tıkandı?

236
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

– Nasıl ki Oslo süreci için temel sorun, Türk devletinin ‘KCK


Operasyonu’ ile tabanımıza dönük, kadrolarımıza dönük bir siy-
asi soykırımı başlatması ise, İmralı diyebileceğimiz bu son süreci
de hançerleyen ve onu aslında hiçleştiren temel yaklaşım Türk
devletinin Kobanê’ye dönük politikasıdır. Daha geniş izah eder-
sek, biz Kuzey’de Türk devletine karşı ateşkes ilan etmişken,
Suriye’de yaşanan gelişmeler çerçevesinde 2012 Temmuzu’nda
Kobanê’de başlayan Rojava Devrimi giderek tüm Rojava’yı kap-
sadı, bir devrimsel gerçekliğe dönüştü. Türk devleti buna El
Nusra, Ehrar el Şam, DAIŞ gibi örgütler ile müdahale etti. Öyle
oldu ki özellikle 2013 Temmuz ayından sonra Rojava’da siste-
matik bir savaşa dönüştü. Yani öncesinde Serêkaniye’de, Halep’te
ve başka yerlerde temaslar oluyordu fakat Rojava Devrimi’nin
yıl dönümü yaklaştığında, yıl dönümünün tam iki gün öncesinde
Serêkanîyê’de saldırılar başladı. Ve savaş gelişti, ta yıl sonuna
kadar. Yani 2013 yılı böyle geçti. 2014 yılını zaten biliyorsunuz,
DAİŞ ve Ehrar el Şam gibi örgütler YPG karşısında tutunamadı.
Mevzilerini kaybettiler. Serêkaniyê’de, Cezaa’da, yani böyle bir-
çok yerde, Hesekê’de mevzi kaybını yaşadılar. Onların yerine
bu sefer DAİŞ geçti. Yıl 2014. Önceden de DAİŞ vardı ama sıra-
dandı. Ama 2014 baharı ile birlikte DAİŞ başat bir rol oynadı.
Kürdistan’a yakın bütün alanlarda etkili hale getirildi ve Kürdi-
stan’a yöneldi. Kobanê’ye Mart’ta yöneldi. Sonra tekrar Tem-
muz’da saldırmaya başladı. Sonra Şengal. Sonra da tekrar 15
Eylül ile birlikte Kobanê’ye çok kapsamlı bir saldırı yapıldı.

– Bunların, Sayın Öcalan’ın Türkiye’de başlattığı süreçle


nasıl bir ilgisi var?

– Bunların AKP yönetiminden ayrı ele alınması mümkün


değildir. Mesela Ehrar el Şam, El Nusra; bunları zaten AKP
inkar etmiyor. İç içeler. Şimdi DAİŞ’i inkâr ediyor ama DAİŞ ile
de ilişkisi bunlarla olduğu gibiydi. Dolayısıyla ortak bir konsept.
Yani Kobanê’yi düşürme konsepti AKP ile yapılan bir konsepttir.
Kobanê’yi düşürüp sonradan Rojava Devrimi’ni boğmak istedi-

237
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

ler. Kobanê’den sonra Cezire, ondan sonra Efrîn’e yani Rojava


Devrimi’ni ortadan kaldırmayı bu çete örgütleri yoluyla AKP
önüne koydu, hedefledi. Ama Kuzey (Türkiye’deki Kürtler kas-
tediliyor. A.D.) kitlesi buna sessiz kalmadı. Özellikle Kuzey kit-
lesinin 6-7-8 Ekim’de gerçekleştirdiği çıkış bir tür başkaldırıydı.
Yani bir hafta boyunca devlet birçok şehirde adeta etkisiz kılındı.
AKP bundan sonra çark etti. Ergenekon’la ittifak yaptı ve 30
Ekim 2014’te gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulunda savaş ka-
rarını aldı, yani savaşa hazırlık kararını aldı. Kaldı ki önceden
hazırlanmış olan o ‘Çökertme Planı’ da açığa çıktı sonrasında.
Anlaşıldı ki Çökertme Planı’nın yazılış tarihiyle Kobanê’de
DAİŞîn saldırı tarihi aynıdır; 15 Eylül 2014’tür. Yani böyle bü-
tünlüklü bir konseptin olduğu anlaşıldı. Aslında Rojava De-
vrimi’ni boğma, bizi de Kuzey’de marjinalleştirme hedefi vardı.
Bu anlaşıldı, ama yine de süreç götürüldü. Bu çerçevede devletle
bir protokolün imzalanması gerektiği, buna artık imza konul-
ması, nokta konulması gerektiği gündeme geldi. Bir protokol
taslağı hazırlandı. Bunu devlet yetkilileri hazırlamışlardı. Sonra
heyet de biraz biçim ver, demişti. Yani devlet yetkililerinin ha-
zırladığını da biraz dikkate alan heyetin (HDP Heyeti kastedi-
liyor. A.D.) yazdığı o Dolmabahçe Sarayı Protokolü. Şimdi bu
protokol bize de sunuldu. Biz mesela yine bu protokole sıcak
yaklaşmadık.

– 28 Şubat Protokolü?

– Evet.

– Neden sıcak yaklaşmadınız?

– Yönetimimiz bazı konularda şerh koydu. Aslında bir araya


gelemedik, biz burada HPG yönetimi, Genel Başkanlık ve diğer
kurumlarımız değerlendirdik, ama genelde pek böyle sıcak yak-
laşmadığımızı, birçok maddeyi yeterli görmediğimizi belirttik.
Önderlik inisiyatif koydu, ‘hayır bunun böyle, bu çerçevede,

238
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

özellikle de 28 Şubat’ta yayımlanması önemlidir’ dedi. Ve 28


Şubat’ta, Dolmabahçe Sarayı’nda okundu, kamuoyuna sunuldu,
her iki tarafın hazır olduğu bir ortamda. O önemli bir belgeydi.
Diyorum ya, bizim yönetim çok benimsemedi o protokolü. Ama
Önderlik inisiyatif koydu. Çünkü Önderlik durumu daha derin-
den ele aldı, fark etti yani. Onların gerçek hesaplarını boşa çı-
karmak için Önderlik bazı maddeleri, istenilen netlikte olmasa
da kabul etmek gerekir diye inisiyatif koydu. Erdoğan önce
olumlu karşıladı bu açıklamayı. Ama sonra, yani 18 gün sonra
Erdoğan Çanakkale’nin yıldönümü vesilesiyle konuyla ilgili ko-
nuştu. Önce ‘Kürt sorunu yoktur’ dedi. Daha sonra da zaten
‘protokol yok’ dedi. Yani kısaca Dolmabahçe Sarayı’ndaki mu-
tabakat için ‘mutabakat değildir’ dedi. Reddetti. Bu aslında sü-
recin sonlandırılmasıydı. Fakat seçimler vardı, yani öyle götü-
rüldü. Ama aslında sürece nokta koymaydı. O yüzden de 5 Nisan
2015’te yapılan son görüşmede Önderliğin söylediği şeyler
önemli. Önderlik olası durumları önemli oranda fark eden bir
durumdadır. Heyete ‘bu son görüşmemiz olabilir’ dedi. Sürecin
bittiğini Önderlik Nisan ayında görmüştü.

– Bunu biraz daha açar mısınız? Yani süreç 7 Haziran Seç-


imlerinden sonra değil de Nisan’da mı sona ermişti?

– Evet. Çünkü Erdoğan’ın açıklamaları vardı. Yani süreci son-


landıran açıklamaları vardı. Ne zaman, Şubat-Mart aylarında.
Bu biçimde 5 Nisan’dan sonra artık yönünü seçime verdi. Ve
sürece dair herhangi bir şey geliştirilmedi. Protokol, mutabakat
zaten kalmadı. Seçimler yaşandı. Seçimlerde bilinen sonuç var.
HDP’nin başarısı. Yani AKP, Erdoğan karar almıştı. Ergenekon
ile ittifakı vardı. Eğer biz daha yaratıcı politikalar geliştirebil-
seydik belki bir biçimde önüne geçebilir, ya da yönünü daha
farklı kılabilirdik. AKP’nin zihinsel altyapısında Kürt sorununu
çözme yoktur. Bu net. Yani AKP gerek Oslo’da gerekse İmralı’da
yürüttüğü bütün görüşmeleri aslında özel savaş kapsamında yü-
rütmüştür. Yani hareketi oyalama, giderek tasfiyeye uğratma

239
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

amacıyla yürütmüştür. Bir psikolojik savaş projesi olarak bak-


mıştır. Yoksa Kürt sorununu çözeyim, Kürtleri bir irade olarak
kabul edeyim, onların da dil, kültür, kendini yönetme hakkını
tanıyayım gibi bir şeyi AKP asla düşünmemiştir. Onun fikir
dağarcığında bu yoktur. Bu net anlaşıldı. Çok pragmatist ve çok
çıkarcı. Tek amacı nedir? İktidarıdır.

– Siz onun iktidarına yönelince mi hırçınlaştı? Bazı yorumlara


göre ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ çıkışı bir dönüm noktası
oldu...

– ‘Seni Başkan yaptırmayacağız’ sözü tartışılır bir sözdür. An-


cak dönüm noktasını böyle ifade etmek doğru olmaz. Esas olarak
AKP iktidarının zihniyeti süreci sonlandırıştır. Kuşkusuz seçim
akşamı sarf edilen sözler zaten çok daha apolitik, yani ‘ne içte ne
dışta hiçbir biçimde AKP ile bir koalisyona girmeyeceğiz, deste-
klemeyeceğiz’ denildi. Yine işte ‘korkmasın; öldürmeyeceğiz,
yargılayacağız’ gibi şeyler. Bunlar da bizim Kürt cephesinin apo-
litik, derinlikli olmayan tutumunun dışa yansımasıdır. Aslında
bizim programımız şudur; Türkiye’yi demokratikleştirme yak-
laşımımız şudur; bunlar kabul edilirse biz herkesle koalisyona
açığız diyebilirlerdi. Böylelikle AKP’nin gerçek yüzü daha iyi an-
laşılabilirdi, teşhir olurdu. Biz Hareketin yönetimi olarak buna
müdahale etmedik. Seçimden sonra hemen bu tür şeyler söy-
lendi. Daha sonra seçim sonrası demokratik güçlerin yaklaşımının
nasıl olacağı konusunu demokratik güçlere bir biçimde ilettik.
Ancak HDP bu süreci iyi idare edemedi. Sakın bu sözlerim öyle
anlaşılmasın. Selahattin arkadaşımız genç bir arkadaş, o kadar
deneyimi yoktur yani. Biz ona daha iyi destek sunabilirdik, zaten
bizim onları yönetme durumumuz yok, ama açılımlarımız, per-
spektiflerimiz onları daha doğru yola sevk edici olabilirdi. En
azından hataları düzelten bir tavır gösterebilirdik. Aslında süreç
gittikçe kritik bir noktaya gidiyordu. Onların her saldırısına tepkici
yaklaşım aslında ne kadar doğru, onu da sorgulamak gerekir.
Mesela o zaman Ağrı’da, bilmem çeşitli yerlerde saldırılar yaptılar.

240
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

Sonra katliamlar yaptılar, seçim döneminde HDP’ye dönük kat-


liamlar yaptılar. O zamanki soğukkanlı tutumlar doğruydu.

– Biraz seçim sonrasına gelelim: 20 Temmuz Suruç Katlia-


mı’ndan sonra süreç bambaşka bir evreye geçti...

– Süreç artık savaş yönüne doğru gidiyordu zaten. Ceylanpınar


eylemi nasıl yapılmış daha tam netleşmemiştir. Onu artık gerekçe
yaptılar.

– Evet, iki polisin öldürülmesi çok konuşuldu ve kırılma noktası


olarak değerlendiriliyor...

– O eylemi bir çevre yapmış. Aslında bizim örgütlü, planlı bir


gücümüzün gidip yaptığı bir eylem değildir. Zaten Kürt yurtsever
çevre üstlendi. Ama onlar da polislere yönelik eylem diye mi
üstlendiler, bilemiyoruz. Ama o dönemde, yani bu kadar katliam
varsa Kürt halkı da polis vurabilir. Ama uykuda mı, uyanık mı
nasıl vurmuşlar onu da bilmiyoruz. Hatta o zaman farkında da
değildik. Sonradan dediler ki, yok bunlar yatarken, bilmem şöyle
öldürülmüş, böyle öldürülmüş... Onu bilmiyoruz. AKP iktidarı
zaten savaş kararını önceden almış. 6-7-8 Ekim Kobanê Dire-
nişini sahiplenme serhıldanları sonrası 30 Ekim 2014 Milli Gü-
venlik Kurulunda savaş kararı alınmıştır. AKP bizimle savaşmak
için önce İncirlik havaalanı çerçevesinde Amerika ile anlaştı.
Davutoğlu bunları söyledi zaten. Sonra kendi aralarında oturup
kararlaştırdılar. ‘21-22 Temmuz’da tartıştık, sonra 23’te de karar
verdik’ diyor, Davutoğlu. Zaten sonraları da birçok yetkili çok
önceleri asayişi ve güvenliği sağlamak için mücadele kararı al-
mıştık değerlendirmesi yapmıştır. Yani onlar önceden alınan ka-
rarlara, o Ceylanpınar olayını bir gerekçe yaptılar. Ceylanpınar’ı
gündeme getirmeleri sadece gerekçedir.

– Peki, bütün bunları kendi aranızda değerlendirdiğinizde


nasıl bir sonuca ulaştınız? Sizden kaynaklı hatalar neler?

241
Kürt sorununun çözümüne ilişkin ‘çözüm süreci’ operasyonu

– Yani bizim bu konuda yetersizliklerimiz olabilir ve vardır.


Hem politikayı yönetmede yetersizliklerimiz yaşandı, hem de
aynı zamanda sonradan anlaşıldığı gibi 2015’ten sonraki, özellikle
bu şehir direnişlerinde açığa çıktığı gibi, bu ateşkes döneminde
savaşa dönük herhangi bir hazırlık yapmadık. Türk devletinin
dediğinin tam tersidir. HPG bünyesinde yeniden yapılanma çer-
çevesinde belli bir yenilenme, askeri performansı geliştirme
eğilimi gelişti. Bu tamam. Ama bu daha çok DAİŞ’e karşı savaşta
zaten değerlendirildi. Yani onlar kendi yaptıklarını bize yüklüy-
orlar. Kendileri bir taraftan bizimle barış, diyalog, tartışma yü-
rütürken, öbür taraftan savaşa hazırlanıyorlar. Gidip İran ile an-
laşıyorlar, görüşmeler sürerken 5 Aralık 2008’de görüşme
heyetini imha etmeye çalışıyorlar. Aracı kurumu imha etmeye
çalışıyorlar. Onlar bizim de öyle yapmış olduğumuzu kamuoyuna
yansıtıyorlar. Halbuki öyle değil.
Biz barış görüşmelerinde gerçekten samimiyiz. Samimiydik.
Neden? Çünkü Önderliğimiz esir, biz Önderliğimizin
özgürleşmesini istiyoruz. Onun için biz bu Türk devleti ile
bütün barış görüşmelerinde sonuna kadar samimiydik. Kim ne
derse desin samimiydik ve çözümleyici yaklaştık. Kuşkusuz
AKP’nin politikaları ve uygulamalarından dolayı hep kuşkulu
yaklaşımlarımız olmuştur. Ama biz bir gelenekten geliyoruz.
Biz Kürdüz, Kürdistan’dan geliyoruz. Daha önce bir basın çe-
vresinde yazdığım bir yazıda söylemiştim: bizim köyde ben kü-
çükken ihtiyarlar vardı. İhtiyarlar diyordu, ‘Türk devleti, affe-
dersin eşek de olsa, binme.’ Çünkü mutlaka seni düşürür. Yani
biz böyle bir ortamdan geliyoruz. Tedbirimizi almak zorundayız.
Daha önce de söylediğim gibi, Önderlik o samimiyet ile ‘anay-
asal çözüm olmazsa Devrimci Halk Savaşı çözümü gündeme
girer’ dedi. Bu samimiyetin ürünüdür. Biz aslında öyle bir tar-
aftan barış görüşmelerini yürütme, diğer taraftan da işte savaşa
hazırlık gibi bir şeyi yürütmedik. Fakat savaşın olabileceğini de
düşündük. Eğer görüşmeler olurken savaşa hazırlansaydık o za-
man bu inşa faaliyetini her şehirde mahalle mahalle geliştirirdik.
Geliştirmiş olurduk. Yine her yere gerekli cephane, silah koymuş

242
2005-2015 Türkiye-PKK görüşmeleri

olurduk. Yani şehir savaşında gelişen direnişe öyle silah milah


önceden konulmamıştı. O direniş gençler tarafından yürütüldü.
Burada bir şeyin ayırdına gitmek gerekiyor. Yani bu süreçte Kürt
gençliği, özellikle de YDGH bir irade olarak ortaya çıktı. Bu ta-
mam. Ama gençliğin kendi imkanlarıyla elde ettiği birkaç kleş,
av tüfeği, molotof kokteyli, bilmem şuradan buradan edindiği
silahlarla mahalleleri tutma deneyimi oldu. Gençler daha 2014’te.
2015’te de bunu başlattı. En masumane bir biçimde bir demo-
kratik özerklik ilanı mahallelerde şehir meclisleri tarafından ya-
pılıyor. Ne devlete dokunuluyor, ne bilmem devletin kurumlarına
dokunuyor. Sadece bizim mahallemize polis girmesin, deniliyor.
Bu temelde gençlik de mahalleleri savunmaya kalkışıyor. Ve bir
cephane yok, bir hazırlık yok, bir şey yok. O dedikleri şeyler
ordu girdikten sonra oldu. Biz HPG olarak kısmi bir katkı sun-
duk. Eğer dedikleri gibi biz oralara önceden silah doldurmuş
olsaydık, önceden oralara kablo doldurmuş olsaydık durum böyle
olmazdı. Yani biz onun hazırlığını yapmadık.
Gençliğin bir irade olarak çıkışı vardı. Bu doğru. Yine
HPG’nin kendisini yenileme, bu anlamda böyle belli bir düzeyde
kendini hazırlama durumu da var. Bu da doğru. Fakat böyle
şehirlere silah doldurma, patlayıcı doldurma, kendisini savaşa
göre hazırlama durumu yoktu. Keşke olsaydı. Eğer olsaydı durum
şimdi böyle olmazdı. Öyle bir durum yok. Biz, tekrar söyleyelim,
altını çizerek belirteyim; gerçekten samimi bir biçimde çözüm
süreçlerini başarıya ulaştırmak, yani gerçek bir barışa dö-
nüştürmek için elimizden ne geldiyse yaptık. Ve bu konuda so-
nuna kadar samimiydik. Ama karşımızdaki devlet samimi değildi,
onun demin de belirttiğim gibi, zihinsel altyapısında çözüm
yoktu. Onun için Önderliğimizin bitmez tükenmez çabalar ile
ortaya koyduğu o çabalar sonuç almadı. Boşa çıkartıldı, Türk
devleti tarafından. Özellikle AKP’nin, Erdoğan’ın son geliştirdiği
diktatoryal yaklaşım, faşizan uygulamalar, ırkçı duruş biçimi
aslında onların niyetini çok iyi ortaya koyuyor. Eğer Kobanê’de,
AKP doğru dürüst yaklaşsaydı, o biçimde DAİŞ’in arkasında
durmasaydı, sonrasında o kadar rahatsızlık göstermeseydi, Ro-

243
java’ya karşı bu kadar düşmanlık beslemeseydi, geliştirmeseydi,
bu süreç belki böyle bu akıbete uğramazdı. Kısaca, AKP’nin
Kürt iradesini kabul etmeyen tutumu bütün süreçlerin boşa
çıkmasına neden oldu.

244
KAYNAKLAR:

1- http://serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=393
2- http://arsiv.sabah.com.tr/2002/12/25/s1902.html
3- http://www.pirtukakurdi.com/Uluslararasi-Komplo-Atina-
Savunmasi-Abdullah-Ocalan
4- http://ihd.org.tr/en/index.php/2005/11/12/report-of-re-
search-a-inquiry-on-9-10-november-2005-semdinli-inci-
dents/
5- https://www.mgk.gov.tr/index.php/23-agustos-2005-tarihli-
toplanti
6- https://www.youtube.com/watch?v=emiFFCvAeL8
7- https://www.youtube.com/watch?v=k08pFBAOYlI
8- https://www.youtube.com/watch?v=AKuI0ZyQEms
9- Abdullah Öcalan: Bir Halkı Savunmak Kitabı
10- http://www.lekolin.org/haber-945-Kurt-Ozgurluk-Hareke-
ti-Ateskesler-Kronolojisi.html -Cengiz Çandar Mezopotamya
Ekspresi kitabı
11- https://www.haberler.com/talabani-pkk-yi-desteklemedik-
kanin-durmasi-icin-haberi/
12- http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/emre-taner-

245
oslo-ihanet-degildi
13- Fırat Haber Ajansı: 9 Mart 2007 - http://serxwebun.org/ar-
siv/303/
14-
https://www.hezenparastin.com/tr/arsiv_tr/2007/bim_ekim_20
07.html
15- http://www.turkish-media.com/forum/topic/108648-asker-
lerin-kurtulmasina-sevinemedim/
16- https://en.wikipedia.org/wiki/David_Petraeus
17- http://bianet.org/bianet/bianet/102686-pkk-nin-elindeki-8-
asker-serbest-birakildi
18- https://www.c-span.org/video/?202113-1/usturkey-relations
19-
http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/16/haber,44A7B382AD4F4E4
8B55D-89712A6D9657.html
20- https://www.youtube.com/watch?v=6rBJNOKoKhA
21- http://www.birgun.net/haber-detay/gul-un-diyarbakir-sey-
ahatine-surpriz-iptal-43829.html
22- Yeni Özgür Politika Arşiv (2013)
23- https://secim.haberler.com/2009/
24- MGK Sitesi Arşiv
25- Yeni Özgür Politika Arşivi
26- http://www.aljazeera.com.tr/haber/erdogandan-kck-opera-
syonlarina-destek
27- http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/hasan-ce-
mal--sen-kandil-dagi-na-neden-gittin-----2--1100783/
28- http://www.hurriyet.com.tr/avni-ozgurel-in-kandil-izlen-
imleri-20790217
29- http://pdfkitapoku.com/baslik/yol-haritasi-abdullah-oca-
lan/
30-
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=
37706
31- https://bianet.org/bianet/siyaset/118770-pkk-resadiye-sal-
dirisini-ustlendi

246
32- http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-37863346
33- Serxwebun 2010 Arşivi
34- http://www.milliyet.com.tr/ben-olsam-asardim-siyaset-
1400607/
35- Başbakanlık Arşivi
36- Rapor Genel Kurmay Sitesi arşivinde duruyor
37- https://www.youtube.com/watch?v=cF4d8AuFRDA
38- https://www.mgk.gov.tr/index.php/30-ekim-2014-tarihli-
toplanti
39- https://bianet.org/bianet/siyaset/171577-ertugrul-kurkcu-
nun-cokturme-plani-sorusuna-yanit-verilmedi
40- https://www.youtube.com/watch?v=ylHnWnaLAGc
41- https://www.youtube.com/watch?v=aORl0uCBBu0

247

You might also like