Professional Documents
Culture Documents
Birinci Basım
Mart 1986
IIİIC .I Y A Y IN I v l
M n y ııU y o l ( r u j, 4 6 /A
M I : l l III n 31 16 6 5
V o n İ 5»>lılı - A ıık n r n
U tıh ın il ( n<i. 1 V /2
lo iı : !.;• 01
I U Û 'ilo O l'1 Ittl'n ııltu l
BİLÂL N. ŞİM ŞİR
Ingiliz Belgelerinde
OSMANLI ERMENİLERİ
( 1856 — 1880)
BİLGİ YAYINEVİ
kapak : fahri karagözoğlu
Açıklam a.................................................................................. 7
Ö nsöz........................................................................................ 9
Belgeler
1856 (No. 1-2) ............................................................ 47
1859 (No. 3-5) ............................................................. 4 8 -4 9
1860 (No. 6-15) ........................................... 5 0 -6 8
1861 (No. 16-17) ....... 6 9 -7 0
1863 (No. 18-19) ......................................................... 70- 72
1864 (No. 20-21) ......................................................... 72
1865 (No. 22) ................................................................ 74
1868 (No. 23-24) ......................................................... 74- 78
1869 (No. 2 5 )................................................................ 79
1873 (No. 26) ............................................................... 89
1875 (No. 27-28) ......................................................... 95- 98
1877 (No. 29-59) ......................................................... 99-151
1878 (No. 60-136) ....................................................... 151-206
1879 (No. 137-327) .................................................. 207-395
1880 (No. 328 - 354) ...................................................... 397-460
ŞÎNASÎ OREL
Göztepe, 22 Kasım 1984
7
Ö N S Ö Z
22
yöne çekti. Rusya’nın Kaıs, Ardahan ve Batum’u topraklarına
katmasının, İngiltere’nin «hayati çıkarlarına» şu bakımlardan
ters düştüğünü uzun uzun anlattı :
J) Orta Asya ve Hindistan Müslümanlarının gözün
de Rusya, gittikçe genişleyen ve önüne durulmaz bir devlet
olarak büyük nüfuz kazanacaktı ve Büyük Britanya İmpara
torluğunun Asya’daki nüfuzunu sarsabilecekti.
2) Rusya bundan böyle Anadolu ve İran içlerine doğru
kolaylıkla yayılabilecekti.
3) Bu yayılma İngiltere’nin Hindistan’a giden en kestir
me yolunu kapatacaktı. İngiltere, bir gün herhangi bir ne
denle Süveyş Kanahnmın kendisine kapatılabileceğini düşüne
rek Hindistan’a giden bir ikinci yolu açık tutmak zorundaydı.
Bu yol Doğu Anadolu’dan geçiyordu ve en kısa yoldu.
4) Rus yayılması İngiliz ticaretini baltalayacaktı.
Bütün bu nedenlerle İngiltere, Doğu Anadolu toprakları
nın Rusya’nın eline geçmesini engellemeye çalışmalıydı (Belge
No. 50).
İngiltere, Ayastafanos Antlaşmasını değiştirtmek ve İn
giliz çıkarlarıyla bağdaştırmak amacıyla, vakit yitirmeden Rus
ya ile gizli görüşmelere girdi. Bu görüşmeler sonunda 30 Ma
yıs 1878 günü gizli bir Rus-İngiliz antlaşması imzalandı. Rus
ya, Ayastafanos Antlaşmasının Balkanlarla ilgili hükümlerinde
değişiklik yapmaya razı oldu. Ama Doğu Anadolu’ya ilişkin
hükümlerini değiştirmeye yanaşmadı. Yani Kars, Ardahan ve
Batum’dan vazgeçmek niyetinde değildi. Doğu Anadolu, As
ya’da İngiliz-Rus çatışmasının düğüm noktalarından biri du
rumuna geldi.
İngiltere Dışişleri Bakam Lord Salisbury’e göre, Rusya’
nın Kars, Ardahan ve Batum’u alması, geri kalan Doğu Ana-
dolu halk kitleleri üzerinde öyle derin etkiler yaratacaktı ki,
sonunda bu kitleler Rusya’nın kucağına düşebileceklerdi. Bu
nun sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Anadolu
topraklan bir kez daha parçalanıp Rusya tarafından yutulabi-
lecekti. «Majesteleri Hükümeti, Büyük Britanya’nın Doğudaki
çıkarlarım derinden etkileyecek böyle bir durumu kabul ede
mez» diyordu Lord Salisbury. İngiltere, bunu hiç değilse ön
lemeye çalışacaktı.
Bu amaçla, 4 Haziran 1878 günü İngiltere ile Osmanlı
Hükümeti arasında ikili bir antlaşma imzalandı. «Kıbrıs Ant-
23
taşması» olarak bilinen bu antlaşmaya göre, eğer Rusya Kars,
Ardahan vc Batum’u elinde tutup da ilerde OsmanlI devleti
nin Asya topraklarından bir bölümünü ele geçirmeye kalkar
sa, İngiltere, silahla Osmanlı devletinin yardımına koşacaktı.
Buna karşılık Osmanlı devleti, Kıbrıs adasının yönetimini İn
giltere’ye bırakıyordu. Kıbrıs Antlaşmasına, belki Kıbrıs’ın İn
giltere’ye bırakılmasından daha önemli şu cümle de konmuştu:
«Buna mukabil Zatı Padişahı dahi Anadolu kıtasında bu
lunan Hıristiyan ve sair tebaanın iyi idare ve korunmaları
hakkında devleteyn (Ingiltere ve Osmanlı devleti) arasında
sonradan kararlaştırılacak olan lüzumlu ıslahatı yapacağını İn
giltere devletine vaat eder.»
Bu tek cümle, İngiltere’nin Ermeni işine el atmasının en
önemli hukuki dayanağı oldu. Gerçi burada açıkça Ermeni adı
geçmiyordu. Anadolu’da yaşayan «Hıristiyan ve sair tebaa»
deniyordu. Ama Doğu Anadolu’da yaşayan Hıristiyanlar de
nince Ermeniler anlaşılıyordu. Padişah, Ermenilerin «iyi yö
netilmesi ve korunması» için «reform» yapmaya söz veriyordu.
Yapılacak reformlar İngiltere ile Babıâli arasında sonradan
kararlaştırılacaktı. İlk bakışta reform sözcüğü masum bir söz
cüktür. Kim istemez reform yapılmasını? Ama, İngiltere’nin
Doğu Anadolu’da yapılmasını istediği «reform» dan ne anla
dığı ilerde yavaş yavaş ortaya çıkacaktı. Bundan böyle İn
giltere de Osmanlı Ermenilerini diline dolayacaktı. Ama bunu
Ermenilerin çıkarlarını düşündüğü için yapmayacaktı.
Ayastafanos Antlaşması üzerine hemen işe koyulan İn
giltere, kısa zamanda hem Rusya, hem de Babıâli ile ayrı
ayrı birer gizli antlaşma imzalamıştı; aynı zamanda, Ayasta
fanos Antlaşmasının değiştirilmesi için Berlin Kongresinin top
lanmasına öncülük ediyordu. Berlin Kongresi öncesinde Os-
manlı Ermenileri de kolları sıvadılar, yoğun bir çalışma içine
girdiler. Amaçları, fırsattan sonuna dek yararlanmaktı. M art
1878’de, BabIâli’nin yüksek kademelerinde görevli bir Osman
lI Ermenisi, İngiliz Büyükelçisi Layard’ı gördü. Ermenilerin
de, Bulgarlara tanındığı gibi, Anadolu’da özerklik istediklerini
anlattı. İstanbul Ermenileri, «Ermeni Özerk Bölgesi»nin, ya da
Ermeni Prensliğinin «anayasasını» hazırlamaya başlamışlardı.
Bu belgeyi Berlin Kongresine sunacaklardı. Osmanlı Ermenisi
İngiltere’den destek istiyordu ve bekliyordu. Berlin Kongresi,
Ermenilerin «haklı» isteklerini kabul etmezse, Ermeniler so
nuna kadar uğraşacaklardı. Layard’ın Ermeni ziyaretçisi, In-
24
gilizin damarına basarcasına, «Hatta kendimizi Rusya’nın ku
cağına atabiliriz. Türk yönetiminde kalmak tansa Rusya’ya ka
tılmayı yeğleriz» dedi.
Kendisinin anlattığına göre, İngiliz Büyükelçisi, Ermeni
ziyaretçisini pek umutlandırmamış, yüreklendirmemiş, ama he
men arkasından Osmanlı Ermenilerini Londra’ya salık vermiş
ti. özetle şunları yazdı : «Osmanlı Ermenileri, bütün öteki Os-
manlı Hıristiyanlarından daha fazla Türklere yakındılar. Türk-
lere ısınmışlar, onlarla kaynaşmışlardı. Türkçe konuşuyorlardı.
Ermeniler için İngiltere bir şeyler yapabilirdi. Adil bir yöne
time kavuşurlarsa Ermeniler yüzlerini Rusydya çevirmezlerdi.
Türklerle daha fazla kaynaşırlardı. Bu, BabIâli’nin de İngiltere’
nin de çıkarlarına uygun düşerdi.» Layard, «İngiltere bu ama
ca fiilen katkıda bulunabilir» diyordu. Ama Ermenilere özerk
lik verilmesinin yanlış olacağını belirtiyor ve aynen şöyle di
yordu :
«Şimdilik kendi kendisini yönetemeyecek durumda olan
bir bölgeye özerklik vermek, kaş yapmak istenirken göz çı
karmak olur ve İngiliz çıkarlarına ters düşer.» (Belge No. 66)
İngiliz Büyükelçisi, Osmanlı Ermenileri için «adil bir yö
netim», «hakça bir yönetim» (ne demekse) savunuyordu. Ama
Ermeni özerkliği düşüncesine karşı çıkıyordu. İyimserdi. Hak
ça bir yönetim altında Ermenilerle Türklerin birbirlerine kay-
naşabileceklerini umuyordu.
Peki, ya Ermeni liderleri ne düşünüyorlardı? Onların baş
ka düşüncede oldukları anlaşılıyordu. İstanbul Ermeni Patriği
Nerses, Ermeni önderlerinin düşüncelerini, İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord Salisbury’e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli bir
muhtırada açıkça ortaya koydu: «Ermenilerle Müslümanların
bir arada yaşamaları (coexistence) imkânsızdır» deyip kestirip
attı. Tek çözümün, Türkiye Ermenilerinc, Lübnan gibi, özerk
lik verilmesi, Ermenilerin kendi kendilerini yönetmeleri oldu
ğunu ileri sürdü. Bağnaz bir Hıristiyan olarak şunları söyledi :
«Doğu sorunu, (Şark meselesi), Müslümanlarla Hıristiyan
ların bir arada yaşamalarıyla daha da güçleşen, Osmanlı İm
paratorluğunun zayıflaması sorunudur. Bu bir arada yaşama
(coexistence) artık imkânsızdır.
Eşitliği ancak bir Hıristiyan yönetim uygulayabilir. Ada
leti, Hıristiyan yönetim sağlayabilir. Vicdan özgürlüğünü de
yalnız Hıristiyan yönetim uygulayabilir. Şu halde, Hıristiyan
25
kitlelerin yaşadığı her yerde, Müslüman yönelimin yerini Hı
ristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve
Kilikya, Hıristiyan yönetimin kurutması gereken yerler arasın
dadır.
Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar. Yani, Türkiye Er-
menistanında, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış
bir Hıristiyan yönetim istiyorlar.» (Belge No. 69/1)
Türklerle Ermeniler artık bir arada yaşayamaz diyen Er
meni Patriği idi. Türkler ya da OsmanlIlar değil. Buna şimdilik
burada nokta koyalım ve geçelim.
27
gitmişti. Balkan Hıristiyanlan ise bir «demir kaşık» ile oraya
gitmişlerdi. Konferans masasına konan «Özgürlük Yemcği»nc
onlar «demir kaşık» ile dalmışlar ve o nefis yemekten aslan
payını almışlardı. Ermeniler yalnızca bir «kâğıt kaşık» ile yani
dilekçeyle gittiklerinden «özgürlük Yemeği»nden nasiplerini
alamamışlardı. Eski Patrik, «Anlayana sivri sinek saz» de
mek istiyordu. Yani Balkan Hıristiyanlan silahla savaştıklan
için özgürlüğe kavuşmuşlardı. Ermeniler, bir dilekçeyle ya da
muhtırayla (kâğıt kaşıkla) gittiklerinden elleri boş dönmüşlerdi
Ermenileri Balkan Hıristiyanlarıyla karşılaştırmak, Erme
ni militanlara pek çekici görünüyordu. Etkin bir propaganda
silahıydı bu. İlk bakışta AvrupalIları da etkileyebilecek gibi
görünüyordu. Ermenilerin Balkan Hıristiyanlarından nesi ek
sik? Onlara da neden özerklik verilmez, denebilecekti. Ne
var ki, bu düşünce» temelden sakattı. Çünkü, Balkan Hıristi-
yanları, Rumeli’nin her yerinde değilse bile, belli bölgelerde
topluca yaşıyorlar, o bölgede nüfus çoğunluğunu oluşturuyor
lardı. Örneğin Tuna vilayetinin doğu bölgelerinde Türkler, batı
bölgelerinde Bulgarlar çoğunluktaydı, Bosna - Hersek, Doğu
Rumeli vilayeti vb. gibi yerlerde de Hıristiyan nüfus yoğun
luğu vardı, Anadolu’nun ise hiçbir yerinde bir Ermeni yoğun
luğu ya da çoğunluğu yoktu. Hiçbir vilayette, hiçbir sancakta
Ermeniler çoğunlukta değildi. Kimi zaman amaçlı olarak «Er
meni vilayetleri» denen Erzurum, Van, Bitlis gibi doğu vilayet
lerinde de Ermenilerin Müslümanlara oranı beşte bir kadardı.
Gerçi Ermeniler küçümsenecek bir azınlık değildi. Ama her
tarafa dağılmışlardı ve Müslümanlarla iç içe yaşıyorlardı. Böy
le bir nüfus yapısı üstüne bir Ermeni prensliği kurmayı um
mak, düş görmekti. X IX yüzyıl Avrupasında moda olan milli
yetler prensibine de ters düşüyordu. Bu bir.
Sonra, Anadolu, Türklerin öz yurduydu. En azından do
kuz yüzyıldan beri Türkler Anadolu’ya öylesine derin kök sal
mışlardı ki, onları buradan söküp atmak söz konusu olamaz
dı. Hele Rumeli’nden sonra Anadolu’dan da Türkleri atmayı
düşünmek, hiç akıllıca bir iş değildi. Türkleri söküp atmadan,
ya da yok etmeden Anadolu’da bir Ermeni prensliği; ya da
devleti kurmayı düşünmek ciddi olamazdı. Ama Ermeni lider
ler bıınu ciddi ciddi düşünüyorlardı ve Berlin Kongresinden
sonra Ermeniler arasındaki tartışmalar sürüp gidiyordu.
Rus yanlısı Osmanlı Ermenileri Berlin Antlaşmasını acı acı
eleştirirken, İngiliz yanlısı Ermeniler antlaşmayı övüyorlardı.
28
İstanbul’da çıkan İngiliz yanlısı Ermeni gazetesi Lirakir, Berlin
Antlaşmasını Osmanlı Ermenilerine şirin göstermek için sü
rekli yayın yapıyordu. Eski Patrik Hnmyan ile birlikte Ber
lin’e gönderilmiş olan Nurias Çeras, 1879’da bir de broşür ya
yımladı. Soydaşlarına şöyle seslendi :
«Berlin Kongresi, Ayastafanos Antlaşmasının X V I. mad
desi yerine LXI. maddeyi koymakla kalmadı; yani maddenin
sıra numarasını değiştirmekle yetinmedi. İlerde kuracağımız
ulusal binanın (Ermeni devletinin) temellerini de attı.
Türk - İngiliz antlaşması (Kıbrıs Antlaşması) da bizim için
ayrı bir nimet oldu.
Gerçi Avrupa bize özerklik vermedi, ama bize öyle bir
madde bağışladı ki, bu bizi, erişmek için yanıp tutuştuğumuz
amacımıza ulaştıracaktır.
Babıâli, Ermenilerin yaşadığı yerlerde gereken reformları
yapmaya söz verdi: Bu reformlar bir gün idari özerkliğe dö
nüşecektir...
Cesaretimizi yitirmeyelim; bize bahşedilen nimetlerden en
büyiik yararı sağlamaya çalışalım.
Avrupa elimize silahları verdi; paslanmadan bu silahlan
kullanalım.
Babıâli, Ermenistan’da (Doğu Anadolu’da) reform yap
maya söz verdi; bu reformlar gerçekleşmezse eyleme geçmek
gerekir.
Babıâli, Ermenileri, Kürtlere ve Çerkezlere karşı koru
maya söz verdi. Kürtler ve Çerkezler cezalandırılmadan kalır
larsa eyleme geçmek gerekir.
Babıâli, gereken reformları yapmaya, büyük devletler de
bu reformların yapılışım gözetlemeye söz verdiler. Büyük dev
letler bu gözetlemeyi yapmazlarsa, ya da yetersiz yaparlarsa
eyleme geçmek gerek.
Ulusumuz umutsuzluğa kapılmasın; bir yandan Ermenis
tan’da, öte yandan da Avrupa’da çalışmak gerek.
Berlin Kongresiyle bir altın madeni elde ettik. Bu maden
ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer.» (Belge No.
309/1)
İşte, Nurias Çeras’ın broşüründen bir parça. Broşürün
Ermenilere mesajı açıktır: Eylem, eylem, yine eylem deniyor.
Türkiye’de eylem, Avrupa’da eylem. Durmadan eylem. Sözde
ılımlı ya da Batı yanlısı Ermenilerin görüşü buydu. Rus yan
lısı Ermeniler silaha sarılmak gerek derken, Batı yanlısı Er-
29
mcnilcr eylem, eylem diye haykırıyorlardı. Her iki kanadın
ilk amacı Ermeni özerkliği idi. Yolları biraz değişikti. Aşırılar
amaca kestirmeden, ılımlılar ise biraz uzunca yoldan ulaşmak
istiyorlardı. Her iki kanat da sakin Ermenileri kışkırtıyordu.
O zamana kadar işiyle gücüyle uğraşan sakin OsmanlI Erme-
nilcri bundan böyle militan eylemci, ya da silahlı komiteci
yapılacaktı, yapılmak isteniyordu. Osmanlı Ermenileri artık
değişiyorlardı.
30
Lord Salisbury, saydığı bu özerk böJgelerden hiçbirinin
Doğu Anadolu için bir model olarak alınamayacağını belir
tiyordu. Kimi zaman yanlışlıkla, ya da kasıtla, «Ermenistan»
ya da «Türkiye Eımenistanı» diye adlandırılan Doğu Anado
lu, Girit’e, Lübnan’a, ya da Doğu Rumeli’ye hiç benzemiyor
du. Çünkü Doğu Anadolu’da bir Hıristiyan çoğunluğu yoktu.
Gerçi bölgede bir Ermeni azınlığı yaşıyordu. Ama Ermeniler
pek dağınık ve Müslümanlarla iç içe idiler. Salisbury, Girit’e,
Lübnan’a uygulanmış ve Doğu Rumeli’ye uygulanacak re
formların Doğu Anadolu’ya uygulanamayacağını belirtiyor ve
şöyle diyordu :
«Başarı şansları ne olursa olsun, o deneyler (yani Girit,
Lübnan ve Doğu Rumeli deneyleri) Osmanlı İmparatorluğunun
Asya vilayetlerinde taklit edilemez. Çünkü Asya vilayetlerinde
muazzam çoğunlukta olan Müslüman ırklar, hiç değilse şim
dilik, geleneklerine ve düşüncelerine ters düşen benzer özerk
kuramlara yatkın değildirler. Yerel temsil sistemi (özerklik)
Hıristiyanlara belki uygun düşebilir, ama Hıristiyanlar ora
larda hem küçük bir azınlıktır, hem de pek dağınıktır ve Müs
lümanlarla iç içe yaşamaktadırlar. Bu bakımdan yalnız Hı-
ristiyanlar için ayrı bir yönetim sistemi, son derece vahim pra
tik güçlükler yaratır.» (Belge No. 81)
Kısacası, Lord Salisbury, Ermeni özerkliği düşüncesini bir
kenara itiyordu. Anadolu’da Ermenilere özerklik vermek «pek
vahim» sonuçlar doğurur diyordu. Hiç değilse o tarihte, E r
meni liderlerinin özerklik istekleriyle İngiltere’nin politikası
ayrılıyordu.
İngiltere, Doğu Anadolu’da Ermeni özerkliği değil, bir çe
şit İngiliz protektorası kurmak peşindeydi. Bölgenin kontrolü
nü doğrudan ele geçirmeyi düşünüyordu. Gerçi Salisbury bu
amacını açığa vurmuyordu. Ama Babıâli’ye empoze etmek is
tediği «reformlar», Doğu Anadolu’da İngiliz protektorasma yol
açabilecek nitelikteydi. İlk ağızda Lord Salisbury, dört ana mad
dede toplanan şu reform paketini ortaya koyuyordu :
1) Doğu Anadolu’da yeni bir jandarma kuvveti kurul
caktı. Ayrı bir ordu gibi olacak bu yeni ve bağımsız kuvvet,
Avrupalı (yani İngiliz) subaylarca örgütlenecekti. Bu kuvve
tin komutanı da Avrupalı olacaktı. Bölgede yaşayan Ermeni-
leri korumak için böyle bir kuvvet gerekli sayılıyordu. Ama
jandarma, tek başına yetersiz kalırdı.
31
2) Lord Salisbury’nin projesine göre; Doğu Anadolu’da
yeni bir adliye örgütü oluşturulacaktı. Gerekli görülecek her
vilayette yeni birer yüksek mahkeme kurulacaktı. Bu mahke
melerin her birinin başında —Mısır’da olduğu gibi— birer Av
rupalI yargıç bulunacaktı. Bölgedeki bütün mahkemelerin ka
rarlan bu Avrupalı (ya da İngiliz) yüksek yargıcın onayından
geçecekti. Onun onayı alınmadan, hiçbir Osmanlı mahkeme
sinin hiçbir kararı kesinleşmeyecekti. Başka bir deyimle, bu
Avrupalı ya da İngiliz yüksek yargıçlar, bölgedeki Osmanlı
yargı organlarını kontrolleri altına alacaklar, onların bütün
kararlarını veto edebileceklerdi. Osmanlı mahkemelerinin
«adaletsiz» kararlarına karşı Ermeniler, ancak böyle koruna
bilirdi. Ama bu da yetmezdi. İngiliz projesinin arkası vardı.
3) Doğu Anadolu’da vergi sistemi kökten değiştirilecek
ti. Âşâr vergisi kaldırılacak, yerine, İngilizlerin Hindistan’da
uyguladıkları vergi sistemine benzer bir düzen kurulacak; mak
tu bir vergi konacak ve bu vergi, para olarak ödenebileceği
gibi mal olarak da ödenebilecekti. Doğu Anadolu’da kötü Os
manlI vergi sistemi ancak yetkili Avrupalı uzmanlarca değiş
tirilebilirdi. Onun için her vilayete birer Avrupalı vergi alım
cısı (Revenue Collector) atanacaktı. Olağanüstü yetkilerle do
natılmış bir «süper defterdar» niteliğindeki bu Avrupalı ya da
Ingiliz «vergici», hem vilayetin vergi sistemini kökten değiş
tirecek, hem de o vilayetin tüm gelirlerini denetimi altına
alacaktı. Vilayette toplanacak bütün gelirler bu Avrupalı uz
mandan sorulacak, onun onayından geçecekti. Böylece, Ana
dolu Ermenisi Osmanlı vergi sistemi altında ezilmekten kur
tulacaktı.
4) Son olarak Lord Salisbury, valiye de değiniyordu. Üç
maddede sıraladığı yukardaki reformların etkin ve dürüst bi
çimde uygulanabilmesinde valinin kişiliği önem taşıyordu. Ama
Salisbury, vali konusunda biraz kapalı konuşuyordu. Bölgede
jandarma komutanı Avrupalı olacak, yüksek yargıçlar ve def
terdarlar da Avrupalı olacak dedikten sonra, vali de Avrupalı
olacak diyecek gibiydi. Ama bunu demiyordu. Yalnız şunu
söylüyordu : Doğu Anadolu’ya atanacak valilerin seçiminde In
giliz büyükelçisi Padişaha yol gösterecek ve yardımcı olacak
tı. Ya da Padişah, vali seçerken Ingiliz büyükelçisine danışa
caktı. Sonra Padişah, atanan valiyi istediği gibi değiştiremeye
cekti. Vali en az beş yıl görev başında kalacaktı. Aynı biçimde
Doğu Anadolu’ya atanacak Avrupalı yüksek yargıçlarla Av
32
rupalı defterdarlar da uzun süre yerlerinde kalacaklardı (Belge
No. 81).
Disraeli Başkanlığındaki İngiliz Muhafazakâr Hükümeti
nin, Ağustos 1878’de Doğu Anadolu için hazırladığı reform
projesinin anaçizgileri işte bunlardı. Bu proje, ayrıntılı ge
rekçeleriyle birlikte, bir notaya döküldü ve 20 Ağustos 1878
günü Sadrazam Saffet Paşaya sunuldu (Belge No. 83/1).
İngiliz reform projesi benimsenince, Doğu Anadolu’da
jandarma kuvveti Avrupa’nın ya da İngiltere’nin kontrolüne
geçecekti. Osmanlı yargı gücü de İngiliz yüksek yargıçlarının
denetimi altına girecekti. İngilizler bölgenin vergi sistemini de
kökten değiştirecekler, oralarda toplanacak tüm vergilerin
kontrolünü ellerine alacaklardı. Son olarak, valinin atanma
sında İngiliz büyükelçisinin Padişah’a «yol göstermesi» dola
yısıyla, Osmanlı yürütme erki de az çok İngiliz etkisinde ka
lacaktı. Böyle bir projenin Osmanlı devletinin bağımsızlığı ve
egemenliği ile bağdaşmadığı apaçıktı. İngiliz projesi benimse
nip uygulanınca Doğu Anadolu’da Osmanlı egemenliğinden
geriye ne kalıyordu, diye sormak belki daha yerinde olur.
Evet, Lord Salisbury, Doğu Anadolu’nun Girit’e, Lüb
nan’a, Doğu Rumeli’ye benzemediğini ve benzetilemeyeceğini
belirtmişti. Ama doğu vilayetlerimizi Mısır’a, hatta Hindistan’a
benzetme amacı güdüyordu. Herhalde İngiliz reform projesi,
Doğu Anadolu’da bir çeşit İngiliz protektorasma yol açabile
cekti. Sonra İngiltere daha işin başındaydı. Buzdağının yalnız
bir ucu su üstüne çıkmıştı henüz. İngiliz reform isteklerinin
arkası gelecekti. İngiliz Büyükelçisi Layard, 15 Eylül 1878
günlü bir telgrafında, «Babıâli, son kertede para sıkıntısı için
dedir; onun bu sıkıntısından yararlanıp Anadolu’nun önemli
bir eyaletinde yönetimin kontrolünü elimize geçirebiliriz» di
yordu (Belge No. 90).
Ağustos 1878’den Mayıs 1880 tarihine kadar İngiliz Mu
hafazakâr Hükümeti, hazırladığı reform paketini Babıâli’ye
kabul ettirmeye çalıştı. İngiliz iddiasına göre, bu reformlar
yapılırsa, Doğu Anadolu’da yeni bir düzen kurulmuş olacak,
yerli halk bundan hoşnut kalacak, Ermeniler Rus etkisine ka
pılmayacak ve dolayısıyla Anadolu, yeni bir Rus istilasından
korunmuş olacaktı. Bu reformların, Padişahın egemenlik hak
larına ters düşmediğini de ileri sürüyordu İngiltere.
Osmanlı Hükümeti ve Padişah, Anadolu’da reform yap
mayı istiyorlardı. Ama İngiliz reform projesi konusunda haklı
kuşkuları vardı. Acı deneyimler geçirmişti Osmanlı devleti,
Hıristiyanlar için reform diye diye İmparatorluğun Rumeli top
rakları parçalanıp gitmişti. Sıra şimdi Anadolu’ya mı geliyor
du? Reform adı altında Doğu Anadolu’da Osmanlı egemen
liği silinmek mi isteniyordu? Rus yayılmasını önlemek için
İngiltere kendisi mi Anadolu’ya oturmak emelindeydi? Soru
lar, zihinleri kurcalıyordu. Herhalde sütten ağzı yanmış olan
Babıâli yoğurdu üfleyerek yemek zorundaydı.
Babıâli, Osmanlı egemenlik haklarını İngilizlere kaptır
mamak için çaba harcıyordu. 24 Ekim 1878’de İngiliz nota
sına karşılık verdi. Doğu illerinde özel bir jandarma kuvveti
kurmayı, bunun Avrupalı subaylarca örgütlenmesini, jandar
ma örgütünün merkezi bir idare organı olmasını ve burada
Avrupalı subayların da görevlendirilmesini, bazı mahkemeler
de Avrupalı müfettişler kullanmayı düşündüğünü bildirdi. An
cak Babıâli, inisiyatifi elinde tutmak, ipin ucunu Ingiltere’ye
kaptırmamak niyetindeydi. Avrupalı uzmanların birer Osmanlı
görevlisi gibi, Padişahın buyruğu altında iş görmelerini öngö
rüyordu. Reform yapabilmek için İngiltere’den borç para al
mayı da düşünüyordu.
Sonra Babıâli, 1879 yılında Doğu Anadolu’ya ıslahat ko
misyonları da gönderdi. Ermeni ve Türk üyelerden oluşan bu
komisyonlar, Erzurum, Van, Diyarbakır yörelerinde araştır
malar yaptılar. Halkın dertlerini, isteklerini belirlemeye çalış
tılar. Kendi inisiyatifiyle reformlar yapmaya çalıştığını gös
termek istiyordu Babıâli.
Ama bu çabalar Ingilizleri tatmin etmedi. Reform konu
sunda Ingiliz baskıları giderek arttı. İngiliz Büyükelçisi La-
yard, reformlar yapılmazsa, Padişahın tacı tahtı gider diye
tehditler savurdu. Yoksa, «Anadolu Bulgaristan’a benzer» di
yordu. Yani İngilizlerin istediği reformlar yapılmazsa Erme-
niler de Bulgarlar gibi ayaklanırlar, bunun sonunda Anadolu
da parçalanır demeye getiriyordu. O günlerde Bulgaristan’ı
hatırlatmak BabIâli’nin kanayan yarasına tuz basmak gibiydi.
Tuna vilayetinde bir Bulgaristan Prensliği kurulması ve bu
yerlerin Osmanlı İmparatorluğundan kopmasının üzerinden he
nüz bir yıl bile geçmemişti. Ingiliz büyükelçisinin bu gibi do
kunaklı sözleri BabIâli’yi daha da kuşkulandırıyor, dikkatli ol
maya itiyordu. İngiliz baskıları da günden güne artıyordu. Da
ha sonra İngiltere, diplomatik baskıdan silahlı tehdide kadar
ileri gidecek, bir ara İngiliz Akdeniz filosuna Türk sularına
34
doğru yürüme emri verilecekti. Bu baskılar, 1880 baharında
Muhafazakâr Hükümetin iktidardan düşmesine kadar sürecek
ti. O tarihte İngiltere’de Liberal Gladstone Hükümeti başa
geçecek ve Türkiye bakımından gelen gideni aratacaktı.
36
ilerde bir süvari albayı, birliğiyle bana eşlik etti. Hepsi beni
piskoposun evine kadar götürdüler.» (Belge No. 255/2)
Kadın erkek, çoluk çocuk, Muş Ermenileri işi gücü bıra
kıp yollara dökülmüşlerdi. Yirmi yirmi beş kilometre ötelere
kadar temsilciler salmışlardı. Âlâyi vâlâ ile İngiliz konsolos
muavinini karşılıyorlardı!
Muş Ermeni Piskoposu Jean, kırık dökük bir Fransızca
iie, bir de ateşli karşılama nutku çekmişti. İngiliz muavin
konsolosuna, bir krala ya da prense seslenir gibi «Majeste»,
«Altes »diye seslendi. Olup bitenleri sessizce seyreden Osmanlı
süvari albayının önünde, hiç sakınmadan, İngiliz viskonsolosu-
na şöyle seslendi :
«Ekselans,
Istırap dolu bir yürekle konuşuyorum. Bu halk, benim
aracılığımla ve derin bir saygıyla gelişinizi selamlayıp alkış
lıyor. Gelişiniz bizim için bir gurur kaynağıdır.
Milletimiz, uzun zamandır, korkunç kötülükler, baskılar
ve felâketler altında boğulmaktadır. Altı yüzyıldan beri bu zor
banın boyunduruğu altmda inliyoruz. Bu vatanda mutluluk
yok; her tarafta hıçkırıklar, gözyaşları ve sefalet var...
Siz, Altes, bahtsızların koruyucususunuz.
Bu halk, içine gömülmüş olduğu mezar kasvetini ve ses
sizliğini artık görmeyecek. Siz, Majesteleri, bize özgürlük bah
şedeceksiniz; her tarafa özgürlük yayacaksınız. Umudumuz
sîzsiniz.
Saygıdeğer Efendimiz, size lapan bu halkı seviniz ve onu
sefaletten kurtarınız.» (Belge No. 255/3)
Ermeni sorunu işte böyle böyle filizlendi. O gün yortu
giysileri içinde İngiliz viskonsolosunu karşılayan ve Ermeni pis
koposunun bu ateşli söylevini dinleyen Ermeni çocuklarından
bir bölümü, on beş yıl sonra silahlı birer komitacı olup çıka
cak ve bölgeyi kana bulayacaklardı. Ermeni militanlan rüz
gâr ekiyorlardı, fırtına biçeceklerdi.
37
Clayton, 29 Kasım 1879 günlü raporunda özetle şunları yazı
yor : r: ?,%• fj
«Doğu Anadolu’da huzur ve refah sağlanınca dışardan
buraya Ermeniler akın edeceklerdir. Nüfusları artan Ermeni-
ler Doğu Anadolu’d a bağımsız bir devlet kurmaya çalışacak
lardır. Ama böyle bir bağımsız Ermeni devleti, Rusya’nın gü
neye yayılmasına engel olabileceğinden, Rustar bunu yaşat-
mazlardı. Rusya, ya Ermenilerin sürekli huzursuzluk içinde
kalmalarını ve bir gün Rusya’dan yardım isteyebilecek duruma
düşmelerini yeğleyecekti; ya da kurulacak Ermeni devletini
yutmak için yollar arayacaktı. Yutmak, iki biçimde olabilirdi:
Ya yeni devlet içinde anarşi ve kargaşa yaratarak Ermenilerin
Rus pençesine düşmesi yoluyla; ya da yeni devletle Rusya’nın
dostluk ve ittifak kurması yoluyla olabilirdi. Her iki yolla da
Rusya bu yeni Ermeni devletini yutabilirdi.
Duna fırsat vermemek için İngiltere, Doğu Anadolu’da
yapılacak reformlara öyle bir yön vermeliydi ki, bağımsız Er
meni devleti ya hiç kurulmamalı, ya da kurulursa Rusya’ya
yem olmayacak biçimde kurulmalıydı.» (Belge No. 326/9)
Ingiliz Konsolosu, Anadolu üzerinde ya bir İngiliz pro-
tektorası, ya da uluslararası bir protektora kurulması gerekti
ğini, reformları da bu yöne doğru çekmek gerekeceğini ileri
sürüyordu. Yabancı protektorası altında Ermeniler, Türkiye
üzerinde söz sahibi, hatta birinci derecede söz sahibi olacak
lardı. «Anadolu devletinin liderleri» durumuna geçeceklerdi.
Ama, Ingiliz Konsolosu, Osmanlı devletinin yıkılacağı inan
andaydı. Öyleyse reformlar, Ingiliz veya Avrupa protektorası
altında bir Ermeni devleti kurulmasından yana yönlendirilme
liydi. tngilizin düşüncesine göre bu şöyle olacaktı :
Önce, Ermeniler, Ingiliz veya Avrupa protektorası altında
serpilecekler, güçleneceklerdi ve siyasal bakımdan hazırlana
caklardı. Sonra, dışardan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu
getirilecekti. Böylece bölgede Ermeni nüfusu artacaktı. Ama
ne kadar artarsa artsın Ermeniler yine azınlıkta kalacaklardı.
Bunun için, ikinci adım olarak, Türk nüfüs Doğu Anadolu’dan
peyderpey uzaklaştırılacaktı. Geriye Kürtler ve Süryaniler ka
lacaktı. Süryanilerle Ermeniler, mezhep ayrılıkları bir yana
bırakılıp kaynaştırılacaktı. Kürtler ise «silah zoruyla hizaya ge
tirilecekler», Ermenilerle birlikte yaşamaya zorlanacaklardı.
Bütün bunlar, Osmanlı yönetimi altında, reformları uygula
mak adı altında yapılacaktı. Zamanı gelip Osmanlı devleti
38
çökünce de Ermenileıe ayrı bir devlet kurdurulacaktı. Ama bu
iğreti devlet kendi kendine yaşayamayacağı için, bunun üze
rinde «güçlü bir tngiliz protektorası» kurulacaktı.
İngiliz görüşüne göre, Rusya’nın güneye doğru yayılması
ancak böyle önlenebilirdi. Yani, Doğu Anadolu’da güçlü bir
İngiliz protektorası kurularak Rus yayılmasına bir set çekile
bilirdi. Bütün reform yolları İngiliz protektorasına çıkıyordu.
İngUiz Konsolosu Clayton, görüşlerini düğümleyerek,
«Düşünülecek ikinci nokta, bu programı gerçekleştirmek
için uygulanacak reformların özelliğidir» diyordu (Belge No.
326/9).
Bu program, Konsolos Emilius Clayton’un kendi kafasın
dan çıkmış kişisel düşünceler değildi. O zamanki tngiliz poli
tikası doğrultusunda kaleme alınmış bir programdı. Bunun
unsurları, Lord Salisbury’nin 8 Ağustos 1878 tarihli yöner
gesinde de vardı. Yalnız Salisbury biraz kapalı konuşurken,
Konsolos Clayton daha açık seçik yazabilmişti.
Babıâli, bu İngiliz reform programını ilaç değil, zehir ola
rak görmüş ve içmekten yan çizmiş ise, suçlanmamalıdır. Ru
meli’nden sonra Anadolu’nun da elden gitmesine varacağı bes
belli olan böyle bir programı hiçbir Osmanlı Hükümeti iste
yerek kabul edemezdi. Müslümanların halifesi sayılan Padişah
tan, Anadolu’nun ezici Müslüman çoğunluğunu küçük Ermeni
azınlığına feda etmesini kimse bekleyemezdi.
39
Rusya, Osmanlı İmparatorluğuna savaş açmış ve sonunda bir
Bulgar Prensliği kurulmuştu. Ne var ki, Bulgar devletinin ya
ratılması 400.000 kadar masum Rumeli Türkünün canına mal
olmuştu. Bir milyon kadar Rumeli Türkü de yurtlarından ko
parılıp atılmıştı.
Şimdi, üç yıl sonra, 1879’da aynı kanlı oyunlar Anadolu’da
tezgâhlanmak isteniyordu. Açık açık yazılıyordu: «Doğu Ana
dolu’dan Türkler atılmalı, Ermenilere yer açılmalı, dışardan
buraya Ermeni nüfus ithal edilmeli» deniyordu. Bu oyunu tez-
gâhlamaya çalışanlar çoktu ve çeşitliydi. Ama şunu söylemek
gerekir ki, Sör Henry Layard’a doğrudan bağlı İngiliz konso
losları arasında da entrikacı tipte olanlar vardı. Bunlardan biri
Halep’teki İngiliz Konsolosu P. Henderson idi. «Zeytun ola
ylımdaki Henderson’un tutumunun, Bulgar ayaklanmasında
Rusya’nın Filibe Konsolosu Naiden Gueroff’un oynadığı rolden
kalır yanı yoktu. Biraz açalım :
Zeytun, Maraş sancağına bağlı küçük bir kaza merkeziy
di. Anadolu’da Ermenilerin çoğunlukta olduğu birkaç küçük
kasabadan biriydi. Kasabada 30 Müslüman, 1000 kadar Hıris
tiyan aile yaşıyordu. Kasabanın yakın çevresinde 7 Hıristiyan
köyüne karşılık 22 Müslüman köyü vardı. Toros Dağlarının
sarp tepeleri arasına gizlenmiş olan Zeytun, oldum olası bir
eşkıya yatağıydı. Zeytun Ermenileri arasında her zaman sa
bıkalı Ermeni eşkıyaları yuvalanmaktaydı. Ermenilerin çoğun
lukta ve silahlı olduğu bu dağ kasabası, kışkırtmalara pek elve
rişli bir yerdi. 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında Zey
tun Ermenileri, Babek adında sabıkalı bir eşkıyanın elebaşılığı
altında, civar Türk köylerine silahlı soygunlar düzenlemişlerdi.
Bozdoğan Yürüklerine saldırıları sırasında 7 kişiyi öldürmüşler,
birçok insanı da yaralamışlardı. Berlin Antlaşmasından sonra
Zeytun’a dışardan kışkırtıcı ajanlar uğramıştı. Bunlar, o yö
rede «Deli Papaz» diye bilinen Furnous papazı ve sabıkalı eş
kıyalarla birlikte, Zeytun Ermenilerini ayaklanmaya kışkırtmış
lardı. Bir sabah Zeytun kaymakamı gözlerini açınca kasaba
camiini ve hükümet binalarını alevler içinde görmüş ve Maraş’a
kaçmıştı.
Bulgar ayaklanmasına benzer bir olayın tekrarlanmak is
tendiğini sezen Halep Valisi Kâmil Paşa, işi oluruna bırakma
yıp hemen harekete geçmiş ve yanına bir miktar asker alarak
Zeytun’a gelmişti. Zeytun Ermenilerinden 1200 kadar silah
40
toplamış, 200 kişiyi tutuklamış ve kocaları dağa kaçan 8 Er
meni eşkıyasının karılarını (hepsi sekiz kadın) alıp Halep’e
dönmüştü.
Kâmil Paşanın bu enerjik davranışı Halep’teki İngiliz Kon
solosu P. Henderson’u çileden çıkarmıştır. Konsolos, Zeytun
eşkıyalarıyla doğrudan işbirliği içindeydi. Onlarla mektuplaş
maya giriştikten başka, toplantılar da yapmıştı. Bu nedenle,
Ermenilerin İngiliz himayesinde olduğunu, tutuklanan bütün
Ermenileri serbest bıraktıracağını söylemiştir. Valiye ateş püs
kürmeye başlamıştır. Vali, tutukluları serbest bırakmayınca
İngiliz Konsolosu büsbütün çileden çıkmıştır. Doğrudan Lord
Salisbury’e gönderdiği raporlarla Vali Kâmil Paşayı yerin dibi
ne batırmış ve kendisinin derhal görevden alınmasını ısrarla
istemiştir. Büyükelçi Layard, Salisbury’e gönderdiği gizli rapo
runda, Kâmil Paşayı «son derece dürüst, adil ve yetenekli»
bir kişi olarak nitelendiriyor, «Türk valilerinin en iyisidir» di
yordu. Ama konsolosun sürekli entrikaları ve Londra’nın tali
matı üzerine, Kâmil Paşanın görevden alınmasını istedi. Os
manlI Hükümetine inanılmaz baskılar yapıldı ve Mart 1879’da
Kâmil Paşa, Halep valiliğinden azledildi. İlerde dört kez sad
razamlığa gelecek olan Kâmil Paşa, sırf Ermeni ve İngiliz oyun
larını bozduğu için görevinden atılmıştı. Ermenilerin gözünde
İngiliz konsolosunun ve İngiltere’nin prestiji yükselmiş, Os
manlI valisinin otoritesi ise beş paralık olmuştu. Bu, Erme
nileri daha da şımartacaktı. Böylece, ilerde patlak verecek da
ha kanlı Ermeni olaylarının tohumları atılmıştı.
Kâmil Paşanın azledilmesinden sonra, Nisan 1879’da,
Zeytun’a bir araştırma komisyonu gönderildi. Komisyon, Maz-
har Paşa ile Nurian Efendiden oluşuyordu. Nurian Efendi,
Şûrayıdevlet üyesi bir Osmanlı Ermenisiydi. Ermenilerin Çara
bağlılıklarını bildirmek üzere, Rus Başkumandanı Grandük
Nicholas’ın karargâhına gizlice gönderilen Ermeni heyeti için
de görev almış bir kişiydi. İngiliz Konsolosu bu kez Mazhar
Paşanın da görevden alınması için ısrar etmeye başladı. İn
giliz büyükelçiliği, Henderson’un raporları üzerine, Mazhar
Paşanın derhal görevden alınması için resmen girişimde bu
lundu. Sadrazam, «bir tek konsolosun iddiaları veya vetosu
üzerine her Osmanlı görevlisi azledilirse, bunun sonu nereye
varır», diyordu. İngiliz baskılarıyla sonunda bütün Zeytun Er-
mcnilere bağışlandı, tutuklular serbest bırakıldı. BabIâli’nin
otoritesi, bir kez daha zedelenip sarsıldı.
41
İngiliz baskısıyla bir Osmanlı valisi görevden alınmıştı. Os
manlI mahkemelerinin kararları bozdurulmuş ve kanlı eşkıya
ların hepsi serbest bıraktırılmıştı. Babek adlı eşkıya da serbest
bırakılanlar arasındaydı. İlerde bunlar yeniden sahneye çıka
caklardı. Yıllar önce Halep’te görev yapan Skene adlı bir baş
ka İngiliz konsolosu, Ermenileri yakından incelemiş ve şu hük
mü vermişti : «Ermeniler, korumasız kalınca pek aşağılık
oluyorlar, ama gereksiz yere korununca hemen küstahlaşıveri-
yorlar» demişti (Belge No. 11). Şimdi, Kâmil Paşanın Halep
valiliğinden atılması üzerine, Ermeniler arasında küstahlaşma
ve şımarma açıkça görülmeye başlanmıştı. Osmanlı makam
larının saygınlığı çiğnenmişti. Ermeniler arasında inanılmaz
düşünceler yayılıyordu : «İngiliz konsolosları Türkiye’yi yönet
meye geldiler, Bulgarları Ruslar kurtardı, Ermenileri de İngi-
lizler kurtaracak» deniyordu. İngiliz konsoloslarına verilen Er
meni dilekçelerinde şöyle satırlar göze çarpıyordu: «Sör, siz bi
zim kurtarıcımız, şefimiz, babamızsınız. Siz, dayandığımız sağ
lam duvarsınız.» Bir Türk atasözü, «İnsana dayanma ölür,
duvara dayanma yıkılır» diyordu. Ama Osmanlı Ermenileri
bunu unutmuş görünüyorlardı. BabIâli’ye sırtlarını çeviriyor
lar ve yabancılara dayanıyorlardı.
1879 yılı ortalarında Osmanlı Ermenilerinin önemli bir
bölümü, Doğu Anadolu’yu İngiliz protektorası gibi ve kendile
rini de İngiliz protektorası altında görmeye başlamışlardı.
Heyheyler gelmişti Ermenilere. Ermeniler âdeta karakter de
ğiştirmişlerdi. O kadar ki, Ermenilerde görülen değişme İn-
gilizleri bile şaşırtıyordu. İngiliz Konsolosu Trotter, «Son sa
vaştan (1877 - 78 savaşından) beri Ermeniler hepten değişti. On
ları eskiden tanıyanlar şimdi şaşırıp kalıyorlar. Am a yazık ki
Ermenilerin genel eğilimi hükümet otoritesine kafa tutma bi
çiminde görülüyor» diyor ve bunun Ermeniler için tehlikeli
olabileceğini belirtiyordu (Belge No. 253). Bir başka raporunda
da Trotter, «Ermenilerin bu kavgacı tutumları kendilerine bü
yük zararlar verebilir» diyordu (Belge No. 268).
Öte yandan Lord Salisbury, özerklik elde etmek için Os
manlI Ermenileri arasında gizli bir hareket başladığını haber
almıştı. Bunu İstanbul büyükelçisine bildiriyor ve Ermenilerin
Rusya’ya karşı tutumlarının ne olduğunu soruyordu. İngiliz
yetkilileri, Ermeniler üzerindeki Rus etkisini izliyorlardı. Er
meniler, Rusya’ya mı, yoksa İngiltere’ye mi eğilim gösteriyor
lardı? Soru buydu.
42
Ingiliz Büyükelçisi Layard, Misan 1880’de Londra’ya özet
le şunları rapor e tti: Katolikler bir yana bırakılırsa, Anado
lu’daki tüm Hıristiyanlar, himaye için yüzlerini İngiltere’ye
çevirmişlerdi.
Babıâli ile İngiltere arasında imzalanmış olan Kıbrıs Ant
laşması, Osmanlı Ermenilerini pek umutlandırmıştı. Doğu
Anadolu’da reformların hemen yapılacağını ummuşlardı. Bu
aşırı umutları gerçekleşmeyince, düş kırıklığına uğramaya baş
lamışlardı. Rusya, Osmanlı Ermenilerinin bu düş kırıklığından
ustaca yararlanıyordu. Ermeniler, İngiltere’den umduklarını
bulamayınca yüzlerini Rusya’ya çevireceklerdi (Belge No. 354).
Kısacası, Osmanlı Ermenileri, Doğu Anadolu üzerindeki
İngiliz - Rus nüfuz rekabetinde bir faktördü. Daha doğrusu
bir piyondu. Ne İngiltere’nin, ne de Rusya’nın Ermeni çıkarla
rını düşündükleri yoktu. Her iki taraf, Ermenileri bir piyon
gibi kullanmak istiyor ve kullanıyordu. Ermenilere büyük
umutlar verilmişti. Kasten ve sürekli körüklenen bu aşırı umut
ların hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği biliniyordu. Umutları
gerçekleşmeyince Ermeniler, ilerde, daha aşırı hareketlere ve
siahlı ayaklanmalara kalkışacaklardı. Bu hareketler Ermeni
umutlarını körükleyenlerce acımasızca sömürülecekti. Başka
bir deyimle, Büyük Devletler, kendi emperyalist yayılma emel
lerini doyurmak için Ermenileri maşa olarak kullanıyorlardı.
Ermeni ileri gelenleri de Büyük Devletlerin bu çirkin oyu
nuna, bilerek ya da bilmeyerek, alet olmuşlar ve Osmanlı Er
meni toplumunu ve onların Türk komşularını felâkete doğru
sürüklemişlerdir. Batıdan pompalanan dar görüşlü bir milliyet
çilik anlayışıyla Ermeni toplumu gittikçe fanatikleştirilmiştir.
Yüzyıllarca bir arada barış içinde yaşayagelmiş olan Ermeni ve
Türk toplumlarının karşılıklı hoşgörüleri, ortak yaşam biçim
leri, tarihleri, kültürleri, Balı kaynaklı dar milliyetçilik mabe
dinde kurban edilecekti.
43
No. 1
No. 2
47
Bu akıllıca reformları kabul ettiği ve bunların uygulanma
sı için hiçbir gayreti esirgemeyeceği umuduyla BabIâli’yi İngil
tere Hükümeti adına kutlayınız. Zira, bu, Hıristiyanların yara
rına olduğu gibi Müslümanların da yararına ve gelecekte bü
tün Osmanlı İmparatorluğunun refah ve mutluluğu içindir.
Türkiye No. 17 (1877), s. 5, No. 9
No. 3
K ont M alm esbury’den, Sör H . Buhver’e
D IŞİŞLERİ, 9 Haziran 1859
İzzet Paşanın Trabzon’da Hıristiyanlara karşı kötü davran
ması, her ne kadar onların bir iç sorunu ise de, bu sorun baş
kadır ve İngiltere Hükümeti bunu protesto etmeye haklıdır. Bu
nedenle Trabzon Konsolosumuz Stevens’in raporunda belirtti
ği şekilde Hıristiyanlara eziyet yapılmış olması göz önünde tu
tularak suçluların cezalandırılmalarının ne kadar önemli olaca
ğını belirtiniz. Sonuçtan bana bilgi veriniz.
Türkiye No. 17 (1877), bölüm II, s. 81, No. 60
No. 4
48
konsoloslarının uyum içinde hareket etmeleri gerektiğini belirt
ti. Ben de bu fikre, bütünüyle katılıyorum.
Türkiye No. 17 (1877), bölüm II, s. 81 No. 61
No. 5
No. 6
49
1. Beş büyük devletin, Osnıanlı İmparatorluğundaki Hı
ristiyan vilayetlerinde mevcut duruma daha uzun süre hoşgörü
göstermeyeceklerinin derhal duyurulması,
2. özellikle Bulgaristan, Bosna ve Hersek’teki durumu
saptamak ve suçluları cezalandırmak için, beş büyük devletin
konsoloslarının da katılacağı, Babıâlice bir soruşturma komis
yonunun kurulmasının istenmesi,
3. BabIâli’nin Hıristiyan vilayetlerine etkin bir güvence,
halkın çektiklerini giderecek ve aynı zamanda Avrupa’nın ve
Türkiye’nin de çıkarlarını etkileyecek olası karışıklıklar bakımın
dan, Avrupa’yı tatmin etmek için bir teşkilatın kurulmasının
istenmesi.
Biz, 1 ve 3’ü reddettik, fakat 2. maddenin BabIâli’ye tavsi
ye edilmesini istediğimizi bildirdik.
Başvezir Fuat Paşa sormadıkça ondan söz etmeyiniz.
Fransa, Avusturya ve Prusya, bütün büyük devletlerin bir
likte hareket etmelerini temenni ediyorlar.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 83 - 84, No. 67
No. 7
50
Paris Antlaşmasının VII. maddesinde «Türk ülkesinin bü
tünlüğü ve bağımsızlığı» için güvence verilmiştir.
VIII. maddede de, «Türkiye ile aralarında anlaşmazlık olan
imzacı devletlerden biri, başvuruda bulunmadan önce, öteki im
zacı devletlere sorunu getirecektir.» Eğer Bosna’da ve Bulgaris
tan’da bir başkaldırı olur ve Osmanlı İmparatorluğu bunu bas
tırmaya kalkarsa ve Rusya duruma müdahale etmek isterse
sorunu müttefiklere getirecek.
IX. maddede de Sultan kendi iradesiyle, din ve ırk farkına
bakmaksızın uyruklarının durumunu düzeltmeyi ve Hıristiyan-
lara karşı iyi niyetini gösteren bir fermanı ilan etmiş ve bunu
büyük devletlere bildirmiştir, «imzacı devletlerin hiçbiri tek
başına veya kolektif olarak Sultana, halkuıa ve devletin içişle
rine karışma hakkına sahip değildir.»
Hattı Hümayun dolayısıyla, Hıristiyanların bundan yarar
lanması kuşkusuzdur. Fakat müttefikler bu haklarını ve diğer
lerini kullanırlarken Sultanın otoritesini ve halkının bağlılığını
zedelememelidirler.
O halde soruşturma, idarenin adil olması, vergi toplama
gibi işlerde aranılacak çarenin özü ne olacak?
İngiliz Hükümetinin görüşü bu maddeye göre müttefik
devletlerin Osmanlı devletinin içişlerine karışmaya hakları yok
tur. Devletler, kendi ajanlarından aldıkları raporları, vardıkla
rı sonuçları ve önerilerini Babıâli’ye aktarırlar. Bu hem halk
için, hem de imparatorluk tacını istikrarlı kılmak için gerekli
dir.
Basvezir Fuat Paşaya bunları iletiniz.
T ürkiye'N o. 17 (1877), böKim II, s. 84 - 85, N o. 69
No. 8
S ör H . Buhver’den, Lord J, R ussell’e
İSTANBUL, İ l Haziran 1860
(Alındı, 23 Haziran)
Osmanlı ülkesindeki konsoloslarımıza gönderdiğim bir ge
nelgeyle buna ek soru listesini ilişikte sunuyorum.
Genelgede:
Rusların son zamanlarda Bulgaristan, Bosna ve Hersek’te
Osmanlı idaresinin kötülüğü ve Hıristiyanlara karşı yapılan kö
51
tü muameleyi hükümetimize şikâyette bulunduğunu biliyorsu
nuz.
Bu gibi olaylar bütün ülkelerde olmaktadır. Osmanlı ülke
sinde fazla olabilir. Ancak bunların gerçek durumunu sapta
mak ve değerlendirmek için bölgesel bilgilere ihtiyaç vardır. Bu
bakımdan bir soru listesi gönderiyorum. Bu soruları en kısa za
manda yanıtlayınız, birini bana birisini de Dışişleri Bakanlığı
mıza gönderiniz.
Soru listesinde (Belge 9):
Giilhane Hattı Hümayunundan beri Türkiye’deki olumlu
gelişmeler, konsolosluk bölgesindeki nüfus ve kompozisyonu,
mahkemelerin durumu, nasıl iyileştirilcbilcceğini, ticaretin kim
lerin elinde olduğu, Hıristiyan ve Müslümanların refah düzeyi,
hangisinin daha iyi olduğu, askerlik durumu, Hıristiyanlar as
kere gitseler mi daha iyi, vergi ödeseler mi daha iyi olur. Re
formu yapmada üst makamlarla alt kademeler arasındaki gö
rüş farkı, Reayanın durumu, vergi vs. ticarette eşitlik var mı?
Hıristiyanların şikâyetleri nelerdir? Yerel meclislere Hıristiyan-
lar girebiliyorlar mı?
İngiliz K onsolosluklarından, 1860’ta Türkiye'deki H ıristiyanların
durum uyla İlgili olarak alınan raporlar, Londra 1861, s. 1 -3 , N o. 1
No. 9
52
5. Kentlerde ticareti Hmstiyaıılar ve Türkler aynı koşul
larda mı yürütürler, eğer fark varsa, bu fark nedir?
6. Köylerde yaşayan Hıristiyan köylüsü de Türk köylüsü
kadar varlıklı mıdır? Değilse fark nedir?
7. Mahkemede Hıristiyanın tanıklığı kabul olunuyor mu,
eğer olunmuyorsa hangi davalarda olunmuyor?
8. Hıristiyanlara 5, 10, 15, 20 yıl öncesine göre daha iyi
davranılıyor mu, daha çok özen gösterilebiliyor mu; yaşam du
rumları iyi mi?
9. Dini konuda bir eşitsizlik var mı? Varsa bunlar nelerdir?
10. Hıristiyanlar acaba bedel yerine askere gitmeyi ister
ler miydi, hangisi onların çıkarlarına daha uygundur?
11. Hıristiyanlar kilise yapmada veya dinlerini icra et
mede bir engelle karşılaşıyorlar mı?
12. Hıristiyanlar baskıyla karşılaştıkları zaman bu hükü
metten mi, yoksa fanatiklerden mi gelmektedir?
13. Protestanlara eziyet edildiği zaman, eğer ediliyorsa,
bu Müslümanlardan mı geliyor, yoksa Hıristiyan ya da başka
din sahiplerinden mi. geliyor?
14. Hıristiyanların bizzat kendi yetkililerinden gelen ve
şikâyeti gerektirecek ölçüde ezilmişlikleri var mı?
15. Hıristiyanların meclis veya yerel yönetim heyetine
girmelerine izin verilir mi? Bu idare heyetleri iyi bir hükümete
ve gelişmeye genellikle BabIâli’den daha çok mu taraftarlar,
ya da değiller?
16. Eğer yönetim meclisleri iyi değillerse, bunların ya
rarlı oldukları zaman yetkilerini kullanmaları, olmadığı zaman
bunların vasıflarının kısılması ya da kaldırılmaları gibi bir
çözüm biçimi aklınıza geliyor mu?
17. Adı geçen bu meclislerden adli görevi almayı ve bun
dan ayrı bir mahkeme kurmaya ne dersiniz? Böyle bir durum
da mahkemenin pozisyonu ne olmalıdır?
18. Müslümanlar başkalarına din değiştirtmeye çok istek
li midirler? Eğer böyle ise ve yapabilirseniz suçlu olan tarafı
gösteriniz.
19. Kadınların din değiştirmeleri, bir taraftan dini bir
heyecan, öteki, yandan acaba dünyevi çıkarlarından mıdır? Eğer
bu sonuncudan ise, nedenlerini açıklayınız.
20. Eşit adaletin kurulabilmesi için en basit ve en mas
rafsız ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz?
53
21. Memleketin genel şartlarını iyileştirmek için, ne gibi
öneriler düşünürsünüz?
22. Bütün din ve sınıflar için okul yapma olanağı ve bu
okullarca yaratılacak etkinlik hakkında ne düşünürsünüz?
23. Büyük bir Hıristiyan kitlesinin olduğu yerde Müslü
man vali yanında vali yardımcısının bir Hıristiyan olması Ba
bIâli’ye daha mı uygun düşer?
24. Babıâli uyrukları için yabancı pasaport almak gele
nek mi olmuştur? Yunan pasaportu alıp sonra onu Rus pasa
portu ile değiştiriyorlar mı?
Londra 1861, s. 3-4, No. 2
No. 10
55
6. Hıristiyanların durumu daha iyi, askere gitmiyorlar ve
nüfusları azalmıyor. Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi ürettik
lerinin vergisini veriyorlar.
Türk köylüleri hiç kuşkusuz, Hıristiyanlardan daha çok
baskıyla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Eğer bir Hıristiyan alt kademedeki bir yetkilinin haksızlı
ğına uğrarsa, konsolosluklar kanalıyla şikâyetini bulunduğu
yerin en üst kademesine kadar götürebilir. Alt kademe yetkili
si bunu bilir ve bu gibi müdahaleler aşağı yukarı Hıristiyanlar-
dan yana sonuçlanır. Bununla birlikte genellikle alt kademe
lerde görülen bu durum tersine olabilir. Şöyle ki, eğer başpisko
posun çıkarına uygun düşüyorsa, kendi dindaşı haklı bile olsa
hükümet yetkilisinin müdahalesiyle sonuç, Hıristiyanın aleyhi
ne olur.
Zavallı Türkün derdini anlatacağı kimse yoktur, öyleki
konsolosun müdahalesini sağlasa bile, sorunu çözümleyecek
Türk yetkili, yabancının araya sokulmuş olmasını kabul etmez.
Hıristiyandan yana önemli bir başka nokta, hepsi değilse
bile çiftçilerin âşârcılannın çoğu Hıristiyanlardır. Bunlar elde
edilen ürün üzerindeki âşârdan haraç olarak, inanılmayacak
yolsuzluklar yaparlar. Vergi memuru Hıristiyana Müslüman-
dan da insaflı davranır diye bir şey yoktur. Ancak Türk mal
sahibini vergilendirirken daha az korkar, bu yüzden Müslüman
daha fazla mağdur olur.
7. Duyduğuma göre genellikle iç bölgelerde Hıristiyanla
rın Müslümanlara karşı tanıklığı da kabul olmuyormuş. Fakat
bu olaya bir kez 1857 yılında Aydın’da rastladım. Bir İngiliz
uyrukluğu söz konusu idi, müdahalede tanıklığı kabul olundu.
O zamandan beridir de Aydın mahkemesi böyle yapıyor. İzmir
mahkemelerinde yerli Hıristiyanların tanıklığına izin verilir, ya
bancı Hıristiyanların tanıklığıysa geçersizdir.
8. Türkiye’ye ilk gelişim 1820’dedir. 40 yıllık deneyimle
rime dayanarak hiç çekinmeden diyebilirim ki, Hıristiyanların
durumu 5, 10, 15, 20 yıl öncekinden, özellikle yalnızca bu böl
gede daha iyi değil. Bunun da bilinci içindeler ve ayrıca, Türk-
ler tarafından gösterilen alarma karşı, kendi nüfuzlarının art
tığının da farkındalar.
9. Türkler Hıristiyanlara gâvur derler, ama bu terim ge
neldir. Bir Hıristiyan papazı da Müslümana, alışkanlık olarak
gâvur der. Türkler eskiden ölen Hıristiyana murdar derlerdi,
56
şimdi ölü diyorlar. Herhangi bir toplantıda Hıristiyan üyelere
de ağa derler, Türklere de; ikisine de aynı ikramda bulunurlar.
10. Hıristiyanların askerlik dışı tutulmaları ve bu iş için
bir vergi vermeleri onların daha çok yararınadır.
11. Türkler Hıristiyanların kilise yapmalarına ve dini
ayinlerine engel değil, bilakis yardımcı olurlar. Dini ayinlerin
yapılması sırasında güvenlik açısından yardım ederler ve töreni
kesecek herhangi bir olaya engel olurlar.
12. 1857’de İzmir’e geldiğimden beri Müslümanların Hı-
ristiyanlara baskı yaptığına tanık olmadım.
13. Protestanlar, öteki Hıristiyanlara karşı, Türk yetkili
lerince özel olarak korunmaktadırlar.
14. Genellikle Hıristiyan toplumu kendi din adamları ve
başpiskoposlarından Türklere olduğundan, daha çok şikâyetçi
dirler.
15. Hıristiyanlar bütün yerel meclislere girerler. Hıristiyan
nüfusun yoğun olduğu yerlerde her şey kendi ellerindedir. Yet
kili kişi, Başpiskopostur. Başlıca yetkili müdürdür. Eğer papa
zı dinlemezse işinden atılır. Müdür hakkında Hıristiyanlar ara
sında fikir ayrılığı olduğu zaman para rol oynar, hangi taraf
daha çok rüşvet verirse onun dediği olur. Sonra verilen bu pa
rayı o tarafın papazı kendi taraftarlarından toplar. Bu sistem
içinde yerel meclisin Hıristiyan üyeleri Türkler kadar reforma
karşıdırlar.
16. Eğer amaç Hıristiyanların bugünkü nüfuzunu koru
mak ya da arttırmaksa, şimdiki sistem geçerli olmalı, eğer de
ğilse, idare meclisi (vilayet, kaza, nahiye vs.) kaldırılmalıdır.
Çünkü en çok rüşvet yenilen mahkeme burasıdır. Buraya gelen
davalar bölgenin mülki başı paşa ya da vali tarafından görül
meli.
17. Ayrıca mahkemeler kurmak demek rüşveti daha da
yaygınlaştırmak demektir. Çünkü Türkiye’nin bugünkü moral
ve kültürel düzeyi budur.
18. Genellikle Müslümanların, Hıristiyanları kendi din
lerine çevirmeleri diye bir şey kesinlikle yoktur. Bazı fanatik
ler bayramda sevaba girmek için Hıristiyanları kendi dinlerine
döndürmek isterlerse de bunlar para karşılığı ya da başka bir
çıkar karşılığı geçici olarak Müslüman olurlar.
19. Hıristiyan kadınların din değiştirmeleri, erkeklerden
daha çoktur. Bu da bağnaz olmayan, kimi Ermeni ailelerinin
kızlarını Türk sevgilileriyle evlendirmelerinden kaynaklanır.
57
20. Adaletin eşitlikle ve en ucuz bir sistemle nasıl sağlana
cağım, Hıristiyanı da Müsliimanı da rüşvetçi olan böyle bir
ülkede düşünemiyorum.
Belki merkezden maaşlı memurların gönderilmesiyle, bu
durum denetim altına alınabilir. Bu ülkedeki uzun deneyimle
rim, bir devlet memurunun İstanbul’dan ayrıldığı zamanla son
raki davranışları arasında çok fark olduğunu gösteriyor.
21. Ülkedeki şartları iyileştirebilecek önlemlere gelince;
eğer mal ve can güvenliği sağlanırsa Hıristiyanların durumları
düzelmeye başlar. Çünkü bunlar Türklerden daha aydın ve be
ceriklidirler; tarımda olsun, ticarette olsun daha çok gelişirler.
Demiryolu şebekesi kurulursa ülke için çok yararlı olur. Deniz
ulaşımı da gerekli, bugünkü bozuk sistemde dahi iyi sonuçlar
verebilir. Türklerin yeni önlemleri almaya ne istekleri, ne de
yetenekleri var. Yeni önlemlerin bu gibi elemanlarla getirilişi,
ülkede şimdiki sürekli gelişen anlayış ve refahı da belki köstek
leyebilir.
22. İzmir’de başlıca şehir ve kasabalarda Türk ve Hıristi
yan okulları vardır. Genellikle Türklerinki dini okul, Hıristi-
yanlarınki geneldir.
Eğer bütün dinler ve halk tabakaları için okullar yapılmış
sa, bu Hıristiyanların lehine olur. Çünkü onlarda okumak ve
öğrenme şevki, kadın erkek hepsinde var. Fakat Türklerde
genellikle bu istek yoktur. Bu durumsa, ileride Hıristiyanların
nüfuzlarını çoğaltır.
23. Bölgenin nüfus kompozisyonuna göre, Hıristiyanların
çok olduğu yerlerde Türk valinin yanına bir Hıristiyan vali
yardımcısı vermek ya da aksini yapmak, çok tehlikeli bir dene
me olur. Çünkü biri Kuran’a göre hareket eder, ötekiler bağ
nazlık yapar. Böylece sürekli sürtüşme çıkar, her zaman İs
tanbul’a yansıtılacak bir davada ise Müslümanlar haklı çıkarılır,
ancak merkezde bu iş için bir Batılı temsilci olursa belki işler
yürür.
24. Osmanlı (azınlık) uyrukları, hiç kuşkusuz, fırsat bul
dukları takdirde yabancı pasaportu edinirler. Rum ve Rus pa
saportu elde etmek çok daha kolaydır. Rum pasaportu alanla
rın bunu Rus pasaportuyla değiştirdiklerini hiç duymadım.
İngiliz K onsolosluklarından I860’ta Türkiye’deki H ıristiyanların
durum uyla ilgili olarak alman raporlar, s. 30*34, No. 8
58
No. 11
59
aldıkları maaşlarla, yaşamları kıyaslanabilecek gibi değildir.
Hepsi mal, mülk sahibi olmuşlardır. Buysa, ancak devlet para
sını çalmakla mümkündür, öyleki hemen hepsi, yoksul aile
lerden gelmektedirler.
2. Vergi, askere alma gibi birçok nedenlerden doğan kor
kuları, dolayısıyla 1849 istatistiklerine güvenilemez. Topladı
ğım bilgilere göre vilayetin nüfusu 500.000’e yakındır. Bunun
1/5’i Hıristiyan, 4 /5’i Müslümandır. Bundan Yahudi, Dürzi ve
Ensarilcri çıkarmak gerekir ki, bunlar da çok azdırlar.
3. Emlak sahiplerinin hepsi Müslümandır. Ticaretin he
men hepsi Hıristiyanların elindedir. Toprağı işleyen, Müslüman-
lardır. Arap kabileleri, Kürtler, Türkmenler, esas itibariyle
Müslümandırlar.
4. Kullanmak üzere 4 türlü arazi vardır. Bunlardan yal
nızca ikisi Hıristiyanlara açıktır.
Birincisi Mülk (Şahsi)
İkincisi Miri (Devletin), bunlar tapu ile verilir. Ancak 3 yıl
üst üste ekilmezse verilen geri alınır.
Öteki iki şekilden, yalnızca Müslümanlar faydalanabilir.
Vakıflar; Camii ve medreselerin desteklenmesi içindir.
Sipahi ailelerinin malikâneleri, savaş içinde asker ya da
haç için kervan hazırlama karşılığında verilmiştir.
Her ne kadar II. Mahmut feodalizmi kaldıran bir yasa çı
karmışsa da III. Selim aynı enerjiyle uygulamdmıştır ve icraat
kâğıt üzerinde kalmış sayılabilir.
Ayrıca Hıristiyanlar mülk olarak toprak edinebilirlerse de
herhangi bir kötü hareket onları bundan yoksun edebileceğin
den ticaretle uğraşmayı yeğlerler.
5. Hıristiyan ve Türkler ticarette eşit haklara sahiptirler,
aralarında bir ayrım yoktur.
6. Suriye bölgesinde Hıristiyan köyü yoktur. Maraş’ta
vardır. Burada Ermeniler Türklerin toprağını ekerler ve Türk
köylüsünün yaşadığı düzeyde yaşarlar.
7. Hıristiyanların mahkeme üyesi olmasına izin yoktur
ve bu konuda hiçbir girişimde bulunulmuş değildir. Medeni,
ticari veya ceza hukukuyla ilgili işlerde olmak üzere Hıristiya-
nın tanıklığına dayanan veya papaza atfedilmesi gereken da
valarda pratikte bir hakem komisyonu kurulur.
8. Hıristiyanların durumu daha iyidir. Hıristiyanların le
hine Mısır yetkilileri tarafından bir değişiklik yapılmış ve Sul
60
tan da devam ettirmiştir. Hıristiyanların zenginliği, Müslüman
ların kıskançlığına neden olduğundan tehlikeli bir durum ya
ratmaktadır. Onların konsoloslara dayanmaları da Müslüman
ları kızdırmaktadır.
9. Hıristiyanlar orduya giremez ve mahkemede tanıklık
edemez, bunun dışında her iki din sahipleri arasında bir ayrım
yoktur.
10. Kuzey Suriye’de bulunan insanlar, Lübnan, Arnavut
luk veya Giritliler gibi savaşmayı seven insanlar değildir. Bun
lar toptan, attan korkarlar yanlarına yanaşmazlar. Doğrusu
Maraş’taki papaz, Hıristiyanların da askere alınmasını teklif
etmişse de bu, askerlik vergisinden kurtulmak için ortaya atıl
mış bir fikir gibi geliyor bana. Hıristiyan toplumunun bunu
istediğini sanmıyorum, ama eğer Müslümanlarla ayrım yapıl
maksızın askere alınırlarsa bu daha uygun olur, hiç olmazsa
bunlar silah kullanmayı öğrenmiş olurlar ve adam başına öde
dikleri yılda 2 şilin 9 peni Hıristiyan toplumuna harcanır.
11. Son zamanlarda Kessab, Maraş, Ayıntap ve Kilis’te
kiliseler hiçbir itiraz olmaksızın yapılmışlardır. Dini ayinler de
serbesttir. Yalnızca iki ay önce Hatay’da Müslümanlar dini ayin
sırasında kiliseye girmişlerse de saldırganlar hükümetçe ceza
landırılmış ve başkaca hiçbir olay çıkmamıştır.
12. 1850’de Müslümanların yaptığı kırıma karşı Halep
ayini sırasındaki kişilerin, öç almak amacıyla kışkırtmaları so
nunda Müslümanlar talan edilmişlerdir. Burada bulunduğum
3,5 yıl süresinde başka bir olay olmamıştır.
13. Protestanlar sadece ayrıldıkları kiliseden baskı gör
müşlerdir.
14. Bölgedeki Hıristiyan halkın yakınmalarını gerektire
cek büyük bir dertleri yok. Can ve mal güvenliği hükümetçe
göçebe aşiretlere karşı alınmakta, daha fazlası yapılabilir. Hı-
ristiyanlar, Müslümanlardan daha fazla, ticaret tarifelerinden
şikâyetçidirler; tarifede yazılı maddeden yüzde 1, yazılmayan
dan yüzde 10 alınmakta, dolayısıyla bu gibi işyerleri kapan
maktadır. Yiyecek maddeleri pahalı. Nedeniyse, vilayetler mec
lisi üyelerinin âşâr üzerindeki türlü entrikaları, âşârla bunların
ilgisi kesilirse daha iyi olur.
15. Vilayet meclisinde iki de Hıristiyan üye vardır ve
bunlar hiçbir şeye karıştırılmazlar. Formalite icabı toplantıya
gelirler. Yerel yönetim gelişme ve iyi hükümet istemek bakı
mından BabIâli’den daha geridir.
61
Bu yüzyılın ilk dörtte birinde, Ali Tepedelenli, Kara Os-
manoğlu vs, gibi Türkiye’nin toprak ağalarının ortaya çıkma
sıyla feodal sistem dejenere oldu. Dar görüşlü askeri aristok
ratlar tarafından seçildi. Ülke harap olmanın eşiğinde, şimdi
bir yerine birçok diktatör var. Merkezden gelen paşalar bir
gün sonra şark entrikaları ile bozulurlar ve yerel idarecilerin
ellerine düşerler.
16. Halkın ahlakı, standart bir hale gelmedikçe şartlar
ne olursa olsun ayanın yetki ve imkânları üzerinde oynamanın
faydalı olacağını sanmıyorum. Eğer vilayet meclisinde Hıristi
yan tüccarlarından ileri gelenlerinden Türklerle eşit sayıda üye
bulunursa belki kötülükleri dengeler ve onları da iyi yola yönel
tebilir.
17. Bugünkü durumda olduğu gibi vilayet meclisine adli
görev verilmemelidir, şimdiye kadar ticaret mahkemelerinin
kompozisyonu dışında, Hıristiyan üyeler, mahkemelere üye ola
rak sokulabilse de, Meclis, bu değişik biçimiyle bile adli yeterlilik
bakımından bir iş başaramaz.
İslam hukukunu kadılar yürütür, ancak bunların adaletin
pazarlandığı mecliste bir nüfuzları olmaz ve hemen oracıkta
birkaç kuruşa yalancı tanıklar bulunabilir. Eğer ayrı ayn mah
kemeler kurulur ve kendi üyeleri olursa ya da başkanları İstan
bul’dan gelirse rüşveti belki kontrol altına alabilirler.
18. Hıristiyanları Müslüman yapma olayına, son yıllar
da hiç rastlanmadı.
19. Kadınları Müslüman yapma olayı olmadı.
20. Adli kuruluşlar şöyledir :
Mahkeme kadı tarafından yürütülür. Kadı bir avukattır.
İstanbul okullarından çıkar, her vilayette bir yıl kalır. Müftü,
yerlidir ve valinin emriyle atanır. Ne kadının üzerinde, ne de
onun meslektaşıdır. Müftü bağımsız ve kadıyla aynı ölçüde
yetkilidir. Mahkeme bitip ceza verilmeden önce, müftü fetva
sını verir. Fetva her konuya göre ayrı olûp bir tür geleceği
okumak gibi bir şeydir.
Büyük meclis, eğitimi olmayan ayanlardan, hukuk eğitimi
olmayan memurlardan kurulmuş olup, bunlar soruşturma ku
rulunun bulduğu kanıtlar üzerinde yargılamayı yürütürler.
Soruşturma kurulu da eğitimsiz ayanlardan oluşur ve ce
za davalarının soruşturulması içindir. Birçok kez istenmesine
karşın, Halep’te ticari mahkeme yoktur. Bu sistem şöyle dü
zeltilebilir :
62
a. Soruşturma meclisinde ayan yerine avukat kullanarak,
b. Büyük meclis tarafından şimdi yerine getirilen adalet
hizmetini yürüten avukatlardan oluşan bir istinaf mahkemesi
kurularak,
c. Bugünkü gibi mahkemeye bağlı olmadan doğrudan
doğruya Adliye Bakanına bağlı olmak üzere bütün mahkeme
ler için bir müfettiş atayarak,
d. Adli makamlar, idareden tamamen bağımsızlaştırılarak,
e. İslam kanunlarına atıf yapılmaksızın saptanacak ya
saları uygulayan bir ticaret mahkemesi oluşturarak (Müslü
man, Hıristiyan, Yahudi, Avrupalı olmak üzere tüccarların
hepsine bakmak üzere),
f. Davayı kazananlardan mahkeme masrafı almak usulü
kaldırılarak,
g. Küçük ceza davalarının, hepsi para cezasına çevrilerek.
21. Memleketin durumunu düzeltmek için,
Göçebe Araplar sorununun ciddiyetle ele alınması, âşârm
toplanmasındaki yolsuzlukların önlenmesi, yol şebekesinin ya
pılması,
Emniyet ve asayiş için ordu birliklerinden faydalanma,
ötekileri kullanmama,
Özellikle aralarında düşmanlık ve hükümetten memnun
olmayan dini toplumlarda konsolosluk desteğini önlemekte çok
dikkatli davranılması gerekir.
22. Laik okullarda her kesimden ve mezhepten çocuklar
okutulmalıdır. Böylece toplumlar, dini konularda önyargılı ol
maktan kurtanlabilir.
23. Hıristiyanların çok olduğu yerlerde vali yardımcısının
Hıristiyan olması örneğin burada çok iyi işlemekte, ama bu kişi
de İstanbul’dan gelmeli.
24. Yalnızca İstanbul’dan gelen iki kişide Türk pasa
portu var.
İngiliz K onsolosluklarından, 1860'ta Türkiye’deki H ıristiyanların
durum uyla ilgili olarak alm an raporlar, Londra (1861), s. 48 - 33,
N o. 13/1
63
No. 12
64
lrşkan bir insan gücü var. Bunlarla Suriye’de görülmemiş bir
refah sağlanabilir.
İngiliz Konsolosluklarından, 1860’ta Türkiye’deki Hıristiyanların
durumuyla ilgili olarak alınan raporlar, s. 67-69, No. 18/1
No. 13
65
uyruklarını idare ve korumakla görevlendirdiği paşalarla bey
lerin bu katliama göz yummaları, dahası desteklemeleri bek
lenemezdi.
Bu haberler Ingiltere’ye ulaşınca, herkes, İngiltere ve Fran
sa'nın parası ve kam Sultanın bağımsızlığını sürdürmek için
hiç yüzünden akıtıldı düşüncesinde. Bu devletler toprak iste
mediler, karşılığında bir ayrıcalık da beklemediler, onlar yal
nızca Hıristiyanlara insanca davramlmasını istediler ki, bu
Sultanın da büyük ölçüde yararına idi. Bu gibi davranışlar
fanatik Müslümanlardan gelseydi, bunu anlayabilirdik. Ama
bu hainlik, işkence ve acımasızlığın, Sultanın en iyi vilayetle
rindeki insanları idare etmek üzere özellikle kendisi tarafından
gönderilen yöneticilerden geliyor olması da şaşırtıcı. Ayrıca
Sultanın, Hıristiyanları kökünden temizlemesinin öngörüldüğü,
ya da İstanbul’un duyulmamış zayıflığı ve uyuşukluğundan,
dahası aşırı tutuculuktan, rüşvetten kaynaklanıyor olabilece
ği izlenimini de vermektedir. Bunlara inanmak çok güç.
Osmanlı idaresi ya dürüst ve adil bir temele dayanan bir
idare ile değiştirilmeli ya da Sultan, iyi ve en sadık müttefik
leriyle birlikte kendi davasını da terk etmeye hazır olmak zo
rundadır.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 88-89, No. 78
No. 14
66
Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan uyruklarını yalnızca bir
devletin koruyuculuğundan çıkarıp beş devletin ortak hima
yesine almak düşünülmüş ve 1856 antlaşması böyle yapılmıştır.
2. Bu ortak himayenin uygulanması çok zor. Sultanın
bakanlarının, bir yandan ülkeye baskı yaparak zenginleşmeleri
yanında, bu baskıdan doğacak başkaldırışı önlemek için, ya
bancı desteğine gereksinim duymaları gibi bir tehlike daha var.
Öte yandan Türk bağnazları, Hıristiyanlara artık tutsak gibi
davranamayacaklarından, dahası şimdilerde onlardan nefret et
tiklerinden onları öldürmeye de kalkabilirler.
Bütün bunlar geçmişte görüldü. Bakanlar rüşvetle zengin
leştiler ve yerlerini koruyabilmek için yabancı temsilciler ara
sındaki çekişmeden yararlandılar. Beş büyük devlet de gerekli
işbirliği içinde olamadı. Son Suriye olaylarında eski bir parti,
nefret ettiği Hıristiyanların öldürülmesine göz yumdu.
3. Beş devlet arasında, özellikle İstanbul’da olmak üze
re, çok iyi bir koordine gerekir. Bu devletler, bakanlan, ken
dilerine bağlılıklarına göre değil, dürüstlüklerine göre destek
lemelidirler. İstanbul’dan beş devletin konsolosluklarından ge
len, ülkenin durumu ve kötü olaylarla ilgili tutulan raporlar
tarafsız olarak değerlendirilmelidir.
Bu ülkede şu sırada alınması gerekli önlemler şunlar ola
bilir :
Vergi toplama ve vergileme işi ıslah edilmeli,
Hıristiyanların da tanıklığı her mahkemede kabul edilmeli,
Paşa ve polisler Hıristiyan kızlarını alıp, baskı yapmamalı,
Paşalar da suç işlerse şiddetle cezalandırılmalıdırlar.
Türkiye’de yaşayan bütün yabancılar için uygulanabilecek
tek bir yöntem ve yasa bulunmalıdır. Bütün bu konularda beş
devlet işbirliği içinde hareket etseler işler düzelebilir.
İngiltere’nin, Türk İmparatorluğunu koruma isteği, yal
nız kendi çıkarları için değildir. Bu İmparatorluğun dağılması
nın, bir Avrupa savaşma dönüşebileceğinden ve kuvvetler den
gesinin tehlikeli bir şekilde bozulabileceği endişesinden kaynak
lanmaktadır. İmparatorluğun korunmasıyla ayrıca, bu ülkede
yaşayanların yaşam düzeyleri de yükselir.
Osmanlı ülkesinde birçok ırktan insanlar vardır. Bunların
içinde, Türklerin yanlışları ne olursa olsun, bu ırkların bu
günkü durumuna göre, onları yönetebilecek durumda olan
yalnızca Türklerdir. Türk İmparatorluğunu oluşturan toprak
67
lar üzerindeki bu Müslüman devletin yönetimini, bir Hıristi
yan devlet yönetimiyle değiştirmeye olanak yoktur. Bunun so
nucu Türkiye’nin bölünmesi ve dağılması demek olur. Nite
kim Paris Antlaşmasının Ağustos i 860 protokolünde de göre
bileceğiniz gibi, beş büyük devlet, Türkiye’den içişlerine karı
şarak herhangi bir toprak ya da ticari bir çıkar sağlamaya
caklarını açıkça belirtmişlerdir.
Türk toprakları genel olarak verimlidir; zayıflık ve mer
kezi yönetimin çok kötü oluşu, onu yoksul yapmaktadır.
Türkiye, N o. 17 (1877), bölüm II, s. 89-91, N o. 80
No. 15
68
mi bakanlıklarla özel yakınlıklar kurarak devletin refahı aley
hine uğraşmamalıdırlar.
Türk yönetiminin beş büyük devletten birini, ötekine karşı
kullanmasına olanak verilmemelidir. Tarafsız davranılmak,
temsilciler arasında rekabete girişilmemelidir. Eğer bu başa
rılamazsa, o zaman Sultanı kötü yönetiminden dolayı suçlama
ya zaten gerek kalmaz.
ikinci konu adalettir. Alt mahkemelerin Hıristiyanların
tanıklığını kabul etmesi, üst mahkemelerin kabul etmemesi
Hattı Hümayunun ruhuna ters düşer. Bazı vilayetlerde Hattı
Hümayun yayımlanmamıştır bile. Onun hükümleri de bu ne
denle dikkate alınmamaktadır.
Konsolosların verdikleri raporlardaki bilgilere göre, me
deni ve ceza hukuku idaresiyle ilgili reformu planlayabilirsiniz.
Hıristiyanların durumlarını iyileştirmek ve BabIâli’nin bü
tün uyrukları için adalet ve eşitliği sağlayarak Türkiye’yi kuv
vetlendirmek için, büyük devletlerin temsilcileri İstanbul’da
toplanmalıdırlar. Bu amaçla bu devletlerin temsilcileriyle bağ
lantı kurarak Babıâli’ye ortak bir tavsiyede bulunmak için,
her birinize gelen konsolosluk raporlarını karşılaştırınız.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 92 - 93, No. 83
No. 16
Lord J. Russell'den, Sör H. Buhver’e
DIŞİŞLERİ, 4 Temmuz 1861
Bütün düşmanların İmparatorluğun çöküşünün başlıca
nedeni gördükleri mali durumdaki bozukluğun düzeltilmesi için
yeni hükümdarın tahta çıkışı dolayısıyla, yeni hükümetin bu
konuda çaba harcamasının tam bir fırsat olacağı düşünül
mektedir.
Türkiye’nin elinde bütün olanaklar vardır. Bütünlük, di
siplin, enerji ve tarafsız adaletle bu kötü durumun üstesinden
gelinebilir. Sultan Aziz elindeki bu olanakları iyi kullanmalıdır.
Borç vermekle bu iş düzelmez, dibi delik bir kaba su koy
maya benzer. Kaldı ki düzende bir iyileşme olur, ekonomik
önlemler alınır ve sermayedarlara güven gelirse, Sultan bir
Avrupa devletinin bulabileceği en yüksek krediyi bile bulabilir.
Türkiye, No. 17 (1877), s. 26, No. 67
69
No. 17
No. 18
70
doğruya bir tecavüze yeltenmeyecektir. Fakat dost kisvesi al
tında Osmanlı Hükümetini felce uğratmak için ülkedeki du
rumdan hoşnut olmayanlarla, ayaklanmaya yeltenenlere arka
çıkacaktır.
Rusya’da BabIâli’ye düşman iki kesim vardır. Biri müte-
vaffa Kral Nicholas gibi, Türkiye’yi olabildiğince hızla parça
lamayı isteyenler, öteki de daha tedbirli ve kurnazca davrana
rak Türkiye’yi devamlı huzursuzluk içinde bulundurup, iç ka
rışıklıklar çıkararak, büyük harcamalara neden olarak kıpır-
dayamayacak duruma sokmak isteyenlerdir. Her ikisi de belki
aynı kapıya çıkar. Amaç, Türkiye’yi parçalamaktır.
Öte yandan Fransa’da, Sırbistan’da, Prensliklerde ve
Karadağ’da Türkiye’nin artık güvenebileceği sürekli ve etken
bir dostu olmadığı görülmüştür. Fransa’nın 1854’te ve Kırım
Savaşında gösterdiği canlılığa Babıâli artık güvenemez,
Prusya şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Rusya’
nm gittiği yoldan gidecektir. İtalya, Fransa’yı; belki de Rusya’yı
takip edecektir. Bu durumda geriye, Osmanlı İmparatorluğunu
destekleyecek birer vefalı dost olarak İngiltere ile Avusturya
kalmaktadır. Fakat bu dostlardan istenecek destek için de, ön
ce kendi içinde kuvvetli, muntazam ve istikrarlı olmak gere
kir. Dış ve iç tehlikeleri karşılayabilmesi için, Sultanın dik
katini aşağıdaki noktalara çekiniz.
İlk önce herkese can ve mal güvenliği sağlamalıdır. İkin
cisi iyi bir maliye sistemi kurulmalıdır. Eğer bu konuda bizden
yardım istenirse, Türkiye’de sürekli kalabilecek bir uzman
gönderebiliriz. İyi bir adalet ve maliye sistemi kurulduktan
sonra, üçüncüsü de orduyu el altında tutmak, doyurmak,
giydirmek ve maşını vermektir. Eğer bunlar olmazsa
ordu, savaşta bir işe yaramayacağı gibi, barışta da tehlikeli
olur.
Bunları Sultana, Başbakana, Ali ve Fuat Paşalara açıkça
anlatınız. Kudretsiz zalim valilerle, rüşvet yiyen valilerin, adil
olmayan yargıçların vereceği zarar, 20 Hattı Hümayunun ge
tireceği refah ve saadetten daha çoktur.
Türkiye No. 17 (1877), s. 34, No. 86
71
No. 19
No. 20
No. 21
Kont Russell'den, S tu art’a
DIŞİŞLERİ, 15 Aralık 1864
72
1856 Antlaşmasında ve Hattı Hümayunda olduğu gibi, Loıd
Redcliffe’c verilen sözlerde de bu konuda genel prensiplerle
ilgili kimi noktalar vardır. Rusya Kaynarca Antlaşması ve onu
izleyen antlaşmalarla kendisini, Tuna Prensliklerinde, Yunan
adalarında ve Osmanlı ülkesinde yaşayan Hıristiyanların koru
yucusu olarak yerleştirmiştir.
Aberdeen, Osmanlı devletinin bağımsızlığını savunurken
Rusya’nın bu koruyuculuğuna karşı çıkmakta ve Hıristiyan
uyruklarının ister Yunan, Romen ya da Katolik, isterse Pro
testan olsun kendilerine bir güvence verilmesini istemekte
dir. 1856 Paris Antlaşmasına göre Osmanlı idaresine ve onun
hükümranlık haklarına tek başına ya da kolektif müdahale
yetkisi yoktur. Ama bu, Paris Antlaşmasında Hıristiyanlarla
ilgili olarak Hattı Hümayuna yapılan atfı etkilemez.
Ali Paşa ile görüşerek din serbestisine zarar verilmemesini
söyleyiniz. Kuşkusuz hükümet asayiş ve sükûnu sağlayabilmek
için gerekli önlemleri alacaktır. Ama bu dini serbestliği kös
tekleyecek şekilde olmamalı, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Bul-
wer’in geçen ayın 9’unda gönderdiği yazıda değindiği aşağıdaki
konuları Ali Paşaya açıkça anlatınız.
1. Din değiştirerek Protestan olanların ayinlerine karışıl
mamak, kuşkusuz bunlar da ayrıldıkları dini kötüleyici giri
şimlerde bulunmamalıdırlar.
2. Protestanların ayin yapacağı yerler ve ayin zamanla
rından hükümete bilgi verilmeli, buna bir itirazımız yok.
3. Misyonerlerle dini konularda konuşmak isteyenler
önlenmemeli, ancak bu konuşmalar halkı ayaklandıracak bi
çimde ve açıkça orta yerde olmamalı.
4. İncil satılabilmek, ama bunu satanlar eğer dine ve
hükümete çatıyorlarsa cezalandınlabilmcli.
Misyonerler halkı rahatsız edecek davranışlardan çekin
melidirler. Din değiştirenlere, hiç kimse tarafından neden
böyle yaptığına ilişkin soru somlmamalıdır. Onun kişisel ve
aile ilişkilerine özellikle saygı gösterilmelidir.
Misyonerlere yapılan baskıyla ilgili olarak, Canterbury
başpapazının mektubunda olduğu gibi, özel tedbirlere başvur
madan önce, misyonerler uyarılmalıdır. İstanbul İngiliz Büyü
kelçisi Buhvcr, bu konuda elinden geleni yapmıştır. Siz kendi
niz, hapistekilerin yiyecek gereksinimini ve uygun bir yerde
kalmalarını sağlayınız.
73
Lğcr misyonerler, bundan böyle, daha- tedbirli, Türk Hü
kümeti de biraz daha dostça davranırsa ileride böyle üzücü
olaylara meydan verilmez.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 115-117, No. 148
No. 22
No. 23
74
23’e E k : Osman lı İm paratorluğunun Doğu İllerinde
Hıristiyan ve Müslüman Uyrukların Birbirlerine Göre
Olan Durumlarım Gösterir Rapor :
Türklerin dini açıdan bağnazlıklarının kaleleri olduğu
söylenilen Erzurum ve hemen civarındaki Kars, Ardahan,
Amasya, Çorum vc Yozgat’ta, ülkenin iç bölgesinde bulunan
Sivas, Kayseri, Kastamonu kasabalarında, kısacası, ziyaret et
tiğim her yeıde, Rum, Ermeni, Protestan ve Katolik olarak
bizzat Hıristiyanlar tarafından ileri sürülen şikâyetleri yerinde
ayrıntılarıyla araştırdım.
Sonuçta, önüme getirilen tek bir şikâyette, tek bir iddiada
söz konusu edilen nokta, ya da onun incelenişi abartılmış bir
genelleştirmeden başka bir şey değildi.
Olaylar iki bölümde beliriyor: Kişisel hakaretler, öteki de
adli haksızlık.
Birinci bölümdeki kişisel hakaretlerle ilgili olarak şunları
saptadım :
Eğer bir yerde farklı dinler varsa, özellikle alt düzeylerde
olmak üzere, dini kitlelerin, birbirlerine kötü muameleden ka
çınmalarını beklemek zordur. Özellikle kendileri de, OsmanlI
uyruğu olmalarına karşın, isyancılara ve düşmanlara açıkça
sempati gösterisi yapanlara karşı, Türklerin fazla bir sevgi
hissetmeleri beklenemez. Kitlelerin birbirlerine kötü muame
lelerinde Türkler kesinlikle sorumlu tutulamazlar. Bununla
birlikte, sövgü, karşılıklı hakaret gibi davaların hemen hepsin
de Miislümanlar, Hıristiyanlardan daha şiddetli cezalara çarp
tırılmışlardır.
Şiddet ve yaralama olayları yalnızca çok kötü idare edi
len Kayseri’de açıkça görülmüştür. Mağdurların bir kısmı
Müslüman ve bir kısmı Hıristiyandır. Nedeniyse ne bağnazlık,
ne de dini nefrettir. Sebeplerden birincisi yerel hükümetin za
yıflığı, İkincisi de maaşlarını alamadıkları için karışıklığa göz
yuman vc bazen bizzat katılan zaptiye ve polislerdir. Eğer
Hıristiyanlar arasıra Müslümanlardan daha belirgin olarak
saldırıya uğruyorlarsa da bu, onların korkak ve zengin olma
larından kaynaklanmaktadır.
Adli haksızlıklara gelince, bu bölüme girenleri aşağıdaki
gibi ayırıyorum :
I. Hıristiyan kardeşlerini rahatsız etmek için Osman
idaresini alet edinen, birbirlerine rakip veya çıkarları olan bazı
75
elebaşı ve zalimlerin durumları; örneğin Ankara’daki Akdağ'ın
tahribi, bunu yapan Yozgat Hıristiyanlarındandır. Bunun alet
ettiği kişiler; Ermenilerce rüşvetle elde edilen ve Konya valisi
olduğundan beri ... ile diğer Türk memurlarıdır.
2. Yüksek seviyedeki kötü idareden zarar gören Hıris
yan ve Müslümanlar mevcuttur. Ancak Müslümanlar daha
çok zarar görmektedir. Nedenleri daha sonra arz edileceği
gibi, burada din ya da bağnazlığın bir ilgisi yoktur.
Yalnızca Türk mahkemeleriyle ilgili olarak burada bir şey
söylenebilir. O da Müslümanlara karşı Hıristiyanların resmen
tanık olmalarına karşı çıkılmasıdır. «Mahkeme» deyince dini
mahkemeyi kastediyorum. Hadis’e göre hareket eden kimi
.Şeyhülislam ve mollalar tarafından yürütülen ve «Devlet için
de devlet olan» bu mahkemelerden, Türk memurlarından daha
fazla, bunlardan acı acı yakman bir kimse yoktur. Bu mahke
menin kararlarının sakıncaları sulh hukuk mahkemelerine
atıfla ve başvuruyla gide gele düzeltilir. Öyle umulur ki, Tür
kiye zamanla bu şeri mahkemelerle ilgili adımları atacaktır.
Bu husus Avrupa’da bile zor ve zaman sorunu olmuştur.
Farklı mahkemelerin ıslahıyla ilgili önerilerim raporun
öteki bölümündedir.
Şimdi soruna bir de öteki yüzünden bakalım :
1. Halihazırda muvazzaf ve ihtiyat bütün askeri hizm
lerin ağırlığı sadece Müslümanların üzerindedir. Gerçi Hıris-
tiyanlar, devlet hâzinesine küçük bir miktar öderler. Ama bu
vergi, onların askerlik dışı tutulmalarıyla sağladıkları yararla
kıyaslanamayacak ölçüde önemsizdir. Hatta «Bedelli askerlik»
ya da «Hizmet fidyesi vergisi» denen bu vergi, Hıristiyanların
böyle bir hizmetin dışında tutulmalarının karşılığı olarak ve
dengeyi sağlayabilmek için etkin ve yeterli bir miktara çıka
rılsa bile, yine de Müslümanların yardım görmeyen omuzlarına
çöken askerliğin muazzam yükünün yarattığı sefaleti hiçbir
şekilde karşılayamaz.
Bu nokta iyice dikkate alınmalıdır, Hıristiyan nüfus ar
larken Müslümanlarınkinin sürekli azalmasının gerçek sebebi de
bundan başkası olamaz. İmparatorluğun üretici olmayan bü
tün öğelerini yalnızca bunlar oluşturmaktadır. Bu adaletsizliğin
la kendisidir ve ciddi şekilde düşünülmeli, hızla da çaresine
bakılmalıdır.
76
2. Müslümanlar, merkezi, sorumsuz ve kesintisiz olarak
süregelen İstanbul Hükümetinde kesinlikle temsil edilmemek
tedirler. Burada Müslümanların çıkarlarını gözetebilecek ya da
devletin yaptığı yanlışları gösterebilecekleri gerçekten bir kim
se yoktur. Oysa Hıristiyanların hükümet merkezinde ve bü
tün imparatorlukta başvurabilecekleri birçok istinaf Mahke
meleri, şikâyetlerini yapabilecekleri birçok konsolos, yaban
cı memur, kimi kez de sefaretler vardır ve bunlar ellerindedir.
Bunların yalnızca yaptıkları şikâyetler kaydedilmekle kalmayıp,
şikâyet yapılmadığı zaman da onlar adına uydurulanlar da he
saba geçirilmektedir. Bu gidişin öldürücü sonucu olarak bütün
yük, ilkin mali baskıdır. Bu Osmanlı gibi, eskiden beri mer
kezileştirilmiş bir hükümet için normaldir. İkincisi, yerel yö
netim ve şahıs baskılarının ağır oluşu nedeniyledir. Bun
dan kaçınmaya olanak yoktur, zira zayıf ve dengesiz merkez
de oturan bir kuvvetin ihmalinin vilayetlerde yaratacağı ağır
lık, Hıristiyanlara değil Müslümanlara çöker. Bu gerçek se
bepten ötürü Müslümanların sesi duyulmamaktadır. Diğerinin
ise binlerce ağzı vardır.
3. Yukarıda açıklanan bozuklukların sonucu olarak, bu
ortalığı karıştıran iğrenç suçlar, Müslümanlar tarafından iş
lendiği zaman şiddetle ve hemen cezalandırılmaktayken, suçlu
Hıristiyan olunca, yarısı cezalandırılmakta, hatta tümü bağış
lanmaktadır. Zira böyle durumlarda, konsolosluklar ya da ben
zerlerinin karışmalarıyla adaletin eli kolu bağlanmaktadır.
Konu, daha da derinleştirilebilir ve örneklendirilebüir,
fakat bu belirttiklerim yeterli olmalı. Ancak şunu da eklemek
isterim ki, yukarıda belirttiğim tam bağnaz Müslümanların
bulunduğu kabul olunan en göze batan en merkezi yerlerde ya
şayan Hıristiyanlar, şahane evlerindeki zenginlikleri, şık elbi
seleri ve refahın bütün olanaklarım nümayiş şeklinde, teşhir
etmektedirler.
Bu durum uzaklarda, onlara uygulanan baskılarla ilgili
olarak o kadar çok konuşulan şeylerle hiçbir şeküde bağdaş-
tırılamaz. Müslümanlar arasında ise bu şartlar çok tersinedir.
Türkiye’de yaşayan Hıristiyanların Müslümanlarla karşı
laştırıldığında, Hıristiyanların refahını onların daha enerjik,
çalışkan ve diğer meziyetlerine bağlamak, sık sık yinelenmese
de bir hatadır. Gerçek şudur; Müslümanlar ülkede yaşayan
Rum ve Ermeni! ere göre genellikle gayret, namus ve devamlı
77
çalısına bakımlarından öndedirler. Fakat Müslümanların omuz
larına baskı denmez ama, sistematik olarak taşıyamayacakları
kadar yük yüklenmiş ve yüklenilmekteyken, Hıristiyanlar Os
manlI imparatorluğundaki avantajlı himaye durumu altında,
son yarım yüzyıldır sadece şüpheli spekülasyonlar ya da doğ
rudan sahtekârlık ve tefecilikle kendilerini zenginleştirmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu yükünü, Müslüman ve Hıristiyan,
iki omza eşit bir şekilde dağıtıncaya kadar düzelemez. Bu
gün olduğu gibi, sadece birinin omzuna yığmakla bu iş olmaz.
Ya Hıristiyanlar aşağı çekilerek Müslümanlarla aynı düzeye
getirilmeli, ya da daha iyisi, Müslümanların düzeylerini Hıris-
tiyanlarmkine çıkarmalıdır. Bunun için, askerlik hizmeti Hıris
tiyan ve Miislümanlar arasında bölüştürülerek Müslümanların
yükü hafifletilmeli, ayrıca vilayetlerde, onların da çıkarları
gözetilerek, sadece dalavere ve komisyonculukla değil, sadık
ve zeki çalışan, halkla bütünleşmiş, ölçülü bir yönetim biçimi
kurulmalıdır.
Şimdi ortada olan husus, Osmanlı Hükümetinin, Hıristi-
yanlardan yana Müslümanlara baskı yaptığı konusunda çok
ciddi bir töhmet altında oluşudur. Ne yazık ki, bu suçlamayı
doğruluyorum.
Bu gözlemler, ülkede yaptığım ziyaretler esnasında bizzat
gördüklerim ve işittiklerimin, bende uyandırdığı, bir dereceye
kadar beylik olan hususlardır.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 1-3, No. 1/1
No. 24
Elliot’dan, Lord Stanley’e
İSTANBUL, 18 Şubat 1868
(Alındı, 27 Şubat)
Türkiye’de Hıristiyanlara sistemli bir şekilde baskı yapıl
dığı yolunda ısrarla çok şeyler söylendi şu sıralarda. Konsolos
Palgrave’in 30 Ocak tarihli genel raporunun ekine dikkatinizi
çekerim. Bu ekte İmparatorluğun Doğu vilayetlerinde Hıris-
tiyanlarla Müslümanların durumunu karşılaştıran bilgiler var
dır. Bu raporun tümünü onaylamamakla birlikte, içinde İm
paratorluğun değişik bölgeleri hakkında birçok doğrular bu
lunduğu da kuşkusuzdur. Ancak bunlardan başka kimi yerler
78
de vardır ki, buralarda. Hıristiyanların da yönetici ırka karşı
pek çok şikâyet sebepleri vardır.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 5, No. 4
No. 25
19
manlar da çoğunlukla çobanlık yaparlar. Ovayı çeviren tepe
lerin yamaçlarında otururlar ve sürüleriyle meşgul olurlar.
Reşkotan ve Bekran Kürtleri, talancıdırlar, çoğunlukla
güneye doğru dağlardaki otlaklıklarda çobanlık yaparlar ve
hayvanlarını başıboş bırakırlar. Cibre! i ve Modikan Kürtleri
kuzeybatı ve güneydoğudaki yüksek tepelerde otururlar. Ha
sanlI ve Milanlılar da Bulanık ve Malazgirt civarında kuzey
kısımlarda bulunurlar.
Koşerler ve Kürtler çok ilkel yaşarlar, Hıristiyan çiftçiler
bunları memnun etmek pahasına, durumlarını sürdürebilirler.
Hükümetin birkaç yıl önce başlayan zafiyeti dolayısıyla Kürt-
lerin kuvveti artmıştır ve Hıristiyan köylerini talan etmekte
dirler.
Erzurum’dan 18 saat ötede Hınıs yakınında Arros köyün
de Ermeni köylülerinin çoğunluğunun Rusya temayüllü oldu
ğunu gördüm. Çadırımın etrafına toplandılar ve papazları beni
Rus konsolosu sanarak, bir konuşma yaptı. Türkler ve Kürtler
tarafından çektiklerini anlattılar. Ecmizayinli bir yerli olan
papaz, Hıristiyanların, Çarın sadık birer tabası olmalarını sa
bırsızlıkla beklediklerini ve çıkabilecek herhangi bir savaşta
Çarın emrine hazır olduklarını açıkça söyledi. Kendimi tanıt
tım. Kendilerine öğütler verdim.
Çıldır Mutasarrıflığında üç kaymakamlık vardır: Oltu,
Ardahan, Ardanuç, toplam 64.000 nüfus.
Çerkezler 7.200
Terek îman 13.500
Kürt 26.000
Ermeni 2.000
Toplam 48.700
Geri kalanı Türktür. Oltu’nun içinde ve sınır yakınındaki
köylerde, Ahıska’nın, Ruslarda kalması dolayısıyla göç eden
birçok Müslüman aile var. Başlangıçta miktarları fazla idi.
Sonradan bir kısmı yerlerine, ya da Rusya’daki tanıdıklarının
yanına döndüler.
Kars Mutasarrıflığında 2.000 ev var. 200’ü Hıristiyan,
geri kalanı Türk. Türkiye’ye en sadık halktır. Ve bunu son
savaş sırasında kanıtlamıştır ve şimdi de karşıyı tahkim etmek
tedirler. Mutasarrıflığın üç kaymakamlığı vardır: Şavşat, Sü-
ragel ve Akbaba. Toplam 51.000 kişi.
80
Terrek imân 12.900
Kürt (Çadırlarda) 11.100
Türk 23.200
Hıristiyan 4.500
Toplam 51.700
Kürtler, Zeylanlı, Kızkanlı, Şipiki ve Çandanlı aşiretleridir.
Bunlardan 600 aile Türkiye’de, 4000 aile Rusya’dadır. Türki
ye’ye bağlı olan, Ani Bayzii arasındaki hududa yakın kısımda
dır ve burada 20, 30 aile vardır.
Beyazıt Mutasarrıflığının iki kaymakamlığı var.
Türk 28.000
Hıristiyan 8.000
Kürt 40.000
Terrek İman 2.500
Beyazıt Kasabası
Türk 2.400
Hıristiyan 1.200
Toplam 82.100
Kürtler, Zeylanlı, Celali, Şipiki, Çukurlu, Demanlı, Mama-
kanlı ve Haydaranlı aşiretleri olup, hepsi İstanbul’da bulunan
Sürmeli Mehmet Paşa ve ailesinin nüfusundadırlar.
Van Mutasarrıflığının 9 kaymakamlığı vardır.
Miislümanlar Hıristiyanlar
Adilcevaz 9.700 15.500
Erciş 8.000 4.500
Mahmudiye 30.700 5.400
Şatak 12.000 4.000
Müks 9.800 9.000
Kanaş 23.000 14.400
Toplam 91.200 42.800
Hakkâri
Çölemerik, Gevar, Albek ve Baş.
Kalla 108.700 111.000
Van ve civan 17.000 42.000
Toplam 216.000 195.800
Bu yörelerde yaşayan ırklann nüfuslarının toplamı
2.314.000’e ulaşır. Bunların kökenleri, inanışları ayn olduğu
gibi, şimdi oturdukları yerlerin topografyası iklimi ve doğal
olarak üretimleri de farklıdır.
81
Erzurum Diyarbakır Harput
Türk 272.500 30.000 140.000
Kürt 357.000 391.000 100.000
Hıristiyan 411.000 108.000 130.000
Yahudi 1.200 1.000 —
Arap — 118.000 —
Çeçen — 15.000 —
82
lerler. Sultan Selim ile Sultan Murat, Kürtlere bazı ayrıcalık
lar tanıdılar. V. Sultan Murat güneyden daha birçok Kürt
ailelerini buralara gönderdi.
Yezidi : Sınır civarında oturan Kür Herden Yezidi Kürt aşi
reti (Şipikanlı) 5.000 kişi olup, bunun 2.000’i Türkiye’de, öteki
leri Rusya’da kalır. Müslümanlardan nefret ederler, dolayısıy
la da Rusya’ya öteki Kürtlerden daha da meyillidirler.
Terreklm an : Bunları Türkomanlarla kanştırmamalıdır.
Türkomanlardan Ardahan civarında 200 kişi vardır. Bu vila
yette başkaca hiç yoktur.
Terrek İmanlar 20.000 kişidir. Kağızman, Diyadin, Çıldır
bölgesinde otururlar. Tarımla uğraşırlar. 155 köyde oturur
lar, bunların hiçbiri sınırdan 30 milden fazla uzakta değil
dir. Bu halkın büyük çoğunluğu şimdi Rusya’nın Güney Kaf
kas eyaletlerinde yaşar, yaşam biçimleri ve gelenekleri bakı
mından Kuzey Azerbaycan yerlisi, İranlIların kökeninden ol
dukları sanılır. Şii olmaları nedeniyle hem Türklere, hem de
Kürtlere karşıdırlar. Son savaşta düşmana malzemece ve bil
gice yardım etmişler, Sünnileri aşağılamışlardır.
Şahtan nefret eden bir hükümdarın toprağına geçip ora
da yaşadıkları için, kendilerine «Terki İman» ismi verilmiştir.
Bunlara Kara Papaklar da denir. Azerbaycan’dan göçmelerinin
sebebi artan nüfusları dolayısıyla yerlerinin kendilerine dar
gelmesindendir.
Hıristiyanlar : Erzurum vilayetinde çeşitli mezheplere bö
lünen Hıristiyanların dökümü şöyledir.
Gregorien Ermeniler 287.700
Nasturiler 110.000
Katolik Ermeniler 8.000
Ortodoks Rumlar 4.000
Protestanlar (yerli) 1.300
Toplam 411.000
Ermeniler : Benim bölgemdeki papaz ve bu bölgenin bağ
lı olduğu Bishop’ta Rusya’da Ecmiyazin’de oturan Katolikosa
bağlı, dolayısıyla Rusya’ya yakındırlar. Buradaki dindaşlarını
da zengin yoksul hepsini aynı görüşe getirmiştir. Rusya’da 10
kişilik bir aileden alınan vergi 1 Sterlin + 10 Şilin iken, Tür
kiye’de bunun üç katıdır. Eğer topluca Rusya’ya bir göç ol
83
muyorsa, bunun nedeni Rusya Ernıenistanında ekilebilecck
toprakların az, Türkiye’de ise bol olmasındandır.
Bölgenin her yerinde Ermenilcrin Türk Hükümetinden acı
acı yakındıklarını, aynı zamanda Rusya’yı açıkça övdüklerini
göç etmekte kararlı olduklarını açıkça söylediklerini gördüm.
Rusya’ya karşı bu yakınlık, söylediğim gibi papazın de
vamlı düşmanca öğretisinden, daha gerilerde arz ettiğim gibi,
Türkün mülki idaresinin zavallılığından, vergilerin eşit olma
masından, verginin ve âşârın geçmişteki rezaletlerinden, ada
letin olmayışından, ya da kötü uygulanışından, Hıristiyanların
şikâyetlerinin Müslümanlannki gibi hemen muamele göreme-
yişleri gibi memnuniyetsizlik yaratan bir yığın nedenden kay
naklanmaktadır. Vilayet ve kaza meclislerindeki seçimle gelen
Ermeni üyeler, kendi dindaşlarının haklarına yardımcı olma
maktadırlar.
Adalet mekanizması rüşvet verenden yana işlemektedir.
Merkezden karakteri sağlam kişiler gelmedikçe, bu böyle gi
der. Bütün vilayet ve kaza meclisi üyeleri, Ermeniler dahil,
rüşvetle satın alınabilirler. Kaldı ki seçilen bu üyelerin onay
lanması valilikçe olduğundan, vali bunlardan kendisine men
faat temin edecek olanları seçer.
Yoksulların yakuımaları ya duymazdan gelinir ya da çar
pıtılır. Zenginlerin şikâyetleri ise, verecekleri hediye veya dal
kavukluk derecelerine bağlıdır.
Ermeni papazı ve cemaatin reisleri de meclisteki kendi üye
lerinin haince davranışlarını bilerek yalanlarlar. Oysa bu mec
lis üyeleri, bütün haklı istekleri inkâra kararlı bir hükümetin
taassup veya budalalığının kaçınılmaz sonucu olarak, adaletin
tekrar tekrar tecelli edememesinde rol oynamışlar, olayları
abartmışlar, yaydıkları haince görüşlerin kendilerine bağlı olan-
larca daha çok benimsenmesine neden olmuşlardır. Görünürde
kontrol altında olmayan ve Rus ajanlarının gizli onaylarıyla
bu gibi entrikaları sürdürdükçe, evvelce nasibinden memnun
veya ondan feragat eden kararsız üyeler, açıkça memnuniyet
sizliklerini ve haince fikirlerini yaymaktadırlar.
Geçenlerde İstanbul’da oturan çok akıllı bir Ermeniden
mektup aldım. Bu zat Ermeni toplumundaki eğitim görmüş
olanların neden Rus yanlısı duygular taşıdıklarını açıklamak
tadır. Deneylerime göre bu zatın yazdıklarının önemli dayanak
noktalan olduğunu söylemek zorundayım. İngiliz ve Fransız
84
ajanları, misyonerlerin bütün eylemlerini ve din değiştirme
şikâyetlerini yasal yollardan desteklerken, Ermeniler bu işle
rini kendi mezheplerinden yaşlı kimseler ya da muhtekir mec
lis üyeleriyle yürütmeye terk edilmiş ve böylece zorunlu ola
rak başka bir devletin himayesini sağlamak için, her şeyi yap
maya itilmişlerdir.
Erzurum’da oturanlar Rusya’ya daha yakın dolayısıyla da
onlarla daha fazla temasta olduklarından, özellikle sınırda
olanlar bu anlayışa, Ermeni çiftçilerinin nisbeten yoğun ol
dukları Diyarbakır ve Harput gibi uzak bölgelerde yaşayan
lardan daha büyük ölçüde katılmaktadırlar. Ancak burada,
Erzurum’da büyük servet sahiplerinden hiçbirinin az ya da çok
bu düşünceyi bir ölçüde yürekten paylaşmadıklarına inanmı
yorum. Türk uyruğu oldukları halde onların birçoğunda Rus
pasaportu vardır. Olabildiğince gizlilikle sağlanan bu belge
ler, herkesçe bilinmekte ve geniş ölçüde dağıtılmaktadır. Böl
gemizdeki hiçbir büyük kasaba bu sözde Ruslardan azade
değildir.
Rus Konsolosunun yerel makamlarla ilişkilerinde, öteki
konsoloslarda hoşgörüyle karşılanmayan abartmalı iddiaları,
aşırı tavırları ve alaylı davranışları, cahil halk arasında, ken
disinin veya daha ziyade temsil ettiği devletin önemi hakkın
da yanlış bir değer yargısı uyandırmıştır. Böylece durum on-
lardaki, kendilerine yardım edebilecek güçlü ve istekli dev
letin ancak Ruslar olabileceği inançlarını daha da pekiştirmiş
tir. Ayrıca aralarındaki anlaşmazlıklarda, kendi adlarına ya
bancı bir devletin müdahalesini istemeye yarayan doküman
lara sahip olmak onları, Rus Konsolosuna başvurmak için heves-
lendirmiştir. Rus Konsolosunun bu her şeye burnunu sokan
entrikacı hareket tarzı ise devleti tarafından onaylanmaktadır.
Diyebilirim ki, her ne kadar İstanbul’daki büyükelçiliğince
uygun göıülmese ele Rus Konsolosu Kafkasya’daki makamlar
ca desteklenmekte ve onun Tiflis’teki diplomatik karargâhına
direkt olarak bağlı bulunmaktadır. Rusya, sınır komşusu bü
tün Doğu ülkelerinde uyguladığı gibi, onları yönetmekte ken
dine uygun gördüğü, o ülkelerdeki sürekli depreşen memnu
niyetsizlikleri, korumak ve yaşatmak için bu gibi fikirleri teş
vik etmektedir. Dahası, varolan gerçek kötülükleri abartmak
veya düş ürünü şikâyetleri büyütmek, Rus Hükümetinin ve
dolayısıyla memurlarının politikasıdır. Kendi çıkarına uygun
düştükçe bu hareket tarzı belki hoş görülebilir. Fakat çekin
gen ajanların onları resmen aşağılayarak konuşmaları ve sade
ce yönetimin zayıflığına, yetersizliğine çiftçileri inandırmaya hiz
met eder bir şekilde davranmaları ve sonuçta bu davranışa
engel olmak için Rusya’nın ezici nüfuzu, neyle mazur gösteri
lebilir.
Bu vilayet Ermenilerin sayı, mevki ve işgal ettikleri yer
bakımından en nüfuzlu bir sınıf olmaları dolayısıyla şimdiki
durumda, Rusların yararına en uygun ve devlet için en teh
likeli olan bölgedir.
Bu durumdan kurtulmanın çaresi, baskı yapanlara taraf
sız ve ciddi bir adaletin uygulanması, âşârın yeni bir sisteme
bağlanması, vergilerin tarhı ve toplanması gibi köklü önlemle
rin hükümetçe alınmasıyla mümkündür. Hıristiyanların lehine
çıkarılacak fermanların memnuniyetsizliği kaldıracağına, bu
azınlığı gittikçe devlete bağlayacağına inanıyorum. Bunlar yapıl
mazsa devlet iflas edecek, Ermeniler de ayaklanmaya, göçe
er geç zorlanacaklardır. Durumu abartmıyorum. Ermeniler ve
Kürtler Kars ve Beyazıt arasındaki sınırda ve zengin ovada ço
ğunluğu teşkil ederler. Kazalarda sermaye ve ticaretin 3/4’ü
ellerindedir. Kürt ve Türk müdürler yerine şimdiki sistem
içinde Ermenilerin yerel ileri gelenlerinin tayini bir hal çaresi
olabilir.
N asturiler: Ermenilerden sonra gelen en nüfuzlu Hıristi
yan toplumudur. Bunların önemi zengin veya akıllı olduk
larından değildir. İran hududuna yakın dağlık bölgede oluş
ları nedeniyle, gerektiği zaman savaşçı ve pratikte bağımsız
bir konumda oluşlanndandır. İki kısımdır. Biri aşiret, öteki
rençber. Rençberler ulaşılamayacak dağlık bölgelerde toprak
larıyla uğraşırlar, vatandaşlığın doğal zorunluluklarından sıyrı
lışlarıyla yarı bağımsız durumdadırlar. Biraz tarım ve çoğun
lukla hayvancılıkla uğraşırlar.
Aşiretler tüfekli 13.000 kişidir. Boyun eğmezler. Rençber
ler ise barışçıdır ve hükümete bağlıdırlar.
Van Mutasarrıflığındaki Nasturi aşiret ve rençberi (Reaya)
şöyledir :
Nasturi aşiretleri Ev İnsan
Tiyarı 2.500 15.000
Jeylo 2.000 12.000
Diz 2.400 14.400
Tekhuba 1.500 9.000
86
Baz 1.700 10.200
Vulto 650 3.900
Toplam 76.500
Reaya Nasturiler
Leyoııe 600 3.600
Pinyanış 300 1.800
Gevver 600 3.600
Semdin o 45 370
Mar Beşo 1.200 7.200
Deyri 60 360
Gevar Piyanış 300 1.800
Doski 20 120
Oromari 200 1.200
Karavatta 7 40
Elbek 720 4.320
Van (içinde) 700 4.200
Mahmudiye 500 3.000
Murduz 500 3.000
Toplam 34.510
Aşiret 76.500
Genel Toplam 111.010
Bunlar Kürtlerden ve Türklerden öylesine yakınmakta ve
acınacak durumdadırlar ki, kendi inanç ve yurtlarını bile feda
ederek bir yabancı himayesine dört gözle bakmaktadırlar. Ni
tekim bunların dini lideri Mar Shamoon Ruslara bir Uvertür
yapmış durumdadır. Halen, her ne kadar bu entrikalar Os
manlI devletine zarar vermez görünürse de ileride Türkiye ve
Rusya arasında çıkacak bir kapışmada Van bölgesinde harekât
yapan bir Rus kuvvetine yardımcı olabilir ve onların Muş ve
Diyarbakır’a sarkmasına, Türklerin de Musul ve Diyarbakır’a
inmelerine yol açabilirler.
Romen Katolikleri ve Rumlar : Konsolosluk bölgesindeki
bu her iki mezhebin de Rusların harekâtı bakımından, halen
politik bir önemleri yoktur.
Protestanlar : Yabancı misyonlar için Amerikan bürosu
nun 1868 yıllık raporuna göre durum şöyledir :
Bitlis, Diyarbakır, Erzurum, Harput ve Mardin, Ameri
kan misyonerlerinin bulundukları yerlerdir. Bunların bu mer
kezler dışında yerli elemanlarla gözetim altında tutulan 86 is
tasyonları vardır. Bunların tümüne «Doğu Türkiye Misyoner
Heyeti» denir. Bu heyet şunları kapsar:
87
Misyonerler 14
Kadın yardımcılar (aynı şey) 21
Yerli papazlar 17
İcazetli vaiz 16
Yerli vaiz 47
Yerli yardımcılar 68
Bunların idaresinde
Kiliseler 22
1867’de itikat mesleğinegirenler 97
Halen mevcut üyelerinmiktarı 697
İbadet yerleri 80
Pazar toplantıları ortalaması 3981
Pazar okulları 35
Pazar okulları öğrencileri 2566
Protestan toplumu ve mutat okulları
Erkek sayısı 2794
Vergi ödeyenlerin sayısı 1462
Kayıtlı Protestan 4796
Genel okullar 92
Erkek öğrenci 1492
Kadın öğrenci 677
Öğrenci toplamı 2169
Din okulundaki öğrenciler 48
Yatılı okullardaki kadın öğrenciler 59
Eğitim gören diğer büyükler 624
Eğitimde olan bütün sayılar 2900
Papazların maaşları, eğitim ve diğer yardımlar için toplu
ma yıl içinde çeşitli Hıristiyan hayır kurumlarmca 6.776 do
lar, altın olarak ve 1000 doları 1867’de avans olmak üzere
bağışlanmıştır.
4400 adet kitabımukaddes, 8000 adet diğer kitaplar satıl
mıştır. Bu halkın ilgisinin uyandığını gösteren en iyi kanıttır.
Ayrıca bütün bunların bir yıl içinde ve son zamanda okuma
öğrenen bir toplumda olduğu düşünülürse, ne denli önemli
olduğu anlaşılır.
Eklemek gerekirse, Nasturiyenler arasında 12 dış istasyon
vardır ve buralarda 24 yerli vaiz ve öğretmenle, soru yanıt
sistemiyle eğitim yaptıranlar vardır. Bunlar İran’da Rumiye’de
bulunan Amerikan misyonerinin gözetimi altındadır.
88
Patrik Mar Shamoon Musul'daki İngiliz Konsolos yardım
cısı Rassam ve bazı Nasturi papazları vasıtasıyla son zaman
larda Canterbury Başpapazına bir dilekçe gönderdi. Bu dilek
çede, Amerikan misyonerlerinin gayretlerine karşın, kendileri
nin büyük manevi yoksunluklar, baskı ve bilgisizlik içinde bı
rakıldıklarını dile getirerek yüksek kilisenin yardımını dilemek
tedirler. Bu hareket aslında halkın zihnini başka tarafa çek
mek üzere yapılmış samimiyetten yoksun bir davranıştır. Çün
kü gerçek amaç, yalnızca para yardımım veya politik baskı
dan kurtulmak için yabancı müdahalesini sağlamaktır. Böy
le olunca Amerikan raporundaki «ilerlemekte olan Hıristiyan
işlerini saptıracak ve rahatsız edecek bu gibi bir harekete yar
dım veya teşvik verilmemelidir,» ifadesini kesinlikle onaylarım.
Kaynakları ve özellikle tarım ürünleri bakımından iyi
olan bu ülkede böylesine yoksulluk olmasının başlıca neden
lerinden biri, ulaştırma şebekesinin olmayışıdır. Örneğin Er
zurum-Trabzon arasında 180 mil mesafe vardır. Bölgede
üretilen ürün, Trabzon’a ulaştıralamamaktadır. Haber aldığıma
göre hükümet, 3 yıl için vilayet gelirinden her yıl 20.000 TL.
ayırarak bu işi başaracaktır. İyimser Türk mühendisleri bu
işin iki yılda olabileceğini söylemekledirler. Bu yolun Türki
ye’nin Doğu ticaretine büyük yardımı olacaktır.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 16, No. 13, 13/1
No. 26
mi»
m iz benden, bütün bu vilayetlere ait raporları almayı arzu
ediyordur. Fakat Samsun ve İnebolu dışında kendisinden bil
gi alabileceğim konsolosluk memurları yok ve yukarıda anı
lan ajanlıkların İstanbul’daki başkonsolosça benim emri
me verildiği üzerindeki yönergeyi şimdi almış bulunuyo
rum. Bu konsolos yardımcılığının görev alanı içinde bulunan
limanları da ziyarete daha fırsat bulamamış olmam dolayı
sıyla, kişisel gözlem ve doğrudan bilgiler üzerinde aşağıdaki
ifadelerimi Trabzon ve bu kent civan dışında kalan yerler
için henüz kanıtlayacak durumda değilim.
Bununla beraber işaret buyurduğunuz bütün hareketler
le, Osmanlı İmparatorluğunun bu parçasında görülebilecek
öteki hareketlerden doğabilecek sonuçları ortaya koyabilmek
için bu konuda Konsolos Palgrave’nin yararlı raporlarıyla, kent
teki başka kaynaklardan derleyebildiğim genel nitelikteki ki
mi bilgileri savunmama izin vereceğinizi umarım. Gözlemle
rimi egemen ırkların karakter, din ve politik eğilimlerine da
yandırdım ve raporumun daha iyi anlaşılabilmesi için, vila
yetin kazalarındaki coğrafi dağılımı gösteren bir de basit ha
rita ekledim.
Trabzon vilayeti üç sancağa bölünmüştür :
l’incisi : Lazistan, Batum, Ajarah ve Livanah kazalarını
kapsar. Nüfusu laz veya Nihgrelian’ların (Gürcü
lerin batı kolu) sayısı 44.000 olup bu miktara, Ati
na kazasının Hamshem nahiyesinde oturan ve asıl-
ları Ermeni olan 13.000 kişi dahil değildir. Büyük
çoğunluğu Liyanah’da yaşayan ve sayıları ancak
°/0 3’e varan Hıristiyanlar dışında bu sancağın, Müs
lüman nüfusunun toplamı 136.000’dir.
2’incisi: Bilindiği gibi Trabzon olup, Kiza, Of, Tirebolu,
Giresun ve Ordu kazalarını kapsar. 393.000 nü
fusu olup, bölgeye egemen olan Bizaııslılar sade
Trabzon’un batısına doğru gittikçe kaybolurlar ve
sonuçta vilayet hududu olan Vona burnuna kadar
uzanan bölgede Colchian’lar onların yerine geçer.
Kiza, Of ve Trabzon kazasına dahil Vakfıkebir na
hiyesinde yaşayanlar Müslüman olup, toplam
126.000’dir. Geri kalan kazalarda Müslümanların
nüfusu 218.000 ve Hıristiyanlarınki de 49.000’e
yani I8’e varır.
90
3’üncüsü: Sancak, Gümüşhane dört kazaya ayrılır. Gümüş
hane, Kelkit, Şirat ve Trol (buradaki halk da Bi
zans soyundan gelmektedir) 191.000 kişi olup ya
rısından fazlası hâlâ Hıristiyandır.
Böylece bütün Trabzon’un nüfusu 620.000 olup, bunuıı
100.000’i Hıristiyan, 520.000’i Müslümandır. Kıyaslanacak olur
sa, Hıristiyan nüfus 1/6 ’dır. Fakat tamamen veya ona yakın
miktarda Müslümanların yaşadığı doğudaki kazaları bir tarafa
bırakırsak vc Of’tan batıya doğru nüfusu ele alırsak, burada
Hıristiyan oranı % 25’i bulur.
Bununla beraber bu vilayet Müslümanlarının aynı eğilim
de olduklarını kabul etmek gerekir. Bunlarda bariz iki husus
vardır, biri her ne olursa olsun bir arada bulunmak ki, bu dini
bir inanıştır; İkincisi siyasi sempatidir.
Hamshem’deki Gregorienlerle, Müslüman olmaya zorlan
mış Ermeniler dinlerine karşı kayıtsızdırlar. Mingrelianlar
dinlerine daha sadıktır, fakat bunlarla, yukarıda adı geçen
öteki iki ırk Osmanlı idaresine karşıdırlar. Geri kalan kaza
lardaki Müslümanların Osmanlı İmparatorluğu ile bu ırklar
dan daha fazla dini ve politik bağlan, yakınlıkları olduğu
düşünülemez. Bunlar her türlü gasp ve gücendirici davranış
lardan o kadar ıstırap çekmiş ve çekmektedirler ki, 46.000 nü
fuslu Of ve 39.000 nüfuslu Rize dışında din, bugünkü hükü
mette onları bağlayan ve fakat çok zayıf olan bir bağ olarak
düşünülebilir. Önceleri Hıristiyan olan ve zorla Müslüman
lığa döndürülen ve Müslüman görünüp de hakikatte Hıris
tiyan olan 24.000 Kırımlının karşıt hisler beslediklerini söy
lemek lüzumsuzdur.
Bu koşullar içinde bu halklar tarafından dini açıdan ve
ondan daha da az politik nitelikli hiçbir canlanma hareketi,
beklenemez. Kırımlılar, Kırım Savaşından sonra açıkça Hı
ristiyanlığa dönmüşlerdi, bunların Müslüman olduktan sonra
on yıl süre ile askerlikten muaf tutulacakları söylenmişti. Eğer
bunlara karşı yeniden dört beş yıl için askerlik muameleleri
yürütülürse, işaret ettiğiniz nitelikte bir harekete bir ölçüde
iştirak edebilecekleri düşünülebilir. Bunlar tamamen hükü
met tarafından sevk ve idare edilirler ve onların içinde Müs
lüman halkın hissesi yoktur. Fakat bu son toplumun bütü
nüyle değilse bile çoğu, bu önlemin memnuniyetle yerine ge-
91
tirikliğini görmekten az da olsa kuşku duyabilir. Çünkü bu
önlemin hedefi, hükümetlerine karşı onları asimile etmek için
Müslümanların giriştikleri hoş olmayan davranışlardır. Bir
yandan Zatıâliniz tarafından işaret edilen anlamda, bu vilayet
halkınca bir hareketin başlangıcı beklenemezken, öte yandan
Osmanlı tahtının yerine geçme sorununda, eğer böyle bir şey
çıkarsa, bu aksi istikamette politik bir canlanma için onlara
bir fırsat sağlayacaktır.
Bir süre önce bu konuda vakitsiz bir açıklama yapıldığı
zaman, ülkeyi saran heyecan dalgasının BabIâli’den yana bir
histen kaynaklandığını kabul etmek güçtür. Katı Müslüman
ve sadık Osmanlmın kalbinde; tahtın varisi usulünde bir de
ğişikliğin, kendi inanışına, Kuran’ın hükümlerine ters düşece
ğinden ve bu değişikliği kabul etmektense hayatını vermeye
hazır acımasız bir muhalefet duygusu belirdi. Fakat Trabzon
halkının dini ve politik eğilimleri üzerinde aşağıdaki gözlem
ler dine ve Tac’a kendilerini adayanların sayısının küçük ol
duğunu göstermiştir, bundan başka bunlar belirli ve yekvücut
bir kitle de değildirler. Tersine birbirine düşman bir halk kit
lesi içine dağılmış, çekilemeyen bir ekseriyettir. Eğer tahtın
varisinin değiştirilmesine kalkışılırsa, bütün Osmanlı ülkesin
de görülebilecek rahatsızlıktan yararlanarak bunların kişisel
çıkarlarını arttırma girişimleri hiç kuşkusuz önlenmelidir.
Gregorienler ve Mingrelianlar kendi beylerinin idaresinde eski
bağımsızlıklarını tekrar ele geçirmeye çalışacaklar veya Rus
ya’ya geçecekler, Rusya ne yapıp yapıp gerekirse kuvvetle
onları kendisine katma fırsatını kaçırmayacaktır. Kırımlılar,
serbestçe baba dinlerine dönmek amacıyla Rusya’ya akacak
lardır. Gerçekten Müslüman olan, fakat dinine karşın, Rusya’
ya sempati duyanlar da ona yakınlık duyacak, dolayısıyla şim
diki durumda kalmaktansa, onun yönetimini kabul edecekler
dir. Böyle bir genel harekette Hıristiyanların başta olacağını
söylemek gereksizdir, aydınlar arasında Rumlar Rusya’ya bağ
lanmanın kötü biı değişiklik olacağını bilmektedirler. Bunların
sayısı şimdi söz etmeye değmeyecek kadar küçüktür. Bununla
beraber başlangıçta bu, kabul edilemez bir ilham gibi görüle
bilir. Şöyle ki aydın tabakada son zamanlarda birden fışkıran
yeni düzen fikirlerini eğer Osmanlı Hükümeti geliştirmek fır
satını bulursa, bu kentte yalnızca Hıristiyanlarca belki geç
mişe ilişkin politik bir canlanma umulabilir.
Güney Karadeniz sahilindeki öteki kentler üzerinde ayrın-
92
i;lı olarak durmayacağım, her ne kadar köken ve yapı bakı
mından buralarda yaşayan Müslümanlar, ayrı ırklardan iseler
de Osmanlı imparatorluğu ile dini inanış ve politik bağlarla
aynı türden bir yakınlıkları olduğu düşünülebilir. Bunlar,
Trabzon vilayetindeki dindaşlarına ve her zaman olduğu gibi
Osmanlı imparatorluğuna karşı değillerdir.
Tersi de söylenebilir, şöyle ki; buradaki halkı oluşturan
çeşitli öğeler biitün ırk farklılıklarını yitirmiş, Tybarens, Bi
zanslI, Ermeni, Türkmen vs. birlikte harman olmuş, yeniçeri
ve sipahilerin çocukları olarak sadık bir Müslüman ve yurtse
ver tekvücut Osmanlıyı teşkil etmişlerdir.
Bu itibarla memnuniyetsizlik görüntülerinin, Doğu halkı
nın hükümete karşı oluşuna karşın din ve yurtseverlik duy
gularının diğer sebeplerin üzerine çıkarak, yalnızca sıradan ki
şilerde değil, hatta önayak olacaklarda bile böyle bir fırsat
çıktığı takdirde, politik bir harekete dönüşeceği düşüncesi
kuşkusuz beslenebilir.
Fakat, daha önce de söylediğim gibi ve bu vilayetlerle il
gili bilgilerim hakkında raporumun başlangıcındaki vurgula
malara bağlı olarak, bu türden bir hareketin işareti daha orta
da yok. Bununla beraber sözü edilen Osmanlı tahtına geçe
cek kişi sorunu ciddi olarak ortaya çıkarsa, onlara bir fırsat
sağlanmış olacaktır. Şimdiki koşullar ne olursa olsun, bu yöre
deki Müslümanlar, Prens M urat’ın yanında olacaklardır. Bu
kişi, Doğu Türkiye’de meşru varis olarak düşünülmektedir.
Ayrıca çıkabilecek bir çatışma politik ve belki dini bir can
lanmaya bile gidebilir. Her ne kadar bu vilayetlerdeki Müslü
man ve Hıristiyanlar arasında terslik yaratacak gözle görülür bir
neden yoksa da, halihazır uykudan uyandıktan sonra, Müslü
manların dini canlanmalarının sınırını belirlemek oldukça güç
tür.
Müslümanlar arasında şöyle bir görüş birliği v a r : Avru
palIlar muhtemel bir değişikliğe karşıdırlar. Bu söylentinin
Sultanın çılgınca fikri olduğunu ileri sürerler. Bu yüzden Av
rupalIlara karşı kötü bir hisleri yoktur ve sonuçta da çeşitli
kazalarda eskisinden daha fazla olan, fakat genelde halkın
yarısını oluşturduğu sanılan Hıristiyanlara karşı da değildirler.
Önceleri Trabzon vilayeti içinde olan fakat geçen yıl
Amasya ile birleştirilen Canik limanında halk arasında Rus
ya’ya sempati duyanlara rastlanır. Bununla birlikte bu sem
93
pati, Kırını Savaşının başında Osmanlı donanmasının Ruslar
tarafından yok edilişinden sonra iç kısımlardan batıya doğru
gidildikçe ters yönde azalır ve değişir. Rus entrikası, zulüm
korkuları ve dine reaksiyon duyguları kırılmadıkça, esasen
Ruslara karşı bir sempatileri olmadığından, Trabzon vilayeti
nin olabilecek bir harekete katılması beklenemez.
Sonuç olarak, eğer tahtın el değiştirmesi sırasında bir
reforma teşebbüs edilirse, Trabzon’da yaşayan çeşitli ırkların
din konusu onların çıkar ve insiyaki davranışlarından sonra
geldiğinden, bu vilayette ciddi bir kargaşa çıkabilir ve sonuçta
Türkiye’nin burayı kaybetmesi beklenebilir. İmparatorluğa
bağlı olan Batı vilayetleri ise, iç kargaşalarla harabe haline
gelebilirler.
Politik canlanmanın bir başka türünden de burada söz
etmek gerek, öteki bölgelerde varlığını saptadığım, fakat he
nüz Trabzon’da bu gözlemi yapmak fırsatım bulamadığım bir
konu var. Şöyle ki, burada da devlet memurları arasında po
litik bir canlanma olduğu kabul olunabilir.
Bazı kamu görevlileriyle yakınlık kurulduğu zaman İm
paratorluktaki işlerin gidişinden duydukları üzüntüyü belli et
mekten çekinmemektedirler. Serbest yönde yapılacak bir de
ğişikliğin ancak İmparatorluğu kurtarabileceği fikrindeler ve
bu yolda yapılacak bir eylemde işbirliği arzusunu gizlemiyor
lar. Türklerin keskin bir anlayışı olduğu doğrudur. Bu nitelik,
onların politik konularda uzun uzun konuşmalarım sağlamak
tadır. Nitekim bugün üst kademedeki memurların yanlışlarım
görenlerin çoğu, aynı mevkilere çıktıkları zaman, kendilerinin
de başka türlü hareket edemeyeceğini söylerler. Hükümetin,
memurlar arasında çok az sempatizanı olduğu yadsınamaz
ve bu durum bugünkü hükümete karşıt politik bir kıpırdamaya
dönüşebilir.
Rodos’tan ayrılışımdan hemen birkaç gün önce, sürgüne
gelen serbest basının ileri gelen iki temsilcisiyle kamu görev
lileri arasında olan bir olaya tanık oldum. Hükümet memur
ları sürgüne gelen bu kişilerin fikirlerine o derece sempati
duyuyorlardı ki, onları tutuklamayı isteksizce yerine getiriyor
ve ellerinden geldiğince cezalarını yumuşatmaya çalışıyorlardı.
Onların haklı olduklarını, fakat bu yüzden ıstırap çektiklerini
düşünüyorlardı. Ektikleri özgürlük tohumlarının uzak olmayan
bir gelecekte meyve vereceğini umduklarını, bu yararlı görev-
94
(erine devam etmeleri için onların hürriyetlerine en kısa za
manda kavuşmalarını dilediklerini saklamıyorlar ve nihayet
imparatorluğun uyanışının bu hapiste yatanlarmkine benzer
siyasi prensiplerle dolu liderlerle ancak mümkün olabileceğine
inandıklarını söylüyorlardı.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 116-118, No. 73
No. 27
95
Ek. 1
Konsolos Zohrab’dan, Büyükelçi Elliot’a
13 Temmuz 1875
96
bu iddiayı ileri süren kadın, kızın kendisine bıraktığı giysilerini
aldığını da inkâr etmiş ve kız tutuklanarak sürülmüş. Şimdiy
se, ana babasının yanından zorla uzaklaştırılmıştır.
Kıza iftira eden ve bu olaya neden olan kadın da Muş'ta
keyfince yaşamını sürdürmektedir.
Ek - 2
Bir başka olay kaçırma ve bu kez bir Ermeni kızının Müs
lümanlığa döndürülmesi.
Olay Erzurum’dan yaklaşık 40 mil uzaklıkta Hınıs kasa
basının Kurt köyünde oluyor. Bu köyde 20 Hıristiyan, 60 da
Müslüman aile yaşamaktadır.
13 yaşında bir kız, babası tarafından su getirmeye gön
derilmiş, giden kızın feryadını duyan baba dışarı çıktığı zaman
4, 5 kişinin kıza saldırdıklarını görmüş, adamlar babasını gö
rünce onu kapının içine itmişler, baba oğul yeniden dışarı çık
tıklarındaysa kız ortadan kaybolmuş.
Köylülerin yardımıyla yapılan aramada kız bir Kürt evin
de bulunmuş, baba eve girmek istemişse de dövülerek dışarı
atılmış, oğlu da buna benzer bir muamele görmüş ve vurulmuş.
Bu karışıklık sırasında kız, başka bir köye götürülmüş.
Hınıs kaymakamına başvurulmuş, ama bu başvuru bir
Hıristiyandan geldiği için dikkate alınmamış. Birkaç saat son
ra bir polis kızın saklandığı köye gönderilmiş, fakat o da bir
şey yapmamış. Beyazıt’a giderken bu köyden geçmekte olan
bir subay, durumu öğrenince kaymakama haber göndermiş,
kaymakamca gerekli önlemler alınarak kız ve onu kandıran
iki kişi Hınıs’a gönderilmiş. Paşa, kızı buraya getirtti. Ra
pora göre Müslüman olduğunu söyleyen kız da bir Müslüman
evine yerleştirildi. Dün Meclisin huzuruna çıkarılan kız, Müs
lüman olmayı kendisinin istediğini söyledi. Yetkililerce
sorun da burada bitti.
Bu davranış, Hattı Hümayuna uyulmadığını, yerel makam
ların kaçırılma olayını teşvik ettiğini, bir kişiye zorla Müslü
manlığın kabul ettirildiğini ve Hıristiyan uyrukların bağnaz
Müslümanların uyruğu olduğunu kanıtlamaktadır.
Gerçekte kız, 10 gün önce kaçırılmış, ta valiye ulaşınca
ya değin de anası babasıyla görüştürülmemiş ve sonuçta kısa
bir süre iki Müslümanm önünde, anası ve babası ilp, papazın
yanında görüştürülmüştür. Kız bu yüzleşme sırasında Müslü
97
man olmayı kendisinin istediğini söylemiştir. Oysa, iki Müslü
man huzurundaki bu ifade, kızın serbest iradesini göstermez.
Eskiden Hattı Hümayunun ruhuna sadık kalarak, bir kız
Müslüman olmak istediğini söylediği zaman, tarafsız bir aile
nin yanında üç gün alıkonur, her gün annesi, babası ve pa
pazla görüşürdü. Bu kişiler onu vazgeçirmek için nasihat eder
ler, ancak üçüncü gün de kız isteğinde direnirse, bu takdirde
Meclisin önüne getirilirdi. Orada da açıkça istediğini söylerse,
Müslüman olurdu. Zatıâliniz bu yöntemin yine konulmasını
telkin ederseniz, gelecekte yüzlerce kişinin aynı sona uğraması
nı önlemiş olursunuz.
Size arz ettiğim iki olayın birincisinde zor kullanılmıştır.
İkincisindeyse, herhangi bir Müslümanın bir Hıristiyan ço
cuğunu kaçırarak ve Müslüman olmak istediğini duyduğu tar
zında bir yalan uydurarak, onu zorla Müslüman yapabileceği
görülmektedir.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 142-143, No. 86 (E k ler-86/1, 86/2)
No. 28
98
kandıranlarla ilgili bir dilekçe verdiler. Bugün, Kurt köyü Hı
ristiyan sakinleri, Müslümanların bulunduğu köyde yaşayan
Hıristiyan kadın, kız ve çocuklarının güven altında olamaya
caklarını, çünkü hükümetin son olaya göz yumduğunu ileri
sürerek bu köydeki Hıristiyanların başka bir yere nakli için
dilekçe vereceklerdir.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 145, No. 87
No. 29
99
Misyoner bir bayanın yazdığı ve okumama izin verdiği
mektupta, Van köylüsünün acınacak durumu ayrıntılarıyla
açıklanmaktadır. Kürtlerin yaptığı mezalim, Bulgarların vah
şetini bile gölgede bırakır.
Van Valisi Haşan Paşa, kendi güvenliği için her gece yat
tığı yeri değiştirmekte ve genellikle ıssız köşelerde yoksul Hıris
tiyanların bulunduğu yerleri tercih etmektedir. Van’ı olabile
cek bir Rus saldırısına karşı savunmak üzere getirilen 12 top,
şayet Kürtler saldırırlarsa onlara karsı kullanılacaktır.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 64, No. 90 (E k -90/1)
No. 30
Ek - 1
Konsolos Zohrab’a
Bitlis, 28 Haziran 1877
100
bugün de 1000 tane daha geleceği söylendi. Bunlann nereye
gideceğini öğrenemedik. Sanırım bunlardan bazıları talana te
şebbüs etmiş, gelen raporlara göre gece yansı 100’den fazla
top sesi duyuldu.
Ek ■ 2
Konsolos Zohrab’a
Van, 2 Temmuz 1877
101
No. 31
E k : M emorandum.
Güvenilir kaynaklardan alınan bilgiler, Kürtlerin Hıristi
yan Nasturilere bir saldırı yapacaklarını gösteriyor. Otuz yıl
önce Bedirhan ve Nurullah Bey tarafından denendiği gibi Nas
turi bölgesinin yeniden yakılıp yıkılması ve insanların öldürül
mesinden korkulmaktadır.
Nasturilerin tekrar böyle bir duruma düşmemeleri için,
BabIâli’nin hemen gerekli önlemleri alması tavsiye olunur. İn
giltere bu konuyla çok ilgilidir. Nasturiler daima Sultanın ba
rışsever ve sadık bir uyruğu olmuşlardır. Korunacaklarına da
güvenmektedirler. Eğer bunlar böyle bir saldırıyla karşı karşıya
bırakılır ve 1848’de olduğu gibi erkek, kadın, çoluk çocuk hep
sine eziyet edilir de öldürülürlerse, bütün Ingiltere’de kamuoyu
derin bir acıyla etkilenecektir. Türk Hükümetinin bu işe ge
rekli önemi vererek gecikmeksizin gerekli önlemleri alacağın
dan ve Kürtlerin Nasturi topraklarının işgallerine imkân bı
rakmayacağından kuşkum yoktur.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 82 No. 117 (E k -117/1)
102
No. 32
No. 33
103
No. 34
No. 35
104
lirtilecek bir iki küçük nokta varsa da bu sonuçtan sevinç duy
duğunu söyledi.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 120, No. 171
No. 36
105
ilerek bu konuda yeterli bilgileri toplayabilirsiniz. Güvenilir
otoritelere gönderilmek üzere Patrik ve Patrikhane ileri ge
lenlerinin yazdığı mektup size verilmiştir. Bu olaylar ve onları
korumak üzere alman önlemler hakkında bana ayrıntılı rapor
vereceksiniz.
Bu işi bitirdikten sonra Musul'a gidecek ve orada İngiliz
müzesi mütevelli heyeti için Asuri hafriyatı işine yeniden baş
layacaksınız.
Oradan Yakubi ya da Suriye Hıristiyanlarının durumu
üzerine bana rapor göndereceksiniz ve bunların kiliselerinin
onarılması için gönderilen firmanın da işe başlatılıp başlatıl
madığını vc bu eski tarikatın korunması için başka ne gibi
önlemlerin alındığını bildireceksiniz. Yapacağınız incelemeler
de Hıristiyanların ıstıraplarını öğrenecek, bunları yetkili ma
kamların dikkatine sunarak, acıların giderilmesi için gerekli
önlemlerin alınmasını sağlayacaksınız. Bu işi görürken yetki
lilerin kıskançlığına neden olmayacak ve hakkınızda yasal şi
kâyette bulunulmayacak biçimde hareketlerinizi ayarlayacak
sınız. Sultanın çeşitli Hıristiyan uyruklarının dürüstçe idare
olunmasının, can ve mallarının bütünüyle korunmasının, biz
zat Türkiye’nin çıkarına olduğu yolunda yetkilileri ikna ede
ceksiniz ki, bu nokta, Sultanın bana söylediği insani arzusudur.
Sultanın Hıristiyan uyruklarına karşı yapılan yanlışları ve şi
kâyetleri Türk makamları katında dile getirirken bunun İn
giltere Hükümetinin Türkiye’nin refahını yürekten istediğinin
bir kanıtı olduğunu da özellikle belirtiniz.
Görevinizi yapabilmeniz için yetkili makamlara sizi tanı
tan bir fermanla, 4 bakanlık mektubu veriyorum. Bunlarla
hükümetimizin istediği doğrultuda görevinizi yapacağınıza ina
nıyorum.
Bu gibi durumlarda şişirilen ya da uydurulan haberlere
aldırış etmeden, doğru bilgileri elde etmenizin önemini özel
likle hatırlatırım. Bu ülke ve halkı hakkındaki bilginiz, doğ
ruyu ve yanlısı ayırt etmede size yardımcı olacaktır,
Türkiye, No. 1 (1878), s. 137, No. 197 (E k -197/1)
106
No. 37
Ek - 1
Konsolos Zohrab’dan, Büyükelçi Layard’a
28 Ekim 1877, Erzurum
Ek - 2
B itlis'teki Am erikan M isyonerinden
Bitlis, 11 Temmuz 1877
107
No. 38
No. 39
No. 40
108
Paşa ve İsmail Paşanın aldığı önlemlerle Hıristiyanlar korun
muş ve talan edilen malları geri alınarak kendilerine verilmiş
tir. Ermeni Patriği Osmanlı devletine minnetini bizzat bana
sözlü ve yazılı olarak arz etti.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 265, No. 297, s. 265-266, No. 297/1
No. 41
No. 42
109
istiyor. Henüz karar yok. Askerler tamamen bitik durumda,
moralleri bozuk ve aç, bir saldırıyı karşılamayı reddedecekle
rinden eminim. Karşı koymak, boşuna kan akıtmak olur.
Muhtar ve İsmail Paşalar gece geldiler. Geçtiğimiz gece
şehirde hem korku, hem de panik vardı. Fakat bir zorbalık
olmadı, hava kötü.
General ve kurmay heyeti dün gece Bayburt’a gitmek üze
re ayrıldı.»
F. O. 424/62, s. 39, No. 54
No. 43
110
şikâyetleri dinledim. Diyarbakır ve Van’da Hıristiyanların çek
tiği sıkıntılarla ilgili haberlerin bazıları abartılmışsa da, bunla
rın çoğunun nedeni, can ve mal güvenliğinin gerektiği kadar
güvence altında olmayışındandır. Şimdiki rahatsızlıkların ger
çek nedeniyse yönetimin zayıf oluşu ve vergi toplayıcılarından
kaynaklanmaktadır, öyle görünüyor ki, özellikle göçebe aşiret
ler başta olmak üzere Kürtler devlet disiplinine sokulmamıştır.
Bunlar fırsat buldukça Hıristiyanlara saldırmakta ve bunun
sonucunu düşünmemektedirler, işittiklerim ve gördüklerime gö
re Diyarbakır’dan Süleymaniye’ye kadar dağlarda oturan Kürt
aşiretleri sıkı bir disiplin altına alınamazlar. Kürtler yalnızca
vergi ödememek ve askere gitmemekle kalmayıp canlarının
istediği gibi talan ediyor, adam öldürüyorlar. Kim karşı ge
lirse, hem canından, hem malından oluyor. Ancak şunu da
belirtmeliyim ki, bu işler Hıristiyanların başına geldiği gibi
Müslümanların başına da gelmektedir. Diyarbakır ve Muş ara
sındaki dağlarda yaşayan Ruşkutan, Şeyh Dodan, Sasun Mutki
aşiretleri, Hıristiyan ve Müslüman ayırt etmeksizin dilediklerini
yapıyorlar. Diyarbakır’da bulunduğum sırada malları yüzün
den, en az üç tane Müslüman beyi Kürtler tarafından öldürüldü.
Ruşkutan aşiretinin hükmü altında bulunan bölgeyi geç
tiğimden birkaç gün sonra, bir silah yüzünden çıkan tartışma
dolayısıyla barışsever 45 Kürt, aşiretçe öldürülmüştür. Bu aşi
ret yüzünden bir bölüm Hıristiyan evlerini bozarak daha gü
venilir yerlere göç etmiştir. Barışsever Müslümanlar bile ye
rel yönetim ve dağ Kürtlerinin haraçları dolayısıyla mahvol
muşlar ve hükümet önlem almazsa yerlerini yurtlarını bırakıp
gitmek zorunda kalacaklarını söylemişlerdir.
8, 10 aydan beri Diyarbakır ve Van genel valisi Kürtlerin
taşkınlıklarını bastırabilmek için ellerine yeterince kuvvet ge-
çirememişlerdir. Ellerinde yalnızca polis kuvveti vardır. Bu
polis de çoğu zaman yardımcı olacağına, engelci olmuştur.
Bunlar elaltından hırsızlığı ve yağmayı teşvik ederler ki, pay
alsınlar. Türk, Kürt, Arap birçok Müslüman, zaptiye ve Kaf
kas göçmenlerinin imkân buldukları zaman yollarda soygun
culuk ettiklerini söylemişlerdir. Yerel polislere savaş sırasında
cepheye erzak taşımak için at ve katırdan yararlanma ayrıca
lığı verilmiştir. Onlar da bu ayrıcalığı kötüye kullanmaktadır
lar. Atlı ve yaya polislere o kadar az para verilmektedir ki,
bu parayla yaşamaları olanaksızdır. Doğal olarak, fırsat bu
lunca tehditle, yasadışı yollarla geçimlerini sağlarlar. Yerel poli
111
sin özellikle maaşlarıyla ilgili olarak, yönetimce gerekli düzelt
meler yapılmadıkça, bu durumun düzelmesine olanak yoktur.
Bu bölgede korunmasız zayıf Hıristiyanlar, en çok baskıyla
karşı karşıya olanlardır. Diyarbakır ve Van bölgesinin barış
sever sakinleri, Kars ve Beyazıt garnizonlarının ikmal ihti
yaçlarını sağlamak zorunda olduklarından, ayrıca bir de acı
masız bağnaz Kürtlerin yağma ve öldürmeleri dolayısıyla acı
nacak durumdadırlar. Son birkaç aydır süregelen bu durum,
daha uzun süre böyle giderse, fanatik Müslüman ve vahşi Kürtle
rin baskısı altında olan Hıristiyanların gelecekte başlarına da
ha ne gibi felaketler geleceği bilinmez.
Diyarbakır Genel Valisi Abdurrahman Paşa ve Van Genel
Valisi Haşan Paşa ellerinde bulunan birkaç bölükle, kış gel
meden önce bu durumun düzelmesi için ellerinden geleni ya
pacaklarını söylediler.
Yaptığım soruşturmalardan anladığıma göre, Kürdistan
dağlarında kölelik tamamıyla kaldırılmamış. Nüfuz edileme
yen dağlık bölgedeki Hıristiyan köyleri içinde yaşayanlarla bir
likte satılıp alınmakta. Öyleki burada oturanlardan biri, köy
başkasına satılmışsa ve diğer bir köye gitmek isterse, yeni sa
hibi onu öldürebilir. Bu feodal yasaların bazı Kürt beyle
rince Müslüman köylerinde uygulandığını söylediler.
Muş ve Bitlis ovalarında da Müslümanlar Hıristiyanlardan
dilediklerini zorla alırlar, şayet vermezlerse ya bizzat cezalan
dırırlar, ya da Kürtlere bu işi yaptırırlar.
Can ve malın hiçbir değeri olmayan bu ülkede öyle gö
rülüyor ki, lanzimat ve yerel meclisler, yerel makamların kö
tü idaresinden daha da çok zararlı olmuşlardır. Tanzimatın,
barışsever sakinlere az çok faydası dokunduğu biı yana o,
suç işleyenlerin hak ettikleri cezalara çarptırılmamalarmda bir
sığınak olmuştur.
Yerel yönetim meclislerine gelince, bunların hiçbirinin
bir yararı yoktur. Bunlar ya çok önemsiz solda sıfır olan ki
şilerdir, ya da rüşvetle kendilerini zenginleştiren nüfuzlu kişi
lerdir. Müslüman, Hıristiyan ve hatta bazı memurların söyle
diklerine göre Kürtlerin bu kötü hareketleri bazı meclis üye
leri tarafından da destek görür. İlgili makamlar bir ayaklan
mayı tepelemek için kuvvet kullanmak istedikleri zaman, mec
listeki Kürt dostu üyeler onlara haber salarak ya kaçmalarını,
ya da karşı koymak için hazırlanmalarını sağlarlar. Bu yay
gın bir kanıdır.
112
Genel şikâyet, en yüksek yerel makamların kısa yoldan
ceza verebilme güçlerinin olmamasıdır. Bir katil ya da hırsız
mahkemeye getirildiği zaman çoğunlukla sahte kanıtlarla ya
da bu olayla karşı karşıya olan kişiden öç alınması tehdidiy
le beraat etmektedir.
Hıristiyanlar adaletin yanlış tecellisinden şikâyet etmekte
ler. Oysa bu meclislerde Hıristiyan üyeler de var. Onların
kendileriyle yaptığım konuşmada, mahkemede önlerine gelen
kararı korkudan ya da kişisel düşüncelerle kabul etmek duru
munda kaldıklarını itiraf etmişlerdir.
Bu durum karşısında çekilen herhangi bir ıstırabın doğru
ya da yanlışlığını saptamanın ne kadar güç olacağını takdir
buyurursunuz. Hıristiyanların bana yaptıkları şikâyetleri, il
gili makamlar yoluyla yalanlamakla kalmayıp Hıristiyanların
suçlu olduğunu söylediler. Burada bana yapılan şikâyetlerle
ilgili davalarda iyi bir araştırma yapmadıkça, ya da bizzat
davada bulunmadıkça hangi tarafın haklı olduğunu anlamaya
olanak yok. Bazı Hıristiyanların sempati kazanmak için olay
ları abarttıklarından ya da uydurduklarından kuşkum yok.
Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Muş ve Van bölgelerinde özellikle eski
idareciler ve katı Müslümanlarca Hıristiyanların kötü mua
meleye uğratıldıkları da yadsınamaz. Genellikle Hıristiyanlar
şikâyet etmekten çekiniyorlar. Müslüman bağnazlığının şahlan
dığı zamanlarda Hıristiyanların bireysel davalarında Hıristiyan
tanıklığının kabul edilmemesi ve dolayısıyla Müslüman tanık
yüzünden de adalet tecelli edememektedir.
Gerek Abdurrahman, gerekse Haşan Paşa’nın bu yol
suzlukları yok etmek için ellerinden geleni yapacaklarından
eminim, ancak her iki paşa da, memleket bir büyük savaşın
içindeyken, bu kronik belanın üstüne kuvvetle gidemediklerini
bana söylediler. Çünkü Müslümanların üzerine daha çok git
mekle onların Hıristiyanlara olan nefretlerinin daha çok arta
cağından ve bugün Hıristiyanların şikâyet ettiklerinden daha
büyük felaketlerle karşılaşacağından korkmaktadırlar.
Eleşkirt, Karakilise, Diadin ve Beyazıt’ı Ruslar boşalt
tıkları zaman bağnaz Kürtlerin bu dört Ermeni bölgesinde
yaptıkları tahribatı kuşkusuz duymuşsunuzdur. Beyazıt’ta
Kürtler, çok feci olaylara neden olmuşlardır. Rastladıkları
erkekleri öldürmüşler, öldüremedikleri kadın ve çocukları tut
sak olarak kendi evlerine götürmüşlerdir. Kürtler yerlerine
113
dönerken 250, 300 Ermeni kadın ve çocuğunu tutsak ederek
götürmüşlerse de nerede olduklarına ilişkin kesin bilgim olma
dığından, yetkililer nezdinde teşebbüse geçemedim. Hilebaz
Kürtler, Türk makamlarının bu işe izin vermeyeceğini bil
diklerinden, tutsakları bulunamamalan için, Hıristiyan bulun
mayan Kürt köylerine serpiştirmişlerdir. Bunu araştıracağım.
Savaşa giden Kürtler, yollan üstünde rastladıkları Hıris-
tiyanları, isterse Osmanlı uyruğu olsun, kılıçtan geçirmeyi kut
sal bir görev saymışlardır. Bu hareketle kiliselerle, manastır
lar çok büyük zarar görmüşlerdir.
Yetkililer, Mar Shamoon’la münasebetlerinin iyi olma
dığını söylediler. Çünkü her zaman yaptıklarının tersine, bu
kez yeni Genel Vali Haşan Paşaya gelerek saygılarını sun
mamışlar. Vali Nasturilerin uzun, zamandır vergilerini öde
mediklerini söyledi. Şimdiyse herhangi bir şey vermekten çe
kiniyorlar. Ya bu haftanın sonunda, ya da gelecek haftanın
başında buradan hareketle Mar Shamoon’a vasıl olununcaya
kadar, bu konuda söylenenlerin ne derece doğru olduğu hak
kında şimdiden bir şey söyleyecek durumda değilim.
F O. 424/62, s. 142, No. 245, 245/1
No. 44
114
No. 45
No. 46
fi 5
vuşamayacağı; Müslüman olmayanların aynı hak ve muafiyet
lere kavuşmalarını Müslümanların hoşgörüyle karşılamayacağı
ve anlayışın, yalnızca dini serbestiyi önlemede kalmayıp geliş
me ve uygarlığa da set çekeceği yolunda büyük bir yanlış ina
nış ve bilgi mevcuttur.
Bu ve buna benzer yakıştırmaları çürütmek için, Tunus
Saltanat Naibinin yeni çıkardığı fetvaya değineceğim. Bu fet
va, Kuran’ın ruh ve öğretisinin yetki ile yorumuna dayanan
yasal bir karardır. Bu karar, Kuran’ın en meşhur yorumlarına
dayanarak Müslümanların, kendi himayelerinde olan gayri
Müslimlere karşı ilişkilerindeki yükümlülüklere göre, Hüküm
darın görevinin uyrukları arasında ırk ve inanış ayrımı gözet
meksizin onlara da dinleri, çıkarları ve İmparatorluğunun ge
nel refahıyla ilgili konularda danışarak, onların da yürütme
ye katılımlarını sağlamanın, vazgeçilmez bir hak olduğunu ka
bul etmektedir.
Bu, tanınmış kimi bilginlerin açıkladığı İslamiyet hükümleri
doğrultusunda, bugünkü temsili sistem de dahil olmak üzere
OsmanlI Hükümetince kabul olunan reformlar, şimdiye kadar
Kuran’a aykırı görülen hükümlerin tersine, onun ilke ve hü
kümlerine çok güzel uymaktadır. Bu konunun şu sırada ka
muoyunun dikkatine sunulmasında fayda vardır.
Söz konusu edilen konu ve amacını birkaç cümleyle vur
gulayarak Türk reformları hakkındaki notlarımı sayın Lordu
mun görüşlerine sunmak cesaretini gösterdim.
P.O. 424/63', s. 12 -27, No. 25
Türkiye, No. 1 (1878), s. 503 >-519, No. 574
116
Osmanlılar zapt ettikleri yerlerin halkına yalnızca bir vergi
koyarlar ve Kuran’ın hükümlerine göre; dinsiz kâfirlerle
putperestler dışında, belirli bir dini olanların, Hıristiyan ve
Yahudiler gibi, hiçbirinin can, mal ve namusuna dokunmazlar.
Bu sistem, genel ilke olmakla birlikte, her ne kadar iyi ve
hoşgörülü gibiyse de gerçek yaşamda birliğin kurulmasına en
gel olmaktadır, imparatorluğu teşkil eden çeşitli millet ve
ırklar kendi dil, inanış, gelenek ve görenekleriyle birlikte, bir
birlerine karşı duydukları kıskançlık ve nefretlerini de korurlar.
Özen gösterdikleri tek nokta, istila edilen toprakların gü
venliği için Küçük Asya’da belli bölgelerin korunmasıyla yü
kümlü «tımar» sahiplerinin atanması işidir. Avrupa’ca meşhur
yeniçeri birliklerini kurmuşlardır, bunlar iyi aileye mensup
Hıristiyan çocukları olup, Müslüman yapılarak savaş sanatı
öğretilmiş ve kendilerine birçok ayrıcalıklar tanınmıştır. İm
paratorluktaki Müslümanlardan her sınıfa mensup erkekler
de yeniçeri olmanın sağladığı aşağı yukarı sınırsız sayılabile
cek bu himaye ve muafiyetlerden yararlanmak için ocağa
girebiliyorlardı. Zamanla yeniçeriler, hükümete kumanda
edecek derecede işi azıttılar ve sonuçta büyük yolsuzluklarla
kargaşalar yavaş yavaş idareye de sızdı.
Bu kadar geniş ve çeşitli insan yapısından oluşan bir İm
paratorluğun uzun süre yalnızca derebey ve timar sahiplerince
yönetimi zaten mümkün değildi ve sonuçta Sultan, Bizans im
paratorluğunun yumuşak tahtına oturduğu zaman, azılı ve baş
eğmez uyruklarını daha iyi yönetebilmek umuduyla eyaletlere
paşaların atanması yoluna başvurdu.
Hükümet merkeziyle eyaletler arasındaki mesafelerin çok
oluşu ve düzenli ulaşımın eksikliği nedeniyle olacak, paşalara
tam yetki verilmişti. Paşaların da bu yetkilerini, şeriat ya da
İslamlıktaki medeni ve dini hükümler çerçevesinde kullana
cakları kabul olunmuştu.
Onların bu talimatlara uyup uymadıklarını araştırmak ge
reksiz. Paşalar da kendilerini destekleyecek düzenli birlikler ol
madığından, derebey ve timarcılar aracılığıyla denetleniyorlar,
bölgelerini bunların yardımıyla yönetmek zorunda kalıyorlardı.
Bunlarsa, halkın bir bölümünden olan yeniçerilerce kontrol
ediliyordu. Ancak bu sınıf da bilginlerin ve din uzmanlarının
etkisi altında bulunuyordu.
Uzun tecrübeler göstermiştir ki, gerçekte işlerin daha iyi
yürümesi amacıyla yapılanlar, zamanla sayılamayacak kadar
117
çok yolsuzluklara yol açmıştır. Paşaların yalnız oluşları ve ye
teneksizlikleri, onları, eyaletin en güçlü partisine ya da entri
kalarına katılmak, bunların hırsızlıklarına, yolsuzluklarına
katılmak, düşmanlıklara, bağnaz şımarıklıklara göz yummak
zorunda bırakmıştır.
Paşa, yetkili tek kişiydi, arasıra merkezle yazışır, idare
sinin hesabını vermekten kaçınırdı ve gerçeği öğrenmek için
vasıtası da yoktu. Kaynaklara geçebilecek en büyük sakınca,
bütün İmparatorlukta ulemanın kabul edilen mevkiinde bu
lunması olabilir.
Kuran bir din kitabı olduğu kadar bir siyasi hükümler
toplamıdır da. Ya tutuculuk, ya da bilgisizlik, dahası belki de
daha başka hırs ve çıkar davranışları dolayısıyla bu ulema sı
nıfı, Osmanlı Hükümetine tamamen dini bir karakter vermeyi
başardı. Sultan, Halifenin halefi olduğundan, onlarca dünyada
Tanrı’nın bir gölgesi olarak düşünüldü ve şekillendirildi. İm
paratorluğun gölgesinde gayri Müslimlere karşı; Müslümanlığın
heyecan ve özlemlerini körükleyerek kendilerine sınırsız bir
kuvvet ve hâkimiyet kurdular. Dağlık bölgelerde özgürlükleri
ni savunmak için eli silahlı bir kısım gayri Müslim dışında,
diğerlerini bilhassa bu amaçla sefilleştirdiler ve Halife Ömer’in
Kudüs’ü alırken Hıristiyanlarla yaptığı kutsal anlaşmadaki hak
ve imtiyazları inkâra kalktılar. Hıristiyanlara daima dini ser
besti verildiği doğrudur. Ancak bu haklarını açıkça icralarına
meydan verilmemiştir. BabIâli’nin özel izni olmaksızın yeni
kilise yaptıramazlar. Ruhani liderlerine her ne kadar, kendi
dindaşları üzerinde dini ve medeni açıdan birtakım yetkiler ve
ren beratlar verilmişse de bunlara, yine de aşağılayıcı davra
nışlarda bulunulur. Esasen o günkü idare sistemiyle, her sınıf
tan gayri Müslim halkın itirazlarına rastlanmaksızın, bu haklar
etkin bir şekilde uygulanamazdı.
Yukarıda kısaca açıklanan noktalar, yaklaşık 200 yıldan
beri sürüp giden kargaşa, yolsuzluk ve anarşi hakkında yete
rince fikir verecektir. O dönemde, adaletin görüldüğü, medeni
ve dini işlerin yürütüldüğü yegâne vasıta olan mahkeme, sa
tılık bir mal haline geldi.
Onlarca, Müsliimanlara karşı gayri Müslimlerin tanıklığı
na izin verilmedi ve bu durumdan ötürü yalancı tanıklık ortaya
çıktı. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler ellerine verilen yet
kileri, devlet gelirini çalmaktan tutun, rüşvet ve kokuşmuşlu
ğun her türüne değin pervasızca kötüye kullandılar.
118
Sultan Selim reorganizasyona teşebbüs ettiği zaman, duru
ma hâkim olan yeniçerilerin kurbanı oldu. Yeniçeriler, kendi
yasadışı hareketlerinden güç alarak oluşturdukları bu menfur
sistemin değiştirilmesine izin vermediler.
Selim’den daha şanslı olan Sultan Mahmut, 1826’da bütün
ülkede bu zararlı kişileri temizlemeyi başardı ve yeniçerileri
düzgün orduyla değiştirdi. Böylece derebeylerin başıboşluğuna
ve timar sahiplerinin mevcudiyetine son verebildi. Bu kişiler
yetkilerini yalnızca kendi çıkarları için kullandıkları gibi, za
man zaman, kendi emirlerindeki kuvvetleri, hükümdara karşı
ayaklanan paşaların emrine de veriyorlardı.
Sultan Mahmut’un zamansız ölümü dolayısıyla 1839’da
Gülhane Hattı Hümayununun ilanı, oğlu Abdülmecit’e nasip
oldu. Tanzimat fermanıyla din ve ırk farkı gözetmeksizin İm
paratorluğun bütün uyruklarına eşit siyasi, medeni ve dini
haklar garanti edildi. Paşalara verilen mal ve cana ilişkin yet
kiler, kesin olarak kaldırıldı. Mahkemelerin açık olması buy
ruldu ve her şeyden önce hangi durumda olursa olsun, hiçbir
suçlu dava dosyasının İstanbul’a gönderilerek belirtilen yasa
maddesine göre uygunluğu araştırılmadan ve hükümdarın ona
yı olmaksızın, ölüm cezasına çarptırılmayacaktı. Bu buyruğu
yanlış uygulayan memur, rütbe ve mevkii ne olursa olsun, biz
zat kendisi ölüme mahkûm olacaktı.
Bu yeni siyasi örgütlenmenin bütün hükümlerini ayrıca
incelemek büyük bir çalışma olur. Bu fermanlar, imparator
lukta yaşayanların tümünün can, mal ve namuslarının, güven
liklerinin, güvence altına alındığım söylemek yeteriidir. Dini
ve siyasi hürriyet prensiplerini geliştirmek bakımından fer
man, birtakım kuramların kurulmasını ve onları destekleyen
yasaların çıkarılmasını buyuruyor, devlet memurlarının yap
tıkları işlerden, şahsen sorumlu olacakları hükmünü getiriyor
du. Asker alma, vergi tarhı ve toplanmasını bir usule bağlı
yordu. Köleliği ve tekeli, açıkgöz ve gözü doymaz çiftçilerin
zorla devlet gelirine el atmalarını kolaylaştıran sistemi kal
dırmayı öngörüyordu.
Tanzimatın ortaya koyduğu prensipler, o zamana kadar
rekabette olan hükümet sistemini tamamıyla yıkıyordu. Bunlar
bazıları tarafından sevinçle karşılandı, bazıları tarafından da
kaşlar çatılarak mukavemet gösterildi, bunlar keyfi kudret ve
yağmaladıkları servetlerin yıkıldığını gördüler. Gene bazıları
üzerlerine yüklenen sorumluluklardan korkutuldular, birçok-
119
lan Müslümanların üstünlüğünü yitirmesinden korktular. Gay
ri Müslimleri aşağılık olarak görmeye alışmış olanlar da, ırk
ve dini inançlar arasında eşitlik olmasına dini taassuptan do
layı tahammül edemediler. Bununla beraber uygarlıkta çok
ileri giden Avrupa milletlerinin müesseselerini geliştirmek için
nelere katlandıklarını düşündüğümüz zaman, Müslümanların,
yüzyıllardır alıştıklarını kökünden değiştirme veya yerlerine
yenilerini koymaktaki güçlüğü, getirilen yeniliklerin Hıristiyan
milletlerden alındığının birçok kimseler tarafından düşünülmüş
olması da, ülkede beliren itiraz ya da yanlış anlaşılmalar kar
şısındaki şaşkınlığı azaltır. Durum böyle olunca, ileri sürülen
reformların yapılmasında gecikmenin olması doğaldır.
Avrupa’daki Türk düşmanları buna karşı çıkmazlar. Kı
rım Savaşından önce ve sonra Osmanlı İmparatorluğunca Av
rupa devletlerine verilen vaatlere uyularak birçok köklü re
formlar ilan edildi. Yalnız bu reformların kâğıt üzerinde ka
lacağı ve yalnızca Türkiye’de değil, bütün Müslüman ülke
lerdeki yürürlükte olan büyük dini ahkâmların ruhuna ters dü
şeceği, dolayısıyla anılan reformların yapılmasının pratikte
mümkün olmayacağı ileri sürüldü. Bu iddia, bugünkü durum
la ilgili küçümsenmeyecek iki soruyu düşünmemize yol açaı.
Birincisi, Türk Hükümeti tarafından reformların yapıl
ması uyruklarının yararına mıdır, değil midir? Bunlar İs
lam dininin kurallarına uyarlar mı, uymazlar mı?
İkincisi, bu reformların niteliği, Türkiye tarafından Av
rupa devletlerine verilen sözleri karşılamaya yeterli midir, yok
sa değil midir? Bunlar bütünüyle yapılmış mıdır, yapılmamış
mıdır?
Birinci sorudaki Müslümanlar ve gayri Müslimlerle iliş
kiler açısından, dini dogmalarla bu serbest fikirli reformların
bağdaştırılıp bağdaştırılamayacağını yorumlama işi, İslam dün
yasının en ileri gelen din bilgini Tunus Naibliği Şeyhülislamı
Şeyh Ahmet Hoca tarafından aşağıdaki fetva ile aydınlatılmış
tır. Bu fetva yasalar ve dinle ilgili hususlarda Kuran’m öğreti
ve ruhunun yetkiyle yorumlanmış yasal birer kararıdır. Bu
itibarla bu fetva, verenin yüksek mevkii dolayısıyla, dikkatle
incelenmeye değer. Türkiye ve Hindistan’da yayımlanan ga
zeteler bu fetvada belirtilen İslamlığa ilişkin ilkelerle tam uyum
içinde olmadıklarından, bu fetvayı Şeyh Ahmet Hoca yayım
lamaya kesinlikle cesaret edemedi.
m
Şeyhülislam, ortaya konan prensipler İslam dininin ruhu
na göre yorumlanmalıdır, fakat ne yazık ki böyle yapılmadı
dedikten sonra, sözlerini açıkça şöyle sürdürür : Eğer Tanrısal
buyruklara uyarsak, İslamın temel kanunu «iyi olan: yapmak,
kötü olandan sakınmaktır» bu da, beşeri saplantılardan vaz
geçmeyi, herkesin erdemli bir yolda birleşmesini, dine bağlılığı
ve gerçeğin zaferini gerektirir.
Kuran’ın, siyasal hükümlerden ibaret dini bir kitap olma
dığı da hatırda tutulmalıdır. Şeyh Ahmet, imam veya hüküm
dara verilen icranın başı yetkisiyle ilgili hükmü belirttikten
sonra, Kuran’a atıfla şunu iddia ederek der ki, «Allah’ın em
rine göre, hükümdar otoritesini, Müslümanların genel çıkar
ları için kullanmakla mükelleftir ve bu çıkarı zedeleyici her
davranış esas olarak geçersizdir. Bundan bir kontrol anlamı
çıkar, bu Peygamberin ‘aramızda, iyilik için dua eden, kötüyü
saklayan kişiler vardır’, sözüyle doğrulanmıştır ve bütün Müs-
lümanlar bu görevin hakkını vererek icra etme durumunda ol
madıklarından Allah, kişiler kelimesiyle bir sınıf veya toplumu
işaret eder, bunlar açıklamalarıyla diğerlerine kılavuzluk eder
ler. Yanlışlarıyla, tehlikeleriyle, ülkenin ve dinin çıkarına en
faydalı olanları gösterirler. Hükümdarın divanı, gayri Müs-
limler (Hıristiyan ve Yahudiler) de dahil, deneyimli ve güve
nilir politikacı, devlet adamı, idareci, sosyal ve müspet bilim
bilginleri sınıfından kişilerle oluşur. İslam dininin hükmüne gö
re, onun himayesinde olanlar da icrada müminler gibi, eşit
hak ve görevlere sahiptir, bunların hedefleri aynıdır; bu he
def, ülkedeki uyumun sağlanmasıdır. Böylece herkesin birliği
ile İmparatorluk, refaha ve güce kavuşur. Bu olmazsa İmpa
ratorluk, ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalır.»
Gayri Müslimlerin haklarına ilişkin Kuran’a atıfta bulu
narak kimi hükümleri belirttikten sonra Şeyhülislam, şunları
söylemektedir: «Eğer söylediklerimize dikkat olunursa, hüküm
darın etrafında divanın (meclisin) oluşması gereğine inanıla
caktır ve bunun bizim dini öğretimizle ters düştüğü ileri sü
rülemez.
Bu itibarla Meclislerimizde himayemiz altında yaşayan,
kimi gayri Müslimlerin kendi çıkarlarını savunma ve tavsiye
leriyle bize yardım etmek üzere bulunmalarının, yasalarımızın
ruhuna aykırı olmadığı bilinmelidir. Meclislerimizde gayri Müs-
limler kendi dinlerinin temsilcisi olarak yer alacaklar, kendi
hak ve çıkarlarını savunacaklar, hatta Müslümanların hakla
121
rım savunmaya da sahip olacaklar, onların sorunlarını tartışa
caklar, onları uygarca temsil edecekler ve adalet mahkemele
rinde onlar adına bulunacaklardır.» Yasanın böyle yorumlan
masının desteklenmesinde Şeyh, Peygamberi örnek olarak gös
terir.
Şeyh Ahmet daha sonra, Müslümanların gayri Müslimlere
karşı olan görevlerini de açıklar: «Bizim yönetimimiz altında
bulunan gayri Müslimlere karşı görevimiz olan koruma, on
ların çıkarlarıyla ilgili her şikâyeti dinlemek ve dikkate almak
gereğini de birlikte getirir.» Korafy ve îtazm adlarındaki iki
meşhur yorumcu da şöyle demektedirler: «Onayladığımız hi
maye, himayemize aldıklarımıza karşı, bize bazı görevler yük
ler. Çünkü onlar, Tanrı’nm peygamberinin ve îslamın güven
cesi altındadırlar. Eğer düşmanlar topraklarımızı işgal eder ve
gayri Müslim uyruklarımıza saldırırlarsa, himaye edenlere yük
lenen güvenceyi sürdürmek için, onların yardımına koşmaya ve
onları savunmaya mecburuz.
Onların savunmasını ihmal etmek, Tanrı’nın sözünü ihlal
olur. Güçsüzlere insanca muamele etmeye, yoksulların yardı
mına koşmaya, açları beslemeye, çıplakları giydirmeye; onlarla
şefkatle ve nazik konuşmaya, aramızda bulunmalarından ötü
rü rahatsızlıklarını korku ile değil, alicenaplıkla gidermeye her
fırsatta öğütlerimizle onlara yardım, ailelerini, mallarını, na
muslarını koruma ve savunmaya, bütün hak ve çıkarlarını gö
zetmeye, sonuç olarak, onlarla ilişkilerimizde, himayeci olarak,
himaye ettiklerimize alicenap davranmaya mecburuz.»
Yukarıdaki tahlilden iki sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, eğer
Müslüman dininde hoşgörü aşılanmamış olsaydı, gayri Müslim
danışmanların hükümdara tavsiyede bulunmaları, Müslüman
yurttaşlarının işlerini tartışmaları ve her şeyin üstünde kendi
dindaşlarının çıkarlarını savunmaları sağlanamazdı.
İkincisi, son idari reformda ileri sürülen halen tartışmalı
olan Hıristiyan ve Yahudilerin çeşitli meclis ve mahkemelere
katılmaları konusu, Kuran’ın ilkelerine uygundur.
Müslümanlar arasında büyük şöhreti olan dini Avukat
Muwardy, Müslüman ülkelerin anayasasmın temel prensipleri
ni açıklarken, Anayasa Politikası adıyla Latinceye çevrilen ki
tabında şöyle diyor: «Şeriat, bir Yahudinin Bakan olması da
hil, devlette herhangi bir mevkii işgaline engel değildir.» Nite
kim bu prensibe uyularak, politik dirayetiyle tanmmış birçok
Hıristiyan, bazı zamanlarda Osmanlı imparatorluğunun bü
122
tünlüğü ile ilgili en nazik sorunlarda Sultanı dış misyonlarda
temsil göreviyle atanmıştır.
Abu - el - Arabi ve imam Sadettin Teftezmi adlarında iki
ünlü yorumcunun da açıkladığı gibi, genel prensipleri göste
ren İslam hukuku incelendiğinde son zamanda parlamento
nun oluşturulmasının, İslami yasalara bütünüyle uygun olduğu
görülür.
Abu - el - Arabi, «Peygamberden en küçüğüne kadar her
yöneticinin herhangi bir ayrım ya da ayrıcalık düşünmeksizin
danışman alma görevinin, temel yasa ve herkesin uymakla
yükümlü bulunduğu bir kuraldır» diye açıkça söylemektedir.
Teftezmi, İnançların İzahı adlı eserinde, bu prensipleri doğru
lar. Yasakların birbirinden bütünüyle bağımsız iki hükümda
rın bir arada bulunmasına izin vermediğine işaret ederek şöy
le sürdürür: «Hükümranlık gücünün birçok kişilerce ortak
laşa kullanılmasının, devletin birliğine aykırı hiçbir yanı yok
tur, zira birlikte hareket eden ve tartışan üyeler, gerçekte bir
tek hâkim güçten fazlasını ne temsil ederler, ne de oluşturur
lar.» Bu siyasal doktrinde kendisini El Gazali, Hüsamettin ve
Abdülkerim gibi hukuk danışmanları takip ederler. Bunların
hepsi, genel çıkarla ilgili devlet işlerinde halkın bir araya geli
şinin yalnızca meşru bir hak değil, aynı zamanda Islamın te
mel yasalarım meydana getirdiğini de kanıtlarlar.
Sultanın, son zamanlarda mutlak hükümranlığı yüklendi
ği ve yürüttüğü doğrudur. Bu davranışıyla Sultan, Kuran’ın
genel kuralları üzerinde en yetkin yorumcuların yaptıklarım
bir kenara itti. Osmanlı İmparatorluğu idaresinde, son 150 yıl
dan beri hızla büyük boyutlara ulaşan yolsuzluklar üzerin
de halkta muazzam bir inanışın doğması, sanki İslami yasa
ların kısıtlı ve hoşgörüsüz olmasmdandı. Oysa onlar, hüküm
dara kutsal görevler yüklüyordu. Halbuki bu prensiplerle her
şeyin üstünde bu görevler de peygamber adaletinin tarafsızca
idaresini getiriyor ve şöyle diyordu: «İmanın şanı: Hükümda
rın büyüklüğü ve halkın güvenliğidir.» İbni Haldun, «Hüküm
darlar İçin Düsturlar» adlı kitabında prenslerin başlıca nite
likleri arasına şunları koyar: «Prensler, ülkenin refahım geliş
tirmek, ister Müslim, isterse gavri Müslim olsun herkesin
haklarını korumak ve doğal olarak ayrıcalık yapmadan bütün
uyruklarının güvencelerini kazanmak zorundadırlar.»
General Hüseyin’in, Benayed’e, geçende verdiği cevapta,
«Kanunumuzun temel prensibi» diyor, «hükümdarın het davra-
123
nişi, hatta kendi ihtiyacı ve cömertliği halkın iyiliğine dönük
olmalı ve ona dayanmalıdır.» Bu ifadesini desteklemek için
İbni Nüjum’un Eşiba adlı eserinden şu pasaja atıfta bulunu
yor : «İmamın her davranışı sadece halkın çıkarına dönük ol
malı ve ancak bu prensibe uygunluk gösterdiği zaman ona
itaat olunmalıdır.» Müslüman bir hükümette yüksek bir mev
ki sahibi bir görevlinin açıkça belirttiği, ve Tunus’ta her dü
şünür tarafından paylaşılan bu kuram, bugünlerde okumuş
Miislümanlar arasındaki kamuoyunun eğilimini göstermesi ba
kımından dikkatimize değer.
El Bahr adlı ünlü yasa kitabının yazarı, yapıtında bunu
doğrulamakta ve «Hükümdar, devlet gelirini sübyan ve yetim
lerin parasıymış gibi idare etmeye mecburdur» demektedir.
Ebubekir, Ömer bin Elhattab, Osman ve Ali gibi halifeler de
aynı görüşü muhafaza ettiler ve uyguladılar, sadelik ve nefis
feragatleriyle örnek oldular, işte peygamberin kanununun ger
çek ruhu budur.
Yukarıda açıklanan görevin yerine getirilmemesi, tahttan
olma cezasını da birlikte getirir. Nitekim yakın zamanda Sul
tan Abdülaziz’in tahttan indirilişinde bunun örneğini gördük.
Bu olay, İslam dininde yasa demek olan fetva ya da Şeyhülis
lamın yasal hükmüyle olmuştur.
Bu zamanda bazı ulema sınıfının, Sultanın uyruklarına
keyfince hükmetmesini teşvik ettiğini kimi aydın Müslüman-
lar, inkâr etmemektedirler. Bu noktada Şeyh Bayram’la mu
tabıktırlar. Şeyh Bayram, meydana gelen kargaşanın, ileri sü
rülen îslami kanunların yetersiz oluşundan değil, ancak ule
manın bilgisizliği ve yanlışlarından kaynaklandığını, zira bun
ların Kuran’da buyrulan yasaların ruhunu dikkate almaksızın
amaçlı olarak, onları olabildiğince en dar açıdan yorumladıkları
nı söyler ve şöyle sürdürür : «Bunlar Tanrı’nın cömertçe verdik
lerini kısıtlamak için zamanla oluşan töreleri ve sınırları gö
zetecekleri yerde, ki bunlar ancak böyle kurulabilir, siyasi
önderleri ümitsizlik yoluyla zorlayarak siyasal dini kanunları
ihlal ederler.»
AvrupalIlardaki reform, ilerleme, eşitlik ve özgürlüğün,
Kuran’m kanunları ve öğretisiyle bağdaştırılamayacağı düşün
cesiyle, Osmanlı Hükümetinin bu yoldaki gayretlerinin yalnız
ca bir hayal olacağı izlenimi, yukarıdaki davranıştan kaynak
lanmış olabilir.
124
Eğer böyle düşünülüyorsa, BabIâli’nin Müslim ve gayri
Müslim uyruklarının her ikisinin durumlarını geliştireceği yo
lundaki bütün umutlan, ilk ve son defa olarak terk etmeli ve
BabIâli'nin bu konudaki vaatlerini de düş ürünü, dahası Hıris-
tiyanlara beslediği iyi niyetlerini ısrarla aldatmaca olarak gör
meliyiz. Ama durum, bu değildir.
Özellikle dine ve inanca ilişkin yasaların bu kısmına atıfia,
en ünlü hukuk danışmanı Amurbin Abdülaziz; bu parçanın
mutlak olduğunu ve değiştirilemeyeceğini söylemekle birlikte,
onun siyasal veya idari kısmına göre, «siyasi ve pratik hukuk,
zaman ve olaylara göre değişmelidir» gibi genel kuralı ortaya
koyar.
Bu düsturu destekleyen Abu Akil, «Devletin şeriatta zik
redilenlerin dışında geçici bir uygulamaya muktedir olmadığını,
onun sükût ettiği yerde devletin de duracağı farz olunursa, pey
gamberin takipçilerinin doktrinlerinin ve onlarla sürekli uyum
sağlamanın, büyük bir yanlış olarak görüleceğini ve dolayısıyla
bunun haksız bir tenkit» olacağını açıklar. Ayrıca Abu Elkaym;
pratik hukukun çözümlenmesinde teyit zımmında bu fikri daha
da geliştirerek, «Tanrı’nın dünyevi kanunları, ister bizzat ka
nundan, ister insan bilgisinden ya da hangi kaynaktan çıkarsa
çıksın, adaletin uygulanmasında, gerçeği ortaya çıkar
maya giden yolda bulunacaktır. Tanrı’nm bu yollardan birka
çına işaret ederek diğerleri;» yasaklamak istediğini kabul et
mek, onun ilahi cevherine ters düşer» der.
Aynı konuyu işleyen Elkarifi, «Yasaların uygulanmasında,
artık mevcut olmayan geleneklerle, olayların yeni durumları
nın sonuçlarını bu âdetlere istinat ettirmeyi ileri sürmek bilgi
sizlikten gelmektedir, zira gelenek ve göreneklere dayanan her
hukuk kuralı, en bilgili hukuk danışmanlarınca dünyaca kabul
edilmiş düstura uyularak değişmelidir» der.
Çağdaş bilgilerin edinilmesi, Kuran’a ters düştüğünden,
Müslümanların, Kuran’a bağlı kaldığı müddetçe, uygarlıkta
ilerleyemeyeceği durmadan söylenmiştir. Bu yaygın yanlış, biz
zat onun tarihinin erken çağında çeşitli mevzular üzerinde ya
zı yazan meşhur İslam yazarlarının eserlerinde ve Aristotle,
Porphyrius, Dioscorides, Eucledes, Appolonius, Hyppocrates,
Ptolemy, Galen ve ötekiler gibi eski yazarların kitaplarının çe
virilerinde de geniş ölçüde yalanlanmıştır. Ancak uzun bir lis
tesi olan konuların imparatorluğun genel eğitim kurumlarm-
da okutulmasına sadece izin verilmesi değil, mecbur tutulma-
125
lan da Müslümanlığın, öğrenmeye hiçbir kısıtlama koyma
dığının ek bir kanıtıdır. Eğer böyle olmasaydı, Osmanlı Hü
kümeti, bilimin her dalında, zorunlu olarak eğitimi, uyrukları
nın dini inanışlarına ters düşerek ne istemeye cesaret eder, ne
de Türkiye ve Mısır, bunca gençlerini Avrupa’ya öğrenim gör
meye gönderebilirdi.
Müslümanlığın daha ziyade bir kılıç dini olduğu hakkmda-
ki söylentileri ciddiye almak çok güçtür. Hazreti Ömer’in Ku
düs Patriği ile yaptığı anlaşmada; Hıristiyanların himayesini
garanti etmesini ve onlara ayrıcalıklar tanımasını hemen belirt
mek gerekir. Hazreti Ömer’den sonra gelenler ve Sultanlar da
aynı anlaşmaya uymuşlardır. Bu anlaşma ile büyük Hıristiyan
toplumu yalnızca hayatını idame ve Müslümanların idaresi al
tında refaha kavuşmakla kalmamış, birçok durumlarda maddi
durum bakımından Müslüman yurttaşlarınkinden daha da üs
tün olmuştur.
Peygamber de Hıristiyan ve Yahudi gibi kutsal kitapları
olanlarla kendisine karşı gelen putperest Araplar arasında fark
gözetmiştir. Bu, Kuran’da şu pasajda görülür: «ve size karşı
savaşanlara karşı Allah’ın dini için savaş, fakat sana saldırma-
yana ilkin sen saldırma. Allah saldıranı sevmez. Nerede bulur
san onları öldür ve seni mahrum etmek istedikleri yerden on
ları at, putperestliğe kanma, boğazlanmaktan daha acıdır, ma
bette olanlar orada sana saldırıncaya kadar sen onlara saldırma,
eğer sema saldırırlarsa orada öldür onları.»
Zaman zaman ortaya çıkan üzücü katliamları Peygambe
rin emirlerine bağlamak doğru değildir. Peygamber, bilakis bu
nun tersini açıkça söyler; «Size dinden dolayı silah çekmeyene
veya sizi evinizden atmayanlara iyi ve dürüst muamele edin. Zi
ra Allah dürüst hareket edenleri sever.»
iyi ve tarafsız bir araştırma, katliamların esas nedeninin
yabancı ajanlar olduğunu ortaya koyacaktır. Bunlar, çatışma
ların iğrenç bir katliama dönüşeceğini hesaplamaksızın, siyasi
maksatlarla çeşitli ırk ve mezheplerin arasındaki nefreti tah
rik ederek birbirlerine düşürürler. Bu, Suriye’deki Maroniler-
le Düıziler ve Bulgaristan’da Slavlar arasında olmuştur. Her
ikisinde de Hıristiyanlar saldıranlar olmuştur. İster yapılan zul
mü hafifletmek, ister ona katılanları ya da onu yapanları ce
zalandırmak için gücünü kullanmayanları mazur göstermek
amacıyla olsun, Müslümanlığın, katliamı onaylamadığı kolayca
görülür, dahası putperestler konusunda bile saldırılanın cezası
126
Kuran’da yumuşatılmıştır. Şöyle ki, «Fakat eğer vazgeçerlerse,
Allah’ı tanımamada ısrar edenler dışında saldırganlığı bırak.»
Müslümanların bazı sınıfları arasında tutuculuğun hayli
yaygın bulunduğu kuşkusuzdur. Fakat şuna işaret etmek de
faydalı olacaktır, kendilerine Osmanlı denilen ve ülke nüfusu
nun 4 milyonluk bir parçasını teşkil eden Türkler arasında
taassup bulunmaz, ancak istüa edilen yerlerde Müslümanlığı
kabul eden yerlilerde bu vardır. Bunların zaman zaman kargaşa
çıkarmaları ve birbirlerine karşı şiddetli işkence yapmalarına
neden az da olsa, hâlâ muhafaza edilen kendi milli saplantı ve
ihtiraslarıdır.
Bunların içgüdü ve bağnazlığa dayanan davranışlarının
Kuran’daki kimi ilkelerden esinlenerek beslendiği ve korun
duğunu ileri sürmenin herhangi bir derecede gerçekle bir ilgisi
yoktur. Nitekim, Araplar dışında İmparatorluğun geniş toprak
larına serpilmiş olan ve sonradan İslamlığı kabul eden Kürt,
Hıristiyan, MakedonyalI, Slav ve Türkmenlerin tümü Arapçayı
bilmezler. Dolayısıyla tercümesi yasak olan Kuran’ı da okuyup
anlayamazlar, onun yorumuysa ulemanın tekelindedir.
Selçuklular zamanında OsmanlIların ya da Türklerin ilkin
yerleşmiş bulundukları Küçük Asya’yı ziyaret eden gezginler,
hem bu noktaya, hem de onların barışsever, çalışkan yaratı-
lışlı, konuksever, yönetime saygılı ve gayri Müslim yurttaşla
rına karşı hoşgörüyle dostça davrandıklarına da tanık olacak
lardır.
Bu gözlemin aynntüarını bir hayli uzatmak mümkünse de,
İslam dininin ne kitabında, ne de ruhunda, reformların yapıl
masını engelleyen, bilimin bütün dallarının öğrenilmesini ya
saklayan, gayri Müslimlere karşı zulmetmeye ve adaletsiz dav
ranmaya cevaz veren hiçbir şey yoktur. Tam tersine, onda
kendi himayesinde olanlara karşı hoşgörü, eşit hak, herkesin
refahı ve genel çıkarları için meclislere katılmalarına müsaade
ettirme yükümlülükleri vardır.
Bu itibarla hiçbir şey daha sağlam bir temele dayanamaz.
1856’dan önce ve o zamandan beri gelen söz verilen reformla
rın, Islami yasalarla mahkûm edilişi gibi temelsiz bir yargıyla,
yapılamayacağı hükmünü çıkarmak ve Osmanlı Hükümetinin on
ları yürürlüğe koyması için övgüye değer gayretlerinde sami
miyetsizlik aramak da doğru değildir. Nasıl Avrupa Hıristiyan
larının ayaklanma ve kan dökme gibi zorlukları olmuşsa, Os-
127
inanlılar da birçok zorluklarla savaşmak zorundadır. Bunlar,
yerel ve tarikatçı peşin hükümler, parti eğilimleri, halkın kıs
kançlık ve nefretleri gibi şeylerdir. Bu halktan bazıları ezelden
beri, nüfuz etmeye imkân olmayan çöl ve dağlık bölgede ya
şarlar ve burada kargaşa çıkarırlar. Her şeyden önce bu karı
şık halkın bilgisizliğiyle uğraşmak lazımdır.
Bununla beraber, Osmanlı İmparatorluğu, uyruklarının
durumunu iyileştirmeyi elden bırakmadı. Haraç ya da gayri
Müslimlerce fert başına ödenen vergiyi kaldırarak, Müslüman
vatandaşlarıyla aralarında kıskançlık yaratan duruma son ver
di, dinini terk eden gayri Müslimlerin çarptırıldıkları ölüm ce
zasını kaldırdı, böylece vicdan hürriyetini ilan etti. Eğer daha
ileri herhangi bir kanıt gerekirse, bunun başarıyla uygulanma
sıdır. Hıristiyanlar dini serbestlikten tam anlamıyla yararla
nıyorlar, devlet bunların kaynaklarını emerek onların refahına
engel olmuyor. Güvenilir Rus ve Ingiliz yazarları, kişisel göz
lemleriyle; öteki ülkelerin köylülerinin güzel evleri, zengin bah
çe ve arazileri, hayvanları, her yerden görünen kiliseleriyle
Bulgarların rahatlıklarına imrendiklerini doğrulamaktadırlar.
Hatta bunların durumlarının Müslümanlarınkinden daha üs
tün olduğunu ilave ediyorlar; durum böyle olunca, düşmanla
rının BabIâli’ye karşı layık gördükleri gaddarlık, zulüm ve
adaletsizlik üzerinde ileri sürülenlerin sağlam temele dayan
dığını kabul etmek zordur. Düşmanların yanlı oluşu ve belki
Osmanlı ırkına olan antipatileri, dahası hükümetin sorumlu
tutulamayacağı kötü kişilerin yaptıkları birkaç olay, onları bu
iddiaları kabule meylettirmektedir,
Yalnız Türkiye’nin önceki durumunu bilenler, Türkiye’de
şimdi oluşan büyük değişiklik ve iyileştirmeleri doğru bir şe
kilde değerlendirebilirler. Bunlar, yapılanları birkaç yıl önce
imkânsız sanırlardı. Dahası yapılanların yanında daha yapıla
cak birçok şey vardır, bunlar zaman ve sükûnet ister, dahası
bu yapılanlar anayasal bir hükümet ve bir parlamentonun oluş
masına yol açtı. Tanınmış, parlamenter deneyimiyle fikrine
saygı duyulan İngiltere’nin İstanbul temsilcisi şöyle diyor: «Bel
ki Avrupa’daki bu türden millet meclisleri bile, bundan daha
saygın, akıllı ve muteber insan topluluğu gösteremez. Nitekim
bu meclis bağımsızlığın ve ulusal duygularm kanıtını hemen
vermiştir. Böyle bir meclis, yönetimin daha iyi örgütlenmesi
ne, yeni müesseselerin güçlenmesine, çeşitli ırk ve mezhep
lerin daha mükemmel birliğine, ekonominin uygulanmasıyla
128
ağır vergilerin kalkmasına, milli ihtiyaçlara göre milletin işle
rinin görülmesine bir güvence teşkil etmiştir.
Parlamentonun tesisinin, Avrupa ülkelerini bir taklit ol
duğu, Müslümanların buna antipati ile baktıkları kabul olu
namaz. Din doktoru Hamit bin Abidin açıkça şöyle der; «Al
lah’ın yarattıklarına yararlı olduğu zaman, yabancıları taklit
etmek yasaklanmamıştır.»
Yirmi yıl önce mevcut olmayan bir kamuoyunun, hızla oluş
ması ek bir güvencedir. Bunun nedeni Türkçe, Arapça, Rum
ca, Ermenice ve Bulgarca ile çıkarılan ve İmparatorlukta ge
niş ölçüde yayımlanan gazeteler ve kimi dergilerdir. Bu yayınlar
da ulusal işlerle ilgili kimi konuların yayımından başka, hal
kın ilgisini çeken, Avrupa büyük devletlerinin politikaları, ye
ni buluşlar, bilim ve ileri gelen devlet adamlarının biyografi
ve konuşmaları gibi çeviriler de bulunmaktadır. Herkes tara
fından kabul edilmelidir ki, Doğulular doğuştan zeki ve çabuk
kavrayışlıdırlar. Bu yayınlar halkın şaşılacak ölçüde hızla ay
dınlatılmasına ve eğitimine yardımcı oldular. Şimdi dükkân
sahiplerinin, hatta aşağı tabakadan halkın Times, Daily News,
Debats, Constitutionnelle, İndependance, Belge, L’Italie ve ben
zeri yabancı gazetelerde çıkan makalelere ilişkin görüşlerini
belirttiklerini duymak bugüne dek bilinmeyen bir olaydı. Gö
rünen ve devamlı bir şekilde gelişen yukarıdaki değişmeler,
Osmanlı İmparatorluğunun daha iyi şeylere doğru ilerleyişi
karşısında onun geleceğinde umutsuzluğa düşmenin akla ya
kın bir dayanağı olmadığını gösterir. Halen devlet, hayatiyetin,
enerjinin ve gaye birliğinin yanılmayan kanıtlarını vermiş bu
lunmaktadır. En iyimser olanlar bile onun bugün elde ettik
lerini tahayyül edemezlerdi. Eğer Avrupa politikası ona zaman
ve barış sağlarsa, devlet geniş kaynaklan ve üst tabakanın bir
leşmiş anlayışlarıyla, eski refah ve gücünü yeniden kazanabi
lir.
Reform lar
Reformların araştırılmasına girmeden önce her vilayetin
sancak, her sancağın kazalara, kazaların birçok nahiyelere ay
rıldığım belirtmek gerekir. Merkezi hükümete sadece yıllık
sabit bir meblağ göndermekle yükümlü ve buna karşılık em-
rindekilerin yaşam ve ölümleri yetkisiyle keyfince idare eden
maaşsız paşaların yerine, vilayetin yönetimi şimdi bir valiye
verilmiştir. Yali icranın başıdır, defterdarı, maliye müfettişi,
129
dış ilişkilerin olduğu yerde dışişleri müdürü, bayındırlık işleri
müdürü, tarım ve ticaret müdürü, mektupçu, bir sulh baş yar
gıcı (Müfettiş-i Hükkâmı Şeriye) vardır. Bu müfettişin görevi,
şeriye (medeni ve dini) mahkemelerince verilen bütün hüküm
leri İstanbul’daki yüksek adli makamlara sunmadan önce tet
kik etmektir. Vilayette adı geçen yukarıdaki hizmetlerin başla
rının atanmaları Sultan tarafından yapılır. Yazışmalarını ba
kanlıkların ve Şeyhülislamın ilgili daireleriyle yaparlarken bir
birlerini de kontrol edecek şekilde çalışırlar.
Vilayette yukarıda sayılan hizmetleri yürütenlerin başla
rıyla, ikisi Müslim, ikisi gayri Müslim, seçimle gelmiş olan
dört üyenin de katıldığı idare meclisine, vali başkanlık eder
ve bu meclis vilayet sınırı içinde idari bütün işleri görür, adli
işlere karışamaz, adli işler yalnızca her vilayetin merkezinde
bulunan yüksek adalet mahkemesine aittir.
Bu yüksek adalet mahkemesinin üçü Müslüman, üçü gayri
Müslim seçimle gelmiş altı üyesi vardır ve bu mahkemeye vi
layetin Müfettiş-i Hükkâmı Şeriyesi başkanlık eder. Sulh ve ce-
<za davalarına bakar, aynı zamanda gerçek ve tüzel kişilerin
mallarıyla ilgili hususları da müzakere eder. Ancak, Müslü-
manlar arasındaki evlenme boşanma, küçüklerin mallarının ida
resi şeriye mahkemesine aittir, gayri Müslimler arasındaki ay
nı işler de daha ziyade doğruca Hıristiyan ve Yahudi toplum-
larının dini önderlerinin görev alanlarına girer.
Her ne kadar adalet yüksek mahkemesine Müfettiş-i Hük-
kâmı Şeriye başkanlık ederse de mahkeme, Babıâli tarafından
özellikle gönderilmiş olan bir temsilci tarafından gözlenir ve
incelenir, bu mahkemenin dürüst çalışması hususunda daha
ileri bir garantidir. Mahkeme başkanı kararın uygulanması için
raporunu valiye verir. Valiler, kendilerine verilen yasal yetkiyi
aşamazlar. Ancak bir vali yetkisini aşmışsa, İstanbul’a havale
edilir. Bu mahkeme, her sancak merkezinde aynı nitelikteki
mahkemelerinden olan bir istinaf mahkemesidir.
Yüksek adalet mahkemesinden başka, maaşlı daimi bir
memurun başkanlığında iki yargıç ve dört yardımcısından olu
şan bir de ticaret mahkemesi vardır. Bu mahkemenin adı ge
çen dört üyesi saygın ve dürüst tüccarlardan seçilir. Bu mah
keme alt kademe ticaret mahkemeleri için aynı zamanda bir
istinaf mahkemesidir.
Vilayet Genel Meclisi, vilayet içindeki her sancaktan, iki
si Müslüman, ikisi gayri Müslim olmak üzere seçimle gelen
130
dört üyeden teşekkül eder. Vali bu meclisin başkamdir. Meclis
yılda bir kez 40 gün için vilayet merkezinde toplanır. Yolların
bakımı ve güvenliği, devlet binalarının yapım ve onarımı, san
cak ve ilçelerin istek ve ihtiyaçları, tarım ve ticareti geliştir
mek için neler gerektiği, aynı zamanda vergilerin tarhı ile il
gili sorunları müzakere eder. Meclisin tartışma ve kararları
tutanağa geçer ve İmparatorluk onayının alınması için İstan
bul’a gönderilir.
Her üye sancak ve ilçelerin dileklerini meclise sunmak
hakkına sahiptir.
Sancaklar
Sancakların yönetimi de genel olarak, az çok vilayetin
bir benzeridir. Mutasarrıf, Padişahın kararnamesiyle atanır,
her ne kadar valinin maiyetinde ise de Babıâli ile doğrudan mu
habere eder ve talimatını da ondan alır. Babıâli, sancakta gö
rev yapacak maliye müfettiş yardımcısı, mektupçu yardımcı
sını da atamakla birlikte, bunlar vilayet merkezindeki ilgili
mukabil dairelerin başkanlarmın buyruğundadırlar. Görevini
yürütmede mutasarrıfa; oturduğu kasabanın kadısı (hâkimi)
veya müftüsü (ya da adli işler başkanı) gayri Müslim toplum-
ların ruhani önderleri ve ikisi Müslim, ikisi de gayri Müslim
4 daipıi üyeden teşekkül eden bir meclis yardım eder. Bu mec
lisin görevi, vilayetteki idari meclise benzer ve aynı kısıtlama
lara tabidir.
Her sancakta bir sulh hukuk ve ceza mahkemesi vardır.
Bunun üçü Müslim, üçü de gayri Müslim olmak üzere 6 üye
siyle, bir de çalışmalarında yardımcı olmak üzere BabIâli’nin
bir temsilcisi vardır.
Bu mahkeme aynı zamanda, ilçe mahkemelerinin yetki
lerini aşan bütün davalarda bir istinaf ve bir üst mahkeme ye
rini tutar. Mahkeme kararları reis ve üyelerce imzalanır ve
Mutasarrıfa gönderilir. Eğer bunlar, kanunen kendisine veri
len yetkinin dışında iseler, onları vilayet merkezine sunmak
ve alacağı talimata göre hareket etmek zorundadır.
Vilayetin sulh hukuk ve ceza mahkemesinde olduğu gibi
sancak mahkemesi de Müslümanlarla ilgili Şeriyenin, gayri
Müslimlerle ilgili ruhani önderlerin yetkilerine giren konulara
karışmaz. Ayrıca ticaret kanununa göre, sancak ticaret mah
kemesi tarafından görülecek ticaret davalarına da bakamazlar.
131
İlçeler
İlçe, kaymakamca idare olunur. Kaymakamı da Babıâli ta
yin eder. İdarede kendisine, üç Müslimle, iki gayri Müslim yar
dım ederler. Bunlar aynı zamanda; kadı, müftü, gayri Müslim
toplumların ruhani önderleri, ilçe kâtibiyle bunlardan başka
üç üyeden oluşan ilçe meclisinin de üyeleridirler. Meclisin gö
revi, güvenlik vergilerinin toplanması, bayındırlık, tarım ve
hazine geliri vs. gibi medeni ve mali hususlarla sınırlıdır. Ada
letle ilgili işlerde mahkeme yetkisi yoktur. Bu gibi işler kadı
nın başkanlığında üç müslim, üç gayri Müslimden teşekkül
eden mahkemede görülür ve karara bağlanır.
Bu mahkemenin yazılı vs. usulüne uygun olarak onaylan
mış kararı, kaymakama gönderilir. Eğer o gerekli görürse ka
rarın uygulanması yetkisi için mutasarrıfa gönderir, fakat ti
cari muvazalara hiçbir şekilde müdahale edemez, bunlan san
cak ticaret mahkemesinde görülmesi için oraya havale eder.
Aynı yerde oturan 20 ve daha fazla ailelik bir toplum
(köy veya mahalle), birçok toplumlarda bir nahiyeyi (bucağı)
oluşturur. Her köy ister Müslüman, ister Hıristiyan ya da karı
şık olsun muhtar ve on iki üyeden oluşan ihtiyar heyetini se
çerler. Bu seçimde mezhep ayrımı yapılmaz. Bununla beraber
din yetkilisi, bu heyetin tabii üyesidir.
İhtiyar heyetinin görevi, vergi takdir ve toplanması, tarı
mın geliştirilmesi, ormanların korunması, yolların onarımı ve
nahiye müdürünün verdiği buyrukları yerine getirmekle sınır
lıdır. Bu heyet, aynı zamanda anlaşmazlıkları dinler ve dostça
uzlaştırır. Ancak ayrı ayrı köylerden olanlar arasmda meydana
gelen anlaşmazlıklar, bunların bağlı oldukları köylerin ileri ge
lenlerinden 4 veya 12 kişilik bir heyet tarafından görülür.
132
yısınm üç katı adayı, yansı Müslüman olmak üzere seçerler.
Bu liste basılır ve köylerin başlarının oluşturduğu mecliste oku
nur. Bunlar, bu listedeki adları 2/3’ye indirirler ve mutasarrıfa
gönderirler. Mutasarrıf, bunların içinden en çok oy almış olan
ları seçer.
Sancaklardaki seçimde de bu liste, bir kurul tarafından
hazırlanır. O da sancak meclisi ve mahkemesi için gerekli sa
yının üç katı adayı seçer ve liste, nahiyelerinin temsilciler mec
lisine sunulur. Bu meclis de listeyi aldıkları oylara göre kotada
gerekli görülen sayıya indirir ve mutasarrıf da gereken sayıyı
tayin eder.
Vilayetlerde seçmen listesiyse, 500 kuruş (4 sterlin) vası
tasız vergi veren ve okuma yazma bilenleri kapsamak üzere
sancakların baş memurlarının teşkil ettikleri bir kurul tarafın
dan hazırlanır. Liste, sancak meclislerinde gerekli üye sayısının
iki katma indirilir ve üyeler bu listeden son olarak Babıâli ta
rafından atanırlar. Birçok seçim kurullarında bütün dinlerin
önderlerinin resmen üye olmalarını görmek önemlidir.
Açıklanan sisteme göre, 1864’teki imparatorluk örgütü,
1870-71’de vali ve maiyetindeki görevlilerin görevlerini sap
tamak ve sınırlamak bakımından daha iyi bir şekilde hazırlanan,
ek yasalar ve talimatlarla devam ettirildi. Her ne kadar bu
görevlilerin, vilayette icranın başına bağlı hükümdar tarafın
dan bu görevlere atanmış olmaları ve ilgili bulundukları bakan
lıkların daireleriyle doğruca iletişim kurabilme yetkileri varsa
da şahsi prensip ve sorumlulukları da tam olarak mevcuttu.
Aynı biçimde, çeşitli danışma kurul ve meclisleri de ya
salarla düzenlenmişlerdir. Buna göre, adli işler yürütme maka
mından tamamıyla ayrı ve bağımsız hale getirilmiştir. Bu, çok
büyük, önemli ve köklü bir gelişmedir. Çünkü yürütme or
ganlarını, eskiden olduğu gibi adli işlere karışmaktan alıkoy
maktadır.
1856 Hattı Hümayununun yürütme işlerini daha etkin kıl
mak ve onun yargılarını kuvvetlendirmek görüşüyle, biri Da
nıştay (Devlet Şûrası), öteki de Yüksek Adalet Mahkemesi
(Divanı Ahkâmı Adliye) olmak üzere 1870-71’de Padişahın
iradesiyle, iki önemli kurum oluşturuldu.
Danıştay, elli üyeden oluşmakta ve beş kısma ayrılmakta
dır :
1. İçişleri ve Savunma : Polis, ordu ve denizcilik yetki
makamlarından sunulan yasa ve yönergeleri inceler.
133
2. Maliye ve Vakıflar : Vergi, devlet ve vakıf gelirlerinin
genel idaresiyle ilgili yasa ve yönergeleri inceler.
3. Yasama : Bu kısım medeni, ticari ceza yasalarıyla, bu
yasaların uygulanmasında mahkemelerin bağlı olacakları yön
temlerle ilgili konulan hazırlar. Ayrıca, yönetim ile adli ma
kamlar arasında çıkabilecek çatışmalara da bakar.
4. Bayındırlık, ticaret ve tarım.
5. Eğitim.
Danıştay başkanı olan bakan ile, bölüm başkanları, üye
ler, genel sekreter hükümdar tarafından atanır.
Yukarıda açıklanan görevlerden bağımsız olarak Danıştay,
Sultan ve bakanlıklarca kendisine havale edilen sorunlarda, vi
layet meclislerince önerilen iyileştirme ve geliştirme konula
rında da görüşünü bildirir.
Danıştay, gizli oyla ve çoğunlukla karar alır, genel kurul
da olsun ya da bir bölümde olsun yapılan tartışmaların tuta
nakları ve kararlan gerekirse başbakana sunulur.
Divanı Ahkâmı Adliye (Yüksek Adalet Divanı)mn başın
da da bakan derecesinde bir kişi bulunur. Bu, biri temyiz
mahkemesi, biri de nizamiye mahkemesi olmak üzere iki bö
lüme ayrılır.
Temyiz Mahkemesi biri medeni, öteki cezai iki bölüm
olup, Avrupa’daki temyiz mahkemelerine verilen görevleri ya
par. Normal mahkemelerden gelen dosyalan, yasayla konulan
ilke ve yöntemlere uygunluğu bakımından, davaların değeri
ne bakmaksızın inceler.
Nizamiye Yüksek Mahkemesi, Divanı Ahkâmı Adliyeden
kendisine gönderilen her türlü davaya bakar. Başvuracak baş
kaca özel bir istinaf mahkemesi olmayan davalarda, kendisi
ne başvurulduğunda bunları inceler, suçüstü mahkemeleri gibi
özellikle önemli olan bütün davalarda kararını bildirir. Bir ce
za mahkemesinin ya da üyelerinden herhangi birinin karak
teri, onun dürüstlüğünü kuşkulu kılıyorsa, bu mahkemenin
verdiği ceza hükmü için de başvuruyu kabul eder.
İstanbul’da bağımsız olarak kurulan mahkeme ve meclis
ler, vilayetlerdeki teşkilatlar gibidir. İkiye ayrılmış bir tica
ret mahkemesi vardır. Bunlardan biri ticari muamelelerden
doğan, diğeri deniz işleriyle ilgili anlaşmazlıkları çözümler.
Bundan başka bir de ticaret istinaf mahkemesi vardır. Bunlar
ticaret ve denizcilik bakanlığı dairesi içindedirler. Bu daire, ti
caret ve denizcilik işlerini yürütür.
134
Ticaret mahkemesinin bu iki branşının başkan ve başkan
yardımcılarıyla, dört sürekli yargıcı, hükümdar tarafından ata
nır. Bu mahkemenin 8 asli üyesi bakanlıkça hiçbir ayrım ya
pılmaksızın merkezde 5 yıl oturan, 30 yaşını doldurmuş, ta
nınmış bir kişilik kazanmış, dürüst, yetenekli ve ticari yasaları
iyi bilen, güvenilir, namuslu tüccarlar arasından seçilir.
İmparatorlukta bu mahkemelerin kurulmalarıyla aynı ta
rihte, hükümet çoğunlukla Fransız, İtalyan ve Hollanda yasa
larından alman medeni, ceza, ticaret ve denizcilikle ilgili ya
saları yayımladı.
Bu yasalara ek olarak, İmparatorluğun politik ve yönetim
teşkilatına ait bir dizi yasa daha çıkarılmıştır. Bunlar; Danıştay,
Divanı Ahkâmı Adliye, Zabtiye Nezareti, vilayet ve belediye
ler, belediye zabıtası gibi bütün devlet dairelerinin görev ve
ödevlerini açıkça belirtmişlerdir. Bunlar; esnaf loncaları, ver
gi, gümrük, ordu, sanayi, bayındırlık, özlük haklan, gayri
menkul hakkı, ipotek vs. gibi kanunları kapsar.
Görevlerini uygulama sırasında yaptıkları yanlış işlerden
suçlanmış devlet memurlarının yargılanma ve cezalandırılma
larıyla, ulema heyetinin, hukuk doktoru, ilahiyat doktoru gibi
sınıflandırılmaları ve bunlardan vasıflarına göre, naiblik veya.
şeriye (sivil ve dini mahkeme) hâkimliğine seçilme usulleri
hakkında 1868’de yayımlanan yasaları da bir reform olarak
belirtmek gerekir.
K am u ve Özel Eğitim
Osmanlı topraklarında kamu ve özel okullar üzerinde çok
yanlış anlamaların bulunması dolayısıyla, bu konu ve daha ziya
de erkek çocuk ve bir yaşa kadar kızların eğitimlerinin yasayla
zorunlu kılınması gibi önemli bir konu üzerinde bazı ayrıntılı
bilgiler vermek ilginç olabilir. Eğitim kurumlan, biri devlet
(halk), öteki özel okullar olmak üzere ikiye ayrılır. Devlet okul
ları doğrudan devletin kontrolü altındadır, özel olanlar her
ne kadar özel şahıslar tarafından kurulmuşlarsa da bütünüyle
devlet kontrolü dışında da değillerdir.
Devlet okullan 5’e ayrılır, l ’incisi sübyan (ilk) okulları,
2’incisi rüştiye (ilkokulun üstü), 3’üncüsü idari (hazırlık oku
lu), 4’üncüsü sultaniye (lise) ve 5’incisi âliye ya da özel okullar
dır.
135
Bir kentin her mahallesinde, her köyde ya da gerekli ise
birçok mahalle ve köy için birleştirilmiş bir ilkokul vardır.
Eğer buralarda halk Müslim ve gayri Müslim olarak karışık
ise, gayri Müslimler için de ikinci bir ilkokul vardır.
Kız ve erkek çocukları için 4 yıllık zorunlu bir eğitim var
dır. Bunlara, kendi dilleriyle, okuma, yazma, aritmetik, coğ
rafya ve Türkiye tarihi öğretilir. Dini eğitimleri ruhani lider
lerine bırakılır.
Mahalle ve köy okullarının yapım ve bakım masrafı ora
da yaşayanlarca karşılanır. Rüştiyeler, 500 haneye kadar olan
küçük şehirlerde kurulur.
Her toplum, ne türden olursa olsun, kendi rüştiyesi olma
sı hakkına sahiptir. Bu okulun, 40.000 kuruşu (320 sterlini) aş
mamak üzere, yıllık masrafı vilayet eğitim konseyimin ödeneğin
den sağlanır, öğrencilere, kendi dinleri, Türkçe, Arapça, Fars
ça dilbilgisi, yazı, aritmetik, muhasebe, düz resim, basit geomet
ri, dünya tarihi, orada en çok konuşulan gayri Müslim top-
lumlardan birinin dili öğretilir ve isteğe bağlı olarak Fransız
ca da öğretilir.
Sınavlarını başarıyla vermiş olan öğrencilere bir belge ve
rilir. öğrenciler bu belge ile, 1000 haneli kasabaların üstünde
bulunan kentlerdeki idadiye başvurma hakkını kazanırlar.
idadiler, karma okullardır. Bu okullara rüştiyeleri bitiren
Müslim, gayri Müslim bütün öğrenciler kabul olunur. Burada
önceki eğitimlerine ek olarak, 3 yıllık bir eğitim verilir. Türkçe,
edebiyat, kompozisyon (kitabet), hitabet, siyasi iktisadın öğe
leri, tabii tarih, cebir, geometri, ölçme usulü, fizik kimya ve
resim öğretilir. Bu dersler Eğitim Bakanlığınca atanan aylıklı
ve İstanbul’daki normal yüksek okul mezunu 6 öğretmen ta
rafından verilir.
Rüştiyelerde olduğu gibi yılda 80.000 kuruşa (64 sterline)
kadar olan harcamalar vilayet eğitim konseyince yapılır.
Teşvik amacıyla idadilere bazı ayrıcalık ve özel haklar ve
rilmiştir. iyi derece ile bitiren öğrenciler, bu avantajlardan ya
rarlanmaya hak kazanırlar.
Devlet eğitim sistemine göre; idadiyi bitiren öğrencileri
yatılı olarak kabul etmek üzere her vilayet merkezinde bir sul
taniye (lise) olması zorunludur. Her toplumdan okul giderleri
ni karşılayacak gücü olmayan fakat zekâ ve yeteneklerini
göstermiş olan öğrencilere verilmek üzere belli miktarda burs
tesis edilmiştir. Bu okullar yarı yatılı ve gündüzlü öğrencileri
136
de aldıkları gibi, rüştiyelerden yetkinlik belgesi almış öğren
cileri de okulun fen koluna değil, edebiyat kısmına kabul eder
ler.
Her sultaniyeye 8, 12 maaşlı öğretmen verilir. Dersler ana
litik ve tasviri geometri, cebir ve onun geometriye uygulan
ması, trigonometri, astronomi, kimyanın güzel sanatlara uygu
lanması ve tarımı kapsar.
Vilayet eğitim konseyinin kontrolünde olan sultaniyenin
yıllık harcamalarını konseyin gelirleriyle karşılamasının ola
naksız olduğu durumlarda, hükümet sultaniyelerin açığını ka
pamaktan sorumludur.
İstanbul’da bir adet deneme niteliğinde bir kız rüştiyesi
vardır. Bütün İmparatorlukta henüz kurulmamışsa da bu ko
nudaki yasayla ilgili olarak birkaç nokta gözden kaçırılmama
lıdır. Bu yasaya göre, Müslim, gayri Müslim ve öteki kızlar
için birer rüştiye kurulacaktır. Ancak gayri Müslim kızları
için rüştiyenin kurulması o toplumun 500 aile olması koşuluna
bağlanmıştır.
Dört yıllık eğitim, din, dilbilgisi, yazı, kompozisyon, ahlak,
ev idaresi, tarih, coğrafya, hesap, muhasebe, resim, suluboya
ve istenirse müzik konularını kapsar.
Eğitim her okulda kızın bağlı olduğu toplumun dilinde
yapılır ve din eğitimi de kendi ruhani önderine bırakılmıştır.
Kız ilkokulundan diplomaları olmayanlar, kız rüştiyesine sı
navla alınırlar. Her ne kadar son zamanlarda bazı yerlerde
azalmış ise de kız çocukların eğitimine karşı kimi önyargılı
eğilimlerden başka, yetkili kadın öğretmen kıtlığı da Osmanlı
Hükümetinin karşılaştığı zorluklardan biridir.
Bu zorluğu yenmek için, İstanbul’da 50 genç kadının ka
tıldığı bir seminer kurulmuştur. Buraya mezhep farkına bakıl
maksızın ilkokulu ve rüştiyeyi bitiren bayanlar katılabilmek
tedir. Ancak bunlardan diplomaları olmayanlar varsa, sınavla
seminere katılırlar. Seçme sınavı sırasında bunlarda, atandıkları
ilk ve rüştiye okullarındaki dersleri kendi dillerinde okutabile
cek yeterlikte olmaları aranır. Bu okullar için büyük kentlerde
vilayet eğitim konseyince 40.000 kuruşluk yıllık ödeme yapı
lır.
Bu amaçla çeşitli kategorideki devlet okullarına öğretmen
yetiştirmek için, İstanbul’da bir yüksek okul açılmıştır, öğret
menlik mesleğini seçeceklerde aranan nitelikler üzerinde ay
rıntılara girmeye gerek yoktur. Şunu belirtmek yeter: Okul
137
iki kısma ayrılır. Her kısımda devletin eğilim kurumlannda
okutulan çeşitli konularda eğitim verilir, ayrıca bunlara Os
manlI yasaları, hukuku, mantık, tasarı geometri, mekanik,
jeoloji, topografya, resim, Türkçe, Fransızca alıştırma ve çe
viri dersleri eklenir.
İstanbul’da bir de üniversite kurulmuş olup, giderleri dev
letçe karşılanmaktadır. Üniversitede edebiyat, hukuk, fizik ve
doğa bilimleri olmak üzere 3 fakülte vardır. Fizyoloji, psikolo
ji, mantık, hitabet, tarih felsefesi, doğal kanunlar, Arapça,
Farsça, Türkçe, Rumca, Latince, metrik sistem, dünya tarihi,
arkeoloji, meslek uzmanlığı, İslam medeni ve ruhani yasaları,
Roma yasası, Fransız medeni kanunu ve usulü, ticaret, deniz
cilik ve ceza kanunu, devletler hukuku, siyasal ekonomi, astro
nomi, fizik, kimya, jeoloji, madencilik, biyoloji, zooloji, geo
metri, trigonometri, difarensiyel hesap, mekanik, fizik ve doğal
bilimler okutulur.
Üniversite rektörü eğitim bakanının önermesiyle Sultan ta
rafından atanır. Üniversitenin bir kitaplığı vardır. Buradan,
profesörler, sosyal bilimlerde lisans sınavlarına hazırlanan öğ
rencilerle. medeni kanun doktoru öğrenciler yararlanırlar.
Eğitim bakanının başkanlığındaki Devlet Halk Eğitim Kon
seyinin biri bilimsel, öteki yönetimsel olmak üzere iki bölümü
vardır. Bu konsey, İmparatorluktaki bütün devlet okullarını
yönetir. Konseye hükümetten ve yüksek adalet mahkemesin
den 2’şer danışman, İslam ilahiyat doktoru 2 ulema, her gayri
Müslim toplumunun bir dini önderinden oluşan bir heyet yar
dım eder.
Konseyin bilimsel kısmının bir başkanı ve Osmanlı uyru
ğu daimi maaşlı 8 üyesi Avrupa’daki üniversitelerin benzeri
branşlarından sayısız onur üyesi vardır. Görevi, güzel sanatlar
da ve bilimde en iyi kitabı çevirmek ve incelemek için, seçme
en iyi yazar ve çevirmenleri ödüllendirmektir. Bu amaçla hü
kümet, bir milyon kuruş (800 sterlin) ödenek ayırır.
Yönetimle ilgili bölümde, bir başkan iki başkan vekili,
2’si Müslüman, 2’si gayri Müslim 4 müfettiş olmak üzere 6
maaşlı üyesi vardır. Bunlardan başka, üçüncü bir gayri Müs
lim de genel sekreterdir. Bu bölüm bütün okulları, vilayet eği
tim konseylerini, kütüphane ve müzeleri yönetir, kontrol eder.
Profesörlerin atanmasını sağlar. Eğitim bütçesini hazırlar, hü
kümete sunar.
138
Vilayet merkezlerinde bulunan eğitim konseyleri, devlet
eğitim konseyinin şubelerini oluştururlar. Bunlar, rektörün
başkanlığında, Sultan tarafından atanan, biri Müslim, biri
gayri Müslim iki rektör yardımcısı, bir sekreter, bir veznedar,
bir muhasip (hepsi maaşlı), her biri kendi bölgelerinin başı
tarafından seçilmiş ve valinin teklifiyle eğitim bakanı tarafın
dan atanan, hepsi de maaşsız olan 4 ya da 10 üyeden oluşur.
Vilayet eğitim konseyleri, okullarda yapılacak iyileştirme
ler, vilayetin eğitim ödeneği, devletin yardım tahsisatının kontro
lü, kütüphane ve basımeviyle ilgili hususlarla devlet eğitim
konseyinin talimatlarını yerine getirir. Kısacası, eğitimle ilgili
bütün işlerde merkezdeki devlet eğitim merkeziyle yazışırlar.
Yukarıda sıralanan devlet okullarından bağımsız bir Mek-
teb-i Sultani vardır. 1868’de İstanbul’da çeşitli mezheplere
bağlı 600 çocuğu devlet memuriyetlerine hazırlamak için ku
rulmuştur. Devlette her kapı onlara açıktır. Buraya girecek
lerin yüksek okulda beş yıllık eğitim görmüş olmaları şarttır.
Eğer bu eğitimi görmemişlerse, Sultani’de 8 yıl okumaları ge
rekir. Tıp, kimya ve hukuk tahsili yapmak isteyen öğrencilerin
Latince bilgisi olması gerekmektedir.
Rumca, Ermenice, Bulgarca dilleri zorunlu olmakla bir
likte öğrencilerin kendi dini önderleri ya da ana babalarının is
teğine göre dini ayinlerine katılmaları için gerekli eğitimin ve
rilmesi zorunludur.
Sultani okulları Avrupa’daki benzerlerine göre kurulmuş
tur ve jürinin önünde açık bir sınavı başaran öğrencilere lisans,
edebiyat, fen, hukuk, tıp doktoru dereceleri verilir. Başarılı
olan öğrenciler hükümet hizmetlerindeki mevkilere, idari ve
adli konseylere, yüksek idari kademelere ve profesörlüğe de
adaydırlar.
Bu eğitim yasa ve yönergeleri İmparatorluğun fazla uzak
vilayetlerine gerektiği gibi götürülememiş olabilir. Ama Os
manlI İmparatorluğunun ırk ve mezhep ayrımı yapmaksızın
bütün uyruklarına serbest bir eğitim vermek için, övgüye de
ğer güvence vermesi dolayısıyla ona tam anlamıyla güvenilme
lidir. Osmanlı Hükümeti; Müslümanların koyu bağnazlık ve
bilgisizliğiyle, eğitimden doğacak yararları göremeyen ve de
ğerini takdir edemeyen bazı uyrukların önyargılarıyla, kendi
toplumlarının aydınlanmasıyla, onlar üzerindeki kontrollerinin
tehlikeye düşebileceğinden korkan doğu kiliselerinin dini ön
derlerinin bazılarının karşı çıkmalarıyla mücadele etmek zo
139
rundadır. Buna benzer zorlukları diğer ülkeler de yaşamışlar
dır, ancak burada bir fark vardır. Bu ülkelerde hükümetler,
çoğunlukla bir milletle uğraşmışlardır, böyle olunca eğitimle
ilgili yasaların uygulanmasında daha az zorluklarla karşılaş
mışlardır, halbuki Türkiye’de bu müşküllerin çapı daha büyük
tür. Çünkü hükümet, yeniliğe karşı eskiden elde ettikleri hak
ve ayrıcalıklarına sıkıca bağlı çeşitli ırk ve din toplumlarmın
ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bütün bunların üstünde
bu toplumlar, devlet okullarının sürdürülmesine gönüllü ola
rak asla yardım etmezler. Bu şartlar altında gayri Müslim uy
rukların çocuklarını, kendi istekleri ve ırk ayrımlarını muha
faza yönünde yetiştirme haklarından mahrum bırakma, daha
sı onları baskı altında tutma suçlamasını azaltmak için hükü
met, dikkat ve basiretle hareket etmeye mecburdur.
Profesörlerle, öğretmenlerinin bilgili olmalarının yanı sıra
politikadan uzak durmaları gibi basit bir şarta bağlanması,
özel ve özgür okullarm kurulması için müsaade ve yetki ver
mekteki tam hoşgörüden kaynaklanır. Eğitim konusunda Os
m a n lI Hükümetinin c a n l a n d ı r d ığ ı özgür ruha bundan d a h a bü
yük bir kanıt gösterilemez.
Ortodoks, Birleşik Rum, Yakubi, Katolik Ermeni, Bulgar,
Protestan, Maruni, Geldani, Suriye, Yahudi gibi toplumlarm
bulunduğu bütün kasaba ve büyük şehirlerde bulunan bu top
lum okullarından başka, yerli Hıristiyan toplum liderlerince
bir ölçüde kuşku ve kıskançlıkla görülen; Fransisken keşiş
leri Lazarist ve Cizvitlerin İngiliz ve Amerikan misyonerleri,
Alman kadın diyakonlarmm (hayırseverlerinin) yardımcı hem
şireleri ve diğer dinler tarafından İmparatorluğun her tarafın
da kurulmuş birçok eğitim kurumlarına Türk makamları saygı
gösterir ve onları korurlar.
140
aldırış ve itaat emmeyenlere bazı kısıtlamalarla ceza verilmesi
gibi, hukuki işleri de kendilerine bıraktı.
Fatih Sultan Mehmet zamanından beri Ortodoks Rum ve
Ermenilere olmak üzere, sadece iki kilisenin varlığı tanınmış
tı. 1856’daki Hattı Hümayunun getirdiği son derece hoşgörü
ruhu içinde, her ne kadar bu iki kilisenin itirazı olmuşsa da,
yabancıların etkisiyle Protestan, Birleşik Rum, Birleşik Erme
ni, Maruni ve Bulgar kiliselerine de sonradan ilk iki topluma
başlangıçta verilen bütün hak ve ayrıcalıklar tanınmıştır.
Gayri Müslim toplumların, vilayet mahkeme ve meclis
lerinde üye seçimine bağımsız olarak katılmaları, bu kurum-
larda gayri Müslim üyelerin hazır bulunmaları bazı durum
larda, kendi dindaşlarını himaye bakımından yeterli görül
müştü. Patrik Başpiskopos ve Piskoposları bu yasal haktan
faydalanıyorlar, bir sıkıntı ve adaletsizliğe karşı güven ve ko
rumada daha ileri bir adım olarak da; yerel makamlara baş
vuruyorlardı. Eğer protestoları göz önünde tutulmazsa, Ba-
bıâli tarafından, yazışmalarda bir aracı olarak, özellikle atan
mış bulunan kapı kâhyası denilen bir ofis vasıtasıyla İstanbul’a
durumu yansıtıyorlardı.
Yeni kilise ve sinagokların yapılması üzerinde önceleri
konulan bütün engeller kaldırıldı. Şimdi sadece yerliler değil,
yabancılar da yapım ve takdis işlerini yapabiliyorlar. Bu ayrı
calıktan yararlanarak özellikle yabancıların, Hıristiyan halkı
nın bol olduğu en kalabalık bölge ve kasabalarda kurdukları
kendi kilise, okul ve manastırlarını bulmak mümkündür. Ame
rikan misyonerleri bu olayı kanıtlarlar.
Osmanlı Hükümetinin hoşgörüsünün daha ileri bir kanıtı
olmak üzere; kilise, manastır, hastane, dispanser, ye
timhane, hacı misafirhanelerinin gerekli ihtiyaçları; ister yer
li, isterse yabancı dini toplumlara ait olsun, kutsal papaz giy
sileri, kitap, astronomi ve diğer aletler, her çeşit levazım, ma
dalya, ilaç, kısacası ihtiyaç duyulabilecek bütün maddelerin
(hayır kurumlarınm hemşireleri ve papazlarının kullanmala
rı için enfiye dahil), çok serbest bir ölçüde gümrük vergisin
den muaf olarak ithali söylenebilir.
Bundan başka, gayri Müslim toplumların ayin ve dini
törenlerinin serbestçe yapılmasını sağlamak ve korumak için,
bunları tehdit ya da diğer maksatla karışanları cezalandırmak
üzere de bir yasa çıkarılmıştır. Müslüman halkın saygısını sağ
lamak için; askeri birliklerin bulundukları yerdeki nöbetçi,
141
Müslüman yüksek rütbedeki zevata yapıldığı gibi önünden pat
rik veya başpiskopos geçtiği zaman onu tüfekle selamlar. Hü
kümet hizmetinde bulunan bir Hıristiyanın cenaze töreninde de
aynı saygı örneği gösterilir. Bundan başka bu törenlere; doğu
kiliseleri tarafından kullanılan haç ve diğer dindarlık alamet
leriyle birlikte cenazeye saygı kıtası da eşlik eder.
Osmanlı Hükümeti, Hıristiyan ve Yahudi uyruklarını mem
nun etmek için yalnızca kıskançlık yaratan ayrıcalıkları gider
mek, İmparatorluğun genel idaresinde hisselerini ve yerlerini
vermek, onları da Müslümanlarla aynı ölçüde yükseltmek, çok
eskiden beri kendilerine verilen hak ve ayrıcalıkları güvence
altına almak ve genişletmek için, aralıksız bir çaba harcamış
tır. Ancak bununla kalmamış, aynı zamanda bunları ve baş
ka çıkarlarını pekiştirmek için; hükümdarca onaylandıktan
sonra devletin yasal gücünü taşımak koşuluyla, ruhani ve ulu
sal işlerinin idaresi için yasa hazırlamaları amacıyla gayri Müs
lim toplumlarca genel meclisin toplanmasını emretmiş ve on
lara yetki de vermiştir.
Kısaca belirtilen bu dunjmları ortaya koyarken, Babıâli,
yalnızca Müslümanlardan değil, başka dini toplumların birbir
lerine karşı olan ve yabancılarca desteklenen tahammülsüzlük
ve kıskançlıklarından doğan bazı direnmelerin de üstesinden
gelememiştir. Bu artık dillere düşmüş bir konu olarak kabul
edilmelidir, toplumların birbirlerine karşı daha ılımlı ve hoş
görülü olmalarını teşvik etmek İslam hükümetine düşer. Bu
onun sürüp gelen onurunu arttıracak bir konudur.
Yeniçerilerin kazan kaldırdıkları sıralarda, uzun yılları
kapsayan bir devrede Yunan Patriği, himaye için Rusya’ya
yönelmiştir. Nitekim Rusya’nın 1827’de BabIâli’ye savaş aç
masının nedenlerinden biri, Ortodoks Rus kilisesi ruhani ön
deri kabul edilen patriğin cesedine karşı yeniçerilerin yap
tığı hakaretti. O zaman bu devlete himaye için çağrıda bulu
nan Yunan Patriği ve kilise konseyi, şimdi bu davranışla hiç
bağdaşmayan bir tutum içine girerek, Başpiskopos ve piskopos
lara gönderdiği bir genelgeyle bugünkü savaşı yalnızca, hak
sız iddiaların tersine, Hıristiyanlarla ilgisi olan başkalarının
çıkarlarını kolaylaştırma taahhüdü olarak suçlamakla kalma
mış, aynı zamanda kilise müdavimlerine, kanuni hükümdar
ları Sultanın ordularının başarısı için onları manen ve madde
ten destekleme çağrısında bulunmuştur. Dahası, bütün Yunan
kiliselerinde de her pazar bir dua okunmasını buyurmuştur.
142
Tarafsız, hatta kuşkucu bir gözlemci, 1856’dan beri ya
pılan işlerin Hıristiyanların memnuniyet ve hoşnutluklarını ge
rektiren ve tartışma götürmeyen bir nokta olduğunu kabul
etmek zorundadır. Eğer daha başka kanıt gerekirse, bu, pisko
pos ve Filibe Bulgar ileri gelenlerinin Babıâli’ye yaptıkları
beyanatta bulunabilir. Bu mesajda, İmparatorlukta yapılmak
ta olan ve günden güne artan reformlarla, hiçbir mezhep ve
sınıf farkı gözetilmeksizin bütün uyrukları arasında tam bir
eşitliğin sağlanması için sarf edilen çabalar gösterilerek, Rus
ların kendi görüşleri için, onlara zorla yüklemeyi arzu ettik
leri uydurma iyileştirmelere, ihtiyaç olmadığı bildirilmekte
dir.
Hıristiyanların orduya alınmalarına izin verilmediği sü
rece tam eşitlik prensibinin sağlanmayacağı anlaşılmaktadır.
Buna yanıt olarak da şikâyeti gerektiren konuların hükümete
değil, bizzat Hıristiyanlara bağlı olduğu söylenebilir. Bu ilke
tam olarak uygulanmalıdır, diyerek istekli görünürlerken, as
kere alınmama ayrıcalığında da aynı derecede heveslidirler.
Nitekim çok yakın bir zamanda, İstanbul'dan bir miktar kişi
nin askere alınması teklifine karşı, protestoda bulunmuşlar ve
Babıâli, baskı suçlamasından kaçınmak için, buna boyun eğ
mek zorunda kalmıştır.
TUNUS F.O . « 4 /6 3 , s. 12-27, No. 25
Türkiye,
No. 1 (1878), s. 503 - 519, No. 574
No. 47
143
Bu birliklere Müslüman ve gayri Müslim herkes katıla
caktır. Böylece eşitsizlik önlenmiş olacaktır.
No. 48
144
No. 49
No. 50
145
Ermenistan’ın (Doğu Türkiye) ys. da onun Doğu kısmının
Ruslara bırakılması, dört bakımdan tartışılabilir :
1. Orta Asya ve Hindistan’daki Müslüman halk üzerin
de olan etkisi,
2. Rusya’nın Küçük Asya ve İran’da daha ileri bir istila
ya gitmesini kolaylaştırması,
3. Bunun neticesi, bizim Hindistan’la olan doğrudan
ulaşımımıza etki etmesi,
4. Dolayısıyla İngiliz ticaretine etkisi.
Şimdi bu noktaları biraz daha açalım;
1. Rusların böyle bir başarısı, onun prestijini yükseltir
ve İngiltere’nin bile buna engel olamadığı kanısı, Küçük Asya
ve Hindistan halkında bir kamuoyu yaratabilir. Bu görüşü,
Kaşgar’ın Yakup Hanı gibi birçok ileri gelenler paylaşmak
tadır. Türk gazeteleri bu birinci bakış açısını İngiltere’nin bu
savaşta yardımını istemek için ileri sürmüş olabilirse de, Rus
ların böyle bir başarısının Hindistan’ın Müslüman halkı üze
rindeki etkisi küçümsenemez.
2. Rusların Batum, Kars ve Van’ı ele geçirmeleri, ileri
de Türkiye ve İran’a doğru yapacakları hareketi kolaylaştırır.
Ayrıca gerek Küçük Asya, gerekse bütün İran’ı onun lütfü
altına sokar. Batum, Kuzey ve Doğu Karadeniz’in tek limanı
dır. Buraya sahip olmakla, Azerbaycan’a, Kuzeydoğu Anado
lu’ya ve hatta Boğazlara yapılacak bir harekâtta etkili olur.
Batum, Rusların Karadeniz’deki harekâtına bir üs olur. Bura
dan Kars’a kolayca yönelinebilir ve bütün Ermenistan’a egemen
olma yolu açüır. Batum ve Kars’a sahip oluş, ona Doğu Ana
dolu’nun kapılarını açar. Erzurum ve Trabzon Ruslara veril
mese bile, Kars ve Batum’a sahip olması onun Fırat ve Dicle
havzasına ulaşmasına olanak sağlar. Eğer Van, Bitlis ve Muş’u
ele geçirmek isterse, bu hareket kolay olur, dahası Dicle ve
Fırat’a sarkmak kolaylaşır. Rusları, Ermenistan platosundan
daha ileri geçirmemek gerekir. Böylece Türkler, Ermenistan’ı
kaybetseler bile, tutunacakları bir yere sahip olurlar.
Rusların Orta Asya’nın bağımsız ülkelerini türlü oyun
larla ele geçirmeleri halinde durum, daha da kötü olur. Rus-
lar bu devletleri istila etmek için türlü bahaneler bulabilir. Ni
tekim Osmanlı devleti onunla yaptığı mücadelelere bu kadar
uyduğu halde, o gene de bu savaşa bir neden bulmuştur.
Rusların Hindistan üzerine harekâtını düş ürünü kabul
146
edenler vardır. Fakat durumu iyice incelersek, bu olasılığın
düş olmaktan çıkabileceği görülür. Karadan Buhara üzerinden,
Basra Körfezinden de denizden karşıya ve Bombay’a ulaşıl
ması yabana atılamaz. Bunlar ne kadar olanaksız gibi görünse
de bir devlet adamının bütün olasılıkları düşünmesi zorunludur.
3. Rusların yapabilecekleri bir hareketin İngiltere’nin Hin
distan’la olan ulaşımına etkisi konusu bana, deneyimli diplomat
Lord Lyons’un yazısını anımsattı. Fransızlar kara ve deniz
kuvvetlerini hızla yenüemektedirler. Dahası, gözleri Mısır’a
çevrilmekte ve bizim bu ülkedeki nüfuzumuzu kıskanmakta
devam etmektedirler. Doğu sorunlarıyla ilgili bir konferansta,
Fransa'nın Mısır’ı Türkiye’den ayırma önerisi beklenebilir ve
orada belki ortak bir himaye tavsiye edebilmesi uzak bir ola
sılık sayılmaz. Eğer Fransa fırsat bulsa, Mısır’da tam hâkimi
yet kurabilmek için elinden geleni yapar. Bence en kötü hare
ket, budur. Herhangi bir harekette bizim Süveyş’ten mahrum
edilmemizin tehlikesi büyüktür. Bu nedenle Hindistan’a ula
şacak, başka bir yol bulmak son derece önemlidir. Bu Fırat
ve Dicle vadileri olabilir. Fakat, Ermenistan ve bu vadilere
yaklaşma yönü Ruslara kaptır ılırsa, bu yol bizim için artık gü
venilir olmaz. Şayet bunlar Osmanlı Hükümetinin elinde olur
sa, biz ancak o zaman emin olabiliriz. İstanbul’u İran Körfe
zine bağlayan bir demiryolu yapımı hem bizim, hem de Tür
kiye’nin çıkarmadır. Türkiye’nin dostluğu ve yardımıyla bunu
sağlayabilir ve böylece, Süveyş’ten bağımsız, Hindistan’a ula
şan bir yola kavuşabiliriz.
4. Rusya'nın Ermenistan ve Batum’a sahip olmasının ti
caretimize olan etkisi açıktır. Limana ve Kars’a sahip olan
Ruslar, Türklerin Asya topraklarına ve Kuzey İran’a giden
yolu ele geçirmiş olurlar. Böylece şimdi Trabzon ve Erzurum’
dan geçen ticaret yolu Batum’a yönelir. Böylece İngiliz mallan
ağır vergilerle karşı karşıya kalır ve belki de engellenir, büyük
bir olasılıkla da Batı Asya ile olan şimdiki ticaretimiz kesin
tiye uğrar.
F.O . 424/63, s. 86-89, No. 124
147
No. 51
Ek : Gazeteden Özet
Yukarıdaki bilgilerin aynı. 5000’i aşkın Ermeni, delegelerin
etrafım sarmış, bu işin yapılması için kilise mensuplarından ve
papazlardan bir kurul oluşturulmuştur. Sultana dua edilmiş ve
topluluk oldukça düzenli bir şekilde dağılmıştır.
F. O. 424/63, s. 146, No. 277
Türkiye, No. 1 (1878), s. 561, No. 612, (Ek. 612/1)
No. 52
148
No. 53
No. 54
Büyükelçi Layard'dan, K ont Derby'e
No. 1478
İSTANBUL, 13 Aralık 1877
(Alındı, 21 Aralık)
No. 55
Lord A. L oftus’tan, K ont Derby’e
No. 694
ST. PETERSBURG, 17 Aralık 1877
(Alındı, 24 Aralık)
149
No. 56
No. 57
No. 58
ISO
No. 59
No. 60
Konsolos M uavini B iliotti’den, K ont Derby’e
No. 7, Siyasi
TRABZON, 9 Ocak 1878
(Alındı, 28 Ocak)
No. 61
Konsolos M uavini B iliotti’den, K ont Derby’e
No. 21, Siyasi
TRABZON, 27 Ocak 1878
(Alındı, 13 Şubat)
İS İ
No. 62
152
ca gönderilmiştir. Hiçbir şey ihmal edilmiş değildir. Eğer olay
doğru ise suçluların cezalandırılmaları için Azerbaycan makam
larına kesin emir verilmiştir.
F. O. 424/69, s. 145, No. 250, (E k -250/1, 250/2)
No. 63
153
No. 64
154
Patriğe Ermenistan’dan neyi kastettiğini sordum; Van,
Sivas, Diyarbakır’ın büyük bir kısmı, Kilikya Krallığı (Suriye’nin
kuzey sınırı), Tarsus Dağlarından denize kadar olan geniş sa
hayı kapsadığını beyan etti. Buralarda nüfus çoğunluğunun
Müslümanlarda olduğunu hatırlatmam üzerine, evet öyledir,
ama Müslümanlar da idareden şikâyetçidirler, kendilerine mal
ve can güvenliği getirecek Hıristiyan idaresini kabul ederler,
dedi. Kongrenin bunu kabul edeceğini zannetmediğimi söyle
dim, yanıtında, eğer kabul etmezlerse bu bölge kendisini Rus
ya’ya ilhak ettirinceye kadar ayaklanacaktır dedi. Patrik daha
sonra Rusya Gürcistan ve Ermenistanında sivrilmiş Ermeni ge
neralleri ve erleri bulunduğunu, onların kendileriyle ilgilendik
lerini ve temasları olduğunu, basit bir rahip olan kendisinin
dünyevi bir emeli bulunmadığını, ama halkının bu arzularına
karşı çıkamayacağını belirtti.
Osmanlı Avrupasındaki Hıristiyan toplumlara verilen özerk
kurumların, İmparatorluğun öteki bölgelerinde ne gibi etkin
yankıları olacağını evvelce arz etmiştim. Ermenilerin bu hare
keti de onlardan aldıkları örneğin bir sonucudur. Aynı hare
keti Suriye dahil, diğer bölgelerdeki Müslüman ve Hıristiyan
toplumlarda da er geç beklemeliyiz. Belki Afrika’dakiler de
BabIâli’den tamamen kopmayı arzu edeceklerdir. Osmanlı İm
paratorluğunun parçalanması belki bazıları için istenen bir hu
sustur. Fakat İngiltere en azından bunun neticesine hazır olma
lıdır. Patriğin çizdiği Ermenistan’ı, bu bölgede yaşayan halkı
tamsalar, bugünkü yarı muhtar durumlarını bile artık sürdü
remeyeceklerini anlarlar. Onlara istediği muhtariyetin verilme
sinin sonu Rusya’ya katılmaktır. Patrik de bunu uzun uzadıya
düşünmektedir. Eğer Rusya Suriye’ye kadar uzanan bu Küçük
Asya parçasını kendine katarsa, bu ne dereceye kadar İngilte
re’nin çıkarına olur? Bana öyle geliyor ki, Rusların bu davranı
şı Beyazıt’m güneyine kadar Doğu Ermenistan’ı ilhakla sonuç
lanacaktır.
Patrik, bana söylediklerinin gizli kalmasını, şayet Türk ma
kamları tarafından duyulursa kendisinin müşkül durumda ka
lacağını rica etti.
F .O . 424/68, s. 346 - 348, No. 639
155
N o. 65
No. 66
156
vilayetine ithali yok. Bu zatın söylediğine göre Patrik Nerses,
Ayastafanos’taki Rus karargâhıyla bağlantılıdır ve buradan ba
zı Ermeni görevlileri de Petersburg’a gönderilmişlerdir. Anla
dığıma göre eski Patrik Khorem Nar Beyle, kiliseden bir baş
ka tanınmış bir kişi bu işle görevlendirilmişlerdir. Memoran
dumda ayrıca, Ermenistan’ın özerkliğinden yana harekete ge
çen kişilerin niyeti, Kongrede kendi davalarını savunmak için
oraya bir temsilci göndermektir.
Bu ilişik belge; Avrupa’daki Türk topraklarında kurul
mak üzere bulunan özerk kuruluşların benzerlerinin Asya’da
kurulması mahiyet ve hedefini gütmekte, bu yolda kışkırtıcılık
etmektedir. Bu hareketler, Doğuda bizim çıkarlarımızda etkili
olacak ciddi sonuçlar yaratabilir. Memorandumda Kırım Sa
vaşından sonra Ingiltere Ermenistan’a «bir tür özerklik sağla
mayı düşünmüştü» diyor. Bunun söz konusu olduğunu anım
samıyorum, eğer öyle olsaydı, Ermenistan’da ve Ermenilerde
gördüğüm çıkarın mütalaasından haberim olurdu. O gün
lerde özerklik doktrini moda değildi. Düşünülen husus İngil
tere’ce; Türk idaresi altında bütün toplumlara Müslim, gayri
Müslim iyi bir idare ve gerekli himayenin sağlanmasıydı. Kuş
kusuz, doğru olan da buydu. Ancak bu biçim, er geç Türkiye
idaresinden koparak Rusya’ya bağlı yan bağımsız bir eyaletin
teşkiliyle tamamen farklı bir şeydir.
Ermeniler, sempati gösterilmeye, düşünülmeye ve İngil
tere’nin yardımına değerler. Kuşkusuz, onlar için Kongrede
bir şey yapılmalıdır, özellikle Küçük Asya’nın doğu vilayetlerin
de gelecekte iyi ve adil bir idare ile onları, Kürtlerin devamlı
saldırısından koruyacak önlemler gereklidir.
Ermeniler kendi ülkelerinde, sakin, çalışkan, tok gözlü,
genelde tarımla uğraşan, Müslümanlarla iyi ilişkilerde bulunan
insanlardır. Müslümanlar da Kürtlerin yasadışı hareketlerinden
acı çekmektedirler. Ermeniler İstanbul’da ve başlıca şehirlerde
refah içinde yaşayan banker ve tüccarlardır. Bazıları Babıâli’de
itimat isteyen mevkilerde bulunmaktadırlar ve kendilerine si
yasi görevler bile verilmiştir. Diğerleri zengin Türk ailelerinin
ve yüksek mevkideki şahısların memurlarıdır ve böylece ha
tırı sayılır bir nüfuzları vardır. Türkiye’nin dışında, örneğin
Hindistan’da da başarılı tüccarlardır ve sanıyorum zekâ ve dü
rüstlükleriyle nam salmışlardır. Rusya’da çok sayıda Ermeni
ticaretle uğraşır. Bazıları da Rusya kazalarının büyük olasılık
la yerlisidirler. Savaş zamanında ordunun yüksek komuta mev
157
kilerine getirilmişlerdir, bana söylendiğine göre General Meli-
kof f ve öteki iki general Ermeni asıllıdır.
Türk idaresindeki bütün Hıristiyan toplumlannın içinde
Ermeniler, Müslüman uyruklu arkadaşlarıyla en fazla barış için
de içlidışlı yaşayanlardır. İstanbul Ermenilerinin Türkçe konuş
maları Rumlardan daha çok olup Türklerle samimi ilişkiler
içindedirler. Onları memnun etmek, Rusya’ya yardım ve koru
ma için başvurmalarına engel olmak için onlara adalet ve ser
besti içinde muamele edilmelidir. Ingiltere bu maksatla maddi
yardımda bulunabilir. Halen kendi kendini yönetmekten bütü
nüyle yoksun bir eyalete özerlik vermenin iyilikten çok kötülük
getirmesi muhtemeldir ve sonuçları da İngiliz çıkarlarına çok
ters düşer.
Ek : M emorandum
Sırbistan diplomatik ajansı eski tercüman ve sekreteri, ay
nı zamanda Ermeni Ulusal Konseyi Üyesi M. T. TERKHAN,
benimle bir görüşme yaparak son olaylar dolayısıyla Ermeni top-
lumunun çoğunluğunun duygularını açıkladı. Bu görüşme, Pat
rik Nerses’in bilgisi dahilinde idi. Esasen Patrik, kraliyet temsil
cisiyle bunları gizli olarak görüşmüştür. Mavi kitaba geçmemek
kaydıyla aşağıdaki hususları belirtiyorum.
Ermeniler ve Patrik sonunda Rusya tarafından yutulmaya
varacak bir Rus himayesini arzu etmiyorlar, bu milliyetlerini
de kaybetmek olur.
Gerek Nerses’in Ayastafanos’ta Rus karargâhına, gerekse
Petersburg’a Ermeni delegelerinin gitmesi sadece ihtiyati bir
tedbir olup, özellikle Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere terk
edilmemeleri idi. Grandük, Ermenilerin isteğini dikkate ala
cağım vc anlaşmanın bu maddesinde, Ermenistan’da bir Rus
heyetinin nezaretinde reform yapılmasına, yer vereceğine iliş
kin söz verdi.
Adı geçen maddenin son kısmı, Ermenileri memnun etme
miştir. Çünkü, sözde Rusların himayesinde yapılacak bir re
form, sonradan Bulgaristan’da olduğu gibi, ileride Rusların
yönetimi ellerine almasına açık kapı bırakacaktır.
Rusların bu projesi, geçmişten esinlenerek, Ermenilerin
maksatlarına hizmet etmiş olmayacaktır.
Ermeni toplumu, Türkiye’deki Hıristiyan Ermenilerin çı
karlarının Berlin Kongresinde görüşülmesini sağlamak ama
158
cıyla, temsilcisini Kongre katında bir memorandumla gönder
meye karar vermiştir.
Bu memorandumda; Rusya’ya karşı bir ifade bulunma
yacak, Ingilizlerin de çıkarlarım telif edecek şekilde Lübnan’da
olduğu gibi bütün büyük devletlerin güvencesinde, Fırat havza
sında kurulacak bir Ermeni muhtariyetinin, görüşülmesi ola
nağı sağlanacaktır.
Bu çözüm biçimi, Hindistan yoluna karşı yabancıların nü
fuzunu ve Rusların bu ülkedeki himayeciliğini ortadan kaldıra
caktır.
Bu özerklik aşağı yukarı kendi ülkelerinin köklü bir re
formu sayılacaktır. Karadeniz’den Akdeniz’e kadar tarafsız bir
devlet olarak ve Rusların güneye sarkmasına karşı bir set ola
caktır.
Ingiltere, Kınm Savaşından sonra Ermenistan’a bir tür
özerklik vermeyi düşünmüştü. Fransa, Ingiltere’nin maksadına
aykırı olarak, Türkiye’deki politikasını yürütmek için Erme-
nileri Katolikliğe sevk etmektedir. Ermeni kilisesiyle, Anglosak
son kiliselerinin birliğine hiçbir engel yoktur. Böylece Anglo
sakson kilisesi, Türkiye’de Ermeniler için okul vs. gibi tesisler
kurarak, bu halkın iyileşme ve gelişmesine yardım ettiği gibi,
Ingiliz nüfuzunun pekiştirilmesine de yardım etmiş olur. Sonuç
ta, Ingiliz himayesi altında sanat ve sanayide gelişeceklerini Er
meniler de umut etmektedirler. Rusların projesi Ermenileri bir
kışkırtıcı olarak kullanmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Kuşkusuz Ermeniler içinde Rusya’ya eğilimi olanlar vardır.
Rus taraftarı olanlar Babıâli’de de vardır ve onlar da aynı fikir
dedirler. Ancak aydın olan kişiler de bunun sakıncalarını açık
ça söylemektedirler. Bunlar, Rusların idaresine geçmektense,
Türklerin idaresinde olmayı tercih ederler. Ingiltere, milliyet
lere saygı gösteren bir devlettir özerk bir idare kurulması, Do
ğunun çıkarma olacağı gibi, Rumeli’nde olduğu gibi, Rusların
Asya’da bir tehdit yaratacak güce erişmesini de önleyecektir.
Bundan başka Türkiye ile Rusya arasında bir tampon olacak
ve Ruslar ikide bir Osmanlı devletinin içişlerine sataşma ba
hanesi bulamayacaklardır. Bu özerk idarede kalacak olan Müs
lüman halk da bozulmuş bir idareden kurtularak saygın, mede
ni bir yönetime kavuşmaktan mutluluk duyacaktır.
Bu özerk Ermenistan’ın sınırları şöyle olacak: Karade
niz’de Giresun ve Samsun arasında Khalya’nın ağzına yakın bir
noktadan Chalkairla vadisine Gumudu Hani’ye kadar; güneyde
159
Fırat’a, Eguine, scnra Birecik’e kadar nehri takip edecek, Atu
ile Harru arasına kadar, Diyarbakır’ı bırakarak Hudut Dağında
İran sınırına dayanacak.
F. O. 424/69, s. 54-55, No. 107 (107/1)
No. 67
Lord Lyons’dan, M arki Salisbury’e
No. 338
PARİS, 9 Nisan 1878
(Alındı, 10 Nisan)
No. 68
M arki Salisbury’den, Büyükelçi Layard’a
No. 470
DIŞİŞLERİ, 11 Nisan 1878
Anadolu Ermeni vilayetleri reformu hakkında Ermeni Pat
riğinin Kont Derby’e gönderdiği muhtıranın aynen İngiliz Se
natosuna sunulduğunun kendisine tebliğ edilmesini.
F. O. 424/69, s. 144, No. 247
No. 69
İstanbul Erm eni P atriğinden, M arki Salisbuıy'e
İSTANBUL ERMENİ PATRİKLİĞİ,
13 Nisan 1878
(Alındı, 6 Mayıs)
İngiltere’nin Konferansta Doğu sorununa, barışçı bir yol
la adalete dayanarak bir çare aramasını şükranla karşılıyoruz.
160
Şu an, Türk Ermenilerinin kaderi, ülkenizin elindedir. Temsil
ettiğim halk ilgilenmeye değer bir toplumdur ve sizden bugün
kü durumda onu korumanızı diliyorum. Bu halk, dünyadaki ilk
loplumlardan biridir ve Hıristiyanlığı ilk önce kabul edenler
dendir Barbarların işgaliyle bağımsızlığını yitiren Ermenistan,
milliyet duygusunu daha da kuvvetlendirmiştir. Şimdi o diliy
le, bağımsız kilisesiyle, Doğuda varlığını korumuştur.
Bu mağdur halk, inançlarını yitirmeksizin 5 yüzyıldan beri
savaşım vermekte ve daha iyi bir gelecek beklemektedir. O,
yeniliklere açık, Doğudaki tek toplumdur. Türkiye’deki Hıristi-
yanlar arasında Doğuda gürültüye neden olmaksızın bekleyen
bir toplumdur.
Fakat bugün sesini Avrupa’ya duyurmasının gerekliliğine
inanıyor. Avrupa onları iter mi? Hayır. Bizzat sizin garantini
ze sahibiz. Siz yayımladığınız genelge ile Doğuda Hıristiyanla-
rı sevindirecek ve çıkarlarını koruyacak bir çözüm şeklini Avru
pa devletlerinin araştırmasını istediniz. Siz ilan etmediniz mi,
İngiltere’nin gayesi bu halka iyi bir hükümet, barış ve özgürlük
getirmektir diye? Zatıâliniz Avrupa’nın bugün karşı karşıya
bulunduğu sorunun çeşitli öğelerini biliyorsunuz, ancak İngil
tere bu sorunları çözebilir.
E k : M emorandum
Bugün Doğu sorunu ivedi ve kesin bir safhaya girmiştir.
Bugüne kadar, bir yüzyıldan beri gelen bu musibet, bugün ar
tık patlamıştır. Bugüne kadar bu konuda alman önlemler bu
sorunu çözememiştir. Artık sorunun ancak doğal ve akla yakın
yollarla çözülmesi gerekir.
Doğu sorunu, Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması so
runudur. Bu, Türkiye’nin bazı bölgelerinde Müslüman ve Hı
ristiyanların birlikte yaşamalarını güçleştirmiştir. Bu durum
sorunu tahrik etmekte, âcil bir tehlike yaratmakta, Avrupa’nın
çıkarlarına âcil bir çözümü gerektirmektedir. Bu bir karışık
lıktır, bugünkü şartlar altında birlikte yaşamanın imkânsız du
ruma gelişidir.
Hiçbir komşuluk ilişkisinde maddi çıkarlar, bir yüzyıldan
beri olan ciddi çatışmaları haklı göstermedi. Öte yandan, özel
likle Müslümanların yaşadıkları bölgeler, Doğu sorununun ne
den olduğu tahrikin dışında kalmışlardır.
161
Rusya’ya karşı Türkiye’yi Kırım Savaşında savunan Avru
pa devletleri, Doğu sorununu kökünden çözebileceklerini san
dılar. Hıristiyanların kaderiyle uğraştılar. 1856 Hattı Hüma
yunu bu konudaki barış ve uzak görüş politikasının bir ifade
sidir. Gerçekten bu reformlar, Hıristiyanların can, mal ve na
muslarım güvence altına alıyor ve Müslümanlarla eşit haklara
sahip olmalarını sağlayan noktaları kapsıyorlardı. Bu reform
lar, Osmanlı anayasasını getirdi. Bütün bu gayretler Müslü-
manlar karşısında Hıristiyanları Müslümanlara karşı savunmak
yönünde yorumlandı. Yeni müessese ve garantileri, İslam zih
niyeti kâğıt üzerinde bıraktı. Adalet Müslümanlara hizmet et
ti. Babıâli iyi niyetini göstermiş ve fakat imkânsız olanı söz
vermişti. Vicdan özgürlüğü ve adaletin bölüşümünü, bu iki esas
görevi hiçbir hükümet uygulayamamıştır, zira bunlar İslam di
nine aykırı düşer.
Türkiye’de vicdan özgürlüğünün anlamı, Hıristiyanı Müs
lüman yapmaktır. Bir Müslümanm Hıristiyan olması kesinlik
le hoş karşılanmaz. Vicdan özgürlüğü, kiliselerin birbirleri ara
sındaki ilişkilerde de görülemez. Adalet dağılımında da öyledir.
Adalet önünde Müslüman her zaman ayrı tutulur. Müslümana
karşı Hıristiyanın tanıklığına izin verilmez. Hiçbir Müslüman
görevli, kutsal kitabının emrinden çıkamaz. Bu nedenle görev
lileri suçlamamak gerekir. Böylece yeni reformlar, yeni karışık
lıklardan başka bir çözüm yolu getirmemiştir. Bu teokratik
devlette Müslümanlarla Hıristiyanların bir arada yaşamalarına
olanak yoktur.
Ancak bir Hıristiyan otorite, eşitliği uygulayabilir. An
cak o, adaleti sağlayabilir. Ancak o, vicdan özgürlüğünü uygu
layabilir. Bu itibarla Hıristiyanlarla Müslümanların içlidışlı
olduğu yerlerde Müslümanların yönetimi yerine, Hıristiyan ida
resini koymak gerekir. Bu durum, hemen hemen Türkiye’nin
bütün Avrupa vilayetlerinde, Asya’da Ermenistan ve Kilikya’da
da mevcuttur.
Türk Ermenilerinin isteği de böyle bir çözüm biçimidir.
Bağımsızlığını yitirdiği beş yüzyıldan beri Ermeniler, bar
barların zulmüne uğradı ve dünyaya dağıldılar. Fakat büyük
bir kısım yerlerinde kaldı, ulusal duygularını, kültürlerini yitir
medi. Büyük Ermenistan’ın vilayetlerinde ve küçük Ermenis
tan’da iki milyonun üstünde Ermeni vardır. Ermeniler Türk-
lerin değil, fakat Müslümanların vahşetine uğramıştır. Bir yüz
yıldan beri ayaklanma ve katliam sürüp gitmektedir. Eğer Bul
162
gar ve Yunanlılar bir çekmişlerse, Ermenilcr bunun iki katını
çekmişlerdir. Bunun nedeni vahşet ve hükümetin iktidar zayıf
lığıdır.
Fakat Ermenilerin geleceğe inançları vardır. Rusya’nm
isteği, ülkenin öteki devletlerle birlikte bölüşülmesidir. Eğer
böyle olursa Ermeniler, Müslümanların idaresinde mi kalacak?
Ermeniler politik bir ihtirastan uzaktır, ancak bu, Lüb
nan’da olduğu gibi verilecek güvencelerle Türk Ermenistamn-
da Hıristiyan bir idare istemektir. Böylece Hıristiyan idareci,
Müslüman ve Hıristiyan görevliler arasında dengeyi sağlayacak
vc eskiden olduğu gibi Sultanın sadık uyruğu olacaklardır.
Ermeniler, bütün ıstırap çekenler adına ve onların hayati
çıkarları uğruna, Doğunun barışı yoluna ve Avrupa’nın çıkar
ları için, Doğu sorununun kesinlikle çözülmesini istiyorlar.
F. O. 424/70, s. 69-72, No. 134, 134/1
No. 70
Konsolos M uavini B iliotti'den, M arki Salisbury’e
No. 55, Siyasi
TRABZON, 7 Mayıs 1878
(Alındı, 28 Mayıs)
Artvin (Livanah)’de yaşayan Ermenilerin temsilcisi, Kon
solosa bir tel çekerek Rusların kasabayı ansızın işgal ve ken
dilerine çok kötü muamele ettiklerini, Osmanlı idaresindeki
herhangi bir yere göç etmeye hazır olduklarını, bu durumun
büyükelçiliğe ulaştırılmasını rica ediyor. Konsolos Muavini bu
telin Avusturya ve Fransa Konsoloslarına da ulaştırıldığını, bu
işte abartma olduğunu söylüyor.
No. 71
163
onlara bu olanağı vermemek gerektiği, başbakana söylenmiş
tir. Ali Şefik Bey başkanlığında bir soruşturma heyetinin gön
derileceği söylendi.
F.O . 424/70, s. 360 - 361, No. 587
No. 72
164
dolayısıyla ancak kendi kuvvetlerine dayanabileceklerini düşü
nüyor olabilirler. Ayrıca son olaylar, bunların devlete bağlılıkla
rının zayıflığını da göstermiştir. Bunlar, Osmanlı ülkesinin
hızla çökmesini hesaplayarak onun yerine gelecek olana döne
ceklerdir.
Batum, Ardahan ve Kars’ın casusların entrikaları için bi
rer üs olacağını bir tarafa bıraksak bile, bu yerlerin sadece
Rusya’da kalışıyla, Rusya’nın Anadolu topraklarının parçalan
masında, Babıâli üzerinde kuvvetli etkisi olacaktır. Bir tarafla
zayıf bir savunma, öte yandan başarılı bir saldırı karşısında
halk, yakın gelecekte siyasi tarihte meydana gelecek bir felaketi
sezerek, umut ve korkunun tahrikiyle, yükselen yeni güce bağ
lanacak ve çökeceğini düşündüğü güçten kaçacaktır.
İngiltere Hükümetinin, bölgelerde ortaya çıkacak bu gibi
ruhsal duruma olan etkisi, değiştirme gayreti göstermeksizin
durumu kabul etmesi olanaksızdır. Çünkü bu bölgelerin politik
durumları Büyük Britanya’nın Doğu çıkarlarını derinden ilgi
lendirir.
İngiltere Hükümeti, istila edilmiş bölgelerin tarafımızdan
ele geçirilmesi maksadıyla, askeri önlemlere başvurarak hedefin
elde edilmesini teklif etmemektedir. Böyle bir hareket, güç ve
pahalı olur ve büyük felaketleri kapsayabilir. Böyle bir hare
ket, bir savaş felaketini önlemek için ihtiyatlı önlemlerle son
radan pekleştirilmedikçe, düşünülen amaca hizmet edemez.
Alınacak tek önlem, Türk topraklarına karşı Rusya’nın ile
ride yapacağı bir saldırıyı silah gücüyle yok edebilecek yeterli
bir gücün bu işi üstlenmesidir Bu önlem, Türk Asyasmda Os
manlI idaresinin istikrarı için hatırı sayılır bir güvenlik sağlaya
bileceği gibi, şu anda Rusya’nın işgalinde bulunan toprakların
geri alınmasıyla birlikte, gerekli güveni de sağlar. Eğer bu iş,
tam ve istisnasız yerine getirilirse, çıkabilecek bir savaşı önle
yeceği gibi aynı zamanda Asya vilayetlerindeki halka, Asya’da
ki Türk idaresinin hızla çöküşe gitmeyeceği yolunda gerekli gü
veni de verecektir.
Ancak, İngiltere böyle bir teminatı vermeden önce, BabI
âli’nin bu iki şartı imzalaması gereklidir.
İstanbul’daki konferans vesilesiyle İngiltere Hükümeti, kö
tü bir hükümeti ve zulmü onaylamayacağını Babıâli’yc üstü
kapalı da olsa söylemiştir. Ayrıca herhangi bir durumda Ba
bIâli’nin Asya’daki topraklarını savunma taahhüdüne girmeden
önce İngiltere, Osmanlı Hükümetinin bu bölgedeki Hıristiyan
165
ve diğer uyruklarının yönetiminde gerekli reformların yapıla
cağı hususunda iyi niyetinden resmen emin olmalıdır. Bu aşa
mada genel koşulları kapsayan bir anlaşmadan fazlasını iste
mek arzu edilmemektedir. Alınacak özel önlemler, ancak dik
katli bir inceleme ve tartışmadan sonra kesinleşebilir.
Dış ülkelerde devletlerin güvenebilecekleri resmi şahısla
rın dikkatle seçilmeleri ve sadıkane destekleri; halkın durumunu
iyileştirmek için yasalarda yapılacak değişikliklerden daha da
önemli bir nokta olabilir. Ancak İngiltere’ye verilmesi gerek
li teminat, onu tatmin edebilmeli ve bu konuda ısrar etme hak
kını verebilmelidir. Bu, İngiltere Hükümetinin kabul edebile
ceği herhangi bir uzlaşmanın vazgeçilmez parçası olacaktır.
İngiltere Hükümetinin şimdi teklif ettiği yükümlülükleri etkin
likle yerine getirebilmesi için, Küçük Asya ve Suriye sahiline ya
kın bir bölgeyi işgal etmesi de gereklidir. İngiliz subaylarının
gerekirse İngiliz birliklerinin yakınlığı, bu yükümlülüğü içeren
bütün hedefler için, en iyi güvence olacaktır. Bu amaç için en
elverişli yer olarak Kıbrıs adası görülüyor. İngiltere Hükümeti,
Sultanın bu ada üzerindeki hükümranlığından vazgeçmesini ve
şimdiye kadar hâzinesine giren ada harcını azaltmayı istemiyor.
Bu nedenle, teklif edilen konu, yalnızca adanın işgali ve idare
sinin İngiltere’ye geçmesidir, ancak ada yine Osmanlı İmpara
torluğunun parçası olarak kalacak ve adanın harcamalarından
artan gelir şimdi neyse, bu meblağ, İngiliz Hükümetince her yıl
Sultanın hâzinesine gönderilecektir.
Bu öneri, Rusların Küçük Asya’nın bir kısmını ilhakıyla,
bundan doğacak sonuçlara bağlıdır. Şurası tam olarak anlaşıl
malıdır ki, tehlike bittiğinde aynı zamanda bu geçici önlem de
bitecektir. Eğer Rus Hükümeti bu savaşta aldığı yerleri BabI
âli’ye geri verirse, teklif edilen maddeler de yürürlükten kal
kacak ve ada derhal boşaltılacaktır.
Bu nedenle sizden, aşağıdaki şekilde BabIâli’nin uygun bu
lacağı bir anlaşma teklif etmenizi istiyor, Kraliçe ve onun hü
kümeti adına bunu sağlamanız için size tam yetki veriyoruz.
«Eğer Batum, Ardahan, Kars veya bunlardan herhangi bi
ri Ruslarda kalırsa veya Ruslar, Sultanın son barış anlaşmasın
da kesinlikle belirtilen Asya’daki topraklarından başka bir par
çasını da ileride ele geçirmeye teşebbüs ederse, Ingiltere Sulta
nın savunmasına silah gücüyle katılmayı taahhüt eder Buna
karşılık, bu topraklarda BabIâli’nin, Hıristiyan ve öteki uyruk
larının idaresinde İngiltere’nin sözünü yerine getirmesinde ge
166
rekli tedbiri alabilmesi için Sultan, iki devlet arasında sonra
dan varılacak anlaşmayla, gerekli reformları yapmaya söz ve
rir ve Kıbrıs adasının İngiltere tarafından işgal ve idaresine mu
vafakat eder.»
Türkiye, No. 36, (1878), s. 1 -2 , No. 1
N o. 73
No. 74
167
Ek : İstanbul Erm eni P atriği N erses’ten, İstanbul İn
giliz Büyükelçisi Layard'a
Ekselans,
Prens Bismark, başkan sıfatıyla kendisine yazdığım mek
tubu ve Ermenistan genel valiliği için tüzüğü Kongreye sundu
ğunu bana bildirdi. Size dün de söylediğim gibi kurulacak re
form komisyonlarında Ermenilere de görev verilmezse, gay
retler boşuna olur. Ermenistan’ın başka bir Hıristiyan devlete
katılması düşünülebilir. Ama biz Ermeniler, böyle bir şeyi arzu
etmiyor ve Sultanın idaresi altında kalmak istiyoruz. Bugün
Kongreye sunulan tüzüğün ruhu budur. Biz yalnızca iyi bir ida
renin garanti edilmesini istiyoruz. Bu konuyu, Kongredeki tem
silcinize ulaştırırsanız minnettar kalacağım.
F.O . 424/72, s. 46 - 47, No. 65 (E k -65/1)
No. 75
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 657, tel.
TARABYA, 10 Temmuz 1878
(Alındı, 11 Temmuz)
Ermeni Patriği, gerektiğinde, yabancı devletlerin himaye
sini talep edebilmek için barış anlaşmasının son biçiminde, özel
likle Ermenilerden söz edilmesini, ısrarla zatıâlinizden rica et
mektedir. Kongrece, Ermeni yasasının kabulü için Ermenüerin
sundukları metin üzerinde Berlin Kongresinin Ermenilerce ikna
edilememesi halinde, onlara kalan tek şey İngiltere’nin hima
yesidir. Patriğe herhangi bir umut vermeksizin, bu telgrafı za-
tıâlinize ulaştıracağımı söyledim.
F.O . 424/72, s. 68, No. 99
No. 76
Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbury’e
No. 906, Gizli
TARABYA, 14 Temmuz 1878
(Alındı, 21 Temmuz)
Ermeni Patriği, Rusya’nın Osmanlı Eımenilcri arasında
entrika çevirmekte olduğunu, İstanbul’da ve taşrada bu entrikası-
1 68
ııı yürütmek içiıı Ermenilere bir parti kurdurduğunu, buna ha
tırı sayılır kişilerin katılmış olduğunu; Berlin Kongresinde özel
likle Ermenilere bir atıfta bulunulmamasına karşılık, Slavlarla,
Türkiye’nin diğer Hıristiyan uyruklarının, Türkiye’ye karşı
savaştıkları halde şimdi bağımsızlıklarını aldıklarını veya
en azından özerklikle ödüllendirildiklerini söyleyerek Rus
yanlısı Ermenilerin kendisini hain yerine koyduklarım,
bu itibarla istifa etmekten başka çaresi kalmadığını be
yan etti. Kendisini yatıştırdım, karşı çıkmasını, Rusların oyu
nunu bozmaya çalışmasını öğütledim. Anlaşmaya Ermeni adı
nın konulmasını rica etti. Öteki ileri gelen Ermenilerle de görüş
tüm. Her ne kadar Rusya, kendisine katılan Ermenilerin mil
liyetlerini siliyorsa da, Babıâli can, mal güvenliğini sağlayamaz
sa bu halk ya Rusya’ya göç edecek, ya da ileride Rusya’nın
yardımıyla ayaklanacaktır, dediler.
F.O. 424/72, s. 160 -161 No. 211
No. 77
No. 78
169
leriyoruz. İlkin, Sultan reform yapmayı ve Kıbrıs konusundaki
anlaşma tasarısını kabul etmelidir.
İkinci olarak Babıâli, Yunanistan ve Avusturya ile bir an
laşmaya varmalıdır. Ama bu ikinci, birincinin şansını tehlikeye
düşürmemelidir.
F.O . 424/72, s. 202, No. 2S7
No. 79
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 943
TARABYA, 23 Temmuz 1878
(Almdı, 3 Ağustos)
Kıbrıs adasının işgali dolayısıyla sağlanacak faydalar hak
kında İstanbul’da çıkan, tanınmış Ermeni gazetelerinden Li-
rakir’de görülen makaleyi ilişikte sunuyorum.
«İster politik, ister ekonomik olsun İngiltere Küçük Asya’da
idari reformu yaptıracaktır. Eskiden 45 konsolos varken şimdi
Anadolu’nun her kentinde derdimizi dinleyecek, öğüt verecek,
yapılanları kontrol edecek birer konsolosluk bulunacak ve biz
bunlardan son derece yararlanacağız. İngiltere, bu reformları
kendi çıkarları için yaptırmak zorundadır.»
F .O . 424/73, s. 32, No. 43
Ek. F .O . 424/73, s. 32-33, No. 43
No. 80
M arki Salisbury’den, S ör A. H . Layard’a
No. 877
DIŞİŞLERİ, 31 Temmuz 1878
Ermeni Patriğiyle kendi durumu hakkmdaki konuşmanız
ve verdiğiniz öğüt hükümetçe onaylanmıştır.
F.O . 424/72, s. 260, No. 368
No. 81
M arki Salisbury'den, Sör A .H . Layard’a
DIŞŞİLERİ, 8 Ağustos 1878
Gerek İstanbul, gerekse Berlin Antlaşmalarında öngörülen
reformların yapılması amacıyla Avrupa’daki Osmanlı ülkesi için
1 70
bir Avrupa komisyonu kurulacak. Küçük Asya’daki reformlar
aşağıdaki esaslar üzerinde olacak ve bu reformlar Sultanca ya
pılacak. İmzacı devletler yapılanları gözetecekler. Yerel idare
lerin halkın temsilcileri eliyle olması, başka yerlerde denenmek
tedir. Bu, Türkiye’de İslamların alıştığı bir sistem değildir. Er-
meniler, bu sisteme yatkın gibi görünüyorlar, ancak bunlar küçük
bir azınlık değillerdir. Dahası, dağınık durumdadırlar ve Müs
lümanlarla da içlidışlı olmuşlardır. Lübnan’dakiler gibi değil
lerdir. Bu nedenle, Ermeniler için ayrı bir hükümet biçimi uy
gulanması olanaksız bir çözüm yoludur.
1. Avrupalılarca organize ve komuta edilecek bir jandar
ma teşkilatı.
2. Osmanlı Asyasınm en önemli şehirlerinde İzmir, Di
yarbakır, Halep, Şam ve Bağdat’ta merkezi mahkemelerin kurul
ması ve alt kademcdckilerin de kendi sorumluluğu altında ola
cak şekilde olması; Avrupalı bir hukukçunun her birinde bu
lunması, her muhakemede onun fikrinin alınması.
3. Genellikle her vilayete bir Avrupalı vergi toplayıcısı
atanması ve araziyi 10 yıllık kiraya bağlayacak şekilde âşâr işi
ni çözümlemesi.
Valiler ve yargıçlar belli bir süre idarede kalacaklar. Ay
nı koşulların vergi toplayıcısına da uygulanması arzuya değer.
Bu direktife göre hemen ilgili bakanlıklarla temasa geçiniz.
Türkiye, No. 51 (1878), s. 1-5, No. 1
No. 82
Sör A. H . Layard’dan, M arki Sattsbury’e
No. 1027
TARABYA, 14 Ağustos 1878
(Alındı, 23 Ağustos)
171
No. 83
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 21 Ağustos 1878
(Alındı, 30 Ağustos)
Başbakan Saffet Paşaya reform ilkelerini içeren memo
randumu verdim. Paşa, jandarma için para yok, şimdi zaten
istinaf mahkemeleri var, çok iyi Türkçe bilen yabancı hukuk
çu nerede bulunacak? Pratik değil, âşârı kaldırmanın olanağı
yok, halk o kadar bu sisteme alışmış ki, Yunanistan bile kaldı
ramadı. Valiler, iyi iseler, ölünceye dek görevde kalabilirler,
Fakat iyi vali bulmak da başka sorun dedi. Paşa açık fikirli,
fakat kabinedeki birtakım kimselerin bütün reformlara karşı
olduğunu ve bunların Türkiye işlerinde Avrupa’nın müdaha
lesinin arttığını ileri sürerek karşı çıkacaklarını söyledi. Ek - ME
MORANDUM 81 sayılı belgede belirtilenlerin genişletilmiş sek
li.
Türkiye, No. 51 (1878), s. 4 -5 , No. 2, s. 6-7, No. 2/1
No. 84
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 797, tel.
TARABYA, 27 Ağustos 1878
Bu sabah reformlar üzerinde Sultanla görüştüm. Baker
Paşayı hemen Doğuya göndereceğini, mahkemeleri ıslah edece
ğini, ıslahat için paraya ihtiyacı olduğunu, İngiltere’nin borç
vermesini istedi. Bazı bakanların değişmesini, birlikte müza
kere ettik.
F O. 424/73, s. 273, No. 453
No. 85
Sör A. II. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1082
TARABYA, 30 Ağustos 1878
(Alındı, 12 Eylül)
Ermeni Lirakir gazetesinden bir çeviri sunuyorum.
172
Ek : 28 Ağustos T arihli L irakir’den
Avrupa gazetelerinde 18 Ağustos tarihli bir telgrafta, Tif
lis'te çıkan Mishag gazetesi; Türklerle İngilizler arasındaki
anlaşmanın Türklerden yana, Ernıeniler içinse bir yük olduğu
nu söyleyerek Ermenilerin Rusya Ermenistanına göç etmelerini
salık veriyor.
Oysa bunun OsmanlIların ekmeğine yağ süreceğini anlamı
yor mu? OsmanlIlar bu göç edenlerin yerlerine Müslüman göç
menler getirirler.
F.O . 424/74 s. 129, No. 198, s. 129-130, No. 198/1
No. 86
S ör A. H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 725, tel.
İSTANBUL, 12 Eylül 1878
(Alındı, 13 Eylül)
Reformlar hakkındaki memorandumun Bakanlar Kurulun
ca ilke olarak kabul olunduğunu, fakat hemen yürürlüğe ko
nulmalarının bazı pratik güçlükleri olduğunu Başbakan bana
bugün söyledi.
F.O. 424/74, s. 166, No. 248
No. 87
Konsolos M uavini B iliotti'den, M arki Salisbury’e
TRABZON, 13 Eylül 1878
(Alındı, 25 Eylül)
Erzurum’dan gelen Fransız konsolosunun verdiği habere
göre, Rus askerleri 9 Eylülde başlamak üzere Batum’u 10 gün
içinde boşaltacaklar. 1/3 Rus kuvveti Kars’a, 1/3’ü Soğanlı’ya,
kalanı da yeni hudut boyunca yerleşecek; geride Türklerle
birlikte kalmaktan korkan bazı Ermeniler, Ruslarla gitmekte.
Ermenilerin işgal sırasmda kazandıklarının ikiye bölünmesi
için Türklerin onları zorlayacağı, herhangi bir misillemeye en
gel olmak için iki Rus taburunun Erzurumda bırakıldığı.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 193, No. 204
1 73
No. 88
S ör A. H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 832, tel.
İSTANBUL, 14 Eylül 1878
(Alındı, 15 Eylül)
Rusların çekilmesiyle Müslümanlar tarafından Hıristiyan-
lara bir kötülük yapılmasının önüne geçilmesi için gerekli ön
lemlerin hemen alınması yolunda Sultanın dikkatini çektim.
Ayrıca oraya mutasarrıf rütbesinde bir Ermeniyi vali nezdine
göndermesini, Ermenilere güven sağlamasını, valiyi değiştirme
sini öğütledim. Gerekli önlemlerin alınması için hemen baş-
vezire buyruk verdi. Vali Kürttür. O bu işi daha garantiye ala
bilir, dedi.
F .O . 424/74, s. 175, N o. 281
No. 89
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 836, tel.
İSTANBUL, 15 Eylül 1878
(Alındı, 16 Eylül)
Muhtemelen Rusların da teşvikiyle Erzurum’da, Ermeni-
ler arasında, Rusların çekilmesi dolayısıyla Müslümanların in
tikam alacakları düşüncesiyle panik vardır. Erzurum’a bir İn
giliz konsolosunun zaman kaybetmeksizin gönderilmesi.
F. O. 424/74, s. 185, No. 302
No. 90
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 837, tel.
İSTANBUL, 15 Eylül 1878
(Alındı, 16 Eylül)
Sultan ve Başvezir:
Asya Türkiyesindeki önemli vilayetlerde idarenin kont
rolünü elde etmek için Küçük Asya’nın veya birden fazla vi-
174
Iayetin gelirlerine karşılık borç verilmesi, bu gelirlerin İngi
liz Hükümetinin atayacağı bir İngiliz tarafından toplanması,
borcun garantisi olur, dediler.
F. O. 424/74, s. 185, N o. 303
No. 91
S ör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 16 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Rusların kullandıkları ajanlar, Ermenileri Müslümanlar öç
alacaklar diye, göçe zorlamakta ve Berlin Antlaşmasından mem
nun kalmadıklarını yaymak için kıyıma teşvik etmekteler. Baş
bakanın dikkatini çekerek, olabilecek bir kıyıma karşı hemen
önlem almasını istedim. Erzurum’a acele bir konsolos gönderin.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 201 -202, No. 214
No. 92
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 16 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Erzurum Başpiskoposu, İstanbul Ermeni Patriği ve Erzu
rum ABD rahibinden aldığım tellere göre, Rusların çekilmesi
dolayısıyla Doğu Anadolu’da Hıristivanlarda panik varmış. Baş
bakan gerekli önlemlerin alınması yolunda uyarıldı ve Başba
kan bütün önlemlerin alınacağını söyledi.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 198, No. 213
No. 93
S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbuıy’e
No. 1141
TARABYA, 16 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Türkiye’deki Ermeniler arasında büyük ölçüde okunan ve
Tiflis'te çıkan Ermenice Mishag (işçi) gazetesindeki yazı-
175
mn çevirisini sunuyorum. Bu yazının amacı, Eımenilerin İngil
tere’ye olan güvenini sarsmak, onların koruyucu olarak Rus
ya’yı görmelerini sağlamak ve onları Türk Hükümetine karşı
kışkırtmaktır.
Ek : M ishag Gazetesinden
«Şimdi İngiltere ne yazıyor. Bize bugün ulaşan telgrafta
Zeytun’daki Ermenilerin Türklere karşı isyan ettikleri bildi
rilmektedir.
Epir, Tisalya, Arnavutluk, Bosna ve Ermenistan’daki kay
naşma ve kargaşalar bir yangının alevleri gibi Türkiye’yi sara
caktır.
İngiltere Türkiye’yi zorlayarak yaptığı gizli anlaşma ile
Türkiye’nin bütünlüpnü korumak gibi çok güç biı“ sorumlulu
ğu üzerine almıştır. Bu durumda İngiltere ne yapmalıdır, suali
ni sormak gerek.
Bu anlaşmanın gayesi Türkiye’yi dış düşmanlara karşı hi
maye midir, yoksa iç isyana ve kargaşalara karşı Osmanlı Hü
kümetini korumak mıdır?
Birincisinde, İngiltere, Doğu politikası ve çıkarı dolayısıyla
bu işi yapmaktadır. Rusya’nın, ileride Asya’da yapacağı bir
istilayı önlemektedir. İikncisinde ise, İngiltere’nin, Müslüman
ları birleştirmesi ve Doğudaki Hıristiyanlığı boğup yok etmesi,
başlıca hedef olur.
İngiltere Asya’da Hıristiyan unsurların yok olmasını is
teyebilir mi?
Ne yazık ki, İngiltere’nin Hindistan’daki hâkimiyetinin ta
rihi, bu insani hissin, özellikle Küçük Asya’daki Ermenistan
için mümkün olduğunu göstermiştir.
İngiltere Hindistan’da Hıristiyanlığı yaymaya mı, yoksa
kendi hudutsuz hâkimiyeti için onları putperestlikte bırakmaya
mı çalışıyor?
İngiltere’nin Ermenistan’ı gütmesi için, onun yalnızlığa
terki mi daha çok işine gelmektedir, yoksa Türklerin yanında
duyguları körelmiş, kayıtsız ve tembel olmaları mı onu mem
nun edecektir?
İngiltere için istila edeceği ülkelerin kaynakları önemlidir.
Orada morali yerinde ve kültürlü milletler olmaması daha çok
işine gelir.
Gelecek, yanılıp yanılmadığımızı gösterecektir. Eğer ingil
176
tere, Osman! ı Hükümetine karşı ayaklanan Hıristiyanları Ingi
liz ve Hint kuvvetleriyle bastırmaya kalkarsa, bu Osmanlı dev
letinin bütünlüğünü korumada Ingiltere’nin hedefini kanıtla-
v3lâktır
F.O. 424/74, s. 309, No. 495 (E k -495/1)
No. 94
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 844, tel.
İSTANBUL, 19 Eylül 1878
(Alındı, 20 Eylül)
Cumartesi günü Sultanla görüşür görüşmez, İsmail Hakkı
Paşaya Ermenilerin korunması için kesin buyruk verildi. Paşa
haberlerin asılsız olduğunu, şişirildiğini söyledi, inanıyorum ki,
Avrupa’yı yanlış yola sevk etmek, Ermenileri Osmanlı yöneti
mine karşı ayaklandırmak ve Ermeniler arasında panik çıkar
mak isteniliyor.
F.O. 424/74, s. 246, No. 388
No. 95
P lunkett’den, M arki Salisbury’e
No. 791
ST. PETERSBURG, 19 Eylül 1878
(Alındı, 24 Eylül)
«Ajans Rus» Erzurum’dan alınan iki telgrafı yayımlamış
tır. Bunlarda Rusların çekilmeleri nedeniyle Müslümanların
hınç alacakları belirtilmekte ve şehirde panik olduğu iddia edil
mektedir.
F.O . 424/74, s. 265, No. 436, 436/1
Türkiye, No. 53 (1878), s. 190, No. 198, 198/1
No. 96
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1152, Gizli (B.B.)
TARABYA, 19 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Doğu Anadolu’daki Ermeni paniği ve hükümetin aldığı
tedbirler hakkında Patrik Nerses ile görüştüm. Patrik, alman
177
Önlemlerin yeterli olmadığını, Ermenistan için bir Ermeni va
li tayin edilmesini, bağımsızlık ya da Bulgarlara verildiği gibi
onlara da özerklik verilmesi gerektiğini, cemaatinin yüzüne
bakamadığını, Ruslara katılsaydık, bağımsızlığımızı alırdık ya
da özerk olurduk, sen engelledin diye beni sorumlu tutuyorlar
dedi. Bunun ileriki iş olduğunu, önce nizamın sağlanması ge
rektiğini ve buna yardımcı olmasını söyledim. AvrupalI bir
vali tayin edilmesinin, ya da vali muavininin Hıristiyan olması
nın bir değeri olmadığını, söz verilen reformların yapılmasını
gözetmek ve Hıristiyanlan korumak için bir Avrupa komisyo
nunun kurulmasını ileri sürdü.
F. O. 424/74, s. 322, No. 503
NO. 97
No. 98
178
kâyetlerini korkusuzca yapabilmektedir. Bağdat’tan gelen ta
burların askerleri çarşıyı haraca kesmişler. Saffet Paşaya bu
durumu anlattım.
F .O . 424/75, s. 31-32, No. 76, 76/1
Türkiye, No. 54 (1878), s. 5, No. 13, 13/1
No. 99
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 23 Eylül 1878
(Alındı, 4 Ekim)
No. 100
P lunkett’den, M arki Salisbury'e
ST. PETERSBURG, 25 Eylül 1878
(Alındı, 30 Eylül)
No. 101
S ör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1189
TARABYA, 26 Eylül 1878
(Alındı, 4 Ekim)
179
Bu notta BabIâli’ye yapılacak her başvurunun mutlaka soruş
turularak gereğinin yapılacağından emin olunması vurgulan
maktadır.
F .O . 424/75, s. 47, No. 94
Türkiye, No. 54 (1878), s. 13, No. 23, 23/1
No. 102
No. 103
1 80
kiyor. Gerekli önlemlerin alınmasını ve bunların kendisine bil
dirilmesini istiyor.
Ertesi günkü telinde ise, saldırıya uğrayan bir Ermeninin
Türklere inancı olmadığı, Kürtlerden korktuğu, Rusya’ya gö
çe hazırlandığı yolundaki haberine dayanarak İsmail Paşayı
uyarıyor Bir tek kelime ile Ermenistan’ın Hıristiyan halkının
boşaltılabileceğini, fakat Çarın tersini buyurduğunu, Ermeni-
Icıin yerinde kalması için İsmail Paşanın gerekli önlemleri al
ması rica ediliyor. General Lazareff’in, General Doukazkoy’a
gönderdiği telde; Erzurum caddelerinde duvarlara yapıştırılan
beyanatın içeriğinin Ermenilerce bilinmesini emrediyor. La-
zareff bu ilanında, özel durumların genel huzuru bozmaması,
karışıklığın BabIâli’nin çıkarlarına aykırı düştüğü, Ermenilerin
bir Hıristiyan olarak hareket etmelerini, BabIâli’nin gerekli ön
lemleri alacağından emin olduğunu Ayastafanos Antlaşmasın
da öngörülen reformların Berlin Antlaşmasında ortadan kaldı
rılmadığını belirtiyor.
Şahsen Erzurum’daki son durumdan bilgim yok. Fakat
Erzurum’dan tel alan kimselerin bana söylediklerine göre Rus
ların döneceği haberinin de yakıştırma olduğu anlaşılıyor. Ma
rnafi Ermeniler vehim içindedirler, fakat bizzat General Laza
reff’in Ermenilerin güvenliği konusunda pek az endişesi vardır.
Ek - 1
Bay H ekim lan'a
16 Eylül 1878
181
Bu akşam kilise makamları, Genel Vali İsmail ve Vali Ha
cı Hüseyin Paşalardan şu teli aldılar:
«Bugüne kadarki sükûnet ve dostluğunuza müteşekkiriz.
Bazı küçük ıstıraplarınız oldu. Ama bunların hepsi artık bit
miştir. Artık Rus dostlarımıza şerefli bir şekilde güle güle te
mennisinde bulunmanızı rica ediyoruz. Hacı Hüseyin Paşa si
zin durumunuzu tespit ve iyileştirme göreviyle oraya gönde
rilmiştir, vs.»
Hacı Hüseyin Paşa bir kıta ile birlikte geldi, önemli resmi
şahıslarca karşılandı. Nihayet Türkler geldi. Ne olacağını göre
ceğiz.
Şehrimizdeki Ermeniler, Türklerin öç alacaklarını düşü
nerek son zamanlarda büyük bir paniğe kapıldılar. Bununla be
raber Türkler, umutsuz, maneviyatları bozuk ve kararsız gö
rünüyorlar.
Birkaç gün önce Lazareff, Ermenilerin göçünü engellemek
için Kars’tan bir bildiri gönderdi; bütün duvarlara yapıştırıldı ve
göç fikrini büyük ölçüde yatıştırdı. Fakat bunun etkisi ancak üç
gün sürdü. Şimdi ateşi her an yakacak kıvılcım var. Civardaki-
ler kadar, şehrimizde göç yok. Avamdan 50 aile olabileceğini,
Ermeni ileri gelenlerinden Pastırmacıyan ismindeki bir şahıs
tahmin etmektedir.
Köylere göçen 150 aile; bunlardan bazıları aynı zamanda
Erzurum’da yerleşmiş. Diğerleri Kars’a gitmişler. Köylüler
göç etmek istiyor. Fakat kilise makamları onları engellemeye
gayret gösteriyor. Eleşkirt Ovasından 110 köyden fazlası, 10,
15 000 kişi Erivan Ovasına göç etmiş, bunların içinde Yezidiler
ve Ermeni Katolikleri de var. Gerisi Ermeni Gregorienlerdir.
Göçten önce evlerini, malzeme ve ekinlerini yaktılar, an
cak çok gerekli eşyalarını birlikte götürdüler. Rus Hükümeti
nin arzusu hilafına bu göçe sebep olan kişi, bir Rus subayıdır.
işgal sırasında şehri terk eden Türk ailelerinin sayısı
1500’den fazla değildir. Şimdilerde geri dönmeye başladılar.
Burada hiçbir Türk askeri yok. Yalnızca Hacı Hüseyin Paşaya
eşlik eden bazı subaylar var.
Ruslar devamlı çekiliyorlar, yaklaşık 20.000 asker, 2000
süvari, 2000 kazak var, hepsi çadırda. Ruslar çekildikten son
ra burada 600 asker, 200 süvari ve 60 kazak bırakmak niyetin
deler.
Birkaç günden beri, M.G. Gamsaraganoff adında genç bir
Ermeninin buraya Rus konsolosu olarak tayin edileceği söy
1 82
leniyor. Askeri hükümet Valisi General Doukazkoy, şehre 15
dakika uzakta bir çadırlı ordugâhta bulunuyor. Birkaç gün bu
rada kaldıktan sonra gitmek niyetinde.
Ayın 17’sindeki durum bu; Rusların buradan gitmiş olma
ları gerekse de hâlâ buradalar; kısacası, projeleri anlaşılabilir
gibi değil.
Ek - 2
K orgeneral Lazareff’den, M üşir İsm ail Paşaya
Erzurum askeri valisi; dün gece bir miktar Türkün bir Er
meni evini basıp yağmaladığını, bir erkeği yaraladığını ve bir
kadına da tecavüz edildiğini bildirdi. Özellikle Hıristiyanlara
karşı tehdit savuran bir Türke karşı çıkan bir Ermeninin yara
landığı öğrenilmişti. Korkudan titreşen binlerce kişi, Piskopo
sun kapısında toplanmış, Türklerin artan tehdidini ve içinde bu
lundukları şaşkınlıklarını dile getirmişlerdir.
Askeri valiye şehri tamamen terk edinceye kadar, bütün
önlemleri almasını emretmekle beraber, sizin de nüfuzunuzla
bütün yollara başvurarak Hıristiyan halkın himaye ve sükûne
tini sağlamanızı rica ediyorum.
Gerek Sultanın size verdiği yetki, gerek asker olmanız ve
gerekse şahsınıza beslenen saygı ile Müslümanları sükûnete da
vet edeceğinizden ve Hıristiyanlara güven vereceğinizden emi
nim.
Osmanlı idaresindeki Hıristiyanlara yaptığım açıklamayı
biliyorsunuz. Bu konuların düşünülmesini ve Hıristiyanlara mer
hamet edilmesini zatıâlinizden rica ederim. Alacağınız önlem
lerden beni haberdar etmenizi de ayrıca diliyorum. Ben de bun
ları Grandüke bildireceğim.
Ek - 3
K orgeneral Lazareff’den, M üşir İsm ail Paşaya
Kars, 13 Eylül 1878
183
Generalim, sizin de bildiğiniz gibi ve Çardan aldığım ta
limata göre bütün nüfuzumu kullanarak Ermeni halkını yatıştır
maya çalıştım. Onlara yerlerinde kalarak Osmanlı Hükümetine
itaat etmelerini, ona inanmalarını ve bunun en iyi güvence ola
cağım namus sözü vererek iknaya çalıştım.
Generalim, sizin de benim fikrimde olduğunuzu biliyorum.
Onları yatıştırarak yerlerinde kalmalarını sağlayınız. Göç edi
niz desem, bütün Hıristiyan vilayetleri boşalır. Ancak, Ermeni
toplumunun iyiliğini yürekten isteyen bir kimse olarak, göçün
büyük yoksunluk ve kayıplara neden olacağının bilinci içinde,
Grandükten aldığım sıkı talimat dolayısıyla, Sayın Generalim
bu işi canı gönülden yapmanızı ve onların sevaplarını almanızı,
alacağınız önlemlerden beni haberdar etmenizi dilerim.
Ek • 4
K orgeneral Lazareff’den, Tüm general Doukazkoy’a
Kars, 13 Eylül 1878, tel.
184
No. 104
No. 105
No. 106
185
No. 107
S ör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 1290
TARABYA, 19 Ekim 1878
(Alındı, 1 Kasım)
No. 108
Sör A. H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 1316, Gizli
TARABYA, 24 Ekim 1878
(Alındı, 1 Kasım)
No. 109
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1319
TARABYA, 24 Ekim 1878
(Alındı, 1 Kasım)
186
Ek : Saffet Paşadan, Büyükelçi Layard’a (81’de be
lirtilen İngiliz notasına B abıâli’nin karşılığı olan nota)
1. Jandarma teşkilatında yabancı subay, ancak teşkilat ta
mamlanıncaya kadar bulunacak, kumandan olamayacak,
2. Adliyenin düzeltilmesi gerekli, ama yabancı yargıç
lar ancak müfettiş olarak bulunabilecek,
3. Âşâr sistemi önce I, 2 vilayette değiştirilerek, alına
cak sonuçlara göre, bütün ülkeye yeni sistem uygulanacak,
4. Valiler, bazı zorunlu durumlar dışında, 5 yıl süreyle
görev yapacak.
F.O , 424/76, s. 33-36, No, 23
Türkiye, No. 51 (1878), s. 7 -8 , No. 3, s. 11-12, No, 3/1
No. 110
No. 111
187
iliğime eklemeyi gerekli gördüğüm düşüncelerimi aşağıda su
nuyorum :
İngiltere Hükümetinin ileri sürdüğü reformları, bazı ba
kanlar ve kabine dışındaki nüfuzlu kişiler, toptan reddetmek
istemişlerse de Sultan bunu önlemiştir. Notamızı ret fikrinde
olanlar, bu notanın hükümranlık haklarını yok ettiğine, bu
himaye ve kontrolün sonradan ilhaka dönüşeceğine Sultanı
ikna etmeye çalışmışlardır. Bu konuda bakanlar kurulu gö
rüşmelerine dayanan cevabi notaya, ilkin bakanlar kurulunca
çoğunlukla ret cevabı verilmişti. Ancak bu cevap, sarayca
onaylanmamış, nihayet başbakanın da yardımı ve hükümdarın
düzeltmeleriyle ikinci kez bakanlar kurulundan oybirliğiyle çı
karılmıştır.
Jandarma, mahkeme ve vergi toplamada AvrupalIların
kullanılması, danışmanlığın dışında olanaksız görülmektedir.
Ama bu ülkedeki deneylerime dayanarak şunu söyleyebilirim.
Eğer Türkler bu AvrupalI danışmanlardan cidden faydalana
bileceklerine inanırlarsa, onlara istemeden de olsa geniş yet
kiler verebilirler. Bu itibarla bu konudaki duyarlılıklarını ola
ğan karşılıyorum.
Jandarma teşkilat yasasi, esas itibariyle Baker Paşanın
tavsiyelerine uyularak Devlet Şûrasınca hazırlanmaktadır. Ge
rek Saffet Paşa, gerekse Hayrettin Paşa ile özel görüşmeler
den edindiğim izlenime göre, her ikisi de reformları yapmayı
gönülden istiyorlar, ancak ellerinde gerekli olanak olursa.
Adalet Bakanlığı mahkemelerin reformu ile ilgili yasaları
hazırlıyor.
Babıâli, bazı vilayetlerde geliri düzenleyen sistemi uygu
lamaya hazır.
Şimdi Saffet Paşanın verdiği notada sözü edilen 4 reform
üzerindeki düşüncelerimi belirteyim :
1. Jandarma teşkilatı için merkezi bir yönetim kuru
olacak. Bunun başına yetkili bir AvrupalI subay getirilecek.
Müslümanlar, yabancıların içişlerine karışmalarından hoş
lanmıyorlar. Bu nedenle komuta mevkiinde halkla doğrudan
temasta olacak yabancı subayların dil ve geleneklere yaban
cılığı dolayısıyla, en üst seviyede bir yabancı subayın bulunuşu
daha uygundur. Böylece hem Hıristiyanlar, hem de Müslü
manlar jandarmadan bir şikâyetleri olursa bu makam gereğini
yapar diyorlar. Baker Paşa bu fikri onaylamaktadır. Ben her
vilayetteki jandarma komutanlığına bir yabancı subayın atan
188
ması konusuna görüşmelerim sırasında değinmiştim. Onlar,
yalnızca İstanbul’da kurulacak jandarma teşkilatı merkezini
anlamışlar. Ancak biz istersek, bütün vilayetlerde olmasında da
bir sakınca görmüyorlar.
2. Saffet Paşanın notundaki adliye teşkilatı reformuyla
ilgili konuya gelince: Her mahkemede bir yabancı hukukçunun
bulunması ve bütün kararların onun onayından geçmesi, eş
yanın tabiatına aykırı bir noktadır. Zira bu kişi ne gelenekleri,
ııe de Türk yasalarıyla dilini bilebilir. Bu biçim, adalete sığma
yan bir konudur. Bunun yerine bir yabancı adli müfettişin
olması ve bu kişinin mahkemeleri denetleyerek gerek usul,
gerekse rüşvet bakımından kötü işleyenler üzerinde işlem yap
ması, ancak bu görevi yapacak insanın gerçekten işini iyi
bilmesi gerektiği üzerinde durdular. Böyle bir kimse, Müslü-
manlarda bir güven yaratabilirse, bu güvenin koşutunda yet
kileri de genişletilebilir. İmparatorluğun gelişmesi ve refahı
için gerekli reformları yapabilir.
3. Yeni gelir vergisinin yeni bir sisteme bağlanması için
ciddi bir itiraz yok.
Saffet Paşa, âşârın kaldırılmasının Aydın’da denenmesi
ni ileri sürdü. Zira bu bölge hem tarımsal açıdan zengin, hem
de İzmir’i içine alıyor. Dolayısıyla liman ve ticaret merkezleri
ne de sahip olduğundan güzel bir pilot bölge olur. Elde edi
lecek sonuca göre, yavaş yavaş öteki vilayetlere de yayılır di
yor. Sultan ise, Saffet Paşanın Aydın teklifini uygun bulmadı.
Çünkü İzmir’de zeybekler var. Bunlar dik kafalıdırlar, itiraz
edebilirler. Kastamonu halkı daha barışseverdir diyerek, bu
reformun orada denenmesinin yararlı olacağına ilişkin görüş
lerini belirtti.
BabIâli’nin yanıtında vergilerin toplanmasıyla ilgili olarak
AvrupalI görevlinin yetkilerinin ne olacağı ve ne yapacağı pek
anlaşılmıyor. Yalnızca bu konuda yabancı maliyecileri kulla
nacağını söylüyor.
Sizin talimatınızdan anladığıma göre, Hindistan’daki vergi
toplayıcılarına benzer bir görev verilmesini amaçlıyoruz.
BabIâli’nin bu yabancılara ne gibi görevler vereceğine sıra
gelince, sizin düşündüklerinizi telkin ederim.
4. Vali, yargıç ve vergi toplayıcılarının belli bir süre gö
revde kalmaları konusunda Sultan, bu sürenin 5 yıl olmasını
189
söylüyor. Bununla birlikte toplumun yararına olacak durum
larda işten el çektirilmesi kaydı da belirtilmesi gereken bir
başka konudur.
Sizin teklifinizde bu işin özel bir kurulca yapılması key
fiyetine gelince, 1876 Anayasasındaki yüksek mahkeme ya da
senato gibi kuramlara bu görev verilebilirse de bu uygulama,
ciddi engeller yaratabilir. Saffet Paşa, halen bu gibi görevlile
rin işten el çektirilmeleri işinin, Bakanlar Kurulunun tavsiye
siyle Sultan tarafından yapıldığım söyledi. Dahası bu konunun
Sultanın haklarına karışmak gibi görülebileceğini belirtti. An
cak ben, Sultana bunun önemini izah ederim.
BabIâli’nin reformları yapmadaki isteği ne derecede olur
sa olsun, başta gelen önemli konu, eldeki parasal olanaklar
sorunu. Devlet bütçesi böylesi büyük masrafı karşılayamaz.
Şimdilerde aylıklar çok düşük, düzenli de ödenmiyor. Polisin
maaşı ayda yalnızca 4 şilin ve bu miktar, bütün yolsuzlukla
rın kaynağıdır. Jandarma sayısını 30.000’den 40.000’e çıkarmak
ve bunlara aylık ödeyememek yarardan çok zarar getirir.
Saffet Paşanın dediğine göre, mahkemelerin düzeltilmesi
ve adli müfettiş kullanmak, en az 500.000 İngiliz lirasına ih
tiyaç gösterir. Osmanlı Hükümetinin reformlarında görev ala
cak yabancılara iyi ve zamanında aylık vermesi gerek. Halen
ordu dahil, devlet hizmetinde olanlar zaten az olan maaşları da
gecikince dilenecek duruma geliyorlar.
Osmanlı devletinin reformları yapmamak için hazine du
rumunu bahane ettiğinden haberdarım. Eğer gerçekten yap
mak isterse, Ingiltere’yi memnun edecek şekilde onları ya
par. Fakat imparatorluğun durumunu iyi bilen herkes, bu
mali durumla bu reformların bir kısmının yapılamayacağını
kabul eder. Gelir kaynaklarına ciddi bir sekte vurmadan âşârın
kaldırılması, vali, yargıç ve öteki yüksek görevlilerin yüklene
cekleri görevlerle uygun olarak maaşlarının doyurucu olması
gerekir. Bunu Babıâli hangi iç ve dış kaynaktan bulacak? Bu
nedenle, bu üç reformun yapılabilirliği şimdilerde oldukça zor
dur.
Türkiye, No. 5! (1878), s. 12-16, No. 4
190
No. 112
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury’e
TRABZON, 2 Kasım 1878
(Alındı, 15 Kasım)
No. 113
Konsolos M uavini B iliotti’den, M arki Salisbury'e
TRABZON, 4 Kasım 1878
(Almdı, 19 Kasım)
No. 114
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury'e
No. 157, Siyasi (B.B.)
TRABZON, 8 Kasım 1878
(Alındı, 25 Kasım)
191
bölge Erzurum olmalıdır. Çünkü burası, Rus sınırına yakın
vilayettir. Dolayısıyla, onların entrikalarıyla daha çok karşı
karşıyadır.
2. Hıristiyan genel vali atanması, Ermenileri özerk bir
yönetime kavuşturmadıkça bir yarar sağlamaz. Tersine şimdi
gerek basın, gerekse konsolosluklar aracılığıyla yapabildikleri
şikâyet ve yaygaraları yapma kozları da ellerinden gider; kö
tü yönetilen Müslümanlarsa, bu olanaktan çeşitli nedenlerle
yoksundurlar. Kaldı ki böyle bir hareket, hem Ingilizlere bel
bağlamış Müslümanların yitirilmesine neden olur, hem de mü
kemmel birer asker olan Türklerin yapısmı bozar.
3. Yeniliğe karşı olan halk değil, çıkarlarından yoksun
kalacak olan idarecilerdir. Nitekim Hıristiyanların mahkeme
de tanıklığı dolayısıyla, halktan beklenen tepki gelmemiştir.
Yeter ki halk, yeniliğe inandırılmış olsun. Müslümanlar da re
formlardan yararlanamadıkça, hiçbir reformdan beklenen so
nuç alınamaz.
4. İngiltere bütün nüfuzunu kullanarak bu reformları
yaptırmalıdır, ayrıca bu nüfuz, İngiliz askerinin işgaliyle des
teklenmelidir. Eğer bu yapılmazsa, öngörülen reformlar kâğıt
üzerinde kalmaya mahkûmdur. İngilizler tarafından yönetile
cek bu vilayete Rusya ve İran’daki Ermeniler de akacakların
dan, nüfus yoğunluğu onlara geçecek, geçmese bile, gelecek
lerle yoğunlaşacak olan entelektüel Ermeniler azınlığı den
geleyebilecektir. Ve özerklik rüyası bitecek, fakat istenirse
özerkliğin tesisi de bir şok yaratmayacaktır.
F.O . 424/76, s. 405 - 407, No. 554
No. 115
192
No. 116
193
kirt Ovası ve Beyazıt sakindir. Ovada oturan 2, 3000 aile Rus
larla birlikte hududu geçmişlerdir. Savaşın başında göç eden
2.000 aileden 250’si, sonradan yerlerine dönmüşlerdir. Gerek
Gregoriyen, gerekse Katolik piskoposları ve Rus makamları
göçü önlemeye çalışmışlardır. Erzurum ve Tortum’dan göç
edenlerin sayısı, 50’şer aileyi geçmez. Birçok hallerde, halen
göç zor kullanarak önlenmektedir.
Bazılarınca, Rusların bu davranışı çok kötüdür, ben ter
sini düşünüyorum. Bu konuda Ruslar Ermenilerden yana ola
rak ve iyi niyetle onları kışkırtmışlardır Bu konuda en faal
olan Kars’ta bu sırada General Lazareff vardı ve işgal sıra
sında polis müdürü olan Erzurum eski Konsolos Vekili Bin
başı Gamsaragan, yardımcısı da Teğmen Nicolosof’tu. Üçü
de aslen Em enidir, ö te yandan Eleşkirt’te, Beyazıt’ta da göçü
eski vali teşvik etmiştir.
Katolik Romen Ermenilerinin göç etmek istemediklerini
söylediler. Fakat civardaki Gregorienlerin ısrarıyla göç etmek
zorunda kalmışlardır. Civardaki Kürt Cemşit Ağanın koruma
güvencesi vermesi üzerine Eleşkirt’teki Molla Süleyman köyü,
olduğu gibi yerinde kalmıştır. Kars’ta komutan olarak bulunan
General Lazareff, Ermeni mültecilerini baharda geri göndere
ceğini söylemiştir.
Dersim’de olup bitenler hakkında inanılır bir bilgi alamı
yorum. Rus Konsolosunun söylediğine göre, sözümona hatırı
sayılır bir Türk kuvveti Dersim Dağlarının içine sızmışsa da
arkası kesilmiş ve birkaç haftadır haber çıkmamış, inanılması
zor.
Ruslar, şimdilerde Soğanlı ormanlarından ağaç sevk et
meye müsaade etmiyorlar. Rus Konsolosu bu emrin, kaldırıl
masına çalışacağını söyledi. Havalar iyi gittiğinden birkaç haf
ta önce arabası 400 kuruş olan odunun fiyatı yarıya düşmüş
tür. Türk hudut tespit komisyonu, ben gelmeden önce Kars’a
hareket etmiş.
Netice olarak, İstanbul’da bir devrim olmazsa, gelecekte
büyük bir ayaklanmayı kimse beklemiyor. Şehirdeki tek tük
olaylara kış boyunca da sık sık rastlanabilir. Suçluların ce
zalandırılmaları için valiyi uyarıyorum.
Musa Paşa bütün Ermenilerle, Ruslarla ve Misyoner
Cole ile görüşüyor. Buradan alınmamasını içtenlikle diliyo
rum.
194
İsmail Hakkı Paşa da maiyeti tarafından desteklenme
lidir.
F.O . 424/77, s. 48-150, No. 114
Türkiye, N o. 54 (1878), s. 286 -288, No. 335
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 1-3, No. 1
No. 117
No. 118
195
No. 119
No. 120
196
No. 121
Sör A. H. Layard’daıı, M arki Salisbury'e
No. 1490
İSTANBUL. 2 Aralık 1878
(Alındı, 12 Aralık)
Geghi’deki Ermeni veProtcstanlara Kürtler tarafından
kötü muamele yapıldığım, idare amirinin de Kürtlere yardımcı
olduğu haberini aldım. Saffet Paşaya baştercümanmı Sandi-
son’u göndererek durumu kendisine anlatmasını, gereğinin
yapılmasını, en ağır bir şekilde söylemesi emrini verdim. Pa
şa, Sandison’dan kendisine bir memorandum vermesini iste
miş ve yerel makamlara yazılacağına ilişkin söz vermiş. Saffet
Paşa şimdilik bu karışıklığı düzeltmek için bir miktar ödenek
ayrılabileceğini de söylemiş. Zira Babıâli, bu işe son vermeye
henüz muktedir değil.
F .O . 424/77, s. 210 -211, N o. 249
No. 122
Konsolos H enderson’dan, M arki Salisbury’e
HALEP, 2 Aralık 1878
(Alındı, 26 Aralık)
197
yorlar. öteki 7 Protestan kilisesinin rahipleri yerlilerden, ya
Amerika’da okuyup rahip olmuşlar, ya da Amerikan misyo
nerlerince burada bu iş yapılmış. Büyük bir cemaatleri var ve
burada şehrin en zenginleri onlar. Şehir ticaret ve imalatta
ileri, müreffeh ve insan gücü ihtiyacı var. Yevmiyeler yüksek,
yerlilerin büyük çoğunluğu ticaretle uğraşıyor. Ülkenin politik
durumuyla pek hararetli bir şekilde ilgilenen zengin bir Er
meni sınıfı var. Halep - Antep ve Antep - Fırat arasında Kürt-
ler var. Bunlar yavaş yavaş köylere yerleşmiş, tarımla uğraşı
yorlar. 13 yıl önce Süreyya Paşa atlı iki bölükle bir garnizon
kurarak tarımla uğraşanları korumuş. Son savaşta bu asker
çekilmiş ve Araplar yeniden gelerek üretimi tahrip etmişler
ve 13 yıllık da kira istemişler. Çiftçilerin ellerinden her şeyle
rini alıp götürmüşler. Böylece bu zengin yerler fakirleşmiştir
ama Halepli tefecilerden borç alarak topraklarını gene ekmeye
çalışmışlar. Arapların baharda tekrar gelerek hasatlarını tah
rip etmelerinden korkmaktadırlar. Herhangi bir değişikliği
bugünkü durumdan daha iyi görmektedirler. Eğer idarede dü
zelme olursa buraları refaha kavuşur.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 6 -7 , No. 9
No. 123
198
Mâliyedeki reform, vilayet vilayet ve yavaş yavaş uygu
lanmalı.
Yabancı subayların jandarma komuta mevkilerinde oluşu,
hükümranlık haklarına ters düşmez. Mali durum gerçekten de
bir engel. Ama bu durum düzelir düzelmez bu konuda ısrar
etmek görevinizdir.
Vali ve öteki yüksek mevkideki şahısların belli bir süre
görevlerinde kalma garantisi sorununda, BabIâli’nin, «Halkın
büyük çıkarı için İmparatorluk hükümetince bu kişilerin de
ğiştirilmesinden kaçmılmadığı hallerde» olan ifadesi yoruma
bağlı ve kötüye kullanılabilir. Bu durumda İngiltere öğüt ver
mekle kalmamalı, anlaşmadaki hakkmı kullanarak ısrarlı ol
malıdır.
Mali durumun bozukluğu dolayısıyla bu reformların bütün
vilayetlerde aynı zamanda uygulanmasına olanak yoktur. Ama
bir iki vilayette başlanırsa deney kazanılır ve mali durum iyi
leştikçe bu reformlar genelleştirilir.
Türkiye, N o. 51 (1878), s. 16-18, N o. 5
No. 124
Yüzbaşı R. E. T ro tter’den, M arki Salisbury’e
ERZURUM, 4 Aralık 1878
(Alındı, 27 Aralık)
Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin isyanı; iyi silahlarla do
nanmış Kürtlerin karşısında asker zayıf kalıyor. Bu isyanda
Rusların parmağı olması büyük olasılık.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 7, N o. 5
No. 125
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1046, tel.
BEYOĞLU, 5 Aralık 1878
(Alındı, 5 Aralık)
Doğu Anadolu’da reformların en kısa zamanda yürürlüğe
konulması için Padişah, başbakan ve bakanlara emir vermiştir.
F. O. 424/77, s. 37. N o. 83
199
No. 126
No. 127
No. 128
200
bulunan Ermeni köylerinin 3/4’ü (yaklaşık 900 ev), Rus bir
liklerinin çekilmesiyle birlikte Ruslarca göçe zorlanmıştır.
Bunlar yuvalarını, her şeylerini bırakarak gitmişlerdir. Şimdi
de geri dönmeleri istenmekte ve bövlece Moskoflar kendi ent
rikalarını yürütmektedirler.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 33-35, N o. 20/2 '
No. 129
201
yükledi ki, başbakanla bağlantı kurarak Paşanın görevden
alınmasının gerekli olduğunu teklif etmenin bir görev olaca
ğını düşündüm. Aynı zamanda Henderson’un, Kâmil Paşa
hakkındaki suçlamalarını da Başkonsolos Eldridge’e gönderdim.
O da Kâmil Paşaya bir dost olarak bunu bildirmiş ve ondan
aldığı yanıtı bana göndermiş, bir kopyasını ilişikte sunuyo
rum.
No. 130
204
No. 131
Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbııry’e
No. 1564
İSTANBUL, 20 Aralık 1878
(Alındı, 4 Ocak 1879)
Reformlar hakkındaki talimatınızı Osmanlı Dışişleri Ba
kanı Karatodori Paşaya ulaştırdım. O da en kısa zamanda
bakanlar kuruluna arz edeceğini söyledi.
F. O. 424/79, s. 45, N o. 46
No. 132
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1567, Gizil
BEYOĞLU, 21 Aralık 1878
(Alındı 4 Ocak 1879)
Sultanla uzun bir görüşme yaptım. Sultan, Saffet Paşanın
Paris büyükelçiliğine atanması için Fransız sefirinden acceptence
talebinde bulunduğunu, başbakanlığa atanan Hayrettin Paşa
nın enerjiyle hareket ederek kısa zamanda birçok işleri çö
zümlediğini, Berlin Antlaşmasının bütün hükümlerini en kısa
zamanda yerine getirmesi için kendisine talimat verdiğini, re
formları en kısa zamanda uygulamak istediğini, ancak İngil
tere’den borç istediğini söyledi. Ben de gerek İngiliz Hüküme
tinin, gerekse kamuoyunun önce reformların yapılmaya baş
landığını görmesi ve böylece borcu vermeye bir dayanak ol
ması gerektiğini söyledim. Reformların muhakkak yapılacağına
şeref sözü verdi ve son alman bilgilere göre Fransa’nın, daha
ziyade Rusların politikasına eğilimli olduğunu söyledi.
F.O. 424/79, s. 45-47, N o. 48
No. 133
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1571
İSTANBUL, 21 Aralık 1878
(Alındı. 4 O cak 1879)
Halep Valisi Kâmil Paşanın Zeytun’dan bazı Ermeni kadın
ve çocukları getirerek hapsettiğini, Halep konsolosumuzun bil-
205
dirdiği zaman başbakanı ziyaret ederek durumu bildirmiştim.
Tutukluların salıverildiğini konsolos bildirdi. Kâmil Paşa hak
kında konsolosun iddialarının doğru olup olmadığım soruştu
ruyorum. Doğru çıkarsa protestoda bulunacağım. Öyle sanıyo
rum ki olay, onun azliyle sonuçlanacak.
F.O. 424/79, s. 48, N o. 51
Türkiye, No. 1 (1880), s. 8 -9 , No. 13
No. 134
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 1573
İSTANBUL, 23 Aralık 1878
(Alındı, 4 Ocak 1879)
Başbakan Hayrettin Paşayı ziyaret ettim. Reformların hiç
olmazsa iki Doğu vilayetinde başlatılmasını istiyor. Ama jan
darma teşkili gerekli, buna da para lazım, İngiltere yardım et
sin diyor.
F.O. 424/79, s. 48, N o. 52
No. 135
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbuıy’e
No. 172, Siyasi
TRABZON, 30 Aralık 1878
(Alındı, 17 Ocak 1879)
Eskiye bakarak Van’da Erzurum’da şikâyetler daha az ve
asayiş daha iyi. Kürdistan’daki isyan bastırılmıştır. Fakat Der-
sim’de devam ediyor. Güvenilir gezgincilerin söylediğine göre,
yerel makamlar kendilerine, isyanı bastırmada, daha fazla kre
di sağlamak amacıyla isyanı abartıyorlar.
F.O. 424/79, s. 201, N o. 262
No. 136
M arki Salisbury'den, Sör A .H . Layard’a
D IŞİŞLERİ, 31 Aralık 1878
Hükümetimiz, Kâmil Paşayı azlettireceğiniz yolundaki 5
Aralık tarihli mesajınızı memnuniyetle öğrenmiş bulunuyor.
206
Maraş ve Zeytun Ermenileri adına Ermeni Patriğini kabul
etmenizi onaylıyorum.
Türkiye, N o. 1 (1880), S. 8, N o. 11
No. 137
207
No. 138
No. 139
Konsolos H enderson’dan, M arki Salisbıny’e
HALEP, 8 Ocak 1879
(Alındı, 27 Ocak)
Büyükelçi Layard’a gönderdiğim yazının bir kopyasını ili
şikte sunuyorum.
Ek - 1
K onsolos H enderson'dan, Sör A. H. Layard’a
Genel Vali, Zeytun isyancılarının, hükümet binasını ku
şattıklarını, kaymakamın evine ateş edildiğini, hapistekileri
çıkardıklarını ve ondan sonra icraata geçtiklerini söylemişti.
Bu haberlerin, Maraş mutasarrıfından çıktığını ve kaymakamı
korumak için bunları uydurduğunu sanırım. Zira kaymakam
görevden alınıncaya kadar Halep’te böyle bir haber yoktu.
Babek, 30 kadar adamıyla gelmiş ve tutuklulan çıkarmış. Kâ
mil Paşa, 100 askeri manastırda barındırmıştır ki, bu akıllıca
bir davranış olmamıştır. Oysa halkın bunda bir suçu yoktur.
208
Ek - 2
M ontgomery’den, Poche'ye
M araş, 3 Ocak 1879
No. 140
209
No. 141
No. 142
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 47
İSTANBUL, 13 O cak 1879
(Alındı, 23 Ocak)
İstanbul’a getirilen Zeytun Papazı, benim aracılığımla,
mahkemesi yapılarak cezasını çekmek koşuluyla, hapisten çı
karılarak Ermeni Patriğine teslim olundu.
F.O. 424/79, s. 320, N o. 373
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 10. N o. 17
No. 143
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 52
İSTANBUL, 14 Ocak 1879
(Alındı, 23 Ocak)
Doğuda Ermenilere karşı, özellikle Kürtler tarafından ya
ratılan olaylar hakkındaki raporum üzerine Başbakan, Sivas
Valisi Akif Paşa ile Bosna’nın son Hıristiyan müsteşarı Cons-
tant Efendiyi soruşturma için gönderdi.
F .O . 424/79, s. 323-324, N o. 375
210
No. 144
E k : Telgraf
Başbakan, büyükelçiler (Rus, İngiliz, Fransız, Alman,
Avusturya, İtalya), patrikler ve İstanbul Protestan temsilcile
rine; Nizip, Midyat, Cezire, Silvan, Leçe, Hazre, Hayne, Rıd
van Kulp, Çapakçur ve Siirt’in diğer köylerinde Kürtler her
türlü kötülüğü arttırmışlardır.
Eğer bu vilayete göçmen yerleştirilirse felaket olur. Reform
ların yapılmasını, korunmamıza söz verilmesini ve göçmenlerin
buraya yerleştirilmemesini rica ederiz.
F .O . 424/80, S. 194-196, N o. 243, 243/1
2 11
No. 145
No. 146
212
No. 147
213
No. 148
No. 149
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 85
BEYOĞLU, 23 Ocak 1879
(Alındı, 6 Şubat)
Kilikya Katolikos’u Mıgırdıç, Zeytun’daki durumu görmek
üzere sefaret I. Kâtibi Malet ile Halep Konsolosu Henderson’un
gönderilmesi dolayısıyla bir mektup yazarak teşekkür ediyor ve
Kraliçenin, manevi lideri olduğu Hıristiyan toplumunu koru
masını rica ediyor.
No. 150
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 97
BEYOĞLU, 26 Ocak 1879
(A lındı, 6 Şubat)
Kâmil Paşanın Başbakanlığa gönderdiği savunmasının bir
kopyasını Başbakanlık bana da gönderdi. Kâmil Paşanın savun-
214
ması üzerindeki düşüncelerimi bir not ve bir nota ile hüküme
te bildirdim. Her ikisinin kopyası ilişiktir.
No. 151
215
BabIâli’nin geçen Ekim ayının 24’ünde İngiltere Büyükel
çiliğine bu konu üzerinde gönderdiği muhtırada adı geçen re
formlar belirtilmiş ve tespit edilmiştir. Bu muhtıra ile ilgili ola
rak. yukarıda adı geçen anlaşmanın birinci maddesine giren kar
şılıklı yükümlülüklerin bütünüyle yerine getirilmesi İngiltere
Hükümetince kabul edilmiştir.»
F .O . 424/80, s. 158, N o. 65
No. 152
No. 153
216
ki, yapılmak istenilen bu değildir. Ermeni Patriği, sözü edilen
heyetlere İngiliz temsilcisi katılmazsa istifasını geri almayacağı
nı söyledi. Çareyi söyledim. Memnun oldu. Resmi görevleri ol
madan, sanki seyahat ediyorlarmış gibi, iki temsilciyi görevlen
direceğim.
F .O . 424/80, s. 2 6 5 - 2 66 , N o. 317
No. 154
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 127, Gizli
İSTANBUL, 4 Şubat 1879
(Alındı, 17 Şubat)
No. 155
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 135
BEYOĞLU, 4 Şubat 1879
(Alındı, 17 Şubat)
217
diği rapora dayanarak Dışişleri Bakanının yazısı ilişiktir. Bu
açıklama doyurucu değilse de yakında oraya gidecek kurul, bu
konuyu araştıracaktır.
No. 156
218
Etchmiadzin’de sahte para basıldığı ortaya çıkarıldı. Bir
papaz, diğerleriyle kavga edip kendini tehlikede görünce, hü
kümete haber vermiş. İhtiyar Patrik tutuklanmasından birkaç
gün öncesine kadar durumu bilmiyormuş, tutuklandıktan he
men sonra ölmüş. Patrik yardımcısı bu işin başlıca suçlusu olup
mahkemededir.
Askeri hareket hemen hemen yoktur. Savaşta Kafkas or
dusunda hizmet eden Binbaşı Terentieff’in «Russki Mir» adlı ki
tabının yayımlanması, Kafkas ordusunun yüksek rütbeli subay
ları arasında heyecan yarattı. Binbaşı bu eserinde birkaç tane
si dışında bütünüyle kurmay subayların etkisizliklerini, hatalı
idarelerini, yiyiciliklerini söyleyerek onları açıkça suçluyor ve
özellikle birçok general ve karargâh subayının adlarını bildiri
yordu. Bu suçlamayla karşı karşıya kalan subaylar bir komite
kurdular. Grandük Nicholas ve Çara birer dilekçe göndererek
binbaşının tutuklanıp divanıharbe sevk edilmesini istediler. Bu
isteğin yerine getirileceği sanılmamaktadır. Zira son savaşta
(1878), General Kraicvitch’e karşı aynı nitelikte bir suçlama
yayını, Grandükün emriyle genişletilmişti.
Havaların çok soğuk olması dolayısıyla Astrakan ve Kis-
lar’daki veba salgını bir süreden beri durmuştur. Fakat bahar
la birlikte çok ciddi bir şekilde patlak verecektir.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 37, No. 22
No. 157
219
Ek - 2 : Sakou Köyünden Jak 'ın Dilekçesi
«Bir yıldan beri askerler tarafından soyuluyoruz. Bütün
yiyeceklerini bizlerden çalıyorlar, vermezsek dövüyorlar. Lütfen
müdahale edin.»
F .O . 424/81, s. 240 -242, N o. 319/1, s. 242, No. 319/2
No. 158
Sör A. H. Layard'dan, Marki Salisbury’e
No. 145
İSTANBUL, 10 Şubat 1879
(Alındı, 24 Şubat)
220
Askerlerin şartsız teslimi,
Kaymakamın görevine son verilmesi,
Zeytunluların şikâyetlerinin incelenmesi,
Maraş Meclisince Hıristiyanlara verilen cezaların kaldı
rılması ve bunlara karşı ileri sürülen suçların soruşturulması
için bir komisyonun kurulması.
16 Ocakta valinin emriyle mutasarrıf azledilmiş yerine,
Ermenilerin güvendikleri vali vekili olarak askerlerin komuta
nı olan şahıs getirilmiştir. 17 Ocakta Zeytunlular tarafından
hapsedilen askerler tahliye olmuşlar ve Maraş’a dönmüşlerdir.
İstanbul, 3 Şubat 1879»
F .O . 424/80, s. 414, N o. 500, s. 414 -415, N o. 500/1
No. 159
No. 160
221
3. Berlin Antlaşmasının uygulanmasını bitirin, Avustu
ya ile çok iyi geçinin. Doğuda asayiş, güven ve iyi idareyi tesis
edici reformları zaman geçirmeden uygulayın.
Sultan bana saatini, sefireye de bir bilezik hediye etti.
F .O . 424/81, s. 40-41, No. 32
No. 161
No. 162
222
No. 163
Konsolos Muavini Biliotti’den, Marki Salisbury’e
No. 26, Siyasi
TRABZON, 24 Şubat 1879
(Alındı, 13 Mart)
No. 164
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 179
İSTANBUL, 25 Şubat 1879
(A lındı, 11 M art)
No. 165
Bay M alet'den, M arki Salisbury’e
No. 200
İSTANBUL, 2 M art 1879
(Alındı, 17 M art)
223
Ek : H aşan Paşadan, K aratodori Paşaya
«Ahtamar Katalikos’u ve birçok din adamları Van Valisi
Haşan Paşaya verdikleri dilekçede, son savaş sırasında Kürtler
tarafından kiliselerinden talan edilen eşyaların geri verilmesi
ni, bunları alanların cezalandırılmalarını, reformların yapılma
sını, Hakkâri, Guaş, Mogr ve Çatak mültecilerinin yerlerine
dönmelerini ve yerleşmelerini, mülteciliğe yol açan nedenlerin
ortadan kaldırılmasını, yeterli ölçüde hububat dağıtılmasını,
savaş sırasında orduya yapılan gıda yardımının tasfiye edilme
sini...» istemişlerdir. Buna karşı paşa, Ermenileri göçe kimsenin
zorlamadığını, yer değiştirenlerin kıtlık dolayısıyla civar köy
lerde yer değiştirdiklerini, borçların tasfiye edileceğini, hubu
bat dağıtımından hepsinin yararlanacağını söylemiş, Babıâli ve
Seraskerden acele asker istemiştir.
F .O . 424/81, s. 329 - 330, N o. 427 (E k -427/1)
No. 166
No. 167
224
da özel komisyona bırakılmalı. Fransız sefiri hapisler konusun
da uğraşmışsa da başarılı olamamıştır. Ben çıkarılmalarını sağ
ladım.
F. O. 424/81, s. 105, N o. 130
No. 168
No. 169
225
ber ilginçtir. Ermeniler arasındaki ilerici Liberal Partinin fikir
lerini göstermektedir. Makalenin özetinde üç Rus subayına
açıkça, uluorta sataşma ile benim 1 Şubat tarihli yazım birlik
te düşünülürse, partinin etkin olmadığı söylenemez. Çeviriyi
tercümanım yaptı ve bazı notlar ekledi.
Tiflis gazetesinden özet ve Keşişyan’ın notu :
Ermenilerin Ruslar tarafından Ruslaştırılmaya çalışıldı
ğını, Türkiye’dekilerin dinlerine dokunulmadığmı, reformların
Berlin Antlaşmasına göre büyük devletlerin gözetiminde ve İn
giltere’nin himayesinde yapılacağını, ancak bunun kâfi olmadı
ğını, ilerici liberal bir Ermeni partisini ileri sürerek Ermenile-
rin geleceğinin İngiltere mandası olabileceğini işlemekte ve bu
ra karşı olan Ruskofil Meşak gazetesinin reformlara karşı fikir
lerini aktarmaktadır (Rus sansürü dolayısıyla satır aralarının iza
hını Keşişyan not haline getirmiş).
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 38, No. 23 (E k -23/1, 23/2)
No. 170
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 205, tel.
İSTANBUL, 16 M art 1879
(Alındı, 17 M art)
Halep Konsolosu Henderson’un iki gün önce yazdığına gö
re, «Zeytunlulardan 3 kişi daha öldü. Vali onların ölü bulun
duğunu söyledi. Kâmil Paşa kaldıkça Zeytunluların karşılık
vermelerine engel olmak olanaksız. Geçici olarak Ömer Paşa
atanamaz mı?» diyor
F .O . 424/81, s. 357, N o. 467
No. 171
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 221, tel.
İSTANBUL, 18 M art 1879
(Alındı, 19 M art)
226
almayacağı söyleniyor. Kâmil Paşa lehine tel çekmesi için Mit
hat Paşa ikna edilmiş, oysa kendisini tanımıyor. Hıristiyanlara
karşı fedakârlık etmeyeceklerini gösteren bu jestin, ciddi tehli
kesi var. Size gizlice bu ayrıntıları bildirmeyi görev saydım.
F .O . 424/81, s. 374 - 375, No. 518
No. 172
Bay M alet'den, M arki Salisbury’e
No. 221, tel.
İSTANBUL, 19 M art 1879
(Alındı, 19 Mart)
Başbakan, Kâmil Paşanın görevden alınması için kabinede
ağırlığını koyarak oy kullandığını ve Padişaha, Kâmil Paşanın
yerine atanmak üzere iki ad sunduğunu söyledi. Bugün tutuklu
Ermenilerin ölümü dolayısıyla tekrar teşebbüse geçeceğimi ve
onun itirazı üzerine kabine içindeki mesuliyet bölüşümünü ka
bul ettiğimi bildirdim.
F. O. 424/81, s. 375, N o. 520
No. 173
M arki Salisbuıy'den, Bay M alet'e
D IŞİŞLE Rİ, 20 M art 1879
Geçen aym 25’indeki, Kâmil Paşanın kötü idaresiyle onun
yerine atanacak olan hakkmdaki demarşmızı onaylıyorum.
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 30, N o. 38
No. 174
M arki Salisbury’den, Bay M alet’e
DIŞİŞLERİ, 20 M art 1879
Sizinle aynı düşüncedeyim, Kâmil Paşa için kurulan so
ruşturma komisyonunun daha fazla gecikmeden işe başlaması
için BabIâli’ye baskı yapınız.
Türkiye, No. I (1880), s. 30, N o. 39
227
No. 175
Bay Malet'den, M arki Salisbury'e
No. 234, tel.
BEYOĞLU, 20 M a rt 1*79
(A lındı, 21 M art)
Halep Valisi Kâmil Paşa görevden alındı ve yerine Halep
Komutanı Ömer Paşa geçici olarak atandı, bu düzenleme de-
marşmız üzerine oldu.
F .O . 424/81, s. 3*3, N o. 563
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 30, N o. 40
No. 176
Bay M alet’den, M arki Salisbury'e
No. 254, tel.
İSTANBUL, 21 M art 1879
(A lındı, 2 Nisan)
Ek - 2 : M alet’den, N erses’e
«Başbakan ve Dışişleri Bakanı nezdinde gerekli teşebbüsler
yapılmıştır. İngiltere’nin 4 Haziran Antlaşması ve Berlin Antlaş
masıyla olan yükümlülüğünü bir Hıristiyan devleti olarak ihmal
etmediğimizi bilmenizi rica ederim.»
N o t: Halep valisi görevinden alındı ve yerine geçici olarak
Komutan Ömer Paşa atandı.
F .O . 424/82, s. 29 N o. 36 (E k -3 6 /1 , 36/2)
228
No. 177
E k - I : H enderson’dan, M alet'e
23 Şubat 1879
229
lemiştiniz, bulduğum kişiyi bildirmeme karşın, halen tayin et
mediniz. Eğer adil bir kaymakam gelirse bütün olaylar yatışır.
Ben Çerkezlerin yaptıkları talanlara karşılık vermemelerini, si
zin önlemlerinizi beklemelerini söylüyorum. Ama ne zamana
kadar beni dinleyebilecekler? Maraş’a gönderilen hapislerden 7’si
ölmüş. Eğer bunları salıverirseniz, bu büyük bir jest olacak ve
hükümete olan güven artacaktır. Acele ediniz.
No. 178
230
No. 179
M emorandum
«Kâmil Paşanın geri çağrılmasının resmi olarak açıklan
dığı, Galip Paşa ve Nurian Efendinin soruşturma komisyonuna
atandığı, hareketin geciktirilmemesi; tutuklulardan bir kısmı
hücrelerinde ölü bulunmuş.» Bu hapisler yetersiz bir soruştur
ma sonucu içeri atılmışlardır. Bu işe vali ve mutasarrıf neden
olmuşlardır. 6 haftadır valinin geri alınması kararlaştırıldığı
halde, uzayıp duruyor. BabIâli’nin bu işi adilâne çözümlemesi,
Hıristiyan halkı koruması, onlara barış ve özgürlük sağlaması
Avrupa’ya karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmesi önem
lidir.
F .O . 424/82, s. 35-36, No. 39 (E k : Fransız Konsolosunun muh
tırası)
23i
No. 180
Bay M alet'den, M arki Salisbury'e
İSTANBUL, 23 M a rt 1879
(Alındı, 7 N isan)
Kâmil Paşanın, büyükelçi aleyhine Babıâli nezdindeki şi
kâyetlerini ilişikte sunuyorum. Henderson’la, bir konsolosun
tuttuğu istatistiklere göre, Zeytun’da 73 öldürme olayı olmuş
ve hiçbirisinde katillere örnek bir ceza verilmemiştir Paşa ise,
1,5 yılda 3 öldürme olayının olduğunu söylüyor, böylece ken
di karakterini ortaya koymakta. Büyükelçinin raporuyla, Hen-
derson ve öteki sefirlerin birbirini doğrulayan araştırmaları, Hı
ristiyanların Kâmil Paşanın idaresinde bırakılmaması gerekti
ğini ortaya koyuyor. Soruşturma komisyonuna yardım etmek,
Henderson’un boynunun borcudur. Bu görüşle bu mesajı ve
ilişkilerinin birer kopyasını ona gönderiyorum.
Kadı Olayı
Eski defterdarın kışkırtmasıyla bir sorguyla ilgili olarak
vilayet idare meclisinde bir zaptın imzası sebebiyle Şeyhülis
lamın bir akrabasını korumak isteyen kadı, müftü ile ağız da
laşı yapar, bununla beraber kadıya atfedilen sözler yanlıştır.
Kendini beğenmişlikten gelen ileri geri laflardır.
Ayrıca olay o denli önemsizdir ki, Meclis kışkırtıcıyı sus
turduktan sonra işine devam etmiştir.
Ö şür M eselesi
Kâmil Paşa ile müftünün ilişkileri asla gözüktüğü gibi de
ğildi. Müftü, Genel Vali tarafından korunmadığından, işten
el çektirilmiştir. Resmi belgeler bunu kanıtlamaktadır. Müf
tünün çocukları geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da âşârı satın al
mışlardır. öşürii toplamak için 80 zaptiyenin gönderilmesinden
önceki ifade, hiçbir şeye dayanmamaktadır. Köylüler mülte
zimlere karşı çıkınca, olay yetkili mahkemeye intikal etmiştir.
Bir de hanlar sorunu vardır, burada hububat ölçülür ve
satılır. Eğer devlet tarafından öşürün kaynağı anlaşılırsa bunun
la ilgili bütün işlemler vilayet idare meclisinin kontrolüne gi
rer. Bu öyle bir şekildir ki, kimse bir mangır kazanamaz.
Sonuç olarak ödemede işaret olunan yolsuzluğun gerçek
le bir ilgisi yoktur. Mültezim, Babıâli tarafından verilen emre
göre, borç senetlerini düzenler.
233
dahil değildir. Olayın önderliğini yapan papazla iki yardımcısı
İstanbul’a gönderilmişlerdir. Tutuklu bir Müslümanla, 6 Hıris
tiyan bu arada ölmüşler, biri de karışıklıklar sırasında kaçmış
tır.
93 kişinin muhakemesi yapılmış ve derhal İstanbul’a ev
rakları gönderilmiştir. Temyiz mahkemesi kesin hükümleri
verecektir.
Ötekilerin de sorgulanması gecikmeksizin sürdürülecektir.
Diğer fesatçılar serbest bırakılmış, bunlar Zeytun yerel idare
sini sarmışlar, kasabayı yağmalayarak tutuklulara dağıtmışlar
dır. Yerel idare temsilcilerini kurtarmak için jandarmanın gön
derilmesi iyi bir önlem olmamıştır. 11 kişi ölmüş ve ötekiler de
hapsedilmiştir. Fakat hükümet tarafından askeri önlemin alın
dığı haberi üzerine, bu son tutuklananlar salıverilmişlerdir. İs
tanbul’a sevk edilen isyancıların başının orada serbest bırakıl
ması, buradaki fesatçıları yüreklendirmiştir. Buradaki tutuldu
lar için benzer bir yumuşama, hükümetin zayıflığı diye yorum
lanacak ve bütün vilayetlerde bir öfke yaratacaktır. Kâmil Paşa
gelecek baharda Zeytun’un karşısına yeterince kuvveti kapsa
yacak bir kışla inşaatı, bu bölgedeki fesatçıları köstekleyecek-
tir, diyerek sözünü bitirmektedir.
Öteki telinde ise Kâmil Paşa, Zeytun tutuklularınm kötü
muamele ve yoksullukla karşı karşıya bırakıldıkları yolundaki
söylentileri şiddetle yalanlar. Ayrıca onların içinde ölülerin ol
ması doğaldır dedikten sonra, diğer hapisler arasında, hastalık
olması durumunda, vilayet doktorunun gereken ihtimamı gös
tereceğini sözlerine ekler.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 37, No. 47 (Ek. 47/1, 47/2)
No. 181
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 271
İSTANBUL, 26 Mart 1879
(Alındı, 7 Nisan)
Kilikya Patriği Mıgırdıç’tan, İngiliz Hükümetine,
İngiliz Büyükelçisi ve Halep Konsolosunun girişimlerin
den dolayı Kilikya halkı adına teşekkür mesajı ile, kendisine
gönderdiğim cevap ilişiktir.
234
Ek - 1 : K ilikya Patriğinden, M alet'e
Babıâli nezdinde yeni girişiminizden dolayı şahsen ve Ki-
likya Ermenileri adına en derin şükranlarımı sunar, Konsolos
Henderson’a da sizin talimatlarınızı canı gönülden uyguladığı
için ayrıca teşekkür eder, bu mesajımı Salisbury’e ulaştırmanı
zı rica ederim.
No. 182
M emorandum
Beş aydan fazla bir süre önce İzmir Ermeni Kilisesi Papazı
Kevork’un küçük oğlu Houkas, Zeytun’a gitmiş ve Papaz Der
Hazas’tan konukseverlik görmüştür. Orada geçen birkaç gün
235
içinde Houkas zaman yitirmeksizin, çevredekileri yalanla do
lanla heyecana sevk etmiştir. Sonra Fumous manastırında Pa
paz Nikos’u aramaya gitmiş, sözümona Berlin Kongresinin Zey-
tun’da bir Ermeni idaresi kurulmasına ve verginin azaltılmasına
karar verdiği yolunda onu kandırmıştır, ö te yandan, Avrupa’dan
olduğu kadar Ermeni toplumundan da yeni sistemde silahlar sağ
lanacağı ve asilerin yardımına koşulacağı söylenmiştir. Houkas,
bir öğretmenin de desteğini sağlamıştır.
Bu iki kişi, Papazla birlikte İzmir’e, oradan da İstanbul’a
gitmişler ve bir aydan fazla kalmışlardır.
Sonra İstanbul’dan ayrılmışlar; Houkas İzmir’e, arkadaşları
da tekrar Zeytun’a gitmişlerdir, orada ülkede çıkarılacak bir
ihtilalin planını hazırlamışlardır.
Bunlar, birkaç günde Zeytun ve ona 1,5 saat uzaklıktaki
Mikhal köyünden bir miktar haydut derlemeyi başarmışlardır.
Yetkililerin öğütlerine rağmen, 600’den fazla asi sabah er
kenden askeri karargâha saldırmışlardır. Askerler karşı koy
mak zorunda kalmış, asiler kaçmış, askerler de onları takip et
miş ve haklamışlardır.
Asilerden l l ’i yaralanmış, isyancıların başı Papaz Nikos,
Çolak Ar tin okul öğretmeni; Hohaz Ozlontonos da yakalanan
lar arasında olup diğerleriyle birlikte tutuklanmış ve koruma al
tında İstanbul’a sevk edilmişlerdir.
Okul öğretmeni tarafından kaleme alman ve Papaz tara
fından da imzalanan bir de bildiri vardır.
Adalet makamları haberdar edilmiştir.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 40, N o. 49 (Ek -49/1)
No. 183
236
Ditilmiş raporlar vermiştir. Hele son Tarsus Dağı olayında, araş
tırma komisyonunun yardımıyla ipliği pazara çıkmıştır. 29 Mart
ta görevden ayrılması dolayısıyla halkın çoğu memnun kalmış
tır.
F.O. 424/82, s. 493-495, No. 568/1
Türkiye, No. 1 (1880), s. 48, No. 58/1
No. 184
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbıuy'e
No. 33, Siyasi
TRABZON, 1 Nisan 1879
(Alındı, 18 Nisan)
Geçen yazımda Erzurum Romen Ermeni Katolik Papazı
Melehisedeghian, geçenlerde Kars’ta kilisenin açılışında, Art
vin’de bir papazı takdis etme sırasında, dahası her gittiği yerde,
Rus otoriteleri tarafından ciddi ve saygılı bir şekilde kabul gör
müştür. General Komaroff’un Artvin papazına verdiği bilgiye
göre, Grandük Michael’in hemen Batum’a gelmesi beklenmek
tedir. Grandük, Generale, yüksek rütbeli yabancı bir papazın
özel izne gerek görmeksizin Rusya’ya girerek takdislerde bulun
ması konusunda uyanda bulunmuştur. Eğer Ermeni toplumu-
nun bir isteği varsa, bu fırsattan yararlanarak doğrudan Düke
bildirmesini istemiştir. Aynca Artvin papazının bundan böyle
6 aylık gelir giderini de Rus hükümetinin papalığına gönderme
sini istemiştir.
Ermeni toplumu Dükten vergi ve temsil konularında ken
dileri için bazı isteklerde bulunacaklardır. Bana bu bilgileri ak
taran Ermeni, «Savaş içinde Türklerin idaresindeyken, bugün
künden daha mutluyduk» demiştir.
F.O. 424/82, s. 416-417, No. 418
No. 185
K onsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbuıy’e
No. 34, Siyasi
TRABZON, 2 Nisan 1879
(Alındı, 18 Nisan)
Alınan bilgilere göre, Erzurum ve merkezi Kürdıstan sa
kin, Van civarındaki Kürtler birbirleriyle çatışıyorlar. Erzu
237
rum’daki Ermeniler reformların hâlâ yapılmadığından şikâyet
çiler. Yoksulluk, yiyecek maddelerinin pahalılığı ve kâğıt para
nın değerinin düşmesi çok olumsuz sonuçlar doğuruyor. ABD
misyonerleri 300 aileye yiyecek yardımı yapıyor.
Kars’ın 5000 kişilik nüfusundan 4000’i Müslüman, 1000’i
ise Hıristiyandır. Kışın zorluklarına karşın Müslümanların ya
rısı, Türkiye’ye göç etti; geri kalanların da baharda göç edece
ği, Rus idaresinde kalmak istemedikleri söyleniyor.
F.O. 424/82 s. 417, No. 419
No. 186
Bay M alet'den, M arki Salisbury’e
No. 301
BEYOĞLU, 8 Nisan 1879
(Alındı, 23 Nisan)
Tutuklu olarak Zeytun’dan İstanbul’a getirilen Papaz Pa-
nos ile Artui’nin Halep’e geri gönderilmelerine dair Adalet Ba
kanlığının yazısı ilişiktir.
Memorandum
Zeytun olayları ile ilgili olarak İstanbul’a tutuklu gönde
rilen iki papaza ait tanık ifadeleri olmadığından, bunları Ha
lep’e gitmekte olan komisyonla birlikte oraya gitmek üzere ser
best bıraktık. Dışişleri Bakanlığı, İngiliz Büyükelçiliğinin me
morandumu ile, bu işi incelemek üzere olay yerine giden Bay
Malet’in raporunu bana göndererek fikrimi sordu. Bu iki pa
pazın tevkifini gerektiren bir dokümana rastlanmadı, yerel hü
kümetçe bu belgelerin sağlanması gereğiyle geri gönderilme
lerinde bir sakınca görülmemiştir.
F.O. 424/82, s. 496, N o. 571, s. 496-497, No. 571/1
No. 187
Bay M alet’den, M arki Salisbtıry'e
No. 315, tel.
İSTANBUL, 12 Nisan 1879
(Alındı, 29 Nisan)
Berlin Antlaşmasına göre Küçük Asya’da yapılacak reform
la ilgili olarak Ermeni toplumunun isteklerini bildiren Ermeni
238
Patriği Nerses’in mektubunun bir kopyasını ilişikte sunuyo
rum. Bu mektubun anahatlarmı zaman kaybetmeksizin BabI
âli’ye ulaştırdım ve Patriğe de bu yolda bilgi verdim.
No. 188
239
ıinc genel valinin buyrukları saptandı. Konsolosla ben, en yet
kili makamlardan, Zeytun’a strateji gereği saldmlacağı, dire
nişin bütünüyle kırılacağı ve komisyon gelmeden önce işgalin
bir olupbittiye getirileceğini öğrenmiştik. Bu emirler yerine ge
tirilmedi, fakat aynı yetkili makamdan şimdi öğrendiğime göre,
bu emirler hemen geri alınmalı ki, komisyon işe başlayabilsin.
Çünkü bu, onun çalışmalarıyla uyuşmaz. Herhangi bir askeri
hareket felaket doğurabilir. Kaldı ki lüzumsuzdur da. Komis
yonun Hıristiyan üyesi, şayet bu emirler yerine getirilirse, isti
fa edeceğini açıkladı.»
F.O. 424/82, s. 237, No. 340
No. 189
240
Ermeniler, Kürt ve Çerkez beylerinin yağmalan, zaptiye
lerle yerel idarelerin dolapları, son savaştaki doğrudan ya da
dolaylı olarak orduya yardım gibi nedenlerle fakirliğe sürük
lenmişlerdir. Yıllarca çalışmanın bir semeresi olan eldeki son
kaymelerin artık hiçbir değeri kalmadı. Devlet bile vergisini
madeni para olarak istiyor
Bu konuda Babıâli nezdinde aracılıkta bulunmanızı ve Hı
ristiyanların ülke yönetimine katılmalarını sağlamanızı rica ede
rim.
F.O. 424/82, s. 633, No. 711, 711/1
No. 190
B inbaşı T rotter'den, M arki Salisbury’e
DİYARBAKIR, 19 Nisan 1879
(Alındı, 19 Mayıs)
241
lan olanaksızdır. Bu dilekçeden hemen sonra uzun bir telgraf
aldım. Onda da dilekçedeki ifadelere benzeyen şeyler sergilen
mekte ve benim Diyarbakır’a gelişimden beri Protestanların
davranışlarının dayanılmaz bir hal aldığı, buna bir son veril
mesi istenmektedir. Sanıyorum bu telin aynısı valiye de gönde
rilmiştir. İki üç gün sonra Hıristiyanların diğer mezheplerinin
Protestanlara eziyet etmiş olmalarını öğrenmek beni şaşırtma
dı. Redwan kazasından gönderilen bir mektupta; bir Protestan
bir Ermeninin evine çağrılır, dini tartışmaya girilir. Ermeni,
Protestanı gerçek olma doktrinini kabul ettirmeye zorlar; ka
bul etmeyince adamı döverler. Yoldan geçmekte olan bir baş
ka Protestanı içeri çağırırlar, o da aynı muamele ile karşılaşır.
Dayak yiyenler kaymakama giderler, o da sabahleyin bir dilek
çe ile başvurmalarını söyler. Bu sırada adı geçen iki Protes-
tanın, sözümona zorla Ermeninin evine girdikleri ve saldırdık
ları yolunda karşı suçlamalarda bulunurlar. Ermeniler tarafın
dan satm alındığı söylenen kadı, Protestanlar aleyhine karar ve
rir ve onları birkaç hafta hapse mahkûm eder. Verilen hüküm
o kadar adaletsizdir ki, Kadının mahkemedeki Müslüman üyesi
mahkemeyi terk eder. 6 hafta hapse mahkûm olan Protestan
papazı hükme itiraz eder. Kaymakam, papaza verilen bu ceza
nın yasadışı olduğunu ileri sürerek papazı serbest bırakır.
Bu olayı Diyarbakır’daki Ermeni ve Protestan papazlarıyla
konuştum ve adaletin sağlanması için mutasarrıfa mektup yaz
dım. Sait Paşanın bu işi bütün yönleriyle ele alacağından pek az
kuşkum var. Ayrıca iki mektup yazarak birisini Protestan pa
pazına gönderdim. Taşkınlıkta bulunmamalarını öğütleyerek,
paşaya adaletin yerine getirilmesi için mektup yazdığımı ve ha-
pistekilerin çıkarılacağını tahmin ettiğimi söyledim. Öteki mek
tubu da dilekçeyi imzalayana gönderdim. Dilekçede ileri sürü
len suçlamalann gerçek olmayışları nedeniyle dilekçeyi, Vali
Paşaya göndermediğimi, eğer göndermiş olsaydım, kesinlikle
cezalandırılmaları gerektiğini de ekledim. Görevimin bütün Hı-
ristiyanlara hizmet olduğunu, gerek Protestan, gerekse öteki
Hıristiyanların özellikle bu kritik dönemde barış içinde olma
larını ve bütün Hıristiyanların dost olarak geçinmelerini öğüt
ledim.
Ermeni Papazı Philippos ile Protestan Papazı Boyagian
da kendi toplumlarına yatıştırıcı nitelikte öğütte bulundular.
Midyat sancağından bu konuda aldığım haberler de kötü.
Mardin’de bulunan Amerikan misyonerinin 7 Ağustosta bana
242
gönderdiği yazıda Protestan toplumundan kimi erkeklerle, bazı
kadınların Keferzi ve Arnas köylerinden kaçmak zorunda kal
dıkları bildirilmektedir. Keferzi’deki Ağa, zaptiye ile birlikte
evlere girmiş ve kadınlardan istedikleri her şeyi almışlardır. Ar-
nas’taki Protestanlar ise o kadar korkutulmuşlardır ki, kendile
rini biz Protestan değiliz diye ilan etmişlerdir. Geri kalanlara
da bunu örnek almalarını, aksi takdirde savaşa hazır olmala
rını söylemişlerdir. Arnas’tan Keferzi’ye giden bir adam bir
aşiret tarafından yakalanmış, dövülerek ölüme terk edilmiş,
silahı bıçağı alınmış ve neticede adam evinden uzaklaşmıştır.
10 Nisan tarihli bir mektuptan öğrendiğime göre, Diyar
bakır’daki Protestanlar valiye bir tel çekerek acele kendilerine
yardım edilmesini istemişler, vali de Midyat’taki binbaşıya ge
reğinin yapılmasını emretmiştir. Bu binbaşının müdahalesiyle,
her iki toplumdan da evlerinden sürülenler geri dönmüşlerdir.
Protestan vekili, Raci Efendiden olanları unutmaları, gelecek
için anlaşmaları ricasında bulunmuştur. Raci Efendi söz ver
mişse de kardeşi, ertesi günü 20 silahlı ile Batha köyüne sal
dırmıştır. Protestanlar, şu anda onların daha sonraki niyetleri
üzerinde kuşkuludurlar.
Diyarbakır’a gitmek üzere yerinden ayrılan Misyoner Pa
paz Andrus’a Midyat’taki ikâmetgâhından ayrılışından iki sa
at sonra saldırıda bulunulmuştu. Bu olayı etraflıca daha önce
anlatmıştım. Bu seferki olay da aym kişinin Musul’a hareketin
den hemen sonra olmuştur.
Size, 14 M art tarihli yazımda Papaz Andrus hakkında so
ruşturma yapmak üzere Mardin mutasarrıfı tarafından Mid
yat’a özel görevle Daniel Efendinin gönderildiğini arz etmiş
tim. Bu zatın raporunu hazırladığını, fakat daha resmen valiye
vermediğini, raporunun oldukça tarafsız ve dürüst olduğunu
öğrendim. Böylece uzun zamandan beri sürüp giden bu olayın
bir sonuca ulaşacağı yolunda bazı umutlar görünüyor.
Siirt sancağındaki Protestanlara yapılan kötü muamele
düşünebildiğim kadarıyla, sadece dini kinden kaynaklanmakta
dır. Midyat’taki sıkıntı ise, önceki yazılarımda belirttiğim gibi,
dinden ziyade politikaya dayanmaktadır. Her iki bölgedeki yet-
küilerin Protestanlara karşı oldukça iyi niyetli olabilecekleri
görünmektedir.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 73, No. 35 (E k -35/1)
243
No. 191
244
gücünüzü kullanacaksınız. Pratikte onların etkinliğini arttır
mak için aklınıza gelebilen teklifleri yapacaksınız.
İstanbul’daki sefaretimiz mensuplarından bütün bilgileri
ve güçleri dahilindeki bütün yardımları alacaksınız ve Er
zurum’daki konsolosumuz ve bölgeniz sahillerindeki limanlarda
bulunan konsolosluk memurlarımız sizi ilgilendiren bütün ko
nularda araştırmalarınızı kolaylaştırmak ve sizinle iletişim kur
mak için gerekli talimatı alacaklardır.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 63, No. 27
No. 192
E k : B in b a ş ı T r o t t e r ’d e n , M a le t’e
245
No. 193
Bay M alet’den, M arki S alisbury’e
No. 358
BEYOĞLU, 29 Nisan 1879
(Alındı, 9 Mayıs)
Babıâli, Kâmil Paşanın kendisine yakıştırılan suçları inkâr
etmesiyle ilgili memorandumu gönderdi, ilişiktir.
Ayın 17’sinde zatıâlinize sunduğum raporda olduğu gibi Ha
lep eski valisi Kâmil Paşa kendisine karşı yapılan suçlamaları
genel olarak inkâr etmektedir.
No. 194
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 370
TARABYA, 3 Mayıs 1879
(Alındı, 16 Mayıs)
Büyükelçiye vekâlet ettiğim sürece Ermeni toplumu adına
çabalarım dolayısıyla Patriğin ilişikte gönderdiği teşekkür mek
tubuyla, kendisine verdiğim cevap ilişiktir.
246
Ek • 1 : Patrik Nerses'ten, Malet’e
2 Mayıs 1879
Ek - 2 : M alet’den, N erses'e
3 Mayıs 1879
No. 195
247
Doğu Rumeli’nde Rusların boşaltılmasıyla disiplinin sağ
lanması konusunda ve Rusların davranışı hakkında fikirlerini
söyledi, İngiltere’nin düşündüklerini sordu.
Doğuda yapılacak reformlar hakkında bakanlar kurulu
bir şeyler yapmışsa da Sultan beğenmemiş, kendisi bir tane ha
zırlamış, bakanlar kuruluna göndermiş. Bir kopyasını gizli kay-
dıyla büyükelçiye vereceğini söyledi. İngiliz Hükümetinin bu
planı onaylayacağını umduğunu ekledi.
(SANDİSON, 6 Mayıs 1879)
F.O. 424/83, s. 282, No. 399, s. 283 - 284, No. 399/1
No. 196
Teğmen Cherm side’den, Sör A. H. Layard’a
Tel.
MARAŞ, 9 Mayıs 1879
24 8
rezeyle, çeşitli köy ve geçitlerle kontrol edilebilir, Zeytunlu
hırsızlar için de aynı derecede etkin olur.
Hapislerin durumunu inceleyecek olan komisyon işe baş
lamıştır. Mevcut gayrimeşrulukla bir tek hüküm dahi bozulma
mıştır, hapislerin çoğunun sorgusu bile yapılmamıştır, bunlar
dan 139 kişi vardır,
Türkiye, No. 1 (1880), s. 64, No. 72/1
No. 197
249
de korkusuzca dile getirecekleri kuşkusuzdur. Çalışmanızın bu
bölümünde, size söylenenlere inanmakta tedbirli ve kesinlikle
tarafsız olunuz. Müslümanlarda, Hıristiyanlardan yana hare
ket ediyormuş izlenimini yaratmayınız. Bu etkinliğinizi azaltır.
Komisyonun görevleri, ziyaret ettiğiniz bölgede yapılacak re
formların genel hatlarını tespit etmektir. BUtün halk tabaka
larına eşit adalet, vergilerin uygun bir şekilde dağılımı, ülkede
yaşayanların ve gezginlerin güvenliğini sağlamak için, bu ko
nular üzerinde herhangi bir etkiniz varsa onu kullanınız.
Şunu aklınızda tutunuz ki, hükümetimiz her şeyden önce
Sultanın ülkesini güçlendirmesini arzu etmektedir, bu amacın
aracı ise halkın refah ve mutluluğudur.
F.O. 424/83, s. 390, No. 527, 527/1
No. 198
250
terin gözetiminde olan bölgedeki vilayetlerin idaresinde gerekli
reformları yerine getirmekle de bağımlı bulunuyor. Bu verilen
sözlerin ruhuna uymayan bir işlem; ilkin konsolosça ve ondan
sonra, gerekirse büyükelçi tarafından protestoda bulunmak için
yeterli bir zemin teşkil eder.
Bu demarşların zaman ve yapılış tarzları, kuşkusuz iyi dü
şünülmeli ve doğruluğu şüphe götüren bilgilere dayanarak ya
pılmaması üzerinde dikkatle durulmalıdır. Bu dileklere uymak
la beraber Büyük Britanya, Türk Asyasmdaki halkın iyi bir
yönetime kavuşması için diplomatik hiçbir gayreti esirgemeye
cektir.
Bu mesajın bir kopyasını Binbaşı Trotter’e bilgi ve rehber
olarak gönderiniz.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 76, No. 37
No. 199
Ek : M emorandum
Anadolu’da konsolos olacak subayların atanm ası
Yüzbaşı D. H. Stewart, Konya
Yüzbaşı Harry Cooper, Kayseri, Adana
Yüzbaşı G. Villiers, Kastamonu
Teğmen Chermside, Bursa
Sivas ve Canik’ten bu görevlerle yükümlülüğümün alınma
sının gerekebileceği
F.O . 424/83, s. 498, No. 640, 660/1
Türkiye, No. 10 (1879), s. 63, No. 27
251
No. 200
252
Patriğe Anna adındaki bir kadının, önceleri bir Pıoteslan-
la evlenmiş olduğunu, Patriğin kesin emirlerine karşın, evlili
ğin devam ettiğini, bir evde kaldığını ve Diyarbakır papazının
yasadışı olarak bu kadınla tekrar evlendiği hakkındaki bilgile
ri verdim.
Kaymakam vekili Papaz Philippos’tan aldığı bir teli oku
du. Bu telgrafta Papaz, adı geçen kadının Kazancıyan’ın
ikinci karısı olduğunu ve annesinin evine yerleştirdiğini, kili
senin emrini dinlemeyerek zaman zaman kendisini görmeye
gittiğini, Kazancıyan’ın üvey annesinin evini sık sık ziyaretin
den men edilmesi için Papaz Philippos’un Patriğe, yerel ma
kamlar nezdinde girişimde bulunmasını teklif etmiş olduğunu
anlattı.
F.O. 424/84, s. 55, No. 92 (Ek. 92/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 78, No. 40 (Ek 40/1)
No. 201
253
Fakat Halep Komisyonu Başkanı Mazhar Paşa ve Diyar
bakır Komisyonu Başkanlığına getirileceği söylenen Kâzım Pa
şa kötü. Kâzım Paşayı yakından tanıdım, iyi değil. Son Türk
isyanı dolayısıyla buraya gelip İzzet Paşanın komisyonuna ka
tılan Sultanın üvey kayınbiraderidir. Sultanla ve bakanlarla ba
ğımsızca haberleşir. Bu her iki paşanın Kürdistan’da bulunduk
ları zaman Bedir Hanın isyanında büyük rüşvet yedikleri, çok
içtikleri söylenir.
Mardin mutasarrıfı da büyük rüşvetler yemiş. Çöl hudu
dunda Kürtler birbirleriyle ve Araplarla çatışıyorlar. Asker
sevk olundu, kuraklık var ve fiyatlar geçen yılınkinden 5 kat
daha fazla. Konsolos muavininin süratle ve diğer konsolosla
rın da bir an önce gönderilmesini dilerim. Erzurum’da Ruslarm
bir başkonsolosu ve Chancelier’i var. Diyarbakır’da bir kon
solos, Van’da bir konsolos muavinleri var. Ben buradan ayrı
lınca halen tutuklu bulunan ağaların bir kısmı rüşvetle salıve
rileceklerdir.
I\O. 424/84, s. 67, No. 101 (Ek. 101/1)
No. 202
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury’e
TRABZON, 29 Mayıs 1879
(Alındı, 11 Haziran)
Trabzon eski Valisi Yusuf Paşa tarafından yayımlanan is-
tatistiki sunuyorum. Bu gibi bilgileri diğer kaynaklardan elde
etmeye olanak yoktur. Diğer vilayetler de bunun gibi istatistik
ler yayımlasalar Anadolu hakkında çok faydalı bilgiler elde
edilmiş olur. Her ne kadar bu istatistikler bizdeki kadar doğru
olamazlarsa da gene de en doğruya yakın kabul olunabilir.
Trabzon Vilayetinin (13 Mart 1879)’daki bütçesi:
Gelir 38.180.120 Krs.
Gider 10.340.122 Krş.
Vilayet (maaş) 2.155.395 Krş.
Muvazene 25.684.903 Krş.
N üfus: Köy 1.857 Hane 178... 33 Top. Erkek Nüfus 450.690
Ermeni 18.954
Rum 66.828
Müslüman 365.098
Türkiye, No. 10 (1879), s. 79, No. 41, 41/1
254
No. 203
NO. 204
Ek :
Zeytun’da zulme uğrayan Hıristiyanların ıstırabını gider
mek ve adaleti sağlamak maksadıyla Zeytun’a giden heyet Ha-
lep’e dönmüştür. Heyet sadece Zeytun’u işgal etmek üzere as
keri barakanın yapılmasını emretmiş ve genel af da son suçlu
lara tatbik edilmemiştir. Bu uygulama, durumu daha da kötü
leştirmiş ve Hıristiyanların güvenliği tamamen sarsılmıştır. Ay
rıca gelecek bir baskıya karşı hazırlanmaları mazeretini de ken
dilerine vermiştir. Çok kötü bir durumla karşılaşılabilir. Osman-
255
lı devletinin tarafsız bir soruşturma yaptıracağı hakkındaki sö
zünü tutmadığını hükümetime bildirmek zorundayım.
F.O. 424/84, s. 282, No. 216, 216/1
No. 205
No. 206
257
Veysi Paşa ve diğerleri Zeytun ayaklanmasını Ingilizlerin
bir entrikası gibi göstermeye çalışıyorlar, sanırım. Bu mektup
Kâmil Paşa tarafından çalınandır. Hıristiyanların dediğine gö
re, eğer kendilerini savunmasalar kökleri kazınacakmış ki, pek
abartma sayılmaz. Halk öylesine bilgisiz ve fanatiktir ki, ko
misyon geri gider gitmez Müslümanlar yeniden eyleme geçe
ceklerdir. Gerçekte Hıristiyanlan korumanın Zeytun’u kapsa
ması daha çok memnuniyetsizlik getirmiştir. Komisyonlar ku
rulması boşunadır. Birliklerin Zeytun’dan çekilmesi daha fay
dalı olur. Yalnızca 3 önemli kavşakta askeri karakol kurulma
sı yeterlidir. Garnizon için sarf edilecek para israftır.»
258
rişan durumdadırlar. Kanımca bütün bu anarşi, bozgun ve yol
suzluklar hükümetin dizginlerinin son 25 yıl içinde gevşemiş
olmasındandır. Zeytun işleri, genel sorunlardan ayrı tutularak
sonuçlandıracak işlerdendir.»
260
3. Askere saldırmak gibi bir amacı yoktu. 30, 100 kişinin
2000 askere saldırmaya kalkması düşünülemez; kaldı ki, seçi
len arazi de durumun bu doğrultuda olmadığını doğrular.
4. Bu küçük saldırıyı, doğru olsa bile, kolayca dağıtma
ları mümkün iken, Türkler bunu bir isyan şeklinde gösterip
Zeytun’un kendilerine boyun eğmesini yeğlemişlerdir.
Veysi ve Mazhar Paşaların olayı abartarak Zeytunluları
isyan halinde göstermeleri kasıtlıdır. Onlar olayları kendi is
teklerine göre belgeleyemezler.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 73, No. 83 (Ek - 83/1,83/2,83/3,83/4,83/5)
No. 207
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 476
TARABYA, 11 Haziran 1879
(Alındı, 19 Haziran)
Her ne kadar kendisini müstafi patrik olarak gösteriyor
sa da Nerses, Beşiktaş Başpapazı Khoren’le bana Ermenilerin
Küçük Asya’da ve Kürdistan’daki durumlarını gösteren ilişik
mesajı göndermiştir. Khoren, Ermenilerin uğradığı zulümleri
uzun boylu anlattıktan sonra, Avrupa komisyonunca Doğu Ro
manya’da oluşturulan organik idareye benzer bir şekilde, Er
meni vilayetlerinde de bir Ermeni genel vali emrinde özerk bir
idare kurulması üzerine ısrarla durdu. Verdiği mesajı İngiltere
Dışişlerine göndereceğimi ve Osmanlı İmparatorluğunun gerek
ikili anlaşmamızla, gerekse Avrupa devletleriyle olan anlaşma-
laıında ileri sürülen yükümlülüklerini yerine getirmesi yolun
da, Babıâli nezdinde hiçbir teşebbüsten geri durulmayacağını
bildirdim.
261
likle söylemişlerdir. Bunların davranışları gene Müslümanca
olacak. Sonuçta Müslümanlar karşısında Hıristiyan, yine aşa
ğılanacaklar. Bu ülkenin yönetimi laik değil, tam tersine dini
dir. Adalet de öyledir. Laik ve karma mahkemeler kurulduğu
zaman bunların başı Müslüman olacağından, mahkemenin ka
rakteri de tslami olacak ve önce İslama ilişkin yasaları düşüne
cektir. Medeni kanun, hâlâ şeriattir. Arapçadan Turkçeye çev
rilmiş, adına da mecelle denmiştir.
Bu bakımdan ilk yapılacak reform, yönetimi ve adliyeyi
laikleştirmektir. Bu durumda doğal olarak Ermenistan’da, Er
meni memurlarla şeriata karşı medeni kanun ve ceza kanunu
koymak gerekir. Bunları yaptıktan sonra bir jandarma teşkila
tına gerek vardır. Bu teşkilat, aşiretler dışında, orada 5 yıldan
fazla oturan yerli Müslümanlarla Hıristiyanlardan oluşmalı ve
bir AvrupalInın komutasında olmalıdır. Ayrıca eşitliği sağla
mak üzere bir de toprak kanunu çıkarılmalı ve bütün resmi
muameleler Türkçe ve Ermenice olmalıdır. Yine de bütün bun
ların yeterli olacağı sanılmamalıdır. Çünkü bu ülkede merkezi
yetçilik geçerlidir. Yerel yönetimler, merkeze göre hareket eder
ler. Bu bakımlardan, eğer aldanmıyorsam, son savaştan önce
Avrupa, Osmanlı eyaletlerinin ademi merkeziyetini istemişti.
Sanıyorum ki bu, en iyisi; ayrıca reformların güvencesi ve ül
keyi canlandıracak bir çözüm yoludur. Atanacak kabiliyetli
bir genel vali, laik bir yönetim biçimi kuracak, ona göre mahal
li gelir ve eğitimi düzenleyecektir. Böylece Berlin Antlaşması
nın 61’inci maddesinin yerine getirileceğini sanıyorum. Yardı
mınızı rica ederim.»
F. O. 424/84, s. 235, No. 281 (Ek - 281/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 91, No. 44 (Ek - 44/1)
No. 208
262
tüm. Temsilin gayri resmi olmasının gerektiğini, aksi takdirde
öbür devletlerin de aynı şeyi isteyebileceklerini belirtti. Bunu
daha önce de söylediğini vurguladı.
F. O. 424/84, s. 237, No. 282 (Ek - 282/1 282/2 283/3)
No. 209
263
Bu nedenle, Mısır’daki konsolosumuza verilen Beratın
çevirisini ekliyorum. Bu Berat, Wilson’a verilenin aynıdır.
F.O . 424/84, s. 238 - 239, No. 283 (Ek - 283/1)
No. 210
264
getirmeli, Hıristiyanların gerektiği gibi korunmasını sağlama
lıdır. Reformlar bir iki vilayette hemen uygulanmalıdır.
F. O. 424/84, s. 241, No. 287, 287/1
Türkiye, No. 10 (1879), s. 93 - 94, No. 4S/1
No. 211
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 531
TARABYA, 21 Haziran 1879
(Alındı, 30 Haziran)
No. 212
265
dayım. Eğer soruşturmayı, bir Avrupa komisyonu yapsaydı,
daha işin başlangıcında Babıâli yansız bir şekilde bilgilendiril
miş olacaktı. 320 hapisten, 200’ü suçsuz oldukları için salıve
rilmişler. Geri kalanlar, bu sıcak havada 8 ay tutuklu kaldık
tan sonra yargılanacaklar. Elebaşılarının affedileceği söylen
diği halde, elebaşıların adlarım söylememişler, üstelik onlar
dan da hiçbiri gelip teslim olmamış. Zeytun’daki halkın duru
mu, hükümetin yüzkarası ve insanlık açısından gaddarlıktır
denebilir. Soruşturma tahmin edilemeyecek kadar görevlileri
koruma yönünde cereyan etmiştir. Suçu halka yükleyecekleri
ne, yaraların sarılmasına yönelmeliydiler.
F. O. 424/84, s. 384, No. 484, 484/1
N o. 213
S ör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 535
TARABYA, 21 Haziran 1879
(Alındı, 30 Haziran)
Patriğe uğradım. Ermeni toplumunun ileri gelenlerinin
yaptığı toplantıda oybirliğiyle bana, onlara yardımlarımdan do
layı teşekkür etmeyi kararlaştırdıklarını söyledi. Bu fırsattan
faydalanarak, ben izindeyken Maslahatgüzar Malet’e gönderdi
ği yazıda «Osmanlı İmparatorluğunda Hıristiyan ve Müslüman
ların durumlarının iyileştirilmesi için, İngiltere Doğu temsil
cilerinin samimi bir isteği canlandıracak nüfuzlarını kullanma
larını görmek, Ermenileri müstesna bir şekilde bahtiyar etmiş-
tir»den, neyi kastettiğini sordum. Bu ifadenin bütünüyle hak
sız olduğunu, Doğudaki temsilcilerin fark gözetmeksizin ha
reket ettiklerini benim de aynı şekilde ve İngiltere Hükümetinin
politikasını yürütmekte olduğumu söyledim. Batı Asya’da şim
diki politik durumu altüst edecek entrikalara karışmamasını, Sul
tanın otoritesini torpillememesini ekledim. Böyle entrikaların Er-
menilere ancak felaket getireceğini, eğer Ermenilerin gerçekten
iyiliğini istiyorsa, bütün yasal yollan kullanmasını, böylece bu
konuda benim de tam desteğime kavuşacağını, kaba ve pratikte
yararı olmayan işler yapmaya çalışmamasını belirttim. Reform
ları geciktirmekten başka bir işe yaramayacak bu davranışlar
için, Patriği bu entrikalı yollara sevk edenler olduğu kanısın
dayım.
F.O . 424/84, s. 387-388, No. 486
266
No. 214
267
No. 215
T ro tte r’in Y a z ıs ı :
Komisyon da benim gayri resmi olarak, kendilerine katıl
mam için buyruk almış. Ben, sanki kabinede sandalyesiz bir
bakan gibi komisyona katılıyorum. Onlar da beni dinlemekten
memnun. Erzurum’da Fransız ve Rus konsolosları da var, ihti
yatlı davranıyorum.
F. O. 424/84, s. 389, No. 489, s. 389-390, No. 489/1
No. 216
T ro tter’in Yazısı :
Erzurum ve Van’da reform yapmakla görevli komisyon,
3 haftadır Erzurum’da çok şey başardığı söylenemezse de ça
lışmalarını acele etmeden yürütmektedir. BabIâli’den alınan
talimata göre komisyon, BabIâli’ye de büyükelçiliklere de
aylık raporlar verecek.
Komisyon jandarma sorununu inceliyor. Hapistekilerin
durumu ile, savaş sırasında hapisten firar edenlerin yeniden
tevkiflerini düşünüyor.
268
Komisyon, Erzurum’u terk etmeden jandarma konusun
daki raporunu BabIâli’ye sunacak; yeni usullere göre yürütüle
cek yeni mahkemenin seçim kontrolünü de teklif edecek. Bü
tün yerel meclisler istifa edecekler, yerine yenileri seçilecek.
Komisyon, vilayetin posta, telgraf işlerini iyileştirmek için de
bir öneride bulunacak. Yusuf Paşanın başkanlığında seçilmiş
çeşitli toplumların temsilcilerinin katıldığı bir komisyon kuru
lacak ve bu komisyon, vilayet için gerekli reformun genel tas
lağını hazırlayacaktır. 3 ay Erzurum’da kaldıktan sonra, Geghi,
Khanys, Malazgirt, Eleşkirt, Beyazıt, Ardış ve Van’a gidecek
ler. Kışı Van’da geçirecekler. Baharda Çölemerik, Bitlis, Muş
ve Erzincan’a, gerekirse Bayburt ve Ispir’e kadar uzanacaklar.
1880-81 kışından önce işlerini bitirecekler. Eğer Erzincan 1880
sonbaharına bırakılırsa, o süre içinde Dersim yıkılır ve çok kan
akıtılır dedim. Komisyondakiler bu konuda bir karar vermek
için daha fazla bilgiye ihtiyaçları olduğunu söylediler. Bir baş
ka önemli konu, savaş içinde orduya yapılan desteğin geri öden
mesidir. Tekâlüfü harbiye makbuzlarıyla toplanacak vergiler
den daha fazla mükellefler, kendilerine verilen senetlerin ver
gilerinden düşülmesini istemektedirler, işin tasfiyesi için Erzin
can’daki 4. Ordu karargâhına başvurmayı da ulaşım ve kala
cak yer bakımından sakıncalı buluyorlar. Postaya da İliç güven
leri yok. Son üç yılın vergi ertelemesi de bu aym sonunda biti
yor. Eğer gecikirlerse, 1 Temmuzdan sonra altın olarak ödemek
zorundalar. Bu durumda ordunun göndereceği resmi görevlile
rin hesabın tasfiyesini yapması, ya da ertelemenin 6 ay daha
uzatılması BabIâli’den istenecek. Kendisine fazla güvenmemek
le birlikte, Ermeni papazının söylediğine göre, Ruslar kendi
lerine yeni katılan illeri 8 yıllık bir dönem için vergiden affede-
çeklermiş
F.O . 424/84, s. 390, No. 490 (Ek -490/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 101, No. 55 (E k -55/1)
No. 217
Teğmen Cherm side’den, Konsolos H enderson’a
Narghıslu (SURİYE), 25 Haziran 1879
269
yoksul. Ekilebilir toprağın, ancak yüzde 15’i ekilebilmekte. Vi
layetin toplam 240 bin nüfusu var. Bunun 35.000’i Ermeni;
10.000’i Rum; vilayetin gayri safi hasılası 24 milyon kuruş. Bu
gelir, iyi bir tarımla çok yüksek düzeye çıkarılabilir. Zaptiye
hizmeti, Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, tamamıyla laçka;
polisinin hırsızlarla işbirliğinin binbaşı kademesine kadar var
dığı söyleniyor. Adana mahkemesinden de pek az şey beklene
bilir, ülkenin her tarafındaki koşullar hemen hemen aynı. Ne
yazık ki sevindirici hiçbir şey yok. Mahkemeler valinin buyru-
ğundadır, bağımsız değildir.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 91-92, No. 90/2
No. 218
270
No. 219
Patriğin M ektubu:
Gazetelerden Erzurum’a bir İngiliz konsolosunun atandı
ğını öğrendim. Gerçekte Van, Muş, Harput gibi Erzurum da
Ermenistan topraklandır. Buraları atalarımızın kanlarıyla su
lanmıştır. Aynca bu toprakların Kürdistan değil, Ermenistan
olduğu bütün dünyaca da bilinmektedir. Bu ad değişikliği, Er-
menilerin üzüntü duymalanna yol açmıştır. Buralara gönderi
len konsoloslar, Ermenilerin durumlannı iyileştirmek içindi.
Bu ad değişikliğinin, ancak bir yanlışlık olduğuna inanıyorum.
İmza: Müstafi Patrik NERSES
F.O . 424/85, s. 129-130, No. 223, 223/1, 223/2
Türkiye, No. 10 (1879), s. 105, N o. 62, 62/1, 62/2
271
No. 220
No. 221
272
ve gerekli yasalar hazırlanır hazırlanmaz, nerede mümkünse
vali paşanın da yardımıyla orada uygulanacak.
Sonradan gelen bir talimatta da, vilayette karargâhını müm
kün mertebe yoluna koyar koymaz bölge merkezlerine giderek
şikâyetleri ve ihtiyaçları dinledikten sonra, gerekli gördüğümüz
reformların yapılması buyruluyordu.
İlk talimatm konuşulmasında, önemli bir anlaşmazlık ol
du. Yusuf Paşa, toplumlarm temsilcilerinin nüfuslarıyla oran
tılı olmasını ileri sürdü. Serkis Efendi de vergi vermeyen ve
isyan halinde bulunan Kürtlerin bu orantıya sokulmamasmı
ileri sürdü. Sonunda, BabIâli’nin de görüşü alınarak, komisyon
38 kişilik bir danışma kurulu kurdu (10 Hıristiyan + 28 Müs
lüman).
İlk toplantı, Yusuf Paşanın başkanlığında 14 Temmuz Pa
zartesi günü olacak.
Perşembe günkü toplantıda Ermeni kilise adamlarından
oluşan bir heyet, başkanı ziyaret ederek yapılacak reformlarla
ilgili Ermenilerin hazırladığı bir projeyi takdim etti. Çevirisi ya
pılır yapılmaz sunacağım. Onlar da BabIâli’ye sunacaklar.
Serkis Efendi başkanlığında bir alt komite, bir de Geghi’de,
özellikle asker almada sahtekârlık ve ağalara yapılan suçlama
lar üzerinde yerinde soruşturma yapmak için komisyon kurul
du.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 1 -3 , N o. 1
No. 222
273
lerde Ermeniler konacak. Beki mutasarrıf da aynı dinden ola
cak ve jandarma teşkilatı derhal yürütülecek. Sanırım, Babıâli
Ermeniler için derhal bir şeyler yapma ihtiyacını duydu. Bu so
nuç için bütün gayretimle çalışıyorum.
F.O . 424/85, s. 95, No. 172
No. 223
S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 538, tel.
TARABYA, 11 Temmuz 1879 11.35
(Alındı, 12 Temmuz)
No. 224
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 608
TARABYA, 12 Temmuz 1879
(Almdı, 22 Temmuz)
274
No. 225
275
I. İdare meclisi önünde her türlü yardımın taksim şekli
ve toplanmasını, valinin fikrini de alarak ayrıntılarıyla incele
yeceksiniz. Eğer gerekli gördüğünüz reformlar, şu anda yürür
lükte bulunan yasa ve tüzüklere aykırı bulunuyorsa, bunların
da kaldırılmasını veya değiştirilmesini derhal BabIâli’ye bildi
receksiniz.
8. Vilayetteki işleri bir dereceye kadar yola koyduktan
sonra, vilayetin önemli gördüğünüz diğer bölgelerine gidip şikâ
yetlerini dinleyin, yanlışlıkları saptayın ve gereğini yapın.
9. Ülkede kanun ve disiplinin korunması, halkın güven
liğinin sağlanması ve vergilerin toplanması için, özellikle gezici
ve yerleşik aşiretlerin olduğu bölgelere yakın yerlerle, nereler
de askeri birliklerin yeterli olup olmadıklarını tespit edecek ve
gerekli görülen değişiklikleri derhal BabIâli’ye bildireceksiniz.
Ayrıca sıkıyönetim ilanı gereken yerleri de saptayacaksınız.
Halkın sükûnetini bozabilecek olanları bölgeden uzaklaştırabi
lirsiniz. Aşiretler belirli bir yere yerleştirildikleri zaman, mahal
li idare altında olacaklardır.
10. idareye karşı yapılan bütün şikâyetleri, Kürtlere kar
şı yapılan şikâyetleri mahkemeye vereceksiniz Başsavcıyı da
siz atayacaksınız.
II. Yasa ve tüzüklerin uygulanması için, mahalli idare
cilere ve ileri gelenlere öğüt ve tavsiyelerde bulunacaksınız.
F.O . 424/85, s. 260, No. 446 (E k -446/1)
No. 226
276
Siz de Osmanlı Büyükelçisi Müsurus Paşaya, Türkiye As-
yasında Hıristiyanlara karşı yapılan muameleden memnun ka
lınmadığını ve bu durumun sonunda çok ciddi olaylara neden
olacağını, reformların derhal yapılmasını söyleyin.
F.O. 424/85, s. 111-112, No. 199
No. 227
N ota :
Mazı Dağındaki karışıklık öğrenilir öğrenilmez, sükûnetin
sağlanması için hemen asker gönderilmiştir. Diğer bir bölük
de Malatya ve Siverek’e gönderilerek aşiretlerin elebaşılarını
alıp getirmek ve gerekli önerilerde bulunmakla görevlendirilmiş
tir. Böylece büyük bir çatışma önlenmiştir.
Yeni valinin atanması yapıldığından beri polisin birikmiş
maaşlarının büyük bir kısmı ödenmiş olup, geri kalanların da
ödenmesi üzerinde durulmaktadır.
Sardes yetkililerinden suçluların sorgulanmasıyla, cezalan-
dırılmayanlar hakkında açıklama yapmaları istenmiştir.
Diyarbakır mahkemesi başkanmın yardımıyla, Mardin Mu
tasarrıfı Hurşit Beye halk tarafından yapılan yanlış davranış
ları soruşturmak üzere, ikinci bir komisyon kurulmuştur. Ayrı
ca Midyat’taki yolsuzluklar da soruşturulacaktır.
İdare bütün uyanıklığıyla devamlı olarak güven ve niza
mın sağlanmasına çalışmaktadır (Babıâli, 12 Temmuz 1879).
F.O . 424/85, s. 205, No. 364, 364/1
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 107, N o. 65, 65/1
2 77
No. 228
Sör A. H. Layard’dan, Marki Sallsbuıy'e
No. 614
TARABYA, 13 T em m uz 1879
(Alındı, 22 Tem m uz)
278
ması göz boyamaktan ileri geçmedi. Bu telleri Salisbury’e gön
dereceğim ve ondan talimat gelinceye kadar sizinle görüşmeye
ceğim. Hıristiyanlara yapılan zulüm karşısında kayıtsız kalamam,
Mazhar Paşayı kimin koruduğu beni ilgilendirmez. Davranışları
nedeniyle derhal geri alınması gerekir. Eğer Zeytunlu Hıristi
yanların durumu hemen düzeltilmezse, sonuç pek kötü olur.
Benden sorumluluk gitti. Babıâli’ye bu tellere dayanarak çok
şiddetli bir nota hazırlıyorum. Eğer Mazhar Paşanın değiştiril
mesine ilişkin olumlu yanıt getiremezsen, hemen göndereceğim.
Sandison’dan, Büyükelçiye (13 Temmuz 1879)
Başbakan şunları söyledi: Babıâli çok zor durumda kal
mıştır. Memurlar yalnızca bir İngiliz memurunun şikâyeti ya da
vetosu ile geri çağrılacak ve bazı cezalarla cezalandırılacaklar
sa, bu durumda hiçbir Türk memuru güvence altında olamaz.
Ayrıca görev isteği de taşımaz. İngiliz memurları çıkarları olan
lar tarafından yanıltılamazlar mı? Dahası kendileri de yanlış
düşünemezler mi?
Olayları Mazhar Paşa bir açıdan, İngiliz ajanı başka bir
açıdan değerlendiriyor. Her ikisi de kanıt gösteriyorlar, bu ka
dar uzaktan bunların hangisinin haklı olduğunu nasıl bilelim.
Bu gibi başvuruları yapmadan önce, ortaya atılan suçlan kanıt
lamak gerekir. Mazhar Paşayı geri almak ve yerine başkasını
atamak bizi yine aynı noktaya getirir, dedi.
Sonradan Karatodori Paşa ile de görüştüm. O da gitti,
başbakanla görüştü ve İngiltere’ye doyurucu bir yanıt verebil
mek için yarın hemen bakanlar kurulunun toplanıp Mazhar
Paşanın görevden alınacağını, yerine Yusuf ya da Mithat Pa
şalardan birinin atanacağını söyledi.
F.O . 242/85, s. 206, No. 365, 365/1,2,3,4
No. 229
M arki Salisbury'den, Sör A. H. Layard'a
No. 158, tel.
DIŞİŞLERİ, 14 Haziran 1879, 1430
İngiliz Hükümeti BabIâli’nin reformlarla ilgili sözünü tut
masından memnun olur. Derhal yürürlüğe konmaları için zor
layın.
F.O. 424/85, s. 112, No. 200
279
No. 230
280
No. 231
No. 232
No. 233
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 566, tel-
TARABYA, 20 Temmuz 1879
(Alındı, 21 Temmuz)
ı
No. 234
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 640
TARABYA, 20 Temmuz 1879
(Atandı, 29 Temmuz)
N ota :
24 Ekimde Saffet Paşa jandarma genel teşkilatı kararg
hına Avrupalı subayların getirilmesi ve yabancı subaylar tara
fından eğitilmesine söz vermişti. Erzurum’da bu amaçla Avru
pah subayların Babıâlice göreve getirileceğine güveniyorum.
F.O . 424/85, s. 325, No. 515
282
No. 235
283
No. 236
No. 237
B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e
No. 21, Siyasi
ERZURUM, 24 Temmuz 1879
(Alındı, 12 Ağustos)
284
riğine sordum. Ermenilerin sayısı ne kadar, diye. 160.000 dedi.
Ben araştırdım deyince, 120 bine indi. Oysa resmi istatistik, yal
nızca 48 bin.
«Modki Kürtlerinin durumu ile hükümetle ilişkilerini ince
leyin, Nasturilerin bulundukları yerle, sayılarını saptayın.
Onları korumanız bakanlıkça istendi. Nasturi Patriğiyle tanış.
Kürt beyleriyle ahbap ol. Güvenliğin Osmanlı yetkililerinden
ziyade onlara bağlıdır. Bunların yerleşik tarıma olan eğilimle
rini de öğrenin. Esas amacınsa, ülkede daha iyi bir hükümet
kurulması olduğunu unutmayın. İngiliz Türk 4 Haziran 1878
Antlaşması gereğince, Doğudaki düşmana karşı bir savaşa gi
rilmesini göz önünde tutarak bölgeyi askeri harekât bakımın
dan değerlendirin. Van Rus Konsolos Muavini Binbaşı Kamsa-
ragan, buradan sizinle birlikte Van’a gitmek istiyor. Kendisi
Ermeni kökenlidir. Uygun düştükçe, uyum içinde çalışmanın
yararı var.
F.O . 424/86, s. 110, No. 164, 164/1
No. 238
B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury'e
No. 22, Siyasi, Gizli
ERZURUM, 25 Temmuz 1879
(Alındı, 11 Ağustos)
Erzurum ve Van reform komisyonu ilk raporunu BabIâli’ye
sundu, çevirisi ekli komisyon çalışmalarına tanık oldukça, re
formların yapılması umudum da o ölçüde azalmakta. Komisyo
nun işe başlarken BabIâli’den aldığı talimatı, bizzat okumam için
vermediler, fakat inanılır kaynaklar içeriğini bana söylediler.
Komisyon ilk bakışta çok büyük yetkilerle donatılmış gibi
görünmekteyse de çalışmalarını kısıtlayan kayıtlar vardır, ö r
neğin ödenek gerektiren konularda BabIâli’nin izni alınacak.
Böyle olunca da ne jandarmaya, ne de yönetime düzen vermek
olanaksız. Çünkü işler önce paraya dayanır.
Ayrıca zaman zaman BabIâli’den gelen telgraf buyruklarıy
la da komisyonun yetkileri kösteklenmiştir. Sonuçta komisyon
acılan dinleyen, ancak tedavi gücü olmayan bir duruma düş
müştür. Sulh hukuk ve ceza mahkemelerinin başkanları komis
yonca seçilecekken, bu yetki de sonradan valiye verilmiştir.
285
Komisyon yeni tüzüğe göre seçim yaparak vilayet üyelerini
değiştirecekken, sonradan bu yetki valiye verilmiş, o da eski
tüzüğe göre hareket edecek ve böylece tayinler, idare meclisi
nin eski vurguncularınca yine eskilerinin işbaşına dönmeleri so
nucunu verecektir.
Komisyon, vali ile uyumlu olarak vergilerin toplanması üze
rinde çeşitli yöntemleri inceleyecek ve şimdiki yasaların elverdi-
diğince iyileştirmeleri yapacak, eğer esaslı bir yasa değişikliği
gerekirse, BabIâli’ye sorulacak.
Aşağıdaki öneriler, BabIâli’nin onaylaması için yapıldı (Ma
yıs sonunda):
Erzurum -Van; Erzurum - Erzincan - Harpu t arasında di
rek telgraf ve posta iletişiminin sağlanması (hâlâ yanıt yok);
Köylülerin tekâlüfü harbiye alacaklarının vergilerinden dü
şülmesi (henüz yanıt yok);
Bir lira 400 kuruştan hesaplanarak eski borçların ödenmesi
süresinin uzatılması (5 ay daha uzatıldı);
îdare meclisinin yeni seçileceklerle değiştirilmesi (vali ta
rafından eski rejime göre yaptırıldı);
Dersindiler ve Derviş Paşa hakkındaki haberler olumlu
olmuş, Derviş Paşaya uygulamaları için açık kart verilmiştir.
2, 3 önemli öneri de yanıt beklemektedir.
Bugün alman bir yazıda jandarma konusundaki teklif her
ne kadar bakanlar kurulunca beğenilmişse de fazla paraya ge-
reksinildiğinden onaylanamamıştır. Diyarbakır bu işi parasız
yapabilecek bir proje sunmuştur Diyarbakır’la ilişki kurun ve
siz de onun gibi yapın (Komisyon, görüşünde direnmiştir).
Eski Harbiye Bakam olan Vali Fosfor Mustafa Paşa ile ko
misyon üyesi eski Maliye Bakanı Yusuf Paşa arasında kıskanç
lıktan kaynaklanan bir sürtüşme vardır. Bu da komisyonun işi
ni güçleştirmektedir. Son günlerde Serkis Efendinin hastalığı do
layısıyla da komisyon işleri hayli tavsamış bulunmaktadır.
Komisyon halen hapiste bulunan önemli kişilerin (ağalar),
mahkemelerinin yapılması işini bizzat ele almıştır. Şimdi komis
yonun önünde biri Ermeniler, diğeri de Müslümanlar tarafından
önerilen iki reform ' projesi var. Müslümanlarınki daha liberal
bir yapıdadır.
2 86
D iyarbakır İngiliz Konsolosu Boyajian'dan, Erzurum
İngiliz K onsolosu T ro tter’e
tel.
Ermeni Papaz Philippos’un yönetimi, Hıristiyanlar için sa
kıncalıdır. Patrik onu görevden aldı. Philippos’un kışkırtma
sıyla, Patrik delegelerine karşı, cemaat mensupları hücum et
mişler ve yaralananlar olmuştur Feci bir sonuçtan ürken Phi-
lippos yetkililerce uzaklaştırılmıştır. Sonradan Patrik, Philip
pos’un dönmesi yolundaki fikrini değiştirmiştir. Gelmesinin bü
yük bir olaya neden olmasından korkulmaktadır. Büyükelçi ile
görüş. O da/Patrik ve Babıâli ile bu konuda .ilişki kursun.
F. O. 424/86, s. 100 -103, No. 149 (E k -149/1)
Türkiye, No. 4 (1880), s. 3 -S, No. 2 (E k -2/1)
No. 239
BabIâli’nin M esajı
Komisyonun çalışmaları şu faydalı sonuçları sağlamıştır.
500 silahlı tekrar köylerini kazanmışlardır. Bugünkü ayak
lanma, 30, 40 kişilik Babek çetesindendir.
2 Müslüman, 2 Hıristiyandan oluşan 4 kişilik Zeytun İda
ri Konseyi kurulmuştur.
Zeytun yargıcı yerine, Maraş Halissa yargıcı Yahya Efen
di geçici olarak atanmıştır. Herkesin güvenini kazanmış biridir.
Sulh ve ıslah mahkemeleri hemen oluşturulmuştur. Yasa
dan sonra, sulh mahkemesi ıslah kısmına Maraş’tan Yargıç
Ömer Efendi atandı. Her iki kısmın 2 Müslüman, 2 Hıristiyan
4’er üyesi var.
Zeytun’da 8000 nüfusun 3.751’i Müslüman, geri kalan 4.424
kişisi de Hıristiyandır. Zeytun 4 bölgeye ayrılmış, 2’si bütünüy
le Müslüman, her birinin 6 ya da 8 üyesi var.
287
Birçok müesseseler kurulmuştur. Mahkemeler vc Öteki ku
ruluşlar görevlerini düzenli yapıyorlar.
Geçici bir komisyonun gözetiminde Zeytun ve Pazarcık’ta
vergi ve kazanç üzerinde bir anket yapılmakta. 2’si Müslüman,
2’si Hıristiyan olmak üzere her komisyonda 4 üye bulunuyor.
Halep kadastro başkanı çalışmalarına başlamış olup, alı
nan kararlar BabIâli’nin onayına sunulacak.
Zeytun zaptiyesi ayıklanacak ve kötülerin yerine iyiler ko
nacak. Halep’ten Rüştü ve Ali Beyler bu işi yürütecekler.
Kışla ve hükümet binasının temelleri atıldı, kurbanlar ke
sildi. Lis Katalikos’unun Naibi de törende bulundu ve Padişa
hın başarısına dualar okundu.
Komisyon üyeleri, kaymakama ve kumandana gerekli öğüt
leri verdikten sonra törenle uğurlandılar.
Af konusunda alman emir yerine getirilmiştir.
Maraş hapishanesinden 21 tutuklu tahliye edilmiş, geriye
131 kişi kalmıştır. Bunlardan l l ’i isyanın elebaşlarıdır. İşbir
likçilerin öncelikle mahkemeleri yapılacaktır. Askerlik vergisi
yerine askere alma, Kamil Paşa tarafından toplanan silahların
geri verilmesi, bütün Zeylunlu tutukluların ve şimdi dağda bu
lunan asilere kadar affın genişletilmesi, kışlanın yapımının geri
bırakılması, Zeytun idaresince protesto edilen kaymakamın ta
yini, 200.000 kuruşa varan vergi borçlarının ödenmesi, başka
bir vergi usulünün konulması ve gerçekleşemeyen bütün vaat
ler doğal olarak Konsolos Henderson’un kritikleri olmuştur.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 99, No. 100, 100/1
No. 240
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 584, tel.
İSTANBUL, 29 Temmuz 1879, 11.50
(Alındı, 30 Temmuz)
Sultanla uzun bir görüşme yaptım. Küçük Asya’da bazı
vilayetlerde reformları uygulayacağına ilişkin şeref sözü verdi.
Baker Paşanın Kürdistan komutanlığına atanmasını teklif ettim,
söz verdi. Yunanistan sorunu için komisyonun tayini çıktı. İn
giltere’nin yardımını rica etti. Eğer Yanya’yı verirse, Arnavut
luk ayaklanabilir, bu ayaklanmayı bastırmak için tahtını tehli
keye koymadan, ateş emri veremeyeceğini söyledi.
F.O. 424/85, s. 349, No. 556
288
No. 241
289
den birinin yaptığını söyledi. Ayrıca, eğer Fransızca yazışma
da bir yanlış varsa, bunun doğrudan doğruya Sultana ait oldu
ğunu, çünkü bu amaçla Sarayda aracı olarak bulunan M.
Dreysse adındaki Fransız subayın bu iş için kullanıldığını ekledi.
Bir akşam bu kişinin evine gelip kendisine Sultan aleyhinde bir
komploya girişerek yerine Reşat Efendinin geçirilmesini düşünüp
düşünmediğini sorduğunu, Sultanın işleri yürütecek güçten ta
mamen yoksun olduğunu, Sultanın kendisinden önemli ölçüde
borç aldığı için bazı yükümlülükler altında kendisinin kontrolü
ne girdiğini, bu soruların karşılığım bir Fransız subayı ile ağızdan
göndermek yerine kendisine Fransızca bir cevap yazdığını,
Sultanın çevresi tarafından böyle bir endişeye düşürüldüğünü
sandığını, Arifi ve Saffet Paşaların atanmasını yerinde buldu
ğunu, her ikisinin de yurtsever ve namuslu kişiler olduğunu söy
ledi.
F.O . 424/86, s. 144-147, No. 197
No. 242
290
No. 243
Sö r A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 589. Gizli, tel.
İSTANBUL, 31 Temmuz 1879
(AJmdı, 1 Ağustos)
No. 244
M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard’a
No. 198, Gizli, tel.
DIŞİŞLERİ, 1 Ağustos 1879, 15.25
No. 245
M arki Salisbuıy'den, Sör A .H . Layard’a
No. 1014, Gizli
DIŞİŞLERİ, 1 Ağustos 1879
No. 246
M arki Salisbury'den, S ör A .H . Layard'a
No. 202, Gizli, tel.
DIŞİŞLERİ, 1 Ağustos 1879, «7.40
Reformlarm yürürlüğe konulması için, donanmanın duru
muna ilişkin, Sultana yazma önerinizi onaylıyorum.
F.O . 424/86, s. 3, N o. 12
291
No. 247
No. 248
292
E k - 2 : M. Castagne’den, M. F oum ier'e
(26 Temmuz 1879)
No. 249
293
Erzurum vilayeti nüfusu (kadın, erkek)
Müslüman 197.768
Gayri Müslim 55.043
Hıristiyan 195.500 Ermeniler Hıristiyan ol
duklarını söylüyorlar.
Türk (Kafkaslı) 185.000
Kürt 112.500
Yezidi 3.000
Ermenilerin bu isteği, komisyonda tartışmalara yol açmış;
Ermeniler, toplantılardan şu ya da bu şekilde bir neden bula
rak uzak durmuşlardır.
6 Ağustos tarihli toplantıda, komisyondaki Ermenilerin sa
yısı adaletsizdir diye Ermeniler, komisyondan çekilmişlerdir.
Toplantıda yalnızca Protestan temsilcisi kalmıştır. Geghi alt
komisyonu, komisyon üyelerinden birinin gözetiminde pek çok
toplantı yaptı, bölgedeki beylerden birçoğunu yargılamaya ye
tecek kadar kanıt toplandığı umut ediliyordu. Oysa daha faz
lasını yapmaya yetkili olmadıklarını açıklamışlar.
ö te yandan Diyarbakır komisyonu, Erzurum komisyonun
dan daha etkili bir yöntem uygulayarak ünlü Kürt beylerinden
beşini, hemen Arnavutluk’a sürgüne göndermiş; arkadan da aile
leri gönderilecekmiş. Haberci, öteki Kürt beylerine de bu yolda
muamele edileceğini, halkın mutlu olduğunu söylemektedir.
Erzurum komisyonu İspir kaymakamını sorguya çekmiştir.
Mahkûmiyetinin ciddi bir karşı çıkışla sonuçlanacağı sanılıyor.
Komisyon, çalışmalarını bildirdiği raporda, Mahmut Ağa
adında birini 3 yıl sürgüne mahkûm ettiğini bildirmişti. Tek
olumlu gelişme bu idi. Oysa aynı adam, eski Vali İsmail Paşa
tarafından 6 ay önce yakalanmış ve henüz mahkemesi yapılma
mıştı. Rusya’dan göç edenlere ulaşım masrafı için hükümetçe,
öteki bölgelere gitmek üzere günde 12 kuruş ödeniyormuş. Ko
misyon, aynı şeyi validen de istemiştir.
Van’a gitmekte olan Yüzbaşı Clayton’un geçen ayın 26’sm-
da Muş’tan gönderdiği bir habere göre, Kars’tan gelecek 950
aileden 350’sinin Aghveran civarında yerleştirileceği bildirilmek
tedir. Sonradan gelmişlerdir de. Hınıs ile Muş arasında 70, 80
Çerkez eşkıya ailesinin olduğunu da bildirmektedir. Çerkezler-
le Kürtlerin yağmaları çeşitli yerlerde devam etmekte olup, jan
darmanın düzeltilmesi zorunludur. Bir Ermeni genci, sevgilisi
Müslüman kızla ortadan kaybolmuş. Rusya’ya kaçtıkları sanı
lıyor. Ayaklanan Müslümanları yatıştırmak için, Mamahatun
294
kaymakamı Hıristiyanların ileri gelenlerinden üç dördünü tu
tuklatmış. Paşa bir süvari mangası göndererek, sükûneti sağla
mış. Hıristiyanların salıverildikleri haberini alacağımı umut ede
rim.
Türkiye No. 4 (1880), s. 15-17, No. 11
No. 250
Sör A .H . Layard’dan, M arki Sallsbury’e
No. 712
TARABYA, 9 Ağustos 1879
(Alındı, 19 Ağustos)
Binbaşı Trotter’in geçen ayın 25’inde gönderdiği yazıyı bir
nota ile Babıâli’ye göndermeyi uygun buldum. Bir kopyasını
sunuyorum. Komisyona bir sataşma olmasın diye, birkaç parag
rafını çıkardım.
N ota :
Erzurum ve Van vilayetlerinde reformların yapılması için
oluşturulan komisyonun çalışmasının gerek yerel yönetimlerce
engellenmesi, gerekse Babıâli’nin komisyonun yetkilerini kısıt
laması sonunda düş kırıklığı yaratmıştır. Bu konuda Binbaşı Trot
ter’in raporunu sunuyorum. BabIâli’nin İngiliz Hükümetine
verdiği söze uyarak, reformların hemen uygulanmasını talep
ederim.
F. O. 424/86, No. 312, 312/1
Türkiye No. 4 (1880), s. 14, No. 10, 10/1
No. 251
Sör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 602, tel.
TARABYA, 10 Ağustos 1879
(Almdı, 10 Ağustos)
Sultanla görüştüm. Vilayetlere atanacak yabancı mali mü
fettişler konusunda Fransız sefiriyle benden, ad vermemizi rica
etti. Horace Guarracing’le Edmund Calvert’i önerdim.
F.O . 424/86, s. 98, No. 140
295
No. 252
296
tayin edenin hizmetinde olduğunu kabul eder. O verdiği hiz
metteki vicdan ve dürüstlüğünü, görevde kalışının güvenliği ola
rak göremez, keyfi olarak yerinden olabilir. Yapılan yanlışların
cezalandırılacağı yerde, yapanların terfi ettirildikleri çok görülür.
Maaşı azdır ve onu da zamanında alamaz. Kendi çıkarlarına,
dolayısıyla patronuna yarar sağlamaya, bu suretle görevini koru
maya bakar. Hizmette kaldığı zamanı düşünerek ve yeni bir gö
rev alabilmek için küpünü doldurur. Buna rağmen çok az da
olsa, dürüst hizmet eden idare adamları da vardır. Bu kadar
kötü bir yönetimde, böyle dürüst birkaç kişinin görülmesi de
şaşılacak bir şeydir.
BabIâli’nin bütün memurları, görev yerlerini iltimasla, rüş
vetle değil, yetenek ve dürüstlük testlerine tabi olarak edin
melidir. Göreve gelen adam güven içinde olmalı, yanlış bir şey
yapmadıkça yerinden oynatılmayacağım ve belli bir hizmetten
sonra emekliye ayrılacağını bilmelidir. Böyle kimseler, Avru
pa’da olduğu gibi Türkiye’de de vardır, idare önce bu gibi seç
kin kimselerin eline verilmeli ve sonra bunların yardımıyla arka
arkaya reformlar yapılmalıdır. Sultan reformları yapmakta ne
kadar samimi olursa olsun, statükonun korunmasından çıkarı
olan işbaşındakiler başlıca problemdir. Mevcut sistemde, Ba
bIâli ne kadar samimi olursa olsun, reformların başarısızlığı
kaçınılmaz bir olaydır. Sorunun çözümü çok güç, ama iddialı
olmamakla beraber şöyle bir yol izlenebilir. Yabancıların kont
rolünde İstanbul’da tam bağımsız bir soruşturma mahkemesi ku
rulur. Bu mahkeme, önce Anadolu’da Müslüman nüfusun ço
ğunlukta olduğu yerlerde yetersiz ve yolsuz idarecileri temiz
ler. Cezalandırır, ödüllendirir. Başarılı olursa, bu, bütün ülkeye
yaygınlaştırılabilir. Bu amaçla Ingiliz konsoloslukları mahkeme
nin birer haberalma ve takip bürosu olarak iş görebilir. Eğer
Babıâli bu işe boyun eğmezse, ülkede başıbozukluk öylesine ar
tar ki, Avrupa devletleri Osmanlı imparatorluğunun çökme
mesi için zorunlu önlemler almak gereğini duyar.
F.O. 424/86, s. 225 -228, No. 304
Türkiye No. 4 (1880), s. 12 -14, No. 9
297
No. 253
B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e
No. 26, Siyasi
ERZURUM, 5 Ağustos 1879
(Alındı, 11 Eylül)
Diyarbakır’da İngiliz fahri konsolosluğu yapan Boyaji-
an’dan aldığım bir mektubu iliştiriyorum. Diyarbakır’da bir
ayaklanma olmuş vc 20 kişi yaralanmıştır. Bilinen 23 Kürt be
yi sürgüne gönderilmiş, böylece sürgüne gönderilenlerin sayısı
46’yı bulmuştur. Kürdistan’daki Van ve Musul bölgesindeki ün
lü beylerin, sıra kendilerine geliyor korkusuna kapılarak ayak
lanmalarından endişeliyim. Bu temeli çatırdayan imparatorluğun
parçalanması olabilir. Bunların mallarının hazine gelirleri içine
alınması ve topluea, sürgüne gönderilmeleri tehlikesi üzerine
BabIâli’ye gerekli öğüt verilmeli.
Erzurum’daki Ermeni ayaklanmasına gelince, yoğun olduk
ları yerde kendilerine olan güvenleri artarak bağımsızlık ru
hunu sergilemekte olduklarından hiç kuşkum yok. Bu durum,
onları uzun zamandan beri tanıyanları büyük hayrete düşür
müştür. Son savaştan bu yana, Ermenilerin davranışlarını ta
mamıyla değiştirdikleri görülüyor. Bu hareketin güdümü, eğili
mi ne yazık ki, hükümetin otoritesine karşı koyma şeklinde
görülüyor. Büyük ölçüde azınlıkta oldukları kırsal kesimde din
daşlarının genel katliamına yol açabilir Devletteki yolsuzluk
ve yetersizliklerin genel anarşi ile düzelmesi olanaksız.
Boyajian’ın ima ettiğine göre, Diyarbakır ayaklanmasında
ön sırada yer alan, benim eski çevirmenim ve şimdi Rus Kon
solosunun tercümanlığını yapan, Ermenidir. Kendisi ilerici, mo
dem liberal partiye mensup olup, şiddetle özerklik savunucusu
dur. Papaz Philippos ile de iyi dosttur. Sanıyorum ki bu işteki
hareket tarzı Rus Konsolosundan tamamen bağımsızdır. Di
yarbakır Reform Komisyonu Başkanı Abidin Beyi bir telle kut
ladım ve idaredeki yolsuzluklar üzerinde de durmasını temenni
ettim. Teşekkür cevabını aldım.
Ek : D iyarbakır İngiliz F ahri Konsolos M uavini Bo-
vaiian’ın M ektubu
Papaz Philippos’un görevden alınışı dolayısıyla şehirde olan
kımıldanmaları bu aym 25’inde postalamıştım. Şimdi ayrıntıla
rını veriyorum.
298
Papaz Philippos’un hurdaki hareketleri ne hükümeti, ne de
bizzat kendi cemaatini memnun etmekte idi. Durumu soruş
turmak için İstanbul patrikliğinden bir papaz ve iki yardımcısın
dan oluşan bir heyet buraya geldi. Soruşturmasını yaptı, Philip
pos’un buradan uzaklaştırılması kararını aldı ve kendisine bil
dirdi. Bunun üzerine Philippos evine kapanmakla birlikte, şu
veya bu şekilde ayak takımını etkileyerek onları harekete getir
di ve bunlar (500, 600 kişi kadar) patrik heyetine saldırılarda
bulundular. Zaptiye ve iki bölük üzerlerine sevk edilerek dele
gelerin hayatları kurtarıldı. Bununla birlikte bunlar tutuklanan
arkadaşları çıkarılmadıkça ve Phillippos’un atanması durdurul
madıkça, taşkınlıklarına devam edeceklerini söylediler Her iki
taraftan 20 yaralı var, kilise ve okul, 13 gün kapalı kaldıktan
sonra, nihayet topluluğun aklı selim sahibi kişileri tarafından
açıldı. Şimdi sükûnet var. Philippos zaptiye zoruyla önce Har-
put’a ve oradan da İstanbul’a gitmiş. Tekrar geri geleceği söy
leniyor.
Diyarbakır Reform Komisyonu Başkanı Abidin Bey, çok
iyi çalışıyor. Âşâr toplamada yoksulları koruyacak yeni bir yol
kabul olundu. Kürt beylerini eline geçtikçe hapsediyor ya da
sürüyor. Mal varlıklarını da herhalde hâzineye alacaklar. Abi
din Bey Hıristiyanlardan 3 tane mutasarrıf, 2, 3 kaymakam ve
bir savcı atayacak.
F.O . 424/87, s. 126-127, N o : 167, 167/1
Türkiye, No. 4, (1880), s. 42, No. 23
No. 254
300
komisyonu kurulmalı ve bu, okulları, kolejleri açmalı, yönet
melidir.
Vergiler : Vergilerden şikâyetlerimiz yok, ancak âşâr es
kiden olduğu gibi mültezime verilmelidir. Zira hem devlet, hem
de halk toplayıcı tarafından, zarara uğratılmaktadır. Özellikle
gelir vc emlak vergileri zaptiyeler tarafından toplanılmamalı,
daha başka yollar bulunmalıdır.
Polis: Erzurum 55 milyon dönüm olup, adam başına 110
dönüm düşmektedir. Asayişi sağlamak için bu kadar geniş böl
geye polis yeterli gelmez. Jandarma karakollarından başka as
ker de vilayetin önemli yerlerinde karakol kurmalıdır.
O rdu: Islah edilmeli, Müslim ve gayri Müslimlerle, karma
olarak teşkil olunmalıdır.
A d d e t : Sivil idareyi reorganize etmekte büyük zorluk
lar var. Bir kimsenin namuslu olduğu anlaşılınca o, görevden
alınmamalıdır Kötüler atılmalı, iyiler ödüllendirilmelidir. Sul
tanın da emri böyledir. Bu emri yerine getirmek, en gerekli re
formlardan birisidir. Vilayette sancak temsilcilerinden oluşan
bir vilayet konseyi kurulmalıdır.
Sonuç: Bu tekliflerimizin Sultanca da tasvip olunacağını
umut ediyoruz. Memlekete yararlı başka projeler de olursa,
onları da ileride komisyona sunacağız.
Erzurum, 9 Temmuz 129S (12 Temmuz 1879)
Türkiye No. 4 (1880), s. 45'-47, No. 24/1
No. 255
301
Ek • 1 : Clayton’un B irinci Yazısı
Mutasarrıf vekili, «3000, 4000 göçmen ailesinin bu bölge
ye yerleştirileceği emri üzerine, hemen İstanbul ve Erzurum’a
bunun olanaksız olduğunu, ancak 1250 aileyi yerleştirebilece
ğimizi söyledik» dedi. Ermeniler bunların Muş kazasına yer
leştirilmelerini kabul ediyorlar. Ama köylere dağıtılmalarına ta
raftar değiller. Sebep olarak da Osmanlı memurları, herhangi
bir anlaşmamazlıkta Müslümanları tuttuğu için, bir köyde
bir Müslüman ailesi bile olsa Ermenilerin aleyhine olur di
yorlar. Bunda abartma olsa da genel olarak adil bir yargıya
ve etkili bir jandarma teşkilatına ihtiyaç vardır.
302
parmağı yok. Fakat Ermeniler, Avrupa milletlerinin durumla
rım öğrenince, özgürlük ve eşitlik fikirlerinin, artık dayanıl
maz durumlarıyla bağdaşmadığını görmeye başlamışlardır.
No. 256
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 736
TARABYA, 17 Ağustos 1879
(Alındı, 26 Ağustos)
Ermeni toplumunun, Erzurum reform komisyonuna ver
dikleri reform projesi:
1. Genel vali süresiz olarak İstanbul’dan atanır. Mahalli
işleri, şartlan bilmesi, yetenekli olup olmadığı söz konusu de
ğildir. Kürtlere, bu kadar kötü davranışlanna rağmen, bizden
daha fazla hükümet görevi verilir. Adaletde de İslamın ilkele
rine öncelik verilir.
2. Yasalar, birçok eksikliklerine karşın, mevcut oldukları
halde, yapılan değişiklikler layıkıyla duyurulmaz ve keyfi bir
uygulama yürür gider. Görevlilerin serbestçe bir işi. yapabile
ceklerine dair kesin bir yasa yoktur.
3. Adli sistem kötüdür. Şeriye yargıçları medeni kanun
dan haberi olmaksızın, mecelleye alışmıştır. Bir karar verir,
bazen medeni kanuna ve çoğu kez de mecelleye uyar. Eğer bu
mahkemenin başkanı naip ise, mahkeme mecelleye göre cere
yan eder. Mecelle, medeni kanun gibi uygulanır. Başkanı iyi
maaş aldığı halde, aşağı kademeler çok az almakta dolayısıyla
yetenekli ve namuslu bir kadro bulmak çok güçleşmektedir.
4. Bütün kanunlar ve resmi yayınlar sadece Türkçedir.
Ermeniler Türkçe bilmediklerinden mağdur olmaktadırlar.
303
5. Polis, sayı bakımından azlığı, teşkilatının bozuk ve di
siplinsiz oluşu dolayısıyla kendisinden beklenen görevi yapa
maz. Hele bu görev Hııistiyana karşı yapılacaksa hiç yapıl
maz.
6. Vergilerin taksim ve toplanması bir rezalettir. Mü
kellefin ödeme gücü düşünülmeden vergilendirilir ve biriken
vergi bakiyeleri, yoksulluğu getirir. Verginin ödenmesi için mü
kellefe zor kullanılır, hatta dövülür, yaralanır, onuru kırılır.
Bunlar çoğunlukla Ermenilere uygulanır, Türklere ve Kürtle-
re uygulanmaz.
7. Salnamede Erzurum ve Van için, 169.396 kuruş Müs
lüman okulları, 210.000 kuruş da kamu görevleri için konul
muştur. Bu geniş vilayetin bu parayla yetinmesine maddeten
olanak yoktur. Oysa Erzurumun yıllık geliri 30, 35 milyon ku
ruştur. Ancak 1/4’ü masraf olur. Bu parayla halkın güvenliği
sağlanamaz. 15, 20 ay geciken çok az maaşla namuslu adamın
güvenlik hizmetini kabul etmesi beklenemez. Polisin 70, 100,
adliye komisyonu üyesinin 200, 400, köylerde polis müfettişi
olanların 250 ve kaymakamın 200 kuruş aylık aldığı yerde bu
görevlerin yeteneksizlere gideceği açıktır.
8. Mülkiyet hakkı yasasının korunmasında olmasına rağ
men, yıllarca toprağını süren bir köylünün elinden toprağı, bir
bey tarafından şu veya bu şekilde ele geçirilir.
9. Tutucu Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı bütün kö
tülükleri reva görürler. Yakalandıkları zaman kolayca hapis
ten çıkarlar ve kendilerini ele verenlerden öç alırlar. Bu bey
ve ağalar bölgelerindeki Ermenilerin hem mülklerini istediği
gibi kullanır, hem de onları kendi kölesi kabul ederler. Hükü
metse, buna engel olmak istemez.
Kürt aşiretlerinin ağaları, aşiretleri üzerinde mutlak hâ
kimdirler. Hiçbir ülkede görülmeyen bu durum, sistem ola
rak kabul edilmiştir. Bunlar istedikleri yerde atlarını ve hay
vanlarını otlatırlar, tereddüt etmeden hayvanlarımızı alırlar.
Evlerimizi yakarlar ve bunlar üstünde hükümet otoritesinin izi
bile görünmez. 1869’da 100 kadar bey, İsmail Paşa tarafından
sürüldü. Sultan bunların çoluk çocuk tüm ailelerinin de sü
rülmesini emretti. Fakat Paşanın görevden alınmasından son
ra padişahın fermanı uygulanmadığı gibi, sürülen ağalar da
eski yerlerine geldiler ve Ermenilere karşı bütün kızgınlık
larını gösterdiler.
304
1875’ıe Ahmet Muhtar Paşa, Muş Kürt beylerini Erzu
rum’da hapsetti, fakat onun ayrılışından hemen sonra serbest
bırakıldılar. 1854, 56’da olduğu gibi, son 1877, 78 savaşında da
Kürtler, Osmanlı ordusunu takviye ediyoruz dişe, geçtikleri
her yeri yakıp yıkıp, insanları öldürdüler. Şeyh Celalettin bu
sırada Ermeni evlerini yaktığı, kadın ve kızları dağa kaldırdığı
halde cezalandırılmadı.
Çıldır ve Kars’tan gelen göçmenler bizim vilayetimiz için
ayrı bir felakettir. Bunlar, halen Ermenilerin oturdukları Pa-
siıı, Kumiş, Eleşkirt ve Tercan’da yerleştirileceklerdir. Son sa
vaşta askerler ve Çerkezler Ermeni köylerinden geçerken bü
tün ihtiyaçlarını zorla temin etmişlerdir. Başkanlarının hoş
görüsü altında her türlü mezalimi yapmışlardır. Tekâlüfü har
biye senetleri, vergiden düşülmerniştir. Bu alacaklar ileri bir ta
rihe bırakılmıştır. Bir borç ya da küçük bir suçtan dolayı hapis
te bulunan Ermenilerden rüşvet alabilmek için her türlü işken
ceyi yapmışlardır.
Berlin Antlaşmasının 61’inci maddesini yerine getirmek üze
re vilayetimizde yapılmasını öngördüğümüz reformlar şunlardır:
Mülki Taksimatta Erzurum :
1. Merkez sancağı kazalar: Pasin, Hınıs, Kiğı, Tercan
2. Erzincan sancağı kazalar : Kemah, Kunıçay, Kuzucan,
Ovacık, Mazgirt
3. Beyazıt sancağı kazalar : Diyadin, Karakilise, Eleşkirt
4. Bayburt sancağı kazalar : ispir, Guisguim, Kelkit, Sey
ran
J Genel Vali
3 Mutasarrıf
17 Kaymakam
Birçok köylere polis müfettişi
Hükümet : Genel vali, patriğin görüşü alınarak ve belli bir
süre görevde kalmak üzere, Sultan tarafından atanmalı, genel
vali, Erzincan, Beyazıt, Pasinler, Hınıs, Kiğı, Tercan, Guisguim,
Kemah, Mazgirt, Karakilise, Eleşkirt ve özellikle Ermenilerin
oturduğu iki vilayette hükümet başları Ermeni olmalı. Vilayet
sancaklarının mutasarrıflarının atanma ve görevden alınma
ları valininki gibi, kaymakamların atanması da vilayet idare mec
lisince ve valinin onayı ile olmalı. Eğer bir mutasarrıfın bir kay
makamın atanması ve görevden alınmasında bir fikri varsa
mutasarrıflık, idare meclisiyle anlaşmaya vararak, yasal bir in-
305
edemeden sonra gereği yapılmak üzere vilayete bir rapor sun
malı.
Babıâli tarafından atanan, vilayetin başlıca idarecilerinin
muavinleri mal müdürü, PTT, kadastro muavinleri ve bunun
gibi olanlar valinin görüşü alınarak atanırlar. Bunlara birer de
yardımcı verilir. Eğer muavin Hıristiyansa, yardımcısı Müslü
man; aksi ise Hıristiyan olur.
Muhasebeci, sekreter gibi ikinci derecedeki görevlilerin
atanma ve görevden alınmaları valinin onayıyla, vilayet mecli
since yapılır. Üçüncü derecedeki memurların atanması muta
sarrıf ve idare meclisince yapılır ve bir liste halinde valinin ona
yına sunulur.
Vilayetimizde tarımı, endüstriyi, eğitimi teşvik ve gözetmek
için bir teşkilat kurulmalı ve bunun başına aynen genel valinin
atandığı şekilde bir şef atanmalıdır. BuTada çalışanlar da eşit
sayılarda Türk - Müslüman ve Ermeni olmalıdırlar. Bunlar şe
fin önerisiyle idare meclisi tarafından atanmalı ve genel valice
onaylanmalıdır.
îdare meclisi 3 Türk Müslüman, 3 Ermemden oluşmalıdır.
Bu heyetin uzmanlık alanına giren konularda ihtiyaç duyulduk
ça, başka memurlar da katılabilir. Bunun dışmda kimse meclisin
doğal üyesi olamaz.
Her sancağın meclisi de aynı vilayetinki gibi olur.
Kazaların 2 Müslüman - Türk, 2 de Ermeni olmak üzere
4 üyesi olur.
Vilayet, sancak ve kazaların idare meclisi üyeleri her iki
yılda bir yarı yarıya yenilenir. Üyeler tekrar seçilebilirler.
Vilayet bütçesini inceleme ve soruşturma, gelir ve harca
maların şeklini tespit etmekle görevli bir genel meclis olacak.
Bu meclis halk tarafından seçilecek ve yarısı Türk - Müslüman,
yarısı da Ermeni olacak.
Mahkemeler : Vali muavinine bağlı bir istinaf mahkemesi
olacak, bunun başkanı, naipten başkası olacak ve genel valinin
aday göstermesiyle doğruca Adalet Bakanlığına bağlanacak. 3’ü
Müslüman Türk, 3’ü de Ermeni olmak üzere 6 üyesi, bir de
Müslüman başkanı bulunacak. Vali muavininin ayrıca başkanı
Ermeni bir suçüstü mahkemesi olacak. Genel valice atanacak
3’ü Müslüman Türk, 3’Li de Ermeni olmak üzere 6 üyeyi kap
sayacak.
Sancakların da birer suçüstü mahkemeleri olacak. Bu da
yukarıdaki gibi teşekkül edecek, başkanı genel valice atanacak
306
ve eğer mutasarrıf Ermeni ise bunun Başkanı Türk, değilse Er
meni olacak. Gerek istinaf mahkemesinin, gerekse suçüstü
mahkemelerinin birer savcısı olacak, bunlar bizzat genel valinin
önermesiyle Babıâli tarafından atanacak.
Bütün kazalarda da birer suçüstü mahkemeleri bulunacak.
Bunlar, yarısı Türk, yarısı Ermeni olmak üzere 4 üyeli olacak.
Başkanları, naip olmamak üzere, istinaf mahkemesi tarafından
atanacak, eğer kaymakam Ermeni ise bunun başkanı Türk, de
ğilse tersi olacak.
Vali muavinine bağlı bir ticaret mahkemesi olacak, baş
kam valinin onayıyla, Babıâli tarafından atanacak; 4 üyeden
ikisi Müslüman Türk, kalan ikisi Ermeni olacak. Kentin ileri
gelenlerinden kurulacak 15, 20 kişilik bir heyet, her üyelik için
3’er aday göstermek suretiyle, gizli soruşturma sonu uygun olan
lardan bir liste hazırlayarak, idare meclisi kanalıyla teklif olu
nacak ve üyeler bu listedekilerden seçilecek. Bu mahkemenin
personel giderleri bugün olduğu gibi mahkeme gelirlerinden
olmamalı. Sancaklar da vilayette olduğu gibi birer ticaret mah
kemesine sahip olmalı. Başkanı vilayet idare meclisi ve ticaret
mahkemesinin teklifi üzerine genel valice atanmalı.
Ticari işlerin yoğun olduğu kazalarda gerekirse birer tica
ret mahkemesi kurulmalı, üyeleri vilayette olduğu gibi, başkan-
ları da sancaklardaki yönteme göre atanmalı.
Bütün bu adli mahkemelerin üyeleri iki yılda bir, tekrar
seçilme hakkı saklı kalmak koşuluyla, değiştirilmelidir.
Gerek istinaf, gerekse suçüstü mahkemelerinin istinaf baş-
yargıçlan (sancaklardakiler de dahil), genel valinin önerisiyle
adalet bakanlığınca atanmalıdır. Eğer başyargıç Hıristiyansa
ondan sonra gelen Türk, değilse tersi olmalı.
Genel valinin otoritesinin dışında, adalet bakanlığınca özel
müfettişler atanmalı ve bunlar bütün mahkemeleri denetleye
rek valiye rapor vermelidirler.
Polis : Mümkün olan en kısa zamanda Avrupa’daki gibi,
vilayetimizde güvenliği sağlayacak ölçülerde güvenilir kişilerden
bir jandarma teşkilatı kurulmalıdır. Bu teşkilatın yarısı Müs
lüman Türk, yarısı Ermeni olmalıdır. Kürt ve Çerkez gibi bar
barlar bu teşkilata alınmamalıdırlar. Halen polis ve jandarma
da hizmet edenler de bu yeni teşkilatta bulunmamalıdırlar. Ye
tenekli jandarma subayları yetişinceye kadar bu teşkilatta çalı
şacak albay ve binbaşıların AvrupalI olmaları yüzbaşı ve daha
307
aşağıdaki subayların eşit sayılarda, Müslüman - Türk ve Erme
ni olmaları.
Vergiler ; Hangi çeşit vergi olursa olsun adalet ve eşitlik
esas almmak suretiyle verginin ölçüsü, kişinin mali olanakları
ve pozisyonuyla orantılı olmalı.
Hakem kararlarıyla herhangi bir vergi konulmamalı, kon
muş olanlar da gerek sayı, gerekse miktar bakımından indi
rilmelidir.
Şimdiki âşâr sistemi, vilayet çiftçilerine yapılan en büyük
haksızlıktır. Çünkü bu, mültezim ve vergi toplayıcılarının .çift
çilere yükledikleri binlerce kötülüklerden biridir ve verginin
tekrar bölüşümü aşağıdaki şekilde kesinlikle yapılmalıdır. Geç
miş 4, 5 yılın âşâr vergilerini toplayın, bunu 4, ya da 5’c bölün
ve senenin belli bir tarihinde emlak vergileri ile birlikte toplayın.
Zaptiye aracılığıyla vergi toplamayı kaldırın, çünkü bu hâ
zineye de ülkeye de aynı derecede büyük bir zarardır. Bu amaç
la güven altında, maaşları yeterli ölçüde, sadık kimselerle yeni
vergi toplama hizmeti gereklidir.
Diğer istekler : Bütün mahkemelerde, yasalarda, bürolar
da Ermenden ilgilendiren özellikle bütün yazılı ve sözlü durum
larda Ermenice ve Türkçenin vilayetimizde eşit şekilde resmen
kullanılması. Vilayetimizdeki hükümet dairelerinde kullanılan
memurlann yarısı Müslüman - Türk, yarısı Ermeni olmalı.
Vilayetimizdeki her millet genel meclis, idare meclisleri
ve mahkeme üyelerini, uygun göreceği bir tarzda faziletli kişi
lerden bizzat kendileri seçmelidirler. Zira ancak bunları onlar
tanıyabilirler.
Yetkililer ve memurlar, hizmetleri ne olursa olsun yasadışı
işlemleri su götürmeyecek biçimde kanıtlanmadıkça yerlerinden
alınmamalıdırlar.
Kendi istekleriyle aynlanlar ırk ve din farkı gözetilmeksi
zin ödüllendin İmeli, yüksek dereceli yetkililer arasında kanu
na aykırı hareket edenler, özellikle yolsuzluk yapanlar üstlerin
ce ceza kanununda öngörülen maddelere göre cezaya çarptı-
nlmalıdırlar.
Validen en küçük memura kadar görevleri tespit eden özel
bir tüzük yapılmalı ve bunda konseylerin çalışmaları, sorumlu
lukları ve yetkileri belirtilmelidir.
Vilayetimizin mülki taksimatı hatalı ve düzensizdir. Bu hu
sus kazaların miktanna uygun düşecek bir şekilde arttırılarak
düzeltilmeli ve ayrıntılı bir haritası yapılmalıdır. Bu mesele
üzerinde önemle durulmalıdır.
308
Yürürlükteki yasalar iyi olmadığı gibi, usuller de tam de
ğildir. Mecelle, şeriatın Türkçeye çevirisidir ve mahkemede
medeni kanunun ihtiyaçlarına yeterli değildir. Kamu hukuku
nun güvenliği için bütün uygar dünyamn kabul ettiğine benzer
liberal prensiplere dayanan esaslı bir medeni kanunun hazırlan
masına kesin ihtiyaç vardır. Hukuki, cezai, ticari, veraset, taşı
nır ve taşınmazlarla ilgili davalar, ister sadece Hıristiyanlar
arasında olsun, ister Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında
olsun, seriye mahkemelerine getirilmemeli, ilgili taraflar iste
meseler de bu gibi davalar ilgili medeni mahkemelerde görül
melidir. Ermeniler, Ermeni milli konseyinde, şeriatın yorumu
nu göz önünde tutmaksızın verasetin bölüşümü üzerindeki hu
susları düzenleyecektir.
Vilayetimiz idare meclisi dahil, en büyüğünden en küçüğü
ne kadar bütün memurların maaşları kesinlikle ay sonunda
ödenmelidir ve eskisi gibi gelişigüzel ve manasız atamalar asla
yapılmamalıdır.
Vilayetin yıllık gelirlerinden vilayetin yıllık harcamaları
çıkarılarak geri kalanı devlet hâzinesine gönderilmelidir. Yok
sa bugünkü sistemle herhangi bir geliştirme yapılamaz.
Bilinen bir gerçektir ki, güçlü kişiler, vilayetin birçok yer
lerinde köylülerin yıllarca ekip biçtiği buğday tarlalarını yasa
dışı yollardan kendilerine mal etmekte başarılıdırlar. Yapılan
bu adaletsizlikler derhal incelenmeli ve adaletin yerine getiril
mesi için Ermeni ve Müslüman Türklerden oluşan bir karma
komisyon tahsisleri yeniden gözden geçirmelidir.
Ruhun yücelmesi, Hıristiyanlarla eşitlik ve kardeşliği aşı
lamak için bir vasıta olan dinin, Ermenilere veya Hıristiyan-
laıa karşı Müslümanlarda düşmanlık hissi yaratan tutucu ve
bilgisiz hocaların eline bırakılması ciddi bir gözetimle önlen
melidir.
Ailelerinden ve kocalarından zor kullanarak kaçırılan 21
yaşından küçüklerin herhangi bir mahkeme önünde dini ikrar
larının resmi olarak asla kabul olunmaması.
Kürtler ve Çerkezlerin silahsızlandınlmaları ve herkesin
ruhsatsız olarak silah taşıması, şehir ve köylerde açıkça silah
la dolaşmaları yasaklanmalı, eğer bu yol uygulanamıyorsa, Er-
menilerin de silah taşımalarına izin verilmeli.
Kürtlerin patronluğunun kırılması kaçınılmazdır. Devlet
otoritesinin ulaşması kolay ve uygun olan yörelerde Ermeniler-
309
de olduğu gibi Kürtler de ayrı ayrı hayatlarını ekip biçerek ka
zanmak zorunda bırakılmalıdırlar.
Herhangi bir kötü muameleye uğrayan, ıstırap çeken Er
meni, şikâyet ettiği zaman yetkililer gerekli ilgiyi göstermemek
te, işi savsaklamakta, zulümde bulunanlar yakalansalar bile ida
redeki kişiler ya da onlara yakın birinin yardımıyla serbest bıra
kılmakta ve bu defa şikâyetçiden öç almaktadırlar. Bulunduk
ları köylerde küçük birer zalim kral olan Kürtleri ve özellikle
aileleriyle ana babalarıyla Arabistan içersinde bulunan bey ve
ağa denilen bu kimseleri hükümet buralardan sökmelidir. Şe
hirde kötülük yapanları koruyan resmi veya gayri resmi şahıs
lar vilayetlerimiz dışına, uzak memleketlere sürülmeli ve bir da
ha geri dönmelerine kesinlikle izin verilmemelidir.
Kars’tan ve Çıldır’dan göçmen olarak gelen Kürt, Çerkez
ve Terekemeler, Ermenilerin oturdukları kaza ve köylere değil,
uzak yerlere yerleştirilmelidir.
Sonuç olarak asker, zaptiye ve rediflerin gerek barınak,
gerekse ihtiyaçlarını sağlamak bakımından halkı bezdirmeleri
önlenmelidir. Şayet kışlaları yoksa, kışla yaptırılmalı ve bütün
ihtiyaçları mahalli hükümetçe sağlanmalıdır.
Sonuç : İnanıyoruz ki OsmanlI îmaparatorluğu yıllardan
beri ulusal hakları ayaklar altına alınan, zulme uğramış Erme
ni halkının durumlarını düzeltmek için kararlıdır. Çünkü bu zu
lüm devam ederse, fizik ve moral bakımından son kertesine
gelmiş olan bu halk tükenecektir. Oysa bu halk, barış ve hu
zur içinde, uygarlık yolunda ilerleyerek mutlu yaşamayı yürek
ten istemektedir.
imparatorluğun refahı ve felaketi, halkın durumuna bağ
lıdır. Dahası, onun yeniden dirilmesi için şimdilerde kimi olanak
lar var ve kolay, ancak bu umut kaybedilmemelidir, impara
torluğun gücü ve haşmetinin vilayetimizin bugünkü kokuşmuş
rejimini reformlarla değiştirerek düzelteceğine kuvvetle inanıyo
ruz.
Bunun içindir ki giriş kısmı ve 46 maddelik bu sıradan re
form projemizi Padişaha sunulmak üzere komisyona arz etmiş
bulunuyoruz.
Erzurum 27 Haziran (19 Temmuz 1879)
F.O. 424/86, s. 316, No. 426
Türkiye No. 4 (1880), s. 17, No. 12
(Ek. F.O . 424/86, s. 3İ6<324, No. 426)
Türkiye, No. 4 (1880), s. 17 -26, No. 12/1
310
No. 257
No. 258
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 628, tel.
TARABYA, 22 Ağustos 1879, 10.00
(Alındı, 23 Ağustos)
Baker Paşanın tayin işini, Sultanla memnuniyet verici bir
şekilde çözümlemişken, Time’in vakitsiz haberi, büyük bir ta
lihsizliktir. Şimdi bütün düşmanlarımız, Sultana başvurarak
İngiltere’nin askeri konsoloslarla bölgeyi doldurduğunu ve Ba
ker Paşayı da buraya tayin ettirmekle Ermenistan’ın Ingiltere’ye
kazandırılmasını istediğimizi söylemektedirler. Bu söylentinin
işimi bir hayli güçleştirmiş olmasına karşın, şimdi zorlukları
yenebileceğimi umuyorum
F. O- 424/86, s. 305, No. 401
No. 259
M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard'a
No. 1113, Gizli
DIŞİŞLERİ, 22 Ağustos 1879
Türk - İran sınırı civarında Kürt aşiretleri ve Ermenistan’da
Rusya’nın entrikalarına ilişkin yazılarınızı aldım. Rus ve iran-
311
lılarm bu bölgedeki tutumları dolayısıyla Baker Paşanın hemen
vc tam yetkiyle bu bölgeye askeri komutan olarak atanması Os
manlI Hükümetince son derece önemlidir. Bu nedenle size tel
le bu konuda talimat verdim. Bu devletlerin toprak işgallerin
de bulunacakları beklenmemekle birlikte, öne sürecekleri ko
şulların arkasından çıkabilecek bir ayaklanma, bu vilayetlerin
tamamen elden çıkmasına neden olabilir.
F.O . 424/86, s. 303, No. 396
No. 260
No. 261
312
No. 262
No. 263
313
lemede, asayiş ve güveni sağlamada bütün gayretini göstermek
tedir. Buradan derhal Mamuretülâziz’e giderek oradaki kötü
kişilere de aynı şekilde layık oldukları cezayı vereceği beklen
mektedir.
F. O. 424/87, s. 104, No. 144, 144/1
No. 264
No. 265
N o ta : 9 Eylül 1879
Geghi’ye 4’ü Müslüman, ikisi Hıristiyan olan ve bir bin
başının başkanlığında gönderilen heyet, bölgede zarara uğrayan
Ermenilerin acılarını dindireceği yerde, tam tersine onları, eski
sinden de daha beter bir duruma sokmuştur. Binbaşı, köylüleri
toplayarak aşağılayıcı bir dille konuşmuş, hep şikâyetçi olmaları
nı yermiştir. Köylüler, Hacı Beyin kendilerini zorla hizmete koş
tuğunu, hayvanlarını zorla alıp kendi işi için kullandığını ve bü
314
tün pazar günü köylülerin kendisine hizmet etmelerini istediğini
söylemişlerdir. Binbaşı, pazar günü köylülerin toplanmasını em
retmişse de köylüler, pazar olduğu için bu emre uymamışlar, bu
nun üzerine binbaşı tarafından hapsedilmişler, ancak kayma
kamın duruma el koymasıyla serbest bırakılmışlardır. Aynı za
manda valilikçe verilen bir emirle soruşturma durdurulmuş
tur. Bu durdurma, Erzurum reform komisyonu ve konsolosu
muzun isteği dışında yapılmıştır. Heyetin Müslüman üyeleri,
binbaşı başta olmak üzere, yaptıklarını soracakları beylerin
konuğu olmuşlardır. Sefarete gelen bir habere göre Hacı Bey,
silahlı adamlarıyla bir köyü basarak köylülerin birçoğunu döv
müş, 8 kişiyi ciddi şekilde yaralamıştır. Beylerden birinin oğlu
tutuklanmış, Müslümanlarca yapılan yargılamada aklanmıştır.
Müslüman iki tanığın ikisi de, bizzat bu kötülüğe katılan kişi
lerdir. Temran’dan İsmail Bey köylüleri çayır ve ormanların
dan çıkarmış, suyu ellerinden almış, kendi hayvanlarını başı
boş bırakarak köylülerin mısır tarlalarına girmelerine neden
olmuş, köylünün hayvan yemlerine el koyarak, onları kendi
sine hizmete zorlayarak cezalandırmıştır.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 50, No. 29, 29/1
No. 266
315
Zeydikan köyüne varınca, hınç alma zamanının geldiğini bil
dirdiler. 5 Haziran 1877’de Jilonun askerlerinin bir kısmı şeh
re girdi ve dağa yerleşti. Şehirde kalan birkaç Rus askeri öğ
leden sonra kaleye çekildi. Biz anlaşmaya sadık kalarak evle
rimizden çıkmadık, ama Müslümanların beklediği oldu. Ço
cuklarını ve hizmetçilerini göndererek eşyalarımızı evlerine ta
şıdılar. Dahası 3 - 4 gün sonra bizleri kapı dışarı ettiler. Erme-
nilerin eşyalarını ele geçirdiler. Jilonun askerleri ve Kürtler
880’e yakın Ermeniyi feci şekilde öldürdü ya da yaraladılar.
Türkler de Ermenilerin eşyalarına, mücevherlerine, paraları
na kondular. Geri kalan Ermeniler de İran’daki Megi’ye göç
ettiler. İsmail Paşa, Ermenilerin geri gelip evlerine yerleşecek
lerine söz verdi, ancak Rusların ikinci saldırısı oldu. Aşağı
yukarı 9 ay sonra Ruslar geri döndüler, bizlere de içtenlikle
yabancı bir ülkeye göç etmemizi öğütledilerse de biz, Beyazıt’ta
kalmayı yeğledik. Rusların çekilmesinden iki ay sonra, bize
karşı saldırılar yeniden başladı. O tarihten bugüne dek Kürtle-
rin sarkıntılıklarından kurtulamadık. Her ne kadar yağmalanan
eşyanın geri verilmesi için bir komisyon kurulduysa da henüz
bir sonuç yok. Bizi öldüren, eziyet edenlerse, çaldıklarıyla bir
likte Van, Muş, Erciş’e göç ettiler. Üstelik yönetimce aranı
lır kişiler oldular. Kışkırtıcılar, yalnızca Beyazıt’a geri dönmek
le kalmadılar, aynı zamanda iyi yerlere de yerleştirildiler, hat
ta şimdi bir de komisyon oluşturuyorlar. Eğer böyle giderse
kökümüz kuruyacak. Sultanın bu acıklı durumumuza el ata
cağına ve komisyon aracılığıyla bize yardım edeceğine ina
nıyoruz.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 109, No. 74/2
No. 267
316
Layard'dan, B abıâli’ye Nota
30 Ağustos 1879
Nihayet Sultanın Protestan uyrukları hakkındaki tüzüğün
çıkarılmakta üzere olduğu haberi, Osmanlı Devletinin bütün din
lerde eşitlik gözetmesini kanıtlaması bakımından İngiliz Hükü
metini sevindirmiştir. Fakat üzülerek söylüyorum ki, saçma
sapan şeylerle, bu tüzüğün yayını savsaklanmış, Protestanlar
bu doğal haklarından alıkonulmuşlardır. Bütün Hıristiyanlara
şimdiye kadar verilmiş hak ve ayrıcalıklardan Protestanların
yoksun bırakılmasının Avrupa Protestan devletleri üzerinde çok
kötü etkileri olacaktır. Bu itibarla en kısa zamanda tüzüğün
yayımlanması.
Alman Sefaretinden, Babıâli'ye N ota
8 Eylül 1879
Almanya İmparatorluğu Sultan nezdinde Osmanlı Protes-
tanlarının durumu üzerinde birçok girişimlerde bulunmuştur. Bü
tün gayri Müslimler kendi işlerini yürütmekte, tam bir özerkli
ğe sahiptirler ve vilayet idare meclislerinde de temsil edildikleri
halde, Protestanlar bu haktan henüz faydalandırılmamışlardır.
Protestanlara, aynı hak ve ayrıcalıkları veren bir tüzüğün hâ
lâ yayımlanamamış olması üzüntü vericidir. Babıâli bu konuda
verdiği sözü yerine getirmeli, tüzüğü bir an önce yayımlamalıdır
F.O . 424/87, s. 274, N o. 322, 322/1, 322/2
No. 268
317
edenlerden birinin havaya ateş etmesiyle kavga sona ermiş. Du
ruma yetkili makamlarca el konulmuş, her iki taraftan da tu
tuklamalar yapılmıştır. Olay küçük ve önemsizdir ama, Erme-
niler arasında kendini gösteren oldukça gergin bu durum,
bizzat kendileri için çok büyük bir tehlikeye yol açabilir.
Türkiye, No. 4 (1880), S. 66-67, No. 40
No. 269
M arki Salisbııry’den, Konsolos Vekili Lyall’e
No. 3, Gizli
DIŞİŞLERİ, 29 Eylül 1879
No. 270
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 700, tel.
İSTANBUL, 18 Ekim 1879, 11.20
(Alındı, 19 Ekim 09.40)
318
No. 271
No. 272
319
liot ile Fransız büyükelçisine Türk mâliyesinin çöktüğünü, so
nuçta kamu borcu faizinin yüzde 5’ten, yüzde 2,5’a indirilmesi
gereğini bildirmiştir. Bu nedenle ne Babıâli ile anlaşabilmiş, ne
de sefirlere bilgi vermiştir. Son bakanlar kurulunda Paşa, Ba-
bıâli önceleri verdiği sözü tutamayınca bana alacak sahiplerine
asgari bir faiz teklif etmemin yararsız olacağını belirtmiştir. Borç
verecekleri yeni bir anlaşmaya götürebilmek için maddi bir ga
ranti göstermekten başka ödemede de bulunarak güvenilirliği
sağlaması gerekir.
Reformlara gelince; Paşa, bunların mevcut kötü durumun
hemen düzeltilmesi ve Türkiye’nin daha büyük bir felaketle
karşılaşmaması bakımından mutlak gerekli olduğunu vurgula
mıştır, Bunların İslam yasalarına aykırı olmadığını; aksine, ida
recilerin İslam ilkelerinden uzun zamandan beri uzaklaştıkla
rını, reformların yapılamayışının parasızlıktan kaynaklandığını,
ancak adaletin tarafsızlığıyla, Osmanlı devletinin temelini çü
rüten rüşvet, baskı ve zulümle paranın bir ilgisi olmadığını söy
lemiştir.
Kâğıt üzerinde kaldıkça yasa ya da tüzük yapmak tam an
lamıyla yararsızdır. Tam bir anlaşmayla çıkarılsalar bile, kişisel
yararlar ve yöneticilerin karışmaları nedeniyle yürürlükte ka
lamazlar, Yüksek yöneticiler arasındaki çekişme ve düşmanlık,
ne yazık ki gelecekte bunların birlikte hareket edebileceği kuş
kusunu vermektedir. Bir parti bir şeyi reddetse, öteki inanma
sa da onun yapılmasını derhal istemektedir. Bakanların durma
dan değişmesi, hükümetteki istikrarsızlık ve önlemsizlik ve sa
dık herhangi bir hükümet sisteminin kabulündeki büyük müş
külat sürüp gitmektedir. Bu yöndeki çabalar hiçbir sonuç ver
memiştir.
Başbakan Hayrettin Paşanın zekâsmdan kimse kuşku du
yamaz. O reformları yapmak üzere, Sultan tarafından İstanbul’a
getirilmişti. Onun herhangi bir partiyle ilişkisi yoktu. Osmanlı
İmparatorluğunu yıkmakta olan yiyicilerle savaşa girer girmez
bütün partiler ona karşı birleşti. Entrikalar birbirini izledi. Et
kin muarızlarım ikna edemeyeceğini anlayınca, köklü reform
planını Sultana sundu ve iktidardan düştü. Hayrettin Paşa kısa
zamanda çok şey yapmaya koyuldu. Avrupa’yı iyi incelemişti
ve onun hakkında mükemmel bilgisi vardı. Fakat rakiplerinin
ruh ve gayeleriyle, otoritesi yönünden doğal olarak kıskanç olan
Sultanımızın duygusallığı ve ülkenin kuramlarına ilişkin de doğ
320
ru bilgilere sahip değildi. Eğer burada olsaydım, ona yardım
ederdim. Kimi ilkelerini bir yana bırakarak, rakiplerinin eline
koz vermeden, onları harekete geçirmeden, reformların yavaş
yavaş yürütülerek tamamlanması için onu ikna edebilirdim. Re
formlar kaçınılmazdır. Fakat aramızda tam bir birlik, yakınlık
ve güven olmayışı reformların yapılmasını sorun haline getir
mektedir. Mahmut Paşa konuşmasını sürdürerek beni, bağnaz
ve Rusya politikası yanlısı olmakla suçladı. Bu iki şey birbiriy-
le çelişmektedir. Rusya’nın politikası öteden beri Türkiye’yi, do
layısıyla İslamlığı yıkmaktır. Rus Çarı bunun kutsal bir görev
olduğunu ilan etti. Benim dinimi yıkmayı hedef alan bir politi
kadan yana, nasıl fanatik bir insan olabilirim. Ben Rusya’nın
politikasını beğenmiyorum, ama iki devletin kuvvet ve kaynak
larını tartınca, bu kuvvetli düşmanımızla savaşı başarılı bir su
rette devam ettirme olanağı olmadığından sonunda büyük top
rak ve prestij kaybına uğrayacağımızı düşünerek ve Bulgaris
tan’la ilgili olarak Rusların istedikleri tavizlerden bazılarını da
vererek, savaştan kaçınmayı daha akılcı bir davranış olarak gör
düm. Sürgünle cezalandırıldım. Ama savaşla gelen felaket hak
lılığımı fazlasıyla kanıtladı. Ancak ülkemi son bir yenilgi ve ya
kılıp yıkılma tehlikesinden kurtarma teşebbüsüm Rusya taraf
lısı damgasını yememe yetti.
Türkiye’nin gerçek ve samimi tek dostu İngiltere’ye gözle
rimi çevirdim. İngiliz dostluğuna böylesine büyük değer ver
mem, bugüne kadar Oşmanlı İmparatorluğunun korunması yo
lunda bizimkiyle onun yararının aym oluşundan kaynaklanmak
tadır. Bu noktadan hareketle biz, onun desteğini her zaman he
saba katıyoruz. Bu destek, şimdiye kadar inkâr edilemeyecek bir
şekilde kanıtlandığından, bu kanı hepimizce paylaşılmaktadır
İngiltere bizim hatırımız için dost olmasa bile, İmparatorluğun
yaşamasıyla doğrudan ilgili olan Doğudaki önemli çıkarları do
layısıyla bizi destekleme ve savunmadan geri duramaz.
Hiç kimse İngiltere’nin deniz gücünü münakaşa edemez,
fakat büyük bir askeri kuvvetin moral desteğine olan ihtiyaç
dolayısıyla, zaman zaman yararımıza dönen Fransa dostluğunu
da gözetmeliyiz.
Avrupa devletleri bizi vesayet altına almaya çabalıyorlar.
Bu politikanın gerçekleştirilmesi, sadece İmparatorluğun yıkıl
masını hızlandırır. Onlarınsa her birinin ayrı ve gizli emelleri
olması birlikte hareket etmelerini önlemektedir. Aralarında
321
tam bir yakınlık ve çıkarlarından arındırılmış bir anlayış bek
lenemez. Vesayetin oluşturulmasında başarılı olmaları için ara
larındaki kendi ulusal çıkarlarına yarayacak hususlan elde et
medeki çatışma ve rekabet, hükümetimizi şaşırtmaktadır. Bu,
bizi her zamankinden daha fazla bölmekte, aramızda ciddi ça
tışmalar çıkarmakta ve ülke yönetimini sükûnetle yürütmemi
zi engellemektedir. Bu durum, sonuç olarak yabancı devletle
rin her birinin kendi görüş ve yararlarını en iyi şekilde sağla
maları için, baskılarını kaçınılmaz bir şekilde arttırmakta ve bu
bizi bir hükümet olarak yıkmaktadır. Paşa bu konuşmayı, iç
tenlikle ve özel bir mahiyette yaptığı için hiçbir şeyi saklamadı.
Söylemeyi amaçladığı şeyleri, geçmişteki ve bugünkü olaylara
getirerek uzun uzun açıkladı (İstanbul, 18 Ekim 1879, R. WO-
OD).
F.O. 424/88, s. 261 -262, No. 354
No. 273
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
Tel.
İSTANBUL, 22 Ekim 1879, 07.45
(Alındı 23 Ekim, 10.00)
Başbakanla bugün görüştüm ve Ingiliz Hükümetine karşı
söz vermiş olduğunuz reformlar derhal uygulamaya konulmaz
sa, Küçük Asya’daki Hıristiyanlar hakkettikleri medeni hakla
rına uygun bir himayeye kavuşturulacaktır. Ingiltere Hüküme
tinin Türkiye’ye karşı destek ve dostluğunu daha fazla sürdür
mesine olanak yoktur. Sultanın devleti ve tacı kaçınılmaz ola
rak tehlikededir, dedim. Öğütlerimi tutmak arzusunda olduğu
nu belirtti.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 89, No. 61
No. 274
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 705, tel.
İSTANBUL, 22 Ekim 1879, 07.45
(Alındı, 23 Ekim 10.00)
Bugün Başbakanı ziyaret ederek, gerekli reformların hemen
yapılmasını, Küçük Asya’daki Hıristiyanların güvenliklerinin
322
sağlanması ve haklarının gecikmeksizin verilmesi yolunda çök
sert bir çıkış yaptım. Aksi halde imparatorluğun da tahtın da
ivedi ve büyük tehlikede olduğunu ve artık İngiltere’nin, Os
manlI Hükümetini desteklemeye, dostluk göstermeye muk
tedir olamayacağım söyledim. Öğüdümü tutacağını söyledi.
Mahmut Nedim Paşa, benimle görüşmek istediğini bildirdi.
Kabul edeceğim.
Mithat Paşa istifasını göndermiş, Sultan kendisinden mem
nun, istifasını kabul etmeyecek. Paşaya Beyrut konsolosluğu
muz üzerinden bir mesaj göndererek Suriye’de kalmasını söyle
dim. Sait Paşa, Mithat Paşanın bu anda ayrılmasının vilayette
ve İngiliz kamuoyunda çok kötü etki yaratacağı yolunda beni
uyardı.
F.O. 424/88, s. 232 - 233, No. 289
No. 275
No. 276
323
ğine ve buna son vermek de kolay bir iş olmadığına göre, Tür
kiye’de gerçek ve etkili reformların yapılabileceği çok küçük
bir umuttur.
E k : Y arbay W ilson’dan, Büyükelçi Layard’a
SİVAS, 14 Ekim 1879
Abidin Bey, çok zeki, atak, hayât dolu, insanları dirayet
le yürüten, üstün bir idarecidir. Eğer kısa sürede görevden alın
mazsa daha büyük mevkilere çıkabilir. Türklerin idam cezasma
karşı olan antipatileri çok iyi bilindiğinden, idam edilmeleri
gerekenlerden bu ülkeyi temizlemenin tek yolu sürgündür. Vi
layetin sükûna kavuşturulması için, bu yöntemin uygulamasına
bir engel çıkarılmayacağım umarım. Abidin Paşa reformları
gerçekten uygulamak istemekte ve vilayeti iyi idare etmektedir.
İstanbul’daki gericilerin bir entrikasına karşı, kendisini destek
leyeceğinizi umarım. Şimdi zaptiye kumandam, belediye baş
kanı, Azıcık kazasının kaymakamı gibi işe yaramaz kişileri gö
revden aldı. Meşhur hırsızları yakalama çabalarına girişti. Ben
böylesine geri kalmış bölgede, böylesine kültürlü bir kimseyle
olmaktan mutluyum.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 119, No. 79, s. 120, No. 79/1
No. 277
324
ketten alıkoymaya çalıştı ve gerek Sultan, gerekse bakanlar ku
rulu üzerindeki bütün nüfuzunu kullanarak istediğim konuları
yerine getireceğine söz verdi. Çok ivedi işlerin bir listesiyle, çar
şamba günü beni tekrar görmek istediğini söyledi. O gün bu
listeyi inceleyerek kendi fikrine göre hangilerinin pratik oldu
ğunu, hangilerinin olmadığını söyleyecek. Paşanın samimi ol
duğunu, dahası imparatorluğun zor duruma girdiğini anladığı ka
nısını edindim. Belki hükümetimizi sevindiren bazı şeyler elde
ederim.
Amiral Homby, Beşika’nın Vurla’sma gitmek emrini al
dığım ve 5 Kasımda Malta’dan ayrılacağım bildirdi. Onun ön
ce Vurla’ya gitmesini ve Beşika’ya gelmeden önce benimle ya
zışmasını öneririm.
F. O. 424/88, s. 253, N o. 340
N o. 278
325
memurların kolayca görevden alınamayacağı prensibi getirildi.
Yargıçlıklarda Hıristiyanlara da büyük ölçüde yer verilmesi
sağlandı. Sulh ve ceza işlerinde yeni yasa ve yöntemler getirildi.
Hapishane ve tutuklulara ait diğer mahallerin idaresi adalet
bakanlığına verildi. Naiplerin atanması Adalet bakanlığının
gözetim ve kontrolü altında olacak. İstanbul’da bir hukuk mek
tebi açıldı. Bu okulu bitirenler adliyede görevlendirilecekler; bir
halk bakanlığı ve vilayetlerde mahkemelerin çalışmalarım de
netlemek üzere bir de adli denetleyiciler oluşturulmuştur. No
terlikler de aynı şekilde kurulmuştur.
Hükümlerin yerine getirilmesi işi, mahkemelere verilmiş
ve bu mahkemelerin ayrı binalar halinde büroları oluşturula
rak kendilerine bağlanmıştır. Sonuç olarak, öteden beri söyle
nen adalet ve yönetimin ayrılığı bu kez gerçekleştirilmiştir.
Bütün bu önemli reformlar, yorulmak bilmez Adalet Ba
kanı Sait Paşa tarafından birkaç ayda yapılmıştır.
Yeni jandarma teşkilatı Sultanca onaylanmıştır. Asayiş ve
güvenliğin gerektirdiği bütün şartları yerine getirecek bir şekil
de bu teşkilatın İstanbul ve vilayetlerde kurulmaları karar altı
na alınmıştır.
İmparatorluk hâzinesinin gelirini arttırmak ve mâliyeyi ye
niden düzenlemek için büyük gayretler sarf edilmiştir. Bu mak
satla vilayetlerin gelir ve giderlerini ciddi suretle kontrol etmek,
birer rapor düzenleyerek merkeze verebilmek için sivil
müfettişler gönderilmiştir. Bu yeni kuruluşlarda çok sayıda ya
bancı görevliler de kullanılmıştır. Bu önlemlerin ıslaha muhtaç
olmadığını iddia etmiyoruz, ama zamanla güzel sonuçlar ve
receklerine inanıyoruz. Her şeyden önce ülkenin gereksinimi
olan reformları yapmak da hükümetin iyi niyetini göstermekte
dir. Adalet ve eşitlik konularında çok duyarlı olduğunu bildiği
miz Salisbury’nin hükümetimizin bu gayretlerini takdir edece
ği inancıyla, kendisine bunları duyurmanızı rica ederim. Gele
cek defa çalışmalarımızı daha ayrıntılı olarak bildireceğiz. Siz
de Salisbury’i yapılan işlerden ve alman sonuçlardan adım adım
haberdar edersiniz.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 120-121, N o. 81
326
No. 279
No. 280
327
No. 281
328
No. 282
No. 283
329
No. 284
M usurus Paşadan, M arki Salisbury'e
Özel ve G izlidir
Bohun-Lodge, South B am et, 1 Kasım 1879
(Alındı, 1 Kasım )
İngiliz donanmasına Malta’dan Türk sularına Vurla veya
Beşika’ya gitmesi yolunda emir verildiği haberi, İstanbul’da ba
zı tereddütlere neden oldu. Büyük ve dost bir devletin filosu
nun gelmesi, hükümetimizce sevinçle karşılanır. Ancak şimdiki
durumda filonun Türk sularında görülmesi, bir gösteri niteliği
taşıyacaktır. Ayrıca bu hareket, Türkle Yunan arasındaki gibi
henüz çözümlenememiş sorunlar açısından ya da Osmanlı Hü
kümetine düşman olanlarla, İngiltere’ye karşı kötü niyet bes-
leyenlerce, Osmanlı Hükümetine karşı baskı gibi çeşitli biçim
lerde yorumlanacaktır. Bu düşünceler, donanmaya verilen em
rin geri alınması yolunda benim, size başvurumu zorunlu kıldı.
Bu önemli konuyla ilgili düşüncelerinizi hemen bildirmenizi ri
ca ederim. Zatıâlinizin durumu takdir edeceğinizi biliyorum,
fki İmparatorluk arasında mevcut iyi dostluğun devam ettiril
mesinin daimi arzum olduğunu bilirsiniz. Size ve İngiltere’ye
bağlılığımı iletirken demarşıma olumlu cevap alacağımı sanı
rım.
F .O . 424/89, s. 11, N o. 12
No. 285
Saffet Paşadan, M usurus Paşaya
(M usurus Paşadan, 4 K asım da M arki Salisbury'e ulaş
tırıldı)
Özel ve Cok Gizli, tel.
İSTANBUL, 1 Kasım 1879
İngiltere sefirinden rapor alıncaya kadar, bakanlık deği
şimleri hakkında Salisbury’nin fikirini değiştirmeyeceğini bana
yazmıştınız.
Onu tatmin etmek üzere size cevap veriyorum ki, yeni ka
bine tngiltere ile olan ilişkilerinde aynı dostane politikayı uy
gulayacak ve bunun iki ülke arasında daha da gelişmesine ça
ba harcayacaktır. Şimdi nedenini açıklamak olanaksız bir ön
lemle karşılaştık. Bu İngiliz filosunun Türkiye sularına gönde-
330
rilmcsidir. Bu, Sultam korkutmaya yönelik bir davranıştır. Si
zin kanalınızla Salisbury’e ve buradaki İngiliz sefirine reformla
rın uygulanması ve devletin politikasını, resmi surette bütün
kuşkulan giderecek ölçüde yeterli bir açıklıkla izah etmiştik.
Bugün İngiliz Sefiri Layard, Sultanı ziyaret ederek özeti aşa
ğıdaki demarşını yaptı. İngiliz filosu şimdilik Vurla’da kalacak,
Bsşika’ya gitmeyecektir. İngiltere Hükümetinin bu önlemi al
masından maksat, son bakanlık değişimleriyle, İngiltere’den
yana politikada bir değişikliğe gidilmesi çekintisi vermekti.
Oysa yeni bakanlardan yalnızca biri üzerinde özel bir mü
talaada bulunmuştur. Bu, Salisbury’nin ileri sürdüğü endişeyle
bağdaşmamaktadır. Büyükelçinin çabalarını takdir ediyoruz ve
o bizim iyi niyetlerimizi biliyor. Sultanı kızdıran, donanmanın
bu hareketinin reformlara bağlanmasıdır. Reformlar hakkında
samimiyetle çalıştığımızı biliyorlar. Reformların gecikmesi bu
hareket tarzını gerektirmemektedir.
En yakın dostumuz İngiltere ile Türkiye arasında bir poli
tika değişikliğini düşünmüyoruz. Donanmanın hareketi, iyi ni
yetimizle bağdaşmıyor. Salisbury’nin durumu yeniden düşün
mesini ve bize reformlar hakkında biraz zaman bırakmak için
emri geri almasını rica ediyoruz.
F .O . 424/89, s. 54 -55, N o. 55
N o . 286
S ö r A . H . L a y a rd ’d a n , M a rk i S a lis b u r y ’e
N o . 7 2 2 , te l.
İSTANBUL, 1 K asım 1879, 11.00
(A lındı, 2 K asım , 09.00)
<
Donanmanın hareketinin 15, 20 gün geciktirilmesini özellik
le rica ederim. Sultan istediğiniz tavizi verecek derecede korktu.
Eğer daha fazla üzerine gidersek, onun bazı adımlar atması
beklenebilir ve bu da ciddi rahatsızlıklara neden olabilir.
Ancak bu süre içinde İngiltere Hükümetini memnun ede
cek bir şey yapılmazsa, filo Vurla ya da Beşika Körfezine gele
bilir. Telgrafınızın son paragrafının özetini Sultana ulaştırdım.
F. O. 424/89, s. 13, N o. 17
No. 287
No. 288
No. 289
332
dim Paşa ya da herhangi bir kimseye karşı önyargımız olmadı
ğım, ancak durumun çok âcil olduğunu, İmparatorluğun param
parça olma tehlikesiyle karşılaştığını, eğer Sultan İngiltere’ye
verdiği sözü tutmazsa, İngiltere’nin onun elinden tutmasınm
olanaksızlığını belirttim.
F. O. 424/89, s. 56, N o. 60
No. 290
No. 291
333
No. 292
334
tüleşmesine değil, İmparatorluğun dağılmasına da neden ola
caktır.
Etkin bir jandarma gücünün sağlanması ihtiyacı üze
rinde özellikle dikkatini çektim. Bu örgütün kurulmasıyla, bir
miktar Avrupalı subayın bunları yetiştirmesinden şevkine kadar,
Küçük Asya’da can ve mal güvenliği bakımından çok az bir
umut vardır.
Söylenebilecek en ağır şekliyle, şu andaki sıkıntıların çok
üzücü olduğunu ve gerekli önlemler almmazsa, halkın mevcut
kötü idareye daha fazla dayanamaması olasılığının artacağını
söyledim.
Sonuç olarak, filonun Türk sularına hemen girmeyeceğini,
fakat gelecek için söz veremeyeceğimi; Osmanlı Hükümeti, İn
giltere devletini memnun edecek aktif önlemlerin alınmasından
çekindiği sürece bunun sorumluluğunu alamayacağımı belirttim.
Birkaç gün önce filonun Malta’yı terk etmesi için emir
verildiği zaman, Osmanlı kabinesinin ileri sürdüğü mana kaste-
dilmemişti. Bununla birlikte ricanız üzerine bu hareket şimdilik
askıya alınmıştır.
F.O. 424/89, s. 57, N o. 62
No. 293
M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard'a
No. 278, tel.
DIŞİŞLERİ, 6 Kasım 1879, 06.45
Bugünün tarihini taşıyan 727 sayılı telinize yanıt:
Memnuniyet verici; fakat Avrupalı subayın bağımsız olarak
jandarma komutanlığına komuta etmesi yönünde hiçbir şey
yok.
Bu esaslı bir noktadır onsuz her sev yıkılır.
F. O. 424/89, s. 62, No. 75
No. 294
M arki Salisbury'den, S ör A. H. Layard’a
No. 1343
DIŞİŞLERİ, 6 Kasım 1879
Bugünün tarihini taşıyan 727 sayılı mesajınızda belirttiği
niz gibi, BabIâli’nin reformları mümkün olduğu kadar hızla ye-
33S
rine getireceğini öğrenmekten memnun olduk. Bununla bera
ber Küçük Asya’daki bağımsız jandarma komutanı olarak bir
Avrupalı subay atanmasına ilişkin Sultanın niyetinden hiç söz
yok. Sultan nezdinde ısrarla durarak bunun son derece esaslı
bir nokta olduğunu, bunsuz gerekli reformların başarılı olama
yacağını ve bunun da İngiliz Hükümetinin görüşü olduğunu
belirtiniz.
F .O . 424/89, s. 62, N o. 77
No. 295
No. 296
336
No. 297
337
No. 298
No. 299
338
geleneklerine göre Padişah efendimize karşı istifa uygun düş
mez. Paşa tasarısında direnirse, Sultan onu görevden alır, dedi.
Artin Efendi, Başbakan Sait Paşanın, Sarayı Nedim Paşa
ya karşı kışkırttığını, ilkin Rus taraflısı olarak suçlandığını, şim
di de İngiliz sefirinin bir aleti olduğunu söylediğini belirtti.
Nedim Paşaya göre Tercümanı Hakikat ve diğer Türk ga
zetelerinde İngiltere’ye karşı Başbakan Sait Paşa tarafından
şiddetli makaleler çıkmıştır. Başbakan politikayı saptırmak için
elinden geleni yapmaktadır. Nedim Paşa, bakanlar kurulunu li
beral önlemler üzerinde Sultana teklifte bulunmaya ikna etmiş.
Fakat Sait Paşa kararnamede imzası olduğu halde, gizlice Sul
tanın kararnameyi onaylamaması için çalışmıştır. Bu bakımdan
Nedim Paşa, İmparatorluğun geleceğini umutsuz görmektedir.
Artin Efendinin işaret ettiği Türk gazetelerinde çıkan ma
kaleler ve kulağıma gelen başka bazı olaylar, Türkiye-Rusya
arasında samimi bağların kurulması açısından görüşmeler oldu
ğuna ilişkin bende vahim bir kuşku uyandırdı. Eğer bu doğ
ruysa ve Babıâli Rus politikasına girerse, bunun sonucundan
Mahmut Nedim Paşayı sorumlu tutacağımı, onu bu yolda ikaz
edeceğimi söyledim.
Artin Efendi karşılık olarak, Mahmut Nedim Paşa tarafın
dan size şunları söylemem için gönderildim dedi: «Bütün gü
cümü ve nüfuzumu kullanarak BabIâli’nin Rusya ile ittifakına
ya da bir anlaşmaya varmasına karşı koyacağım ve İngiltere
büyükelçisi ile yaptığım ilk görüşmeye bağlı kalarak Sultanın,
ya da hükümetin Rusya’ya karşı böyle bir eğilimini görürsem
hemen bakanlıktan çekilirim...»
Artin Efendiye, Sultanla Rus Maslahatgüzarı Prens Laba-
noff arasında son defaki konuşma hakkında Mahmut Nedim
Paşanın bir şey bilip bilmediğini sordum. O da Paşanın resmen
bir bilgisi olmadığını, fakat İngiltere’nin filo göndermesine önem
verilmemesini, şayet filo gelirse Sultanın, Rusya ve diğer Av
rupa devletlerini yanında bulacağı kanısında olduğunu sandığı
nı söyledi.
339
li denilen bir idarecinin emrinde büyük departmanlar haline
getirilmelidir.
2. Yukarıdaki şekilde mülki idarede bir bölünme yapıl
dıktan sonra, kadastro haritaları kurmay subaylarca 10 yıl için
de düzenlenmeli, devletin yüksek memurlarından kurulu fevka
lade müfettişlerden gerektiği kadarı vilayete gönderilmelidir.
Bir yüksek komisyon, başbakanın başkanlığında gecikmeksizin
kurulmalı ve bu heyet yeni düzenle ilgili tüzüğün gözden geçi
rilmesi, gerekli düzeltmelerin yapılması ve içişlerinin öteki dal
ları ile bunların, çağın koşullarına, ülkenin ahlak ve gelenekle
rine uyacak biçimde, yukarıda adı geçen fevkalade müfettişle
rin kontrolü ile bir komisyona halkın eşitlikle başvurusu üze
rindeki hususları bir tüzüğe bağlamalıdır.
3. Bazı mahallerde AvrupalI müfettişler kontrolünde, yer
li halktan bir jandarma teşkilatı mümkün olduğu kadar erken
kurulmalıdır.
4. Yeni mülki taksimata göre, halkın yer değiştirmesi ve
eşitlik içinde bizzat halktan oluşacak kişilerce güçlerine göre ve
belli bir günde ödenecek vergilerin saptanması.
5. Memurların işe yaramayanlarının giderek azaltılması,
maaşlarının ve emekli maaşlarının bütçedeki ödeneklerle, eko
nomik koşullara uydurulması.
6. Gayri Müslimlerin askeri okullara girmesine izin ve
rilmesi ve okulu bitirdikten sonra öteki yurttaşlar gibi süah al
tına alınmaları.
7. Hıristiyanlardan da vali atanması.
8. Anayasayı ve devletin temel kurumlarını çağın gerek
lerine göre gözden geçirme.
Mali durumla ilgili olarak:
1. Bütçenin esaslı incelenmesi.
2. Devlet borçlarının, alacaklılar ile Babıâli ayarında öde
me şeklinin, bütçe doğrultusunda yeniden ele alınması.
Adli işler:
1. Adalet işlerinin yürütülmesinde karışıklığa meydan ve
ren, birbirini çelen nizam ve usullerin ayıklanması, yasaların bü
tünleştirilmesi için bir özel komisyonun kurulması.
2. Vilayet mahkemeleri için birkaç AvrupalI müfettiş.
3. Vilayetlerdeki örgütlerin yeniden düzenlenmesinden
sonra, istinaf mahkemelerinin azaltılması, iki ya da üç bölüm
için yalnızca bir kuruluşun oluşturulması.
340
4. Eğer İmparatorluk savcıları bırakılacaksa ceza ve tica
ret davalarında, İstanbul, Edirne, Selanik, İzmir, Şam, Halep,
Erzurum, Sivas ve Trabzon’da jürilerin oluşturulması.
5. Daha büyük bir hukuk okulunun açılması; politik ba
kımdan Berlin Antlaşması hükümlerinin titizlikle uygulanması.
F.O. 424/89, s. 253-254, No. 310-310/1
No. 300
No. 301
S ö r A .H . L a y a rd ’d a n , M a rk i S a lis b u fy ’e
N o . 7 3 7 , te l.
İSTANBUL, 14 K aşım 1879
(Alındı, 15 K asım , 10.00)
Sultan, Münir Beyi bana gönderdi; o da şunları söyledi.
Sultan, kabinenin gönderdiği reform taslağının derhal yürürlü
341
ğe konulması için bir irade çıkardı. İngiltere Hükümetinin bun
dan memnun olacağını ummaktadır. Ayrıca Baker Paşayı, ken
disine bir süre sonra komuta yetkisi verilmek üzere, Küçük As
ya halkının durumunu incelemek ve jandarmayı denetleyerek,
Sultana bir rapor vermek üzere göndermek niyetindedir. Sul
tan 4 gün içinde Mal ta’dan filonun hareketi haberini yersiz bı
rakacak çok şey yapmıştır. Bu haberin doğru olmadığına gö
nülden inanmak istiyor. Bu konuda bir bilgim olmadığını söy
ledim. Böyle bir emir verildi mi? Verilmediyse, filonun gelme
yeceğine ilişkin bir açıklama yapmamda ısrar ediyor.
F.O. 424/89, s. 139 -140, No. 188
No. 302
342
la istifa edecektim. Ancak Kâmil Paşaya yapılan suçlamalar İn
giliz çıkarlarına ve başka nedenlere dayandığından vazgeçtim»
demiş. Paşa kimin tavsiyesiyle Kâmil Paşanın bu göreve atan
dığını bilmediğini, bu atamanın ona, bütünüyle bir sır olarak
geldiğini söyledi. Gazetenin kapatılması yolunda bakanlar ku
rulunda görüşme olmuş ve karara varılmışsa da bugüne kadar
yayın kesilmedi. Gazete Sarayca korunuyor ve size bildirdiğim
gibi gazetenin Sait Paşanın özel yayın aracı olduğu biliniyor.
F.O. 424/89, s. 257, N o. 316
No. 303
No. 304
343
nın iyileştirilmesi için hiçbir şey yapılmamış, uzun zamandır çe
kilen acılar daha da artmıştır. Bizim için hâlâ bir sır olan Kürt-
lerin ayaklanması, Müslümanların olduğu kadar yetkililerin de
hesaplı baskılarının bir maskesidir. Bu, Kürtlerle Ermenileri
dalaştırmak politikasıdır. Türk yetkililerinin bir entrikası olma
sa, bunlar genellikle uyum içinde yaşarlar. Şeyh Abdullah ve
adamlarını cezalandırmakla görevli Sami Paşanın, bütün görev
lerinin başında bu iş görünüyor. Van’da söylenilenlere göre Şey
he bir madalya, bir şeref kılıcı ve para göndermiş, birçok Kürt-
Ieri onurlandırmış, nişanla taltif etmiştir. Bunlar arasında kana
susamış Musa diye biri vardır ki, bu kişi dört Ermeni köyünü
soymuş, birçoklarını da yakmış ve Bezdik köyünde Hıristiyan
kadınlarına sataşmış, yaptıkları zirveye çıkmıştır. Van’ın Erme
ni temsilcileri, 15 Ekimde toplanarak reformlar konusunda Os
manlI Hükümeti komisyonuna katılmayıp Berlin Antlaşmasının
61’inci maddesinin uluslararası bir komisyonca yürütülmesi ge
reğini ilan etmeye karar verdiler. Çünkü Erzurum’da 6 aydan
beri reformun en basiti bile gerçekleştirilememiştir. Dolayısıy
la bu davranışımız yadırganmamalıdır. Bu nedenle alman bu
kararımızı Osmanlı Hükümeti nezdinde desteklemenizi rica edi
yoruz.
Türkiye, N o. 4 (1880), s. 151, N o. 115, 115/1
No. 305
Sör A. H . L ayaıd’dan, M arki Salisbury’e
No. 744, tel.
İSTANBUL, 8 Kasım 1879
(Alındı, 19 Kasım )
Baker dün gece Saltanı, bugün de Saffet Paşayı ziyaret et
ti. Sultanın kendisine bütün Küçük Asya’yı kapsayan bir tür
genel müfettişlik görevi vereceği sanılmaktadır. Baker’e böyle
bir görev verilirse, o istediği zaman validen rapor ister,
denetler. Eğer bu görev sürekli olursa, jandarma komu
tanlığından çok daha önemlidir. Sultanın bu düşünceyle hare
ketini ben de uygun buluyorum. Baker, yarın başbakanla, dış
işleri bakanıyla görüşerek işin ayrıntılarını öğrenecek ve yanın
da çalıştırmak istediği kişilerin adlan olan listesini verecek. Şu
durumda onun önerilerini dinlemeye hazırlar.
F.O. 424/89, s. 212, N o. 237
344
No. 306
No. 307
345
öteki işler de iyi gitmekte; bundan önce hiç böyle faaliyet
görülmüyordu. İnşallah gene düş kırıklığına uğramayız.
Sultan, teslim olan ünlü Kürt şefi Ubeydullah’ı beklediği
ni ve onu Rusya’ya süreceğini söyledi Bu çok iyi bir şev.
F.O. 424/89, s. 224, N o. 268
No. 308
No. 309
346
Yazar, Berlin Kongresinden elde edilenlerle Ermenilerin
umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını vurgulamaktadır.
Yazar önce, Ermeni sorunuyla ilgili karan veren Avrupa
heyetinin resmi kaynaklarına dayanarak düşüncelerini sergile
mek isteğindedir.
Rusya, Türkiye’ye savaş açtığı zaman Türkiye’deki Hıris-
tiyanları kurtaracağını açıklamıştı. Osmanlı devleti yenilip so
nuçta bir anlaşma yapılınca, o da Ermeni halkını unuttu. Oysa
Patrik, savaşı kazanana başvurarak Ermeniler için özerk bir yö
netim dileğinde bulundu. Kongrenin ilk toplantısında Prens
Gortchacow, Rusya’nın tek amacının Hıristiyan uluslarına sağ
lam bir temele dayalı özerkliğin sağlanması olduğunu ilan et
mişti. Halbuki Ermeniler için bu işi, 19 Şubatta Ayastafanos
Antlaşmasının 16. maddesine bıraktı.
20 M artta Salisbury yayımladığı ünlü bildirisinde Ayastafa
nos Antlaşmasını reddetti ve Berlin Konferansının 22 Haziran
daki birleşiminde Ayastafanos’un IV. maddesine atıfla Ermeni
sorununu anlaşmanın içine aldı.
Yazar, bundan sonra Berlin Kongresinde söylenen ve ya
zılanların ayrıntılarını sıralamaktadır. Ermeni çıkarlarının ko
runması için Salisbury’nin girişimleriyle Ermeni sorununun
Berlin Antlaşmasının 61. maddesine girdiğini belirtiyor.
Daha sonra yazar, Berlin Kongresiyle, Ayastafanos Antlaş
masının Ermeniler bakımından olan farklılıklarını gösteriyor.
Yazar, Berlin Kongresinde, Ayastafanos’takinden çok fazlası
nın kazanıldığım vurguladıktan sonra, daha fazlasını ne sözlü,
ne de yazılı bildirimlerle kazanmaya olanak olmadığını ekliyor.
Ayastafanos Antlaşmasıyla Rusya, Ermenilerle ilgili ola
rak yalnızca Türkleri birtakım yükümlülükler altına sokuyor
du. Berlin’deki madde ile Almanya, Avusturya, Macaristan,
Fransa, İngiltere, Rusya aynı konuda birleşmişlerdir.
Ayastafanos Antlaşmasıyla Babıâli, Rus ordusu kampında
bulunan Ermenilerin himayesi ile yükümlü kılınmıştı. Bu söz
ler Ermenilerin yalnızca bir bölümünü kapsıyordu. Bu bir tek
Erzurum demekti ve Türkiye için bu işi yapmak kolaydı. Bir
polis örgütü bile kargaşaları önlemek açısından yeterliydi.
Berlin’deki madde ile BabIâli, Ermenilerce işgal edilen bü
tün Ermeni topraklarında himayeyi yüklenmekte idi. Babıâli
yalnızca bir polis düzenini değil, bütün reformları yükleniyor,
sadece Erzurum’un bugünkü durumundan başka, Ermenistan’ın
bugünkü ve gelecekteki durumundan da sorumlu oluyordu.
347
Aradaki fark çok büyüktür ve Ermeni ulusu Salisbury’e min
nettardır. Bugün Rus birlikleri Erzurum’u terk ettikten sonra,
Türkiye’nin Ermenileri koruma önlemlerini almasıyla Ayasta-
fanos Antlaşması yerine getirilmiş olur. Fakat Berlin Kongresi
nin hükümleriyle sorun, bu kadarla kalmaz.
Ayastafanos Antlaşmasıyla Babıâli, Ermenileri Kürtlere
ve Çerkezlere karşı korumayı geliştirecektir. Rusların Türk Er-
menistanını işgal etme niyetleri olduğundan, Kürtlerin ve Çer-
kezlerin saldırılarını önlemeyerek, çark meselesini tekrar uyan
dıracağını düşünen politikacılar vardır.
Berlin Antlaşmasıyla Babıâli, Ermenileri Kürt ve Çerkez
lere karşı koruyacağına ilişkin Avrupa’ya söz vermiş durum
dadır. Bunun İngiltere için bir görev olduğu unutulmamalıdır.
Çünkü Fırat vadisinin büyük bir kuvvetle çevrilmemesi îngiliz-
lerin çıkarlarına uygun olduğu gibi, Ermenileri de memnun et
mesi gerekir. Kongreden önce Salisbury bize, «Âlicenap hü
kümdarımız, Ermenilerin olabildiğince refah, sükûn içinde ve
özgür olmalarını arzu etmektedir» dedi. Bu demeç, samimi idi.
Zira bu noktada Albion’un çıkarları bizimkine çok yakındı.
Ayastafanos Antlaşmasında amacımız ancak üstü kapalı ola
rak sunulmuştu ve bizim hukukumuz dile getirilememişti. Çün
kü Rus orduları daha Ermeni topraklarında idi. Salisbury ise
Ermenilerin durumunu iyileştirmek için Ermeni sorununu bu
ulusun hakkı olarak doğruca sunmuştu. Fakat sorunumuz, Rus
ordusunun çekilmesinden doğmuyordu. Ayrıca biz, daha o za
man zulme karşı savaşıyorduk. Öyle görünüyor ki, Ruslar as
kerlerinin bulunduğu Ermeni bölgesini ellerinde tutsalar bile,
Ayastafanos Antlaşmasıyla Ermeni adı anılmadan, Doğu soru
nu sonuçlandırılacaktı. Berlin Kongresiyle; BabIâli’nin, Erme
nilerin durumunu düzeltmesine, reformları yapmasına ve güven
likleri için kullandığı araçları Avrupa devletlerine bildirmekle so
rumlu olmasına karar verilmişti. Bizim için bundan sonra Ba-
bıâli sorumludur. Osmanlı Ermenilerinin durumu hakkında Av
rupa’ya hesap vermek zorundadır. Eğer Avrupa, yapılanları ye
tersiz görürse, Osmanlı Hükümetinden istediği ölçüde hesap
sorma hakkı vardır, işte sınırsız bir yarar, bir başka büyük ya
rar da, yukarıda belirtilen reformların yapılmasının bu altı dev-
ietin gözetiminde olması.
Böylece Avrupa, 1856’da belirtilen karışmazlık esprisinden
ayrılmış oluyordu. Schouvaloff, Kongrenin 18’inci oturumunda
«Türkiye’ye müdahale olmadığı söylenebilir. Çünkü Rumeli’n-
348
de Yunan vilayetlerinde Ermenistan ve sayılamayacak kadar
çok Avrupa heyetleri vardır» demiştir.
Böylece Berlin Kongresi, Ayastafanos Antlaşmasının 16’ncı
maddesini 61’inci madde ile değiştirmekle kalmamış, ayrıca bun
dan böyle ulusal temellerimizi atmamıza olanak veren koşulla
rı da sağlamıştır.
Türkiye ile Ingiltere arasında varılan anlaşma, bizim için
yeni bir avantajdı.
Salisbury, 18 Mayısta Büyükelçi Layard’a uzun bir mesaj
gönderdi. Bu, 23 Mayıs Savunma Antlaşmasıdır. Layard ve Saf
fet Paşa, 26 Haziranda yayımlanan bu anlaşmayı imzaladılar.
Böyle olmakla birlikte biz, 6 devletin ortaklaşa sorumluluğun
dan başka, yine Ingiltere’nin yüklendiği sorumluluğu tanıyoruz.
Bir Fransız yazarının yazdığına göre, ortak sorumluluk
düş bile olsa işte biz, 23 Mayıs Antlaşmasıyla bu konuyu gü
vence altına almış oluyoruz, öyleyse bu kadar iyi işler yapıl
mışken, birkaç Ermeninin üzüntüye düşmeleri neden? Başarı
ları gölgeleyen nedir? Gerçekte Ermeni Patriği özerk bir yöne
tim isteğinde bulundu. Bu istek, ilkin Rusya, sonra da Avrupa-
ca geri çevrildi. Fakat hangi ulus Berlin Antlaşmasından yüzde
yüz yararlanmıştır? Ermeniler daha üstün bir pozisyon bekle
yemezler.
Emeniler özerk bir yönetim isteyebilirler mi? Girit’e ta
nınmayan bir şeyi biz isteyebilir miyiz veya biz özerkliğe uy
gun bir varlığa sahip miyiz? Durumumuzu biliyoruz ve bu so
run ile uğraşmayı istemiyoruz.
Fakat şunu ekleyelim ki, Avrupa bizim yönetimsel açıdan
özerkliğimizi geri çevirdi. Ama bize öyle bir madde sağladı ki,
ulaşmak istediğimiz amaca bizi, yavaş yavaş götürecektir. Ba-
bıâli, Ermenilerin yaşadığı yerlerde reformları uygulayacağına
ilişkin bize söz verdi. Bu reformlar, bir gün nasılsa özerk yö
netime dönüşecektir. Ermeni temsilcileri Berlin Kongresinde bü
tün olanaklarını kullandılar. Cesaretimizi yitirmemeliyiz. Bun
dan böyle bize sunulanlardan olabildiğince çok yarar sağlama
lıyız.
Avrupa bizim elimize bir silah verdi; körlenmeye başlama
dan önce ondan yararlanmalıyız. Babıâli de Ermenistan’da re
formları hemen uygulayacağına söz verdi. Eğer reformlar uy
gulanmazsa, harekete geçmemiz gerekir. Babıâli, bizi Kürtlere
ve Çerkezlere karşı koruyacağına da söz verdi. Eğer onlar ce-
zalandırılmazlarsa, yine harekete geçmemiz gereklidir.
349
Babıâli, gerekli reformları yapmaya, Avrupa devletleri de
onların yapılmasının gözetimine söz verdi. Eğer onlar bu göze
tim görevini yapmazlarsa, ya da istenildiği biçimde yapmazlar
sa, o zaman eyleme geçmek yerinde olur. Schouvaloff, Erme
nistan için bir komite önerisinde bulunduğu zaman, Kongre
susmayı yeğledi, eğer İngiltere Ermeni vilayetlerinin durumu
nu iyileştirmezse, bu komite bizim için gereklidir. Eğer Avrupa
bunu reddederse, eyleme geçmek gereklidir. 23 Mayıs Antlaş
masıyla Anadolu’daki Hıristiyanların güdümü de alındı, Sultan
iyi bir yönetimin ve etkin bir himayenin kurulmasına söz verdi.
Eğer bunlar olmazsa hareket gereklidir.
Avrupa bir bütün olarak, İngiltere yalnızca Fırat vadi
siyle ilgilidir. İngiltere, başkalarının çıkarlarını değil, kendi çı
karlarını koruyacaktır. Ermenistan’ın temel çıkarları için, bu
rekabeti teşvik etmek yolunda çok iyi çalışmak gerekir.
Ermeniler umutsuzluğa düşmemelidir. Bir yandan Erme
nistan’ın, öte yandan Avrupa’nın çalışması gereklidir. İstedik
lerimize, başka bir deyimle 61’inci maddeye karşı, bize ayrılan
bu maddenin önündeki 60. madde tamamıyla uygulandı mı?
Her şeyden önce, ilkin güçlü olanlar, haklarını alacaklar, son
ra sıra zayıflara gelecek, bu çok acıdır. Ancak, dünyanın te
mel yapısı böyledir.
Biz, Berlin Kongresiyle bir altın madeni kazandık, bu al
tını çıkarmak için çalışacak olanlar da yine biziz.
Türkiye, No. 4 (1880), s'. 154, No. 118, 118/1
No. 310
350
yerlerindekinden çok daha iyidir, örneğin benim onuruma Er-
menilerin verdiği büyük bir ziyafette bütün sivil ve askeri er
kânla, kentin ileri gelenleri hazır bulundular. Reis Paşa ile, Kra
liçe ve Sultan için kadehlerimizi kaldırdık. Toplantıdaki ko
nuşmalar da fevkalade güzeldi. Toplantı büyük bir başarı idi;
umarım iki toplum arasındaki bu iyi ilişkiler sürüp gider.
Bu akşam da Reis Paşa, benim için, hazırlıkları birkaç gün
önceden yapıldığı belli olan, bir yemek verdi. Her iki toplum
dan ileri gelenlerle askeri ve sivil erkân yine gelmişlerdi. Reis
Paşanın bu yemek için bana gönderdiği davetiye de çok nazik
ti, iki ülke arasındaki dostluğu vurguluyordu. Bana olan bu in
celik ve ilgide, son savaşta Türk ordusunda askeri ataşe olmam
dolayısıyla subaylardan birçoğunu tanımış olmamın da payı var
dı. Bu bölgelerde İngiltere temsilcilerine, askeri yetkililerin bes
ledikleri iyi niyetin, hâlâ devam ettiğini sevinçle gözlemledim.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 185, No. 148
No. 311
Sör A. H. Layard’daıı, M arki Salisbury’e
No- 754, tel.
TARABYA, 23 K asım 1879
(Alındı, 23 Kasım 14.00)
Halep Konsolosu Henderson’dan dünkü tarihle aşağıdaki
haberi aldım.
«Af buyruğu geldi ve tutuklular perşembe günü çıkarıldı.
Büyük ve genel bir sevinç var.
Ermenilerin minnettarlıklarını bir telgrafla Sultana bildir
melerinin iyi bir etki yaratacağını düşündüm, öyle de yaptılar.»
F. O. 424/89, 226 - 227, No. 277
No. 312
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 757, tel.
TARABYA, 23 Kasım 1879
(Alındı, 24 Kasım )
Aşağıdakiler dünkü tarihli olarak Yüzbaşı Clayton’dan gel
di (303 sayılı belgeyle ilgili) :
3SI
«Yunan kilisesine girmek için kasabalarda takriben 3000 im
za toplandı. Başka bir yardım sağlamaktan kaynaklanıyor. Rus
sevgisinden değil.»
F. O. 424/89, s. 235 N o. 286
No. 313
Ek - 1
Selanik İngiliz Başkons. B lunt’tan, Büyükelçi Layard’a
23 K asım 1879
352
Ek - 2
Yunan M etropolü’nden, S ait Paşaya
Larissa, 19 Kasım 1879
Ek - 3
Larissa Yunan Toplum u Tem silcisinden, Sait Paşaya
Larissa, 19 Kasım 1879
Ek - 5
İngiliz Konsolos Muavini Longvvorth’ten, Başkonsolos
Bulunt’a
Larissa, 19 Kasım 1879
353
No. 314
Bakanlar ve Senatörler
Gayri
M üslim
M üs. Rum Erm eni Bulg. K atolik Yah. T opl. Topl.
Bakanlar
Kurulu 13 2
Senatör 28 5 1 1 1 2 11 39
Genel
Toplam 41 8 1 1 1 2 13 54
K atolik Gayri
ve Y ab. M üslim
Müs. Rum Erm eni Bul. M üs. Yahudi Topl. T op l
Saray
hizm etinde 73 2 1 — 1 4 77
Başbakanlıkta 42
M üsteşar Yar.
Bala 9 — 3
3U
K ato lik
v eY b . G.M.
Miis. Rum Erm eni Bul. M üs. Yahudi Topl, Topl.
Bakanlıklarda:
Dışişlerinde
Bşk. 64 5 2 7
Dışişlerinde 34 1 11 1 13 49
İçişleri B. 1 1
Devlet
Şûrasında 45 3 3 1 1 8 53
Adalette 25 2
Çalışmada 16 1 2 6 9 25
Mâliyede 72
Reji
idaresinde 38
Bayındırlıkta 24 2 1 6 30
Evkafta 31 —
Personelde B. 21 1
Ticaret ve
Ziratte 24 1 13 1 15 39
Tapuda 17
PTT'de 50 2 1 7 10 60
MSB’de 247 4 3 1 8 255
Bahriyedc 185 4 8 8 20 205
Topçulukta 116 2
Zabtiyede 113 4 3 16 23 136
Maden ve
Ormanda 17 1 5 2 8 25
Belediye
Reisi 63 ,1 1
Sağlık
İdaresinde 9 2 3 5 14
Vilayet Ka-
pu Kâhyası 19 1
Hâkim, Öğretmen ve Askeri Doktor
İst. Mahkeme-
leri Üyeleri 109 11 13 1 1 1 27 136
Devlet Okulu
Öğretmeni 331 8 6 1 42 57 388
Öğr. ve Ask.
Dr. 293 19 11 1 18 2 51 344
355
Katolik
veY ab. GJML
MUs. Rum Erm eni Bul. M üs. Yahudi T opl. Topl.
Dz. Öğ. ve
Ask. Dr. 27 1 2 3 30
Genel Vali 29 1
Vali Y ar. 75 2 3
Yük. Rütbeli
Memur 472 8 4 1 5 18 490
Osm anlı Sefaret ve K onsoloslukları
M isyon
Şefi 7 3
Ataşe, Kâtip 16 9 4 1 3 17 33
K onsolos 14 11 5 11 27 41
F .O . 424/90 s. 61, N o. 89 E k. 89/1
No. 315
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 1042
BEYOĞLU, 28 Kasım 1879
(Alındı, 9 Aralık)
27 Temmuzda, sunduğum Ermeni Protestanlarınm, Grego-
rien Ermenilerince zulme uğratılmalarıyla ilgili 668 sayılı yazı
da, konuyla ilgili olarak Konsolos Muavini Maling’in yeni giri
şimlerine karşı Türk makamlarının hemen kontrole geçtiğini
bildiren yazısını da ilişikte sunuyorum. Bay Maling’e, Türk ma
kamlarına baskı yaparak, hüküm giyen suçluların cezalarını
çekmemek için saklandıkları yerlerden bulunmalarının sağlan
masını emrettim.
Ek : Çanakkale İngiliz Konsolos M uavini M aling'den, Bü
yükelçi Layard’a
Çanakkale, 18 Kasım 1879
Gregorienlerin her zaman yaptıkları taş atmak suretiyle
Protestanlara eziyetleri tekrar edildi. Buna karşı hemen hare
kete geçildiğini memnuniyetle söylüyorum. Protestanların şikâ
yetini destekledim ve saldırgan bir Gregorien Ermeni, herkese
örnek olmak üzere uygun gördüğüm biçimde 3 ay hapse mah-
356
kûm edildi. Bu olayda adalet mekanizmasının bilinçle ve hızla
hareketi takdire değer. Bununla ilgili olarak Yanya’dan bir Müs
lüman başkanlığındaki ceza mahkemesinin tutumu ve Reisin
idaresi de bu işlerde büyük bir gelişmedir. Gregorienlerin önem
li kısmı ve başları avam kısmının bu yanlış hareketlerini kını
yorlar. Bu işler, bir iki tutucu uzlaşmazın, bilgisiz insanları bir
alet olarak kullanmasından doğmaktadır.
Fakat şunu üzüntüyle ifade etmek isterim ki, Türk adliye-
sinin usulüne göre duruşmaya çağrılan kişi bulunmadığı için
gıyabında verdiği bu hüküm, tatbik olunamayacak ve bir süre
sonra da unutulacaktır.
F.O. 424/90, s. 63, N o. 91, 91/1
No. 316
357
nilerce yürütülen bu zulme son verilmesi amacıyla, Ghenia Er
menilerinin çıkarlarını koruyabilmesi ve işi özel bir şekilde
ele alması için zatıâlinizden kendisine tavsiyede bulunmanızı
rica etmeyi bir görev saydım.
F.O. 424/90, s. 64, No. 92, 92/1
No. 317
No. 318
Y arbay W ilson'dan, M arki Salisbuıy’e
No. 28, Gizli
M ARSİVAN, 10 Aralık 1879
(A lındı, 3 Ocak 1880)
Abidin Paşa ile yaptığım gizli konuşmayla ilgili olarak bü
yükelçiliğe gönderdiğim yazının kopyasını ilişikte sunuyorum.
358
Ek : Sivas İngiliz Başkonsolosu Y arbay W ilson'dan,
Büyükelçi Layard'a
26 K asım 1879, gizli
360
la, bildiğiniz Harput Mutasarrıfının terfi ettirilerek Musul Va
liliğine atanmasıdır. Ben, BabIâli’nin Anadolu’da reform yapa
cağına ilişkin en küçük bir belirti görmemekteyim. Abidin Pa
şa, vilayette can ve mal güvenliğini disipline almayı başarmış
tır. Daha fazlasını başaracağından kuşkuluyum. Öyle sanıyo
rum ki, Paşanın vali olarak yetkileri de kısıtlanmıştır, ya da
Kürtlere karşı gayretli hareketi, Babıâlice böyle karşılanınca
kalben kırılmıştır.
F.O. 424/106, s. 14, N o. 3, 3/1
No. 319
361
dan çıkınca, Yusuf Paşaya gittim. O sırada çevirmen geldi. Pa
zarda çavuşa gördüğünü, çavuşun bakkalı öldürme tehdidinde
bulunduğunu ve kurtarıldığını söyledi. Yusuf Paşa, bu durumu
bildiğini, ancak adı geçen çavuşun hapiste olduğunu, bunun baş
ka bir çavuş olabileceğini; albayın, tutuklu çavuşun dükkân
sahibinden alacağı olduğu için İkincisini gönderdiğini söyledi.
Yusuf Paşa, işi soruşturacağını ekledi. Sonunda çavuşun, Salih
Paşa tarafından hapisten çıkarıldığı, onun da çarşıya giderek
dükkân sahibine ikinci defa saldırdığı ortaya çıktı. Vali Semih
Paşa ile Tümgeneralin adaleti yok etmekte birleştikleri açıkça
ortadadır. Bir gün bir komisyon oluşturularak sorunu incele
meye başlamışsa da suçluyu korumak için bir yol bulacaktır.
Özellikle saldırgan askerlerin köylerdeki davranışları hakkında
her yerden şikâyetler alıyorum. Son zamanlarda, rediflerin evle
rinden çıkarılarak yerine nizamiye askerlerinin geçmesi yüzün
den büyük kıta hareketleri vardır. Askerler, bu hareket sırasın
da her türlü ihtiyaç maddelerini elde etme yolunda, her tarafta
kötü muamelede bulunmaktadırlar. Aldıklarının ancak bir kısmı
için senet vermekte ve ağır istekleri yerine getirilmezse köylü
leri dövmektedirler, özellikle bu yolsuzluklar anayol boyundaki
köylerde olmaktadır. İki gün önce Başkale yolu üzerindeki
Nurkuk köylülerinin temsilcisi bana geldi. Van’a gitmek üzere
10 gün önce bir taburun geldiğini ve veremeyecekleri her şeyin
istendiğini, kadınlara hakaret edildiğini söyledi. Albaya şikâye
te gitmişler. Albay, «Neden bize karşı çıkıyorsunuz, Van’da
konsoloslar olduğu için mi?» demiş ve dövülmelerini emretmiş.
Ben hükümete ve komisyona şikâyet etmelerini, adaletin yerine
getirilmesine çalışacağımı söyledim.
Hükümet köylülere çok ağır baskı yapmaktadır. Halk savaş
sırasında, kilerlerinden hatırı sayılır ölçülerde yardım yaptı ve
aynı zamanda mükellef oldukları vergiyi de verdiler. Şimdi on
lardan yeni bir istekte bulunuluyor. Her ne kadar henüz bu yılki
vergilerini ödemişlerse de köylülerden yine kendilerine ambar
larını açmalarını istiyorlar. Oysa bu yıl, ancak kendilerini bes
leyecek kadar stokları var, fakat dilekçeleri hükümetçe kaleme
alınmadı. Bununla beraber komisyon, durumu ele aldı ve so
ruşturma sonuna kadar yeni vergi toplamasının ertelenmesini
emretti. Hükümetin mali güçlükleri ve mahalli yetkililerin Hı-
ristiyanlara bir şeyler yapma niyetinde olmadıklarını hatırla
yınca, her ne kadar ürkmekteysem de bu tedbirin köylünün
yükünü hafifletebileceğini umut ederim.
362
Böylece halihazırda burada, reformların geleceği açısından
ışık göremiyorum.
F .O . 424/106, s. 89-00, N o. 47/5
Türkiye, No. 23 (1880), s. 23-24, N o. 19/3
No. 320
No. 321
364
Amerikan misyonerleri yaklaşık yarım yüzyıldır Kürt dağ
larında, Nasturi aşiretleri arasında ve İran’da yerleşmiş bulu
nuyorlar. Misyonerler onlara Hıristiyanlığı, kendilerini Örnek
göstererek öğretiyorlar, okutuyor ve bu Hıristiyan halkı, uy
garlaştırıyorlar. Bunlar özveride bulunarak çok şey yaptılar. Mis
yonerler, Nasturiler arasında birçok okul ve yardım merkezi
kurdular. Bana öyle geliyor ki, İngiliz kilisesinin, bu davranışı
nın dışında, Amerikalıların işine karışmaksızm, yapacağı daha
birçok işi vardır.
Eğer misyonerlerin dini hizmetleri durdurulur ve etkileri
yok edilmeye kalkışılırsa cidden üzücü bir durum olabilir. Çün
kü bu İngiliz kilisesinin doktrin ve disiplinine de bütünüyle
ters düşer ve sonunda Nasturiler arasında rekabet ve kavgalara
sebep olur. Bu, onları Müslüman Kürtlerin yeni eziyet ve zul
müyle karşı karşıya bırakır.
365
kendimiz için daha iyi muhafaza ederiz» demektedirler. Böy-
lece Patrikhane geliri oldukça azalmıştır. Bundan başka, onun
Türk Hükümetinden maaş almak suretiyle kendisini hükümete
satmış olduğunu, kendi çıkarını halkın çıkarlarından üstün tut
tuğunu, bu itibarla Meleklerin ve maiyetindekilerin kendisine
diş bileyerek itaat ettiklerini, ya da işlerine gelmiyorsa söyle
diklerini olduğu gibi reddettiklerini söylemektedirler.
Türk Hükümetinin talep ettiği vergiler dolayısıyla Melek
lerle de çatışma halindedir. Yergi toplayanlar topladıklarından
daha azını gösteren tahrif edilmiş makbuzlar vermektedirler.
Halk Türkçe bilmediğinden makbuzdaki yanlışı ayırt edeme
mektedir. Bu suretle vergilerini tam ödediklerini düşünen halk
tan, aradaki farktan doğan birikmiş vergiler istenmektedir. Mar
Shimoun bu birikmiş vergilerin ödenmesini, dolayısıyla maaşını
istemekte, Melekler ise ödemeyi reddetmekte ve böylece ara
larına bir sürtüşme girmiş bulunmaktadır.
Aynı zamanda Nasturiler Kürtlerden ciddi surette acı çek
mektedirler. Herkes silahlı olduğundan toplu bulundukları za
man kendilerine ait olan şeyleri muhafaza ederler. Fakat kü
çük. gruplar halinde Kürtİer tarafından yakalanırlarsa, Kürt-
ler hemen üzerlerine çullanırlar ve kötü muameleye uğrarlar.
Bu sefer Nasturiler karşı saldırıya geçerler, böylece küçük bir
savaş bu iki toplum arasında sürüp gider. Son zamanlarda Nas-
tıırilerin durumu daha da kötüleşti. Çünkü kendileriyle iyi iliş
kiler içinde bulunan Şeyh Ubeydullah’ın hükümete başkaldırma
planı Mar Shimoun’ca kabul edilmediğinden, Kürtİer Nasturi-
lere düşman oldu.
Fakat acı çekenler sadece Nasturiler değildir. Mar Shi
moun, Amerikan misyonerlerine bağlı Protestanlara da acı çek
tirmektedir. Kısa bir süre önce Canferbury başpapazlığından bir
temsilci Mar Shimoun’u ziyaret etmiş ve inanılması çok güç
ama, onu Amerikalılara karşı kışkırtmış, oysa misyonerlerin
yaptığı işler çok iyidir. Temsilci, Amerikan Protestanlığını yok
etmek için o tarihten beri uğraşmaktadır. Birkaç gün önce ken
dine bir mektup yazarak bundan sakınmasını diledim. Bunun
doğru olmadığı, eğer cezalandırmışsa bunun uygar bir saldırı
olduğu yolunda cevap aldım. Bizzat misyonerlerin yaptıkları,
bunun gerçek olmadığını kanıtlar. Benim kendisiyle olan yazış
mamın bir dereceye kadar bütün olaylarda, onu Protestanları
ezme eğiliminden alıkoyacağını umut ederim.
F .O . 424/106, s. 16, N o. 5 (Ek. 5/1)
366
No. 322
S ör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury e
No. 1133
İSTANBUL, 19 Aralık 1879
No. 323
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1142
İSTANBUL, 21 Aralık 1879
(Alındı, 3 Ocak 1880)
367
Bu münasebetle Rusya’daki Ermenilerin görüşlerini belirt
mek isterim. Osmanlı Hükümeti, eğer Ermenilere özerklik ve
rilirse bunlar da diğerleri gibi bir gün bağımsız olabilirler ve
koparlar diye düşünebilir. Maksadım işin böyle olmadığını açık
lamak ve dolayısıyla, OsmanlIların Ermenilere karşı yürüte
cekleri politikaya ışık tutmaktır. Bütün dünyaca Ermenilerin 4
milyonluk küçük bir millet olduğu bilinmektedir. Ama Erme-
niler ne babası, ne de dostu olan, yalnız bırakılmış bir ulustur.
Hiç kimsenin bizim için feda edeceği ne bir insanı, ne de bir
kuruşu vardır. Biz Slav ırkınca eritilemeyiz, Ruslar da Bulgar ve
Sırplar’da olduğu gibi bize yardım etmezler. Ordodoks hükü
metlerinin, örneğin Rusya'nın Yunan ve Romenlere yaptığı yar
dımı da bekleyemeyiz. OsmanlIlara gelince, Berlin Kongresin
de Karatodori Paşanın, «Eğer Ermenilere özerklik verilirse ile
ride Rusya’nın bir vilayeti olur» dediğini biliyoruz. Bu yanıt
dünü, bugünü ve Ermenilerin geleceğini bilmemek demektir.
Fransa ve İtalya gibi Latin ülkeleri de bize ne bir damla kan,
ne bir frank yardım ederler; onlar da bizi kendi içlerinde erit
mezler. Açıkçası biz, yetim bir ulusuz, bu bakımdan bize hayır
sever bir baba ve kardeşçe bir sevgi gerek.
Bu nokta iyi anlaşılır ve kabul olunursa, düşüncelerimizi
söyleyebiliriz. Kabul edelim ki, Osmanlı devleti Ermenistan’da
Ermenilere özerklik verdi. Öyleki bu özerklik çok serbest ve
dokunulmazlığı da çok geniş olsun. Eğer bu özerklik, kelimenin
tam anlamıyla olursa, dünyanın her tarafındaki Ermeniler, hat
ta Rusya’dakiler büe bu bölgede toplanacaktır. Osmanlı Hü
kümeti bu konuda bütün olanaklarını kullanarak onları buraya
çekmeli, hiç değilse sempatilerini kazanmalıdır. Büyük Pet-
ro’dan, Çariçe Katerina’ya, günümüze kadar bütün Rus çarla
rı böyle yapmışlardır. Osmanlı Hükümeti, Ermenilerin yararlı
bir ulus olduğuna inandınlmamıştır, ne yazık ki Osmanlı Hü
kümeti, şimdiye dek yanlış ve kendisine hiçbir yaran olmayan
bir politika izlemiştir. Böyİece her yıl Rusya’ya yüzlerce Erme
ni göç etmiş, savaş çıkınca da vaktiyle uyruğu bulunduğu bu
devlete karşı dövüşmüştür.
İnsan haklarının verildiği her ülke ve her kentte Ermeni
ler, ticarette ve mal mülk sahibi olmada varlıklarını göstermiş
lerdir. Bunlan bilen Çar ve hükümetleri, Ermenilere daima bir
takım ayncalıklar vermişlerdir.
Kafkasya, Ermeniler olmadan perişan olur. Ruslar, Türk-
lerin özerklik verip Ermenileri kendisine çektiğini görünce, ay
368
nı şeyi kendileri de yapmak isteyecek, ancak Rusya içindeki
başka uluslara da aynı hakkı vermek zorunda kalacağından,
istemesine karşın, bunu yapamayacaktır. Böylece Ermeniler
Türkiye’ye akacaklardır. Osmanlı Hükümeti, uyruklarının zen
gin ve mutlu, İmparatorluğunun da verimli olmasım istemez
mi?
Eğer Ermeniler çoğunlukla Türkiye’de bu şekilde toplana
bilirse, Ermenilerin artık Rusya’dan bir şey beklemeyecekleri
söylenebilir.
Eğer Ermeniler tamamıyla Rusların eline geçerse, dinleri
için savaşmak zorunda kalacaklardır. Halbuki Ermeniler 4 yüz
yıldır Ermenistan’da kaldılar, milliyetlerini ve dinlerini koru
dular. Ermeni dünyasının bu kutsal şeylerini kolayca bıraka
cağı beklenemez. Eğer Ermeni milleti Sultan tarafından
özerkliğe kavuşturulursa refaha kavuşacak, o zaman bütün Er
menilerin bütün gayret ve istekleri; Osmanlı Hükümetini güç
lendirmek, zenginleştirmek için yardım etmek olacak. Bu hü
kümetin himayesinde bizzat Ermeniler güçlenecek ve serbestçe
soluk alabileceklerdir. Buna İngiltere’nin hiç esirgemediği mo
ral desteğini de ekleyiniz. İngiltere’nin Osmanlı Hükümetini
sürekli olarak sağlamlaştırmak, onu sağlam temele oturtmak
ve müreffeh yapmak çabalan şeklindeki iyi niyet gösterisi ken
di çıkannm gereğidir.
Bir kez daha açıklayayım: Sultanın vereceği özerklik, Er
menilerin bağımsız olmaları demek değildir. Bağımsızlık demek,
Ermenistan’ı Rusya ve Türkiye arasında kurmaktır. Türklerin
himayesinde ve onlarla birlikte refah ve Avrupa’nın sempatisi
kazanılmalı; ya da Rusların himayesi elde edilmeli, bu iki hare
ket tarzından biri seçilmelidir. Şunu açıklamaya çalışıyorum,
Rusya Ermenistan’a özerklik vermeyi istese de şu durumda bu
nu yapamaz. Bu nedenle Osmanlı Hükümetinin vereceği sağ
duyulu ve ihtiyatlı özerklik beklenmelidir. Osmanlı Hükümeti, ül
kesindeki ulusların kaderini iyileştirmedikçe huzura kavuşama
yacağını anlamıştır. Zaman değişmiştir ve bu genel bir kural
durumuna gelmiştir. Birçok ulustan oluşan bir İmparatorluk,
bu ulusların haklı istekleri tatmin edilinceye kadar, istikrarsız
bir durumda olacaktır. Bu haklar memnuniyet verici bir şekil
de sağlandıktan sonra, İmparatorluk güçlenecek ve bu uluslar
çok sıkı bir şekilde bir noktada birleşmiş olacaklardır, örnek
uzak değil. Avusturya, vaktiyle OsmanlIların bugün uyguladığı
gibi eski bir politika uygulamaktaydı ve acınacak bir durumday
369
dı. 1860’ta Avusturya Macaristan ile biri eşince, imparatorlu
ğun durumu değişti. Maddi ve manevi gücü arttı. Bu yıl, İmpa
rator François Joseph, birkaç haftadır demeçlerinde Hapsburg
Hanedanı İmparatorluğunu oluşturan bütün ulusların haklarını
teslim etti ve böylece de PolonyalIlar, Çekler, Slavlar için huzur
lu ve refah dolu yaşam başladı. Bu merkeze yaslanan zengin gü
cü de mutlu bir federasyonla noktalanacak. Macaristan ve Bo
hemya, Avusturya ordusu olmaksızın varolamazlar. Ermenistan
ise, bundan daha güçlü bir nedenle, Türkiyesiz varolamaz. İn
giltere’nin azıcık değindiğim manevi himayesi Ermeniler ve Türk-
ler için büyük bir yardımdır. O, bizim için çok gereklidir. İn
giltere’ye karşı saygımız vardır; ayrıca onu severiz, oysa kamu
oyunuzu temsil eden bazı temsilciler sahtekâr bir politika ile za
man zaman tersini desteklerler. Ingiltere’nin bütün insanlık için
özerkliği öğütlediğini, onun her türlü özgürlüğün yurdu oldu
ğunu biliyoruz. İngiltere’nin halkoyu ile yönetildiğini, daima
adil ve insancıl olduğunu biliyoruz. Ingiltere’nin sağlam bir ya
pısı olduğunu da biliyoruz. Evet, evettir. Hayır da hayır. Ingil
tere bizi kendi yurdumuzda sevindirecek, bizi koruyacaktır. Bi
zim de maddi ve manevi gücümüz olacaktır. Eğer Türkiye, As
ya’daki bu vilayetlerde reformları halkın genel isteği doğrultu
sunda Doğu Rumeli’ndeki gibi yaparsa, İngiltere çok memnun
olacaktır. Hükümdarın bizzat son konuşması, o konuda söylen
miş bir ileri görüştür.
Ermenistan’ın kendisinde bir uygarlık ışığı yoktur. Ne
yol, ne bayındırlık, ne de yaşayanların kentleşmesi söz konusu.
Eğer bütün bu istekler gerçekleşse ve dağların vahşi insanları
uygarlığın sakin işleriyle uğraşmış olsalardı, Ermenistan’ın özerk
liğiyle Suriye gibi yerler de, kuşkusuz uygarlığın olanakla
rına sahip olacaklardı. Osmanlı hâzinesi günlük ihtiyaç
ları bile ödeyemez duruma gelir miydi? Bu satırları yazar
ken, yalnızca Osmanlının çıkarları gibi bir görüşe sahip de
ğiliz; Ermenilerin çıkarları da söz konusudur. Tarihe bakarsak,
bizim çıkarlarımızla Türklerinki birbirine çok bağlıdır. Her iki
ulusun mutlu geleceği için Ermeniler, bütün insanlığa, «Yaşa
sın Sultan! Yaşasın Türkiye!» diye bağıracaktır. Türkler de
«Yaşasın Ermeniler!» diye ekleyeceklerdir. Bu, Türklerle Er
meniler arasında değiştirilemez bir dostluğun işareti olacaktır.
Türkler kendi toprakları dışında sadık bir uyruk, içten bir dost
bulamazlar. Bunu yapacak ancak Ermeni toplumudur. Bu top
rak, her iki ulusu da bir dostluk zinciriyle bağlar. Eğer madal
370
yonun öteki yüzünden de söz etmezsem, yazacaklarım tamam
lanmış olmaz.
Varsayalım ki, Osmanlı Hükümeti Ermenilere bu özerkliği
vermek istemiyor ve belirtmek istediğimiz yararların bilincinde
değil, ayrıca cehaletleriyle Türkiye için çok zararlı olan vahşi
ırkları da (Kürtler ve Çerkezleri) kendi hallerine bırakıyor, o
zaman Ermcniler ne yapsın?
Oysa yukarıda Ermenilerin hiç dostu olmadığını, hiçbir
ulus ve hükümetten de bir şey beklemediğini belirtmiştim, bu
nunla beraber Ermeniler, Osmanlı Hükümeti başta olmak üze
re bütünüyle himayeden yoksun da değiller. Ermeni ulusunun
koruyucusu, kalem ve adalettir; şimdiye kadar yapıldığı gibi
bundan böyle Ermenistan’ın yumuşak huylu Ermenilerine, pa
şalar, Kürtler ve Çerkezlerden gelecek her türlü barbarca ha
reket Avrupa’ya yansıtılacaktır. Avrupa basını Türkiye’ye ateş
püskürecek ve Avrupa’nın insansever hükümetleri Ermenileri,
bu masum kurbanları, Türklerin elinden kurtarmak için Tür
kiye’nin içişlerine burunlarını sokacaklardır.
Osmanlılar, Avrupa ve basınının neden bizim dostumuz ol
duğunu biliyor musunuz? Çünkü Ermenilerin izlediği yol, Av
rupa’nın daha önce geçtiği yola uymaktadır. Ermeniler güzel
sanatları, bilimi, yararlı çalışmayı severler, izlerler ve sessizce
yorulmak bilmeden bin bir güçlükle çalışırlar. İşte AvrupalIlar
Ermenileri bundan dolayı severler.
Sonuç olarak şunu söylüyoruz ki, Ermeniler istedikleri mut
lu yaşama kavuşmak zorundalar. Buna hangi yolla erişeceğimi
zi ise bize, gelecek günler öğretecek.
F .O . 424/106, s. 21, N o. 10, 10/1
No. 324
371
Birkaç gün önce Artvin’den gelen, sözüne inanılır ve bu
işle ilgisi olan bir kişi istediğim bütün bilgileri verdi :
Poutchinian denilen bir şefin buyruğundaki Katolik Erme-
nilerden bir kısmı, Rus uyruğunu kabul etmeyerek Osmanlı uy
ruğunu korumak istemektedirler. Piloyan adlı şefin başkanlığın
da olan, bir kısım Ermeniler de Rus uyruğunu kabul et
mişlerdir. Bu iki grup arasında emlak nedeniyle çıkan anlaşmaz
lık, eğer Ruslar karışmazlarsa, sıcak bir savaşa dönüşebilir.
Poutchinian ve adamları dertlerini anlatacak bir yetkili bu
lamadıklarından, Osmanlı Hükümetinden Artvin’e bir konsolos
atayarak çıkarlarının korunmasını istemişlerdir. Bu vilayetteki
Osmanlı uyruklarının huzuru için, gerekli olan konsolos
atanması isteğine bugüne değin yanıt alınamamıştır.
F. O. 424/106, s. 46, N o. 24
F .O . 424/106, s. 91, N o. 47/7
No. 325
372
önlemler karşısında başarılı olamayınca din değiştirtebilmek için
kaymakamın nüfuzundan yararlanmak istediler, o da bu öneriyi
geri çevirince bu sefer ona çamur atmaya başladılar. Dahası,
Fransız konsolosunun nüfuzunu kullanarak kaymakamı Ha-
lep’e geri çektirdiler. Yapılan araştırma sonunda kaymakam
için söylenenlerin iftira olduğu kanıtlandı. Genel vali vekilinin,
onu tekrar yerine getirmesi olasılığı güçlüdür. Fakat Sait Pa
şa, işin ayrıntılarına inmeksizin Fransız Konsolosunun şiddetle
karşı oluşu nedeniyle, kaymakamı, başka bir yere göndere
rek, feda etmiş oldu.
F .O . 424/106, s. 47-48, N o. 26/1
No. 326
Ek - 1
373
da Kürtlerin yağmalan, haşatın yetersiz oluşu, memurların açık
tan aldıkları haraçlar köylüleri gerek tohumluk, gerekse kış
tedariki bakımından, âdeta yoksul bırakmıştır. Dağlık bölgedeki
Gevver, Nurduz, Şaddak ve Moks köylerinin çok acele yardı
ma gereksinimleri var. Kürtlerden en çok çeken bunlardır, za
ten bulundukları arazinin yapısı da tarıma elverişli değildir, ha
sat da öyle tabii. Hakkâri Mutasarrıfı Tosun Paşa, bölgesindeki
halka elinden geİen yardımı yapmakta ise de, elinde yeterli ürün
olmadığım sanının. Nurduz, Şaddak ve Moks onun bölgesinde
değil, ama Van vilayeti içinde; ancak yine de yardım görebile
cekleri konusunda endişeliyim. Nurduz halkı yardım için baş
vuralı iki ay oldu, cevap yok. Dün gece bana verilen rapora
göre, hükümet Kürt köylerine tahıl dağıtmış, Hıristiyan köyle
rine vermemişler. Doğruluğunu henüz kontrol etmedim. Öte
yandan dağlara bu sonbahar çok kar yağdı. Bugün valiye açlı
ğa karşı ne gibi önlemler aldığını soracağım ve eğer önlemlerin
alınmasında gecikilirse, doğacak kötü sonuçlardan hükümetin so
rumlu tutulacağını belirteceğim. Yerel yönetimin hareketsiz
liğinin nedeni de sanıyorum, İstanbul’un acele para istemesi
ve burada bir askeri birlik olmayışıdır. Bu bakımdan merkezi
hükümetin, vilayetleri düşünmesi gerektiği yolunda uyarılması
lazımdır, bunun da yerel yönetimin yanlış tutumundan kaynak
landığını sanıyorum.
Sıkıntının derecesi ve alman önlemlere ilişkin ileride baş
ka bilgi alabilirsem sunacağım.
Ek - 2
Yüşbaşı Clayton’dan, Yüzbaşı T ro tter’e
Van, 22 Kasım 1879, gizli
374
Kasabada 2500, 3000 imzanın toplandığı, imza listelerinin
köyden köye dolaştırılacağı, köylerin esasen Rus yanlısı olduk
ları bilindiğinden toplanan imzalann büyük miktarda olacağı
söylenmektedir. Bu işleri kimin ayarladığını, Ruslarca mı yapıl
dığını henüz saptayamadım.
Ermeni patriğinin bana söylediğine göre, kendisine bazı kim
seler gelmiş ve neler olduğunu sormuşlar. O da karşılık olarak,
«Siz akıllı insanlarsınız böyle gereksiz şeyleri neden yapıyorsu
nuz» demiş. Ingiliz Konsolosunun bir şeyler yapacağım düşündük,
o bir şey yapmadı; Semih Paşa da öyle; reform komisyonu Er
zurum’da hiçbir şey yapamadı; şimdi Rusya bir şeyler yapabilir
mi diye denemek zorundayız, demişler.
Patrik kendisine gelen adamların, ona güvendiklerini bu
nedenle adlarını veremeyeceğini söyledi. Rus ajanlarının bu işte
parmağı olduğunu sanmıyorum. Söylediğine göre, böyle bir ha
reket bir süre önce Van’da da başlamış, ancak Ingilizlerin etki
siyle Ermenilerin durumlarında bir iyileşme umudu doğunca,
hareket durmuş.
Şimdi halk yeniden umutsuzluğa düştüğünden aynı hareket
yeniden başlamış. Elimden gelen her şeyi yapıyorum, ama hal
icin direncinin de hızla tükenmekte olduğunu görüyorum, In-
gilizlerin yardımıyla eğer bir şeyler yapılmazsa, en geç bahar
da Ermenilerin Rusya’ya genci bir çağrıda bulunmalarına kesin
gözüyle bakılabilir. Bu, Ermenilerin Rusya’yı sevmelerinden de
ğil, yalnızca umutsuz oluşlarmdandır. Eğer reform komisyonu
bir şey yapamaz, zaman geçtikçe Ingilizlerin nüfuzu da bir işe
yaramazsa, halk Ingilizlerin uğraşıp da başarı sağlayamadığına
inanacak, dahası başka bir yere yönelecektir. Aynı etki Türk
ve Kürtlerde de meydana gelecek ve ne isterlerse onu yapabi
lecekleri kanısı uyanacaktır. Eğer tngîlizler işe el atmazlarsa,
durum daha da kötü olabilir ve Ermeniler Rusya’ya, kendileri
ni kurtarması için açıkça başvurabilirler. Hükümetin kendisi
ne baskı yapılmadıkça, onun Hıristiyanlar için bir şey yapa
cağı yok. En ufak bir iyileştirmenin bile, onlarca onur kinci
bir yönü görülmektedir. Vali, ya Hıristiyanlara karşıdır, ya da
etrafını çevirenlerin diklenmesiyle bir şey yapabilecek halde de
ğildir. Defterdar özellikle zararlı biridir, onun dışında Timur-
oğlu ve Türklerin öteki ileri gelenleri iyileştirmenin yapılmaması
için ağırlıklarını koymaktadırlar. Her ne kadar bana söylendiğine
göre, kendisiyle ilgili basında iyi haberler çıkması için gayret
sarf ediyorsa da Semih Paşanın bir şey yapmadığını görmek
375
teyiz. Van’da toplanan Kürt şefleri, hükümete büyükçe paralar
ödeyerek, karşılığında yüceltilerek yerlerine gönderilmişlerdir.
Kürtlerin Ermenilere daha çok baskı yapmaları için cesaretlen
dirilmelerinden ve böylece hükümete ödemek zorunda olduk
ları parayı da köylülerden çıkarmalarından korkulmaktadır.
Tosun Paşanın ve Hakkâri’deki Moks, Bitlis, Arjes ve Ardişek
kaymakamlarının yönetildiklerinde iyi olduğunu memnuniyetle
duydum.
Ek - 3
Yüzbaşı Clayton’dan, B inbaşı T ro tter’e
Van, 28 Kasım 1879
Ek - 4
V asbouragan Erm eni Tem silcisinden, Yzb. Clayton’a
Van, 25 Kasım 1879
376
Doğru söylemeyi seven herkes ve bizim için gerçek şudur
ki; Kürtleri, Ermenilere karşı kışkırtmak ve ayaklandırmakta
hükümet, devamlı olarak bağnaz Türk ağalarını kullanmakta
dır. Hükümet, yoksul ve korunmasız Ermenilere baskı yaparak
onları kendi yurtlarından uzaklaştırmayı, böylece Ermeni be
lasını bir defada çözümlemeyi yeğlemekte, ancak bu arada eski
Türkiye’nin uygarlaşma çabalarını da engellemektedir. Avrupa
Hıristiyanları, yoksul Ermenilerin ağlama ve feryatlarını duydu
ğu zaman Osmanlı Hükümeti, bir yandan onların acıklı duru
munu düzeltmeye çalışırken, elaltmdan da gizlice Kürtlerin
ayaklanmasını sağlamakta, böylece Avrupa’yı ülkede ayaklan
ma var diye kandırmaktadır. Bu ayaklanmayı bastırmak için de
para ve zamana ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedir.
Eğer büyük devletler, bu sözde reform komisyonlarıyla söz
verilen reformların yapılacağını düşünüyorlarsa, ya da bu hü
kümet ülkenin durumunu düzeltmeyi içtenlikle istiyor da yapa
mıyor diye görerek Türk hükümetinin ikiyüzlü, aldatıcı davra
nışlarına inanıyorlarsa, bu, gerçekte yüce ve değerli bir inanış
olmakla beraber, çok tehlikeli bir durumdur; bizim umutlarımızı
silip süpürdüğünü ne yazık ki söylemek zorundayız.
Eğer Avrupa, Kürtlerin yenilemez olduğu yolunda yanlış
bir kanıya sahipse, bu inanışlarında bir miktar hata payının ol
duğunu kanıtlamak zor değildir. Eğer Ermenilerin kısa bir süre
için bile olsa, Kürt saldırılarına karşı silahlanmalarına izin ve
rilirse, bu kanlı Kürtlerin ılımlı kuzulara dönüştüğünü ve bizim
le barış içinde yaşadıklarım göreceksiniz. O halde şu soru sorula
bilir : Neden Ermenilerin kendilerini korumaları için böyle bir
önlem alınmıyor? Biz yanıtlayalım. Çünkü Ermeniler, İngilte
re’nin insanların kendilerini feda etmeksizin Ermeni sorununu
bir sonuca götürecek ölçüde güçlü olduğuna inanıyorlar, bu
nedenle bu düşünceye bağlı olarak bekleşmektedirler. Fakat
sabrın da bir sonu vardır Ermeniler için hayat akıp gitmektedir,
durumun düzeleceği umudu günden güne silinmektedir. Erme
ni toplumunun bütünüyle umutsuzluğa itildiğini söyleyebiliriz,
eğer içinde bulunduğumuz acıklı ve güçsüz durumumuz en kı
sa zamanda hafifletilmezse, herkes tek tek Ermeni milletinin var
lığı ya da mahvını düşünmeye itilecektir. Dünyanın gözü önün
de Doğuda Hıristiyanların korunması gibi büyük bir işi ciddiyet
le yüklenenler bizim, anayurdumuz, ulusumuz, dinimiz için akıt
tığımız kanlardan suçlu olabilirler.
377
Berlin Kongresi, antlaşmanın 61’inci maddesinin uygulan
masında entrikada ustalığıyla bilinen hükümetin yalan sözlerine
kapıldı, önemli bir sorun olan Doğu Rumeli işine, hızla karar
verme gereği duyuldu, ama yoksul Ermenistan ve sorunları yeni
den Türklerin eline bırakıldı. Böylece zavallı yaralı kuzunun ba
kım ve tedavisi için, onu parçalamayı gözleyen aynı vahşi kur
da güvenildi. O zamandan beri, geçmişteki felaketli beş yüzyıldır,
Hıristiyan olarak varlığımızı sürdürmek ve korumak için çek
tiğimiz ıstırapların, tarifi imkânsız baskılara katlanmanın ve
Hıristiyan olduğumuzdan dolayı yaralanmamızın belki bir mü
kâfatı olarak açmaksızın düşmanımızın müthiş intikamına bı
rakıldık. Bu sırada Türk İngiliz anlaşması imzalandığında, yeni
bir umuda kapıldık ve yüce adaletin İsrail’e Mısır köleliğin
den kurtulmalarını bahşettiği gibi, bizim de bu gayeye varaca
ğımızı düşündük. Fakat son derece üzülerek ifade etmek isteriz
ki, o zamandan beri durumumuz eskisinden daha beter oldu ve
umudumuzu tekrar yitirdik, çünkü İngiltere, Türkiye’ye yol
göstereceğine onu izledi. Halkta, Ermenilerde kendi sorunlarıyla
birlikte Kıbrıs Antlaşmasına feda edildikleri fikri doğdu. Sonuç
ta biz yine umutsuzluğa kapıldık, özellikle son derecede üzgün
olan köylüler, Türk hükümetinin uğursuz boyunduruğundan kur
tulmanın müthiş yollarına yöneldiler. Vasbouragan Ermeni hal
kı, Rus kilisesini kabul etmek gibi şimdi çok tehlikeli bir hare
ket ve niyetin eşiğindedir, işte size başvurmamızın nedeni bu-
dur. Sizin yüksek kişiliğiniz bizim için büyük bir güvencedir, si
ze sunduğumuz bu durumun olumlu sonucunu bekliyoruz.
Vasbouragan umutsuz Ermeni toplumu Haraganz ve Ar-
damrt’Ie ilgili işlerde esirgemediğiniz enerjik davranışınızla ce
saretlenmişlerdir; bu bakımdan, büyük Britanya’nın gücünden,
etkinliğinden kaynaklanan yeteneğinizle, bu son derece kötü ve
sefil durumda size tekrar başvuran çaresiz Hıristiyan Ermenileri
koruyacağınıza ve düştüğümüz yerden bizi kaldıracağınıza emi
niz. Eğer Ingiltere’nin yüksek himayesine mazhar olursak, Er
menistan ve Ermeniler, büyük, özgür ve asil İngiliz milletine
sonsuza değin müteşekkir kalacaklardır.
Vasbouragan Ermeni temsil heyeti :
İmza Prof. Dr. Amırjian, Simeon Gu-
neshian, Setrag D. Devganz, Nishan
Shirmanian, Matheos Vartabed, Aris-
tages Vartabed ve 250 imza.
378
Ek - 5
Yüzbaşı Clayton'dan, B inbaşı T ro tter’e
Van, 2 Aralık 1879
379
mekte; askerin üç yıllık birikmiş vergileri istediği, köylünün
de vereceği hiçbir şeyi olmadığı için, parayı veremedikleri, asker
lerin de istediklerini alamayınca köyleri talan ve tahrip ettik
leri belirtilmektedir. Ancak Mar Yusup, Şeyhin en yakın kom
şusudur, onunla devamlı ilişkidedir. Bu nedenle bu sözleri ih
tiyatla karşılanmalıdır. Bu satırlar, Şeyh tarafından, kendisiyle
Türk yetkilileri arasında cereyan eden görüşmeyi desteklemek
amacıyla dikte ettirilmiş olabilir.
Ek - 6
Yüzbaşı E verett’den, B inbaşı T ro tter'e
5 Aralık 1879
380
te geçmişlerse de, eğer beylerin kurtulmaları için bir kılıf hazır
layabilirlerse, bunu yapmaktan hiç çekinmeyeceklerdir.
Bu geciken adaleti sağlamak amacıyla, beylere verilen hü
kümleri temyize hakları olmadığı yolunda, Sultana telkinde
bulunarak onun hükümranlık hakkını kullanmasını sağlamaya
gerek duyulacağını sanırım. Eğer bu yapılmazsa, bu dava bit
mez. Çünkü istinaf mahkemesi kararına da itiraz ederlerse, iş İs
tanbul’da temyize gelir. Kaldı ki amaçları, Avrupa politikasın
da kendilerine yardımcı olacak bir değişiklik oluncaya kadar,
zaman kazanmaktır. Eğer yüksek mahkemeye başvurulursa ve
kabul olunursa, buradaki etkisi çok kötü olur. Geghi davasının
arkasında, aylardır sonuçlanması için beklenilen Bayburt da
vaları var.
Eğer bu işten temyizde sıyrılmanın bir yolu olduğunu bu
beyler de anlarlarsa, Bayburt halkının adaleti sağlama şansı çok
azalır. Beylerin böyle bir hareket tarzı uygulamalarına izin ver
mek rezalet olur. Bu, onların uzun zamandır bu vilayetlerde
yaptıkları haksızlıkların, mahkeme yoluyla en sert şekilde ceza
landırılmalarını önleyerek, onlara ödün vermek demektir. Örnek
olay komisyonca yapılmış, onların suçlarında da örnek kanıt mev
cuttur. Bütün kent ve kırsal bölge, Geghi beylerinin davasını
gözlüyor. Burada halk hükümete yapılan baskıdan bütünüyle
haberdar olup, Ingiliz müdahalesinin sonucundan dolayı, eski
sinden daha fazla ilgiyle davayı takip etmektedir. Bu anda bey
ler, dış görünüşüyle, çok kötü durumdadırlar.
Davaya bakmaya zorlanan mahkeme, daha uzun zaman
hüküm vermekten kaçamaz. Fakat oyun bitmeyecektir. Hüküm
ilan olunur olunmaz, onun genel temyizi olacaktır. Beyler tek
rar nefes alacaklar ve halk da hem İngiliz müdahalesinin, hem
de BabIâli’nin Erzurum’da bir işe yaramadığı kanısına varacaktır.
Bu bakımdan en içten dileğim, mahkeme karan temyiz edildi
ği zaman, bu açık kapının kullanılamaması için kuvvetli etkinin
yapılmasıdır. 3 numaralı politik yazımda da üstü kapalı söz et
tiğim gibi Geghi kaymakamından, kendisini yerinden oynatmak
için bir komplonun tezgâhlanmakta olduğunu bildiren bir mek
tup aldım. Benden kendi durumu için müdahale etmemi istiyor.
Aynı şekilde bir başka mektubu da Rus Konsolosuna göndermiş
tir. Kopyasını iliştirdiği, Müslüman ve Hıristiyan halk tarafın
dan yazılan bir dilekçe de valiye gönderilmiştir. Bu dilekçe,
bütün bölge halkının durumu nasıl değerlendirdiğini açıkça gös
termektedir.
381
Mozlu’dan M urat’ın kazara birini vurduğu için Şanus kay
makamı tarafından zincire vurularak 45 gün içerde kaldığını,
bazı zorluklardan sonra tahliye ettirebildiğimi bildirmek iste
rim. Bu kaymakamın karakteri hakkında size bilgi vermeye
gerek yok, çünkü onun çok tutucu ve iki taraflı oynayan bi
ri olduğunu biliyorsunuz, fakat bu durumda onun buradan git
mesi için pek az şans görüyorum.
Ancak üzerinde ısrar gerekir. Kaymakamın Protestan öğ
retmeni Murat’a yaptığı muameleyi bütünüyle yasadışı bulu
yorum. Zira kaymakam, önce Erzurum’a soruşturma rapo
runu göndermedi ve onu yargılanmadan hapsetti. Dahası, hü
kümetten izin almaksızın onu zincire vurdu. Bu açık kanıtlar
valinin önüne serilerek İskender Beyin gönderilmesine ikna edil
mesini temenni ederim.
Beyazıt’tan, buğday kıtlığı dolayısıyla çekilen sıkıntıyı bil
diren çok kötü bir rapor aldım. Buğday fiyatı çok fazla, kilosu
666 kuruş, buna rağmen bulunamıyor. Bu bölgede buğday ekil
miyor. Eleşkirt’te durum o kadar İcötü değil, fakat büyük yok
sulluk var, Molla Süleyman’da 13 aile hemen hemen açlık için
dedir.
Yani mutasarrıf Kürtlerin yağmalarını önleyerek halkın ıs
tırabım hafifletecek bir önlem alacağa benzemiyor. Netice ola
rak sancak, sonbaharda gördüğümden daha beter durumdadır.
Erzurum civarında buğday satılıyor, anladığıma göre bir şir
ket kışın pahalı satmak üzere buğdayları şimdiden alıyor. Bu
kötülüğü durdurmak mümkün değil. Babıâli, vilayetten acele
çok miktarda para istemektedir. Bu mutlak zaruret karşısında
vilayet parayı temin araçlarında dürüst olamaz.
Ek - 7
Geghi M üslüman ve H ıristiyan H alkından, E rzurum
V alisine Dilekçe
Geghi, 22 Kasım 1879
Sayın Erzurum Valisi
Sultanın en büyük isteği uyruklarını güvence altında bu
lundurmak, onların bilimde ve güzel sanatlarda ilerlemesine
gayret etmek, huzur içinde olmalarını sağlamaktır. Sizin de
isteğiniz ancak bu olabilir. Sonuca ulaşmak, halkın alışkanlık
larını, yasa ve tüzüklerini iyi bilen yetkili kişilerin atanması ile
olabilir. Çok iyi bilinmektedir ki, Geghi kaymakamı, bu mevkii
382
bir yıldır korumakta, adil davranmakta, kesinlikle rüşvet yeme
mekte, kendi rahatmı düşünmeksizin halkı için çalışmakta, hü
kümetin gelirini arttırmak için elinden geleni yapmakta ve bu
geliri emniyette bulundurarak, uygun bir bölümünü makamını
za göndermektedir. Biz şimdiye kadar devletin onurunu böyle-
sine koruyan ve halkın rahatmı sağlayan bir kimse görmemiş
tik. O, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında hiçbir zaman
ayrım yapmamış ve bize daima dürüst ve barış içinde olmamızı
öğütlemiştir. Onu bu davranışlarından dolayı ödüllendirmek ge
rekirken, Erzurum’da kötü niyetli bazı kişiler onun aleyhinde
bulunmaktadırlar. Onu Hıristiyanların koruyucusu olarak suç
lamakta ve her gün işinden atılmasını istemektedirler. Sonun
da onu görevden alarak yerine Tercan’dan Süleyman Bey adın
da birinin kaymakam vekili olarak atanmasını kararlaştırmışlar.
Umut ediyoruz ki Sayın Valimiz, idarede usta, eşitlik içinde
çalışan böyle bir kimsenin görevden alınmasına izin vermeye
cektir. Kaymakamımızın görevden alınacağından tamamen emin
değiliz. Bununla birlikte, zatıâlinizden bu gibi bir davranışı ön
lemenizi istirham ediyoruz. Bütün bunlara karşın, şayet o gö
revden alınırsa bütün Geghi sakinleri, Müslüman ve Hıristiyan,
uygun görülecek bir zamanda, kaymakamımızın yerinde kal
ması için size de Babıâli’ye de dilekçe ile başvuracağız.
imza : 53 Türk, 41 Ermeni
Ek - 8
Yüzbaşı Clayton’dan, B inbaşı T ro tter'e
Van, 29 Kasım 1879
Ek - 9
Yzb. Clayton’un, V an’daki R eform lara İlişkin R aporu
Ermeni İmparatorluğunun bir parçası olan Türk Asyası
vilayetlerinde şimdi birçok ırk yaşamaktadır. Bunlar, Türk Nas-
turi, Kürt, bir kısım Çerkez ve öteki Müsliimanlardır. Dr. Issa-
383
verdeıız’in 1874’te Venedik’te yayımlanan Ermeni tarihine gö
re, Türk Ermenistamnda 5 milyon kişi yaşamaktadır ve bun
ların 2 milyonu Ermenidir. Nasturiler 250.000 ile 500.000 ara
sındadır. Böylece Hıristiyan nüfus, bütününün yarısına varmak
tadır, Geri kalanlar T ü rk -K ü rt ve başka ırklardır. Aynı yazara
göre, Türkiye’nin geri kalan kısmında 550.000, Rusya’da
1.200.000, İran’da 170.000 Batı Avrupa’da 35.000, Hindistan ve
Doğuda 25.000, bütün bunları toplarsak, bütün dünyada yak
laşık 4 milyon Ermeni vardır.
Reform sorununu ve politik sonuçlarını düşünürken Erme-
nilerin ulusal duygularını gözden uzak tutmamak gerekir. On
lar geleneklerine bağlı, vaktiyle büyük bir ulus oldukları bilin
ciyle, yine öyle olmayı istemektedirler. Eğer onlara huzur ve re
fah verilebilseydi, dışardan buraya akın edecek olan Ermeniler,
her ne kadar bir zamanlar Türk idaresi altmda güven ve geliş
me içinde olmalarından memnun idilerse de, şimdi hepsi yurttaş
larını yeniden bir ulus olarak canlandırmak iddiası ile dolu ola
rak sonunda bağımsız devlet kurmuş olabilirlerdi. Bunun Rusya
üzerindeki etkisi ne olur? Bağımsız bir Ermenistan yaratma
hareketine, Rusya’nın aldırış etmeyeceğini varsaymak güçtür.
Görüldüğü gibi Rusya’da kalabalık bir Ermeni topluluğu ve
bir zamanlar Ermenistan olan hatırı sayılır büyüklükte toprak
ları var. Ermenistan’ı tekrar canlandırmak için bu topraklar ge
ri istenilebilir, eğer kabul olunmazsa, buradakiler Türkiye’de
bağımsız bir Ermenistan kurabilmek için Türkiye’ye göç ede
bilirler. Bu göç, onların gelişmesini sağlar ve devlet kurulduğu
zaman da onu güçlendirir. Ayrıca böyle bir devlet, Rusya’nın
güneye sarkmasına da bir set oluşturabilir. Eğer Rusya’nın,
böyle güneye doğru ciddi bir ilerleme isteğinde olduğunu kabul
ettirecek bir sebep varsa, biz onun güçlü ve bağımsız bir Er
menistan kurulmasına engel olacak çabalarına hazır olmalıyız.
Rusya, şimdiki kötü idareyi entrikalarla sürdürmeye gayret eder
ve böylece umutsuzluğa düşen Ermenistan'ın kendisine başvur
masıyla ona sahip olur. Yahut resmen bir Ermenistan devleti
kurulmuşsa, onun güçlenmesine ve zapt olunamaz duruma gel
mesine engel olur; örneğin, ya sinsice yaltaklanarak sonunda
onu yutmak için onunla samimi bir ittifak kurar, ya da yeni
kurulan devlette parti kavgalarını filan körükleyerek, kendi
müdahalesine gerek duyulacak bir anarşi yaratır.
Bu nedenle, Osmanlı imparatorluğunun bu bölümünde ne
yapılabilir diye karara varılırken, bu iki nokta akılda tutulma
384
lıdır: Ya bağımsız bir Ermenistan kurulmasını önlemek için re
form çalışmaları sürdürülür; ya da Rusya’nın müdahalesine ka
pı açmamak için, Ermenistan’ın dahili gelişmesini garanti ede
cek şekilde gözetilir. Bu endişemizin temelsiz olduğunu umut
etsek de tehlikeye karşı gerekli dikkati göstermeliyiz.
Bu iki hedeften birincisi, ancak bir veya iki biçimde sağ
lanabilir. Ermenileri kendi sistem ve hükümetleri içinde erit
mek için Türkler yerleşmiş sistemlerini bütünüyle değiştire
cekler, böylece Ermenüer ilerlemenin en iyi yolu olarak impa
ratorluğun devamını kendileri isteyecekler, ya da Asya’daki
idaresinin yerini İngiltere veya uluslararası himayeci baş
ka bir otorite alacaktır. Bu otorite, hükümette merkezi makam
lar için Ermeni isteklerine kapıyı açacak, böylece Ermeniler
kendi özel yurtlarında homojen, fakat nispeten zayıf bir prens
lik olmaktansa, karışık durumda olmalarına karşın, büyük ve
kuvvetli Küçük Asya devletinin liderleri durumuna gelmelerinin
daha uygun olacağını düşünebileceklerdir.
Vereceğim nedenlerden ötürü Türk idaresinin değişeceği
ne inanmadığımdan, Ermeni devletinin ortaya çıkmasını önle
mek için benim düşünceme göre, Küçük Asya’da dirlik düzen
lik sağlamaya çalışırken, Ingiltere ve Avrupa’ya düşen seçenek,
pıatikte çok kısa bir sürede Türk hükümetinin baştan atılma
sını gerektirecektir.
Türk hükümetinin yaşaması isteniyorsa ve eğer bu olabi
lecekse Küçük Asya'nın refahı sağlanırken, ileride er geç ba
ğımsızlığını isteyecek Ermeni milliyetçiliğinin gelişeceği de dü
şünülmelidir. Bugünlerde Ermenilerin iktidar gücünün olma
yışı ve Ermenistan’da ırklımın karışık bir durumda bulunmaları
nedeniyle, bu tehlike mümkün olduğu kadar kırılmalıdır. Ya
pılacak reformlar öyle tanzim olunmalıdır ki, hem Müslüman
ların, hem de Hıristiyanların içindeki parti çekişmeleri gibi
tutucu tehlikelere karşı koruyucu, güçlü bir yürütme organı
bir süre için devam ettirilmelidir. Aynı zamanda bir yandan
Kürtleri disiplin altına alırken, öte yandan da dışarıdaki poli
tik eğitimi yaygınlaştırarak, gerçek kuvvetin nasıl olacağı, bö
lünmenin tehlikesi, alçakgönüllülük ve hoşgörü ihtiyacı üze
rinde halk eğitilmeli ve yavaş yavaş yetki ve yürütmeye alıştınl-
malıdır. Bunu yaparken halkm karışık olması nedeniyle zorluk
larla karşılaşılacaktır. Osmanlı (Türk) halkının, Küçük Asya’nın
başka bölgelerine göç etmelerini, buna karşın Ermenilerin bu
yöreye aktarılmalarını teşvik etmenin büyük faydası olacaktır.
Eğer bu iş sessiz sedasız yapılabilirse, geriye Kürtlerle Nasturi-
ler kalır. Kürtler, Ermenilerle kader birliği etmeye teşvik
edilmelidir. Serbest bir eğitimle aralarındaki dini nefret yu
muşatılmak, bu iki ırk bütünleştirilmelidir. Ancak ilkin Kürt
ler güçlü bir disiplin altına alınmalı ve sükûnet içinde yaşa
mak zorunda bırakılmalıdırlar. Eğitim mümkün olduğu kadar
onlar arasında yapılmalı, eğer onları sakinleştirici önlemler gi
derek istenildiği gibi sonuçlanmazsa, eğitimin hiç olmazsa on
ları hükümete katılabilecek ölçüde birer iyi vatandaş yapacağı
umulabilir. Belki de onlar son zamanlarda iyice artan Müslü
man bağnazlığı nedeniyle Hıristiyan olurlar. Kürtlerin kökenin
de Hıristiyanlarınkine benzeyen birçok gelenekleri vardır. Son
zamanlara kadar Kürtler, Hıristiyanlarla dosttular. Dahası Er-
meniler, Kürtlerin de kendi ırklarından -olduklarına inanırlar.
İlkin, Kürtlere bazı bölgeleri ayırmak, buradaki Hıristiyanları
başka yerlere sevk etmek ve komşuları rahatsız etmedikleri sü
rece onları bağımsız olarak bırakmak çok faydalı olabilir. Aynı
zamanda onlara Hıristiyanlığı aşılamaya ve aralarında eğitim
yapmaya çaba gösterilmeli, eğer bunda başarı sağlanamazsa
toprakları işgal edilerek boyun eğmeleri ve uslu durmaları sağ
lanmalıdır.
Yine Türk yönetimi altında bu önlemlerle hemen Erme-
nilere özerklik verilmesinin yaratacağı tehlikeden kaçınılmalı,
ancak ileride kanımca Türkiye’nin parçalanması kaçınılmaz
olduğundan, o zaman Ermenilerin ayrılarak bağımsız bir dev
let kurması için halk hazır olmalıdır.
Birbirine karşı topluluklarca bu devletin parçalanmaması
ve bunun sonucunda Rusya’ya işgal fırsatı verilmemesi bakı
mından, hükümet kurulduktan sonra bir süre hükümette Ingi
liz ve Avrupa kontrolü sağlanmalıdır. Bu kontrol, yeni devlet
ayakları üzerinde durabileceği zaman geldiğinde yavaş yavaş
kaldırılmalıdır.
Bundan sonra yapılacak iş, bu programı uygulayabilmek
için yapılacak reformların nasıl olacağını düşünmektir.
Buna karar vermeden önce, bugünkü kötü yönetimin se
bepleri ile, halkın yoksulluğu üzerinde durmak gerekir. Neden
ler, iki bölüme ayrılabilir. Biri, bütün ülkeyi ve halkı etkileyen
ler, İkincisi de yalnızca Hıristiyanlara yönelik olanlar.
Birinci bölüme şunlar girebilir:
Birincisi, bütün adaleti lekeleyen ve vergi toplamada eşit
sizliğe neden olan, genel kural durumuna gelen, resmi rüşvet;
386
İkincisi, hükümet hizmetinde durgunluğa ve işleri oluruna bırak
ma isteğinden kaynaklanan modern Türkün özelliği olan tembel
lik. üçüncüsü, alt ve üst kademeler arasındaki sempatiyi öldü
ren genel egoistlik. Böylece üstün astmı, hakkı olmadığı halde
küçük görmesi ve onların nesi varsa alması.
İkinci bölüme girenler:
Birincisi, Hıristiyanlığa karşı nefrete dönüşen dinsel tutucu
luk; İkincisi yönetimde egemen ırkın (Osmanlının) üstünlüğünü
tehlikeye sokmamak için Hıristiyanlan aşağıda tutmaktan doğan
Hıristiyan kıskançlığı.
Bunlara eklenebilecek bir başka neden de mali zorluk de
nilen acıklı durumdur. Memurların yetersiz maaşları, bu ne
denden kaynaklanmaktadır. Polise, askere ödeme yapılamadı
ğından, bu insanlar rüşvete ve her türlü yasadışı işlere yönel
mektedir. Bu durum, bizzat ikinci bölümdeki nedenlerin bir
sonucudur. Türk hükümetinin tembelliği ve lüks sayılabilecek
büyük miktarlara ulaşan para israfı, gelirin büyük bölümünün
resmen uygunsuzca kullanılarak yenmesi, ticaret ve madenler
deki girişimlerin Hıristiyanlara yasaklanmasından doğan kıs
kançlık ve nefret, hükümetin kötü işleri nedeniyle mal güven
sizliği, tarım ve ticaretteki ilerlemeyi sınırlama da söz konusu
dur.
Reformların nasıl yapılacağım düşünürken, zararlı etkile
rin gücünü ve onların üstesinden nasıl gelineceği üzerinde de
açık bir fikre sahip olmak gerekir.
Birinci bölüme giren kötülükler, rüşvet, tembellik ve ego
istlik, Türk resmi sistemine iyice işlemiştir. Uzun bir zaman
geçmedikçe, şu ya da bu biçimde kökü kendiliğinden kazınamaz.
Aydın ve namuslu Türkler de vardır. Fakat bunlar azınlıktır.
Ayrıca bunların etkileri aksi karakterdeki kitlelerce yok edilir,
sesleri kesilir. Her ne kadar zamanında onlann örnekleri genel
bir iyileştirmeye imkân verebilirse de bu iş uzun bir zaman is
ter. Şu andaki sıkıntılar o kadar ağırdır ki, böyle uzun ve
sonunun ne olacağı bilinmeyen bir süre beklemeye olanak
vermez. Düzeni hemen iyileştirebilmek ancak, bugünkü siste
min yıkıcı yönlerini görecek ölçüde aydın, yeraltı çevrelerin
den kendisine yapılacak saldırılara karşı koyabilecek kadar güç
lü, dürüstlüğü ve iyi karakteri kanıtlanmış, yanında çalışanlara
karakteriyle örnek olabilecek ve onları aydınlatacak kimseleri
çeşitli görev yerlerine atayabilecek bir hükümdarla olabilir; tek
yol bu dur.
387
Fakat mali sıkıntı, böyle bir hükümdarı bile rahatsız ede
bilecek durumdadır. Kuvvetli bir idarenin, savurganlığı ve ge
reksiz harcamaları büyük ölçüde frenleyeceği doğrudur. Re
form edilmiş bir idare ile kısa zamanda resmi iflaslar durduru
labilir; mal güvenliği ve teşebbüsleri yasal yollardan teşvik edi
lerek memleketin zenginliği ve gelirin artması sağlanabilir. An
cak memurların ve askerlerin maaşları dolayısıyla artan har
camaları karşılayabilmek ve geliri arttırılabUmek için, uzun bir
zamana* ihtiyaç vardır. Bütün tasarruflar yapılsa, bu zaman da
kısalsa bile, yine de dış yardım gereklidir.
İkinci bölümdeki kötü durumlara gelince; önce Hıristiyan
lığa karşı olan dini düşmanlık gelir. İslam dininin şimdi varolan
kişilere inanç özgürlüğü tanımadığı hatırlanmalıdır. O kendi
sinden olmayanı mahkûm eder, bilinçlenmeye karşıdır. Çünkü
onun gücü körü körüne önderlerinin arkasından giden, hoca
sınıfından kişilerdedir. Bu bakımdan hocaları eğitmek ve aydın
latmakla, ya da Hıristiyanların içinde bulunduğu şartları iyileş
tirmek suretiyle, hocaların Müslümanlıkta tuttukları yeri zayıf
latmaya yönelik bütün önlemler, onlar için kabul edilemez ve
üzerlerinde uzlaşılamaz şeylerdir. Sultan, halife olarak kendisi
ni Müslümanların dini önderi gördüğünden, özellikle dinin et
kisi altındadır. Halife sahip olduğu saygınlığı yitirmek istemez
ve görevini yaparken, kendisini töhmet altında bırakabilecek
bir tarafsızlığa yönelmez, gayri Müslimleri teşviki sahte olur.
Dini etkilere karşı koyabilecek, olağanüstü güçlü bir hüküm
dara ihtiyaç vardır.
Son olarak, kıskançlık ve Hıristiyan korkusuna gelelim.
Bu, belki etkilerin hepsinden güçlü olanıdır. Çünkü bu, çok cid
di temele dayanır ve bütün Osmanlı kudretine o kadar hayati
derecede dokunur ki, bu duygunun ıslahında pek az umut var
dır.
Osmanlı idaresi, Hıristiyanlar açısından, aslında bir kılıç
idaresidir; kültürü ve morali düşük bir ırkın, kültürü ve morali
yüksek bir ırkı boyunduruk altına almasıdır. Şimdi bile Hıris-
tiyanlar endüstri, tarım ve ticaretin büyük kısmını ellerinde tut
maktadırlar. Eğer bütünüyle serbest bırakılsalar, beyin güçle
rinde ne kadar üstün olduklarım sanayide ve maddi varlıkta gö
ze batacak şekilde kesinlikle göstereceklerdir, işin anormal ta
rafı, bunların geri zekâlı demesek bile durgun Osmanlı ırkı ta
rafından yönetilmekte olmalarıdır. Bu, o kadar mantıkdışı bir
iştir ki, buna daha fazla izin verilemez Türkler bunu şimdi tam
388
olarak kavramış dürümdalar, bu durumda kendilerinin güçle
rini ortadan kaldıracak yeni bir idare sisteminin onların iste
ğiyle getirilmesini beklemek, insanın doğasına aykırıdır. Arala
rında, Türkler de kültür ve sanayide Hıristiyanlarla aynı düze
ye yükselebilirler şeklinde heyecan duyanlar da vardır. Böyle-
ce bunlar, özgür bir idarede benliklerini, kudretlerini ve üstün
lüklerini koruyabileceklerine inanırlar. Ancak büyük bir kitle
dc hükümranlıklarının bir terör hükümranlığı olduğunu çok iyi
bilmektedir. Bu nedenle, eğer eşitliğe izin verilirse geleneksel
tembelliğin üstesinden gelmek zorunda kalacakları ve durum
larını koruyabilmek için daha sıkı çalışacakları, dahası bu ho
şa gitmeyecek hareket tarzını benimserlerse başarıya ulaşabi
lecekleri de şüphelidir. Kendilerini çok zor bir duruma düşü
receğini bildiklerinden herhangi bir yeniliğe şiddetle karşı
çıkmaktadırlar. Bir hükümdar, rüşvet ve dinden kaynaklanan
karşı hareketlerin üstesinden belki gelebilir. Ama kendisinin in
siyaki olarak bizzat varlığı için mutlak olan bu son etkinliğin
üstesinden gelmesi pek ender görülmüştür. Eğer buna yeltenir
se, bu etkinlik şahlanır ve onu parçalar; çoğunlukla Hıristiyan
olan vilayetlerinden vazgeçse bile, Türk hükümetinin işin için
den sıyrılıp sükûnete varacağı bir ortamın bulunmadığı fikri zi
hinlerde doğmalıdır. Bütün İmparatorluk aşağı yukarı Avrupa
devletlerinin gözetimindedir, reformlar yalnızca Avrupa Türki-
yesiyle Ermenistan için değil, Küçük Asya ve özellikle bütün
Asya vilayetleri için istenmektedir. Bu reformlar, Osmanlı İm
paratorluğunun kendiliğinden içine düştüğü çıkmazlardır. Bun
larla şimdiki, ya da bir başka hükümdar baş edebilir mi? Bu ne
denle sonuç olarak, belki daha başka iyi kelimelerle söylene
bilirse de reform konusunda Türk Hükümetinin herhangi bir
sözüne, ya da açıkçası isteğine güvenilemez. O halde yapılması
lazım gelen şey üzerinde yönetim zorlanmalıdır. Bundan başka
devlet teşkilatında alt kademedeki görevlilerin büyük çoğun
luğu, ellerinden geldiği ölçüde reformların yapılmasına pasif
veya aktif olarak karşı çıkacaklarından, bu baskının en ıssız
yerlerdeki devlet teşkilatında da etkin olabilmesini sağlaya
cak önlemler alınmalıdır.
Şimdi, Türk idaresinin kötülüğünden dolayı Ermeni vila
yetlerinin çektiği acılarla, onu ortadan kaldırabilecek önlemleri
düşünmeye geçebiliriz.
Ermeni vilayetlerinin halkı, aşağıdaki yerel dertler altın
da ezilmektedir.
389
En başta, Kürtlerin yaptığı soygun, haraç alma ve baskı
lar gelir. Kürt aşiretleri köylere baskın yapar, koyun ve sığır
sürülerini götürürler. Yağma ederler, kimi kez götüremedikle-
rini de yakarlar. Öte yandan da ileri gelen Kürt aileleri, özel
likle Hıristiyanlarınki başta olmak üzere, yakınlarındaki köyle
ri kendi aralarında parsellerler ve onlara kendi malları gibi ba
karlar. O köy sakinleri onlara haraç vermeye, topraklarını ek
meye, koyunlannı otlatmaya, onların istediği her şeyi vermeye
ve yap dediklerini yapmaya mecburdurlar.
İkincisi, vergi güçlüğüdür. Paraya çok ihtiyacı olan hükü
met, kırsal kesime ağır baskılar yaparak savaş ve Kürtlerin
yağması dolayısıyla son iki yılda ödeyemedikleri birikmiş vergi
leri istemektedir, özellikle hasadın kötü oluşu ve Kürtlerin bü
yük yağmaları köylülerin ödeme gücünü yok etmiştir, özellik
le yetkililerin açgözlülüğü vergilerin toplanmasında adaletsizli
ğe neden olmaktadır.
Üçüncüsü, birçok durumlarda yetki ve memuriyet Kürt
beylerine verilmektedir. Bunların çoğu, kötü karakterli belli ki
şilerdir. Sanki halka eziyet etmek için ellerine bir imtiyaz beratı
verilmiş gibidir.
Dördüncüsü, birçok köyde Ermenilerle Türkler karışık
oturmaktadır. Bu durumda bulunan köylerdeki Ermeniler, kom
şuları Türklerden sayılamayacak ölçüde baskı ve suçlama gör
mektedirler. Mallan, kadınlarının namusu ve hayatlan, hiçbiri
güven altında değildir.
Besincisi, zaptiye ve askerlerin kötü davranışlarıdır. Bun
lar hükümetin mali durumunun bozukluğu dolayısıyla ya çok
az, ya da hiç maaş alamazlar, yürüyüşte veya ikamette köy sa
kinlerinin evlerine bölüştürülürler. Köylüler tarafından yatırı
lır ve beslenirler. Buna karşılık, köylülerin eline ya aldıkların
dan çok ya da daha az bir makbuz verirler. Fakat birçok durum
larda bu makbuzlar, köylülerin sağladıklarına göre o an için
hiçbir anlam taşımaz. Pek ender olarak geri ödenir veya hiç
ödenmez. Subaylar her şeyin en iyisini isterler, hatta bazen köy
lüleri kendilerine para vermek için zorlarlar, eğer istekleri kar
şılanmazsa döver ve kötü muamele ederler.
Altmcısı, eğer şikâyetçi olan Hıristiyansa, yapılan suçlama
da adaleti sağlamak, ya da zararı gidermek aşağı yukarı olanak
sızdır. Bunun nedeni, sistemin kötülüğünden çok, onu uygula
yan kişilerin geleneksel karakterinden kaynaklanmaktadır. Ye
rel meclis üyelerinin hepsi değilse de çoğu, çalan çırpan kişi
390
lerdir. Bunlar rüşvetle adaleti saptırırlar, oyçokluğu ile karar alır
lar. Üst mahkemeye başvurma hakkı elbette vardır. Ancak da
va bir öncesinde olduğu gibi, yine adalet çarpıtılarak görülür.
Çünkü mahkemenin oluşma biçimi aynı olduğundan, üst mah
kemeye gelen bir dava çoğunlukla o kadar geciktirilir ki, rüş
vetle âdeta sürüncemede bırakılır. Davacının olanakları tüke
nir, artık davasını daha fazla yürütemez duruma gelir. Şikâyet
lerden yararlanan birçok nüfuzlu kişi vardır ve bunlar valiye
bile etki yapacak güçtedir. Böylece yerel meclislerin temizlen
mesini de önlerler, idare eden ırkın Hıristiyanlara karşı garezi
olduğundan, Müslümanlara karşı Hıristiyanın tanıklığı da kabul
olunmadığından, bir Hıristiyanın adaleti temin etmesi özellikle
zordur.
Bu suçlan düzeltmek için ne gibi yollar var, şimdi de onlara
bakalım. Şunu belirtmeye çalıştım. Babıâli reformların gerek
liliğine inanmış bile olsa vilayetlerdeki yetkililer pasif veya ak
tif bir şekilde karşı koyacaklar ve yapmakla yükümlü oldukla
rı reformları büyük baskılar altında hükümsüz kılacaklardır.
Bu itibarla en uzak vilayetlerde bile etkin bir çalışma sağlaya
bilmek için bir mekanizma kullanılmalıdır. Kanımca, Avrupa
lI yetkili memurlar olmadıkça etkin reformlar yapmak bir dere
ceye kadar olanaksızdır.
İlkin gerekli olan nokta şudur: Vali vilayette daha bağım
sız çalışmalı, yerel ihtiyaçlar için vilayetin gelirinden bir kıs
mını kullanabilmelidir. Her şeyi İstanbul’a sormaksızın bu işle
ri yapabilmeli, ancak bu yetkiyi alacak olan kişi güvenilir bir
kişiliğe sahip olmalı ve çevresini alacak olan sinsi nüfuzlara
karşın bütün halkın hak ve refahını eşit şekilde sağlayacak bir
yönetim gücünde olmalı. Valiler, olağanüstü avdın, yetkin, ye
tenekli, namuslu, ciddi kişiler olmalı. Bu özelliklerden hiç de
ğilse çoğunu taşıyan kişilerden bütün vilayetlere yetecek sayıda
vali bulmak zordur. Bu itibarla valinin kendisiyle aynı resmi dü
zeyde olmasa da, yardım edecek, birlikte bulunacak, sorunları
tartışacak, öğüt verecek, haklı olduğu işlerde kendisine destek
olacak bir Avrupalı, öncelikle Ingiliz, danışmanı olması uygun
olacaktır. Böyle bir gözlemci, danışmanın eğer yetenekli biri olur
sa, vali aldığı kararlardan, yaptığı işlerden ve kasıtlı davranış
lardan bu danışmanın haberi olduğunu, dolayısıyla hiçbir hare
ketin gizli kalmayıp açığa vurulacağını bilecektir. Böylece her
vilayetteki en yüksek yetkilinin etkinliği ve dürüstlüğü garanti
altına alınmış olacaktır. Fakat bu yeterli gelmeyecektir, çün
391
kü vali, yetkilerinden çoğunu daha aşağı kademelere verecek
tir; adaletin lekesiz yürütülmesi ve vergi toplamada dürüstlük
de garanti edilmelidir. Kaymakam, müdür gibi görevlilerin doğ
ru hareket etmeleri, büyük ölçüde onları valiye karşı sorumlu
kılmakla sağlanmalıdır. AvrupalI danışmanın da yardımıyla, bu
kademelerdeki kişilerin atanması ve görevden alınması yetkisi
valiye verilmelidir. Şimdiki durumda bunların davranışlarını
kolayca garanti altına alabilmek için bundan daha iyi bir çare
bulunamaz.
Adaletin işlemesine gelince, başlıca başarısızlığın yerel mec
lisin çürümüşlüğünden geldiğini görmüştük. Rüşvet aldıkları
herkesçe bilinen meclis üyelerinin vali, kaymakam vs. tarafın
dan işten el çektirilin eleriyle durum bir dereceye kadar düzel
tilebilir. Bu üyelerin halk tarafından seçimi, bir çözüm yolu ola
bilir. Fakat bu çözüm yolu da bir zaman sonra yeterli olmaya
caktır. Rüşvetçilik ve terörizm o kadar yaygındır ki, kaymakam
vs. ile dürüstlükle seçimlerin yapılabileceğini kabul etsek, hat
ta bu üyelerin seçimleri büyük bir titizlikle yapılsa dahi, sinsi
etkinliklerden kurtulmaya aşağı yukarı olanak yoktur. Çünkü
üyelerin bazılarının kişiliğine güvenilmeyecektir, dahası birçok
yerlerde üyelerin çoğunluğu Müslüman olduklarından ve yerel
mecliste Hıristiyanlardan daha fazla oya sahip olacaklarından,
bunlar Hıristiyanlara karşı birleşeceklerdir.
Bütün mahkemelerde karşıt görüşlü bîrinin bulunması ve
onun onayı olmadıkça mahkemece alman kararın geçersiz ol
ması yolundaki İngiliz teklifi yerine, Osmanlı Hükümeti adli iş
leri gözleyecek bir AvrupalI müfettişin atanmasını teklif etmiş
tir. Bu yol da durumun gerektiği gibi çözümüne yetmeyecektir.
Çünkü bunlar yalnız rapor edebilecek, öğretmeyi deneyecekler,
böylece yalnızca rapor pek az işe yarayacak, buna karşılık Türk
yetkililer raporda yazılı konular üzerinde herhangi bir karara
varmadan önce sonsuz zaman harcayacaklardır.
Öte yandan İngiliz planı daha fazla direnç ve düşmanlığı
kışkırtıcı büyük bir buluştur. En uygun çözüm yolu da her vila
yetteki istinaf mahkemesine bir veya daha fazla yargıç atamak
olabilir. Bunlar belli aralıklarla kazaları dolaşarak üst mahke
meye başvurulan noktaları görüşürler. Mahkeme, bir mahkeme
masrafını gerektirmeyecek nitelikte olan kararı açıklar. Ancak
herhangi bir kimse mahkeme kararından zarar görmüşse, hemen
ikinci celsede bir üst mahekemeye müracaat edeceğini bildir
meli ve kararın uygulanması başlamalıdır. İstinaf mahkemesi
392
yargıcı gelinceye kadar, o istinaf mahkemesine gitmesi istenilen
her davanın yeniden görülmesini emretmek yetkisine sahip ol
malıdır. Ayrıca kendisi mahkemede olmalı ve onun onayı ol-
makısızın hiçbir karar geçerli olmamalıdır. Ceza davalarında da
yetkilendirilmelidir. Adaletsizlik olduğuna kanaat getirebileceği
davalar kendi dikkatine sunulursa, aynı şekilde davanın yeniden
görülmesini emretmelidir. Belli bir miktarın üzerinde mal da
valarına ise, başvuru yapılacak olursa vilayetteki mahkemede
tekrar bakılır. Fakat böyle durumlarda bile istinaf mahkemesi
hâkimi, aynı görevle mahkemeye bağlanmalıdır. Eğer bu mahke
menin üyleri de adaletin saptırılmasına neden oluyorlarsa, hâkim
davayı askıya alabilme yetkisine sahip olmalı, vali veya muta
sarrıfa başvurarak bu şahısların görevden alınmasını ve yerine
yenilerinin atanmasını sağlamalıdır. Bu gibi bir düzenlemeyle
adalet mümkün mertebe yerine getirilince, mevcut sisteme müm
kün olduğu kadar az müdahale edilerek hatayı düzeltme yetki
si, hemen hemen sürekli olarak elde tutulabilir.
Eğer idare meclisi oluşumu ve görevi bakımından genişle-
Iilebilirse bu, valinin temsili bir danışma konseyi gibi olur. Bu
konsey, bugünkü resmi üyelerle, kaza meclisi üyelerinden se
çimle gelecek bir, veya iki üyenin katılmasıyla oluşturulabilir,
(ilkede ilerleme oldukça idare meclisi, yasa yapıcı bir parla
mentoya dönüşebilir ve üyeleri daha geniş bir halk kitlesi tara
fından seçilebilir.
Adli reform için bu önerilerimin bir ölçüde garip karşıla
nacağını biliyorum, ama unutmamak gerekir ki, burası da ga
rip bir ülkedir. Sorun, idare edenlerin sosyal ve resmi duygu
larının yanı sıra, onlara karşı olan bir toprakta fazla masrafa
kaçmadan oldukça iyi işleyebilecek muhtemel bir adalet meka
nizması sağlamaktır.
Vergi toplama sorununun birçok güçlükleri vardır. Bunla
rın birçoğu yerli memurlara terk edilmelidir. Fakat vergi alın
dı makbuzlarının Türkçe ve vergiyi ödeyenin diliyle olması üze
rinde ısrar edilmelidir. Bunları denetleme, inceleme ve şikâyet
imi dinlemede, özetle yolsuzluk ya da yanlış yapanları uzaklaş
tı rma ya da mahkemeye verme gibi durumlarda çok sert ceza
in ra çarptırmaya yetkili Avrupalı kontrolörler atanmasıyla iş, bü-
vıik ölçüde kolaylaşabilir Doğal olarak tarımla ilgili vergiler
deki usul terk edilmeli, bu verginin toplanması maaşları yeterli
lıiik iimet memurlarınca yapılmalıdır.
Halkın Kürtlerden korunması için doğru dürüst maaş alan,
disiplinli ve yeterli güce ihtiyaç vardır. Köylerde asayişi sağla
mak, küçük hırsızlık teşebbüslerini önlemek için jandarma uy
gun olabilir. Ancak, Kürtlerin ayaklanmalarına karşı alman ön
lemlerden dolayı Kürtler kızmışlarsa ve bunu Kürt aşiretlerini
büyük ölçüde cezalandırma akınları izlerse, tehlikeli bir ayak
lanmanın çıkmasına engel olmak için yeterli ordu birlikleri ge
reklidir. tran hükümetiyle anlaşarak, tek tek ya da aşiret halin
deki suçluların sınırı geçerek cezadan kurtulmaları da önlen
melidir.
Şunu tekrar belirtmek isterim ki, Avrupalı resmi memurların
işbirliği olmadıkça gerçek bir reformun yapılabileceğine inan
mıyorum. Ne Osmanlı vatandaşlar, ne Babıâli, ne de Hıristiyan-
lar reformları uygulayacak yetenekte değillerdir. Çünkü bun
lar kendi paylarına düşecek güç görevleri başarabilecek karak
ter ve serbestliğe sahip değillerdir.
Rusya’ya karşı koymanın yollarını düşünmek zorunda kal
dım. Türk resmi görevlileriyle konuşmalarımda onların da bizim
Rusya ile olan ilişkilerimizin ne olduğunu öğrenme endişesi için
de olduklarını fark ettim. Rusya ile aramızdaki herhangi bir far
kın onları memnun ettiğini gördüm, dolayısıyla Türkiye ile iliş
kilerimizde eğer Rusya ile dostça bir anlaşma kurabilirsek, bu
nun büyük faydası olabilir.
Bu yazımda büyük bir çekingenlikle önerilerimi ortaya
koydum, ancak izninizle şunu belirtmek isterim ki, burada çer
çevesini çizdiğim reformlar, sözünü ettiğim başlıca koşullar, din
lenmesi gerekli konulardır. Vali, Ingiliz yardımcısıyla güçlü bir
icracı olmalı, yetkisi arttırılmalıdır. Karışık halk yığınlarını
kontrol etmeye ve güvenliği sağlamaya yeterli olmalıdır. Ada
letle maliye idaresi ıslah edilerek, aynı zamanda idare meclisinin
görevleri genişletilerek ve yerel üyelerin daha genişçe seçimi
sağlanarak halkın siyasi eğitimine başlanılmış olur. Bugünkü
rejimin olayları doğrultusunda bu eğitimin nasıl başarılacağı
ileride görülür. Eğer olaylar izin verirse, bu eğitimin daha ileri
götürülmesi gereklidir, örneğin idare meclisine giderek yasa
yapma yetkisi verilir Eğer Osmanlı İmparatorluğundan ayrıl
ma olursa, bu düzen, özerklik idaresinin çekirdeği olur. Valinin
İngiliz danışmanı, yeni idarenin başkanına bir süre için yardım
cılık etme işini yürütür Adli ve mali alanlardaki Avrupalılar
da yabancı yardımı çekilip de yeni devlet kendi ayaklan üzerin
de durabildiği ana kadar, alışılmış hizmetlerini sürdürmek üze
re kalırlar.
394
Bıbiâli’yi, önerdiğim gibi, Avrupalılarm atanmasına ikna et
mek ve onayını sağlamak kuşkusuz çok güçtür; ancak her şeye
karşın reformları yaptırmak için en azından bu önlemlerin alın
ması gerektiğine inanıyorum. Müslümanlarda Hıristiyanlara kar
şı dostça olmayan duygular, Avrupa’ya başvurma ve onun du
ruma karışmas’ dolayısıyla büyük ölçüde artmıştır. Eğere gerek
li reform yapılmazsa, gelecek yazın ortasından önce Ermenilerin
Rusya’ya genel bir çağrıda bulunacaklarına inanıyorum.
F.O. 424/106, s. 27, No. 13 (Ek -13/1 -10)
No. 327
395
eczaya çarptırılabilirlerse, bölgedeki koşulların düzeleceği söy
lenebilir. Hududu geçerek birçok köyü yakıp yıkan Ali Han
adında birinin yakalanarak Türk yetkililerine teslimi ile; özel
likle son zamanlarda İran’a sığman ve Iran otoriteleri tara
fından Kotun’a vali olarak atanan ünlü soyguncu Derbaz adın
daki haydudun himayesinin kaldırılarak Türk hükümetine ve
rilmesi için komisyonca telle ve yazılı olarak İstanbul’a başvu
rulduğunu komisyon üyeleri söyledi. Komisyon üyeleri, İngiliz
büyükelçisinin bu isteklerini Babıâli nezdinde destekleyeceğini
umduklarını, eğer bu ünlü suçlular İran Hükümeti tarafından
desteklenir ve ödüllendirilirse, Kürt aşiretlerinin yapacağı eşkı
yalığın önüne geçmenin olanaksızlığını belirttiler.
Alınan bu bilgiye göre, Muş ve Bitlis bu vilayetten ayrılacak
ve merkezi Bitlis olan yeni bir vilayet olacakmış. Kökeni asker-
olan Arif Paşa bu yeni vilayete vali tayin edilmiş. Bu değişik
liğin işleri düzeltip düzeltemeyeceği, Arif Paşanın becerileri ile
kuracağı vilayet teşkilatına bağlı olacaktır.
Kışın bastırması ve ulaşım zorluğu, Van ve Bitlis vilayet
lerinin yeni teşkilatının ne olacağı konusundaki bilgi noksanlı
ğı dolayısıyla, komisyonun reform çalışmaları bir hayli gerile
di. Ancak komisyonun burada bulunuşunun bile, bir dereceye
kadar talihsiz köylülere yararlı olduğunu umarım. Örneğin ko
misyon, yerel yetkililere emirler vererek, hiçbir gücü olmayan
zavallı köylülerin vergi toplama için sıkıştırdmamasını, asa
yiş ve güvenliğini istemiştir. Komisyonun yaptığı bütün işler,
yerli hükümetin ve hatırlı Müslümanların isteklerine aykırıdır,
eğer yönetim prensiplerinde esaslı bir değişiklik olmazsa, ko
misyon buradan ayrıldıktan sonra işler yine eski durumuna dö
ner.
Mar Shimoun ve Nasturilere gelince; aldığım tamamlayıcı
bilgilere göre, kötü yaradılışıyla tanınan Julamerk Kaymakamı
Timuroğlu Haşan Bey, Nasturileri tehdit etmiş. Eğer istediği
parayı vermezlerse asker ve Kürtlerle üstlerine yürüyeceğini
söylemiş. Başkale Mutasarrıfı Tosun Paşa bunu işitir işitmez
Haşan Beye derhal bir emir göndererek bu işten geri durma
sını istemiştir.
F.O. 424/106, s. 165-166, No. 70/3
396
No. 328
Ek - 1
Erzurum İngiliz K onsolos M uavini Yüzbaşı Eve-
re tt’den, İngiliz K onsolosu B inbaşı T ro tter’e
17 Aralık 1879
Çeşitli kaynaklardan Hıristiyanların durumu hakkında al
dığım haberlere göre, Eleşkirt, Diadin ve Beyazıt’taki durum
çok ağırdır. Karakilise’de oturanlardan bir dilekçe aldım. Bu
dilekçenin çevirisini sunuyorum. Bununla sözü edilen acıklı dü
rüm hakkında bazı fikirler edinebilirsiniz. Her ne kadar bu di
lekçede durum, bana biraz şişirilmiş gibi geliyorsa da, yine de
halkın çok zorlandığı ve ekmeğe bile muhtaç hale geldiğinden
hiç kuşkum yok.
Okuyunca anlayacağınız gibi, halk buğdayın Türklere ve
rildiğini, Hıristiyanlara verilmediğini söylemektedir. Üç kilise
papazı buradaki papaza aynı doğrultuda yazı yazmış, sanıyo
rum. Bu ifadede gerçek payı var ve edindiğim izlenime göre mu
tasarrıf Hıristiyan halkına haksızlık ediyor.
Valiyi durumdan hemen haberdar ettim ve ondan ne gibi
önlemler alacağını sordum. Vali, Beyazıt mutasarrıfının ken
disinden 30.000 kilo buğday istediğini, bunun 25.000 kilosunun
yemeklik, geri kalanının da bahar ekini olarak kullanılacağını
söyledi. Miktar, yaklaşık 1.760 Erzurum somar’idir. Mutasar
rıf Bulanık, Malazgirt, Adilcevaz yakınlarında ihtiyaçtan faz
la buğday olduğunu bildirdi. Bu vilayet Van’da olduğundan Er
zurum valisi, Van genel valisine bu buğdaylardan satın almak
için yazı yazdı, fakat bu vilayetten istenen buğday çok olduğun
dan, vali bu isteği olumsuz cevaplandırdı. Bu olumsuz yanıt üze
rine Erzurum valisi, İstanbul’a ihtiyaç üzerinde baskı yapması
için başvurdu. Aynı zamanda İran Konsolosuna da başvurarak
397
İran’ın buğday satıp satamayacağmı sordu. İran Konsolosu,
olumlu karşılık verdi.
İstanbul’un ilk başvuruyu onaylamasının zor olduğunu sa
nırım. Başka yerlerden elde etmenin de mümkün olabüeceğin-
den kuşkuluyum. Çünkü elde edilen bügilere göre İran sını
rından fazla buğday elde edilemez. Bu başvurular boşa çıkarsa,
sonunda Erzurum valisi hasadın çok iyi olduğu Bayburt’tan buğ
day sağlamayı, yılın bu zamanında nisbeten başta olan İran ker
vanın bu taşıma için uygun düşeceğini, ancak bu da çok paha
lıya mal olacağmdan bunu en son çare olarak düşündü. Bu
kaynaktan bile mutasarrıfın isteğinin memnuniyet verici bir şe
kilde karşılanacağından ciddi olarak kuşkuluyum. Çünkü buğ
day bir tüccara satılmış ve vilayetten dışarı satması da yasak
lanmış, ama tüccar muntazaman Trabzon’a gönderiyormuş.
Böyle olmamış olsaydı bile, bölgeye istenen bu kadar büyük bir
ikmali gene de yapamazdı.
Geghi beylerine karşı açılan ceza davaları, bir tanesi dışın
da ast mahkemede bir sonuca bağlandı. İsmail Bey, Hacı Sa
dık ve Haşan, her biri birer yıl sürgünle cezalandırıldılar. Has
talığı dolayısıyla Ali Beyin davasına daha bakılamadı. Bu ka
dar uzun zaman devam eden bir dava, İstanbul’un baskısıyla
ve ancak şimdi oldukça gülünç bir şekilde sonuçlandı. Başa
rıyla yüreklendirilen beyler, şimdi daha iyi bir şeyler umuduyla
istinaf mahkemesine başvurdular ve size bir dilekçe göndermek
niyetindeler. Adaletin susması, üzüntü vericidir. Bu davaları ida
re etmek için giden vali muavinine çok söyledim, ama mahkeme
kararma karşı bir üst mahkemeye yapılacak bir başvuru yok.
Geghi kaymakamı şimdi Erzurum’da, fakat henüz soruştur
ması başlamadı. Bana, kendisine karşı yapılacak suçlamaları
cevaplayacak yetenekte olduğunu söyledi. Kaymakamın yerinde
bırakılması için vali nezdinde herhangi bir girişimde bulunursam
Rus Konsolosu da bana katılacağım söyledi. Aynı amaçla Er
meni papazına da bir dilekçe verildi. Kaymakamın durumu
na ilişkin iyi bir sonuç sağlamak için gayretlerimi kesmeyece
ğimden emin olabilirsiniz
Ek - 2
K rakilise’den Dilekçe
2 Aralık 1879
Yurdumuzu ziyaret etmiş olmanızdan ne büyük sevinç duy
muştuk. Özellikle bize buğday verileceği konusunda bizi yürek
39S
lendirmiş olmanız acılarımızı unutturmuştu.
iyiliksever efendimiz, bize asla yardım edemedi, hatta bir
buğday tanesi bile alamadık. Hükümet buğdayı yalnız Türkle-
re ve Türk mültecilerine verdi. Feryatlarımız asla dinmedi,
çocuklarımızın bize karışan feryatlarıyla bu anda sönmek üze
reyiz.
Sayın Bayım, siz bizim kurtarıcımız, başımız, babamızsı-
nız. Bizi koruyacak olan ancak sizsiniz; siz, bizim ziyaretçimiz
ve sağlam dayanağımızsınız. Buğdayımız, yiyeceğimiz, giyece
ğimiz yok. Çıplağız; bu kötü zamanda yaşamak için eldeki ola
naklarımız çok yetersizdir, tam bir baskı, açlık ve ölüm. Öyle
bir çevre ki, burada yaşayanlar bu ülkeden başkasına kaçmak
ve kurtulmak zorundalar. Kısacası, eğer bölgemizi bir kez da
ha ziyaret ederseniz, insanlarımızın açlık, hastalık ve çıplaklı
ğını, hayvanlarımızın kırıldığını, dullarımızın, çocuklarımızın
ve daha acısı açlıktan kıvranan insanları göreceksiniz.
Bu itibarla Sayın Bayım, size yaşlı gözlerimizle bu dilekçe
yi sunarken, mümkün olduğu kadar çabuk yardımda bulunma
nız için yalvarıyoruz.
Türkiye, No. 23 (1880), s. 18-19, No. 14 (Ek. 14/1, 14/2)
No. 329
399
İere tekâlüfü harbiye olarak verilenlerle, karşılığında alınan mak
buzların toplamının vergiden indirileceğine söz verildiği halde,
yerel idare bu makbuzlardan büyük bir kısmını kabul etmemek
tedir. Halk büyük bir yoksulluğa düşmüştür. Vergiler çok çok
ağırdır. Hıristiyan ve Müslümanlar, Ermeni Patriğinin bu du
rumu Babıâli’ye bildirmesine aracılık etmenizi rica ediyorlar.
Bu ayın 19’unda birçok Hıristiyan ve Müslüman ileri ge
lenlerinin imzasıyla Muş’tan aşağıdaki telgrafı aldım.
«Haber aldığımıza göre BabIâli’ye Bitlis’in yeni oluşacak
vilayet merkezi olması önerilmiş. Biz aşağıdaki nedenlerden ötü
rü yeni vilayet merkezinin Bitlis yerine, Muş olmasını öneriyo
ruz.
Muş sancağı 20 saat uzunlukta ve 4 saat genişliktedir. 200
köyü, kadın ve erkek 80.000 nüfusu vardır. Birçok kilisesi ve
antik manastırları bulunmaktadır. Bu bölge Genç, Sasun,
Pruaşen, Kanil, Bulanık, Malazgirt, Zaler ve Vartis’te kamp
kuran Kürt aşiretleriyle çevrilmiştir. Bu Kürtler silahlı olup
sayıları, 20.000 kadardır, Hıristiyan ve Müslüman köylülere
acımaksızın eziyet etmektedirler ve Muş hapishanesinde her za
man bunlardan 150’den aşağı olmamak üzere tutuklu vardır.
Muş sancağında asayişi temin maksadıyla süvari ve piya
deden oluşmuş 5 tabur vardır. Bu kuvvet asileri bastırmaya
yeterli değildir. Eğer Babıâli, Muş’u yeni vilayetin merkezi ya
parsa, burada yaşayanların durumu gözle görülür ölçüde düze
lir.
Bitlis’te de Kürtler var diye, bu görüşe karşı çıkılabilirse
de Muş’takinden çok daha azdırlar.
Bitlis’te de merkezle ulaşım, Muş ve Van gibi Erzurum
yoluyla sağlanır. Bitlis-M uş arasındaki yol aralıktan mayısa
kadar karla kaplıdır. Muş, Bitlis’ten daha kalabalıktır. Muş
halkı, yeni vilayet merkezine varabilmek için çok zahmet çe
kerler, kışın bazen Muş’tan Bitlis’e 20 günde gidilir.
Bundan başka Bitlis hem dağlıktır, hem de pek verimli de
ğildir. Yeni vilayette görevli olanlar hayvanlarına yem bulmak
ta bile güçlük çekeceklerdir. Oysa Muş bölgesi çok verimlidir,
bu nedenle ot bakımından da çok zengindir.
Ayın 23’ünde Van’dan bana bildirildiğine göre, son savaş sı
rasında köylünün orduya hatırı sayılır ölçüde gönüllü olarak
yardım etmesi dışında, askere tekâlüfi harbiye karşılığında al
dıkları makbuzların, hükümete borçlu oldukları vergilerden
düşüleceğine ilişkin söz verilmişti. Şimdi bu makbuzları dikka
400
te almıyorlar. Yönetimin ihmali sayesinde, son derece artan bir
umutsuzlukla göç etmeleri için dua ediyoruz.
Bu olayları bilginize sunar, ilgililer nezdinde, bu acıklı du
ruma bir son vermek için müdahalenizi rica ederim.»
F. O. 424/106, s. 70, No. 36 (Ek-36/1)
No. 330
401
No. 331
N o. 332
402
darma ve polisin durumu üzerinde durmuştur. İçinde subay
ların da bulunduğu yerel bir komite kurulmuştur. Bu komite,
jandarmayla bağlantılı olarak bazı sivil memurların yaptıkları
ileri sürülen yolsuzlukları da araştıracaktır. Maaşları yeter
siz zaptiyelerin son birkaç yıldır binlerce İngiliz lirası karşılığın
da yaptıkları dalavereler de söylenmektedir. Komisyon, geçen
yaz Abidin Paşa tarafından sürgüne gönderilen Kürt beylerine
ilişkin hükümlerin niteliğini de inceleyecektir.
Baker Paşanın düşüncesine göre, ki bu görüşe ben de ka
tılırım, Abidin Paşanın, bu sürgün kararı ülke için çok yararlı,
fakat zorunlu olarak çok acele olmuş. Çünkü sürgüne gönde
rilen beylerin birçokları asılmaları gerekirken, sürülmüşler. An
cak pek az bir kısmı da suçlan olmadığı halde suçlu görülmüş
ler. Bu bakımdan Baker Paşa, Abidin Paşanın Diyarbakır’a
gelerek bu sürgün davalarına daha etraflıca yeniden ve son
olarak bakması için Babıâli’ye başvuracak.
Baker Paşanın bu isteğinin uygun görülerek büyükelçimi
zin, kendisini desteklemesi için sefarete tel çekiyorum.
Abidin Paşadan başkasının bu işe bakması yanlış olur. Ay
rıca şu anda resmen komisyonun bir üyesi bulunan Paşanın
vilayetteki saygınlığını da sarsar.
Bu soruşturma Diyarbakır’da olmalı ve Abidin Paşa tara
fından beraat ettirilinceye kadar Kürt beylerinin geri dönme
lerine izin verilmemeli. Onların dönüşleri, şimdiye kadar ya
pılan işleri berbat eder ve suç işledikleri kişilerin onlara karşı
tanıklıklarını büyük ölçüde köstekler. Ben, bu beylerin birço
ğunun işledikleri büyük suçların cezalandırılmasından çok, bu
sürgün işini reformun gerekli politik bir önlemi olarak görü
yorum. Abidin Paşanın bu işteki tutumu, reform komisyonunun
elle tutulur tek önemli işidir.
Abidin Paşanın burada bulunması birçok bakımdan da
yararlıdır. Rüşvet, yolsuzluk ve başka suçlardan dolayı eski Mar
din Mutasarrıfı Mürşit Beyin davası, valinin başkanı ol
duğu idare meclisince uzatılmakta olup vali, Hurşit Beye arka
çıkmaktadır. Öğrenildiğine göre, mahkeme, suçluyu beraat et
tirecekmiş. Tanıkların suçludan yana olumlu söylediklerini zap
ta almışlar, aleyhinde olanlarını almamışlar.
Eğer Abidin Paşa burada olsaydı, mahkeme suçluyu beraat
ettirmeye cesaret edemezdi. Hatta Abidin Paşanın çok kısa
bir zaman sonra buraya geleceği bilinmese, belki de Baker Pa
403
şanın buradan ayrılmasından hemen sonra suçluyu beraat etti
rebilirlerdi.
Abidin Paşanın burada bulunuşu, kendi eseri olan yerli
polisin durumunu da iyileştirir, etkinliğini de arttırır. Çünkü
her şey iyi başladı, ama yerel karşı çıkmalar dolayısıyla, canla
başla desteklenmezse bu teşkilat pek kısa zamanda çökebilir.
Baker Paşanın komisyonu ile ilgili bir talimat almadığım
için, komisyona yardımım pek az oldu. Her konuyu Baker Pa
şa ile de konuştuk, düşüncelerimiz aşağı yukarı aynı.
Baker Paşa idari bir yetkisi olmadığından dolayı yerel yö
netim ile bir sürtüşmeye girmeyeceğinden memleket hakkında
çok değerli bilgiler edinecektir. Eğer Babıâli onu dinler, tavsi
yelerine de uyarsa neticede çok iyi şeyler olabilir. Daha önce
de muhtelif fırsatlarda belirttiğim gibi, ülkenin iyi duruma ge
lebilmesi, yalnızca alınacak önlemlerin tespiti ile olacak iş de
ğildir. Reformları isteyen dürüst ve yeterli kişiler bulununcaya
kadar elle tutulur bir reform beklenemez, ayrıca ön ayak olma
dıkça da vilayetlerden hiçbir sey umulamaz.
F.O. 424/106, s. 183-184, No. 87
N o. 333
404
çişine, daha eşitçe ve karşıt olmayacak bir yol izlemesi için, ta
limat verme gereğini duyması olasılığı doğabilir. Ancak bu ama
ca ulaşabilmek için aşırı önlemlere başvurmanızı ya da demarşı-
nızın, olayların gerektirdiğinden daha ileri bir noktaya itilmesine
neden olmasını tabiatıyla kastetmiyorum.
F. O. 424/106, s. 93-94, No. 48
No. 334
405
Nasturilere casuslarım göndermişler. Bunlar Nasturilere İngi-
lizlerden uzun zamandır yardım bekledikleri halde hiçbir şey ala
madıklarını, bu bakımdan artık Rusya’ya bakmaları gerektiğini
söylemişler, örneğin Dağıstan, her ne kadar bir avuç insan ise
de, Türk Hükümetine karşı çıktı ve şimdi Rusya onlara ba
ğımsız bir prenslik verdi, benzer memlekette yaşayan Nasturi-
ler sayıda daha kalabalık olduğu halde, kendileri için aynı şey
neden olmasın demişler. Bu, Tosun Paşanın fikri, ancak bu
konudaki görüşmeler o gelmeden önce başlamıştı. Paşanın Var-
tabed’in dışında bir kaynaktan bu konuda bilgi edinip edinmedi
ğini kesin olarak bilmiyorum. Paşanın söyledikleri Türk görü
şünün süslenmişi gibi geliyor bana.
Van’a döndüğümün ertesi günü, bir Nasturi heyetinin Tif
lis’ten kendilerine gösterilen davranıştan dolayı umutla döndük
lerini öğrendim. Bütün bunların sonunda kuvvetle inanıyorum
ki Rus Kafkas Hükümeti, bu bölgedeki Hıristiyanların yardım
ve korunmaları için kendisine bakmaya başlamasından, en azın
dan, isteksiz değildir.
Ermenilerin gözlerinin de her gün biraz daha fazla aynı yö
ne kaydığını sanıyorum. Dün bir Ermeni, konuşmamız sıra
sında Rusya’nın, Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanlarla, îngiliz-
lerden daha fazla ilgilendiğini söyledi. Ben de bunun ügisizlik-
ten doğmadığını, ancak Osmanlı ülkesinden toprak koparmak
için bahane olarak ileri sürdüklerini telkin ettim, o da belki
de öyledir dedi. Bu bakımdan Ermenilerin, İngiltere’nin yar
dım ve himayesini yeğlediklerini, fakat Ingilizler koşullarda
henüz bir iyileştirme sağlayamamışken, Rusya’nın, Bulgaris
tan’a bağımsızlık sağladığı gerçeğini de göz ardı etmiyorlar.
Olaylara bu açıdan bakmanın Ermeniler arasında büyük ölçü
de yayıldığına inanıyorum. Onları bu görüşlerinden çevirmek
için gücüm yettiği kadar gayret ediyorsam da, İngiliz nüfuzuy
la bazı neticelerin alındığını görmek için gittikçe sabırsızlanıyor
lar.
F.O. 424/106. s. 247 -248. No. 123/1
No. 335
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
OSMANLI İMPARATORLUĞU BÜYÜKELÇİLİĞİ
LONDRA, 3 Şubat 1880
Erzurum ve Bitlis vilayetlerindeki jandarma genel müfettiş
liği görevlerine sözleşmeli iki İngiliz subayının atanmasının bil
dirilmesine ilişkin Osmanlı Dışişleri Bakanlığının gönderdiği
telgrafın bir kopyasını ilişikte sunuyorum.
Ek : Osmanlı H üküm eti D ışişleri B akam Saffet Paşa
dan, Londra Büyükelçisi M usurus Paşaya
3 Şubat 1880
Daha önce sözleşmeli olarak Osmanlı devleti hizmetine alı
nan Norton ve Coope adında iki subay, bu kez birisi Bitlis; öte
ki de Erzurum’a olmak üzere iki vilayetin jandarma genel mü
fettişi sıfatıyla atanmışlardır. Büyük bir olasılıkla 6 Şubat Çar
şamba günü yeni görevlerine gitmek üzere İstanbul’dan ayrı
lacaklardır.
F.O. 424/106, s. 94, No. 49
Türkiye, No. 23 (1880), s. 26, No. 20, 20/1
No. 336
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 210
İSTANBUL, 17 Şubat 1880
Asya vilayetlerinde Ermenilere karşı yapıldığı ileri sürü
len saldırılar hakkında yaptığım demarşlara karşı, BabIâli’den
aldığım iki yanıtı ilişikte sunuyorum. Bu yazıların özetini Pat
riğe ilettim. Patriğin bu konudaki görüşünü bildiren yazısının
bir kopyası da ilişiktir.
Ek • 1
B abIâli’den, İngiliz Büyükelçisi Layard’a
12 Ocak 1880
Dersim zorbalarının 20 yıldan beri devam eden saldırılan,
o yörede oturanların yalnızca bir bölümünü kapsamaktadır.
407
Bu zorbalar, Eğin, Çemişkezek, Aghin ve Arapkir civarında
oturan Müslümanlara olduğu kadar, Hıristiyanlara da saldır
maktadırlar. Böyle olmakla birlikte, saldırıların Ermenileri Ha-
lep’e göç ettirmekle asla ilgisi yoktur. Ermeni toplumundan
insanlar her zaman ticaret için Halep’e giderler. Bunların gi
diş gelişlerini göç olarak nitelemek adil olmadığı gibi, Halep’te
olduklarını da tamamen yadsımak olur. Bu konuda çıkarılan
gürültünün hiçbir temeli yoktur. Özellikle belirtmek gerekir
ki, bu gürültüyü çıkaran, vilayetin Ermeni papazından baş
kası değildir. 28 yaşında ortalarda dolaşan yardakçıları tara
fından kısa bir süre önce Rodosti’den geri gönderilen bu ada
ma güvenilemez. Her idari işe devamlı olarak burnunu sokar.
Bu önemsiz olayı büyütmekte güttüğü amaç da kolayca anla
şılmaktadır. Müslüman ve Hıristiyanlardan kurulan komis
yonun soruşturması sonucu saptanan; Meyavin köyüne saldı
ran Tanoğlu İbrahim’in çetesinin çaldığı yalnızca 30 okka ek
mek, yarım okka peynir ve birkaç okka üzümdür. Suçluların
yakalanması için önlemler alınmıştır.
Ek - 2
22 Aralık 1879’da Van’dan, Başbakana Telgraf (Bay
M arinich’e G önderilm iştir)
18 Aralık (1295) tarihli telinize cevap; Şimdiye dek Van’d
Halep’e göçen Ermenilere ilişkin hiçbir şey duyulmamıştır.
Ayrıca bir ay önce, Muş’tan gelirken de bu konuda hiçbir şey
duymadım. Araştırmaya yeniden başlanmıştır. Sonuç bildiri
lecektir.
Eğer zulüm yapıldığına dair bir bilgi alınırsa, doğal ola
rak tekrarlanmaması için gerekli önlemler alınacaktır. Van’a
geldiğimiz zaman, bu zulmü yapan 66 kişiden, 33’ü yaka
lanmış, küçük bir bölümü yakalanmaları sırasında yaralanmış
lardı. Hepsi hapistedir. Onları mahkemeye çıkarmak için ge
rekli işlemleri yapıyoruz.
Ek - 3
Erm eni P atriği N erses’ten, Büyükelçi Layard’a
26 Ocak 1880
22 Ekimde gönderdiğim muhtıra üzerine Babıâli’ye yap
tığınız demarş için teşekkür ederim.
408
Memorandumda belirtilen konulara ilişkin BabIâli’nin ile
ri sürdüğü iddialar yersizdir.
Babıâli, Malatya ve Van olayları üzerinde durmuş, yanlış
lıklan belirtmiş, ancak öteki 11 bölgedeki olaylar hakkında
susmayı yeğlemiştir (Kızan, Eleşkirt, Çapakçur, Diyarbakır,
Uma, Muş, Geghi, Erzurum, Harput, Siirt, Bitlis). Babıâli, Der
sim’de Kürt beyi Tanoğlu İbrahim’in 60 kişilik kuvvetiyle Me-
yavin köyüne 26 Eylülde saldırarak köyü soymasına ilişkin
Malatya Ermeni papazının bana bildirdiği haberi küçümserken,
Kürtlerin Hıristiyanlara olduğu kadar Müslümanlara da 20 yıl
dan beri saldırdığını ileri sürüyor. BabIâli’nin bu ifadesini kabul
etsek bile, silahsız, savunmasız ve korunmasız Ermenilerin sal
dırılardan çektiklerini lütfen düşünün.
Babıâli, Ermeni halkının Halep’e göç etmesini sınırlayıcı
nitelikte bir davranış içinde olmadıklarım söylüyor, bu ifadeye
hayret ettim. Bana, Malatya papazınca bildirilmişti ne göçle,
ne de Halep’le bir ilgisi yok diye. Öyleyse Ermeniler neden
Halep’e göç ediyorlar?
Babıâli, bütün gürültünün Halep papazından çıktığını söy
lüyor. Halep papazı, göç konusunda Malatya papazından ve
benden daha çok konuşmuş değil. Şimdi papaza yüklenen üzücü
suçlamalar üzerinde duralım. Papazın, 26 yaşında bir genç ol
duğu söyleniyor. Oysa 55 yaşındadır. Rodosti’ye Patrik tarafın
dan görevli olarak gönderilmiş ve görevini başarıyla tamamlaya
rak yerine dönmüştür. Fakat yerel yetkililer kendi dindaşlarmı
canla başla koruyan her papaza çamur atarlar.
Kürt Reisi Tanoğlu İbrahim’in Meyavin köyünü talan et
mesi işine gelince, bu işi soruşturan komisyonu bilemiyorum.
Çalmanın 30 okka ekmek, yarım okka peynir ve birkaç okka
üzüm olduğu belirtiliyor. Görünüşte küçük bir hıı sizlik olayı
dır, ama günlük iş durumuna getirilmiştir. Bu sistem devam
ettikçe de sonsuza değin sürecektir. Şunu eklemek isterim ki,
bu yağmacıları yakalamak için alınan önlemler de hâlâ bir so
nuç vermemiştir Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, iyi organize edil
miş, iyi maaş alan ve iyi idare edilen bir jandarma teşkilatı ol
madıkça, bu konuda konuşmanın bir yararı yok.
Van valisinin gönderdiği telde de ne Halep, ne de Muş’tan
göç hakkında bir şey bilmiyoruz. Bunların aslı yok diyor. Bir
kez daha cevaplayayım. Ben size verdiğim memorandumda ne
Halep’ten, ne de Muş’tan göçe ilişkin bir şey yazmadım.
409
Vali, yağmacıların bir kısmı yakalandı, bir kısmı da yaka
lanacak diyor. Cezasız bırakılacak olduktan sonra ne yararı var.
Vali, yapılan zulüm ve eziyetlerin abartıldığını söylüyor.
Dindaşlarımızın feryatları ne zaman dinecek? Yetkililer gere
ğini yapmıyorlar ki! Siz konsoloslarınızdan bu konuda ciltler
dolusu rapor almıyor musunuz? Yapacağız edeceğiz diye söyle
niyor, ama yapılan hiçbir şey yok ve bu sistemle de hiçbir
şey yapılamaz. Ermeni vilayetlerinin yönetimi Müslüman idare
cilerin elinde oldukça umut etmek boşunadır.
r.O. 424/106, s. 179, No. 85
Türkiye, No. 23 (1880), s. 68, No. 38, 38/1, 38/2, 38/3
No. 337
Ek : M emorandum
13 Şubat 1880
412
— Şeriat yasalarının toplamından başka bir şey olmayan
mecellenin uygulanmasına son verilecek.
413
No. 338
414
No. 339
415
48 sayılı gizli yazımda Reşit Beye atıfta bulunduğumu
anımsayacaksınız. Kendi hesaplarıma göre harcanan tutar, um
duğumdan daha fazlaydı, fakat tam miktarının doğru olarak
bilindiğini sanmıyorum.
Bay Chambers, bu yerinde harcama, Rusya’ya karşı çok
olumlu bir duygu yaratacaktır dedi. Ayrıca bu bahtsız insanla
rın içinde bulundukları ciddi, yoksul durumu hafifletebilmek
için görevli olarak, bugüne kadar bir değişiklik yapacak ölçü
de güçlü olamayışımız nedeniyle şimdi yapılan işlerden kay
naklanan bu olumlu duyguların daha da yükseldiğini söyledi.
Chambers bana, halkın duygularında son iki üç aydır değişme
olduğu izlenimini verdi. Birçok defalar bana bu ezici şartlarda
daha fazla kalamayacaklarını dostça kendisine açıkladıklarını
söyledi. Her ne kadar İngiltere’nin kılavuzluğunu tercih ediyor
larsa da eğer İngiltere bir şey yapamazsa, kendilerini hiç düşün
meden Rusların veya kendilerini bu ıstıraptan kutaracak her
hangi bir devletin kollarına atacaklarmış.
Bu sabah idare meclisinden iki üye ile görüştüm. Kendi
lerine, ülkenin içinde bulunduğu acıklı durumun yarattığı bu
memnuniyetsizlikten faydalanarak, bu bölgedeki Hıristiyan hal
kı zorlayıp Rusya’nm kollarına atmanın, insaflı düşünüldüğü
takdirde, pek akılcı bir davranış olmadığını, eğer bu durum
durdurulmazsa büyük bir tehlike kaynağı olacağım açıkladım.
Ek - 2
B eyazıt'tan İngiliz K onsolos M uavinine V erilen Dilek-
çe
14 Ocak 1880
Yaptığınız iki ziyarette, bizim uğradığımız gaddarlık, şu
anda içine saplandığımız kargaşa ortamı, öldürülmeler hakkın
da bilgi edindiniz; yoksulluğumuzu, gereksinimlerimizi ve her tür
lü bahtsızlığımızı gözlerinizle gördünüz. Bunlardan sizi birçok
vesilelerle dilekçe ile haberdar ettik. Sizin yardımınızla, vergi
lerin ödenmesi için bize zaman verilmesini istedik. Özellikle
Ermenilere buğday dağıtılması için vilayetten buraya emir geldiği
halde, bugüne değin bize ne bir buğday tanesi, ne de verginin
toplanması için zaman verildi.
Tam tersine, bu işte askerleri kullanarak ve bizi hapislere
atarak, döverek vergi topladılar, hâlâ da topluyorlar. Dahası,
416
yollarla dağlar karla kaplanıncaya kadar vali ha bugün, ha ya
rın buğday dağıtacağım diye bizi kandırdı. Şimdiyse, bize buğ
day göndermek de yardım etmek de artık olanaksız görünüyor.
Açlıktan kaçanlar karlar altında kaldılar, evde kalanlar
da ölümle burun burna. Hükümet siloları da aşağı yukarı bo
şalmış durumda, ambarlardaki buğdaylar yalnızca kaymakam
lara, şeyhlere ve subaylara verildi. Ermenilere bir şey verilme
den kendi hallerine terk edildiler. İsa’nın ve insanlığın merha
meti, bahtsız ve yoksul Ermeni toplumu üzerine olsun. Bu acık
lı durumdan kurtulmamız için 130 somar buğdaya ihtiyacımız
vardır. Aksi halde Ermeni toplumunun sonu yakındır, erzak
ve hayvanlarımız tükenmek üzeredir; bu an bıçağın kemiğe da
yandığı andır. Hiçbir yerden yardım gelmemektedir. Ermeniler,
umutsuzluk içinde ölümlerini beklemektedirler.
Sizin merhametinize sığınıyoruz, mümkün olan en kısa za
manda bize yardım ediniz (3’ü papaz olmak üzere 15 imza).
E k -3
Yüzbaşı E verett'ten, E rzurum Valisine
Erzurum , 2 Şubat 1880
417
saba merkezine gelir gelmez, kaymakama dağıtılmak üzere tes
lim edilmelidir, ilk nakliye kafilesi Toprakkale’ye, İkincisi Ka-
rakilise’ye, üçüncüsü Diadin’e, dördüncüsü Beyazıt’a olmak
üzere dağıtım yapümalı.
Şartlar :
1. Nakliye parası olarak İngiliz parasının kullanımı, yal
nızca Bayburt veya Chauons’dan Toprakkale, Karakilise, Dia-
din, Beyazıt’a, ya da İngiliz konsolosunca saptanacak başka
bölgeler için olacak.
2. Nakliye yöntemi vali ve konsolos muavininin uygun
gördükleri biçimde tespit edilecek.
3. Nakliye ücreti de anlaşma yapılmadan önce konsolos
muavinine bildirilecek, o uygun bulursa son anlaşma yapıla
cak, ücret doğruca konsolos muavini tarafından nakliyeciye öde
necek.
4. Dağıtımı vilayet yapacağından, dağıtımın yapılacağı
köylerin doğru listesi (ırk ve din gösterilerek), dağıtılan buğ
day ve herkese verilen miktar belirtilerek konsolos muavinine
verilecek.
5. Buğdayların dağıtımı ırk ve mezhep farkı gözetilmek
sizin bütün vatandaşlara, ancak çok kötü durumda olanlara
öncelik tanınarak yapılacak.
6. Muhafız yetersizliğinden veya dikkatsizlikten ötürü
yolda bir zayiat olursa, bunun sorumlusu vali olacak ve kay
bolan miktarın tutarı İngiliz konsolos muavinine geri ödenecek.
7. Eğer İngiliz parasıyla taşman buğday, uygun şekilde
kullanılmaz ya da sıkıntıda olanlara verilmezse, bu miktarın
karşılığı vilayet tarafından konsolos muavinine ödenecek.
8. Buğdayın naklinin İngiliz halkının hamiyetiyle yapıl
dığı memurlar aracılığıyla halka anlatılacak, bunun için emir ve
rilecek.
9. Konsolos muavini, uygun gördüğü zaman buğday nak
liyatını durdurmaya ve kendi hesabına satın almaya yetkilidir.
E k -4
Amerikan M isyoneri Sayın Cham bers’den, Yüzbaşı
E verett'e
Todeveran dilekçesi dolayısıyla 26 Ocakta kaymakama git
tim. Erzurum’dan aldığı şu talimatı okudu : «Pasin’in çok sıkın
418
tıda olduğunu haber aldık; emre göre, her ailenin ihtiyacı ka
dar veriniz ve parasını alınız» diyor. Kaymakam doğal olarak
talimat olm aksızın bunu yapacaktı, nitekim soruşturma ve da
ğıtımı yapmak üzere adam göndermek üzere idi. Halkın söy
lediğine göre her aileye yalnızca 3 gots verileceği vaat edilmişti,
bu miktar bile çok azdı, defalarca söz verildi, fakat yerine geti
rilmedi.
Gerçekten de kaymakam tarafından adam gönderildi. Ama
bu, buğday dağıtmak için değil, vergi toplamak içindi, iki yıl
lık vergi borcu vardı. Zaptiyeler halka çullandı. Kendileri için
en iyi hisseyi, az da olsa hayvanlarının ihtiyaçlarını para ver
meden sağladılar.
Askerler 12 yaşında kör bir çocuğu peşlerine taktılar, bu
nunla beraber onun adına kaymakamın şefaatini sağlamayı ba
şardık, Ekmeksiz, parasız, zavallı ve yardım ile geçinen halk
insafsızca ezilmekte idi. Bir köylü şöyle söyledi : «Bizi hapse
gönderin, orada buradakinden daha iyi yaşarız. Ödeme gücü
müz yok.»
Ocak ayının 27’sinden Şubatın 2’sine kadar 7 günü Pasin
Ovasında geçirdik. 600 millik bir alanda yaklaşık 150 köy var.
Kışın kar, yazın da yağmur ürünü harap etmiş ve ekilenin an-
cak l/8 ’ini alabilmişler. Geçen sonbaharda bir parçacık ürün
alınabildi. Beş köyü gezdik, verilecek bir şeyimiz olmadığı için
yerimize döndük, acıklı hikâyeleri birçok kez dinlemekten ve
yardım isteklerinden usandık.
İchibod’da 60 aile var. 5’i büsbütün yoksulluk içinde. Öte
kilerin çoğunun da birkaç günlük ekmekleri var.
Buraya yakın bir Türk ve Kürt köyünde de 29 aile (270
kişi) yoksulluk içinde, tki aile çocuklarını besleyemedikleri için,
köylüler acırlar ve bakarlar diye bırakıp gitmişler.
Yaghan köyünde 100 aile (200 kişi) yoksulluk içinde, iki
ay içinde 50 aile daha açlar listesine girecektir.
Harsuekar köyü 20 aile; 4’ü çok yoksul.
Ighoo köyü 40 aile, büyük yoksulluk var, sayıları yok. To-
deveran köyü 60 aile, 5 aile yoksul. Bu köyde yeterince buğday
var ve Yaghan ve Komadsor’da eğer hükümet buğdayın satıl
masına izin verirse, halkı beslemek mümkün, ama bunu yap
mayı reddetti. Aslında buğday almak için para gerekli. Buğdayı
az ya da hiç olmayan büyük halk kitlesininse parası yok.
419
Jerason köyü, rakam yok. Bütünüyle yoksul, çok azı dı
şında halkın bütünü şimdi açlık tehlikesiyle karşı karşıya; ne
buğday, ne de para var.
Euzeveran köyü 100 aile, Jerason’la aynı koşullarda. Öteki
bütün köyler, bu ikisinin çektiği sefaletin acısını içlerinde du
yuyorlar. Vali Paşa iki ay önce Euzevcran’a 200 ölçek buğday
için söz vermiş fakat sözünü yerine getirememiş. Ellerinde, hü
kümetin kendilerine hayvan vs. karşılığında 60.000 kuruş bor
cu olduğunu gösteren makbuz var. Bu miktarın 12.000 kuruşu
ödenmiş, üst tarafı reddedilmiş, şimdi kalanın ödenmesi için
yapılan girişim de geri çevrilmiş. Sürüleri Kürtler tara
fından yağmalanmış ve köylere pek az şey bırakmışlardır.
Komadsor köyü 100 aile, 5 aile yoksul; birkaç gün sonra
bu sayı 15 olacak.
Bu köylerden bazıları valiye başvurmuşlar, Vali «ne yapa
bilirim, dağıtacak hiçbir şeyim yok» diye karşılık vermiş.
Aile deyimi 2 ila 50 kişiyi kapsar. Kesin bir sayı ifade et
mez. Bu bakımdan bu ülkede bu konuda kesin sayılara varmak
mümkün değildir. Benim burada verdiğim sayılar, yaklaşık sa
yılardır. Yüksek göstermekten çok, az gösterdim.
Muhtaçların listesi, verdiğim sayıların çok çok üstündedir.
Halka dağıtım yapan Kazak Reşit Beyin 3000 TL. kadar
bir parayla, Rusya’ya karşı olumlu bir hava yarattığını öğren
dik. önceleri Badizhivan’dan çıkarılmıştı. Fakat sonra yeniden
oraya davet edildi ve orada öteki köylerdekinden daha cömert
olduğunu kanıtladı.
Halk, öncelikle İngiliz idaresini yeğler. Ancak Rus eliyle
yiyici ve acımasız Türklerden kurtulma umudu daha fazladır.
Hatta hemen yapılacak azıcık bir para dağıtımı bile birçok
ıstırabı dindirir ve bütün halkın minnettarlığını kazandırır.
F.O. 424/106, s. 195, No. 91 (Ek-91/1, 91/2, 91/3, 91/4)
No. 340
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 235, Çok Gizli
İSTANBUL, 24 Şubat 1880
(Alındı, 4 Mart)
Baker Paşadan bugün aldığım özel bir mektubu sunuyo
rum. Zatıâlinizce ilgiyle okunacaktır. Bu mektubun yayımlan-
420
mamasını rica ediyorum. Kendisi çok kıskanıldığından, benimle
özel olarak mektuplaştığının Babıâli tarafından bilinmemesi uy
gun olur.
Yazdıklarına göre, paşanın yaptığı görev bütünüyle başarı
sız değildir. Baker Paşanın Sultana gönderdiği raporların Ba-
bıâlice engellenmeden ve değişikliğe uğratılmadan doğruca ken
disine gönderilmesini telkin edeceğim.
421
olumsuz etkenler olmasa, hiçbir şey umutsuz değildir. Fakat
bana öyle geliyor ki, hiç olmayan bir gelire karşı sanradan uy
gulanan havale çekme sistemi, vilayetleri en kısa zamanda
umutsuz bir yıkım ve karışıklığa itecektir.
Bu durum böyle sürerken, reformlardan söz etmek bü
tünüyle mantıkdışı bir şey.
Dikkatimi çeken bozuklukları şöyle özetleyebilirim.
1. Çoğunlukla devlet memurlarının rüşvet almaları, bu
suçlan kanıtlansa bile, tekrar hizmete alınabilmeleri ve ilerle
meleri.
2. Gelir kaybı ve vergilerin toplanma sistemi dolayısıy
la halka yapılan baskı.
3. Yol, yazışma ve bayındırlık alanlanndaki büyük ihti
yacın tümüyle ihmali.
4. Halkın eğitimini sağlayabilmek için sistematik bir atı
lımın olmayışı.
5. Etkin bir jandarma teşkilatı ihtiyacı, dolayısıyla ge
nel güvenliğin olmayışı.
6. Doğru bir nüfus sayımının ve hükümetin gözetiminin
olmayışından kaynaklanan karışıklık.
7. İstanbul'daki merkezi yönetimin çok etkili olması.
Bu kötülüklere karşın yine de ülkenin büyük zenginliği
ve olabilecek gelişimi başlatılabilir İyi bir hükümetle sakin
yaratılışlı bu halk, büyük bir refaha götürülebilir. Bütün farklı
dinler arasında bir uzlaşma sağlanabilir.
Mahkemelerle ilgili düzenleme işlemek üzeredir. Ancak
bugünlerde bu iş pek anlaşılmış değil, medeni kanun ve ceza
usulleri arasında uygun bir ayrım yapmak ihtiyacı vardır. Bu
değişiklik, işlerin yoğunlaşmasına neden olmuş, ama rayına
oturduğu zaman eski sistem, büyük ölçüde iyileştirilmiş olacak
tır. Fakat bu sistem, göçebe aşiretlerin bulunduğu bölgelerde
uygulanamaz ve bu noktanın da çözümü gerekir. Kürt aşiret
reisleri ve Halep’te hapiste bulunanlarla ilgili konularda vardı
ğım sonuçlan telgrafla öğrenmişsinizdir. Bunların durumları
farklıdır. İçerisinde asılmaları gerekenler olduğu gibi, hepsi
değilse bile çoğunluğu suçsuz olanlar da var. Ancak bunla
rın yer değiştirmelerinin yarattığı genel etki fevkaladedir Bu
etkinin yok edilmesi, büyük akılsızlık olurdu.
Türk kıskançlığının ne kadar etkin olduğunu biliyorsunuz.
Eğer bu konuyu yeni komisyona havale etmiş olsaydım, Ave-
dies’in yaptıklarını kesinlikle altüst etmiş olurdum.
422
Her nc kadar bir kısmı aceleye getirilmiş ve yanlış düşünül
müşse de, onun icraatının prestijini zayıflatmamak son derece
önemlidir. Bu itibarla, durumlarının ağırlığıyla orantılı olarak
cezalarının yeniden tespiti için mahkemelerinin görülmesiyle
ilgili bütün işlerin Avedies ve komisyonu tarafından yeniden ele
alınmasını hükümete önerdim.
Bu ana kadar sürekli baskı yapılmasına karşın, jandarma
teşkilatı için, İstanbul’dan uygunluğuna ilişkin bir karar elde
etmeyi başaramadım. Gönüllü sisteminin bu işe yararlı olaca
ğı kanısında değilim.
Her yıl silah altına alınanların en iyileri seçilerek jandar
maya ayrılmalıdır. Polislerin maaşlarının yerel idarelerce veril
mesini önerdim. Bu şekil, jandarmaya, dolayısıyla hükümete bi
nen yükü hafifletecektir.
Sait Paşa ile aram çok iyi, yanındakilerden de genellikle
memnunum. Ancak Süleyman Paşanın durumu pek belli değil.
Halep’te Sait Paşa onun çok kötü bir karakteri olduğunu söy
ledi. Halep’ten ayrılacağım gün beni görmedi, özel olarak duy
duğuma göre bir telgraf şifresi varmış ve Sarayla sürekli haber-
leşirmiş. Bu bilgi, buna rağmen gelmedi, ancak bunu bilmeni
zin iyi olacağını sanırım. Chermside birkaç gün önce geldi. On
dan ve Trotter’den her türlü yardımı aldığımı söylemeye gerek
yok. Bunlar gibi ülke içine serpiştirebileceğimiz birkaç düzine
insana sahip olsaydık, çıkabilecek olaylara daha az endişe ile
bakardım. Bir haftaya kadar buradan ayrılarak Bağdat’a, ora
dan da Musul ve Van’a, belki de sizin eski yolunuzdan gidece
ğim.
F.O. 424/106, s. 200-201, N o. 94 (E k 94/1)
No. 341
423
E k : Y üzbaşı E verett'ten, B inbaşı T ro tter’e
No. 8, Siyasi
Erzurum , 20 Şubat 1880
424
Birden fazla köy bütünüyle yokluk içindedir, Luluki’de 3
kişi açlıktan ölmüştür.
Bugünkü durum kısa zamanda daha da kötü olabilir. Bir
çok ailenin yiyeceği ya 15 gün ya da 3 haftada tükenecektir.
Misyonerin söylediğine göre, genellikle Türk köyleri Hıristi-
yanlarınkinden daha kötü olacak.
Şu anda büyükelçiden bir tel geldi. Lady Strangford’ıın
sıkıntıda olanlar için bana 400 sterlin gönderdiğini bildiriyor.
Pasin bölgesinde zor durumdaki halktan bir kısmını kurtarmak
için, hemen bu paradan bir bölümünün kulllanılmasmı öneri
rim. Ancak posta hemen hareket etmek üzere olduğundan, bir
düzenleme yapılamadığı için gelecek haftaya kadar durumu
onlara bildirmeyi erteliyorum
F.O. 424/106, s. 224, No. 103 (E k -103/1)
No. 342
425
farklı bir dini toplum olarak tanınmasının doğru olmayacağı
kanısındayım. Protestan tüzüğüne mümkün olduğu kadar dini
değil, uygar bir karakter vermek benim hedefim olduğundan,
bana öyle geliyor ki, bütün ülkede Sultanın Protestan uyrukla
rının isteğine bu çözüm yolu yeterli gelecektir.
Doğudaki Protestanlar arasında ne kadar az fark olursa,
bu hem din için, hem de bizim politik çıkarlarımız için daha
iyidir.
F.O. 424/106, s. 234, N o. 112
No. 343
426
yardım edememesinden faydalanarak, kendileri açısından olum
lu bir etki yaratmak için ciddi girişimlerde bulunmakta olduk
la rina inanıyorum. Bu nedenle zaman yitirmeksizin bu bölgeye
yetişememekten endişeli idim. Tarafımdan yapılan para dağı
tımının bir ölçüde Rus girişimini dengelediği kanısındayım.
F .O . 424/106 269 - 270, N o. 138
No. 344
Y ü z b a ş ı E v e r e tt’te n , B in b a ş ı T r o tte r ’e
ERZURUM, 20 M art 1880
No. 345
427
Ek : Yüzbaşı Clayton’dan, Büyükelçi Layard’a
No. 5, Siyasi
Van, 11 Şubat 1880
No. 346
428
E k : İstanbul Erm eni P atriği N erses'ten, Büyükelçi
Layard'a
27 M art 1880
Bay Büyükelçi,
Zatıâliniz, Geghi’deki Ermenilere Kürt beylerinin yaptık
ları zulümlerden dolayı olan mahkemeden haberdarsınız. Erzu
rum makamları Kürtlerden yana çalışmaktadır. Bu işle ilginizi
bildiğimden adalet ve insanlık adına bir kez daha müdahale et
menizi, Erzurum makamlarınca mahkeme üzerine yapılan bas
kıyı önlemenizi rica ederim.
F .O . 424/106, s. 279 No. 142, 142/1
No. 347
'429
dolayısıyla doğal olarak geniş bir alanda bu yılkı ürün, Hin
distan’daki kuraklığı andırıyor ve kaçınılmaz bir şekilde kıtlı
ğı getiriyor. Adana gibi bölgelerde ürünün bol olmasına karşın,
ülkenin iç bölgelerindeki kıtlık nedeniyle fiyatlar yükselmekte
ve tatlı bir ticarete yol açmaktadır. İç bölgelerde devlet, hu
bubat ofislerinden daha ucuz fiyatla vermekte ise de uluorta
yapılan bu satışları birer suç gibi niteleyip damgalamak ola
naksız. Oysa gerek devlet hâzinesinin sıkışık durumu, gerekse
vilayetlerdeki sayısız havale ve ödeme emirleri düşünülürse,
yerel idarelerin bundan başka bir şey yapmaları da beklene
mez, Valiler atak davranıp önlemler alsalar da artık çok geç,
sözü uzatmaya lüzum yok. Zatıâliniz, Türk idarecilerinin so
rumluluk yüklenmede ve kendi inisiyatifleriyle teklifte bulun
mada ne kadar akılsız, ne kadar hazırlıksız olduklarını benden
daha iyi bilirsiniz. Diyarbakır Valisi İzzet Paşanın bile, önce
den uyarılmasına karşın, durumu düzeltici önlemlerden ancak
pek az bir kısmını alabildiği hatırlardadır.
Halep ve Birecik arasındaki bölge çıplak, verimli ve ka
labalık nüfuslu bir ovadır. Burada Türkmenler, Arapça konu
şan Türkmenler ve göçebe olmayan Araplar oturur. Sulanabi-
len bir bölge değildir. Batıda Halep, doğuda Fırat ırmakları var
dır ve kuzeyinde Sajur akar. Halep’in batısı ve Şam’a doğru
olan köyler, güneydeki gibi etrafları duvarlarla çevrilmiş top
lu bir şekilde değildir. Çamurdan yapılmış alçak, damı düz
kerpiçten barınaklardır. Tahta bulmak olanaksız olduğundan
güneydeki barınakların her birinde kubbeli bir tavan, küçük
birer oda vardır. Uzaktan bakıldığı zaman kümelenmiş arı
kovanları gibi görünmektedir. Henüz ocak ayında olmamıza
karşın yiyecek ve yem tamamıyla anormal durumdadır. Yaka
cak da zamanında yeterli ölçüde depo edilmemiştir. Çoğunlu
ğu tezekten oluşan yakacak malzemesi., son derece kıt ve de
ğerlidir. Şimdiye kadar hiç görülmemiş ölçüde şiddetli ge
çen kış, bu bölgede yaşayanların alışmadıkları ve deneme
dikleri bir mevsim olmuştur. Bölge sakinleri bu durum karşısın
da şaşkına dönmüşler ve hazırlıksız yakalanmışlardır. Sonuç
olarak da yaşayanların büyük kısmı sıkıntıya düşmüş, hayvan
lar da kışlık yemleri olmadığından birçok yerde tamamen kı
rılmışlardır. Güneyden uzaklaştıkça, çölden gelen haberler
de iyi değildir. Burada da çok sıkıntı çekilmekte olup hayvan
lar telef olmuştur. Geriye yalnızca sahipleri kalmıştır. Halep’e
bağlı çöl kasabası Zor’un Deirand köyünde kıtlık nedeniyle
430
karışıklık olduğunu zatıâliniz de pekâlâ biliyorsunuz. Fırat’ı,
topografik çalışmam dolayısıyla geçip, geri döndüm. Kürtler
ve K ürt-A rap karışımı bir bölgeden geçtim. Burada da Bab
kazasmda olduğu gibi kereste yokluğundan evler kilden yapıl-
miş, kubbemsi tavanları olan arı kovanları gibi. Birçokları ye
re Oyulmuş küçücük odalar halinde, damlan da yukarıda be
lirttiğim biçimdeydi.
Köyler ırmağın batısındakilerden daha küçük. Her biri
iki ya da daha fazla kubbeli 20 üe 30 evlik küçük köylerdi. Bun
lar büyük nehrin batğındakilere göre gözle görünür bir şekilde
çok daha yoksul idiler. Çıplak, ağaçsız dalgalı olarak uzanan
mısır tarlaları ve 200’den fazla köyü bulunan büyük Seruj Ova
sı gibi birkaç yer dışında, az sulanmış bir bölge. Köylülerin
başlıca yiyecekleri tahıl, tereyağı ve su. Sebze son derece az,
bu köylerde mevye ve ağaç yok, oysa batı kıyısında var. Su
ikmali de öyle, orada su genellikle kuyulardan sağlanmakta;
vergi sistemi, miktarı, toplanma şekli gibi konularda kötü ida
renin bütün girişimlerinin yok edildiği izlenimini veriyor. Sü
rüncemede kalan çabalar, ilerlemeler ya da düzelmeler, halkı
öyle bir duruma getirmiş ki, açlık düşünülebileceğinden çok
daha fazla istekle kabullenilmiştir. Yaşayanların yoksulluğu
ve pisliği son aşamaya gelmiş. Burada ocak ayındaki kıtlık,
batıdakinden çok daha belirgindir. Çoğunun ırmağa yakın, si
yah kıl çadırlardan oluşan barınakları var; durumlarının iyi
oluşunu ise yorgan, yastık, giyecek, tava, tencere gibi eşyala
rı gösterir. Çok miktarda koyun ve hayvan sürüleri olanların
zayiatları, orantı olarak, Birecik-U rfa yolunun kuzeyindeki-
lerden de daha büyük olabilir.
Köyler, daha iyidir ve birçoklarının damları, Fırat’ın öbür
kıyısından getirilen ağaçlara dayanan düz damlardandır. Howek,
Milh, Saray, Jallach bunlardan başlıcalarıdır. Bu sonuncunun
200’den fazla evi vardır. Irmağa yakın olan koyun sürüleri, gü
ney yerine kuzeye gönderilmişlerdir. Bunun nedeni, yalnızca
Toroslarda kışlık yerlerin güneye göre şaşılacak ölçüde ılıman
olmaları değil, aynı zamanda alçak fundalıkların, meşe ağaç
larının dal ve yapraklarının hayvanlara yiyecek olmasıdır. Doğu
da durum, Seruj yakınında olduğu gibidir. Şimdi susuzluktan
harap olup, ıssızlaşan, duvarları yıkılmış bulunan Harran ka
sabasında hâlâ eski tarımın ve zenginliğin izleri görülmektedir.
Urfa Ovasındaki köylerin daha iyi olduğu görülür ve tahılları
olduğundan açlık daha azdır. Urfa’da ocak sonunda büyük bir
431
kıtlık ve pahalılık vardı, buğdayın kilesi hemen hemen 400 ku
ruştu ve bu, her zamanki fiyatın 4 katı idi.
Güneyde Mardin’e giden çöl yolu boyunca çölün en ku
zey sınırında da köyler vardı ve bunların az çok tahıl bulduk
ları anlaşılıyordu. Ancak burada da kıtlık nedeniyle kuşkusuz
tahılı pahalı alıyorlardı. Buradaki halkın bir kısmı Kürtçe,
bir kısmı da Arapça konuşuyor. En önemli aşiret hem Kürtçe,
hem Arapça konuşan çoban Millis idi. Bunların Türkmenler-
den geldiklerini işittim, korunma ve çölde otlatma hakkı için
Shamaar Araplarına yeni ödeme yapmışlar. Yılın bu mevsimin
de çöle uzaktan bakınca görünen ve birkaç koyun sürüsünün
dışında oturulamaz bir alan vardır. Siverek üzerinden Urfa’ya
giden kuzey yolu üzerinde oturanların çoğu Kürtse de iki yol
arasındaki bölgede Kürtçe konuşan, çoğu çadırda kır hayatı
yaşayan Kara Keçi aşireti vardır.
Siverek’in güneyi ve bu yol boyunda kullanılan dil, Kir-
manço Kürtçesidir. Fırat’a ve onun kuzeyine doğru Zaza Kürt-
leri vardır, Örneğin Akçadağ, Kâhta, Malatya civan, Gerger
ve hatta Çermik’e kadar nehrin güneyi, yol üzerindeki ve ku
zeydeki köyler yoksuldur ve hemen hemen virane halindedir.
Ancak barmaklar daha geniş, damlar düz ve güneydekilerden
biraz daha iyidir. Doğuya doğru gittikçe kıtlık artmaktadır.
Karaca Dağı geçtikten sonra Diyarbakır Ovasına girilir. Bura
da da köyler kerpiçten yapılmıştır. Açlık ve sefalet geneldir.
Karabahçe, 30 mil doğusu (Siverek’in doğusu) ve Mardin ara
sında Karaca Dağ ve Cebeli Afz vardır. Bu dağlar, Mezopatam-
ya Ovasından 333 m. yükseklikte sarp kayalıklardan oluşan
bir engeldir. Yüksek yerler kireçtaşı ve mermerden oluşan
dar uçurumlarla kesilmiştir ve güneydoğu kısmı hariç, iyi su-
lanmamıştır. Burada çok miktarda çalılık ve bodur meşe ağaç
ları vardır. Bunların sakızları ihraç edilir, meşenin palamudu
da ekmeğe dönüştürülür. Deyrek yakınında Cebeli Afz böl
gesine gelinceye kadar, genellikle evlerine kapanan Ermenile-
rin çoğu Jacobite’dir. Birçoğu silah taşır. Kürt komşularından
çok çekerler, bellibaşlı ağaların bir kısmı geçen yıl sürülmüş
lerdi. Mezopotamya Ovasının kuzeyinde birkaç Hıristiyan kö
yü vardır. Diyarbakır’daki kıtlık ve tahıl fiyatının yüksek olu
şu, ihraç etmek üzere yer değiştirmesinin de yasaklanmamış
olması, ticareti fena halde kösteklemiştir. Kasabada ekmeğin
sabit fiyat üzerinden satılması gibi birtakım kurtarma girişim
leri ve tedbirleri üzerinde durmayacağım. Çünkü Binbaşı Trot-
432
ter size bu konuda doyurucu bilgiler sunacaktır. Diyarbakır’ın
doğu ve kuzeydoğusu aşağı yukarı Siirt’e kadar uzanan alçak
ve büyük bir ova olup, burada Kirmanço Kürtleriyle, Hıristi-
yanlar oturmaktadır. Dicle kıyısındaki birçok köy, bulunduk
ları yerin doğal olanaklarına rağmen ağaçsız, ıssız höyükler top
luluğudur. Burada da büyük bir kıtlık vardır. Kanıma göre şim
di değilse bile, çok kısa süre sonra burası da açlığa mahkûm
dur. Redwan kazasının köylerinden Tul ve öteki yerlerde de
açlıktan ölen olduğu bildirildi. Şubat sonunda Girik, Khop,
Redıvan, Avta, Tul gibi yerlerden geçtim. Atlar için her za
man yem bulabiliyordum. Bunu daha güneyde bulmak müm
kün değil.
Her ne kadar mart sonunda kıtlık daha büyümüşse de, da
ha güneyle kıyaslanamaz. Fakat dağlara doğudan veya kuzey
den yaklaşılırsa çok kötü durumlarla karşılaşılır. Mirfarkeyn,
veya Silvan, şahane harabeleri olan küçük bir kasaba. Bir za
manlar çok ünlü olan bir yerde kurulmuş, şimdi çok zor du
rumda, büyük tarihi geçidi oluşturan kapının hemen güne
yindeki Haini, hâlâ çok kötü durumda ve burada açlık var. Haz-
ru ve Ilıca gibi oldukça verimli bir ovanın başında kurulmuş
olan küçük kasabalar, genellikle o kadar kötü değiller, fakat
buğdayın kilesi 55 kuruş.
Çermik’ten başlayarak Haini gibi yerlerden geçerek Tarsus
eteklerine kadar çekilen bir hat, Dersim dolayında büyük mik
tarda Zazaca konuşan Kürtlerin güney sınırını gösterir. Zaza-
ca ve Kirmanço çok açık bir şekilde birbirinden fark edilebi
len dillerdir.
Dicle’nin güneyinde Midyat bölgesi ve Jcbel Tur (Mons
Masius) vardır. Genellikle ıssız olmakla beraber bu bölgede
sıkıntı eşit bir şekilde değildir. Bölgede Kirmanço Kürtleri,
Jacobite Hıristiyanlar ve Yezidiler vardır. Bir kısım yerler dağ
lık ve kayalık, diğerleri yüksek ve yayla, yeterince verimli yer
lerdir. Sağlanabilen yiyecek şu andaki açlığı önleyebilmektedir.
Oldukça iyi yapılmış barınakları olan birçok köy, ağaçlar ve bah
çeler vardır. Azekh ve Bassabini gibi yerlerde 200 haneden,
yalnızca 20 - 30 aile kalmıştır. Gerisi yiyecek bulmak için Diyar
bakır’a ya da başka bölgelere göçmüşlerdir. Ötekilerin çoğu
ya da bir kısmı birbirieriyle kavga etmekten dolayı kırılmışlar
dır. Mardin Mutasarrıfı Hurşit Beyin saldırılarını, beylerin
baskı ve haraçlarını, ağaların ve soyguncuların davranışlarını
biliyorsunuz. Bu bölgede normal zamanlarda oldukça refah
içinde olan köyler vardır. Ancak şimdi1 buradaki açlık, şim
diye değin anlattığım bölgelerden daha çoktur. Bazı yerlerde
halkın yediği ekmek, kepek ve bildiğimiz üzüm kabuğunun
karışımıyla yapılır. Mardin’de tahıl azlığı ve fiyatın yüksekliği
(kilesi yaklaşık 700 kuruş) öteki yerlerle hemen hemen aynı. Nu
saybin çok kötü durumda. Mardin ve Cezire ikmallerini Diyar
bakır’dan yaparlar, fakat uzaklık ve ulaşım zorluğu Nusaybin’i
şimdiye kadar, kendi kaynaklarıyla yetinmek zorunda bırak
mıştır. Burası bir kasabadan çok yoksul ve sağlıksız bir köy
görünümündedir. Oysa burası, güya Mezopotamya Ovası (çöl)
denen yerin hemen kıyısında kerpiçten yapılmış köylerin bağ
lı olduğu bir merkezdir. Bu köylerden büyük kısmı harap ol
muş veya terk edilmiş, kalanlar ise yıkılanlardan biraz daha
iyi durumda ve bir yanı Jebel Tul’dan Kürtlerle, Yezidilerin
saldırılarına açıktır. Yezidiler, Musul ovalarının barışsever
kabilelerinin tersine, her türlü soygun ve hırsızlığı yapmalarıy
la tanınmışlardır. Araplar geldiği zaman ve Tai Arapları henüz
gelmekte iken, ben Nusaybin’de idim (20 Mart), köylüler,
özellikle Hıristiyanlar çok kötü bir duruma düştüler. Hükümet
koruması ise, ileride sözünü edeceğim, şimdilik boş bir laf.
Şubatta Redwan ve Farkeyn civarında Hassan Kef’ten
geçerken birçok köy gördüm. Bu verimli topraklarda da ya
şayanlar jacobitelerle, bir kısım Ermeniler. Bir zamanlar sa
yıları çok olan Yezidiler şimdi bu bölgede azalmış.
Sassun yüksek arazisine yaklaştıkça Kürtler çoğalmakta.
Doğuya, Siirt’e doğru şartlar Diyarbakır’dan başlayarak daha
da kötüleşiyor. Tahıl yalnızca pahalı değil, az da. Yüksek fiyat
düşlenen fiyattır. Ancak köylülerin büyük kısmının veremeye
ceği bir fiyattır. Onların bütün çabası büyük ölçüde, kış için
sahip oldukları tahılın şimdiden ikmaline bağlıdır, paraları da
tükenmiştir. Siirt’in Kürt kasabasının dışında taş ve beton ya
pılarda, şaşırtıcı bir şekilde Arapça konuşan halk yaşamakta
dır. Yeni gelen mutasarrıf, yumuşak, konuşkan bir adam, Siirt
de şimdi Bitlis’in bir sancağıdır.
Burada bir tabur asker var. Yetkililer, bu taburun ihtiyaç
larını sağlayamadıklarından, buradan başka yere nakillerini is
tediler. Siirt’in doğusuna geçmedim. Bitlis’e ulaşım açık değil
di, ancak, işittiklerime göre dağlık bölgede açlık olduğu kuşku
lu. İran hududuna doğru olan bölge, düşündüğümden de kötü,
büyük olasılıkla Bohtan bölgesinde gördüklerimden de beter.
Bohtan Suyunu geçince Dehe kazası gelir. Buranın Hıristiyan
434
halkı geçen yıl müthiş bir zorbalıkla karşılaştılar, kayıplarına kar
şılık hükümetin resmen ellerine verdiği mazbatalara rağmen bun
ların hiçbiri ödenmemiştir. Bu kazanın ötesinde ve bununla Dic
le arasında, Hacı Bayram ya da Çernak bulunur. Bir tarafında
Amadia ve Tiyan bölgesi, öte yanında da Cezire yer alır. Bu
rası çok dağlık bir bölgedir. Deyr Gul geçidine ulaşan en iyi
boğazdır, etrafı ünlü Bedir Han Bey Kalesinin harabeleridir.
Mevsimden dolayı Bohtan bölgesindeki gezim kesintili idi.
Midyat’ta oturan halk palamut unu, pamuk tohumu, ke
pek, kabuk gibi şeylerden yapılmış bir ekmek yiyor. Yenilecek
lerin başında bu geliyor, bugünkü fiyatı anormal, bir ölçeği 35
kuruş ya da her okkası 3 1/2 kuruş. Pamuk tohumunun okka
sı 2 1/2 kuruş, zengini de yoksulu da sıkıntı içindeler. Zengin
bir köyde yalnızca iki kişi hububattan yapılmış ekmek yiyor
lardı. Çünkü yılın bu zamanında (şubat), örneğin Diyarba
kır’dan bir sal gelmeden önce, Dicle’nin herhangi bir noktasın
da, kesinlikle yiyecek satın alınabilecek bir pazar yeri yoktur.
Bohtan Dağları görebildiğim kadarıyla, ağaçlarla iyice örtülü
değil. Ceviz, kavak ve vadilerde meyve ağaçları bulunur, dağlar
da bodur meşe ağaçları vardır. Köylerdeki evler sıcak ve sağ
lamdır, buralarda oturanlar gittikçe azalmaktadır, daha önce
leri buralardan geçen gezginlerin izledikleri yollarda görünen
köyler ya terk edilmiş, ya da yıkıntı haline gelmişlerdir.
Cezire’de şubat ayındaki kıtlık çok büyük idi; buğdayın
kilesi 1.100 kuruş, pirincin okkası 10 kuruş. Baker Paşanın
temsilcisi olduğundan, sanırım Binbaşı Trotter için mart ayı
na doğru sal seferleri başladı.
Bundan önce ırmağın yukarı kısmında bulunan Hassan
Kef’in batısındaki uzun kayalık boğazda gelenler soyulmuş
lardı, fakat vali bu durumu düzeltmek için gecikmiş olmakla
birlikte önlemler de almıştı. Baker Paşadan öğrenebildiğime
göre çapulculuk alışılmış olaylar olup, bugün yaşanan sıkıntı
ya bağlanamaz. Kürdistan Konsolosumuz Binbaşı Trotter’in ya
zılarından tanıdığınız bu civardaki eşkıya reisi Haju sakin du
rumdadır. Hıristiyanların, onun başı için 100 lira koydukları
haberini aldım.
Cezire’nin aşağısında doğuya doğru ova açılır ve Habur
ırmağındaki adada küçük bir kasaba olan Zacho’ya kadar
uzanır. Bu kasabada çoğunlukla Yahudiler oturur ve civarda
da büyük bir köyleri vardır. Orada da Geldaniler yaşamakta
dır, köyler düz damlıdır, oldukça sağlam fakat çok pis barı
435
nakları vardır. Ova iyi sulanmakta olup verimlidir, pirinç, su
sam vs. yetiştirilir. Dağlarda kuzeye doğru Kürtler oturmakta
dır. Onların ovaya akınları köylerin refahını tamamıyla boz
muştur. Burada oturan Kürtler (Guran) eski bir aileden gel
mektedir, bunların yıkılmış kalelerinin (ki bunlardan biri, ka
rargâhında von Moltke’nin bulunduğu bir kuvvet tarafından
muhasara edilmişti) etrafı, dağlara doğru giden dik sel çukur
larıyla doludur. Van Gölünün güneyine doğru yaylalarından
hareket eden Kocher veya göçebe Kürtler, Kürt - Araplar Şır-
nak gibi yerlerden çöle inerken, bu göçleri sırasında Cezire ile
Zacho arasındaki bölgeyi geçerler. Bu geçişin ne anlama geldi
ğini, zatıâliniz pek iyi bilirsiniz.
Zache’nin güneyine doğru dar, yalçın, sarp dağ engelinin
ilerisinde Musul’un büyük ovası bulunur. Verimli fakat sey
rekçe ekilmiş bir bölge, burada Zacho, Acra, Dohuk, Musul
vardır. Ayrıca çok sayıda Hıristiyan köyleri yer alır, başlıcala-
rı Geldanilerdir. Irmağa daha yakın yerde Yezidi köyleri büyük
büyük kümelenmişlerdir. Bunlar içeriye doğru, hemen hemen
Şeyh Adi’ye kadar uzanır; bu köylerle karışmış olan yarı gö
çebe Arapların kampları ve Arapça konuşan halkın köyle
riyle son bulur. Köyler daha çok düz damlı kerpiçtendir. Dağ
engelinin güneyinde Zacho civarına doğru göçebelerin saldırı
larının uzandığı düşünülmez, acele olarak yaptığım bu ziyaret
ten edindiğim izlenime göre; Hıristiyan köylünün geçimi, Tür
kiye’nin öteki kısımlarında olanlara göre oldukça çelişkili gö
rünüyor diyebilirim. Çünkü burada üst üste gelen saldırılar,
Müslüman ve Yezidilerin hareketleri, dolayısıyla bunların tü
mü, hükümetin etkinliğini azaltan, kötü yönetiminden ve zul
münden çok çekmektedirler. Musul’da da büyük kasabalarda
olduğu gibi halk daha çok tahıl tüketicisi ve satın alıcısı olup
üretici değildir, sıkıntı büyük, çok büyüktür. Musul, Arbela,
Kerkük ve Süleymaniye’de sıkıntı, son aşamaya varmıştır; ye
rel bitkileri ve fiyatları düşünürsek durum, başabaş ise de, Har-
put ve Sivas’ın güneyinde şimdi yolunu bulan buğday, doğal ola
rak eşit miktarda yardım sağlanmasına yetmeyecektir. Her ne
kadar ilk hasat, güney bölgelerini en kısa zamanda kurtaracak
sa da Dicle’den daha uzakta herhangi bir bölgeye hububatın
ulaşması çok güçtür.
Musul’dan daha öteye gitmediğimden, ekilen miktar ve
ürünün ne olabileceği hakkında bir bilgim yok. Bağdat'ın du
rumu, ulaşımdan yoksun yörelerdeki gibi açlığın zirveye var
436
masını doğal olarak önlemiştir. Musul’dan Nusaybin’e kadar
olan, bölge yerleşme alanı değildir. Dicle’nin batısında köyler
varsa da çok azdır. Habur ırmağına yakın, Peischabur’dan ve
seyrek yerleşim bölgelerinden geçen ve Nusaybin’e giden bir yol
vardır, fakat bu yol terk edilmiştir. Bu bölgede kaynaktan ge
len su vardır. Diyarbakır’daki gibi Musul’da da geniş bir ik
mal olanağı olduğuna ilişkin kuvvetli bir önyargı oluşmuştur.
Fakat, mallar çok pahalıdır. Diyarbakır’ın kuzeyindeki Ha
ini’den önceleri de söz etmiştim. Diyarbakır ile dağlar arasında
25 millik ova yoğun bir yerleşim bölgesidir, köyler düz dam
lı, kerpiçtendir. Buralarda oturanlar Kürt ve Ermenilerdir, ge
nellikle Türkçe konuşulur. Piran ve Dibeneh’de, Haini’deki
gibi, büyük bir ihtiyaç vardır. Arghana, küçük bir kasaba olup
halkı karışıktır, her ne kadar fiyatların yüksekliği ve kıtlık
hissedilmeye başlanmışsa da, durumları iyidir. Hemen hemen
aynı büyüklükte olan Palu’da kıtlık vardır, siloya gönderilen
memurlar silahlı çapulcularca püskürtülmüşlerdi. Harput’un
ikmali oldukça iyidir, 55 okkalık bir kile hububatın fiyatı 90
kuruştur. Diyarbakır kilesi 180 okkadır. Harput’ta hububa
tın okkası 2 kuruştur, ekmeğinki de o kadardır. Gördüğüme
ve duyduğuma göre açlık çekilen bölge, batıda Gâvur Dağın
dan Palu ve Muş’a kadar Toroslann güney etekleri boyunca
uzanmakta, oradan kuzeye, Erzurum’a varmaktadır. Örneğin,
Eleşkirt Ovası ve Van, İran sının boyunca uzanan bir şeritte,
söylentilere göre Van’dan Başkale’ye kadar, şiddetli açlık var
dır, her ne kadar Nasturi Dağlarının durumu hakkında kişi
sel olarak bir bilgim yoksa da, bu açlık güneye doğru uzanır.
Amadia, Dohuk, Acra ve Zacho’dan Doğu Kürdistan boyun
ca güneye, Iran sınırına, oradan doğruca çölü kateder (Tai,
Obeida, Shammar gibi yerlerin kayıplarıyla ilgili olarak duy
duklarımı zatiâlinize daha önce iletmiştim). Zor’a ve oradan
da Halep ve Antakya’ya uzanır.
Çöldeki açlık haberleri açık seçik değil, fakat, adamları
Sinjar Tepeleri güneyinde bulunan bir şeyhle yaptığım konuş
madan edindiğim bilgiye göre, aşiretlerin birçoğu kendi yiye
ceklerini kendileriyle birlikte çöle götürmüşler, insanların sı
kıntısı o kadar büyük değil. Bellibaşlı kayıpları hayvanlan,
bu kayıplar ise tek kelime ile çok büyüktür. Her ne kadar bu
nun yaklaşık olarak bile sayısını söylemek olanaksızsa da, bu
nu kişisel gözlemlerime dayanarak söylüyorum.
437
Kasaba halkı da köylüler gibi mantar, kök ve üzüm bul
mak için çabalamaktadır ve bunların, ayakta kalabilmelerine
büyük yardımları vardır. Toroslarda kış o kadar şiddetli değil
dir. Bir bölümünde bir dereceye kadar kış olur ve fakat hayvan
lar güneyde olduğu gibi toptan sıkıntı çekmezler. Bohtan’da
da, kayıplar her ne kadar hatırı sayılır derecede ise de, büyük
hayvan sürüleri gördüm, çok nefis tiftik keçileri, oldukça iyi
korunmuşlar. Hemen bunun güneyinde Musul yakınında, Bağ
dat’tan aşağıya doğru (posta idaresinden öğrendiğime göre) Ce
zire, Mardin, Siverek, Urfa ve Suruç’ta zayiat, yalnızca koyun
ve keçilerde değil, sığır, at ve eşeklerde de var. Posta kulübele
rinde bir tek at kalmamış. Musul’dan sonra oldukça uzun bir
süre yürüdüm, Diyarbakır’a kadar bir tek posta atı bulamadım.
Zaptiyelerin büyük kısmı hayvanlarını yitirmişler, 300 millik
bir gezide, yaklaşık her 20 milde bir zaptiye karakolu vardı ve
bunlardan yalnızca altısı atlı idi.
Şımak’ta; burası bir kazadır, bir tek atlı yoktur. Nusay
bin’in batısına doğru, durum pek o kadar kötü değüdir.
Katırcılardan çoğu batıya giderek ve Halep’te çalışarak
hayvanlarım korumayı başarmışlar. Genel olarak diyebilirim
ki en büyük sıkıntıyı büyük kasabalarda gördüm. Burada hü
küm süren tek şey, doğal olarak yoksulluk. Kasaba halkı tüke
tici, ovadaki köylüler (dokumacı ve sanatkârlar dışında) ise
hem üretici, hem de tüketiciler. Ancak onların arasında bile
büyük ölçüde sıkıntı çekenler varsa da kasabalardakiler ka
dar değil.
Kasabalardaki bu sıkıntıyı, dağlardakiler izler, burada da
üretim çok kısıtlıdır. Halkın çoğu yazın iş aramak için göç et
mek suretiyle yaşamlarını sürdürür, dağ sakinleri müthiş sı
kıntı içindeler. Düşünebildiğimden daha kötüsünü, belki dağ
larda yaşayanlar çekmektedir. Mevsimin çok kötü olması, dağ
larda büyük ölçüde dolaşmama olanak vermedi, daha sonraları
bu halk, daha da fazla çekecek, paralan tükenmiş; önümüz
deki aylarda iş yok denecek derecede az, işgücü ucuz, hayatsa
çok pahalı.
Kış, özellikle ovalarda istisnai bir şekilde şiddetlidir. Mar
tın ortasında Musul’dan ayrıldığım zaman çevrede kar vardı.
Harput Ovasında kış var, çeşmelerden buz parçalan sarkıyor,
tepelerde, hatta caddelerde bile kar var.
Ekim miktarı her yerde değişiktir, fakat birçok yerde to
humun pahalı oluşu, ekimi engellemiştir. Toprak verimlidir.
438
Baştan savma bir ekim sistemi bile, ortalama yaklaşık bire beş
verim verir ki, ekecek buğdayı olana değmez.
Musul’da her zaman ekilen yerin yarısı veya belki yarıdan
fazlası ancak ekilmiştir, güneydoğuya doğru bazı bölgelerde
ise çok daha az ekilmiştir. Zacho Ovasında yaklaşık aynı, fakat
Cezire’ye yaklaştıkça ve bölge yakınında, çok daha az, sadece
1/20; Nusaybin’de 1/5, Midyat’ın birçok bölgelerinde sadece
1/3, Mardin’de belki 2/3, doğuya Urfa’ya doğru yaklaşık ola
rak konuşursak, Halep için 2/3 ve belki Diyarbakır için da
ha az. Bu sayılar, bu işte bilgisi olan Türk valileri, Baker Paşa,
Binbaşı Trotter ve köylüler tarafından bana verilmiştir. An
cak bunlar, geneldir. Yalnız şu konu kuşkusuzdur ki, ekilen
miktarla ortalama verim karşılaştırılırsa, arada çok büyük bir
açık vardır. Darı ve benzeri çabuk büyüyen türden hububatın
bahardaki ekimine büyük bir umut bağlanmıştır; fakat baharın
görünmeyişi, fırtınanın, karın, sisin, buzun sürekliliği ve şid
detli fırtınalar bunu engellemektedir.
Karın yavaş yavaş erimesi ve devamlı buzlaması, toprağı
örten kar tabakasından beklenilen faydalı etkinin önüne geç
mekte ve çok kötü bir donma olayı yaratmaktadır. Mahsul,
şimdi aralık ayındakinden daha kötü durumdadır, saçılan tane
ler kırağıdan kavrulup ölmüş, diğerleri ise hiç büyümemiştir
(Mardin ve Diyarbakır arasında). Teknik görüşler ileri sürecek
bir uzman değilim, fakat edindiğim kanıya göre iyi bir hasat
olasılığı zayıftır. Yağmurlar başladı, ancak güneşli havadan ön
ce 19 gün sürekli esen şiddetli rüzgâr toprağı kuruttu; bu ise,
ürün için çok ciddi bir durum. Martın son haftasında Sinjar
Tepelerinden Nusaybin’e kadar geniş, yaygın ve esmer bir alan
da bir yeşil yaprak görmek bile pek zordu.
Hemen dikkatleri çeken açlık bir yana, gezdiğim yerlerin
büyük kısmı son derece yoksul koşullar içinde. Günleri iyi
geçen, hükümetin baskısı olmayan, haklı şikâyetlerin yapılma
dığı bir tek yer görmedim. Bütün ülke, tüm olanakları ve ta
rıma elverişli bu şahane iklimiyle, bir harabe halinde. İskende
run üzerindeki tepelerden Diyarbakır’a bakıldığında Karaca
Dağda bir tek ağaç yok, yer yer çalılıklar var. Köyler, ağaç
sız ovalarda sadece çamur yığınından oluşan kubbeler halinde
toplanmış; ne çeşme, ne bahçe, ne de sebze var. Kötü yiyecek
ler, kötü giysiler, Halep’ten Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Mu
sul’a; birkaç küçük kasaba, birkaç ormanlı vadi ve dağ köy
leri her yerde aynı. Yol yok, yalnızca eski harabeler, eski köp
439
rüler, harabelerin simgelediği su üstündeki yüksek yol; bir
zamanların anayolu ve doğal damarı olan zengin ve asil bir
toprak şimdi sadece gidişgelişleri sağlayan bir patika ya da bu
yolların daha modern harabesi durumunda. Birkaç yıldan be
ri reformların kısa, meyvesiz hamlesinin sonucu olan içten ve
dıştan yıkılmamış hükümet binası pek ender, yıkılmış köprüler,
harap olmuş kışlalar, viran köyler ve kasabalar, gittikçe aza
lan insanlar, bir göçebe aşiret, fertleri, herhangi bir oranda ken
di miktarlarına göre artıp gidiyor.
Zaptiye kuvvetleri çok kötü bir durumda; Halep’teki re
form edilmiş kuvvetleri işitmişsinizdir. Urfa’da ve onun birçok
bölgesinde sanırım, üç yıldır elbiseleri yok ve bir yıldan fazla
zamandır ne maaş, ne de atlarının yiyeceklerini alabiliyorlar,
hububat kıtlığından erlerinki de bir miktar azalmış.
Diyarbakır’da Baker Paşa, zaptiyeyi de.netledi. Çok kötü
giysiler içindeler, maaş yok; ne disiplin, ne teşkilat var. Anlatıl
mayacak kadar kötü şartlar altında Zor’un bir kazası olan Vi
ranşehir’de erler, maaş, yiyecek bedellerini alamıyorlar, halen
ağızdan dolan toplarla silahlandırılmışlar. Halep ve Diyarba
kır vilayetlerinde genellikle silah olarak karabinalar var, an
cak cephaneleri yok. Mardin, Siirt, Cezire, Midyat, Nusaybin
(silah yok, kılıç var) Nahrvan, Dohuk, Zacho, Tel Adin Se-
miel, Musul da aynı, genellikle 5 ayla, 15 aylık maaşla
rı gecikmiş, kıtlık dolayısıyla hayvanlarla, erlerin kısmen veya
tamamen istihkakları kesilmiş. Musul bölgesinde süvarilerin
çoğunun hayvanlan yok. Bağdat zaptiyesinin üniforması var
ve winchesterlerle donatılmışlar, ancak küçük bir kısmı böy
le; Musul, Diyarbakır, Halep ve Harput dışında kalanları
sivil elbiseli gördüm. Birçoklarının 4 yıldan beri üniformalan
yok. Oldukça uzun süren son gezim sırasında konuştuğum her
zaptiye istisnasız hükümetini ve subaylarını ayıpladı. Yüksek
dereceli subaylar her zaman maaşlarını alabiliyorlar, bundan
başka elbise, maaş ve tayın bedeli gibi konularda erleri soyu
yorlar. Bunlan söyleyenlerin büyük çoğunluğu Türkler ve doğ
ru, mantıklı düşünen insanlar. Bu ülkenin oldukça geniş bir
kesiminde seyahat eden herhangi bir kimseye çarpıcı gelen
ve gözden kaçmayan bir nokta, yalnızca jandarmanın yeniden
teşkilatlanması ve görevinin saptanmasının zorunluluk olduğu
değil., aynı zamanda sayısında da hatırı sayılır bir artışın gerek
li oluşudur. Gerçekte, jandarmanın sayı bakımından yetersizli
ği, iyi askeri karakollar kurmak yoluyla karşılanabilir. Bun
440
lar asker, ama ne jandarma, ne de polis. Atlı erlerin bugünkü
görevleri, postayı taşıma ve koruma, gezginleri koruma, vergi
toplama gibi düzenli yürütülmesi gereken ödevlerdir. Yaya
olan erler de, hapishanelerde gardiyan, hükümet binalarında
muhafız hizmetini yürütürler. Ayrıca bu yaya erler, kasabala
ra muhafız ve resmi görevlilerin hizmetkârlığı gibi işlere veri
lirler. Ancak bu askerlerin sayısı, ülkenin gereksinimlerine gö
re gülünç denilecek ölçüde azdır.
Yerel hükümetin yetkisinin itibari ve gayri ciddi olduğu
hakkındaki kanı, ülkenin bugünkü durumunda, belki de kesin
likle ihtiyaç duyulan güvenin tümden kaybolmasını sağlamış
tır.
Ülkenin birçok yöresinde hükümetin otoritesi, varla yok
arası bir durumdadır. Musul yakınında Semiel, Dohuk, Zacho,
Hacı Bayram, Çermik, hatta Cezire’de kaymakam ve idareci
ler ne vergi, ne asker toplama, ne de devamlı olarak ortaya
çıkan yerel sorunlarla etkin bir şekilde uğraşırlar Olayları hep
hoşgörüyle karşılarlar.
Nusaybin’de de durum aynı, Michad ve Hassan Kef’te as
ker bulunması nedeniyle şimdilik sükûnet var. Siirt ve Cezire
arasında dağlıların, yönetimle alay ettiklerine tanık oldum. Hai
ni ve Palu’da da aynı; Dersim bölgesinin sınırında da bu gibi
olayların uzun zamandır kurallaştığını zatıâliniz de bilirsiniz.
Hükümete lanet eden sadece zaptiye değildir. Suruç yakının
daki Mezopotamyalı köylüler, OsmanlIlardan açık bir şekilde
nefret etmektedirler. Kürtler, Araplar, Ermeniler, Jacobiteler,
Geldaniler hepsi hepsi egemen olan ırktan nefret etmektedirler.
Türkü seven kimse görülmemiştir. İdare etme ruh ve şevkine
sahip olabilmek için sadece onları ezen boyunduruktan kur
tulmalarını beklemektedirler. Türklerde, sınırlı ölçüde de ol
sa, organize ve yönetim gücü veya inisiyatif, cesaret veya birleş
tirme, toparlama gibi niteliklerden hiçbirini göremedim ve daha
önce zatıâlinize arz ettiğim düşüncelerimi tekrar edeceğim.
Kışkırtma ve entrikalarla, İstanbul’dan kaynaklanan neden
ler dışında Osmanlı Hükümetinin, vilayetlerde görülebilecek
herhangi bir iç sorun ile baş edebilmesi için uzun yıllara ihti
yacı vardır.
Donald Kinnear’ın kitabında zatıâlinizin ve başkalarının
çalışmalarında, Kürdistan’da yavaş da olsa bir ilerlemenin hisse
dilir gibi olduğunun kaydedildiği o yıllardan bu yana, maddi re
fahın çok gerilediği görülmektedir.
441
Buharlı gemi ve telgraf gibi yeni buluşlardan hükümet
faydalanmış ve eline oldukça büyük bir ek güç geçmiştir. An
cak korkarım ki hükümet bunu, özellikle kötü idare ve baskı
için kullanmıştır. Buharlı gemi acentalan aracılığıyla bazı itha
latın ucuzlaması, halka hiçbir şey veya pek az şey getirmiştir.
Eskiden halkın, protesto etmek ya da ayaklanmak için bir ara
ya gelmesi, şimdikinden çok zaman alıyordu. Çeşitli konsolos
ların bulunduğu bugünkü durum dışında halk, küçük ıstırapla
rını anlatmak için bile pek az imkânlara sahipti. Müslümanla
rın durumuna gelince, tslamdaki birlik ruhu ve bağnazlık ma
yası, hükümetin ve hocaların elinde, onları konsoloslardan uzak
tutmak için yeterli bir güç idi.
Konsoloslar seyahat ederlerken, Müslümanlar da Hıris-
tiyanlar kadar şikâyetlerini aktarmaktadırlar. Ama yanılmıyor
sam, bir konsolos, Ermenilerin ıstırabını dile getiren 10 dilekçe
veya istek alıyorsa, Müslümanlardan bir tane almaktadır ve ara
daki fark çok büyüktür.
Öte taraftan hükümetin, bir yerde olan ayaklanma veya
kaynaşmayı haber alması önceleri haftaları, aylan buluyordu.
Ama şimdi her an haber alabilecek durumda olması gereken
bir imparatorlukta, coğrafi yapı dolayısıyla kara ulaşımı yok
luğu bir an önce çözümlenmeli. Aksi halde çok ciddi sonuçlar
doğabilir.
Hükümetin ayaklanmalan ilk aşamasında bastırmadaki
uyuşuk davranışı, olayı yapanların istedikleri gibi genişletme
lerine olanak vermektedir. Son olarak başlık parasıyla ilgili ol
duğu gibi, bu önlem öğütlenebilseydi, kuşkusuz birçok bilgili
hâkim uzun süre ıstırap çeken halkın buna daha fazla taham
mül edemeyeceklerini ilan ederlerdi, fakat şimdiye kadar hay
ret verici bir bekleyiş yeğlendi.
Türkiye’deki halkın olaylarla ilgili bilgisizliği çok büyük
tür. Son birkaç hafta içinde Türkiye’nin Rusya ile şu anda
savaşta olup olmadığı hakkında bile köylülerin sorularıyla kar
şılaştım. Kamuoyunun varlığından söz edilemez. Bunun oluş
masında, yön vermede ve gelişiminde basının etkisi, belki
Ermeniler arasındaki hariç, çok az hissedilir. Bütün ga
zeteler hükümetin kontrolü altındadır. Herhangi bir gezgi
nin yalnızca 40.000 veya 50.000 kişilik bir kasabaya geLen çok
az sayıdaki postayı görmesi, modem basımn olağanüstü gücün
den kamuoyu oluşturmada ne kadar az yararlanıldığını anlama
sına yeter. Köylerde gazete pek ender okunur. Eğer ulaşım
442
iyi, eğitim daha yüksek ve daha yaygın olsa, basınla kamuoyu
oluşturulsa ve Doğulu herkes teker teker gazete okumaya düş
kün olsaydı, genel memnuniyetsizlik ve hükümeti beğenmeme
o kadar büyük olurdu ki, ya hükümet kökünden ıslah olurdu,
ya da yıkılırdı.
Türkiye, No. 23 (1880), s. 183-190, N o. 99/1
No. 348
443
Toprakkale’deki Ermeni komitesi, Eleşkirt bölgesinde 300
scmar buğday olduğunu ve satın almak istediklerini bildirdi.
Onların arzusuyla bu konuda vali ile görüştüm. Vali, bölgede
bu kadar buğdayın bulunamayacağmı, çünkü epey önceden
mevcut buğdayın satılması veya fakirlere dağıtılması emri
verildiğini açıkladı. Vali bu işin yapıldığından pek emin görün
müyor, ama eğer bir miktar dağıtım yapılmışsa, valinin niyeti
nin Sultanın uyruklarından sadece Ermeni kesimi arasında da
ğıtılacak hükümet buğdayının satılması olmadığı gayet açıktır.
Hıristiyanlar için gelen bu paranın, Müslümanlar üzerin
de kötü etki ve memnuniyetsizlik yaratacağı kuşkusuzdur. Va
li haklı olarak bu işin yaratacağı sonuçlardan sorumludur. Hal
kın Türk kesiminde meydana gelecek kötü etkileri karşılaya
bilmek için, komitenin, İstanbul’dan haklı olarak 1000 sterlin
istediğini biliyorum. Eğer bu zamana kadar açlık çekilen böl
geyle ilgili bir yanıt almabilseydi, Ermeniler ülke için iyi bir
şey yapmış olacaklardı. Bununla beraber İstanbul’daki liberal
hava, ıstırap içinde olan Müslümanlara sarf edilmek üzere bir
miktar paranın komitece harcanmasına ne yazık ki yetki ver
memiştir.
Buradaki komitenin bağımsız iki hareketi, komite tara
fından valiye bildirilme nezaketi gösterilmediğinden, hem va
liyi, hem de hükümeti büyük ölçüde öfkelendirmiştir. Bu, kuş
kusuz yetkililerin Ermenilere daha çok kızmalarına neden ola
caktır. Paranın sadece bir tarafa dağıtılması, iki ırk arasındaki
düşmanlığı arttıracak ve bu büyük bir üzüntü yaratacaktır.
Buradaki büyük ulaşım masrafı, bölgelere hükümet buğ
dayını göndermekten beni alıkoydu. Valiye, İstanbul’dan olum
lu karşılık alınmazsa, hazırlayacağım talimata bağlı olmak şar
tıyla, Eleşkirt’te en fazla ihtiyacı bulunan Müslüman ve Hı-
ristiyanlara verilmek üzere, az miktarda buğdayın şevki için
kendisine derhal para verebileceğimi söyledim.
Geçen ayın 20’sindeki yazımda sözü edilen şehirdeki göç
menlere yardım komitesi kurulmuştur. Geçen hafta içinde çok
sayıda ev incelendi, gelecek pazartesi ilk ekmek dağıtımını ya
pacağımı umarım. Yoksulluk içinde olan her ırktan yerlilere
de ikinci dağıtımı yaptım, Pasin’deki bazı köylereyse ikinci
kez yardım yaptım ve birçoklarına da arpa dağıtıldı.
Burada sıkıntı artmaktadır, hemen hemen bütün köylü
ler yardım istemeye başlamışlardır. Mevsimin gecikmesi ıstırabı
arttırmakta. Her yer hâlâ karla kaplı, kapalı yerde bile ter-
444
momctrc don noktasını aşmıyor, geceleyin ısı fahrenaytın sı
fır noktasından da aşağıya düşüyor.
F .O . 424/106, s. 339-.340, N o. 152/3
Türkiye, N o. 23 (1880), s. 145 -146, N o. 73/1
No. 349
448
No. 350
449
Yahudi 280
Çingene 262
Müslümanlar dışında genel toplam 168.501
Toplam erkekler 449.241
Toplam nüfus 1.347.723
Çeşitli ırkların kökenleri inanışlarına göre ayrılır. Müslü
manların büyük çoğunluğu, 1344-45’te Ankara’yı Bizans’tan
aldıktan sonra Bursa’da hüküm süren Sultan Murat’ın asker
lerinin soyundan gelmektedir. Ermenilerin durumu ise, 15. yüz
yılda Doğudan göç edenlerin sonucudur. Bunlar da Romen Ka
tolik ve son zamanlarda Protestan olarak bölünürler. Romen
Katolik ailelerinin ileri gelenleri Sultan Murat zamanında
1830’da İstanbul’dan sürüldüler. Zenginlikleri, zekâları ve Av
rupa ile ticari ilişkileri şehrin refahına büyük katkıda bulundu.
Sonradan Roma tarafından yönlendirilen Yahudilerin canlı pro
pagandaları, hatırı sayılır ölçüde başarılı olmuşsa da sonraki
yıllarda üstünlüklerini kaybetmişlerdir. Avrupa’daki Katolik-
ler de biri eski, biri yeni olarak bölündüler. Bu ayrım, dışarıya
karşı gidcrildiyse de birbirlerine karşı kinleri sürmektedir ve
dinden döndürmelerin de artık başarılı olmayacakları sanılıyor.
Protestanlık, son 28 yıldır Amerikan misyonerlerinin gösterdik
leri çabaların sonucudur. Her ne kadar sayı olarak azsalar da
toplum olarak öteki Hıristiyan mezheplerinden daha iyi eğitil
mişlerdir, daha doğrucu, daha dürüsttürler ve hızla sayıları,
nüfuzları artmaktadır. Ortodoks ya da Gregorian Ermeniler bir
toplum olarak bilgisiz, yoksul, batıl inanışları olan, ancak diğer
tarikatlardan daha çok dinlerine bağlı kimselerdir. Küçük Ya
hudi topluluğu genellikle sarışındır, bozuk bir İspanyolca konu
şurlar. Kökenleri Iberya adasıdır. Birkaç Çingene aşireti de
gelir giderler, bunların kökenleriyse, Avrupa’da olduğu gibi sır
dır.
Bütün ırkların toplamı gösterilmiştir. Vilayetin ayrıldığı
dört sancağın her birindeki sayı aşağıda belirtilmiştir:
Müs. E rm . K ato. P rot. Yunan Yah.
Ankara Sancağı 558.534 11227 10.719 147 3.135 840
Beypazarı, Sivrihisar
Ayaş, Nallıhan, Istano
(1022 köy)
Yozgat sancağı 304221 34.473 288 10.554 762
(898 köy)
450
Kayseri sancağı 166.962 54.060 1.236 1.639 37.944
(180 köy)
Kırşehir sancağı 149.302 558 — — 972
(369 köy)
Toplam 1.179.019 100.368 12.055 2.074 52.605
Genel Toplam 1.347.723
Sancaklardaki hane sayıları aşağıda gösterilmiştir. Bun
lara bakarak yapılacak bir hesaplama, ya da değerlendirme ya
nıltıcı olabilir. Bu bakımdan «müsakkafat» denilen, dam ya da
kapısı olan barınak anlamına gelen (yılın beş ayında oturulan
bahçe evleri, han, kervansaray, kahvehane, dükkân, hamam,
kümes, depo, değirmen, ahır ve inek ağılı vs. kapsar) yerler
sayılabilir. Bunlardan bazıları, örneğin han denenler, öteki iç
lerinde sürekli oturulan evlerden daha kalabalıktırlar. Türk is
tatistikleri ne yazık ki, ayrıntılı bir tasnif yapmaksızın yalnız
ca ev ve öteki binalar diye göstermiştir.
Bizzat san Sancağa bağ
caktaki lı yerlerdeki Öteki
ev sayısı ev sayısı binalar
Ankara 4.823 64.080 132.549
Yozgat 2.671 42.755 273.957
Kayseri 8.137 33.464 259.485
Kırşehir 1.282 16.338 139.300
Toplam 16.913 156.637 805.291
Ankara’nın özel sanayii bütünüyle tiftikle ilgilidir. Hatırı
sayılır çokluktaki tiftik keçisinin tüyleri eğrilip, taranır, do
kunur, halı haline getirilir, çorapların yanına süs için kullanı
lan parlak kumaşlar ile yerli kadın entarisi ve erkekler için
yazlık entarilerde kullanılır. Daha kalını, hepsi erkekler tara
fından dokunur. Kumaşlar işlenir, özel bir şekilde boyanır,
boyayı yapanlar hâlâ eski biçimde bitkilerin renklerine bağlı
dırlar, bunlar her ne kadar modern anilin boyalan gibi parlak
değilseler de daha dayanıklı boyalardır.
Güneybatıya doğru 120 mil uzaklıkta bulunan Kırşehir’de,
Avrupa’da Türk halısı diye tanınan halı ve kilimler dokunur.
Bu işte çalışanlar sayı olarak azdır. Çünkü kasaba, tamamen
Anadolu’nun ortasmdadır ve Hıristiyanlarla Müslümanların
hangi işleri yapacakları, hangilerini yapmayacakları gelenekler
le, yazılmamış yasalar halinde hâlâ sürüp gitmektedir. Genel
451
likle halkın Müslüman kesimi toprağı işler, ürünü depolar,
otları balyalar, Hıristiyanlar da ihracat, mal mülk sahibi, sar
raf, bakkal, vergi toplayıcısı gibi işlerle uğraşırlar.
Çeşitli din mensuplan arasındaki bu ayrım, o kadar ke
sindir ki bir Türkün kendi hesabına ticaret yaptığı duyulma
mıştır. Bir Hıristiyanm da kendi elleriyle toprağını sürdüğü çok
enderdir.
Çeşitli çalıştırma yolları incelendiğinde, ilkin resmi ma
kamlar, Türkler arasında birinci sınıfı oluştururlar. Ankara
il merkezi olduğundan, dolayısıyla hükümet binaları burada
bulunduğundan, ayrıca genel vali de burada oturduğundan bu
sınıf, gerektiğinden çoktur. Yalnızca görevde olanlar değil, bir
görevi olup da görevleri sona erenler, yeniden çalıştırılacakları
nı umut edenler; henüz bir görev almamakla birlikte bunun
için can atanlar; bütün bunlar, hocalar, öğretmenler, öğren
ciler, onlara bakan hizmetçiler, yardımcıları; mahkemeleri,
hükümet binaları ve ona giden anacaddeleri dolduran kalaba
lık, bu sınıfı oluştururlar. Bunun arkasından gelen halk sınıfı
nı da yerleşik toprak ve çiftlik sahipleri, at ve sığır simsarları,
hububat ve un tacirleri, kasabanın mahsulü ile ilgili perakende
ciler, kasaplar, fırıncılar, meyve satıcıları, sebzeciler, süt ürün
leri satanlar, bakkallar, baharatçılar, urgancılar, oduncular,
kömürcüler oluştururlar. Bu son sınıfın genellikle sermameyi
sağlayan ve muhasebeyi tutan Hıristiyan ortaklan vardır. Özel
likle, Türk el sanatkârları şunlardır: Ayakkabıcılar, nalbantlar,
demir ve bakır işçileri, katırcılar, su satıcıları, hamallar. Ko
misyoncu ve kabzımal olarak bir hayli Hıristiyan vardır, bun
lar köylülerin ürünlerini toplarlar, komisyon alarak ya da kâr
larına ekleyerek kendileri satarlar.
Uzmanlık isteyen sınıflardan başka Hıristiyan toplumu
şunları da kapsar : Din adamı, avukat, doktor, bölgede üreti
lenleri alıp satan, gönderen toptancı tüccarlar; bunlar tiftik, ko
yun yünü, tuzlu deri, post, afyon, sakız, sarı çilek gibi mallar
alır satarlar. Bu işlerde oldukça çok sayıda tiftik ve yün temiz
leyicileri çalıştırılır. Komisyoncular, kâtipler ve yardımcıları,
toptancı ve perakendeci ithalat tüccarlan, bunlar da Manches-
ter basması, Glasgow şalı ve müslin, biçer, Birmingham silah
ları, Wolverhamton madenleri, kaba Ingiliz tabak ve camları,
Fransız ve Avusturya elbiseleri, müstemleke mallan, kahve,
şeker, tütün, akaryakıt maddeleriyle ilgilenirler.
452
Tüccarlarla sanayiciler sınıfı arasında bir sınıf olarak anı-
lamayan ve arada geçinen bir topluluk vardır ki, bunlara sar
raflar, tefeciler, âşâr toplayıcıları, vergi toplayıcıları, müzayede-
ciler eklenebilir.
Sıradan ticarete gelince bunlar da taş duvarcılar, mermer
kesicileri, inşaatçılar, işçiler, marangozlar, boyacılar, camcılar
ince iş yapan marangozlar, dokumacılar, boyacılar, aşçılar ve
hazır elbisecilerdir. Türk ve Hıristiyanların yaptıkları birkaç
küçük iş de terzilik, ayakkabıcılık, gümüşçülük ve süs eşyası
yapımı gibi şeylerdir. Aradaki fark şudur ki, Türkler özellik
le Türklere özgü işleri, Hıristiyanlar da tamamen Avrupai ya
da alafranga denilen işleri yaparlar.
Burada oturan çok az yabancıdan bir kısmı ticaret, acen-
talık, hekimlik ve eczacılıkla uğraşırlar.
Ankara’da fabrika adı verilmeye değer bir şey yok. Bura
nın bütün özel sanayi evde ve elle yapılır, imalatta ne buhar,
ne de su gücünden henüz faydanılmamaktadır. İhtiyaç duyulan
makineleri, en yakını 300 mil uzaktaki limandan katır veya de
ve sırtında buraya getirebilmenin olanaksızlığı şimdiye kadar
kanıtlanmıştır. Eğer ulaşım sorunu çözülebilirse, pek az kuşku
ile söylenebilir ki, fabrika sanayi için Ankara’nın yeri olağan
üstüdür. Ankara başlıca yiyecek maddeleri için merkezi bir pa
zardır, su gücü vardır. Bu çeşit bütün işlere kendilerini çabu
cak uydurabilen ve kolay öğrenebilen Hıristiyan halk için bu,
uygun bir uğraşı olur.
Ankara, bütünüyle hâzineye ait olan ve son yıllarda terk
edilen her çeşit maden bakımından zengindir. Bunların baş-
lıcaları gümüşlü, demirli kurşun, Akdağ demir filizi, Mihalıççık
bakır filizi, Mihalıççık lekeci toprağı, Lekele, Yozgat yakının
da kaya tuzları.
Lekeci toprağı ile kaya tuzları hükümet tarafından yerel
sermayedarlara bırakılmıştır. Osmanlı Bankasının gayretiyle
başarıyla çalışmaktadırlar. Nerede lekeci toprağı, tuz gibi olan
maddelere mahalli ihtiyacın talebi varsa, maden teşebbüsçü-
leri bu yerlerde işe girişebilirler. Bu filizlerin eritilecek yerlere
ulaştırılmaları da oldukça zordur.
Halen ücretler şöyle: Vasıfsız işçiler için günde 10 kuruş,
«beşlik» ya da 1 şilin 6 peni; vasıflı işçiler için günde 15 ku
ruş ya da 2 şilin 3 peni; yüksek vasıflı işçiler İstanbul’dan
veya Avrupa’dan sağlanabilir yevmiyeleri bir mecidiye veya 3
şilin, 3 peni; tiftik temizleyicileri günde 1 şilin 9 peni alırlar.
453
Yiyecek, giyecek vasfı ve günlük yaşama tutan, bu kişi
lerin imkânları ve kaldıkları yere göre doğal olarak değişir.
Bunda kişinin bağlı olduğu din ve toplumun da etkisi vardır.
Her şeyden önce en alt tabakadan Türk köylüsünü ele alalım;
giyimleri çok basittir, pahalı cinsten değildir; yaz kış gri ya
da boyanmamış pamuklu çamaşır giyerler; üstüne giydikleri de
özellikle Türkiye için Manchester’de yapılmış kabaca süslen
miş pamuk basmasıdır. Kışın üstlerine bir pamuklu elbise gi
yerler. Bu kıyafet erkek ve kadın için aynıdır. Kadınlar buna
ek olarak yalnızca gözleri açık kalmak üzere başları ve yüzle
rini kalın bir müsün örtü ile örterler. İki cins arasında giyim ba
kımından başka fark yoktur. Düğünlerde ya da bayramlarda
her iki cins, Halep ve Bursa’da bu maksatla dokunmuş yerli
örgü kaba, ipek bir elbise giyerler. Kasaba ve şehirlerde hali vak
ti iyi olanlar bu tür giysi olarak, kürklü atlas astarlı bir aba gi
yerler, bol ve yerleri süpürecek kadar uzun yapılmıştır. Bu at
las ve parlak kumaşlar çok pahalıdır, parçası 10 ya da 40 sterlin
dir. Ayrıca büyükler, zenginliklerini göstermek için düğün ya
da bayram süresi içinde bunlardan değişik değişik giyerler.
Baş için, her iki cins ve mezhep, genellikle kırmızı bir kep ya
da fes giyerler, fark şuradadır : Hıristiyanlar yalnızca fes gi
yerler, Müslümanlarsa fesin üstüne beyaz ya da renkli bir tür
ban sararlar. Kadınların giydikleri fes, erkek fesinden daha
küçüktür ve daha uzunca bir püskülü vardır. Siyah ve renkli
bir bot kıyafeti tamamlar. Müslümanların botları yumuşak de
riden ve bacağın orta yerine kadar yapışık, dış tarafı kaba bir
malzemeden yapılır. Son zamanlarda Hıristiyanlar Avrupa bot
larını kabul etmişlerdir, dış tarafı deri galoş evin içinde ya da
bir büyüğün yanında iken kolayca çıkarılabilmesi için bir yayla
sıkıştırılmıştır.
Büyükler için köylünün giydiği elbiselerin fiyatı 35 ya da
40 şilindir. Kullanılan malzeme çok kabadır, üstelik sağlam
değildir. Bolluk olan yıllarda her 6 ayda bir yenilenmesi gere
kir, kış için üzerlerine aldıkları pamuklunun fiyatı için de 8
ya da 10 şilin eklemek gerekir.
Geçim düzeyi Avrupa’ya göre çok düşüktür. Ama Anka
ralInın masraflarını hesaplamada, tamamıyla başka bir yol kul
landığını görürüz. Her aile ya miras yoluyla, ya da bizzat sa
tın aldığı, ya da inşa ettiği bir kasaba ya da kır evine sahiptir.
Bu basit, belki bir penceresi, damı bile olmayan bir barınak
olabilir, fakat yine de otururlar ve kendi evleri olduğu için ki
454
rası da yoktur. Kırsal bölgedeki evin muhakkak 40 ya da 80
dönümlük asma, meyve ağaçlan, kavun ekilen küçük bir top
rak parçası ve sebze bahçesi vardır. Bunlardan üretilenler eve
yardım eder ve dış harcamayı azaltır. Bundan başka, şehirde
oturanların hepsinin civarda ya bütünü ya da bir kısmı ken
disine ait çiftliği vardır. Böylece kendi buğday ve arpasını ye
tiştirir. Çoğunlukla kendi tavuğunu, koyununu da besler. So
nuç olarak orta sınıfa mensup rahat bir kimse, yılda 40 ya
da 50 şilinle yaşamını sürdürür, fakat bu sadece elbise, kahve,
şeker tütün ve hizmetçi ücreti gibi lüks ya da yabancı mallar
içindir.
İklimin güzel olmasından ev eşyası masrafı da az bir şey
dir. Bu ev malzemesi bir yatak, birkaç yerli halı ve mutfak eş
yasıdır. 12 ayın 9’u devamlı ılık ve güneşlidir; böylece yaşam,
yılın 3/4’ünde açık havada sürdürülebilir. Sadece kısa ancak
şiddetli kışta barınak ve ısınmak için ateşe cidden ihtiyaç var
dır.
Kısacası, tatlı bir iklim ve verimli toprak dolayısıyla, her
ne kadar hayat şartları oldukça kolaysa da bu ülkede üretilen
yiyecek maddeleri için ev masrafı belki yüzde 50’dir. Avru-
pa’dakinden daha azdır. Avrupa mallarının fiyatı, katır ve de
ve sırtında yapılan ulaşımın maliyeti ve riski dolayısıyla yüzde
25 daha pahalıdır.
Ankara’da yetişen bir erkek, yaşam için gerekli olanların
hepsini sağlayabilir ve biraz da lüks denilen şeyleri (örneğin
kahve, şeker, tütün), günde 1 şilin 2 peniye edinebilir. Belli-
başlı giderlerin en büyük kalemlerinden en ağırı unutulmamalı
dır; bu, vilayet ve devlet vergileridir. Bu, para olarak yılda
adam başına 2 sterlin ya da üretimin 1/10’udur.
Hıristiyanlar için bu, her ne kadar bir dereceye kadar gö
nüllü bir katkı ise de, kendi giderlerine ek olarak toplumlarma
ait kilise ve okullarını da desteklemek zorundadırlar; bu des
tek, her yetişkin erkeğe ortalama 1 sterlin -I- 10 şiline mal olur.
Toplumsal giderlerinin tümünü ödemeye gücü olmayanları ve
ya isteksiz olanlan mecbur edecek önlem ve araçlar yoktur,
böylece ödeme güçlüğü içinde olanların yükü, imkânı olan ya
da daha çok bağışta bulunabileceklere bölünür; sonuçta bu yük,
adam başına 2 sterline mal olur.
F. O. 424/106, s. 306, N o. 151, 151/1
Türkiye, 23 (1880), s. 121 -125, N o. 72, 72/1
455
No. 351
4S6
nedenleri vardır. İngiliz nüfuzu Küçük Asya’da gitgide arta
caktır. Halbuki Rusya’dan böyle bir yardım umudu pek azdır.
İngiliz liberal partisini yüreklendirerek, Mr. Gladstone, «Hı
ristiyanlığın Savunucusu» sanını almalı, Ermeni yanlısı yeni
bir hükümet elde etmek için Hıristiyanlık üzerine bir anlaşma
yapılmalı ve Hıristiyan bir ulusu kurtarmak için reformların
yapılmasına gayret sarf edilmeli ifadesi, uygar dünyanın göz
lerinde şaşkınlık yaratmamıştır.
Bulgaristan’da ve Doğu Rumeli’nde yapılan işkencelere
Avrupa'nın sakin kalışım Müslümanlar bile hayretle karşıla
dılar. Bu işkencelerin kahramanı, ya da bir tropman ayıplan
malıydı. Avrupa’da bile yüksek düzeydeki kişiler bu susuşu
hayretle karşıladılar. Oysa bugünlerde hepsinden daha garibi,
Ermenilerin şikâyetlerinin bir Hıristiyan ulus olmaları etkeni
ne oturtulmuş olmasıydı. Bu medeni âlemde, Hıristiyan olma
yan ırkların, özellikle Müslümanların korunmadan yoksun bı
rakılmalarına ait bir prensip mevcut mu?
«Doğulu Devlet Adamı»nın amacı, Hıristiyanlığı tek doğ
ru din olarak sunmak ise, o bir görüşten doğacak zararları dü
şünmeyi durdurmalıdır.
İngiliz dominyonlarında Hıristiyanların oranı yalnızca 1/6
olmasına karşın, «Hıristiyanlığın Savunucuları» sanını gerçek
liberallerin kabul edebileceklerini sanmıyoruz.
Ermeniler lehine olarak denilmelidir ki, Ermeniler Osman
lI imparatorluğuna sürekli bağlılıklarını göstermişler ve ke
sinlikle Türk arkadaşlarını, vatandaşlarını soymak ve onlara
kötü muamelede bulunmak gibi bir istek göstermemişlerdir.
Evet, Ermenilerin bize iyi davranış ve itaatlerinin samimi ka
nıtlarını verdikleri doğrudur. Bu konuda onlardan şikâyet et
mek için hiçbir nedenimiz yoktur.
Fakat onların adına fikir yürütmenin anlamı nedir? Er
meniler, kendilerinin Bulgar ve Doğu Rumelilerden üstün ol
duklarım düşünüyorlar. Fakat Bulgarların yaptığı gibi reform
istemiş olmakla pişman olmayacaklarını AvrupalIlara açıkça
anlatmalıdırlar.
Bulgarlar da yüzyıllarca Sultanın hükümetine sadıktı
lar ve Osmanlı askerleri çekilirken bile onun düşmanlarına
karşı duruyorlardı. Bunun aksine, Ermenilerden yana, böyle
cesur bir davranıştan söz edilemez. Son felaketli olaylara ka
dar, Bulgarlar, Müslüman arkadaşlarını, vatandaşlarını, asla
soymadı ve onlara kötü muamelede bulunmadı.
457
Ermeniler, Kürtlerin gaddarlıkları üzerine hikâyeler an
latırlar, 150 Ermeni kızına tecavüz edilmesinden, hükümetin kö
tü idaresinden yakınırlar. Bu ifadelerdeki gerçeğin açıklanmasını
gerekli görmüyoruz. Fakat biz, «Doğulu Devlet Adamı»mn
Ermeni ulusu ile ilgili olan bütün yayınlarında farkına vardı
ğımız kötü niyetli ruhuna işaret etmek istiyoruz.
Ermeniler, İmparatorluğun merkezinde yaşamalarına kar
şın Doğu Rumeli gibi bir orduya sahip olmak istiyorlar. Eğer
silah taşımak genelleşirse ve otorite bu derece düşerse, «Do
ğulu Devlet Adamı» yanlış olarak, Asya’da olmayacağını san
dığı bir katliamın olmayacağını acaba nasıl garanti eder?
Biz, Ermeniler lehine reformlar başlatmaya hiçbir şekilde
karşı değiliz, fakat onların arzularını gerçekleştirmek için do
ludizgin girişimlerinin yarattığı tehlikeye de gözlerimizi yuma
mayız. Eğer Kürtlerin kötü davranışlarından yakınıyorlarsa,
hükümetin vilayetlerde düzeni en iyi bir şekilde koruması bi
zim en içten arzumuzdur. Eğer vergi toplayıcılarının yolsuzluk
larından yakınıyorlarsa, bu adamların atılacağını ve yerini
iyi bir teşkilatın alacağını temin ederiz.
F. O. 424/106, s. 352, N o. 159, 159/1
No. 352
458
Ermeniler bu kasabadaki yoksul soydaşlarını kurtarmak
için büyük çaba harcıyorlar, ikinci bir liste hazırlanmak üzere,
sanıyorum ki 300 TL. daha şimdiden toplanmış.
F. O. 424/106, s. 365, N o. 16S
No. 353
459
fından ezildiğini Avrupa’ya yalan haberlerle anlatmaya çalışmış
olması dolayısıyla, bu gazete resmen yayından kaldırılmıştır.
F .O . 424/106. s. 360 A, B. N o. 164, 164/1
No. 354
460
da yorumladı. Sultan, büyük ölçüde endişelendi. Bununla bera
ber eğer Sultanın herhangi bir Avrupa devletine yakınlığı var
sa, bu devlet İngiltere’dir, kendisinin Kraliçeye ve kraliyet aile
sine bağlılığı vardır, amcası, Abdülaziz’le İngiltere’ye gittiği za
man kraliyet ailesinin gösterdiği incelikten dolayı şükranlarını
ifade eder. Kendi ve ülkesinin çıkarı için İngiltere ile uzlaşmak
zorunda olduğuna ikna edilmiştir.
Çeşitli ırk ve dinlerden oluşan bu geniş imparatorlukta
bir kamuoyu düşünmek çok güçtür, muhtemelen bizim anla
dığımız anlamda yoktur. Eğer varsa, bu İngiltere’den yanadır.
Her yerdeki Müslüman halk ve belki Romen Katolikler dışında,
Hıristiyan toplumu, kötü hükümet ve zulüm dolayısıyla İngil
tere’ye korunmaları için yönelirler, onun nüfuz ve yardımıyla
kendilerine adalet, rahatlık ve refah getirecek reformların ya
pılmasında ona güvenirler. Ermeniler Kıbrıs Antlaşmasıyla yü
reklendiler ve reformların hemen yapılması için İngiltere’ye
bakmaya başladılar. Bunların hemen yürürlüğe girdiğini görme
yince de düş kırıklığına uğramaya başladılar. Erzurum, Van ve
Diyarbakır konsolosumuzun raporuna göre Rusya, bu düş kı
rıklığından yararlanarak, Türk Asyasma ileride el koymak ve
sonra da ilhak etmek için, bu bölgelerde oturan Ermeni top-
lumunu himaye ve yardım için onları kendisine çevirmek is
temektedir.
Konsoloslarımızdan aldığımız raporlar Asya’daki Türk vi
layetlerindeki durumu, kötü idareyi, rüşveti, Türk idarecilerinin
iktidarsızlığını, Müslümanların da Hıristiyanların da çektiği
ıstırapları ve birçok yerde sürmekte olan anarşiyi bütün ay
rıntılarıyla yazdıkları için, benim burada onlara girmeme pek
gerek yok. Yalnız şunu söylemek yeter, bu imparatorluk hiç
bir zaman bu kadar dağınık ve kritik bir noktaya gelmemiştir.
Bu durum, tarafsız ve aklı başında her Türk tarafından itiraf
edilmektedir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde adaletsizlik, kö
tü idare ve yoksulluk, Türkiye’deki gibi olsaydı halk bütünüy
le başkaldınrdı. Burada bunun olmayışı; halkın son derece sa
bırlı, uzun süredir ıstırap çekmesi yanında, Müslümanların
seçkin dini başkanlarına olan saygıları ve çeşitli ırklarla mez
hepler arasındaki mevcut nefret, birleşmelerindeki güçlüklere
bağlanabilir. Ancak bu durumun böyle sürmesinin olanaksızlı
ğını gösteren belirtiler vardır. Suriye’de İstanbul idaresinden du
yulan nefret, ondan sıyrılma azmi, Müslüman Araplarla Hıristi-
yanlar arasında bir birlik bağının oluşmaya başladığını gösteri
461
yor. Birçok nedenlerden ötürü Küçük Asya’da onlarınkine ben
zer bir anlaşmanın olması olasılığı daha azdır. Herkesin söyledi
ğine göre, Arabistan’ın durumu çok kritiktir ve herhangi bir
anda hükümete karşı müthiş bir isyan patlayabilir.
BabIâli’yle, hükümetimiz ve elçiliğimize bağlı olan birçok
sorun üzerinde anlaşmaya varma güçlüğü son zamanda çok
büyük olmuş, aşağı yukarı Babıâli cidden aşılamaz bir engel
durumuna gelmiştir. Berlin Antlaşması hükümlerini uygulamakla
ilgili birçok önemli sorun, bakanların pek çok zamanlarını al
mış ve düşüncelerini meşgul etmiştir. Bu sorunlardan doğan
uzun görüşmeler sırasında bütün öteki işler bir yana bırakıl
mıştır. Bu görüşmeler uzadıkça uzamıştır. Çünkü bunları hız
la ve memnuniyet verici bir sonuca bağlamak için gerçek bir
istek gösterilmemiştir.
Bakanlar, kendileri sorumluluk almak istemediklerinden,
her şeyi Bakanlar Kuruluna havale etmişlerdir. Burada bir ka
rar alınabilir, ama Sultanın onayı olmadıkça yürürlüğe kona
maz. Oldukça önemsiz bir konu, sonunda Saraya gider ve Sul
tanın incelemesi ve onaylamasına değin, orada belirsiz bir zama
na kadar kalır. Bu şartlar altında iş yapmanın güçlüğü anlatıla
maz. Bu deneyimlere sahip olan, sadece bizim elçiliğimiz değildir.
Bütün yabancı elçilikler aynı şekilde yakınmaktadırlar. Hiçbir
şeyi çözümleyememişlerdir. BabIâli’den yakınan ve çıkarları söz
konusu olan Ingiliz uyruklarının, elçiliğinin kendilerini ihmal et
tiğini düşünerek elçiliği suçlamaları normaldir. Bu yazıda el
çilikle Babıâli arasında, bütün gayretlerine ve demarşlarına rağ
men, hâlâ sonuca bağlanmamış sorunları zatıâlinize sunmaya
gerek yok. Bunlardan bazıları İngiliz uyruklarının çıkarlarını
kapsar, bu kimseler Türk Hükümeti tarafından haksız ve ya
sadışı muamelelerle karşı karşıya bırakılmışlardır. Bunlar hiç
bir problem olmaksızın, tazminat almaya ve kayıplarını gider
meye hak kazanmışlardır. Ötekiler, şikâyetlerini çok önceden
yaptıkları halde bu şikâyetler Babıâlice kabul dahi edilmemiş
ve Türk mahkemelerince tanınmamıştır. Bunların çözümü ba-
şanlamamıştır. Sonra hem İngiltere, hem de Türkiye’nin çı
karlarını etkileyen konular vardır, bunların önemini Türk ba
kanları da itiraf etmektedirler. Ancak onları sadıkane ve dü
rüstçe ele almazlar, geciktirmek ve yapmamak için her türlü
aldatmaca ve bahaneye başvururlar. Fakat her şeyden önce,
Sultanın İngiltere’ye karşı yerine getirmediği resmi ve ciddi
sözleri vardır. Anlaşma ile halkı ve Hıristiyanlan korumak için,
462
adil ve tarafsız bir hükümetin Asya’daki topraklarında reform
yapmakla yükümlülüğünü kendisine özellikle kısaca izah ettim.
Reformların ilk önce ve hemen yapılması gerekenini Lord Sa-
lisbury, 8 Ağustos 1878 tarihindeki yazısında belirtmişti ve
Saffet Paşanın 24 Ekim 1878 tarihli yazısıyla belirtildiği gibi,
bazı düzeltmelerle kabul olunmuştu. Bunlar; Avrupalı subay
larca kurulacak bir jandarma örgütü, vilayetlere Avrupalı ma
liye ve adalet müfettişlerinin atanması, vali veya genel valinin
beş yıl için atanması idi. Bunlardan hiçbiri anlaşmaya uyularak
yürürlüğe konulmamıştı. Haziran Antlaşmasıyla kabul olunan
Sultanın yükümlülüklerinden sistemli bir şekilde sakınılmıştı.
Jandarmayı düzeltmek üzere Türk Hükümetince buraya geti
rilen Ingiliz subaylarına, sanırım Osman Paşanın nüfuzuyla,
açık bir şekilde kaba ve ilgisizce muamele edilmişti. Bunlar
dan yalnızca üçü çalıştırıldı ve yollarına her türlü engel ko
nuldu. Edirne’de küçük bir jandarma teşkilatı kurulmasında,
Albay Blunt, Osman Paşanın ısrarla karşı koymasına karşın
Rauf Paşanın da sadık ve etkin yardımıyla başarı kazandı. Ba-
bıâli ve Harbiye Nezaretinin müdahale edememesi sayesinde,
Girit’te de Albay Allix aynı şeyi yaptı. Üçüncüsü, Nortan’a
amaçlı olarak kışın Bitlis’e gitmesi emredilmiştir, orada büyük
bir olasılıkla belki yapacak bir şey bulamayacak ve kendisine
verilen görevi yerine getirme gayretleri yerli makamlarca en
gellenecektir. Albay Coope, aynı tarihte Erzurum’a gitmek üze
re emir aldı, ancak maaşı geciktiğinden ve yola çıkmak için
de paraya ihtiyacı olduğundan emri yerine getiremedi ve gö
revden ayrıldı. Geri kalan subayların, Sultan ve Babıâli tara
fından bana birçok kez görev alacaklarına ilişkin söz verilme
sine karşın, boşta kalmalarına göz yumuldu. Sanırım sözleş
meleri gelecek haziran veya temmuzda sona erecek, kuvvetle
inanıyorum ki, sözleşmeleri yenilemeyeceklerdir, ülkenin hu
zuru ve refahı için gerekli olan hizmet ve teşkilatı kurmak
üzere büyük masraflarla getirilen bütün bu subayların İngil
tere’ye dönmesine izin verilecektir. Türk Hükümetinin çılgın
ve kötü durumu anlatılacak gibi değildir. Bildiğime göre Av
rupalI adliye müfettişi atanmadı. Beni memnun etmek için kon
soloslukta staj yapan Bay Ede adında bir İngiliz avukat önem
siz bir vilayet olan Trabzon’a atanmak istendi. Fakat Babıâli
ile anlaşmaya varamadığı için, bu tayin de suya düştü. Maliye
müfettişliği için de aşağı yukarı aynı şey oldu. Calvert bu ma
kama atandı ve hükümetimiz, konsolos muavinini yerinde bi
ldi
rakırken onun geçici olarak atanmasını kabul etti. Fakat Cal-
vert birinci sınıf müfettiş olacağı yerde, ki bana özellikle bu
konu doğrulanmıştı, bir Türk memurunun emrine verildi. Bu
durum karşısında yararlı olamayacağından ve bağımsız bir şe
kilde görev yapamayacağından, o da benim tavsiyeme uyarak
bu atamayı reddetti.
Beş yıl süreli vali atamasına gelince, eski sistemde yapıl
ması gereken hiçbir yenilik yapılmadı. Valiler hâlâ Sultanın
keyfine göre atanmaktadır.
Böylece BabIâli’nin İngiltere ile yaptığı anlaşmaya göre
Asya’daki vilayetlerde yapılması istenen reformların hiçbiri
yerine getirilmedi. Hıristiyan üyeleri olan komisyonlar görü
nüşte bu maksatla bazı vilayetlere gönderildiler; fakat konso
los raporlarına göre ya çok az, ya da hiç etkileri olmadı. Ken
dilerine yetki verilmediğinden, sadece soruşturma ve rapor
yazmakla görevlendirildiler. Bazı olaylarda ise onların var
lığı, iyilikten çok kötülük doğmasına neden oldu. Yüreklenen
Hıristiyanlar en kuvvetli Müslüman beylere karşı olan şikâyet
lerini ortaya koyduklarından onların düşmanlıklarını üzerleri
ne çektiler.
Sultan bana tekrar tekrar, Baker Paşanın Kürdistan, Er
zurum ve Van’da yüksek komutanlığa atanmasının gerektiğini,
bunu hükümetime bildirmemi söyledi.
Bu sözde durulmadı. Benim sürekli protestolarım sonunda
İngiliz Hükümetini memnun etmek için, özellikle jandarma
teşkilatıyla ilgili olarak Baker Paşa, Küçük Asya, Mezopotam
ya ve Suriye’nin bir kısmını gezmek ve oraların şartlan hakkın
da rapor vermek üzere kurulan bir komisyonun başına atandı.
Fakat kendisine herhangi bir reformu uygulaması için yetki
verilmedi. Baker Paşaya eşlik etmek üzere yanma, Padişahın
güvenini kazanmış, onunla doğrudan bağlantısı olan ve bu
maksatla paşalığa terfi ettirilen Süleyman Bey adında bir su
bay verilmişti. Bana söylendiğine göre bu kişi, son derece İn
giliz aleyhtarı biridir ve her fırsatta Baker Paşayı saptırmak
için elinden geleni yapacağı düşünülebilir. Bu olaylar doğrul
tusunda bu subayın görevinden pratik bir sonuç beklenemez.
İçinde yerli elemanların da geniş ölçüde temsil edileceği
bir yerel komisyon tarafından çerçevesi belirlendikten sonra,
Doğu Rumeli Uluslararası Komisyonunun onayından geçecek,
Berlin Antlaşmasının X X lII’üncü maddesine göre, Türkiye’nin
Avrupa vilayetlerinde kullanılacak olan tüzük veya organik ya
464
sa henüz ilan edilmedi. Görünüşe bakılırsa, bu maddeye göre ya
zılmadığı ve henüz komisyona sunulmadığı anlaşılıyor. Edime
dışında bu vilayetlerde etkin bir jandarma teşkilatı kurulmadı,
oysa bana bu maksatla bazı İngiliz subaylarının kullanılacağı
defalarca söylenmişti. Osman Paşa bana karşı direnmişti. Ne
ticede Makedonya, Epirus, Trakya’da ne can, ne de mal gü
venliği, hemen hemen hiç yoktur. Haydutluk yaygındır. Hıris-
tiyanlara kötü muamele edilmekte ve cezalandırılmayanlarca
ezilmektedirler, bu kentler anarşi içindedir. Yukarda belirttiğim
olaylar sebebiyle İmparatorluğun başına gelebilecek tehlikeyi
Sultana ve danışmanlarına anlatabilmek için bütün diploma
tik yolları sonuna kadar kullandım. Hatta tehdit de diyebileceğim
bütün demarşlan, protestoları yaparak, söz verilen reformları iyi
niyetle ve bütünüyle yürürlüğe koymaları gerektiğini telkine ça
lıştım. Durmaksızın bizzat Sultana başvurdum. Sultana hiç sak
lamadan, hatta yazılı olarak İmparatorluğun içinde bulunduğu
şartları ve bunun uyrukları üzerindeki olumsuz sonuçlarını
sergiledim. Ona bakanlarının ve yüksek dereceli memurlarının
yeteneksizliklerini ve rüşvetçiliklerini açıkladım. Ona verilen
öğütleri dikkate almamasının kaçınılmaz sonuçlarını, İngilte
re’nin sempati ve dostluğunu yitireceğini; eğer Avrupa devlet
leri, bu idare altında ıstırap çeken halkı adil ve iyi bir hükü
mete kavuşturmak için mevcut anarşiye son vermek maksadıy
la müdahale etmek zorunda kalırlarsa, bunun büyük olasılıkla
imparatorluğun ufalanması demek olacağını anlattım. Fakat
şimdiye kadar her şey boşuna. Sultan söz vermeye her zaman
hazır. Ama tarafımdan ya da aynı ağırlıkta başka yabancı tem
silcilerin onun üzerinde yarattığı etkiyi hemen silmeye hazır
yanındaki muzır kimselerin etkisi altında kalarak ne yazık ki
sözlerini yerine getirememektedir. Uygulamaya konmayacak bir
tehdidin yararı yok. Eğer biz, gerçekten bu ülkeyi korumayı,
aynı zamanda yönetimde reformlar yaptırarak halkının adil
ve tarafsız yönetilmesini istiyorsak, yalnızca tehdit savurmak
la kalmamalı, daha ileri gitmeliyiz. Sultan ve danışmanlarının,
yükümlü bulundukları reformları yapmakta neden ayak dire
dikleri sorulabilir. Gerçek şu olabilir sanıyorum, savaşın so
nundan beri Sultan, fanatik ve Avrupa’ya karşı olan bir parti
tarafından ikna edildi, çünkü halefi, Avrupa’ya özgü kurum
lan, Avrupai reformları İmparatorlukta uygulamaya kalkışmış,
bu Türkiye’yi iflasa ve felaketli bir savaşa sürüklemişti. Yeni
Sultan şimdi Avrupasız hareket etmeli, ülkesindeki gelişmeleri
465
ve reformları da Türk ve Müslüman çizgisinde yapmalı; şim
diki bakanlığının bellibaşlı yetkililerinden bir kısmı ve «Sa
ray Partisi» bu düşüncedeler. Aynı zamanda kapitülasyon
lardan kurtulmak için gösterdikleri çabalarla, Avrupa devlet
lerinden bağımsız bir şekilde hareket etmek istemeleri dışında,
onlarla birlikte gelen anlaşmaları dikkate almayıp uymama
ları da bunu kanıtlamaktadır. Avrupa’ya aldırış etmemek ve
onu inkâra kalkışmak teşebbüsü, son zamanlarda BabIâli’nin
keyfi davranışlarına karşı birçok protestolara, yabancı tem
silcilerin topluca, dostça direnmelerine yol açmıştır. Sultan ve
danışmanları Avrupa devletlerini Türkiye’ye karşı birleştirecek
ve giderek artan sorunların tehlikesini görmüşe benzemiyorlar.
Bu yazımı bağlamadan önce zatıâlinizin dikkatine değer
iki noktayı daha arz etmek isterim. Birisi çok âcil olanı Doğu
Rumeli’nin durumudur, öyle sanıyorum ki, bu vilayetle ilgi
li olarak izlenmesi gerekli hareket biçimi üzerinde hükümeti
miz bir karara varmak zorundadır. Eğer Berlin Antlaşmasının
bu konudaki hükmü uygulanacak, anlaşma ile burası Sultana
bağlı özerk bir vilayet olarak kalacak, organik durumu bu an
layış içinde desteklenecek ve bütün halk tabakalarının özgür
lükleri, hakları tarafsızca yerine getirilecekse, Aleko Paşa ve
Bulgar danışmanlarının muamelelerine bir son vermek için
anlaşmayı imzalayan devletlerce gerekli adımlar atılmalıdır.
Eğer anlaşmanın uygulanması isteniyorsa, Aleko Paşanın vi
layetin genel valisi olarak seçilmesi, her bakmıdan çok büyük
talihsizlik olmuştur, Babıâli, onun hareketlerine karışmak için
öteki işlerle çok meşgul görünmektedir. Anlaşmayı imzalayan
devletlerin, bunun uygulanmasında ısrar ederek Aleko Paşa
nın atılmasını sağlaması ve Balkanların askerle işgali fikri he
nüz belli değildir.
Çözümlenmemiş bir durumda bırakılmasına imkân olma
yan bir başka ivedi sorun da Yunan hudududur. Lord Salis-
bury’nin talimatı üzerine önerdiğimiz bir teknik karma komis
yonun atanması konusunda geçen Martın 10’unda Babıâli’ye
verdiğim notaya resmi bir cevap alamadım. Dışişleri Bakam
Saffet Paşa bana, Lord Salisbury’e ulaştırılmak üzere gayri
resmi bir muhtıra gönderdi ve iş orada kaldı. Sanıyorum ki Sul
tan ve bakanları hâlâ, Yunanlılara bir hat teklif edileceğine, bu
nun imzacı devletlerce bazı değişikliklerle belki kabul edilebi
leceğine ve Yunanistan’ın da onaylamak zorunda kalacağına
inanıyorlar. Bu hattın nasıl olacağı konusu, Sultan ve bakan-
466
iarının son zamanlarda birçok görüşmeler yapmasma neden
oldu, bildiğime göre bir karara varılamadı. Bu, kesinlikle ya
pılmalıdır, kanımca imzacı devletler daha fazla gecikmeksizin
kendileri, verilecek taviz konusunda Türkiye’ye yapılacak bas
kının nasıl olacağında anlaşmaya varmalıdırlar.
Makedonya ve Arnavutluk’un durumu üstünde ciddiyetle
durulmalıdır. Türkiye Avrupasımn Doğu Rumeli’nde kalan
vilayetlerinde sanki anlaşmanın uygulanması için gerçekten her
hangi bir istek varmış gibi, Sofya bölgesinin Bulgaristan’a ek
lenmesi, vahim bir yanlış olmuştur. Eğer Doğu Rumeli’nin,
Bulgaristan’ın genişlemesine karşı gerçek bir engel ve Türk
İmparatorluğunun Avrupa’da gerçek bir savunma noktası ol
ması amaçlanıyorsa, Suriye ile ilişkili bir anlaşma da yapılmalıy
dı. Sofya’yı Bulgaristan’a vermekle sanki anlaşmanın görü
nürdeki gerçek hedeflerini görmezmiş gibi, bu prenslik için
Makedonya’ya bir kapı açıldı. Yalnızca renkli bir haritaya göz
atmak, bunun böyle olduğunu gösterir. Bulgaristan kendisi
ne verilen bu avantajla yetinmeyecektir. Bulgaristan, Make
donya halkı arasında aralıksız entrikalar yürütecektir, bölgenin
doğal yapısı dolayısıyla silahlı haydutlarm bu vilayete girmeleri
çok zorlukla önlenebilir ve bunlar, ülkede genel bir ayaklan
mayı ve gene yabancı müdahalesini doğuracak olayları ha
zırlayacaklardır. BabIâli’nin vilayette adil ve iyi bir idare kur
mak, Hıristiyanları memnun etmek, onları Türk idaresiyle ba
rıştırmakta etkili olacak, içtenlikle istenilen ve başarıyla sonuç
lanacak herhangi bir teşebbüsünün olup olmadığı kuşkudan
da ötedir. Ne olursa olsun Babıâli, Avrupa Türkiyesine uy
gulanacak organik yasalar ve tüzük üzerinde Berlin Antlaşma
sının 23'üncü maddesini uygulamaya çağrılmalıdır.
Amavutluk’a gelince, Müslüman ve Hıristiyanlar arasın
da Türk idaresine karşı bir ruh durumu ve özerklik isteği ken
disini gösterir gibi. Eğer Babıâli, derhal vilayetin idaresini dü
zeltici ve otoritesini kabul ettirici âcil önlemler almazsa, bu
durum ciddi sonuçlar yaratabilir.
Bu konuda zatıâliniz, Prisrend konsolosluğumuzun yazı
larından değerli bilgiler elde edebilirsiniz.
Doğudaki Küçük Asya vilayetlerinin durumu, hükümetimizin
hemen dikkatini çekmelidir. Bu bölgedeki Ermenilere taraf
sızca muamele edilmesi ve alınacak önlemlerle bunları, Kürt
ve Çerkezlerin baskı ve saldırılarından korumak için bu vilayet
lerde reformların yapılması maksadıyla Babıâli kendini, hem
467
Berlin Antlaşmasını imzalayan devletlere, hem de 4 Haziran
antlaşmasıyla İngiltere’ye bağlamıştır. Antlaşmanın 61’inci mad
desi, Babıâli’yi bu maksatlarla alınan önlemleri periyodik ola
rak imzacı devletlere bildirmekle yükümlü kılmaktadır. Bizzat
bu devletler uygulamaları gözlemekle yetkilidir. Antlaşmanm
imzalanmasından bu yana, yaklaşık iki yıl geçmesine karşın,
antlaşmanın hükümleri uygulanmamıştır. Ermenilerin durumu
hiçbir şekilde iyileşmemiştir, hatta savaş öncesinden daha da
kötüdür denebilir.
Kürtlerin saldırıları ve Türk memurlarının kötü yönetimi
ne ek olarak, Ermenilerin ıstırabını arttıran açlık da baş gös
terdi. Doğal olarak Emıeniler, imzacı devletlere, özellikle In
giltere’ye yardım ve korunmaları konusunda gözlerini çevir
diler. Onlar için kesinlikle bir şeyler yapmak gereklidir. Türk
Hükümetine bu duruma daha fazla izin verilemeyeceği göste
rilmeli ve anlaması sağlanmalıdır. Fakat bu konuda alınacak
önlemler çok iyi düşünülüp taşmılmalıdır. Ingiltere’nin sem
patisine mazhar olan ve Ingiltere’nin Türkiye’ye karşı politi
kasında değişikliğin yapılmak üzere olduğunu görerek bundan
yüreklenen Ermeniler, yan bağımsız değilse bile özerk bir Er
menistan kurulmasını bekliyorlar. Bu amaçla başlatılacak ha
reket, Ermeni komiteleri, Ermeni basını, İstanbul’da ve
Avrupa’da oturan nüfuzlu Ermeniler tarafından yürütül
mektedir. Bugünkü şartlar altında onun gizlilikten çıkıp eyleme
dökülmesi için herhangi bir teşebbüs, çok tehlikeli sonuçlar
doğurabilir ve bu, Ermeniler için felaket olur. Ermenilerin azın
lık olduğu unutulmamalıdır ve birçok yerdeki halkın çok küçük
birer parçasıdırlar. Kürtleri hesaba katmayarak bunu çürütme
ye kalkmak çılgınlıktır ve tehlikelidir. Küçük Asya Müslüman
ları, Türk Avrupasmdaki Hıristiyanların bulunduğu özerk vi
layetlerdeki kardeşlerinin sonlarım öğrendiler. Karşı koymak-
sızm buna benzer bir duruma izin vermeyeceklerdir. Ermenis
tan’da bir özerklik isteği, katliama gider, dahası Rusya’nın
derhal müdahalesini ve onun kaçınılmaz sonuçlarını getirir.
Böyle bir şeyi başarsalar bile, o kadar övündükleri milliyetle
rini koruyamazlar. Rusya, özerk bir Ermenistan’a ya da ba
ğımsız bir Ermeni devletine kesinlikle izin vermeyecektir. Böy
le bir devletin kurulması teşebbüsü, onun Rus imparatorluğu
içinde erimesiyle sonuçlanır, bu eski milletin dili ve dininin sö-
nüşü olur. Ermenilerin hak ettikleri ve bizim onlardan kuş
kusuz olarak talep ettiğimiz şey, yaşadıkları vilayetlerde söz
468
verilen reformların derhal ve etkin bir şekilde yapılmasıyla,
yerel idarede hisselerine göre katılabilecekleri iyi bir hükü
mettir. Bu konuda Babıâlice şimdiye kadar hiçbir şey yapıl
madı. Benim önerim üzerine Rüstem Paşanın Erzurum’a atan
ması iyi olacaktı, ne yazık ki sağlık durumu, onu bu görevi
kabulden alıkoydu, o zamandan beri Sultan, bir Hıristiyanm
atanması için herhangi bir davranışta bulunmadı. Her ne ka
dar bütçe makul görünüyorsa da BabIâli’nin mali sıkıntısı, çok
ciddi boyutlara ulaşma tehlikesi gösteriyor ve Türkiye’den ala
caklı olanların talebi o kadar âcildir ki, imzacı devletler, Ber
lin Antlaşmasının 10. protokolünde kayıtlı olduğu şekilde Ital
yan temsilcisinin önerdiği uluslararası mali komisyonun teşkili
üzerinde ısrar edeceklerdir. Buna Sultan, şiddetle karşı çıka
caktır.
Sonuç olarak: Aydın ve yurtsever Türk devlet adamları,
memurları ve zeki Türkler imparatorluğu tehdit eden tehlike
lerin bütünüyle farkındalar. Bu tehlikeleri kökten önleyecek
kesin tedbirler için hazırdırlar. Böyle düşünenlerin en tanın
mışları sistem değişikliği savunucusu olarak bilindiklerinden
merkezden uzaklaştırılarak, genel vali ya da başka görevlerle
onurlu bir sürgüne gönderilmişlerdir. Mahmut Nedim, Saffet
ve Hayrettin Paşalar yalnızca ünlü olduklarından İstanbul’dan
uzaklaştırılmışlardır. Şimdiki yeteneksiz bakanların derhal atıl
maları, Sultanı kötü şekilde etkileyen kimselerin Saraydan alı
narak Sultanı etkilemelerinin önlenmesi, Sultanın elinde yo
ğunlaştırmayı başardığı keyfi gücün etkin şekilde kontrolü, ba
kanların sorumluluklarının belirlenmesi, valilerin yetkilerinin
genişletilmesi, meclislerin anayasada öngörüldüğü şekilde top
lanmaları, bunları temsil edecek bir heyetin İstanbul’da, yerel
halk meclislerinin vilayetlerde toplanması gibi konuların Tür
kiye’yi hızla çökmekten önleyecek bellibaşlı önlemler olduğu
üzerinde genel bir kanı vardır. Bunlar yapılıncaya kadar, dev
letlerin talep ettikleri vc Babıâli’nin ihtişamla yükümlendiği
reformların iyi niyetle yürürlüğe konulmayacağı üzerinde de
genel bir inanış vardır.
Bu görüşü büyük ölçüde paylaşıyorum. Yayılmasıyla bir
likte devletlere resmen gönderilmiş olan, Mithat Paşanın ana
yasasını yürürlüğe koyması için Babıâli’yi bu yola davet etmek
le bir başlangıç yapılabilir ve içinde bulunduğu söylenen yanlış
lar düzeltilebilir.
1878 Kasım ayında o zamanki Dışişleri Bakanı Saffet Pa
şa tarafından, dışarıdaki Türk temsilcilerine bir genelge gönde
rilmiş ve onlarca da bulundukları ülkedeki hükümetlere veril
mişti. Bu genelgede, Sultan tarafından verilen Osmanlı ana
yasasının Türk imparatorluğunun temel yasasını oluşturduğu,
Millet Meclisi ve Senatonun toplanmasının ülkenin o zaman
içinde bulunduğu özel durum dolayısıyla ertelendiği, fakat bu
ertelemenin gelecek yıla kadar olduğu ilan edilmekte idi. Bu
nunla birlikte Sultan ya da bakanlar kurulu kararıyla ilan edi
len bütün yasaların resmen onaylanmak üzere olduğu formü
lü hâlâ geçerlidir. Bana öyle geliyor ki, bu durum karşısında
Avrupa devletlerinin, eğer uygun görülürse, milli meclisin top
lanmasını istemek hakkı vardır. Eğer Ingiltere Hükümeti bunu
kendi başına ya da öteki hükümetlerle birlikte yaptırabilirse, sa
nıyorum ki böyle bir hareket, Osmanlı İmparatorluğunda ile
ri fikirli, aydın ve liberal halkoyu tarafından da desteklenir.
Böylece Sultanın keyfi gücü, yeterince denetim altına alınabi
lir. Türkiye’de hâlâ az da olsa aydın ve deney sahibi kişiler var
dır, bunlar Sultanın danışmanları olurlarsa, ülkeyi hızla çök
me tehlikesinden kurtarabilecek tek çare olan reformlar da
Avrupa’nın gözetiminde yaptırılır.
Türkiye, N o. 7 (1880), s. 2 -8 , N o. 3
EKLER
No. 1
Sör H. E llio t’dan, K ont Derby’c
No. 1045
TARABYA, 23 E ylül 1876
(Alındı, 4 Ekim )
No, 2
No. 3
474
BELGELERİN DİZİNİ
Mo. T arih A dlar Sayfa
1856
1 24 Ocak İngiliz Dışişleri Bakam Kont Clarendon’
dan, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Lord
Stratford'a. 47
2 28 Şubat İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Clarendon’
dan, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Lord
Stratford’a. 47
1859
3 9 Haziran İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Malmes-
bury’den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi
Sör H. Buhver’e. 48
4 25 Haziran İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 48
5 9 Ağustos İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör, H.
Buhver'e. 49
1860
6 17 Mayıs İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver'e, tel. 49
7 7 Haziran İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 50
8,9 11 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
wer’den, Türkiye’deki İngiliz Konsolos
luklarına tamim. 51-52
10 28 Temmuz İzmir İngiliz Konsolosu C. Blunt’dan, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
wer'e. 54
477
No. Tarih Adlar Sayfa
11 4 Ağustos Halep İngiliz Konsolosu J.H. Skene’den,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
ıver’e. 59
12 20 Ağustos Halep İngiliz Konsolosu J.H. Skene’den,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
vver’e. 64
13 25 Ağustos İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 65
14 13 Eylül İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Bulwer'e. 66
15 18 Ekim İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 68
1861
16 4 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 69
17 29 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakam Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver'e. 70
1863 -
478
No. Tarih Adlar Sayfa
1865
22 21 Ocak İngiliz Dışişleri Bakanı Kont J. Russel’
den, Türkiye İngiliz Maslahatgüzarı Stu-
art'a. 74
1868
23 30 Ocak Trabzon İngiliz Konsolosu Palgrave'den,
İngiliz Dışişleri Bakam Lord Stanley’c. 74
24 18 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot’
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Stan-
ley’e (No. 23’e bak). 78
25 19 Mart Erzurum İngiliz Konsolosu MJ.G. Taylor’
dan, İngiliz Dışişleri Bakam Kont Claren-
don’a. 79
1873
26 25 Eylül Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Gran-
ville’e. 89
1875
27 19 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Jas. Zohrab’
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 95
28 22 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Jas. Zohrab’
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e
(No. 27 ile ilgili). 98
1877
29 10 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi A.H. Layard’
dan, İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 99
30 12 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Jas. Zohrab'
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 100
31 17 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 102
32 17 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Derby’e. 103
33 24 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'den,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’a. 103
479
No. Tarih Adlar Sayfa
34 24 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Dcrby'e. 104
35 31 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 104
36 6 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 105
37 8 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 107
38 21 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Zohrab’dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 108
39 24 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
Ingiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 108
40 27 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 108
41 5 Ekim Tebriz İngiliz Konsolosu W.G. Abott’dan,
İnjgiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 109
42 6 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 109
43 14 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 110
44 19 Kasım Tiflis İngiliz Konsolosu Ricketts’ten, İn
giliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 114'
45 25 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 115
46 ' 27 Kasım Tunus’taki Richard Wood'dan, İngiliz
Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 115
47 28 Kasını Osmanlı Dışişleri Bakanı Server Paşadan,
Londra’da Türk Büyükelçisi Musurus
Paşaya. 143
48 28 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 144
49 28 Kasım Tiflis İngiliz Konsolosu Ricketts’ten, İn
giliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 145
50 4 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 145
51 8 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
Ingiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 148
480
No. Tarih Adlar Sayfa
52 8 Aralık Erzurum İngiliz K onsolosu Zohrab'dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı Kont D erby’e. 148
53 13 Aralık Osmanlı D ışişleri Bakam Server Paşadan,
Londra Türk B üyükelçisi Musurus Paşa
ya, tel. 149
54 13 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby’e. 149
55 17 Aralık Petersburg İngiliz B üyükelçisi L ord A.
L oftus’ tan, İngiliz D ışişleri Bakam K ont
D erby’e. 149
56 18 Aralık İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby'e. 150
57 19 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby'e. 150
58 28 Aralık İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı K ont D erby'e. 150
59 29 Aralık İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’daa,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby’e. 151
1878
60 9 Ocak Trabzon İngiliz K onsolos M uavini B iliot-
ti'den, İngiliz D ışişleri Bakam K ont
Derby’e. 151
61 27 Ocak Trabzon İngiliz K onsolos M uavini Bili-
otti’den, İngiliz D ışişleri Bakam K ont
D erby’e. 151
62 14 Şubat Tahran İngiliz E lçisi Thom son'dan, İn
giliz D ışişleri Bakanı K ont D erby’e. 152
63 8 Mart İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı K ont Derby’e,
No. 828. 153
64 18 M art İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı K ont Derby’e, N o.
365 (N o. 68’e bak). 154
65 20 M art İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı K ont D erby'e, N o.
383, gizli. 156
66 25 M art İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı Kont D erby’e, No.
401, gizli. 156
481
No. T arih A dlar Sayfa
67 9 N isan Paris İngiliz Büyükelçisi Lord Lyons'tan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e
No. 338. 160
68 11 Nisan İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’
a. No. 470. 160
69 13 Nisan İstanbul Ermeni Patriği Mgr. Nerses'ten,
İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury'e. 160
70 7 M ayıs Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Bili-
otti'den, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No. 55. 163
71 11 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Mr. Layard’
dan, İngiliz Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e, No. 603. 163
72 30 M ayıs İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi La-
yard’a. 164
73 1 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
e, No. 637. 167
74 1 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No 846. 167
75 10 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury'e, No. 657, tel. 168
76 14 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No. 906, gizli. 168
77 16 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis
bury'e, No. 920. 169
78 24 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel, gizli. 169
79 25 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No. 943. 170
482
No. Tarih Adlar Sayfa
80 31 Temmuz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, No. 877. 170
81 8 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'a (No. 8’e bak). 170
82 14 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 171
83 21 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e 81 ile ilgili, (No. 86 ve 109'a bak). 172
84 27 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 172
85 30 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 172
86 12 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 173
87 13 Eylül Trabzon İngiliz Konsolos Muavini A. Bi-
liotti’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 173
88 14 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 174
89 15 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 836, tel. 174
90 15 E ylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 837, tel. 174
91 16 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 175
92 16 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 175
483
No. T arih A dlar Sayfa
93 16 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1141. 175
94 19 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 844, tel. 177
95 19 Eylül St. Petersbourg İngiliz Maslahatgüzarı
Plunkett’ten, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’e. 177
96 19 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 1152, gizli. 177
97 19 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e. 178
98 21 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 178
99 23 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 179
100 25 Eylül St. Petersbourg İngiliz Maslahatgüzarı
Plunkett'ten, İngiliz Dışişleri Bakanı Mar
ki Salisbury’e. 179
101 26 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 179
102 26 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 180
103 30 Eylül Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti'den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 180
104 10 Ekim İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard'a. 185
105 11 Ekim Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 185
106 16 Ekim Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Bili-
otti'den. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 185
484
No. Tarih Adlar Sayfa
107 19 Ekim İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 186
108 24 Ekim İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 186
109 24 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 186
110 26 Ekim Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 187
111 30 Ekim İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e. 187
112 2 Kasım Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Bili-
otti’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 191
113 4 Kasım Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti'den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 191
114 8 Kasım Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 191
115 8 Kasım Halep Ingiliz Konsolosu Henderson’dan,
İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. 192
116 13 Kasım Erzurum Ingiliz Konsolosu Yüzbaşı H.
Trotter’den, Ingiliz Dışişleri Bakanı Mar
ki Salisbury’e. 193
117 21 Kasım Erzurum İngiliz Konsolosu Yüzbaşı H.
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e. 195
118 25 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e. 195
119 28 Kasım Erzurum İngiliz Konsolosu Yüzbaşı H.
Trotter’den, İngiliz Dışişleri Bakanı Mar
ki Salisbury’e. 196
120 30 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e. 196
485
No. T arih A dlar Sayfa
121 2 A ralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 1490. 197
122 2 Aralık Halep İngiliz Konsolosu Hcnderson’dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 197
123 4 Aralık İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a (109 sayılı belgeye ilişkin). 198
124 4 Aralık Erzurum İngiliz Konsolosu Yüzbaşı Trot-
ter'den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 199
125 5 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakîmi Marki Salis
bury’e, No. 1046. 199
126 5 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e, No. 1506. 200
127 11 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 1527. 200
128 15 Aralık Ermeni gazetesi «Le Punch»dan özetler. 200
129 18 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1550, gizli. 201
130 18 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1560. 204
131 20 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 1564. 205
132 21 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 1567, gizli. 205
133 21 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1571. 205
134 23 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1573. 206
486
No. Tarih Adlar Sayfa
135 30 Aralık Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 206
136 31 Aralık İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a. 206
1879
137 5 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 18. 207
138 7 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 25. 208
139 8 Ocak Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 208
140 12 Ocak Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trottcr’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa
lisbury’e. 209
141 13 Ocak îstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 30, tel. 210
142 13 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 47. 210
143 14 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 52. 210
144 17 Ocak Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’e, No. 3, gizli. 211
145 21 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e, No .71. 212
146 22 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
buıy’e, No. 77. 212
147 22 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 78, gizli. 213
487
N o. Tarih Adlar Sayfa
148 22 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 79. 214
149 23 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 85. 214
150 26 O cak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 97. 214
151 3 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 81, gizli, tel. 215
152 3 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 82. 216
153 3 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 124. 216
154 4 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 127, gizli. 217
155 4 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 135. 217
156 8 Şubat Tiflis İngiliz Konsolos Vekili Lyall’den,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 218
157 8 Şubat Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’e. No. 6, siyasi. 219
158 10 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi A.H. Layard’
dan. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 145. 220
159 12 Şub at İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, tel. No. 101. 221
160 19 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 163, gizli. 221
161 24 Şubat İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’den,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e, No.
126, tel. 222
488
No. Tarih Adlar Sayfa
162 24 Şubat İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet'
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 127, tel. 222
163 24 Şubat Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’c,
No. 26, siyasi. 223
164 25 Şubat İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e,
No. 179. 223
165 2 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 200. 223
166 6 Mart Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. No. 286. 224
167 6 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakam Marki Salisbuıy’e,
No. 157, tel. 224
168 7 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 225
169 14 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 225
170 16 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 226
171 18 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet1
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 219, tel. 226
172 19 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 221, tel. 227
173 20 Mart Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs-
İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’e. 227
174 20 Mart Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet'e. 227
175 20 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 234, tel. 228
176 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 254, tel. 228
489
No. Tarih Adlar Sayfa
177 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malct'
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 229
178 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e,
No. 256, çok gizli. 230
179 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 231
180 23 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Mîllet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 232
181 26 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 234
182 27 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 235
183 29 Mart Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’e. 236
184 1 Nisan Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 33, siyasi. 237
185 2 Nisan Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 34, siyasi. 237
186 8 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakam Marki Salisbury’e. 238
187 12 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 315, tel. 238
188 14 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 325, tel. 239
189 15 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 240
190 19 Nisan Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury'e. 241
191 24 Nisan Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, Si
vas İngiliz Başkonsolosu Albay Wilson’a. 244
192 26 Nisan Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’c. 245
490
No. Tarih Adlar Sayfa
193 29 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakam Marki Salisbury’e. 246
194 3 Mayıs İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 246
195 8 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e, No. 383, gizli. 247
196 9 Mayıs Maraş’tan Chermside’den, İstanbul İngi
liz Büyükelçisi Sör A.H. Layard’a. 248
197 14 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 249
198 21 Mayıs Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’a. 250
199 22 Mayıs Sivas İngiliz Başkonsolosu Wilson’dan,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’a. 251
200 24 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bııry’e. 252
201 29 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 253
202 29 Mayıs Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 254
203 4 Haziran Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ler’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’c, No. 12, gizli. 255
204 6 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e. 255
205 8 Haziran Sivas İngiliz Başkonsolosu Yarbay Wil-
son’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 8 256
206 9 Haziran Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’c. 256
207 11 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 476. 261'
491
No. T arih Adlar
208 11 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e.
209 11 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 263
210 12 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 485, gizli. 264
211 21 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 265
212 21 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 532. 265
213 21 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 535. 266
214 21 Haziran Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 267
215 24 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 541. 268
216 24 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 542. 268
217 25 Haziran Narghislu’da Teğmen Chermside’den, Ha
lep İngiliz Konsolosu Henderson’a (Ö-
zet). 269
218 26 Haziran Halep İngiliz Konsolosu Hcnderson’dan,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'a. 270
219 1 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 576. 271
220 7 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 591. 272
492
No. Tarih Adlar Sayfa
221 7 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör
A.H. Layard'a. 272
222 11 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 536. 273
223 11 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 538. 274
224 12 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 608. 274
225 12 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, ayrı, çok gizli. 275
226 13 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel, No. 547. 276
227 13 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 277
228 13 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 614. 278
229 14 Tem m uz Dışişleri Bakam Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard'a, tel. No. 158. 279
230 15 Tem m uz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’dcn. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 18. 280
231 17 Temmuz Osmanlı Dışişleri Bakam Karatodori Pa
şadan, Londra Osmanlı Büyükelçisi Mu-
surus Paşaya. 281
232 18 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 281
233 20 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel, No. 566. 282
493
No. Tarih Adlar
234 20 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’c. No. 640.
235 20 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 642.
236 24 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 576, gizli.
237 24 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 21, siyasi.
238 25 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 22, siyasi, gizli.
239 27 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e.
240 29 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 584.
241 30 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 682, gizli.
242 30 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 680.
243 31 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e, tel. No. 589, gizli.
244 1 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, tel. No. 198, gizli.
245 i Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. No. 1014, gizli.
246 i Ağustos Dışişleri Bakam Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, tel. No. 202, gizli.
494
No. Tarih Adlar
247 1 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e.
248 8 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 708, gizli.
249 8 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.
250 9 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.
251 10 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 602.
252 12 Ağustos Carlsbad Konsolos Muavini Biliotti’den,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e.
253 15 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakımı Marki Salis-
bury'e.
254 16 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e.
255 16 Ağustos Erzurum İngiliz Büyükelçisi Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.
256 17 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e.
257 22 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, tel. No. 229.
258 22 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 628.
259 22 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, No. 1113, gizli.
495
No. Tarih Adlar Sayfa
260 26 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter'dcn. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.' 312
261 26 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 312
262 30 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 313
263 1 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 313
264 3 Eylül Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, Er
zurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’e. 314
265 9 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 314
266 10 Eylül Heyete verilen dilekçe. 315
267 11 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 822. 316
268 17 Eylül Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 317
269 29 Eylül İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, Tiflis Konsolos Vekili Lyall’e, No.
3, gizli. 318
270 18 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 700. 318
271 19 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 702. 319
272 21 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 319
273 22 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. 322
496
Tarih Adlar Sayfa
22 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 705 (No. 275'e bak.). 322
25 Ekim İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel, No. 263 (No. 274'e bak.). 323
25 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 323
26 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 711. 324
27 Ekim Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşadan
Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa
şaya. 325
27 Ekim Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa
dan, Londra Osmanlı Büyükelçisi Musu-
ıus Paşaya, tel. 327
27 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 712. 327
29 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, tel. No. 717 (No. 283’e bal;). 328
29 Ekim Halep İngiliz Konsolosu Henderson'dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 329
30 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury'e, tel, No. 718 (No. 28’e bak). 329
1 K asım Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa
şadan, Ingüiz Dışişleri Bakam Marki Sa
lisbury'e, gizli. 330
1 Kasım Osmanlı Dışişleri Bakam Saffet Paşadan,
Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus
Paşaya, çok gizli, tel. 330
1 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, tel, No. 722. 331
497
No. Tarih A dlar Sayfa
287 3 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel, No. 724. 332
288 4 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel. No. 274. 332
289 4 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’a, tel, No. 275. 332
290 4 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 725. 333
291 4 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, No. 1318. 333
292 4 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'
den İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, No. 1320. 334
293 6 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’a, tel, No. 278. 335
294 6 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’a, No. 1343. 335
295 8 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 731. 336
296 9 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel, No. 280, gizli. 336
297 10 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 732. 337
298 12 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La
yard’a, tel. No. 282. 338
299 12 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 981, çok gizli. 338
498
No. T arih Adlar Sayfa
300 14 K asım Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşadan,
Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa
şaya. 341
301 14 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 737. 341
302 16 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 995, çok gizli. 342
303 17 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 742. 343
304 17 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 343
305 18 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e, tel, No. 744. 344
306 18 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, tel. No. 747. 345
307 21 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 751, çok gizli. 345
308 21 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 752. 346
309 21 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 346
310 22 Kasım Erzincan’dan İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 350
311 23 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 754. 351
312 23 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, tel, No. 757 (303’e bak). 351
499
No. Tarih Adlar Sayfa
313 23 Kasım Selanik İngiliz Konsolosu Blunt’tan, Dış
işleri Bakanı Marki Salisbury’e. 352
314 27 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 1039. 354
315 28 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 1042. 356
316 28 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 1048, gizli. 357
317 1 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1055, çok gizli. 358
318 10 Aralık Sivas Büyükelçisi Yarbay Wilson’dan,
Dışişleri Bakam Marki Salisbury’e, No.
28, gizli. 358
319 16 Aralık Van İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton'dan, Erzurum İngiliz Konsolosu
Binbaşı Trotter’e, No. 28. 361
320 17 Aralık Van İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton’dan, Erzurum İngiliz Konsolosu
Binbaşı Trotter’e, No. 29, özel. 363
321 18 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e, No. 1131. 364
322 19 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis
bury’e, No. 1133. 367
323 21 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis
bury’e, No. 1142. 367
324 21 Aralık Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Veki
li Marengo’dan, Dışişleri Bakam Marki
Salisbury’e, No. 25. 371
325 24 Aralık Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. 372
500
No. Tarih Adlar Sayfa
326 26 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 1165. 373
327 30 Aralık Van İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton’dan, Erzurum İngiliz Konsolosu,
Binbaşı Trotter'e. 395
1880
328 7 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 397
329 13 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 70. 399
330 18 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 86, çok gizli. 401
331 31 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 142, gizli. 402
332 31 Ocak Diyarbakır’da Ingiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 2. 402
333 2 Şubat Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs
tanbul’da İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'a, (No. 330’la ilgili) No. 79, gizli. 404
334 2 Şubat Van Ingiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton’dan, İstanbul Ingiliz Büyükelçisi
Sör A.H. Layard’a, No. 3, gizli. 405
335 3 Şubat Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa
şadan Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 407
336 17 Şubat İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 210. 407
337 17 Şubat İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 211, gizli. 410
338 21 Şubat İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 223, gizli. 414
501
No. Tarih Adlar Sayfa
339 22 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 224. 415
340 24 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 235, çok gizli. 420
341 2 Mart İstanbul Ingiilz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 266. 423
342 9 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 282. 425
343 12 Mart İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett’ten, Erzurum İngiliz Konsolosu Bin
başı Trotter’e, No. 10, gizli. 426
344 20 Mart İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett'ten Erzurum İngiliz Konsolosu Bin
başı Trotter’e. 427
345 24 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 340. 427
346 31 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 370. 428
347 3 Nisan Harput’ta Teğmen Chcrmside’den, İstan
bul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. 429
348 3 Nisan Erzurum Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett’ten, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör
A.H. Layard'a, No. 13, siyasi. 443
349 12 Nisan Sivas İngiliz Başkonsolosu Yarbay Wil-
son’dan, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör
A.H. Layard'a, No. 41. 445
350 13 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 418. 449
351 21 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 439. 456
502
No. T arih Adlar Sayfa
352 24 N isan İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett'ten, Erzurum İngiliz Konsolosu Bin
başı Trotter’e, No. 3. 458
1880
353 26 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 456. 459
354 27 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bııry’e. 460
EKLER
503
KAYNAKLAR