You are on page 1of 520

BİLGİ YAYINLARI : 38

BİLÂL N. ŞİM ŞİR : 3

Birinci Basım
Mart 1986

IIİIC .I Y A Y IN I v l
M n y ııU y o l ( r u j, 4 6 /A
M I : l l III n 31 16 6 5
V o n İ 5»>lılı - A ıık n r n

U tıh ın il ( n<i. 1 V /2
lo iı : !.;• 01
I U Û 'ilo O l'1 Ittl'n ııltu l
BİLÂL N. ŞİM ŞİR

Ingiliz Belgelerinde
OSMANLI ERMENİLERİ
( 1856 — 1880)

Türkçesi : Şinasi Orel

BİLGİ YAYINEVİ
kapak : fahri karagözoğlu

olgaç basım evi — ankara


İ Ç İ N D E K İ L E R

Açıklam a.................................................................................. 7
Ö nsöz........................................................................................ 9
Belgeler
1856 (No. 1-2) ............................................................ 47
1859 (No. 3-5) ............................................................. 4 8 -4 9
1860 (No. 6-15) ........................................... 5 0 -6 8
1861 (No. 16-17) ....... 6 9 -7 0
1863 (No. 18-19) ......................................................... 70- 72
1864 (No. 20-21) ......................................................... 72
1865 (No. 22) ................................................................ 74
1868 (No. 23-24) ......................................................... 74- 78
1869 (No. 2 5 )................................................................ 79
1873 (No. 26) ............................................................... 89
1875 (No. 27-28) ......................................................... 95- 98
1877 (No. 29-59) ......................................................... 99-151
1878 (No. 60-136) ....................................................... 151-206
1879 (No. 137-327) .................................................. 207-395
1880 (No. 328 - 354) ...................................................... 397-460

Ekler (No. 1-3) .............................................. 470-472


Belgelerin Dizini ............................................................ 477
Kaynaklar................................................................................ 505
AÇIKLAMA

İNG İLİZ BELGELERİNDE OSM ANLI ERM EN İLERİ


(1856- 1880) yabancı dilde yazılmış, yaklaşık 800 sayfalık, çok
değerli bir yapıttır.* İçindeki belgelerin takriben yüzde dok­
sanı İngilizce, yüzde onu da Fransızcadır.
Bu güncel konunun geçmişini kısa zamanda tetkik etmek
isteyen araştırmacılar için kitabı Türkçe özetlemenin yararlı
olacağını düşündüm. Bu çalışmayı yaparken belgelerin bir de­
ğerlendirilmesi niteliğinde olan «Önsöz» kısmıyla, çok önemli
gördüğüm belgeleri tam olarak çevirdim, diğerlerini de bel­
gelerin ruhunu yansıtacak şekilde özetledim. Ayrıca okuyu­
cuların tetkik edecekleri konulan süratle seçebilmeleri için
kitabin belgeler listesi de yapılmıştır. Tetkiki yapacak olanlar
maksatlarına göre yalnızca belgeler listesiyle yetinebilecekleri
gibi, daha derin bir tetkik için de kitabın aslına başvurabilirler.

ŞÎNASÎ OREL
Göztepe, 22 Kasım 1984

(*) Bilâl N. Şimşir; B ıitish Documents On Ottoman Armenias,


Volüme I (1856- 1880), TTK, Ankara 1982.

7
Ö N S Ö Z

Osmanlı Ermenileri üzerine yurt dışında çok yayın yapıl­


mıştır. Bugün de yapılıyor. Dünya kitaplıklarını dolduran bu
yayınlar, çoğunlukla tek yanlıdır. Bilimsellikten uzaktır; tarih­
sel gerçekleri çarpıtmaktadır. Bu bakımdan Osmanlı yönetimi
altında Ermeni azınlığı tarihini belgesel ve objektif olarak ele
alma gereği duyuldu,
Bu amaçla arşiv kaynaklarına inildi. İngiltere Dışişleri Ba­
kanlığı arşivlerine de gidildi. İngiltere, geçen yüzyıl sonlarında
yaratılmış olan «Ermeni Sorunu»na adamakıllı bulaşmış olan
ülkelerden biriydi. Bu yüzden İngiliz resmi belgeleri ilginçtir.
Bu kitap, İngiliz belgelerine dayanılarak yayımlanması tasar­
lanan bir dizinin ilk cildidir.
Osmanlı tarihi, altı yüzyılı aşar ve Osmanlı devleti, ku­
rulduğu günden beri topraklarında bir Ermeni azınlığı barın­
dırmıştır. Ama bu azınlık ancak geçen yüzyılın son çeyreğin­
de politika gündemine getirildi. 1877-1878 Osm anlı-Rus Sa­
vaşından sonra, yabancı devletler Osmanlı Ermenilcrine res­
men el attılar. Ondan sonradır ki, Osmanlı ülkesinde ciddi
Ermeni kıpırdanışlan ve silahlı ayaklanmalar görüldü. O tarih­
lerden başlayıp İmparatorluğun çöküşüne kadar, yani yakla­
şık yarım yüzyıl, Ermeni sorunu güncelliğini korumuş ve po­
litika gündeminde kalmıştır. Altı yüzyıllık Osmanlı tarihinin
asıl bu son elli yılı, Ermeni sorunu bakımından önemli ve hâlâ
tartışmalıdır. Bu nedenle arşiv araştırmalarımız asıl bu dönem
üzerinde yoğunlaştırıldı. Yalnız bu birinci ciltte, genel bir gi­
riş niteliğinde olmak üzere, Islahat Fermanı dönemine (1856-
1876) de yer verildi.
Islahat Fermanı, Kırım Savaşının son yıllarında hazırlan­
dı. Bu savaşa son veren Paris Barış Antlaşmasının imzalanma­
sından bir ay kadar önce, 28 Şubat 1856 günü, Babıâli’de tö­
renle okunup ilan edildi. Törende bütün bakanlar, yüksek gö­
revliler, şeyhülislam, patrikler, hahambaşı ve çeşitli cemaatle­
rin ileri gelenleri de bulundular. Ferman okunduktan sonra,
9
Paris Antlaşmasını hazırlamakta olan devletlere de bildirildi ve
30 M art 1856 günü imzalanan Paris Barış Antlaşması değer­
lendirildi. Antlaşmaya Osmanlı Hıristiyanlarıyla ilgili şu tum­
turaklı madde eklendi (Madde 9) :
«Tebaasının refah ve mutluluğunu başlıca iş bilen Padişah,
ırk ve din ayrımı gözetmeksizin, tebaasının durumunu düzelt­
mek için bir ferman vermekle, İmparatorluktaki Hıristiyan
halk konusunda da yüksek ve cömert düşüncelerini açıkladık­
ları gibi, bu yoldaki düşüncelerinin yeni bir delilini göstermiş
olmak için bu fermam, kendiliğinden, antlaşmayı hazırlayan
devletlere göndermeyi uygun bulmuşlardır. Antlaşmayı imzala­
yan devletler, bu fermanın yüksek değerini kabul ederler. Bu
fermanın Padişahın ne kendi tebaası ile olan ilişkilerine, ne de
Osmanlı devletinin iç yönetimine antlaşmayı imzalayan devlet­
lere teker teker ya da toplu olarak karışmak için bir hak ve
yetki vermeyeceği doğaldır.»
Bu madde, hesapça, Rusya’nın ilerde Hıristiyan azınlık­
lar adına Osmanlı devletinin içişlerine karışmasını önlemek
amacıyla antlaşmaya konmuştu. Mademki Padişah hiçbir ay­
rım gözetmeden tüm tebaasının refah ve mutluluğunu düşü­
nüyordu ve mademki bir de ferman vermişti, öyleyse yabancı
bir devletin Padişahın Hıristiyan tebaası adına Osmanlı içiş­
lerine karışmasına gerek kalmayacaktı artık. Osmanlı devleti­
nin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına ve egemenliğine say­
gı gösterileceği ve hiçbir devletin Osmanlı içişlerine karışmayaca­
ğı antlaşmada açıkça belirtilmişti. Görünüşe göre, Osmanlı
devletinin içişlerine yabancıların karışması dönemi artık ka­
panacaktı. Osmanlı yöneticileri öyle umuyorlardı.
Ama İngiltere, Paris Antlaşmasının Osmanlı Hıristiyanla-
rına ilişkin hükmünü başka türlü yorumladı. İngiliz görüşüne
göre, gerçi Padişah, tebaası arasında hiçbir ayrım gözetmeye­
ceğine, Müslüman olsun olmasın herkese eşit davranacağına
söz vermişti. Ama acaba bu sözünü tutacak mıydı? Hıristiyan -
Müslüman tebaa eşitliği getiren daha doğrusu bu eşitliği bir
kez daha vurgulayan padişah fermanı acaba uygulanıyor muy­
du, ya da nasıl uygulanıyordu? İngiltere bunları sorup soruş­
turmaya, öğrenmeye kendisini yetkili görüyordu. Osmanlı ül­
kesindeki İngiliz diplomatları, Osmanlı Hıristiyanlanna kanat
germekle, bu yolda gerekli girişimlerde bulunmakla görevliy­
diler. Bunu, Osmanlı içişlerine karışmak için değil, sözde Ba­
bIâli’ye ve yerel Osmanlı makamlarına yardımcı olmak için
10
yapıyorlardı ve yapacaklardı! İngiltere, Osmanlı Hıristiyanla-
r: üzerinde «koruyuculuk» rolünden vazgeçmek şöyle dursun,
asıl bundan sonra bu görevi üstlenecekti. Paris Barış Antlaş­
ması, Osmanlı Hıristiyanları üzerinde yabancı koruyuculuğuna
son vermemişti. Tam tersine, bu koruyuculuğu genişletmişti.
O zamana kadar yalnız Rusya’nın koruyuculuğu vardı. Ondan
sonra ise Paris Antlaşmasını imzalayan bütün devletlerin ko­
ruyuculuk dönemi açılıyordu. Antlaşmayı, Rusya ve Osmanlı
devletinden başka, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya da
imzalamışlardı. Bunlar da artık Osmanlı Hıristiyanları konu­
sunda yetkiliydiler. İngiltere bu görüşteydi. İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord J. Russel bu konuda şöyle yazıyordu :
«1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1856 Paris A n t­
laşmasına kadar, BabIâli’nin Rusya’ya karşı yükümlülükleri,
Türkiye’nin iç yönetimini engelleyegelmişti. A rt arda yapdan
antlaşmalar ve sözleşmelerle, kimi silahlı saldırılarla kim i de
sözümona koruma yoluyla, Türk imparatorluğunda yaşayan
Hıristiyanlar, Osmanlı tebaası oldukları kadar Rus Çarmın da
tebaası durumuna getirilmişlerdi... Sivastopol kuşatması ve Pa­
ris Antlaşması hükümleri, Osmanlı Hıristiyanları üzerindeki
Rusya’nın tekelci koruyuculuğunu daha geniş kapsamlı bir yü­
kümlülüğe dönüştürmüştür (Belge No_ 13). 1856 Paris A n t­
laşması, BabIâli’nin Hıristiyan tebaan üzerinde bir tek dev­
letin koruyuculuğu yerine beş devletin ortak koruyuculuğunu
(collective protoctorate) getirmeyi öngörmüştür.» (Belge No. 14)
Kısacası, İngiliz Bakan, «80 yıldır yalnız Rusya Osmanlı
Hıristiyanlarının koruyucusu rolündeydi. Şimdi biz de aynı ro­
le sıvanıyoruz» diyordu. Bu görüşle Ingiltere, Islahat Fermanı
döneminde (1856- 1876) Osmanlı Hıristiyanları üzerine eğildi.
Paris Antlaşmasında Osmanlı Ermenilerinin adı geçmiyordu.
Genel olarak Osmanlı Hıristiyanları, Padişahın Hıristiyan te­
baası anılmıştı. İngiltere bu antlaşmaya dayanarak, Ermeni,
Rum vb. gibi ayrım yapmaksızın, Padişahın tüm Hıristiyan
tebaasının durumlarını inceden inceye araştırmaya koyuldu.
Osmanlı topraklarında görevli İngiliz konsoloslarına 20 - 25 so­
ruyu içeren ayrıntılı genelgeler, yönergeler gönderildi. Şöyle
sorular soruldu ve bunların araştırılıp yanıtlanması istendi :
Konsolosluğun görev çevresinde genel durum neydi? Hıristiyan
ve Müslüman halkların karşılıklı durumları niceydi? Bu kit­
leler çoğunlukla hangi işlerle uğraşıyorlardı, neyle geçiniyor­
lardı? Hıristiyanlar mal mülk edinmede, iş tutmada güçlüklerle
11
karşılaşıyorlar mıydı? Özgürce ticaret yapabiliyorlar mıydı? Bu
açılardan Müslümanlarla aralarmda eşitlik var mıydı? Mahke­
melerde Hıristiyanların tanıklığı geçerli miydi? Son yıllarda
Hıristiyanların durumları iyiye mi, kötüye mi gidiyordu? Hı-
ristiyanlar Osmanlı ordusunda askerlik yapmayı mı, bedel öde­
meyi mi yeğliyorlardı? Kilise yapabiliyorlar mıydı? Yeni kilise
yapımında engelle karşılaşıyorlar mıydı? Ayinlerinde özgür
müydüler? Hıristiyanlara baskı yapılıyor muydu? Yapılıyorsa
bunu Osmanlı yetkilileri mi, bağnaz Müslüman halk mı, yok­
sa öteki mezheplerden olan Hıristiyanlar mı yapıyordu? Hı-
ristiyanlar yerel meclislerde temsil ediliyorlar mıydı? Sorular,
sorular birbirini izliyordu. Ayrıca Osmanlı Hıristiyanlarının du­
rumlarım iyileştirmek için ne gibi önlemler alınabileceği so­
ruluyor ve konsoloslardan öneriler isteniyordu.
Bu gibi soruşturmalardan, araştırmalardan alınan sonuç­
lar ilginçtir. İngiliz konsoloslarının raporları, Islahat Fermanı
döneminde Osmanlı İmparatorluğunun Hıristiyan ve Müslü­
man halklarının karşılıklı durumlarına oldukça ışık tutuyor­
du. Birkaç örnek verelim. Kırk yıldan beri Türkiye’de görev
yapan, ülkenin iç durumunu çok iyi tanıyan İzmir’deki İngiliz
Konsolosu Charles Blunt, 28 Temmuz 1860 günlü raporunda
şunları yazıyordu :
«Yetersiz yönetim sistemine ve âşâr vergisi toplanmasın­
daki yolsuzluklara karşın, vilayetin genel durumu günden gü­
ne iyiye gitmektedir. Ancak bu iyileşme genellikle Hıristiyan­
ların yararına oluyor. Hıristiyanlar — tabirim hoş görülsün—
Türklerin varım yoğunu satın alıyorlar.» (Belge No. 10/1)
Konsolos Blunt’un belirttiğine göre, bu genel iyileşme
Tanzimatla başlamıştı. 1839 Gülhane Hattı Hümayunu ile Os­
manlI Hıristiyanlan can ve mal güvenliğine kavuşmuşlar ve
tarım alanına da el atmışlardı. O zamana kadar daha çok Türk­
lerin elinde bulunan tarım kolu, giderek Hıristiyanların eline
geçmeye başlamıştı. Ölüm oranlarının az olması yüzünden Hı­
ristiyan nüfus artmaktaydı. Dışardan da Anadolu’ya Hıristiyan
göçmenler doluşmaya başlamıştı. Buna karşılık Türk nüfusu
gittikçe azalıyordu. Türk gençleri birbirini izleyen savaşlarda
eriyordu. Türklerin elindeki çiftlikler, tarlalar verimden dü­
şüyordu. Türk çiftçisi gittikçe geriliyordu. Türk gençleri as­
kere gidiyorlardı. Padişahın Hıristiyan tebaası ise, askerlik hiz­
metinden bağışlanıyordu. Çocukları askere alman Türk aile­
lerin toprakları işletilemeden kalıyordu. Askerlik hizmeti çok
12
uzun sürüyordu. 1839 yılında beş yıllık zorunlu askerlik görevi
konmuştu. Savaş zamanında bu beş yıllık askerlik daha da
uzayıp gidiyordu. Yıllar sonra terhis olup köyüne dönen Türk
gençleri, bozulmuş çiftlikler, boş kalmış tarlalar, yoksullaşmış,
borca gömülmüş bir aile buluyorlardı. Bu gençler, epeyce yaş­
lanmış da olduklarından, askere gitmeden önceki işlerinden so­
ğuyorlardı. Yeniden işe sarılma coşkusunu ya da gücünü ken­
dilerinde pek bulamıyorlardı artık. Kısacası, eski düzenlerini
kuramıyorlardı. Babadan, dededen kalma toprakları, üçe beşe
bakmadan, elden çıkarıyorlardı. Ingiliz Konsolosu, «Elden çı­
karılan Türk topraklarının alıcıları her zaman ya Ermeniler-
dir, ya da Rumlar» diyordu (Belge No. 10/1).
Konsolos Blunt sayılar da veriyordu : 1830-1860 yıllan
arasında İzmir’in Türk nüfusu 80 binden, 41 bine düşmüştü.
Buna karşılık aynı 30 yıllık dönemde kentin Rum nüfusu 20
binden, 75 bine yükselmişti. İzmir’de ayrıca 6000 Ermeni ya­
şıyordu, Ege yöresinde Hıristiyan nüfusunun hızla çoğaldığı,
Türk nüfusunun ise hızla azaldığı gözle de görülebüiyordu.
İngiliz Konsolosu, «Hıristiyan - Müslüman karışımı herhangi bîr
kasabaya ya da köye gidiniz. Türk mahallesinde in cin top atar,
ıpıssız sokaklarda tek Türk çocuğu göremezsiniz; Hıristiyan ma­
hallesinin sokakları ise cıvıl cıvıl çocuk doludur» diyordu.
Kıyı bölgeleri hızla Hıristiyanların eline geçmişti. Hıris-
tiyanlar, yayılma bölgelerini içerlere doğru genişletiyorlardı.
Ama Anadolu içleri yine Türktü. Buralarda topraklar Türk-
lerin elinden henüz çıkmamıştı. Türk halkı Anadolu içlerinde
yine tarımla uğraşıyordu. Buralarda Hıristiyanlar tarımı henüz
ellerine geçirememişlerdi, ama zanaatları ve ticareti ellerinde
tutuyorlardı. Müslümanlardan daha iyi yaşıyorlardı. Daha var-
lıklıydılar. Konsolos Blunt, «Şunu kesinkes söyleyebilirim ki,»
diyordu,«Hıristiyanlar Türklerden çok daha iyi durumdadırlar.»
Yalnız Ege yöresinde değil, Anadolu’nun öteki bölgelerin­
de de durum az çok aynıydı: Anadolu’nun her köşesinde Os­
manlI Hıristiyanlan hem Türklerden daha iyi durumda idiler,
hem de gittikçe zenginleşiyorlardı. Türkler ise günden güne
yoksul düşüyorlardı. Trabzon’daki Ingiliz Konsolosu Palgrave,
1868 yılında Londra’ya şunları rapor ediyordu :
«Bugünkü durumda (1868’de), muvazzaf olsun, ihtiyat ol­
sun, bütün askerlik yükü yalnız ve yalnız Müslüman halkın
omuzlarındadır. Gerçi Hıristiyanlar hâzineye küçük ve önemsiz
bir bedel ödemektedirler. Am a bu, onların askere gitmemekle
13
elde ettikleri avantajlara oranla bir hiçtir. Askerlik bedeli adam-
akıllı yüklü olsa bile, yine de Müslüman tebaanın zavallı omuz­
larındaki muazzam yükün altında düştüğü yoksulluğu hiçbir
zaman dengeleyemez.
Şurası iyice bilinmeli ki, Müslüman nüfusun Hıristiyan-
lara oranla hızla azalmasının, buna karşdık Hıristiyan nüfusun
gittikçe artmasının gerçek nedeni budur... İmparatorluğun üre­
tici olmayan tüm unsurlarını Müslümardar oluşturuyorlar. Bu,
apaçık bir adaletsizliktir...» (Belge No. 23/1)
Konsolos Palgrave raporunu şöyle sürdürüyor :
«Müslüman halk, sorumsuz merkezi İstanbul Hükümetin­
de kesinkes temsil edilmiyor. Padişahın Müslüman tebaasının
başkentte derdini anlatabileceği hiç kimsesi yoktur. Buna kar­
şılık Hıristiyanlar, İmparatorluğun her tarafına yaydmış bü­
tün yabancı konsolosluklara, ajatıslıklara, kimi de İstanbul' daki
elçiliklere başvurup haklarını arayabiliyorlar. Hıristiyanların
dertleri can kulağıyla dinleniyor. Üstelik hiçbir şikâyetleri ol­
madığı zaman da onlar adına haydi şikâyetler uyduruluyor.
Bunun kahredici sonucu olarak da bütün m d i baskılarla
yerel ve kişisel baskılar Müslümanlara yapılıyor, Hıristiyanlara
değil. Çünkü Müslümanın feryadına kulak asan yok. Hıristi-
yanın ise bin tane sözcüsü ve avukatı var.
Müslüman bir suç m u işlemiş? Hemen ve sert biçimde
cezaya çarptırılır. Aynı suçu işleyen Hıristiyan ise şöyle böyle
cezalandırılır ya da büsbütün bağışlanır. Çünkü işin içinde bir
Hıristiyan olunca yabancı konsoloslar ve temsilciler ona kanat
gererler ve adaletin eli kolu bağlanır» (Belge No. 23/1)
Ingiltere’nin Trabzon Konsolosu Palgrave, bunları 1868
yılında yazıyordu. Daha önce Anadolu içlerinde uzun incele­
meler yapmıştı. Bu anlattıkları yalnız Trabzon yöresinde ya da
kıyılarda böyle değildi. Anadolu içlerinde de durumun aynı ol­
duğunu belirtiyordu. Anadolu’nun her tarafında Müslüman
eziliyor, Hıristiyan ise korunup kayrılıyordu. Konsolos, bu gö­
ze batıcı eşitsizliği örneklerle de gösteriyor, şöyle diyordu :
«Anadolu’nun ta göbeğinde, Müslüman bağnazlığının mer­
kezleri sayılan yerlerde de Hıristiyanlar, debdebeli evleri, şık
giysileri, takıp takıştırdıkları gösterişli süsleri ve mücevherleri
ile servet ve refah düzeylerini apaçık sergiliyorlar. Onların bu
durumu, uzaklarda çok konuşulan sözde baskı iddidarıyla hiç
bağdaşmıyor. Müslüman h d k bakımından ise durum, acıklı bi­
çimde bunun tam tersidir.» (Belge No. 23/1)
14
İngiliz Konsolosu raporunun sonunda şunları vurguluyordu:
«Türkiye’deki Hıristiyanların Müslümarâara kıyasla refah
içinde olmalarını, onların daha enerjik, daha çalışkan ve daha
erdemli olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık,
doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından Müs-
lümanlar, şaşmaz biçimde, Rum ve Ermeni hemşehrilerinden
kesinlikle bir gömlek üstündürler. Am a ne var ki, Müslüman-
lar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir
ve ezilmektedirler. Hıristiyanlar ise, Osmanlı imparatorluğun­
daki ayrıcalıklı durumlarını sürdürerek son yüzyıldan beri sü­
rekli olarak zenginleşmişlerdir. Zenginleşmeleri de çok su gö­
türür spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da tefecilikle ol­
muştur...» (Belge No. 23/1)
Bu sözlerin altlan çizilse yeridir. Çünkü İngiliz, kimi Er-
menilerin kof övünmelerine parmak basmıştır. Bugün bile öyle
bağnaz Ermeni yazarlan çıkıyor ki, bunlar, «Ermeniler Tiirk-
lerden daha varhklıydı, çünkü daha, yetenekliydiler, daha ça­
lışkandılar» diyebiliyorlar. Bunu da Türkleri küçük düşürmek
amacıyla yapıyorlar. «Türk, yeteneksizdir, miskindir» demeye
getiriyorlar. Oysa Anadolu Türkünün yoksulluk, Osmanlı Er­
in enisinin zenginlik nedenlerini İngiliz konsolosu ne güzel özet­
lemiştir.
«Tek omza yüklenmektir bu», diyordu İngiliz Konsolosu.
«Osmanlı devleti, kendi ağır yükünün tümünü yalnız Müslü-
manm omzuna yüklemiştir, Bu yük, Müslüman ve Hıristiyan
tebaanın omuzlarına eşitçe bölüştürülmeli. Yoksa bu İmpara­
torluk sittin sene betini doğrultamaz» diye ekliyordu. Sonra
sözünü şöyle düğümlüyordu :
«Bugün görülen odur ki, Osmanlı Hükümeti, Hıristiyan
tebaa yararına Müslüman tebaasmı ezmek gibi ağır bir suç­
lama altındadır. Ben, bu suçlamayı üzülerek doğrulamak duru­
mundayım.» (Belge No. 23/1)
Evet, kısaca, durum buydu. Osmanlı Hıristiyanlan, genel­
likle Türklerden çok daha iyi durumdaydılar. Bir değil, beş
büyük devletin koruyucu kanadı altındaydılar. Askere gitmi­
yorlardı. Ayrıcalıklı durumlarından yararlanarak ticareti, kü­
çük zanaatları zaten ele geçirmişlerdi. Tanzimat döneminden
başlayarak tarımı da ele geçiriyorlardı. Anadolu’da Hıristiyan
nüfus günden güne artıyordu. Dışardan da Anadolu’ya Hıris­
tiyan göçmenler akın ediyordu. Türklerin tarlasını, bozulan
çiftliğini, bütün varını yoğunu satın alıyorlardı. Osmanlı Er-
15
menisi köyde ağa, kasabada eşraf, kentte zengin işadamı ol­
muştu. Başkentte sırmalı paşa oluyordu. Türk köylüsünün
korkulu rüyası o mültezimlerin çoğu Ermeniydi, Rumdu. Dur­
madan yakınansa, yine Padişahın Hıristiyan tebaasıydı. Herkes
onlara kulak veriyordu. Antlaşmalar onlar içindi. Yabancı
konsoloslar, hatta elçiler onlara arka çıkıyordu. OsmanlI Hı­
ristiyanlarının yakınmaları Avrupa basınına kat kat abartıla­
rak yansıtılıyordu... ve uzaktan davulun sesi bir başka türlü
duyuluyordu.
Padişahın Türk-M üslüman tebaasına gelince, onun hiç
sesi sedası çıkmıyordu. Osmanlmın gözünde o, «kaba Türk»
idi. Soylu Osmanlı, ondan apayrı sayıyordu kendisini. O «kaba
Türk» idi İmparatorluğun tüm yükünü omuzlayan. Küreyi
omuzlayan Atlas gibi. Askerlikse askerlik, gazilikse gazilik,
şehitlikse şehitlik ve vergiyse vergi. Hepsini o yükleniyordu.
Ama kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyordu. Kol kırılır, yen
içinde kalır, diyordu. Onun için derdini dışa sergilemek ayıptı.
Hükümeti yabancıya jurnal etmek yurtseverliğe, dindarlığa sığ­
mazdı. Derdini anlatsa anlatsa yine Osmanlıya anlatabilirdi
belki. Ama sesine kulak asan olur muydu ki? Osmanlı yöne­
ticisinin kendi derdi başından aşkındı. Rum, Ermeni yakınma­
ları, yabancı konsolosların karşısına gelip dikilmeleri yetmezmiş
gibi, bir de kaba Türkü mü dinleyecekti Osmanlı yöneticisi?
Yöneticiler, yerlerinden olmak kaygısıyla, Hıristiyanın bir de­
diğini iki etmemek için çırpınıyorlardı. Kaba Türke gelince,
vur abalıya!..
Kaba Türkün tarihi henüz yazılmamıştır. Adına ister kaba
Türk, ister yoksul Türk densin, isterse Türk halkı. Yazılsın
onun da tarihi. Karşılaştırılsın Osmanlı Ermenisiyle. Kimmiş
ezilen, kayrılan o zaman görülür. İngiliz belgelerinde bu ko­
nuda epeyce aydınlatıcı bilgi vardır. Onlardan anlaşılıyor ki,
Osmanlı Ermenisi, ezilmek şöyle dursun, korunmuş, kayrılmış-
tır. Hatta Türk komşusunu sömürmüştür. Ermeniler yalnız
esnaf, yalnız tüccar değildi. Aynı zamanda mültezimdi. Erme­
ni mültezimi Türk köylüsüne aman vermiyordu. Köylüden
toplanan âşâr vergisinin yansı Osmanlı hâzinesine giriyorsa,
yansı da Ermeni ve Rum mülteziminin kesesine giriyordu.
Gerçi Ermeni köylüsünün de derdi yok değildi. Kilise ör­
gütü, Ermeni köylüsünü soyuyordu. Ermeni ağası, Ermeni mül­
tezimi kendi soydaşını da eziyordu. Osmanlmın sözümona bas­
kısı en sonda geliyordu. Ermeni köylüsü de dertsiz değildi,
16
ama onutı sıkıntısı, Türk köylüsünün yanında devede kulak
kalıyordu. Bununla birlikte, bütün yabancı konsoloslar, Er­
in enilerin ne gibi dertleri bulunduğunu araştırıyorlardı. Kon­
solosların hizmetinde birçok Ermeni çalışıyordu. Onların da
yardımıyla neredeyse her Ermeninin kişisel sorunlarına kadar
iniliyor ve bunlar abartılarak rapor ediliyordu. Kimi konso­
loslar habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyorlardı.
Bir örnek: 1875 yılında Erzurum’da Zohrab adında bir
İngiliz konsolosu vardı. Ermeni kökenliydi. 22 Temmuz 1875
günlü raporunda bir kız kaçırma olayı anlatıyordu. Erzurum’a
elli mil uzaklıktaki Hınıs’a bağlı, 20 hane Ermeninin ve 60
hane Müslümanın yaşadığı Khurt köyünde, bir Ermeni kızı,
pınardan su almak için evden çıkmış ve bir komşu Müslü­
man delikanlısıyla kaçmıştı (Konsolos, kaçırılmıştır diyor).
Sonra kız bulunmuş. Erzurum’a getirilmiş. Birkaç gün bir
ailenin yanına bırakılmış. Düşünmesine fırsat verilmiş. On­
dan sonra Erzurum vilayet meclisinin önüne çıkarılmış. Kız,
içinde Ermeni üyeler de bulunan vilayet meclisi önünde, Müs­
lüman olmak ve komşu Müslüman delikanlıyla evlenmek is­
tediğini bildirmişti. Resmi makamlarca artık yapılacak bir iş­
lem kalmamıştı. Konsolos Zohrab, bunları anlattıktan sonra,
akıl almaz bir genellemeyle, OsmanlI yönetimine ver yansın
ediyordu : «İslahat Fermanı kâğıt üzerinde kalıyor, uygulan­
mıyor. Hıristiyan çocuklar ailelerinden çalınıyor ve zorla Müs­
lüman yapılıyor. Osmanlı imparatorluğunda artık Hıristiyan­
ların güvenliği kalmadı; AvrupalIlar da tehlikeden diyordu.
Oysa o tarihlerde Hıristiyan misyonerler Anadolu’da da kol ge­
ziyorlar, insanlara din değiştirtmek için uğramadık köy, çal­
madık kapı bırakmıyorlardı.

1869 yılında İngiltere’nin Erzurum konsolosu bulunan


Taylor, o yöredeki Ermeni azınlığı konusunda ilginç bilgiler
toplamıştı. Küçük bir azınlık olmalarına karşın Ermeniler, Er­
zurum bölgesinde hemen hemen bütün ticareti ve tarımı elle­
rine geçirmişlerdi. Kasabalarda alışveriş işleriyle sermayenin
dörtte üçü Ermeni azınlığının elindeydi. Yine de Ermeniler
haksızlıktan yakmıyorlar ve Rusya’ya eğilim gösteriyorlardı.
Konsolos Taylor şöyle yazıyordu :
«Bu yörenin her köşesinde Ermeniler, Türk hükümetinden
acı acı yakınıyorlar. Aynı zamanda hiç sakınmadan Rusydyt
övüp göklere çıkarıyorlar... Daha önce de belirtildiği gibi, Er-
17
manilerin hu tutumu kiliselerinin düşmanlık öğretilerinden ile­
ri geliyor. Erzurum vilayetinde yaşayanlar, özellikle sınır boy-
lanndakiler, Diyarbakır ve Harput Ermenilerinden daha çok
bu duyguları paylaşıyorlar. Erzurum’da varlıklı Ermeniler ara­
sında, böyle duygulan az çok içten paylaşmayan bir tek kişi
bulunduğunu sanmıyorum. Çünkü, Türk tebaası oldukları hal­
de bu Ermeniler Rus pasaportu almışlardır. Elden geldiğince
gizliden gizliye yürütülen Rus pasaportu ticareti bu yörede pek
yaygındır. Benim görev çevremde bu sözde ‘Rusların’ bulun­
madığı bir tek kasaba yoktur.» (Belge No. 25/1)
Boşuna dememiş atalarımız: «Hacı sandığımızın haçı kol­
tuğundan çıktı.» Padişahın «sadık tebaası» sanılan Osmanlı Er-
menisi meğer cebinde Rus pasaportu taşıyornıuş! Elaitmdan
yürütülen Rus pasaportu ticareti Doğu Anadolu’da almış yü­
rümüş. Dışı Osmanlı, içi Rus, bir yığın» insan türemiş ve bu
«Ruslar» her kasabamıza sızmış.
Konsolos Taylor’un anlattığına göre, Erzurum’daki Rus
konsolosu Ermenilerin çarpık duygularını sürekli körüklüyor-
muş. Yerel Osmanlı makamlarıyla ilişkilerinde bu Rus konso­
losun çalımından geçilmiyormuş. Bu Rus ajanı, iddialı göste­
rişleriyle cahil Ermenileri öyle etkilemiş, öyle inandırmış ki,
varsa yoksa Rusya imiş. Ermenilere olsa olsa Rusya arka
çıkabilirmiş. Bu düşünceye kendini kaptıran paralı Ermeniler,
üçe beşe bakmadan, birer Rus pasaportu ediniyoTİarmış. Cep­
lerine Rus pasaportu koyunca, artık kendilerini Rus kanadı
altında ve güvencede sanıyorlarmış. İngiliz Konsolosu şöyle
diyor :
«Bu gibi düşünceleri körüklemek, aynı zamanda varolan
sıkıntüarı abartmak ve hayali yakınmalar uydurmak, Rus Hü­
kümetinin ve dolayısıyla Rus ajanlarının izlediği bir politika­
dır. özellikle Rusya’ya komşu Doğu ülkelerinde, hoşnutsuz­
lukları canlı tutmak Rusya’nın izlediği politikaya uygun düş­
mektedir.» (Belge No. 25/1)
İngiliz Konsolosu bu satırları 1869 yılında Erzurum’dan
yazıyordu, Anadolu’nun doğu ucunda Ermeni hoşnutsuzluğu
sürekli canlı tutulmak isteniyordu. Aradan beş altı yıl geçti
geçmedi, derken Osmanlı İmparatorluğunun bambaşka bir yö­
resi, Rumeli kanadı karıştı. 1875’te Bosna - Hersek, arkasından
Bulgar ayaklanmaları patlak verdi. Ayaklanan Balkan Hıristi-
yanlan Avrupa’da büyük sempati topladılar. Avrupa basınının
zembereği boşandı. Osmanlı yönetimi yerin dibine batınlıyor-
18
tlu. Ayaklanan Balkan Hıristiyanları göklere çıkarılıyordu.
«Zavallı» Osmanlı Hıristiyanları adına Avrupa ve Rusya çalka­
lanıyordu. Bu hava içinde Osmanlı Ermenilerinin hoşnutsuz­
lukları da körükleniyordu. Eylül 1876’da İstanbul’daki İngiliz
Büyükelçisi Sör H. Elliot, «Ermeniler arasında bir hoşnutsuzluk
hareketi var» diyordu. Bu hoşnutsuzluğun giderek önem ka­
zanabileceğine değiniyordu. «Bu harekete Rus ajanlarının entri­
kalarının neden olduğunu» ekliyordu (Ek Belge No. 1).
Anlaşılan Ermeniler, Balkan Hıristiyanlarına özendirilmek
isteniyordu. Özenmeye başlamışlardı bile. Bul garlar ve Bosııa -
Hersekliler için Avrupa harekete geçmişti._182£_sonunda İs­
tanbul’da önemli bir konferans toplanacaktı «Tersane Konfe-,
ransı» diye tarihe geçecek bu konferansta, belki Balkan Hıris-
tiyanlarına bağımsızlık ya da özerklik verilecekti. Ermeniler
ise unutuluyorlardı. Ayaklanmadıkları için mı? 'Ermenilerin
kafası kurcalanmaya başlamıştı.
İstanbul Ermeni Patriği. "Nerses, dayanamadı. Tersane
Konferansı arifesinde İngiliz Büyükelçisine çıktı. «Cemaatim
pek heyecanlıdır» dedi. Ve şunları ekledi :
«Avrupa devletlerinin sempatisini kazanmak için ayaklan­
ma çıkarmak gerekiyorsa (Ermeniler arasında da) böyle bir
hareket yaratmak hiç de güç olmayacaktır.» (Ek belge No. 2)

«Rumeli’nin bozgunu, Anadolu’nun salgını, İstanbul’un


yangım» demiş atalarımız. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Ru­
meli’nin görülmemiş bir bozgunu oldu. Bu bozgun, OsmanlIla­
rın gelmiş geçmiş bütün felâketlerini bastırdı. Ulusal bir felâ­
ket haline geldi. Rus panislavistleri Balkanlarda Bulgarlara
bir yurt açabilmek için oralardaki Türk halk kitlelerini sö­
küp atmayı önceden planlamışlardı. Bunun sonucu savaş, halk
kitlelerine indirilmişti ve yedi ay içinde 400.000 Türk kılıçtan
geçirilmişti. Kılıç artığı 1 milyon kadar Rumeli Türkü de
perperişan Trakya’ya, İstanbul’a ve Batı Anadolu’ya sığın­
mıştı (Bunun ayrıntılı belgeleri Rumeli'nden Türk Göçleri adlı
ki cütlik kitabımızda bulunacaktır). Doğu Anadolu’nun Rus
şgaline düşmesi de o yörenin Türk-M üslüman halkı için
aek acıklı olmuştu.
Osmanlı Ermenileri için ise 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı
oir felâket değil, fırsat oldu. Anadolu’nun kimi uzak yerle­

' ' ' 19


rinde Ermeni çeteleri, eli silah tutan Türklerin cepheye git­
miş olmalarını fırsat bilip komşu Türk-M üslüman köylerine
saldırdılar. Örneğin Maraş’ın Zeytun yöresinde, Babek adın­
daki bir eşkıyanın 200 kişilik Ermeni çetesi, komşu Türk
köylerini ve Yörük oymaklarını vurup yağma etti. Epeyce in­
sanın canına kıydı (Belge No. 206/1).
Rusların Doğu Anadolu’ya girişleriyle o bölgenin Ermeni
tüccarına ve esnafına gün doğdu. Erzurum’daki İngiliz Kon­
solosu Trotter’in anlattıklarına göre, Doğu Anadolu Ermeni-
leri Rus işgali sırasında pek kârlı iş yapmışlar, hele alkollü
içki satışından bol para kazanmışlardı. Rus işgali sırasında
Ermeni ticaretinin nasıl canlandığı gözle görülebiliyordu. Trab­
zon-Erzurum yolu boyunca Ermeni dükkânları kapılarını aç­
mış, arı kovanı gibi çalışıyorlardı. Yük taşıma ücretleri iki
katına çıkmıştı. Her yerdeki eski ve bakımsız Ermeni evleri
onarılmış, Ermeni sokakları şenlenmişti, Ermeniler, kimi Rus­
ları evlerinde barındırıyorlardı. İşleri yolundaydı. Rus işgalin­
de acıklı bir yoksulluk içinde inleyen Türk komşularına nis­
pet yaparcasına kazançlarını gösterişle sergiliyorlardı (Belge
No. 116).
Doğu Anadolu Ermenileri işgalci Ruslarla iş yapmakla
kalmadılar. Rus işgal kuvvetlerinin hizmetine de girdiler. İş­
galci Rusların arasında Ermeni asıllı subaylar da vardı. Kars’ta
Korgeneral Lazareff, Erzurum’da Binbaşı Kamsaragan gibi.
Bunlar, kimi yerli Ermenileri Ruslarla işbirliğine çektiler.
Binbaşı Kamsaragan daha önce Erzurum’da Rus konsolosu
olarak bulunmuştu. Rus işgalinde Erzurum polis şefi oldu.
Kendisi gibi bir Ermeni olan yardımcısı Teğmen Nikolosoff
ile birlikte, birçok Ermeniyi Rus polis hizmetine aldı. Ellerine
biraz yetki ve silah verilen bu işbirlikçi Erzurum Ermenileri
ilk iş olarak, Müslüman komşularına eziyet ettiler. Rustan
fazla Rus kesildiler. İngiltere’nin Erzurum Konsolosu Trotter .
«Hiç kuşku yok ki, Rus işgali sırasında yerel polis örgü­
tüne alman birçok Ermeni, fırsattan yararlanarak Müslüman-
lara eziyet etmişlerdir. Rus viskonsolos vekili de bunu doğ­
rulat1ı» diyordu (Belge No. 116).
Bölgedeki Ermeni - Müslüman gerginliğinin kökünde işte
bu yatar. Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal edince yerli Ermeni-
lerden bir bölümüyle işbirliği yapmışlardı. Ellerine silah ve­
rilen bu işbirlikçi Ermeniler, silahlarını ilk önce Müslüman
komşularına çevirmişlerdir. Böylece bölgede Ermeni-Müslü-
20
man sürtüşmesi tohumları atılmıştır. Bu hava, Ayastafanos
Antlaşmasına Ermenilerle ilgili özel bir madde konması için
gerekçe, ya da bahane olmuştur. Ermeni adı, böylece ilk kez
bir uluslararası antlaşmaya girmiştir. Ayastafanos Antlaşması
İngiltere’yi harekete geçirecek, bu kez Berlin Antlaşmasına
Ermenilerle ilgili bir madde eklenecektir. Ondan sonra yeni
yeni gelişmeler birbirini izleyecektir...
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşıyla birlikte İstanbul’daki
Ermeni aydınlarıyla kilisesi, kökten tutum değiştirmişlerdir.
Savaşın ilk döneminde İstanbul Ermenileri Padişaha bağlı gö­
rünüyorlardı. İstanbul Ermeni Patriği Nerses, birkaç kez, Pa­
dişaha bağlı bir Osmanlı yurtseveri olduğunu açıklamıştı. Hat­
ta Osmanlı Ermenileri, gönüllü asker yazılmayı bile düşündü­
ler. Padişahın bir çağrısına uyarak, Ermeni meclisi 7 Aralık
1877 günü Patrik Nerses’in başkanlığında toplandı ve Ermeni-
lerin gönüllü asker yazılarak Osmanlı yurdunu savunmaya ka­
tılmalarına oybirliğiyle karar verdi (Belge No. 51). Ama sa­
vaşın gelişmesiyle birlikte bu kararından döndü. Osman Pa­
şanın Plevne’de teslim olduğu duyulunca, Ermeni meclisi ye­
niden toplandı ve yüz seksen derecelik bir dönüş yaparak, gö­
nüllü asker verme kararını değiştirdi (Belge No. 56).
Ruslar Balkan Sıradağlarını aşıp Trakya’ya doğru yürü­
meye başlayınca, Ermeni kilisesiyle aydınları Osmanlı devleti­
ne büsbütün sırt çevirdiler. Ellerini Rusya’ya uzattılar. Osman­
lI-T ürk egemenliğinin artık sonu geldi, gelecek, sandılar. Er­
meni kilisesiyle aydınlarının tarihsel bir yanılgısıydı bu. Os­
manlI devleti, her şeye karşın, daha elli yıl yaşayacaktı. Ermeni
önderleri yalnız bu bakımdan yanılmadılar. Daha ilerisini de
hiç düşünemediler. Osmanlı devleti tarihe karıştıktan sonra
da Anadolu’da bağımsız ve egemen bir Türk devleti olacaktı.
Geçmişte olduğu gibi ilerde de Türklerle Ermeniler, aynı dev­
let içinde, bir arada yaşayabilirler, diyebilen ileri görüşlü bir
Ermeni önderi çıkmadı.
Tersine, Patrik Nerses ile Ermeni meclisi, pek dar görüşlü
bir tutum içine girdiler. İşgalci Ruslarla gizli ilişkiler kurdular.
Rus orduları Edirne’ye girince, Patrik Nerses, üç kişilik bir
Ermeni heyetini Rus orduları Başkomutanı Grandük Nicholas
ile görüşmekle görevlendirdi. Ocak I878’de, kılıç artığı on bin­
lerce Rumeli Türk göçmeni, kar, buz, balçık, çamur içinde,
bata çıka, düşe kalka, Trakya’da yol almaya, canlarını İstan­
bul’a. Anadolu’ya atmaya çalışıyorlardı. Bozguna uğramış Ru­
21
meli boşalıyor, perişan Türk kitleleri Avrupa’dan ön Asya’ya
dönüyorlardı. Tam o günlerde, sırtlarında sırmalı Osmanlı üni­
forması taşıyan Stefan Aslanyan Paşa ile Ohannes Nurian
Efendi Edirne’ye gittiler. Orada Kevork Rusçukluyan ile bu­
luşarak, Ermeni Patrikliğinin ve Ermeni meclisinin delegeleri
olarak, Grandük Nicholas’ın huzuruna çıktılar. Osmanlı Er­
menilerinin Rus Çarına bağlılığını bildirdiler ve Ruslardan lü­
tuf dilediler. Grandük ile Rusya’nın İstanbul eski Büyükelçisi
panislavist General İgnatieff kendilerine söz verdiler : Hazıı-
lannıakta olan barış antlaşmasına Osmanlı Ermenileriyle ilgili
özel bir madde konacaktı. Gerçekten, 3 M art 1878 günü Ge­
neral İgnetieff’in Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşaya dik­
te ettiği Ayastafanos (Yeşilköy) Antlaşmasına Ermenilerle ilgili
şu madde eklendi :
«Madde 16 — Ermenistan’da (Doğu Anadolu’da) Rus iş­
galinde bulunan ve Türkiye’ye geri verilecek olan toprakların
Rus askerince boşaltılması, oralarda, iki devletin (Türkiye ile
Rusya’nın) iyi ilişkilerine zararlı karışıklıklara yol açabileceğin­
den, Babıâli, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde yerel durumun
gerektirdiği iyileştirmeleri ve reformları zaman yitirmeden
gerçekleştirmeyi ve Kürtler ile Çerkezlere karşı Ermenilerin
güvenliğini sağlamayı üzerine alır.»
Bu madde ile, Ermeni adı ilk kez bir antlaşmaya girmiş
oldu. Ermeniler, uluslararası politika gündemine getiriliyorlar­
dı artık. Osmanlı Ermenileri tarihinde bu, bir dönüm nokta­
sıydı.
İstanbul Ermenileri, hele Rus yanlısı Ermeniler, pek se­
vindiler. Ama bir şeyi unutuyorlardı: Bu antlaşmayı Osmanlı
devletine dikte eden panislavist General ignetieff, Slav çıkar­
larından başka bir şey düşünmüyordu. Gerçi, Rusya ilerde di­
line dolayacaktı. Ama bunu Ermenileri düşündüğü için yap­
mayacaktı.

Ayastafanos Antlaşması, İngiltere’yi telaşlandırdı, kamçı­


ladı. Rus-İngiliz rekabeti yeniden kızıştı. Antlaşma, Kars,
Ardahan ve Batum’un Rusya’ya katılmasını öngörüyordu. Bu,
İngiltere’nin «hayati çıkarlarına» ters düşüyordu. Rusların da­
ha Kars ve Erzurum’a girdikleri günlerde, İstanbul’daki İngi­
liz Büyükelçisi Sör Henry Layard, Londra’nın dikkatini bu

22
yöne çekti. Rusya’nın Kaıs, Ardahan ve Batum’u topraklarına
katmasının, İngiltere’nin «hayati çıkarlarına» şu bakımlardan
ters düştüğünü uzun uzun anlattı :
J) Orta Asya ve Hindistan Müslümanlarının gözün­
de Rusya, gittikçe genişleyen ve önüne durulmaz bir devlet
olarak büyük nüfuz kazanacaktı ve Büyük Britanya İmpara­
torluğunun Asya’daki nüfuzunu sarsabilecekti.
2) Rusya bundan böyle Anadolu ve İran içlerine doğru
kolaylıkla yayılabilecekti.
3) Bu yayılma İngiltere’nin Hindistan’a giden en kestir­
me yolunu kapatacaktı. İngiltere, bir gün herhangi bir ne­
denle Süveyş Kanahnmın kendisine kapatılabileceğini düşüne­
rek Hindistan’a giden bir ikinci yolu açık tutmak zorundaydı.
Bu yol Doğu Anadolu’dan geçiyordu ve en kısa yoldu.
4) Rus yayılması İngiliz ticaretini baltalayacaktı.
Bütün bu nedenlerle İngiltere, Doğu Anadolu toprakları­
nın Rusya’nın eline geçmesini engellemeye çalışmalıydı (Belge
No. 50).
İngiltere, Ayastafanos Antlaşmasını değiştirtmek ve İn­
giliz çıkarlarıyla bağdaştırmak amacıyla, vakit yitirmeden Rus­
ya ile gizli görüşmelere girdi. Bu görüşmeler sonunda 30 Ma­
yıs 1878 günü gizli bir Rus-İngiliz antlaşması imzalandı. Rus­
ya, Ayastafanos Antlaşmasının Balkanlarla ilgili hükümlerinde
değişiklik yapmaya razı oldu. Ama Doğu Anadolu’ya ilişkin
hükümlerini değiştirmeye yanaşmadı. Yani Kars, Ardahan ve
Batum’dan vazgeçmek niyetinde değildi. Doğu Anadolu, As­
ya’da İngiliz-Rus çatışmasının düğüm noktalarından biri du­
rumuna geldi.
İngiltere Dışişleri Bakam Lord Salisbury’e göre, Rusya’
nın Kars, Ardahan ve Batum’u alması, geri kalan Doğu Ana-
dolu halk kitleleri üzerinde öyle derin etkiler yaratacaktı ki,
sonunda bu kitleler Rusya’nın kucağına düşebileceklerdi. Bu­
nun sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Anadolu
topraklan bir kez daha parçalanıp Rusya tarafından yutulabi-
lecekti. «Majesteleri Hükümeti, Büyük Britanya’nın Doğudaki
çıkarlarım derinden etkileyecek böyle bir durumu kabul ede­
mez» diyordu Lord Salisbury. İngiltere, bunu hiç değilse ön­
lemeye çalışacaktı.
Bu amaçla, 4 Haziran 1878 günü İngiltere ile Osmanlı
Hükümeti arasında ikili bir antlaşma imzalandı. «Kıbrıs Ant-
23
taşması» olarak bilinen bu antlaşmaya göre, eğer Rusya Kars,
Ardahan vc Batum’u elinde tutup da ilerde OsmanlI devleti­
nin Asya topraklarından bir bölümünü ele geçirmeye kalkar­
sa, İngiltere, silahla Osmanlı devletinin yardımına koşacaktı.
Buna karşılık Osmanlı devleti, Kıbrıs adasının yönetimini İn­
giltere’ye bırakıyordu. Kıbrıs Antlaşmasına, belki Kıbrıs’ın İn­
giltere’ye bırakılmasından daha önemli şu cümle de konmuştu:
«Buna mukabil Zatı Padişahı dahi Anadolu kıtasında bu­
lunan Hıristiyan ve sair tebaanın iyi idare ve korunmaları
hakkında devleteyn (Ingiltere ve Osmanlı devleti) arasında
sonradan kararlaştırılacak olan lüzumlu ıslahatı yapacağını İn­
giltere devletine vaat eder.»
Bu tek cümle, İngiltere’nin Ermeni işine el atmasının en
önemli hukuki dayanağı oldu. Gerçi burada açıkça Ermeni adı
geçmiyordu. Anadolu’da yaşayan «Hıristiyan ve sair tebaa»
deniyordu. Ama Doğu Anadolu’da yaşayan Hıristiyanlar de­
nince Ermeniler anlaşılıyordu. Padişah, Ermenilerin «iyi yö­
netilmesi ve korunması» için «reform» yapmaya söz veriyordu.
Yapılacak reformlar İngiltere ile Babıâli arasında sonradan
kararlaştırılacaktı. İlk bakışta reform sözcüğü masum bir söz­
cüktür. Kim istemez reform yapılmasını? Ama, İngiltere’nin
Doğu Anadolu’da yapılmasını istediği «reform» dan ne anla­
dığı ilerde yavaş yavaş ortaya çıkacaktı. Bundan böyle İn­
giltere de Osmanlı Ermenilerini diline dolayacaktı. Ama bunu
Ermenilerin çıkarlarını düşündüğü için yapmayacaktı.
Ayastafanos Antlaşması üzerine hemen işe koyulan İn­
giltere, kısa zamanda hem Rusya, hem de Babıâli ile ayrı
ayrı birer gizli antlaşma imzalamıştı; aynı zamanda, Ayasta­
fanos Antlaşmasının değiştirilmesi için Berlin Kongresinin top­
lanmasına öncülük ediyordu. Berlin Kongresi öncesinde Os-
manlı Ermenileri de kolları sıvadılar, yoğun bir çalışma içine
girdiler. Amaçları, fırsattan sonuna dek yararlanmaktı. M art
1878’de, BabIâli’nin yüksek kademelerinde görevli bir Osman­
lI Ermenisi, İngiliz Büyükelçisi Layard’ı gördü. Ermenilerin
de, Bulgarlara tanındığı gibi, Anadolu’da özerklik istediklerini
anlattı. İstanbul Ermenileri, «Ermeni Özerk Bölgesi»nin, ya da
Ermeni Prensliğinin «anayasasını» hazırlamaya başlamışlardı.
Bu belgeyi Berlin Kongresine sunacaklardı. Osmanlı Ermenisi
İngiltere’den destek istiyordu ve bekliyordu. Berlin Kongresi,
Ermenilerin «haklı» isteklerini kabul etmezse, Ermeniler so­
nuna kadar uğraşacaklardı. Layard’ın Ermeni ziyaretçisi, In-
24
gilizin damarına basarcasına, «Hatta kendimizi Rusya’nın ku­
cağına atabiliriz. Türk yönetiminde kalmak tansa Rusya’ya ka­
tılmayı yeğleriz» dedi.
Kendisinin anlattığına göre, İngiliz Büyükelçisi, Ermeni
ziyaretçisini pek umutlandırmamış, yüreklendirmemiş, ama he­
men arkasından Osmanlı Ermenilerini Londra’ya salık vermiş­
ti. özetle şunları yazdı : «Osmanlı Ermenileri, bütün öteki Os-
manlı Hıristiyanlarından daha fazla Türklere yakındılar. Türk-
lere ısınmışlar, onlarla kaynaşmışlardı. Türkçe konuşuyorlardı.
Ermeniler için İngiltere bir şeyler yapabilirdi. Adil bir yöne­
time kavuşurlarsa Ermeniler yüzlerini Rusydya çevirmezlerdi.
Türklerle daha fazla kaynaşırlardı. Bu, BabIâli’nin de İngiltere’
nin de çıkarlarına uygun düşerdi.» Layard, «İngiltere bu ama­
ca fiilen katkıda bulunabilir» diyordu. Ama Ermenilere özerk­
lik verilmesinin yanlış olacağını belirtiyor ve aynen şöyle di­
yordu :
«Şimdilik kendi kendisini yönetemeyecek durumda olan
bir bölgeye özerklik vermek, kaş yapmak istenirken göz çı­
karmak olur ve İngiliz çıkarlarına ters düşer.» (Belge No. 66)
İngiliz Büyükelçisi, Osmanlı Ermenileri için «adil bir yö­
netim», «hakça bir yönetim» (ne demekse) savunuyordu. Ama
Ermeni özerkliği düşüncesine karşı çıkıyordu. İyimserdi. Hak­
ça bir yönetim altında Ermenilerle Türklerin birbirlerine kay-
naşabileceklerini umuyordu.
Peki, ya Ermeni liderleri ne düşünüyorlardı? Onların baş­
ka düşüncede oldukları anlaşılıyordu. İstanbul Ermeni Patriği
Nerses, Ermeni önderlerinin düşüncelerini, İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord Salisbury’e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli bir
muhtırada açıkça ortaya koydu: «Ermenilerle Müslümanların
bir arada yaşamaları (coexistence) imkânsızdır» deyip kestirip
attı. Tek çözümün, Türkiye Ermenilerinc, Lübnan gibi, özerk­
lik verilmesi, Ermenilerin kendi kendilerini yönetmeleri oldu­
ğunu ileri sürdü. Bağnaz bir Hıristiyan olarak şunları söyledi :
«Doğu sorunu, (Şark meselesi), Müslümanlarla Hıristiyan­
ların bir arada yaşamalarıyla daha da güçleşen, Osmanlı İm ­
paratorluğunun zayıflaması sorunudur. Bu bir arada yaşama
(coexistence) artık imkânsızdır.
Eşitliği ancak bir Hıristiyan yönetim uygulayabilir. Ada­
leti, Hıristiyan yönetim sağlayabilir. Vicdan özgürlüğünü de
yalnız Hıristiyan yönetim uygulayabilir. Şu halde, Hıristiyan

25
kitlelerin yaşadığı her yerde, Müslüman yönelimin yerini Hı­
ristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve
Kilikya, Hıristiyan yönetimin kurutması gereken yerler arasın­
dadır.
Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar. Yani, Türkiye Er-
menistanında, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış
bir Hıristiyan yönetim istiyorlar.» (Belge No. 69/1)
Türklerle Ermeniler artık bir arada yaşayamaz diyen Er­
meni Patriği idi. Türkler ya da OsmanlIlar değil. Buna şimdilik
burada nokta koyalım ve geçelim.

Patrik Nerses, İstanbul’da yabancı elçiliklerin kapılarını


çalmakla ve Avrupa hükümetlerine muhtıralar yollamakla ye­
tinmedi. Berlin Kongresi öncesinde Avrupa’ya bir de heyet
gönderdi. İstanbul eski Ermeni Patriği ve Beşiktaş Piskoposu
Hrımyan başkanlığındaki bu heyet, çeşitli Avrupa başkent­
lerini dolaştıktan sonra Berlin’e vardı. Gerçi Ermeni heyeti
Berlin Kongresinin yapıldığı binaya sokulmadı, ama Ermeni
iddialarını ve isteklerini dile getiren bir belgeyi kongre üye­
lerine iletmeyi başardı.
Berlin’de OsmanlI delegeleriyle, büyük devletler delegeleri .
barış görüşmelerini sürdürürken, Patrik Nerses, 30 Haziran
1878 günü İstanbul'daki Ingiliz büyükelçisini yeniden gördü.
Bir Ermeni projesinin Berlin Kongresine sunulduğunu bildirdi
ve bunun desteklenmesini rica etti. Büyükelçi Layard, «Erme-
nilerin adil ve iyi bir yönetime kavuşmalarını sağlamak için
Berlin'deki İngiliz delegelerinin ellerinden geleni yapmakta ol­
duklarım» söyledi. Patrik, Lord Salisbury’e teşekkürlerini yol­
ladı. Osmanlı Ermenilerinin yalnız Ingiltere’ye güvendiklerini
de ekledi (Belge No. 73 ve 74).
On gün sonra Patrik, son bir kez daha Ingiliz Büyükelçi­
sini ziyaret etti. Berlin Kongresi sonuna yaklaşmıştı. Birkaç
gün içinde Berlin Antlaşmasının imzalanması bekleniyordu.
Patrik, antlaşmaya Osmanlı Ermenileriyle ilgili özel bir mad­
de konmasını yeniden rica etti. Böyle bir madde olursa, Er-
menilerin ilerde buna dayanarak büyük devletlerin koruyucu­
luğunu isteyeceklerini belirtti. Layard, Patriğin bu isteğini de
Berlin’de bulunan Lord Salisbury’e iletti. Piskopos Hrımyan
heyeti de Berlin’de kongreyi etkilemek için çabalarını sürdü­
rüyordu (Belge No. 75).
26
Bütün bu çabalar sonucu, 13 Temmuz 1878 günü imza­
lanan Berlin Antlaşmasına Osmanlı Ermenileriyle ilgili şu özel
madde eldendi :
«Md. 61 — Babıâli, Ermcnilerin yaşadığı eyaletlerde ye­
rel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı
ve Çerkez ve Kürtlere karşı Ermenilerin huzur ve güvenliğini
sağlamayı yükümlenir. Bu hususta alınacak önlemleri (büyük)
devletlere bildirecektir ve devletler de alman önlemlerin uygu­
lanmasını gözetleyeceklerdir.»
Bu birkaç satırlık madde, ilerde Osmanlı devletinin ba­
şına pek büyük dertler açacak ve neredeyse Anadolu’nun bü­
tünlüğünü tehlikeye sokacaktı.

Berlin Antlaşması üzerine Osmanlı Ermenileri arasında


ateşli bir tartışmadır başladı. Ermenilerin bir bölümüne göre
sanki «Dağ bir fare doğurmuştu»; yani Berlin Antlaşması on­
ların beklentilerini boşa çıkarmıştı. Bir bölüm Ermeniye görey­
se antlaşma, Ermenilere bir «altın madeni bahsetmişti»; bunu
işleyip altını çıkarmak gerekecekti. Karamsar görünenler,
Rusya yanlısı Ermenilerdi. İyimserler de İngiliz yanlısı olan­
lardı.
Rusya yanlısı olan Erm emler, Balkan Hıristiyanlarıyla
Osmanlı Ermenilerini karşılaştırıyorlardı. İddialarına göre, Bal­
kan Hıristiyanlan, Berlin Antlaşmasıyla özerklik, hatta ba­
ğımsızlık kazanmışlardı; çünkü, Osmanlı yönetimine karşı si­
lahla ayaklanmışlar, sonra da Rusya’nın yanında Türklere
karşı savaşmışlardı. Ermeniler ise ayaklanmadıkları ve Rusya
ile silahlı işbirliği yapmadıkları için Berlin’de yüzüstü bıra­
kılmışlardı. Osmanlı Ermenileri, özerklik ya da bağımsızlık
istiyorlarsa, Balkan Hıristiyanlarını örnek alarak silaha sarıl­
malıydılar. Bu istekleri ancak silahla gerçekleşecekti. Gerisi
boştu. Rusya yanlısı ya da aşırı uçtaki Osmanlı Ermenileri
bunları söylüyorlardı. Ermeni aydınlarının hoşnutsuzluğunu kö­
rüklüyorlar ve onlar arasında ihtilal tohumlan saçmaya çalı­
şıyorlardı.
Berlin’e gönderilen ve aşırı militan bir din adamı olarak
bilinen eski patrik Hrıntyan da az çok bu görüşteydi, Berlin
dönüşü bu düşüncesini şöyle bir benzetmeyle dile getirdi : Er­
meni heyeti Berlin’e bir muhtırayla, yani bir kâğıt parçasıyla

27
gitmişti. Balkan Hıristiyanlan ise bir «demir kaşık» ile oraya
gitmişlerdi. Konferans masasına konan «Özgürlük Yemcği»nc
onlar «demir kaşık» ile dalmışlar ve o nefis yemekten aslan
payını almışlardı. Ermeniler yalnızca bir «kâğıt kaşık» ile yani
dilekçeyle gittiklerinden «özgürlük Yemeği»nden nasiplerini
alamamışlardı. Eski Patrik, «Anlayana sivri sinek saz» de­
mek istiyordu. Yani Balkan Hıristiyanlan silahla savaştıklan
için özgürlüğe kavuşmuşlardı. Ermeniler, bir dilekçeyle ya da
muhtırayla (kâğıt kaşıkla) gittiklerinden elleri boş dönmüşlerdi
Ermenileri Balkan Hıristiyanlarıyla karşılaştırmak, Erme­
ni militanlara pek çekici görünüyordu. Etkin bir propaganda
silahıydı bu. İlk bakışta AvrupalIları da etkileyebilecek gibi
görünüyordu. Ermenilerin Balkan Hıristiyanlarından nesi ek­
sik? Onlara da neden özerklik verilmez, denebilecekti. Ne
var ki, bu düşünce» temelden sakattı. Çünkü, Balkan Hıristi-
yanları, Rumeli’nin her yerinde değilse bile, belli bölgelerde
topluca yaşıyorlar, o bölgede nüfus çoğunluğunu oluşturuyor­
lardı. Örneğin Tuna vilayetinin doğu bölgelerinde Türkler, batı
bölgelerinde Bulgarlar çoğunluktaydı, Bosna - Hersek, Doğu
Rumeli vilayeti vb. gibi yerlerde de Hıristiyan nüfus yoğun­
luğu vardı, Anadolu’nun ise hiçbir yerinde bir Ermeni yoğun­
luğu ya da çoğunluğu yoktu. Hiçbir vilayette, hiçbir sancakta
Ermeniler çoğunlukta değildi. Kimi zaman amaçlı olarak «Er­
meni vilayetleri» denen Erzurum, Van, Bitlis gibi doğu vilayet­
lerinde de Ermenilerin Müslümanlara oranı beşte bir kadardı.
Gerçi Ermeniler küçümsenecek bir azınlık değildi. Ama her
tarafa dağılmışlardı ve Müslümanlarla iç içe yaşıyorlardı. Böy­
le bir nüfus yapısı üstüne bir Ermeni prensliği kurmayı um­
mak, düş görmekti. X IX yüzyıl Avrupasında moda olan milli­
yetler prensibine de ters düşüyordu. Bu bir.
Sonra, Anadolu, Türklerin öz yurduydu. En azından do­
kuz yüzyıldan beri Türkler Anadolu’ya öylesine derin kök sal­
mışlardı ki, onları buradan söküp atmak söz konusu olamaz­
dı. Hele Rumeli’nden sonra Anadolu’dan da Türkleri atmayı
düşünmek, hiç akıllıca bir iş değildi. Türkleri söküp atmadan,
ya da yok etmeden Anadolu’da bir Ermeni prensliği; ya da
devleti kurmayı düşünmek ciddi olamazdı. Ama Ermeni lider­
ler bıınu ciddi ciddi düşünüyorlardı ve Berlin Kongresinden
sonra Ermeniler arasındaki tartışmalar sürüp gidiyordu.
Rus yanlısı Osmanlı Ermenileri Berlin Antlaşmasını acı acı
eleştirirken, İngiliz yanlısı Ermeniler antlaşmayı övüyorlardı.
28
İstanbul’da çıkan İngiliz yanlısı Ermeni gazetesi Lirakir, Berlin
Antlaşmasını Osmanlı Ermenilerine şirin göstermek için sü­
rekli yayın yapıyordu. Eski Patrik Hnmyan ile birlikte Ber­
lin’e gönderilmiş olan Nurias Çeras, 1879’da bir de broşür ya­
yımladı. Soydaşlarına şöyle seslendi :
«Berlin Kongresi, Ayastafanos Antlaşmasının X V I. mad­
desi yerine LXI. maddeyi koymakla kalmadı; yani maddenin
sıra numarasını değiştirmekle yetinmedi. İlerde kuracağımız
ulusal binanın (Ermeni devletinin) temellerini de attı.
Türk - İngiliz antlaşması (Kıbrıs Antlaşması) da bizim için
ayrı bir nimet oldu.
Gerçi Avrupa bize özerklik vermedi, ama bize öyle bir
madde bağışladı ki, bu bizi, erişmek için yanıp tutuştuğumuz
amacımıza ulaştıracaktır.
Babıâli, Ermenilerin yaşadığı yerlerde gereken reformları
yapmaya söz verdi: Bu reformlar bir gün idari özerkliğe dö­
nüşecektir...
Cesaretimizi yitirmeyelim; bize bahşedilen nimetlerden en
büyiik yararı sağlamaya çalışalım.
Avrupa elimize silahları verdi; paslanmadan bu silahlan
kullanalım.
Babıâli, Ermenistan’da (Doğu Anadolu’da) reform yap­
maya söz verdi; bu reformlar gerçekleşmezse eyleme geçmek
gerekir.
Babıâli, Ermenileri, Kürtlere ve Çerkezlere karşı koru­
maya söz verdi. Kürtler ve Çerkezler cezalandırılmadan kalır­
larsa eyleme geçmek gerekir.
Babıâli, gereken reformları yapmaya, büyük devletler de
bu reformların yapılışım gözetlemeye söz verdiler. Büyük dev­
letler bu gözetlemeyi yapmazlarsa, ya da yetersiz yaparlarsa
eyleme geçmek gerek.
Ulusumuz umutsuzluğa kapılmasın; bir yandan Ermenis­
tan’da, öte yandan da Avrupa’da çalışmak gerek.
Berlin Kongresiyle bir altın madeni elde ettik. Bu maden
ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer.» (Belge No.
309/1)
İşte, Nurias Çeras’ın broşüründen bir parça. Broşürün
Ermenilere mesajı açıktır: Eylem, eylem, yine eylem deniyor.
Türkiye’de eylem, Avrupa’da eylem. Durmadan eylem. Sözde
ılımlı ya da Batı yanlısı Ermenilerin görüşü buydu. Rus yan­
lısı Ermeniler silaha sarılmak gerek derken, Batı yanlısı Er-
29
mcnilcr eylem, eylem diye haykırıyorlardı. Her iki kanadın
ilk amacı Ermeni özerkliği idi. Yolları biraz değişikti. Aşırılar
amaca kestirmeden, ılımlılar ise biraz uzunca yoldan ulaşmak
istiyorlardı. Her iki kanat da sakin Ermenileri kışkırtıyordu.
O zamana kadar işiyle gücüyle uğraşan sakin OsmanlI Erme-
nilcri bundan böyle militan eylemci, ya da silahlı komiteci
yapılacaktı, yapılmak isteniyordu. Osmanlı Ermenileri artık
değişiyorlardı.

Berlin Kongresinden sonra İngiltere'nin Türkiye politikası


da giderek değişmeye başladı. Bu değişmenin açık belirtileri,
İngiltere’nin Osmanlı Ermenileri için reform isteklerinde gö­
rüldü.
Berlin Antlaşması ve 1878 Kıbrıs sözleşmesi ile Doğu
Anadolu’da reform yapılması öngörülmüştü. Ama bu belgeler­
de «reform» sözcüğü tanımlanmamıştı. Bu sözcük ya da te­
rim, bir kapalı kutuydu. İngiltere, çok geçmeden bu kutuyu
aralamaya başladı. Bakalım içinden neler çıktı.
Berlin Antlaşmasının imzalanmasından bir ay kadar son­
ra, 8 Ağustos 1878 günü, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Sa-
lisbury, İstanbul Büyükelçisi Sör Henry Layard’a uzun bir
yönerge gönderdi. Berlin Antlaşmasıyla Türk-İngiliz sözleş­
mesinin yürürlüğe girdiğini ve BabIâli’nin yapması gereken re­
formlara hemen başlaması gerektiğini bildirdi. Babıâli neler
yapmalıydı? Lord Salisbury önce uzun uzun bunları anlatı­
yordu. Uzunca bir giriş yapıyor, özetle şunları söylüyordu :
Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli bölgelerinde çeşitli re­
formlar uygulanmıştı. Hıristiyanların topluca yaşadığı Girit
adasına özerklik verilmişti. Adanın bir temsilciler meclisi, ken­
di yönetimi vardı. Ama bu yönetim pek iyi işlemiyordu. Son­
ra Lübnan’a da özerklik verilmişti. Orada da özerk bir yö­
netim, bir meclis ve bir Hıristiyan vali vardı. Başında yete­
nekli bir Hıristiyan Osmanlı valisi bulunduğu için Lübnan
özerk yönetimi biraz daha başarılıydı. 1878 yılına kadar Gi­
rit ve Lübnan örnekleri vardı. Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı
İmparatorluğunun Rumeli topraklarında da yeni özerk bölge­
ler kurulacaktı. Örneğin, Balkan Sıradağlarının güneyinde
«Doğu Rumeli Mümtaz Vilayeti» adıyla yeni bir özerk böl­
ge öngörülmüştü. Bu henüz oluşma yolundaydı.

30
Lord Salisbury, saydığı bu özerk böJgelerden hiçbirinin
Doğu Anadolu için bir model olarak alınamayacağını belir­
tiyordu. Kimi zaman yanlışlıkla, ya da kasıtla, «Ermenistan»
ya da «Türkiye Eımenistanı» diye adlandırılan Doğu Anado­
lu, Girit’e, Lübnan’a, ya da Doğu Rumeli’ye hiç benzemiyor­
du. Çünkü Doğu Anadolu’da bir Hıristiyan çoğunluğu yoktu.
Gerçi bölgede bir Ermeni azınlığı yaşıyordu. Ama Ermeniler
pek dağınık ve Müslümanlarla iç içe idiler. Salisbury, Girit’e,
Lübnan’a uygulanmış ve Doğu Rumeli’ye uygulanacak re­
formların Doğu Anadolu’ya uygulanamayacağını belirtiyor ve
şöyle diyordu :
«Başarı şansları ne olursa olsun, o deneyler (yani Girit,
Lübnan ve Doğu Rumeli deneyleri) Osmanlı İmparatorluğunun
Asya vilayetlerinde taklit edilemez. Çünkü Asya vilayetlerinde
muazzam çoğunlukta olan Müslüman ırklar, hiç değilse şim­
dilik, geleneklerine ve düşüncelerine ters düşen benzer özerk
kuramlara yatkın değildirler. Yerel temsil sistemi (özerklik)
Hıristiyanlara belki uygun düşebilir, ama Hıristiyanlar ora­
larda hem küçük bir azınlıktır, hem de pek dağınıktır ve Müs­
lümanlarla iç içe yaşamaktadırlar. Bu bakımdan yalnız Hı-
ristiyanlar için ayrı bir yönetim sistemi, son derece vahim pra­
tik güçlükler yaratır.» (Belge No. 81)
Kısacası, Lord Salisbury, Ermeni özerkliği düşüncesini bir
kenara itiyordu. Anadolu’da Ermenilere özerklik vermek «pek
vahim» sonuçlar doğurur diyordu. Hiç değilse o tarihte, E r­
meni liderlerinin özerklik istekleriyle İngiltere’nin politikası
ayrılıyordu.
İngiltere, Doğu Anadolu’da Ermeni özerkliği değil, bir çe­
şit İngiliz protektorası kurmak peşindeydi. Bölgenin kontrolü­
nü doğrudan ele geçirmeyi düşünüyordu. Gerçi Salisbury bu
amacını açığa vurmuyordu. Ama Babıâli’ye empoze etmek is­
tediği «reformlar», Doğu Anadolu’da İngiliz protektorasma yol
açabilecek nitelikteydi. İlk ağızda Lord Salisbury, dört ana mad­
dede toplanan şu reform paketini ortaya koyuyordu :
1) Doğu Anadolu’da yeni bir jandarma kuvveti kurul
caktı. Ayrı bir ordu gibi olacak bu yeni ve bağımsız kuvvet,
Avrupalı (yani İngiliz) subaylarca örgütlenecekti. Bu kuvve­
tin komutanı da Avrupalı olacaktı. Bölgede yaşayan Ermeni-
leri korumak için böyle bir kuvvet gerekli sayılıyordu. Ama
jandarma, tek başına yetersiz kalırdı.

31
2) Lord Salisbury’nin projesine göre; Doğu Anadolu’da
yeni bir adliye örgütü oluşturulacaktı. Gerekli görülecek her
vilayette yeni birer yüksek mahkeme kurulacaktı. Bu mahke­
melerin her birinin başında —Mısır’da olduğu gibi— birer Av­
rupalI yargıç bulunacaktı. Bölgedeki bütün mahkemelerin ka­
rarlan bu Avrupalı (ya da İngiliz) yüksek yargıcın onayından
geçecekti. Onun onayı alınmadan, hiçbir Osmanlı mahkeme­
sinin hiçbir kararı kesinleşmeyecekti. Başka bir deyimle, bu
Avrupalı ya da İngiliz yüksek yargıçlar, bölgedeki Osmanlı
yargı organlarını kontrolleri altına alacaklar, onların bütün
kararlarını veto edebileceklerdi. Osmanlı mahkemelerinin
«adaletsiz» kararlarına karşı Ermeniler, ancak böyle koruna­
bilirdi. Ama bu da yetmezdi. İngiliz projesinin arkası vardı.
3) Doğu Anadolu’da vergi sistemi kökten değiştirilecek­
ti. Âşâr vergisi kaldırılacak, yerine, İngilizlerin Hindistan’da
uyguladıkları vergi sistemine benzer bir düzen kurulacak; mak­
tu bir vergi konacak ve bu vergi, para olarak ödenebileceği
gibi mal olarak da ödenebilecekti. Doğu Anadolu’da kötü Os­
manlI vergi sistemi ancak yetkili Avrupalı uzmanlarca değiş­
tirilebilirdi. Onun için her vilayete birer Avrupalı vergi alım­
cısı (Revenue Collector) atanacaktı. Olağanüstü yetkilerle do­
natılmış bir «süper defterdar» niteliğindeki bu Avrupalı ya da
Ingiliz «vergici», hem vilayetin vergi sistemini kökten değiş­
tirecek, hem de o vilayetin tüm gelirlerini denetimi altına
alacaktı. Vilayette toplanacak bütün gelirler bu Avrupalı uz­
mandan sorulacak, onun onayından geçecekti. Böylece, Ana­
dolu Ermenisi Osmanlı vergi sistemi altında ezilmekten kur­
tulacaktı.
4) Son olarak Lord Salisbury, valiye de değiniyordu. Üç
maddede sıraladığı yukardaki reformların etkin ve dürüst bi­
çimde uygulanabilmesinde valinin kişiliği önem taşıyordu. Ama
Salisbury, vali konusunda biraz kapalı konuşuyordu. Bölgede
jandarma komutanı Avrupalı olacak, yüksek yargıçlar ve def­
terdarlar da Avrupalı olacak dedikten sonra, vali de Avrupalı
olacak diyecek gibiydi. Ama bunu demiyordu. Yalnız şunu
söylüyordu : Doğu Anadolu’ya atanacak valilerin seçiminde In­
giliz büyükelçisi Padişaha yol gösterecek ve yardımcı olacak­
tı. Ya da Padişah, vali seçerken Ingiliz büyükelçisine danışa­
caktı. Sonra Padişah, atanan valiyi istediği gibi değiştiremeye­
cekti. Vali en az beş yıl görev başında kalacaktı. Aynı biçimde
Doğu Anadolu’ya atanacak Avrupalı yüksek yargıçlarla Av­
32
rupalı defterdarlar da uzun süre yerlerinde kalacaklardı (Belge
No. 81).
Disraeli Başkanlığındaki İngiliz Muhafazakâr Hükümeti­
nin, Ağustos 1878’de Doğu Anadolu için hazırladığı reform
projesinin anaçizgileri işte bunlardı. Bu proje, ayrıntılı ge­
rekçeleriyle birlikte, bir notaya döküldü ve 20 Ağustos 1878
günü Sadrazam Saffet Paşaya sunuldu (Belge No. 83/1).
İngiliz reform projesi benimsenince, Doğu Anadolu’da
jandarma kuvveti Avrupa’nın ya da İngiltere’nin kontrolüne
geçecekti. Osmanlı yargı gücü de İngiliz yüksek yargıçlarının
denetimi altına girecekti. İngilizler bölgenin vergi sistemini de
kökten değiştirecekler, oralarda toplanacak tüm vergilerin
kontrolünü ellerine alacaklardı. Son olarak, valinin atanma­
sında İngiliz büyükelçisinin Padişah’a «yol göstermesi» dola­
yısıyla, Osmanlı yürütme erki de az çok İngiliz etkisinde ka­
lacaktı. Böyle bir projenin Osmanlı devletinin bağımsızlığı ve
egemenliği ile bağdaşmadığı apaçıktı. İngiliz projesi benimse­
nip uygulanınca Doğu Anadolu’da Osmanlı egemenliğinden
geriye ne kalıyordu, diye sormak belki daha yerinde olur.
Evet, Lord Salisbury, Doğu Anadolu’nun Girit’e, Lüb­
nan’a, Doğu Rumeli’ye benzemediğini ve benzetilemeyeceğini
belirtmişti. Ama doğu vilayetlerimizi Mısır’a, hatta Hindistan’a
benzetme amacı güdüyordu. Herhalde İngiliz reform projesi,
Doğu Anadolu’da bir çeşit İngiliz protektorasma yol açabile­
cekti. Sonra İngiltere daha işin başındaydı. Buzdağının yalnız
bir ucu su üstüne çıkmıştı henüz. İngiliz reform isteklerinin
arkası gelecekti. İngiliz Büyükelçisi Layard, 15 Eylül 1878
günlü bir telgrafında, «Babıâli, son kertede para sıkıntısı için­
dedir; onun bu sıkıntısından yararlanıp Anadolu’nun önemli
bir eyaletinde yönetimin kontrolünü elimize geçirebiliriz» di­
yordu (Belge No. 90).
Ağustos 1878’den Mayıs 1880 tarihine kadar İngiliz Mu­
hafazakâr Hükümeti, hazırladığı reform paketini Babıâli’ye
kabul ettirmeye çalıştı. İngiliz iddiasına göre, bu reformlar
yapılırsa, Doğu Anadolu’da yeni bir düzen kurulmuş olacak,
yerli halk bundan hoşnut kalacak, Ermeniler Rus etkisine ka­
pılmayacak ve dolayısıyla Anadolu, yeni bir Rus istilasından
korunmuş olacaktı. Bu reformların, Padişahın egemenlik hak­
larına ters düşmediğini de ileri sürüyordu İngiltere.
Osmanlı Hükümeti ve Padişah, Anadolu’da reform yap­
mayı istiyorlardı. Ama İngiliz reform projesi konusunda haklı
kuşkuları vardı. Acı deneyimler geçirmişti Osmanlı devleti,
Hıristiyanlar için reform diye diye İmparatorluğun Rumeli top­
rakları parçalanıp gitmişti. Sıra şimdi Anadolu’ya mı geliyor­
du? Reform adı altında Doğu Anadolu’da Osmanlı egemen­
liği silinmek mi isteniyordu? Rus yayılmasını önlemek için
İngiltere kendisi mi Anadolu’ya oturmak emelindeydi? Soru­
lar, zihinleri kurcalıyordu. Herhalde sütten ağzı yanmış olan
Babıâli yoğurdu üfleyerek yemek zorundaydı.
Babıâli, Osmanlı egemenlik haklarını İngilizlere kaptır­
mamak için çaba harcıyordu. 24 Ekim 1878’de İngiliz nota­
sına karşılık verdi. Doğu illerinde özel bir jandarma kuvveti
kurmayı, bunun Avrupalı subaylarca örgütlenmesini, jandar­
ma örgütünün merkezi bir idare organı olmasını ve burada
Avrupalı subayların da görevlendirilmesini, bazı mahkemeler­
de Avrupalı müfettişler kullanmayı düşündüğünü bildirdi. An­
cak Babıâli, inisiyatifi elinde tutmak, ipin ucunu Ingiltere’ye
kaptırmamak niyetindeydi. Avrupalı uzmanların birer Osmanlı
görevlisi gibi, Padişahın buyruğu altında iş görmelerini öngö­
rüyordu. Reform yapabilmek için İngiltere’den borç para al­
mayı da düşünüyordu.
Sonra Babıâli, 1879 yılında Doğu Anadolu’ya ıslahat ko­
misyonları da gönderdi. Ermeni ve Türk üyelerden oluşan bu
komisyonlar, Erzurum, Van, Diyarbakır yörelerinde araştır­
malar yaptılar. Halkın dertlerini, isteklerini belirlemeye çalış­
tılar. Kendi inisiyatifiyle reformlar yapmaya çalıştığını gös­
termek istiyordu Babıâli.
Ama bu çabalar Ingilizleri tatmin etmedi. Reform konu­
sunda Ingiliz baskıları giderek arttı. İngiliz Büyükelçisi La-
yard, reformlar yapılmazsa, Padişahın tacı tahtı gider diye
tehditler savurdu. Yoksa, «Anadolu Bulgaristan’a benzer» di­
yordu. Yani İngilizlerin istediği reformlar yapılmazsa Erme-
niler de Bulgarlar gibi ayaklanırlar, bunun sonunda Anadolu
da parçalanır demeye getiriyordu. O günlerde Bulgaristan’ı
hatırlatmak BabIâli’nin kanayan yarasına tuz basmak gibiydi.
Tuna vilayetinde bir Bulgaristan Prensliği kurulması ve bu
yerlerin Osmanlı İmparatorluğundan kopmasının üzerinden he­
nüz bir yıl bile geçmemişti. Ingiliz büyükelçisinin bu gibi do­
kunaklı sözleri BabIâli’yi daha da kuşkulandırıyor, dikkatli ol­
maya itiyordu. İngiliz baskıları da günden güne artıyordu. Da­
ha sonra İngiltere, diplomatik baskıdan silahlı tehdide kadar
ileri gidecek, bir ara İngiliz Akdeniz filosuna Türk sularına
34
doğru yürüme emri verilecekti. Bu baskılar, 1880 baharında
Muhafazakâr Hükümetin iktidardan düşmesine kadar sürecek­
ti. O tarihte İngiltere’de Liberal Gladstone Hükümeti başa
geçecek ve Türkiye bakımından gelen gideni aratacaktı.

Bu arada Ermeniler özerklik isteklerini sürdürüyorlardı.


İngiltere Doğu Anadolu’da bir çeşit pıotektorayı amaçlayan
reformlar konusunda baskı yaparken, Ermeniler özerklik di­
ye direniyorlardı. Kimi İngilizlere göre Ermenilerin özerklik
emelleri hem «aptalca», hem de «tehlikeli» bir düşünceydi.
1878 yılında Doğu Anadolu’da uzun bir inceleme gezisi ya­
pan İngiliz General Baker Paşa bu konuda şunları yazıyordu :
«Birçok ileri gelen Ermeni ile yaptığım konuşmalardan
şunu anladım ki, Ermeniler gelecek için büyük emeller bes­
lemektedirler. Bu emelleri uygulanabilir olmadıktan başka,
kendileri için de tehlikelidir. Ermeni özerkliği planının ne ka­
dar aptalca bir şey olduğunu anlayabilmek için bu ülkeyi tanı­
mak gerek. Ermeniler her yerde azınlıktadırlar. Genel olarak
nüfusun üçte biriyle beşte birini oluşturuyorlar. Özerklik onları
Kürtlerin insafına terk edecektir. O zaman durumları şimdi­
kinden on kat daha kötü olacaktır. Sonra özerklik kışkırtma­
ları Türk makamlarını kuşkulandırıyor. Bütün, araştırmalarım
şunu kanıtlıyor ki, bu vilayetlerin yönetilişi pek iyi olmamak­
la birlikte, Hıristiyanlar, Müslümanlardan çok daha iyi durum­
dadırlar.» (Belge No. 340/1)
Ermeni kilisesiyle militanları bunları pek düşünmeden ateş­
li bir kampanyaya giriştiler. Berlin Antlaşmasından sonraki
dönemde yabancı elçilikleri dilekçe yağmuruna tuttular. Av­
rupa’nın dikkatini Ermeniler üzerine çekmeye çalıştılar. Os­
manlI yönetiminin dayanılmaz olduğunu, Ermenilerin ancak
özerk bir yönetimle kurtulabileceğini ileri sürdüler. Kimi za­
man ufak tefek olayları kat kat büyüterek anlatıyorlardı. Ki­
mi zaman hiç yoktan yakınma konulan uyduruyorlardı. Kum-
kapı Ermeni Patriği Nerses, «arzuhalci başı» gibi durmadan
yabancı elçiliklere dilekçeler, telgraflar yağdınyordu. Olayları
abartıyor, çarpıtıyordu. İngiliz Büyükelçisi Layard bile Patri­
ğin bu tutumundan usanmaya başlamış gibiydi. 30 Haziran
1878 günlü bir yazısında «Araştırmalarla kanıtlanmıştır ki,
Patriğin bu tür telgrafları, genellikle pek abartılmış sözler içe­
rir» diyordu (Belge No. 120).
35
1879 yılında İngiltere, Anadolu’nun başlıca kentlerine bi­
rer asker - konsolos atadı. Sivas’a Albay Wilson, Erzurum’a
Binbaşı Trotter, Van’a Yüzbaşı Clayton, Kayseri’ye Yüzbaşı
Cooper gönderildiler. Meslekten asker olan bu kimselerin kon­
solos olarak atanmaları yeni bir uygulamaydı. Pek alışılmış
değildi. Asker - konsolosların görevleri, anaçizgileriyle şöyle
belirtilmişti: «Anadolu ahalisinin çeşitli sınıfları üzerinde araş­
tırmalar yapmak», «Yerel Türk yöneticilerine öğütler vermek»,
«Yerel Osmanlı makamları katında girişimlerde bulunmak»,
«Anadolu’da yapılacak reformların uygulanmasını gözetlemek
ve bu uygulamanın hakkıyla yapılmasını sağlamak»... (Belge
No. 209)
Sivas’a başkonsolos olarak atanan Albay Wilson, bu gö­
revle yetinmemiş, kendisini Orta Anadolu’da bir çeşit «Özel
Komiser» olarak görmüş, olağanüstü siyasal yetkiler istemişti.
Ancak bu konuda Büyükelçi Layard ile sürtüşmeye girmişti
Büyükelçi, siyasal yetki konusunu zamansız buluyordu. «Ana­
dolu’da görevlendirilen Majesteleri Konsoloslarına siyasal yet­
kiler tanınması için direteceğimiz zaman gelecektir» diyordu
(Belge No. 209).
İngiliz asker- konsoloslarının Anadolu’ya gelişleri Osman­
lI Ermenilerini şöyle bir dalgalandırdı. Militan Ermeniler, hal­
kı kışkırtmak için bunu bir fırsat saydılar. Köylere varıncaya
kadar Ermeni kitlelerini kışkırtıp meydanlara döktüler. İngiliz
konsolosları sanki Anadolu’yu yönetmeye geliyorlarmış gibi
bir hava yarattılar. Gelenler sanki Ermenüerin «kurtarıcılarıy­
dı». Kimi İngiliz konsoloslarının tutumları da Ermeni kaynaş­
malarını kamçıladı. Bunlar, köy köy Anadolu’yu dolaşmaya
koyuldular. Gidecekleri yerlere önceden haberler uçtu. Her
yerde karşılama törenleri düzenlenmesi beklendi. İngiltere’nin
Van Viskonsolosu Yüzbaşı Clayton, 31 Temmuz 1879 günü
Muş’a varışını şöyle rapor ediyordu :
«Ertesi gün (31 Temmuzda) Muş’un dört saat uzağında
bir Ermeni heyeti beni karşıladı. Piskoposun evinde kalmam
için beni resmen davet etti. Piskoposu Erzurum’da görmüş ve
davetini zaten kabul etmiştim. M uş’a bir saat kala Piskoposun
yardımcısıyla ileri gelen Ermenilerden oluşan, kalabalık bir kit­
le beni karşılamaya geldi. Kente yaklaşırken Muş Ermenileri­
nin yarıdan çoğu beni karşıladı. Çeşitli okulların çocukları,
kilise ayin elbiseleriyle süslenerek sıra sıra dizilmişlerdi. Biraz

36
ilerde bir süvari albayı, birliğiyle bana eşlik etti. Hepsi beni
piskoposun evine kadar götürdüler.» (Belge No. 255/2)
Kadın erkek, çoluk çocuk, Muş Ermenileri işi gücü bıra­
kıp yollara dökülmüşlerdi. Yirmi yirmi beş kilometre ötelere
kadar temsilciler salmışlardı. Âlâyi vâlâ ile İngiliz konsolos
muavinini karşılıyorlardı!
Muş Ermeni Piskoposu Jean, kırık dökük bir Fransızca
iie, bir de ateşli karşılama nutku çekmişti. İngiliz muavin
konsolosuna, bir krala ya da prense seslenir gibi «Majeste»,
«Altes »diye seslendi. Olup bitenleri sessizce seyreden Osmanlı
süvari albayının önünde, hiç sakınmadan, İngiliz viskonsolosu-
na şöyle seslendi :
«Ekselans,
Istırap dolu bir yürekle konuşuyorum. Bu halk, benim
aracılığımla ve derin bir saygıyla gelişinizi selamlayıp alkış­
lıyor. Gelişiniz bizim için bir gurur kaynağıdır.
Milletimiz, uzun zamandır, korkunç kötülükler, baskılar
ve felâketler altında boğulmaktadır. Altı yüzyıldan beri bu zor­
banın boyunduruğu altmda inliyoruz. Bu vatanda mutluluk
yok; her tarafta hıçkırıklar, gözyaşları ve sefalet var...
Siz, Altes, bahtsızların koruyucususunuz.
Bu halk, içine gömülmüş olduğu mezar kasvetini ve ses­
sizliğini artık görmeyecek. Siz, Majesteleri, bize özgürlük bah­
şedeceksiniz; her tarafa özgürlük yayacaksınız. Umudumuz
sîzsiniz.
Saygıdeğer Efendimiz, size lapan bu halkı seviniz ve onu
sefaletten kurtarınız.» (Belge No. 255/3)
Ermeni sorunu işte böyle böyle filizlendi. O gün yortu
giysileri içinde İngiliz viskonsolosunu karşılayan ve Ermeni pis­
koposunun bu ateşli söylevini dinleyen Ermeni çocuklarından
bir bölümü, on beş yıl sonra silahlı birer komitacı olup çıka­
cak ve bölgeyi kana bulayacaklardı. Ermeni militanlan rüz­
gâr ekiyorlardı, fırtına biçeceklerdi.

İngiliz asker - konsolosları Anadolu’da «reform» yaptıra­


caklardı. Başlıca görevleri yapılacak reformlann uygulanışını
gözetlemekti. Bu uygulamanın «hakkıyla» yapılmasını sağla­
maktı. Peki, bu konsoloslar «reform» denince ne anlıyorlardı?
Bu konuda kafalarında neler vardı? Van Viskonsolosu Yüzbaşı

37
Clayton, 29 Kasım 1879 günlü raporunda özetle şunları yazı­
yor : r: ?,%• fj
«Doğu Anadolu’da huzur ve refah sağlanınca dışardan
buraya Ermeniler akın edeceklerdir. Nüfusları artan Ermeni-
ler Doğu Anadolu’d a bağımsız bir devlet kurmaya çalışacak­
lardır. Ama böyle bir bağımsız Ermeni devleti, Rusya’nın gü­
neye yayılmasına engel olabileceğinden, Rustar bunu yaşat-
mazlardı. Rusya, ya Ermenilerin sürekli huzursuzluk içinde
kalmalarını ve bir gün Rusya’dan yardım isteyebilecek duruma
düşmelerini yeğleyecekti; ya da kurulacak Ermeni devletini
yutmak için yollar arayacaktı. Yutmak, iki biçimde olabilirdi:
Ya yeni devlet içinde anarşi ve kargaşa yaratarak Ermenilerin
Rus pençesine düşmesi yoluyla; ya da yeni devletle Rusya’nın
dostluk ve ittifak kurması yoluyla olabilirdi. Her iki yolla da
Rusya bu yeni Ermeni devletini yutabilirdi.
Duna fırsat vermemek için İngiltere, Doğu Anadolu’da
yapılacak reformlara öyle bir yön vermeliydi ki, bağımsız Er­
meni devleti ya hiç kurulmamalı, ya da kurulursa Rusya’ya
yem olmayacak biçimde kurulmalıydı.» (Belge No. 326/9)
Ingiliz Konsolosu, Anadolu üzerinde ya bir İngiliz pro-
tektorası, ya da uluslararası bir protektora kurulması gerekti­
ğini, reformları da bu yöne doğru çekmek gerekeceğini ileri
sürüyordu. Yabancı protektorası altında Ermeniler, Türkiye
üzerinde söz sahibi, hatta birinci derecede söz sahibi olacak­
lardı. «Anadolu devletinin liderleri» durumuna geçeceklerdi.
Ama, Ingiliz Konsolosu, Osmanlı devletinin yıkılacağı inan­
andaydı. Öyleyse reformlar, Ingiliz veya Avrupa protektorası
altında bir Ermeni devleti kurulmasından yana yönlendirilme­
liydi. tngilizin düşüncesine göre bu şöyle olacaktı :
Önce, Ermeniler, Ingiliz veya Avrupa protektorası altında
serpilecekler, güçleneceklerdi ve siyasal bakımdan hazırlana­
caklardı. Sonra, dışardan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu
getirilecekti. Böylece bölgede Ermeni nüfusu artacaktı. Ama
ne kadar artarsa artsın Ermeniler yine azınlıkta kalacaklardı.
Bunun için, ikinci adım olarak, Türk nüfüs Doğu Anadolu’dan
peyderpey uzaklaştırılacaktı. Geriye Kürtler ve Süryaniler ka­
lacaktı. Süryanilerle Ermeniler, mezhep ayrılıkları bir yana
bırakılıp kaynaştırılacaktı. Kürtler ise «silah zoruyla hizaya ge­
tirilecekler», Ermenilerle birlikte yaşamaya zorlanacaklardı.
Bütün bunlar, Osmanlı yönetimi altında, reformları uygula­
mak adı altında yapılacaktı. Zamanı gelip Osmanlı devleti
38
çökünce de Ermenileıe ayrı bir devlet kurdurulacaktı. Ama bu
iğreti devlet kendi kendine yaşayamayacağı için, bunun üze­
rinde «güçlü bir tngiliz protektorası» kurulacaktı.
İngiliz görüşüne göre, Rusya’nın güneye doğru yayılması
ancak böyle önlenebilirdi. Yani, Doğu Anadolu’da güçlü bir
İngiliz protektorası kurularak Rus yayılmasına bir set çekile­
bilirdi. Bütün reform yolları İngiliz protektorasına çıkıyordu.
İngUiz Konsolosu Clayton, görüşlerini düğümleyerek,
«Düşünülecek ikinci nokta, bu programı gerçekleştirmek
için uygulanacak reformların özelliğidir» diyordu (Belge No.
326/9).
Bu program, Konsolos Emilius Clayton’un kendi kafasın­
dan çıkmış kişisel düşünceler değildi. O zamanki tngiliz poli­
tikası doğrultusunda kaleme alınmış bir programdı. Bunun
unsurları, Lord Salisbury’nin 8 Ağustos 1878 tarihli yöner­
gesinde de vardı. Yalnız Salisbury biraz kapalı konuşurken,
Konsolos Clayton daha açık seçik yazabilmişti.
Babıâli, bu İngiliz reform programını ilaç değil, zehir ola­
rak görmüş ve içmekten yan çizmiş ise, suçlanmamalıdır. Ru­
meli’nden sonra Anadolu’nun da elden gitmesine varacağı bes­
belli olan böyle bir programı hiçbir Osmanlı Hükümeti iste­
yerek kabul edemezdi. Müslümanların halifesi sayılan Padişah­
tan, Anadolu’nun ezici Müslüman çoğunluğunu küçük Ermeni
azınlığına feda etmesini kimse bekleyemezdi.

İngiliz Büyükelçisi Layard, 12 Haziran 1879 günlü rapo­


runda bir noktaya parmak basıyordu: «Babıâli, dikkatli, akıllı
ve ileri görüşlü davranmazca, yakında Anadolu’da, son savaşa
neden olan Bulgar sorununa benzer bir Ermeni sorunuyla kar­
şı karşıya kalacaktır» diyor ve ekliyordu: «Bir Ermeni ulusu
yaratmak için aynı entrikalar bu kez Anadolu'da çeviriliyor.
Hıristiyan yaygarasma ve Avrupa müdahalesine neden olabi­
lecek bir durum oluşturulmak isteniyor.» (Belge No. 210)
Bulgar ayaklanması, 1876 baharında, Rodoplaıın kuzey
eteğinde, Filibe sancağına bağlı dört köyde patlak vermiş ve
bastırılmıştı. Bu köylerin toplam nüfusu dört bini bulmuyordu,
ama Avrupa’da ve Rusya’da, «Tiirkler 100.000 Bulgari kılıçtan
geçirdi» diye büyük bir yaygara koparılmıştı. Tozdan dumandan
ferman okunmayan böyle yoğun bir propaganda havası içinde

39
Rusya, Osmanlı İmparatorluğuna savaş açmış ve sonunda bir
Bulgar Prensliği kurulmuştu. Ne var ki, Bulgar devletinin ya­
ratılması 400.000 kadar masum Rumeli Türkünün canına mal
olmuştu. Bir milyon kadar Rumeli Türkü de yurtlarından ko­
parılıp atılmıştı.
Şimdi, üç yıl sonra, 1879’da aynı kanlı oyunlar Anadolu’da
tezgâhlanmak isteniyordu. Açık açık yazılıyordu: «Doğu Ana­
dolu’dan Türkler atılmalı, Ermenilere yer açılmalı, dışardan
buraya Ermeni nüfus ithal edilmeli» deniyordu. Bu oyunu tez-
gâhlamaya çalışanlar çoktu ve çeşitliydi. Ama şunu söylemek
gerekir ki, Sör Henry Layard’a doğrudan bağlı İngiliz konso­
losları arasında da entrikacı tipte olanlar vardı. Bunlardan biri
Halep’teki İngiliz Konsolosu P. Henderson idi. «Zeytun ola­
ylımdaki Henderson’un tutumunun, Bulgar ayaklanmasında
Rusya’nın Filibe Konsolosu Naiden Gueroff’un oynadığı rolden
kalır yanı yoktu. Biraz açalım :
Zeytun, Maraş sancağına bağlı küçük bir kaza merkeziy­
di. Anadolu’da Ermenilerin çoğunlukta olduğu birkaç küçük
kasabadan biriydi. Kasabada 30 Müslüman, 1000 kadar Hıris­
tiyan aile yaşıyordu. Kasabanın yakın çevresinde 7 Hıristiyan
köyüne karşılık 22 Müslüman köyü vardı. Toros Dağlarının
sarp tepeleri arasına gizlenmiş olan Zeytun, oldum olası bir
eşkıya yatağıydı. Zeytun Ermenileri arasında her zaman sa­
bıkalı Ermeni eşkıyaları yuvalanmaktaydı. Ermenilerin çoğun­
lukta ve silahlı olduğu bu dağ kasabası, kışkırtmalara pek elve­
rişli bir yerdi. 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında Zey­
tun Ermenileri, Babek adında sabıkalı bir eşkıyanın elebaşılığı
altında, civar Türk köylerine silahlı soygunlar düzenlemişlerdi.
Bozdoğan Yürüklerine saldırıları sırasında 7 kişiyi öldürmüşler,
birçok insanı da yaralamışlardı. Berlin Antlaşmasından sonra
Zeytun’a dışardan kışkırtıcı ajanlar uğramıştı. Bunlar, o yö­
rede «Deli Papaz» diye bilinen Furnous papazı ve sabıkalı eş­
kıyalarla birlikte, Zeytun Ermenilerini ayaklanmaya kışkırtmış­
lardı. Bir sabah Zeytun kaymakamı gözlerini açınca kasaba
camiini ve hükümet binalarını alevler içinde görmüş ve Maraş’a
kaçmıştı.
Bulgar ayaklanmasına benzer bir olayın tekrarlanmak is­
tendiğini sezen Halep Valisi Kâmil Paşa, işi oluruna bırakma­
yıp hemen harekete geçmiş ve yanına bir miktar asker alarak
Zeytun’a gelmişti. Zeytun Ermenilerinden 1200 kadar silah

40
toplamış, 200 kişiyi tutuklamış ve kocaları dağa kaçan 8 Er­
meni eşkıyasının karılarını (hepsi sekiz kadın) alıp Halep’e
dönmüştü.
Kâmil Paşanın bu enerjik davranışı Halep’teki İngiliz Kon­
solosu P. Henderson’u çileden çıkarmıştır. Konsolos, Zeytun
eşkıyalarıyla doğrudan işbirliği içindeydi. Onlarla mektuplaş­
maya giriştikten başka, toplantılar da yapmıştı. Bu nedenle,
Ermenilerin İngiliz himayesinde olduğunu, tutuklanan bütün
Ermenileri serbest bıraktıracağını söylemiştir. Valiye ateş püs­
kürmeye başlamıştır. Vali, tutukluları serbest bırakmayınca
İngiliz Konsolosu büsbütün çileden çıkmıştır. Doğrudan Lord
Salisbury’e gönderdiği raporlarla Vali Kâmil Paşayı yerin dibi­
ne batırmış ve kendisinin derhal görevden alınmasını ısrarla
istemiştir. Büyükelçi Layard, Salisbury’e gönderdiği gizli rapo­
runda, Kâmil Paşayı «son derece dürüst, adil ve yetenekli»
bir kişi olarak nitelendiriyor, «Türk valilerinin en iyisidir» di­
yordu. Ama konsolosun sürekli entrikaları ve Londra’nın tali­
matı üzerine, Kâmil Paşanın görevden alınmasını istedi. Os­
manlI Hükümetine inanılmaz baskılar yapıldı ve Mart 1879’da
Kâmil Paşa, Halep valiliğinden azledildi. İlerde dört kez sad­
razamlığa gelecek olan Kâmil Paşa, sırf Ermeni ve İngiliz oyun­
larını bozduğu için görevinden atılmıştı. Ermenilerin gözünde
İngiliz konsolosunun ve İngiltere’nin prestiji yükselmiş, Os­
manlI valisinin otoritesi ise beş paralık olmuştu. Bu, Erme­
nileri daha da şımartacaktı. Böylece, ilerde patlak verecek da­
ha kanlı Ermeni olaylarının tohumları atılmıştı.
Kâmil Paşanın azledilmesinden sonra, Nisan 1879’da,
Zeytun’a bir araştırma komisyonu gönderildi. Komisyon, Maz-
har Paşa ile Nurian Efendiden oluşuyordu. Nurian Efendi,
Şûrayıdevlet üyesi bir Osmanlı Ermenisiydi. Ermenilerin Çara
bağlılıklarını bildirmek üzere, Rus Başkumandanı Grandük
Nicholas’ın karargâhına gizlice gönderilen Ermeni heyeti için­
de görev almış bir kişiydi. İngiliz Konsolosu bu kez Mazhar
Paşanın da görevden alınması için ısrar etmeye başladı. İn­
giliz büyükelçiliği, Henderson’un raporları üzerine, Mazhar
Paşanın derhal görevden alınması için resmen girişimde bu­
lundu. Sadrazam, «bir tek konsolosun iddiaları veya vetosu
üzerine her Osmanlı görevlisi azledilirse, bunun sonu nereye
varır», diyordu. İngiliz baskılarıyla sonunda bütün Zeytun Er-
mcnilere bağışlandı, tutuklular serbest bırakıldı. BabIâli’nin
otoritesi, bir kez daha zedelenip sarsıldı.
41
İngiliz baskısıyla bir Osmanlı valisi görevden alınmıştı. Os­
manlI mahkemelerinin kararları bozdurulmuş ve kanlı eşkıya­
ların hepsi serbest bıraktırılmıştı. Babek adlı eşkıya da serbest
bırakılanlar arasındaydı. İlerde bunlar yeniden sahneye çıka­
caklardı. Yıllar önce Halep’te görev yapan Skene adlı bir baş­
ka İngiliz konsolosu, Ermenileri yakından incelemiş ve şu hük­
mü vermişti : «Ermeniler, korumasız kalınca pek aşağılık
oluyorlar, ama gereksiz yere korununca hemen küstahlaşıveri-
yorlar» demişti (Belge No. 11). Şimdi, Kâmil Paşanın Halep
valiliğinden atılması üzerine, Ermeniler arasında küstahlaşma
ve şımarma açıkça görülmeye başlanmıştı. Osmanlı makam­
larının saygınlığı çiğnenmişti. Ermeniler arasında inanılmaz
düşünceler yayılıyordu : «İngiliz konsolosları Türkiye’yi yönet­
meye geldiler, Bulgarları Ruslar kurtardı, Ermenileri de İngi-
lizler kurtaracak» deniyordu. İngiliz konsoloslarına verilen Er­
meni dilekçelerinde şöyle satırlar göze çarpıyordu: «Sör, siz bi­
zim kurtarıcımız, şefimiz, babamızsınız. Siz, dayandığımız sağ­
lam duvarsınız.» Bir Türk atasözü, «İnsana dayanma ölür,
duvara dayanma yıkılır» diyordu. Ama Osmanlı Ermenileri
bunu unutmuş görünüyorlardı. BabIâli’ye sırtlarını çeviriyor­
lar ve yabancılara dayanıyorlardı.
1879 yılı ortalarında Osmanlı Ermenilerinin önemli bir
bölümü, Doğu Anadolu’yu İngiliz protektorası gibi ve kendile­
rini de İngiliz protektorası altında görmeye başlamışlardı.
Heyheyler gelmişti Ermenilere. Ermeniler âdeta karakter de­
ğiştirmişlerdi. O kadar ki, Ermenilerde görülen değişme İn-
gilizleri bile şaşırtıyordu. İngiliz Konsolosu Trotter, «Son sa­
vaştan (1877 - 78 savaşından) beri Ermeniler hepten değişti. On­
ları eskiden tanıyanlar şimdi şaşırıp kalıyorlar. Am a yazık ki
Ermenilerin genel eğilimi hükümet otoritesine kafa tutma bi­
çiminde görülüyor» diyor ve bunun Ermeniler için tehlikeli
olabileceğini belirtiyordu (Belge No. 253). Bir başka raporunda
da Trotter, «Ermenilerin bu kavgacı tutumları kendilerine bü­
yük zararlar verebilir» diyordu (Belge No. 268).
Öte yandan Lord Salisbury, özerklik elde etmek için Os­
manlI Ermenileri arasında gizli bir hareket başladığını haber
almıştı. Bunu İstanbul büyükelçisine bildiriyor ve Ermenilerin
Rusya’ya karşı tutumlarının ne olduğunu soruyordu. İngiliz
yetkilileri, Ermeniler üzerindeki Rus etkisini izliyorlardı. Er­
meniler, Rusya’ya mı, yoksa İngiltere’ye mi eğilim gösteriyor­
lardı? Soru buydu.
42
Ingiliz Büyükelçisi Layard, Misan 1880’de Londra’ya özet­
le şunları rapor e tti: Katolikler bir yana bırakılırsa, Anado­
lu’daki tüm Hıristiyanlar, himaye için yüzlerini İngiltere’ye
çevirmişlerdi.
Babıâli ile İngiltere arasında imzalanmış olan Kıbrıs Ant­
laşması, Osmanlı Ermenilerini pek umutlandırmıştı. Doğu
Anadolu’da reformların hemen yapılacağını ummuşlardı. Bu
aşırı umutları gerçekleşmeyince, düş kırıklığına uğramaya baş­
lamışlardı. Rusya, Osmanlı Ermenilerinin bu düş kırıklığından
ustaca yararlanıyordu. Ermeniler, İngiltere’den umduklarını
bulamayınca yüzlerini Rusya’ya çevireceklerdi (Belge No. 354).
Kısacası, Osmanlı Ermenileri, Doğu Anadolu üzerindeki
İngiliz - Rus nüfuz rekabetinde bir faktördü. Daha doğrusu
bir piyondu. Ne İngiltere’nin, ne de Rusya’nın Ermeni çıkarla­
rını düşündükleri yoktu. Her iki taraf, Ermenileri bir piyon
gibi kullanmak istiyor ve kullanıyordu. Ermenilere büyük
umutlar verilmişti. Kasten ve sürekli körüklenen bu aşırı umut­
ların hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği biliniyordu. Umutları
gerçekleşmeyince Ermeniler, ilerde, daha aşırı hareketlere ve
siahlı ayaklanmalara kalkışacaklardı. Bu hareketler Ermeni
umutlarını körükleyenlerce acımasızca sömürülecekti. Başka
bir deyimle, Büyük Devletler, kendi emperyalist yayılma emel­
lerini doyurmak için Ermenileri maşa olarak kullanıyorlardı.
Ermeni ileri gelenleri de Büyük Devletlerin bu çirkin oyu­
nuna, bilerek ya da bilmeyerek, alet olmuşlar ve Osmanlı Er­
meni toplumunu ve onların Türk komşularını felâkete doğru
sürüklemişlerdir. Batıdan pompalanan dar görüşlü bir milliyet­
çilik anlayışıyla Ermeni toplumu gittikçe fanatikleştirilmiştir.
Yüzyıllarca bir arada barış içinde yaşayagelmiş olan Ermeni ve
Türk toplumlarının karşılıklı hoşgörüleri, ortak yaşam biçim­
leri, tarihleri, kültürleri, Balı kaynaklı dar milliyetçilik mabe­
dinde kurban edilecekti.

B ilâl N. ŞİM ŞİR


Türk Tarih Kurum u Üyesi

43
No. 1

K ont Clarendon’dan, Lord S tratfo rd de Redcliffe’e


D IŞİŞLERİ, 24 Ocak 1856

İstanbul’da 9 Ocakta yapılan toplantıda BabIâli’nin Hıris­


tiyan uyruklarla ilgili olarak Türk bakanlarının bu ilk top­
lantılarında gösterdikleri iyi niyet hakkındaki yazınızı büyük
bir memnuniyetle öğrendim. Türk bakanları aynı şekilde iyi
havayı devam ettirdikleri takdirde onların, Osmanlı İmpara­
torluğunun refah ve saadetiyle ilgili hoşgörü ve reformlar gibi
büyük sorunlar üzerindeki çalışma biçimini sevinerek haber al­
dığımızı, İngiltere Hükümetinin sorunun bir an evvel çözümü­
nü istediğini ve Avrupa devletlerinin de bu beklemeye hakları
olduğunu ve şimdi Türkiye’nin Avrupa sisteminin bir parçası
haline dönüşeceğini bildiririz.
Barış konferansı başladığı zaman, Rusların İstanbul’da bu
konuların müzakeresine katılmakta bir bahane bulamaması için
1 ve 4’üncü noktalarla ilgili çözüm yoluna varmada Türk ba­
kanlarına, gecikmeden sakınılmasının önemi üzerinde çok kuv­
vetli baskı yapamaz mısınız?
Türkiye No. 17 (1877), s. 1, No. 1

No. 2

K ont Clarendon’dan, Lord S tratfo rd de Redcliffe’e


PARİS, 28 Şubat 1856

Hattı Hümayunun en geniş şekilde yayılması hakkında, Ba­


bIâli’ye yaptığınız tavsiyeyi onaylarız. BabIâli’nin kabul ettiği
bu ilkeler, onları uygulayacakların iyi niyetleriyle çok yakın­
dan ilgilidir.

47
Bu akıllıca reformları kabul ettiği ve bunların uygulanma­
sı için hiçbir gayreti esirgemeyeceği umuduyla BabIâli’yi İngil­
tere Hükümeti adına kutlayınız. Zira, bu, Hıristiyanların yara­
rına olduğu gibi Müslümanların da yararına ve gelecekte bü­
tün Osmanlı İmparatorluğunun refah ve mutluluğu içindir.
Türkiye No. 17 (1877), s. 5, No. 9

No. 3
K ont M alm esbury’den, Sör H . Buhver’e
D IŞİŞLERİ, 9 Haziran 1859
İzzet Paşanın Trabzon’da Hıristiyanlara karşı kötü davran­
ması, her ne kadar onların bir iç sorunu ise de, bu sorun baş­
kadır ve İngiltere Hükümeti bunu protesto etmeye haklıdır. Bu
nedenle Trabzon Konsolosumuz Stevens’in raporunda belirtti­
ği şekilde Hıristiyanlara eziyet yapılmış olması göz önünde tu­
tularak suçluların cezalandırılmalarının ne kadar önemli olaca­
ğını belirtiniz. Sonuçtan bana bilgi veriniz.
Türkiye No. 17 (1877), bölüm II, s. 81, No. 60

No. 4

Lord J. R ussell’den Sör H. Buhver’e


D IŞİŞLERİ, 25 Haziran 1859
Hıristiyanların ıstıraplarının giderilmesi ve korunmaları
üzerinde Rusya'nın Sultana öğütte bulunmuş olduğunu Baron
Brunnow ima etti. Ona belli bir baskı ve haksızlık olmadıkça
genel mahiyette yapılacak böyle bir çıkışın, memnuniyetsizlik
yaratacağını ve Sultanın dikkatini yabancı egemenliğine çevir­
mesinin tehlikeli olduğunu belirttim ve birkaç yıl önce Ali Pa­
şanın bana söylediklerini aktardım. Bir Türk valisi Rus, İngiliz,
Fransız konsolosluklarındaki müşavirlere öylesine bel bağlamış­
tı ki, nasıl hareket edeceğini şaşırmıştı ve sonunda vatandaşları
üzerindeki bütün otoritesini yitirmişti.
Baron Brunnosv «Doğru, fakat bu fena idare konsoloslar­
dan mı kaynaklanıyor?» dedi ve çeşitli devletlerin Türkiye’deki

48
konsoloslarının uyum içinde hareket etmeleri gerektiğini belirt­
ti. Ben de bu fikre, bütünüyle katılıyorum.
Türkiye No. 17 (1877), bölüm II, s. 81 No. 61

No. 5

Lord J. Russel’den, Sör H. Bulw er'e


DIŞİŞLERİ, 9 Ağustos 1859
Sultan ve bakanlarına; reformların yapılması için yapaca­
ğınız demarş ve zamanlamayı size bırakıyorum.
Yalnız bir nokta üzerinde dikkatinizi çekmek istiyorum.
Her konsolos kendi bölgesinde görüşünü kabul ettirmek için
baskı yapar, şayet başarırsa, İngiltere’nin prestijini yükseltece­
ği gibi kendininkini de belki yükseltir. Fakat BabIâli’nin otori­
tesini zayıflatır ve diğer Hıristiyan devletlerin kıskançlığını teş­
vik eder.
Âcil durumlar dışında, teşebbüslerin; Fransa, Rusya, Avus­
turya ve Prusya temsilcileriyle iyi bir anlaşma içinde olması,
tek tek konsolosluk dcmarşlarından daha iyidir.
Eğer meslektaşlarımızdan herhangi biri sizinle birlikte ol­
maktan kaçınırsa, siz ötekileri ikna ederek onu da yola getir­
meye çalışın. Olmazsa, bana bildirin, ben gerekli teması yapa­
rım.
Bu reformların yapılmasının Ingiltere’nin ya da öteki dev­
letlerin nüfuzlarını arttırmaları için değil, Avrupa ailesine ka­
tılan Osmanlı devletinin refahı, mutluluğu ve her mezhepten
olan halkın güvenliği için olduğu, BabIâli’ye açıkça anlatılma­
lıdır.
Türkiye No. 17 (1877), s. 12-13, No. 34

No. 6

Lord J. Russel’den, Sör H . Bulw er’e


DIŞİŞLERİ, 17 Mayıs 1860
Sör John Crampton, Prens Gortchakow’un aşağıdaki tek­
lifini gönderdi:

49
1. Beş büyük devletin, Osnıanlı İmparatorluğundaki Hı­
ristiyan vilayetlerinde mevcut duruma daha uzun süre hoşgörü
göstermeyeceklerinin derhal duyurulması,
2. özellikle Bulgaristan, Bosna ve Hersek’teki durumu
saptamak ve suçluları cezalandırmak için, beş büyük devletin
konsoloslarının da katılacağı, Babıâlice bir soruşturma komis­
yonunun kurulmasının istenmesi,
3. BabIâli’nin Hıristiyan vilayetlerine etkin bir güvence,
halkın çektiklerini giderecek ve aynı zamanda Avrupa’nın ve
Türkiye’nin de çıkarlarını etkileyecek olası karışıklıklar bakımın­
dan, Avrupa’yı tatmin etmek için bir teşkilatın kurulmasının
istenmesi.
Biz, 1 ve 3’ü reddettik, fakat 2. maddenin BabIâli’ye tavsi­
ye edilmesini istediğimizi bildirdik.
Başvezir Fuat Paşa sormadıkça ondan söz etmeyiniz.
Fransa, Avusturya ve Prusya, bütün büyük devletlerin bir­
likte hareket etmelerini temenni ediyorlar.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 83 - 84, No. 67

No. 7

Lord J. Russel’den, Sör H. Bulıver’e


DIŞİŞLERİ, 7 Haziran 1860

St. Petersbourg’da Türkiye işleriyle ilgili olarak beş büyük


devletin fevkalade temsilcilerinin yaptığı toplantı ve o zaman­
dan beri süregelen olaylarla, İngiliz Hükümetinin görüşü.
Sultan Bulgaristan, Bosna, Hersek ve Suriye’ye birer so­
ruşturma üyesi göndermiş ve bunları başvezire bağlamıştır. Baş­
vezir bizzat Bulgaristan’a gitmiştir.
Hıristiyanlara karşı suç işleyenler cezalandırılacaklar; ad-
liyede ve vergi toplamada yolsuzluklar düzeltilecek; Sultan re­
formları yaparsa rahat bir nefes alır. Eğer olmazsa, beş büyük
devletin ve Sultanın birbirlerine karşı yükümlülüklerini tekrar
düşünmek gerekli olabilir. Uluslararası yükümlülükten, Türki­
ye’nin Avrupa’daki vilayetlerini ve Osmanlı İmparatorluğunu
korumanın ve nihayet Sultanın uyruklarının refahı için en iyi
yoldur.

50
Paris Antlaşmasının VII. maddesinde «Türk ülkesinin bü­
tünlüğü ve bağımsızlığı» için güvence verilmiştir.
VIII. maddede de, «Türkiye ile aralarında anlaşmazlık olan
imzacı devletlerden biri, başvuruda bulunmadan önce, öteki im­
zacı devletlere sorunu getirecektir.» Eğer Bosna’da ve Bulgaris­
tan’da bir başkaldırı olur ve Osmanlı İmparatorluğu bunu bas­
tırmaya kalkarsa ve Rusya duruma müdahale etmek isterse
sorunu müttefiklere getirecek.
IX. maddede de Sultan kendi iradesiyle, din ve ırk farkına
bakmaksızın uyruklarının durumunu düzeltmeyi ve Hıristiyan-
lara karşı iyi niyetini gösteren bir fermanı ilan etmiş ve bunu
büyük devletlere bildirmiştir, «imzacı devletlerin hiçbiri tek
başına veya kolektif olarak Sultana, halkuıa ve devletin içişle­
rine karışma hakkına sahip değildir.»
Hattı Hümayun dolayısıyla, Hıristiyanların bundan yarar­
lanması kuşkusuzdur. Fakat müttefikler bu haklarını ve diğer­
lerini kullanırlarken Sultanın otoritesini ve halkının bağlılığını
zedelememelidirler.
O halde soruşturma, idarenin adil olması, vergi toplama
gibi işlerde aranılacak çarenin özü ne olacak?
İngiliz Hükümetinin görüşü bu maddeye göre müttefik
devletlerin Osmanlı devletinin içişlerine karışmaya hakları yok­
tur. Devletler, kendi ajanlarından aldıkları raporları, vardıkla­
rı sonuçları ve önerilerini Babıâli’ye aktarırlar. Bu hem halk
için, hem de imparatorluk tacını istikrarlı kılmak için gerekli­
dir.
Basvezir Fuat Paşaya bunları iletiniz.
T ürkiye'N o. 17 (1877), böKim II, s. 84 - 85, N o. 69

No. 8
S ör H . Buhver’den, Lord J, R ussell’e
İSTANBUL, İ l Haziran 1860
(Alındı, 23 Haziran)
Osmanlı ülkesindeki konsoloslarımıza gönderdiğim bir ge­
nelgeyle buna ek soru listesini ilişikte sunuyorum.
Genelgede:
Rusların son zamanlarda Bulgaristan, Bosna ve Hersek’te
Osmanlı idaresinin kötülüğü ve Hıristiyanlara karşı yapılan kö­
51
tü muameleyi hükümetimize şikâyette bulunduğunu biliyorsu­
nuz.
Bu gibi olaylar bütün ülkelerde olmaktadır. Osmanlı ülke­
sinde fazla olabilir. Ancak bunların gerçek durumunu sapta­
mak ve değerlendirmek için bölgesel bilgilere ihtiyaç vardır. Bu
bakımdan bir soru listesi gönderiyorum. Bu soruları en kısa za­
manda yanıtlayınız, birini bana birisini de Dışişleri Bakanlığı­
mıza gönderiniz.
Soru listesinde (Belge 9):
Giilhane Hattı Hümayunundan beri Türkiye’deki olumlu
gelişmeler, konsolosluk bölgesindeki nüfus ve kompozisyonu,
mahkemelerin durumu, nasıl iyileştirilcbilcceğini, ticaretin kim­
lerin elinde olduğu, Hıristiyan ve Müslümanların refah düzeyi,
hangisinin daha iyi olduğu, askerlik durumu, Hıristiyanlar as­
kere gitseler mi daha iyi, vergi ödeseler mi daha iyi olur. Re­
formu yapmada üst makamlarla alt kademeler arasındaki gö­
rüş farkı, Reayanın durumu, vergi vs. ticarette eşitlik var mı?
Hıristiyanların şikâyetleri nelerdir? Yerel meclislere Hıristiyan-
lar girebiliyorlar mı?
İngiliz K onsolosluklarından, 1860’ta Türkiye'deki H ıristiyanların
durum uyla İlgili olarak alınan raporlar, Londra 1861, s. 1 -3 , N o. 1

No. 9

Osm anlı Ü lkesindeki İngiliz K onsolosluklarına Sör


H. Bulw er’den G önderilen S orular
İSTANBUL, 11 H aziran 1860

1. Görev bölgenizde bulunan vilayetin genel şartları ne­


lerdir?
2. Adı geçen vilayette bilebildiğiniz kadarıyla Hıristiyan
ve Müslüman nüfusunun birbirine göre sayısal durumları ne­
dir?
3. Müslümanların ve Hıristiyanların genellikle uğraşı alan­
ları hangileridir, örneğin Müslümanların büyük kısmı mal mülk
sahibi, Hıristiyanların da çoğu şehirde ticaretle mi meşguldür?
4. Hıristiyanlar, Türklerle aynı eşitlikle arazi sahibi ola­
biliyorlar mı? Olamıyorlarsa fark nedir?

52
5. Kentlerde ticareti Hmstiyaıılar ve Türkler aynı koşul­
larda mı yürütürler, eğer fark varsa, bu fark nedir?
6. Köylerde yaşayan Hıristiyan köylüsü de Türk köylüsü
kadar varlıklı mıdır? Değilse fark nedir?
7. Mahkemede Hıristiyanın tanıklığı kabul olunuyor mu,
eğer olunmuyorsa hangi davalarda olunmuyor?
8. Hıristiyanlara 5, 10, 15, 20 yıl öncesine göre daha iyi
davranılıyor mu, daha çok özen gösterilebiliyor mu; yaşam du­
rumları iyi mi?
9. Dini konuda bir eşitsizlik var mı? Varsa bunlar nelerdir?
10. Hıristiyanlar acaba bedel yerine askere gitmeyi ister­
ler miydi, hangisi onların çıkarlarına daha uygundur?
11. Hıristiyanlar kilise yapmada veya dinlerini icra et­
mede bir engelle karşılaşıyorlar mı?
12. Hıristiyanlar baskıyla karşılaştıkları zaman bu hükü­
metten mi, yoksa fanatiklerden mi gelmektedir?
13. Protestanlara eziyet edildiği zaman, eğer ediliyorsa,
bu Müslümanlardan mı geliyor, yoksa Hıristiyan ya da başka
din sahiplerinden mi. geliyor?
14. Hıristiyanların bizzat kendi yetkililerinden gelen ve
şikâyeti gerektirecek ölçüde ezilmişlikleri var mı?
15. Hıristiyanların meclis veya yerel yönetim heyetine
girmelerine izin verilir mi? Bu idare heyetleri iyi bir hükümete
ve gelişmeye genellikle BabIâli’den daha çok mu taraftarlar,
ya da değiller?
16. Eğer yönetim meclisleri iyi değillerse, bunların ya­
rarlı oldukları zaman yetkilerini kullanmaları, olmadığı zaman
bunların vasıflarının kısılması ya da kaldırılmaları gibi bir
çözüm biçimi aklınıza geliyor mu?
17. Adı geçen bu meclislerden adli görevi almayı ve bun­
dan ayrı bir mahkeme kurmaya ne dersiniz? Böyle bir durum­
da mahkemenin pozisyonu ne olmalıdır?
18. Müslümanlar başkalarına din değiştirtmeye çok istek­
li midirler? Eğer böyle ise ve yapabilirseniz suçlu olan tarafı
gösteriniz.
19. Kadınların din değiştirmeleri, bir taraftan dini bir
heyecan, öteki, yandan acaba dünyevi çıkarlarından mıdır? Eğer
bu sonuncudan ise, nedenlerini açıklayınız.
20. Eşit adaletin kurulabilmesi için en basit ve en mas­
rafsız ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz?

53
21. Memleketin genel şartlarını iyileştirmek için, ne gibi
öneriler düşünürsünüz?
22. Bütün din ve sınıflar için okul yapma olanağı ve bu
okullarca yaratılacak etkinlik hakkında ne düşünürsünüz?
23. Büyük bir Hıristiyan kitlesinin olduğu yerde Müslü­
man vali yanında vali yardımcısının bir Hıristiyan olması Ba­
bIâli’ye daha mı uygun düşer?
24. Babıâli uyrukları için yabancı pasaport almak gele­
nek mi olmuştur? Yunan pasaportu alıp sonra onu Rus pasa­
portu ile değiştiriyorlar mı?
Londra 1861, s. 3-4, No. 2

No. 10

Konsolos C. B lunt’dan, Sör H . Bulvver’e


İZMİR, 28 Tenunuz 1860
1. Gönderdiğiniz ankete cevaplar :
İdare, vergi toplama, âşâr kötü, ama günden güne iyileşi­
yor ve bu gelişme Hıristiyanların daha çok yararına; başka bir
deyişle, Hıristiyanlar Türkleri satın alıyorlar.
Gülhane Hattı Şerifiyle yapılan reformlarla genel gelişme
başlamıştır. Bundan evvel büyük mal sahibi Türkler ülkenin
içinde baskı ve talanla yürüyen bir sistemle yaşıyorlardı. Hattı
Hümayunla bu durum düzeldi ve Hıristiyanlar tarımda ileriye
çıktılar, miktarları yeni gelenlerle arttı, hayatları artık küçük
memurların insafına bırakılmıyor. Türklerin mal varlıkları
eksilmeye başladı, nüfus görünür derecede azaldı, toprakları
artık verimli değil. Bütün mal sahibi Türkler kendilerine dü­
şen asker miktarını vermek zorundalar. Bunların çoğu, pek ço­
ğu geniş toprak sahibi kişiler, fakat askerden dönünce her şeyi
değişmiş bulurlar, egemen olan Türk halkı Hıristiyanlarla yer
değiştirmiştir. Kendilerine miras kalan ekilmemiş toprakları ve
gençliklerindeki mesleklerini yapmak için ne araç gereci ne
de isteği vardır. Oysa orduya girmeden önce bu işi yaparlardı.
Eğer tesadüfen bozulan eski mesleklerini yapmak isterlerse, Hı­
ristiyan tefeci bankerlerin ağına düşerler ve kısa zamanda mal­
ları ellerinden çıkar, askerden dönenlerden rençbcrlik yapmak
istemeyenler ne kadar satabilirlerse onunla yetinirler; alanlar-
sa ya Rum, ya da Ermenilerdir. Birçok emlak, bu durumdan
faydalanan Frenkler tarafından ele geçirilmiştir. Bunlardan 7’si
îngiliz uyruğudur. Bunlar büyük çiftlikler almışlar ve başarıy­
la sürmektedirler. İzmir’in hemen civarında çok az toprak sa­
hibi Türk kalmıştır. Frenklerin ve Hıristiyanların yazlıkları
olan başlıca köylerdeki Türk mallarının aşağı yukarı tamamı
ellerinden çıkmıştır.
Bu durum üretimi büyük ölçüde arttırmıştır.
Polis teşkilatının bozuk olmasına rağmen, medeni memle­
ketlere göre suç işleyenlerin sayısı daha azdır. Çeşitli itikatla­
rın ve yobazlığın bulunduğu ve herkesin silahlı olduğu bir top­
lumda bu durum şaşırtıcıdır.
2. 1830’da İzmir’deki Türk nüfusu 80.000
Şimdi 41.000
1830’da İzmir’deki Rum nüfusu 20.000
Şimdi 75.000
Ermeni 6.000
Yahudi 12.000
Latin Reaya 3.700
Yabancı Uyruklu 19.000
(Yetkililere göre İzmir nüfusunun 1/3’ü erkek 2/3’ü
kadındır.)
Daha çok İzmir’e bağlı olan bölgeler (2/3’ü
Müslüman 1/3’ü Rum deniliyor.) 170.000
Aydın vilayeti 280.000
(Aydın Merkez kazası 30.000)
Denizli ve bağlıları 50.000
Menteşe 75.000
Manisa 150.000
Azınlıklar, Yörük, Çingene, Zeybek 110.000
Toplam 991.000
Görüleceği üzere Hıristiyan nüfusu artmış, Türk nüfusu
ise, hızla düşmüştür.
3. Her ne kadar toprak Hıristiyanlar lehine el değiştiri­
yorsa da Türkler hâlâ toprağın çoğunluğuna sahiptirler ve fa­
kat ekenlerin çoğu Hıristiyanlardır.
Ticaretle uğraşanların çoğu Hıristiyandır.
4. Toprak edinmek bakımından Müslümanlarla Hıristi-
yanlar arasında bir fark yoktur.
5. Köylerde Hıristiyan ve Müslümanlar iyi, fark yok.

55
6. Hıristiyanların durumu daha iyi, askere gitmiyorlar ve
nüfusları azalmıyor. Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi ürettik­
lerinin vergisini veriyorlar.
Türk köylüleri hiç kuşkusuz, Hıristiyanlardan daha çok
baskıyla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Eğer bir Hıristiyan alt kademedeki bir yetkilinin haksızlı­
ğına uğrarsa, konsolosluklar kanalıyla şikâyetini bulunduğu
yerin en üst kademesine kadar götürebilir. Alt kademe yetkili­
si bunu bilir ve bu gibi müdahaleler aşağı yukarı Hıristiyanlar-
dan yana sonuçlanır. Bununla birlikte genellikle alt kademe­
lerde görülen bu durum tersine olabilir. Şöyle ki, eğer başpisko­
posun çıkarına uygun düşüyorsa, kendi dindaşı haklı bile olsa
hükümet yetkilisinin müdahalesiyle sonuç, Hıristiyanın aleyhi­
ne olur.
Zavallı Türkün derdini anlatacağı kimse yoktur, öyleki
konsolosun müdahalesini sağlasa bile, sorunu çözümleyecek
Türk yetkili, yabancının araya sokulmuş olmasını kabul etmez.
Hıristiyandan yana önemli bir başka nokta, hepsi değilse
bile çiftçilerin âşârcılannın çoğu Hıristiyanlardır. Bunlar elde
edilen ürün üzerindeki âşârdan haraç olarak, inanılmayacak
yolsuzluklar yaparlar. Vergi memuru Hıristiyana Müslüman-
dan da insaflı davranır diye bir şey yoktur. Ancak Türk mal
sahibini vergilendirirken daha az korkar, bu yüzden Müslüman
daha fazla mağdur olur.
7. Duyduğuma göre genellikle iç bölgelerde Hıristiyanla­
rın Müslümanlara karşı tanıklığı da kabul olmuyormuş. Fakat
bu olaya bir kez 1857 yılında Aydın’da rastladım. Bir İngiliz
uyrukluğu söz konusu idi, müdahalede tanıklığı kabul olundu.
O zamandan beridir de Aydın mahkemesi böyle yapıyor. İzmir
mahkemelerinde yerli Hıristiyanların tanıklığına izin verilir, ya­
bancı Hıristiyanların tanıklığıysa geçersizdir.
8. Türkiye’ye ilk gelişim 1820’dedir. 40 yıllık deneyimle­
rime dayanarak hiç çekinmeden diyebilirim ki, Hıristiyanların
durumu 5, 10, 15, 20 yıl öncekinden, özellikle yalnızca bu böl­
gede daha iyi değil. Bunun da bilinci içindeler ve ayrıca, Türk-
ler tarafından gösterilen alarma karşı, kendi nüfuzlarının art­
tığının da farkındalar.
9. Türkler Hıristiyanlara gâvur derler, ama bu terim ge­
neldir. Bir Hıristiyan papazı da Müslümana, alışkanlık olarak
gâvur der. Türkler eskiden ölen Hıristiyana murdar derlerdi,

56
şimdi ölü diyorlar. Herhangi bir toplantıda Hıristiyan üyelere
de ağa derler, Türklere de; ikisine de aynı ikramda bulunurlar.
10. Hıristiyanların askerlik dışı tutulmaları ve bu iş için
bir vergi vermeleri onların daha çok yararınadır.
11. Türkler Hıristiyanların kilise yapmalarına ve dini
ayinlerine engel değil, bilakis yardımcı olurlar. Dini ayinlerin
yapılması sırasında güvenlik açısından yardım ederler ve töreni
kesecek herhangi bir olaya engel olurlar.
12. 1857’de İzmir’e geldiğimden beri Müslümanların Hı-
ristiyanlara baskı yaptığına tanık olmadım.
13. Protestanlar, öteki Hıristiyanlara karşı, Türk yetkili­
lerince özel olarak korunmaktadırlar.
14. Genellikle Hıristiyan toplumu kendi din adamları ve
başpiskoposlarından Türklere olduğundan, daha çok şikâyetçi­
dirler.
15. Hıristiyanlar bütün yerel meclislere girerler. Hıristiyan
nüfusun yoğun olduğu yerlerde her şey kendi ellerindedir. Yet­
kili kişi, Başpiskopostur. Başlıca yetkili müdürdür. Eğer papa­
zı dinlemezse işinden atılır. Müdür hakkında Hıristiyanlar ara­
sında fikir ayrılığı olduğu zaman para rol oynar, hangi taraf
daha çok rüşvet verirse onun dediği olur. Sonra verilen bu pa­
rayı o tarafın papazı kendi taraftarlarından toplar. Bu sistem
içinde yerel meclisin Hıristiyan üyeleri Türkler kadar reforma
karşıdırlar.
16. Eğer amaç Hıristiyanların bugünkü nüfuzunu koru­
mak ya da arttırmaksa, şimdiki sistem geçerli olmalı, eğer de­
ğilse, idare meclisi (vilayet, kaza, nahiye vs.) kaldırılmalıdır.
Çünkü en çok rüşvet yenilen mahkeme burasıdır. Buraya gelen
davalar bölgenin mülki başı paşa ya da vali tarafından görül­
meli.
17. Ayrıca mahkemeler kurmak demek rüşveti daha da
yaygınlaştırmak demektir. Çünkü Türkiye’nin bugünkü moral
ve kültürel düzeyi budur.
18. Genellikle Müslümanların, Hıristiyanları kendi din­
lerine çevirmeleri diye bir şey kesinlikle yoktur. Bazı fanatik­
ler bayramda sevaba girmek için Hıristiyanları kendi dinlerine
döndürmek isterlerse de bunlar para karşılığı ya da başka bir
çıkar karşılığı geçici olarak Müslüman olurlar.
19. Hıristiyan kadınların din değiştirmeleri, erkeklerden
daha çoktur. Bu da bağnaz olmayan, kimi Ermeni ailelerinin
kızlarını Türk sevgilileriyle evlendirmelerinden kaynaklanır.
57
20. Adaletin eşitlikle ve en ucuz bir sistemle nasıl sağlana­
cağım, Hıristiyanı da Müsliimanı da rüşvetçi olan böyle bir
ülkede düşünemiyorum.
Belki merkezden maaşlı memurların gönderilmesiyle, bu
durum denetim altına alınabilir. Bu ülkedeki uzun deneyimle­
rim, bir devlet memurunun İstanbul’dan ayrıldığı zamanla son­
raki davranışları arasında çok fark olduğunu gösteriyor.
21. Ülkedeki şartları iyileştirebilecek önlemlere gelince;
eğer mal ve can güvenliği sağlanırsa Hıristiyanların durumları
düzelmeye başlar. Çünkü bunlar Türklerden daha aydın ve be­
ceriklidirler; tarımda olsun, ticarette olsun daha çok gelişirler.
Demiryolu şebekesi kurulursa ülke için çok yararlı olur. Deniz
ulaşımı da gerekli, bugünkü bozuk sistemde dahi iyi sonuçlar
verebilir. Türklerin yeni önlemleri almaya ne istekleri, ne de
yetenekleri var. Yeni önlemlerin bu gibi elemanlarla getirilişi,
ülkede şimdiki sürekli gelişen anlayış ve refahı da belki köstek­
leyebilir.
22. İzmir’de başlıca şehir ve kasabalarda Türk ve Hıristi­
yan okulları vardır. Genellikle Türklerinki dini okul, Hıristi-
yanlarınki geneldir.
Eğer bütün dinler ve halk tabakaları için okullar yapılmış­
sa, bu Hıristiyanların lehine olur. Çünkü onlarda okumak ve
öğrenme şevki, kadın erkek hepsinde var. Fakat Türklerde
genellikle bu istek yoktur. Bu durumsa, ileride Hıristiyanların
nüfuzlarını çoğaltır.
23. Bölgenin nüfus kompozisyonuna göre, Hıristiyanların
çok olduğu yerlerde Türk valinin yanına bir Hıristiyan vali
yardımcısı vermek ya da aksini yapmak, çok tehlikeli bir dene­
me olur. Çünkü biri Kuran’a göre hareket eder, ötekiler bağ­
nazlık yapar. Böylece sürekli sürtüşme çıkar, her zaman İs­
tanbul’a yansıtılacak bir davada ise Müslümanlar haklı çıkarılır,
ancak merkezde bu iş için bir Batılı temsilci olursa belki işler
yürür.
24. Osmanlı (azınlık) uyrukları, hiç kuşkusuz, fırsat bul­
dukları takdirde yabancı pasaportu edinirler. Rum ve Rus pa­
saportu elde etmek çok daha kolaydır. Rum pasaportu alanla­
rın bunu Rus pasaportuyla değiştirdiklerini hiç duymadım.
İngiliz K onsolosluklarından I860’ta Türkiye’deki H ıristiyanların
durum uyla ilgili olarak alman raporlar, s. 30*34, No. 8

58
No. 11

Konsolos Skene’den, Sör H. Buhver’e


HALEP, 4 Ağustos 1860

Bu bölge ürün bakımından iyidir. Ama göçebe Araplar ta­


rafından talana uğrar. Bölgede güvenlik yoktur. Göçebe Arap
kabileleri kendi sürülerini otlatmak için köylüleri batıya doğ­
ru sürmüşler, köyler boş kalmış, yıkılmış, halk bedevilerden
usanmıştır. Bunların talanları yetmiyormuş gibi, âşârın mül-
tezimlerce müzayede ile alınmasında da yolsuzluklar olduğu
için, vergi toplayıcılarının da türlü dalaverelerle halka baskı
yapması ve onları soyması ayrı bir olaydır. Buna karşı toprak­
lar o kadar verimlidir ki, köylüye kalan bir avuç ürün bile onun
gereksinimlerine yeter.
Son zamanlara kadar kasabalarda sanayi ve ticaret geliş­
mekteydi. Ancak Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki çe­
kişme, güven ortamını bozmuş, dolayısıyla sermaye piyasadan
çekilince, ticaret durmuş ve önceden çalışanların yarısı işsiz
kalmıştır.
Buradaki Hıristiyanlar, ülkenin diğer yerlerindekinden da­
ha çok Batılı düşüncelere yakınlık kazanmışlardır. Egemen olan
ırk 3, 4 yüzyıldan beri olduğu gibi gene aynıdır ve hoşgörü yok­
tur. Ingiltere, Avusturya, Fransa ve İsviçre ile hüyük ölçüde
ticaretleri vardır, ancak bütün bu yakınlaşmalar Müslüman
halkın düşünce yapısında çok az etkili olmuştur. Öyleki, yaban­
cı yatırımcıların zenginliği ve Hıristiyanların üstünlüğü karşı­
sında adeta kördürler. Burada hâlâ yeniçeriliğe bağlı olanlarla,
yeşil sarıklı hocalar vardır. Hıristiyanları küçük görürler. Ha­
lep’te Tüıklerin küçük bir parçası kalmıştır. Halep’teki Hıris-
tiyanlar; para yapmada azimli, ticarette zeki, yaşayışları yok­
sul, desteksiz oldukları zaman rezil, gereğinden çok desteklen­
dikleri zaman küstahtırlar. Hıristiyanların büyük kitlesi terör
içindedir, bu, 1850’deki katliamdan kaynaklanıyor olabilir,
Lübnan ve Şam’daki felaket onlardaki paniği arttırdı. Olabile­
cek bir patlamayı önlemek için alınan önlemlerde başarılı ol­
dum. Üretim ve ticaret oldukça iyidir, ancak, mali durum yine
de bozuktur. Vilayetin geniş olanaklarına karşın, bütçe açığı
vardır, maaşlar birikmiştir. Bu durum, gelirden çok harcama
yapılmasından kaynaklanmaz. Çünkü vilayet meclisi üyelerinin

59
aldıkları maaşlarla, yaşamları kıyaslanabilecek gibi değildir.
Hepsi mal, mülk sahibi olmuşlardır. Buysa, ancak devlet para­
sını çalmakla mümkündür, öyleki hemen hepsi, yoksul aile­
lerden gelmektedirler.
2. Vergi, askere alma gibi birçok nedenlerden doğan kor­
kuları, dolayısıyla 1849 istatistiklerine güvenilemez. Topladı­
ğım bilgilere göre vilayetin nüfusu 500.000’e yakındır. Bunun
1/5’i Hıristiyan, 4 /5’i Müslümandır. Bundan Yahudi, Dürzi ve
Ensarilcri çıkarmak gerekir ki, bunlar da çok azdırlar.
3. Emlak sahiplerinin hepsi Müslümandır. Ticaretin he­
men hepsi Hıristiyanların elindedir. Toprağı işleyen, Müslüman-
lardır. Arap kabileleri, Kürtler, Türkmenler, esas itibariyle
Müslümandırlar.
4. Kullanmak üzere 4 türlü arazi vardır. Bunlardan yal­
nızca ikisi Hıristiyanlara açıktır.
Birincisi Mülk (Şahsi)
İkincisi Miri (Devletin), bunlar tapu ile verilir. Ancak 3 yıl
üst üste ekilmezse verilen geri alınır.
Öteki iki şekilden, yalnızca Müslümanlar faydalanabilir.
Vakıflar; Camii ve medreselerin desteklenmesi içindir.
Sipahi ailelerinin malikâneleri, savaş içinde asker ya da
haç için kervan hazırlama karşılığında verilmiştir.
Her ne kadar II. Mahmut feodalizmi kaldıran bir yasa çı­
karmışsa da III. Selim aynı enerjiyle uygulamdmıştır ve icraat
kâğıt üzerinde kalmış sayılabilir.
Ayrıca Hıristiyanlar mülk olarak toprak edinebilirlerse de
herhangi bir kötü hareket onları bundan yoksun edebileceğin­
den ticaretle uğraşmayı yeğlerler.
5. Hıristiyan ve Türkler ticarette eşit haklara sahiptirler,
aralarında bir ayrım yoktur.
6. Suriye bölgesinde Hıristiyan köyü yoktur. Maraş’ta
vardır. Burada Ermeniler Türklerin toprağını ekerler ve Türk
köylüsünün yaşadığı düzeyde yaşarlar.
7. Hıristiyanların mahkeme üyesi olmasına izin yoktur
ve bu konuda hiçbir girişimde bulunulmuş değildir. Medeni,
ticari veya ceza hukukuyla ilgili işlerde olmak üzere Hıristiya-
nın tanıklığına dayanan veya papaza atfedilmesi gereken da­
valarda pratikte bir hakem komisyonu kurulur.
8. Hıristiyanların durumu daha iyidir. Hıristiyanların le­
hine Mısır yetkilileri tarafından bir değişiklik yapılmış ve Sul­

60
tan da devam ettirmiştir. Hıristiyanların zenginliği, Müslüman­
ların kıskançlığına neden olduğundan tehlikeli bir durum ya­
ratmaktadır. Onların konsoloslara dayanmaları da Müslüman­
ları kızdırmaktadır.
9. Hıristiyanlar orduya giremez ve mahkemede tanıklık
edemez, bunun dışında her iki din sahipleri arasında bir ayrım
yoktur.
10. Kuzey Suriye’de bulunan insanlar, Lübnan, Arnavut­
luk veya Giritliler gibi savaşmayı seven insanlar değildir. Bun­
lar toptan, attan korkarlar yanlarına yanaşmazlar. Doğrusu
Maraş’taki papaz, Hıristiyanların da askere alınmasını teklif
etmişse de bu, askerlik vergisinden kurtulmak için ortaya atıl­
mış bir fikir gibi geliyor bana. Hıristiyan toplumunun bunu
istediğini sanmıyorum, ama eğer Müslümanlarla ayrım yapıl­
maksızın askere alınırlarsa bu daha uygun olur, hiç olmazsa
bunlar silah kullanmayı öğrenmiş olurlar ve adam başına öde­
dikleri yılda 2 şilin 9 peni Hıristiyan toplumuna harcanır.
11. Son zamanlarda Kessab, Maraş, Ayıntap ve Kilis’te
kiliseler hiçbir itiraz olmaksızın yapılmışlardır. Dini ayinler de
serbesttir. Yalnızca iki ay önce Hatay’da Müslümanlar dini ayin
sırasında kiliseye girmişlerse de saldırganlar hükümetçe ceza­
landırılmış ve başkaca hiçbir olay çıkmamıştır.
12. 1850’de Müslümanların yaptığı kırıma karşı Halep
ayini sırasındaki kişilerin, öç almak amacıyla kışkırtmaları so­
nunda Müslümanlar talan edilmişlerdir. Burada bulunduğum
3,5 yıl süresinde başka bir olay olmamıştır.
13. Protestanlar sadece ayrıldıkları kiliseden baskı gör­
müşlerdir.
14. Bölgedeki Hıristiyan halkın yakınmalarını gerektire­
cek büyük bir dertleri yok. Can ve mal güvenliği hükümetçe
göçebe aşiretlere karşı alınmakta, daha fazlası yapılabilir. Hı-
ristiyanlar, Müslümanlardan daha fazla, ticaret tarifelerinden
şikâyetçidirler; tarifede yazılı maddeden yüzde 1, yazılmayan­
dan yüzde 10 alınmakta, dolayısıyla bu gibi işyerleri kapan­
maktadır. Yiyecek maddeleri pahalı. Nedeniyse, vilayetler mec­
lisi üyelerinin âşâr üzerindeki türlü entrikaları, âşârla bunların
ilgisi kesilirse daha iyi olur.
15. Vilayet meclisinde iki de Hıristiyan üye vardır ve
bunlar hiçbir şeye karıştırılmazlar. Formalite icabı toplantıya
gelirler. Yerel yönetim gelişme ve iyi hükümet istemek bakı­
mından BabIâli’den daha geridir.
61
Bu yüzyılın ilk dörtte birinde, Ali Tepedelenli, Kara Os-
manoğlu vs, gibi Türkiye’nin toprak ağalarının ortaya çıkma­
sıyla feodal sistem dejenere oldu. Dar görüşlü askeri aristok­
ratlar tarafından seçildi. Ülke harap olmanın eşiğinde, şimdi
bir yerine birçok diktatör var. Merkezden gelen paşalar bir
gün sonra şark entrikaları ile bozulurlar ve yerel idarecilerin
ellerine düşerler.
16. Halkın ahlakı, standart bir hale gelmedikçe şartlar
ne olursa olsun ayanın yetki ve imkânları üzerinde oynamanın
faydalı olacağını sanmıyorum. Eğer vilayet meclisinde Hıristi­
yan tüccarlarından ileri gelenlerinden Türklerle eşit sayıda üye
bulunursa belki kötülükleri dengeler ve onları da iyi yola yönel­
tebilir.
17. Bugünkü durumda olduğu gibi vilayet meclisine adli
görev verilmemelidir, şimdiye kadar ticaret mahkemelerinin
kompozisyonu dışında, Hıristiyan üyeler, mahkemelere üye ola­
rak sokulabilse de, Meclis, bu değişik biçimiyle bile adli yeterlilik
bakımından bir iş başaramaz.
İslam hukukunu kadılar yürütür, ancak bunların adaletin
pazarlandığı mecliste bir nüfuzları olmaz ve hemen oracıkta
birkaç kuruşa yalancı tanıklar bulunabilir. Eğer ayrı ayn mah­
kemeler kurulur ve kendi üyeleri olursa ya da başkanları İstan­
bul’dan gelirse rüşveti belki kontrol altına alabilirler.
18. Hıristiyanları Müslüman yapma olayına, son yıllar­
da hiç rastlanmadı.
19. Kadınları Müslüman yapma olayı olmadı.
20. Adli kuruluşlar şöyledir :
Mahkeme kadı tarafından yürütülür. Kadı bir avukattır.
İstanbul okullarından çıkar, her vilayette bir yıl kalır. Müftü,
yerlidir ve valinin emriyle atanır. Ne kadının üzerinde, ne de
onun meslektaşıdır. Müftü bağımsız ve kadıyla aynı ölçüde
yetkilidir. Mahkeme bitip ceza verilmeden önce, müftü fetva­
sını verir. Fetva her konuya göre ayrı olûp bir tür geleceği
okumak gibi bir şeydir.
Büyük meclis, eğitimi olmayan ayanlardan, hukuk eğitimi
olmayan memurlardan kurulmuş olup, bunlar soruşturma ku­
rulunun bulduğu kanıtlar üzerinde yargılamayı yürütürler.
Soruşturma kurulu da eğitimsiz ayanlardan oluşur ve ce­
za davalarının soruşturulması içindir. Birçok kez istenmesine
karşın, Halep’te ticari mahkeme yoktur. Bu sistem şöyle dü­
zeltilebilir :
62
a. Soruşturma meclisinde ayan yerine avukat kullanarak,
b. Büyük meclis tarafından şimdi yerine getirilen adalet
hizmetini yürüten avukatlardan oluşan bir istinaf mahkemesi
kurularak,
c. Bugünkü gibi mahkemeye bağlı olmadan doğrudan
doğruya Adliye Bakanına bağlı olmak üzere bütün mahkeme­
ler için bir müfettiş atayarak,
d. Adli makamlar, idareden tamamen bağımsızlaştırılarak,
e. İslam kanunlarına atıf yapılmaksızın saptanacak ya­
saları uygulayan bir ticaret mahkemesi oluşturarak (Müslü­
man, Hıristiyan, Yahudi, Avrupalı olmak üzere tüccarların
hepsine bakmak üzere),
f. Davayı kazananlardan mahkeme masrafı almak usulü
kaldırılarak,
g. Küçük ceza davalarının, hepsi para cezasına çevrilerek.
21. Memleketin durumunu düzeltmek için,
Göçebe Araplar sorununun ciddiyetle ele alınması, âşârm
toplanmasındaki yolsuzlukların önlenmesi, yol şebekesinin ya­
pılması,
Emniyet ve asayiş için ordu birliklerinden faydalanma,
ötekileri kullanmama,
Özellikle aralarında düşmanlık ve hükümetten memnun
olmayan dini toplumlarda konsolosluk desteğini önlemekte çok
dikkatli davranılması gerekir.
22. Laik okullarda her kesimden ve mezhepten çocuklar
okutulmalıdır. Böylece toplumlar, dini konularda önyargılı ol­
maktan kurtanlabilir.
23. Hıristiyanların çok olduğu yerlerde vali yardımcısının
Hıristiyan olması örneğin burada çok iyi işlemekte, ama bu kişi
de İstanbul’dan gelmeli.
24. Yalnızca İstanbul’dan gelen iki kişide Türk pasa­
portu var.
İngiliz K onsolosluklarından, 1860'ta Türkiye’deki H ıristiyanların
durum uyla ilgili olarak alm an raporlar, Londra (1861), s. 48 - 33,
N o. 13/1

63
No. 12

Konsolos Skene’den, Sör H. Buhver’e


HALEP, 20 Ağustos 1860

4 Ağustosta anketinize verdiğim cevaplara aşağıdakilerini


ekliyorum.
Kuzey Suriye’de hiç suç işlenmemiş olması bu bölgenin
başta gelen özelliğidir. Her ne kadar değişik görüşler arasında
sürtüşme, 1850’de Halep’te Hıristiyanların katliamı ve bu yaz
da Lübnan ve Şam’da kimi olaylar olmuşsa da bunların top­
lumun bugünkü durumundan kaynaklandığı söylenemez. Bu
daha çok bölgeye egemen olan ırkın, hâkimiyetinin zayıflama­
sı ve başka bir sosyal yapıya yavaş yavaş geçişin hissedilmesi­
dir. Hıristiyanlardan yana bir değişiklik kök salmaya başlamış­
tır, bu yalnızca Türklerin baskısından değildir.
Geçenlerde bir Hıristiyana bir Müslüman hakaret etmiş,
itibarlı bir hoca da Kuran’dan bir ayet okuyarak bütün insan­
ların eşit olduğunu açıklamıştır. Dini hoşgörü tamdır.
Durumun beklenildiğinden daha kötü olduğunu söylüyor­
sunuz.
Evet Gülhane Hattının ilanından bu yana yapılan reform­
lardan beklenilen ölçüde faydalanılamamıştır. Ancak bu, re­
formların yerel şartlar gözetilmeksizin daha çok merkezin
öğütlediği önlemler oluşu nedeniyledir. Oysa bu bölgede idare­
de de bir hayli iyileştirmeler yapılmıştır. Daha iyi olması için
düşündüklerimi önceden gönderdiğiniz ankete cevabımda bil-
dirmijtim.
Hıristiyanlar için en iyi gelecek; Türk vilayet sistemi, va­
linin seçimi ve vilayet meclisinin iyileştirilmesi, Hıristiyanların
konsolosluk yetkileriyle özel olarak korunmasının tamamen
kesilmesi, herhangi âcil bir durumda BabIâli’ye karşı Avrupa
milletlerinin sabırlı olmasında yatmaktadır.
Bu konuda çok iyimser olmaksızın Suriye’de refahı sağ­
lamak ve işleri düzeltmek pek zor değildir; can ve mal güven­
liği sağlanır, adaletli bir sistem kurulursa, burası Sultanın geli­
şen bir bölgesi olur.
Burada refahı sağlayacak bütün doğal kaynaklarla, ça-

64
lrşkan bir insan gücü var. Bunlarla Suriye’de görülmemiş bir
refah sağlanabilir.
İngiliz Konsolosluklarından, 1860’ta Türkiye’deki Hıristiyanların
durumuyla ilgili olarak alınan raporlar, s. 67-69, No. 18/1

No. 13

Lord J. Russell'den, Sör H. Bulıver'e


D IŞİŞLE Rİ, 25 A ğustos 1860

Burada Fransa, Rusya, İngiltere arasındaki ilişkilerin ya


da İngiltere Hükümetinin politikası üzerindeki görüşlerin açık­
lamasına girmeyeceğim. Ancak eğer biz, Doğudaki Hıristiyan­
ların ıstıraplarına yabancı kalsaydık, Fransa ve Rusya ayrıca
birleşmeye itilmiş olurdu.
Bununla birlikte Suriye’de son zamanlarda görülen kötü
olaylardan duyulan şaşkınlık, nefret ve korkunun üzüntü verici
yönlerini açıklamak istiyorum.
1774 Kaynarca Antlaşmasından, 1856 Paris Antlaşmasına
kadar içişleri açısından Türkiye, Rusya’ya karşı yükümlendiği
kimi konularla ayağından zincire vurulmuştur. Birçok anlaş­
ma, sözleşme, kimi kez silahlı müdahale, kimi kez de aldatıcı
bir koruyuculuk görüntüsüyle Türk İmparatorluğunun Hıris-
tiyanları, İmparatorluğun olduğu kadar Çarın da uyruğu duru­
muna getirilmişlerdir. Bulgaristan ve Bosna prensliklerini Sul­
tana bağlayan halkanın kopmasıyla onları, Rusya’ya ya da bir
başka Asya devletine bağımlı kılmak için küçücük bir gayrete
ihtiyaç varken, İngiltere ve Fransa işe karıştı. Sivastopol’ün
ablukası ve Paris Antlaşması hükümleri ile Rusya’ya geçen
koruyuculuğun yerini, içeriği açısından da şekil açısından da
Sultana saygılı yükümlülükler aldı. Böylece Hıristiyan olan
yurttaşların can ve mallarının BabIâli’ce güvence altına alın­
masının garanti edildiği ve Hıristiyanların durumlarının gide­
rek gelişeceği umuluyordu.
Bu nedenle, Hasbeya, Zehle, Deir-el-Hamar ve Şam’daki
katliam haberleri İngiltere’de şok tesiri yapmıştır. Eğer bun­
lar, aralarında düşmanlık olan aşiretler arasında olsaydı, bir
dereceye kadar anlaşılabilirdi. Ancak Sultanın özellikle kendi

65
uyruklarını idare ve korumakla görevlendirdiği paşalarla bey­
lerin bu katliama göz yummaları, dahası desteklemeleri bek­
lenemezdi.
Bu haberler Ingiltere’ye ulaşınca, herkes, İngiltere ve Fran­
sa'nın parası ve kam Sultanın bağımsızlığını sürdürmek için
hiç yüzünden akıtıldı düşüncesinde. Bu devletler toprak iste­
mediler, karşılığında bir ayrıcalık da beklemediler, onlar yal­
nızca Hıristiyanlara insanca davramlmasını istediler ki, bu
Sultanın da büyük ölçüde yararına idi. Bu gibi davranışlar
fanatik Müslümanlardan gelseydi, bunu anlayabilirdik. Ama
bu hainlik, işkence ve acımasızlığın, Sultanın en iyi vilayetle­
rindeki insanları idare etmek üzere özellikle kendisi tarafından
gönderilen yöneticilerden geliyor olması da şaşırtıcı. Ayrıca
Sultanın, Hıristiyanları kökünden temizlemesinin öngörüldüğü,
ya da İstanbul’un duyulmamış zayıflığı ve uyuşukluğundan,
dahası aşırı tutuculuktan, rüşvetten kaynaklanıyor olabilece­
ği izlenimini de vermektedir. Bunlara inanmak çok güç.
Osmanlı idaresi ya dürüst ve adil bir temele dayanan bir
idare ile değiştirilmeli ya da Sultan, iyi ve en sadık müttefik­
leriyle birlikte kendi davasını da terk etmeye hazır olmak zo­
rundadır.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 88-89, No. 78

No. 14

Lord J. RusselI’den, Sör H. Bulvver’e


D IŞİŞLERİ, 13 Eylül 1860

Bu güç görevde şimdiye kadar izlediğiniz yolu onaylıyoruz.


Bununla birlikte bazı noktaları belirtmeyi faydalı görüyorum.
I. Kraliçe Katerina zamanından, son Kırım Savaşı ba
langıcına kadar Rusya, Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan uyrukla­
rım etkilemeye gayret etmiştir. 1856 barışından başlayarak da
Osmanlı Hükümetinden, Hıristiyan uyrukları aracılığıyla birta­
kım haklar istemeye çalışmıştır. Bir yüzyıldan daha çok bir za­
mandan beri Rusya’nın hedefi değişmemiş, Avrupa’nın kıs­
kançlığı dolayısıyla doğrudan etkisi altına alamadığı bu ülkeyi,
dolaylı etkilemeyi amaç edinmiştir.

66
Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan uyruklarını yalnızca bir
devletin koruyuculuğundan çıkarıp beş devletin ortak hima­
yesine almak düşünülmüş ve 1856 antlaşması böyle yapılmıştır.
2. Bu ortak himayenin uygulanması çok zor. Sultanın
bakanlarının, bir yandan ülkeye baskı yaparak zenginleşmeleri
yanında, bu baskıdan doğacak başkaldırışı önlemek için, ya­
bancı desteğine gereksinim duymaları gibi bir tehlike daha var.
Öte yandan Türk bağnazları, Hıristiyanlara artık tutsak gibi
davranamayacaklarından, dahası şimdilerde onlardan nefret et­
tiklerinden onları öldürmeye de kalkabilirler.
Bütün bunlar geçmişte görüldü. Bakanlar rüşvetle zengin­
leştiler ve yerlerini koruyabilmek için yabancı temsilciler ara­
sındaki çekişmeden yararlandılar. Beş büyük devlet de gerekli
işbirliği içinde olamadı. Son Suriye olaylarında eski bir parti,
nefret ettiği Hıristiyanların öldürülmesine göz yumdu.
3. Beş devlet arasında, özellikle İstanbul’da olmak üze­
re, çok iyi bir koordine gerekir. Bu devletler, bakanlan, ken­
dilerine bağlılıklarına göre değil, dürüstlüklerine göre destek­
lemelidirler. İstanbul’dan beş devletin konsolosluklarından ge­
len, ülkenin durumu ve kötü olaylarla ilgili tutulan raporlar
tarafsız olarak değerlendirilmelidir.
Bu ülkede şu sırada alınması gerekli önlemler şunlar ola­
bilir :
Vergi toplama ve vergileme işi ıslah edilmeli,
Hıristiyanların da tanıklığı her mahkemede kabul edilmeli,
Paşa ve polisler Hıristiyan kızlarını alıp, baskı yapmamalı,
Paşalar da suç işlerse şiddetle cezalandırılmalıdırlar.
Türkiye’de yaşayan bütün yabancılar için uygulanabilecek
tek bir yöntem ve yasa bulunmalıdır. Bütün bu konularda beş
devlet işbirliği içinde hareket etseler işler düzelebilir.
İngiltere’nin, Türk İmparatorluğunu koruma isteği, yal­
nız kendi çıkarları için değildir. Bu İmparatorluğun dağılması­
nın, bir Avrupa savaşma dönüşebileceğinden ve kuvvetler den­
gesinin tehlikeli bir şekilde bozulabileceği endişesinden kaynak­
lanmaktadır. İmparatorluğun korunmasıyla ayrıca, bu ülkede
yaşayanların yaşam düzeyleri de yükselir.
Osmanlı ülkesinde birçok ırktan insanlar vardır. Bunların
içinde, Türklerin yanlışları ne olursa olsun, bu ırkların bu­
günkü durumuna göre, onları yönetebilecek durumda olan
yalnızca Türklerdir. Türk İmparatorluğunu oluşturan toprak­

67
lar üzerindeki bu Müslüman devletin yönetimini, bir Hıristi­
yan devlet yönetimiyle değiştirmeye olanak yoktur. Bunun so­
nucu Türkiye’nin bölünmesi ve dağılması demek olur. Nite­
kim Paris Antlaşmasının Ağustos i 860 protokolünde de göre­
bileceğiniz gibi, beş büyük devlet, Türkiye’den içişlerine karı­
şarak herhangi bir toprak ya da ticari bir çıkar sağlamaya­
caklarını açıkça belirtmişlerdir.
Türk toprakları genel olarak verimlidir; zayıflık ve mer­
kezi yönetimin çok kötü oluşu, onu yoksul yapmaktadır.
Türkiye, N o. 17 (1877), bölüm II, s. 89-91, N o. 80

No. 15

Lord J. R ussell’den, Sör H . Bulvver’e


D IŞİŞLERİ, 18 Ekim 1860

Konsolosluklarımızdan gelen raporlardan edindiğim görüş­


lerim şunlar :
Son otuz yıl içinde Türkiye hatırı sayılır bir ilerleme
yapmış olmasına karşın, ondan çok daha fazlasını başarması
beklenmiştir.
Bir ülkenin halkını yoksullaştırarak onu yönetmek kolay­
dır. Güç olanı bilgili, kuvvetli ve zengin olan halkı yönetmektir.
Çünkü böyle bir halk, hükümetin zayıf noktalannı görür ve
ona başkaldırın Nitekim Hıristiyanlar açısından bu, böyle ol­
muştur. İmparatorluğun içindeki Hıristiyanlar gelişmiş, ne ya­
zık ki Türk yönetimi aynı ölçüde gelişememiştir.
Türkiye, geliriyle karşılaştırılırsa büyük bir borç altında
değildir. Mali durumu düzeltmek kolaydır. Ancak vergiler her­
kesin gücüne göre namusluca toplanmalı ve namusluca yer­
li yerince harcanmalıdır. Ancak böyle yapılmamış, aradakiler
rüşvet yerken, maaşlar bile ödenememiştir.
Beş büyük devletin temsilcileri, ilkin bu mali durumu
düzeltici önlemleri telkin etmeli, gelirin kamu hizmetlerinde
bölüşümünün ayrıntılarına inmeden, onların kamu hizmetlerin­
de kullanılıp kullanılmadıkları üzerinde durmalıdırlar. Bütün
meslektaşlarınızla birlikte, rüşveti alan kim olursa olsun on­
larla mücadele etmelisiniz. Beş büyük devletin temsilcileri, ki-

68
mi bakanlıklarla özel yakınlıklar kurarak devletin refahı aley­
hine uğraşmamalıdırlar.
Türk yönetiminin beş büyük devletten birini, ötekine karşı
kullanmasına olanak verilmemelidir. Tarafsız davranılmak,
temsilciler arasında rekabete girişilmemelidir. Eğer bu başa­
rılamazsa, o zaman Sultanı kötü yönetiminden dolayı suçlama­
ya zaten gerek kalmaz.
ikinci konu adalettir. Alt mahkemelerin Hıristiyanların
tanıklığını kabul etmesi, üst mahkemelerin kabul etmemesi
Hattı Hümayunun ruhuna ters düşer. Bazı vilayetlerde Hattı
Hümayun yayımlanmamıştır bile. Onun hükümleri de bu ne­
denle dikkate alınmamaktadır.
Konsolosların verdikleri raporlardaki bilgilere göre, me­
deni ve ceza hukuku idaresiyle ilgili reformu planlayabilirsiniz.
Hıristiyanların durumlarını iyileştirmek ve BabIâli’nin bü­
tün uyrukları için adalet ve eşitliği sağlayarak Türkiye’yi kuv­
vetlendirmek için, büyük devletlerin temsilcileri İstanbul’da
toplanmalıdırlar. Bu amaçla bu devletlerin temsilcileriyle bağ­
lantı kurarak Babıâli’ye ortak bir tavsiyede bulunmak için,
her birinize gelen konsolosluk raporlarını karşılaştırınız.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 92 - 93, No. 83

No. 16
Lord J. Russell'den, Sör H. Buhver’e
DIŞİŞLERİ, 4 Temmuz 1861
Bütün düşmanların İmparatorluğun çöküşünün başlıca
nedeni gördükleri mali durumdaki bozukluğun düzeltilmesi için
yeni hükümdarın tahta çıkışı dolayısıyla, yeni hükümetin bu
konuda çaba harcamasının tam bir fırsat olacağı düşünül­
mektedir.
Türkiye’nin elinde bütün olanaklar vardır. Bütünlük, di­
siplin, enerji ve tarafsız adaletle bu kötü durumun üstesinden
gelinebilir. Sultan Aziz elindeki bu olanakları iyi kullanmalıdır.
Borç vermekle bu iş düzelmez, dibi delik bir kaba su koy­
maya benzer. Kaldı ki düzende bir iyileşme olur, ekonomik
önlemler alınır ve sermayedarlara güven gelirse, Sultan bir
Avrupa devletinin bulabileceği en yüksek krediyi bile bulabilir.
Türkiye, No. 17 (1877), s. 26, No. 67

69
No. 17

Lord J. Russell’den, Sör H. Bulwer’e


DIŞİŞLERİ, 29 Temmuz 1861

Giden Sultanın meziyet ve kusurları hakkmdaki yazınızı


hayranlıkla okudum.
Şimdi yeni Sultanın karakter ve davranışlarını yakından
izleyiniz. Başlangıçtaki tutum çok önemlidir. Bundan daha iyi
başbakan ve Ali Paşadan daha iyi dışişleri bakanı olamaz.
Fakat tehlikeler vardır. Şöyle ki, bağnaz ve gerici takı­
mı, yeni Sultanın gelişinden çok memnun olmuşlardır. Hıris-
tiyanlar şimdiki ayrıcalıklı durumlarım yitirebilirler ve Hattı
Hümayun ölü bir doküman durumuna düşebilir.
Yeni Sultanın devlet işlerinde deneyimi yok. Dahası,
Avrupa toplumunun yapısına ilişkin bilimlerle, âdetleri hak­
kında da pek az bilgisi var. Bu şartlar altında reformlarda kararlı
olması için, bunları yapabilecek karakterde olması gerekir.
Türkiye’nin uygarlıkta ilerlemesi, İslamlığın etkisini azaltır.
Ancak Hıristiyanlarınkini de yükseltir. Çünkü birinciler öğ­
renmezler, İkincilerse kolay öğrenir.
Sultan reformlan yapmakta kararlılık gösterebilir mi? Bu
büyük bir sorun. Avrupa’nın barış ve refahı ise, büyük ölçü­
de bu sorunun çözümüne bağlı. Gerekmedikçe sık sık karış-
maksızm, adalet ve mâliyenin düzeltilmesi için Türk Hüküme­
tini teşvik ediniz. Dikte etmekten kaçınınız.
Türkiye, No. 17 (1877), s. 26-27, No. 69

No. 18

Kont Russell'den, Sör H. Bulwer’e


DIŞİŞLERİ, 12 Şubat 1863

Türkiye’nin kararlı bir düşmanı var; zaman zaman vefalı


görünen ilgisiz dostu Rusya. Rusya daha birçok yıllar, Kırım
Savaşında olduğu gibi, Osmanlı Hükümetine karşı doğrudan

70
doğruya bir tecavüze yeltenmeyecektir. Fakat dost kisvesi al­
tında Osmanlı Hükümetini felce uğratmak için ülkedeki du­
rumdan hoşnut olmayanlarla, ayaklanmaya yeltenenlere arka
çıkacaktır.
Rusya’da BabIâli’ye düşman iki kesim vardır. Biri müte-
vaffa Kral Nicholas gibi, Türkiye’yi olabildiğince hızla parça­
lamayı isteyenler, öteki de daha tedbirli ve kurnazca davrana­
rak Türkiye’yi devamlı huzursuzluk içinde bulundurup, iç ka­
rışıklıklar çıkararak, büyük harcamalara neden olarak kıpır-
dayamayacak duruma sokmak isteyenlerdir. Her ikisi de belki
aynı kapıya çıkar. Amaç, Türkiye’yi parçalamaktır.
Öte yandan Fransa’da, Sırbistan’da, Prensliklerde ve
Karadağ’da Türkiye’nin artık güvenebileceği sürekli ve etken
bir dostu olmadığı görülmüştür. Fransa’nın 1854’te ve Kırım
Savaşında gösterdiği canlılığa Babıâli artık güvenemez,
Prusya şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Rusya’
nm gittiği yoldan gidecektir. İtalya, Fransa’yı; belki de Rusya’yı
takip edecektir. Bu durumda geriye, Osmanlı İmparatorluğunu
destekleyecek birer vefalı dost olarak İngiltere ile Avusturya
kalmaktadır. Fakat bu dostlardan istenecek destek için de, ön­
ce kendi içinde kuvvetli, muntazam ve istikrarlı olmak gere­
kir. Dış ve iç tehlikeleri karşılayabilmesi için, Sultanın dik­
katini aşağıdaki noktalara çekiniz.
İlk önce herkese can ve mal güvenliği sağlamalıdır. İkin­
cisi iyi bir maliye sistemi kurulmalıdır. Eğer bu konuda bizden
yardım istenirse, Türkiye’de sürekli kalabilecek bir uzman
gönderebiliriz. İyi bir adalet ve maliye sistemi kurulduktan
sonra, üçüncüsü de orduyu el altında tutmak, doyurmak,
giydirmek ve maşını vermektir. Eğer bunlar olmazsa
ordu, savaşta bir işe yaramayacağı gibi, barışta da tehlikeli
olur.
Bunları Sultana, Başbakana, Ali ve Fuat Paşalara açıkça
anlatınız. Kudretsiz zalim valilerle, rüşvet yiyen valilerin, adil
olmayan yargıçların vereceği zarar, 20 Hattı Hümayunun ge­
tireceği refah ve saadetten daha çoktur.
Türkiye No. 17 (1877), s. 34, No. 86

71
No. 19

Kont Russell’den, Sör H. Bulvver’e


DIŞİŞLERİ, 13 Ağustos 1863

Konsolosumuz Taylor’un raporuna göre, yönetim açısın­


dan diplomatik bir durum yaratan Diyarbakır valisinin geri
alınmasından memnun oldum. Ancak Babıâli herhalde hemen
yenisini atayacak ve asayişin yeniden gelmesini sağlayacaktır.
Taylor, raporunda Hıristiyanların kötü muamele gördüklerini
ve bunun önemli sonuçlar doğuracağını, bu baskının sonunda
Hıristiyanlardan büyük bir bölümünün Fransız Konsolosluğu­
nun himayesini tercih etmek üzere Latin kilisesine bağlanabi­
leceklerini, 1400 ailenin de Rusya Ermenistan’ına iltica edece­
ğini söylüyor.
Bu noktayı Ali Paşaya anlatın, Hıristiyanların durumu
düzeltilsin ve bu zorbalığı yapanlar, herkese örnek olabilecek
biçimde cezalandırılsın
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 110, No. 130

No. 20

Kont Russell’den, Erskine’e


DIŞİŞLERİ, 14 Ocak 1864

Geçen ayın 22’sinde gönderdiğiniz yazınızı aldım.


Bir kısım Hıristiyan çocuğunun devlet okullarında okutul­
ması ve giderek devlet hizmetlerinde kullanılması fikri sevinç
yaratmıştır.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 110, No. 131

No. 21
Kont Russell'den, S tu art’a
DIŞİŞLERİ, 15 Aralık 1864

Geçen temmuz ayında meydana gelen olaylarla ilgili olarak


çeşitli din temsilcilerinin bana söylediklerini inceledim :

72
1856 Antlaşmasında ve Hattı Hümayunda olduğu gibi, Loıd
Redcliffe’c verilen sözlerde de bu konuda genel prensiplerle
ilgili kimi noktalar vardır. Rusya Kaynarca Antlaşması ve onu
izleyen antlaşmalarla kendisini, Tuna Prensliklerinde, Yunan
adalarında ve Osmanlı ülkesinde yaşayan Hıristiyanların koru­
yucusu olarak yerleştirmiştir.
Aberdeen, Osmanlı devletinin bağımsızlığını savunurken
Rusya’nın bu koruyuculuğuna karşı çıkmakta ve Hıristiyan
uyruklarının ister Yunan, Romen ya da Katolik, isterse Pro­
testan olsun kendilerine bir güvence verilmesini istemekte­
dir. 1856 Paris Antlaşmasına göre Osmanlı idaresine ve onun
hükümranlık haklarına tek başına ya da kolektif müdahale
yetkisi yoktur. Ama bu, Paris Antlaşmasında Hıristiyanlarla
ilgili olarak Hattı Hümayuna yapılan atfı etkilemez.
Ali Paşa ile görüşerek din serbestisine zarar verilmemesini
söyleyiniz. Kuşkusuz hükümet asayiş ve sükûnu sağlayabilmek
için gerekli önlemleri alacaktır. Ama bu dini serbestliği kös­
tekleyecek şekilde olmamalı, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Bul-
wer’in geçen ayın 9’unda gönderdiği yazıda değindiği aşağıdaki
konuları Ali Paşaya açıkça anlatınız.
1. Din değiştirerek Protestan olanların ayinlerine karışıl­
mamak, kuşkusuz bunlar da ayrıldıkları dini kötüleyici giri­
şimlerde bulunmamalıdırlar.
2. Protestanların ayin yapacağı yerler ve ayin zamanla­
rından hükümete bilgi verilmeli, buna bir itirazımız yok.
3. Misyonerlerle dini konularda konuşmak isteyenler
önlenmemeli, ancak bu konuşmalar halkı ayaklandıracak bi­
çimde ve açıkça orta yerde olmamalı.
4. İncil satılabilmek, ama bunu satanlar eğer dine ve
hükümete çatıyorlarsa cezalandınlabilmcli.
Misyonerler halkı rahatsız edecek davranışlardan çekin­
melidirler. Din değiştirenlere, hiç kimse tarafından neden
böyle yaptığına ilişkin soru somlmamalıdır. Onun kişisel ve
aile ilişkilerine özellikle saygı gösterilmelidir.
Misyonerlere yapılan baskıyla ilgili olarak, Canterbury
başpapazının mektubunda olduğu gibi, özel tedbirlere başvur­
madan önce, misyonerler uyarılmalıdır. İstanbul İngiliz Büyü­
kelçisi Buhvcr, bu konuda elinden geleni yapmıştır. Siz kendi­
niz, hapistekilerin yiyecek gereksinimini ve uygun bir yerde
kalmalarını sağlayınız.

73
Lğcr misyonerler, bundan böyle, daha- tedbirli, Türk Hü­
kümeti de biraz daha dostça davranırsa ileride böyle üzücü
olaylara meydan verilmez.
Türkiye, No. 17 (1877), bölüm II, s. 115-117, No. 148

No. 22

Kont Russel’den, S tu art’a

DIŞİŞLERİ, 21 Ocak 1865

Başbakan Ali Paşanın Londra Büyükelçisi Musurus Beye


gönderdiği, onun da bana verdiği yazının bir kopyasını gön­
deriyorum.
Bu yazıdan anladığıma göre, Sultan kardeşinin çıkardığı
Hattı Hümayuna uyacak.
Bu belgede şöyle d e r: Hiçbir yurttaş bağlı olduğu dinin
hükümlerini icradan menedilmeyecek veya onu davranışlarıyla
herhangi bir şekilde hiç kimse rahatsız etmeyecektir, kimse
dinini değiştirmeden alıkonulmayacaktır.
Ayrıca Incil’in Osmanlı ülkesinde serbestçe satışı davam
edecektir.
Eğer bu iki noktaya dikkat edilirse diyeceğim bir şey yok.
Nc BabIâli’yi heyecanlandıracak genel hoşgörüden kuşku
duymak istiyorum, ne de din serbestliği üzerinde İngiliz Hükü­
metinin savunduğu bir sürü yasalar hakkında durmak istiyorum.
Türkiye, N o. 17 (1877), bölüm II, s. 117 No. 149

No. 23

Konsolos Palgrave'den, Lord Stanley’e


TRABZON, 30 Ocak 1868
(Alındı, 21 Şubat)

Anadolu’da Müslüman ve Hıristiyanların birbirlerine oran­


la durumlarını gösteren raporumu ilişikte sunuyorum.

74
23’e E k : Osman lı İm paratorluğunun Doğu İllerinde
Hıristiyan ve Müslüman Uyrukların Birbirlerine Göre
Olan Durumlarım Gösterir Rapor :
Türklerin dini açıdan bağnazlıklarının kaleleri olduğu
söylenilen Erzurum ve hemen civarındaki Kars, Ardahan,
Amasya, Çorum vc Yozgat’ta, ülkenin iç bölgesinde bulunan
Sivas, Kayseri, Kastamonu kasabalarında, kısacası, ziyaret et­
tiğim her yeıde, Rum, Ermeni, Protestan ve Katolik olarak
bizzat Hıristiyanlar tarafından ileri sürülen şikâyetleri yerinde
ayrıntılarıyla araştırdım.
Sonuçta, önüme getirilen tek bir şikâyette, tek bir iddiada
söz konusu edilen nokta, ya da onun incelenişi abartılmış bir
genelleştirmeden başka bir şey değildi.
Olaylar iki bölümde beliriyor: Kişisel hakaretler, öteki de
adli haksızlık.
Birinci bölümdeki kişisel hakaretlerle ilgili olarak şunları
saptadım :
Eğer bir yerde farklı dinler varsa, özellikle alt düzeylerde
olmak üzere, dini kitlelerin, birbirlerine kötü muameleden ka­
çınmalarını beklemek zordur. Özellikle kendileri de, OsmanlI
uyruğu olmalarına karşın, isyancılara ve düşmanlara açıkça
sempati gösterisi yapanlara karşı, Türklerin fazla bir sevgi
hissetmeleri beklenemez. Kitlelerin birbirlerine kötü muame­
lelerinde Türkler kesinlikle sorumlu tutulamazlar. Bununla
birlikte, sövgü, karşılıklı hakaret gibi davaların hemen hepsin­
de Miislümanlar, Hıristiyanlardan daha şiddetli cezalara çarp­
tırılmışlardır.
Şiddet ve yaralama olayları yalnızca çok kötü idare edi­
len Kayseri’de açıkça görülmüştür. Mağdurların bir kısmı
Müslüman ve bir kısmı Hıristiyandır. Nedeniyse ne bağnazlık,
ne de dini nefrettir. Sebeplerden birincisi yerel hükümetin za­
yıflığı, İkincisi de maaşlarını alamadıkları için karışıklığa göz
yuman vc bazen bizzat katılan zaptiye ve polislerdir. Eğer
Hıristiyanlar arasıra Müslümanlardan daha belirgin olarak
saldırıya uğruyorlarsa da bu, onların korkak ve zengin olma­
larından kaynaklanmaktadır.
Adli haksızlıklara gelince, bu bölüme girenleri aşağıdaki
gibi ayırıyorum :
I. Hıristiyan kardeşlerini rahatsız etmek için Osman
idaresini alet edinen, birbirlerine rakip veya çıkarları olan bazı

75
elebaşı ve zalimlerin durumları; örneğin Ankara’daki Akdağ'ın
tahribi, bunu yapan Yozgat Hıristiyanlarındandır. Bunun alet
ettiği kişiler; Ermenilerce rüşvetle elde edilen ve Konya valisi
olduğundan beri ... ile diğer Türk memurlarıdır.
2. Yüksek seviyedeki kötü idareden zarar gören Hıris
yan ve Müslümanlar mevcuttur. Ancak Müslümanlar daha
çok zarar görmektedir. Nedenleri daha sonra arz edileceği
gibi, burada din ya da bağnazlığın bir ilgisi yoktur.
Yalnızca Türk mahkemeleriyle ilgili olarak burada bir şey
söylenebilir. O da Müslümanlara karşı Hıristiyanların resmen
tanık olmalarına karşı çıkılmasıdır. «Mahkeme» deyince dini
mahkemeyi kastediyorum. Hadis’e göre hareket eden kimi
.Şeyhülislam ve mollalar tarafından yürütülen ve «Devlet için­
de devlet olan» bu mahkemelerden, Türk memurlarından daha
fazla, bunlardan acı acı yakman bir kimse yoktur. Bu mahke­
menin kararlarının sakıncaları sulh hukuk mahkemelerine
atıfla ve başvuruyla gide gele düzeltilir. Öyle umulur ki, Tür­
kiye zamanla bu şeri mahkemelerle ilgili adımları atacaktır.
Bu husus Avrupa’da bile zor ve zaman sorunu olmuştur.
Farklı mahkemelerin ıslahıyla ilgili önerilerim raporun
öteki bölümündedir.
Şimdi soruna bir de öteki yüzünden bakalım :
1. Halihazırda muvazzaf ve ihtiyat bütün askeri hizm
lerin ağırlığı sadece Müslümanların üzerindedir. Gerçi Hıris-
tiyanlar, devlet hâzinesine küçük bir miktar öderler. Ama bu
vergi, onların askerlik dışı tutulmalarıyla sağladıkları yararla
kıyaslanamayacak ölçüde önemsizdir. Hatta «Bedelli askerlik»
ya da «Hizmet fidyesi vergisi» denen bu vergi, Hıristiyanların
böyle bir hizmetin dışında tutulmalarının karşılığı olarak ve
dengeyi sağlayabilmek için etkin ve yeterli bir miktara çıka­
rılsa bile, yine de Müslümanların yardım görmeyen omuzlarına
çöken askerliğin muazzam yükünün yarattığı sefaleti hiçbir
şekilde karşılayamaz.
Bu nokta iyice dikkate alınmalıdır, Hıristiyan nüfus ar­
larken Müslümanlarınkinin sürekli azalmasının gerçek sebebi de
bundan başkası olamaz. İmparatorluğun üretici olmayan bü­
tün öğelerini yalnızca bunlar oluşturmaktadır. Bu adaletsizliğin
la kendisidir ve ciddi şekilde düşünülmeli, hızla da çaresine
bakılmalıdır.

76
2. Müslümanlar, merkezi, sorumsuz ve kesintisiz olarak
süregelen İstanbul Hükümetinde kesinlikle temsil edilmemek­
tedirler. Burada Müslümanların çıkarlarını gözetebilecek ya da
devletin yaptığı yanlışları gösterebilecekleri gerçekten bir kim­
se yoktur. Oysa Hıristiyanların hükümet merkezinde ve bü­
tün imparatorlukta başvurabilecekleri birçok istinaf Mahke­
meleri, şikâyetlerini yapabilecekleri birçok konsolos, yaban­
cı memur, kimi kez de sefaretler vardır ve bunlar ellerindedir.
Bunların yalnızca yaptıkları şikâyetler kaydedilmekle kalmayıp,
şikâyet yapılmadığı zaman da onlar adına uydurulanlar da he­
saba geçirilmektedir. Bu gidişin öldürücü sonucu olarak bütün
yük, ilkin mali baskıdır. Bu Osmanlı gibi, eskiden beri mer­
kezileştirilmiş bir hükümet için normaldir. İkincisi, yerel yö­
netim ve şahıs baskılarının ağır oluşu nedeniyledir. Bun­
dan kaçınmaya olanak yoktur, zira zayıf ve dengesiz merkez­
de oturan bir kuvvetin ihmalinin vilayetlerde yaratacağı ağır­
lık, Hıristiyanlara değil Müslümanlara çöker. Bu gerçek se­
bepten ötürü Müslümanların sesi duyulmamaktadır. Diğerinin
ise binlerce ağzı vardır.
3. Yukarıda açıklanan bozuklukların sonucu olarak, bu
ortalığı karıştıran iğrenç suçlar, Müslümanlar tarafından iş­
lendiği zaman şiddetle ve hemen cezalandırılmaktayken, suçlu
Hıristiyan olunca, yarısı cezalandırılmakta, hatta tümü bağış­
lanmaktadır. Zira böyle durumlarda, konsolosluklar ya da ben­
zerlerinin karışmalarıyla adaletin eli kolu bağlanmaktadır.
Konu, daha da derinleştirilebilir ve örneklendirilebüir,
fakat bu belirttiklerim yeterli olmalı. Ancak şunu da eklemek
isterim ki, yukarıda belirttiğim tam bağnaz Müslümanların
bulunduğu kabul olunan en göze batan en merkezi yerlerde ya­
şayan Hıristiyanlar, şahane evlerindeki zenginlikleri, şık elbi­
seleri ve refahın bütün olanaklarım nümayiş şeklinde, teşhir
etmektedirler.
Bu durum uzaklarda, onlara uygulanan baskılarla ilgili
olarak o kadar çok konuşulan şeylerle hiçbir şeküde bağdaş-
tırılamaz. Müslümanlar arasında ise bu şartlar çok tersinedir.
Türkiye’de yaşayan Hıristiyanların Müslümanlarla karşı­
laştırıldığında, Hıristiyanların refahını onların daha enerjik,
çalışkan ve diğer meziyetlerine bağlamak, sık sık yinelenmese
de bir hatadır. Gerçek şudur; Müslümanlar ülkede yaşayan
Rum ve Ermeni! ere göre genellikle gayret, namus ve devamlı

77
çalısına bakımlarından öndedirler. Fakat Müslümanların omuz­
larına baskı denmez ama, sistematik olarak taşıyamayacakları
kadar yük yüklenmiş ve yüklenilmekteyken, Hıristiyanlar Os­
manlI imparatorluğundaki avantajlı himaye durumu altında,
son yarım yüzyıldır sadece şüpheli spekülasyonlar ya da doğ­
rudan sahtekârlık ve tefecilikle kendilerini zenginleştirmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu yükünü, Müslüman ve Hıristiyan,
iki omza eşit bir şekilde dağıtıncaya kadar düzelemez. Bu­
gün olduğu gibi, sadece birinin omzuna yığmakla bu iş olmaz.
Ya Hıristiyanlar aşağı çekilerek Müslümanlarla aynı düzeye
getirilmeli, ya da daha iyisi, Müslümanların düzeylerini Hıris-
tiyanlarmkine çıkarmalıdır. Bunun için, askerlik hizmeti Hıris­
tiyan ve Miislümanlar arasında bölüştürülerek Müslümanların
yükü hafifletilmeli, ayrıca vilayetlerde, onların da çıkarları
gözetilerek, sadece dalavere ve komisyonculukla değil, sadık
ve zeki çalışan, halkla bütünleşmiş, ölçülü bir yönetim biçimi
kurulmalıdır.
Şimdi ortada olan husus, Osmanlı Hükümetinin, Hıristi-
yanlardan yana Müslümanlara baskı yaptığı konusunda çok
ciddi bir töhmet altında oluşudur. Ne yazık ki, bu suçlamayı
doğruluyorum.
Bu gözlemler, ülkede yaptığım ziyaretler esnasında bizzat
gördüklerim ve işittiklerimin, bende uyandırdığı, bir dereceye
kadar beylik olan hususlardır.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 1-3, No. 1/1

No. 24
Elliot’dan, Lord Stanley’e
İSTANBUL, 18 Şubat 1868
(Alındı, 27 Şubat)
Türkiye’de Hıristiyanlara sistemli bir şekilde baskı yapıl­
dığı yolunda ısrarla çok şeyler söylendi şu sıralarda. Konsolos
Palgrave’in 30 Ocak tarihli genel raporunun ekine dikkatinizi
çekerim. Bu ekte İmparatorluğun Doğu vilayetlerinde Hıris-
tiyanlarla Müslümanların durumunu karşılaştıran bilgiler var­
dır. Bu raporun tümünü onaylamamakla birlikte, içinde İm­
paratorluğun değişik bölgeleri hakkında birçok doğrular bu­
lunduğu da kuşkusuzdur. Ancak bunlardan başka kimi yerler

78
de vardır ki, buralarda. Hıristiyanların da yönetici ırka karşı
pek çok şikâyet sebepleri vardır.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 5, No. 4

No. 25

Konsolos Taylor'dan, KontlClarendon’a


ERZURUM, 19 Mart 1869
(Alındı, 16 Nisan)
Geçen yıl yaptığım seyahatte topladığım ve edindiğim bil­
gilerle 6 yıldır görevim sırasında gerek ülke, gerekse halk üze­
rindeki deneylerime dayanan hususları iki ek halinde ilişikte
sunuyorum.
Ticaret ile ilgili dönemler 1868 yılına aittir.
25’e Ek : Kürdistan Konsolosluğunun Bölgenin Sosyal
ve Politik Şartları Üzerindeki Raporu :
Erzurum vilayeti - Muş Mutasarrıflığı; Muş mutasarrıflı­
ğının da 4 kaymakamlığı vardır: Bitlis, Malazgirt, Ahlat,
Bulanık.
Bitlis’te 4000 aile vardır. Bunun 1500’ü Hıristiyandır.
Muş’ta da 2000 aile.
Bütün mutasarrıflıktaki nüfus şöyledir.
Müslüman Hıristiyan
Bitlis 45.600 15.200
Ahlat 3.000 2.000
Malazgirt 3.500 2.100
Bulanık 7.000 10.000
Çukur ve Varto 11.000 1.000
Muş şehri ve civarı 7.000 6.000
Ovadaki nahiyeler 9.000 12.000
Toplam 86.100 48.300
6 yıl önce Muş bölgesini ziyaret ettiğim zaman halkı ve
Liretimi şimdikinden daha iyi görmüştüm. Bunun nedenlerini
konuştuğum kişiler aşağı yukarı şöyle açıkladılar.
Ovada ve kent civarında oturanların çalışan başlıca bö­
lümü Ermenilerdir. Tarımsal ve ticari işleri yaparlar. Müslü-

19
manlar da çoğunlukla çobanlık yaparlar. Ovayı çeviren tepe­
lerin yamaçlarında otururlar ve sürüleriyle meşgul olurlar.
Reşkotan ve Bekran Kürtleri, talancıdırlar, çoğunlukla
güneye doğru dağlardaki otlaklıklarda çobanlık yaparlar ve
hayvanlarını başıboş bırakırlar. Cibre! i ve Modikan Kürtleri
kuzeybatı ve güneydoğudaki yüksek tepelerde otururlar. Ha­
sanlI ve Milanlılar da Bulanık ve Malazgirt civarında kuzey
kısımlarda bulunurlar.
Koşerler ve Kürtler çok ilkel yaşarlar, Hıristiyan çiftçiler
bunları memnun etmek pahasına, durumlarını sürdürebilirler.
Hükümetin birkaç yıl önce başlayan zafiyeti dolayısıyla Kürt-
lerin kuvveti artmıştır ve Hıristiyan köylerini talan etmekte­
dirler.
Erzurum’dan 18 saat ötede Hınıs yakınında Arros köyün­
de Ermeni köylülerinin çoğunluğunun Rusya temayüllü oldu­
ğunu gördüm. Çadırımın etrafına toplandılar ve papazları beni
Rus konsolosu sanarak, bir konuşma yaptı. Türkler ve Kürtler
tarafından çektiklerini anlattılar. Ecmizayinli bir yerli olan
papaz, Hıristiyanların, Çarın sadık birer tabası olmalarını sa­
bırsızlıkla beklediklerini ve çıkabilecek herhangi bir savaşta
Çarın emrine hazır olduklarını açıkça söyledi. Kendimi tanıt­
tım. Kendilerine öğütler verdim.
Çıldır Mutasarrıflığında üç kaymakamlık vardır: Oltu,
Ardahan, Ardanuç, toplam 64.000 nüfus.
Çerkezler 7.200
Terek îman 13.500
Kürt 26.000
Ermeni 2.000
Toplam 48.700
Geri kalanı Türktür. Oltu’nun içinde ve sınır yakınındaki
köylerde, Ahıska’nın, Ruslarda kalması dolayısıyla göç eden
birçok Müslüman aile var. Başlangıçta miktarları fazla idi.
Sonradan bir kısmı yerlerine, ya da Rusya’daki tanıdıklarının
yanına döndüler.
Kars Mutasarrıflığında 2.000 ev var. 200’ü Hıristiyan,
geri kalanı Türk. Türkiye’ye en sadık halktır. Ve bunu son
savaş sırasında kanıtlamıştır ve şimdi de karşıyı tahkim etmek­
tedirler. Mutasarrıflığın üç kaymakamlığı vardır: Şavşat, Sü-
ragel ve Akbaba. Toplam 51.000 kişi.

80
Terrek imân 12.900
Kürt (Çadırlarda) 11.100
Türk 23.200
Hıristiyan 4.500
Toplam 51.700
Kürtler, Zeylanlı, Kızkanlı, Şipiki ve Çandanlı aşiretleridir.
Bunlardan 600 aile Türkiye’de, 4000 aile Rusya’dadır. Türki­
ye’ye bağlı olan, Ani Bayzii arasındaki hududa yakın kısımda­
dır ve burada 20, 30 aile vardır.
Beyazıt Mutasarrıflığının iki kaymakamlığı var.
Türk 28.000
Hıristiyan 8.000
Kürt 40.000
Terrek İman 2.500
Beyazıt Kasabası
Türk 2.400
Hıristiyan 1.200
Toplam 82.100
Kürtler, Zeylanlı, Celali, Şipiki, Çukurlu, Demanlı, Mama-
kanlı ve Haydaranlı aşiretleri olup, hepsi İstanbul’da bulunan
Sürmeli Mehmet Paşa ve ailesinin nüfusundadırlar.
Van Mutasarrıflığının 9 kaymakamlığı vardır.
Miislümanlar Hıristiyanlar
Adilcevaz 9.700 15.500
Erciş 8.000 4.500
Mahmudiye 30.700 5.400
Şatak 12.000 4.000
Müks 9.800 9.000
Kanaş 23.000 14.400
Toplam 91.200 42.800
Hakkâri
Çölemerik, Gevar, Albek ve Baş.
Kalla 108.700 111.000
Van ve civan 17.000 42.000
Toplam 216.000 195.800
Bu yörelerde yaşayan ırklann nüfuslarının toplamı
2.314.000’e ulaşır. Bunların kökenleri, inanışları ayn olduğu
gibi, şimdi oturdukları yerlerin topografyası iklimi ve doğal
olarak üretimleri de farklıdır.

81
Erzurum Diyarbakır Harput
Türk 272.500 30.000 140.000
Kürt 357.000 391.000 100.000
Hıristiyan 411.000 108.000 130.000
Yahudi 1.200 1.000 —

Yezidi 2.000 8.000 —

Kızılbaş 158.000 12.500 30.000


Terrek îman 29.000 — —

Arap — 118.000 —

Çeçen — 15.000 —

TOPLAM 1.230.700 683.500 400.000


Konsolosluğun sınırları içinde oturan başlıca ırklara gö­
re nüfus dağılımı şöyledir.
Türk 442.500
Kürt 848.000
Hıristiyan 649.000
Kızılbaş 200.500
Bu vilayetlerde yaşayan bütün ırklar da kendi içlerinde
birçok bölümlere ayrılabilir. Bu ırklar birbirlerinden farklı in­
sanlardır. Ancak yüzyıllardır aynı topraklarda, aynı yönetim
altında yaşarlar.
Bu bölgede yaşayanlardan, Rusya’ya karşı ya da ondan
yana olanlar vardır. Kişisel gözlemlerine göre, halkın bütün
tabakalarından ve her inanıştan geniş nüfuzlu bir bölümü açık­
ça olmasa bile, gizlice Rusya’ya eğilim göstermektedir.
Bu gözlemde kastedüen Kürtler, Kürdistan ve Ermenis­
tan’da yaşayanlardan çok sınır boyunda olanlardır.
Türk ve Osmanlı: Eskiden yerleşik Müslümanların bü­
tün tabakalarına Türk denilirdi. Fakat Osmanlı İmparatorlu­
ğunun bölünmesi ve Sultan II. Mahmut zamanında büyük
arazi sahibi timar ve zeametin kaldırılmasından sonra Osman­
lI diye bilinen seçkin bir sınıf ortaya çıktı.

Kürt : Hakkâri dışında Erzurum bölgesinde yaşayan Kürt­


ler, aslında Diyarbakır’dan göçenlerdir. Sadece bir aşiret var­
dır. Mamakanlı denilen bir aşiretin Ermeni Memogonianlardan
geldiği söylenir ve buranın yerlisi Bitlis, Van ve başka bölge­
lerdeki Kürtler, öteki bütün Kürtlerden farklıdır. Bunlar Türk­
lerle birleştiklerini, ama onlarla hiçbir ilgileri olmadığını söy­

82
lerler. Sultan Selim ile Sultan Murat, Kürtlere bazı ayrıcalık­
lar tanıdılar. V. Sultan Murat güneyden daha birçok Kürt
ailelerini buralara gönderdi.
Yezidi : Sınır civarında oturan Kür Herden Yezidi Kürt aşi­
reti (Şipikanlı) 5.000 kişi olup, bunun 2.000’i Türkiye’de, öteki­
leri Rusya’da kalır. Müslümanlardan nefret ederler, dolayısıy­
la da Rusya’ya öteki Kürtlerden daha da meyillidirler.
Terreklm an : Bunları Türkomanlarla kanştırmamalıdır.
Türkomanlardan Ardahan civarında 200 kişi vardır. Bu vila­
yette başkaca hiç yoktur.
Terrek İmanlar 20.000 kişidir. Kağızman, Diyadin, Çıldır
bölgesinde otururlar. Tarımla uğraşırlar. 155 köyde oturur­
lar, bunların hiçbiri sınırdan 30 milden fazla uzakta değil­
dir. Bu halkın büyük çoğunluğu şimdi Rusya’nın Güney Kaf­
kas eyaletlerinde yaşar, yaşam biçimleri ve gelenekleri bakı­
mından Kuzey Azerbaycan yerlisi, İranlIların kökeninden ol­
dukları sanılır. Şii olmaları nedeniyle hem Türklere, hem de
Kürtlere karşıdırlar. Son savaşta düşmana malzemece ve bil­
gice yardım etmişler, Sünnileri aşağılamışlardır.
Şahtan nefret eden bir hükümdarın toprağına geçip ora­
da yaşadıkları için, kendilerine «Terki İman» ismi verilmiştir.
Bunlara Kara Papaklar da denir. Azerbaycan’dan göçmelerinin
sebebi artan nüfusları dolayısıyla yerlerinin kendilerine dar
gelmesindendir.
Hıristiyanlar : Erzurum vilayetinde çeşitli mezheplere bö­
lünen Hıristiyanların dökümü şöyledir.
Gregorien Ermeniler 287.700
Nasturiler 110.000
Katolik Ermeniler 8.000
Ortodoks Rumlar 4.000
Protestanlar (yerli) 1.300
Toplam 411.000
Ermeniler : Benim bölgemdeki papaz ve bu bölgenin bağ­
lı olduğu Bishop’ta Rusya’da Ecmiyazin’de oturan Katolikosa
bağlı, dolayısıyla Rusya’ya yakındırlar. Buradaki dindaşlarını
da zengin yoksul hepsini aynı görüşe getirmiştir. Rusya’da 10
kişilik bir aileden alınan vergi 1 Sterlin + 10 Şilin iken, Tür­
kiye’de bunun üç katıdır. Eğer topluca Rusya’ya bir göç ol­

83
muyorsa, bunun nedeni Rusya Ernıenistanında ekilebilecck
toprakların az, Türkiye’de ise bol olmasındandır.
Bölgenin her yerinde Ermenilcrin Türk Hükümetinden acı
acı yakındıklarını, aynı zamanda Rusya’yı açıkça övdüklerini
göç etmekte kararlı olduklarını açıkça söylediklerini gördüm.
Rusya’ya karşı bu yakınlık, söylediğim gibi papazın de­
vamlı düşmanca öğretisinden, daha gerilerde arz ettiğim gibi,
Türkün mülki idaresinin zavallılığından, vergilerin eşit olma­
masından, verginin ve âşârın geçmişteki rezaletlerinden, ada­
letin olmayışından, ya da kötü uygulanışından, Hıristiyanların
şikâyetlerinin Müslümanlannki gibi hemen muamele göreme-
yişleri gibi memnuniyetsizlik yaratan bir yığın nedenden kay­
naklanmaktadır. Vilayet ve kaza meclislerindeki seçimle gelen
Ermeni üyeler, kendi dindaşlarının haklarına yardımcı olma­
maktadırlar.
Adalet mekanizması rüşvet verenden yana işlemektedir.
Merkezden karakteri sağlam kişiler gelmedikçe, bu böyle gi­
der. Bütün vilayet ve kaza meclisi üyeleri, Ermeniler dahil,
rüşvetle satın alınabilirler. Kaldı ki seçilen bu üyelerin onay­
lanması valilikçe olduğundan, vali bunlardan kendisine men­
faat temin edecek olanları seçer.
Yoksulların yakuımaları ya duymazdan gelinir ya da çar­
pıtılır. Zenginlerin şikâyetleri ise, verecekleri hediye veya dal­
kavukluk derecelerine bağlıdır.
Ermeni papazı ve cemaatin reisleri de meclisteki kendi üye­
lerinin haince davranışlarını bilerek yalanlarlar. Oysa bu mec­
lis üyeleri, bütün haklı istekleri inkâra kararlı bir hükümetin
taassup veya budalalığının kaçınılmaz sonucu olarak, adaletin
tekrar tekrar tecelli edememesinde rol oynamışlar, olayları
abartmışlar, yaydıkları haince görüşlerin kendilerine bağlı olan-
larca daha çok benimsenmesine neden olmuşlardır. Görünürde
kontrol altında olmayan ve Rus ajanlarının gizli onaylarıyla
bu gibi entrikaları sürdürdükçe, evvelce nasibinden memnun
veya ondan feragat eden kararsız üyeler, açıkça memnuniyet­
sizliklerini ve haince fikirlerini yaymaktadırlar.
Geçenlerde İstanbul’da oturan çok akıllı bir Ermeniden
mektup aldım. Bu zat Ermeni toplumundaki eğitim görmüş
olanların neden Rus yanlısı duygular taşıdıklarını açıklamak­
tadır. Deneylerime göre bu zatın yazdıklarının önemli dayanak
noktalan olduğunu söylemek zorundayım. İngiliz ve Fransız

84
ajanları, misyonerlerin bütün eylemlerini ve din değiştirme
şikâyetlerini yasal yollardan desteklerken, Ermeniler bu işle­
rini kendi mezheplerinden yaşlı kimseler ya da muhtekir mec­
lis üyeleriyle yürütmeye terk edilmiş ve böylece zorunlu ola­
rak başka bir devletin himayesini sağlamak için, her şeyi yap­
maya itilmişlerdir.
Erzurum’da oturanlar Rusya’ya daha yakın dolayısıyla da
onlarla daha fazla temasta olduklarından, özellikle sınırda
olanlar bu anlayışa, Ermeni çiftçilerinin nisbeten yoğun ol­
dukları Diyarbakır ve Harput gibi uzak bölgelerde yaşayan­
lardan daha büyük ölçüde katılmaktadırlar. Ancak burada,
Erzurum’da büyük servet sahiplerinden hiçbirinin az ya da çok
bu düşünceyi bir ölçüde yürekten paylaşmadıklarına inanmı­
yorum. Türk uyruğu oldukları halde onların birçoğunda Rus
pasaportu vardır. Olabildiğince gizlilikle sağlanan bu belge­
ler, herkesçe bilinmekte ve geniş ölçüde dağıtılmaktadır. Böl­
gemizdeki hiçbir büyük kasaba bu sözde Ruslardan azade
değildir.
Rus Konsolosunun yerel makamlarla ilişkilerinde, öteki
konsoloslarda hoşgörüyle karşılanmayan abartmalı iddiaları,
aşırı tavırları ve alaylı davranışları, cahil halk arasında, ken­
disinin veya daha ziyade temsil ettiği devletin önemi hakkın­
da yanlış bir değer yargısı uyandırmıştır. Böylece durum on-
lardaki, kendilerine yardım edebilecek güçlü ve istekli dev­
letin ancak Ruslar olabileceği inançlarını daha da pekiştirmiş­
tir. Ayrıca aralarındaki anlaşmazlıklarda, kendi adlarına ya­
bancı bir devletin müdahalesini istemeye yarayan doküman­
lara sahip olmak onları, Rus Konsolosuna başvurmak için heves-
lendirmiştir. Rus Konsolosunun bu her şeye burnunu sokan
entrikacı hareket tarzı ise devleti tarafından onaylanmaktadır.
Diyebilirim ki, her ne kadar İstanbul’daki büyükelçiliğince
uygun göıülmese ele Rus Konsolosu Kafkasya’daki makamlar­
ca desteklenmekte ve onun Tiflis’teki diplomatik karargâhına
direkt olarak bağlı bulunmaktadır. Rusya, sınır komşusu bü­
tün Doğu ülkelerinde uyguladığı gibi, onları yönetmekte ken­
dine uygun gördüğü, o ülkelerdeki sürekli depreşen memnu­
niyetsizlikleri, korumak ve yaşatmak için bu gibi fikirleri teş­
vik etmektedir. Dahası, varolan gerçek kötülükleri abartmak
veya düş ürünü şikâyetleri büyütmek, Rus Hükümetinin ve
dolayısıyla memurlarının politikasıdır. Kendi çıkarına uygun
düştükçe bu hareket tarzı belki hoş görülebilir. Fakat çekin­
gen ajanların onları resmen aşağılayarak konuşmaları ve sade­
ce yönetimin zayıflığına, yetersizliğine çiftçileri inandırmaya hiz­
met eder bir şekilde davranmaları ve sonuçta bu davranışa
engel olmak için Rusya’nın ezici nüfuzu, neyle mazur gösteri­
lebilir.
Bu vilayet Ermenilerin sayı, mevki ve işgal ettikleri yer
bakımından en nüfuzlu bir sınıf olmaları dolayısıyla şimdiki
durumda, Rusların yararına en uygun ve devlet için en teh­
likeli olan bölgedir.
Bu durumdan kurtulmanın çaresi, baskı yapanlara taraf­
sız ve ciddi bir adaletin uygulanması, âşârın yeni bir sisteme
bağlanması, vergilerin tarhı ve toplanması gibi köklü önlemle­
rin hükümetçe alınmasıyla mümkündür. Hıristiyanların lehine
çıkarılacak fermanların memnuniyetsizliği kaldıracağına, bu
azınlığı gittikçe devlete bağlayacağına inanıyorum. Bunlar yapıl­
mazsa devlet iflas edecek, Ermeniler de ayaklanmaya, göçe
er geç zorlanacaklardır. Durumu abartmıyorum. Ermeniler ve
Kürtler Kars ve Beyazıt arasındaki sınırda ve zengin ovada ço­
ğunluğu teşkil ederler. Kazalarda sermaye ve ticaretin 3/4’ü
ellerindedir. Kürt ve Türk müdürler yerine şimdiki sistem
içinde Ermenilerin yerel ileri gelenlerinin tayini bir hal çaresi
olabilir.
N asturiler: Ermenilerden sonra gelen en nüfuzlu Hıristi­
yan toplumudur. Bunların önemi zengin veya akıllı olduk­
larından değildir. İran hududuna yakın dağlık bölgede oluş­
ları nedeniyle, gerektiği zaman savaşçı ve pratikte bağımsız
bir konumda oluşlanndandır. İki kısımdır. Biri aşiret, öteki
rençber. Rençberler ulaşılamayacak dağlık bölgelerde toprak­
larıyla uğraşırlar, vatandaşlığın doğal zorunluluklarından sıyrı­
lışlarıyla yarı bağımsız durumdadırlar. Biraz tarım ve çoğun­
lukla hayvancılıkla uğraşırlar.
Aşiretler tüfekli 13.000 kişidir. Boyun eğmezler. Rençber­
ler ise barışçıdır ve hükümete bağlıdırlar.
Van Mutasarrıflığındaki Nasturi aşiret ve rençberi (Reaya)
şöyledir :
Nasturi aşiretleri Ev İnsan
Tiyarı 2.500 15.000
Jeylo 2.000 12.000
Diz 2.400 14.400
Tekhuba 1.500 9.000

86
Baz 1.700 10.200
Vulto 650 3.900
Toplam 76.500
Reaya Nasturiler
Leyoııe 600 3.600
Pinyanış 300 1.800
Gevver 600 3.600
Semdin o 45 370
Mar Beşo 1.200 7.200
Deyri 60 360
Gevar Piyanış 300 1.800
Doski 20 120
Oromari 200 1.200
Karavatta 7 40
Elbek 720 4.320
Van (içinde) 700 4.200
Mahmudiye 500 3.000
Murduz 500 3.000
Toplam 34.510
Aşiret 76.500
Genel Toplam 111.010
Bunlar Kürtlerden ve Türklerden öylesine yakınmakta ve
acınacak durumdadırlar ki, kendi inanç ve yurtlarını bile feda
ederek bir yabancı himayesine dört gözle bakmaktadırlar. Ni­
tekim bunların dini lideri Mar Shamoon Ruslara bir Uvertür
yapmış durumdadır. Halen, her ne kadar bu entrikalar Os­
manlI devletine zarar vermez görünürse de ileride Türkiye ve
Rusya arasında çıkacak bir kapışmada Van bölgesinde harekât
yapan bir Rus kuvvetine yardımcı olabilir ve onların Muş ve
Diyarbakır’a sarkmasına, Türklerin de Musul ve Diyarbakır’a
inmelerine yol açabilirler.
Romen Katolikleri ve Rumlar : Konsolosluk bölgesindeki
bu her iki mezhebin de Rusların harekâtı bakımından, halen
politik bir önemleri yoktur.
Protestanlar : Yabancı misyonlar için Amerikan bürosu­
nun 1868 yıllık raporuna göre durum şöyledir :
Bitlis, Diyarbakır, Erzurum, Harput ve Mardin, Ameri­
kan misyonerlerinin bulundukları yerlerdir. Bunların bu mer­
kezler dışında yerli elemanlarla gözetim altında tutulan 86 is­
tasyonları vardır. Bunların tümüne «Doğu Türkiye Misyoner
Heyeti» denir. Bu heyet şunları kapsar:
87
Misyonerler 14
Kadın yardımcılar (aynı şey) 21
Yerli papazlar 17
İcazetli vaiz 16
Yerli vaiz 47
Yerli yardımcılar 68
Bunların idaresinde
Kiliseler 22
1867’de itikat mesleğinegirenler 97
Halen mevcut üyelerinmiktarı 697
İbadet yerleri 80
Pazar toplantıları ortalaması 3981
Pazar okulları 35
Pazar okulları öğrencileri 2566
Protestan toplumu ve mutat okulları
Erkek sayısı 2794
Vergi ödeyenlerin sayısı 1462
Kayıtlı Protestan 4796
Genel okullar 92
Erkek öğrenci 1492
Kadın öğrenci 677
Öğrenci toplamı 2169
Din okulundaki öğrenciler 48
Yatılı okullardaki kadın öğrenciler 59
Eğitim gören diğer büyükler 624
Eğitimde olan bütün sayılar 2900
Papazların maaşları, eğitim ve diğer yardımlar için toplu­
ma yıl içinde çeşitli Hıristiyan hayır kurumlarmca 6.776 do­
lar, altın olarak ve 1000 doları 1867’de avans olmak üzere
bağışlanmıştır.
4400 adet kitabımukaddes, 8000 adet diğer kitaplar satıl­
mıştır. Bu halkın ilgisinin uyandığını gösteren en iyi kanıttır.
Ayrıca bütün bunların bir yıl içinde ve son zamanda okuma
öğrenen bir toplumda olduğu düşünülürse, ne denli önemli
olduğu anlaşılır.
Eklemek gerekirse, Nasturiyenler arasında 12 dış istasyon
vardır ve buralarda 24 yerli vaiz ve öğretmenle, soru yanıt
sistemiyle eğitim yaptıranlar vardır. Bunlar İran’da Rumiye’de
bulunan Amerikan misyonerinin gözetimi altındadır.

88
Patrik Mar Shamoon Musul'daki İngiliz Konsolos yardım­
cısı Rassam ve bazı Nasturi papazları vasıtasıyla son zaman­
larda Canterbury Başpapazına bir dilekçe gönderdi. Bu dilek­
çede, Amerikan misyonerlerinin gayretlerine karşın, kendileri­
nin büyük manevi yoksunluklar, baskı ve bilgisizlik içinde bı­
rakıldıklarını dile getirerek yüksek kilisenin yardımını dilemek­
tedirler. Bu hareket aslında halkın zihnini başka tarafa çek­
mek üzere yapılmış samimiyetten yoksun bir davranıştır. Çün­
kü gerçek amaç, yalnızca para yardımım veya politik baskı­
dan kurtulmak için yabancı müdahalesini sağlamaktır. Böy­
le olunca Amerikan raporundaki «ilerlemekte olan Hıristiyan
işlerini saptıracak ve rahatsız edecek bu gibi bir harekete yar­
dım veya teşvik verilmemelidir,» ifadesini kesinlikle onaylarım.
Kaynakları ve özellikle tarım ürünleri bakımından iyi
olan bu ülkede böylesine yoksulluk olmasının başlıca neden­
lerinden biri, ulaştırma şebekesinin olmayışıdır. Örneğin Er­
zurum-Trabzon arasında 180 mil mesafe vardır. Bölgede
üretilen ürün, Trabzon’a ulaştıralamamaktadır. Haber aldığıma
göre hükümet, 3 yıl için vilayet gelirinden her yıl 20.000 TL.
ayırarak bu işi başaracaktır. İyimser Türk mühendisleri bu
işin iki yılda olabileceğini söylemekledirler. Bu yolun Türki­
ye’nin Doğu ticaretine büyük yardımı olacaktır.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 16, No. 13, 13/1

No. 26

Konsolos Yardımcısı Biliotti’den, Kont Granville’e


TRABZON, 25 Eylül 1873
(Alındı, 28 Ekim)

Geçen ayın 22’sindeki genelgenizi aldım. Bu genelgede,


dini ve siyasi bir canlanmanın varoluşuyla, bir ölçüde bu işe
katılan Müslümanların istekleri üzerinde karşılaştığım olay­
larda müdahale edebileceklerimi, rapor etmem isteniyordu.
Hiçbir olayda beni böyle bir hareketin mevcudiyetine inan­
dıracak bir gözlemim olmadı. Ancak burada sadece bir aydan
fazla bir zamandır bulunuyorum ve görüşüm yalnızca Trab­
zon’a özgüdür. Karadeniz’in güney sahillerinde tngiliz konso­
losluğunun mevcut olmayışı nedeniyle, belki de hükümeti­

mi»
m iz benden, bütün bu vilayetlere ait raporları almayı arzu
ediyordur. Fakat Samsun ve İnebolu dışında kendisinden bil­
gi alabileceğim konsolosluk memurları yok ve yukarıda anı­
lan ajanlıkların İstanbul’daki başkonsolosça benim emri­
me verildiği üzerindeki yönergeyi şimdi almış bulunuyo­
rum. Bu konsolos yardımcılığının görev alanı içinde bulunan
limanları da ziyarete daha fırsat bulamamış olmam dolayı­
sıyla, kişisel gözlem ve doğrudan bilgiler üzerinde aşağıdaki
ifadelerimi Trabzon ve bu kent civan dışında kalan yerler
için henüz kanıtlayacak durumda değilim.
Bununla beraber işaret buyurduğunuz bütün hareketler­
le, Osmanlı İmparatorluğunun bu parçasında görülebilecek
öteki hareketlerden doğabilecek sonuçları ortaya koyabilmek
için bu konuda Konsolos Palgrave’nin yararlı raporlarıyla, kent­
teki başka kaynaklardan derleyebildiğim genel nitelikteki ki­
mi bilgileri savunmama izin vereceğinizi umarım. Gözlemle­
rimi egemen ırkların karakter, din ve politik eğilimlerine da­
yandırdım ve raporumun daha iyi anlaşılabilmesi için, vila­
yetin kazalarındaki coğrafi dağılımı gösteren bir de basit ha­
rita ekledim.
Trabzon vilayeti üç sancağa bölünmüştür :
l’incisi : Lazistan, Batum, Ajarah ve Livanah kazalarını
kapsar. Nüfusu laz veya Nihgrelian’ların (Gürcü­
lerin batı kolu) sayısı 44.000 olup bu miktara, Ati­
na kazasının Hamshem nahiyesinde oturan ve asıl-
ları Ermeni olan 13.000 kişi dahil değildir. Büyük
çoğunluğu Liyanah’da yaşayan ve sayıları ancak
°/0 3’e varan Hıristiyanlar dışında bu sancağın, Müs­
lüman nüfusunun toplamı 136.000’dir.
2’incisi: Bilindiği gibi Trabzon olup, Kiza, Of, Tirebolu,
Giresun ve Ordu kazalarını kapsar. 393.000 nü­
fusu olup, bölgeye egemen olan Bizaııslılar sade
Trabzon’un batısına doğru gittikçe kaybolurlar ve
sonuçta vilayet hududu olan Vona burnuna kadar
uzanan bölgede Colchian’lar onların yerine geçer.
Kiza, Of ve Trabzon kazasına dahil Vakfıkebir na­
hiyesinde yaşayanlar Müslüman olup, toplam
126.000’dir. Geri kalan kazalarda Müslümanların
nüfusu 218.000 ve Hıristiyanlarınki de 49.000’e
yani I8’e varır.

90
3’üncüsü: Sancak, Gümüşhane dört kazaya ayrılır. Gümüş­
hane, Kelkit, Şirat ve Trol (buradaki halk da Bi­
zans soyundan gelmektedir) 191.000 kişi olup ya­
rısından fazlası hâlâ Hıristiyandır.
Böylece bütün Trabzon’un nüfusu 620.000 olup, bunuıı
100.000’i Hıristiyan, 520.000’i Müslümandır. Kıyaslanacak olur­
sa, Hıristiyan nüfus 1/6 ’dır. Fakat tamamen veya ona yakın
miktarda Müslümanların yaşadığı doğudaki kazaları bir tarafa
bırakırsak vc Of’tan batıya doğru nüfusu ele alırsak, burada
Hıristiyan oranı % 25’i bulur.
Bununla beraber bu vilayet Müslümanlarının aynı eğilim­
de olduklarını kabul etmek gerekir. Bunlarda bariz iki husus
vardır, biri her ne olursa olsun bir arada bulunmak ki, bu dini
bir inanıştır; İkincisi siyasi sempatidir.
Hamshem’deki Gregorienlerle, Müslüman olmaya zorlan­
mış Ermeniler dinlerine karşı kayıtsızdırlar. Mingrelianlar
dinlerine daha sadıktır, fakat bunlarla, yukarıda adı geçen
öteki iki ırk Osmanlı idaresine karşıdırlar. Geri kalan kaza­
lardaki Müslümanların Osmanlı İmparatorluğu ile bu ırklar­
dan daha fazla dini ve politik bağlan, yakınlıkları olduğu
düşünülemez. Bunlar her türlü gasp ve gücendirici davranış­
lardan o kadar ıstırap çekmiş ve çekmektedirler ki, 46.000 nü­
fuslu Of ve 39.000 nüfuslu Rize dışında din, bugünkü hükü­
mette onları bağlayan ve fakat çok zayıf olan bir bağ olarak
düşünülebilir. Önceleri Hıristiyan olan ve zorla Müslüman­
lığa döndürülen ve Müslüman görünüp de hakikatte Hıris­
tiyan olan 24.000 Kırımlının karşıt hisler beslediklerini söy­
lemek lüzumsuzdur.
Bu koşullar içinde bu halklar tarafından dini açıdan ve
ondan daha da az politik nitelikli hiçbir canlanma hareketi,
beklenemez. Kırımlılar, Kırım Savaşından sonra açıkça Hı­
ristiyanlığa dönmüşlerdi, bunların Müslüman olduktan sonra
on yıl süre ile askerlikten muaf tutulacakları söylenmişti. Eğer
bunlara karşı yeniden dört beş yıl için askerlik muameleleri
yürütülürse, işaret ettiğiniz nitelikte bir harekete bir ölçüde
iştirak edebilecekleri düşünülebilir. Bunlar tamamen hükü­
met tarafından sevk ve idare edilirler ve onların içinde Müs­
lüman halkın hissesi yoktur. Fakat bu son toplumun bütü­
nüyle değilse bile çoğu, bu önlemin memnuniyetle yerine ge-

91
tirikliğini görmekten az da olsa kuşku duyabilir. Çünkü bu
önlemin hedefi, hükümetlerine karşı onları asimile etmek için
Müslümanların giriştikleri hoş olmayan davranışlardır. Bir
yandan Zatıâliniz tarafından işaret edilen anlamda, bu vilayet
halkınca bir hareketin başlangıcı beklenemezken, öte yandan
Osmanlı tahtının yerine geçme sorununda, eğer böyle bir şey
çıkarsa, bu aksi istikamette politik bir canlanma için onlara
bir fırsat sağlayacaktır.
Bir süre önce bu konuda vakitsiz bir açıklama yapıldığı
zaman, ülkeyi saran heyecan dalgasının BabIâli’den yana bir
histen kaynaklandığını kabul etmek güçtür. Katı Müslüman
ve sadık Osmanlmın kalbinde; tahtın varisi usulünde bir de­
ğişikliğin, kendi inanışına, Kuran’ın hükümlerine ters düşece­
ğinden ve bu değişikliği kabul etmektense hayatını vermeye
hazır acımasız bir muhalefet duygusu belirdi. Fakat Trabzon
halkının dini ve politik eğilimleri üzerinde aşağıdaki gözlem­
ler dine ve Tac’a kendilerini adayanların sayısının küçük ol­
duğunu göstermiştir, bundan başka bunlar belirli ve yekvücut
bir kitle de değildirler. Tersine birbirine düşman bir halk kit­
lesi içine dağılmış, çekilemeyen bir ekseriyettir. Eğer tahtın
varisinin değiştirilmesine kalkışılırsa, bütün Osmanlı ülkesin­
de görülebilecek rahatsızlıktan yararlanarak bunların kişisel
çıkarlarını arttırma girişimleri hiç kuşkusuz önlenmelidir.
Gregorienler ve Mingrelianlar kendi beylerinin idaresinde eski
bağımsızlıklarını tekrar ele geçirmeye çalışacaklar veya Rus­
ya’ya geçecekler, Rusya ne yapıp yapıp gerekirse kuvvetle
onları kendisine katma fırsatını kaçırmayacaktır. Kırımlılar,
serbestçe baba dinlerine dönmek amacıyla Rusya’ya akacak­
lardır. Gerçekten Müslüman olan, fakat dinine karşın, Rusya’
ya sempati duyanlar da ona yakınlık duyacak, dolayısıyla şim­
diki durumda kalmaktansa, onun yönetimini kabul edecekler­
dir. Böyle bir genel harekette Hıristiyanların başta olacağını
söylemek gereksizdir, aydınlar arasında Rumlar Rusya’ya bağ­
lanmanın kötü biı değişiklik olacağını bilmektedirler. Bunların
sayısı şimdi söz etmeye değmeyecek kadar küçüktür. Bununla
beraber başlangıçta bu, kabul edilemez bir ilham gibi görüle­
bilir. Şöyle ki aydın tabakada son zamanlarda birden fışkıran
yeni düzen fikirlerini eğer Osmanlı Hükümeti geliştirmek fır­
satını bulursa, bu kentte yalnızca Hıristiyanlarca belki geç­
mişe ilişkin politik bir canlanma umulabilir.
Güney Karadeniz sahilindeki öteki kentler üzerinde ayrın-
92
i;lı olarak durmayacağım, her ne kadar köken ve yapı bakı­
mından buralarda yaşayan Müslümanlar, ayrı ırklardan iseler
de Osmanlı imparatorluğu ile dini inanış ve politik bağlarla
aynı türden bir yakınlıkları olduğu düşünülebilir. Bunlar,
Trabzon vilayetindeki dindaşlarına ve her zaman olduğu gibi
Osmanlı imparatorluğuna karşı değillerdir.
Tersi de söylenebilir, şöyle ki; buradaki halkı oluşturan
çeşitli öğeler biitün ırk farklılıklarını yitirmiş, Tybarens, Bi­
zanslI, Ermeni, Türkmen vs. birlikte harman olmuş, yeniçeri
ve sipahilerin çocukları olarak sadık bir Müslüman ve yurtse­
ver tekvücut Osmanlıyı teşkil etmişlerdir.
Bu itibarla memnuniyetsizlik görüntülerinin, Doğu halkı­
nın hükümete karşı oluşuna karşın din ve yurtseverlik duy­
gularının diğer sebeplerin üzerine çıkarak, yalnızca sıradan ki­
şilerde değil, hatta önayak olacaklarda bile böyle bir fırsat
çıktığı takdirde, politik bir harekete dönüşeceği düşüncesi
kuşkusuz beslenebilir.
Fakat, daha önce de söylediğim gibi ve bu vilayetlerle il­
gili bilgilerim hakkında raporumun başlangıcındaki vurgula­
malara bağlı olarak, bu türden bir hareketin işareti daha orta­
da yok. Bununla beraber sözü edilen Osmanlı tahtına geçe­
cek kişi sorunu ciddi olarak ortaya çıkarsa, onlara bir fırsat
sağlanmış olacaktır. Şimdiki koşullar ne olursa olsun, bu yöre­
deki Müslümanlar, Prens M urat’ın yanında olacaklardır. Bu
kişi, Doğu Türkiye’de meşru varis olarak düşünülmektedir.
Ayrıca çıkabilecek bir çatışma politik ve belki dini bir can­
lanmaya bile gidebilir. Her ne kadar bu vilayetlerdeki Müslü­
man ve Hıristiyanlar arasında terslik yaratacak gözle görülür bir
neden yoksa da, halihazır uykudan uyandıktan sonra, Müslü­
manların dini canlanmalarının sınırını belirlemek oldukça güç­
tür.
Müslümanlar arasında şöyle bir görüş birliği v a r : Avru­
palIlar muhtemel bir değişikliğe karşıdırlar. Bu söylentinin
Sultanın çılgınca fikri olduğunu ileri sürerler. Bu yüzden Av­
rupalIlara karşı kötü bir hisleri yoktur ve sonuçta da çeşitli
kazalarda eskisinden daha fazla olan, fakat genelde halkın
yarısını oluşturduğu sanılan Hıristiyanlara karşı da değildirler.
Önceleri Trabzon vilayeti içinde olan fakat geçen yıl
Amasya ile birleştirilen Canik limanında halk arasında Rus­
ya’ya sempati duyanlara rastlanır. Bununla birlikte bu sem­

93
pati, Kırını Savaşının başında Osmanlı donanmasının Ruslar
tarafından yok edilişinden sonra iç kısımlardan batıya doğru
gidildikçe ters yönde azalır ve değişir. Rus entrikası, zulüm
korkuları ve dine reaksiyon duyguları kırılmadıkça, esasen
Ruslara karşı bir sempatileri olmadığından, Trabzon vilayeti­
nin olabilecek bir harekete katılması beklenemez.
Sonuç olarak, eğer tahtın el değiştirmesi sırasında bir
reforma teşebbüs edilirse, Trabzon’da yaşayan çeşitli ırkların
din konusu onların çıkar ve insiyaki davranışlarından sonra
geldiğinden, bu vilayette ciddi bir kargaşa çıkabilir ve sonuçta
Türkiye’nin burayı kaybetmesi beklenebilir. İmparatorluğa
bağlı olan Batı vilayetleri ise, iç kargaşalarla harabe haline
gelebilirler.
Politik canlanmanın bir başka türünden de burada söz
etmek gerek, öteki bölgelerde varlığını saptadığım, fakat he­
nüz Trabzon’da bu gözlemi yapmak fırsatım bulamadığım bir
konu var. Şöyle ki, burada da devlet memurları arasında po­
litik bir canlanma olduğu kabul olunabilir.
Bazı kamu görevlileriyle yakınlık kurulduğu zaman İm­
paratorluktaki işlerin gidişinden duydukları üzüntüyü belli et­
mekten çekinmemektedirler. Serbest yönde yapılacak bir de­
ğişikliğin ancak İmparatorluğu kurtarabileceği fikrindeler ve
bu yolda yapılacak bir eylemde işbirliği arzusunu gizlemiyor­
lar. Türklerin keskin bir anlayışı olduğu doğrudur. Bu nitelik,
onların politik konularda uzun uzun konuşmalarım sağlamak­
tadır. Nitekim bugün üst kademedeki memurların yanlışlarım
görenlerin çoğu, aynı mevkilere çıktıkları zaman, kendilerinin
de başka türlü hareket edemeyeceğini söylerler. Hükümetin,
memurlar arasında çok az sempatizanı olduğu yadsınamaz
ve bu durum bugünkü hükümete karşıt politik bir kıpırdamaya
dönüşebilir.
Rodos’tan ayrılışımdan hemen birkaç gün önce, sürgüne
gelen serbest basının ileri gelen iki temsilcisiyle kamu görev­
lileri arasında olan bir olaya tanık oldum. Hükümet memur­
ları sürgüne gelen bu kişilerin fikirlerine o derece sempati
duyuyorlardı ki, onları tutuklamayı isteksizce yerine getiriyor
ve ellerinden geldiğince cezalarını yumuşatmaya çalışıyorlardı.
Onların haklı olduklarını, fakat bu yüzden ıstırap çektiklerini
düşünüyorlardı. Ektikleri özgürlük tohumlarının uzak olmayan
bir gelecekte meyve vereceğini umduklarını, bu yararlı görev-

94
(erine devam etmeleri için onların hürriyetlerine en kısa za­
manda kavuşmalarını dilediklerini saklamıyorlar ve nihayet
imparatorluğun uyanışının bu hapiste yatanlarmkine benzer
siyasi prensiplerle dolu liderlerle ancak mümkün olabileceğine
inandıklarını söylüyorlardı.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 116-118, No. 73

No. 27

Konsolos Zohrab’dan, Kont Derby’e


ERZURUM, 19 Temmuz 1875
(Alındı, 30 Ağustos)

Büyükelçi Henry Elliot’a gönderdiğim, iki zulüm olayına


ait raporun kopyalarım sunuyorum.
Sultan topraklarının bu parçasındaki gerçek duıum, kor­
karım çok az bilinmektedir. Burada anlatacaklarım abartıl­
mış gibi görülebilir; rapor ettiklerim kanıtlanmış olaylardır.
Duyduğum fakat doğruluklarını kesin saptayamadığım vahşet
ve baskı olaylarının hepsini yazmadım. Fakat eğer yazsaydım
onlardan çıkan tek sonuç, tutuculuk, zulüm, namussuzluk ve
bu bahtsız ülkeyi yönetmek için gönderilen insanları harekete
getiren yegâne itici güç biçiminde olacaktı.
Ne yazık ki, bu değerlendirme en doğru olanıdır. Bir yere
tayin olmak ancak rüşvetledir. Dürüstlük ve idare kabiliyeti
istenmez, ödeme kabiliyeti, kişinin görev yapma kabiliyetinin
barometresidir. Neticede memleket sadece mümkün olan en
kısa zamanda küplerini doldurmayı amaç edinen aç, prensip
sahibi olmayan bilgisizler topluluğunca idare olunmaktadır.
Bunlar birtakım uydularla çevrilmişlerdir, o uydular ki hem
kendi, hem de patronlarının çıkarları için çalışırlar, zorbalık
bunların her günkü işleridir. Sanıyorum ki İstanbul’dan gelen
memurların pek azı bağnazdır. Genellikle tarafsızdırlar, fakat
nüfuzlu Müslümanların yardımı olmaksızın küplerini doldur­
maya güçleri yetmediği için Hıristiyanlara karşı zulüm ve bas­
kıya göz yummak zorundadırlar.

95
Ek. 1
Konsolos Zohrab’dan, Büyükelçi Elliot’a
13 Temmuz 1875

Geçen ekim ayında yaklaşık 20 yaşlarında Ermeni Kato-


liği bir kız, Müslüman olma isteğinde bulunduğundan, Muş
makamlarınca buraya gönderildi. Burada aşağı yukarı 2 ay tu­
tuklu bulunduruldu. Katolik papazının, İstanbul Patrikliği va­
sıtasıyla isteği üzerine kız, Erzurum’da tutulmak üzere kesin
bir buyrukla papaza teslim olundu.
İki gün önce kız bana gelerek Muş’taki ana babasının
yanma gitmek üzere Paşadan izin almamı rica etti.
Bugün Paşayı gördüm ve durumu anlattım. Paşa,
kızın Muş’a gönderilmesi durumunda orada öldürülebileceği-
nin kesin olduğunu, yaptığı araştırma sonunda öğrendiğini söy­
ledi. Kızın kendi güvenliği bakımından burada kalması gerek­
tiğini, bu durumda sorumluluğu üzerine alamayacağını, ger­
çekte de kızın Muş’a dönmesinden çok memnun olacağını söy­
ledi.
Muş’ta bir yerel yönetim ve yaklaşık 100 mil ötede de bir
kolordu karargâhı varken, bir kişinin hayatının tehlikede ol­
masını, dahası Hıristiyanların bağnaz Müslümanların kapris­
leriyle karşı karşıya olduğunu hayretle karşıladığımı ifade et­
tim.
Paşa, maalesef memleketin durumunun böyle olduğunu,
kendi görevininse, kan akıtılmasını engellemek olduğunu, kızın
Muş’a dönmesinin askerin müdahalesini gerektiren bir olay do­
ğurabileceğini belirtti. Ayrıca kızın ölümüyle ilgili dokümanla­
rın AvrupalIların eline geçmesiyle Hattı Hümayunun yürür­
lükte olmadığını gösteren ölü bir vesika olarak AvrupalIların
elinde bir kanıt olabileceğini söyledi.
Bu olay en azından bu bölgede, Sultanın uyruklarının,
adaletin yardımına mazhar olmaksızın, nasıl kötü bir muame­
le ve baskıyla karşı karşıya olduklarını gösterir.
Kız, din değiştirdiğine ilişkin açıkça bir itirafta bulunma­
mış, ona karşı ileri sürülen sav şu : Kızdığı bir zamanda ba­
basına, ben Müslümanım demiş ve bunu bir Müslüman kadın
duymuş. Kız, Muş’taki ilgili makamlara götürüldüğü zaman,
Müslüman olmak istediğini gösteren herhangi bir davranışta
bulunmadığı gibi, söylenenleri de açıkça reddetmiş. Ancak

96
bu iddiayı ileri süren kadın, kızın kendisine bıraktığı giysilerini
aldığını da inkâr etmiş ve kız tutuklanarak sürülmüş. Şimdiy­
se, ana babasının yanından zorla uzaklaştırılmıştır.
Kıza iftira eden ve bu olaya neden olan kadın da Muş'ta
keyfince yaşamını sürdürmektedir.

Ek - 2
Bir başka olay kaçırma ve bu kez bir Ermeni kızının Müs­
lümanlığa döndürülmesi.
Olay Erzurum’dan yaklaşık 40 mil uzaklıkta Hınıs kasa­
basının Kurt köyünde oluyor. Bu köyde 20 Hıristiyan, 60 da
Müslüman aile yaşamaktadır.
13 yaşında bir kız, babası tarafından su getirmeye gön­
derilmiş, giden kızın feryadını duyan baba dışarı çıktığı zaman
4, 5 kişinin kıza saldırdıklarını görmüş, adamlar babasını gö­
rünce onu kapının içine itmişler, baba oğul yeniden dışarı çık­
tıklarındaysa kız ortadan kaybolmuş.
Köylülerin yardımıyla yapılan aramada kız bir Kürt evin­
de bulunmuş, baba eve girmek istemişse de dövülerek dışarı
atılmış, oğlu da buna benzer bir muamele görmüş ve vurulmuş.
Bu karışıklık sırasında kız, başka bir köye götürülmüş.
Hınıs kaymakamına başvurulmuş, ama bu başvuru bir
Hıristiyandan geldiği için dikkate alınmamış. Birkaç saat son­
ra bir polis kızın saklandığı köye gönderilmiş, fakat o da bir
şey yapmamış. Beyazıt’a giderken bu köyden geçmekte olan
bir subay, durumu öğrenince kaymakama haber göndermiş,
kaymakamca gerekli önlemler alınarak kız ve onu kandıran
iki kişi Hınıs’a gönderilmiş. Paşa, kızı buraya getirtti. Ra­
pora göre Müslüman olduğunu söyleyen kız da bir Müslüman
evine yerleştirildi. Dün Meclisin huzuruna çıkarılan kız, Müs­
lüman olmayı kendisinin istediğini söyledi. Yetkililerce
sorun da burada bitti.
Bu davranış, Hattı Hümayuna uyulmadığını, yerel makam­
ların kaçırılma olayını teşvik ettiğini, bir kişiye zorla Müslü­
manlığın kabul ettirildiğini ve Hıristiyan uyrukların bağnaz
Müslümanların uyruğu olduğunu kanıtlamaktadır.
Gerçekte kız, 10 gün önce kaçırılmış, ta valiye ulaşınca­
ya değin de anası babasıyla görüştürülmemiş ve sonuçta kısa
bir süre iki Müslümanm önünde, anası ve babası ilp, papazın
yanında görüştürülmüştür. Kız bu yüzleşme sırasında Müslü­

97
man olmayı kendisinin istediğini söylemiştir. Oysa, iki Müslü­
man huzurundaki bu ifade, kızın serbest iradesini göstermez.
Eskiden Hattı Hümayunun ruhuna sadık kalarak, bir kız
Müslüman olmak istediğini söylediği zaman, tarafsız bir aile­
nin yanında üç gün alıkonur, her gün annesi, babası ve pa­
pazla görüşürdü. Bu kişiler onu vazgeçirmek için nasihat eder­
ler, ancak üçüncü gün de kız isteğinde direnirse, bu takdirde
Meclisin önüne getirilirdi. Orada da açıkça istediğini söylerse,
Müslüman olurdu. Zatıâliniz bu yöntemin yine konulmasını
telkin ederseniz, gelecekte yüzlerce kişinin aynı sona uğraması­
nı önlemiş olursunuz.
Size arz ettiğim iki olayın birincisinde zor kullanılmıştır.
İkincisindeyse, herhangi bir Müslümanın bir Hıristiyan ço­
cuğunu kaçırarak ve Müslüman olmak istediğini duyduğu tar­
zında bir yalan uydurarak, onu zorla Müslüman yapabileceği
görülmektedir.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 142-143, No. 86 (E k ler-86/1, 86/2)

No. 28

Konsolos Zohrab'dan, Kont Derby’e


ERZURUM, 22 Temmuz 1875
(Alındı, 30 Ağustos)

Büyükelçiye gönderdiğim 13 ve 19 Ağustos tarihli yazıla­


rımla ilgili olarak, buradaki vali ile yanında Rus meslektaşım
olduğu halde görüştüm. Vali, sorulmadan uzun uzun bu iki
din değiştirme olayı hakkında bilgi verdi. Meslektaşım, valinin,
benim yazdıklarımın yanlışlığını İstanbul Hükümetine kanıtla­
mak istediğini söyledi.
Muş olayında kız, iki ay zorla tutulmuş ve sonunda pa­
pazın cesur davranışıyla kurtarılmıştır. Nitekim kız, bu iki ay
süresince kendisine baskı yapıldığını ve ileri sürülen savı dai­
ma reddettiğini yeminle papaza söylemiştir.
ikinci olayın tanıkları da kız, kızın babası, erkek kardeşi,
beş kişi ve Kurt köyü Hıristiyanlarının önderidir. Kız zorla
kaçırılmış, babasına ve erkek kardeşine saldınlmıştır. Ancak
yerel makamlar bunu yalanlamaktadır. Dahası, bunu yapan­
lar serbestçe dolaşmaktadırlar. Kızın anası ve babası, kızı

98
kandıranlarla ilgili bir dilekçe verdiler. Bugün, Kurt köyü Hı­
ristiyan sakinleri, Müslümanların bulunduğu köyde yaşayan
Hıristiyan kadın, kız ve çocuklarının güven altında olamaya­
caklarını, çünkü hükümetin son olaya göz yumduğunu ileri
sürerek bu köydeki Hıristiyanların başka bir yere nakli için
dilekçe vereceklerdir.
Türkiye, No. 16 (1877), s. 145, No. 87

No. 29

A. H. Layard’dan, K ont Derby’e


TARABYA, 10 Temmuz 1877
(Alındı, 18 Temmuz)

Erzurum Konsolosumuz Zohrab’ın bana gönderdiği, Van’


da Kürtlerin yaptıkları tecavüzler hakkmdaki yazının bir kop­
yası ilişiktir.
Konsolos durumu biraz abartmış olabilir ama, Saffet Pa­
şanın bana gönderdiği ve size ulaştırdığım yazıdan anlaşılacağı
üzere, Kürtlerin vahşice Müslüman ve Hıristiyanlara saldırı­
ları memleketi büyük ölçüde tahrip etmiştir. İran elçisi, Kürt
Reisi Şeyh Celalettin’in meşhur bir soyguncu olduğunu, bir
İran’a, bir Türkiye’ye bağlılık gösterdiğini ve böylece iki ta­
raflı yağmayı sürdürdüğünü söylemektedir.
Bu eşkıya, Rusya’nın neden olduğu savaştan faydalana­
rak sağı solu talan etmekte ve insanları öldürmektedir.
Rusya’nın Türkiye’ye savaş ilan etmesiyle Hıristiyanların
başlarına gelen feci olayların sonuçlarına sık sık değindim, aynı
konuyu yinelemek istemiyorum. Tahran Konsolosumuzun bu
kurye ile gönderilen mesajından anlayacağımız gibi, Van’da
taşkınlık yapan aşiret, İran aşireti olup Türk sınırını geçerek
bu işi yapmıştır.

E k : Erzurum Konsolosu Zohrab’dan, İstanbul İngi­


liz Büyükelçisi Layard'a
Van’daki durumu gösteren aldığım bir mesajın özetini arz
ediyorum.

99
Misyoner bir bayanın yazdığı ve okumama izin verdiği
mektupta, Van köylüsünün acınacak durumu ayrıntılarıyla
açıklanmaktadır. Kürtlerin yaptığı mezalim, Bulgarların vah­
şetini bile gölgede bırakır.
Van Valisi Haşan Paşa, kendi güvenliği için her gece yat­
tığı yeri değiştirmekte ve genellikle ıssız köşelerde yoksul Hıris­
tiyanların bulunduğu yerleri tercih etmektedir. Van’ı olabile­
cek bir Rus saldırısına karşı savunmak üzere getirilen 12 top,
şayet Kürtler saldırırlarsa onlara karsı kullanılacaktır.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 64, No. 90 (E k -90/1)

No. 30

Konsolos Zohrab’dan, Kont Derby’e


ERZURUM, 12 Temmuz 1877
(Alındı, 1 Ağustos)

Van ve Bitlis’te bulunan iki Amerikan misyonerinden Kürt­


lerin bu bölgelerdeki mezalimi hakkında aldığım iki mektubun
özetini sunuyorum.

Ek - 1
Konsolos Zohrab’a
Bitlis, 28 Haziran 1877

Çarşılarımızın kapalı oluşu devam ediyor. Mutkanlı Kürt­


ler bu hafta içinde bir gün silahlı olarak hapishaneye saldıra­
rak, bir Ermeniyi öldürmekten hükümlü, iki aydır yatan ar­
kadaşlarını hapisten çıkardılar. Aynı gece talan yapmak iste­
mişlerse de bunu başaramamışlardır. Sanıyorum nüfuzlu bir
Türk, dağlarda bulunan göçebe bir Kürt aşiretine haber gön­
dermiş, onlar da kente Mutkanlılan yola getirmeye gelince,
Mutkanlılar kaçmışlardır. Göçebe Kürt aşireti, dükkânların
müşterileri olduklarını, dolayısıyla dükkânların açılması ge­
rektiğini, dükkân sahiplerini kendilerinin koruyacaklarım söy­
lemişlerdir. Dün dükkânlar açılmış ise de göçebe aşiret men­
suplarıyla Türkler arasında kavga çıktığından, Türk ve Hıris­
tiyan dükkânları tekrar kapatılmıştır. Dün 80 süvari geldi,

100
bugün de 1000 tane daha geleceği söylendi. Bunlann nereye
gideceğini öğrenemedik. Sanırım bunlardan bazıları talana te­
şebbüs etmiş, gelen raporlara göre gece yansı 100’den fazla
top sesi duyuldu.

Ek ■ 2
Konsolos Zohrab’a
Van, 2 Temmuz 1877

Beyazıt’ta çarpışma var, fakat sonucu doğru olarak bil­


miyoruz. 70 tutsak getirildi. Beyazıt’ta bırakılan küçük Rus
garnizonu barakalarına kapandı, buradaki bir Em eninin söy­
lediğine göre, Kürtler de öyle. Zira barakalara hücumları püs­
kürtülmüş ve hınçlarını şehirdeki sivillerden almışlardır. Bana
gönderilen mektupta; çocukların başlarını bir elle tutup, di­
ğer elle boğazlarını kestiklerinin görüldüğü yazılmaktadır.
Kadınların ırzına geçip öldürmüşler. 40 Hıristiyan ailesinin sı­
ğındığı hatırı sayılır bir Müslümanın evine saldırmışlar. Ev sa­
hibi dahil hepsini öldürmüşler. Bu olayları doğrulayacak du­
rumda değilim. Ancak Kürtler, Türk ve Hıristiyan sivil halkı
öldürmüşlerdir.
Şimdi Beyazıt’ta durum nedir bilmiyorum, bir anlatışa gö­
re Türkler toplan getirerek barakayı tahrip etmişlerdir, bir
başka söylentiye göre Ruslar takviye kuvvetleri getirmişler ve
Türklerin bu işi yapmalarına engel olmuşlardır. Dün Başkale*
den güvenilir bir kişiyi gördüm. Oradaki köyler terk edilmiş.
Garan Bölgesinden Şeyh Abdullah’ın adamları geçmiş, herhangi
bir ciddi zararları olmamış. Fakat Kürtler İran’dan gelmiş
ve her Hıristiyan köyünü silip süpürmüşler. Kaymakamın bu­
lunduğu Başkale’de bunu yapmamışlar, orada 20 Hıristiyan
köyü var, hepsi köylerini bırakıp kaçmış, sonradan bir kısmı
dönmüş.
Köylülerin üstlerine örtünebilecekleri bir şeyleri bile kal­
mamış. Kürtler her şeyi almışlar, çoğu İran’a kaçmış, bir
kısmı da çevredeki Kürtler arasında affı beklemekteler. Genel­
likle canları bağışlanmış, fakat Elbak bölgesinde bu yıl 17 öl­
dürme olayı var.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 96, No. 139 (E kler-139/1, 139/2)

101
No. 31

A. H. Layard'dan, Kont Derby’e


TARABYA, 17 T em m uz 1877
(Alındı, 25 Tem muz)

Bu ayın 1Finde sunduğum yazıyla ilgili olarak Kürtlerin


Nasturi kabilelerine saldırı tehditleriyle ilgili Saffet Paşaya ver­
diğim muhtıranın bir kopyasını ilişikte sunuyorum.
Saffet Paşa konuya büyük bir ilgi gösterdi. Diyarbakır
valisine hemen bir tel çekerek konu üzerinde gecikmeksizin
rapor verilmesini istedi ve Nasturilerin korunması için bütün
önlemlerin alınmasını emretti.

E k : M emorandum.
Güvenilir kaynaklardan alınan bilgiler, Kürtlerin Hıristi­
yan Nasturilere bir saldırı yapacaklarını gösteriyor. Otuz yıl
önce Bedirhan ve Nurullah Bey tarafından denendiği gibi Nas­
turi bölgesinin yeniden yakılıp yıkılması ve insanların öldürül­
mesinden korkulmaktadır.
Nasturilerin tekrar böyle bir duruma düşmemeleri için,
BabIâli’nin hemen gerekli önlemleri alması tavsiye olunur. İn­
giltere bu konuyla çok ilgilidir. Nasturiler daima Sultanın ba­
rışsever ve sadık bir uyruğu olmuşlardır. Korunacaklarına da
güvenmektedirler. Eğer bunlar böyle bir saldırıyla karşı karşıya
bırakılır ve 1848’de olduğu gibi erkek, kadın, çoluk çocuk hep­
sine eziyet edilir de öldürülürlerse, bütün Ingiltere’de kamuoyu
derin bir acıyla etkilenecektir. Türk Hükümetinin bu işe ge­
rekli önemi vererek gecikmeksizin gerekli önlemleri alacağın­
dan ve Kürtlerin Nasturi topraklarının işgallerine imkân bı­
rakmayacağından kuşkum yoktur.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 82 No. 117 (E k -117/1)

102
No. 32

Büyükelçi Layard’dan, Kont Derby’e


TARABYA, 17 T em m uz 1877
(Alındı, 25 Tem m uz)

Kısa bir süre önce Ermeni çocuklarının İngilizce öğrene­


bilmeleri için İngiliz kilisesi ve halkının yardımını isteyen Er­
meni Patriği, Canterbury Piskoposluğuna yazdığı bir mektu­
bun müsveddesini bana gösterdi.
Öğrendiğime göre de mektubu göndermiş. Ermenilerin
İngiliz dili ve edebiyatını öğrenmeleri kuşkusuz yararlıdır ve
öteki nedenlerle de Patriğin niyeti yürüklendirilmelidir. Bu
halk arasında Amerikan misyonerleri, birçok okul ve dini ku­
ruluşlar yoluyla dilimizi öğretmekte bir hayli iş yaptı. Bu okul
ve kuruluşlar Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kurulmuştur.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 85, No. 121

No. 33

K ont Derby’den, Büyükelçi Layard’a


DIŞİŞLERİ, 24 Temmuz 1877

Dünkü raporumla ilgili olarak Nasturiyen Hıristiyanlarını


tehdit eden tehlikeler konusunda, size Bay Rassam’ı o bölgede­
ki meseleler hakkında bilgi almak için elinden geleni yapması
için görevlendirmeniz için yetki verdim.
Ben Tahran’da bulunan Majestelerinin bakanına İran Hü­
kümetine Koordsta’ki hareketler (durum) konusunda açıklama­
da bulunmasını söyledim.
Türkiye, No. I (1878), s. 77, No. 112

103
No. 34

Büyükelçi Layard’dan, Kont Derby’e


TARABYA, 24 T em m uz 1877
(Alındı, 1 Ağustos)

Bu sabah Ermeni Patriği, Van’daki Ermeni toplumunun


durumu ile Kürtlerin Ermenilere yaptıkları zulüm üzerinde
konuşmak amacıyla beni ziyaret etti.
Öteki konularla ilgili olarak, üç kilisede Rusların papaza
karşı yaptıkları kötü muamelenin doğru olup olmadığını Er­
zurum Ermeni papazından sorduğunu ve haberin doğrulanmış
olduğunu söyledi.
Üç kilisede dini görevleri yürüten papaz Rusların, Erme-
nileri hükümete karşı ayaklandırması önerisini kabul etmeyin­
ce kendisini boğarak öldürmüşler ve cesedini götürmüşlerdir.
Dahası, Ermeni manastırını da yakarak içindeki kıymetli eş­
yaları almışlardır. Patrik, Osmanlı Hükümetinin Ermenilerini
onları kandıran Kiirtlerden korumak suretiyle, Rusların
uyandırdığı bu nefret hissinden yararlanabileceğini sözlerine
ekledi
Türkiye, No. 1 (1878), s. 101, No. 143

No. 35

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby'e


TARABYA, 31 Temmuz 1877
(Alındı, 8 Ağustos)

Türkiye’deki Protestan toplumunun korunması ve teşviki


konusunu Başbakana telkin etmeye çalıştığımı önceki mesa­
jımda da arz etmiştim. Protestanların önderi bugün bana gön­
derdiği yazıda; gelecekte, Protestanların siyasi ve dini işlerini
yönlendirecek tüzüğün hayati noktalarının Babıâlice kabul olun­
duğunu bildirdi. Ayrıca bu yazıda Dışişleri Müsteşarı Kara-
todori Efendinin dostane yardımları için de teşekkür etmek­
tedir. Protestanların önderi (Vekil), her ne kadar ileride be-

104
lirtilecek bir iki küçük nokta varsa da bu sonuçtan sevinç duy­
duğunu söyledi.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 120, No. 171

No. 36

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby’e


TARABYA, 6 Ağustos 1877
(Alındı, 15 Ağustos)

Bay Rassam’a verdiğim talimatı ilişikte sunuyorum. Ona­


yınıza mazhar olacağından eminim.

E k : Büyükelçi Layard’dan, Bay Rassam ’a


6 Ağustos 1877

Vapurla İskenderun’a ve oradan da Diyarbakır’a gitmek


üzere çarşamba günü İstanbul’dan hareket edeceksiniz. Göre­
viniz, Kürdistan’daki Hıristiyan aşiretlerinin durumunu araş­
tırarak hükümetimize bildirmek üzere, bana rapor etmektir.
Türk Kürdüstan’mm dağlık bölgesindeki Nasturileri Kürtlerin
yine tehdit ettikleri sanılıyor. Eğer onları korumak için bazı
önlemler alınmazsa topraklarının işgali ve kötü sonuçların doğ­
ması söz konusudur. Babıâli, benim başvurum üzerine Diyar­
bakır valisine bu konuda talimat verdi. Valinin gerekli işi
yapıp yapmadığını ve tehlikenin atlatılmış olup olmadığını
araştırınız. Eğer durumu daha yakından incelemek isterseniz,
Nasturilerin yanına kadar gitmekte serbestsiniz ve onların
korunması için gerekli gördüğünüz önlemleri, Türk makamla­
rıyla ilişki kurarak alabilirsiniz. Nasturilerin önderiyle tanışın.
Ayrıca hem kendi aralarında, hem de Müslümanlarla dostça
ilişkilerin sağlanması için öğütte bulunarak yardımcı olunuz.
Türkiye ve aynı zamanda İran’a ait Kürt aşiretlerinin
Van belgesindeki özellikle Hıristiyanlara, son zamanlarda bazı
zulümlerde bulundukları görülmüştür. Hıristiyanların can ve
mal bakımından kayıplan üzerinde bana gönderilen raporların
doğruluk derecelerini Diyarbakır’dan öğrenebilirsiniz. Dahası
gerekli görürseniz Van, Bitlis, Muş ve öteki bölgelere de gi-

105
ilerek bu konuda yeterli bilgileri toplayabilirsiniz. Güvenilir
otoritelere gönderilmek üzere Patrik ve Patrikhane ileri ge­
lenlerinin yazdığı mektup size verilmiştir. Bu olaylar ve onları
korumak üzere alman önlemler hakkında bana ayrıntılı rapor
vereceksiniz.
Bu işi bitirdikten sonra Musul'a gidecek ve orada İngiliz
müzesi mütevelli heyeti için Asuri hafriyatı işine yeniden baş­
layacaksınız.
Oradan Yakubi ya da Suriye Hıristiyanlarının durumu
üzerine bana rapor göndereceksiniz ve bunların kiliselerinin
onarılması için gönderilen firmanın da işe başlatılıp başlatıl­
madığını vc bu eski tarikatın korunması için başka ne gibi
önlemlerin alındığını bildireceksiniz. Yapacağınız incelemeler­
de Hıristiyanların ıstıraplarını öğrenecek, bunları yetkili ma­
kamların dikkatine sunarak, acıların giderilmesi için gerekli
önlemlerin alınmasını sağlayacaksınız. Bu işi görürken yetki­
lilerin kıskançlığına neden olmayacak ve hakkınızda yasal şi­
kâyette bulunulmayacak biçimde hareketlerinizi ayarlayacak­
sınız. Sultanın çeşitli Hıristiyan uyruklarının dürüstçe idare
olunmasının, can ve mallarının bütünüyle korunmasının, biz­
zat Türkiye’nin çıkarına olduğu yolunda yetkilileri ikna ede­
ceksiniz ki, bu nokta, Sultanın bana söylediği insani arzusudur.
Sultanın Hıristiyan uyruklarına karşı yapılan yanlışları ve şi­
kâyetleri Türk makamları katında dile getirirken bunun İn­
giltere Hükümetinin Türkiye’nin refahını yürekten istediğinin
bir kanıtı olduğunu da özellikle belirtiniz.
Görevinizi yapabilmeniz için yetkili makamlara sizi tanı­
tan bir fermanla, 4 bakanlık mektubu veriyorum. Bunlarla
hükümetimizin istediği doğrultuda görevinizi yapacağınıza ina­
nıyorum.
Bu gibi durumlarda şişirilen ya da uydurulan haberlere
aldırış etmeden, doğru bilgileri elde etmenizin önemini özel­
likle hatırlatırım. Bu ülke ve halkı hakkındaki bilginiz, doğ­
ruyu ve yanlısı ayırt etmede size yardımcı olacaktır,
Türkiye, No. 1 (1878), s. 137, No. 197 (E k -197/1)

106
No. 37

Büyükelçi Layard’dan, Kont Derby’e


TARABYA, 8 Ağustos 1877
(Alındı, 15 Ağustos)

Bitlis’in durumu hakkında Erzurum Konsolosluğumuzdan


alınan yazının kopyası ilişiktir.

Ek - 1
Konsolos Zohrab’dan, Büyükelçi Layard’a
28 Ekim 1877, Erzurum

Bitlis’teki bir misyonerin 11 Temmuz 1877 tarihli haberine


göre (Bitlis’i de bölgesine alan) Muş vali vekilinin İstanbul’
dan aldığı kesin buyruk sonucunda, «Bitlis’teki durum 11 Tem­
muzda dinginliğe kavuşmuştur. Kürtlerin savaş amacıyla kulla­
nılmaları faydasızdır.»

Ek - 2
B itlis'teki Am erikan M isyonerinden
Bitlis, 11 Temmuz 1877

Kürtlerin devlete 20.000 kişiyle yardım edecekleri bir al­


datmaca idi. 800 kişiyle Van’a yardım edeceğini bildiren Şeyhe,
vali tüfek vermiş ve onlar da Hıristiyan köylerini talan et­
mişlerdir. Şikâyetimiz üzerine Muş Mutasarrıfı Paşa buraya
gelmiş ve her şey birden değişmiştir. Kendisini ziyaret ettim.
Bize bela olan 4 Kürt aşiretinin yağmalamalarına son verece­
ğini söyledi. Dükkânlar açıldı.
Türkiye, No, 1 (1878), s. 149, No. 204 (204/1, 204/2)

107
No. 38

Konsolos Zohrab’dan, Kont Derby’e


ERZURUM, 21 Ağustos 1877
(Alındı, 12 Eylül)

Van’da oturan Protestan bir Ermeninin verdiği habere gö­


re, Kürtler Beyazıt’ta 480 kişiyi öldürmüş, 340 kişiyi de (ka­
dın, çocuk) aşağılık maksatları için alıp götürmüşlerdir. Bir
zamanlar Ruslara karşı Müslümanları koruyan Hıristiyanları,
bu kez Müslümanlar korumuşlar ve bu yüzden Türklerden de
ölen olmuştur. Katliamdan 4, 5 gün sonra Hıristiyanlar, Faik
Paşanın kampına götürülmüş, orada iyi karşılanmış ve bakıl­
mışlardır. Buradan Hıristiyanlar Maku’ya gitmişler ve Iranlı-
larca kendilerine barınak verilmiştir.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 287, No. 318

No. 39

Layard’dan, K ont Derby’e


TARABYA, 24 Ağustos 1877
(Alındı, 1 Eylül)

Padişah tarafından Ermeni Patriğine birinci derece Osman­


lI nişanının verilmesi.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 240, No. 273

No. 40

Layard’dan, K ont Derby’e


TARABYA, 27 Ağustos 1877
(Alındı, 6 Eylül)

Erzurum Ermeni Katolik topluluğunun başı olan papazın


14, 17 ve 24 Temmuz tarihlerinde İstanbul Ermeni Patriği
Hassoun’a gönderdiği mektuplara göre, Ermeni vilayetlerin­
den Rusların çekilmesinden sonra Beyazıt ve Eleşkirt’te Kürt-
lerin Hıristiyanlara saldırı ve talanlarına karşı Ahmet Muhtar

108
Paşa ve İsmail Paşanın aldığı önlemlerle Hıristiyanlar korun­
muş ve talan edilen malları geri alınarak kendilerine verilmiş­
tir. Ermeni Patriği Osmanlı devletine minnetini bizzat bana
sözlü ve yazılı olarak arz etti.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 265, No. 297, s. 265-266, No. 297/1

No. 41

Konsolos A bbott’tan, K ont Derby’e


TARABYA, 5 Ekim 1877
(Alındı, 15 Kasım)

Buradaki Türk meslektaşım Behiç Efendi, Tahran’daki


maslahatgüzarından bir telgraf aldığını söyledi. Bu telgrafta
İstanbul İran büyükelçisi BabIâli’ye, Albakh Türk bölge­
sinde İran Kürtleri tarafından birkaç ay evvel talan edilen
malların hepsinin Azerbaycan makamlarınca ele geçirildiğini
ve bunların, yağmanın kurbanları olan, Türk Ermenilerine iade
edildiğini bildirmiştir. Aynı telgrafta adı geçen maslahatgüzar,
Behçet Efendiden İran büyükelçisinin ifadesinin ne dereceye
kadar doğrulanabileceğim sormuştur. Behçet Efendiden aldı­
ğım bilgilere göre; talan edilen mallardan çok küçük bir kısmı­
nın sahiplerine iade edildiğini, yağmadan elde edilenlerin bü­
yük kısmının ne yazık ki sonradan İran topraklarına getirile­
rek orada açık artırma ile satıldığını ve bunu ilgili makam­
lara bildirdiğini öğrendim
F. O. 424/62, s. 79, No. 129

No. 42

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby'e


TARABYA, 6 Kasım 1877, 14.30

Dün Zohrab’dan aşağıdaki teli aldım.


«General dün toptan yenilgiyi telledi. Ruslar bugün Er­
zurum’un güneyindeki mevzileri ele geçirdiler. Kentte yaşa­
yanlar, kentin teslimini istediler. Muhtar Paşa ise savunmak

109
istiyor. Henüz karar yok. Askerler tamamen bitik durumda,
moralleri bozuk ve aç, bir saldırıyı karşılamayı reddedecekle­
rinden eminim. Karşı koymak, boşuna kan akıtmak olur.
Muhtar ve İsmail Paşalar gece geldiler. Geçtiğimiz gece
şehirde hem korku, hem de panik vardı. Fakat bir zorbalık
olmadı, hava kötü.
General ve kurmay heyeti dün gece Bayburt’a gitmek üze­
re ayrıldı.»
F. O. 424/62, s. 39, No. 54

No. 43

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby’e


No. 1341
TARABYA, 14 Kasım 1877
(Alındı, 23 Kasım)

Bay Rassam’m gönderdiği ilginç raporun bir kopyasını da


size sunuyorum. Rassam, Rus işgali dolayısıyla ziyaret et­
meyi planladığı yerlerin bir kısmına gidememiştir. Rassam’m
raporuna göre, Türk makamları artık Kürtleri dizginleyecek
durumda değildir. Yasa tanımayan vahşi Kürtlerce yağma ve
öldürmeler yapılmış, tarlalar ve köyler yakılıp yıkılmıştır. Ayın
22’sinde Rassam’ın Van’dan özel olarak gönderdiği bir mek­
tuba göre, Kürtlerin saldırılarından Hıristiyan ve Müslüman­
ların korunabilmeleri amacıyla, gerekli önlemlerin aılnması
için elinden geldiğince ilgili makamları uyarmıştır. Diyarbakır
ve Van valilerinin bu önerileri gerçekleştirmek için istekli
ve iyi niyetli olmalarına karşın, askerler cephede olduğundan,
gerekli önlemi alacak güçte değillerdir.
Rassam, Kürdistan dağlan ve Nasturilerin bölgesine ha­
reket etmek üzeredir.

E k : Rassam ’dan, Layard’a


Siirt, Bitlis ve Muş’u ziyaret ettikten sonra ayın 6’smda
buraya geldim. Bütün yolculuğum boyunca, çeşitli Hıristiyan
toplumlarından, baskı, yerel idarenin kötülükleri ve yasa tanı­
mayan Kürtlerin kontrol altına alınamadığı yolundaki genel

110
şikâyetleri dinledim. Diyarbakır ve Van’da Hıristiyanların çek­
tiği sıkıntılarla ilgili haberlerin bazıları abartılmışsa da, bunla­
rın çoğunun nedeni, can ve mal güvenliğinin gerektiği kadar
güvence altında olmayışındandır. Şimdiki rahatsızlıkların ger­
çek nedeniyse yönetimin zayıf oluşu ve vergi toplayıcılarından
kaynaklanmaktadır, öyle görünüyor ki, özellikle göçebe aşiret­
ler başta olmak üzere Kürtler devlet disiplinine sokulmamıştır.
Bunlar fırsat buldukça Hıristiyanlara saldırmakta ve bunun
sonucunu düşünmemektedirler, işittiklerim ve gördüklerime gö­
re Diyarbakır’dan Süleymaniye’ye kadar dağlarda oturan Kürt
aşiretleri sıkı bir disiplin altına alınamazlar. Kürtler yalnızca
vergi ödememek ve askere gitmemekle kalmayıp canlarının
istediği gibi talan ediyor, adam öldürüyorlar. Kim karşı ge­
lirse, hem canından, hem malından oluyor. Ancak şunu da
belirtmeliyim ki, bu işler Hıristiyanların başına geldiği gibi
Müslümanların başına da gelmektedir. Diyarbakır ve Muş ara­
sındaki dağlarda yaşayan Ruşkutan, Şeyh Dodan, Sasun Mutki
aşiretleri, Hıristiyan ve Müslüman ayırt etmeksizin dilediklerini
yapıyorlar. Diyarbakır’da bulunduğum sırada malları yüzün­
den, en az üç tane Müslüman beyi Kürtler tarafından öldürüldü.
Ruşkutan aşiretinin hükmü altında bulunan bölgeyi geç­
tiğimden birkaç gün sonra, bir silah yüzünden çıkan tartışma
dolayısıyla barışsever 45 Kürt, aşiretçe öldürülmüştür. Bu aşi­
ret yüzünden bir bölüm Hıristiyan evlerini bozarak daha gü­
venilir yerlere göç etmiştir. Barışsever Müslümanlar bile ye­
rel yönetim ve dağ Kürtlerinin haraçları dolayısıyla mahvol­
muşlar ve hükümet önlem almazsa yerlerini yurtlarını bırakıp
gitmek zorunda kalacaklarını söylemişlerdir.
8, 10 aydan beri Diyarbakır ve Van genel valisi Kürtlerin
taşkınlıklarını bastırabilmek için ellerine yeterince kuvvet ge-
çirememişlerdir. Ellerinde yalnızca polis kuvveti vardır. Bu
polis de çoğu zaman yardımcı olacağına, engelci olmuştur.
Bunlar elaltından hırsızlığı ve yağmayı teşvik ederler ki, pay
alsınlar. Türk, Kürt, Arap birçok Müslüman, zaptiye ve Kaf­
kas göçmenlerinin imkân buldukları zaman yollarda soygun­
culuk ettiklerini söylemişlerdir. Yerel polislere savaş sırasında
cepheye erzak taşımak için at ve katırdan yararlanma ayrıca­
lığı verilmiştir. Onlar da bu ayrıcalığı kötüye kullanmaktadır­
lar. Atlı ve yaya polislere o kadar az para verilmektedir ki,
bu parayla yaşamaları olanaksızdır. Doğal olarak, fırsat bu­
lunca tehditle, yasadışı yollarla geçimlerini sağlarlar. Yerel poli­

111
sin özellikle maaşlarıyla ilgili olarak, yönetimce gerekli düzelt­
meler yapılmadıkça, bu durumun düzelmesine olanak yoktur.
Bu bölgede korunmasız zayıf Hıristiyanlar, en çok baskıyla
karşı karşıya olanlardır. Diyarbakır ve Van bölgesinin barış­
sever sakinleri, Kars ve Beyazıt garnizonlarının ikmal ihti­
yaçlarını sağlamak zorunda olduklarından, ayrıca bir de acı­
masız bağnaz Kürtlerin yağma ve öldürmeleri dolayısıyla acı­
nacak durumdadırlar. Son birkaç aydır süregelen bu durum,
daha uzun süre böyle giderse, fanatik Müslüman ve vahşi Kürtle­
rin baskısı altında olan Hıristiyanların gelecekte başlarına da­
ha ne gibi felaketler geleceği bilinmez.
Diyarbakır Genel Valisi Abdurrahman Paşa ve Van Genel
Valisi Haşan Paşa ellerinde bulunan birkaç bölükle, kış gel­
meden önce bu durumun düzelmesi için ellerinden geleni ya­
pacaklarını söylediler.
Yaptığım soruşturmalardan anladığıma göre, Kürdistan
dağlarında kölelik tamamıyla kaldırılmamış. Nüfuz edileme­
yen dağlık bölgedeki Hıristiyan köyleri içinde yaşayanlarla bir­
likte satılıp alınmakta. Öyleki burada oturanlardan biri, köy
başkasına satılmışsa ve diğer bir köye gitmek isterse, yeni sa­
hibi onu öldürebilir. Bu feodal yasaların bazı Kürt beyle­
rince Müslüman köylerinde uygulandığını söylediler.
Muş ve Bitlis ovalarında da Müslümanlar Hıristiyanlardan
dilediklerini zorla alırlar, şayet vermezlerse ya bizzat cezalan­
dırırlar, ya da Kürtlere bu işi yaptırırlar.
Can ve malın hiçbir değeri olmayan bu ülkede öyle gö­
rülüyor ki, lanzimat ve yerel meclisler, yerel makamların kö­
tü idaresinden daha da çok zararlı olmuşlardır. Tanzimatın,
barışsever sakinlere az çok faydası dokunduğu biı yana o,
suç işleyenlerin hak ettikleri cezalara çarptırılmamalarmda bir
sığınak olmuştur.
Yerel yönetim meclislerine gelince, bunların hiçbirinin
bir yararı yoktur. Bunlar ya çok önemsiz solda sıfır olan ki­
şilerdir, ya da rüşvetle kendilerini zenginleştiren nüfuzlu kişi­
lerdir. Müslüman, Hıristiyan ve hatta bazı memurların söyle­
diklerine göre Kürtlerin bu kötü hareketleri bazı meclis üye­
leri tarafından da destek görür. İlgili makamlar bir ayaklan­
mayı tepelemek için kuvvet kullanmak istedikleri zaman, mec­
listeki Kürt dostu üyeler onlara haber salarak ya kaçmalarını,
ya da karşı koymak için hazırlanmalarını sağlarlar. Bu yay­
gın bir kanıdır.

112
Genel şikâyet, en yüksek yerel makamların kısa yoldan
ceza verebilme güçlerinin olmamasıdır. Bir katil ya da hırsız
mahkemeye getirildiği zaman çoğunlukla sahte kanıtlarla ya
da bu olayla karşı karşıya olan kişiden öç alınması tehdidiy­
le beraat etmektedir.
Hıristiyanlar adaletin yanlış tecellisinden şikâyet etmekte­
ler. Oysa bu meclislerde Hıristiyan üyeler de var. Onların
kendileriyle yaptığım konuşmada, mahkemede önlerine gelen
kararı korkudan ya da kişisel düşüncelerle kabul etmek duru­
munda kaldıklarını itiraf etmişlerdir.
Bu durum karşısında çekilen herhangi bir ıstırabın doğru
ya da yanlışlığını saptamanın ne kadar güç olacağını takdir
buyurursunuz. Hıristiyanların bana yaptıkları şikâyetleri, il­
gili makamlar yoluyla yalanlamakla kalmayıp Hıristiyanların
suçlu olduğunu söylediler. Burada bana yapılan şikâyetlerle
ilgili davalarda iyi bir araştırma yapmadıkça, ya da bizzat
davada bulunmadıkça hangi tarafın haklı olduğunu anlamaya
olanak yok. Bazı Hıristiyanların sempati kazanmak için olay­
ları abarttıklarından ya da uydurduklarından kuşkum yok.
Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Muş ve Van bölgelerinde özellikle eski
idareciler ve katı Müslümanlarca Hıristiyanların kötü mua­
meleye uğratıldıkları da yadsınamaz. Genellikle Hıristiyanlar
şikâyet etmekten çekiniyorlar. Müslüman bağnazlığının şahlan­
dığı zamanlarda Hıristiyanların bireysel davalarında Hıristiyan
tanıklığının kabul edilmemesi ve dolayısıyla Müslüman tanık
yüzünden de adalet tecelli edememektedir.
Gerek Abdurrahman, gerekse Haşan Paşa’nın bu yol­
suzlukları yok etmek için ellerinden geleni yapacaklarından
eminim, ancak her iki paşa da, memleket bir büyük savaşın
içindeyken, bu kronik belanın üstüne kuvvetle gidemediklerini
bana söylediler. Çünkü Müslümanların üzerine daha çok git­
mekle onların Hıristiyanlara olan nefretlerinin daha çok arta­
cağından ve bugün Hıristiyanların şikâyet ettiklerinden daha
büyük felaketlerle karşılaşacağından korkmaktadırlar.
Eleşkirt, Karakilise, Diadin ve Beyazıt’ı Ruslar boşalt­
tıkları zaman bağnaz Kürtlerin bu dört Ermeni bölgesinde
yaptıkları tahribatı kuşkusuz duymuşsunuzdur. Beyazıt’ta
Kürtler, çok feci olaylara neden olmuşlardır. Rastladıkları
erkekleri öldürmüşler, öldüremedikleri kadın ve çocukları tut­
sak olarak kendi evlerine götürmüşlerdir. Kürtler yerlerine

113
dönerken 250, 300 Ermeni kadın ve çocuğunu tutsak ederek
götürmüşlerse de nerede olduklarına ilişkin kesin bilgim olma­
dığından, yetkililer nezdinde teşebbüse geçemedim. Hilebaz
Kürtler, Türk makamlarının bu işe izin vermeyeceğini bil­
diklerinden, tutsakları bulunamamalan için, Hıristiyan bulun­
mayan Kürt köylerine serpiştirmişlerdir. Bunu araştıracağım.
Savaşa giden Kürtler, yollan üstünde rastladıkları Hıris-
tiyanları, isterse Osmanlı uyruğu olsun, kılıçtan geçirmeyi kut­
sal bir görev saymışlardır. Bu hareketle kiliselerle, manastır­
lar çok büyük zarar görmüşlerdir.
Yetkililer, Mar Shamoon’la münasebetlerinin iyi olma­
dığını söylediler. Çünkü her zaman yaptıklarının tersine, bu
kez yeni Genel Vali Haşan Paşaya gelerek saygılarını sun­
mamışlar. Vali Nasturilerin uzun, zamandır vergilerini öde­
mediklerini söyledi. Şimdiyse herhangi bir şey vermekten çe­
kiniyorlar. Ya bu haftanın sonunda, ya da gelecek haftanın
başında buradan hareketle Mar Shamoon’a vasıl olununcaya
kadar, bu konuda söylenenlerin ne derece doğru olduğu hak­
kında şimdiden bir şey söyleyecek durumda değilim.
F O. 424/62, s. 142, No. 245, 245/1

No. 44

Konsolos R icketts'ten, K ont D erby'e


TİFLİS, 19 Kasım 1877
(Alındı, 20 Kasım)

Her ne kadar 4000 kişi Ermenistan’dan gelmiş ise de 500


aile geri dönmek istemektedir. Kars alındı. Burada kalacak
kuvvetler dışında, Erzurum’a karşı en kısa zamanda, kuvvet
110. Tabur olabilir, yeni bir 26. Tümen gelmekte.
F. O. 424/62, s. 126, No. 213
Türkiye, No. 1 (1878), s. 481, No. 547

114
No. 45

Layard'dan, K ont Derby’e


TARABYA, 25 Kasım 1877
(Alındı, 26 Kasım)

Osmanlı Hıristiyanlarının kent muhafızı olarak askere


alınmaları için kararname çıktı, tyi etki yarattı.
F .O . 424/62, s. 162, No. 276

No. 46

Bay W ood'dan, K ont Derby'e


TUNUS, 27 Kasım 1377
(Atandı, 4 Aralık)

Türkiye’deki Kırım Savaşından önce ve sonra yapılan re­


formlarla ilgili bazı notlan ilişikte sunmaktan mutluluk duyu­
yorum.
Böyle bir konuya girmemi bağışlayınız. Bu konu üzerinde
görüşlerin büyük ölçüde birbirine aykırı oluşu, bu yazının tek
nedenidir.
Ben Osmanlı topraklarında görev yapan en yaşlı memur­
lardan biriyim. Bu nedenle olayların bu kritik devresinde
50 yıldan beri tanık olduğum büyük gelişmeleri göstermek
için, Türk İmparatorluğunun geçmişi ve bugünkü durumu
üzerine dikkatinizi çekmeyi bir görev saydığımı bağışlarsınız
sanırım.
BabIâli’deki temsilcimizin güveniyle Suriye, Mezopotam­
ya, Irak, Bağdat, Kürdistan ve Küçük Asya’daki görevlerim­
de, İmparatorluğun yapısı, düşünceleri, gereksinimleri, ülke­
deki çeşitli ırkların ve mezheplerin durumları hakkında sık
sık elime geçen fırsatlardan yararlanarak edindiğim bilgilerle,
dünü ve bugünü karşılaştırma olanağına sahibim.
Özellikle Müslümanlığın hükümleri üzerinde duracağım.
Çünkü, Osmanlı Hükümetinin reformlar üzerinde verdiği sözü
tutamayacağı; bunların Kuran’a ters düştüğü, bunun sonu­
cunda Müslüman olmayanların Müslümanlarla eşit hakka ka­

fi 5
vuşamayacağı; Müslüman olmayanların aynı hak ve muafiyet­
lere kavuşmalarını Müslümanların hoşgörüyle karşılamayacağı
ve anlayışın, yalnızca dini serbestiyi önlemede kalmayıp geliş­
me ve uygarlığa da set çekeceği yolunda büyük bir yanlış ina­
nış ve bilgi mevcuttur.
Bu ve buna benzer yakıştırmaları çürütmek için, Tunus
Saltanat Naibinin yeni çıkardığı fetvaya değineceğim. Bu fet­
va, Kuran’ın ruh ve öğretisinin yetki ile yorumuna dayanan
yasal bir karardır. Bu karar, Kuran’ın en meşhur yorumlarına
dayanarak Müslümanların, kendi himayelerinde olan gayri
Müslimlere karşı ilişkilerindeki yükümlülüklere göre, Hüküm­
darın görevinin uyrukları arasında ırk ve inanış ayrımı gözet­
meksizin onlara da dinleri, çıkarları ve İmparatorluğunun ge­
nel refahıyla ilgili konularda danışarak, onların da yürütme­
ye katılımlarını sağlamanın, vazgeçilmez bir hak olduğunu ka­
bul etmektedir.
Bu, tanınmış kimi bilginlerin açıkladığı İslamiyet hükümleri
doğrultusunda, bugünkü temsili sistem de dahil olmak üzere
OsmanlI Hükümetince kabul olunan reformlar, şimdiye kadar
Kuran’a aykırı görülen hükümlerin tersine, onun ilke ve hü­
kümlerine çok güzel uymaktadır. Bu konunun şu sırada ka­
muoyunun dikkatine sunulmasında fayda vardır.
Söz konusu edilen konu ve amacını birkaç cümleyle vur­
gulayarak Türk reformları hakkındaki notlarımı sayın Lordu­
mun görüşlerine sunmak cesaretini gösterdim.
P.O. 424/63', s. 12 -27, No. 25
Türkiye, No. 1 (1878), s. 503 >-519, No. 574

E k : Osm anlı T opraklarında B aşlatılan ve Y apılan Re­


form lar H akkında Bay W ood T arafından N otlar
1840’tan ve daha çok, özellikle 1856 Kırım Savaşından
beri Osmanlı Hükümetinin yapmaya söz verdiği ve ülkesinde
uyguladığı reformlarla ilgili olarak yeterince fikir edinebilmek
ve değerlendirebilmek için İmparatorluğun yukarıda anılan ta­
rihlerden önceki durumuna bir göz atmak gerekir.
Kendüerine, İslamlığı kabul eden öteki ülkelerden ayrı
olduklarını göstermek için Osmanlı diyen Türklerin, aşağı yu­
karı değişmez sistemi şudur: Zapt ettikleri, birlik kurmak
ya da himayelerine almak istedikleri ülkelerde buldukları bü­
tün kurum ve kuruluşları kabul ederler.

116
Osmanlılar zapt ettikleri yerlerin halkına yalnızca bir vergi
koyarlar ve Kuran’ın hükümlerine göre; dinsiz kâfirlerle
putperestler dışında, belirli bir dini olanların, Hıristiyan ve
Yahudiler gibi, hiçbirinin can, mal ve namusuna dokunmazlar.
Bu sistem, genel ilke olmakla birlikte, her ne kadar iyi ve
hoşgörülü gibiyse de gerçek yaşamda birliğin kurulmasına en­
gel olmaktadır, imparatorluğu teşkil eden çeşitli millet ve
ırklar kendi dil, inanış, gelenek ve görenekleriyle birlikte, bir­
birlerine karşı duydukları kıskançlık ve nefretlerini de korurlar.
Özen gösterdikleri tek nokta, istila edilen toprakların gü­
venliği için Küçük Asya’da belli bölgelerin korunmasıyla yü­
kümlü «tımar» sahiplerinin atanması işidir. Avrupa’ca meşhur
yeniçeri birliklerini kurmuşlardır, bunlar iyi aileye mensup
Hıristiyan çocukları olup, Müslüman yapılarak savaş sanatı
öğretilmiş ve kendilerine birçok ayrıcalıklar tanınmıştır. İm­
paratorluktaki Müslümanlardan her sınıfa mensup erkekler
de yeniçeri olmanın sağladığı aşağı yukarı sınırsız sayılabile­
cek bu himaye ve muafiyetlerden yararlanmak için ocağa
girebiliyorlardı. Zamanla yeniçeriler, hükümete kumanda
edecek derecede işi azıttılar ve sonuçta büyük yolsuzluklarla
kargaşalar yavaş yavaş idareye de sızdı.
Bu kadar geniş ve çeşitli insan yapısından oluşan bir İm ­
paratorluğun uzun süre yalnızca derebey ve timar sahiplerince
yönetimi zaten mümkün değildi ve sonuçta Sultan, Bizans im ­
paratorluğunun yumuşak tahtına oturduğu zaman, azılı ve baş
eğmez uyruklarını daha iyi yönetebilmek umuduyla eyaletlere
paşaların atanması yoluna başvurdu.
Hükümet merkeziyle eyaletler arasındaki mesafelerin çok
oluşu ve düzenli ulaşımın eksikliği nedeniyle olacak, paşalara
tam yetki verilmişti. Paşaların da bu yetkilerini, şeriat ya da
İslamlıktaki medeni ve dini hükümler çerçevesinde kullana­
cakları kabul olunmuştu.
Onların bu talimatlara uyup uymadıklarını araştırmak ge­
reksiz. Paşalar da kendilerini destekleyecek düzenli birlikler ol­
madığından, derebey ve timarcılar aracılığıyla denetleniyorlar,
bölgelerini bunların yardımıyla yönetmek zorunda kalıyorlardı.
Bunlarsa, halkın bir bölümünden olan yeniçerilerce kontrol
ediliyordu. Ancak bu sınıf da bilginlerin ve din uzmanlarının
etkisi altında bulunuyordu.
Uzun tecrübeler göstermiştir ki, gerçekte işlerin daha iyi
yürümesi amacıyla yapılanlar, zamanla sayılamayacak kadar
117
çok yolsuzluklara yol açmıştır. Paşaların yalnız oluşları ve ye­
teneksizlikleri, onları, eyaletin en güçlü partisine ya da entri­
kalarına katılmak, bunların hırsızlıklarına, yolsuzluklarına
katılmak, düşmanlıklara, bağnaz şımarıklıklara göz yummak
zorunda bırakmıştır.
Paşa, yetkili tek kişiydi, arasıra merkezle yazışır, idare­
sinin hesabını vermekten kaçınırdı ve gerçeği öğrenmek için
vasıtası da yoktu. Kaynaklara geçebilecek en büyük sakınca,
bütün İmparatorlukta ulemanın kabul edilen mevkiinde bu­
lunması olabilir.
Kuran bir din kitabı olduğu kadar bir siyasi hükümler
toplamıdır da. Ya tutuculuk, ya da bilgisizlik, dahası belki de
daha başka hırs ve çıkar davranışları dolayısıyla bu ulema sı­
nıfı, Osmanlı Hükümetine tamamen dini bir karakter vermeyi
başardı. Sultan, Halifenin halefi olduğundan, onlarca dünyada
Tanrı’nın bir gölgesi olarak düşünüldü ve şekillendirildi. İm­
paratorluğun gölgesinde gayri Müslimlere karşı; Müslümanlığın
heyecan ve özlemlerini körükleyerek kendilerine sınırsız bir
kuvvet ve hâkimiyet kurdular. Dağlık bölgelerde özgürlükleri­
ni savunmak için eli silahlı bir kısım gayri Müslim dışında,
diğerlerini bilhassa bu amaçla sefilleştirdiler ve Halife Ömer’in
Kudüs’ü alırken Hıristiyanlarla yaptığı kutsal anlaşmadaki hak
ve imtiyazları inkâra kalktılar. Hıristiyanlara daima dini ser­
besti verildiği doğrudur. Ancak bu haklarını açıkça icralarına
meydan verilmemiştir. BabIâli’nin özel izni olmaksızın yeni
kilise yaptıramazlar. Ruhani liderlerine her ne kadar, kendi
dindaşları üzerinde dini ve medeni açıdan birtakım yetkiler ve­
ren beratlar verilmişse de bunlara, yine de aşağılayıcı davra­
nışlarda bulunulur. Esasen o günkü idare sistemiyle, her sınıf­
tan gayri Müslim halkın itirazlarına rastlanmaksızın, bu haklar
etkin bir şekilde uygulanamazdı.
Yukarıda kısaca açıklanan noktalar, yaklaşık 200 yıldan
beri sürüp giden kargaşa, yolsuzluk ve anarşi hakkında yete­
rince fikir verecektir. O dönemde, adaletin görüldüğü, medeni
ve dini işlerin yürütüldüğü yegâne vasıta olan mahkeme, sa­
tılık bir mal haline geldi.
Onlarca, Müsliimanlara karşı gayri Müslimlerin tanıklığı­
na izin verilmedi ve bu durumdan ötürü yalancı tanıklık ortaya
çıktı. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler ellerine verilen yet­
kileri, devlet gelirini çalmaktan tutun, rüşvet ve kokuşmuşlu­
ğun her türüne değin pervasızca kötüye kullandılar.

118
Sultan Selim reorganizasyona teşebbüs ettiği zaman, duru­
ma hâkim olan yeniçerilerin kurbanı oldu. Yeniçeriler, kendi
yasadışı hareketlerinden güç alarak oluşturdukları bu menfur
sistemin değiştirilmesine izin vermediler.
Selim’den daha şanslı olan Sultan Mahmut, 1826’da bütün
ülkede bu zararlı kişileri temizlemeyi başardı ve yeniçerileri
düzgün orduyla değiştirdi. Böylece derebeylerin başıboşluğuna
ve timar sahiplerinin mevcudiyetine son verebildi. Bu kişiler
yetkilerini yalnızca kendi çıkarları için kullandıkları gibi, za­
man zaman, kendi emirlerindeki kuvvetleri, hükümdara karşı
ayaklanan paşaların emrine de veriyorlardı.
Sultan Mahmut’un zamansız ölümü dolayısıyla 1839’da
Gülhane Hattı Hümayununun ilanı, oğlu Abdülmecit’e nasip
oldu. Tanzimat fermanıyla din ve ırk farkı gözetmeksizin İm­
paratorluğun bütün uyruklarına eşit siyasi, medeni ve dini
haklar garanti edildi. Paşalara verilen mal ve cana ilişkin yet­
kiler, kesin olarak kaldırıldı. Mahkemelerin açık olması buy­
ruldu ve her şeyden önce hangi durumda olursa olsun, hiçbir
suçlu dava dosyasının İstanbul’a gönderilerek belirtilen yasa
maddesine göre uygunluğu araştırılmadan ve hükümdarın ona­
yı olmaksızın, ölüm cezasına çarptırılmayacaktı. Bu buyruğu
yanlış uygulayan memur, rütbe ve mevkii ne olursa olsun, biz­
zat kendisi ölüme mahkûm olacaktı.
Bu yeni siyasi örgütlenmenin bütün hükümlerini ayrıca
incelemek büyük bir çalışma olur. Bu fermanlar, imparator­
lukta yaşayanların tümünün can, mal ve namuslarının, güven­
liklerinin, güvence altına alındığım söylemek yeteriidir. Dini
ve siyasi hürriyet prensiplerini geliştirmek bakımından fer­
man, birtakım kuramların kurulmasını ve onları destekleyen
yasaların çıkarılmasını buyuruyor, devlet memurlarının yap­
tıkları işlerden, şahsen sorumlu olacakları hükmünü getiriyor­
du. Asker alma, vergi tarhı ve toplanmasını bir usule bağlı­
yordu. Köleliği ve tekeli, açıkgöz ve gözü doymaz çiftçilerin
zorla devlet gelirine el atmalarını kolaylaştıran sistemi kal­
dırmayı öngörüyordu.
Tanzimatın ortaya koyduğu prensipler, o zamana kadar
rekabette olan hükümet sistemini tamamıyla yıkıyordu. Bunlar
bazıları tarafından sevinçle karşılandı, bazıları tarafından da
kaşlar çatılarak mukavemet gösterildi, bunlar keyfi kudret ve
yağmaladıkları servetlerin yıkıldığını gördüler. Gene bazıları
üzerlerine yüklenen sorumluluklardan korkutuldular, birçok-
119
lan Müslümanların üstünlüğünü yitirmesinden korktular. Gay­
ri Müslimleri aşağılık olarak görmeye alışmış olanlar da, ırk
ve dini inançlar arasında eşitlik olmasına dini taassuptan do­
layı tahammül edemediler. Bununla beraber uygarlıkta çok
ileri giden Avrupa milletlerinin müesseselerini geliştirmek için
nelere katlandıklarını düşündüğümüz zaman, Müslümanların,
yüzyıllardır alıştıklarını kökünden değiştirme veya yerlerine
yenilerini koymaktaki güçlüğü, getirilen yeniliklerin Hıristiyan
milletlerden alındığının birçok kimseler tarafından düşünülmüş
olması da, ülkede beliren itiraz ya da yanlış anlaşılmalar kar­
şısındaki şaşkınlığı azaltır. Durum böyle olunca, ileri sürülen
reformların yapılmasında gecikmenin olması doğaldır.
Avrupa’daki Türk düşmanları buna karşı çıkmazlar. Kı­
rım Savaşından önce ve sonra Osmanlı İmparatorluğunca Av­
rupa devletlerine verilen vaatlere uyularak birçok köklü re­
formlar ilan edildi. Yalnız bu reformların kâğıt üzerinde ka­
lacağı ve yalnızca Türkiye’de değil, bütün Müslüman ülke­
lerdeki yürürlükte olan büyük dini ahkâmların ruhuna ters dü­
şeceği, dolayısıyla anılan reformların yapılmasının pratikte
mümkün olmayacağı ileri sürüldü. Bu iddia, bugünkü durum­
la ilgili küçümsenmeyecek iki soruyu düşünmemize yol açaı.
Birincisi, Türk Hükümeti tarafından reformların yapıl­
ması uyruklarının yararına mıdır, değil midir? Bunlar İs­
lam dininin kurallarına uyarlar mı, uymazlar mı?
İkincisi, bu reformların niteliği, Türkiye tarafından Av­
rupa devletlerine verilen sözleri karşılamaya yeterli midir, yok­
sa değil midir? Bunlar bütünüyle yapılmış mıdır, yapılmamış
mıdır?
Birinci sorudaki Müslümanlar ve gayri Müslimlerle iliş­
kiler açısından, dini dogmalarla bu serbest fikirli reformların
bağdaştırılıp bağdaştırılamayacağını yorumlama işi, İslam dün­
yasının en ileri gelen din bilgini Tunus Naibliği Şeyhülislamı
Şeyh Ahmet Hoca tarafından aşağıdaki fetva ile aydınlatılmış­
tır. Bu fetva yasalar ve dinle ilgili hususlarda Kuran’m öğreti
ve ruhunun yetkiyle yorumlanmış yasal birer kararıdır. Bu
itibarla bu fetva, verenin yüksek mevkii dolayısıyla, dikkatle
incelenmeye değer. Türkiye ve Hindistan’da yayımlanan ga­
zeteler bu fetvada belirtilen İslamlığa ilişkin ilkelerle tam uyum
içinde olmadıklarından, bu fetvayı Şeyh Ahmet Hoca yayım­
lamaya kesinlikle cesaret edemedi.

m
Şeyhülislam, ortaya konan prensipler İslam dininin ruhu­
na göre yorumlanmalıdır, fakat ne yazık ki böyle yapılmadı
dedikten sonra, sözlerini açıkça şöyle sürdürür : Eğer Tanrısal
buyruklara uyarsak, İslamın temel kanunu «iyi olan: yapmak,
kötü olandan sakınmaktır» bu da, beşeri saplantılardan vaz­
geçmeyi, herkesin erdemli bir yolda birleşmesini, dine bağlılığı
ve gerçeğin zaferini gerektirir.
Kuran’ın, siyasal hükümlerden ibaret dini bir kitap olma­
dığı da hatırda tutulmalıdır. Şeyh Ahmet, imam veya hüküm­
dara verilen icranın başı yetkisiyle ilgili hükmü belirttikten
sonra, Kuran’a atıfla şunu iddia ederek der ki, «Allah’ın em­
rine göre, hükümdar otoritesini, Müslümanların genel çıkar­
ları için kullanmakla mükelleftir ve bu çıkarı zedeleyici her
davranış esas olarak geçersizdir. Bundan bir kontrol anlamı
çıkar, bu Peygamberin ‘aramızda, iyilik için dua eden, kötüyü
saklayan kişiler vardır’, sözüyle doğrulanmıştır ve bütün Müs-
lümanlar bu görevin hakkını vererek icra etme durumunda ol­
madıklarından Allah, kişiler kelimesiyle bir sınıf veya toplumu
işaret eder, bunlar açıklamalarıyla diğerlerine kılavuzluk eder­
ler. Yanlışlarıyla, tehlikeleriyle, ülkenin ve dinin çıkarına en
faydalı olanları gösterirler. Hükümdarın divanı, gayri Müs-
limler (Hıristiyan ve Yahudiler) de dahil, deneyimli ve güve­
nilir politikacı, devlet adamı, idareci, sosyal ve müspet bilim
bilginleri sınıfından kişilerle oluşur. İslam dininin hükmüne gö­
re, onun himayesinde olanlar da icrada müminler gibi, eşit
hak ve görevlere sahiptir, bunların hedefleri aynıdır; bu he­
def, ülkedeki uyumun sağlanmasıdır. Böylece herkesin birliği
ile İmparatorluk, refaha ve güce kavuşur. Bu olmazsa İmpa­
ratorluk, ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalır.»
Gayri Müslimlerin haklarına ilişkin Kuran’a atıfta bulu­
narak kimi hükümleri belirttikten sonra Şeyhülislam, şunları
söylemektedir: «Eğer söylediklerimize dikkat olunursa, hüküm­
darın etrafında divanın (meclisin) oluşması gereğine inanıla­
caktır ve bunun bizim dini öğretimizle ters düştüğü ileri sü­
rülemez.
Bu itibarla Meclislerimizde himayemiz altında yaşayan,
kimi gayri Müslimlerin kendi çıkarlarını savunma ve tavsiye­
leriyle bize yardım etmek üzere bulunmalarının, yasalarımızın
ruhuna aykırı olmadığı bilinmelidir. Meclislerimizde gayri Müs-
limler kendi dinlerinin temsilcisi olarak yer alacaklar, kendi
hak ve çıkarlarını savunacaklar, hatta Müslümanların hakla­
121
rım savunmaya da sahip olacaklar, onların sorunlarını tartışa­
caklar, onları uygarca temsil edecekler ve adalet mahkemele­
rinde onlar adına bulunacaklardır.» Yasanın böyle yorumlan­
masının desteklenmesinde Şeyh, Peygamberi örnek olarak gös­
terir.
Şeyh Ahmet daha sonra, Müslümanların gayri Müslimlere
karşı olan görevlerini de açıklar: «Bizim yönetimimiz altında
bulunan gayri Müslimlere karşı görevimiz olan koruma, on­
ların çıkarlarıyla ilgili her şikâyeti dinlemek ve dikkate almak
gereğini de birlikte getirir.» Korafy ve îtazm adlarındaki iki
meşhur yorumcu da şöyle demektedirler: «Onayladığımız hi­
maye, himayemize aldıklarımıza karşı, bize bazı görevler yük­
ler. Çünkü onlar, Tanrı’nm peygamberinin ve îslamın güven­
cesi altındadırlar. Eğer düşmanlar topraklarımızı işgal eder ve
gayri Müslim uyruklarımıza saldırırlarsa, himaye edenlere yük­
lenen güvenceyi sürdürmek için, onların yardımına koşmaya ve
onları savunmaya mecburuz.
Onların savunmasını ihmal etmek, Tanrı’nın sözünü ihlal
olur. Güçsüzlere insanca muamele etmeye, yoksulların yardı­
mına koşmaya, açları beslemeye, çıplakları giydirmeye; onlarla
şefkatle ve nazik konuşmaya, aramızda bulunmalarından ötü­
rü rahatsızlıklarını korku ile değil, alicenaplıkla gidermeye her
fırsatta öğütlerimizle onlara yardım, ailelerini, mallarını, na­
muslarını koruma ve savunmaya, bütün hak ve çıkarlarını gö­
zetmeye, sonuç olarak, onlarla ilişkilerimizde, himayeci olarak,
himaye ettiklerimize alicenap davranmaya mecburuz.»
Yukarıdaki tahlilden iki sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, eğer
Müslüman dininde hoşgörü aşılanmamış olsaydı, gayri Müslim
danışmanların hükümdara tavsiyede bulunmaları, Müslüman
yurttaşlarının işlerini tartışmaları ve her şeyin üstünde kendi
dindaşlarının çıkarlarını savunmaları sağlanamazdı.
İkincisi, son idari reformda ileri sürülen halen tartışmalı
olan Hıristiyan ve Yahudilerin çeşitli meclis ve mahkemelere
katılmaları konusu, Kuran’ın ilkelerine uygundur.
Müslümanlar arasında büyük şöhreti olan dini Avukat
Muwardy, Müslüman ülkelerin anayasasmın temel prensipleri­
ni açıklarken, Anayasa Politikası adıyla Latinceye çevrilen ki­
tabında şöyle diyor: «Şeriat, bir Yahudinin Bakan olması da­
hil, devlette herhangi bir mevkii işgaline engel değildir.» Nite­
kim bu prensibe uyularak, politik dirayetiyle tanmmış birçok
Hıristiyan, bazı zamanlarda Osmanlı imparatorluğunun bü­

122
tünlüğü ile ilgili en nazik sorunlarda Sultanı dış misyonlarda
temsil göreviyle atanmıştır.
Abu - el - Arabi ve imam Sadettin Teftezmi adlarında iki
ünlü yorumcunun da açıkladığı gibi, genel prensipleri göste­
ren İslam hukuku incelendiğinde son zamanda parlamento­
nun oluşturulmasının, İslami yasalara bütünüyle uygun olduğu
görülür.
Abu - el - Arabi, «Peygamberden en küçüğüne kadar her
yöneticinin herhangi bir ayrım ya da ayrıcalık düşünmeksizin
danışman alma görevinin, temel yasa ve herkesin uymakla
yükümlü bulunduğu bir kuraldır» diye açıkça söylemektedir.
Teftezmi, İnançların İzahı adlı eserinde, bu prensipleri doğru­
lar. Yasakların birbirinden bütünüyle bağımsız iki hükümda­
rın bir arada bulunmasına izin vermediğine işaret ederek şöy­
le sürdürür: «Hükümranlık gücünün birçok kişilerce ortak­
laşa kullanılmasının, devletin birliğine aykırı hiçbir yanı yok­
tur, zira birlikte hareket eden ve tartışan üyeler, gerçekte bir
tek hâkim güçten fazlasını ne temsil ederler, ne de oluşturur­
lar.» Bu siyasal doktrinde kendisini El Gazali, Hüsamettin ve
Abdülkerim gibi hukuk danışmanları takip ederler. Bunların
hepsi, genel çıkarla ilgili devlet işlerinde halkın bir araya geli­
şinin yalnızca meşru bir hak değil, aynı zamanda Islamın te­
mel yasalarım meydana getirdiğini de kanıtlarlar.
Sultanın, son zamanlarda mutlak hükümranlığı yüklendi­
ği ve yürüttüğü doğrudur. Bu davranışıyla Sultan, Kuran’ın
genel kuralları üzerinde en yetkin yorumcuların yaptıklarım
bir kenara itti. Osmanlı İmparatorluğu idaresinde, son 150 yıl­
dan beri hızla büyük boyutlara ulaşan yolsuzluklar üzerin­
de halkta muazzam bir inanışın doğması, sanki İslami yasa­
ların kısıtlı ve hoşgörüsüz olmasmdandı. Oysa onlar, hüküm­
dara kutsal görevler yüklüyordu. Halbuki bu prensiplerle her
şeyin üstünde bu görevler de peygamber adaletinin tarafsızca
idaresini getiriyor ve şöyle diyordu: «İmanın şanı: Hükümda­
rın büyüklüğü ve halkın güvenliğidir.» İbni Haldun, «Hüküm­
darlar İçin Düsturlar» adlı kitabında prenslerin başlıca nite­
likleri arasına şunları koyar: «Prensler, ülkenin refahım geliş­
tirmek, ister Müslim, isterse gavri Müslim olsun herkesin
haklarını korumak ve doğal olarak ayrıcalık yapmadan bütün
uyruklarının güvencelerini kazanmak zorundadırlar.»
General Hüseyin’in, Benayed’e, geçende verdiği cevapta,
«Kanunumuzun temel prensibi» diyor, «hükümdarın het davra-
123
nişi, hatta kendi ihtiyacı ve cömertliği halkın iyiliğine dönük
olmalı ve ona dayanmalıdır.» Bu ifadesini desteklemek için
İbni Nüjum’un Eşiba adlı eserinden şu pasaja atıfta bulunu­
yor : «İmamın her davranışı sadece halkın çıkarına dönük ol­
malı ve ancak bu prensibe uygunluk gösterdiği zaman ona
itaat olunmalıdır.» Müslüman bir hükümette yüksek bir mev­
ki sahibi bir görevlinin açıkça belirttiği, ve Tunus’ta her dü­
şünür tarafından paylaşılan bu kuram, bugünlerde okumuş
Miislümanlar arasındaki kamuoyunun eğilimini göstermesi ba­
kımından dikkatimize değer.
El Bahr adlı ünlü yasa kitabının yazarı, yapıtında bunu
doğrulamakta ve «Hükümdar, devlet gelirini sübyan ve yetim­
lerin parasıymış gibi idare etmeye mecburdur» demektedir.
Ebubekir, Ömer bin Elhattab, Osman ve Ali gibi halifeler de
aynı görüşü muhafaza ettiler ve uyguladılar, sadelik ve nefis
feragatleriyle örnek oldular, işte peygamberin kanununun ger­
çek ruhu budur.
Yukarıda açıklanan görevin yerine getirilmemesi, tahttan
olma cezasını da birlikte getirir. Nitekim yakın zamanda Sul­
tan Abdülaziz’in tahttan indirilişinde bunun örneğini gördük.
Bu olay, İslam dininde yasa demek olan fetva ya da Şeyhülis­
lamın yasal hükmüyle olmuştur.
Bu zamanda bazı ulema sınıfının, Sultanın uyruklarına
keyfince hükmetmesini teşvik ettiğini kimi aydın Müslüman-
lar, inkâr etmemektedirler. Bu noktada Şeyh Bayram’la mu­
tabıktırlar. Şeyh Bayram, meydana gelen kargaşanın, ileri sü­
rülen îslami kanunların yetersiz oluşundan değil, ancak ule­
manın bilgisizliği ve yanlışlarından kaynaklandığını, zira bun­
ların Kuran’da buyrulan yasaların ruhunu dikkate almaksızın
amaçlı olarak, onları olabildiğince en dar açıdan yorumladıkları­
nı söyler ve şöyle sürdürür : «Bunlar Tanrı’nın cömertçe verdik­
lerini kısıtlamak için zamanla oluşan töreleri ve sınırları gö­
zetecekleri yerde, ki bunlar ancak böyle kurulabilir, siyasi
önderleri ümitsizlik yoluyla zorlayarak siyasal dini kanunları
ihlal ederler.»
AvrupalIlardaki reform, ilerleme, eşitlik ve özgürlüğün,
Kuran’m kanunları ve öğretisiyle bağdaştırılamayacağı düşün­
cesiyle, Osmanlı Hükümetinin bu yoldaki gayretlerinin yalnız­
ca bir hayal olacağı izlenimi, yukarıdaki davranıştan kaynak­
lanmış olabilir.

124
Eğer böyle düşünülüyorsa, BabIâli’nin Müslim ve gayri
Müslim uyruklarının her ikisinin durumlarını geliştireceği yo­
lundaki bütün umutlan, ilk ve son defa olarak terk etmeli ve
BabIâli'nin bu konudaki vaatlerini de düş ürünü, dahası Hıris-
tiyanlara beslediği iyi niyetlerini ısrarla aldatmaca olarak gör­
meliyiz. Ama durum, bu değildir.
Özellikle dine ve inanca ilişkin yasaların bu kısmına atıfia,
en ünlü hukuk danışmanı Amurbin Abdülaziz; bu parçanın
mutlak olduğunu ve değiştirilemeyeceğini söylemekle birlikte,
onun siyasal veya idari kısmına göre, «siyasi ve pratik hukuk,
zaman ve olaylara göre değişmelidir» gibi genel kuralı ortaya
koyar.
Bu düsturu destekleyen Abu Akil, «Devletin şeriatta zik­
redilenlerin dışında geçici bir uygulamaya muktedir olmadığını,
onun sükût ettiği yerde devletin de duracağı farz olunursa, pey­
gamberin takipçilerinin doktrinlerinin ve onlarla sürekli uyum
sağlamanın, büyük bir yanlış olarak görüleceğini ve dolayısıyla
bunun haksız bir tenkit» olacağını açıklar. Ayrıca Abu Elkaym;
pratik hukukun çözümlenmesinde teyit zımmında bu fikri daha
da geliştirerek, «Tanrı’nın dünyevi kanunları, ister bizzat ka­
nundan, ister insan bilgisinden ya da hangi kaynaktan çıkarsa
çıksın, adaletin uygulanmasında, gerçeği ortaya çıkar­
maya giden yolda bulunacaktır. Tanrı’nm bu yollardan birka­
çına işaret ederek diğerleri;» yasaklamak istediğini kabul et­
mek, onun ilahi cevherine ters düşer» der.
Aynı konuyu işleyen Elkarifi, «Yasaların uygulanmasında,
artık mevcut olmayan geleneklerle, olayların yeni durumları­
nın sonuçlarını bu âdetlere istinat ettirmeyi ileri sürmek bilgi­
sizlikten gelmektedir, zira gelenek ve göreneklere dayanan her
hukuk kuralı, en bilgili hukuk danışmanlarınca dünyaca kabul
edilmiş düstura uyularak değişmelidir» der.
Çağdaş bilgilerin edinilmesi, Kuran’a ters düştüğünden,
Müslümanların, Kuran’a bağlı kaldığı müddetçe, uygarlıkta
ilerleyemeyeceği durmadan söylenmiştir. Bu yaygın yanlış, biz­
zat onun tarihinin erken çağında çeşitli mevzular üzerinde ya­
zı yazan meşhur İslam yazarlarının eserlerinde ve Aristotle,
Porphyrius, Dioscorides, Eucledes, Appolonius, Hyppocrates,
Ptolemy, Galen ve ötekiler gibi eski yazarların kitaplarının çe­
virilerinde de geniş ölçüde yalanlanmıştır. Ancak uzun bir lis­
tesi olan konuların imparatorluğun genel eğitim kurumlarm-
da okutulmasına sadece izin verilmesi değil, mecbur tutulma-

125
lan da Müslümanlığın, öğrenmeye hiçbir kısıtlama koyma­
dığının ek bir kanıtıdır. Eğer böyle olmasaydı, Osmanlı Hü­
kümeti, bilimin her dalında, zorunlu olarak eğitimi, uyrukları­
nın dini inanışlarına ters düşerek ne istemeye cesaret eder, ne
de Türkiye ve Mısır, bunca gençlerini Avrupa’ya öğrenim gör­
meye gönderebilirdi.
Müslümanlığın daha ziyade bir kılıç dini olduğu hakkmda-
ki söylentileri ciddiye almak çok güçtür. Hazreti Ömer’in Ku­
düs Patriği ile yaptığı anlaşmada; Hıristiyanların himayesini
garanti etmesini ve onlara ayrıcalıklar tanımasını hemen belirt­
mek gerekir. Hazreti Ömer’den sonra gelenler ve Sultanlar da
aynı anlaşmaya uymuşlardır. Bu anlaşma ile büyük Hıristiyan
toplumu yalnızca hayatını idame ve Müslümanların idaresi al­
tında refaha kavuşmakla kalmamış, birçok durumlarda maddi
durum bakımından Müslüman yurttaşlarınkinden daha da üs­
tün olmuştur.
Peygamber de Hıristiyan ve Yahudi gibi kutsal kitapları
olanlarla kendisine karşı gelen putperest Araplar arasında fark
gözetmiştir. Bu, Kuran’da şu pasajda görülür: «ve size karşı
savaşanlara karşı Allah’ın dini için savaş, fakat sana saldırma-
yana ilkin sen saldırma. Allah saldıranı sevmez. Nerede bulur­
san onları öldür ve seni mahrum etmek istedikleri yerden on­
ları at, putperestliğe kanma, boğazlanmaktan daha acıdır, ma­
bette olanlar orada sana saldırıncaya kadar sen onlara saldırma,
eğer sema saldırırlarsa orada öldür onları.»
Zaman zaman ortaya çıkan üzücü katliamları Peygambe­
rin emirlerine bağlamak doğru değildir. Peygamber, bilakis bu­
nun tersini açıkça söyler; «Size dinden dolayı silah çekmeyene
veya sizi evinizden atmayanlara iyi ve dürüst muamele edin. Zi­
ra Allah dürüst hareket edenleri sever.»
iyi ve tarafsız bir araştırma, katliamların esas nedeninin
yabancı ajanlar olduğunu ortaya koyacaktır. Bunlar, çatışma­
ların iğrenç bir katliama dönüşeceğini hesaplamaksızın, siyasi
maksatlarla çeşitli ırk ve mezheplerin arasındaki nefreti tah­
rik ederek birbirlerine düşürürler. Bu, Suriye’deki Maroniler-
le Düıziler ve Bulgaristan’da Slavlar arasında olmuştur. Her
ikisinde de Hıristiyanlar saldıranlar olmuştur. İster yapılan zul­
mü hafifletmek, ister ona katılanları ya da onu yapanları ce­
zalandırmak için gücünü kullanmayanları mazur göstermek
amacıyla olsun, Müslümanlığın, katliamı onaylamadığı kolayca
görülür, dahası putperestler konusunda bile saldırılanın cezası

126
Kuran’da yumuşatılmıştır. Şöyle ki, «Fakat eğer vazgeçerlerse,
Allah’ı tanımamada ısrar edenler dışında saldırganlığı bırak.»
Müslümanların bazı sınıfları arasında tutuculuğun hayli
yaygın bulunduğu kuşkusuzdur. Fakat şuna işaret etmek de
faydalı olacaktır, kendilerine Osmanlı denilen ve ülke nüfusu­
nun 4 milyonluk bir parçasını teşkil eden Türkler arasında
taassup bulunmaz, ancak istüa edilen yerlerde Müslümanlığı
kabul eden yerlilerde bu vardır. Bunların zaman zaman kargaşa
çıkarmaları ve birbirlerine karşı şiddetli işkence yapmalarına
neden az da olsa, hâlâ muhafaza edilen kendi milli saplantı ve
ihtiraslarıdır.
Bunların içgüdü ve bağnazlığa dayanan davranışlarının
Kuran’daki kimi ilkelerden esinlenerek beslendiği ve korun­
duğunu ileri sürmenin herhangi bir derecede gerçekle bir ilgisi
yoktur. Nitekim, Araplar dışında İmparatorluğun geniş toprak­
larına serpilmiş olan ve sonradan İslamlığı kabul eden Kürt,
Hıristiyan, MakedonyalI, Slav ve Türkmenlerin tümü Arapçayı
bilmezler. Dolayısıyla tercümesi yasak olan Kuran’ı da okuyup
anlayamazlar, onun yorumuysa ulemanın tekelindedir.
Selçuklular zamanında OsmanlIların ya da Türklerin ilkin
yerleşmiş bulundukları Küçük Asya’yı ziyaret eden gezginler,
hem bu noktaya, hem de onların barışsever, çalışkan yaratı-
lışlı, konuksever, yönetime saygılı ve gayri Müslim yurttaşla­
rına karşı hoşgörüyle dostça davrandıklarına da tanık olacak­
lardır.
Bu gözlemin aynntüarını bir hayli uzatmak mümkünse de,
İslam dininin ne kitabında, ne de ruhunda, reformların yapıl­
masını engelleyen, bilimin bütün dallarının öğrenilmesini ya­
saklayan, gayri Müslimlere karşı zulmetmeye ve adaletsiz dav­
ranmaya cevaz veren hiçbir şey yoktur. Tam tersine, onda
kendi himayesinde olanlara karşı hoşgörü, eşit hak, herkesin
refahı ve genel çıkarları için meclislere katılmalarına müsaade
ettirme yükümlülükleri vardır.
Bu itibarla hiçbir şey daha sağlam bir temele dayanamaz.
1856’dan önce ve o zamandan beri gelen söz verilen reformla­
rın, Islami yasalarla mahkûm edilişi gibi temelsiz bir yargıyla,
yapılamayacağı hükmünü çıkarmak ve Osmanlı Hükümetinin on­
ları yürürlüğe koyması için övgüye değer gayretlerinde sami­
miyetsizlik aramak da doğru değildir. Nasıl Avrupa Hıristiyan­
larının ayaklanma ve kan dökme gibi zorlukları olmuşsa, Os-

127
inanlılar da birçok zorluklarla savaşmak zorundadır. Bunlar,
yerel ve tarikatçı peşin hükümler, parti eğilimleri, halkın kıs­
kançlık ve nefretleri gibi şeylerdir. Bu halktan bazıları ezelden
beri, nüfuz etmeye imkân olmayan çöl ve dağlık bölgede ya­
şarlar ve burada kargaşa çıkarırlar. Her şeyden önce bu karı­
şık halkın bilgisizliğiyle uğraşmak lazımdır.
Bununla beraber, Osmanlı İmparatorluğu, uyruklarının
durumunu iyileştirmeyi elden bırakmadı. Haraç ya da gayri
Müslimlerce fert başına ödenen vergiyi kaldırarak, Müslüman
vatandaşlarıyla aralarında kıskançlık yaratan duruma son ver­
di, dinini terk eden gayri Müslimlerin çarptırıldıkları ölüm ce­
zasını kaldırdı, böylece vicdan hürriyetini ilan etti. Eğer daha
ileri herhangi bir kanıt gerekirse, bunun başarıyla uygulanma­
sıdır. Hıristiyanlar dini serbestlikten tam anlamıyla yararla­
nıyorlar, devlet bunların kaynaklarını emerek onların refahına
engel olmuyor. Güvenilir Rus ve Ingiliz yazarları, kişisel göz­
lemleriyle; öteki ülkelerin köylülerinin güzel evleri, zengin bah­
çe ve arazileri, hayvanları, her yerden görünen kiliseleriyle
Bulgarların rahatlıklarına imrendiklerini doğrulamaktadırlar.
Hatta bunların durumlarının Müslümanlarınkinden daha üs­
tün olduğunu ilave ediyorlar; durum böyle olunca, düşmanla­
rının BabIâli’ye karşı layık gördükleri gaddarlık, zulüm ve
adaletsizlik üzerinde ileri sürülenlerin sağlam temele dayan­
dığını kabul etmek zordur. Düşmanların yanlı oluşu ve belki
Osmanlı ırkına olan antipatileri, dahası hükümetin sorumlu
tutulamayacağı kötü kişilerin yaptıkları birkaç olay, onları bu
iddiaları kabule meylettirmektedir,
Yalnız Türkiye’nin önceki durumunu bilenler, Türkiye’de
şimdi oluşan büyük değişiklik ve iyileştirmeleri doğru bir şe­
kilde değerlendirebilirler. Bunlar, yapılanları birkaç yıl önce
imkânsız sanırlardı. Dahası yapılanların yanında daha yapıla­
cak birçok şey vardır, bunlar zaman ve sükûnet ister, dahası
bu yapılanlar anayasal bir hükümet ve bir parlamentonun oluş­
masına yol açtı. Tanınmış, parlamenter deneyimiyle fikrine
saygı duyulan İngiltere’nin İstanbul temsilcisi şöyle diyor: «Bel­
ki Avrupa’daki bu türden millet meclisleri bile, bundan daha
saygın, akıllı ve muteber insan topluluğu gösteremez. Nitekim
bu meclis bağımsızlığın ve ulusal duygularm kanıtını hemen
vermiştir. Böyle bir meclis, yönetimin daha iyi örgütlenmesi­
ne, yeni müesseselerin güçlenmesine, çeşitli ırk ve mezhep­
lerin daha mükemmel birliğine, ekonominin uygulanmasıyla
128
ağır vergilerin kalkmasına, milli ihtiyaçlara göre milletin işle­
rinin görülmesine bir güvence teşkil etmiştir.
Parlamentonun tesisinin, Avrupa ülkelerini bir taklit ol­
duğu, Müslümanların buna antipati ile baktıkları kabul olu­
namaz. Din doktoru Hamit bin Abidin açıkça şöyle der; «Al­
lah’ın yarattıklarına yararlı olduğu zaman, yabancıları taklit
etmek yasaklanmamıştır.»
Yirmi yıl önce mevcut olmayan bir kamuoyunun, hızla oluş­
ması ek bir güvencedir. Bunun nedeni Türkçe, Arapça, Rum­
ca, Ermenice ve Bulgarca ile çıkarılan ve İmparatorlukta ge­
niş ölçüde yayımlanan gazeteler ve kimi dergilerdir. Bu yayınlar­
da ulusal işlerle ilgili kimi konuların yayımından başka, hal­
kın ilgisini çeken, Avrupa büyük devletlerinin politikaları, ye­
ni buluşlar, bilim ve ileri gelen devlet adamlarının biyografi
ve konuşmaları gibi çeviriler de bulunmaktadır. Herkes tara­
fından kabul edilmelidir ki, Doğulular doğuştan zeki ve çabuk
kavrayışlıdırlar. Bu yayınlar halkın şaşılacak ölçüde hızla ay­
dınlatılmasına ve eğitimine yardımcı oldular. Şimdi dükkân
sahiplerinin, hatta aşağı tabakadan halkın Times, Daily News,
Debats, Constitutionnelle, İndependance, Belge, L’Italie ve ben­
zeri yabancı gazetelerde çıkan makalelere ilişkin görüşlerini
belirttiklerini duymak bugüne dek bilinmeyen bir olaydı. Gö­
rünen ve devamlı bir şekilde gelişen yukarıdaki değişmeler,
Osmanlı İmparatorluğunun daha iyi şeylere doğru ilerleyişi
karşısında onun geleceğinde umutsuzluğa düşmenin akla ya­
kın bir dayanağı olmadığını gösterir. Halen devlet, hayatiyetin,
enerjinin ve gaye birliğinin yanılmayan kanıtlarını vermiş bu­
lunmaktadır. En iyimser olanlar bile onun bugün elde ettik­
lerini tahayyül edemezlerdi. Eğer Avrupa politikası ona zaman
ve barış sağlarsa, devlet geniş kaynaklan ve üst tabakanın bir­
leşmiş anlayışlarıyla, eski refah ve gücünü yeniden kazanabi­
lir.
Reform lar
Reformların araştırılmasına girmeden önce her vilayetin
sancak, her sancağın kazalara, kazaların birçok nahiyelere ay­
rıldığım belirtmek gerekir. Merkezi hükümete sadece yıllık
sabit bir meblağ göndermekle yükümlü ve buna karşılık em-
rindekilerin yaşam ve ölümleri yetkisiyle keyfince idare eden
maaşsız paşaların yerine, vilayetin yönetimi şimdi bir valiye
verilmiştir. Yali icranın başıdır, defterdarı, maliye müfettişi,

129
dış ilişkilerin olduğu yerde dışişleri müdürü, bayındırlık işleri
müdürü, tarım ve ticaret müdürü, mektupçu, bir sulh baş yar­
gıcı (Müfettiş-i Hükkâmı Şeriye) vardır. Bu müfettişin görevi,
şeriye (medeni ve dini) mahkemelerince verilen bütün hüküm­
leri İstanbul’daki yüksek adli makamlara sunmadan önce tet­
kik etmektir. Vilayette adı geçen yukarıdaki hizmetlerin başla­
rının atanmaları Sultan tarafından yapılır. Yazışmalarını ba­
kanlıkların ve Şeyhülislamın ilgili daireleriyle yaparlarken bir­
birlerini de kontrol edecek şekilde çalışırlar.
Vilayette yukarıda sayılan hizmetleri yürütenlerin başla­
rıyla, ikisi Müslim, ikisi gayri Müslim, seçimle gelmiş olan
dört üyenin de katıldığı idare meclisine, vali başkanlık eder
ve bu meclis vilayet sınırı içinde idari bütün işleri görür, adli
işlere karışamaz, adli işler yalnızca her vilayetin merkezinde
bulunan yüksek adalet mahkemesine aittir.
Bu yüksek adalet mahkemesinin üçü Müslüman, üçü gayri
Müslim seçimle gelmiş altı üyesi vardır ve bu mahkemeye vi­
layetin Müfettiş-i Hükkâmı Şeriyesi başkanlık eder. Sulh ve ce-
<za davalarına bakar, aynı zamanda gerçek ve tüzel kişilerin
mallarıyla ilgili hususları da müzakere eder. Ancak, Müslü-
manlar arasındaki evlenme boşanma, küçüklerin mallarının ida­
resi şeriye mahkemesine aittir, gayri Müslimler arasındaki ay­
nı işler de daha ziyade doğruca Hıristiyan ve Yahudi toplum-
larının dini önderlerinin görev alanlarına girer.
Her ne kadar adalet yüksek mahkemesine Müfettiş-i Hük-
kâmı Şeriye başkanlık ederse de mahkeme, Babıâli tarafından
özellikle gönderilmiş olan bir temsilci tarafından gözlenir ve
incelenir, bu mahkemenin dürüst çalışması hususunda daha
ileri bir garantidir. Mahkeme başkanı kararın uygulanması için
raporunu valiye verir. Valiler, kendilerine verilen yasal yetkiyi
aşamazlar. Ancak bir vali yetkisini aşmışsa, İstanbul’a havale
edilir. Bu mahkeme, her sancak merkezinde aynı nitelikteki
mahkemelerinden olan bir istinaf mahkemesidir.
Yüksek adalet mahkemesinden başka, maaşlı daimi bir
memurun başkanlığında iki yargıç ve dört yardımcısından olu­
şan bir de ticaret mahkemesi vardır. Bu mahkemenin adı ge­
çen dört üyesi saygın ve dürüst tüccarlardan seçilir. Bu mah­
keme alt kademe ticaret mahkemeleri için aynı zamanda bir
istinaf mahkemesidir.
Vilayet Genel Meclisi, vilayet içindeki her sancaktan, iki­
si Müslüman, ikisi gayri Müslim olmak üzere seçimle gelen

130
dört üyeden teşekkül eder. Vali bu meclisin başkamdir. Meclis
yılda bir kez 40 gün için vilayet merkezinde toplanır. Yolların
bakımı ve güvenliği, devlet binalarının yapım ve onarımı, san­
cak ve ilçelerin istek ve ihtiyaçları, tarım ve ticareti geliştir­
mek için neler gerektiği, aynı zamanda vergilerin tarhı ile il­
gili sorunları müzakere eder. Meclisin tartışma ve kararları
tutanağa geçer ve İmparatorluk onayının alınması için İstan­
bul’a gönderilir.
Her üye sancak ve ilçelerin dileklerini meclise sunmak
hakkına sahiptir.

Sancaklar
Sancakların yönetimi de genel olarak, az çok vilayetin
bir benzeridir. Mutasarrıf, Padişahın kararnamesiyle atanır,
her ne kadar valinin maiyetinde ise de Babıâli ile doğrudan mu­
habere eder ve talimatını da ondan alır. Babıâli, sancakta gö­
rev yapacak maliye müfettiş yardımcısı, mektupçu yardımcı­
sını da atamakla birlikte, bunlar vilayet merkezindeki ilgili
mukabil dairelerin başkanlarmın buyruğundadırlar. Görevini
yürütmede mutasarrıfa; oturduğu kasabanın kadısı (hâkimi)
veya müftüsü (ya da adli işler başkanı) gayri Müslim toplum-
ların ruhani önderleri ve ikisi Müslim, ikisi de gayri Müslim
4 daipıi üyeden teşekkül eden bir meclis yardım eder. Bu mec­
lisin görevi, vilayetteki idari meclise benzer ve aynı kısıtlama­
lara tabidir.
Her sancakta bir sulh hukuk ve ceza mahkemesi vardır.
Bunun üçü Müslim, üçü de gayri Müslim olmak üzere 6 üye­
siyle, bir de çalışmalarında yardımcı olmak üzere BabIâli’nin
bir temsilcisi vardır.
Bu mahkeme aynı zamanda, ilçe mahkemelerinin yetki­
lerini aşan bütün davalarda bir istinaf ve bir üst mahkeme ye­
rini tutar. Mahkeme kararları reis ve üyelerce imzalanır ve
Mutasarrıfa gönderilir. Eğer bunlar, kanunen kendisine veri­
len yetkinin dışında iseler, onları vilayet merkezine sunmak
ve alacağı talimata göre hareket etmek zorundadır.
Vilayetin sulh hukuk ve ceza mahkemesinde olduğu gibi
sancak mahkemesi de Müslümanlarla ilgili Şeriyenin, gayri
Müslimlerle ilgili ruhani önderlerin yetkilerine giren konulara
karışmaz. Ayrıca ticaret kanununa göre, sancak ticaret mah­
kemesi tarafından görülecek ticaret davalarına da bakamazlar.

131
İlçeler
İlçe, kaymakamca idare olunur. Kaymakamı da Babıâli ta­
yin eder. İdarede kendisine, üç Müslimle, iki gayri Müslim yar­
dım ederler. Bunlar aynı zamanda; kadı, müftü, gayri Müslim
toplumların ruhani önderleri, ilçe kâtibiyle bunlardan başka
üç üyeden oluşan ilçe meclisinin de üyeleridirler. Meclisin gö­
revi, güvenlik vergilerinin toplanması, bayındırlık, tarım ve
hazine geliri vs. gibi medeni ve mali hususlarla sınırlıdır. Ada­
letle ilgili işlerde mahkeme yetkisi yoktur. Bu gibi işler kadı­
nın başkanlığında üç müslim, üç gayri Müslimden teşekkül
eden mahkemede görülür ve karara bağlanır.
Bu mahkemenin yazılı vs. usulüne uygun olarak onaylan­
mış kararı, kaymakama gönderilir. Eğer o gerekli görürse ka­
rarın uygulanması yetkisi için mutasarrıfa gönderir, fakat ti­
cari muvazalara hiçbir şekilde müdahale edemez, bunlan san­
cak ticaret mahkemesinde görülmesi için oraya havale eder.
Aynı yerde oturan 20 ve daha fazla ailelik bir toplum
(köy veya mahalle), birçok toplumlarda bir nahiyeyi (bucağı)
oluşturur. Her köy ister Müslüman, ister Hıristiyan ya da karı­
şık olsun muhtar ve on iki üyeden oluşan ihtiyar heyetini se­
çerler. Bu seçimde mezhep ayrımı yapılmaz. Bununla beraber
din yetkilisi, bu heyetin tabii üyesidir.
İhtiyar heyetinin görevi, vergi takdir ve toplanması, tarı­
mın geliştirilmesi, ormanların korunması, yolların onarımı ve
nahiye müdürünün verdiği buyrukları yerine getirmekle sınır­
lıdır. Bu heyet, aynı zamanda anlaşmazlıkları dinler ve dostça
uzlaştırır. Ancak ayrı ayrı köylerden olanlar arasmda meydana
gelen anlaşmazlıklar, bunların bağlı oldukları köylerin ileri ge­
lenlerinden 4 veya 12 kişilik bir heyet tarafından görülür.

Osm anlı İm paratorluğunun Seçim Y asasının Özeti


Köylerde seçmen olabilmek için, 18 yaşında olmak ve yıl­
da 50 kuruş (8 şilin) vasıtasız vergi ödemek gerekir. Muhtar ve
ihtiyar heyeti üyesi olmak için, 30 yaşında olmak ve 100 kuruş
(16 şilin) vasıtasız vergi ödemek lazımdır. Seçim yıllıktır. Üye­
ler tekrar seçilebilir.
Nahiyelerde seçmenler bir komite tarafından 150 kuruş (1
sterlin 4 şilin) ödeyen seçmenlerin listesi, iki yılda bir hazır­
lanır, bu kişiler nahiye meclisinin idari ve adli gerekli üye sa-

132
yısınm üç katı adayı, yansı Müslüman olmak üzere seçerler.
Bu liste basılır ve köylerin başlarının oluşturduğu mecliste oku­
nur. Bunlar, bu listedeki adları 2/3’ye indirirler ve mutasarrıfa
gönderirler. Mutasarrıf, bunların içinden en çok oy almış olan­
ları seçer.
Sancaklardaki seçimde de bu liste, bir kurul tarafından
hazırlanır. O da sancak meclisi ve mahkemesi için gerekli sa­
yının üç katı adayı seçer ve liste, nahiyelerinin temsilciler mec­
lisine sunulur. Bu meclis de listeyi aldıkları oylara göre kotada
gerekli görülen sayıya indirir ve mutasarrıf da gereken sayıyı
tayin eder.
Vilayetlerde seçmen listesiyse, 500 kuruş (4 sterlin) vası­
tasız vergi veren ve okuma yazma bilenleri kapsamak üzere
sancakların baş memurlarının teşkil ettikleri bir kurul tarafın­
dan hazırlanır. Liste, sancak meclislerinde gerekli üye sayısının
iki katma indirilir ve üyeler bu listeden son olarak Babıâli ta­
rafından atanırlar. Birçok seçim kurullarında bütün dinlerin
önderlerinin resmen üye olmalarını görmek önemlidir.
Açıklanan sisteme göre, 1864’teki imparatorluk örgütü,
1870-71’de vali ve maiyetindeki görevlilerin görevlerini sap­
tamak ve sınırlamak bakımından daha iyi bir şekilde hazırlanan,
ek yasalar ve talimatlarla devam ettirildi. Her ne kadar bu
görevlilerin, vilayette icranın başına bağlı hükümdar tarafın­
dan bu görevlere atanmış olmaları ve ilgili bulundukları bakan­
lıkların daireleriyle doğruca iletişim kurabilme yetkileri varsa
da şahsi prensip ve sorumlulukları da tam olarak mevcuttu.
Aynı biçimde, çeşitli danışma kurul ve meclisleri de ya­
salarla düzenlenmişlerdir. Buna göre, adli işler yürütme maka­
mından tamamıyla ayrı ve bağımsız hale getirilmiştir. Bu, çok
büyük, önemli ve köklü bir gelişmedir. Çünkü yürütme or­
ganlarını, eskiden olduğu gibi adli işlere karışmaktan alıkoy­
maktadır.
1856 Hattı Hümayununun yürütme işlerini daha etkin kıl­
mak ve onun yargılarını kuvvetlendirmek görüşüyle, biri Da­
nıştay (Devlet Şûrası), öteki de Yüksek Adalet Mahkemesi
(Divanı Ahkâmı Adliye) olmak üzere 1870-71’de Padişahın
iradesiyle, iki önemli kurum oluşturuldu.
Danıştay, elli üyeden oluşmakta ve beş kısma ayrılmakta­
dır :
1. İçişleri ve Savunma : Polis, ordu ve denizcilik yetki
makamlarından sunulan yasa ve yönergeleri inceler.
133
2. Maliye ve Vakıflar : Vergi, devlet ve vakıf gelirlerinin
genel idaresiyle ilgili yasa ve yönergeleri inceler.
3. Yasama : Bu kısım medeni, ticari ceza yasalarıyla, bu
yasaların uygulanmasında mahkemelerin bağlı olacakları yön­
temlerle ilgili konulan hazırlar. Ayrıca, yönetim ile adli ma­
kamlar arasında çıkabilecek çatışmalara da bakar.
4. Bayındırlık, ticaret ve tarım.
5. Eğitim.
Danıştay başkanı olan bakan ile, bölüm başkanları, üye­
ler, genel sekreter hükümdar tarafından atanır.
Yukarıda açıklanan görevlerden bağımsız olarak Danıştay,
Sultan ve bakanlıklarca kendisine havale edilen sorunlarda, vi­
layet meclislerince önerilen iyileştirme ve geliştirme konula­
rında da görüşünü bildirir.
Danıştay, gizli oyla ve çoğunlukla karar alır, genel kurul­
da olsun ya da bir bölümde olsun yapılan tartışmaların tuta­
nakları ve kararlan gerekirse başbakana sunulur.
Divanı Ahkâmı Adliye (Yüksek Adalet Divanı)mn başın­
da da bakan derecesinde bir kişi bulunur. Bu, biri temyiz
mahkemesi, biri de nizamiye mahkemesi olmak üzere iki bö­
lüme ayrılır.
Temyiz Mahkemesi biri medeni, öteki cezai iki bölüm
olup, Avrupa’daki temyiz mahkemelerine verilen görevleri ya­
par. Normal mahkemelerden gelen dosyalan, yasayla konulan
ilke ve yöntemlere uygunluğu bakımından, davaların değeri­
ne bakmaksızın inceler.
Nizamiye Yüksek Mahkemesi, Divanı Ahkâmı Adliyeden
kendisine gönderilen her türlü davaya bakar. Başvuracak baş­
kaca özel bir istinaf mahkemesi olmayan davalarda, kendisi­
ne başvurulduğunda bunları inceler, suçüstü mahkemeleri gibi
özellikle önemli olan bütün davalarda kararını bildirir. Bir ce­
za mahkemesinin ya da üyelerinden herhangi birinin karak­
teri, onun dürüstlüğünü kuşkulu kılıyorsa, bu mahkemenin
verdiği ceza hükmü için de başvuruyu kabul eder.
İstanbul’da bağımsız olarak kurulan mahkeme ve meclis­
ler, vilayetlerdeki teşkilatlar gibidir. İkiye ayrılmış bir tica­
ret mahkemesi vardır. Bunlardan biri ticari muamelelerden
doğan, diğeri deniz işleriyle ilgili anlaşmazlıkları çözümler.
Bundan başka bir de ticaret istinaf mahkemesi vardır. Bunlar
ticaret ve denizcilik bakanlığı dairesi içindedirler. Bu daire, ti­
caret ve denizcilik işlerini yürütür.
134
Ticaret mahkemesinin bu iki branşının başkan ve başkan
yardımcılarıyla, dört sürekli yargıcı, hükümdar tarafından ata­
nır. Bu mahkemenin 8 asli üyesi bakanlıkça hiçbir ayrım ya­
pılmaksızın merkezde 5 yıl oturan, 30 yaşını doldurmuş, ta­
nınmış bir kişilik kazanmış, dürüst, yetenekli ve ticari yasaları
iyi bilen, güvenilir, namuslu tüccarlar arasından seçilir.
İmparatorlukta bu mahkemelerin kurulmalarıyla aynı ta­
rihte, hükümet çoğunlukla Fransız, İtalyan ve Hollanda yasa­
larından alman medeni, ceza, ticaret ve denizcilikle ilgili ya­
saları yayımladı.
Bu yasalara ek olarak, İmparatorluğun politik ve yönetim
teşkilatına ait bir dizi yasa daha çıkarılmıştır. Bunlar; Danıştay,
Divanı Ahkâmı Adliye, Zabtiye Nezareti, vilayet ve belediye­
ler, belediye zabıtası gibi bütün devlet dairelerinin görev ve
ödevlerini açıkça belirtmişlerdir. Bunlar; esnaf loncaları, ver­
gi, gümrük, ordu, sanayi, bayındırlık, özlük haklan, gayri
menkul hakkı, ipotek vs. gibi kanunları kapsar.
Görevlerini uygulama sırasında yaptıkları yanlış işlerden
suçlanmış devlet memurlarının yargılanma ve cezalandırılma­
larıyla, ulema heyetinin, hukuk doktoru, ilahiyat doktoru gibi
sınıflandırılmaları ve bunlardan vasıflarına göre, naiblik veya.
şeriye (sivil ve dini mahkeme) hâkimliğine seçilme usulleri
hakkında 1868’de yayımlanan yasaları da bir reform olarak
belirtmek gerekir.

K am u ve Özel Eğitim
Osmanlı topraklarında kamu ve özel okullar üzerinde çok
yanlış anlamaların bulunması dolayısıyla, bu konu ve daha ziya­
de erkek çocuk ve bir yaşa kadar kızların eğitimlerinin yasayla
zorunlu kılınması gibi önemli bir konu üzerinde bazı ayrıntılı
bilgiler vermek ilginç olabilir. Eğitim kurumlan, biri devlet
(halk), öteki özel okullar olmak üzere ikiye ayrılır. Devlet okul­
ları doğrudan devletin kontrolü altındadır, özel olanlar her
ne kadar özel şahıslar tarafından kurulmuşlarsa da bütünüyle
devlet kontrolü dışında da değillerdir.
Devlet okullan 5’e ayrılır, l ’incisi sübyan (ilk) okulları,
2’incisi rüştiye (ilkokulun üstü), 3’üncüsü idari (hazırlık oku­
lu), 4’üncüsü sultaniye (lise) ve 5’incisi âliye ya da özel okullar­
dır.

135
Bir kentin her mahallesinde, her köyde ya da gerekli ise
birçok mahalle ve köy için birleştirilmiş bir ilkokul vardır.
Eğer buralarda halk Müslim ve gayri Müslim olarak karışık
ise, gayri Müslimler için de ikinci bir ilkokul vardır.
Kız ve erkek çocukları için 4 yıllık zorunlu bir eğitim var­
dır. Bunlara, kendi dilleriyle, okuma, yazma, aritmetik, coğ­
rafya ve Türkiye tarihi öğretilir. Dini eğitimleri ruhani lider­
lerine bırakılır.
Mahalle ve köy okullarının yapım ve bakım masrafı ora­
da yaşayanlarca karşılanır. Rüştiyeler, 500 haneye kadar olan
küçük şehirlerde kurulur.
Her toplum, ne türden olursa olsun, kendi rüştiyesi olma­
sı hakkına sahiptir. Bu okulun, 40.000 kuruşu (320 sterlini) aş­
mamak üzere, yıllık masrafı vilayet eğitim konseyimin ödeneğin­
den sağlanır, öğrencilere, kendi dinleri, Türkçe, Arapça, Fars­
ça dilbilgisi, yazı, aritmetik, muhasebe, düz resim, basit geomet­
ri, dünya tarihi, orada en çok konuşulan gayri Müslim top-
lumlardan birinin dili öğretilir ve isteğe bağlı olarak Fransız­
ca da öğretilir.
Sınavlarını başarıyla vermiş olan öğrencilere bir belge ve­
rilir. öğrenciler bu belge ile, 1000 haneli kasabaların üstünde
bulunan kentlerdeki idadiye başvurma hakkını kazanırlar.
idadiler, karma okullardır. Bu okullara rüştiyeleri bitiren
Müslim, gayri Müslim bütün öğrenciler kabul olunur. Burada
önceki eğitimlerine ek olarak, 3 yıllık bir eğitim verilir. Türkçe,
edebiyat, kompozisyon (kitabet), hitabet, siyasi iktisadın öğe­
leri, tabii tarih, cebir, geometri, ölçme usulü, fizik kimya ve
resim öğretilir. Bu dersler Eğitim Bakanlığınca atanan aylıklı
ve İstanbul’daki normal yüksek okul mezunu 6 öğretmen ta­
rafından verilir.
Rüştiyelerde olduğu gibi yılda 80.000 kuruşa (64 sterline)
kadar olan harcamalar vilayet eğitim konseyince yapılır.
Teşvik amacıyla idadilere bazı ayrıcalık ve özel haklar ve­
rilmiştir. iyi derece ile bitiren öğrenciler, bu avantajlardan ya­
rarlanmaya hak kazanırlar.
Devlet eğitim sistemine göre; idadiyi bitiren öğrencileri
yatılı olarak kabul etmek üzere her vilayet merkezinde bir sul­
taniye (lise) olması zorunludur. Her toplumdan okul giderleri­
ni karşılayacak gücü olmayan fakat zekâ ve yeteneklerini
göstermiş olan öğrencilere verilmek üzere belli miktarda burs
tesis edilmiştir. Bu okullar yarı yatılı ve gündüzlü öğrencileri

136
de aldıkları gibi, rüştiyelerden yetkinlik belgesi almış öğren­
cileri de okulun fen koluna değil, edebiyat kısmına kabul eder­
ler.
Her sultaniyeye 8, 12 maaşlı öğretmen verilir. Dersler ana­
litik ve tasviri geometri, cebir ve onun geometriye uygulan­
ması, trigonometri, astronomi, kimyanın güzel sanatlara uygu­
lanması ve tarımı kapsar.
Vilayet eğitim konseyinin kontrolünde olan sultaniyenin
yıllık harcamalarını konseyin gelirleriyle karşılamasının ola­
naksız olduğu durumlarda, hükümet sultaniyelerin açığını ka­
pamaktan sorumludur.
İstanbul’da bir adet deneme niteliğinde bir kız rüştiyesi
vardır. Bütün İmparatorlukta henüz kurulmamışsa da bu ko­
nudaki yasayla ilgili olarak birkaç nokta gözden kaçırılmama­
lıdır. Bu yasaya göre, Müslim, gayri Müslim ve öteki kızlar
için birer rüştiye kurulacaktır. Ancak gayri Müslim kızları
için rüştiyenin kurulması o toplumun 500 aile olması koşuluna
bağlanmıştır.
Dört yıllık eğitim, din, dilbilgisi, yazı, kompozisyon, ahlak,
ev idaresi, tarih, coğrafya, hesap, muhasebe, resim, suluboya
ve istenirse müzik konularını kapsar.
Eğitim her okulda kızın bağlı olduğu toplumun dilinde
yapılır ve din eğitimi de kendi ruhani önderine bırakılmıştır.
Kız ilkokulundan diplomaları olmayanlar, kız rüştiyesine sı­
navla alınırlar. Her ne kadar son zamanlarda bazı yerlerde
azalmış ise de kız çocukların eğitimine karşı kimi önyargılı
eğilimlerden başka, yetkili kadın öğretmen kıtlığı da Osmanlı
Hükümetinin karşılaştığı zorluklardan biridir.
Bu zorluğu yenmek için, İstanbul’da 50 genç kadının ka­
tıldığı bir seminer kurulmuştur. Buraya mezhep farkına bakıl­
maksızın ilkokulu ve rüştiyeyi bitiren bayanlar katılabilmek­
tedir. Ancak bunlardan diplomaları olmayanlar varsa, sınavla
seminere katılırlar. Seçme sınavı sırasında bunlarda, atandıkları
ilk ve rüştiye okullarındaki dersleri kendi dillerinde okutabile­
cek yeterlikte olmaları aranır. Bu okullar için büyük kentlerde
vilayet eğitim konseyince 40.000 kuruşluk yıllık ödeme yapı­
lır.
Bu amaçla çeşitli kategorideki devlet okullarına öğretmen
yetiştirmek için, İstanbul’da bir yüksek okul açılmıştır, öğret­
menlik mesleğini seçeceklerde aranan nitelikler üzerinde ay­
rıntılara girmeye gerek yoktur. Şunu belirtmek yeter: Okul

137
iki kısma ayrılır. Her kısımda devletin eğilim kurumlannda
okutulan çeşitli konularda eğitim verilir, ayrıca bunlara Os­
manlI yasaları, hukuku, mantık, tasarı geometri, mekanik,
jeoloji, topografya, resim, Türkçe, Fransızca alıştırma ve çe­
viri dersleri eklenir.
İstanbul’da bir de üniversite kurulmuş olup, giderleri dev­
letçe karşılanmaktadır. Üniversitede edebiyat, hukuk, fizik ve
doğa bilimleri olmak üzere 3 fakülte vardır. Fizyoloji, psikolo­
ji, mantık, hitabet, tarih felsefesi, doğal kanunlar, Arapça,
Farsça, Türkçe, Rumca, Latince, metrik sistem, dünya tarihi,
arkeoloji, meslek uzmanlığı, İslam medeni ve ruhani yasaları,
Roma yasası, Fransız medeni kanunu ve usulü, ticaret, deniz­
cilik ve ceza kanunu, devletler hukuku, siyasal ekonomi, astro­
nomi, fizik, kimya, jeoloji, madencilik, biyoloji, zooloji, geo­
metri, trigonometri, difarensiyel hesap, mekanik, fizik ve doğal
bilimler okutulur.
Üniversite rektörü eğitim bakanının önermesiyle Sultan ta­
rafından atanır. Üniversitenin bir kitaplığı vardır. Buradan,
profesörler, sosyal bilimlerde lisans sınavlarına hazırlanan öğ­
rencilerle. medeni kanun doktoru öğrenciler yararlanırlar.
Eğitim bakanının başkanlığındaki Devlet Halk Eğitim Kon­
seyinin biri bilimsel, öteki yönetimsel olmak üzere iki bölümü
vardır. Bu konsey, İmparatorluktaki bütün devlet okullarını
yönetir. Konseye hükümetten ve yüksek adalet mahkemesin­
den 2’şer danışman, İslam ilahiyat doktoru 2 ulema, her gayri
Müslim toplumunun bir dini önderinden oluşan bir heyet yar­
dım eder.
Konseyin bilimsel kısmının bir başkanı ve Osmanlı uyru­
ğu daimi maaşlı 8 üyesi Avrupa’daki üniversitelerin benzeri
branşlarından sayısız onur üyesi vardır. Görevi, güzel sanatlar­
da ve bilimde en iyi kitabı çevirmek ve incelemek için, seçme
en iyi yazar ve çevirmenleri ödüllendirmektir. Bu amaçla hü­
kümet, bir milyon kuruş (800 sterlin) ödenek ayırır.
Yönetimle ilgili bölümde, bir başkan iki başkan vekili,
2’si Müslüman, 2’si gayri Müslim 4 müfettiş olmak üzere 6
maaşlı üyesi vardır. Bunlardan başka, üçüncü bir gayri Müs­
lim de genel sekreterdir. Bu bölüm bütün okulları, vilayet eği­
tim konseylerini, kütüphane ve müzeleri yönetir, kontrol eder.
Profesörlerin atanmasını sağlar. Eğitim bütçesini hazırlar, hü­
kümete sunar.

138
Vilayet merkezlerinde bulunan eğitim konseyleri, devlet
eğitim konseyinin şubelerini oluştururlar. Bunlar, rektörün
başkanlığında, Sultan tarafından atanan, biri Müslim, biri
gayri Müslim iki rektör yardımcısı, bir sekreter, bir veznedar,
bir muhasip (hepsi maaşlı), her biri kendi bölgelerinin başı
tarafından seçilmiş ve valinin teklifiyle eğitim bakanı tarafın­
dan atanan, hepsi de maaşsız olan 4 ya da 10 üyeden oluşur.
Vilayet eğitim konseyleri, okullarda yapılacak iyileştirme­
ler, vilayetin eğitim ödeneği, devletin yardım tahsisatının kontro­
lü, kütüphane ve basımeviyle ilgili hususlarla devlet eğitim
konseyinin talimatlarını yerine getirir. Kısacası, eğitimle ilgili
bütün işlerde merkezdeki devlet eğitim merkeziyle yazışırlar.
Yukarıda sıralanan devlet okullarından bağımsız bir Mek-
teb-i Sultani vardır. 1868’de İstanbul’da çeşitli mezheplere
bağlı 600 çocuğu devlet memuriyetlerine hazırlamak için ku­
rulmuştur. Devlette her kapı onlara açıktır. Buraya girecek­
lerin yüksek okulda beş yıllık eğitim görmüş olmaları şarttır.
Eğer bu eğitimi görmemişlerse, Sultani’de 8 yıl okumaları ge­
rekir. Tıp, kimya ve hukuk tahsili yapmak isteyen öğrencilerin
Latince bilgisi olması gerekmektedir.
Rumca, Ermenice, Bulgarca dilleri zorunlu olmakla bir­
likte öğrencilerin kendi dini önderleri ya da ana babalarının is­
teğine göre dini ayinlerine katılmaları için gerekli eğitimin ve­
rilmesi zorunludur.
Sultani okulları Avrupa’daki benzerlerine göre kurulmuş­
tur ve jürinin önünde açık bir sınavı başaran öğrencilere lisans,
edebiyat, fen, hukuk, tıp doktoru dereceleri verilir. Başarılı
olan öğrenciler hükümet hizmetlerindeki mevkilere, idari ve
adli konseylere, yüksek idari kademelere ve profesörlüğe de
adaydırlar.
Bu eğitim yasa ve yönergeleri İmparatorluğun fazla uzak
vilayetlerine gerektiği gibi götürülememiş olabilir. Ama Os­
manlI İmparatorluğunun ırk ve mezhep ayrımı yapmaksızın
bütün uyruklarına serbest bir eğitim vermek için, övgüye de­
ğer güvence vermesi dolayısıyla ona tam anlamıyla güvenilme­
lidir. Osmanlı Hükümeti; Müslümanların koyu bağnazlık ve
bilgisizliğiyle, eğitimden doğacak yararları göremeyen ve de­
ğerini takdir edemeyen bazı uyrukların önyargılarıyla, kendi
toplumlarının aydınlanmasıyla, onlar üzerindeki kontrollerinin
tehlikeye düşebileceğinden korkan doğu kiliselerinin dini ön­
derlerinin bazılarının karşı çıkmalarıyla mücadele etmek zo­

139
rundadır. Buna benzer zorlukları diğer ülkeler de yaşamışlar­
dır, ancak burada bir fark vardır. Bu ülkelerde hükümetler,
çoğunlukla bir milletle uğraşmışlardır, böyle olunca eğitimle
ilgili yasaların uygulanmasında daha az zorluklarla karşılaş­
mışlardır, halbuki Türkiye’de bu müşküllerin çapı daha büyük­
tür. Çünkü hükümet, yeniliğe karşı eskiden elde ettikleri hak
ve ayrıcalıklarına sıkıca bağlı çeşitli ırk ve din toplumlarmın
ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bütün bunların üstünde
bu toplumlar, devlet okullarının sürdürülmesine gönüllü ola­
rak asla yardım etmezler. Bu şartlar altında gayri Müslim uy­
rukların çocuklarını, kendi istekleri ve ırk ayrımlarını muha­
faza yönünde yetiştirme haklarından mahrum bırakma, daha­
sı onları baskı altında tutma suçlamasını azaltmak için hükü­
met, dikkat ve basiretle hareket etmeye mecburdur.
Profesörlerle, öğretmenlerinin bilgili olmalarının yanı sıra
politikadan uzak durmaları gibi basit bir şarta bağlanması,
özel ve özgür okullarm kurulması için müsaade ve yetki ver­
mekteki tam hoşgörüden kaynaklanır. Eğitim konusunda Os­
m a n lI Hükümetinin c a n l a n d ı r d ığ ı özgür ruha bundan d a h a bü­
yük bir kanıt gösterilemez.
Ortodoks, Birleşik Rum, Yakubi, Katolik Ermeni, Bulgar,
Protestan, Maruni, Geldani, Suriye, Yahudi gibi toplumlarm
bulunduğu bütün kasaba ve büyük şehirlerde bulunan bu top­
lum okullarından başka, yerli Hıristiyan toplum liderlerince
bir ölçüde kuşku ve kıskançlıkla görülen; Fransisken keşiş­
leri Lazarist ve Cizvitlerin İngiliz ve Amerikan misyonerleri,
Alman kadın diyakonlarmm (hayırseverlerinin) yardımcı hem­
şireleri ve diğer dinler tarafından İmparatorluğun her tarafın­
da kurulmuş birçok eğitim kurumlarına Türk makamları saygı
gösterir ve onları korurlar.

Gayri M üslim Toplum larm R uhani Ö nderlerinin H ak


ve M uafiyetleri
Kudüs’ün Halife Ömer’e tesliminde Ömer, Patriğe, Hıris­
tiyan dininin serbestçe icrasını içeren bir anlaşmayı garanti et­
ti. Böylece, özellikle dinsel işlerini yürütmeleri, kiliselerini
ve mallarını yönetme, evlenme ve boşanma, vasiyetin uygu­
lanması, küçüklerin mallarının idaresi, kendi toplumları içinde
zaman zaman onlara yol göstermek için yayımlanan kurallara

140
aldırış ve itaat emmeyenlere bazı kısıtlamalarla ceza verilmesi
gibi, hukuki işleri de kendilerine bıraktı.
Fatih Sultan Mehmet zamanından beri Ortodoks Rum ve
Ermenilere olmak üzere, sadece iki kilisenin varlığı tanınmış­
tı. 1856’daki Hattı Hümayunun getirdiği son derece hoşgörü
ruhu içinde, her ne kadar bu iki kilisenin itirazı olmuşsa da,
yabancıların etkisiyle Protestan, Birleşik Rum, Birleşik Erme­
ni, Maruni ve Bulgar kiliselerine de sonradan ilk iki topluma
başlangıçta verilen bütün hak ve ayrıcalıklar tanınmıştır.
Gayri Müslim toplumların, vilayet mahkeme ve meclis­
lerinde üye seçimine bağımsız olarak katılmaları, bu kurum-
larda gayri Müslim üyelerin hazır bulunmaları bazı durum­
larda, kendi dindaşlarını himaye bakımından yeterli görül­
müştü. Patrik Başpiskopos ve Piskoposları bu yasal haktan
faydalanıyorlar, bir sıkıntı ve adaletsizliğe karşı güven ve ko­
rumada daha ileri bir adım olarak da; yerel makamlara baş­
vuruyorlardı. Eğer protestoları göz önünde tutulmazsa, Ba-
bıâli tarafından, yazışmalarda bir aracı olarak, özellikle atan­
mış bulunan kapı kâhyası denilen bir ofis vasıtasıyla İstanbul’a
durumu yansıtıyorlardı.
Yeni kilise ve sinagokların yapılması üzerinde önceleri
konulan bütün engeller kaldırıldı. Şimdi sadece yerliler değil,
yabancılar da yapım ve takdis işlerini yapabiliyorlar. Bu ayrı­
calıktan yararlanarak özellikle yabancıların, Hıristiyan halkı­
nın bol olduğu en kalabalık bölge ve kasabalarda kurdukları
kendi kilise, okul ve manastırlarını bulmak mümkündür. Ame­
rikan misyonerleri bu olayı kanıtlarlar.
Osmanlı Hükümetinin hoşgörüsünün daha ileri bir kanıtı
olmak üzere; kilise, manastır, hastane, dispanser, ye­
timhane, hacı misafirhanelerinin gerekli ihtiyaçları; ister yer­
li, isterse yabancı dini toplumlara ait olsun, kutsal papaz giy­
sileri, kitap, astronomi ve diğer aletler, her çeşit levazım, ma­
dalya, ilaç, kısacası ihtiyaç duyulabilecek bütün maddelerin
(hayır kurumlarınm hemşireleri ve papazlarının kullanmala­
rı için enfiye dahil), çok serbest bir ölçüde gümrük vergisin­
den muaf olarak ithali söylenebilir.
Bundan başka, gayri Müslim toplumların ayin ve dini
törenlerinin serbestçe yapılmasını sağlamak ve korumak için,
bunları tehdit ya da diğer maksatla karışanları cezalandırmak
üzere de bir yasa çıkarılmıştır. Müslüman halkın saygısını sağ­
lamak için; askeri birliklerin bulundukları yerdeki nöbetçi,

141
Müslüman yüksek rütbedeki zevata yapıldığı gibi önünden pat­
rik veya başpiskopos geçtiği zaman onu tüfekle selamlar. Hü­
kümet hizmetinde bulunan bir Hıristiyanın cenaze töreninde de
aynı saygı örneği gösterilir. Bundan başka bu törenlere; doğu
kiliseleri tarafından kullanılan haç ve diğer dindarlık alamet­
leriyle birlikte cenazeye saygı kıtası da eşlik eder.
Osmanlı Hükümeti, Hıristiyan ve Yahudi uyruklarını mem­
nun etmek için yalnızca kıskançlık yaratan ayrıcalıkları gider­
mek, İmparatorluğun genel idaresinde hisselerini ve yerlerini
vermek, onları da Müslümanlarla aynı ölçüde yükseltmek, çok
eskiden beri kendilerine verilen hak ve ayrıcalıkları güvence
altına almak ve genişletmek için, aralıksız bir çaba harcamış­
tır. Ancak bununla kalmamış, aynı zamanda bunları ve baş­
ka çıkarlarını pekiştirmek için; hükümdarca onaylandıktan
sonra devletin yasal gücünü taşımak koşuluyla, ruhani ve ulu­
sal işlerinin idaresi için yasa hazırlamaları amacıyla gayri Müs­
lim toplumlarca genel meclisin toplanmasını emretmiş ve on­
lara yetki de vermiştir.
Kısaca belirtilen bu dunjmları ortaya koyarken, Babıâli,
yalnızca Müslümanlardan değil, başka dini toplumların birbir­
lerine karşı olan ve yabancılarca desteklenen tahammülsüzlük
ve kıskançlıklarından doğan bazı direnmelerin de üstesinden
gelememiştir. Bu artık dillere düşmüş bir konu olarak kabul
edilmelidir, toplumların birbirlerine karşı daha ılımlı ve hoş­
görülü olmalarını teşvik etmek İslam hükümetine düşer. Bu
onun sürüp gelen onurunu arttıracak bir konudur.
Yeniçerilerin kazan kaldırdıkları sıralarda, uzun yılları
kapsayan bir devrede Yunan Patriği, himaye için Rusya’ya
yönelmiştir. Nitekim Rusya’nın 1827’de BabIâli’ye savaş aç­
masının nedenlerinden biri, Ortodoks Rus kilisesi ruhani ön­
deri kabul edilen patriğin cesedine karşı yeniçerilerin yap­
tığı hakaretti. O zaman bu devlete himaye için çağrıda bulu­
nan Yunan Patriği ve kilise konseyi, şimdi bu davranışla hiç
bağdaşmayan bir tutum içine girerek, Başpiskopos ve piskopos­
lara gönderdiği bir genelgeyle bugünkü savaşı yalnızca, hak­
sız iddiaların tersine, Hıristiyanlarla ilgisi olan başkalarının
çıkarlarını kolaylaştırma taahhüdü olarak suçlamakla kalma­
mış, aynı zamanda kilise müdavimlerine, kanuni hükümdar­
ları Sultanın ordularının başarısı için onları manen ve madde­
ten destekleme çağrısında bulunmuştur. Dahası, bütün Yunan
kiliselerinde de her pazar bir dua okunmasını buyurmuştur.
142
Tarafsız, hatta kuşkucu bir gözlemci, 1856’dan beri ya­
pılan işlerin Hıristiyanların memnuniyet ve hoşnutluklarını ge­
rektiren ve tartışma götürmeyen bir nokta olduğunu kabul
etmek zorundadır. Eğer daha başka kanıt gerekirse, bu, pisko­
pos ve Filibe Bulgar ileri gelenlerinin Babıâli’ye yaptıkları
beyanatta bulunabilir. Bu mesajda, İmparatorlukta yapılmak­
ta olan ve günden güne artan reformlarla, hiçbir mezhep ve
sınıf farkı gözetilmeksizin bütün uyrukları arasında tam bir
eşitliğin sağlanması için sarf edilen çabalar gösterilerek, Rus­
ların kendi görüşleri için, onlara zorla yüklemeyi arzu ettik­
leri uydurma iyileştirmelere, ihtiyaç olmadığı bildirilmekte­
dir.
Hıristiyanların orduya alınmalarına izin verilmediği sü­
rece tam eşitlik prensibinin sağlanmayacağı anlaşılmaktadır.
Buna yanıt olarak da şikâyeti gerektiren konuların hükümete
değil, bizzat Hıristiyanlara bağlı olduğu söylenebilir. Bu ilke
tam olarak uygulanmalıdır, diyerek istekli görünürlerken, as­
kere alınmama ayrıcalığında da aynı derecede heveslidirler.
Nitekim çok yakın bir zamanda, İstanbul'dan bir miktar kişi­
nin askere alınması teklifine karşı, protestoda bulunmuşlar ve
Babıâli, baskı suçlamasından kaçınmak için, buna boyun eğ­
mek zorunda kalmıştır.
TUNUS F.O . « 4 /6 3 , s. 12-27, No. 25
Türkiye,
No. 1 (1878), s. 503 - 519, No. 574

No. 47

Server Paşadan, M usurus Paşaya


(14 A ralıkta M usurus Paşadan, K ont Derby’e gönderil­
m iştir)
BABIÂLİ, 28 Kasım 1877

Sultan kendi arzusuyla 20, 40 yaşlarındaki sağlıklı bütün


erkeklerden gerek merkezde, gerekse vilayetlerde, muhafız
(asayiş) birliklerini kurmuştu ve bu iş, son derece memnuniyet
verici sonuçlar yaratmıştı.
Sultan bugün gereğinde yurt savunmasında da görev al­
mak üzere 150.000 kişilik bir yedek ordu kurulmasını buyur­
muştur. Bu birliğe muhafız birliklerinden de askerler katıla­
caktır.

143
Bu birliklere Müslüman ve gayri Müslim herkes katıla­
caktır. Böylece eşitsizlik önlenmiş olacaktır.

Ek : M uhafız Yedek O rdunun K urulm ası: Son iki yıl


içinde İmparatorlukta şimdiye kadar görülmemiş şekilde asayişin
bozulması ve nihayet Rusya’nın gittikçe artan ihtirası sonunda
içine girilen savaş dolayısıyla bu teşkilatın kurulmasına gerek
duyulmuştur. İstanbul’da kurulmuş bulunan ve vilayetlerde
de kurulacak olan bu asayiş birlikleri, öncelikle bulunduğu
kentin asayişini gerektiğinde de savunmasını sağlayacaklar ve
yeni kurulacak olan 150.000 kişilik yedek orduya da birlik ve­
receklerdir.
Böylece İmparatorluğun Müslim ve gayri Müslimleri ara­
sındaki eşitsizlik kalkacak ve eli silah tutan 20, 40 yaşlarındaki
her vatandaş yurdun savunmasına katılacaktır. İstanbul’da ku­
rulan muhafız birliği gerektiğinde İstanbul’u, Edirne’de kuru­
lan da Edirne’yi ve Bolayır gibi bazı stratejik noktaları savuna­
caktır.
F.O . 424/63, s. 100 -101, No. 162 (Ek. 162/1)
Türkiye, No. 1 (1878), s. 541-542, No. 595 (E k -595/1)

No. 48

A. H . Layard’dan, K ont Derby'e


No. 1418
İSTANBUL, 28 Kasım 1877
(Alındı, 8 Aralık)

Osmanlı ülkesinden Rusya’ya göçen ve fakat geri dönmek


isteyen 500 Ermeni ailesinin eski topraklarına dönmeleri için
İngiliz Hükümetinin, Rusya nezdinde Osmanlı uyruğu hakkın­
da aracılıkta bulunması için Başvezire ricası.
F.O . 424/63, s. 55, No. 61c
Türkiye, No. 1 (1878), s. 529, No. 282

144
No. 49

Konsolos R icketts’ten, K ont Derby'e


No. 139
T İFL İS, 28 K asım 1877
(Alındı, 10 Aralık)

Tiflis’te çıkan Mesbuik gazetesinin verdiği bilgiye göre :


Rus kuvvetleriyle Rusya’ya gelen Ermeniler yaklaşık
5500 - 6500 arasında. Bir kısmı dönmek istiyor. Gazetenin ifa­
desine göre, bunlar işsiz ve sefil vaziyette; bir kısmı da Rus-
lar Türkiye Ermenistanı’nı işgal ederlerse, o takdirde yerlerine
dönmek istiyor.
F.O . 424/63, s. 62 - 63, No. 77

No. 50

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby'e


No. 1444, Gizli
İSTANBUL, 4 Aralık 1877
(Alındı, 13 Aralık)

Lord Lyons’un, bana geçen ayın 20’sinde ve 328 sayı ile


gönderdiğiniz, gizli yazısını büyük bir ilgiyle okudum. Rusla­
rın barış koşullarından biri olarak Ermenistan'ın tümünü ya
da bir kısmını talep etme niyetleri dolayısıyla bu yazı, Majeste­
leri hükümetince üzerinde önemle durulmaya değer.
Bu, İngiltere Hükümetini özellikle ilgilendiren sorunlar­
dan biridir. Rusya ile Türkiye arasındaki barış koşulları üzerin­
de Avrupa devletleri kayıtsız görünüyorlar. Rusya’nın sınırının
değiştirilmesi ve Asya’daki vilayetleri kendi topraklarına ekle­
meye zemin teşkil edecek kapalı bir iki cümlenin anlaşmada
yer alması, bu devletlerce pek önemli gibi görülmezse de İn­
giltere için hayati önemi vardır. Rusların Ermenistan’ın bütü­
nünü veya bir kısmını alması bizim doğudaki nüfuz ve çıkarı­
mız için tehlikelidir. Bu itibarla onu, bundan alıkoymak bize
düşer. Biz bugünkü şartlar altında öteki devletlerin yardım
ve desteğine pek bakamayız. Bu bakımdan bu sorunu, iş işten
geçmeden düşünmeliyiz.

145
Ermenistan’ın (Doğu Türkiye) ys. da onun Doğu kısmının
Ruslara bırakılması, dört bakımdan tartışılabilir :
1. Orta Asya ve Hindistan’daki Müslüman halk üzerin­
de olan etkisi,
2. Rusya’nın Küçük Asya ve İran’da daha ileri bir istila­
ya gitmesini kolaylaştırması,
3. Bunun neticesi, bizim Hindistan’la olan doğrudan
ulaşımımıza etki etmesi,
4. Dolayısıyla İngiliz ticaretine etkisi.
Şimdi bu noktaları biraz daha açalım;
1. Rusların böyle bir başarısı, onun prestijini yükseltir
ve İngiltere’nin bile buna engel olamadığı kanısı, Küçük Asya
ve Hindistan halkında bir kamuoyu yaratabilir. Bu görüşü,
Kaşgar’ın Yakup Hanı gibi birçok ileri gelenler paylaşmak­
tadır. Türk gazeteleri bu birinci bakış açısını İngiltere’nin bu
savaşta yardımını istemek için ileri sürmüş olabilirse de, Rus­
ların böyle bir başarısının Hindistan’ın Müslüman halkı üze­
rindeki etkisi küçümsenemez.
2. Rusların Batum, Kars ve Van’ı ele geçirmeleri, ileri­
de Türkiye ve İran’a doğru yapacakları hareketi kolaylaştırır.
Ayrıca gerek Küçük Asya, gerekse bütün İran’ı onun lütfü
altına sokar. Batum, Kuzey ve Doğu Karadeniz’in tek limanı­
dır. Buraya sahip olmakla, Azerbaycan’a, Kuzeydoğu Anado­
lu’ya ve hatta Boğazlara yapılacak bir harekâtta etkili olur.
Batum, Rusların Karadeniz’deki harekâtına bir üs olur. Bura­
dan Kars’a kolayca yönelinebilir ve bütün Ermenistan’a egemen
olma yolu açüır. Batum ve Kars’a sahip oluş, ona Doğu Ana­
dolu’nun kapılarını açar. Erzurum ve Trabzon Ruslara veril­
mese bile, Kars ve Batum’a sahip olması onun Fırat ve Dicle
havzasına ulaşmasına olanak sağlar. Eğer Van, Bitlis ve Muş’u
ele geçirmek isterse, bu hareket kolay olur, dahası Dicle ve
Fırat’a sarkmak kolaylaşır. Rusları, Ermenistan platosundan
daha ileri geçirmemek gerekir. Böylece Türkler, Ermenistan’ı
kaybetseler bile, tutunacakları bir yere sahip olurlar.
Rusların Orta Asya’nın bağımsız ülkelerini türlü oyun­
larla ele geçirmeleri halinde durum, daha da kötü olur. Rus-
lar bu devletleri istila etmek için türlü bahaneler bulabilir. Ni­
tekim Osmanlı devleti onunla yaptığı mücadelelere bu kadar
uyduğu halde, o gene de bu savaşa bir neden bulmuştur.
Rusların Hindistan üzerine harekâtını düş ürünü kabul
146
edenler vardır. Fakat durumu iyice incelersek, bu olasılığın
düş olmaktan çıkabileceği görülür. Karadan Buhara üzerinden,
Basra Körfezinden de denizden karşıya ve Bombay’a ulaşıl­
ması yabana atılamaz. Bunlar ne kadar olanaksız gibi görünse
de bir devlet adamının bütün olasılıkları düşünmesi zorunludur.
3. Rusların yapabilecekleri bir hareketin İngiltere’nin Hin­
distan’la olan ulaşımına etkisi konusu bana, deneyimli diplomat
Lord Lyons’un yazısını anımsattı. Fransızlar kara ve deniz
kuvvetlerini hızla yenüemektedirler. Dahası, gözleri Mısır’a
çevrilmekte ve bizim bu ülkedeki nüfuzumuzu kıskanmakta
devam etmektedirler. Doğu sorunlarıyla ilgili bir konferansta,
Fransa'nın Mısır’ı Türkiye’den ayırma önerisi beklenebilir ve
orada belki ortak bir himaye tavsiye edebilmesi uzak bir ola­
sılık sayılmaz. Eğer Fransa fırsat bulsa, Mısır’da tam hâkimi­
yet kurabilmek için elinden geleni yapar. Bence en kötü hare­
ket, budur. Herhangi bir harekette bizim Süveyş’ten mahrum
edilmemizin tehlikesi büyüktür. Bu nedenle Hindistan’a ula­
şacak, başka bir yol bulmak son derece önemlidir. Bu Fırat
ve Dicle vadileri olabilir. Fakat, Ermenistan ve bu vadilere
yaklaşma yönü Ruslara kaptır ılırsa, bu yol bizim için artık gü­
venilir olmaz. Şayet bunlar Osmanlı Hükümetinin elinde olur­
sa, biz ancak o zaman emin olabiliriz. İstanbul’u İran Körfe­
zine bağlayan bir demiryolu yapımı hem bizim, hem de Tür­
kiye’nin çıkarmadır. Türkiye’nin dostluğu ve yardımıyla bunu
sağlayabilir ve böylece, Süveyş’ten bağımsız, Hindistan’a ula­
şan bir yola kavuşabiliriz.
4. Rusya'nın Ermenistan ve Batum’a sahip olmasının ti­
caretimize olan etkisi açıktır. Limana ve Kars’a sahip olan
Ruslar, Türklerin Asya topraklarına ve Kuzey İran’a giden
yolu ele geçirmiş olurlar. Böylece şimdi Trabzon ve Erzurum’
dan geçen ticaret yolu Batum’a yönelir. Böylece İngiliz mallan
ağır vergilerle karşı karşıya kalır ve belki de engellenir, büyük
bir olasılıkla da Batı Asya ile olan şimdiki ticaretimiz kesin­
tiye uğrar.
F.O . 424/63, s. 86-89, No. 124

147
No. 51

Büyükelçi Layard'dan, K ont Derby’e


No. 1459
İSTANBUL, 8 A ralık 1877
(Alındı 21 Aralık)

Yerel gazetelerde yayımlandığına göre, dün Ermeni toplu­


mu Patrik Nerses’in başkanlığında toplanmış ve Sultanın tez­
keresi okunarak, Ermenilerin muhafız birlikleri için silah altı­
na alınmaları, oya konmuş ve oybirliğiyle kabul olunmuştur.
Patriğin güvenini kazanmış bir Ermeninin söylediğine göre
BabIâli’nin bu önlemi, Ermeni toplumunca sevinçle karşılan­
mıştır.

Ek : Gazeteden Özet
Yukarıdaki bilgilerin aynı. 5000’i aşkın Ermeni, delegelerin
etrafım sarmış, bu işin yapılması için kilise mensuplarından ve
papazlardan bir kurul oluşturulmuştur. Sultana dua edilmiş ve
topluluk oldukça düzenli bir şekilde dağılmıştır.
F. O. 424/63, s. 146, No. 277
Türkiye, No. 1 (1878), s. 561, No. 612, (Ek. 612/1)

No. 52

K onsolos Zohrab’dan, K ont Derby’e


No. 131, Siyasi
ERZURUM, 8 Aralık 1877
(Alındı, 1 Ocak 1878)

Hükümetin vilayetten sürekli para ve yiyecek istemesi;


küçük memurların yolsuzluğu ve soygun, sonuçta halkı yiye-
ceksiz bırakmıştır. Şu anda kentte Müslim, gayri Müslim aç
aileler vardır. Şayet âcil yardım gelmez ve kar bastırırsa bir­
çok yuvalar sönecektir.
F.O . 424/66, s. 1, No. 1

148
No. 53

Server Paşadan, M usurus Paşaya


(14 A ralıkta M usurus Paşa tarafından, K ont Derby’e
ulaştınldı)
tel. İSTANBUL, 13 Aralık 1877

Padişahın Meclisi açış konuşması; özellikle gayri Müslim-


lerm bundan böyle askere alınmaları kararıyla, anayasanın ge­
reği olan reformların, savaş içinde olunmasına karşın, devam
ettirileceğini, eşit halkın eşit görevi olacağını vurguluyor.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 543 - 544, No. 598

No. 54
Büyükelçi Layard'dan, K ont Derby'e
No. 1478
İSTANBUL, 13 Aralık 1877
(Alındı, 21 Aralık)

Padişahın ikinci meclisi açış konuşmasında hazır bulunan


Büyükelçinin gözlemleri : Gayri Müslimlerin dini önderleri he­
men bakanların gerisinde yer almışlar ve bundan çok memnun
olmuşlar. Tören, çok gösterişli idi. Bu meclise seçilen kişiler,
birinci meclistekilerden aşağı değiller, ülkeye iyi hizmet vere­
ceklerdir,
F. O. 424/63, s. 151, No. 285
Türkiye, No. 1 (1878), s. 564, No. 616

No. 55
Lord A. L oftus’tan, K ont Derby’e
No. 694
ST. PETERSBURG, 17 Aralık 1877
(Alındı, 24 Aralık)

Rus askerleriyle birlikte giden, fakat bu kez kendi top­


raklarına dönmek isteyen Ermeni ailelerinin bu isteklerinin kar­
şılanması için Rus Hükümetine verdiği nota.
F.O . 424/63, s. 170, No. 323 (E k -323/1)
Türkiye, No. 1 (1878), s. 572, No. 623 (E k -623/1)

149
No. 56

Büyükelçi Layard’dan, Kont Derby’e


No. 1495
İSTANBUL, 18 A ralık 1877
(Alındı, 27 Aralık)

Osmanlı Ermenilerinin kent muhafız askerliğine katılma­


ları yolunda Padişahın buyruklarım sevinçle kabul eden Erme­
ni toplumu ve Patrik, Plevne’de Osman Paşanın yenilmesi ha­
beri dolayısıyla Prens Reuss’un baskısıyla şimdi bu fikirlerin­
den dönmekte ve Patrik çok zor duruma düşmüş bulunmak­
tadır.
F .O . 424/63, s. 185, No. 352
Türkiye, No. 1 (1878), s. 579, No. 633

No. 57

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby’e


İSTANBUL, 19 Aralık 1877
(Alındı, 27 Aralık)

Padişahın Ermeni asıllı Ohannes ile Rum asıllı Kara-


todori Efendileri müşir rütbesiyle vezirliğe ataması.
Türkiye, No. 1 (1878), s. 579, No. 634

No. 58

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby’e


No. 1523
İSTANBUL, 28 Aralık 1877
(Alındı, 7 Ocak 1878)

Şehir muhafızlığına kaydolunan 3 Hıristiyanın Padişahın


yaverliğine atanması. Dışişleri Arşiv D. Müd. Ellias (Ermeni),
Mihran Beyin oğlu (Ermeni) ve Aristarchi Bey (Rum) Erme-
niler arasında iyi etkiler yarattı.
F.O . 424/66, s. 24, No. 51

ISO
No. 59

Büyükelçi Layard’dan, Kont Derby’e


No. 1526
İSTANBUL, 29 Aralık 1877
(Alındı, 10 Ocak 1878)

Padişaha 3 değil, 5 Hıristiyan yaver atanmıştır (Yorgaki,


Ellias yarbay rütbesiyle, Edgar, Pangiri, Hatem, başçavuş rüt­
besiyle).
F.O . 424/66, s. 32, No. 70 (E k -70/1)

No. 60
Konsolos M uavini B iliotti’den, K ont Derby’e
No. 7, Siyasi
TRABZON, 9 Ocak 1878
(Alındı, 28 Ocak)

Rusların Kars’ı işgali üzerine Ermenilerin Müslümanlara


baskısı dayanılmaz hale gelmiş ve Müslümanların silaha sarıla­
rak isyan ettikleri, Rus komutanı Melikoff’un isyanı bastırdığı
öğrenilmiştir.
F.O . 424/66, s. 111-112, No. 225

No. 61
Konsolos M uavini B iliotti’den, K ont Derby’e
No. 21, Siyasi
TRABZON, 27 Ocak 1878
(Alındı, 13 Şubat)

Padişahın şehir muhafızları oluşturmasıyla ilgili kararını


yerine getirmek üzere kurulan karma komisyondaki Ermeniler;
gayri Müslimlerin bu teşkilata gönüllü girebileceklerini, oysa
Müslümanların bunu mecburi tuttuklarını ileri sürerek komis­
yondan çekilmişler, karar için kendi toplumlarına danışacak­
larını söylemişlerdir.
F .O . 424/67, s. 2İ5-216, No. 502

İS İ
No. 62

Büyükelçi Taylor’dan, Kont Derby’e


No. 17
TAHRAN, 14 Şubat 1878
(Alındı, 12 Nisan)

Tebriz’deki konsolosumuz Karadağ’daki Ermenilere İran’ın


Mahmut Han ve Cilibenti aşiretlerince kötü muamele ve zulüm­
de bulunulduğunu bildirdi. Bu konuda İran Dışişleri Bakanlığına
durumu bildirdim. Tebriz’deki Konsolosumuz Bay Abbott’a hü­
kümetin ne önlem aldığını, Iran Dışişlerinin, suçluları cezalan­
dıracağı hakkında bana verdiği bilginin uygulanıp uygulanma­
dığını sordum. İran Dışişlerine yazdığım yazıyla aldığım cevabı
ilişikte sunuyorum.

Ek : T ahran İngiliz Elçisi Tom son’dan, İran Dışişleri


B akanına
31 Ocak 1878

Tebriz’deki konsolosumuzdan, Karadağ bölgesindeki Hı-


ristiyanlara Mahmut Han ve Cilibenti Aşiretlerince işkence ya­
pıldığını öğrendim. Oysa Şah, bu gibi şeyleri yasaklamıştı. Bir
köyde 6 kadının mücevheri ile 95 tümeni (İran lirası) çalınmış
ve yerlilerce de işkence yapılmıştır. Mahmut Han, kızgın demir­
le işkence yaparak saray köyünden 275 tümen almış ve sonradan
köy talan edilerek her şeyi alınmış, bir kadın da öldürülmüştür.
Geçen ay da Rus topraklarında çalışanlardan evlerine dönen
36 Ermeni işçisi, Mahmut Hana hizmet eden Mahmut Yar ta­
rafından soyularak 1700 ruble paralarıyla, silah ve elbiseleri
çalınmıştır. Ayrıca 700 tümen hükümet vergisi de hak ve yetki­
leri olmadığı halde alınmıştır.
Iran Hükümeti, İran’da yaşayan bütün toplumların hakla­
rını verdiğini ve böyle yolsuzluklara, kim olursa olsun, izin ver­
meyeceğini göstermelidir.

İran D ışişleri Bakanından, Tahran İngiliz Elçisi Tom-


son’a
Bu, hükümetimizin içişlerinden biridir ve sizin yazınızdan
önce özellikle bu konuda gereken talimat içişleri Bakanlığın-

152
ca gönderilmiştir. Hiçbir şey ihmal edilmiş değildir. Eğer olay
doğru ise suçluların cezalandırılmaları için Azerbaycan makam­
larına kesin emir verilmiştir.
F. O. 424/69, s. 145, No. 250, (E k -250/1, 250/2)

No. 63

Büyükelçi Layard'dan, K ont Derby'e


No. 828
İSTANBUL, 8 Mart 1878
(Alındı, 15 Mart)

İsteğim üzerine General Arnold KembalPın Rusya ile Tür­


kiye arasındaki ilk barış anlaşmasının XIX. maddesinde Rus-
lara terk edilen topraklar üzerindeki görüşü ile, bir harita ek­
lidir.

Ek : Korg. Kemball Tarafından M emorandum


8 Mart 1878

XIX madde, Rusya’ya bırakılan Kars, Ardahan, Batum,


Beyazıt ve Soğanlı Dağına kadar uzanan bölge, ona geçiciy­
miş gibi maksatlı bir tanım veriyor. İlk göze çarpan, Karade­
niz kıyısından İran’a ulaşan ticaret yolunun bu koparılan böl­
gede kalmasıdır. Eğer bu yol İngiliz ticaretine kapatılırsa, çıka­
rımız ne ölçüde olur?
Rusların kullandığı haritada Soğanlı Dağından geçen sınır
bile bile bazı noktalarda yanlış geçirilmiştir.
Bu şartlar altında sınırın askeri önemi üzerinde durmak
boşuna olur. Bu sınırla, bir yandan Trabzon Mamahatıın, di­
ğer yandan Muş ve Van yöresi Rusların insafına bırakılmıştır
ve hiç kuşkusuz bu arazi, onun ilerideki saldırı gücünü güçlen-
Girecektir
F.O. 424/68, s. 176, No. 328 (Ek -328/1)

153
No. 64

Büyükelçi Layard'dan, Kont Derby'e


No. 365, Gizli
İSTANBUL, 18 Mart 1878
(Alındı 29 Mart)

Bugün Ermeni Patriği Nerses’in mektubunu size postala­


dım. Hatırlayacağınız gibi Patrik geçen yıl, Ermenilerin Türk
idaresinden memnun olduklarını, Rusya’ya geçmektense Türk-
lerin idaresinde olmayı tercih ettiklerini, dahası askere alına­
rak Türk topraklarını savunacaklarını söylemişti. Bugün beni
ziyaret eden aynı şahıs; o zamanki şartlar öyle idi, bugün du­
rum değişti, zira Rusların başarıları ve barış anlaşmasına Rus­
ların Ermenistan’ın idari reformu hakkında bir madde koymuş
bulunmaları, evvelki durumu kökünden değiştirdi, demektedir.
Kendisinin vaktiyle Türkiye’yi desteklemesi yüzünden bugün
Ermenilerin kötü duruma düşmüş olduklarım, toplumun kendi­
sini sorumlu tuttuğunu ve taşlayacaklarını; Rusya’ya bırakı­
lan Ermeni topraklarıyla ırkdaşlarının büyük bir kısmının Rus­
ya’ya transfer olmuş olacağını; Türkiye Avrupasındaki Hıristi-
yanlara özerklik verilmek üzere olduğunu; bu durumun ken­
dilerine de aynı ayrıcalığın verilmesine yol açtığını, bilhassa
Van ve Beyazıt’ta Kürtlerin saldırısı dolayısıyla Müslümanlar-
dan nefret ettiklerini; bu durumun düzelmesi için Babıâli’ye
yapılan başvuruların boşuna olduğunu; Ermenilerin şimdi ken­
di haklarını almaya kararlı olduklarını; diğer yerlerdeki Hıris­
tiyanların da aynı şeyi yapacaklarını; adaletten ve Avrupa mü­
dahalesinden istediklerini alamazlarsa Rusya’ya başvuracakla­
rını ve ona iltihak edinceye kadar huzursuzluğu devam ettire­
ceklerini söyledi.
Patrik şöyle devam e tti: Ermeni toplumunun büyük bir
bölümü Rusya’ya verilen topraklara göç etmeye hazırlanıyor­
lar. Eminim ki Berlin Kongresinde, Avrupa, kendi kendisini ida­
re eden Ermeni heyetini olumlu karşılayacaktır.
Patrik, Prens Bismark’a gönderilen, onun yardımı ve aracı­
lığım isteyen bir mektubun kopyasını bana gösterdi. Patrik bu
mektubu Reuss aracılığıyla gönderdi. Reuss bildiğiniz gibi Er­
meni toplumu liderleriyle son zamanlarda yakın temastadır ve
maksat onları Sultana olan bağlılıklarından sıyırarak Rus po­
litikasını geliştirmektir.

154
Patriğe Ermenistan’dan neyi kastettiğini sordum; Van,
Sivas, Diyarbakır’ın büyük bir kısmı, Kilikya Krallığı (Suriye’nin
kuzey sınırı), Tarsus Dağlarından denize kadar olan geniş sa­
hayı kapsadığını beyan etti. Buralarda nüfus çoğunluğunun
Müslümanlarda olduğunu hatırlatmam üzerine, evet öyledir,
ama Müslümanlar da idareden şikâyetçidirler, kendilerine mal
ve can güvenliği getirecek Hıristiyan idaresini kabul ederler,
dedi. Kongrenin bunu kabul edeceğini zannetmediğimi söyle­
dim, yanıtında, eğer kabul etmezlerse bu bölge kendisini Rus­
ya’ya ilhak ettirinceye kadar ayaklanacaktır dedi. Patrik daha
sonra Rusya Gürcistan ve Ermenistanında sivrilmiş Ermeni ge­
neralleri ve erleri bulunduğunu, onların kendileriyle ilgilendik­
lerini ve temasları olduğunu, basit bir rahip olan kendisinin
dünyevi bir emeli bulunmadığını, ama halkının bu arzularına
karşı çıkamayacağını belirtti.
Osmanlı Avrupasındaki Hıristiyan toplumlara verilen özerk
kurumların, İmparatorluğun öteki bölgelerinde ne gibi etkin
yankıları olacağını evvelce arz etmiştim. Ermenilerin bu hare­
keti de onlardan aldıkları örneğin bir sonucudur. Aynı hare­
keti Suriye dahil, diğer bölgelerdeki Müslüman ve Hıristiyan
toplumlarda da er geç beklemeliyiz. Belki Afrika’dakiler de
BabIâli’den tamamen kopmayı arzu edeceklerdir. Osmanlı İm­
paratorluğunun parçalanması belki bazıları için istenen bir hu­
sustur. Fakat İngiltere en azından bunun neticesine hazır olma­
lıdır. Patriğin çizdiği Ermenistan’ı, bu bölgede yaşayan halkı
tamsalar, bugünkü yarı muhtar durumlarını bile artık sürdü­
remeyeceklerini anlarlar. Onlara istediği muhtariyetin verilme­
sinin sonu Rusya’ya katılmaktır. Patrik de bunu uzun uzadıya
düşünmektedir. Eğer Rusya Suriye’ye kadar uzanan bu Küçük
Asya parçasını kendine katarsa, bu ne dereceye kadar İngilte­
re’nin çıkarına olur? Bana öyle geliyor ki, Rusların bu davranı­
şı Beyazıt’m güneyine kadar Doğu Ermenistan’ı ilhakla sonuç­
lanacaktır.
Patrik, bana söylediklerinin gizli kalmasını, şayet Türk ma­
kamları tarafından duyulursa kendisinin müşkül durumda ka­
lacağını rica etti.
F .O . 424/68, s. 346 - 348, No. 639

155
N o. 65

Büyükelçi Layard’dan, Kont Derby’e


No. 383, Gizli
İSTANBUL, 20 Mart 1878
(Alındı, 29 Mart)
BabIâli’de yüksek mevkide bulunan bir Ermeni beni dün
ziyaret ederek gizli kaydıyla şunları söyledi: Ermeni toplumu­
nun ileri gelenleri yeni muhtar bir Ermeni vilayeti için bir ana­
yasa tasarısı hazırlıyorlar ve bunu Berlin Kongresine sunmayı
düşünüyorlar. İngiltere’nin bunu destekleyeceğini de umut edi­
yorlar. Avrupa’da Hıristiyan toplumlarına kendi kendilerini ida­
re etme hakkı verilmek üzere bulunduğu şu sırada, Asya’da ken­
dileri için de aynı ayrıcalığı istemekte kararlıdırlar. Bir Ermeni
devleti kurulmasında sakınca yoktur. Kilikya’nın Ermenistan’a
dahil edilmesine itiraz edebilir, ama burası eski bir Ermeni
Krallığıdır. Eğer Kongre Ermenilerin haklı isteklerini kabul
etmezse, istediklerini alıncaya kadar tahrikte bulunacaklardır.
Ayrıca yabancı yardımıyla bu işi başaramazlarsa, kendilerini
tamamen Rusların ellerine bırakacaklar ve hatta Türk idare­
sinde kalmaktansa Ruslara katılmalarına bile razı olacaklardır.
Arkadaşlarının hazırlamakta olduğu bu tasarıyı Ingiltere
Hükümetine, Kongreye sunması için gönderip gönderemeyece-
ğini sordu. Dicle Krallığının geri verilmesi üzerinde fazla ce­
saret vermeden ve tasarının zatıâlinizce uygun mütalaa olun­
ması yolunda sunulması hususunda da kendimi bağlamadım.
F. O. 424/68, s. 354, No. 644

No. 66

Büyükelçi Layard’dan, K ont Derby'e


No. 401, Gizli
İSTANBUL, 25 Mart 1878
(Alındı, 5 Nisan)

İngiltere’nin yardımıyla kurulmak istenilen Ermeni eya­


letiyle ilgili tasarıyı, o kendisine güvenilir Ermeni bana verdi;
ilişikte sunuyorum. 18 Martta size gönderdiğim Ermeni Patri­
ğinin mütalaasına uyuyor. Sadece Kilikya’nm muhtar Ermeni

156
vilayetine ithali yok. Bu zatın söylediğine göre Patrik Nerses,
Ayastafanos’taki Rus karargâhıyla bağlantılıdır ve buradan ba­
zı Ermeni görevlileri de Petersburg’a gönderilmişlerdir. Anla­
dığıma göre eski Patrik Khorem Nar Beyle, kiliseden bir baş­
ka tanınmış bir kişi bu işle görevlendirilmişlerdir. Memoran­
dumda ayrıca, Ermenistan’ın özerkliğinden yana harekete ge­
çen kişilerin niyeti, Kongrede kendi davalarını savunmak için
oraya bir temsilci göndermektir.
Bu ilişik belge; Avrupa’daki Türk topraklarında kurul­
mak üzere bulunan özerk kuruluşların benzerlerinin Asya’da
kurulması mahiyet ve hedefini gütmekte, bu yolda kışkırtıcılık
etmektedir. Bu hareketler, Doğuda bizim çıkarlarımızda etkili
olacak ciddi sonuçlar yaratabilir. Memorandumda Kırım Sa­
vaşından sonra Ingiltere Ermenistan’a «bir tür özerklik sağla­
mayı düşünmüştü» diyor. Bunun söz konusu olduğunu anım­
samıyorum, eğer öyle olsaydı, Ermenistan’da ve Ermenilerde
gördüğüm çıkarın mütalaasından haberim olurdu. O gün­
lerde özerklik doktrini moda değildi. Düşünülen husus İngil­
tere’ce; Türk idaresi altında bütün toplumlara Müslim, gayri
Müslim iyi bir idare ve gerekli himayenin sağlanmasıydı. Kuş­
kusuz, doğru olan da buydu. Ancak bu biçim, er geç Türkiye
idaresinden koparak Rusya’ya bağlı yan bağımsız bir eyaletin
teşkiliyle tamamen farklı bir şeydir.
Ermeniler, sempati gösterilmeye, düşünülmeye ve İngil­
tere’nin yardımına değerler. Kuşkusuz, onlar için Kongrede
bir şey yapılmalıdır, özellikle Küçük Asya’nın doğu vilayetlerin­
de gelecekte iyi ve adil bir idare ile onları, Kürtlerin devamlı
saldırısından koruyacak önlemler gereklidir.
Ermeniler kendi ülkelerinde, sakin, çalışkan, tok gözlü,
genelde tarımla uğraşan, Müslümanlarla iyi ilişkilerde bulunan
insanlardır. Müslümanlar da Kürtlerin yasadışı hareketlerinden
acı çekmektedirler. Ermeniler İstanbul’da ve başlıca şehirlerde
refah içinde yaşayan banker ve tüccarlardır. Bazıları Babıâli’de
itimat isteyen mevkilerde bulunmaktadırlar ve kendilerine si­
yasi görevler bile verilmiştir. Diğerleri zengin Türk ailelerinin
ve yüksek mevkideki şahısların memurlarıdır ve böylece ha­
tırı sayılır bir nüfuzları vardır. Türkiye’nin dışında, örneğin
Hindistan’da da başarılı tüccarlardır ve sanıyorum zekâ ve dü­
rüstlükleriyle nam salmışlardır. Rusya’da çok sayıda Ermeni
ticaretle uğraşır. Bazıları da Rusya kazalarının büyük olasılık­
la yerlisidirler. Savaş zamanında ordunun yüksek komuta mev­

157
kilerine getirilmişlerdir, bana söylendiğine göre General Meli-
kof f ve öteki iki general Ermeni asıllıdır.
Türk idaresindeki bütün Hıristiyan toplumlannın içinde
Ermeniler, Müslüman uyruklu arkadaşlarıyla en fazla barış için­
de içlidışlı yaşayanlardır. İstanbul Ermenilerinin Türkçe konuş­
maları Rumlardan daha çok olup Türklerle samimi ilişkiler
içindedirler. Onları memnun etmek, Rusya’ya yardım ve koru­
ma için başvurmalarına engel olmak için onlara adalet ve ser­
besti içinde muamele edilmelidir. Ingiltere bu maksatla maddi
yardımda bulunabilir. Halen kendi kendini yönetmekten bütü­
nüyle yoksun bir eyalete özerlik vermenin iyilikten çok kötülük
getirmesi muhtemeldir ve sonuçları da İngiliz çıkarlarına çok
ters düşer.

Ek : M emorandum
Sırbistan diplomatik ajansı eski tercüman ve sekreteri, ay­
nı zamanda Ermeni Ulusal Konseyi Üyesi M. T. TERKHAN,
benimle bir görüşme yaparak son olaylar dolayısıyla Ermeni top-
lumunun çoğunluğunun duygularını açıkladı. Bu görüşme, Pat­
rik Nerses’in bilgisi dahilinde idi. Esasen Patrik, kraliyet temsil­
cisiyle bunları gizli olarak görüşmüştür. Mavi kitaba geçmemek
kaydıyla aşağıdaki hususları belirtiyorum.
Ermeniler ve Patrik sonunda Rusya tarafından yutulmaya
varacak bir Rus himayesini arzu etmiyorlar, bu milliyetlerini
de kaybetmek olur.
Gerek Nerses’in Ayastafanos’ta Rus karargâhına, gerekse
Petersburg’a Ermeni delegelerinin gitmesi sadece ihtiyati bir
tedbir olup, özellikle Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere terk
edilmemeleri idi. Grandük, Ermenilerin isteğini dikkate ala­
cağım vc anlaşmanın bu maddesinde, Ermenistan’da bir Rus
heyetinin nezaretinde reform yapılmasına, yer vereceğine iliş­
kin söz verdi.
Adı geçen maddenin son kısmı, Ermenileri memnun etme­
miştir. Çünkü, sözde Rusların himayesinde yapılacak bir re­
form, sonradan Bulgaristan’da olduğu gibi, ileride Rusların
yönetimi ellerine almasına açık kapı bırakacaktır.
Rusların bu projesi, geçmişten esinlenerek, Ermenilerin
maksatlarına hizmet etmiş olmayacaktır.
Ermeni toplumu, Türkiye’deki Hıristiyan Ermenilerin çı­
karlarının Berlin Kongresinde görüşülmesini sağlamak ama­

158
cıyla, temsilcisini Kongre katında bir memorandumla gönder­
meye karar vermiştir.
Bu memorandumda; Rusya’ya karşı bir ifade bulunma­
yacak, Ingilizlerin de çıkarlarım telif edecek şekilde Lübnan’da
olduğu gibi bütün büyük devletlerin güvencesinde, Fırat havza­
sında kurulacak bir Ermeni muhtariyetinin, görüşülmesi ola­
nağı sağlanacaktır.
Bu çözüm biçimi, Hindistan yoluna karşı yabancıların nü­
fuzunu ve Rusların bu ülkedeki himayeciliğini ortadan kaldıra­
caktır.
Bu özerklik aşağı yukarı kendi ülkelerinin köklü bir re­
formu sayılacaktır. Karadeniz’den Akdeniz’e kadar tarafsız bir
devlet olarak ve Rusların güneye sarkmasına karşı bir set ola­
caktır.
Ingiltere, Kınm Savaşından sonra Ermenistan’a bir tür
özerklik vermeyi düşünmüştü. Fransa, Ingiltere’nin maksadına
aykırı olarak, Türkiye’deki politikasını yürütmek için Erme-
nileri Katolikliğe sevk etmektedir. Ermeni kilisesiyle, Anglosak­
son kiliselerinin birliğine hiçbir engel yoktur. Böylece Anglo­
sakson kilisesi, Türkiye’de Ermeniler için okul vs. gibi tesisler
kurarak, bu halkın iyileşme ve gelişmesine yardım ettiği gibi,
Ingiliz nüfuzunun pekiştirilmesine de yardım etmiş olur. Sonuç­
ta, Ingiliz himayesi altında sanat ve sanayide gelişeceklerini Er­
meniler de umut etmektedirler. Rusların projesi Ermenileri bir
kışkırtıcı olarak kullanmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Kuşkusuz Ermeniler içinde Rusya’ya eğilimi olanlar vardır.
Rus taraftarı olanlar Babıâli’de de vardır ve onlar da aynı fikir­
dedirler. Ancak aydın olan kişiler de bunun sakıncalarını açık­
ça söylemektedirler. Bunlar, Rusların idaresine geçmektense,
Türklerin idaresinde olmayı tercih ederler. Ingiltere, milliyet­
lere saygı gösteren bir devlettir özerk bir idare kurulması, Do­
ğunun çıkarma olacağı gibi, Rumeli’nde olduğu gibi, Rusların
Asya’da bir tehdit yaratacak güce erişmesini de önleyecektir.
Bundan başka Türkiye ile Rusya arasında bir tampon olacak
ve Ruslar ikide bir Osmanlı devletinin içişlerine sataşma ba­
hanesi bulamayacaklardır. Bu özerk idarede kalacak olan Müs­
lüman halk da bozulmuş bir idareden kurtularak saygın, mede­
ni bir yönetime kavuşmaktan mutluluk duyacaktır.
Bu özerk Ermenistan’ın sınırları şöyle olacak: Karade­
niz’de Giresun ve Samsun arasında Khalya’nın ağzına yakın bir
noktadan Chalkairla vadisine Gumudu Hani’ye kadar; güneyde

159
Fırat’a, Eguine, scnra Birecik’e kadar nehri takip edecek, Atu
ile Harru arasına kadar, Diyarbakır’ı bırakarak Hudut Dağında
İran sınırına dayanacak.
F. O. 424/69, s. 54-55, No. 107 (107/1)

No. 67
Lord Lyons’dan, M arki Salisbury’e
No. 338
PARİS, 9 Nisan 1878
(Alındı, 10 Nisan)

Ermeni eski Patriği Hrımyan’ın Fransız Dışişleri Bakanı


Woddington’u ziyaret ederek Ermeni özerkliği için destek rica
etmesi ve Nubar Paşa ile birlikte Londra’ya bizzat İngiliz Hü­
kümetini ikna için gitmeleri, Fransız Dışişleri Bakanını Hrım-
yan’a; Ermenistan’ın Batılı devletlerin yaklaşımının ötesinde ol­
duğunu söylemesi.
F .O . 424/69, s. 122, No. 214

No. 68
M arki Salisbury’den, Büyükelçi Layard’a
No. 470
DIŞİŞLERİ, 11 Nisan 1878
Anadolu Ermeni vilayetleri reformu hakkında Ermeni Pat­
riğinin Kont Derby’e gönderdiği muhtıranın aynen İngiliz Se­
natosuna sunulduğunun kendisine tebliğ edilmesini.
F. O. 424/69, s. 144, No. 247

No. 69
İstanbul Erm eni P atriğinden, M arki Salisbuıy'e
İSTANBUL ERMENİ PATRİKLİĞİ,
13 Nisan 1878
(Alındı, 6 Mayıs)
İngiltere’nin Konferansta Doğu sorununa, barışçı bir yol­
la adalete dayanarak bir çare aramasını şükranla karşılıyoruz.

160
Şu an, Türk Ermenilerinin kaderi, ülkenizin elindedir. Temsil
ettiğim halk ilgilenmeye değer bir toplumdur ve sizden bugün­
kü durumda onu korumanızı diliyorum. Bu halk, dünyadaki ilk
loplumlardan biridir ve Hıristiyanlığı ilk önce kabul edenler­
dendir Barbarların işgaliyle bağımsızlığını yitiren Ermenistan,
milliyet duygusunu daha da kuvvetlendirmiştir. Şimdi o diliy­
le, bağımsız kilisesiyle, Doğuda varlığını korumuştur.
Bu mağdur halk, inançlarını yitirmeksizin 5 yüzyıldan beri
savaşım vermekte ve daha iyi bir gelecek beklemektedir. O,
yeniliklere açık, Doğudaki tek toplumdur. Türkiye’deki Hıristi-
yanlar arasında Doğuda gürültüye neden olmaksızın bekleyen
bir toplumdur.
Fakat bugün sesini Avrupa’ya duyurmasının gerekliliğine
inanıyor. Avrupa onları iter mi? Hayır. Bizzat sizin garantini­
ze sahibiz. Siz yayımladığınız genelge ile Doğuda Hıristiyanla-
rı sevindirecek ve çıkarlarını koruyacak bir çözüm şeklini Avru­
pa devletlerinin araştırmasını istediniz. Siz ilan etmediniz mi,
İngiltere’nin gayesi bu halka iyi bir hükümet, barış ve özgürlük
getirmektir diye? Zatıâliniz Avrupa’nın bugün karşı karşıya
bulunduğu sorunun çeşitli öğelerini biliyorsunuz, ancak İngil­
tere bu sorunları çözebilir.

E k : M emorandum
Bugün Doğu sorunu ivedi ve kesin bir safhaya girmiştir.
Bugüne kadar, bir yüzyıldan beri gelen bu musibet, bugün ar­
tık patlamıştır. Bugüne kadar bu konuda alman önlemler bu
sorunu çözememiştir. Artık sorunun ancak doğal ve akla yakın
yollarla çözülmesi gerekir.
Doğu sorunu, Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması so­
runudur. Bu, Türkiye’nin bazı bölgelerinde Müslüman ve Hı­
ristiyanların birlikte yaşamalarını güçleştirmiştir. Bu durum
sorunu tahrik etmekte, âcil bir tehlike yaratmakta, Avrupa’nın
çıkarlarına âcil bir çözümü gerektirmektedir. Bu bir karışık­
lıktır, bugünkü şartlar altında birlikte yaşamanın imkânsız du­
ruma gelişidir.
Hiçbir komşuluk ilişkisinde maddi çıkarlar, bir yüzyıldan
beri olan ciddi çatışmaları haklı göstermedi. Öte yandan, özel­
likle Müslümanların yaşadıkları bölgeler, Doğu sorununun ne­
den olduğu tahrikin dışında kalmışlardır.

161
Rusya’ya karşı Türkiye’yi Kırım Savaşında savunan Avru­
pa devletleri, Doğu sorununu kökünden çözebileceklerini san­
dılar. Hıristiyanların kaderiyle uğraştılar. 1856 Hattı Hüma­
yunu bu konudaki barış ve uzak görüş politikasının bir ifade­
sidir. Gerçekten bu reformlar, Hıristiyanların can, mal ve na­
muslarım güvence altına alıyor ve Müslümanlarla eşit haklara
sahip olmalarını sağlayan noktaları kapsıyorlardı. Bu reform­
lar, Osmanlı anayasasını getirdi. Bütün bu gayretler Müslü-
manlar karşısında Hıristiyanları Müslümanlara karşı savunmak
yönünde yorumlandı. Yeni müessese ve garantileri, İslam zih­
niyeti kâğıt üzerinde bıraktı. Adalet Müslümanlara hizmet et­
ti. Babıâli iyi niyetini göstermiş ve fakat imkânsız olanı söz
vermişti. Vicdan özgürlüğü ve adaletin bölüşümünü, bu iki esas
görevi hiçbir hükümet uygulayamamıştır, zira bunlar İslam di­
nine aykırı düşer.
Türkiye’de vicdan özgürlüğünün anlamı, Hıristiyanı Müs­
lüman yapmaktır. Bir Müslümanm Hıristiyan olması kesinlik­
le hoş karşılanmaz. Vicdan özgürlüğü, kiliselerin birbirleri ara­
sındaki ilişkilerde de görülemez. Adalet dağılımında da öyledir.
Adalet önünde Müslüman her zaman ayrı tutulur. Müslümana
karşı Hıristiyanın tanıklığına izin verilmez. Hiçbir Müslüman
görevli, kutsal kitabının emrinden çıkamaz. Bu nedenle görev­
lileri suçlamamak gerekir. Böylece yeni reformlar, yeni karışık­
lıklardan başka bir çözüm yolu getirmemiştir. Bu teokratik
devlette Müslümanlarla Hıristiyanların bir arada yaşamalarına
olanak yoktur.
Ancak bir Hıristiyan otorite, eşitliği uygulayabilir. An­
cak o, adaleti sağlayabilir. Ancak o, vicdan özgürlüğünü uygu­
layabilir. Bu itibarla Hıristiyanlarla Müslümanların içlidışlı
olduğu yerlerde Müslümanların yönetimi yerine, Hıristiyan ida­
resini koymak gerekir. Bu durum, hemen hemen Türkiye’nin
bütün Avrupa vilayetlerinde, Asya’da Ermenistan ve Kilikya’da
da mevcuttur.
Türk Ermenilerinin isteği de böyle bir çözüm biçimidir.
Bağımsızlığını yitirdiği beş yüzyıldan beri Ermeniler, bar­
barların zulmüne uğradı ve dünyaya dağıldılar. Fakat büyük
bir kısım yerlerinde kaldı, ulusal duygularını, kültürlerini yitir­
medi. Büyük Ermenistan’ın vilayetlerinde ve küçük Ermenis­
tan’da iki milyonun üstünde Ermeni vardır. Ermeniler Türk-
lerin değil, fakat Müslümanların vahşetine uğramıştır. Bir yüz­
yıldan beri ayaklanma ve katliam sürüp gitmektedir. Eğer Bul­
162
gar ve Yunanlılar bir çekmişlerse, Ermenilcr bunun iki katını
çekmişlerdir. Bunun nedeni vahşet ve hükümetin iktidar zayıf­
lığıdır.
Fakat Ermenilerin geleceğe inançları vardır. Rusya’nm
isteği, ülkenin öteki devletlerle birlikte bölüşülmesidir. Eğer
böyle olursa Ermeniler, Müslümanların idaresinde mi kalacak?
Ermeniler politik bir ihtirastan uzaktır, ancak bu, Lüb­
nan’da olduğu gibi verilecek güvencelerle Türk Ermenistamn-
da Hıristiyan bir idare istemektir. Böylece Hıristiyan idareci,
Müslüman ve Hıristiyan görevliler arasında dengeyi sağlayacak
vc eskiden olduğu gibi Sultanın sadık uyruğu olacaklardır.
Ermeniler, bütün ıstırap çekenler adına ve onların hayati
çıkarları uğruna, Doğunun barışı yoluna ve Avrupa’nın çıkar­
ları için, Doğu sorununun kesinlikle çözülmesini istiyorlar.
F. O. 424/70, s. 69-72, No. 134, 134/1

No. 70
Konsolos M uavini B iliotti'den, M arki Salisbury’e
No. 55, Siyasi
TRABZON, 7 Mayıs 1878
(Alındı, 28 Mayıs)
Artvin (Livanah)’de yaşayan Ermenilerin temsilcisi, Kon­
solosa bir tel çekerek Rusların kasabayı ansızın işgal ve ken­
dilerine çok kötü muamele ettiklerini, Osmanlı idaresindeki
herhangi bir yere göç etmeye hazır olduklarını, bu durumun
büyükelçiliğe ulaştırılmasını rica ediyor. Konsolos Muavini bu
telin Avusturya ve Fransa Konsoloslarına da ulaştırıldığını, bu
işte abartma olduğunu söylüyor.

No. 71

Büyükelçi Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 603
TARABYA, 11 Mayıs 1878
(Alındı, 25 Mayıs)
Erzurum ve Diyarbakır’da Hıristiyanların, Kürtlerin bas­
kısı altında olduğu, Rusların müdahale için bahane aradıkları,

163
onlara bu olanağı vermemek gerektiği, başbakana söylenmiş­
tir. Ali Şefik Bey başkanlığında bir soruşturma heyetinin gön­
derileceği söylendi.
F.O . 424/70, s. 360 - 361, No. 587

No. 72

M arki Salisbury'den, Büyükelçi Layard'a


DIŞİŞLERİ, 30 Mayıs 1878

Ayastafanos Antlaşmasının Avrupa Türkiyesiyle ilgili mad­


delerini; Avrupa devletlerinin ve özellikle Ingiltere’nin çıkar­
larıyla ahenkli bir hale getirmek için, yeterince değiştirmek
üzere İngiltere ile Rusya arasındaki gizli görüşmeler bir süre­
den beri devam etmektedir.
Bununla beraber, anlaşmanın Türkiye Asyası ile ilgili bö­
lümünde böyle bir ihtimal yoktur. Babıâli’nin savaş olaylarıy­
la kabul etmek durumunda kaldığı Batum ve Araxes’in kuzey
müstahkem mevkii ile ilgili maddelerden geri dönmesine Rus­
ya’nın hazır olmadığı açıkça görünüyor. Eğer bu maddeler
ortadan kaldırılmaz ya da önlenemezse, Osmanlı Impa-
torluğunun Asya vilayetleri üzerinde gelecekteki ve Ingü-
tere’nin bu vilayetlerin durumuyla yakından ilgüi çıkarlarına
olan tesirlerini, hükümetimiz düşünmeye zorlanmış buluna­
caktır.
Hükümetimizin bu bölgeyle ilgili maddeler üzerinde değişik­
liğe ilgisiz kalmasına olanak yoktur. Türk Asyası; kendi ken­
dilerini yönetme yeteneği olmayan ve bağımsızlık gözetmeyen
birçok ırk ve dinden oluşan toplumları kapsar. Ancak bu top-
lumlarm sükûnette oluşları, dolayısıyla politik durumları ne
olursa olsun tamamıyla Sultanın tasarrufundadırlar. Osmanlı
hanedanı eski olmakla birlikte, hâlâ yabancı bir müstevlidir,
ortak ulusal sempatilerden çok, şimdiki gücüne dayanmaktadır.
Türk ordusunun yenilgisi ve hükümetin bilinen sıkmtılan, onun
çöküşü ve hızla politik bir değişiklik beklentisi bu toplumlar
üzerinde genel bir inanış yaratacaktır. Bu, Doğuda hükümetin
istikrarsızlığı üzerindeki memnuniyetsizlikten daha da tehlike­
lidir. Suriye, Küçük Asya ve Mezopotamya halkı, BabIâli’nin
artık kendilerinin mevcudiyetini güven altına alamayacağını,

164
dolayısıyla ancak kendi kuvvetlerine dayanabileceklerini düşü­
nüyor olabilirler. Ayrıca son olaylar, bunların devlete bağlılıkla­
rının zayıflığını da göstermiştir. Bunlar, Osmanlı ülkesinin
hızla çökmesini hesaplayarak onun yerine gelecek olana döne­
ceklerdir.
Batum, Ardahan ve Kars’ın casusların entrikaları için bi­
rer üs olacağını bir tarafa bıraksak bile, bu yerlerin sadece
Rusya’da kalışıyla, Rusya’nın Anadolu topraklarının parçalan­
masında, Babıâli üzerinde kuvvetli etkisi olacaktır. Bir tarafla
zayıf bir savunma, öte yandan başarılı bir saldırı karşısında
halk, yakın gelecekte siyasi tarihte meydana gelecek bir felaketi
sezerek, umut ve korkunun tahrikiyle, yükselen yeni güce bağ­
lanacak ve çökeceğini düşündüğü güçten kaçacaktır.
İngiltere Hükümetinin, bölgelerde ortaya çıkacak bu gibi
ruhsal duruma olan etkisi, değiştirme gayreti göstermeksizin
durumu kabul etmesi olanaksızdır. Çünkü bu bölgelerin politik
durumları Büyük Britanya’nın Doğu çıkarlarını derinden ilgi­
lendirir.
İngiltere Hükümeti, istila edilmiş bölgelerin tarafımızdan
ele geçirilmesi maksadıyla, askeri önlemlere başvurarak hedefin
elde edilmesini teklif etmemektedir. Böyle bir hareket, güç ve
pahalı olur ve büyük felaketleri kapsayabilir. Böyle bir hare­
ket, bir savaş felaketini önlemek için ihtiyatlı önlemlerle son­
radan pekleştirilmedikçe, düşünülen amaca hizmet edemez.
Alınacak tek önlem, Türk topraklarına karşı Rusya’nın ile­
ride yapacağı bir saldırıyı silah gücüyle yok edebilecek yeterli
bir gücün bu işi üstlenmesidir Bu önlem, Türk Asyasmda Os­
manlI idaresinin istikrarı için hatırı sayılır bir güvenlik sağlaya­
bileceği gibi, şu anda Rusya’nın işgalinde bulunan toprakların
geri alınmasıyla birlikte, gerekli güveni de sağlar. Eğer bu iş,
tam ve istisnasız yerine getirilirse, çıkabilecek bir savaşı önle­
yeceği gibi aynı zamanda Asya vilayetlerindeki halka, Asya’da­
ki Türk idaresinin hızla çöküşe gitmeyeceği yolunda gerekli gü­
veni de verecektir.
Ancak, İngiltere böyle bir teminatı vermeden önce, BabI­
âli’nin bu iki şartı imzalaması gereklidir.
İstanbul’daki konferans vesilesiyle İngiltere Hükümeti, kö­
tü bir hükümeti ve zulmü onaylamayacağını Babıâli’yc üstü
kapalı da olsa söylemiştir. Ayrıca herhangi bir durumda Ba­
bIâli’nin Asya’daki topraklarını savunma taahhüdüne girmeden
önce İngiltere, Osmanlı Hükümetinin bu bölgedeki Hıristiyan
165
ve diğer uyruklarının yönetiminde gerekli reformların yapıla­
cağı hususunda iyi niyetinden resmen emin olmalıdır. Bu aşa­
mada genel koşulları kapsayan bir anlaşmadan fazlasını iste­
mek arzu edilmemektedir. Alınacak özel önlemler, ancak dik­
katli bir inceleme ve tartışmadan sonra kesinleşebilir.
Dış ülkelerde devletlerin güvenebilecekleri resmi şahısla­
rın dikkatle seçilmeleri ve sadıkane destekleri; halkın durumunu
iyileştirmek için yasalarda yapılacak değişikliklerden daha da
önemli bir nokta olabilir. Ancak İngiltere’ye verilmesi gerek­
li teminat, onu tatmin edebilmeli ve bu konuda ısrar etme hak­
kını verebilmelidir. Bu, İngiltere Hükümetinin kabul edebile­
ceği herhangi bir uzlaşmanın vazgeçilmez parçası olacaktır.
İngiltere Hükümetinin şimdi teklif ettiği yükümlülükleri etkin­
likle yerine getirebilmesi için, Küçük Asya ve Suriye sahiline ya­
kın bir bölgeyi işgal etmesi de gereklidir. İngiliz subaylarının
gerekirse İngiliz birliklerinin yakınlığı, bu yükümlülüğü içeren
bütün hedefler için, en iyi güvence olacaktır. Bu amaç için en
elverişli yer olarak Kıbrıs adası görülüyor. İngiltere Hükümeti,
Sultanın bu ada üzerindeki hükümranlığından vazgeçmesini ve
şimdiye kadar hâzinesine giren ada harcını azaltmayı istemiyor.
Bu nedenle, teklif edilen konu, yalnızca adanın işgali ve idare­
sinin İngiltere’ye geçmesidir, ancak ada yine Osmanlı İmpara­
torluğunun parçası olarak kalacak ve adanın harcamalarından
artan gelir şimdi neyse, bu meblağ, İngiliz Hükümetince her yıl
Sultanın hâzinesine gönderilecektir.
Bu öneri, Rusların Küçük Asya’nın bir kısmını ilhakıyla,
bundan doğacak sonuçlara bağlıdır. Şurası tam olarak anlaşıl­
malıdır ki, tehlike bittiğinde aynı zamanda bu geçici önlem de
bitecektir. Eğer Rus Hükümeti bu savaşta aldığı yerleri BabI­
âli’ye geri verirse, teklif edilen maddeler de yürürlükten kal­
kacak ve ada derhal boşaltılacaktır.
Bu nedenle sizden, aşağıdaki şekilde BabIâli’nin uygun bu­
lacağı bir anlaşma teklif etmenizi istiyor, Kraliçe ve onun hü­
kümeti adına bunu sağlamanız için size tam yetki veriyoruz.
«Eğer Batum, Ardahan, Kars veya bunlardan herhangi bi­
ri Ruslarda kalırsa veya Ruslar, Sultanın son barış anlaşmasın­
da kesinlikle belirtilen Asya’daki topraklarından başka bir par­
çasını da ileride ele geçirmeye teşebbüs ederse, Ingiltere Sulta­
nın savunmasına silah gücüyle katılmayı taahhüt eder Buna
karşılık, bu topraklarda BabIâli’nin, Hıristiyan ve öteki uyruk­
larının idaresinde İngiltere’nin sözünü yerine getirmesinde ge­
166
rekli tedbiri alabilmesi için Sultan, iki devlet arasında sonra­
dan varılacak anlaşmayla, gerekli reformları yapmaya söz ve­
rir ve Kıbrıs adasının İngiltere tarafından işgal ve idaresine mu­
vafakat eder.»
Türkiye, No. 36, (1878), s. 1 -2 , No. 1

N o. 73

Sör A, H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


N o . 637, te l.
TARABYA, 1 Temmuz 1878
(Almdı, 2 Temmuz)
Ermeni Patriği Nerses, Prens Bismark’ın, Ermeni delege­
si tarafından kendisine verilen mektubu ve gelecekteki Erme­
ni hükümeti üzerindeki teklifi Kongreye sunduğunu söyledi.
Ermeniler ne başka bir devlete bağlanmak, ne de bağımsız ol­
mak istiyorlar. OsmanlI idaresinde kalmak istiyorlar. Vilayet­
lerin reorganizasyon ve reformlarında Ermenilerin de bulun­
masını rica ediyorlar.
F.O . 424/72, s. 8, N o. 1»

No. 74

S ör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 846
TARABYA, 1 Temmuz 1878
(Alındı, 9 Temmuz)

İstanbul Ermeni Patriği dün beni ziyaret ederek Lord Bea-


consfield ve zatıâlinizin, Ermenilerin isteklerini Kongreye ilet­
menizi tavsiye etmemi rica etti. Babıâli kendisinin Berlin’e
gitmesine müsaade etmediğinden, M. Kherinian tarafından Er­
menilerin temsilini ve ona bu yolda güveninizi istedi. Patrik,
sîzlerin, Sultanın diğer uyruklarına olduğu kadar Ermenilerin
de gelecekte adil ve iyi yönetimini sağlayatağmıza itimadı ol­
duğunu, gayretlerinizin başarılı olmasını vurgulayarak, Erme­
nilerin korunma ve yardım için, sadece İngiltere’ye güvenmek­
te olduklarından emin olmanızı istedi.

167
Ek : İstanbul Erm eni P atriği N erses’ten, İstanbul İn­
giliz Büyükelçisi Layard'a
Ekselans,
Prens Bismark, başkan sıfatıyla kendisine yazdığım mek­
tubu ve Ermenistan genel valiliği için tüzüğü Kongreye sundu­
ğunu bana bildirdi. Size dün de söylediğim gibi kurulacak re­
form komisyonlarında Ermenilere de görev verilmezse, gay­
retler boşuna olur. Ermenistan’ın başka bir Hıristiyan devlete
katılması düşünülebilir. Ama biz Ermeniler, böyle bir şeyi arzu
etmiyor ve Sultanın idaresi altında kalmak istiyoruz. Bugün
Kongreye sunulan tüzüğün ruhu budur. Biz yalnızca iyi bir ida­
renin garanti edilmesini istiyoruz. Bu konuyu, Kongredeki tem­
silcinize ulaştırırsanız minnettar kalacağım.
F.O . 424/72, s. 46 - 47, No. 65 (E k -65/1)

No. 75
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 657, tel.
TARABYA, 10 Temmuz 1878
(Alındı, 11 Temmuz)
Ermeni Patriği, gerektiğinde, yabancı devletlerin himaye­
sini talep edebilmek için barış anlaşmasının son biçiminde, özel­
likle Ermenilerden söz edilmesini, ısrarla zatıâlinizden rica et­
mektedir. Kongrece, Ermeni yasasının kabulü için Ermenüerin
sundukları metin üzerinde Berlin Kongresinin Ermenilerce ikna
edilememesi halinde, onlara kalan tek şey İngiltere’nin hima­
yesidir. Patriğe herhangi bir umut vermeksizin, bu telgrafı za-
tıâlinize ulaştıracağımı söyledim.
F.O . 424/72, s. 68, No. 99

No. 76
Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbury’e
No. 906, Gizli
TARABYA, 14 Temmuz 1878
(Alındı, 21 Temmuz)
Ermeni Patriği, Rusya’nın Osmanlı Eımenilcri arasında
entrika çevirmekte olduğunu, İstanbul’da ve taşrada bu entrikası-

1 68
ııı yürütmek içiıı Ermenilere bir parti kurdurduğunu, buna ha­
tırı sayılır kişilerin katılmış olduğunu; Berlin Kongresinde özel­
likle Ermenilere bir atıfta bulunulmamasına karşılık, Slavlarla,
Türkiye’nin diğer Hıristiyan uyruklarının, Türkiye’ye karşı
savaştıkları halde şimdi bağımsızlıklarını aldıklarını veya
en azından özerklikle ödüllendirildiklerini söyleyerek Rus
yanlısı Ermenilerin kendisini hain yerine koyduklarım,
bu itibarla istifa etmekten başka çaresi kalmadığını be­
yan etti. Kendisini yatıştırdım, karşı çıkmasını, Rusların oyu­
nunu bozmaya çalışmasını öğütledim. Anlaşmaya Ermeni adı­
nın konulmasını rica etti. Öteki ileri gelen Ermenilerle de görüş­
tüm. Her ne kadar Rusya, kendisine katılan Ermenilerin mil­
liyetlerini siliyorsa da, Babıâli can, mal güvenliğini sağlayamaz­
sa bu halk ya Rusya’ya göç edecek, ya da ileride Rusya’nın
yardımıyla ayaklanacaktır, dediler.
F.O. 424/72, s. 160 -161 No. 211

No. 77

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury'e


No. 920
TARABYA, 16 Temmuz 1878
(Alındı, 27 Temmuz)

Osmanlı Ermenilerinin istedikleri durum, Berlin Kongresin­


de ve Ingiltere - Türk Antlaşmasında (4 Haziran 1878) teminat
altına alınmıştır. Bu konuda Ermenice «Liıakir» gazetesinde
çıkan bir makalenin özetinde bu durumdan memnuniyetlerini
ve Ingiltere’ye minnettarlıklarını belirtiyorlar.
F.O . 424/72, s. 220, No. 291

No. 78

M arki Salisbury’den, S ör A. H. Layard’a


Gizli, tel.
DIŞİŞLERİ, 24 Temmuz 1878, 06.50

Babıâli üzerinde ne derece ısrarlı durmak gerekliği, olay­


ların geçiciliğine göre size bırakılmıştır. Biz genel ilkeyi gös-

169
leriyoruz. İlkin, Sultan reform yapmayı ve Kıbrıs konusundaki
anlaşma tasarısını kabul etmelidir.
İkinci olarak Babıâli, Yunanistan ve Avusturya ile bir an­
laşmaya varmalıdır. Ama bu ikinci, birincinin şansını tehlikeye
düşürmemelidir.
F.O . 424/72, s. 202, No. 2S7

No. 79
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 943
TARABYA, 23 Temmuz 1878
(Almdı, 3 Ağustos)
Kıbrıs adasının işgali dolayısıyla sağlanacak faydalar hak­
kında İstanbul’da çıkan, tanınmış Ermeni gazetelerinden Li-
rakir’de görülen makaleyi ilişikte sunuyorum.
«İster politik, ister ekonomik olsun İngiltere Küçük Asya’da
idari reformu yaptıracaktır. Eskiden 45 konsolos varken şimdi
Anadolu’nun her kentinde derdimizi dinleyecek, öğüt verecek,
yapılanları kontrol edecek birer konsolosluk bulunacak ve biz
bunlardan son derece yararlanacağız. İngiltere, bu reformları
kendi çıkarları için yaptırmak zorundadır.»
F .O . 424/73, s. 32, No. 43
Ek. F .O . 424/73, s. 32-33, No. 43

No. 80
M arki Salisbury’den, S ör A. H . Layard’a
No. 877
DIŞİŞLERİ, 31 Temmuz 1878
Ermeni Patriğiyle kendi durumu hakkmdaki konuşmanız
ve verdiğiniz öğüt hükümetçe onaylanmıştır.
F.O . 424/72, s. 260, No. 368

No. 81
M arki Salisbury'den, Sör A .H . Layard’a
DIŞŞİLERİ, 8 Ağustos 1878
Gerek İstanbul, gerekse Berlin Antlaşmalarında öngörülen
reformların yapılması amacıyla Avrupa’daki Osmanlı ülkesi için

1 70
bir Avrupa komisyonu kurulacak. Küçük Asya’daki reformlar
aşağıdaki esaslar üzerinde olacak ve bu reformlar Sultanca ya­
pılacak. İmzacı devletler yapılanları gözetecekler. Yerel idare­
lerin halkın temsilcileri eliyle olması, başka yerlerde denenmek­
tedir. Bu, Türkiye’de İslamların alıştığı bir sistem değildir. Er-
meniler, bu sisteme yatkın gibi görünüyorlar, ancak bunlar küçük
bir azınlık değillerdir. Dahası, dağınık durumdadırlar ve Müs­
lümanlarla da içlidışlı olmuşlardır. Lübnan’dakiler gibi değil­
lerdir. Bu nedenle, Ermeniler için ayrı bir hükümet biçimi uy­
gulanması olanaksız bir çözüm yoludur.
1. Avrupalılarca organize ve komuta edilecek bir jandar­
ma teşkilatı.
2. Osmanlı Asyasınm en önemli şehirlerinde İzmir, Di­
yarbakır, Halep, Şam ve Bağdat’ta merkezi mahkemelerin kurul­
ması ve alt kademcdckilerin de kendi sorumluluğu altında ola­
cak şekilde olması; Avrupalı bir hukukçunun her birinde bu­
lunması, her muhakemede onun fikrinin alınması.
3. Genellikle her vilayete bir Avrupalı vergi toplayıcısı
atanması ve araziyi 10 yıllık kiraya bağlayacak şekilde âşâr işi­
ni çözümlemesi.
Valiler ve yargıçlar belli bir süre idarede kalacaklar. Ay­
nı koşulların vergi toplayıcısına da uygulanması arzuya değer.
Bu direktife göre hemen ilgili bakanlıklarla temasa geçiniz.
Türkiye, No. 51 (1878), s. 1-5, No. 1

No. 82
Sör A. H . Layard’dan, M arki Sattsbury’e
No. 1027
TARABYA, 14 Ağustos 1878
(Alındı, 23 Ağustos)

Berlin Antlaşmasının kesinleştirdiği yeni sınıra göre, Ani


Harabeleri Rusya tarafında kalmıştır. Böylece Rusya politik
ileri görüşlülüğünü göstermiştir. Echmiadzin’i ele geçirdiği
zaman da fırsat kollamıştı. Patrikten edindiğim bilgiye göre
Rusya Ani’yi yeniden onarma planlarını hazırlamış ve onu
eski Ermenistan’ın merkezi yapmayı düşünmektedir. Rus ajan­
ları Ermenileri buraya göçe teşvik ediyorlar. 10.000 Ermenınin
burada toplanacağını umut ediyorlar.
F.O . 424/73, s. 247, N o. 394

171
No. 83
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 21 Ağustos 1878
(Alındı, 30 Ağustos)
Başbakan Saffet Paşaya reform ilkelerini içeren memo­
randumu verdim. Paşa, jandarma için para yok, şimdi zaten
istinaf mahkemeleri var, çok iyi Türkçe bilen yabancı hukuk­
çu nerede bulunacak? Pratik değil, âşârı kaldırmanın olanağı
yok, halk o kadar bu sisteme alışmış ki, Yunanistan bile kaldı­
ramadı. Valiler, iyi iseler, ölünceye dek görevde kalabilirler,
Fakat iyi vali bulmak da başka sorun dedi. Paşa açık fikirli,
fakat kabinedeki birtakım kimselerin bütün reformlara karşı
olduğunu ve bunların Türkiye işlerinde Avrupa’nın müdaha­
lesinin arttığını ileri sürerek karşı çıkacaklarını söyledi. Ek - ME­
MORANDUM 81 sayılı belgede belirtilenlerin genişletilmiş sek­
li.
Türkiye, No. 51 (1878), s. 4 -5 , No. 2, s. 6-7, No. 2/1

No. 84
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 797, tel.
TARABYA, 27 Ağustos 1878
Bu sabah reformlar üzerinde Sultanla görüştüm. Baker
Paşayı hemen Doğuya göndereceğini, mahkemeleri ıslah edece­
ğini, ıslahat için paraya ihtiyacı olduğunu, İngiltere’nin borç
vermesini istedi. Bazı bakanların değişmesini, birlikte müza­
kere ettik.
F O. 424/73, s. 273, No. 453

No. 85
Sör A. II. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1082
TARABYA, 30 Ağustos 1878
(Alındı, 12 Eylül)
Ermeni Lirakir gazetesinden bir çeviri sunuyorum.

172
Ek : 28 Ağustos T arihli L irakir’den
Avrupa gazetelerinde 18 Ağustos tarihli bir telgrafta, Tif­
lis'te çıkan Mishag gazetesi; Türklerle İngilizler arasındaki
anlaşmanın Türklerden yana, Ernıeniler içinse bir yük olduğu­
nu söyleyerek Ermenilerin Rusya Ermenistanına göç etmelerini
salık veriyor.
Oysa bunun OsmanlIların ekmeğine yağ süreceğini anlamı­
yor mu? OsmanlIlar bu göç edenlerin yerlerine Müslüman göç­
menler getirirler.
F.O . 424/74 s. 129, No. 198, s. 129-130, No. 198/1

No. 86
S ör A. H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 725, tel.
İSTANBUL, 12 Eylül 1878
(Alındı, 13 Eylül)
Reformlar hakkındaki memorandumun Bakanlar Kurulun­
ca ilke olarak kabul olunduğunu, fakat hemen yürürlüğe ko­
nulmalarının bazı pratik güçlükleri olduğunu Başbakan bana
bugün söyledi.
F.O. 424/74, s. 166, No. 248

No. 87
Konsolos M uavini B iliotti'den, M arki Salisbury’e
TRABZON, 13 Eylül 1878
(Alındı, 25 Eylül)
Erzurum’dan gelen Fransız konsolosunun verdiği habere
göre, Rus askerleri 9 Eylülde başlamak üzere Batum’u 10 gün
içinde boşaltacaklar. 1/3 Rus kuvveti Kars’a, 1/3’ü Soğanlı’ya,
kalanı da yeni hudut boyunca yerleşecek; geride Türklerle
birlikte kalmaktan korkan bazı Ermeniler, Ruslarla gitmekte.
Ermenilerin işgal sırasmda kazandıklarının ikiye bölünmesi
için Türklerin onları zorlayacağı, herhangi bir misillemeye en­
gel olmak için iki Rus taburunun Erzurumda bırakıldığı.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 193, No. 204

1 73
No. 88
S ör A. H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 832, tel.
İSTANBUL, 14 Eylül 1878
(Alındı, 15 Eylül)
Rusların çekilmesiyle Müslümanlar tarafından Hıristiyan-
lara bir kötülük yapılmasının önüne geçilmesi için gerekli ön­
lemlerin hemen alınması yolunda Sultanın dikkatini çektim.
Ayrıca oraya mutasarrıf rütbesinde bir Ermeniyi vali nezdine
göndermesini, Ermenilere güven sağlamasını, valiyi değiştirme­
sini öğütledim. Gerekli önlemlerin alınması için hemen baş-
vezire buyruk verdi. Vali Kürttür. O bu işi daha garantiye ala­
bilir, dedi.
F .O . 424/74, s. 175, N o. 281

No. 89
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 836, tel.
İSTANBUL, 15 Eylül 1878
(Alındı, 16 Eylül)
Muhtemelen Rusların da teşvikiyle Erzurum’da, Ermeni-
ler arasında, Rusların çekilmesi dolayısıyla Müslümanların in­
tikam alacakları düşüncesiyle panik vardır. Erzurum’a bir İn­
giliz konsolosunun zaman kaybetmeksizin gönderilmesi.
F. O. 424/74, s. 185, No. 302

No. 90
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 837, tel.
İSTANBUL, 15 Eylül 1878
(Alındı, 16 Eylül)
Sultan ve Başvezir:
Asya Türkiyesindeki önemli vilayetlerde idarenin kont­
rolünü elde etmek için Küçük Asya’nın veya birden fazla vi-

174
Iayetin gelirlerine karşılık borç verilmesi, bu gelirlerin İngi­
liz Hükümetinin atayacağı bir İngiliz tarafından toplanması,
borcun garantisi olur, dediler.
F. O. 424/74, s. 185, N o. 303

No. 91
S ör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 16 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Rusların kullandıkları ajanlar, Ermenileri Müslümanlar öç
alacaklar diye, göçe zorlamakta ve Berlin Antlaşmasından mem­
nun kalmadıklarını yaymak için kıyıma teşvik etmekteler. Baş­
bakanın dikkatini çekerek, olabilecek bir kıyıma karşı hemen
önlem almasını istedim. Erzurum’a acele bir konsolos gönderin.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 201 -202, No. 214

No. 92
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 16 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Erzurum Başpiskoposu, İstanbul Ermeni Patriği ve Erzu­
rum ABD rahibinden aldığım tellere göre, Rusların çekilmesi
dolayısıyla Doğu Anadolu’da Hıristivanlarda panik varmış. Baş­
bakan gerekli önlemlerin alınması yolunda uyarıldı ve Başba­
kan bütün önlemlerin alınacağını söyledi.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 198, No. 213

No. 93
S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbuıy’e
No. 1141
TARABYA, 16 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Türkiye’deki Ermeniler arasında büyük ölçüde okunan ve
Tiflis'te çıkan Ermenice Mishag (işçi) gazetesindeki yazı-

175
mn çevirisini sunuyorum. Bu yazının amacı, Eımenilerin İngil­
tere’ye olan güvenini sarsmak, onların koruyucu olarak Rus­
ya’yı görmelerini sağlamak ve onları Türk Hükümetine karşı
kışkırtmaktır.

Ek : M ishag Gazetesinden
«Şimdi İngiltere ne yazıyor. Bize bugün ulaşan telgrafta
Zeytun’daki Ermenilerin Türklere karşı isyan ettikleri bildi­
rilmektedir.
Epir, Tisalya, Arnavutluk, Bosna ve Ermenistan’daki kay­
naşma ve kargaşalar bir yangının alevleri gibi Türkiye’yi sara­
caktır.
İngiltere Türkiye’yi zorlayarak yaptığı gizli anlaşma ile
Türkiye’nin bütünlüpnü korumak gibi çok güç biı“ sorumlulu­
ğu üzerine almıştır. Bu durumda İngiltere ne yapmalıdır, suali­
ni sormak gerek.
Bu anlaşmanın gayesi Türkiye’yi dış düşmanlara karşı hi­
maye midir, yoksa iç isyana ve kargaşalara karşı Osmanlı Hü­
kümetini korumak mıdır?
Birincisinde, İngiltere, Doğu politikası ve çıkarı dolayısıyla
bu işi yapmaktadır. Rusya’nın, ileride Asya’da yapacağı bir
istilayı önlemektedir. İikncisinde ise, İngiltere’nin, Müslüman­
ları birleştirmesi ve Doğudaki Hıristiyanlığı boğup yok etmesi,
başlıca hedef olur.
İngiltere Asya’da Hıristiyan unsurların yok olmasını is­
teyebilir mi?
Ne yazık ki, İngiltere’nin Hindistan’daki hâkimiyetinin ta­
rihi, bu insani hissin, özellikle Küçük Asya’daki Ermenistan
için mümkün olduğunu göstermiştir.
İngiltere Hindistan’da Hıristiyanlığı yaymaya mı, yoksa
kendi hudutsuz hâkimiyeti için onları putperestlikte bırakmaya
mı çalışıyor?
İngiltere’nin Ermenistan’ı gütmesi için, onun yalnızlığa
terki mi daha çok işine gelmektedir, yoksa Türklerin yanında
duyguları körelmiş, kayıtsız ve tembel olmaları mı onu mem­
nun edecektir?
İngiltere için istila edeceği ülkelerin kaynakları önemlidir.
Orada morali yerinde ve kültürlü milletler olmaması daha çok
işine gelir.
Gelecek, yanılıp yanılmadığımızı gösterecektir. Eğer ingil­
176
tere, Osman! ı Hükümetine karşı ayaklanan Hıristiyanları Ingi­
liz ve Hint kuvvetleriyle bastırmaya kalkarsa, bu Osmanlı dev­
letinin bütünlüğünü korumada Ingiltere’nin hedefini kanıtla-
v3lâktır
F.O. 424/74, s. 309, No. 495 (E k -495/1)

No. 94
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 844, tel.
İSTANBUL, 19 Eylül 1878
(Alındı, 20 Eylül)
Cumartesi günü Sultanla görüşür görüşmez, İsmail Hakkı
Paşaya Ermenilerin korunması için kesin buyruk verildi. Paşa
haberlerin asılsız olduğunu, şişirildiğini söyledi, inanıyorum ki,
Avrupa’yı yanlış yola sevk etmek, Ermenileri Osmanlı yöneti­
mine karşı ayaklandırmak ve Ermeniler arasında panik çıkar­
mak isteniliyor.
F.O. 424/74, s. 246, No. 388

No. 95
P lunkett’den, M arki Salisbury’e
No. 791
ST. PETERSBURG, 19 Eylül 1878
(Alındı, 24 Eylül)
«Ajans Rus» Erzurum’dan alınan iki telgrafı yayımlamış­
tır. Bunlarda Rusların çekilmeleri nedeniyle Müslümanların
hınç alacakları belirtilmekte ve şehirde panik olduğu iddia edil­
mektedir.
F.O . 424/74, s. 265, No. 436, 436/1
Türkiye, No. 53 (1878), s. 190, No. 198, 198/1

No. 96
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1152, Gizli (B.B.)
TARABYA, 19 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)
Doğu Anadolu’daki Ermeni paniği ve hükümetin aldığı
tedbirler hakkında Patrik Nerses ile görüştüm. Patrik, alman

177
Önlemlerin yeterli olmadığını, Ermenistan için bir Ermeni va­
li tayin edilmesini, bağımsızlık ya da Bulgarlara verildiği gibi
onlara da özerklik verilmesi gerektiğini, cemaatinin yüzüne
bakamadığını, Ruslara katılsaydık, bağımsızlığımızı alırdık ya
da özerk olurduk, sen engelledin diye beni sorumlu tutuyorlar
dedi. Bunun ileriki iş olduğunu, önce nizamın sağlanması ge­
rektiğini ve buna yardımcı olmasını söyledim. AvrupalI bir
vali tayin edilmesinin, ya da vali muavininin Hıristiyan olması­
nın bir değeri olmadığını, söz verilen reformların yapılmasını
gözetmek ve Hıristiyanlan korumak için bir Avrupa komisyo­
nunun kurulmasını ileri sürdü.
F. O. 424/74, s. 322, No. 503

NO. 97

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 19 Eylül 1878
(Alındı, 26 Eylül)

Geghi’de Müslüman beyleri tarafından Hıristiyanlara kö­


tü muamele edildiği iddiasına karşı Başbakan Saffet Paşa der­
hal bir heyet göndermiş. Şikâyetleri olan Ermeniler suçlular ta­
rafından korkutulmuş, bunun üzerine yeni bir heyet gönderile­
rek soruşturma sürdürülmüştür. Görülüyor ki Babıâli adalet
ve korumada samimidir. Fakat görevlilerin vazife yapışlarına
bel bağlanamaz.
Türkiye, No. 53 (1878), s. 207, No. 217, 217/1

No. 98

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 1164
TARABYA, 21 Eylül 1878
' (Alındı, 4 Ekim)

Geghi Protestan topluluğu başkanı Em eninin yazdığına


göre, Geghi kaymakamı değiştirilmiş. Yerine namuslu yeni bir
kaymakam gelmiştir. Beylerin süngüsü düşmüş, Ermeniler şi­

178
kâyetlerini korkusuzca yapabilmektedir. Bağdat’tan gelen ta­
burların askerleri çarşıyı haraca kesmişler. Saffet Paşaya bu
durumu anlattım.
F .O . 424/75, s. 31-32, No. 76, 76/1
Türkiye, No. 54 (1878), s. 5, No. 13, 13/1

No. 99
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
TARABYA, 23 Eylül 1878
(Alındı, 4 Ekim)

Ruslar çekildikten sonra özellikle Ermenileri himaye et­


mek için Erzurum’da mala ve cana saldırıya karşı fevkalade
bir mahkeme tesis edilecek ve bunda iki de Ermeni bulunacaktır.
Türkiye, No. 54 (1878), s. 6, No. 15

No. 100
P lunkett’den, M arki Salisbury'e
ST. PETERSBURG, 25 Eylül 1878
(Alındı, 30 Eylül)

Erzurum’u terk edecek olan Rus Generali Lazareff’in Er-


menilere olan beyanatı, St. Petersburg gazetesinde yayımlan­
mış. Ermenilere yerlerinde kalmaları öğütlenmekte, can ve
mail güvencelerinin Berlin Antlaşmasını imzalayan devletlerce
garanti altında olduğu belirtilmektedir.
Türkiye, N o. 53, s. 222, No. 233

No. 101
S ör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1189
TARABYA, 26 Eylül 1878
(Alındı, 4 Ekim)

Geghi’deki durum dolayısıyla, alınan kesin önlemleri bildi­


ren bir not dışişleri kanalıyla Saffet Paşa tarafından verilmiştir.

179
Bu notta BabIâli’ye yapılacak her başvurunun mutlaka soruş­
turularak gereğinin yapılacağından emin olunması vurgulan­
maktadır.
F .O . 424/75, s. 47, No. 94
Türkiye, No. 54 (1878), s. 13, No. 23, 23/1

No. 102

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 1191
TARABYA, 26 Eylül 1878
(Alındı, 4 Ekim)

Trabzon’daki İngiliz konsolos muavininin bildirdiğine gö­


re, Erzurum’da Ermeniler arasında panik varmış. Başbakan
Saffet Paşa bunların abartıldığını, kasten uydurulduğunu ve bü­
tün yabancı elçiliklere gönderildiğini söyledi. Fransız Konsolosu
şimdiki valinin Ermenistan için en iyisi olduğunu söylüyor. Bir-
biriyle çelişen raporlar alıyorum.
F.O . 424/75, s. 49-50, No. 96
Türkiye, No. 54 (1878), s. 14, No. 24

No. 103

Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury’e


TRABZON, 30 Eylül 1878
(Alındı, 16 Ekim)

Kâtibim Hekimian’a vaktiyle burada bulunan genç, bir Er-


meninin gönderdiği mektup ilişiktedir.
Ben, bu kişiden eğer Erzurum’da tahliye sırasında bir olay
olursa, bana bildirmesini rica etmiştim.
Bundan başka, General Lazareff’in Vali Kürt İsmail Pa­
şaya ve Erzurum Komutanı General Doukazkoy’a gönderdiği
iki telin çevirisini sunuyorum.
Lazareff 30 Eylül tarihli telinde, Ermenilere Müslümanlar
tarafından yapılan saldırılara Vali İsmail Paşanın dikkatini çe­

1 80
kiyor. Gerekli önlemlerin alınmasını ve bunların kendisine bil­
dirilmesini istiyor.
Ertesi günkü telinde ise, saldırıya uğrayan bir Ermeninin
Türklere inancı olmadığı, Kürtlerden korktuğu, Rusya’ya gö­
çe hazırlandığı yolundaki haberine dayanarak İsmail Paşayı
uyarıyor Bir tek kelime ile Ermenistan’ın Hıristiyan halkının
boşaltılabileceğini, fakat Çarın tersini buyurduğunu, Ermeni-
Icıin yerinde kalması için İsmail Paşanın gerekli önlemleri al­
ması rica ediliyor. General Lazareff’in, General Doukazkoy’a
gönderdiği telde; Erzurum caddelerinde duvarlara yapıştırılan
beyanatın içeriğinin Ermenilerce bilinmesini emrediyor. La-
zareff bu ilanında, özel durumların genel huzuru bozmaması,
karışıklığın BabIâli’nin çıkarlarına aykırı düştüğü, Ermenilerin
bir Hıristiyan olarak hareket etmelerini, BabIâli’nin gerekli ön­
lemleri alacağından emin olduğunu Ayastafanos Antlaşmasın­
da öngörülen reformların Berlin Antlaşmasında ortadan kaldı­
rılmadığını belirtiyor.
Şahsen Erzurum’daki son durumdan bilgim yok. Fakat
Erzurum’dan tel alan kimselerin bana söylediklerine göre Rus­
ların döneceği haberinin de yakıştırma olduğu anlaşılıyor. Ma­
rnafi Ermeniler vehim içindedirler, fakat bizzat General Laza­
reff’in Ermenilerin güvenliği konusunda pek az endişesi vardır.

Ek - 1
Bay H ekim lan'a
16 Eylül 1878

Bu ayın 11'inde yaptığım seyahat sırasında kayda değer


olayları bildirmiştim. Suçlular tutuklanarak, hapishaneye kon­
dular.
Size söylediğim gibi olay, çeşitli önemli şahıslara telgrafla
bildirilmiştir.
Karşılığında General Lazareff Kars’tan şunu telledi: «Er­
meniler sakin olunuz, buna benzer olaylar Türklere pahalı ol­
muştur ve çok pahalı da olacaktır» ...vs.
Ertesi günü İstanbul Ermeni Patriği Nerses’ten bir tel alın­
dı; şöyle diyor:
«Babıâli ve başvezir nezdinde durumu protesto ettim. Re­
formların yapıldığını ve daha da yapılacağını, durumu size tel­
lememi emrettiler.»

181
Bu akşam kilise makamları, Genel Vali İsmail ve Vali Ha­
cı Hüseyin Paşalardan şu teli aldılar:
«Bugüne kadarki sükûnet ve dostluğunuza müteşekkiriz.
Bazı küçük ıstıraplarınız oldu. Ama bunların hepsi artık bit­
miştir. Artık Rus dostlarımıza şerefli bir şekilde güle güle te­
mennisinde bulunmanızı rica ediyoruz. Hacı Hüseyin Paşa si­
zin durumunuzu tespit ve iyileştirme göreviyle oraya gönde­
rilmiştir, vs.»
Hacı Hüseyin Paşa bir kıta ile birlikte geldi, önemli resmi
şahıslarca karşılandı. Nihayet Türkler geldi. Ne olacağını göre­
ceğiz.
Şehrimizdeki Ermeniler, Türklerin öç alacaklarını düşü­
nerek son zamanlarda büyük bir paniğe kapıldılar. Bununla be­
raber Türkler, umutsuz, maneviyatları bozuk ve kararsız gö­
rünüyorlar.
Birkaç gün önce Lazareff, Ermenilerin göçünü engellemek
için Kars’tan bir bildiri gönderdi; bütün duvarlara yapıştırıldı ve
göç fikrini büyük ölçüde yatıştırdı. Fakat bunun etkisi ancak üç
gün sürdü. Şimdi ateşi her an yakacak kıvılcım var. Civardaki-
ler kadar, şehrimizde göç yok. Avamdan 50 aile olabileceğini,
Ermeni ileri gelenlerinden Pastırmacıyan ismindeki bir şahıs
tahmin etmektedir.
Köylere göçen 150 aile; bunlardan bazıları aynı zamanda
Erzurum’da yerleşmiş. Diğerleri Kars’a gitmişler. Köylüler
göç etmek istiyor. Fakat kilise makamları onları engellemeye
gayret gösteriyor. Eleşkirt Ovasından 110 köyden fazlası, 10,
15 000 kişi Erivan Ovasına göç etmiş, bunların içinde Yezidiler
ve Ermeni Katolikleri de var. Gerisi Ermeni Gregorienlerdir.
Göçten önce evlerini, malzeme ve ekinlerini yaktılar, an­
cak çok gerekli eşyalarını birlikte götürdüler. Rus Hükümeti­
nin arzusu hilafına bu göçe sebep olan kişi, bir Rus subayıdır.
işgal sırasında şehri terk eden Türk ailelerinin sayısı
1500’den fazla değildir. Şimdilerde geri dönmeye başladılar.
Burada hiçbir Türk askeri yok. Yalnızca Hacı Hüseyin Paşaya
eşlik eden bazı subaylar var.
Ruslar devamlı çekiliyorlar, yaklaşık 20.000 asker, 2000
süvari, 2000 kazak var, hepsi çadırda. Ruslar çekildikten son­
ra burada 600 asker, 200 süvari ve 60 kazak bırakmak niyetin­
deler.
Birkaç günden beri, M.G. Gamsaraganoff adında genç bir
Ermeninin buraya Rus konsolosu olarak tayin edileceği söy­
1 82
leniyor. Askeri hükümet Valisi General Doukazkoy, şehre 15
dakika uzakta bir çadırlı ordugâhta bulunuyor. Birkaç gün bu­
rada kaldıktan sonra gitmek niyetinde.
Ayın 17’sindeki durum bu; Rusların buradan gitmiş olma­
ları gerekse de hâlâ buradalar; kısacası, projeleri anlaşılabilir
gibi değil.
Ek - 2
K orgeneral Lazareff’den, M üşir İsm ail Paşaya
Erzurum askeri valisi; dün gece bir miktar Türkün bir Er­
meni evini basıp yağmaladığını, bir erkeği yaraladığını ve bir
kadına da tecavüz edildiğini bildirdi. Özellikle Hıristiyanlara
karşı tehdit savuran bir Türke karşı çıkan bir Ermeninin yara­
landığı öğrenilmişti. Korkudan titreşen binlerce kişi, Piskopo­
sun kapısında toplanmış, Türklerin artan tehdidini ve içinde bu­
lundukları şaşkınlıklarını dile getirmişlerdir.
Askeri valiye şehri tamamen terk edinceye kadar, bütün
önlemleri almasını emretmekle beraber, sizin de nüfuzunuzla
bütün yollara başvurarak Hıristiyan halkın himaye ve sükûne­
tini sağlamanızı rica ediyorum.
Gerek Sultanın size verdiği yetki, gerek asker olmanız ve
gerekse şahsınıza beslenen saygı ile Müslümanları sükûnete da­
vet edeceğinizden ve Hıristiyanlara güven vereceğinizden emi­
nim.
Osmanlı idaresindeki Hıristiyanlara yaptığım açıklamayı
biliyorsunuz. Bu konuların düşünülmesini ve Hıristiyanlara mer­
hamet edilmesini zatıâlinizden rica ederim. Alacağınız önlem­
lerden beni haberdar etmenizi de ayrıca diliyorum. Ben de bun­
ları Grandüke bildireceğim.

Ek - 3
K orgeneral Lazareff’den, M üşir İsm ail Paşaya
Kars, 13 Eylül 1878

Dünkü telimde Hıristiyan halkının can ve mal güvenliğini


güvence altına almanızı rica etmiştim. Bugün Ermeni toplu-
mundan aldığım bir telde, Osmanlı Hükümetinin memurlarına
gerektiği kadar güven duymadıklarını ve Rus topraklarına
geçeceklerini söylüyorlar. Kürtlerin korkusundan Eleşkirt’ten
göçün başlamış olduğu, özellikle Horasan Hıristiyanlarının da
onları takip edeceği bildiriliyor.

183
Generalim, sizin de bildiğiniz gibi ve Çardan aldığım ta­
limata göre bütün nüfuzumu kullanarak Ermeni halkını yatıştır­
maya çalıştım. Onlara yerlerinde kalarak Osmanlı Hükümetine
itaat etmelerini, ona inanmalarını ve bunun en iyi güvence ola­
cağım namus sözü vererek iknaya çalıştım.
Generalim, sizin de benim fikrimde olduğunuzu biliyorum.
Onları yatıştırarak yerlerinde kalmalarını sağlayınız. Göç edi­
niz desem, bütün Hıristiyan vilayetleri boşalır. Ancak, Ermeni
toplumunun iyiliğini yürekten isteyen bir kimse olarak, göçün
büyük yoksunluk ve kayıplara neden olacağının bilinci içinde,
Grandükten aldığım sıkı talimat dolayısıyla, Sayın Generalim
bu işi canı gönülden yapmanızı ve onların sevaplarını almanızı,
alacağınız önlemlerden beni haberdar etmenizi dilerim.

Ek • 4
K orgeneral Lazareff’den, Tüm general Doukazkoy’a
Kars, 13 Eylül 1878, tel.

İsmail Paşaya, sizin elinizle gönderdiğim bu teli okuyunuz


ve Piskopos aracılığıyla bunun Ermeni toplumuna duyurul­
masını sağlayınız. Onların samimi bir dostu olarak, gelecekle­
rinden bir endişem yok. Ufak tefek olaylar, genel bir kışkırt­
manın fırsatı olmamalıdır. Çalışkan, barışsever Ermenileri hu­
zursuz etmek, Osmanlı Hükümetinin çıkarına değildir.
Ermenilerin bu vasıfları, ticaret ve alışverişle meşgul ol­
maları, Osmanlı hâzinesini zenginleştirir, ülkenin refahını arttı­
rır.
İsmail Paşaya gönderdiğim telgrafın içeriğini onlara bildi­
riniz ve onun İstanbul’la muhabere etmekte olduğunu söyleyi­
niz. İsmail Paşanın adaletinden eminim ve onun yanındakiler,
çekilmekte olduğumuz bölgelerdeki Hıristiyan toplumunun gü­
venini sağlamada bir garantidir.
Aynı zamanda Ermeni toplumu liderlerinin de, toplumu
sükûna davet etmesi ve onların bir Hıristiyan gibi davranma­
larını sağlamaları gerekir.
Ayastafanos Antlaşmasıyla sağlanan reformlar, Berlin Ant­
laşmasıyla yok edilmemişlerdir.
Türkiye, No. 54 (1878), s. 64 - 65 No. 86. 86/1, 86/2, 86/3, 86/4

184
No. 104

M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard’a


DIŞİŞLERİ, 10 Ekim 1878

Rusların çekilmesi sonunda Hıristiyanların korunması için


Erzurum’da bir mahkemenin kurulması ve bu konuda Saffet
Pasa katındaki girişiminizi onaylıyorum.
Türkiye, No. 54 (1878), s. 47, No. 56

No. 105

Konsolos M uavini B iliotti’den, M arki Salisbury’e


TRABZON, 11 Ekim 1878
(Alındı, 24 Ekim)

Erzurum’da sükûnet var. İki tabur Ermenileri korumak


üzere getirilmiş ve Babıâli’nin emriyle sıkıyönetim ilan olun­
muştur.
Türkiye, No. 54 (1878), s. 87, No. 112

No. 106

Konsolos M uavini B iliotti’den, M arki Salisbury'e


TRAZBON, 16 Ekim 1878
(Alındı, 30 Ekim)

Van ve civarındaki durumu Van’da oturan bir misyoner


rapor ediyor. «Kürtler kendi aralarında çarpışıyorlar, çevreyi
talan ediyorlar. Ermenilcr ellerinde hiçbir şey kalmadığını, göç
etmekten başka çareleri olmadığını söylüyorlar, özerkliğe ka­
vuşmalarına Ingilizlerin engel olduğunu söyleyerek İngilizleri
suçlamaktadırlar.»
Türkiye, No. 54 (1878), s. 122, No. 153, 153/1

185
No. 107
S ör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 1290
TARABYA, 19 Ekim 1878
(Alındı, 1 Kasım)

Ruslar, Kürdistan’a (Diyarbakır’a) Maximoff’u konsolos


olarak tayin etmişlerdir. Rusların entrikalarını yakından izle­
yebilmek için bir İngiliz konsolosunun da Kürdistan’a acele atan­
ması.
F.O . 424/76 s. 3, No. 4 .

No. 108
Sör A. H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 1316, Gizli
TARABYA, 24 Ekim 1878
(Alındı, 1 Kasım)

Erzurum’a İngiliz Konsolosu olarak atanan Yüzbaşı Trot-


ter’e talim at: «Eğer Hıristiyanlara kötü muamele yapıldığına
ve bu yüzden evlerini terk ederek göç ettiklerine tanık olursa­
nız, derhal Türk makamlarına bunun politik bakımdan büyük
önemi olduğunu duyuracaksınız, Rusların entrikaları ve kışkırt­
maları ne ölçüde? Ne kadar Ermeni göç etmiş? Bölgenizin ürün
ve kaynaklarının gelişme imkânı? Ticaretteki artış olanaklarını
araştırınız. Kürtlerin Ermenilere saldırısı olursa bunu askeri
makamlara bildiriniz.

No. 109
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1319
TARABYA, 24 Ekim 1878
(Alındı, 1 Kasım)

Osmanlı kabinesinde reformları içişlerine yabancı müda­


halesi olarak gören kuvvetli bir itiraz var. Sultan ve başbakanı
reform isteklerinde samimi buldum.

186
Ek : Saffet Paşadan, Büyükelçi Layard’a (81’de be­
lirtilen İngiliz notasına B abıâli’nin karşılığı olan nota)
1. Jandarma teşkilatında yabancı subay, ancak teşkilat ta­
mamlanıncaya kadar bulunacak, kumandan olamayacak,
2. Adliyenin düzeltilmesi gerekli, ama yabancı yargıç­
lar ancak müfettiş olarak bulunabilecek,
3. Âşâr sistemi önce I, 2 vilayette değiştirilerek, alına­
cak sonuçlara göre, bütün ülkeye yeni sistem uygulanacak,
4. Valiler, bazı zorunlu durumlar dışında, 5 yıl süreyle
görev yapacak.
F.O , 424/76, s. 33-36, No, 23
Türkiye, No. 51 (1878), s. 7 -8 , No. 3, s. 11-12, No, 3/1

No. 110

Konsolos Muavini Biliotti’den, Marki Salisbury'e


No. 149, Siyasi
TRABZON, 26 Ekim 1878
(Alındı, 7 Kasım)

Trabzon’a Rus Başkonsolosu Trinofeen geldi ve konsolos­


luğa bugün bayrak çekildi. Rumlar ve Ermeniler mutlu. Sa­
nırım Diyarbakır’a bir konsolosluk, Van, Muş ve Samsun’a
da birer konsolos muavinliği açacaklar.
F.O . 424/76, s. 108-109, No. 134

No. 111

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 30 Ekim 1878
(Alındı, 7 Kasım)

Reformlar hakkında Babıâli’ye sunduğum memoranduma,


Saffet Paşanın gönderdiği cevabi yazıya, kuriyenin acele ha­
reket etmesi gerektiğinden hemen bir mütalaa arz etmiştim.
Ancak daha sonra konuyla ilgili önemli kişilerle yaptığım
görüşmelerden edindiğim bilgilere dayanarak, evvelce gönder-

187
iliğime eklemeyi gerekli gördüğüm düşüncelerimi aşağıda su­
nuyorum :
İngiltere Hükümetinin ileri sürdüğü reformları, bazı ba­
kanlar ve kabine dışındaki nüfuzlu kişiler, toptan reddetmek
istemişlerse de Sultan bunu önlemiştir. Notamızı ret fikrinde
olanlar, bu notanın hükümranlık haklarını yok ettiğine, bu
himaye ve kontrolün sonradan ilhaka dönüşeceğine Sultanı
ikna etmeye çalışmışlardır. Bu konuda bakanlar kurulu gö­
rüşmelerine dayanan cevabi notaya, ilkin bakanlar kurulunca
çoğunlukla ret cevabı verilmişti. Ancak bu cevap, sarayca
onaylanmamış, nihayet başbakanın da yardımı ve hükümdarın
düzeltmeleriyle ikinci kez bakanlar kurulundan oybirliğiyle çı­
karılmıştır.
Jandarma, mahkeme ve vergi toplamada AvrupalIların
kullanılması, danışmanlığın dışında olanaksız görülmektedir.
Ama bu ülkedeki deneylerime dayanarak şunu söyleyebilirim.
Eğer Türkler bu AvrupalI danışmanlardan cidden faydalana­
bileceklerine inanırlarsa, onlara istemeden de olsa geniş yet­
kiler verebilirler. Bu itibarla bu konudaki duyarlılıklarını ola­
ğan karşılıyorum.
Jandarma teşkilat yasasi, esas itibariyle Baker Paşanın
tavsiyelerine uyularak Devlet Şûrasınca hazırlanmaktadır. Ge­
rek Saffet Paşa, gerekse Hayrettin Paşa ile özel görüşmeler­
den edindiğim izlenime göre, her ikisi de reformları yapmayı
gönülden istiyorlar, ancak ellerinde gerekli olanak olursa.
Adalet Bakanlığı mahkemelerin reformu ile ilgili yasaları
hazırlıyor.
Babıâli, bazı vilayetlerde geliri düzenleyen sistemi uygu­
lamaya hazır.
Şimdi Saffet Paşanın verdiği notada sözü edilen 4 reform
üzerindeki düşüncelerimi belirteyim :
1. Jandarma teşkilatı için merkezi bir yönetim kuru
olacak. Bunun başına yetkili bir AvrupalI subay getirilecek.
Müslümanlar, yabancıların içişlerine karışmalarından hoş­
lanmıyorlar. Bu nedenle komuta mevkiinde halkla doğrudan
temasta olacak yabancı subayların dil ve geleneklere yaban­
cılığı dolayısıyla, en üst seviyede bir yabancı subayın bulunuşu
daha uygundur. Böylece hem Hıristiyanlar, hem de Müslü­
manlar jandarmadan bir şikâyetleri olursa bu makam gereğini
yapar diyorlar. Baker Paşa bu fikri onaylamaktadır. Ben her
vilayetteki jandarma komutanlığına bir yabancı subayın atan­

188
ması konusuna görüşmelerim sırasında değinmiştim. Onlar,
yalnızca İstanbul’da kurulacak jandarma teşkilatı merkezini
anlamışlar. Ancak biz istersek, bütün vilayetlerde olmasında da
bir sakınca görmüyorlar.
2. Saffet Paşanın notundaki adliye teşkilatı reformuyla
ilgili konuya gelince: Her mahkemede bir yabancı hukukçunun
bulunması ve bütün kararların onun onayından geçmesi, eş­
yanın tabiatına aykırı bir noktadır. Zira bu kişi ne gelenekleri,
ııe de Türk yasalarıyla dilini bilebilir. Bu biçim, adalete sığma­
yan bir konudur. Bunun yerine bir yabancı adli müfettişin
olması ve bu kişinin mahkemeleri denetleyerek gerek usul,
gerekse rüşvet bakımından kötü işleyenler üzerinde işlem yap­
ması, ancak bu görevi yapacak insanın gerçekten işini iyi
bilmesi gerektiği üzerinde durdular. Böyle bir kimse, Müslü-
manlarda bir güven yaratabilirse, bu güvenin koşutunda yet­
kileri de genişletilebilir. İmparatorluğun gelişmesi ve refahı
için gerekli reformları yapabilir.
3. Yeni gelir vergisinin yeni bir sisteme bağlanması için
ciddi bir itiraz yok.
Saffet Paşa, âşârın kaldırılmasının Aydın’da denenmesi­
ni ileri sürdü. Zira bu bölge hem tarımsal açıdan zengin, hem
de İzmir’i içine alıyor. Dolayısıyla liman ve ticaret merkezleri­
ne de sahip olduğundan güzel bir pilot bölge olur. Elde edi­
lecek sonuca göre, yavaş yavaş öteki vilayetlere de yayılır di­
yor. Sultan ise, Saffet Paşanın Aydın teklifini uygun bulmadı.
Çünkü İzmir’de zeybekler var. Bunlar dik kafalıdırlar, itiraz
edebilirler. Kastamonu halkı daha barışseverdir diyerek, bu
reformun orada denenmesinin yararlı olacağına ilişkin görüş­
lerini belirtti.
BabIâli’nin yanıtında vergilerin toplanmasıyla ilgili olarak
AvrupalI görevlinin yetkilerinin ne olacağı ve ne yapacağı pek
anlaşılmıyor. Yalnızca bu konuda yabancı maliyecileri kulla­
nacağını söylüyor.
Sizin talimatınızdan anladığıma göre, Hindistan’daki vergi
toplayıcılarına benzer bir görev verilmesini amaçlıyoruz.
BabIâli’nin bu yabancılara ne gibi görevler vereceğine sıra
gelince, sizin düşündüklerinizi telkin ederim.
4. Vali, yargıç ve vergi toplayıcılarının belli bir süre gö­
revde kalmaları konusunda Sultan, bu sürenin 5 yıl olmasını

189
söylüyor. Bununla birlikte toplumun yararına olacak durum­
larda işten el çektirilmesi kaydı da belirtilmesi gereken bir
başka konudur.
Sizin teklifinizde bu işin özel bir kurulca yapılması key­
fiyetine gelince, 1876 Anayasasındaki yüksek mahkeme ya da
senato gibi kuramlara bu görev verilebilirse de bu uygulama,
ciddi engeller yaratabilir. Saffet Paşa, halen bu gibi görevlile­
rin işten el çektirilmeleri işinin, Bakanlar Kurulunun tavsiye­
siyle Sultan tarafından yapıldığım söyledi. Dahası bu konunun
Sultanın haklarına karışmak gibi görülebileceğini belirtti. An­
cak ben, Sultana bunun önemini izah ederim.
BabIâli’nin reformları yapmadaki isteği ne derecede olur­
sa olsun, başta gelen önemli konu, eldeki parasal olanaklar
sorunu. Devlet bütçesi böylesi büyük masrafı karşılayamaz.
Şimdilerde aylıklar çok düşük, düzenli de ödenmiyor. Polisin
maaşı ayda yalnızca 4 şilin ve bu miktar, bütün yolsuzlukla­
rın kaynağıdır. Jandarma sayısını 30.000’den 40.000’e çıkarmak
ve bunlara aylık ödeyememek yarardan çok zarar getirir.
Saffet Paşanın dediğine göre, mahkemelerin düzeltilmesi
ve adli müfettiş kullanmak, en az 500.000 İngiliz lirasına ih­
tiyaç gösterir. Osmanlı Hükümetinin reformlarında görev ala­
cak yabancılara iyi ve zamanında aylık vermesi gerek. Halen
ordu dahil, devlet hizmetinde olanlar zaten az olan maaşları da
gecikince dilenecek duruma geliyorlar.
Osmanlı devletinin reformları yapmamak için hazine du­
rumunu bahane ettiğinden haberdarım. Eğer gerçekten yap­
mak isterse, Ingiltere’yi memnun edecek şekilde onları ya­
par. Fakat imparatorluğun durumunu iyi bilen herkes, bu
mali durumla bu reformların bir kısmının yapılamayacağını
kabul eder. Gelir kaynaklarına ciddi bir sekte vurmadan âşârın
kaldırılması, vali, yargıç ve öteki yüksek görevlilerin yüklene­
cekleri görevlerle uygun olarak maaşlarının doyurucu olması
gerekir. Bunu Babıâli hangi iç ve dış kaynaktan bulacak? Bu
nedenle, bu üç reformun yapılabilirliği şimdilerde oldukça zor­
dur.
Türkiye, No. 5! (1878), s. 12-16, No. 4

190
No. 112
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury’e
TRABZON, 2 Kasım 1878
(Alındı, 15 Kasım)

Khodoortchoor’da yaşayan gavri Müslimlerin Trabzon’da­


ki temsilcisinin verdiği bilgiye göre, İsmail Paşa İspir bölgesin­
deki Ermenilerin son 30 yılda gördükleri zarar ziyanın liste­
sinin çıkarılarak kendisine verilmesini istemiş. Ermeniler yerel
yönetimlerin enerjik davranış ve iyi niyetlerinden çok memnun­
lar, bunu büyükelçiliğin demarslarına bağlıyorlar.
Türkiye, No. 54 (1878), s. 190, No. 223, 223/1

No. 113
Konsolos M uavini B iliotti’den, M arki Salisbury'e
TRABZON, 4 Kasım 1878
(Almdı, 19 Kasım)

Erzurum’da asayiş açısından durum iyi, Kürdistan bölge­


sindeki ayaklanmalar ordunun müdahalesiyle yoluna girmekte.
Ruslar Kars’ı topla takviye ediyorlar ve Erivan’a doğru İran
hududuna asker yığıyorlar. Ticaret ve iş hayatı durgun, yok­
sulluk çok, Ermenilerin katliamı diye bir şey söz konusu değil,
Ermeniler asayişten memnun.
Türkiye, No. 54 (1878), s. 209-210, No. 242 (Ek -242/1)
\

No. 114
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury'e
No. 157, Siyasi (B.B.)
TRABZON, 8 Kasım 1878
(Alındı, 25 Kasım)

Erzurum’a bir Ermeni genel vali atanması konusunda


konsolosun görüşleri.
1. Ermeniler bütün Anadolu’da azınlıktır, buna karş
eğer Hıristiyan bir vali seçilecekse, bunun seçileceği en son

191
bölge Erzurum olmalıdır. Çünkü burası, Rus sınırına yakın
vilayettir. Dolayısıyla, onların entrikalarıyla daha çok karşı
karşıyadır.
2. Hıristiyan genel vali atanması, Ermenileri özerk bir
yönetime kavuşturmadıkça bir yarar sağlamaz. Tersine şimdi
gerek basın, gerekse konsolosluklar aracılığıyla yapabildikleri
şikâyet ve yaygaraları yapma kozları da ellerinden gider; kö­
tü yönetilen Müslümanlarsa, bu olanaktan çeşitli nedenlerle
yoksundurlar. Kaldı ki böyle bir hareket, hem Ingilizlere bel
bağlamış Müslümanların yitirilmesine neden olur, hem de mü­
kemmel birer asker olan Türklerin yapısmı bozar.
3. Yeniliğe karşı olan halk değil, çıkarlarından yoksun
kalacak olan idarecilerdir. Nitekim Hıristiyanların mahkeme­
de tanıklığı dolayısıyla, halktan beklenen tepki gelmemiştir.
Yeter ki halk, yeniliğe inandırılmış olsun. Müslümanlar da re­
formlardan yararlanamadıkça, hiçbir reformdan beklenen so­
nuç alınamaz.
4. İngiltere bütün nüfuzunu kullanarak bu reformları
yaptırmalıdır, ayrıca bu nüfuz, İngiliz askerinin işgaliyle des­
teklenmelidir. Eğer bu yapılmazsa, öngörülen reformlar kâğıt
üzerinde kalmaya mahkûmdur. İngilizler tarafından yönetile­
cek bu vilayete Rusya ve İran’daki Ermeniler de akacakların­
dan, nüfus yoğunluğu onlara geçecek, geçmese bile, gelecek­
lerle yoğunlaşacak olan entelektüel Ermeniler azınlığı den­
geleyebilecektir. Ve özerklik rüyası bitecek, fakat istenirse
özerkliğin tesisi de bir şok yaratmayacaktır.
F.O . 424/76, s. 405 - 407, No. 554

No. 115

Konsolos H enderson’dan, Sör A. H. Layard’a


HALEP, 8 Kasım 1878
Zeytun’daki isyan ordunun müdahalesi ve iki tarafın an­
laşmasıyla üç hafta önce bitmiş ve sükûnet gelmişken, İstan­
bul’dan buraya atanan bir papazın kışkırtmasıyla isyan, yeni­
den başlamıştır. Üç tabur askerin hemen Zeytun’a gönderil­
mesi için buyruk verilmiştir.
Türkiye No. 54 (1878) s. 293-294 No. 338/9

192
No. 116

Yüzbaşı R. E. Trotter’den, Marki Salisbury’e


No. 2, Siyasi
ERZURUM, 13 Kasım 1878
(Alındı, 7 Aralık)

Geleli henüz üç gün oldu, ama posta gideceğinden hemen


edindiğim bilgileri ulaştırmak istedim. Bu süre içinde öteki
sefaretlerle ve halkın ileri gelenleriyle görüştüm. Geçen yıl
Derviş Paşanın yenilgisinden sonra, Trabzon’a giderken geç­
tiğim yoldan bu yıl bir kez daha geçtim, im ar ve ticaret ba­
kımından daha iyi gördüm. Bunun, Rusya işgali sırasında ti­
caretin artması ve dolayısıyla trafiğin genişlemesinden dolayı
olduğu ve Ermenilerin olağanüstü, içkiye dayanan, bir ticaret
yaptıkları görülüyor. Fakat bu faaliyetten yol civarındaki köy­
lerin halkı etkilenmemiş. Halk acı acı, vergilerin ağır olma­
sından ve iki yıldır askerin gelip geçtikçe savaş için vergi top­
lama yoluna başvurulmasından şikâyet ettiler. Askerleri eski
püskü giysiler içinde gördüm. Yer yer Hıristiyanları korumak
üzere kasabalarda konaklamışlar. 25 kişilik atlı bir çetenin
yağmalamasına, 3, 4 kişilik atlı zaptiye yeterli değil. Nitekim
yerlerinden bile kıpırdamamışlar. Bu zaptiyelere yeterli maaş
verilmedikçe, bunun acısmı halk çekecektir.
Erzurum’da işler, genellikle umduğumdan daha iyi. Rus­
ların işgali sırasında Ermenilerden derlenen polislerin Müslü-
manlara kötülük yapmak fırsatını ele geçirmiş olduklarından
şüphe yok. Bu konu, Rus konsolos vekilince de bana söylendi.
Müslümanların Rusların çekilmesinden sonra Ermeniler­
den öç alacakları korkusuyla, Ruslar çekilmeden hemen önce
şehirde bir panik başlamıştı. Şükürler olsun ki, o zamandan
beri bir olay çıkmadı. Bunda Türk makamlarının uyanık dav­
ranmalarının büyük payı vardır. Özellikle komutan Musa Pa­
şanın rolü büyük olmuştur.
Büyük kasabalarda askerin bulunuşu Hıristiyanlara güven
vermektedir. Burada ve Bayburt’ta nüfusun 1/5’i Hıristiyandır.
Askerin bulunuşunun güvenliği sağladığını, Hıristiyan ileri ge­
lenleri de söylemektedirler. Bu sükûnetin askerin yetersiz
olduğu yerlerde de sağlandığı söylenemez Nitekim sık sık bazı
olaylara rastladığını Trabzon konsolosumuz rapor etmiştir. Eleş-

193
kirt Ovası ve Beyazıt sakindir. Ovada oturan 2, 3000 aile Rus­
larla birlikte hududu geçmişlerdir. Savaşın başında göç eden
2.000 aileden 250’si, sonradan yerlerine dönmüşlerdir. Gerek
Gregoriyen, gerekse Katolik piskoposları ve Rus makamları
göçü önlemeye çalışmışlardır. Erzurum ve Tortum’dan göç
edenlerin sayısı, 50’şer aileyi geçmez. Birçok hallerde, halen
göç zor kullanarak önlenmektedir.
Bazılarınca, Rusların bu davranışı çok kötüdür, ben ter­
sini düşünüyorum. Bu konuda Ruslar Ermenilerden yana ola­
rak ve iyi niyetle onları kışkırtmışlardır Bu konuda en faal
olan Kars’ta bu sırada General Lazareff vardı ve işgal sıra­
sında polis müdürü olan Erzurum eski Konsolos Vekili Bin­
başı Gamsaragan, yardımcısı da Teğmen Nicolosof’tu. Üçü
de aslen Em enidir, ö te yandan Eleşkirt’te, Beyazıt’ta da göçü
eski vali teşvik etmiştir.
Katolik Romen Ermenilerinin göç etmek istemediklerini
söylediler. Fakat civardaki Gregorienlerin ısrarıyla göç etmek
zorunda kalmışlardır. Civardaki Kürt Cemşit Ağanın koruma
güvencesi vermesi üzerine Eleşkirt’teki Molla Süleyman köyü,
olduğu gibi yerinde kalmıştır. Kars’ta komutan olarak bulunan
General Lazareff, Ermeni mültecilerini baharda geri göndere­
ceğini söylemiştir.
Dersim’de olup bitenler hakkında inanılır bir bilgi alamı­
yorum. Rus Konsolosunun söylediğine göre, sözümona hatırı
sayılır bir Türk kuvveti Dersim Dağlarının içine sızmışsa da
arkası kesilmiş ve birkaç haftadır haber çıkmamış, inanılması
zor.
Ruslar, şimdilerde Soğanlı ormanlarından ağaç sevk et­
meye müsaade etmiyorlar. Rus Konsolosu bu emrin, kaldırıl­
masına çalışacağını söyledi. Havalar iyi gittiğinden birkaç haf­
ta önce arabası 400 kuruş olan odunun fiyatı yarıya düşmüş­
tür. Türk hudut tespit komisyonu, ben gelmeden önce Kars’a
hareket etmiş.
Netice olarak, İstanbul’da bir devrim olmazsa, gelecekte
büyük bir ayaklanmayı kimse beklemiyor. Şehirdeki tek tük
olaylara kış boyunca da sık sık rastlanabilir. Suçluların ce­
zalandırılmaları için valiyi uyarıyorum.
Musa Paşa bütün Ermenilerle, Ruslarla ve Misyoner
Cole ile görüşüyor. Buradan alınmamasını içtenlikle diliyo­
rum.

194
İsmail Hakkı Paşa da maiyeti tarafından desteklenme­
lidir.
F.O . 424/77, s. 48-150, No. 114
Türkiye, N o. 54 (1878), s. 286 -288, No. 335
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 1-3, No. 1

No. 117

Yüzbaşı R. E. Trotter'den, Marki Salisbury’e


No. 3
ERZURUM, 21 Kasım 1878
(Alındı, 10 Aralık)

Sultan, Erzurum’da bir sıkıyönetim mahkemesi kurulması


için buyruk vermiş, Hıristiyan dini önderleriyle birlikte top­
lanıldı. Halen sükûnet sağlandığından, bunun gereksizliği be­
lirtildi. Musa Paşa İstanbul’a durumu bildirdi. Bütün Ermeni
toplumunun buradakilere yardım etmesi gerektiği belirtildi.
Asayiş yerinde.
F.O . 424/77, s. 133-134, No. 191
Türkiye, No. 54 (1878), s. 299-300, N o. 347
Türkiye, No. 10 (1879), s. 3 -4 , No. 2

No. 118

Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbuıy’e


No. 1462
TARABYA, 25 Kasım 1878
(Alındı, 7 Aralık)

Halep Valisi Kâmil Paşa, Zeytun’dan 19 Ermeni kadınını


getirerek hapsettirmiş. Başbakan Saffet Paşanm dikkatini çek­
tim. Paşa da, valinin hareket tarzına şiddetle karşı olduğunu.
Kâmil Paşa hakkında başka şikâyetler üzerine Sultanın dikka­
tini çektiğini ve Kâmil Paşanın görevden alınacağından emin
olduğunu söyledi.
F.O . 424/77, s. 52, N o. 117
Türkiye, No. 54 (1878), s. 288, No. 336

195
No. 119

Yüzbaşı R. E . Trotter’den, M arki Salisbury'e


No. 5, Siyasi
ERZURUM, 28 Kasım 1878
(Alındı, 21 Aralık)

Ermenilerin şikâyetlerini hemen çözümleyebilmek için Ba-


bıâlinin buyurduğu sıkıyönetim mahkemesi (3 paşa, 2 Ermeni
doktor, temsilci olarak İstanbul’dan gelmiş) kurulmuştur. Oy­
sa vali bunu, Ermeni toplumu temsilcilerinin asayişi yeterli
görmeleri üzerine geciktirmişti. Bazı Ermeni köyleri adı ge­
çen temsilcilerin kendilerini temsil edemeyeceklerini ileri süre­
rek şikâyetlerde bulununca vali, askeri mahkemeyi kurmuştur.
İyi de olmuştur. Bana gelen şikâyetleri oraya yapmalarını
söylüyorum. Şikâyetlerin bazılan reformların yapılmasıyla il­
gili. Kanımca bu fakir, sefil, yeteneksiz polis teşkilatı ve idare
düzelmedikçe her şey kötüden daha kötüye gider.
No. 424/77, s. 295 - 296, No. 412
Türkiye, No. 10 (1879), s. 5 -6 , No. 4

No. 120

Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 1477
İSTANBUL, 30 Kasım 1878
(Alındı, 12 Aralık)

Ermeni Patriği Zeytun, Maraş ve Diyarbakır’dan (din gö­


revlilerinden) aldığı haberlere göre, Ermenilere çok kötü dav-
ranıldığını ve Avrupalı Büyük Devletlerin özellikle iyiliksever
İngiltere’nin dikkatini çeken ekli yazıyı göndermiştir. Halep
Konsolosunu şikâyetleri soruşturmakla görevlendirdim. Diyar­
bakır’a da o vakte kadar İngiliz konsolos vekili gitmiş olur.
Bana yapılan bu şikâyetin, öteki sefaretlere de iletildiğini öğ­
rendim. Onlar da incelediler ve bu şikâyette büyük abartma­
lar olduğunu söylediler. Bence şikâyetler, aynı kaynaktan aynı
maksatla yapılmakta.
F .O . 424/77, s. 205 N o. 243, 243/1

196
No. 121
Sör A. H. Layard’daıı, M arki Salisbury'e
No. 1490
İSTANBUL. 2 Aralık 1878
(Alındı, 12 Aralık)
Geghi’deki Ermeni veProtcstanlara Kürtler tarafından
kötü muamele yapıldığım, idare amirinin de Kürtlere yardımcı
olduğu haberini aldım. Saffet Paşaya baştercümanmı Sandi-
son’u göndererek durumu kendisine anlatmasını, gereğinin
yapılmasını, en ağır bir şekilde söylemesi emrini verdim. Pa­
şa, Sandison’dan kendisine bir memorandum vermesini iste­
miş ve yerel makamlara yazılacağına ilişkin söz vermiş. Saffet
Paşa şimdilik bu karışıklığı düzeltmek için bir miktar ödenek
ayrılabileceğini de söylemiş. Zira Babıâli, bu işe son vermeye
henüz muktedir değil.
F .O . 424/77, s. 210 -211, N o. 249

No. 122
Konsolos H enderson’dan, M arki Salisbury’e
HALEP, 2 Aralık 1878
(Alındı, 26 Aralık)

Güvenilir bilgiler elde etmek üzere Maraş ve Zeytun’a git­


meye karar vererek yola çıktım ve Antep’te hastalandım. Ha-
lep’e geri döndüm. Antep, sağlıklı ve zengin bir bölgede ku­
rulmuş bir kent. 40.000’in üzerinde nüfusu var, bunun en faz­
la 15.000’i Hıristiyan. Bunun da 5.000’i Protestandır. American
Board of Commisioners for Foreigıı Missions tarafından yeni
güzel bir kolejin yapımı bitirilmiş. Arazisi Antepli bir Müs­
lüman tarafından hibe edilmiş. Alabileceğinden daha çok genç
insan, bu koleje girebilmek için başvurmuş. Amerikan mis­
yonu kız okulları için öğrencisi olan bir semineri sürdürmek­
tedir. 7 Protestan kilisesi var, biri Ingiliz Episcopolian Kili­
sesi. ve diğerleri de Presbyterianla bağlantılıdırlar. İngiliz kili­
sesinin 200’ün üzerinde cemaati vardır. Piskopos Mıgırdıç’ın
söylediğine göre, yeni kilise yapılınca bu sayı büyük ölçüde
artacaktır. Ermeniler Episcopal’ı, Presbyterian’a tercih edi-

197
yorlar. öteki 7 Protestan kilisesinin rahipleri yerlilerden, ya
Amerika’da okuyup rahip olmuşlar, ya da Amerikan misyo­
nerlerince burada bu iş yapılmış. Büyük bir cemaatleri var ve
burada şehrin en zenginleri onlar. Şehir ticaret ve imalatta
ileri, müreffeh ve insan gücü ihtiyacı var. Yevmiyeler yüksek,
yerlilerin büyük çoğunluğu ticaretle uğraşıyor. Ülkenin politik
durumuyla pek hararetli bir şekilde ilgilenen zengin bir Er­
meni sınıfı var. Halep - Antep ve Antep - Fırat arasında Kürt-
ler var. Bunlar yavaş yavaş köylere yerleşmiş, tarımla uğraşı­
yorlar. 13 yıl önce Süreyya Paşa atlı iki bölükle bir garnizon
kurarak tarımla uğraşanları korumuş. Son savaşta bu asker
çekilmiş ve Araplar yeniden gelerek üretimi tahrip etmişler
ve 13 yıllık da kira istemişler. Çiftçilerin ellerinden her şeyle­
rini alıp götürmüşler. Böylece bu zengin yerler fakirleşmiştir
ama Halepli tefecilerden borç alarak topraklarını gene ekmeye
çalışmışlar. Arapların baharda tekrar gelerek hasatlarını tah­
rip etmelerinden korkmaktadırlar. Herhangi bir değişikliği
bugünkü durumdan daha iyi görmektedirler. Eğer idarede dü­
zelme olursa buraları refaha kavuşur.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 6 -7 , No. 9

No. 123

Marld Salisbury’den, Sör A.H . Layard'a


D IŞİŞLERİ, 4 Aralık 1878

Başbakanın 24 Ekim tarihli, sizin de 30 Ekim tarihli ya­


zılarınız hükümet tarafından dikkatle incelendi.
Amaç, 4 Haziran 1878 tarihli Türk İngiliz Antlaşmasında
öngörülen reformları yapmaktır. Bu uluslararası bir yükümlü­
lüktür. Türk Asyasında görev yapacak dil bilen, uzman yargıç­
lar bulmak zordur ve bunun tamamen yerine getirilmesi biraz
zaman alır. Sultanın danışmanlarının hükümranlık haklarının
sarsılacağı üzerindeki kuşkuları yersizdir, böyle bir şey yok.
Yolsuzluklar ne olursa olsun Türk Asyasında paramparça
olan toplumu, şu anda bir arada tutan tek bağ Sultanın otori­
tesidir.
İleri sürülen itirazlar şimdilik yerinde görülerek Babıâlinin
teklif ettiği gibi bir AvrupalI adli müfettişi onaylıyoruz.

198
Mâliyedeki reform, vilayet vilayet ve yavaş yavaş uygu­
lanmalı.
Yabancı subayların jandarma komuta mevkilerinde oluşu,
hükümranlık haklarına ters düşmez. Mali durum gerçekten de
bir engel. Ama bu durum düzelir düzelmez bu konuda ısrar
etmek görevinizdir.
Vali ve öteki yüksek mevkideki şahısların belli bir süre
görevlerinde kalma garantisi sorununda, BabIâli’nin, «Halkın
büyük çıkarı için İmparatorluk hükümetince bu kişilerin de­
ğiştirilmesinden kaçmılmadığı hallerde» olan ifadesi yoruma
bağlı ve kötüye kullanılabilir. Bu durumda İngiltere öğüt ver­
mekle kalmamalı, anlaşmadaki hakkmı kullanarak ısrarlı ol­
malıdır.
Mali durumun bozukluğu dolayısıyla bu reformların bütün
vilayetlerde aynı zamanda uygulanmasına olanak yoktur. Ama
bir iki vilayette başlanırsa deney kazanılır ve mali durum iyi­
leştikçe bu reformlar genelleştirilir.
Türkiye, N o. 51 (1878), s. 16-18, N o. 5

No. 124
Yüzbaşı R. E. T ro tter’den, M arki Salisbury’e
ERZURUM, 4 Aralık 1878
(Alındı, 27 Aralık)
Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin isyanı; iyi silahlarla do­
nanmış Kürtlerin karşısında asker zayıf kalıyor. Bu isyanda
Rusların parmağı olması büyük olasılık.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 7, N o. 5

No. 125
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1046, tel.
BEYOĞLU, 5 Aralık 1878
(Alındı, 5 Aralık)
Doğu Anadolu’da reformların en kısa zamanda yürürlüğe
konulması için Padişah, başbakan ve bakanlara emir vermiştir.
F. O. 424/77, s. 37. N o. 83

199
No. 126

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 1506
İSTANBUL, 5 Aralık 1878
(Alındı, 21 Aralık)

Son zamanlarda Zeytun’da ve Maraş’ta çıkan isyanlar


bastırılmışsa da Patriğin söylediğine göre bu bölgelerde Hıristi-
yanlara kötü muamele edilmekte. Konsolos bu iş için soruş­
turma yaptırmış. Halep Valisi Kâmil Paşanın Maraş’tan ge­
tirdiği Ermeni kadınları ve çocukları hapsettiği öğrenilmiştir.
Başbakana durum arz edildi. Tutuklularm bırakılması için
hemen buyruk verildi. Vali Paşanın görevden alınacağı söy­
lendi.
F .O . 424/77, s. 337, N o. 428
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 7 -8 , N o. 10

No. 127

Sör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 1527
İSTANBUL, 11 A ralık 1878
(Alındı, 21 Aralık)

Erzurum konsolosumuzun verdiği bilgiye göre, Maraş ve


Zeytun’da kötü muamele yapılan Ermenilerin hakları için Er­
zurum’da iki üyesi Ermeni olan ve yeni kurulacak bir mahke­
mede olay araştırılacaktır.
F. O. 424/77, s. 348, N o. 440

No. 128

«Le Punch» Erm eni G azetesinin 15 A ralık 1978 T arih­


li N üshasından.
15 Aralık 1878 tarihli «Le Punch» adındaki Ermeni ga-
zatesinin makalesinden özet: Eleşkirt ve Beyazıt bölgesinde

200
bulunan Ermeni köylerinin 3/4’ü (yaklaşık 900 ev), Rus bir­
liklerinin çekilmesiyle birlikte Ruslarca göçe zorlanmıştır.
Bunlar yuvalarını, her şeylerini bırakarak gitmişlerdir. Şimdi
de geri dönmeleri istenmekte ve bövlece Moskoflar kendi ent­
rikalarını yürütmektedirler.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 33-35, N o. 20/2 '

No. 129

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 1550, Gizil
İSTANBUL, 18 Aralık 1878
(Alındı, 27 Aralık)

Konsolos Henderson’un; Halep Valisi Kâmil Paşanın Zey-


tun’da bazı kadın ve çocuklara zulmettiği yolundaki raporuna
dayanarak dikkatimi çekmiştiniz. Bu konuda Babıâli ile temas
halindeyim, kısa zamanda size yazacağımı umuyorum.
Ancak Henderson’un, Kâmil Paşa hakkındaki genel suç­
lamalarına bakarak, resmi görevli Türklerin idaresi hakkında
doğru bilgiler edinmenin ve onların karakterleri üzerinde adil
bir değerlendirme yapmanın çok güç olduğunu belirtmek is­
terim.
Henderson, Halep’e gelmeden önce, kendisine çok güven­
diğim bir îngilizden Kâmil Paşa hakkında kuvvetli bir tavsiye
aldım. Bu zat, bana Kâmil Paşayı çok dürüst ve yetenekli bir
kimse olarak tanıttı. Başkonsolos Eldridge, Kâmil Paşa Bey­
rut’ta vali iken kendisini resmi ya da özel görüşmelerden ta­
nıyor. Bu kişi, Paşanın, şimdiye kadar tanıdığı en iyi vali ol­
duğunu söyledi, dahası Suriye’ye genel vali olmasını teklif etti.
Gerek Osmanlı Bankası Müdürü Foster, gerekse onu yakından
tanıyanlar, Kâmil Paşanın aynı şekilde yüksek karakterli bir
insan olduğunu söylediler. Sanırım, Avrupa’da öğrenim görmüş.
İngilizce konuşur, bir ölçüde İngilizce yazar. Bütün bu bilgi­
lere dayanarak Paşanın yüksek ve önemli bir görevde bulun­
durulmasını BabIâli’ye güvenle tavsiye edebilirdim.
Fakat Henderson, Halep’e gelir gelmez, sürekli Kâmil
Paşanın bilgisiz, rüşvetçi ve ehliyetsiz bir vali olduğunu, vila­
yeti harebeye çevirdiğini söyleyerek kendisine o kadar çok suç

201
yükledi ki, başbakanla bağlantı kurarak Paşanın görevden
alınmasının gerekli olduğunu teklif etmenin bir görev olaca­
ğını düşündüm. Aynı zamanda Henderson’un, Kâmil Paşa
hakkındaki suçlamalarını da Başkonsolos Eldridge’e gönderdim.
O da Kâmil Paşaya bir dost olarak bunu bildirmiş ve ondan
aldığı yanıtı bana göndermiş, bir kopyasını ilişikte sunuyo­
rum.

Kâmil Paşadan, Başkonsolos Eldridge’e


18 Kasım 1878 tarihini taşıyan son mektuplarınızla gös­
terdiğiniz içtenliğe, gerçek dostluğunuza teşekkür ve minnet­
lerimi sunarım. İki hafta kadar hasta yatmıştım, iyileşince Ba­
bIâli tarafından Zeytun’a gitmem emredildi ve oradaki Erme­
ni ayaklanmasının hızla bastırılması istendi. 40 gün sonra Ha-
lcp’e döndüm. Zeytun’da isyancılara iyi bir ders vermek için
üç taburum vardı fakat daima bu kuvveti kullanmaktan sakın­
dım.
Başlangıçta bu tutum başarılı oldu, sade, masum insanları
öldüren ve bu itibarla teslim olmaktan korkan bir grup asi
dışında ötekiler sırayla teslim oldular. Gelmeyen bu asi grubu­
nun reisine hayatını bağışladığımı bildirdim. Esasen yalnız kal­
dığından, teslim olmaktan başka çaresi yoktu. Böylece her şey
aşağı yukarı sona ermişti. Bir özel komisyon önünde bütün
ialanlar incelendi. Köylerden çalınan mal ve hayvanlar sahip­
lerine geri verildi. Geride kalan işleri mutasarrıfa bırakarak,
Birecik’e geçtim. Fakat ne yazık ki benim ayrılmamdan iki
gün sonra, Zeytun’da Fornist manastırının papazı ile, 4 aydan
beri İstanbul’da görevi başında olmayan, bir okul öğretmeni,
Zeytun’a geliyorlar, Zeytun’dan 5 saat uzaktaki Firmilj köyün­
den kuvvet toplamaya başlıyorlar. Zeytun’un ileri gelenlerine;
bir notla şunları ilan ediyorlar : Zeytunlular yalnızca önce
ödedikleri vergiyi verecekler. Seçim eskiden olduğu gibi nü­
fusa bağlı olacak ve Ermeniler tarafından idare edilecekler.
Ayrıca bu sorunun Patrik ve 6 hükümdarın bilgisiyle çözüm­
lendiğini ve Zeytun hudutlarının onlar tarafından çizildiğini
söylüyorlar. Papaz, askerlerin Zeytun’a gelmelerinin yasadışı
olduğunu söyleyerek bu kanunsuzluğun önüne geçmek için
Ermenileri birliğe davet ediyor. Sonuçta, «Size hazır olmanızı
tavsiye ederim, bugün bizi boğazlayacaklar, eğer yaşarsak iyi
sonuçlar alacağız, eğer ölürsek mezar taşlarımızla anılacağız»
202
eliyor. Her ne kadar Zeytun ileri gelenleri, onlara karşıysa da
5 günde 600 kişi topluyorlar. Bunu haber alınca mutasarrıfa
ve birlik komutanına talimatımı vererek derhal Zeytun’a ha­
reket ettim ve üç günde oraya ulaştım. Fakat ben Zeytun’a
gelmeden önce Papaz askerlere karşı saldırıyı başlatmış ve
isyan başlar başlamaz askerler bunları kuşatmışlar. Birlik ko­
mutanı akıllı bir adam olduğundan derhal ateşi kestirmiş, aksi
taktirde bütün isyancılar ölebilirdi. Onlardan 10 kişinin yara­
landığı, askerlerden yaralanan olmadığı sanılmaktadır. Bunun­
la beraber Papaz ve iki yardımcısıyla yandaşlarından 15 kişi
yakalanır. Zavallı Papaz her şeyi itiraf eder. Kendi imzasıyla
verdiği ifadede, 5 ay önce İzmir’den bir Ermeninin Zeytun’a
geldiğini, manastırda kendisini gördüğünü, konuştuklarını, on­
lara hatırı sayılır bir miktarda para ile ırktaşlarından bir kıs­
mının ve AvrupalIların yeni icat 10, 12.000 silah verecekle­
rini ve böylece Zeytun’un kuvvetlendirileceğini ve kendisine
inanmalarını söyler. Papaz ve Zeytun’daki okulun öğretmeni
bu zatla birlikte İzmir’e ve İstanbul’a giderler. Fakat bir şey
elde edemeyince geri dönerler, bu durumu önceden de bili­
yordum, BabIâli’ye de zamanında bildirmiştim.
Bununla beraber şimdi isyancıların bellibaşlı liderleri de
dahil olmak üzere 200’e yakın asi elimde. BabIâli’nin emriyle
Papaz ve iki yardımcısını İstanbul’a sevk ettim. 45 elebaşıyı
Halep’e getirdim. Diğerlerini Maraş’ta bıraktım. Kışa kalma­
mak için sıkıca çalışarak, Zeytun’dan ayrılmadan önce her
şeyi düzenledim.
Şimdi sıra, geçen yaz etrafa zarar veren çöl bedevilerine
geldi, gerekli önlemleri alıyorum ama askerlerin Halep’e
döndüğünü görünce bedeviler akıllı hareket ediyorlar. Halep’te
bulunmadığım süre içinde bir sürü entrikalar dönmüş. Bun­
ların içinde, defterdarım var, bu yiyici zat idarem altında
bir şey kazanamayacağını anlayınca entrika çevirmeye başla­
mış, BabIâli’ye yazdım ve buradan uzaklaştırdım.
Üçüncü mektubunuzdan dolayı da yeniden minnettarlığımı
sunarım ve şunu bildirmek isterim ki, Babıâli ile bazı gizli
yazışmalarım oldu. Hakkımda söylenenlerin araştırılmasını
istedim, aziz dostum, bana ihmalkâr demek için onu söyleye­
nin benim idaremde yapılmadan bekleyen veya yanlış olan
şeyi göstermesi gerekir. Bana hırsız diyenin nasıl ve kimden
ne aldığımı açıklaması gerekir. Size soruyorum, bu yaşta ka­
rakterinizi değiştirebilir misiniz? Sanıyorum yeni bir eğitim
203
için çok yaşlıyım. Şerefli olmayan yiyici bir vali Halep’te
yılda 8, 10.000 sterlin yapabilir. Sizi temin ederim ki, biraz
borcum bile var. Ve onu ödeyemediğimden utanıyorum. Bey­
rut’ta Bayan Bustun’a 200 sterlin borcum var, üç yıldan
fazla bir zamandan beri Esat Mekane’ye de birkaç İngiliz
lirası borcum var. Beyrut’ta daha fazla borçlarım vardı fakat
Halep müftüsünden 200 sterlin borç alarak onları kapattım.
Liranın değeri düştükçe birkaç küçük borcum oldu. Tam bir
tasarruf içinde yaşıyorum ve param yok. Bu konuda benim
hakkımda araştırma yapacak olan Halep’te; bana yapılan
suçlamaları doğrulayacak namuslu bir kişi bulamaz. Zamanım
olsaydı çevrilen entrikaları yazardım. Ama bir dahaki sefere
yazarım inşallah.
Bay Henderson hep eski kafada, sizin tanımadığınız bir
kişinin vali olacağı yerde bulunmak istiyor ve dostluğumuzu
desteklemiyor. Sanırım sefarete bu konuda bir not vermeniz
daha iyi olacak.
Oğlum Şevket’le ilgili üçüncü mektubunuz için de teşek­
kür ederim. Onun hakkında endişeliydim, fakat dün ve bu­
gün iyi haberler aldım.
F .O . 424/77, s. 451, 452, N o. 541, (E k -541/1)

No. 130

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 1560
İSTANBUL, 18 Aralık 1878
(Alındı, 38 Aralık)

Halep konsolosumuzun yazısı üzerine eski başbakanı zi­


yaret ederek Kâmil Paşa hakkındaki şikâyeti söylemiştim.
Başbakan Saffet Paşa, Halep Valisi Kâmil Paşadan al­
dığı teli verdi. Bu telde vali dış müdahalenin, yani Konsolo­
sun durumu çarpıttığını Elbistan’daki olayın önemsiz olduğunu,
Maraş mutasarrıfını gönderdiğini, soruşturma neticesini bildi­
receğini söylüyor.
F. O. 424/77, s. 527, N o. 590, 590/1

204
No. 131
Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbııry’e
No. 1564
İSTANBUL, 20 Aralık 1878
(Alındı, 4 Ocak 1879)
Reformlar hakkındaki talimatınızı Osmanlı Dışişleri Ba­
kanı Karatodori Paşaya ulaştırdım. O da en kısa zamanda
bakanlar kuruluna arz edeceğini söyledi.
F. O. 424/79, s. 45, N o. 46

No. 132
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1567, Gizil
BEYOĞLU, 21 Aralık 1878
(Alındı 4 Ocak 1879)
Sultanla uzun bir görüşme yaptım. Sultan, Saffet Paşanın
Paris büyükelçiliğine atanması için Fransız sefirinden acceptence
talebinde bulunduğunu, başbakanlığa atanan Hayrettin Paşa­
nın enerjiyle hareket ederek kısa zamanda birçok işleri çö­
zümlediğini, Berlin Antlaşmasının bütün hükümlerini en kısa
zamanda yerine getirmesi için kendisine talimat verdiğini, re­
formları en kısa zamanda uygulamak istediğini, ancak İngil­
tere’den borç istediğini söyledi. Ben de gerek İngiliz Hüküme­
tinin, gerekse kamuoyunun önce reformların yapılmaya baş­
landığını görmesi ve böylece borcu vermeye bir dayanak ol­
ması gerektiğini söyledim. Reformların muhakkak yapılacağına
şeref sözü verdi ve son alman bilgilere göre Fransa’nın, daha
ziyade Rusların politikasına eğilimli olduğunu söyledi.
F.O. 424/79, s. 45-47, N o. 48

No. 133
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1571
İSTANBUL, 21 Aralık 1878
(Alındı. 4 O cak 1879)
Halep Valisi Kâmil Paşanın Zeytun’dan bazı Ermeni kadın
ve çocukları getirerek hapsettiğini, Halep konsolosumuzun bil-

205
dirdiği zaman başbakanı ziyaret ederek durumu bildirmiştim.
Tutukluların salıverildiğini konsolos bildirdi. Kâmil Paşa hak­
kında konsolosun iddialarının doğru olup olmadığım soruştu­
ruyorum. Doğru çıkarsa protestoda bulunacağım. Öyle sanıyo­
rum ki olay, onun azliyle sonuçlanacak.
F.O. 424/79, s. 48, N o. 51
Türkiye, No. 1 (1880), s. 8 -9 , No. 13

No. 134
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 1573
İSTANBUL, 23 Aralık 1878
(Alındı, 4 Ocak 1879)
Başbakan Hayrettin Paşayı ziyaret ettim. Reformların hiç
olmazsa iki Doğu vilayetinde başlatılmasını istiyor. Ama jan­
darma teşkili gerekli, buna da para lazım, İngiltere yardım et­
sin diyor.
F.O. 424/79, s. 48, N o. 52

No. 135
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbuıy’e
No. 172, Siyasi
TRABZON, 30 Aralık 1878
(Alındı, 17 Ocak 1879)
Eskiye bakarak Van’da Erzurum’da şikâyetler daha az ve
asayiş daha iyi. Kürdistan’daki isyan bastırılmıştır. Fakat Der-
sim’de devam ediyor. Güvenilir gezgincilerin söylediğine göre,
yerel makamlar kendilerine, isyanı bastırmada, daha fazla kre­
di sağlamak amacıyla isyanı abartıyorlar.
F.O. 424/79, s. 201, N o. 262

No. 136
M arki Salisbury'den, Sör A .H . Layard’a
D IŞİŞLERİ, 31 Aralık 1878
Hükümetimiz, Kâmil Paşayı azlettireceğiniz yolundaki 5
Aralık tarihli mesajınızı memnuniyetle öğrenmiş bulunuyor.

206
Maraş ve Zeytun Ermenileri adına Ermeni Patriğini kabul
etmenizi onaylıyorum.
Türkiye, N o. 1 (1880), S. 8, N o. 11

No. 137

Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbury’e


No. 18
İSTANBUL, 5 Ocak 1879
(Alındı, 17 Ocak)

Malet ve Konsolos Henderson’un yaptığı incelemeler so­


nunda bana ulaşan bilgilere dayanarak Kâmil Paşanın kötü
yönetimini Osmanlı Dışişleri Bakanlığı katında protesto ettim.
Bakan Karatodori Paşa verdiğim notayı hemen Bakanlar Ku­
ruluna sevk edeceğini söyledi. Dışişleri Bakanı, Kâmil Paşanın,
Zeytun’daki Ermenileri ayaklandıranın Papaz olduğunu söyle­
diğini ifade etti.

E k : Büyükelçi Layard’dan, Osm anlı D ışişleri Baka­


nı K aratodori Paşaya
Güvenilir kaynaklardan aldığım haberlere göre, Halep va­
lisi Maraş’ta 150 kişiyi hapse attırmış, bunlardan çoğunun
masum olduğuna inanıyorum. Zeytunlu 18 Hıristiyan prangaya
vurulmuş. Bu arada Ermeni manastırının ileri gelen büyüğü
de zincire vurulmuş. Bu kişinin tutuklanmasının nedeni de
vergi vermekle yükümlü olmasına karşın, şimdiye dek hiç
vergi vermemesidir. Kaymakam da çok kötüdür ve bütün
bunlardan Vali Kâmil Paşa sorumludur.
F.O. 424/79, s. 265, N o. 282
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 9, N o. 16
E k : F.O. 424/79, s. 265 - 266, N o. 282
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 9 -1 0 , N o. 16

207
No. 138

Sör A. H. Layard’dan, Marki Saiisbury’e


No. 25 (B .B .)
BEYOĞLU, 7 O cak 1879
(A lındı, 17 O cak)

İstanbul’daki Ermeni topluluğu patriği görevinden istifa


etti. Nedeni, özellikle Kürtlerin Ermenilere kötü muamele et­
mesi ve protestolarına rağmen bunun önüne geçememiş ol­
ması imiş. Daha önceleri de istifa tehdidinde bulunan Patriğe
bunu yapmamasını, savaşın yıkımları dolayısıyla reformların
aksadığını, hizmette kalırsa halkına daha çok yararlı olacağmı
söylemiştim. Hükümetin reformları yapmakta eldeki olanakla­
rına göre istekli olduğunu da ekledim.
F.O. 424/79, s. 271, N o. 285

No. 139
Konsolos H enderson’dan, M arki Salisbıny’e
HALEP, 8 Ocak 1879
(Alındı, 27 Ocak)
Büyükelçi Layard’a gönderdiğim yazının bir kopyasını ili­
şikte sunuyorum.

Ek - 1
K onsolos H enderson'dan, Sör A. H. Layard’a
Genel Vali, Zeytun isyancılarının, hükümet binasını ku­
şattıklarını, kaymakamın evine ateş edildiğini, hapistekileri
çıkardıklarını ve ondan sonra icraata geçtiklerini söylemişti.
Bu haberlerin, Maraş mutasarrıfından çıktığını ve kaymakamı
korumak için bunları uydurduğunu sanırım. Zira kaymakam
görevden alınıncaya kadar Halep’te böyle bir haber yoktu.
Babek, 30 kadar adamıyla gelmiş ve tutuklulan çıkarmış. Kâ­
mil Paşa, 100 askeri manastırda barındırmıştır ki, bu akıllıca
bir davranış olmamıştır. Oysa halkın bunda bir suçu yoktur.

208
Ek - 2

M ontgomery’den, Poche'ye
M araş, 3 Ocak 1879

Lütfen bu mesajı Halep Konsolosu Henderson’a ulaştırı­


nız. Maraş mutasarrıfı, Maraş’taki tutukluları daha iyi bir
yere nakletmemiştir. Zeytun halkının Zeytun’da hapislerin
çıkarılmasıyla bir ilgisi yoktur. Ellerinden silahları da alınmış
olduğundan asilerin bu hareketini engelleyemezdi.
Türkiye No. 1 (1880), s. 16-17, No. 20, 20/1, 20/2

No. 140

B inbaşı T rotter'den, M arki Salisbury’e


DİYARBAKIR, 12 Ocak 1879
(Alındı, 24 Şubat)

Midyat’taki Amerikan misyoner evine, Jacobite Hıristi-


yanlannca saldırıda bulunulmuş. Bir kadın öğretmen başından
yaralanmış. Olay Mardin mahkemesine sevk edilmiş, elebaşı
beyler tutuklanmıştır.
Protestanlığa geçen halk, Amerikan misyonerinin himaye­
sine giriyor. Bunlar hem eğitiliyorlar, hem de ne gibi haklan
olduğu konusunda uyarılıyorlar. Dolayısıyla vergilerini önce­
den yaptıkları gibi beylere vermeyerek, doğruca hükümete ve­
riyorlar. Beyler bu yüzden Protestan toplumuna düşman olun­
ca, buna neden olan ABD misyonerinin evine saldırılıyor.
Vali, kendisine İstanbul’dan yetki verilirse bütün bunların
hakkından gelebileceğini ifade etti, Bu yetkinin verilmesini
temenni ederim.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 20-22, N o. 11

209
No. 141

Sö r A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 30, tel.
İSTANBUL, 13 Ocak 1879
(Alındı, 13 Ocak)

Halep konsolosundan alman bir tele göre, girişimlerin


üzerine genel vali asker göndermeyi geri bıraktı. Genel valiyle
mutabakat halinde Bay Mardin, Zeytun’a şu tekliflerle gitti.
Askerleri koşulsuz serbest bırakmak, kaymakamın işten el çek-
tirilmesine söz verilmesi, bütün şikâyetler tahkik edilecek, Ma-
raş Meclisince Hıristiyanlara verilen cezalar kaldırılacak ve
onlara ait suçlara bakmak üzere bir kurul oluşturulacak.
F.O. 424/79, s. 171, N o. 205

No. 142
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 47
İSTANBUL, 13 O cak 1879
(Alındı, 23 Ocak)
İstanbul’a getirilen Zeytun Papazı, benim aracılığımla,
mahkemesi yapılarak cezasını çekmek koşuluyla, hapisten çı­
karılarak Ermeni Patriğine teslim olundu.
F.O. 424/79, s. 320, N o. 373
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 10. N o. 17

No. 143
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 52
İSTANBUL, 14 Ocak 1879
(Alındı, 23 Ocak)
Doğuda Ermenilere karşı, özellikle Kürtler tarafından ya­
ratılan olaylar hakkındaki raporum üzerine Başbakan, Sivas
Valisi Akif Paşa ile Bosna’nın son Hıristiyan müsteşarı Cons-
tant Efendiyi soruşturma için gönderdi.
F .O . 424/79, s. 323-324, N o. 375

210
No. 144

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


No. 3, Siyasi, Gizli
DİYARBAKIR, 17 O eak 1879
(A lındı, 12 Ş u b at)

Hükümetin Diyarbakır bölgesine Kafkasya’dan 4, 5000


göçmen yerleştireceği yolunda haber alınır alınmaz Diyarba­
kır’da gayri Müslimler arasında geçmişteki göç olayını hatır­
layarak büyük bir heyecan doğdu. Bu işin başını çeken Er­
meni papazı diğerlerinin de imzasını içeren kopyası ilişik bir
telgrafı başbakana ve 6 yabancı devlet sefirlerine gönderdi.
Telgrafta açlık ve soğuktan ölümler ve diğer ifadeler mübala­
ğadır. Kendisi reformların bir an önce yapılması için telgrafı
şişirdiğini söylüyor. Telgrafta imzası olanların çoğunluğu, için­
de ne olduğunu anlayacak çapta bile değil. Papaz Baku’nun
yerlisidir ve Rus yanlısıdır. Genç Ermeniler içinde kaynaşma­
lar var. Geçende benim de davetli olduğum bir evde piyes ya­
pıldı. Ermeni milli duygulan ortaya konuldu. Bugünkü esaret
dile getirildi ve bir Rus Ermenisi olup son zamanda Sibirya’da
sürgünde ölen Nalbantyan tarafından bestelenen Ermeni ba­
ğımsızlık marşı söylendi. Papazın amacı iyi ise de tuttuğu yol,
iyi değildir.

E k : Telgraf
Başbakan, büyükelçiler (Rus, İngiliz, Fransız, Alman,
Avusturya, İtalya), patrikler ve İstanbul Protestan temsilcile­
rine; Nizip, Midyat, Cezire, Silvan, Leçe, Hazre, Hayne, Rıd­
van Kulp, Çapakçur ve Siirt’in diğer köylerinde Kürtler her
türlü kötülüğü arttırmışlardır.
Eğer bu vilayete göçmen yerleştirilirse felaket olur. Reform­
ların yapılmasını, korunmamıza söz verilmesini ve göçmenlerin
buraya yerleştirilmemesini rica ederiz.
F .O . 424/80, S. 194-196, N o. 243, 243/1

2 11
No. 145

Sö r A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 71
BEYOĞLU, 21 O cak 1879
(A lındı, 31 O cak)
Diyarbakır’da Kürdistan konsolos vekili olarak bulunan
Bnb. Trotter gönderdiği mesajda, «Ulaştırma olanaklarının ye­
tersizliği dolayısıyla Kürdistan’da (Diyarbakır ve havalisi) bi­
rer konsolos muavininin bulunmasını ya da halen Erzurum,
Van, Bitlis, Harput ve Mardin’de bulunan ABD misyonerlerin­
den konsolosluk ajanlarının kurulmasını, Erzurum ve Diyar­
bakır’a birer başkonsolos gönderilmesini, şayet bu başkonso­
loslar devamlı dolaşabileceklerse, konsolosluk ajanlarıyla, eğer
olmazsa Harput, Van, Bitlis ve Muş’ta birer konsolos muavin­
liğinin kurulmasını teklif ediyor» misyoner ajanlar kullanmak
dışında, öteki tekliflerini uygun buluyorum.
F. O. 424/79, s. 474, N o. 546 (E k - 546/1)

No. 146

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbuıy’e


No. 77 (B.B.)
BEYOĞLU, 22 Ocak 1879
(A lındı, 31 Ocak)
İşi yerinde soruşturmak üzere Halep’e gönderilen ve ge­
ri dönen Sefaret I. Kâtibi Malet’in verdiği rapora göre, «Kâ­
mil Paşa, Zeytun isyanı dolayısıyla tutumunu doğru gösterecek
şekilde konuşmuşsa da kanımca Zeytun’a asker gönderilmesi
yanlıştı. Hele hapislerin zincire vurulması iyice yanlıştı. Ha­
lep Valisi Kâmil Paşa isyancılara saldırılmadığı yolunda bana
bir de mektup yazmış. Kanımca, eğer dağdaki Zeytun isyancı­
ları elebaşılarına dokunulmayacağı hakkında garanti verilirse,
verilen hapis cezalarının da çoğu kaldırılırsa, ayrıca tarafsız
bir kurul da üzüntü verici olayları yerinde incelerse Zeytun
olayı sona erer.
Bu teklifleri Başbakana yazılı olarak bildirdim.
F. O. 424/79, s. 478, N o. 549

212
No. 147

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 78, Gizli
İSTANBUL, 22 O cak 1879
(Alındı, 31 Ocak)

Başkonsolosumuz Eldridge’e, Halep Valisi Kâmil Paşa


tarafından gönderilen mektubu ilişikte sunuyorum. Halep kon­
solosumuzun Kâmil Paşa hakkmdaki suçlamalarına katılıyo­
rum. Mektubu Hıristiyan azınlıklar arasındaki çekişmeyi gös­
termesi bakımından gönderiyorum.

E k : Kâmil Paşadan, B aşkonsolos Eldridge’e


«Patrik kendi suçunu örtmek için Zeytun’daki papazları
harekete geçirmiştir ve onların şikâyetlerinin sefarete ulaşma­
sını sağlamıştır. Katolikler, Ortodekslar, Protestanlar kendi çı­
karları için entrika çeviriyorlar. Böylece yönetimi etkileyebil­
mek ve çıkar sağlamak istiyorlar. Oysa biz onları dinlerinde
tamamen serbest bırakıyoruz. İki ay önce İtalyan Konsolosu
geldi onları barıştırdı. Fransız Konsolosu da bu işte kendisini tek
yetkili kişiymiş gibi görerek bu anlaşmayı bozdu. Hatırlana­
cağı gibi, birkaç yıl önce papazın görevine son verilmişti. Patrik
tarafından Rusya’nın etkisiyle tekrar yeniden göreve getirildi.
Zeytun’da bana verilen bilgiye göre Müslüman köyüne saldı­
rıp, talan eden, masum kadın, çoluk çocuk ve insanları öldü­
ren Ermeni çetesinden intikam almak maksadıyla 600 Müslü­
man civar köyde toplanmıştır. Kış basmadan önce dönmek zo­
rundaydım, askeri bırakacak bir yer de yoktu. Artık bir şey
olmayacağına kanaat getirerek, Zeytun’dan elebaşılardan se­
kizinin kadın ve çocuklarını alarak Halep’e getirdim. Bunları,
böylece hem Müslümanların saldırısından kurtardım, hem de
kocalarının dağdan inip teslim olmaları için rehine olarak tut­
tum. Zeytun’da artık işler yoluna girince bu kadınları, yol mas­
raflarını da vererek geri gönderdim. Halep Konsolosu Hender-
son, iyi dil bilmez. Tercümanın ağzına bakar, ki oda güvenilir
bir insan değildir. Böylece sefarete gelen haberler tercüman
vasıtasıyladır.»
F .O . 424/79, s. 481, N o. S50, s. 481-482, N o. 550/1

213
No. 148

S ör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury'e


No 79 (B. B.)
İSTANBUL, 22 Ocak 1879
(Alındı, 31 Ocak)
Halep konsolosunun Zeytun olaylarına ait size postaladığı
raporun bir kopyasını Osmanlı Dışişleri Bakanlığına verdim.
Bana evvelce Kâmil Paşanın geri alınacağına ilişkin söz veril­
mişti, şimdi Kâmil Paşa ve beraberindekilerin mahkemeye veril­
melerini talep ettim.
F. O. 424/79, s. 482, N o. 531

No. 149
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 85
BEYOĞLU, 23 Ocak 1879
(Alındı, 6 Şubat)
Kilikya Katolikos’u Mıgırdıç, Zeytun’daki durumu görmek
üzere sefaret I. Kâtibi Malet ile Halep Konsolosu Henderson’un
gönderilmesi dolayısıyla bir mektup yazarak teşekkür ediyor ve
Kraliçenin, manevi lideri olduğu Hıristiyan toplumunu koru­
masını rica ediyor.

E k : K atolikos’un L ayard'a M ektubu


(Aynı doğrultuda»
F. O. 424/80, s. 105, N o. 112, 112/1

No. 150
Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 97
BEYOĞLU, 26 Ocak 1879
(A lındı, 6 Şubat)
Kâmil Paşanın Başbakanlığa gönderdiği savunmasının bir
kopyasını Başbakanlık bana da gönderdi. Kâmil Paşanın savun-

214
ması üzerindeki düşüncelerimi bir not ve bir nota ile hüküme­
te bildirdim. Her ikisinin kopyası ilişiktir.

E - 1 : Kâm il Paşanın, B aşbakana Yazısı


«Zeytun halkının yıllardan beri vergi vermemesi üzerine
bu işi bakanlığın emriyle düzeltmeye çalıştım; yeniden takdire
gittim, taksite bağladım. Ne yaptımsa onları tatmin edemedim,
öldürme olayına gelince, Ermeni hizmetçisini öldüren adamın
hemen mahkemesi yapılmış ve bir yıl önce evrakları Adliye
Bakanlığına gönderilmiş, cevap alınamamış, ben de cevap ge­
linceye kadar serbest bıraktım.»

E k - 2 : Büyükelçi Layard’m, BabIâli'ye Verdiği N ota


«Kâmil Paşanın öldürme ile ilgili söyledikleri gerçeği yan­
sıtmıyor. Katil para yedirerek beraat ettirilmiş, hizmetçinin
Rum arkadaşı suçlu olarak yakalanmış ve Kâmil Paşa da bu
suçsuz adamı bilinmeyen bir nedenle geçici olarak serbest bı­
rakmıştır. Dolayısıyla Hükümeti bilerek yanlış bir yöne sevk
etmiştir.»
F O. 424/80, s. 112, N o. 117; s. 113. N o. 117/1, s. 113 - 114, N o.
117/2

No. 151

Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbury’e


No. 81, Gizli, tel.
İSTANBUL, 3 Şubat 1879
(Alındı, 4 Şubat)

Sultanın benden elde ettiğinden feragati üzerine 1 Ağustos


gün ve 895 sayılı talimatlarıyla yetkili kılındığına ilişkin beyanat
artık uygulanabilir gibi değil. Şimdi verebileceğim demeç hak­
kında bana talimat verir misiniz?
Türk Dışişleri Bakanı aşağıdakini rica ediyor:
«4 Haziran anlaşmasıyla reformlar üzerinde İngiltere ile
mutabakata varmayı taahhüt ettiğinden Sultan ve İngiltere Hü­
kümeti reformları incelemişlerdir.»

215
BabIâli’nin geçen Ekim ayının 24’ünde İngiltere Büyükel­
çiliğine bu konu üzerinde gönderdiği muhtırada adı geçen re­
formlar belirtilmiş ve tespit edilmiştir. Bu muhtıra ile ilgili ola­
rak. yukarıda adı geçen anlaşmanın birinci maddesine giren kar­
şılıklı yükümlülüklerin bütünüyle yerine getirilmesi İngiltere
Hükümetince kabul edilmiştir.»
F .O . 424/80, s. 158, N o. 65

No. 152

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 82, tel.
İSTANBUL, 3 Şubat 1879
(Alındı, 4 Şubat)

Babıâli Doğudaki Ermenilerin sıkıntılarını tetkik etmek ve


rapor vermek üzere yüksek seviyede Türk ve Ermenilerden
oluşan iki heyet göndermek istiyor. Bu heyetlere birer de İn­
giliz temsilcisinin, gayri resmi bir şekilde, katılmasını uygun gö­
rüyorum. Teğmen Chermside ile Binbaşı Trotter’i görevlen­
dirmek istiyorum. Onaylamanızı arz ederim. Rus sefiri BabI­
âli’ye nota vererek Berlin Antlaşmasındaki şartlardan nelerin
yapıldığını ve daha nelerin yapılacağını sormus.
F. O. 424/80 s. 32, N o. 67

No. 153

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 124
İSTANBUL, 3 Şubat 1879
(Alındı, 17 Şubat)

Başbakan Hayrettin Paşa ve Dışişleri Bakanı Karatodori


Paşa ile görüştüm. Her ikisi Doğuya gönderilecek soruşturma
heyetlerinde birer İngiliz temsilcisinin bulunmasına itirazları
olmadığını, ancak bunlar resmi olursa Berlin Antlaşmasında
imzası bulunan öteki devletlerin de aynı şeyi isteyeceklerini
söylediler O zaman uluslararası bir soruşturma komisyonu olur

216
ki, yapılmak istenilen bu değildir. Ermeni Patriği, sözü edilen
heyetlere İngiliz temsilcisi katılmazsa istifasını geri almayacağı­
nı söyledi. Çareyi söyledim. Memnun oldu. Resmi görevleri ol­
madan, sanki seyahat ediyorlarmış gibi, iki temsilciyi görevlen­
direceğim.
F .O . 424/80, s. 2 6 5 - 2 66 , N o. 317

No. 154
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 127, Gizli
İSTANBUL, 4 Şubat 1879
(Alındı, 17 Şubat)

Rusya Büyükelçisi Labanoff’un Küçük Asya vilayetlerinde


yaşayan Ermenilerin içinde bulundukları sıkıntılar hakkında
Babıâli’ye verdiği nota ilişiktir.

E k : Büyükelçi Labanoff’dan, O sm anlı D ışişleri Ba­


kam K aratodori Paşaya
«Bütün önlemlere karşın, 400 Ermeni ailesi Kars’a göç
etmiştir. Bunlar burada geçici olarak bir yıl kalacak, o süre
içinde Türkiye’de asayiş, dolayısıyla mal ve can güvenliği sağ­
lanacak, bunlar da yerlerine döneceklerdi. Şayet bunların göç
etmelerinin nedenlerini giderecek önlemler alınmazsa ve bunlar
bir yıl sonra geri dönmezlerse, Erivan Hükümetince Kolonize
edileceklerdir. Bu durumda Osmanlı Hükümetince ne gibi ön­
lemler alınmıştır. Bildirilmesi.»
F. O. 424/80, s. 266, N o. 319, s. 267, No. 319/1

No. 155
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 135
BEYOĞLU, 4 Şubat 1879
(Alındı, 17 Şubat)

Erzurum Valisi İsmail Hakkı Paşanın, Kiğı’daki Ermeni-


lere yapılan kötü muamelelerle ilgili soruşturma sonunda ver­

217
diği rapora dayanarak Dışişleri Bakanının yazısı ilişiktir. Bu
açıklama doyurucu değilse de yakında oraya gidecek kurul, bu
konuyu araştıracaktır.

Ek : OsmanJı D ışişleri Bakam K aratodori Paşadan,


Büyükelçi Layard’a
7 Eylülde gönderdiğiniz memorandum üzerine hemen E
zurum vilayetinden bilgi talep ettik. İsmail Hakkı Paşa, bu ko­
nuda BabIâli’ye ayrıntılı bir rapor verdi. Raporda söylendiği­
ne göre, önce vilayet mektupçusu işi soruşturmaya gönderil­
miş ve daha sonra başka bir heyet gönderilmiştir. Verilen bilgi­
ye göre, Ibo adında biri Muş civarında yakalanmış olup, yar­
gılanması açıkça yapılacaktır.
Mir Ali’ye gelince, bu zat savaşa Karapapak askerleriyle
katılmış ve asla Kiğı’dan geçmemiştir. Ordu Bayburt’a kadar
çekilince bu da Gümüşhane ve Erzurum’a geçmiştir. Katliama
gelince, bu haberler çok şişirilmiştir ve doğrulanmamıştır.
F .O . 424/80, s. 274, N o. 324, s. 274-275, N o. 324/1

No. 156

Konsolos Vekili Lyall’den, M arki Salisbury’e


TİFLİS, 8 Şubat 1879
(Alındı, 25 M art)

Tiflis-Bakû, B atum -Poti tren yoluna hemen başlanması


kararlaştırılmıştır. Bölgenin doğal yapısı dolayısıyla bu hat,
çok pahalıya mal olacaktır.
Kafkas Hükümeti kış başlangıcında Van ve Beyazıt’tan
gelen Osmanlı uyruklu Ermenileri kabul etmeyi kararlaştırmış­
tır. Bunların Rus uyruğuna geçecekleri memnuniyetsizliğe ne­
den olmuştu. Sonradan Rus sınırı bölgesinde Kars köylerinde
boş toprakların Ermeni çiftçilerine verilmesi yerine, Alman ve
Rus kolonilerine verilmesi uygun bulunmuştur.
Diğer kötü bir haber de Kars’ta önceleri Ermeni kilisesi
olan ve sonra da cami yapılan yerin Rus ibadethanesi yapılma­
sıdır. Ermeniler, Rusların da Türkler gibi davrandıklarını söy­
lüyorlar.

218
Etchmiadzin’de sahte para basıldığı ortaya çıkarıldı. Bir
papaz, diğerleriyle kavga edip kendini tehlikede görünce, hü­
kümete haber vermiş. İhtiyar Patrik tutuklanmasından birkaç
gün öncesine kadar durumu bilmiyormuş, tutuklandıktan he­
men sonra ölmüş. Patrik yardımcısı bu işin başlıca suçlusu olup
mahkemededir.
Askeri hareket hemen hemen yoktur. Savaşta Kafkas or­
dusunda hizmet eden Binbaşı Terentieff’in «Russki Mir» adlı ki­
tabının yayımlanması, Kafkas ordusunun yüksek rütbeli subay­
ları arasında heyecan yarattı. Binbaşı bu eserinde birkaç tane­
si dışında bütünüyle kurmay subayların etkisizliklerini, hatalı
idarelerini, yiyiciliklerini söyleyerek onları açıkça suçluyor ve
özellikle birçok general ve karargâh subayının adlarını bildiri­
yordu. Bu suçlamayla karşı karşıya kalan subaylar bir komite
kurdular. Grandük Nicholas ve Çara birer dilekçe göndererek
binbaşının tutuklanıp divanıharbe sevk edilmesini istediler. Bu
isteğin yerine getirileceği sanılmamaktadır. Zira son savaşta
(1878), General Kraicvitch’e karşı aynı nitelikte bir suçlama
yayını, Grandükün emriyle genişletilmişti.
Havaların çok soğuk olması dolayısıyla Astrakan ve Kis-
lar’daki veba salgını bir süreden beri durmuştur. Fakat bahar­
la birlikte çok ciddi bir şekilde patlak verecektir.
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 37, No. 22

No. 157

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


No. 6, Siyasi
DİYARBAKIR, 8 Şubat 1879
(Alındı, 12 Mart)

Burada tek tük birkaç olay olmuşsa da gereğinden fazla


şişirilmiştir. Şehirde bulunan Bağdat alayına ait birlikler çekil­
miş yerine Bayburt’taki 4. Kolorduya bağlı birlikler gelmiştir.
Olay çıkaran Kürt beyleridir ki, bunların da bir kısmı hapiste­
dir. Asayiş şimdilik iyi ise de Vali İzzet Paşanın gidişinden
sonra ne oİacağı belli değildir. Askere ayda 70 kuruş (yani 3 şi­
lin) verilmektedir. Bununla geçinmeleri olanaksızdır. Soygun­
culardan paylarını aldıkları söyleniyor. Halk da bundan şikâ­
yetçidir,

219
Ek - 2 : Sakou Köyünden Jak 'ın Dilekçesi
«Bir yıldan beri askerler tarafından soyuluyoruz. Bütün
yiyeceklerini bizlerden çalıyorlar, vermezsek dövüyorlar. Lütfen
müdahale edin.»
F .O . 424/81, s. 240 -242, N o. 319/1, s. 242, No. 319/2

No. 158
Sör A. H. Layard'dan, Marki Salisbury’e
No. 145
İSTANBUL, 10 Şubat 1879
(Alındı, 24 Şubat)

Zeytun’daki Ermenilere kötü muamele edilmesi dolayısıyla


BabIâli’ye verilen notanın kopyası ilişiktir.

Ek : Zeytun İşleri Üzerinde BabIâli'ye N ota


«3 Ocak 1879’da Zeytun’da olay çıktığı, Zeytun’daki ha­
pislerin serbest bırakıldığı, kaymakamın evinde hapsedildiği
haberi Halep’e gelir gelmez, vali, Maraş mutasarrıfına 100 as­
ker sevk ederek durumun düzeltilmesi emrini verdi. Mutasar­
rıf asker göndereceğine, bir binbaşı komutasında 100 adet Çer­
kez gönderdi. Bu kuvvet Zeytun’da kabul gördü ve hükümet­
çe işgal edilen binalara yerleştirildi. Binbaşı halkla konuşurken,
7 Ocakta halen isyanı sürdüren 60, 80 kadar Ermeni asi, as­
kerlerin kendilerine saldıracağı kuruntusuna kapılarak sonuna
kadar direnmeye karar verdiler. Askerlerin kaldıkları evlerin
sahiplerinden biri, durumu haber vermek üzere eve doğru ko­
şarken göçmen muhafız kendisine hücum edeceğini sanarak
geleni vurmuş. Bunu gören asiler olay yerine koşup gelmişler,
bir saat süren bir çatışma olmuş. Asiler 2 ölü, 4 yaralı vermiş.
Öte yandan da bir zaptiye ölmüş, bir kısmı (ve binbaşı) da ya­
ralanmış. Mutasarrıf durumu şişirerek valiye tel çekmiş. Vali de
U rfa ve Halep’ten 1500 asker, 2 top sevk etmiş. Konsolos va­
liye asker göndermeden önce diğer barış yollarının denenme­
sini söylemişse de vali, hükümet kuvvetlerinin mağlubiyetinin
olayı, bütün ülke düzeyinde genişleteceği düşüncesiyle reddet­
miştir. Valinin de mutabakatını alan Amerikan Misyoneri Mar­
din, aşağıdaki 4 teklifi taraflara götürmüştür.

220
Askerlerin şartsız teslimi,
Kaymakamın görevine son verilmesi,
Zeytunluların şikâyetlerinin incelenmesi,
Maraş Meclisince Hıristiyanlara verilen cezaların kaldı­
rılması ve bunlara karşı ileri sürülen suçların soruşturulması
için bir komisyonun kurulması.
16 Ocakta valinin emriyle mutasarrıf azledilmiş yerine,
Ermenilerin güvendikleri vali vekili olarak askerlerin komuta­
nı olan şahıs getirilmiştir. 17 Ocakta Zeytunlular tarafından
hapsedilen askerler tahliye olmuşlar ve Maraş’a dönmüşlerdir.
İstanbul, 3 Şubat 1879»
F .O . 424/80, s. 414, N o. 500, s. 414 -415, N o. 500/1

No. 159

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 101, tel.
İSTANBUL, 12 Şubat 1879
(A badı, 13 Şubat)

Siirt’te bulunan Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-


ter, dün polis, bugün de asker, savunmasız iki Hıristiyanı döv­
dü ve yaraladı diyerek Genel Valinin derhal buraya dönmesinin
sağlanmasını istiyor. Babıâli nezdinde teşebbüste bulunuldu.
F .O . 424/80, s. 206, N o. 259

No. 160

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 163, Gizli
BEYOĞLU, 19 Şubat 1879
(Alındı, 3 M art)

İzinli olarak ayrılmam dolayısıyla, Padişahın çağrılısı ola­


rak yemeğe gittim, ü ç nokta üzerinde tekrar durdum.
1. Bakanlıkların personelleriyle oynama konusu.
2. Çatalca - Bolayır hattını tamamlayın. Eğer yapılmaz­
sa Türkiye savunmasız kalır.

221
3. Berlin Antlaşmasının uygulanmasını bitirin, Avustu
ya ile çok iyi geçinin. Doğuda asayiş, güven ve iyi idareyi tesis
edici reformları zaman geçirmeden uygulayın.
Sultan bana saatini, sefireye de bir bilezik hediye etti.
F .O . 424/81, s. 40-41, No. 32

No. 161

Bay M alet’den, M arki Salisbury’e


No. 126, tel.
İSTANBUL, 24 Şubat 1879
(Alm dı, 25 Şubat)

Osmanlı Dışişleri Bakanlığıyla yaptığım görüşme sonunda


Halep Valisi Kâmil Paşa görevden alınacak ve soruşturma ku­
rulu kısa zamanda ise başlayacaktır.
F .O . 424/80, s. 432, No. 534

No. 162

Bay M alet’den, M arki Salisbuıy’e


No. 127, tel.
İSTANBUL, 24 Şubat 1879
(Alındı, 25 Şubat)

Halep konsolosundan alınan habere göre, Zeytun’da du­


rum düşündüğümden de kötü. Yeni kaymakam derhal görevine
gitmeli. Valinin karşı koymasına rağmen, Babıâli bu iş için
buyruk veremez mi?
«Komisyon görevlilerinden birisi, Ermeni Katoliklerinden
olmayan, fakat Ermenice konuşan olmalı.»
F. O. 424/80, s. 432, No. 535

222
No. 163
Konsolos Muavini Biliotti’den, Marki Salisbury’e
No. 26, Siyasi
TRABZON, 24 Şubat 1879
(Alındı, 13 Mart)

Son savaşta Rusya’ya geçen Ermenilerden geriye gelip mal


varlığını tasfiye ederek tekrar Rusya’ya döneceklerle, Tür­
kiye’de kalmak isteyenlere Rus Konsolosluğunca Rus vatanda­
şı pasaportu verilmiş. Türkiye bunlar üzerinde Rus himayesini
kabul etmediğinden, her iki taraf devamlı olarak işi müzakere
ediyorlar. Vali vekili BabIâli’den talimat istedi.
F .O . 424/81, s. 249, N o. 340

No. 164
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 179
İSTANBUL, 25 Şubat 1879
(A lındı, 11 M art)

Halep Valisi Kâmil Paşa, Henderson’un hakkındaki görü­


şünü çürütmeye çalışmışsa da Bakanlar Kurulunca görevden
alınmasına karar verilmiştir. Yerine Adana Valisi Ziya Paşayı
göndermek istiyorlar. Ancak bu kişinin rüşvetçi olduğunu ileri sü­
rerek, şu anda Ermeni işlerini soruşturmakla görevli Yusuf Paşa­
nın, ya daServer Paşanın atanmasını önerdim. Bakanlar Kurulu­
na sunacaklar.
F .O . 424/81, s. 212-213, No. 276

No. 165
Bay M alet'den, M arki Salisbury’e
No. 200
İSTANBUL, 2 M art 1879
(Alındı, 17 M art)

Van Valisi Haşan Paşaya Ermenilerin yaptıkları şikâyet­


leri içine alan aşağıdaki raporu dışişleri bana gönderdi.

223
Ek : H aşan Paşadan, K aratodori Paşaya
«Ahtamar Katalikos’u ve birçok din adamları Van Valisi
Haşan Paşaya verdikleri dilekçede, son savaş sırasında Kürtler
tarafından kiliselerinden talan edilen eşyaların geri verilmesi­
ni, bunları alanların cezalandırılmalarını, reformların yapılma­
sını, Hakkâri, Guaş, Mogr ve Çatak mültecilerinin yerlerine
dönmelerini ve yerleşmelerini, mülteciliğe yol açan nedenlerin
ortadan kaldırılmasını, yeterli ölçüde hububat dağıtılmasını,
savaş sırasında orduya yapılan gıda yardımının tasfiye edilme­
sini...» istemişlerdir. Buna karşı paşa, Ermenileri göçe kimsenin
zorlamadığını, yer değiştirenlerin kıtlık dolayısıyla civar köy­
lerde yer değiştirdiklerini, borçların tasfiye edileceğini, hubu­
bat dağıtımından hepsinin yararlanacağını söylemiş, Babıâli ve
Seraskerden acele asker istemiştir.
F .O . 424/81, s. 329 - 330, N o. 427 (E k -427/1)

No. 166

M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard’a


No. 286
DIŞİŞLERİ, 6 Mart 1879

Sultanla yaptığınız görüşme ve üzerinde durduğunuz nok­


talar Kraliçeye arz edilmiş, hükümetçe de onaylanmıştır.
F .O . 424/81, s. 107, N o. 140

No. 167

Bay Malet’den, Marki Salisbury'e


No. 157, tel.
İSTANBUL, 6 M art 1879
(Alındı, 6 M art)

Halep ve Maraş’ta bulunan tutuklulann durumu kötü; Ha­


lep komisyonu sırf bunlarla ve Zeytun’un sükûnunu sağlayacak
tedbirlerle uğraşmak üzere işe başlamalı. Berlin Antlaşmasının
23. maddesine göre vilayetin reorganizasyonu bu sistem altm-

224
da özel komisyona bırakılmalı. Fransız sefiri hapisler konusun­
da uğraşmışsa da başarılı olamamıştır. Ben çıkarılmalarını sağ­
ladım.
F. O. 424/81, s. 105, N o. 130

No. 168

Bay Malet'den, Marki Salisbury’e


BEYOĞLU, 7 M art 1879
(Alındı, 17 M art)

Kâmil Paşa azledilmiş olup, Halep ve Diyarbakır arasın­


daki bölgede Ermeni konusunda araştırma yapacak heyet, en
kısa zamanda işe başlayacaktır. Başbakan, Halep ve Maraş’ta-
ki hapislerin de affın kapsamına alınmasını tellemiş. Gelen ce­
vaptan bir hükümet memurunu yaktıkları öğrenilmiştir. Baş­
bakan bu durumda affa imkân olmadığını, eğer yakma fiili ya­
lansa, bu haberi verenlerin cezalandırılacaklarım söyledi. Ola­
yın yalan olduğu anlaşıldı. Mazhar Paşa ve Nurian Efendiden
oluşan yeni komisyon, sadece Zeytun’daki hapislerle ilgili suç­
lamalara bakmalı. Doğuda Avrupa Türkiyesi reform komisyo­
nu gibi, bir komisyon olmalı ve bu reform heyetine mahalli ida­
reciler de katılmalı.
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 28-29, N o. 36

No. 169

Bay M alet’den, M arki Salisbury’e


İSTANBUL, 14 M art 1879
(Alındı, 25 M art)

Rusya’da bulunan Ermenilerin durumuyla ilgili olarak


Binbaşı Trotter’den alman yazı kopyasının ilişikte sunulduğu­
nu arz ederim.

E k - 1 : B inbaşı T ro tter’den, Büyükelçi Layard’a


Tiflis’te çıkan «I’Abeille de I’Armenie» gazetesinde çıkan
makalenin özeti ilişiktir. Tarihi, 23 Kasım 1878 olmakla bera­

225
ber ilginçtir. Ermeniler arasındaki ilerici Liberal Partinin fikir­
lerini göstermektedir. Makalenin özetinde üç Rus subayına
açıkça, uluorta sataşma ile benim 1 Şubat tarihli yazım birlik­
te düşünülürse, partinin etkin olmadığı söylenemez. Çeviriyi
tercümanım yaptı ve bazı notlar ekledi.
Tiflis gazetesinden özet ve Keşişyan’ın notu :
Ermenilerin Ruslar tarafından Ruslaştırılmaya çalışıldı­
ğını, Türkiye’dekilerin dinlerine dokunulmadığmı, reformların
Berlin Antlaşmasına göre büyük devletlerin gözetiminde ve İn­
giltere’nin himayesinde yapılacağını, ancak bunun kâfi olmadı­
ğını, ilerici liberal bir Ermeni partisini ileri sürerek Ermenile-
rin geleceğinin İngiltere mandası olabileceğini işlemekte ve bu­
ra karşı olan Ruskofil Meşak gazetesinin reformlara karşı fikir­
lerini aktarmaktadır (Rus sansürü dolayısıyla satır aralarının iza­
hını Keşişyan not haline getirmiş).
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 38, No. 23 (E k -23/1, 23/2)

No. 170
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 205, tel.
İSTANBUL, 16 M art 1879
(Alındı, 17 M art)
Halep Konsolosu Henderson’un iki gün önce yazdığına gö­
re, «Zeytunlulardan 3 kişi daha öldü. Vali onların ölü bulun­
duğunu söyledi. Kâmil Paşa kaldıkça Zeytunluların karşılık
vermelerine engel olmak olanaksız. Geçici olarak Ömer Paşa
atanamaz mı?» diyor
F .O . 424/81, s. 357, N o. 467

No. 171
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 221, tel.
İSTANBUL, 18 M art 1879
(Alındı, 19 M art)

Halep Konsolosu Henderson’un teline göre, «Vali hâlâ ye­


rinde. Sarayın, soruşturmanın neticesi alınmadan Paşayı geri

226
almayacağı söyleniyor. Kâmil Paşa lehine tel çekmesi için Mit­
hat Paşa ikna edilmiş, oysa kendisini tanımıyor. Hıristiyanlara
karşı fedakârlık etmeyeceklerini gösteren bu jestin, ciddi tehli­
kesi var. Size gizlice bu ayrıntıları bildirmeyi görev saydım.
F .O . 424/81, s. 374 - 375, No. 518

No. 172
Bay M alet'den, M arki Salisbury’e
No. 221, tel.
İSTANBUL, 19 M art 1879
(Alındı, 19 Mart)
Başbakan, Kâmil Paşanın görevden alınması için kabinede
ağırlığını koyarak oy kullandığını ve Padişaha, Kâmil Paşanın
yerine atanmak üzere iki ad sunduğunu söyledi. Bugün tutuklu
Ermenilerin ölümü dolayısıyla tekrar teşebbüse geçeceğimi ve
onun itirazı üzerine kabine içindeki mesuliyet bölüşümünü ka­
bul ettiğimi bildirdim.
F. O. 424/81, s. 375, N o. 520

No. 173
M arki Salisbuıy'den, Bay M alet'e
D IŞİŞLE Rİ, 20 M art 1879
Geçen aym 25’indeki, Kâmil Paşanın kötü idaresiyle onun
yerine atanacak olan hakkmdaki demarşmızı onaylıyorum.
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 30, N o. 38

No. 174
M arki Salisbury’den, Bay M alet’e
DIŞİŞLERİ, 20 M art 1879
Sizinle aynı düşüncedeyim, Kâmil Paşa için kurulan so­
ruşturma komisyonunun daha fazla gecikmeden işe başlaması
için BabIâli’ye baskı yapınız.
Türkiye, No. I (1880), s. 30, N o. 39

227
No. 175
Bay Malet'den, M arki Salisbury'e
No. 234, tel.
BEYOĞLU, 20 M a rt 1*79
(A lındı, 21 M art)
Halep Valisi Kâmil Paşa görevden alındı ve yerine Halep
Komutanı Ömer Paşa geçici olarak atandı, bu düzenleme de-
marşmız üzerine oldu.
F .O . 424/81, s. 3*3, N o. 563
Türkiye, N o. 1 (1880), s. 30, N o. 40

No. 176
Bay M alet’den, M arki Salisbury'e
No. 254, tel.
İSTANBUL, 21 M art 1879
(A lındı, 2 Nisan)

Zeytun ve Halep olaylarıyla ilgili olarak Patrikten aldığım


mektupla verdiğim karşılığı ilişikte sunuyorum.

Ek - 1 : P atrik N erses’ten M alet’e


«... Maraş ve Halep’te Zeytunlu hapisler hücrelerinde
sefil kaldılar ve ölüyorlar. Halep valisiyle Maraş mutasarrıfı,
güya Kilikya’da bir isyanı önlüyorlar. Oysa bu iki görevli, Hı­
ristiyanların Türk ve Çerkezlerce yok edilmesine göz yumuyor­
lar. Berlin Antlaşmasının 61. maddesine göre verdiğiniz sözleri
yerine getireceğinizi umarım.»

Ek - 2 : M alet’den, N erses’e
«Başbakan ve Dışişleri Bakanı nezdinde gerekli teşebbüsler
yapılmıştır. İngiltere’nin 4 Haziran Antlaşması ve Berlin Antlaş­
masıyla olan yükümlülüğünü bir Hıristiyan devleti olarak ihmal
etmediğimizi bilmenizi rica ederim.»
N o t: Halep valisi görevinden alındı ve yerine geçici olarak
Komutan Ömer Paşa atandı.
F .O . 424/82, s. 29 N o. 36 (E k -3 6 /1 , 36/2)

228
No. 177

Bay M alet’den, M arki Salisbury'e


No. 255
BEYOĞLU, 21 M a rt 1879
(Alındı, 2 N isan)

Konsolos Henderson’dan Zeytun’daki durum ve Kâmil Pa­


şanın hapislere muamelesi üzerine aldığım bir başka yazıyı
ilişikte sunuyorum.

E k - I : H enderson’dan, M alet'e
23 Şubat 1879

Kâmil Paşa Zeytun’a yeni bir kaymakam göndermeyi gü­


venlik açısından uygun görmeyip, kendisi de askerle birlikte gi­
derek hükümetin prestijini kurtarmak istediğini, yakaladığı ve
hapse attırdıklarını çıkarmamak için elinden geleni yapacağım
söylüyor. 2 tutuklu daha öldü. Zeytun’u, Patriğin ayaklandır­
dığını ve bunun tanığının da Patriğin Salisbury’e gönderdiği
mektup olduğunu söylüyor. Bugün Maraş’taki Bay Mardin’in,
valiye yazdığı mektubun bir kopyasını sunuyorum. Mektubu,
valiye elden verdim. Bugün Mardin’den bir mektup aldım ve
içinde belirtilenleri size telledim. Soruşturma komisyonuna ata­
nan Yusuf Paşa ile Costaki Efendi geldiler, Costaki Efendi
Rumdur, Ermeni olmalıydı. Hiç olmazsa biri Ermenice konuş­
malı. Bu hususu telle bildirmiştim.

E k - 2 : Bay M ardin’den, Kâm il Paşaya


18 Şubat 1879
5 haftadan beri Zeytun’dayım, hem şehirdeki hatun
sayılır Ermenilerle, hem de talancılarla temas halindeyim. Gel­
diğimden beri hırsızlık görülmediğini, kaymakamın halkla bir
sorunu olmadığını öğrendim. Askerler sonbaharda erzakı tü­
ketmişler. Kış kapıda ve açlık tehlikesi var. Çerkezler bazı köy­
leri basmış, Müslüman talancılar cezasız kalıyor. Biri yakalan­
mış ise de arkadaşları görevli memura baskı yaparak hapisten
çıkarmışlardır. 11 günden beri ne çalınan mallar iade edilmiş,
ne de talancılar yakalanmışlardır. Zeytun’a kaymakam gelin­
ceye kadar işlere bakmak üzere bir Hıristiyan bulmamı söy-

229
lemiştiniz, bulduğum kişiyi bildirmeme karşın, halen tayin et­
mediniz. Eğer adil bir kaymakam gelirse bütün olaylar yatışır.
Ben Çerkezlerin yaptıkları talanlara karşılık vermemelerini, si­
zin önlemlerinizi beklemelerini söylüyorum. Ama ne zamana
kadar beni dinleyebilecekler? Maraş’a gönderilen hapislerden 7’si
ölmüş. Eğer bunları salıverirseniz, bu büyük bir jest olacak ve
hükümete olan güven artacaktır. Acele ediniz.

E k - 3 : Bay M ardin’den, K onsolos H enderson’a


22 Şubat 1879

Size Zeytunluların yazdığı dilekçeyi sunuyorum. 10.000


Zeytunlu civar Müslüman köylülerce çevrilmiş ve onların mer­
hametlerine kalmışlardır. Cihan Köprüsü yakılmış, her iki ta­
raf birbirinin üstüne atıyor, ama köprü Müslümanlara daha
yakın olduğu için bu Zeytunluların iş'iideğil.
Halen, yağmalama yapan Müslümanların cezalandırılacak­
larını sanmıyorum. Kaymakam cezalanmayacak mı, Maraş mu­
tasarrıfı dönecek mi?
F .O . 424/82, s. 31, No. 37 (Ek -37/1, 37/2, 37/3)

No. 178

Bay M alet’den, M arki Salisbury’e


No. 256, Çok Gizli.
BEYOĞLU, 21 Mart 1879
(Almdı, 2 Nisan)

Başbakan, Kâmil Paşanın geri alınması için elinden gele­


ni yaparak nihayet kabine kararının Padişahça onaylandığını,
ancak şimdi Sarayda bir entrika çevrilmekte olduğunu, İngiliz
Dışişlerinin 18 tarihli telgrafını bana bir memorandum haline
getirirken (Başbakanın söz verdiği) ifadesini kullanmamamı
rica etti. Bakanların sevk ve idaresinde zorluklarla karşılaştık­
larını söyledi. Ben de kabineyi değiştir, sana itaat edecekleri
al dedim. Şimdilik idare edeceğini söyledi ve İmparatorluğun
geleceğinden pek umutsuz bir şekilde konuştu.
F .O . 424/82, s. 35, No. 38

230
No. 179

Bay Malet’den, M arki Salisbury’e


No. 257
İSTANBUL, 21 Mart 1879
(Abndı, 2 Nisan)

Ayın. 19’unda, sizden aldığım telgrafa göre, Başbakanın,


Kâmil Paşanın görevden alınması için söz verdiği üzerinde du­
rarak kendisiyle görüştüm. Bu konuda Padişahın onaylamasına
rağmen hâlâ neden açıklanmadığını anlayamadığımı söyledim.
Kendisine bir memorandum vermemi ve bunu derhal Saraya
ileteceğini söyledi.
Hemen bir memorandum hazırladım ve Dışişleri Bakanına
gönderdim, özellikle şu konuları belirttim : «... Dışişleri Baka­
nım, Kâmil Paşanın hemen değiştirilme işleminin yürürlüğe ko­
nulmasını ve soruşturma komisyonunun derhal görev yerine
gönderilmesinde ısrar ediyor. Bakanlarınız durumu kavrayamı­
yorlar. Salisbury parlamentoya durumu sunmak zorunda ka­
lacak ve bu da İngiliz halkı üzerinde Osmanlı idaresinin kötü­
lüğünü yeniden gündeme getirecektir. Tutuklu olan Hıristiyan-
lara karşı kötü muamele, idarenin kötülüğünü perçinleyecek
ve bu, savaştan önce Rumeli’ndeki karışıklıklar gibi, İmpara­
torluğu ağır sonuçlara sürükleyecektir.» Dün gece valinin geri
alındığını, gayri resmi olarak öğrendim. Fransız Büyükelçisi
tarafından BabIâli’ye verilen memorandumun kopyası ilişiktir.

M emorandum
«Kâmil Paşanın geri çağrılmasının resmi olarak açıklan­
dığı, Galip Paşa ve Nurian Efendinin soruşturma komisyonuna
atandığı, hareketin geciktirilmemesi; tutuklulardan bir kısmı
hücrelerinde ölü bulunmuş.» Bu hapisler yetersiz bir soruştur­
ma sonucu içeri atılmışlardır. Bu işe vali ve mutasarrıf neden
olmuşlardır. 6 haftadır valinin geri alınması kararlaştırıldığı
halde, uzayıp duruyor. BabIâli’nin bu işi adilâne çözümlemesi,
Hıristiyan halkı koruması, onlara barış ve özgürlük sağlaması
Avrupa’ya karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmesi önem­
lidir.
F .O . 424/82, s. 35-36, No. 39 (E k : Fransız Konsolosunun muh­
tırası)

23i
No. 180
Bay M alet'den, M arki Salisbury'e
İSTANBUL, 23 M a rt 1879
(Alındı, 7 N isan)
Kâmil Paşanın, büyükelçi aleyhine Babıâli nezdindeki şi­
kâyetlerini ilişikte sunuyorum. Henderson’la, bir konsolosun
tuttuğu istatistiklere göre, Zeytun’da 73 öldürme olayı olmuş
ve hiçbirisinde katillere örnek bir ceza verilmemiştir Paşa ise,
1,5 yılda 3 öldürme olayının olduğunu söylüyor, böylece ken­
di karakterini ortaya koymakta. Büyükelçinin raporuyla, Hen-
derson ve öteki sefirlerin birbirini doğrulayan araştırmaları, Hı­
ristiyanların Kâmil Paşanın idaresinde bırakılmaması gerekti­
ğini ortaya koyuyor. Soruşturma komisyonuna yardım etmek,
Henderson’un boynunun borcudur. Bu görüşle bu mesajı ve
ilişkilerinin birer kopyasını ona gönderiyorum.

Ek - 1 : Kâm il Paşanın R aporundan Ö zetler


Kâmil Paşa şöyle yazıyor :
11 Ekim tarihli muhtırada yazılı olan olaylar hiçbir cid­
di temele dayanmamakta olup, ölçüsüz bir şekilde abartılmış­
lardır. Aslında 1,5 yıl içinde vilayette 3 öldürme olayı oldu, ye­
rel makamlar suçlulan bulmak ve cezalandırmak için daima
gerekli önlemleri almışlardır. Bununla birlikte asayiş, asla do­
yurucu boyutlarda değildir. Ancak İngiliz Konsolosu anormal ol­
mayan bir durumda hiç gereği yokken, öteki önlemlerin tela­
şına düşmüştür.
Fransız K onsolosluğu K avası İşinin Ö zeti:
Bu olay şevval ayına kadar uzanır. Meyhanelerin önünde
Kavas Hamdo ile Yusuf adındaki bir sarhoş kavgaya tutuşmuş­
lar, gelip geçenler ayırmaya çalışmışlar, ama Hamdo, Yusuf’u
başından yakaladığı için bırakmamış, ayırmaya yardım eden­
lerin birinin bağırması üzerine zaptiyeler olay yerine koşmuş­
lar, Yusuf’u tutuklamışlar. Konsolosluğun karşısındaki karako­
la götürmek istemişler. Yolda Yusuf kaçmaya teşebbüs etmişse
de öteki Kavas Haşan Ağa, zaptiyelerin de yardımıyla Yusuf’u
yakalamış, bu kere doğruca konsolosluğa götürmüşler. Halk işe
karışmış, bu arada başka tutuklamalar da yapılmış. Olay ada­
lete intikal etmiş ve iki suçluya 4’er ay hapis cezası verilmiştir.
232
Bu olay Hamdo’nun ilk olayı değildir. Bir gün temyiz
mahkemesi müzakerede iken, bu zat içeri girer ve davasının
neticesini sorar, biraz durmasını birkaç kez söylerlerse de,
Hamdo silahını çeker, yargıçlar dağılırlar. Bu olayın soruştu­
rulması henüz bitmemiştir. Bundan başka iki yıl önce Haşan
Ağa bir zaptiyeyi halkın önünde dövmüş ve yaralamıştrr.
Konsolosluğun himayesi, saldırganın mutlak bir dokunul­
mazlıktan yararlanmasına neden olmaktadır.

Kadı Olayı
Eski defterdarın kışkırtmasıyla bir sorguyla ilgili olarak
vilayet idare meclisinde bir zaptın imzası sebebiyle Şeyhülis­
lamın bir akrabasını korumak isteyen kadı, müftü ile ağız da­
laşı yapar, bununla beraber kadıya atfedilen sözler yanlıştır.
Kendini beğenmişlikten gelen ileri geri laflardır.
Ayrıca olay o denli önemsizdir ki, Meclis kışkırtıcıyı sus­
turduktan sonra işine devam etmiştir.

Ö şür M eselesi
Kâmil Paşa ile müftünün ilişkileri asla gözüktüğü gibi de­
ğildi. Müftü, Genel Vali tarafından korunmadığından, işten
el çektirilmiştir. Resmi belgeler bunu kanıtlamaktadır. Müf­
tünün çocukları geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da âşârı satın al­
mışlardır. öşürii toplamak için 80 zaptiyenin gönderilmesinden
önceki ifade, hiçbir şeye dayanmamaktadır. Köylüler mülte­
zimlere karşı çıkınca, olay yetkili mahkemeye intikal etmiştir.
Bir de hanlar sorunu vardır, burada hububat ölçülür ve
satılır. Eğer devlet tarafından öşürün kaynağı anlaşılırsa bunun­
la ilgili bütün işlemler vilayet idare meclisinin kontrolüne gi­
rer. Bu öyle bir şekildir ki, kimse bir mangır kazanamaz.
Sonuç olarak ödemede işaret olunan yolsuzluğun gerçek­
le bir ilgisi yoktur. Mültezim, Babıâli tarafından verilen emre
göre, borç senetlerini düzenler.

Kâm il Paşa T arafından B abıâli’ye G önderilen İk i


Telgrafın Ö zeti:
Zeytun’da olaydan hemen sonra adam öldürme, yağma ve
başka suçlardan Hıristiyan ve Müslüman olarak tutukluların
sayısı 164’tür Bu sayıya ordu birliklerine saldıran 34 Ermeni

233
dahil değildir. Olayın önderliğini yapan papazla iki yardımcısı
İstanbul’a gönderilmişlerdir. Tutuklu bir Müslümanla, 6 Hıris­
tiyan bu arada ölmüşler, biri de karışıklıklar sırasında kaçmış­
tır.
93 kişinin muhakemesi yapılmış ve derhal İstanbul’a ev­
rakları gönderilmiştir. Temyiz mahkemesi kesin hükümleri
verecektir.
Ötekilerin de sorgulanması gecikmeksizin sürdürülecektir.
Diğer fesatçılar serbest bırakılmış, bunlar Zeytun yerel idare­
sini sarmışlar, kasabayı yağmalayarak tutuklulara dağıtmışlar­
dır. Yerel idare temsilcilerini kurtarmak için jandarmanın gön­
derilmesi iyi bir önlem olmamıştır. 11 kişi ölmüş ve ötekiler de
hapsedilmiştir. Fakat hükümet tarafından askeri önlemin alın­
dığı haberi üzerine, bu son tutuklananlar salıverilmişlerdir. İs­
tanbul’a sevk edilen isyancıların başının orada serbest bırakıl­
ması, buradaki fesatçıları yüreklendirmiştir. Buradaki tutuldu­
lar için benzer bir yumuşama, hükümetin zayıflığı diye yorum­
lanacak ve bütün vilayetlerde bir öfke yaratacaktır. Kâmil Paşa
gelecek baharda Zeytun’un karşısına yeterince kuvveti kapsa­
yacak bir kışla inşaatı, bu bölgedeki fesatçıları köstekleyecek-
tir, diyerek sözünü bitirmektedir.
Öteki telinde ise Kâmil Paşa, Zeytun tutuklularınm kötü
muamele ve yoksullukla karşı karşıya bırakıldıkları yolundaki
söylentileri şiddetle yalanlar. Ayrıca onların içinde ölülerin ol­
ması doğaldır dedikten sonra, diğer hapisler arasında, hastalık
olması durumunda, vilayet doktorunun gereken ihtimamı gös­
tereceğini sözlerine ekler.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 37, No. 47 (Ek. 47/1, 47/2)

No. 181
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 271
İSTANBUL, 26 Mart 1879
(Alındı, 7 Nisan)
Kilikya Patriği Mıgırdıç’tan, İngiliz Hükümetine,
İngiliz Büyükelçisi ve Halep Konsolosunun girişimlerin­
den dolayı Kilikya halkı adına teşekkür mesajı ile, kendisine
gönderdiğim cevap ilişiktir.

234
Ek - 1 : K ilikya Patriğinden, M alet'e
Babıâli nezdinde yeni girişiminizden dolayı şahsen ve Ki-
likya Ermenileri adına en derin şükranlarımı sunar, Konsolos
Henderson’a da sizin talimatlarınızı canı gönülden uyguladığı
için ayrıca teşekkür eder, bu mesajımı Salisbury’e ulaştırmanı­
zı rica ederim.

Ek - 2 : M alet'den, K ilikya Patriğine


Yazınızı, Salisbury’e ulaştırdım. Kilikya ve Zeytun’daki Er-
menilerin durumunu iyileştirmek ve böylece onları İmparator­
luğa bağlayan bağları güçlendirmek, Sultana olan sadakatlerini
pekiştirmek arzusuyla hareket ettim.
F. O. 424/82, s. 58, No. 47 (Ek. 47/1, 47/2)
Türkiye, No. 1 (1880), s. 39, No. 48 (E k -48/1, 48/2)

No. 182

Bay M alet’den, M arki Salisbury’e


İSTANBUL, 27 Mart 1879
(Alındı, 7 Nisan)
Zeytun olaylarıyla ilgili olarak Babıâli tarafından gönderi­
len bir başka raporun kopyasını sunuyorum. Bu, Furnous Pa­
pazının yakalanmasına neden olan olayın Kâmil Paşa tarafın­
dan açıklanmasıdır sanırım. Osmanlı kuvvetlerine 600 asinin
saldırması ifadesinin tekrarıdır. Bizzat Papaz kendisine refakat
edenlerin 30, 40 kişi civarında olduğunu söylemekte, olay ye­
rinde olan ABD Konsolos Muavini Montgomery de bu mikta­
rın yaklaşık 75 olduğunu ve amaçlarının, yalnızca sıkıntılarını
dile getiren bir dilekçeyi sükûnetle arz etmek olduğunu belirt­
mişti. Kâmil Paşa adı geçen şahsın bulunduğu yerden olanları
görmesinin olanaksız olduğunu söylemektedir.

M emorandum
Beş aydan fazla bir süre önce İzmir Ermeni Kilisesi Papazı
Kevork’un küçük oğlu Houkas, Zeytun’a gitmiş ve Papaz Der
Hazas’tan konukseverlik görmüştür. Orada geçen birkaç gün

235
içinde Houkas zaman yitirmeksizin, çevredekileri yalanla do­
lanla heyecana sevk etmiştir. Sonra Fumous manastırında Pa­
paz Nikos’u aramaya gitmiş, sözümona Berlin Kongresinin Zey-
tun’da bir Ermeni idaresi kurulmasına ve verginin azaltılmasına
karar verdiği yolunda onu kandırmıştır, ö te yandan, Avrupa’dan
olduğu kadar Ermeni toplumundan da yeni sistemde silahlar sağ­
lanacağı ve asilerin yardımına koşulacağı söylenmiştir. Houkas,
bir öğretmenin de desteğini sağlamıştır.
Bu iki kişi, Papazla birlikte İzmir’e, oradan da İstanbul’a
gitmişler ve bir aydan fazla kalmışlardır.
Sonra İstanbul’dan ayrılmışlar; Houkas İzmir’e, arkadaşları
da tekrar Zeytun’a gitmişlerdir, orada ülkede çıkarılacak bir
ihtilalin planını hazırlamışlardır.
Bunlar, birkaç günde Zeytun ve ona 1,5 saat uzaklıktaki
Mikhal köyünden bir miktar haydut derlemeyi başarmışlardır.
Yetkililerin öğütlerine rağmen, 600’den fazla asi sabah er­
kenden askeri karargâha saldırmışlardır. Askerler karşı koy­
mak zorunda kalmış, asiler kaçmış, askerler de onları takip et­
miş ve haklamışlardır.
Asilerden l l ’i yaralanmış, isyancıların başı Papaz Nikos,
Çolak Ar tin okul öğretmeni; Hohaz Ozlontonos da yakalanan­
lar arasında olup diğerleriyle birlikte tutuklanmış ve koruma al­
tında İstanbul’a sevk edilmişlerdir.
Okul öğretmeni tarafından kaleme alman ve Papaz tara­
fından da imzalanan bir de bildiri vardır.
Adalet makamları haberdar edilmiştir.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 40, N o. 49 (Ek -49/1)

No. 183

Konsolos H enderson’dan, M alet’e


HALEP, 29 Mart 1879
Halep Genel Valisi Derviş Paşanın ölümüyle vali olan Kâ­
mil Paşanın, Genel Valinin zamanında onun dürüstlüğü dola­
yısıyla yaptıkları göze çarpmamış, Genel Valinin prestiji ona
da kredi sağlamıştır. 2 yıla yakın bir zamandan beri genel vali­
liğe atanan Kâmil Paşa, şikâyetlere göz yummuş, polisin hırsız­
larla birlik olmasına aldırış etmemiş ve devamlı BabIâli’ye çar'

236
Ditilmiş raporlar vermiştir. Hele son Tarsus Dağı olayında, araş­
tırma komisyonunun yardımıyla ipliği pazara çıkmıştır. 29 Mart­
ta görevden ayrılması dolayısıyla halkın çoğu memnun kalmış­
tır.
F.O. 424/82, s. 493-495, No. 568/1
Türkiye, No. 1 (1880), s. 48, No. 58/1

No. 184
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbıuy'e
No. 33, Siyasi
TRABZON, 1 Nisan 1879
(Alındı, 18 Nisan)
Geçen yazımda Erzurum Romen Ermeni Katolik Papazı
Melehisedeghian, geçenlerde Kars’ta kilisenin açılışında, Art­
vin’de bir papazı takdis etme sırasında, dahası her gittiği yerde,
Rus otoriteleri tarafından ciddi ve saygılı bir şekilde kabul gör­
müştür. General Komaroff’un Artvin papazına verdiği bilgiye
göre, Grandük Michael’in hemen Batum’a gelmesi beklenmek­
tedir. Grandük, Generale, yüksek rütbeli yabancı bir papazın
özel izne gerek görmeksizin Rusya’ya girerek takdislerde bulun­
ması konusunda uyanda bulunmuştur. Eğer Ermeni toplumu-
nun bir isteği varsa, bu fırsattan yararlanarak doğrudan Düke
bildirmesini istemiştir. Aynca Artvin papazının bundan böyle
6 aylık gelir giderini de Rus hükümetinin papalığına gönderme­
sini istemiştir.
Ermeni toplumu Dükten vergi ve temsil konularında ken­
dileri için bazı isteklerde bulunacaklardır. Bana bu bilgileri ak­
taran Ermeni, «Savaş içinde Türklerin idaresindeyken, bugün­
künden daha mutluyduk» demiştir.
F.O. 424/82, s. 416-417, No. 418

No. 185
K onsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbuıy’e
No. 34, Siyasi
TRABZON, 2 Nisan 1879
(Alındı, 18 Nisan)
Alınan bilgilere göre, Erzurum ve merkezi Kürdıstan sa­
kin, Van civarındaki Kürtler birbirleriyle çatışıyorlar. Erzu­

237
rum’daki Ermeniler reformların hâlâ yapılmadığından şikâyet­
çiler. Yoksulluk, yiyecek maddelerinin pahalılığı ve kâğıt para­
nın değerinin düşmesi çok olumsuz sonuçlar doğuruyor. ABD
misyonerleri 300 aileye yiyecek yardımı yapıyor.
Kars’ın 5000 kişilik nüfusundan 4000’i Müslüman, 1000’i
ise Hıristiyandır. Kışın zorluklarına karşın Müslümanların ya­
rısı, Türkiye’ye göç etti; geri kalanların da baharda göç edece­
ği, Rus idaresinde kalmak istemedikleri söyleniyor.
F.O. 424/82 s. 417, No. 419

No. 186
Bay M alet'den, M arki Salisbury’e
No. 301
BEYOĞLU, 8 Nisan 1879
(Alındı, 23 Nisan)
Tutuklu olarak Zeytun’dan İstanbul’a getirilen Papaz Pa-
nos ile Artui’nin Halep’e geri gönderilmelerine dair Adalet Ba­
kanlığının yazısı ilişiktir.
Memorandum
Zeytun olayları ile ilgili olarak İstanbul’a tutuklu gönde­
rilen iki papaza ait tanık ifadeleri olmadığından, bunları Ha­
lep’e gitmekte olan komisyonla birlikte oraya gitmek üzere ser­
best bıraktık. Dışişleri Bakanlığı, İngiliz Büyükelçiliğinin me­
morandumu ile, bu işi incelemek üzere olay yerine giden Bay
Malet’in raporunu bana göndererek fikrimi sordu. Bu iki pa­
pazın tevkifini gerektiren bir dokümana rastlanmadı, yerel hü­
kümetçe bu belgelerin sağlanması gereğiyle geri gönderilme­
lerinde bir sakınca görülmemiştir.
F.O. 424/82, s. 496, N o. 571, s. 496-497, No. 571/1

No. 187
Bay M alet’den, M arki Salisbtıry'e
No. 315, tel.
İSTANBUL, 12 Nisan 1879
(Alındı, 29 Nisan)
Berlin Antlaşmasına göre Küçük Asya’da yapılacak reform­
la ilgili olarak Ermeni toplumunun isteklerini bildiren Ermeni

238
Patriği Nerses’in mektubunun bir kopyasını ilişikte sunuyo­
rum. Bu mektubun anahatlarmı zaman kaybetmeksizin BabI­
âli’ye ulaştırdım ve Patriğe de bu yolda bilgi verdim.

E k : P atrik N erses'ten, M alet’e


İstanbul'da uluslararası bir komisyonun Ermenistan’da ya­
pılacak reformların esaslarını tespit etmesini istedik. Bu öneri
Babıâlice geri çevrilince, Türk - Ermeni halkının durumunu iyi­
leştirmeye yardım etmek üzere gönderilecek komisyonlarda Türk
temsilcilerine Ermeni temsilcilerinin de refakat etmeleri arzu­
sunu gösterdik. Bu teklif de bir kenara itildi. Hükümet, Küçük
Asya’da, reformları Berlin Antlaşmasına göre yapmak üzere
kendi temsilcilerini gönderecek. Bu komisyon, bazı vilayetler­
de özel komisyonlar kurmakla da yükümlü. Bu özel komisyon­
lar, yerel ihtiyaçlara göre durumu iyileştirecek ve gerekli re­
formları yapacaklar.
Ermeniler, Berlin Antlaşmasının XXIII. maddesine uyarak
bu komisyonlarda yerel halkın da geniş ölçüde temsil edilmele­
rini istiyorlar. Berlin Antlaşmasının LX I’inci maddesine uyula­
rak, Çerkez ve Kürtlere karşı güvenliklerini sağlamak için yan­
larında karma bir jandarmanın olmasını da arzu ediyorlar.
Özellikle yerli ırkların sayısına, ağırlıklarına göre, karma mah­
kemelerin gecikmeksizin oluşturulmasını da bekliyorlar, ü l ­
keleri için, halkın ihtiyaçlarını karşılayan bir tarım yasası­
nın çıkarılmasını istiyorlar.
F.O. 424/82, s. 633, No. 710 (Ek. 710/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 69, No. 30 (E k -30/1)

No. 188

Bay M alet’den, M arki Salİsbury'e


No. 325, tel.
İSTANBUL, 14 Nisan 1879
(Alındı, 13 Nisan)

Chermside’in dünkü mesajı aşağıdadır.


«Hükümet komisyonunun gelişinden önce, mart sonunda
Zeytun’un işgal edilmesi ve baraka yapımına başlanılması üze-

239
ıinc genel valinin buyrukları saptandı. Konsolosla ben, en yet­
kili makamlardan, Zeytun’a strateji gereği saldmlacağı, dire­
nişin bütünüyle kırılacağı ve komisyon gelmeden önce işgalin
bir olupbittiye getirileceğini öğrenmiştik. Bu emirler yerine ge­
tirilmedi, fakat aynı yetkili makamdan şimdi öğrendiğime göre,
bu emirler hemen geri alınmalı ki, komisyon işe başlayabilsin.
Çünkü bu, onun çalışmalarıyla uyuşmaz. Herhangi bir askeri
hareket felaket doğurabilir. Kaldı ki lüzumsuzdur da. Komis­
yonun Hıristiyan üyesi, şayet bu emirler yerine getirilirse, isti­
fa edeceğini açıkladı.»
F.O. 424/82, s. 237, No. 340

No. 189

Bay M alet'den, M arki Salisbury’e


No. 318
İSTANBUL, 15 Nisan 1879
(Alındı, 29 Nisan)

Kâğıt paranın değer yitirmesi dolayısıyla hükümetin vergi


için madeni para istemesi Hıristiyanlan çok zor duruma düşür­
müştür. BabIâli’den gerekli önlemlerin alınmasını rica ederim.
Patriğe, yanıt vermedim. Bu işin bütün Osmanlı uyruğunu kap­
saması dolayısıyla demarşı da yerinde görmedim.

E k : P atrik N erses’ten, Bay M alet’e


29 Mart 1879

İstanbul’da değeri düşen kâğıt paranın, vilayetlerde de hiç


değeri kalmadı. Vilayetlerdeki halkımızın çoğunda kayme (kâ­
ğıt para) var ve bunu da kimse almıyor. Bu halk açlıktan ölüm
tehlikesiyle karşı karşıya. Bu haber İzmit ve Trabzon’dan gel­
di. Buralarda ekmek kâğıt parayla 30 kuruş, fakat kâğıt para
işe yaramıyor. Türk Asyası içinde vergilerin çok ağır olduğunu
bilirsiniz. İstanbul’daki taşınmaz mallardaki vergilere de bir
göz atarsanız, yetkililerin Müslümanlar için ne kadar yumuşak;
Hıristiyanlar içinse, ne kadar sert olduğunu görürsünüz. Vergi
toplayıcılarının büyük kısmı Müslümandır; bu, uluslararası an­
laşmalara ve adalete aykırıdır.

240
Ermeniler, Kürt ve Çerkez beylerinin yağmalan, zaptiye­
lerle yerel idarelerin dolapları, son savaştaki doğrudan ya da
dolaylı olarak orduya yardım gibi nedenlerle fakirliğe sürük­
lenmişlerdir. Yıllarca çalışmanın bir semeresi olan eldeki son
kaymelerin artık hiçbir değeri kalmadı. Devlet bile vergisini
madeni para olarak istiyor
Bu konuda Babıâli nezdinde aracılıkta bulunmanızı ve Hı­
ristiyanların ülke yönetimine katılmalarını sağlamanızı rica ede­
rim.
F.O. 424/82, s. 633, No. 711, 711/1

No. 190
B inbaşı T rotter'den, M arki Salisbury’e
DİYARBAKIR, 19 Nisan 1879
(Alındı, 19 Mayıs)

İstanbul’daki büyükelçiliğimize gönderdiğim 16 Nisan ta­


rihli yazı ilişiktir.

Ek : B inbaşı T rotter'den, M alet’e


16 Nisan 1879

Vilayette durum aşağı yukarı sakin; ancak yazık ki bu ge­


çici sessizlikten faydalanarak Siirt’te Ermenilerle Jacobitesler
sistemli bir şekilde Protestanlara eziyet etmeyi ısrarla sürdür­
mektedirler.
Siirt Mutasarrıfı Sait Paşanın geçenlerde, Audh köyü Ja-
cobiteslerinin bir Protestan ailesini kovmaları ve çok kötü ezi­
yet etmeleri dolayısıyla gerekli araştırmayı yaptırmak üzere
bir soruşturma komisyonu gönderdiğinden daha önce de söz
etmiştim. Paşanın sonradan söylediğine göre, kovulan aile tek­
rar yerine yerleştirilmiş ve suçlular tutuklanmış olup cezalan­
dırılacaklardır.
Redwan kazasından Jacobites, Geldani ve Ermeni toplum-
larınm önderi tarafından imzalanmış olarak bana gönderilen
dilekçede, Protestanların caddelerde dolaşarak dinlerine küf­
rettikleri belirtilmekte, eğer bu durum böyle sürerse yakında öl­
dürme ve karışıklık haberlerinin gelmesi sürpriz olmayacaktır,
denmektedir. Zira Ermenilerin böylesi muamelelere katlanma-

241
lan olanaksızdır. Bu dilekçeden hemen sonra uzun bir telgraf
aldım. Onda da dilekçedeki ifadelere benzeyen şeyler sergilen­
mekte ve benim Diyarbakır’a gelişimden beri Protestanların
davranışlarının dayanılmaz bir hal aldığı, buna bir son veril­
mesi istenmektedir. Sanıyorum bu telin aynısı valiye de gönde­
rilmiştir. İki üç gün sonra Hıristiyanların diğer mezheplerinin
Protestanlara eziyet etmiş olmalarını öğrenmek beni şaşırtma­
dı. Redwan kazasından gönderilen bir mektupta; bir Protestan
bir Ermeninin evine çağrılır, dini tartışmaya girilir. Ermeni,
Protestanı gerçek olma doktrinini kabul ettirmeye zorlar; ka­
bul etmeyince adamı döverler. Yoldan geçmekte olan bir baş­
ka Protestanı içeri çağırırlar, o da aynı muamele ile karşılaşır.
Dayak yiyenler kaymakama giderler, o da sabahleyin bir dilek­
çe ile başvurmalarını söyler. Bu sırada adı geçen iki Protes-
tanın, sözümona zorla Ermeninin evine girdikleri ve saldırdık­
ları yolunda karşı suçlamalarda bulunurlar. Ermeniler tarafın­
dan satm alındığı söylenen kadı, Protestanlar aleyhine karar ve­
rir ve onları birkaç hafta hapse mahkûm eder. Verilen hüküm
o kadar adaletsizdir ki, Kadının mahkemedeki Müslüman üyesi
mahkemeyi terk eder. 6 hafta hapse mahkûm olan Protestan
papazı hükme itiraz eder. Kaymakam, papaza verilen bu ceza­
nın yasadışı olduğunu ileri sürerek papazı serbest bırakır.
Bu olayı Diyarbakır’daki Ermeni ve Protestan papazlarıyla
konuştum ve adaletin sağlanması için mutasarrıfa mektup yaz­
dım. Sait Paşanın bu işi bütün yönleriyle ele alacağından pek az
kuşkum var. Ayrıca iki mektup yazarak birisini Protestan pa­
pazına gönderdim. Taşkınlıkta bulunmamalarını öğütleyerek,
paşaya adaletin yerine getirilmesi için mektup yazdığımı ve ha-
pistekilerin çıkarılacağını tahmin ettiğimi söyledim. Öteki mek­
tubu da dilekçeyi imzalayana gönderdim. Dilekçede ileri sürü­
len suçlamalann gerçek olmayışları nedeniyle dilekçeyi, Vali
Paşaya göndermediğimi, eğer göndermiş olsaydım, kesinlikle
cezalandırılmaları gerektiğini de ekledim. Görevimin bütün Hı-
ristiyanlara hizmet olduğunu, gerek Protestan, gerekse öteki
Hıristiyanların özellikle bu kritik dönemde barış içinde olma­
larını ve bütün Hıristiyanların dost olarak geçinmelerini öğüt­
ledim.
Ermeni Papazı Philippos ile Protestan Papazı Boyagian
da kendi toplumlarına yatıştırıcı nitelikte öğütte bulundular.
Midyat sancağından bu konuda aldığım haberler de kötü.
Mardin’de bulunan Amerikan misyonerinin 7 Ağustosta bana
242
gönderdiği yazıda Protestan toplumundan kimi erkeklerle, bazı
kadınların Keferzi ve Arnas köylerinden kaçmak zorunda kal­
dıkları bildirilmektedir. Keferzi’deki Ağa, zaptiye ile birlikte
evlere girmiş ve kadınlardan istedikleri her şeyi almışlardır. Ar-
nas’taki Protestanlar ise o kadar korkutulmuşlardır ki, kendile­
rini biz Protestan değiliz diye ilan etmişlerdir. Geri kalanlara
da bunu örnek almalarını, aksi takdirde savaşa hazır olmala­
rını söylemişlerdir. Arnas’tan Keferzi’ye giden bir adam bir
aşiret tarafından yakalanmış, dövülerek ölüme terk edilmiş,
silahı bıçağı alınmış ve neticede adam evinden uzaklaşmıştır.
10 Nisan tarihli bir mektuptan öğrendiğime göre, Diyar­
bakır’daki Protestanlar valiye bir tel çekerek acele kendilerine
yardım edilmesini istemişler, vali de Midyat’taki binbaşıya ge­
reğinin yapılmasını emretmiştir. Bu binbaşının müdahalesiyle,
her iki toplumdan da evlerinden sürülenler geri dönmüşlerdir.
Protestan vekili, Raci Efendiden olanları unutmaları, gelecek
için anlaşmaları ricasında bulunmuştur. Raci Efendi söz ver­
mişse de kardeşi, ertesi günü 20 silahlı ile Batha köyüne sal­
dırmıştır. Protestanlar, şu anda onların daha sonraki niyetleri
üzerinde kuşkuludurlar.
Diyarbakır’a gitmek üzere yerinden ayrılan Misyoner Pa­
paz Andrus’a Midyat’taki ikâmetgâhından ayrılışından iki sa­
at sonra saldırıda bulunulmuştu. Bu olayı etraflıca daha önce
anlatmıştım. Bu seferki olay da aym kişinin Musul’a hareketin­
den hemen sonra olmuştur.
Size, 14 M art tarihli yazımda Papaz Andrus hakkında so­
ruşturma yapmak üzere Mardin mutasarrıfı tarafından Mid­
yat’a özel görevle Daniel Efendinin gönderildiğini arz etmiş­
tim. Bu zatın raporunu hazırladığını, fakat daha resmen valiye
vermediğini, raporunun oldukça tarafsız ve dürüst olduğunu
öğrendim. Böylece uzun zamandan beri sürüp giden bu olayın
bir sonuca ulaşacağı yolunda bazı umutlar görünüyor.
Siirt sancağındaki Protestanlara yapılan kötü muamele
düşünebildiğim kadarıyla, sadece dini kinden kaynaklanmakta­
dır. Midyat’taki sıkıntı ise, önceki yazılarımda belirttiğim gibi,
dinden ziyade politikaya dayanmaktadır. Her iki bölgedeki yet-
küilerin Protestanlara karşı oldukça iyi niyetli olabilecekleri
görünmektedir.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 73, No. 35 (E k -35/1)

243
No. 191

M arki Salisbury’den, Albay W ilson'a


DIŞİŞLERİ, 24 Nisan 1879

Kraliçe sizi, Anadolu’ya başkonsolos olarak atamıştır, İs­


tanbul’a giderek görev bölgenize ulaşma hazırlığınızı yapmanız
istenilmektedir.
Geçen Haziran ayının 4’ünde Büyük Britanya ile Türkiye
arasında yapılan anlaşma, iyi idareye ve Asya’daki halkın re­
fahına özel bir yer vermiştir. Kraliçe, bazı şartlar altında, Tür­
kiye’yi yabancı ilhakından korumayı taahhüt etmiştir. Bu gö­
rüşle ellerinden geldiği kadar, Osmanlı idaresini düzeltmek ve
başarılı kılmak için Kraliçenin Hükümeti, bu tayini yapmaya
karar verdi. Bu görev de şimdi size verildi.
Bu nedenle sizin ve size yardımcı olarak atanan subayla­
rın başlıca görevi; bölgeniz dahilindeki çeşitli halk tabakaları­
nın durumlarını incelemek, Türk makamlarına vereceğiniz öğüt­
lerle yardım etmektir. Ayrıca onlara yardımcı olmak üzere top­
layabileceğiniz haberlerle, ekonomiyi güven altına alacak yol­
ları kendilerine göstermek, idarenin basitleştirilmesi, ya da da­
ha etkin olabilmesini sağlamak, uygulayıcılar ve adliyece bü­
tün baskı, yolsuzluk halleri üzerinde size ulaşabilecek bilgilere
dayanarak bunları not etmek, sonra da bunları ilgililer nezdin-
de protesto etmektir.
Kendi görüşünüze göre merkezi idarenin karışmasını ge­
rektiren bir halde, bunu hükümetinize ve İstanbul’daki sefare­
tinize rapor edeceksiniz. Böylece Babıâli nezdinde teşebbüste
bulunabilmeyi sağlayacaksınız.
Bölgenizin birçok yerlerinde haydutlukların önlenmesi için
etkin bir zabıtanın teşkili, bütün maddi ilerlemenin ilk koşulu­
dur. Bu önlemin önemi hakkında elinizden geldiği kadar resmi
makamları zorlayacak ve bu maksatla yapılacak bütün gayret­
leri cesaretlendireceksiniz.
4 Haziran Antlaşmasının birinci maddesindeki Sultanın kı­
sıtlamalarının yerine getirilmesinde ve Türkiye Asyasında ya­
pılacak reformlarla ilgili olarak hükümetimizle Babıâli arasın­
da geçen yazışmaların kopyalan size verilmiş bulunmaktadır.
Babıâli tarafından teklif edilen önlemlerin yapılmasını gözet­
mek, onların uygun ve inançla tatbikatını sağlamak için bütün

244
gücünüzü kullanacaksınız. Pratikte onların etkinliğini arttır­
mak için aklınıza gelebilen teklifleri yapacaksınız.
İstanbul’daki sefaretimiz mensuplarından bütün bilgileri
ve güçleri dahilindeki bütün yardımları alacaksınız ve Er­
zurum’daki konsolosumuz ve bölgeniz sahillerindeki limanlarda
bulunan konsolosluk memurlarımız sizi ilgilendiren bütün ko­
nularda araştırmalarınızı kolaylaştırmak ve sizinle iletişim kur­
mak için gerekli talimatı alacaklardır.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 63, No. 27

No. 192

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury'e


DİYARBAKIR, 26 Nisan 1879
(Alındı, 19 Mayıs)

İstanbul’daki sefaretimize 24 Nisanda sunduğum yazının


kopyasını ilişikte sunuyorum.

E k : B in b a ş ı T r o t t e r ’d e n , M a le t’e

Babıâlice baskı yapılan Hıristiyan uyrukları adına herhan­


gi bir müdahale hakkım var mı, yok mu? Şayet varsa hangi
yetkiyle? Belki yanlış biliyorum ama her ne kadar Vali Paşa
kendisine yazdığım yazıları incelikle yanıtlamak zorundaysa da
öyle sanıyorum ki Vali yasal açıdan yaptığım tekliflere uyma­
maya, İngiliz uyruklarının himayesiyle ilgili olmayan herhangi
bir konuda benim harekete geçmeme izin vermemeye yetkilidir.
Bana son verilen fermanda, daha fazla müdahale hakkım oldu­
ğunu belirten bir şey görmedim. Her ne kadar zatıâlinizden ye­
ni bir talimat alıncaya kadar bu konuda Vali ile direkt bir ça­
tışmaya girmemeye gayret sarf edeceksem de her zaman için
bu sorun çözümlenmesi gereken bir konu olarak ortaya çıka­
bilir, bu itibarla en kısa zamanda görüşlerinizi bildirmenizi arz
ederim.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 75, No. 36, 36/1

245
No. 193
Bay M alet’den, M arki S alisbury’e
No. 358
BEYOĞLU, 29 Nisan 1879
(Alındı, 9 Mayıs)
Babıâli, Kâmil Paşanın kendisine yakıştırılan suçları inkâr
etmesiyle ilgili memorandumu gönderdi, ilişiktir.
Ayın 17’sinde zatıâlinize sunduğum raporda olduğu gibi Ha­
lep eski valisi Kâmil Paşa kendisine karşı yapılan suçlamaları
genel olarak inkâr etmektedir.

Ek : Babıâliden, M alet’e G önderilen R apor


Zeytun’da ayaklanmaya neden olan öldürme olayının
failleri sanıldığı gibi Maraş Vilayet Müslüman Meclisi tarafından
değil, Müslüman ve Hıristiyanları ihtiva eden temyizi hukuk
mahkemesince yargılanmışlar, Adalet Bakanlığına sunulmuş­
tur. Zeytun’daki caminin ve hükümet konağının yıkılmasını
Hıristiyanlar inkâr ediyorlar. 200, 300 kadar Ermeni, Müslü­
man köylerine saldırmış; kadınları, çocukları bile öldürmüşler,
bu nedenle asker de harekete geçirilmiştir. 8 kadm Halep’e ge­
tirilerek hapsedilmiştir. Bu kadınlara iddia edildiği gibi kötü
muamele yapılmamıştır, iddiaların aslı yoktur. Kâmil Paşa yar­
gılanmasını istemektedir. Eğer iddialar kanıtlanırsa hizmetten
çekilmeye hazırdır. Fakat aksi olursa İngiliz Konsolosu iftiracı
olarak cezalandırılmalıdır, diyor. Osmanlı askerlerine yapılan
suçlamalar da iftiradır.
F. O. 424/83, s. 154 -156, No. 214, 214/1
Türkiye No. 1 (1880), s. 51, No. 64, 64/1

No. 194
Bay M alet’den, M arki Salisbury’e
No. 370
TARABYA, 3 Mayıs 1879
(Alındı, 16 Mayıs)
Büyükelçiye vekâlet ettiğim sürece Ermeni toplumu adına
çabalarım dolayısıyla Patriğin ilişikte gönderdiği teşekkür mek­
tubuyla, kendisine verdiğim cevap ilişiktir.

246
Ek • 1 : Patrik Nerses'ten, Malet’e
2 Mayıs 1879

Bu birkaç aylık vekâlet süresince Ermeni toplumuna kar­


şı gösterdiğiniz ilgi ve sarf ettiğiniz gayretler için teşekkürle­
rimi sunuyorum. Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan ve Müslü­
manların durumunu iyileştirmek gayesiyle doğuda enerjik ve
samimi olarak nüfuzlarını kullanan İngiltere Hükümeti temsil­
cilerini, Ermeniler pek nadir olarak görmüşlerdir.
Eğer temsilciler hep böyle sizin gibi olursa, İngiltere hal­
kı bizim için daima değerli olacaktır.

Ek - 2 : M alet’den, N erses'e
3 Mayıs 1879

Ermeniler için görevimi yapmış olmamdan dolayı gönder­


diğiniz mektuba teşekkür ederim. Görevimi; Hıristiyan ve Müs­
lümanların durumlarının düzeltilmesini Osmanlı İmparatorlu­
ğu için bir güvenlik unsuru olarak gören hükümetimin talima­
tına göre yaptım.
F.O. 424/83, s. 227, No. 392, 392/1, 392/2
Türkiye, No. 10 (1879), s. 73, No. 34, 34/1, 34/2

No. 195

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e


No.383, Gizli
TARABYA, 8 Mayıs 1879

Sultan gelir gelmez beni, Malet’i ve Sör Henry Drummond


Wolff, Lord Donughmore, Lord George Montagu’yu akşam
yemeğine çağırdı. Yemekten önce kendisiyle bir görüşme yap­
tık. Sandison’un tuttuğu görüşme zaptını sunuyorum.

E k : Layard'm Süite Via Görüşm esi Üzerine Mr. Sar


dison'un M uhtırası
Sultan İngiltere’ye daveti teşekkürle karşılar, ama Yunan
sının dolayısıyla şimdilik imkân görmez.

247
Doğu Rumeli’nde Rusların boşaltılmasıyla disiplinin sağ­
lanması konusunda ve Rusların davranışı hakkında fikirlerini
söyledi, İngiltere’nin düşündüklerini sordu.
Doğuda yapılacak reformlar hakkında bakanlar kurulu
bir şeyler yapmışsa da Sultan beğenmemiş, kendisi bir tane ha­
zırlamış, bakanlar kuruluna göndermiş. Bir kopyasını gizli kay-
dıyla büyükelçiye vereceğini söyledi. İngiliz Hükümetinin bu
planı onaylayacağını umduğunu ekledi.
(SANDİSON, 6 Mayıs 1879)
F.O. 424/83, s. 282, No. 399, s. 283 - 284, No. 399/1

No. 196
Teğmen Cherm side’den, Sör A. H. Layard’a
Tel.
MARAŞ, 9 Mayıs 1879

Zeytun’dan gelen iki Ermeni temsilci komisyona sadakatle­


rini içtenlikle ileri sürmüşler, fakat af ilan edilinceye kadar
asker gönderilmemesini defalarca tekrarlamışlardır. Bilgisizlik
veya umutsuzluktan Babek’in çetesinden küçük bir grubun ba­
zı hareketlerde bulunarak binlerce itaatkâr ve sadık vatandaşın
güvenini tehlikeye sokabileceklerini ileri sürmüşlerdir.
Affın ilanının, ya da onu ilan yetkisinin komisyona bıra­
kılması en önemli konu olarak görünmektedir.
Komisyon üyeleri, Zeytun’a bir kıtanın giderek askeri geçit
yapmasının, çok Önemli olduğunu düşünüyorlar. Halkın askeri
kabule hazır olduğunu, samimi gösterisiyle bir isyan olduğu
düşüncesinin yanlışlığının böylece tamamıyla kanıtlanmış ola­
cağı kanısındadırlar. Ben de bu fikirleri uygun buluyorum, an­
cak askeri işgal tamamlanınca yetkili makamların davranışları
da değişmemeli. Komisyon üyeleri; reformların yapılmasını ge­
ri plana bırakmayı ya da baskı için yeni önlemler almayı giz­
lice teşvik etmesinler.
Komisyon, kıtanın birkaç hafta kaldıktan sonra çekilmesi
ve kışla inşaatının geçersiz olması temennisinde dc bulunmuş­
tur. Halkın her kesiminden duyduklarına göre, askerin bura­
da yerleşme planının kötü tesir yapacağı düşünülüyor.
Zeytun’da halkı korumak için askerin bulunması fikri de
yersizdir. Çerkezlerle çevrilmiş olan bölge Elbistan’daki müf­

24 8
rezeyle, çeşitli köy ve geçitlerle kontrol edilebilir, Zeytunlu
hırsızlar için de aynı derecede etkin olur.
Hapislerin durumunu inceleyecek olan komisyon işe baş­
lamıştır. Mevcut gayrimeşrulukla bir tek hüküm dahi bozulma­
mıştır, hapislerin çoğunun sorgusu bile yapılmamıştır, bunlar­
dan 139 kişi vardır,
Türkiye, No. 1 (1880), s. 64, No. 72/1

No. 197

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 401
TARABYA, 14 Mayıs 1879
(Alındı, 23 Mayıs)

Erzurum vilayetiyle civarında araştırma yapacak olan, Ba­


bIâli’den tayin edilen, özel komisyonla ilgili olarak Binbaşı Trot-
ter’e verdiğim talimat ilişikte sunulmuştur.

Ek : Büyükelçi Layard’dan, B inbaşı T ro tter’e


12 Mayıs 1879

Yusuf Paşa ve Serkis Efendiden oluşan komisyon, vilayet


ve civarında araştırma yapmak üzere Erzurum’a hareket etmiş­
tir.
Küçük Asya’nın büyük bölümünün geleceği, bu komisyo­
nun başarılı çalışmalarına bağlı olduğu için, hükümetimiz bu
komisyonun hedefiyle özel olarak ilgilenmektedir. Sizin bu ko­
misyona katılmanızı teklif ettim, Dışişleri Bakanımız da bu
teklifi onayladı, bu itibarla bu komisyona en kısa zamanda ka­
tılınız.
Komisyon görüşmelerine resmen katılmamanızın nedeni­
ne girmeyeceğim, ancak Osmanlı Hükümetinin onayıyla gidi­
yorsunuz ve Komisyonun yaptığı işler konusunda sizinle ser­
bestçe yazışması için kendisine yazılı talimat verilmiştir.
Halkın sıkıntılarını gidermek üzere yanlışların düzeltil­
mesi için komisyona büyük yetki verilmiştir. Bağımsız duru­
munuzla siz, yanlışların ortaya çıkarılmasında komisyona yar­
dımcı olabilirsiniz. Sıkıntı çekenlerin, ıstıraplarını sizin önünüz­

249
de korkusuzca dile getirecekleri kuşkusuzdur. Çalışmanızın bu
bölümünde, size söylenenlere inanmakta tedbirli ve kesinlikle
tarafsız olunuz. Müslümanlarda, Hıristiyanlardan yana hare­
ket ediyormuş izlenimini yaratmayınız. Bu etkinliğinizi azaltır.
Komisyonun görevleri, ziyaret ettiğiniz bölgede yapılacak re­
formların genel hatlarını tespit etmektir. BUtün halk tabaka­
larına eşit adalet, vergilerin uygun bir şekilde dağılımı, ülkede
yaşayanların ve gezginlerin güvenliğini sağlamak için, bu ko­
nular üzerinde herhangi bir etkiniz varsa onu kullanınız.
Şunu aklınızda tutunuz ki, hükümetimiz her şeyden önce
Sultanın ülkesini güçlendirmesini arzu etmektedir, bu amacın
aracı ise halkın refah ve mutluluğudur.
F.O. 424/83, s. 390, No. 527, 527/1

No. 198

M arki Salisbury’den, Sör A. H . Layard’a


DIŞİŞLERİ, 21 Mayıs 1879

Binbaşı Trotter’in ayın 24’ünde Malet’e yazdığı yazıyı aldım.


Bu yazıda Binbaşı Trotter, konsolosumuz olarak BabIâli’nin ezi­
len Hıristiyan uyrukları adına müdahale hakkının olup olma­
dığını, eğer varsa bunun hangi yetkiyle olduğunu sormuştu.
Berlin Antlaşmasının LX I’inci maddesiyle Babıâli şunları
taahhüt eder: «Ermenilerin yaşadıkları vilayetlerde yerel ihti­
yacın gereği olan geliştirme ve reformları dalla fazla gecikmek­
sizin yapmak, buralarda yaşayanların, Çerkez ve Kürtlerin sal­
dırılarına karşı, hayatlarını güven altına almaktır.»
Anlaşmada, «... bu maksatla atılacak adımlardan, bunların
uygulanmasını gözetleyecek olan, anlaşmada imzası bulunan
devletlere bilgi verecektir,» demekle Babıâli, yükümlülüğünü da­
ha da ileri götürmüştür. Bundan başka Türkiye, Büyük Bri­
tanya ile kendisi arasında yapılan 4 Haziran 1878 tarihli anlaş­
manın l ’inci maddesinde «iki devlet arasında daha sonra varı­
lacak mutabakatla, BabIâli’nin Hıristiyan ve öteki uyrukları­
nın himayesi için gerekli reformların, idare ve Küçük Asya’da
yapılmasına söz verir.»
Bu iki anlaşmanın maddeleriyle Sultan, yalnızca düzeltil­
miş yeni yasaları çıkarmakla değil, aynı zamanda Binbaşı Trot-

250
terin gözetiminde olan bölgedeki vilayetlerin idaresinde gerekli
reformları yerine getirmekle de bağımlı bulunuyor. Bu verilen
sözlerin ruhuna uymayan bir işlem; ilkin konsolosça ve ondan
sonra, gerekirse büyükelçi tarafından protestoda bulunmak için
yeterli bir zemin teşkil eder.
Bu demarşların zaman ve yapılış tarzları, kuşkusuz iyi dü­
şünülmeli ve doğruluğu şüphe götüren bilgilere dayanarak ya­
pılmaması üzerinde dikkatle durulmalıdır. Bu dileklere uymak­
la beraber Büyük Britanya, Türk Asyasmdaki halkın iyi bir
yönetime kavuşması için diplomatik hiçbir gayreti esirgemeye­
cektir.
Bu mesajın bir kopyasını Binbaşı Trotter’e bilgi ve rehber
olarak gönderiniz.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 76, No. 37

No. 199

Yarbay W i]son’dan, Sör A. H. Layard’a


BEYOĞLU, 22 Mayıs 1879

Anadolu’da konsolos vekilliklerine atananlar hakkmdaki


memorandumu isteğiniz üzerine sunuyorum. Bu iki yüzbaşıya
ait beratların süratle sağlanmasını arz ederim.

Ek : M emorandum
Anadolu’da konsolos olacak subayların atanm ası
Yüzbaşı D. H. Stewart, Konya
Yüzbaşı Harry Cooper, Kayseri, Adana
Yüzbaşı G. Villiers, Kastamonu
Teğmen Chermside, Bursa
Sivas ve Canik’ten bu görevlerle yükümlülüğümün alınma­
sının gerekebileceği
F.O . 424/83, s. 498, No. 640, 660/1
Türkiye, No. 10 (1879), s. 63, No. 27

251
No. 200

S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 433
TARABYA, 24 Mayıs 1879
Binbaşı Trotter’in bir kopyasını size de sunduğu 16 Nisan
tarihli yazısında; Diyarbakır’da Protestanlara karşı öteki Hıris­
tiyan mezheplerince, özellikle Ortodoks Ermenilerce, kötü mua­
mele edildiği yolundaki ifadeleri dikkatimi çekmişti. Tercüman
Marinich’in bu konuyu Patriğin dikkatine sunmasını ve ona,
ister Müslüman, ister Hıristiyanlarca yapılan dini eziyetleri
onaylamamı beklememesini, eğer Ermeniler kendi dindaşları­
na karşı eziyet ve baskı yapmaktan suçlu olarak şikâyetlere
neden olurlarsa Ermenilerden yana Babıâli nezdinde aracılık­
ta bulunmayacağımı bildirmesini söyledim.
Bu konuda Marinich’in yaptığı görüşmeye ait raporun bir
kopyasını ilişikte sunuyorum.

E k : M arinich’den, Büyükelçi Layard’a


23 Mayıs 1879

Talimatınız üzerine, Siirt bölgesinde Protestanlara yapılan


kötü muamelelerle ilgili şikâyetler üzerine Binbaşı Trotter’in 16
Nisan tarihli raporu dolayısıyla müstafi patriğin vekilini ziya­
ret ettim.
Bu şekildeki davranışları onaylamadığınızı ve bu konuda
Ermeniler lehine Babıâli nezdinde aracılıkta bulunmayacağını­
zı söyledim.
Patrik vekili söylediklerinden büyük üzüntü duyduğunu
belirterek, Diyarbakır kilise yetkililerine yapılan işin ne Hıris­
tiyanlığa, ne insanlığa, ne de yaşanılan çağa uymadığını içeren
resmi bir emri ilk kurye ile ulaştıracağını zatıâlinize bildirme­
mi rica etti. Patrik vekili, Binbaşı Trotter’in belirttiği olayların
şehirde değil kırsal bölgelerde ya da uzak köşelerde tek tük bazı
davranışlar olabileceğini, bunun bütün Ermeni toplumuna yay­
gınlaştırılmayacağım, Ermenilerle Protestanların tam bir uyunı
içinde yaşamalarını istediklerini söyleyerek, zatıâlinizin geçmiş­
te olduğu gibi Ermenilerin çıkarlarını savunmaya devam etme­
nizi rica etti ve bu gibi olayların bir daha yinelenmeyeceğini
vurguladı.

252
Patriğe Anna adındaki bir kadının, önceleri bir Pıoteslan-
la evlenmiş olduğunu, Patriğin kesin emirlerine karşın, evlili­
ğin devam ettiğini, bir evde kaldığını ve Diyarbakır papazının
yasadışı olarak bu kadınla tekrar evlendiği hakkındaki bilgile­
ri verdim.
Kaymakam vekili Papaz Philippos’tan aldığı bir teli oku­
du. Bu telgrafta Papaz, adı geçen kadının Kazancıyan’ın
ikinci karısı olduğunu ve annesinin evine yerleştirdiğini, kili­
senin emrini dinlemeyerek zaman zaman kendisini görmeye
gittiğini, Kazancıyan’ın üvey annesinin evini sık sık ziyaretin­
den men edilmesi için Papaz Philippos’un Patriğe, yerel ma­
kamlar nezdinde girişimde bulunmasını teklif etmiş olduğunu
anlattı.
F.O. 424/84, s. 55, No. 92 (Ek. 92/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 78, No. 40 (Ek 40/1)

No. 201

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 447
TARABYA, 29 Mayıs 1879
(Alındı, 6 Haziran)

Binbaşı Trotter tarafından Diyarbakır civarından yazılmış


ilginç bir mektubun özetini ilişikte sunuyorum.
«... Burada bir İngiliz konsolosu olması faydalı. Rusya’nın
da bulunması, barışa yardımcı ise de iyi niyet olup olmadığını
bilemiyorum. Kendisi Ermeni dostu görünmeyi çok arzuluyor
ama, pek ilgi gösteren yok. Papaz Philippos geçende bir ayin ve
bir kabul tertipledi. Çapulculardan başka kendini bilen hiç
kimse gitmedi.
Rus Konsolos Muavini Yakimanski ile karşılıklı ziyaret­
lerde bulunduk. Memnun ve olup bitenlerden haberli, Yunanca,
Rusça ve biraz da Arapça konuşuyor. Türkçe bilmiyor.
Umarım ki Erzurum’a döndüğüm zaman komisyona ka­
tılmam hakkında kesin talimatı bulurum. Yusuf Paşa hakkın­
da iyi şeyler söylüyorlar. Serkis Efendi hakkında da iyi söyle­
niyor, Türkten daha fazla Türk deniyor. Diyarbakır heyetin-
cîekiler Abidin Efendi hakkında da iyi konuşuyor.

253
Fakat Halep Komisyonu Başkanı Mazhar Paşa ve Diyar­
bakır Komisyonu Başkanlığına getirileceği söylenen Kâzım Pa­
şa kötü. Kâzım Paşayı yakından tanıdım, iyi değil. Son Türk
isyanı dolayısıyla buraya gelip İzzet Paşanın komisyonuna ka­
tılan Sultanın üvey kayınbiraderidir. Sultanla ve bakanlarla ba­
ğımsızca haberleşir. Bu her iki paşanın Kürdistan’da bulunduk­
ları zaman Bedir Hanın isyanında büyük rüşvet yedikleri, çok
içtikleri söylenir.
Mardin mutasarrıfı da büyük rüşvetler yemiş. Çöl hudu­
dunda Kürtler birbirleriyle ve Araplarla çatışıyorlar. Asker
sevk olundu, kuraklık var ve fiyatlar geçen yılınkinden 5 kat
daha fazla. Konsolos muavininin süratle ve diğer konsolosla­
rın da bir an önce gönderilmesini dilerim. Erzurum’da Ruslarm
bir başkonsolosu ve Chancelier’i var. Diyarbakır’da bir kon­
solos, Van’da bir konsolos muavinleri var. Ben buradan ayrı­
lınca halen tutuklu bulunan ağaların bir kısmı rüşvetle salıve­
rileceklerdir.
I\O. 424/84, s. 67, No. 101 (Ek. 101/1)

No. 202
Konsolos M uavini B ilio tti’den, M arki Salisbury’e
TRABZON, 29 Mayıs 1879
(Alındı, 11 Haziran)
Trabzon eski Valisi Yusuf Paşa tarafından yayımlanan is-
tatistiki sunuyorum. Bu gibi bilgileri diğer kaynaklardan elde
etmeye olanak yoktur. Diğer vilayetler de bunun gibi istatistik­
ler yayımlasalar Anadolu hakkında çok faydalı bilgiler elde
edilmiş olur. Her ne kadar bu istatistikler bizdeki kadar doğru
olamazlarsa da gene de en doğruya yakın kabul olunabilir.
Trabzon Vilayetinin (13 Mart 1879)’daki bütçesi:
Gelir 38.180.120 Krs.
Gider 10.340.122 Krş.
Vilayet (maaş) 2.155.395 Krş.
Muvazene 25.684.903 Krş.
N üfus: Köy 1.857 Hane 178... 33 Top. Erkek Nüfus 450.690
Ermeni 18.954
Rum 66.828
Müslüman 365.098
Türkiye, No. 10 (1879), s. 79, No. 41, 41/1

254
No. 203

B inbaşı T ro tter’den, M arki Saiisbury'e


No. 12, Gizli
ERZURUM, 4 Haziran 1879
(Alındı, 25 Haziran)

Son zamanlarda bana bir konsolos muavini tayin ettiniz.


Albay Wilson’a verilen bilgi toplama olanaklarıyla koşut ol­
mak üzere en az iki konsolos muavininin verilmesini, böylece
Erzurum, Van ve Diyarbakır’da devamlı olarak İngiliz temsil­
cisinin bulunmasını, Diyarbakır’a atanan subayın Harput’a da
bakmasını, eğer bu kadar çok subay atanamayacaksa benim
(Erzurum - Van) özel soruşturma komisyonuna katıldığım sü­
rece Erzurum’a bir konsolos muavinin atanmasını arz ederim.
F.O. 424/84, s. 301-303, No. 373

NO. 204

Sör A. H. Layard'dan, M arki Saiisbury’e


No. 463
TARABYA, 6 Haziran 1879
(Alındı, 13 Haziran)

Teğmen Chermside’in 1 Haziran tarihli telgrafına ve 3 Ha­


ziran tarihli talimatınıza göre; Zeytun’daki Hıristiyan sakinle­
rin durumlarını düzeltememcsi ve adaleti sağlayamaması, ko­
misyonun bir başarısızlığı dolayısıyla Türk Dışişleri Bakanına
sunduğum yazının kopyasını ilişikte sunuyorum.

Ek :
Zeytun’da zulme uğrayan Hıristiyanların ıstırabını gider­
mek ve adaleti sağlamak maksadıyla Zeytun’a giden heyet Ha-
lep’e dönmüştür. Heyet sadece Zeytun’u işgal etmek üzere as­
keri barakanın yapılmasını emretmiş ve genel af da son suçlu­
lara tatbik edilmemiştir. Bu uygulama, durumu daha da kötü­
leştirmiş ve Hıristiyanların güvenliği tamamen sarsılmıştır. Ay­
rıca gelecek bir baskıya karşı hazırlanmaları mazeretini de ken­
dilerine vermiştir. Çok kötü bir durumla karşılaşılabilir. Osman-

255
lı devletinin tarafsız bir soruşturma yaptıracağı hakkındaki sö­
zünü tutmadığını hükümetime bildirmek zorundayım.
F.O. 424/84, s. 282, No. 216, 216/1

No. 205

Başkonsolos W ilson'dan, M arki Salisbury’e


No. 8
BURSA. 8 Haziran 1879
(Alındı, 19 Haziran)

Bana, Yüzbaşı Steward ve Cooper’e verilen buyruklar


sadece ticari ilişkilerle ilgilidir. Oysa talimatınıza göre 4 Ha­
ziran 1879 tarihli Türk İngiliz sözleşmesinin 1. maddesini
yerine getirmeye, bu buyrukla olanak yoktur. Görevlerimizin,
bu maddeye göre ifası için yetkilerimizin genişletilmesini, Yüz­
başı Stewart ve Cooper’e seyahat izninin sağlanmasını ve Yüzba­
şı Cooper’in görev bölgesine Adana’nın da katılmasını arz ede­
rim.
F.O. 424/84, s. 261 -262, No. 300, 300/1, 2, 3, 4

No. 206

Konsolos H enderson’dan, M arki Salisbury'e


HALEP, 9 Haziran 1879
(Alındı, 28 Haziran)
Zeytun’daki komisyonun çalışmalarına ilişkin Teğmen
Chermside’in gönderdiği raporların ulaştırma güçlüğünden ötü­
rü, gecikerek de olsa ilişikte birer kopyasını sunuyorum.

B irinci R apor : 2 H aziran 1879


«... 10 günden beri Zeytun’dayım bu halkın terör yarat­
ması fizik bakımından tamamen ters. Bütün kabahat idaresiz­
lik ve insanlıkdışı muamele yapanlarda. 323 hapisten 200’ü çı­
karıldı. Geriye kalan 120 kişi bu sıcakta 8 ay hapisten sonra yar­
gılandı ve tutuklandı.»
256
İkinci R apor : 29 Mayıs 1879
«... Komisyon, 19 Mayısta 4 bölükle Maraş’tan yola çıktı
ve ertesi günü Zeytun’a vardı. ABD misyoneri Montgomery’nin
aracılığıyla askerin gelmesinden korkan halk yatıştırıldı ve ka­
sabanın dışında konakladı.
Eşkıya reisleri Babek, Katzoff, Basterma ve diğerleri 100
kişilik tayfasıyla dağa çıkmışlar. Nedeni; yakalanıp yok olmak­
tansa askere karşı savunmak. Aracı Montgomery, bu durum
affı kaldıracağı gibi, kasabadaki masum dindaşlarını da tehli­
keye atar dedi. Kaymakam 1 Protestan, 1 Katolik, 1 Müslüman
ve 5 Ermeniden oluşan bir soruşturma komisyonu kurdu. Ko­
misyon kazayı 4 nahiyeye ayırdı. Köylerdeki evlerin reisleri bir
araya gelerek 29 kişilik (15 Hıristiyan, 14 Müslüman) bir seçici­
ler kurulu teşkil ettiler. Bunlardan 8’i kaymakamlık meclisine
aday gösterildi. Bunlardan 4’ü kaymakam tarafından seçildi.
Caminin yakılmasını soruşturmak üzere yerli bir mahkeme ku­
ruldu. Yeni kaymakam da geldi. Kadı da Maraş’tan geldi. Müs­
lümanlarla Hıristiyanlar arasında eşitlik kurulması için karma
bir mahkeme daha kuruldu. Kaymakama bir emlak tahrirat mec­
lisi memuru bağlandı. Kaymakamın başkanlığında vergi şikâ­
yetlerini dinleyecek bir komisyon kuruldu. Kasabanın dışında
büyük bir kışla yapımına başlandı. Askerlerin gideri için bir
miktar para bulundu. Subay ve askerlerin durumu perişan, bu
işlerin yürüyeceğini pek ummuyorum. Askerlerin işledikleri
suçların kanıtları yok. Ama belirtileri var. Zaptiyeler ciddi iş
görmüyorlar. KafkasyalIlardan zulmedenler yakalanıp getiril­
dikleri zaman rahatlıkla suçlarını inkâr ediyorlar, idare de faz­
la üzerlerine gitmiyor. Halk şikâyetlerini yazılı yapmaktan kor­
kuyor. işten el çektirilen kaymakamın sorgulanması devam edi­
yor. İşittiğime göre bu kişi suçu inkâr etmekle kalmayıp Ingi­
liz konsolosunun yanlış davrandığını da söylüyormuş. Kendisi­
nin ayyaş ve rüşvetçi olduğunu herkes söylüyor Henderson’a
bir Ermeninin yazdığı mektubun kopyası Babıâli tarafından
buraya gönderilmiş ve soruşturma yapılması için emir verilmiş.
Bu mektubun üzerinde oynanmış, Henderson’dan sözümona
silah ve emir bekliyor süsü verilmiş. Gerçek ise; ümitsiz olduk­
ları, Ingilizlerin kendilerini koruması ve bir temsilci bulundu­
rulması yolunda idi. Ben gerçeği benim tercümanımdan öğren­
dim. Mektubu imzalayan 15 kişiden 10’u tercümana gelerek
gerçeği söylediler.

257
Veysi Paşa ve diğerleri Zeytun ayaklanmasını Ingilizlerin
bir entrikası gibi göstermeye çalışıyorlar, sanırım. Bu mektup
Kâmil Paşa tarafından çalınandır. Hıristiyanların dediğine gö­
re, eğer kendilerini savunmasalar kökleri kazınacakmış ki, pek
abartma sayılmaz. Halk öylesine bilgisiz ve fanatiktir ki, ko­
misyon geri gider gitmez Müslümanlar yeniden eyleme geçe­
ceklerdir. Gerçekte Hıristiyanlan korumanın Zeytun’u kapsa­
ması daha çok memnuniyetsizlik getirmiştir. Komisyonlar ku­
rulması boşunadır. Birliklerin Zeytun’dan çekilmesi daha fay­
dalı olur. Yalnızca 3 önemli kavşakta askeri karakol kurulma­
sı yeterlidir. Garnizon için sarf edilecek para israftır.»

Üçüncü R apor : 3 H aziran 1879


«Zeytun sarp, dağlık bir yer, evler dik yamaçlara yaslanmış
anfi şeklinde sıralanmış, üstleri toprak, barınak demeye bin şa­
hit ister bir yerleşme yeri. Ekime elverişli toprak da çok az, et­
rafı Müslüman köylerle çevrilmiş, 16 yıl önce yarı özerk olan
bu bölgeye hükümet gelince işler değişmiş. Sakinlerinin hiçbi­
rinin toprak tapusu olmadığından halk toprağı hükümetten pa­
rayla almış ama, Hıristiyanlara çok az ve oldukça da pahalı ola­
rak verilmiş, burada âdeta Hıristiyanların eritilmesi hedef alın­
mış. Hıristiyanlar hem ulusal duyguları güçlü, hem de daha ye­
teneklidirler. idare tamamen kokuşmuş rüşvet, yolsuzluk, ada­
letsizlik almış yürümüş, ilk zamanlar emlak vergisi 15.000 ku­
ruş idi. Bir müddet sonra 9000 daha eklendi. Emlak vergisi Hı-
ristiyanlardan mallarına 10,15 kat fazla değer konularak alın­
makta ve böylece vergi 100.000 kuruşa kadar çıkmakta. Hıristi­
yanların askerlik bedeli de 28 1/2 kuruş. Bu vergi erkeklere ait
olup çocuklar da içinde. Böyle olunca adam başına 32 kuruş
oluyor. Bu, büyük bir yük. Ayrıca bir de ticaret vergisi var.
Bu da 60 kuruş. Papazlar bile bu vergiyi öderler. Gâvur­
lara karşı uydurulan hikâye, Rusların giyecek ve paraca Hıris-
tiyanlara ajanlarıyla yardım ettiğidir. En kötü suçlama budur.
Kanımca bu idarenin düzelmesi bir düş. Hıristiyanlar da aske­
re alınmalı ve bunlardan her vilayete iki tabur konmalı ve ida­
reciler Hıristiyan olmalı. Birikmiş vergiler affedilmeli ve ye­
niden ödeme olanağına göre, vergi miktarı tespit edilmelidir.
Halkın silahtan arındırılması ve jandarmanın kurulması gerek­
mektedir. Mevcut zaptiyenin yarardan çok, zararı vardır. Dev­
let, memurları tarafından soyulmaktadır. Müslümanlar da pe­

258
rişan durumdadırlar. Kanımca bütün bu anarşi, bozgun ve yol­
suzluklar hükümetin dizginlerinin son 25 yıl içinde gevşemiş
olmasındandır. Zeytun işleri, genel sorunlardan ayrı tutularak
sonuçlandıracak işlerdendir.»

D ördüncü R aporun E ki : 27 M ayıs 1879, Dilekçe


Halep Komisyonuna:
«Komisyonumuzun Halep ve özellikle, Zeytun için reform­
ları kararlaştıracağı, dolayısıyla aşağıdaki noktaların göz önü­
ne alınmasını rica ederiz.
1. 1850’den 1860’a kadar Zeytun, hükümete yıllık 15.000
kuruş gibi sabit bir yardımda bulunuyordu. Buna daha sonra
9,000 kuruş daha eklenerek bu miktar, 24.000 kuruşa çıktı.
Devrin Başkanı Ali Paşaya durumu arz ettik. Bölgenin elve­
rişsiz olması dolayısıyla bize bazı ayrıcalıklar sağlandı. Bir müd­
det sonra tahrir komisyonu gelerek arazi ve emlaki yeniden
değerlendirerek gerçek değerlerinin çok üstünde bir değer biç­
ti. Bu vergi bize çok ağır gelmektedir, bunu ödeyecek durumda
değiliz. Karma bir komisyon kurulsun ve yeniden gerçek de­
ğerler saptansm.
2. Genellikle çiftçi ve sanatkâr olan halkm büyük çoğun­
luğu iş bulamamakta ve yılın birkaç ayında günde 60 paraya
çalışmakta. Bir ailenin yıllık geliri 500, 1000 kuruşu aşmamak­
tadır. Ayrıca bundan da bir ticaret vergisi alınmaktadır. Bu da
bizi, büsbütün sefil etmektedir.
3. Ayrıca askerlik için bedel vermekteyiz. Oysa paramız
yok. Ya bizi de askere alsınlar, ya zorunlu çalıştırsınlar, ya da
paralı çalıştırsınlar. Bedeli ödemeyince hapse giriyoruz.
4. tki yıldan beri hiçbir yalvarma yakarmamız dikkate
alınmadı. Bu konuda kurulacak bir komisyon haklı olduğumu­
zu tespit edecektir. Eğer hükümet bize bir bağışta bulunmazsa,
b'itün varlığımız bu borcun 1/3, 1/5 ’ine yeterli gelmez. Bağış­
lanmamızı dilerim.
5. Son iki yıldan beri kendini bilmezlerin çıkardığı olay­
lar yüzünden birçoğu suçsuz olmak üzere, yüzlerce kişi Maraş
ve Halep hapishanelerine konuldu. Bir kısmı dağa çıktı. Bun­
lar böyle kaldıkça hükümetin yeniden etkili olmasına olanak
yok. Bölgenin güvenliği bakımından genel af rica ediyoruz.
6. 3000 hanelik Zeytun’un yerliden fazla nüfusu Hıristi-
yandır ve okulumuz yoktur, Devlet tarafından bir okul yap­
tırılma] ı.
259
7. Mültezim kendi seçtiği adamlarla gelip üzümlerimizi
500 kuruş yerine, 5 kuruşa almaktadır. Bu durumsa bizi, bağ­
larımızı işlemekten alıkoymaktadır. Gerekli önlemler alınmalı.
8. Tarım ü, ünlerimiz bir aylık gereksinimlerimizi ancak
karşılar, civar köylerden almak gerekiyor. Bu da güvenliğe ih­
tiyaç gösteriyor. Bu bakımdan çevremizde Elbistan hududu için­
de bulunan 3 köy de Zeytun sınırı içine alınmalı.
9. Birkaç zamandan beri katırcılarımız hiçbir istikamete
çıkamaz oldular, güvenlik sağlanmalı.
10. Zeytun’a ordunun gelmesinden birkaç ay önce Halep
Valisi Kâmil Paşa bizden 1200 tüfek ve tabanca toplattı. Zeytun-
lular savunmasız kaldı. Oysa Kafkas göçmenleri ve Müslüman-
lar silahlı. Kasabada sükûnet böyle sağlanamaz.
11. Uzun zamandan beri hükümet Müslüman aşiretlerini
kesinkes destekliyor. Bu aşiretler yaz boyunca bölgenin dağla­
rında kalırlar. İşte 4 yıldan beri Halep ve Adana bölgesinde
üç yerde dağlarda hükümet emrine göre kalmaktadırlar. Gerek­
li önlemlerin alınması.»

Teğmen Cherm side’in 3 H aziran 1879 T arihli Yazısı­


n ın E ki (E k -3)
Zeytunlular ile Yörükler arasında, KafkasyalI göçmenler­
le Zeytunlular arasında topluca ya da tek tük çatışmalar ol­
muştur. Deli Papaz diye anılan ve İstanbul’dan gelen Furnous
Manastır Papazı İngiliz, Fransız, Rus sefaretleriyle görüştüğü­
nü ve eğer birazcık kımıldama gösterirlerse kendilerinin koru­
nacağına dair söz verdiklerini söylemiştir. Bu da Zeytunluları
cesaretlendirmiştir. Bunlar Zeytun’dan 8 mil mesafede Mak-
kal’a geldikleri zaman paşadan bir mesaj almışlar ve cevap ola­
rak dilekçe vermeye geldiklerini söylemişlerdir Dilekçeyi ver­
mişler, ancak yanıt alamamışlardır. Papaz yardımcısı gözetim
altına alınınca ertesi gün askerlerle, zincirden kurtulan hapis­
ler ve Babek taraftarları arasında çatışma çıkmış 13, 15 Hıris­
tiyan ölmüştür. Bir asker bile yaralanmamıştır. Bu konuda
önce kimin kime saldırdığı yolunda çeşitli söylentiler vardır.
1. Çok sayıda taşkınlık ve saldırı olayı vardır, halk bu
haberlerle doldurulmakta ve teşvik olunmaktadır.
2. Papazın niyeti ne olursa olsun dilekçesini paşaya ver­
mek için sabırsızlanıyordu.

260
3. Askere saldırmak gibi bir amacı yoktu. 30, 100 kişinin
2000 askere saldırmaya kalkması düşünülemez; kaldı ki, seçi­
len arazi de durumun bu doğrultuda olmadığını doğrular.
4. Bu küçük saldırıyı, doğru olsa bile, kolayca dağıtma­
ları mümkün iken, Türkler bunu bir isyan şeklinde gösterip
Zeytun’un kendilerine boyun eğmesini yeğlemişlerdir.
Veysi ve Mazhar Paşaların olayı abartarak Zeytunluları
isyan halinde göstermeleri kasıtlıdır. Onlar olayları kendi is­
teklerine göre belgeleyemezler.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 73, No. 83 (Ek - 83/1,83/2,83/3,83/4,83/5)

No. 207
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 476
TARABYA, 11 Haziran 1879
(Alındı, 19 Haziran)
Her ne kadar kendisini müstafi patrik olarak gösteriyor­
sa da Nerses, Beşiktaş Başpapazı Khoren’le bana Ermenilerin
Küçük Asya’da ve Kürdistan’daki durumlarını gösteren ilişik
mesajı göndermiştir. Khoren, Ermenilerin uğradığı zulümleri
uzun boylu anlattıktan sonra, Avrupa komisyonunca Doğu Ro­
manya’da oluşturulan organik idareye benzer bir şekilde, Er­
meni vilayetlerinde de bir Ermeni genel vali emrinde özerk bir
idare kurulması üzerine ısrarla durdu. Verdiği mesajı İngiltere
Dışişlerine göndereceğimi ve Osmanlı İmparatorluğunun gerek
ikili anlaşmamızla, gerekse Avrupa devletleriyle olan anlaşma-
laıında ileri sürülen yükümlülüklerini yerine getirmesi yolun­
da, Babıâli nezdinde hiçbir teşebbüsten geri durulmayacağını
bildirdim.

M em orandum (31 M ayıs 1879)


«Berlin Antlaşmasından bu yana Osmanlı Hükümeti vaat­
lerini yerine getirmek için çeşitli komisyonlar kurmuştur. Bu
komisyonların gerek yapısı, gerekse onlara verilen talimatlar
yadsınamaz. Bunların yapacakları işler, hem bu ülkenin, hem
de antlaşmaya imza koyan öteki devletlerin gerçek çıkarlarına
aykırıdır. Osmanlı yöneticilerinin kötü olduğunu kendileri özel­

261
likle söylemişlerdir. Bunların davranışları gene Müslümanca
olacak. Sonuçta Müslümanlar karşısında Hıristiyan, yine aşa­
ğılanacaklar. Bu ülkenin yönetimi laik değil, tam tersine dini­
dir. Adalet de öyledir. Laik ve karma mahkemeler kurulduğu
zaman bunların başı Müslüman olacağından, mahkemenin ka­
rakteri de tslami olacak ve önce İslama ilişkin yasaları düşüne­
cektir. Medeni kanun, hâlâ şeriattir. Arapçadan Turkçeye çev­
rilmiş, adına da mecelle denmiştir.
Bu bakımdan ilk yapılacak reform, yönetimi ve adliyeyi
laikleştirmektir. Bu durumda doğal olarak Ermenistan’da, Er­
meni memurlarla şeriata karşı medeni kanun ve ceza kanunu
koymak gerekir. Bunları yaptıktan sonra bir jandarma teşkila­
tına gerek vardır. Bu teşkilat, aşiretler dışında, orada 5 yıldan
fazla oturan yerli Müslümanlarla Hıristiyanlardan oluşmalı ve
bir AvrupalInın komutasında olmalıdır. Ayrıca eşitliği sağla­
mak üzere bir de toprak kanunu çıkarılmalı ve bütün resmi
muameleler Türkçe ve Ermenice olmalıdır. Yine de bütün bun­
ların yeterli olacağı sanılmamalıdır. Çünkü bu ülkede merkezi­
yetçilik geçerlidir. Yerel yönetimler, merkeze göre hareket eder­
ler. Bu bakımlardan, eğer aldanmıyorsam, son savaştan önce
Avrupa, Osmanlı eyaletlerinin ademi merkeziyetini istemişti.
Sanıyorum ki bu, en iyisi; ayrıca reformların güvencesi ve ül­
keyi canlandıracak bir çözüm yoludur. Atanacak kabiliyetli
bir genel vali, laik bir yönetim biçimi kuracak, ona göre mahal­
li gelir ve eğitimi düzenleyecektir. Böylece Berlin Antlaşması­
nın 61’inci maddesinin yerine getirileceğini sanıyorum. Yardı­
mınızı rica ederim.»
F. O. 424/84, s. 235, No. 281 (Ek - 281/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 91, No. 44 (Ek - 44/1)

No. 208

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury'e


No. 477
TARABYA, 11 Haziran 1879
(Alındı, 19 Haziran)

Yüzbaşı Trotter’in Erzurum’a gelen komisyonla ilişkileri


her ne kadar iyi ise de kendisine, komisyonun resmi üyesi ol­
madığı söylenmiş. Bunun üzerine Karatodori Paşayla görüş­

262
tüm. Temsilin gayri resmi olmasının gerektiğini, aksi takdirde
öbür devletlerin de aynı şeyi isteyebileceklerini belirtti. Bunu
daha önce de söylediğini vurguladı.
F. O. 424/84, s. 237, No. 282 (Ek - 282/1 282/2 283/3)

No. 209

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury'e


No. 479
TARABYA, 11 Haziran 1879
(Alındı, 19 Haziran)

Yarbay Wilson’un size hitaben yazdığı yazıyı gönderdim.


Wilson kendisine ve muavinlerine verilen yetkiyi az bulmakta,
Yüzbaşı Coopcr’in görev bölgesine Adana’nın dahil edilmemiş
olmasından yakınmaktadır. Oysa her yerde geçerli olan usu­
le göre, bir yerde bir ülkenin konsolosu varsa, orada bir İkin­
cisi olamaz. Ayrıca konsolosluk Beratlarının şekli aynıdır.
Ama bu görevdekiler akıllarını çalıştırırlar ve bugüne kadar
olduğu gibi, görevlerini yanarlar. Kendilerine verilen görev ta­
limatına göre, öteki konsoloslarımız çeşitli halk tabakalarının
durumlarını araştırmak. Türk makamlarına öğütlerde bulun­
mak, adaleti yürütenlerin bütün baskı ve yolsuzluklarını pro­
testo etmek, önerilen reformların yanılmasını gözetmek ve on­
ların uygun bir şekilde içtenlikle uygulanmasını sağlamakta bir
güçlükle karşılaşmadılar. Sultanın, Asya topraklarındaki İngi­
liz Hükümeti konsoloslarına gerekli olan müstesna nolitik güç­
ler verilmesi üzerinde ısrar etmek zamanı gelebilir. Fakat benim
fikrime göre, henüz bu zaman gelmemiştir ve Babıâli bövle bir
demarsı kabul etmeyebilir. Yarbay, İstanbul’da alıkonulduğun­
dan yakınıvor. Oysa Berat sağlamak, bîr formalite, buna da
zaman gerek, alır almaz gönderdim. Buradaki gazeteler onun,
Anadolu’da İngiliz himayesini kurmak için gittiğini yazdılar.
O, Rusların Anadolu’ya konsolosluk aianlarmın gönderilme­
sine zorluk çıkarılması için Babıâli’ye telkinde bulunulmasını
teklif etmektedir. Bu Rusya’nın ve başkalarının kıskançlıkları­
nı körükler, onlar da avnı hakkı isterler. Bu da yarbayın göre­
vini gölgeler. Eğer Wilson, sefaretten bağımsız davranmaya
kalkarsa, kötü sonuçlar doğar.

263
Bu nedenle, Mısır’daki konsolosumuza verilen Beratın
çevirisini ekliyorum. Bu Berat, Wilson’a verilenin aynıdır.
F.O . 424/84, s. 238 - 239, No. 283 (Ek - 283/1)

No. 210

S ör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury'e


No. 485, Gizli
TARABYA, 12 Haziran 1879
(Alındı, 19 Haziran)

Gerek Halep Konsolosu Henderson’dan, gerekse başka


kaynaklardan aldığım bilgilere göre, Doğuda işlerin gittikçe
daha kötü olduğuna, bu nedenle de BabIâli’ye sert bir çıkış
yapma zamanının geldiğine kanaat getirdim. Sandison’a sert
bir talimat vererek, Karatodori Paşa katında bir girişimde bu­
lunmasını emrettim, Gerek dışişleri bakanı, gerekse başbakan
durumun tehlikeli olduğunun farkındalar. Bu memorandum
belki kabinede onlara karşı çıkılmasını önler, eğer olmazsa
kendim Sultanla görüşmeyi düşünüyorum.
Eğer Babıâli boş verir, akıllı ve ileri görüşlüce hareket et­
mezse, Avrupa’daki geçen savaşa neden olan, Bulgaristan so­
rununa benzer şekilde, Asya’da da en kısa zamanda bir Ermeni
sorunuyla karşılaşacaktır. Şimdi Küçük Asya’da, bu Ermeni
milletinin kurtulmasını ve işleri, öteki Hıristiyanların feryat et­
mesini gerektirecek düzeye çıkararak Avrupa’nın müdahalesi­
ni sağlamak için aynı entrikalar yapılmaktadır. Bunu BabIâli’ye
defalarca söyledim. Şayet reformları yapmakta gecikirseniz,
Sultan onların bir kısmım bütünüyle kaybedebilir, diye.

M em orandum (11 H aziran 1879)


Maraş ve Zeytun’da cereyan eden son olaylar dolayısıyla
oraya giden komisyonun durumu, bir rezalettir. Durum önce­
kinden de kötüdür. Komisyona hiç kimsenin güveni kalmamış­
tır. Bugün Diyarbakır olayları dolayısıyla, Karatodori Paşaya
başka bir muhtıra verildi. Türkiye verdiği sözleri hızla yerine

264
getirmeli, Hıristiyanların gerektiği gibi korunmasını sağlama­
lıdır. Reformlar bir iki vilayette hemen uygulanmalıdır.
F. O. 424/84, s. 241, No. 287, 287/1
Türkiye, No. 10 (1879), s. 93 - 94, No. 4S/1

No. 211
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 531
TARABYA, 21 Haziran 1879
(Alındı, 30 Haziran)

Patrik Nerses’ten, Muş’a, Doğu Rumeli’nden 400 kadar


göçmen geleceğini ve bunun önlenmesi gerektiğini bildiren ili­
şik memorandumu aldım. Ayrıntılı bilgi istedim, veremedi. Bu
memorandumun birer kopyasını da öteki büyükelçiliklere gön­
dermiş, işi ayrıntılarıyla bilemediğim için, demarş yapmam de­
dim. Patriğin, Ermeni sorununu ayakta tutabilmek için, yalan
değilse bile, böyle abartılmış haberler yaydığına kesinlikle ina­
nıyorum.
F.O . 424/84, s. 385, No. 483

No. 212

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 532
TARABYA, 21 Harizan 1879
(Alındı, 30 Haziran)

Teğmen Chermside’den aldığım ilişik telgrafa göre, Zey-


tun’daki durumu özetleyip Karatodori Paşaya göndererek, üze­
rinde önemle durmasını istedim.

Cherm side’nin Telgrafı :


On günden beri Zeytun’dayım. Halkın terörden yılmış gi­
bi davranıp yakınmaları, fizik görünüşleriyle tezat teşkil ediyor.
Burada isyan olduğunu anımsatacak, en ufak bir belirti yok.
Bununla birlikte, Veysel Paşanın zulmü, keyfi yönetimi ve ma­
li yolsuzluklarını gösterecek oldukça çok ipucu olduğu kanısın­

265
dayım. Eğer soruşturmayı, bir Avrupa komisyonu yapsaydı,
daha işin başlangıcında Babıâli yansız bir şekilde bilgilendiril­
miş olacaktı. 320 hapisten, 200’ü suçsuz oldukları için salıve­
rilmişler. Geri kalanlar, bu sıcak havada 8 ay tutuklu kaldık­
tan sonra yargılanacaklar. Elebaşılarının affedileceği söylen­
diği halde, elebaşıların adlarım söylememişler, üstelik onlar­
dan da hiçbiri gelip teslim olmamış. Zeytun’daki halkın duru­
mu, hükümetin yüzkarası ve insanlık açısından gaddarlıktır
denebilir. Soruşturma tahmin edilemeyecek kadar görevlileri
koruma yönünde cereyan etmiştir. Suçu halka yükleyecekleri­
ne, yaraların sarılmasına yönelmeliydiler.
F. O. 424/84, s. 384, No. 484, 484/1

N o. 213
S ör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury'e
No. 535
TARABYA, 21 Haziran 1879
(Alındı, 30 Haziran)
Patriğe uğradım. Ermeni toplumunun ileri gelenlerinin
yaptığı toplantıda oybirliğiyle bana, onlara yardımlarımdan do­
layı teşekkür etmeyi kararlaştırdıklarını söyledi. Bu fırsattan
faydalanarak, ben izindeyken Maslahatgüzar Malet’e gönderdi­
ği yazıda «Osmanlı İmparatorluğunda Hıristiyan ve Müslüman­
ların durumlarının iyileştirilmesi için, İngiltere Doğu temsil­
cilerinin samimi bir isteği canlandıracak nüfuzlarını kullanma­
larını görmek, Ermenileri müstesna bir şekilde bahtiyar etmiş-
tir»den, neyi kastettiğini sordum. Bu ifadenin bütünüyle hak­
sız olduğunu, Doğudaki temsilcilerin fark gözetmeksizin ha­
reket ettiklerini benim de aynı şekilde ve İngiltere Hükümetinin
politikasını yürütmekte olduğumu söyledim. Batı Asya’da şim­
diki politik durumu altüst edecek entrikalara karışmamasını, Sul­
tanın otoritesini torpillememesini ekledim. Böyle entrikaların Er-
menilere ancak felaket getireceğini, eğer Ermenilerin gerçekten
iyiliğini istiyorsa, bütün yasal yollan kullanmasını, böylece bu
konuda benim de tam desteğime kavuşacağını, kaba ve pratikte
yararı olmayan işler yapmaya çalışmamasını belirttim. Reform­
ları geciktirmekten başka bir işe yaramayacak bu davranışlar
için, Patriği bu entrikalı yollara sevk edenler olduğu kanısın­
dayım.
F.O . 424/84, s. 387-388, No. 486

266
No. 214

B inbaşı T rotter'den, M arki Salisbury’e


ERZURUM, 21 H aziran 1879
(Alındı, 11 Tem m uz)

Son hafta süresince komisyonun reform çalışmalarında bir


ilerleme yok. Zamanın çoğu, Dersim ve Moki Kürtleri arasın­
daki ayaklanmaları tartışmakla geçiyor. Jandarma teşkilatı üze­
rinde ayrıntılı bir çalışma oldu. Âşârın sabit bir ödemeye çev­
rilmesi üzerinde çalışılıyor, ilk heyet başkanı Yusuf Paşa bu ko­
nuda istekli; vilayet gelirinden belli bir bölüm ayrıldıktan sonra,
geri kalanının merkeze gönderilmesi yolunda vilayet geçici bütçe­
sinin yapılması önerisi düşünülüyor.
Benden önceki konsolos, Dersim’de 100, ya da 150.000 Kı­
zılbaş Kürt olduğunu tespit etmiş. Oysa, vilayetin resmi kayıt­
larına göre toplam, erkek 18.323 Kürt ve 2.129 Ermeni var.
Bölgenin nüfusu 40.000’den çok değil. Nüfusun 1/3’ünün yaşa­
dığı Kuzucan’ın kuzey kazalarında sükûnet var. Şimdiki harekât,
nüfusun 2/3’ünün bulunduğu Ovacık ve Malazgirt kazalarından
güneye doğru yöneltilmiştir. Derviş Paşanın emrinde 30’dan faz­
la tabur var.
Bitlis’in batısındaki ve Muş’un güneyindeki dağlarda ya­
şayan Moki Kürtleri arasındaki ayaklanmalarda başlıca iki aşi­
ret birbirleriyle çatışıyorlar. Bundan halk, özellikle de Hıristi-
yanlar zarar görüyor. Sanıyorum, Hıristiyanların birçoğu öldü.
Vali, komisyondan isyancılara karşı asker gönderme iznini al­
dı. Durum, BabIâli’nin kararına sunuldu. Van valisine eldeki
kuvvetlerinin ne kadar olduğu soruldu. Komisyon isyan büyü­
meden bastırmayı düşünüyor. Ben de aynı düşüncedeyim.
Şu gerçeği tekrarlamaktan yoruldum: Asker 4 yıllık, zap­
tiye 2 yıllık maaşını alamazken, Türkiye güven içinde olamaz.
Bunlara aylıklarının düzenli verilmesi sağlanmadan, yeni bir
jandarma teşkilatı kurmak gülünçtür. Komisyon da benim ka­
dar bu işin farkındadır.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 104, No. 61

267
No. 215

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 541
TARABYA, 24 H aziran 1879
(Alındı, 30 H aziran)

Binbaşı Trotter, komisyonla gayri resmi samimi ilişkiler kur­


duğunu ve ilişkilerini, öteki devletlerin aynı imtiyazı almalarına
fırsat vermeyecek şekilde ayarladığını bildirdi. Onayladım.

T ro tte r’in Y a z ıs ı :
Komisyon da benim gayri resmi olarak, kendilerine katıl­
mam için buyruk almış. Ben, sanki kabinede sandalyesiz bir
bakan gibi komisyona katılıyorum. Onlar da beni dinlemekten
memnun. Erzurum’da Fransız ve Rus konsolosları da var, ihti­
yatlı davranıyorum.
F. O. 424/84, s. 389, No. 489, s. 389-390, No. 489/1

No. 216

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 542
TARABYA, 24 Haziran 1879
(Alındı, 30 Haziran)

Erzurum’daki komisyonun çalışmaları ve Trotter’in yılın


kalan kısmını Erzurum’da geçirmek isteğine ilişkin yazısını
sunuyorum.

T ro tter’in Yazısı :
Erzurum ve Van’da reform yapmakla görevli komisyon,
3 haftadır Erzurum’da çok şey başardığı söylenemezse de ça­
lışmalarını acele etmeden yürütmektedir. BabIâli’den alınan
talimata göre komisyon, BabIâli’ye de büyükelçiliklere de
aylık raporlar verecek.
Komisyon jandarma sorununu inceliyor. Hapistekilerin
durumu ile, savaş sırasında hapisten firar edenlerin yeniden
tevkiflerini düşünüyor.
268
Komisyon, Erzurum’u terk etmeden jandarma konusun­
daki raporunu BabIâli’ye sunacak; yeni usullere göre yürütüle­
cek yeni mahkemenin seçim kontrolünü de teklif edecek. Bü­
tün yerel meclisler istifa edecekler, yerine yenileri seçilecek.
Komisyon, vilayetin posta, telgraf işlerini iyileştirmek için de
bir öneride bulunacak. Yusuf Paşanın başkanlığında seçilmiş
çeşitli toplumların temsilcilerinin katıldığı bir komisyon kuru­
lacak ve bu komisyon, vilayet için gerekli reformun genel tas­
lağını hazırlayacaktır. 3 ay Erzurum’da kaldıktan sonra, Geghi,
Khanys, Malazgirt, Eleşkirt, Beyazıt, Ardış ve Van’a gidecek­
ler. Kışı Van’da geçirecekler. Baharda Çölemerik, Bitlis, Muş
ve Erzincan’a, gerekirse Bayburt ve Ispir’e kadar uzanacaklar.
1880-81 kışından önce işlerini bitirecekler. Eğer Erzincan 1880
sonbaharına bırakılırsa, o süre içinde Dersim yıkılır ve çok kan
akıtılır dedim. Komisyondakiler bu konuda bir karar vermek
için daha fazla bilgiye ihtiyaçları olduğunu söylediler. Bir baş­
ka önemli konu, savaş içinde orduya yapılan desteğin geri öden­
mesidir. Tekâlüfü harbiye makbuzlarıyla toplanacak vergiler­
den daha fazla mükellefler, kendilerine verilen senetlerin ver­
gilerinden düşülmesini istemektedirler, işin tasfiyesi için Erzin­
can’daki 4. Ordu karargâhına başvurmayı da ulaşım ve kala­
cak yer bakımından sakıncalı buluyorlar. Postaya da İliç güven­
leri yok. Son üç yılın vergi ertelemesi de bu aym sonunda biti­
yor. Eğer gecikirlerse, 1 Temmuzdan sonra altın olarak ödemek
zorundalar. Bu durumda ordunun göndereceği resmi görevlile­
rin hesabın tasfiyesini yapması, ya da ertelemenin 6 ay daha
uzatılması BabIâli’den istenecek. Kendisine fazla güvenmemek­
le birlikte, Ermeni papazının söylediğine göre, Ruslar kendi­
lerine yeni katılan illeri 8 yıllık bir dönem için vergiden affede-
çeklermiş
F.O . 424/84, s. 390, No. 490 (Ek -490/1)
Türkiye, No. 10 (1879), s. 101, No. 55 (E k -55/1)

No. 217
Teğmen Cherm side’den, Konsolos H enderson’a
Narghıslu (SURİYE), 25 Haziran 1879

Adana ve çevresini dolaştım. Her bakımdan doğal zengin­


likleri olan bu bölgenin, şimdi acınacak bir durumu var. Halk

269
yoksul. Ekilebilir toprağın, ancak yüzde 15’i ekilebilmekte. Vi­
layetin toplam 240 bin nüfusu var. Bunun 35.000’i Ermeni;
10.000’i Rum; vilayetin gayri safi hasılası 24 milyon kuruş. Bu
gelir, iyi bir tarımla çok yüksek düzeye çıkarılabilir. Zaptiye
hizmeti, Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, tamamıyla laçka;
polisinin hırsızlarla işbirliğinin binbaşı kademesine kadar var­
dığı söyleniyor. Adana mahkemesinden de pek az şey beklene­
bilir, ülkenin her tarafındaki koşullar hemen hemen aynı. Ne
yazık ki sevindirici hiçbir şey yok. Mahkemeler valinin buyru-
ğundadır, bağımsız değildir.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 91-92, No. 90/2

No. 218

K onsolos H enderson'dan, Sör A. H. Layard’a


NARG1ZLIK, 26 Haziran 1879

Sözde Zeytun eşkıyası diye anılan Babek’ten aldığım mek­


tubu ilişikte sunuyorum. Chermside de Babek’ten buna benzer
bir mektup almış. Size yazdığı yazıyı, bu mesajımı onayladığın­
dan, göndermekten vazgeçti.
Babek, olay çıkarmayacağına ilişkin bana verdiği sözü tut­
tu. Oysa Müslümanların, masum Hıristiyanların kanma gir­
meleri, halkın duygularını Babek’ten yana güçlendirmiştir. Su­
çu ne olursa olsun, affı hak etmiştir, düşüncesini doğurmuş­
tur. Komisyon Zeytun’daki durumu düzeltmek şöyle dursun,
daha kötü bir duruma sokmuştur Ama suç komisyon üyelerin­
de değil, buyruk veren daha üst kademede. Onların bu işi bitir­
mek için, iyi niyetle çalıştıklarına inanıyorum. Ancak yukarı­
dan aldıkları buyruklara uymaktan başka yapacakları bir şey
yoktu. Şimdi Zeytun’da ikinci bir dönem başlamıştır. Babek
kendisiyle birlikte 8 arkadaşının da affı için bize son başvuru­
sunu yapmış bulunuyor. İşlerin bir an önce sükûnete kavuşma­
sı için Galip Paşa da benimle aynı düşüncede. Bu affın sağlan­
ması gerek. BabIâli’ye konuyla ilgili başvuruda bulunmanızı
arz ederim.
F.O . 424/85, s. 98 -99, No. 185/1
Türkiye, No. 1 (1880), s. 89-90, No. 89/1

270
No. 219

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 576
TARABYA, 1 T em m uz 1879
(Alındı, 15 Tem m uz)

Patrik Nerses, İngiliz Hükümetinin Kürdistan’a bir kon­


solos atamasını ve burada Ermenistan sözcüğünün yerine, Kür-
distan’ın kullanılmış olmasına ilişkin yakınmalarını bir yazıyla
bana bildirmiştir. Gazetede de Patriğin bu büyük yanlışı, can­
la başla protesto ettiğini gösteren satırlar var. Patriğin bu davra­
nışı, Avrupa ya da Rusya’nın Türkiye Asyasında önce özerk, son­
ra da bağımsız, bir Ermenistan kurmaları için yapılmış bir giri­
şimdir. Osmanlı İmparatorluğu böyle bir şeyi hiç istemez. Çünkü
o, bir Ermeni vilayeti tanımaz ve konsoloslar için bir Ermenistan
Beratı vermez. BabIâli’yi birçok kez uyararak reformların he­
men yapılmaması durumunda Ermeni ve öteki azınlıklardan
böyle isteklerin doğabileceğini; bunun, Sultanın otoritesinin ve
ülkesinin daha da kısıtlanması sonucunu verebileceğini söyle­
miştim.

Patriğin M ektubu:
Gazetelerden Erzurum’a bir İngiliz konsolosunun atandı­
ğını öğrendim. Gerçekte Van, Muş, Harput gibi Erzurum da
Ermenistan topraklandır. Buraları atalarımızın kanlarıyla su­
lanmıştır. Aynca bu toprakların Kürdistan değil, Ermenistan
olduğu bütün dünyaca da bilinmektedir. Bu ad değişikliği, Er-
menilerin üzüntü duymalanna yol açmıştır. Buralara gönderi­
len konsoloslar, Ermenilerin durumlannı iyileştirmek içindi.
Bu ad değişikliğinin, ancak bir yanlışlık olduğuna inanıyorum.
İmza: Müstafi Patrik NERSES
F.O . 424/85, s. 129-130, No. 223, 223/1, 223/2
Türkiye, No. 10 (1879), s. 105, N o. 62, 62/1, 62/2

271
No. 220

Sör A. H. Layard'dan, M arki Saîisbury’e


No. 591
TARABYA, 7 T em m uz 1879
(Alındı, 15 Tem m uz)

Henderson’un yazısı dolayısıyla Dışişleri Bakanını ziyaret


ettim. Babek ve 8 arkadaşının bağışlanmasını, Zeytun’da Hı-
ristiyanlara hem idare, hem de Müslümanlar tarafından yapı­
lan kötü muamelelere bir an evvel son verilmesini, öteki ön­
lemlerin bir an önce alınmasını, aksi halde kan dökülmesine
neden olunacağını söyleyerek Bulgaristan olayını hatırlattım.
Karatodori Paşa, sorunu hemen başbakana ve bakanlara ile­
teceğini söyledi. Paşa, Zeytun komisyonunun görevini başardığı­
nı ve bölgede sükûnetin sağlandığını, her iki tarafın alınan ted­
birlerden memnun olduğunu, Kâmil Paşanın kendisine yönelti­
len şikâyetlerin yalan olduğunu kanıtladığını söyledi.
Paşanın söylediklerinin, aldığım bilgilere ters düştüğünü,
Zeytun’daki durumun eskisinden daha kötü olduğunu, Kâmil
Paşanın kendisini korumak için BabIâli’yi yanılttığını, vaktiy­
le Rumeli’nde ve diğer yerlerde yapılan katliamların da inkâr
edildiğini, Lordlar Kamarasında Ermeni sorununun gündeme
getirildiğini ve İngiliz halkının bu konuyla yakından ilgili ol­
duğunu, reformların yapılması için yitirilecek zamanın olma­
dığını vurguladım. Paşa, hükümetin reformları ciddiyetle ele al­
dığını, en kısa zamanda bir sonuca bağlanarak Padişahın ona­
yına sunulacağını söyledi.
F .O . 424/85, s. 116, No. 210

No. 221

B inbaşı T rotter'den, S ör A. H. Layard’a


ERZURUM, 7 Temmuz 1879

Erzurum ve Van vilayetlerinde reformları saptamak ve


gerekli yasaları yapmakla görevlendirilen Yusuf Paşa ve Ser-
kis Efendiden oluşan komisyonun aldığı talimata göre, reform
projeleri, yeni çıkarılan vilayet yasasma uygun olarak yapılacak

272
ve gerekli yasalar hazırlanır hazırlanmaz, nerede mümkünse
vali paşanın da yardımıyla orada uygulanacak.
Sonradan gelen bir talimatta da, vilayette karargâhını müm­
kün mertebe yoluna koyar koymaz bölge merkezlerine giderek
şikâyetleri ve ihtiyaçları dinledikten sonra, gerekli gördüğümüz
reformların yapılması buyruluyordu.
İlk talimatm konuşulmasında, önemli bir anlaşmazlık ol­
du. Yusuf Paşa, toplumlarm temsilcilerinin nüfuslarıyla oran­
tılı olmasını ileri sürdü. Serkis Efendi de vergi vermeyen ve
isyan halinde bulunan Kürtlerin bu orantıya sokulmamasmı
ileri sürdü. Sonunda, BabIâli’nin de görüşü alınarak, komisyon
38 kişilik bir danışma kurulu kurdu (10 Hıristiyan + 28 Müs­
lüman).
İlk toplantı, Yusuf Paşanın başkanlığında 14 Temmuz Pa­
zartesi günü olacak.
Perşembe günkü toplantıda Ermeni kilise adamlarından
oluşan bir heyet, başkanı ziyaret ederek yapılacak reformlarla
ilgili Ermenilerin hazırladığı bir projeyi takdim etti. Çevirisi ya­
pılır yapılmaz sunacağım. Onlar da BabIâli’ye sunacaklar.
Serkis Efendi başkanlığında bir alt komite, bir de Geghi’de,
özellikle asker almada sahtekârlık ve ağalara yapılan suçlama­
lar üzerinde yerinde soruşturma yapmak için komisyon kurul­
du.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 1 -3 , N o. 1

No. 222

S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 536, tel.
TARABYA, 11 Temmuz 1879 14.15
(Alındı, 12 Temmuz)

Dışişleri bakanının bana gizlice söylediğine göre, bakan­


lar kurulu, Erzurum’daki reform komisyonunun çalışmaların­
dan memnun olmadığından komisyon başkanı paşanın geri alın­
masını ve vilayette gerekli reformların hemen yapılmasını karar­
laştırmıştır. Doğu Rumeli’nde olduğu gibi bir tüzük hazırlamak­
ta. Bu, Ermeni Patriğine onayları alınmak için verilecek; birkaç
yeteneksiz vali derhal işten el çektirilecek ve yerlerine bazı hal­

273
lerde Ermeniler konacak. Beki mutasarrıf da aynı dinden ola­
cak ve jandarma teşkilatı derhal yürütülecek. Sanırım, Babıâli
Ermeniler için derhal bir şeyler yapma ihtiyacını duydu. Bu so­
nuç için bütün gayretimle çalışıyorum.
F.O . 424/85, s. 95, No. 172

No. 223
S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 538, tel.
TARABYA, 11 Temmuz 1879 11.35
(Alındı, 12 Temmuz)

Konsolos Henderson’a gönderdiğim te l: Babek ve 8 arka­


daşının yurdu terk etmek koşuluyla affedilmeleri yetkisi komis­
yona verilmiştir. Israr edilerek kabul olunsun, sonra bu koşu­
lu geri aldırabileceğimi umut ediyorum. Babıâli, Zeytunluların
verdikleri dilekçedeki isteklerini kabul etmiştir.
F. O. 424/85, s. 95, No. 173
Türkiye, No. 1 (1880), s. 89, No. 87

No. 224
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 608
TARABYA, 12 Temmuz 1879
(Almdı, 22 Temmuz)

29 Haziran tarihli Binbaşı Trotter’in mesajına atıfta bulu­


narak BabIâli’ye, Gönig’de Ermenilerin çektiği eziyetlerle ilgi­
li yazımın kopyasını sunuyorum. Kürdistan’daki Ermenilerin
korunması için gerekli tedbirlerin derhal alınmasını istedim.
N ota :
Kürdistan’da Gönig bölgesinde Ognoa köyünde Kürt reis­
leri ya da beyleri tarafından Ermenilere her türlü kötü muame­
le yapılmaktadır. Erzurum’da bulunan komisyonun bu konuda
gereken önlemi almasını rica ederim.
F. O. 424/85, s. 204, No. 362, 362/1
Türikye, No. 10 (1879), s. 106, No. 64, 64/1

274
No. 225

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


Ayn, Çok gizli
ERZURUM, 12 T em m uz 1879
(Alındı, 28 Tem muz)

Erzurum ve Van’da reformları yapmakla görevli komis­


yona BabIâli’nin gönderdiği talimatın çevirisi ilişiktir. Aslına
uygun olarak bir özel kaynaktan aldığım bu çevirinin (ben bu
dokümanı açıkça ve resmen alıncaya kadar) kimseye açıklan­
mamasını özellikle rica ederim.
Babıâl’inin komisyona verdiği talimat;
1. Emrinizde çeşitli toplumlaıın temsilcilerinden oluşan
bir komisyon kurun (nüfuslarıyla orantılı). Buna o bölgedeki
memurlardan bazı kimseleri de seçebilirsiniz. Bu komisyon
yörenin ihtiyaçlarım tespit ederek, önemli reformları yapacaktır.
Bu çalışmada en son çıkarılan tüzüğü de göz önüne alacaksı­
nız ve sonra hemen uygulayacaksınız. İdarenin her kesiminde
yapılacak reformlar üzerinde vali ile uyum sağlayınız.
2. Son çıkan jandarma tüzüğü uyarınca, vali ve vali mua­
vini ile uyum sağlayarak bir komisyon kurun ve komisyon po­
lis teşkilatını yeniden düzenlesin.
3. Çeşitli sivil mahkemelerin durumlarını inceleyin ve Os­
manlI devleti mahkemelerinin organizasyonu için en son çıka­
rılan genel tüzüğü göz önünde bulundurun.
4. Sulh, hukuk, ceza, ticaret mahkemeleri yargıçlarını
değiştirmeyi uygun görürseniz yerine kimlerin getirilebileceğini
de siz tayin ediniz. Yeniden kurmayı düşündüğünüz mahkeme­
ler için de aynı şeyi yapınız.
5. Şikâyette bulunulan idare meclisi üyelerini eğer şikâyet­
leri yerinde bulursanız değiştirebilirsiniz. Bu takdirde bunların
yerine, son tüzüğe uygun olarak seçtiklerinizi koyabilirsiniz.
6. Sivil ve mali memurların yeteneksiz olanlarını, yol­
suzluk yapanları bildireceksiniz. Yerine yenileri atanıncaya
kadar, olanları geçici olarak atayabilirsiniz. Yüksek idarecile­
ri de vali ile uyumlu olarak, eğer zorunlu ise gene vali ile uyum­
lu, güvenilir kişilerle değiştirebilirsiniz.
Şeriat mahkemeleri görevlileri, vereceğiniz rapora göre Ba-
bıâlice değiştirilecektir.

275
I. İdare meclisi önünde her türlü yardımın taksim şekli
ve toplanmasını, valinin fikrini de alarak ayrıntılarıyla incele­
yeceksiniz. Eğer gerekli gördüğünüz reformlar, şu anda yürür­
lükte bulunan yasa ve tüzüklere aykırı bulunuyorsa, bunların
da kaldırılmasını veya değiştirilmesini derhal BabIâli’ye bildi­
receksiniz.
8. Vilayetteki işleri bir dereceye kadar yola koyduktan
sonra, vilayetin önemli gördüğünüz diğer bölgelerine gidip şikâ­
yetlerini dinleyin, yanlışlıkları saptayın ve gereğini yapın.
9. Ülkede kanun ve disiplinin korunması, halkın güven­
liğinin sağlanması ve vergilerin toplanması için, özellikle gezici
ve yerleşik aşiretlerin olduğu bölgelere yakın yerlerle, nereler­
de askeri birliklerin yeterli olup olmadıklarını tespit edecek ve
gerekli görülen değişiklikleri derhal BabIâli’ye bildireceksiniz.
Ayrıca sıkıyönetim ilanı gereken yerleri de saptayacaksınız.
Halkın sükûnetini bozabilecek olanları bölgeden uzaklaştırabi­
lirsiniz. Aşiretler belirli bir yere yerleştirildikleri zaman, mahal­
li idare altında olacaklardır.
10. idareye karşı yapılan bütün şikâyetleri, Kürtlere kar­
şı yapılan şikâyetleri mahkemeye vereceksiniz Başsavcıyı da
siz atayacaksınız.
II. Yasa ve tüzüklerin uygulanması için, mahalli idare­
cilere ve ileri gelenlere öğüt ve tavsiyelerde bulunacaksınız.
F.O . 424/85, s. 260, No. 446 (E k -446/1)

No. 226

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 547, tel.
TARABYA, 13 Temmuz 1879, 11.45
(Alındı, 14 Temmuz)

Henderson ve Chermside’den aldığım telgraflara dayana­


rak başbakan ve dışişleri bakanı nezdinde teşebbüse geçerek;
Zeytun sorununun hemen çözümlenebilmesi için Mazhar Pa­
şa geri alınıncaya ve Hıristiyanların güvenliği sağlanıncaya ka­
dar ilişkileri keseceğim tehdidinde bulundum. Yarın yeni bir
komisyon kurulacak. Başına ya Mithat Paşa, ya da Trabzon
Valisi Yusuf Paşa getirilecek. Görevlerini yapamayan Mazhar
Paşa ve diğerleri cezalandırılacaktır.

276
Siz de Osmanlı Büyükelçisi Müsurus Paşaya, Türkiye As-
yasında Hıristiyanlara karşı yapılan muameleden memnun ka­
lınmadığını ve bu durumun sonunda çok ciddi olaylara neden
olacağını, reformların derhal yapılmasını söyleyin.
F.O. 424/85, s. 111-112, No. 199

No. 227

S ör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 613
TARABYA, 13 Temmuz 1879
(Alındı, 22 Temmuz)

Binbaşı Trotter’in 9 Mayısta size gönderdiği yazıda Diyarba­


kır’daki durumla ilgili olarak BabIâli’ye yaptığım demarşm ya­
nıtını ilişikte sunuyorum.

N ota :
Mazı Dağındaki karışıklık öğrenilir öğrenilmez, sükûnetin
sağlanması için hemen asker gönderilmiştir. Diğer bir bölük
de Malatya ve Siverek’e gönderilerek aşiretlerin elebaşılarını
alıp getirmek ve gerekli önerilerde bulunmakla görevlendirilmiş­
tir. Böylece büyük bir çatışma önlenmiştir.
Yeni valinin atanması yapıldığından beri polisin birikmiş
maaşlarının büyük bir kısmı ödenmiş olup, geri kalanların da
ödenmesi üzerinde durulmaktadır.
Sardes yetkililerinden suçluların sorgulanmasıyla, cezalan-
dırılmayanlar hakkında açıklama yapmaları istenmiştir.
Diyarbakır mahkemesi başkanmın yardımıyla, Mardin Mu­
tasarrıfı Hurşit Beye halk tarafından yapılan yanlış davranış­
ları soruşturmak üzere, ikinci bir komisyon kurulmuştur. Ayrı­
ca Midyat’taki yolsuzluklar da soruşturulacaktır.
İdare bütün uyanıklığıyla devamlı olarak güven ve niza­
mın sağlanmasına çalışmaktadır (Babıâli, 12 Temmuz 1879).
F.O . 424/85, s. 205, No. 364, 364/1
Türkiye, N o. 10 (1879), s. 107, N o. 65, 65/1

2 77
No. 228
Sör A. H. Layard’dan, Marki Sallsbuıy'e
No. 614
TARABYA, 13 T em m uz 1879
(Alındı, 22 Tem m uz)

Konsolos, Hendeıson ve Chermside’in ortaklaşa yazdıkları


Zeytun konusundaki iki teli alınca derhal Baştercüman Sandi-
son’a talimat vererek, bu sabah dışişleri bakanını ve başbakanı
görmesini, Zeytun’daki Komisyon Başkanı Mazhar Paşanın he­
men geri alınmasını, yerine yeni bir başkan atanmasını istedim.
Sandison yaptığı görüşmede, konuşmanın etkili olduğunu,
Mazhar Paşa yerine Mithat ya da Yusuf Paşanın atandığını söy­
ledi.
Aldığım 2 tel ve Sandison’a verdiğim memorandum ile San-
dison’un bana yazdığı memorandumu sunuyorum.
B irinci Tel (12 Temmuz 1879)
Mazhar Paşa komisyon başkanı olarak, merkezdeki fana­
tiklerin dümen suyunda giderek, komisyonun başarıya ulaşma­
sına engel olmuştur, valinin de hareketlerini paralize etmiştir.
Eğer gerekli önlemler hemen alınmazsa, komisyonun Hıristi­
yan üyesi istifa edecek.
Mazhar Paşa halk gözünde komisyonun saygınlığını sıfıra
indirdi. Paşanın, Şam’dan ayrılmaya niyeti yok. Hicaz’a vali
olmak istermiş, buradan başka bir yere, özellikle Hıristiyan bu­
lunmayan bir yere atanması yapılmalı.
İkinci Tel (12 Temmuz 1879)
Afla ilgili telinizi aldım. Tekrar tutuklanmaları emredil­
di. Hiç kimse henüz affedilmedi. Maraş’taki muamele onları
korkuttu ve idarenin verdiği söze güvenleri kalmadı. Maraş’ta
130 siyasi tutukludan 11’i ölüm cezasına çarptırıldı. Diğerleri
3, 15 yıl arasında hapis cezası aldılar. Hapiste ölen suçsuz 8
kişinin adları hapishane defterinde bile yok. Hapisler çok kötü
koşullar içindeler.

Büyükelçinin, Sandison’a M em orandum u:


Git, dışişleri bakanı ve başbakana söyle, sîzlere aldanarak
artık daha fazla hükümetimi kandıramam. Komisyonun atan-

278
ması göz boyamaktan ileri geçmedi. Bu telleri Salisbury’e gön­
dereceğim ve ondan talimat gelinceye kadar sizinle görüşmeye­
ceğim. Hıristiyanlara yapılan zulüm karşısında kayıtsız kalamam,
Mazhar Paşayı kimin koruduğu beni ilgilendirmez. Davranışları
nedeniyle derhal geri alınması gerekir. Eğer Zeytunlu Hıristi­
yanların durumu hemen düzeltilmezse, sonuç pek kötü olur.
Benden sorumluluk gitti. Babıâli’ye bu tellere dayanarak çok
şiddetli bir nota hazırlıyorum. Eğer Mazhar Paşanın değiştiril­
mesine ilişkin olumlu yanıt getiremezsen, hemen göndereceğim.
Sandison’dan, Büyükelçiye (13 Temmuz 1879)
Başbakan şunları söyledi: Babıâli çok zor durumda kal­
mıştır. Memurlar yalnızca bir İngiliz memurunun şikâyeti ya da
vetosu ile geri çağrılacak ve bazı cezalarla cezalandırılacaklar­
sa, bu durumda hiçbir Türk memuru güvence altında olamaz.
Ayrıca görev isteği de taşımaz. İngiliz memurları çıkarları olan­
lar tarafından yanıltılamazlar mı? Dahası kendileri de yanlış
düşünemezler mi?
Olayları Mazhar Paşa bir açıdan, İngiliz ajanı başka bir
açıdan değerlendiriyor. Her ikisi de kanıt gösteriyorlar, bu ka­
dar uzaktan bunların hangisinin haklı olduğunu nasıl bilelim.
Bu gibi başvuruları yapmadan önce, ortaya atılan suçlan kanıt­
lamak gerekir. Mazhar Paşayı geri almak ve yerine başkasını
atamak bizi yine aynı noktaya getirir, dedi.
Sonradan Karatodori Paşa ile de görüştüm. O da gitti,
başbakanla görüştü ve İngiltere’ye doyurucu bir yanıt verebil­
mek için yarın hemen bakanlar kurulunun toplanıp Mazhar
Paşanın görevden alınacağını, yerine Yusuf ya da Mithat Pa­
şalardan birinin atanacağını söyledi.
F.O . 242/85, s. 206, No. 365, 365/1,2,3,4

No. 229
M arki Salisbury'den, Sör A. H. Layard'a
No. 158, tel.
DIŞİŞLERİ, 14 Haziran 1879, 1430
İngiliz Hükümeti BabIâli’nin reformlarla ilgili sözünü tut­
masından memnun olur. Derhal yürürlüğe konmaları için zor­
layın.
F.O. 424/85, s. 112, No. 200

279
No. 230

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


No. 18, Siyasi
ERZURUM, 15 T em m uz 1879
(Alındı, 12 Ağustos)

Tercümanı Efkâr gazetesinin 24 Haziran tarihli ve 583 sa­


yılı nüshasında benim tayinim Kürdistan Konsolosu (Erzurum,
Diyarbakır, Muş, Van) diye çıkmış. Türkçe olan bu gazetenin
Ermeni harfleriyle olan nüshasının bu vilayetlerde büyük ölçü­
de okunduğunu gördüm. Kanımca bu ad, Türk Ermenistanı ve
Kürdistanı Konsolosu olmalıydı. Eğer buna izin verilmezse, As­
ya Türkiyesi Doğu Vilayetleri Konsolosu, ya da Yarbay Wil-
son’un görev alanını bölerek Doğu Anadolu ve Batı Anadolu
Konsolosluğu gibi ikiye ayrılabilirdi. Ermeniler bu konuda çok
duyarlılık gösteriyorlar. Ermenilere böyle bir ayrıcalık vermek
iyi olurdu.

Berlin Kongresine sunulan resmi nüfus miktarı şöyledir.


Müslüman Gayri Müslim
Erzurum 197.768 55.043
Van 126.208 97.555 (20.000
Nasturi dahil)
Halbuki, benim konsolosluk bölgemde uzun zaman kon­
solosluk yapan Taylor’a göre Erzurum, Van, Diyarbakır, Harput
vilayetlerinin nufüsu şöyle:
Türk 442.500
Kürt 848.000
KızılbaşMüslüman 200.500
Hıristiyan 649.000
Böyle olunca ve yukardaki resmi Hıristiyan kayıtlarına
yüzde 40 eklenince yaklaşık doğru sayı ortaya çıkar. Ermeniler
de savaştan önceki Ermeniler değildir. Hepsi uyanmışlar, hak­
larını istemektedirler.
F.O . 424/86, s. 108-109, No. 163
Türkiye, No. 10 (1879), s. 123, No. 75

280
No. 231

K aratodori Paşadan, M usurus Paşaya


(18 Temmuz’da M usurus Paşa tarafından M arki Sa-
lisbury’e ulaştırıldı)
Tel.
İSTANBUL, 17 Temmuz 1879

Erzurum’dan aldığım telgraflara göre, pazartesi günü İranlI­


lar kentin değişik bölgelerinde Ermenilerin üzerine saldırdılar.
Eğer OsmanlI yöneticileri olaya karışmasaydı, çok üzüntü ve­
rici sonuçlar ortaya çıkacaktı. Yapılan soruşturma sonunda bir
Ermeni kızına, Iranlı biri tarafından saldırıldığı ve saldıranın
olaydan 5 gün önce hapiste olduğu anlaşılmıştır. Ama bu olay,
abartılarak çevreye yayılmıştır. Bundan başka hiçbir olay yok­
tur. Derviş Paşa Dersim’deki olayları çözümlemiştir; sükûnet
gelmiştir. Ülkenin Asya vilayetlerinin anarşi içinde ve başıboş
olduğu yolundaki haberlerin gerçekle ilgisi yoktur.
F. O. 424/85, s. 162 -163, No. 285
Türkiye, No. 1 (1879), s. 106, No. 63

No. 232

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


ERZURUM, 18 Temmuz 1879
(Alındı, 7 Ağustos)

Erzurum’da 14 Temmuzda Ermeniler ile İranlılar arasın­


da ciddi bir kapışma oldu. Ayın 10’unda bir İranlı genç, bir eve
girerek 12, 13 yaşındaki bir Ermeni kızına saldırmıştır. Suçlu,
Ermenilerce yakalanmış vc İran konsolosluğuna teslim olun­
muştur. Ertesi gün kavas, suçluyu serbest bırakmış ve bunu gö­
ren Ermeniler ayaklanınca konsolos suçluyu mahalli idareye
teslim etmiştir. Iran konsolosunun kefaletle suçluyu kurtarma­
ya çalıştığı yolunda çıkan söylenti, Ermenileri tekrar coşturmuş-
tur. Bir fırıncı dükkânında iki taraf arasında çıkan kavga ge­
nişlemiş, vali paşa ve askerlerin işe el koymasıyla ayaklanma
bastırılmıştır. Paşa zamanında ve tehlikeyi göze alarak bizzat
müdahale etmeseydi, olaylar çok daha büyük boyutlarda olabi­
lirdi.
281
Valinin bu konuda çıkardığı bildiri şöyle :
Mustafa Paşadan, Binbaşı Trotter’e;
Pazartesi günkü olaylar dolayısıyla, vilayet meclisi aşağı­
daki hususları kararlaştırmıştır.
Hiç kimse silah taşımayacak, hiç kimse kumar oynamaya­
cak, dükkânlar akşam 11,00’de kapanacak, aksine hareket eden­
ler hakkında yasal işlem yapılacaktır.
Türkiye, No. 10 (1879), s. 121-122 No. 74, 74/1

No. 233
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 566, tel-
TARABYA, 20 Temmuz 1879
(Alındı, 21 Temmuz)

Binbaşı Trotter 15 Temmuzda Ermenilerle Iranlılar arasında


bir çatışma olduğunu, askerin duruma el koyduğunu, valinin
duruma egemen olduğunu; ölü ve yaralı olmasına karşın, sü­
kûnetin iade edildiğini, bununla birlikte hâlâ caddelerde devri-
yeler dolaştığını bildirdi.
F. O. 424/85, s. 186, No. 334

ı
No. 234
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 640
TARABYA, 20 Temmuz 1879
(Atandı, 29 Temmuz)

Erzurum vilayeti jandarma teşkilatında Avrupah subay


kullanma isteğini bildiren bir notayı Babıâli’ye verdim.

N ota :
24 Ekimde Saffet Paşa jandarma genel teşkilatı kararg
hına Avrupalı subayların getirilmesi ve yabancı subaylar tara­
fından eğitilmesine söz vermişti. Erzurum’da bu amaçla Avru­
pah subayların Babıâlice göreve getirileceğine güveniyorum.
F.O . 424/85, s. 325, No. 515

282
No. 235

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 642
TARABYA, 20 Temmuz 1879
(Atandı, 29 Temmuz)

Zeytun komisyonunun yaptığı işlerle ilgili olarak, Cherm-


side’den alman yazının kopyasını sunuyorum. Gerekli işlem
yapılacaktır.

Askeri Ataşe Cherm side’den, Sör A. H. Layard’a


(10 Temmuz 1879)

Reform komisyonunun Halep’e geldiği günden başlaya­


rak yaptığı işlerle, 30 Haziranda çeşitli bölgelerden gelen tem­
silcilerle kurulan merkez komisyonunun açılmasına kadar olan
işleri kapsayan ayrıntılı rapor gönderildi. Sanırım bu genel ra­
porun birer sureti, ilgili yabancı sefaretlere de gönderilecektir.
Rapor bana okundu. Ama bir kopyası yok. Raporda elle tutulur
bir sonuç yok. Adaletin bozukluğundan açıklıkla söz edilmekte,
jandarmanın yeteneksizliği, kokuşmuşluğu, hapishanelerin kö­
tü durumları, idarenin yeteneksizliği ve başıboşluğu gibi bilinen
konuların itirafları var. Bütün vilayeti içine almak üzere bir ad­
liye müfettişi atadılar. Rasim Bey adındaki bu kişi, Ayıntap’ta
yolsuzluk ve entrikalarıyla bilinmekte. Jandarma işiyse, eskiden
beri söylediğim gibi fiyasko.
63 kişilik (39 Müslüman -t- 22 Hıristiyan + Ensari + Ya­
hudi) merkez komisyonu, üyelerinin maaş durumları daha iyi
oluncaya kadar, mahkemelerin yerel yönetimden bağımsız ol­
malarının doğru olmayacağı kanısında. Bu komisyonun çalış­
malarından hiçbir sonuç çıkmayacağı düşüncesi yaygındır. Bun­
ların hiçbir ödenekleri yoktur. Maraş’a henüz bir vali atanma­
mıştır. Polisin, adaletin iyileştirilmesi ve Çerkez sorunu çözüm­
lenmezse, gelecekte tehlikeler doğacaktır.
F.O . 424/85, s. 326, N o. 517, 517/1

283
No. 236

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 576, Çok gid i, tel.
TARABYA, 24 Temmuz 1879, 08.45
(Alındı, 25 Temmuz)

Sultan, 24 Haziranda Saffet Paşanın notunda belirtilen 3


reform üzerinde Babıâlice neler yapılacağının kendisine rapor
edilmesini buyurduğunu, Ingiltere’ye karşı olan hislerinin belli
olduğunu, İngiliz siyasetine bağlılığını ve bu niyetini yeterince
kanıtladığını, Sarayda yolsuzluk olmadığını, çıkan haberlerin uy­
durma olduğunu, bakanlara Yunan sorununu çözmek için bir
talimat verdiğini, bana iletti.
Hayrettin Paşa, yeni nizam altında her iki meclisin açılması
da dahil, kendi şartları kabul edilmedikçe istifasını geri alma­
makta ve BabIâli’ye gitmemektedir. Bugün öğleden sonra Sul­
tan ulemayı görüş alışverişinde bulunmak için topladı, uma­
rım ona boyun eğerler.
F .O . 424/85, s. 251-252, No. 420

No. 237
B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e
No. 21, Siyasi
ERZURUM, 24 Temmuz 1879
(Alındı, 12 Ağustos)

Van Konsolos Muavini Yüzbaşı Clayton 7 Temmuzda bu­


raya geldi. 26 Temmuzda Van’a hareket edecek. Hem ülkeye,
hem de bu tür göreve yabancı olması dolayısıyla birkaç hafta
burada kalması iyi olur. Kendisine verdiğim görev talimatı ili­
şiktir.

B inbaşı T ro tter’den, Yüzbaşı Clayton’a


Görev alanınız Van; önemli göreviniz, idaredeki yolsuz­
lukları anlamak ve rapor etmek, Osmanlı devletinin söz verdiği
reformların yapılmasına yardım etmektir. Gezginci ve yerleşik
aşiretlerle, Ermenilerin nüfuslarını saptayın. Geçende Muş Pat-

284
riğine sordum. Ermenilerin sayısı ne kadar, diye. 160.000 dedi.
Ben araştırdım deyince, 120 bine indi. Oysa resmi istatistik, yal­
nızca 48 bin.
«Modki Kürtlerinin durumu ile hükümetle ilişkilerini ince­
leyin, Nasturilerin bulundukları yerle, sayılarını saptayın.
Onları korumanız bakanlıkça istendi. Nasturi Patriğiyle tanış.
Kürt beyleriyle ahbap ol. Güvenliğin Osmanlı yetkililerinden
ziyade onlara bağlıdır. Bunların yerleşik tarıma olan eğilimle­
rini de öğrenin. Esas amacınsa, ülkede daha iyi bir hükümet
kurulması olduğunu unutmayın. İngiliz Türk 4 Haziran 1878
Antlaşması gereğince, Doğudaki düşmana karşı bir savaşa gi­
rilmesini göz önünde tutarak bölgeyi askeri harekât bakımın­
dan değerlendirin. Van Rus Konsolos Muavini Binbaşı Kamsa-
ragan, buradan sizinle birlikte Van’a gitmek istiyor. Kendisi
Ermeni kökenlidir. Uygun düştükçe, uyum içinde çalışmanın
yararı var.
F.O . 424/86, s. 110, No. 164, 164/1

No. 238
B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury'e
No. 22, Siyasi, Gizli
ERZURUM, 25 Temmuz 1879
(Alındı, 11 Ağustos)
Erzurum ve Van reform komisyonu ilk raporunu BabIâli’ye
sundu, çevirisi ekli komisyon çalışmalarına tanık oldukça, re­
formların yapılması umudum da o ölçüde azalmakta. Komisyo­
nun işe başlarken BabIâli’den aldığı talimatı, bizzat okumam için
vermediler, fakat inanılır kaynaklar içeriğini bana söylediler.
Komisyon ilk bakışta çok büyük yetkilerle donatılmış gibi
görünmekteyse de çalışmalarını kısıtlayan kayıtlar vardır, ö r ­
neğin ödenek gerektiren konularda BabIâli’nin izni alınacak.
Böyle olunca da ne jandarmaya, ne de yönetime düzen vermek
olanaksız. Çünkü işler önce paraya dayanır.
Ayrıca zaman zaman BabIâli’den gelen telgraf buyruklarıy­
la da komisyonun yetkileri kösteklenmiştir. Sonuçta komisyon
acılan dinleyen, ancak tedavi gücü olmayan bir duruma düş­
müştür. Sulh hukuk ve ceza mahkemelerinin başkanları komis­
yonca seçilecekken, bu yetki de sonradan valiye verilmiştir.

285
Komisyon yeni tüzüğe göre seçim yaparak vilayet üyelerini
değiştirecekken, sonradan bu yetki valiye verilmiş, o da eski
tüzüğe göre hareket edecek ve böylece tayinler, idare meclisi­
nin eski vurguncularınca yine eskilerinin işbaşına dönmeleri so­
nucunu verecektir.
Komisyon, vali ile uyumlu olarak vergilerin toplanması üze­
rinde çeşitli yöntemleri inceleyecek ve şimdiki yasaların elverdi-
diğince iyileştirmeleri yapacak, eğer esaslı bir yasa değişikliği
gerekirse, BabIâli’ye sorulacak.
Aşağıdaki öneriler, BabIâli’nin onaylaması için yapıldı (Ma­
yıs sonunda):
Erzurum -Van; Erzurum - Erzincan - Harpu t arasında di­
rek telgraf ve posta iletişiminin sağlanması (hâlâ yanıt yok);
Köylülerin tekâlüfü harbiye alacaklarının vergilerinden dü­
şülmesi (henüz yanıt yok);
Bir lira 400 kuruştan hesaplanarak eski borçların ödenmesi
süresinin uzatılması (5 ay daha uzatıldı);
îdare meclisinin yeni seçileceklerle değiştirilmesi (vali ta­
rafından eski rejime göre yaptırıldı);
Dersindiler ve Derviş Paşa hakkındaki haberler olumlu
olmuş, Derviş Paşaya uygulamaları için açık kart verilmiştir.
2, 3 önemli öneri de yanıt beklemektedir.
Bugün alman bir yazıda jandarma konusundaki teklif her
ne kadar bakanlar kurulunca beğenilmişse de fazla paraya ge-
reksinildiğinden onaylanamamıştır. Diyarbakır bu işi parasız
yapabilecek bir proje sunmuştur Diyarbakır’la ilişki kurun ve
siz de onun gibi yapın (Komisyon, görüşünde direnmiştir).
Eski Harbiye Bakam olan Vali Fosfor Mustafa Paşa ile ko­
misyon üyesi eski Maliye Bakanı Yusuf Paşa arasında kıskanç­
lıktan kaynaklanan bir sürtüşme vardır. Bu da komisyonun işi­
ni güçleştirmektedir. Son günlerde Serkis Efendinin hastalığı do­
layısıyla da komisyon işleri hayli tavsamış bulunmaktadır.
Komisyon halen hapiste bulunan önemli kişilerin (ağalar),
mahkemelerinin yapılması işini bizzat ele almıştır. Şimdi komis­
yonun önünde biri Ermeniler, diğeri de Müslümanlar tarafından
önerilen iki reform ' projesi var. Müslümanlarınki daha liberal
bir yapıdadır.

2 86
D iyarbakır İngiliz Konsolosu Boyajian'dan, Erzurum
İngiliz K onsolosu T ro tter’e
tel.
Ermeni Papaz Philippos’un yönetimi, Hıristiyanlar için sa­
kıncalıdır. Patrik onu görevden aldı. Philippos’un kışkırtma­
sıyla, Patrik delegelerine karşı, cemaat mensupları hücum et­
mişler ve yaralananlar olmuştur Feci bir sonuçtan ürken Phi-
lippos yetkililerce uzaklaştırılmıştır. Sonradan Patrik, Philip­
pos’un dönmesi yolundaki fikrini değiştirmiştir. Gelmesinin bü­
yük bir olaya neden olmasından korkulmaktadır. Büyükelçi ile
görüş. O da/Patrik ve Babıâli ile bu konuda .ilişki kursun.
F. O. 424/86, s. 100 -103, No. 149 (E k -149/1)
Türkiye, No. 4 (1880), s. 3 -S, No. 2 (E k -2/1)

No. 239

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 27 Temmuz 1879
(Almdı, 5 Ağustos)
BabIâli’den Zeytun’a ait aldığım mesaj ilişiktir Henderson
ve Chermsidc’c birer kopya göndererek düşüncelerini sordum.

BabIâli’nin M esajı
Komisyonun çalışmaları şu faydalı sonuçları sağlamıştır.
500 silahlı tekrar köylerini kazanmışlardır. Bugünkü ayak­
lanma, 30, 40 kişilik Babek çetesindendir.
2 Müslüman, 2 Hıristiyandan oluşan 4 kişilik Zeytun İda­
ri Konseyi kurulmuştur.
Zeytun yargıcı yerine, Maraş Halissa yargıcı Yahya Efen­
di geçici olarak atanmıştır. Herkesin güvenini kazanmış biridir.
Sulh ve ıslah mahkemeleri hemen oluşturulmuştur. Yasa­
dan sonra, sulh mahkemesi ıslah kısmına Maraş’tan Yargıç
Ömer Efendi atandı. Her iki kısmın 2 Müslüman, 2 Hıristiyan
4’er üyesi var.
Zeytun’da 8000 nüfusun 3.751’i Müslüman, geri kalan 4.424
kişisi de Hıristiyandır. Zeytun 4 bölgeye ayrılmış, 2’si bütünüy­
le Müslüman, her birinin 6 ya da 8 üyesi var.

287
Birçok müesseseler kurulmuştur. Mahkemeler vc Öteki ku­
ruluşlar görevlerini düzenli yapıyorlar.
Geçici bir komisyonun gözetiminde Zeytun ve Pazarcık’ta
vergi ve kazanç üzerinde bir anket yapılmakta. 2’si Müslüman,
2’si Hıristiyan olmak üzere her komisyonda 4 üye bulunuyor.
Halep kadastro başkanı çalışmalarına başlamış olup, alı­
nan kararlar BabIâli’nin onayına sunulacak.
Zeytun zaptiyesi ayıklanacak ve kötülerin yerine iyiler ko­
nacak. Halep’ten Rüştü ve Ali Beyler bu işi yürütecekler.
Kışla ve hükümet binasının temelleri atıldı, kurbanlar ke­
sildi. Lis Katalikos’unun Naibi de törende bulundu ve Padişa­
hın başarısına dualar okundu.
Komisyon üyeleri, kaymakama ve kumandana gerekli öğüt­
leri verdikten sonra törenle uğurlandılar.
Af konusunda alman emir yerine getirilmiştir.
Maraş hapishanesinden 21 tutuklu tahliye edilmiş, geriye
131 kişi kalmıştır. Bunlardan l l ’i isyanın elebaşlarıdır. İşbir­
likçilerin öncelikle mahkemeleri yapılacaktır. Askerlik vergisi
yerine askere alma, Kamil Paşa tarafından toplanan silahların
geri verilmesi, bütün Zeylunlu tutukluların ve şimdi dağda bu­
lunan asilere kadar affın genişletilmesi, kışlanın yapımının geri
bırakılması, Zeytun idaresince protesto edilen kaymakamın ta­
yini, 200.000 kuruşa varan vergi borçlarının ödenmesi, başka
bir vergi usulünün konulması ve gerçekleşemeyen bütün vaat­
ler doğal olarak Konsolos Henderson’un kritikleri olmuştur.
Türkiye, No. 1 (1880), s. 99, No. 100, 100/1

No. 240
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 584, tel.
İSTANBUL, 29 Temmuz 1879, 11.50
(Alındı, 30 Temmuz)
Sultanla uzun bir görüşme yaptım. Küçük Asya’da bazı
vilayetlerde reformları uygulayacağına ilişkin şeref sözü verdi.
Baker Paşanın Kürdistan komutanlığına atanmasını teklif ettim,
söz verdi. Yunanistan sorunu için komisyonun tayini çıktı. İn­
giltere’nin yardımını rica etti. Eğer Yanya’yı verirse, Arnavut­
luk ayaklanabilir, bu ayaklanmayı bastırmak için tahtını tehli­
keye koymadan, ateş emri veremeyeceğini söyledi.
F.O. 424/85, s. 349, No. 556
288
No. 241

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 682, Gizli
TARABYA, 30 Temmuz 1879
(Alındı, 12 Ağustos)
Sultanla dün 3 saat süren bir konuşma yaptım ve Veziri­
azam Hayrettin Paşa ile Dışişleri Bakanı Karatodori Paşayı
neden görevden aldığını sordum. «Hayrettin Paşa Türkçeyi iyi
bilmediği için, bana yazdığı bir yazıda yanlış bir kelime kullan­
mış. Bu yazışmaya aracılık eden Karatodori Paşa aramızı dü­
zelteceğine, iyice açtı. Bu bir aile kavgası gibiydi. Eğer kamuya
yansımasaydı, aramızda çözümleyebilirdik, olmadı. Yerine baş­
vekil olarak Arifi Paşayı, dışişleri bakanı olarak da Saffet Pa­
şayı tayin ettim; veziriazam da bundan böyle başvekil sıfatını
taşıyacak ve bakanlar doğruca bana karşı kendi işlerinden so­
rumlu olacaklar. Oysa veziriazamın yetkileri benimle eşit düzeye
çıkmış gibi görünüyordu. Bu bakımdan değişiklik yapma zo­
runluluğunu gördüm,» dedi.
Kendisine bu değişikliğin zamansız ve yersiz olduğunu, gö­
revleri kendi üzerine değil sorumlu bakanlara bırakmasını, hal­
kın çoğunun Padişahı pek sevmediklerini ve her yolsuzluktan onu
sorumlu tuttuklarını, reformların hâlâ yapılmadığını, oysa İngi­
liz - Türk 4 Haziran Antlaşmasından bu yana bir yıl geçtiğini,
âşârın kalkmasını, yerine yeni bir sistemin konulmasını, böy-
lece ülkenin gelirinin artacağım, bunun yetenekli AvrupalI bir
müfettiş tarafından yönlendirilip kontrol edileceğini söyledim.
Sultan kendisini savunmaya kalktı. Sarayda kimsenin yolsuz­
luk yapmadığını, idarede yolsuzluk olduğunu, şimdiye kadar
reform projeleri üzerinde layıkıyla durulamadığını, çünkü Yu­
nan sorununa benzer kimi önemli sorunları çözmek durumun­
da olduğunu, reformlar hakkında bakanlar kurulunca gerekli
incelemelerin acele yapılarak kendisine getirilmesini emrettiğini
söyledi.
Ondan sonra Hayrettin Paşayı ziyaret ederek, Sultanın onun
hakkındaki şikâyetlerini söyledim.
Hayrettin Paşa, kamu hizmetleri üzerinde yazdığı mektup­
ta göreve devam etmesi için bazı koşullar ileri sürdüğünü ve bu
mektubu Arapça yazdığını, Padişahın ise mektubun Türkçeye
çevrilmesini istediğini, bunu da başbakanlıktaki çevirmenler-

289
den birinin yaptığını söyledi. Ayrıca, eğer Fransızca yazışma­
da bir yanlış varsa, bunun doğrudan doğruya Sultana ait oldu­
ğunu, çünkü bu amaçla Sarayda aracı olarak bulunan M.
Dreysse adındaki Fransız subayın bu iş için kullanıldığını ekledi.
Bir akşam bu kişinin evine gelip kendisine Sultan aleyhinde bir
komploya girişerek yerine Reşat Efendinin geçirilmesini düşünüp
düşünmediğini sorduğunu, Sultanın işleri yürütecek güçten ta­
mamen yoksun olduğunu, Sultanın kendisinden önemli ölçüde
borç aldığı için bazı yükümlülükler altında kendisinin kontrolü­
ne girdiğini, bu soruların karşılığım bir Fransız subayı ile ağızdan
göndermek yerine kendisine Fransızca bir cevap yazdığını,
Sultanın çevresi tarafından böyle bir endişeye düşürüldüğünü
sandığını, Arifi ve Saffet Paşaların atanmasını yerinde buldu­
ğunu, her ikisinin de yurtsever ve namuslu kişiler olduğunu söy­
ledi.
F.O . 424/86, s. 144-147, No. 197

No. 242

Sör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 680
TARABYA, 30 Temmuz 1879
(Alındı, 12 Ağustos)

Bu sabah yeni Başbakan Arifi Paşaya olağan ziyaretimi


yaptım. Kendisine hem Ingiltere’nin, hem de Avrupa devletle­
rinin Osmanlı Hükümetinin ihmalinden memnun olmadıklarını
söyledim, özellikle, Berlin Antlaşmasının 23. maddesi, Yunan
sorunu, Asya vilayetlerindeki reform işi, Somali Sahili hakkın­
da verdiğim notanın yanıtı, Protestan tüzüğünün çıkarılması,
Slav ticaret antlaşması gibi konuları anımsattım.
Hemen bu sorunlarla ilgileneceğini, Saffet Paşayı bekledi­
ğini söyledi.
F. O. 424/86, S. 144, No. 196ı

290
No. 243
Sö r A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 589. Gizli, tel.
İSTANBUL, 31 Temmuz 1879
(AJmdı, 1 Ağustos)

Telinizde Amiral Hornby’in Lemnos’a gitmesini istemiş­


tiniz. Sultanın bana söz verdiği reformları uygulamaması halin­
de amirali Beşika Körfezine çağırmama izinlerinizi.
F.O. 424/86, s. 1, No. 2

No. 244
M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard’a
No. 198, Gizli, tel.
DIŞİŞLERİ, 1 Ağustos 1879, 15.25

Uygun gördüğünüzde amirali Beşika Körfezine çağırmaya


yetkilisiniz.
F.O. 424/86, s. 3, No. 8

No. 245
M arki Salisbuıy'den, Sör A .H . Layard’a
No. 1014, Gizli
DIŞİŞLERİ, 1 Ağustos 1879

İngiliz Akdeniz Filosunu Beşika Körfezine çağırabilirsiniz.


F.O . 424/86, s. 3, N o. 11

No. 246
M arki Salisbury'den, S ör A .H . Layard'a
No. 202, Gizli, tel.
DIŞİŞLERİ, 1 Ağustos 1879, «7.40
Reformlarm yürürlüğe konulması için, donanmanın duru­
muna ilişkin, Sultana yazma önerinizi onaylıyorum.
F.O . 424/86, s. 3, N o. 12

291
No. 247

Sör A.H . Layard’dan, Marki Salisbuıy’e


No. 685
TARABYA, 1 Ağustos 1879
(Alındı, 12 Ağustos)

Binbaşı Trotter, beratındaki Kürdistan Konsolosu yerine


Ermenistan ve Kürdistan Konsolosu yazılması suretiyle, Erme-
nilere bir ödün verilmesini istemektedir. Patrik Nerses de Er­
menistan Konsolosu deyiminin kullanılmasını istemişti. Bence
bugünkü durumda uygun değil, çünkü Ermeni vilayeti diye bir
şey yok. Böyle bir davranış, Ermenistan özerkliğini dokundu­
ran bir Ermeni entrikasına alet olmak olur.
F.O . 424/86, s. 147-148 No. 198

No. 248

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 708, Gizli
TARABYA, 8 Ağustos 1879
(Alındı, 19 Ağustos)

Fransız meslektaşım M. Foumier, Erzurum’daki konsolos


muavininden aldığı aşağıdaki iki habere göre, Rusların Erme-
nileri ayaklanmaya kışkırttıklarını ve gereğinde hemen müda­
hale edebilmek için Erzurum sınırında hazırlık yaptıklarını söy­
ledi. Soruşturması için Binbaşı Trotter’e yazdım.

Ek - 1 : M. Castagne’den, M. F oum ier’e


(19 Temmuz 1879)

Geçen pazartesi günü öğleden sonra Ermenilerle, îranlılar


arasında çatışma oldu. Yöneticilerin atak davranması sonu­
cunda olay, ölü ve yaralı olmadan bastırıldı. Sanırım ki, bunda
Rus parmağı var Çünkü daha cumartesi günü bir olayın çı­
kacağı dedikodusu yayılmıştı. St. Joseph hemşireleri, olaydan
az önce dışarı çıkmamaları yolunda uyarılmışlar. Genel vali de
iki gün sonraki görüşmemizde, benim düşünceme katıldığını
belirtti.

292
E k - 2 : M. Castagne’den, M. F oum ier'e
(26 Temmuz 1879)

Gregorien piskoposu at üzerinde, 60 kadar atının iki ya­


nında, 30 da arkada, hepsi tabancalı kamalı koruyucular­
la, kökeni Ermeni olan, son defa Van’ın Rus konsolos muavin­
liğine atanan Rus subayı M. Cansarazan, Daniel Efendi ve Er-
menilerin ileri gelenlerinden iki kişi, 14 Temmuz Pazartesi gü­
nü sabahın 2’sinde, reform komisyonunda görevli Serkis Efen­
dinin evine gelerek bir toplantı yaptılar. Aynı gün gece 2’de
12 Temmuz tarihli yazımla size bildirdiğim ayaklanma oldu.
15 Temmuz Pazartesi günü tranlı bir fırıncı ile kavga çıka­
ran aynı kışkırtıcı Ermeni, yine aynı şekilde bir Türk fırıncıy­
la da kavga çıkardı. Ermeni hemen tutuklandı, birkaç saat son­
ra da salıverildi. Genel kanı, Ermenilerin bu söylentisi reform
komisyonunun gelişinden sonra başlamıştır. Sarıkamış Soğanlı
Dağlarında 10.000 civarında tüfek toplandığı ve bunların son
zamanda Erzurum’a doğru sevk edildiği söylenmektedir. M.
Cansarazan bugün yeni görevine gidecekken, hareketini daha
sonraya bırakmıştır.
F.O . 424/86, s. 231, No. 310, 310/1, 310/2

No. 249

B inbaşı T ro tte r’den, M arki Salisbury’e


ERZURUM, 8 Ağustos 1879
(Alındı, 25 Ağustos)

7 Temmuz tarihli yazımda Erzurum reform komisyonu­


nun, on kişisi gayri Müslim, 38 kişiden oluştuğunu belirtmiş­
tim. Komisyonun 14 Temmuz tarihli ilk toplantısından önce,
Başpiskopos komisyona kesin bir reform projesi sundu. 2 Ağus­
tosta bunun çevirisini sunmuştum. Ermeniler bu projelerinde
Kürtlerin gezici olmaları nedeniyle hesaba katılmamalarını, do­
layısıyla bütün idari ve adli görevlerde yüzde 50 oranında tem­
sil edilmelerini istemişlerdir.

293
Erzurum vilayeti nüfusu (kadın, erkek)
Müslüman 197.768
Gayri Müslim 55.043
Hıristiyan 195.500 Ermeniler Hıristiyan ol­
duklarını söylüyorlar.
Türk (Kafkaslı) 185.000
Kürt 112.500
Yezidi 3.000
Ermenilerin bu isteği, komisyonda tartışmalara yol açmış;
Ermeniler, toplantılardan şu ya da bu şekilde bir neden bula­
rak uzak durmuşlardır.
6 Ağustos tarihli toplantıda, komisyondaki Ermenilerin sa­
yısı adaletsizdir diye Ermeniler, komisyondan çekilmişlerdir.
Toplantıda yalnızca Protestan temsilcisi kalmıştır. Geghi alt
komisyonu, komisyon üyelerinden birinin gözetiminde pek çok
toplantı yaptı, bölgedeki beylerden birçoğunu yargılamaya ye­
tecek kadar kanıt toplandığı umut ediliyordu. Oysa daha faz­
lasını yapmaya yetkili olmadıklarını açıklamışlar.
ö te yandan Diyarbakır komisyonu, Erzurum komisyonun­
dan daha etkili bir yöntem uygulayarak ünlü Kürt beylerinden
beşini, hemen Arnavutluk’a sürgüne göndermiş; arkadan da aile­
leri gönderilecekmiş. Haberci, öteki Kürt beylerine de bu yolda
muamele edileceğini, halkın mutlu olduğunu söylemektedir.
Erzurum komisyonu İspir kaymakamını sorguya çekmiştir.
Mahkûmiyetinin ciddi bir karşı çıkışla sonuçlanacağı sanılıyor.
Komisyon, çalışmalarını bildirdiği raporda, Mahmut Ağa
adında birini 3 yıl sürgüne mahkûm ettiğini bildirmişti. Tek
olumlu gelişme bu idi. Oysa aynı adam, eski Vali İsmail Paşa
tarafından 6 ay önce yakalanmış ve henüz mahkemesi yapılma­
mıştı. Rusya’dan göç edenlere ulaşım masrafı için hükümetçe,
öteki bölgelere gitmek üzere günde 12 kuruş ödeniyormuş. Ko­
misyon, aynı şeyi validen de istemiştir.
Van’a gitmekte olan Yüzbaşı Clayton’un geçen ayın 26’sm-
da Muş’tan gönderdiği bir habere göre, Kars’tan gelecek 950
aileden 350’sinin Aghveran civarında yerleştirileceği bildirilmek­
tedir. Sonradan gelmişlerdir de. Hınıs ile Muş arasında 70, 80
Çerkez eşkıya ailesinin olduğunu da bildirmektedir. Çerkezler-
le Kürtlerin yağmaları çeşitli yerlerde devam etmekte olup, jan­
darmanın düzeltilmesi zorunludur. Bir Ermeni genci, sevgilisi
Müslüman kızla ortadan kaybolmuş. Rusya’ya kaçtıkları sanı­
lıyor. Ayaklanan Müslümanları yatıştırmak için, Mamahatun
294
kaymakamı Hıristiyanların ileri gelenlerinden üç dördünü tu­
tuklatmış. Paşa bir süvari mangası göndererek, sükûneti sağla­
mış. Hıristiyanların salıverildikleri haberini alacağımı umut ede­
rim.
Türkiye No. 4 (1880), s. 15-17, No. 11

No. 250
Sör A .H . Layard’dan, M arki Sallsbury’e
No. 712
TARABYA, 9 Ağustos 1879
(Alındı, 19 Ağustos)
Binbaşı Trotter’in geçen ayın 25’inde gönderdiği yazıyı bir
nota ile Babıâli’ye göndermeyi uygun buldum. Bir kopyasını
sunuyorum. Komisyona bir sataşma olmasın diye, birkaç parag­
rafını çıkardım.

N ota :
Erzurum ve Van vilayetlerinde reformların yapılması için
oluşturulan komisyonun çalışmasının gerek yerel yönetimlerce
engellenmesi, gerekse Babıâli’nin komisyonun yetkilerini kısıt­
laması sonunda düş kırıklığı yaratmıştır. Bu konuda Binbaşı Trot­
ter’in raporunu sunuyorum. BabIâli’nin İngiliz Hükümetine
verdiği söze uyarak, reformların hemen uygulanmasını talep
ederim.
F. O. 424/86, No. 312, 312/1
Türkiye No. 4 (1880), s. 14, No. 10, 10/1

No. 251
Sör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 602, tel.
TARABYA, 10 Ağustos 1879
(Almdı, 10 Ağustos)
Sultanla görüştüm. Vilayetlere atanacak yabancı mali mü­
fettişler konusunda Fransız sefiriyle benden, ad vermemizi rica
etti. Horace Guarracing’le Edmund Calvert’i önerdim.
F.O . 424/86, s. 98, No. 140

295
No. 252

K onsolos M uavini B iliotti’den, M arki Salisbury’e


Ayrı
CARLSBAD, 12 Ağustos 1879
(Alındı, 18 Ağustos)
Türkiye’de yapılacak herhangi politik bir değişiklikte, bu­
rada birbirine düşman iki inanışın yaşadığı bilinmelidir. Miis-
lümanlar, AvrupalIların Hıristiyandan yana hareket ettikleri dü­
şüncesiyle herhangi bir iyileştirme girişimini kuşku ile karşıla­
maktadır. Doğu Hıristiyanlan da kendilerini komşularından üs­
tün gördüklerinden, yapılacak her değişikliğin özellikle kendi
yararlarına yapılmasını düşünürler. Bu itibarla yapılacak bir
değişiklik birbirine karşıt bu insanları hiçbir zaman ve tama­
men tatmin etmeyecektir. En yakın örneği Kıbrıs. İngiliz ida­
resinde olduğu halde Rumlar idareyi hatalı buluyorlar. Bu ba­
kımdan yapılacak bir değişiklik, getireceğinden daha fazlasını
götürecektir. Uygar Avrupa’nın sistemini, her bakımdan değişik
böyle bir ülkede uygulamak, hemen hemen olanaksız gibidir.
Türkiye’de şu andaki yasaları değiştirmek Müslümanlar ara­
sında yersiz bir korkü yaratırken Hıristiyanlarda da imkânsız
isteklere kapı açacaktır. Bu iki farklı inanç sahiplen arasında
uyum sağlayacağı yerde düşmanlığı arttıracaktır. Bu bakımdan
değişiklik yerine mevcut yasaları uygulamak belki daha iyi olur.
Ruslar da deneyleriyle Doğululara aynı şevi yapmışlardır.
Bu şartlar altında yapılacak reformlar kısıtlı olmalı, sa­
dece mevcut yasaları uygulamak değil, özellikle halkın bütünü­
nün sempatisini kazanacak konuları içine almalıdır.
Her iki tarafın da üzerinde içtenlikle birleşeceği nokta,
idaredeki yolsuzlukların kesinlikle önlenmesidir. Hıristiyanla­
rın yönetime katılımlarıyla büyük bir gelişme olacağı söyleni­
yor. Bence yanlış, çünkü bu yönetimle yüz yüze gelen herkes
kokuşur. Biraz uygarlaşmış Müslüman dışında, Müslüman­
lar namus ve fazilet bakımından Doğulu Hıristiyanlardan çok
üstündür. Müslümanlar özel hayatlarında da daima şerefli ve
dürüsttür. Bu insanlar idareye gelince kokuşmaktadırlar. Bu
sistem değiştirilmedikçe, idareye gelen ister Müslüman, ister
Hıristiyan, isterse AvrupalI olsun aynı yolsuzluklar sürecek ve
reform atılımları boşuna olacaktır. Türkiye’de idarede bulu­
nan bir kimse, kendisini devletin hizmetinde değil, onu oraya

296
tayin edenin hizmetinde olduğunu kabul eder. O verdiği hiz­
metteki vicdan ve dürüstlüğünü, görevde kalışının güvenliği ola­
rak göremez, keyfi olarak yerinden olabilir. Yapılan yanlışların
cezalandırılacağı yerde, yapanların terfi ettirildikleri çok görülür.
Maaşı azdır ve onu da zamanında alamaz. Kendi çıkarlarına,
dolayısıyla patronuna yarar sağlamaya, bu suretle görevini koru­
maya bakar. Hizmette kaldığı zamanı düşünerek ve yeni bir gö­
rev alabilmek için küpünü doldurur. Buna rağmen çok az da
olsa, dürüst hizmet eden idare adamları da vardır. Bu kadar
kötü bir yönetimde, böyle dürüst birkaç kişinin görülmesi de
şaşılacak bir şeydir.
BabIâli’nin bütün memurları, görev yerlerini iltimasla, rüş­
vetle değil, yetenek ve dürüstlük testlerine tabi olarak edin­
melidir. Göreve gelen adam güven içinde olmalı, yanlış bir şey
yapmadıkça yerinden oynatılmayacağım ve belli bir hizmetten
sonra emekliye ayrılacağını bilmelidir. Böyle kimseler, Avru­
pa’da olduğu gibi Türkiye’de de vardır, idare önce bu gibi seç­
kin kimselerin eline verilmeli ve sonra bunların yardımıyla arka
arkaya reformlar yapılmalıdır. Sultan reformları yapmakta ne
kadar samimi olursa olsun, statükonun korunmasından çıkarı
olan işbaşındakiler başlıca problemdir. Mevcut sistemde, Ba­
bIâli ne kadar samimi olursa olsun, reformların başarısızlığı
kaçınılmaz bir olaydır. Sorunun çözümü çok güç, ama iddialı
olmamakla beraber şöyle bir yol izlenebilir. Yabancıların kont­
rolünde İstanbul’da tam bağımsız bir soruşturma mahkemesi ku­
rulur. Bu mahkeme, önce Anadolu’da Müslüman nüfusun ço­
ğunlukta olduğu yerlerde yetersiz ve yolsuz idarecileri temiz­
ler. Cezalandırır, ödüllendirir. Başarılı olursa, bu, bütün ülkeye
yaygınlaştırılabilir. Bu amaçla Ingiliz konsoloslukları mahkeme­
nin birer haberalma ve takip bürosu olarak iş görebilir. Eğer
Babıâli bu işe boyun eğmezse, ülkede başıbozukluk öylesine ar­
tar ki, Avrupa devletleri Osmanlı imparatorluğunun çökme­
mesi için zorunlu önlemler almak gereğini duyar.
F.O. 424/86, s. 225 -228, No. 304
Türkiye No. 4 (1880), s. 12 -14, No. 9

297
No. 253
B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e
No. 26, Siyasi
ERZURUM, 5 Ağustos 1879
(Alındı, 11 Eylül)
Diyarbakır’da İngiliz fahri konsolosluğu yapan Boyaji-
an’dan aldığım bir mektubu iliştiriyorum. Diyarbakır’da bir
ayaklanma olmuş vc 20 kişi yaralanmıştır. Bilinen 23 Kürt be­
yi sürgüne gönderilmiş, böylece sürgüne gönderilenlerin sayısı
46’yı bulmuştur. Kürdistan’daki Van ve Musul bölgesindeki ün­
lü beylerin, sıra kendilerine geliyor korkusuna kapılarak ayak­
lanmalarından endişeliyim. Bu temeli çatırdayan imparatorluğun
parçalanması olabilir. Bunların mallarının hazine gelirleri içine
alınması ve topluea, sürgüne gönderilmeleri tehlikesi üzerine
BabIâli’ye gerekli öğüt verilmeli.
Erzurum’daki Ermeni ayaklanmasına gelince, yoğun olduk­
ları yerde kendilerine olan güvenleri artarak bağımsızlık ru­
hunu sergilemekte olduklarından hiç kuşkum yok. Bu durum,
onları uzun zamandan beri tanıyanları büyük hayrete düşür­
müştür. Son savaştan bu yana, Ermenilerin davranışlarını ta­
mamıyla değiştirdikleri görülüyor. Bu hareketin güdümü, eğili­
mi ne yazık ki, hükümetin otoritesine karşı koyma şeklinde
görülüyor. Büyük ölçüde azınlıkta oldukları kırsal kesimde din­
daşlarının genel katliamına yol açabilir Devletteki yolsuzluk
ve yetersizliklerin genel anarşi ile düzelmesi olanaksız.
Boyajian’ın ima ettiğine göre, Diyarbakır ayaklanmasında
ön sırada yer alan, benim eski çevirmenim ve şimdi Rus Kon­
solosunun tercümanlığını yapan, Ermenidir. Kendisi ilerici, mo­
dem liberal partiye mensup olup, şiddetle özerklik savunucusu­
dur. Papaz Philippos ile de iyi dosttur. Sanıyorum ki bu işteki
hareket tarzı Rus Konsolosundan tamamen bağımsızdır. Di­
yarbakır Reform Komisyonu Başkanı Abidin Beyi bir telle kut­
ladım ve idaredeki yolsuzluklar üzerinde de durmasını temenni
ettim. Teşekkür cevabını aldım.
Ek : D iyarbakır İngiliz F ahri Konsolos M uavini Bo-
vaiian’ın M ektubu
Papaz Philippos’un görevden alınışı dolayısıyla şehirde olan
kımıldanmaları bu aym 25’inde postalamıştım. Şimdi ayrıntıla­
rını veriyorum.
298
Papaz Philippos’un hurdaki hareketleri ne hükümeti, ne de
bizzat kendi cemaatini memnun etmekte idi. Durumu soruş­
turmak için İstanbul patrikliğinden bir papaz ve iki yardımcısın­
dan oluşan bir heyet buraya geldi. Soruşturmasını yaptı, Philip­
pos’un buradan uzaklaştırılması kararını aldı ve kendisine bil­
dirdi. Bunun üzerine Philippos evine kapanmakla birlikte, şu
veya bu şekilde ayak takımını etkileyerek onları harekete getir­
di ve bunlar (500, 600 kişi kadar) patrik heyetine saldırılarda
bulundular. Zaptiye ve iki bölük üzerlerine sevk edilerek dele­
gelerin hayatları kurtarıldı. Bununla birlikte bunlar tutuklanan
arkadaşları çıkarılmadıkça ve Phillippos’un atanması durdurul­
madıkça, taşkınlıklarına devam edeceklerini söylediler Her iki
taraftan 20 yaralı var, kilise ve okul, 13 gün kapalı kaldıktan
sonra, nihayet topluluğun aklı selim sahibi kişileri tarafından
açıldı. Şimdi sükûnet var. Philippos zaptiye zoruyla önce Har-
put’a ve oradan da İstanbul’a gitmiş. Tekrar geri geleceği söy­
leniyor.
Diyarbakır Reform Komisyonu Başkanı Abidin Bey, çok
iyi çalışıyor. Âşâr toplamada yoksulları koruyacak yeni bir yol
kabul olundu. Kürt beylerini eline geçtikçe hapsediyor ya da
sürüyor. Mal varlıklarını da herhalde hâzineye alacaklar. Abi­
din Bey Hıristiyanlardan 3 tane mutasarrıf, 2, 3 kaymakam ve
bir savcı atayacak.
F.O . 424/87, s. 126-127, N o : 167, 167/1
Türkiye, No. 4, (1880), s. 42, No. 23

No. 254

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


ERZURUM, 16 Ağustos 1879
(Alındı, 11 Eylül)

21 Temmuzda Müslümanlar tarafından hazırlanarak re­


form komitesine sunulan reform taslağını ilişikte sunuyorum. Si­
ze 2 Ağustosta Fransızca kopyasını gönderdiğim Ermenilerin
projesiyle Müslümanlarınki, komisyon tarafından bazı tavsiye­
ler belirtilmek suretiyle BabIâli’ye sunulmuştur. Ben komisyo­
nun Geghi işlerini takip ediyorum. Âşâr toplamada, asker al-
mada, tekâlüfü harbiye makbuzlarında, halkı ve hükümeti so­
yan üyelerin sorunlarıyla uğraşmayı komisyon valiye bıraktı.
Köyün toprak sorununun, adli ya da şerri mahkemede ne yapı­
lacağını BabIâli’ye sordu, henüz cevap yok. Çiftçilere kötü
muamele eden ağa ve beylerin mahkemeleri de mahalli mah­
kemede yapılacak ve yargılanacaklar. Savcı komisyonca atana­
cak.
Sonuç olarak komisyon hemen hemen hiçbir şey yapmamış­
tır. Komisyon Babıâlice desteklenmedikçe bir şey de yapılaca­
ğı yoktur, Babıâli sorulanlara yanıt vermiyor. Jandarma işi de
yattı. Babıâli ek harcama yapılmadan bir jandarma olsun isti­
yor, bir komisyon da buna olanak olmadığını bildirdi. Asker
dört yıldır biriken maaşlarını alamıyor. Birkaç hafta önce ta­
sarruf sağlamak için zaptiyelerin miktarının azaltılması hakkın­
da valiye tel geldi. Zaten zaptiye azdı. Ayrıca hükümet memur­
larının 1/3’ünün eksiltilmesi emredildi. Yeni atanan mahkeme
başkanı ve genel savcı dışında mahalli mahkeme yargıçlarına
maaş yok. Durum böyle olunca, görüş bildirmeye gerek yok.

Ek : M üslüm anların, E rzurum ve Van’da Y apılacak


Reform lar Üzerinde Kom isyona V erdikleri P roje
Giriş: Tarihimiz istila dönemi ve istilaların bittiği dönem
diye ikiye bölünür. Değişmeye çalışıyoruz, ama Avrupa’daki
300 yıllık hızla ilerlemeyi akşamdan sabaha öğrenmemiz ola­
naksız. Soğanlı Dağlarının Ruslara gitmesi nedeniyle yurdumuz
tehlikede. Bundan başka bina yapmak için malzememiz olma­
dığı gibi, tarımla uğraşmamız için de elimizde olanak yok. Bu ih­
tiyacımız en kısa zamanda tamamlanmalıdır.
Kamu İşleri: Hükümet dağların orman haline getirilmesi­
ne yardım etmeli, AvrupalI öğretmenlerle tarım okulları açıl­
malı. Yetişen ormandan ağaç sağlanıncaya kadar Narman ve De­
veboynu kömür madenleri açılmalıdır. Bu yalnızca yakacak ge­
reksinimine cevap verecektir. Orman yetişmesi 40, 50 yıl ister.
Oysa Soğanlı’nın kerestesine ihtiyacımız olduğu açıktır. Avrupa
devletleri bunu ciddi bir şekilde düşünmelidirler. Ulaştırma şe­
bekemiz çok yetersiz, bu sorun çözümlenmeli ve ihracatımız da
bu suretle arttırılmalıdır.
Eğitim : Kamu hizmeti kadar önemli bu işi, birkaç kişinin
kullandığı ve vakıfların geliriyle yapmalı, vilayette bir eğitim

300
komisyonu kurulmalı ve bu, okulları, kolejleri açmalı, yönet­
melidir.
Vergiler : Vergilerden şikâyetlerimiz yok, ancak âşâr es­
kiden olduğu gibi mültezime verilmelidir. Zira hem devlet, hem
de halk toplayıcı tarafından, zarara uğratılmaktadır. Özellikle
gelir vc emlak vergileri zaptiyeler tarafından toplanılmamalı,
daha başka yollar bulunmalıdır.
Polis: Erzurum 55 milyon dönüm olup, adam başına 110
dönüm düşmektedir. Asayişi sağlamak için bu kadar geniş böl­
geye polis yeterli gelmez. Jandarma karakollarından başka as­
ker de vilayetin önemli yerlerinde karakol kurmalıdır.
O rdu: Islah edilmeli, Müslim ve gayri Müslimlerle, karma
olarak teşkil olunmalıdır.
A d d e t : Sivil idareyi reorganize etmekte büyük zorluk­
lar var. Bir kimsenin namuslu olduğu anlaşılınca o, görevden
alınmamalıdır Kötüler atılmalı, iyiler ödüllendirilmelidir. Sul­
tanın da emri böyledir. Bu emri yerine getirmek, en gerekli re­
formlardan birisidir. Vilayette sancak temsilcilerinden oluşan
bir vilayet konseyi kurulmalıdır.
Sonuç: Bu tekliflerimizin Sultanca da tasvip olunacağını
umut ediyoruz. Memlekete yararlı başka projeler de olursa,
onları da ileride komisyona sunacağız.
Erzurum, 9 Temmuz 129S (12 Temmuz 1879)
Türkiye No. 4 (1880), s. 45'-47, No. 24/1

No. 255

Binbaşı T ro tter’den M arki Salisbury’e


No. 27, Siyasi
ERZURUM, 16 Ağustos 1879
(Alındı, 1 Eylül)

Van Konsolos Muavini Yüzbaşı Clayton’un, biri Kars, Arda­


han ve Batum’dan 1200 Kafkas göçmen ailesinin Muş bölgesi­
ne iskânı, diğer de Muş’taki idari işlerle ilgili iki yazısını sunu­
yorum.
Muş’ta Yüzbaşı Clayton’a yapılan gösteri, Erzurum’un ile­
ri gelen Ermenilerinin gönderdikleri talimatın sonucu olarak
düzenlenmiştir.

301
Ek • 1 : Clayton’un B irinci Yazısı
Mutasarrıf vekili, «3000, 4000 göçmen ailesinin bu bölge­
ye yerleştirileceği emri üzerine, hemen İstanbul ve Erzurum’a
bunun olanaksız olduğunu, ancak 1250 aileyi yerleştirebilece­
ğimizi söyledik» dedi. Ermeniler bunların Muş kazasına yer­
leştirilmelerini kabul ediyorlar. Ama köylere dağıtılmalarına ta­
raftar değiller. Sebep olarak da Osmanlı memurları, herhangi
bir anlaşmamazlıkta Müslümanları tuttuğu için, bir köyde
bir Müslüman ailesi bile olsa Ermenilerin aleyhine olur di­
yorlar. Bunda abartma olsa da genel olarak adil bir yargıya
ve etkili bir jandarma teşkilatına ihtiyaç vardır.

Ek - 2 : Clayton’un İkinci Yazısı


Gelirken Hınıs’a uğradım. 300, 400 Ermeni var. Ermeni
delegesinin söylediğine göre bu civarda 25 Ermeni köyünde
20 bin Ermeni varmış. Bir şikâyetleri yok.
Ertesi gün (31 Temmuzda) Muş’a dört saat uzaklıkta bir
köyde Ermeni delegeleriyle karşılandım. Papazın evinde misa­
fir olmam için çağrıda bulundular. Bildiğiniz gibi Erzurum’da
bulunduğum zaman böyle bir daveti bizzat papaz kendisi yap­
mıştır. Muş’a bir saat kala, papazın vekili, hatırı sayılır Er­
meni ileri gelenleri, biraz ötede bir albay ve süvari muhafızlar­
la karşılandım. Şehre yaklaştıkça Ermeni toplumunun büyük
kısmı bana eşlik ettiler, çeşitli okullardan çocuklar dini giy­
sileriyle iki sıra dizilmişlerdi.
Ermeniler, Kürtlerden, Türklerden ve yönetimden çektik­
lerini anlattılar. Kürt Mirza Beyin, Ermeni köyü muhtarını
kendi onayı olmadan seçilmesi dolayısıyla öldürünceye kadar
dövdüğünü; Bulanık civarında geçen yıl Kürtlerin bir kervana
saldırarak 500 liralarını aldıklarını; bunlardan sadece birinin
tutuklandığını; Erzurum’a mektup götüren bir Em eninin ce­
sedinin bulunduğunu söylediler. Ermenilerin burada, başka
yerlerdekilerden daha çok ıstırap çektiklerine eminim. Şikâ­
yetleri ş u : hem hükümete, hem de Kürtlere vergi veriyorlar,
vergi toplamada yolsuzluklar, Kürtlerin, Türklerin, askerlerin,
zaptiyelerin kötü muameleleri ve Ermenilere kötülük eden
Müslümanların ceza görmeyişleri.
Bu bölgede hiç yabancı nüfuzu yok. Rusya’nın burada bir
konsolosluk kuracağını memnuniyetle öğrendim. Bir yabancı

302
parmağı yok. Fakat Ermeniler, Avrupa milletlerinin durumla­
rım öğrenince, özgürlük ve eşitlik fikirlerinin, artık dayanıl­
maz durumlarıyla bağdaşmadığını görmeye başlamışlardır.

E k - 3 : Clayton’un G elişinde K endisine Erm enilerce


O kunan M ektup
Bu millet, 6 yüzyıldan beri zalimin elinde inlemektedir.
Siz biçarelerin kurtarıcısısmız. Bizi hürriyete kavuşturacak sîz­
siniz. Size hayran olan bu ımlleti seviniz ve onu bu sefaletten
kurtarınız. Umudumuz sizde.
F.O. 424/87, s. 1, No. 1, 1/1, 1 / 2 , 1/3

No. 256
Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e
No. 736
TARABYA, 17 Ağustos 1879
(Alındı, 26 Ağustos)
Ermeni toplumunun, Erzurum reform komisyonuna ver­
dikleri reform projesi:
1. Genel vali süresiz olarak İstanbul’dan atanır. Mahalli
işleri, şartlan bilmesi, yetenekli olup olmadığı söz konusu de­
ğildir. Kürtlere, bu kadar kötü davranışlanna rağmen, bizden
daha fazla hükümet görevi verilir. Adaletde de İslamın ilkele­
rine öncelik verilir.
2. Yasalar, birçok eksikliklerine karşın, mevcut oldukları
halde, yapılan değişiklikler layıkıyla duyurulmaz ve keyfi bir
uygulama yürür gider. Görevlilerin serbestçe bir işi. yapabile­
ceklerine dair kesin bir yasa yoktur.
3. Adli sistem kötüdür. Şeriye yargıçları medeni kanun­
dan haberi olmaksızın, mecelleye alışmıştır. Bir karar verir,
bazen medeni kanuna ve çoğu kez de mecelleye uyar. Eğer bu
mahkemenin başkanı naip ise, mahkeme mecelleye göre cere­
yan eder. Mecelle, medeni kanun gibi uygulanır. Başkanı iyi
maaş aldığı halde, aşağı kademeler çok az almakta dolayısıyla
yetenekli ve namuslu bir kadro bulmak çok güçleşmektedir.
4. Bütün kanunlar ve resmi yayınlar sadece Türkçedir.
Ermeniler Türkçe bilmediklerinden mağdur olmaktadırlar.

303
5. Polis, sayı bakımından azlığı, teşkilatının bozuk ve di­
siplinsiz oluşu dolayısıyla kendisinden beklenen görevi yapa­
maz. Hele bu görev Hııistiyana karşı yapılacaksa hiç yapıl­
maz.
6. Vergilerin taksim ve toplanması bir rezalettir. Mü­
kellefin ödeme gücü düşünülmeden vergilendirilir ve biriken
vergi bakiyeleri, yoksulluğu getirir. Verginin ödenmesi için mü­
kellefe zor kullanılır, hatta dövülür, yaralanır, onuru kırılır.
Bunlar çoğunlukla Ermenilere uygulanır, Türklere ve Kürtle-
re uygulanmaz.
7. Salnamede Erzurum ve Van için, 169.396 kuruş Müs­
lüman okulları, 210.000 kuruş da kamu görevleri için konul­
muştur. Bu geniş vilayetin bu parayla yetinmesine maddeten
olanak yoktur. Oysa Erzurumun yıllık geliri 30, 35 milyon ku­
ruştur. Ancak 1/4’ü masraf olur. Bu parayla halkın güvenliği
sağlanamaz. 15, 20 ay geciken çok az maaşla namuslu adamın
güvenlik hizmetini kabul etmesi beklenemez. Polisin 70, 100,
adliye komisyonu üyesinin 200, 400, köylerde polis müfettişi
olanların 250 ve kaymakamın 200 kuruş aylık aldığı yerde bu
görevlerin yeteneksizlere gideceği açıktır.
8. Mülkiyet hakkı yasasının korunmasında olmasına rağ­
men, yıllarca toprağını süren bir köylünün elinden toprağı, bir
bey tarafından şu veya bu şekilde ele geçirilir.
9. Tutucu Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı bütün kö­
tülükleri reva görürler. Yakalandıkları zaman kolayca hapis­
ten çıkarlar ve kendilerini ele verenlerden öç alırlar. Bu bey
ve ağalar bölgelerindeki Ermenilerin hem mülklerini istediği
gibi kullanır, hem de onları kendi kölesi kabul ederler. Hükü­
metse, buna engel olmak istemez.
Kürt aşiretlerinin ağaları, aşiretleri üzerinde mutlak hâ­
kimdirler. Hiçbir ülkede görülmeyen bu durum, sistem ola­
rak kabul edilmiştir. Bunlar istedikleri yerde atlarını ve hay­
vanlarını otlatırlar, tereddüt etmeden hayvanlarımızı alırlar.
Evlerimizi yakarlar ve bunlar üstünde hükümet otoritesinin izi
bile görünmez. 1869’da 100 kadar bey, İsmail Paşa tarafından
sürüldü. Sultan bunların çoluk çocuk tüm ailelerinin de sü­
rülmesini emretti. Fakat Paşanın görevden alınmasından son­
ra padişahın fermanı uygulanmadığı gibi, sürülen ağalar da
eski yerlerine geldiler ve Ermenilere karşı bütün kızgınlık­
larını gösterdiler.

304
1875’ıe Ahmet Muhtar Paşa, Muş Kürt beylerini Erzu­
rum’da hapsetti, fakat onun ayrılışından hemen sonra serbest
bırakıldılar. 1854, 56’da olduğu gibi, son 1877, 78 savaşında da
Kürtler, Osmanlı ordusunu takviye ediyoruz dişe, geçtikleri
her yeri yakıp yıkıp, insanları öldürdüler. Şeyh Celalettin bu
sırada Ermeni evlerini yaktığı, kadın ve kızları dağa kaldırdığı
halde cezalandırılmadı.
Çıldır ve Kars’tan gelen göçmenler bizim vilayetimiz için
ayrı bir felakettir. Bunlar, halen Ermenilerin oturdukları Pa-
siıı, Kumiş, Eleşkirt ve Tercan’da yerleştirileceklerdir. Son sa­
vaşta askerler ve Çerkezler Ermeni köylerinden geçerken bü­
tün ihtiyaçlarını zorla temin etmişlerdir. Başkanlarının hoş­
görüsü altında her türlü mezalimi yapmışlardır. Tekâlüfü har­
biye senetleri, vergiden düşülmerniştir. Bu alacaklar ileri bir ta­
rihe bırakılmıştır. Bir borç ya da küçük bir suçtan dolayı hapis­
te bulunan Ermenilerden rüşvet alabilmek için her türlü işken­
ceyi yapmışlardır.
Berlin Antlaşmasının 61’inci maddesini yerine getirmek üze­
re vilayetimizde yapılmasını öngördüğümüz reformlar şunlardır:
Mülki Taksimatta Erzurum :
1. Merkez sancağı kazalar: Pasin, Hınıs, Kiğı, Tercan
2. Erzincan sancağı kazalar : Kemah, Kunıçay, Kuzucan,
Ovacık, Mazgirt
3. Beyazıt sancağı kazalar : Diyadin, Karakilise, Eleşkirt
4. Bayburt sancağı kazalar : ispir, Guisguim, Kelkit, Sey­
ran
J Genel Vali
3 Mutasarrıf
17 Kaymakam
Birçok köylere polis müfettişi
Hükümet : Genel vali, patriğin görüşü alınarak ve belli bir
süre görevde kalmak üzere, Sultan tarafından atanmalı, genel
vali, Erzincan, Beyazıt, Pasinler, Hınıs, Kiğı, Tercan, Guisguim,
Kemah, Mazgirt, Karakilise, Eleşkirt ve özellikle Ermenilerin
oturduğu iki vilayette hükümet başları Ermeni olmalı. Vilayet
sancaklarının mutasarrıflarının atanma ve görevden alınma­
ları valininki gibi, kaymakamların atanması da vilayet idare mec­
lisince ve valinin onayı ile olmalı. Eğer bir mutasarrıfın bir kay­
makamın atanması ve görevden alınmasında bir fikri varsa
mutasarrıflık, idare meclisiyle anlaşmaya vararak, yasal bir in-

305
edemeden sonra gereği yapılmak üzere vilayete bir rapor sun­
malı.
Babıâli tarafından atanan, vilayetin başlıca idarecilerinin
muavinleri mal müdürü, PTT, kadastro muavinleri ve bunun
gibi olanlar valinin görüşü alınarak atanırlar. Bunlara birer de
yardımcı verilir. Eğer muavin Hıristiyansa, yardımcısı Müslü­
man; aksi ise Hıristiyan olur.
Muhasebeci, sekreter gibi ikinci derecedeki görevlilerin
atanma ve görevden alınmaları valinin onayıyla, vilayet mecli­
since yapılır. Üçüncü derecedeki memurların atanması muta­
sarrıf ve idare meclisince yapılır ve bir liste halinde valinin ona­
yına sunulur.
Vilayetimizde tarımı, endüstriyi, eğitimi teşvik ve gözetmek
için bir teşkilat kurulmalı ve bunun başına aynen genel valinin
atandığı şekilde bir şef atanmalıdır. BuTada çalışanlar da eşit
sayılarda Türk - Müslüman ve Ermeni olmalıdırlar. Bunlar şe­
fin önerisiyle idare meclisi tarafından atanmalı ve genel valice
onaylanmalıdır.
îdare meclisi 3 Türk Müslüman, 3 Ermemden oluşmalıdır.
Bu heyetin uzmanlık alanına giren konularda ihtiyaç duyulduk­
ça, başka memurlar da katılabilir. Bunun dışmda kimse meclisin
doğal üyesi olamaz.
Her sancağın meclisi de aynı vilayetinki gibi olur.
Kazaların 2 Müslüman - Türk, 2 de Ermeni olmak üzere
4 üyesi olur.
Vilayet, sancak ve kazaların idare meclisi üyeleri her iki
yılda bir yarı yarıya yenilenir. Üyeler tekrar seçilebilirler.
Vilayet bütçesini inceleme ve soruşturma, gelir ve harca­
maların şeklini tespit etmekle görevli bir genel meclis olacak.
Bu meclis halk tarafından seçilecek ve yarısı Türk - Müslüman,
yarısı da Ermeni olacak.
Mahkemeler : Vali muavinine bağlı bir istinaf mahkemesi
olacak, bunun başkanı, naipten başkası olacak ve genel valinin
aday göstermesiyle doğruca Adalet Bakanlığına bağlanacak. 3’ü
Müslüman Türk, 3’ü de Ermeni olmak üzere 6 üyesi, bir de
Müslüman başkanı bulunacak. Vali muavininin ayrıca başkanı
Ermeni bir suçüstü mahkemesi olacak. Genel valice atanacak
3’ü Müslüman Türk, 3’Li de Ermeni olmak üzere 6 üyeyi kap­
sayacak.
Sancakların da birer suçüstü mahkemeleri olacak. Bu da
yukarıdaki gibi teşekkül edecek, başkanı genel valice atanacak
306
ve eğer mutasarrıf Ermeni ise bunun Başkanı Türk, değilse Er­
meni olacak. Gerek istinaf mahkemesinin, gerekse suçüstü
mahkemelerinin birer savcısı olacak, bunlar bizzat genel valinin
önermesiyle Babıâli tarafından atanacak.
Bütün kazalarda da birer suçüstü mahkemeleri bulunacak.
Bunlar, yarısı Türk, yarısı Ermeni olmak üzere 4 üyeli olacak.
Başkanları, naip olmamak üzere, istinaf mahkemesi tarafından
atanacak, eğer kaymakam Ermeni ise bunun başkanı Türk, de­
ğilse tersi olacak.
Vali muavinine bağlı bir ticaret mahkemesi olacak, baş­
kam valinin onayıyla, Babıâli tarafından atanacak; 4 üyeden
ikisi Müslüman Türk, kalan ikisi Ermeni olacak. Kentin ileri
gelenlerinden kurulacak 15, 20 kişilik bir heyet, her üyelik için
3’er aday göstermek suretiyle, gizli soruşturma sonu uygun olan­
lardan bir liste hazırlayarak, idare meclisi kanalıyla teklif olu­
nacak ve üyeler bu listedekilerden seçilecek. Bu mahkemenin
personel giderleri bugün olduğu gibi mahkeme gelirlerinden
olmamalı. Sancaklar da vilayette olduğu gibi birer ticaret mah­
kemesine sahip olmalı. Başkanı vilayet idare meclisi ve ticaret
mahkemesinin teklifi üzerine genel valice atanmalı.
Ticari işlerin yoğun olduğu kazalarda gerekirse birer tica­
ret mahkemesi kurulmalı, üyeleri vilayette olduğu gibi, başkan-
ları da sancaklardaki yönteme göre atanmalı.
Bütün bu adli mahkemelerin üyeleri iki yılda bir, tekrar
seçilme hakkı saklı kalmak koşuluyla, değiştirilmelidir.
Gerek istinaf, gerekse suçüstü mahkemelerinin istinaf baş-
yargıçlan (sancaklardakiler de dahil), genel valinin önerisiyle
adalet bakanlığınca atanmalıdır. Eğer başyargıç Hıristiyansa
ondan sonra gelen Türk, değilse tersi olmalı.
Genel valinin otoritesinin dışında, adalet bakanlığınca özel
müfettişler atanmalı ve bunlar bütün mahkemeleri denetleye­
rek valiye rapor vermelidirler.
Polis : Mümkün olan en kısa zamanda Avrupa’daki gibi,
vilayetimizde güvenliği sağlayacak ölçülerde güvenilir kişilerden
bir jandarma teşkilatı kurulmalıdır. Bu teşkilatın yarısı Müs­
lüman Türk, yarısı Ermeni olmalıdır. Kürt ve Çerkez gibi bar­
barlar bu teşkilata alınmamalıdırlar. Halen polis ve jandarma­
da hizmet edenler de bu yeni teşkilatta bulunmamalıdırlar. Ye­
tenekli jandarma subayları yetişinceye kadar bu teşkilatta çalı­
şacak albay ve binbaşıların AvrupalI olmaları yüzbaşı ve daha

307
aşağıdaki subayların eşit sayılarda, Müslüman - Türk ve Erme­
ni olmaları.
Vergiler ; Hangi çeşit vergi olursa olsun adalet ve eşitlik
esas almmak suretiyle verginin ölçüsü, kişinin mali olanakları
ve pozisyonuyla orantılı olmalı.
Hakem kararlarıyla herhangi bir vergi konulmamalı, kon­
muş olanlar da gerek sayı, gerekse miktar bakımından indi­
rilmelidir.
Şimdiki âşâr sistemi, vilayet çiftçilerine yapılan en büyük
haksızlıktır. Çünkü bu, mültezim ve vergi toplayıcılarının .çift­
çilere yükledikleri binlerce kötülüklerden biridir ve verginin
tekrar bölüşümü aşağıdaki şekilde kesinlikle yapılmalıdır. Geç­
miş 4, 5 yılın âşâr vergilerini toplayın, bunu 4, ya da 5’c bölün
ve senenin belli bir tarihinde emlak vergileri ile birlikte toplayın.
Zaptiye aracılığıyla vergi toplamayı kaldırın, çünkü bu hâ­
zineye de ülkeye de aynı derecede büyük bir zarardır. Bu amaç­
la güven altında, maaşları yeterli ölçüde, sadık kimselerle yeni
vergi toplama hizmeti gereklidir.
Diğer istekler : Bütün mahkemelerde, yasalarda, bürolar­
da Ermenden ilgilendiren özellikle bütün yazılı ve sözlü durum­
larda Ermenice ve Türkçenin vilayetimizde eşit şekilde resmen
kullanılması. Vilayetimizdeki hükümet dairelerinde kullanılan
memurlann yarısı Müslüman - Türk, yarısı Ermeni olmalı.
Vilayetimizdeki her millet genel meclis, idare meclisleri
ve mahkeme üyelerini, uygun göreceği bir tarzda faziletli kişi­
lerden bizzat kendileri seçmelidirler. Zira ancak bunları onlar
tanıyabilirler.
Yetkililer ve memurlar, hizmetleri ne olursa olsun yasadışı
işlemleri su götürmeyecek biçimde kanıtlanmadıkça yerlerinden
alınmamalıdırlar.
Kendi istekleriyle aynlanlar ırk ve din farkı gözetilmeksi­
zin ödüllendin İmeli, yüksek dereceli yetkililer arasında kanu­
na aykırı hareket edenler, özellikle yolsuzluk yapanlar üstlerin­
ce ceza kanununda öngörülen maddelere göre cezaya çarptı-
nlmalıdırlar.
Validen en küçük memura kadar görevleri tespit eden özel
bir tüzük yapılmalı ve bunda konseylerin çalışmaları, sorumlu­
lukları ve yetkileri belirtilmelidir.
Vilayetimizin mülki taksimatı hatalı ve düzensizdir. Bu hu­
sus kazaların miktanna uygun düşecek bir şekilde arttırılarak
düzeltilmeli ve ayrıntılı bir haritası yapılmalıdır. Bu mesele
üzerinde önemle durulmalıdır.
308
Yürürlükteki yasalar iyi olmadığı gibi, usuller de tam de­
ğildir. Mecelle, şeriatın Türkçeye çevirisidir ve mahkemede
medeni kanunun ihtiyaçlarına yeterli değildir. Kamu hukuku­
nun güvenliği için bütün uygar dünyamn kabul ettiğine benzer
liberal prensiplere dayanan esaslı bir medeni kanunun hazırlan­
masına kesin ihtiyaç vardır. Hukuki, cezai, ticari, veraset, taşı­
nır ve taşınmazlarla ilgili davalar, ister sadece Hıristiyanlar
arasında olsun, ister Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında
olsun, seriye mahkemelerine getirilmemeli, ilgili taraflar iste­
meseler de bu gibi davalar ilgili medeni mahkemelerde görül­
melidir. Ermeniler, Ermeni milli konseyinde, şeriatın yorumu­
nu göz önünde tutmaksızın verasetin bölüşümü üzerindeki hu­
susları düzenleyecektir.
Vilayetimiz idare meclisi dahil, en büyüğünden en küçüğü­
ne kadar bütün memurların maaşları kesinlikle ay sonunda
ödenmelidir ve eskisi gibi gelişigüzel ve manasız atamalar asla
yapılmamalıdır.
Vilayetin yıllık gelirlerinden vilayetin yıllık harcamaları
çıkarılarak geri kalanı devlet hâzinesine gönderilmelidir. Yok­
sa bugünkü sistemle herhangi bir geliştirme yapılamaz.
Bilinen bir gerçektir ki, güçlü kişiler, vilayetin birçok yer­
lerinde köylülerin yıllarca ekip biçtiği buğday tarlalarını yasa­
dışı yollardan kendilerine mal etmekte başarılıdırlar. Yapılan
bu adaletsizlikler derhal incelenmeli ve adaletin yerine getiril­
mesi için Ermeni ve Müslüman Türklerden oluşan bir karma
komisyon tahsisleri yeniden gözden geçirmelidir.
Ruhun yücelmesi, Hıristiyanlarla eşitlik ve kardeşliği aşı­
lamak için bir vasıta olan dinin, Ermenilere veya Hıristiyan-
laıa karşı Müslümanlarda düşmanlık hissi yaratan tutucu ve
bilgisiz hocaların eline bırakılması ciddi bir gözetimle önlen­
melidir.
Ailelerinden ve kocalarından zor kullanarak kaçırılan 21
yaşından küçüklerin herhangi bir mahkeme önünde dini ikrar­
larının resmi olarak asla kabul olunmaması.
Kürtler ve Çerkezlerin silahsızlandınlmaları ve herkesin
ruhsatsız olarak silah taşıması, şehir ve köylerde açıkça silah­
la dolaşmaları yasaklanmalı, eğer bu yol uygulanamıyorsa, Er-
menilerin de silah taşımalarına izin verilmeli.
Kürtlerin patronluğunun kırılması kaçınılmazdır. Devlet
otoritesinin ulaşması kolay ve uygun olan yörelerde Ermeniler-

309
de olduğu gibi Kürtler de ayrı ayrı hayatlarını ekip biçerek ka­
zanmak zorunda bırakılmalıdırlar.
Herhangi bir kötü muameleye uğrayan, ıstırap çeken Er­
meni, şikâyet ettiği zaman yetkililer gerekli ilgiyi göstermemek­
te, işi savsaklamakta, zulümde bulunanlar yakalansalar bile ida­
redeki kişiler ya da onlara yakın birinin yardımıyla serbest bıra­
kılmakta ve bu defa şikâyetçiden öç almaktadırlar. Bulunduk­
ları köylerde küçük birer zalim kral olan Kürtleri ve özellikle
aileleriyle ana babalarıyla Arabistan içersinde bulunan bey ve
ağa denilen bu kimseleri hükümet buralardan sökmelidir. Şe­
hirde kötülük yapanları koruyan resmi veya gayri resmi şahıs­
lar vilayetlerimiz dışına, uzak memleketlere sürülmeli ve bir da­
ha geri dönmelerine kesinlikle izin verilmemelidir.
Kars’tan ve Çıldır’dan göçmen olarak gelen Kürt, Çerkez
ve Terekemeler, Ermenilerin oturdukları kaza ve köylere değil,
uzak yerlere yerleştirilmelidir.
Sonuç olarak asker, zaptiye ve rediflerin gerek barınak,
gerekse ihtiyaçlarını sağlamak bakımından halkı bezdirmeleri
önlenmelidir. Şayet kışlaları yoksa, kışla yaptırılmalı ve bütün
ihtiyaçları mahalli hükümetçe sağlanmalıdır.
Sonuç : İnanıyoruz ki OsmanlI îmaparatorluğu yıllardan
beri ulusal hakları ayaklar altına alınan, zulme uğramış Erme­
ni halkının durumlarını düzeltmek için kararlıdır. Çünkü bu zu­
lüm devam ederse, fizik ve moral bakımından son kertesine
gelmiş olan bu halk tükenecektir. Oysa bu halk, barış ve hu­
zur içinde, uygarlık yolunda ilerleyerek mutlu yaşamayı yürek­
ten istemektedir.
imparatorluğun refahı ve felaketi, halkın durumuna bağ­
lıdır. Dahası, onun yeniden dirilmesi için şimdilerde kimi olanak­
lar var ve kolay, ancak bu umut kaybedilmemelidir, impara­
torluğun gücü ve haşmetinin vilayetimizin bugünkü kokuşmuş
rejimini reformlarla değiştirerek düzelteceğine kuvvetle inanıyo­
ruz.
Bunun içindir ki giriş kısmı ve 46 maddelik bu sıradan re­
form projemizi Padişaha sunulmak üzere komisyona arz etmiş
bulunuyoruz.
Erzurum 27 Haziran (19 Temmuz 1879)
F.O. 424/86, s. 316, No. 426
Türkiye No. 4 (1880), s. 17, No. 12
(Ek. F.O . 424/86, s. 3İ6<324, No. 426)
Türkiye, No. 4 (1880), s. 17 -26, No. 12/1

310
No. 257

M arki Salisbury'den, Sör A. H . Layard’a


No. 229, tel.
DIŞİŞLERİ, 22 Ağustos 1879
Rus ve İranlıların Kürdislan sınırındaki tutumlarını bildir­
diğiniz yazılara göre, bu bölgeye tam yetkiyle Baker Pa­
şanın komutan olarak hemen atanmasının Türkiye için çok
önemli olduğu düşünülmektedir. Sultanı bu konuda uyarın.
Her ne kadar bu devletlerin buraları işgali söz konusu
değilse de burada devamlı anarşi yaratacak bir durum doğabi­
lir ve böylece arkasından bir ayaklanmada buraların İmpara-
ıorluktaıı kopma tehlikesini doğurabilir.
F.O. 424/86, s. 303, No. 397

No. 258
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 628, tel.
TARABYA, 22 Ağustos 1879, 10.00
(Alındı, 23 Ağustos)
Baker Paşanın tayin işini, Sultanla memnuniyet verici bir
şekilde çözümlemişken, Time’in vakitsiz haberi, büyük bir ta­
lihsizliktir. Şimdi bütün düşmanlarımız, Sultana başvurarak
İngiltere’nin askeri konsoloslarla bölgeyi doldurduğunu ve Ba­
ker Paşayı da buraya tayin ettirmekle Ermenistan’ın Ingiltere’ye
kazandırılmasını istediğimizi söylemektedirler. Bu söylentinin
işimi bir hayli güçleştirmiş olmasına karşın, şimdi zorlukları
yenebileceğimi umuyorum
F. O- 424/86, s. 305, No. 401

No. 259
M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard'a
No. 1113, Gizli
DIŞİŞLERİ, 22 Ağustos 1879
Türk - İran sınırı civarında Kürt aşiretleri ve Ermenistan’da
Rusya’nın entrikalarına ilişkin yazılarınızı aldım. Rus ve iran-

311
lılarm bu bölgedeki tutumları dolayısıyla Baker Paşanın hemen
vc tam yetkiyle bu bölgeye askeri komutan olarak atanması Os­
manlI Hükümetince son derece önemlidir. Bu nedenle size tel­
le bu konuda talimat verdim. Bu devletlerin toprak işgallerin­
de bulunacakları beklenmemekle birlikte, öne sürecekleri ko­
şulların arkasından çıkabilecek bir ayaklanma, bu vilayetlerin
tamamen elden çıkmasına neden olabilir.
F.O . 424/86, s. 303, No. 396

No. 260

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


No. 31, Siyasi
ERZURUM, 26 Ağustos 1879
(Alındı, 16 Eylül)

Kodoortchoor'daki saldırı dolayısıyla ölüm cezasına çarp­


tırılan 7 kişi şimdi hapiste olup, henüz hüküm yerine getirilme­
miştir. Hepsi merkez cezaevinde bulunmaktadırlar. Komisyon
Erzurum’a varır varmaz hükmün yerine getirilmesini istemişse
de bunun, bilebildiğim kadar, yerine getirileceği hakkında en
ufak bir belirti yok.
F. O. 424/87, s. 174, No. 220

No. 261

B inbaşı T rotter'den, M arki Salisbury'e


No. 32, Siyasi
ERZURUM, 26 Ağustos 1879
(Alındı, 16 Eylül)

Yüzbaşı Clayton’un Van’a gelişine ilişkin validen bir tel al­


dım. Rus Konsolosuyla birlikte gideceklerdi. Rus Konsolosu,
Kars’tan giysilerinin geleceğini beklediğini söyleyerek birkaç
gün gecikti ve fakat Clayton, Muş’a ve Bitlis’e uğradığı için,
Rus Konsolosu Binbaşı Gamsaragan, ondan birkaç gün önce
Van’a ulaşmış oldu.
F. O. 424/87, s. 175, No. 221

312
No. 262

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


No. 33, Siyasi
ERZURUM, 30 Ağustos 1879
(Alındı, 16 Eylül)

Yüzbaşı Clayton’dan 16 Ağustosta aldığım bir haberde, Bit­


lis ve civarında Kürtlerin hükümet otoritesini hiçe sayarak ke­
yiflerince soygun ve yağmalarda bulundukları, hatta yaktıkları
değirmenin sahibine, «Yakında buraya AvrupalIlar gelecek on­
lara şikâyete gitmeyesin» diye gözdağı verdikleri bildirilmekte.
Yüzbaşı iki hafta kadar Van’da kaldıktan sonra, Nasturilerin
yaşadığı yere gideceğini bildirmektedir.
F .O . 424/87, s. 175, No. 222

No. 263

S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 783
TARABYA, 1 Eylül 1879
(Alındı, 11 Eylül)

Diyarbakır Reform Komisyonu Başkanı Abidin Bey tara­


fından İçişleri Bakanlığına gönderilen yazının özetini, Babıâli de
bana gönderdi. İlişikte sunuyorum.

Abidin Beyden, İçişleri B akanlığına


6 Temmuz 1879

Kürtlerin kötü muameleleriyle karşı karşıya kalan, yalnız


Ermeniler değildir. Türkler de aynı acıları çekmektedir. İngi­
liz Konsoloslarının şikâyetçi oldukları beyler hemen tutuklana­
rak, gereği büyük bir ihtimamla yapılmaktadır. Suçları sabit
olanlar sürülmektedir. Yalnızca Silvanlı Mehmet Raşit Ağa
gözetim altında olarak salıverilmiştir. Kendisinden bir şikâyet
olacak olursa, derhal yargılanacak ve cezalandırılacaktır. Bu
uygulama biçimi, henüz yakalanmayan 10 ağayı sakinleştirmek
ve onların kendiliğinden teslim olması halinde hükümetin iyi
niyetini göstermek içindir. Abidin Bey vilayette yolsuzluğu ön-

313
lemede, asayiş ve güveni sağlamada bütün gayretini göstermek­
tedir. Buradan derhal Mamuretülâziz’e giderek oradaki kötü
kişilere de aynı şekilde layık oldukları cezayı vereceği beklen­
mektedir.
F. O. 424/87, s. 104, No. 144, 144/1

No. 264

M arki Salisbury’den, B inbaşı T ro tter’e


No. 22
DIŞİŞLERİ, 3 Eylül 1879

Geçen ayın 8’inde Erzurum’daki reform komisyonuyla ilgili


raporunuzda, Ermeni delegelerine komisyonun toplantısına
katılma konusunda verdiğiniz olumlu öğütü onaylıyorum.
F. O. 424/87, s. 65, No. 72

No. 265

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 9 Eylül 1879
(Alındı, 16 Eylül)

Erzurum reform komisyonunca, Geghi kazasına, Ermeni-


lerin dertlerini dinlemek ve ıstıraplarını gidermek için gönde­
rilen komisyonun çalışmalarıyla ilgili olarak BabIâli’ye sundu­
ğum notayı ilişikte sunuyorum. Bunu, olduğu gibi bilgi edinmesi
için Binbaşı Trotter’e de gönderdim.

N o ta : 9 Eylül 1879
Geghi’ye 4’ü Müslüman, ikisi Hıristiyan olan ve bir bin­
başının başkanlığında gönderilen heyet, bölgede zarara uğrayan
Ermenilerin acılarını dindireceği yerde, tam tersine onları, eski­
sinden de daha beter bir duruma sokmuştur. Binbaşı, köylüleri
toplayarak aşağılayıcı bir dille konuşmuş, hep şikâyetçi olmaları­
nı yermiştir. Köylüler, Hacı Beyin kendilerini zorla hizmete koş­
tuğunu, hayvanlarını zorla alıp kendi işi için kullandığını ve bü­

314
tün pazar günü köylülerin kendisine hizmet etmelerini istediğini
söylemişlerdir. Binbaşı, pazar günü köylülerin toplanmasını em­
retmişse de köylüler, pazar olduğu için bu emre uymamışlar, bu­
nun üzerine binbaşı tarafından hapsedilmişler, ancak kayma­
kamın duruma el koymasıyla serbest bırakılmışlardır. Aynı za­
manda valilikçe verilen bir emirle soruşturma durdurulmuş­
tur. Bu durdurma, Erzurum reform komisyonu ve konsolosu­
muzun isteği dışında yapılmıştır. Heyetin Müslüman üyeleri,
binbaşı başta olmak üzere, yaptıklarını soracakları beylerin
konuğu olmuşlardır. Sefarete gelen bir habere göre Hacı Bey,
silahlı adamlarıyla bir köyü basarak köylülerin birçoğunu döv­
müş, 8 kişiyi ciddi şekilde yaralamıştır. Beylerden birinin oğlu
tutuklanmış, Müslümanlarca yapılan yargılamada aklanmıştır.
Müslüman iki tanığın ikisi de, bizzat bu kötülüğe katılan kişi­
lerdir. Temran’dan İsmail Bey köylüleri çayır ve ormanların­
dan çıkarmış, suyu ellerinden almış, kendi hayvanlarını başı
boş bırakarak köylülerin mısır tarlalarına girmelerine neden
olmuş, köylünün hayvan yemlerine el koyarak, onları kendi­
sine hizmete zorlayarak cezalandırmıştır.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 50, No. 29, 29/1

No. 266

E rzurum A raştırm a Kom isyonuna V erilen Dilekçe


BEYAZIT, 10 Eylül 1879

Doğu Beyazıt’ta yaşayan Ermeniler, 1877’ye kadar böyle


büyük bir felaketle karşı karşıya kalmamışlardı. Savaştan önce
Beyazıt’ta 200 Hıristiyan, 400 ya da 500 hane Müslüman vardı.
Ermenilcrin durumu iyi idi. Ama son savaş bunları Müslüman­
larca acınacak duruma sürükledi. Savaş ilan edilince Hıristiyan-
lar ve Müslümanlar birbirlerini koruyacaklardı. Bu anlaşmadan
birkaç gün sonra Ruslar geldi ve biz anlaşmamıza bağlı kala­
rak Müslümanları evlerimizde konuk ettik. Birkaç gün sonra
düşmanın barışçı davranışları belli olunca, işlerinin başına dön­
düler. Fakat bazı ağalar Hıristiyanlara diş bilediler. Rus or­
dusu Erzurum’a yönelince bu adamlar, Jilo adındaki askerle­
rin başı Şeyh Celaleddin’e haber salarak Ermenilerin kötülük­
lerinin hıncını almasını istediler. Rus ordusu Eleşkirt’i geçip

315
Zeydikan köyüne varınca, hınç alma zamanının geldiğini bil­
dirdiler. 5 Haziran 1877’de Jilonun askerlerinin bir kısmı şeh­
re girdi ve dağa yerleşti. Şehirde kalan birkaç Rus askeri öğ­
leden sonra kaleye çekildi. Biz anlaşmaya sadık kalarak evle­
rimizden çıkmadık, ama Müslümanların beklediği oldu. Ço­
cuklarını ve hizmetçilerini göndererek eşyalarımızı evlerine ta­
şıdılar. Dahası 3 - 4 gün sonra bizleri kapı dışarı ettiler. Erme-
nilerin eşyalarını ele geçirdiler. Jilonun askerleri ve Kürtler
880’e yakın Ermeniyi feci şekilde öldürdü ya da yaraladılar.
Türkler de Ermenilerin eşyalarına, mücevherlerine, paraları­
na kondular. Geri kalan Ermeniler de İran’daki Megi’ye göç
ettiler. İsmail Paşa, Ermenilerin geri gelip evlerine yerleşecek­
lerine söz verdi, ancak Rusların ikinci saldırısı oldu. Aşağı
yukarı 9 ay sonra Ruslar geri döndüler, bizlere de içtenlikle
yabancı bir ülkeye göç etmemizi öğütledilerse de biz, Beyazıt’ta
kalmayı yeğledik. Rusların çekilmesinden iki ay sonra, bize
karşı saldırılar yeniden başladı. O tarihten bugüne dek Kürtle-
rin sarkıntılıklarından kurtulamadık. Her ne kadar yağmalanan
eşyanın geri verilmesi için bir komisyon kurulduysa da henüz
bir sonuç yok. Bizi öldüren, eziyet edenlerse, çaldıklarıyla bir­
likte Van, Muş, Erciş’e göç ettiler. Üstelik yönetimce aranı­
lır kişiler oldular. Kışkırtıcılar, yalnızca Beyazıt’a geri dönmek­
le kalmadılar, aynı zamanda iyi yerlere de yerleştirildiler, hat­
ta şimdi bir de komisyon oluşturuyorlar. Eğer böyle giderse
kökümüz kuruyacak. Sultanın bu acıklı durumumuza el ata­
cağına ve komisyon aracılığıyla bize yardım edeceğine ina­
nıyoruz.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 109, No. 74/2

No. 267

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 822
TARABYA, 11 Eylül 1879
(Alındı, 23 Eylül)

Türk Protestanları tüzüğünün çıkarılmasıyla ilgili olarak


Babıâli’ye vereceğim nota ile, Alman sefirinin aynı konuda gön­
derdiği notu da sunuyorum.

316
Layard'dan, B abıâli’ye Nota
30 Ağustos 1879
Nihayet Sultanın Protestan uyrukları hakkındaki tüzüğün
çıkarılmakta üzere olduğu haberi, Osmanlı Devletinin bütün din­
lerde eşitlik gözetmesini kanıtlaması bakımından İngiliz Hükü­
metini sevindirmiştir. Fakat üzülerek söylüyorum ki, saçma
sapan şeylerle, bu tüzüğün yayını savsaklanmış, Protestanlar
bu doğal haklarından alıkonulmuşlardır. Bütün Hıristiyanlara
şimdiye kadar verilmiş hak ve ayrıcalıklardan Protestanların
yoksun bırakılmasının Avrupa Protestan devletleri üzerinde çok
kötü etkileri olacaktır. Bu itibarla en kısa zamanda tüzüğün
yayımlanması.
Alman Sefaretinden, Babıâli'ye N ota
8 Eylül 1879
Almanya İmparatorluğu Sultan nezdinde Osmanlı Protes-
tanlarının durumu üzerinde birçok girişimlerde bulunmuştur. Bü­
tün gayri Müslimler kendi işlerini yürütmekte, tam bir özerkli­
ğe sahiptirler ve vilayet idare meclislerinde de temsil edildikleri
halde, Protestanlar bu haktan henüz faydalandırılmamışlardır.
Protestanlara, aynı hak ve ayrıcalıkları veren bir tüzüğün hâ­
lâ yayımlanamamış olması üzüntü vericidir. Babıâli bu konuda
verdiği sözü yerine getirmeli, tüzüğü bir an önce yayımlamalıdır
F.O . 424/87, s. 274, N o. 322, 322/1, 322/2

No. 268

Binbaşı Trotter'den, Marki Salisbury’e


ERZURUM, 17 Eylül 1879
(Alındı, 6 Ekim)

14 Eylülde Erzurum’dan bir saat uzaklıktaki Kian kö­


yünde bir olay oldu. Bu köyde 300 hane Hıristiyan ile yaklaşık
50 hane Müslüman var. Bir vakitler bir Hıristiyan ailesine bazı
Müslümanlarca yapılan şiddet hareketleri dolayısıyla, iki top­
lum arasında çok kan dökülmüş.
Bu kez olay, bir kumar borcu yüzünden olmuş. Hıristi­
yan, Müslümana borcunu ödememiş, çıkan kavgada 2 Ermeni,
4’ü kadın olmak üzere 8 Müslüman yaralanmış. Nihayet kavga

317
edenlerden birinin havaya ateş etmesiyle kavga sona ermiş. Du­
ruma yetkili makamlarca el konulmuş, her iki taraftan da tu­
tuklamalar yapılmıştır. Olay küçük ve önemsizdir ama, Erme-
niler arasında kendini gösteren oldukça gergin bu durum,
bizzat kendileri için çok büyük bir tehlikeye yol açabilir.
Türkiye, No. 4 (1880), S. 66-67, No. 40

No. 269
M arki Salisbııry’den, Konsolos Vekili Lyall’e
No. 3, Gizli
DIŞİŞLERİ, 29 Eylül 1879

Anadolu’daki İngiltere temsilcilerinden alınan raporlara


göre şu ya da bu şekilde özerklik kurmak amacıyla Ermeniler
arasında bazı gizli hareketlerin belirtileri olduğu kanısı uyan­
maktadır.
Bunun doğru olup olmadığını, Ermenilerin Rusya’ya karşı
tutum ve eğilimlerini bildiriniz.
F. O. 424/87, s. 337, No. 393

No. 270
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 700, tel.
İSTANBUL, 18 Ekim 1879, 11.20
(Alındı, 19 Ekim 09.40)

Bakanlıklardaki yeni atamalar üzücü ve buradaki etkisi


çok kötü olmuştur. Atak davranmanın zamanı gelmiştir. Saf­
fet Paşanın 24 Ekimdeki notunda söz verdiği reformları hemen
uygulaması için, ısrar etmemizin gerekli olduğunu düşünüyo­
rum. Berlin’de teklif olunan uluslararası mali komisyon incele­
mesini yapıncaya kadar, İngiliz ve yabancı alacaklılara halen
rehin edilmiş olan yükselmekteki yeni gümrük borcuna karşı
da bir protestoda bulunmalıyız. Bu davranış, adı geçen komis­
yondan çekinen, gümrük yükselmesindeki bir borç ile mali sı­
kıntısını karşılayacağını ve Avrupa’dan bağımsızlığını sağlaya­
cağını düşünen Sultanı korkutacaktır.
F.O. 424/88, s. 166, No. 232

318
No. 271

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 702, tel.
İSTANBUL, 19 Ekim 1S79, 10.00
(Atandı, 20 Ekim, 11.00)

Henderson’dan bugünkü tarihi taşıyan aşağıdaki yazıyı al­


dım.
«Erzurum reform komisyonu, son 15 gündür yerel sorunla­
rın çözümüyle uğraşıyor.
Sait’in fikri uzlaştırıcı. O, bütün hapisler ve kanun kaçağı
olarak belirlenenlerin ilerisi için verilecek garantiyle aflarını is­
tiyor. Sait, bu önerisinin geri çevrilmesi olasılığına karşı, sizin,
onun isteğini destekleyeceğinizi ve fikirlerinin doğru olduğu­
nun tarafınızdan kabul olunacağına güveniyor. Tanınmış 10 ka­
nun kaçağından, 8’i geldi. Müslümanlar bundan rahatsız, Hı-
ristiyanlar çok sevinçli, herhangi bir dernek yardım edebilir mi?»
F.O. 424/88, s. 171, N o. 246

No. 272

Sör A .H . L ayard'dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 21 Ekim 1879
(Alındı, 28 Ekim)

Sör Richard Wood, Mahmut Nedim Paşamn eski dostudur.


Kendisi Paşa ile görüşmüş, Paşa bana anlattıklarını ona da yi­
nelemiş. Wood’la görüşmelerimizde Paşanın görüşlerini bana
özel ve gizli kaydıyla aktardı. Paşanın İngiltere ile dost olmak
istediğini söyledi. Sizce Paşanın bu bildirim ve açıklamalarına
ne derece değer verileceğini takdirinize bırakıyorum.
Sör R. Wood ile eski Başbakan Mahmut Nedim Paşa ara­
sında yapılan özel ve gizli konuşmada özetle Paşa, görüşmele­
rine katıldığı birçok sorun üzerindeki görüşlerini özel ve çok
gizli olarak şöyle açıkladı:
Mali sorun; Türkiye’nin geliri, harcamalarının ve kamu borç­
larının büyük ölçüdeki yıllık kesimini ödemeye yetmemektedir.
Paşa çalışma arkadaşlarıyla anlaşmaya vardıktan sonra, Sör El-

319
liot ile Fransız büyükelçisine Türk mâliyesinin çöktüğünü, so­
nuçta kamu borcu faizinin yüzde 5’ten, yüzde 2,5’a indirilmesi
gereğini bildirmiştir. Bu nedenle ne Babıâli ile anlaşabilmiş, ne
de sefirlere bilgi vermiştir. Son bakanlar kurulunda Paşa, Ba-
bıâli önceleri verdiği sözü tutamayınca bana alacak sahiplerine
asgari bir faiz teklif etmemin yararsız olacağını belirtmiştir. Borç
verecekleri yeni bir anlaşmaya götürebilmek için maddi bir ga­
ranti göstermekten başka ödemede de bulunarak güvenilirliği
sağlaması gerekir.
Reformlara gelince; Paşa, bunların mevcut kötü durumun
hemen düzeltilmesi ve Türkiye’nin daha büyük bir felaketle
karşılaşmaması bakımından mutlak gerekli olduğunu vurgula­
mıştır, Bunların İslam yasalarına aykırı olmadığını; aksine, ida­
recilerin İslam ilkelerinden uzun zamandan beri uzaklaştıkla­
rını, reformların yapılamayışının parasızlıktan kaynaklandığını,
ancak adaletin tarafsızlığıyla, Osmanlı devletinin temelini çü­
rüten rüşvet, baskı ve zulümle paranın bir ilgisi olmadığını söy­
lemiştir.
Kâğıt üzerinde kaldıkça yasa ya da tüzük yapmak tam an­
lamıyla yararsızdır. Tam bir anlaşmayla çıkarılsalar bile, kişisel
yararlar ve yöneticilerin karışmaları nedeniyle yürürlükte ka­
lamazlar, Yüksek yöneticiler arasındaki çekişme ve düşmanlık,
ne yazık ki gelecekte bunların birlikte hareket edebileceği kuş­
kusunu vermektedir. Bir parti bir şeyi reddetse, öteki inanma­
sa da onun yapılmasını derhal istemektedir. Bakanların durma­
dan değişmesi, hükümetteki istikrarsızlık ve önlemsizlik ve sa­
dık herhangi bir hükümet sisteminin kabulündeki büyük müş­
külat sürüp gitmektedir. Bu yöndeki çabalar hiçbir sonuç ver­
memiştir.
Başbakan Hayrettin Paşanın zekâsmdan kimse kuşku du­
yamaz. O reformları yapmak üzere, Sultan tarafından İstanbul’a
getirilmişti. Onun herhangi bir partiyle ilişkisi yoktu. Osmanlı
İmparatorluğunu yıkmakta olan yiyicilerle savaşa girer girmez
bütün partiler ona karşı birleşti. Entrikalar birbirini izledi. Et­
kin muarızlarım ikna edemeyeceğini anlayınca, köklü reform
planını Sultana sundu ve iktidardan düştü. Hayrettin Paşa kısa
zamanda çok şey yapmaya koyuldu. Avrupa’yı iyi incelemişti
ve onun hakkında mükemmel bilgisi vardı. Fakat rakiplerinin
ruh ve gayeleriyle, otoritesi yönünden doğal olarak kıskanç olan
Sultanımızın duygusallığı ve ülkenin kuramlarına ilişkin de doğ­

320
ru bilgilere sahip değildi. Eğer burada olsaydım, ona yardım
ederdim. Kimi ilkelerini bir yana bırakarak, rakiplerinin eline
koz vermeden, onları harekete geçirmeden, reformların yavaş
yavaş yürütülerek tamamlanması için onu ikna edebilirdim. Re­
formlar kaçınılmazdır. Fakat aramızda tam bir birlik, yakınlık
ve güven olmayışı reformların yapılmasını sorun haline getir­
mektedir. Mahmut Paşa konuşmasını sürdürerek beni, bağnaz
ve Rusya politikası yanlısı olmakla suçladı. Bu iki şey birbiriy-
le çelişmektedir. Rusya’nın politikası öteden beri Türkiye’yi, do­
layısıyla İslamlığı yıkmaktır. Rus Çarı bunun kutsal bir görev
olduğunu ilan etti. Benim dinimi yıkmayı hedef alan bir politi­
kadan yana, nasıl fanatik bir insan olabilirim. Ben Rusya’nın
politikasını beğenmiyorum, ama iki devletin kuvvet ve kaynak­
larını tartınca, bu kuvvetli düşmanımızla savaşı başarılı bir su­
rette devam ettirme olanağı olmadığından sonunda büyük top­
rak ve prestij kaybına uğrayacağımızı düşünerek ve Bulgaris­
tan’la ilgili olarak Rusların istedikleri tavizlerden bazılarını da
vererek, savaştan kaçınmayı daha akılcı bir davranış olarak gör­
düm. Sürgünle cezalandırıldım. Ama savaşla gelen felaket hak­
lılığımı fazlasıyla kanıtladı. Ancak ülkemi son bir yenilgi ve ya­
kılıp yıkılma tehlikesinden kurtarma teşebbüsüm Rusya taraf­
lısı damgasını yememe yetti.
Türkiye’nin gerçek ve samimi tek dostu İngiltere’ye gözle­
rimi çevirdim. İngiliz dostluğuna böylesine büyük değer ver­
mem, bugüne kadar Oşmanlı İmparatorluğunun korunması yo­
lunda bizimkiyle onun yararının aym oluşundan kaynaklanmak­
tadır. Bu noktadan hareketle biz, onun desteğini her zaman he­
saba katıyoruz. Bu destek, şimdiye kadar inkâr edilemeyecek bir
şekilde kanıtlandığından, bu kanı hepimizce paylaşılmaktadır
İngiltere bizim hatırımız için dost olmasa bile, İmparatorluğun
yaşamasıyla doğrudan ilgili olan Doğudaki önemli çıkarları do­
layısıyla bizi destekleme ve savunmadan geri duramaz.
Hiç kimse İngiltere’nin deniz gücünü münakaşa edemez,
fakat büyük bir askeri kuvvetin moral desteğine olan ihtiyaç
dolayısıyla, zaman zaman yararımıza dönen Fransa dostluğunu
da gözetmeliyiz.
Avrupa devletleri bizi vesayet altına almaya çabalıyorlar.
Bu politikanın gerçekleştirilmesi, sadece İmparatorluğun yıkıl­
masını hızlandırır. Onlarınsa her birinin ayrı ve gizli emelleri
olması birlikte hareket etmelerini önlemektedir. Aralarında

321
tam bir yakınlık ve çıkarlarından arındırılmış bir anlayış bek­
lenemez. Vesayetin oluşturulmasında başarılı olmaları için ara­
larındaki kendi ulusal çıkarlarına yarayacak hususlan elde et­
medeki çatışma ve rekabet, hükümetimizi şaşırtmaktadır. Bu,
bizi her zamankinden daha fazla bölmekte, aramızda ciddi ça­
tışmalar çıkarmakta ve ülke yönetimini sükûnetle yürütmemi­
zi engellemektedir. Bu durum, sonuç olarak yabancı devletle­
rin her birinin kendi görüş ve yararlarını en iyi şekilde sağla­
maları için, baskılarını kaçınılmaz bir şekilde arttırmakta ve bu
bizi bir hükümet olarak yıkmaktadır. Paşa bu konuşmayı, iç­
tenlikle ve özel bir mahiyette yaptığı için hiçbir şeyi saklamadı.
Söylemeyi amaçladığı şeyleri, geçmişteki ve bugünkü olaylara
getirerek uzun uzun açıkladı (İstanbul, 18 Ekim 1879, R. WO-
OD).
F.O. 424/88, s. 261 -262, No. 354

No. 273
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
Tel.
İSTANBUL, 22 Ekim 1879, 07.45
(Alındı 23 Ekim, 10.00)
Başbakanla bugün görüştüm ve Ingiliz Hükümetine karşı
söz vermiş olduğunuz reformlar derhal uygulamaya konulmaz­
sa, Küçük Asya’daki Hıristiyanlar hakkettikleri medeni hakla­
rına uygun bir himayeye kavuşturulacaktır. Ingiltere Hüküme­
tinin Türkiye’ye karşı destek ve dostluğunu daha fazla sürdür­
mesine olanak yoktur. Sultanın devleti ve tacı kaçınılmaz ola­
rak tehlikededir, dedim. Öğütlerimi tutmak arzusunda olduğu­
nu belirtti.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 89, No. 61

No. 274
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 705, tel.
İSTANBUL, 22 Ekim 1879, 07.45
(Alındı, 23 Ekim 10.00)
Bugün Başbakanı ziyaret ederek, gerekli reformların hemen
yapılmasını, Küçük Asya’daki Hıristiyanların güvenliklerinin

322
sağlanması ve haklarının gecikmeksizin verilmesi yolunda çök
sert bir çıkış yaptım. Aksi halde imparatorluğun da tahtın da
ivedi ve büyük tehlikede olduğunu ve artık İngiltere’nin, Os­
manlI Hükümetini desteklemeye, dostluk göstermeye muk­
tedir olamayacağım söyledim. Öğüdümü tutacağını söyledi.
Mahmut Nedim Paşa, benimle görüşmek istediğini bildirdi.
Kabul edeceğim.
Mithat Paşa istifasını göndermiş, Sultan kendisinden mem­
nun, istifasını kabul etmeyecek. Paşaya Beyrut konsolosluğu­
muz üzerinden bir mesaj göndererek Suriye’de kalmasını söyle­
dim. Sait Paşa, Mithat Paşanın bu anda ayrılmasının vilayette
ve İngiliz kamuoyunda çok kötü etki yaratacağı yolunda beni
uyardı.
F.O. 424/88, s. 232 - 233, No. 289

No. 275

M arki Salisbury’den, Sör A. H . Layard’a


No. 263, tel.
DIŞİŞLERİ, 25 Ekim 1879, 16.00

Reform hakkındaki demarsınız onaylanmıştır.


F.O. 424/88, s. 249, No. 327

No. 276

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 25 Ekim 1879
(Alındı, 4 Kasım)
Yarbay Wilson’dan, Sivas Valisi Abidin Bey hakkında al­
dığım mektubu ilişikte sunuyorum. Abidin Beyi, Hıristiyanlar
için iyi ve adil bir idare, enerjik, tarafsız, görevini yapmak is­
teyen bir vali olarak gücüm yettiği kadar destekliyorum. Fakat
ne yazık ki, Mithat Paşa, Sait Paşa ve Abidin Beyler gibi ta­
rafsız yöneticiler ne vakit işbaşına gelseler, İstanbul’daki nüfuz­
lu kimseler hemen harekete geçip onları tuttukları yoldan sap­
tırmaya, yaptıklarını silmeye çalışırlar. İşler böyle devam etti­

323
ğine ve buna son vermek de kolay bir iş olmadığına göre, Tür­
kiye’de gerçek ve etkili reformların yapılabileceği çok küçük
bir umuttur.
E k : Y arbay W ilson’dan, Büyükelçi Layard’a
SİVAS, 14 Ekim 1879
Abidin Bey, çok zeki, atak, hayât dolu, insanları dirayet­
le yürüten, üstün bir idarecidir. Eğer kısa sürede görevden alın­
mazsa daha büyük mevkilere çıkabilir. Türklerin idam cezasma
karşı olan antipatileri çok iyi bilindiğinden, idam edilmeleri
gerekenlerden bu ülkeyi temizlemenin tek yolu sürgündür. Vi­
layetin sükûna kavuşturulması için, bu yöntemin uygulamasına
bir engel çıkarılmayacağım umarım. Abidin Paşa reformları
gerçekten uygulamak istemekte ve vilayeti iyi idare etmektedir.
İstanbul’daki gericilerin bir entrikasına karşı, kendisini destek­
leyeceğinizi umarım. Şimdi zaptiye kumandam, belediye baş­
kanı, Azıcık kazasının kaymakamı gibi işe yaramaz kişileri gö­
revden aldı. Meşhur hırsızları yakalama çabalarına girişti. Ben
böylesine geri kalmış bölgede, böylesine kültürlü bir kimseyle
olmaktan mutluyum.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 119, No. 79, s. 120, No. 79/1

No. 277

S ör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 711, tel.
TARABYA, 26 Eklin 1879
(Alındı, 27 Ekim)
Dün Sultan, Nedim Paşa ile buluşmam için akşam yeme­
ğine davet etti. Mahmut Nedim Paşa bu sabah bana geldi. 4
saaat konuştuk. Kendisine eğer reformlar yapılmaz ve Hıristi-
yanlar güven altına alınmazsa, Osmanlı mülkü ve tahtının ciddi
bir tehlike içinde olduğunu, bakanlıkta bulunmasının durumu
daha da vahim hale soktuğunu, reformların mutlaka derhal
yapılmasını ve Baker Paşanın Ermenistan’daki komutanlığa
getirileceğini Sultanın vaat ettiğini söyledim. Ingiliz donanma­
sı bu vaatlerin yerine getirileceğini bekleyerek Beşika Körfezi­
ne gitmedi, ancak kısa zamanda orada olacak dedim. Babıâli
üzerinde nasıl bir etki yapacağı bilinmediğinden, beni bu hare-

324
ketten alıkoymaya çalıştı ve gerek Sultan, gerekse bakanlar ku­
rulu üzerindeki bütün nüfuzunu kullanarak istediğim konuları
yerine getireceğine söz verdi. Çok ivedi işlerin bir listesiyle, çar­
şamba günü beni tekrar görmek istediğini söyledi. O gün bu
listeyi inceleyerek kendi fikrine göre hangilerinin pratik oldu­
ğunu, hangilerinin olmadığını söyleyecek. Paşanın samimi ol­
duğunu, dahası imparatorluğun zor duruma girdiğini anladığı ka­
nısını edindim. Belki hükümetimizi sevindiren bazı şeyler elde
ederim.
Amiral Homby, Beşika’nın Vurla’sma gitmek emrini al­
dığım ve 5 Kasımda Malta’dan ayrılacağım bildirdi. Onun ön­
ce Vurla’ya gitmesini ve Beşika’ya gelmeden önce benimle ya­
zışmasını öneririm.
F. O. 424/88, s. 253, N o. 340

N o. 278

Saffet Paşadan, M usurus Paşaya


(M usurus Paşadan, 4 K asım da M arki Salisbury’e ulaş­
tırıldı)
İSTANBUL, 27 Ekim 1879
Salisbury’nin Manchester’de şerefine verilen yemekte yap­
tığı konuşmada, adaleti ortaya koyması dolayısıyla, bize karşı
gösterdiği iyi niyetten kendisine minnet borçluyuz.
Sayın Bakanın da işaret ettiği gibi, büyük kayıplara ne­
den olan savaştan sonra Osmanlı devletinden reformları hemen
yapması beklenemezdi; bu, onun hemen kaldırabileceği bir yük
değildi.
Osmanlı İmparatorluğu bu mali sıkıntılarına karşın, yö­
netimin çeşitli kollarında reformlarla ilgili büyük adımlar atmış­
tır.
Bunların başında adalet mekanizması vardır. Bakanlıkta
yeni bölümler yapıldı ve bunların başına kişiliğini kanıtlamış
kişiler getirildi. Mahkemeler medeni hukukla ilgili işleri doğ­
rudan doğruya yüklendiler. Livaların, başkan vekillerinin emrin­
de olan ilk istinaf mahkemeleriyle, vilayetlerdeki istinaf mah­
kemeleri, biri sulh hukuk diğeri sulh ceza olarak ikiye ayrıldı.
Mahkemeleri düzenleyen bir yasa çıkarıldı ve böylece adli

325
memurların kolayca görevden alınamayacağı prensibi getirildi.
Yargıçlıklarda Hıristiyanlara da büyük ölçüde yer verilmesi
sağlandı. Sulh ve ceza işlerinde yeni yasa ve yöntemler getirildi.
Hapishane ve tutuklulara ait diğer mahallerin idaresi adalet
bakanlığına verildi. Naiplerin atanması Adalet bakanlığının
gözetim ve kontrolü altında olacak. İstanbul’da bir hukuk mek­
tebi açıldı. Bu okulu bitirenler adliyede görevlendirilecekler; bir
halk bakanlığı ve vilayetlerde mahkemelerin çalışmalarım de­
netlemek üzere bir de adli denetleyiciler oluşturulmuştur. No­
terlikler de aynı şekilde kurulmuştur.
Hükümlerin yerine getirilmesi işi, mahkemelere verilmiş
ve bu mahkemelerin ayrı binalar halinde büroları oluşturula­
rak kendilerine bağlanmıştır. Sonuç olarak, öteden beri söyle­
nen adalet ve yönetimin ayrılığı bu kez gerçekleştirilmiştir.
Bütün bu önemli reformlar, yorulmak bilmez Adalet Ba­
kanı Sait Paşa tarafından birkaç ayda yapılmıştır.
Yeni jandarma teşkilatı Sultanca onaylanmıştır. Asayiş ve
güvenliğin gerektirdiği bütün şartları yerine getirecek bir şekil­
de bu teşkilatın İstanbul ve vilayetlerde kurulmaları karar altı­
na alınmıştır.
İmparatorluk hâzinesinin gelirini arttırmak ve mâliyeyi ye­
niden düzenlemek için büyük gayretler sarf edilmiştir. Bu mak­
satla vilayetlerin gelir ve giderlerini ciddi suretle kontrol etmek,
birer rapor düzenleyerek merkeze verebilmek için sivil
müfettişler gönderilmiştir. Bu yeni kuruluşlarda çok sayıda ya­
bancı görevliler de kullanılmıştır. Bu önlemlerin ıslaha muhtaç
olmadığını iddia etmiyoruz, ama zamanla güzel sonuçlar ve­
receklerine inanıyoruz. Her şeyden önce ülkenin gereksinimi
olan reformları yapmak da hükümetin iyi niyetini göstermekte­
dir. Adalet ve eşitlik konularında çok duyarlı olduğunu bildiği­
miz Salisbury’nin hükümetimizin bu gayretlerini takdir edece­
ği inancıyla, kendisine bunları duyurmanızı rica ederim. Gele­
cek defa çalışmalarımızı daha ayrıntılı olarak bildireceğiz. Siz
de Salisbury’i yapılan işlerden ve alman sonuçlardan adım adım
haberdar edersiniz.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 120-121, N o. 81

326
No. 279

Saffet Paşadan, M usurus Paşaya


(M usurus Paşadan, M arki Salisbury'e 4 K asım da ulaş*
tırıldı.)
Tel.
İSTANBUL, 27 Eklin 1879

316 no’lu özel teliniz alınmıştır.


Bakanlıklarda yapılan son değişiklikler dolayısıyla, Salis-
bury nezdindeki demarşmızı onaylıyoruz. Sultanın kesin niyeti
ve büyük arzusu, en iyi, en eski dost İngiltere ile ülkemizi bir­
birine bağlayan sıkı ilişkilerin pekiştirilmesidir. Bu anlayışla ve
bu arzuyla Sultan ve hükümeti, bu amaca ulaşmak için hiçbir
gayreti esirgemeyecektir. Babıâli şimdiye kadar İngiltere’nin
dostluğuna ne denli değer verdiğini kanıtlamıştır. Salisbury,
aynı politikayı takip edeceğimizden emin olmalıdır. Bizim yarar­
larımızın da çok önemli olduğunu biliyoruz. Sizden Salisbury’nin
yanında bu duygularımızı açıklamanızı rica ederim. Sayın Lord’
un büyük âlicenaplığına İmparatorluk Hükümetince üstün bir
değer verildiğini tekrar ederim.
F. O. 424/89, s. 54, N o. 54

No. 280

S ör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 712, tel.
İSTANBUL, 27 Ekim 1879, 12.30
(Alındı, 27 E kim , 17.00)

Dünkü tarihle Henderson’dan aşağıdaki mesajı aldım.


Beshk ve öteki elebaşılar Sait Paşaya itaat ettiler. Sait Pa­
şanın af önerisi kabul edildiği takdirde Zeytun ayaklanmasının
sona erdiği söylenebilir. Sait Paşa ve Teğmen Chermside size
telgraf çekerek Babıâli nezdinde öneriyi desteklemenizi rica et­
tiler. Ben de öneriyi bütün gücümle destekliyorum.
F. O. 424/88, s. 253, N o. 341

327
No. 281

S ör A .H . Layard'dan, M arld Salisbury’e


No. 717, tel.
(TARABYA, 29 F.klm 1879
(A lındı, 30 Ekim 0930)

Gazeteler, İngiliz filosuna Türk sularına doğru hareket


emrinin verildiğini yazıyorlar, Sultan, Münir Beyi göndererek
bu davranışın izahını, İngiliz Hükümetinden bunun durdurul­
masını, bu hareketin ülkeyi istilaya yönelik olup olmadığını so­
ruyor. Ayrıca bunun hiçbir haklı nedeni olmadığım bildirdi.
Sultan, cuma sabahına kadar olumlu yanıt alamazsa, karşı ön­
lemler almak zorunda kalacağını söyledi. Bununla, Ruslara
başvuracağını dokundurmaktadır. Şöyle karşılık verdim; birkaç
ay önce Sultanı ziyaretimde Sultan, reformları yapacağını ve
Baker Paşayı Ermenistan’a komutan olarak atayacağını söyle­
mişti. Bunun üzerine de donanmanın Beşika Körfezine gönderil­
memesi yolunda emir verilmişti. Bu sözler yerine getirilmedi­
ğinden dolayı tekrar müdahale etmem ve Mahmut Nedim Paşa­
nın iktidara tekrar dönmesinin akıbetleri üzerinde, sizin aracılı­
ğınızla kendisinin dikkati çekilmişti. Bu durum karşısında, In­
giltere Hükümetinin kararını değiştireceği hakkında herhangi
bir umudum olmamakla birlikte, söylediklerini İngiltere Dışişle­
ri Bakanına telgrafla bildireceğimi söyledim. Eğer Sultan her­
hangi bir iletişimde bulunmak istiyorsa, bunu, Londra Büyük­
elçisi Musurus Paşa ile yapmasını öğütledim.
Sultanın çok kızdığını ve korktuğunu anladım. Sandison’u
açıklama yapması için Saraya gönderdim, Sultan ona cevap ola­
rak, Kıbrıs Antlaşmasını kendisinin hükümranlık haklarına hür­
met edileceği inancıyla yaptığını, ancak şimdi İngiltere’nin re­
formların yapılmasını ve Baker Paşanın tayinini kuvvet yoluyla
istemesi karşısında, imparatorluğun savunma önlemlerini alma­
ya mecbur olacağını söylemiş.
F.O. 424/88, s. 310, No. 416

328
No. 282

Konsolos H enderson’dan, M arki Salisbury’e


Tel.
HALEP, 29 Ekim 1879
(Alındı, 30 Ekim)

Sait Paşa Zcytun işlerini dirayetli ve uzlaştırıcı bir tarzda


yürütmüştür, önerisi, Sultan tarafından kabul edilebilirse, Zey-
tun kargaşası bitmiş olarak kabul olunabilir.
F. O. 424/88, s. 331, N o. 419

No. 283

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 718, tel.
TARABYA, 30 E kim 1879
(Alındı, 31 E kim 10.00)

Filonun Beşika’ya hemen gönderilmemesi son derece arzu


edilecek bir durumdur. Nedenlerini kurye ile arz edeceğim. Sul­
tan, benden donanmanın gelişini durdurmanızı rica ederek do­
nanmanın Türk sularında gözükmemesini istedi. Eğer ricası ye­
rine getirilirse İngiltere Hükümetini memnun edecek şekilde re­
form yapılacak konular üzerinde anlaşacağımızı söyledi. Münir
Beyi de bu sorunlardan hangileri üzerinde ısrarla durduğumu­
zu anlamak üzere göndermişti. Ben, Saffet Paşanın söz verdiği
reformların vakit geçirmeksizin sadıkane yürürlüğe konmasını
beklediğimizi söyledim. Sultan çok korktu. Danışma meclisi ve
kabineyi daha fazla sıkıştırmayalım. Eğer resmen donanma hak­
kında ne diyeceğimi hemen bildirirseniz, çok memnun olaca­
ğım, zira olay burada büyük heyecan uyandırdı ve ben bu ko­
nuda talimatsız bulunuyorum.
F. O. 424/88, s. 314, N o. 427

329
No. 284
M usurus Paşadan, M arki Salisbury'e
Özel ve G izlidir
Bohun-Lodge, South B am et, 1 Kasım 1879
(Alındı, 1 Kasım )
İngiliz donanmasına Malta’dan Türk sularına Vurla veya
Beşika’ya gitmesi yolunda emir verildiği haberi, İstanbul’da ba­
zı tereddütlere neden oldu. Büyük ve dost bir devletin filosu­
nun gelmesi, hükümetimizce sevinçle karşılanır. Ancak şimdiki
durumda filonun Türk sularında görülmesi, bir gösteri niteliği
taşıyacaktır. Ayrıca bu hareket, Türkle Yunan arasındaki gibi
henüz çözümlenememiş sorunlar açısından ya da Osmanlı Hü­
kümetine düşman olanlarla, İngiltere’ye karşı kötü niyet bes-
leyenlerce, Osmanlı Hükümetine karşı baskı gibi çeşitli biçim­
lerde yorumlanacaktır. Bu düşünceler, donanmaya verilen em­
rin geri alınması yolunda benim, size başvurumu zorunlu kıldı.
Bu önemli konuyla ilgili düşüncelerinizi hemen bildirmenizi ri­
ca ederim. Zatıâlinizin durumu takdir edeceğinizi biliyorum,
fki İmparatorluk arasında mevcut iyi dostluğun devam ettiril­
mesinin daimi arzum olduğunu bilirsiniz. Size ve İngiltere’ye
bağlılığımı iletirken demarşıma olumlu cevap alacağımı sanı­
rım.
F .O . 424/89, s. 11, N o. 12

No. 285
Saffet Paşadan, M usurus Paşaya
(M usurus Paşadan, 4 K asım da M arki Salisbury'e ulaş­
tırıldı)
Özel ve Cok Gizli, tel.
İSTANBUL, 1 Kasım 1879
İngiltere sefirinden rapor alıncaya kadar, bakanlık deği­
şimleri hakkında Salisbury’nin fikirini değiştirmeyeceğini bana
yazmıştınız.
Onu tatmin etmek üzere size cevap veriyorum ki, yeni ka­
bine tngiltere ile olan ilişkilerinde aynı dostane politikayı uy­
gulayacak ve bunun iki ülke arasında daha da gelişmesine ça­
ba harcayacaktır. Şimdi nedenini açıklamak olanaksız bir ön­
lemle karşılaştık. Bu İngiliz filosunun Türkiye sularına gönde-

330
rilmcsidir. Bu, Sultam korkutmaya yönelik bir davranıştır. Si­
zin kanalınızla Salisbury’e ve buradaki İngiliz sefirine reformla­
rın uygulanması ve devletin politikasını, resmi surette bütün
kuşkulan giderecek ölçüde yeterli bir açıklıkla izah etmiştik.
Bugün İngiliz Sefiri Layard, Sultanı ziyaret ederek özeti aşa­
ğıdaki demarşını yaptı. İngiliz filosu şimdilik Vurla’da kalacak,
Bsşika’ya gitmeyecektir. İngiltere Hükümetinin bu önlemi al­
masından maksat, son bakanlık değişimleriyle, İngiltere’den
yana politikada bir değişikliğe gidilmesi çekintisi vermekti.
Oysa yeni bakanlardan yalnızca biri üzerinde özel bir mü­
talaada bulunmuştur. Bu, Salisbury’nin ileri sürdüğü endişeyle
bağdaşmamaktadır. Büyükelçinin çabalarını takdir ediyoruz ve
o bizim iyi niyetlerimizi biliyor. Sultanı kızdıran, donanmanın
bu hareketinin reformlara bağlanmasıdır. Reformlar hakkında
samimiyetle çalıştığımızı biliyorlar. Reformların gecikmesi bu
hareket tarzını gerektirmemektedir.
En yakın dostumuz İngiltere ile Türkiye arasında bir poli­
tika değişikliğini düşünmüyoruz. Donanmanın hareketi, iyi ni­
yetimizle bağdaşmıyor. Salisbury’nin durumu yeniden düşün­
mesini ve bize reformlar hakkında biraz zaman bırakmak için
emri geri almasını rica ediyoruz.
F .O . 424/89, s. 54 -55, N o. 55

N o . 286

S ö r A . H . L a y a rd ’d a n , M a rk i S a lis b u r y ’e
N o . 7 2 2 , te l.
İSTANBUL, 1 K asım 1879, 11.00
(A lındı, 2 K asım , 09.00)
<
Donanmanın hareketinin 15, 20 gün geciktirilmesini özellik­
le rica ederim. Sultan istediğiniz tavizi verecek derecede korktu.
Eğer daha fazla üzerine gidersek, onun bazı adımlar atması
beklenebilir ve bu da ciddi rahatsızlıklara neden olabilir.
Ancak bu süre içinde İngiltere Hükümetini memnun ede­
cek bir şey yapılmazsa, filo Vurla ya da Beşika Körfezine gele­
bilir. Telgrafınızın son paragrafının özetini Sultana ulaştırdım.
F. O. 424/89, s. 13, N o. 17
No. 287

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 724, tel.
İSTANBUL, 3 Kasım 1879, 07.30
(Alındı, 4 Kasım )

Henderson’a dün aşağıdaki teli gönderdim. Bakanlar ku­


rulu Sait Paşanın önerisini kabul etti, karar Sultanın onayına
sunuldu.
F .O . 424/89, s. 55, N o. 56

No. 288

M arki Salisbury’den, Sör A. H . Layard'a


No. 274, tel.
D IŞİŞLERİ, 4 Kasım 1879, 02.45
Donanmanın gidişini bir süre geciktirmesi için Bahriye
Nezaretinden ricada bulundum. Bu anda emir verdiğimden söz
etmeyin.
F .O . 424/89, s. 56, N o. 59

No. 289

M arki Salisbury’den, Sör A .H . L ayard'a


No. 275, tel.
D IŞİŞLE Rİ, 4 Kasım 1879, 07.15
Londra Büyükelçisi Musurus Paşa, Türkiye’nin dış politi­
kasında bir değişiklik söz konusu olmadığını belirtti. Reformlar
gecikmeksizin yapılacak, Baker Paşa Kürdistan’daki bağımsız
jandarma komutanlığına atanacak dedi. Ayrıca Mahmut Nedim
Paşanın Rusya yanlısı olmadığını ve sadece Sultana hizmet is­
teğinde olduğunu belirtti.
Bu konuları doğrulamakla, donanmanın şu sırada Türk su­
larına gelmemesi üzerinde ısrarla durdu.
Ben bu teminatları kabul ederek donanmanın hareketini
durdurduğunu söyledim. Laf değil, iş istediğimizi, Mahmut Ne-

332
dim Paşa ya da herhangi bir kimseye karşı önyargımız olmadı­
ğım, ancak durumun çok âcil olduğunu, İmparatorluğun param
parça olma tehlikesiyle karşılaştığını, eğer Sultan İngiltere’ye
verdiği sözü tutmazsa, İngiltere’nin onun elinden tutmasınm
olanaksızlığını belirttim.
F. O. 424/89, s. 56, N o. 60

No. 290

Sik: A .H . Layard’dan, M arki Salisbury'e


No. 725, tel.
İSTANBUL, 4 K asım 11.00
(Alındı, 5 Kasım 09.00)

Oldukça yetkili bir kaynaktan öğrendiğime ve fakat kuş­


kuyla karşıladığım bir habere göre, Fransız sefiriyle, şimdiki
Rus maslahatgüzarı bulunan Prens Labanoff, Livadia’ya gide­
rek, Türk Dışişleri Bakanına İngiltere’nin gösterisine önem ve­
rilmemesini, çünkü geçmişte de Avrupa devletlerinin Türki­
ye’den bir şey istedikleri zaman gemilerini gönderdiklerini söy­
lemişlerdir. Haberi getiren, BabIâli’nin Rusların bu sözlerine
şaşmadığını, ancak Fransız sefirinin bu davranışını hayretle kar­
şıladığını söyledi. Fransız sefirini donanma lafı çıktığından beri
görmedim. Korkarım yanlış yoldadır.
F. O. 424/89, s. 62, N o. 71

No. 291

M arki Salisbury’den, S ör A. H. Layard’a


No. 1318
D IŞİŞLERİ, 4 Kasım 1879

Bu akşam Bahriye Nazırından, Akdeniz Filo Komutanı­


na buyruk vererek, Malta’dan bir süre ayrılmamasını rica ettim.
Fakat şimdilik Amiral Homby’e emir verildiğinin yayılmasını
istemiyorum.
F .O . 424/89, s. 56, N o. 61

333
No. 292

M arki Salisbury’den, S ör A. H. Layard’a


No. 1320
D IŞİŞLERİ, 4 Kasım 1879

Bugün Türk sefiri beni ziyaret ederek, Malta’da bulunan


İngiliz donanmasının Türk sularına hareket etmek üzere emir
aldığı haberinden hükümetinin çok üzüldüğünü söyledi ve bu
davranışın kamuoyunda çok kötü etki yapacağı düşüncesiyle, bu
emrin geri alınmasını hükümetinin özellikle rica ettiğini belirt­
ti.
Bu isteğin dost İngiltere Hükümetince olumlu karşılanaca­
ğını söyledikten sonra, bakanlıklardaki değişmenin BabIâli’nin
dış siyasetinde herhangi bir değişiklik meydana getirmeyeceğin­
den emin olmamızı vurguladı.
Ayrıca, reformlarla ilgili olarak İngiltere’ye verilen sözle­
rin bakanlar kurulu tarafından görüşülmekte olduğunu, kısa za­
manda Sultanın onayına sunulacağını, Küçük Asya’daki bağım­
sız komutanlıklara AvrupalI subayların getirileceğinden emin
olduğunu açıkladı. Reformların derhal yürürlüğe konulacağını
özellikle vurguladı.
Cevap olarak, kendisine şunları söyledim: istediğiniz şey­
ler yeni bir görünüm kazanmış bulunuyor. Adalar denizinin
herhangi bir kısmına filonun girmesine engel teşkil edecek her­
hangi bir anlaşma veya yükümlülük yoktur. Şimdilerde öteki
devletlere ait gemiler de Türk limanlarındadırlar. Eğer gemilerin
Marmara’ya gönderilmesi gibi bir amacımız olsaydı, o zaman
bakanlarınızın, hakkınıza tecavüz teşkil eden bu harekete kar­
şı rahatsızlıklarını anlardım.
Bununla beraber, Sultanın daima iyiliğini isteriz, bu bakım­
dan onun istek ve duyguları doğrultusunda, filonun durdurul­
ma isteğini olumlu karşılıyoruz. Ancak bu ilgimiz çok azalmış­
tır. İngiliz halkı ve hükümeti de bu konuda bir hayli değişmeye
başladı; bu, Osmanlı Hükümetince yükümlülüklerin yerine ge­
tirilmemesinde inatla ısrar edilmesindendir. Osmanlı İmpara­
torluğunun geleceği için kesinlikle yapılması gereken ve söz
verilmiş olan reformlar geciktirilmiştir.
Anadolu’dan aldığım haberlere göre vilayetlerde karmaşa­
nın sürdürülmesi yalnızca yaşayanların hayat düzeylerinin kö­

334
tüleşmesine değil, İmparatorluğun dağılmasına da neden ola­
caktır.
Etkin bir jandarma gücünün sağlanması ihtiyacı üze­
rinde özellikle dikkatini çektim. Bu örgütün kurulmasıyla, bir
miktar Avrupalı subayın bunları yetiştirmesinden şevkine kadar,
Küçük Asya’da can ve mal güvenliği bakımından çok az bir
umut vardır.
Söylenebilecek en ağır şekliyle, şu andaki sıkıntıların çok
üzücü olduğunu ve gerekli önlemler almmazsa, halkın mevcut
kötü idareye daha fazla dayanamaması olasılığının artacağını
söyledim.
Sonuç olarak, filonun Türk sularına hemen girmeyeceğini,
fakat gelecek için söz veremeyeceğimi; Osmanlı Hükümeti, İn­
giltere devletini memnun edecek aktif önlemlerin alınmasından
çekindiği sürece bunun sorumluluğunu alamayacağımı belirttim.
Birkaç gün önce filonun Malta’yı terk etmesi için emir
verildiği zaman, Osmanlı kabinesinin ileri sürdüğü mana kaste-
dilmemişti. Bununla birlikte ricanız üzerine bu hareket şimdilik
askıya alınmıştır.
F.O. 424/89, s. 57, N o. 62

No. 293
M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard'a
No. 278, tel.
DIŞİŞLERİ, 6 Kasım 1879, 06.45
Bugünün tarihini taşıyan 727 sayılı telinize yanıt:
Memnuniyet verici; fakat Avrupalı subayın bağımsız olarak
jandarma komutanlığına komuta etmesi yönünde hiçbir şey
yok.
Bu esaslı bir noktadır onsuz her sev yıkılır.
F. O. 424/89, s. 62, No. 75

No. 294
M arki Salisbury'den, S ör A. H. Layard’a
No. 1343
DIŞİŞLERİ, 6 Kasım 1879
Bugünün tarihini taşıyan 727 sayılı mesajınızda belirttiği­
niz gibi, BabIâli’nin reformları mümkün olduğu kadar hızla ye-

33S
rine getireceğini öğrenmekten memnun olduk. Bununla bera­
ber Küçük Asya’daki bağımsız jandarma komutanı olarak bir
Avrupalı subay atanmasına ilişkin Sultanın niyetinden hiç söz
yok. Sultan nezdinde ısrarla durarak bunun son derece esaslı
bir nokta olduğunu, bunsuz gerekli reformların başarılı olama­
yacağını ve bunun da İngiliz Hükümetinin görüşü olduğunu
belirtiniz.
F .O . 424/89, s. 62, N o. 77

No. 295

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 731, tel.
TARABYA, 8 Kasım 1879
(A lındı, 9 Kasım )

Ben Baker Paşanın atanmasında ısrar etmekteyim ve ka­


rar verildiğini işittim. Fakat Kürdistan ya da Ermenistan’da
olmayan bir komutanlığı kabul edebilir. İngiltere Hükümeti­
nin isteğinin, onun bu vilayetlere atanması olduğunu Baker
Paşaya anlattım.
F.O. 424/89, s. 69, N o. 99

No. 296

M arki Salisbury’den, Sör A. H . Layard’a


No- 280, Gizli, tel.
D IŞİŞLE Rİ, 9 Kasım 1879, 11.10

Baker Paşa en çok karışıklık olan yerde kullanılmalı, aksi


halde büyük faydası olmaz. Eğer öteki devletler bir kıskançlık
gösteriyorlarsa, buna bir itirazımız yok. Baker’le birlikte, Avus­
turyalI ve Alman jandarma subayları, ya da Katolik olmayan
yerde Fransız da olabilir.
F .O . 424/89, s. 69, N o. 100

336
No. 297

Sör A .H . Layard’dan, M arki SaUsbuıy’e


No. 732, tel.
TARABYA, 10 Kasım 1879
(Alm dı, 11 Kasım )

Bugün öğleden sonra Sultanla uzun bir görüşme yaptım.


İngiltere’yi hâlâ en iyi dost ve müttefik gördüğünü, İngilte­
re’ye karşı politikasında bir değişiklik olmadığını bütün samimi­
yetiyle dile getirdi. Filonun Türk sularına hareket etmesi yo­
lundaki haberin onu endişelendirdiğini, ancak korktu demesin­
ler diye bakanlar kurulunca sevk edilen reform projesini onay­
lamadığını söyledi.
İngiliz filosunun, kendi isteği olmaksızın Türk sularına
gelmeyeceğini yazılı olarak kendisine bildirmemi istedi, doğal
olarak ben de bunu yapmadım.
Kendisine, Dışişleri Bakanımdan izin aldıktan sonra, filo­
ya verilen emrin tehdit niteliğinde olmadığını resmen ilan ede­
bileceğimi söyledim.
Bunun kendisi için kabul edilip edilemeyeceğini yarın ba­
na bildirecek; eğer isterse böyle bir açıklama yapabilir miyim?
Baker Paşayla ilgili İngiltere Hükümetini memnun edecek
bir atama yapacağını, fakat bunun ne tayini olacağını söyleme­
di.
Baker Paşanın, Ermenistan’da bağımsız bir komutanlığa
ya da karışıklık bulunan bir vilayete gerçekten faydalı olabile­
ceği bir yere tayini olmadıkça İngiltere Hükümetinin memnun
olmayacağı yolunda kendisini uyardım.
Rus sefiri Livadia’dan döndü, Sultanı yarın görecek. Ay­
rılmadan önce Sultanı görmüş olması nedeniyle aralarında özel
bazı konuşmalar olabilir. Münir Bey, bu konuda politik nitelik­
le hiçbir şey geçmediğini söyledi.
F.O. 424/89, s. 80, N o. 117

337
No. 298

M arki Salisbury’den, Sör A. H. Layard’a


No. 282, tel.
DIŞİŞLERİ, 12 Kasım 1879, 06.15

Filonun Türk sularına hareket emrinin, karşılığında bir


şey alınmaksızın, Sultanı korkutma amacıyla olmadığını söyle­
menin bir yararı yoktur. Sultan, 5000 kişiden az olmamak şar­
tıyla Baker Paşanın Küçük Asya’da bağımsız bir jandarma bir­
liği komutanlığına atandığı hakkındaki fermanı elinize verirse,
sizin de o vakit söz ettiğiniz şekilde yazılı bir bildirimde bulun­
manıza karşı değilim. Böyle bir önlem olmazsa, Sultan bize gü­
lecektir.
F.O. 424/89, s. 85, N o. 133

No. 299

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 981 Çok Gizli
TARABYA, 12 Kasım 1879
(Alındı, 26 Kasım )
Bu sabah Mahmut Nedim Paşa bana, İçişleri Bakanlığı Ge­
nel Sekreteri Artin Dadian Efendiyle, bakanlar kuruluna veril­
mek üzere hazırladığı reform projesinin anahatlarını gösteren
kopyasını (ilişik yazıyı) gönderdi. Artin Efendinin söylediğine
göre; Paşa, Anayasa değişikliği ile mahkemelerde jürinin oluş­
ması, genel valilikler ve mülki idare reformuyla ilgili ilk 8
rnadde üzerinde, Sultanı telaşa sevk edebilir endişesiyle, henüz
karar vermemiş. Ancak bunlara kesinlikle gereksinim oldu­
ğundan bu önerilerini savunmaya hazırmış.
Artin Efendinin, Paşanın bu proje hakkında benim görü­
şümü öğrenmek istediğini söylemesi üzerine, kendisine, öncelik­
le bu projeyi dikkatle incelemedikçe bir şey söyleyemeyeceğimi,
fakat ilk bakışta İngiltere’yi memnun edebilecek noktalan kap­
sadığını söyledim. Eğer bu reformlar Sultan tarafından sami­
miyetle onaylanır ve hemen yürürlüğe konulursa, memnun ola­
bileceğimi söyledim. Ayrıca bu projeyi Sultan kabul etmezse,
Paşanın ne yapacağını da Artin Efendiden sordum. Müslüman

338
geleneklerine göre Padişah efendimize karşı istifa uygun düş­
mez. Paşa tasarısında direnirse, Sultan onu görevden alır, dedi.
Artin Efendi, Başbakan Sait Paşanın, Sarayı Nedim Paşa­
ya karşı kışkırttığını, ilkin Rus taraflısı olarak suçlandığını, şim­
di de İngiliz sefirinin bir aleti olduğunu söylediğini belirtti.
Nedim Paşaya göre Tercümanı Hakikat ve diğer Türk ga­
zetelerinde İngiltere’ye karşı Başbakan Sait Paşa tarafından
şiddetli makaleler çıkmıştır. Başbakan politikayı saptırmak için
elinden geleni yapmaktadır. Nedim Paşa, bakanlar kurulunu li­
beral önlemler üzerinde Sultana teklifte bulunmaya ikna etmiş.
Fakat Sait Paşa kararnamede imzası olduğu halde, gizlice Sul­
tanın kararnameyi onaylamaması için çalışmıştır. Bu bakımdan
Nedim Paşa, İmparatorluğun geleceğini umutsuz görmektedir.
Artin Efendinin işaret ettiği Türk gazetelerinde çıkan ma­
kaleler ve kulağıma gelen başka bazı olaylar, Türkiye-Rusya
arasında samimi bağların kurulması açısından görüşmeler oldu­
ğuna ilişkin bende vahim bir kuşku uyandırdı. Eğer bu doğ­
ruysa ve Babıâli Rus politikasına girerse, bunun sonucundan
Mahmut Nedim Paşayı sorumlu tutacağımı, onu bu yolda ikaz
edeceğimi söyledim.
Artin Efendi karşılık olarak, Mahmut Nedim Paşa tarafın­
dan size şunları söylemem için gönderildim dedi: «Bütün gü­
cümü ve nüfuzumu kullanarak BabIâli’nin Rusya ile ittifakına
ya da bir anlaşmaya varmasına karşı koyacağım ve İngiltere
büyükelçisi ile yaptığım ilk görüşmeye bağlı kalarak Sultanın,
ya da hükümetin Rusya’ya karşı böyle bir eğilimini görürsem
hemen bakanlıktan çekilirim...»
Artin Efendiye, Sultanla Rus Maslahatgüzarı Prens Laba-
noff arasında son defaki konuşma hakkında Mahmut Nedim
Paşanın bir şey bilip bilmediğini sordum. O da Paşanın resmen
bir bilgisi olmadığını, fakat İngiltere’nin filo göndermesine önem
verilmemesini, şayet filo gelirse Sultanın, Rusya ve diğer Av­
rupa devletlerini yanında bulacağı kanısında olduğunu sandığı­
nı söyledi.

Ek : M ahmut Nedim Paşanın Reform Ö nerisi


1. Berlin Antlaşmasıyla bağımsız hale getirilen Doğu Ru
meli vilayeti dışında imparatorluğun öteki bütün vilayetleri,
ekonomik nedenler ve işlerin hızla yürütülmesi için miktar ba­
kımından azaltılarak, belli ölçüde de gayri merkezi çalışan, va­

339
li denilen bir idarecinin emrinde büyük departmanlar haline
getirilmelidir.
2. Yukarıdaki şekilde mülki idarede bir bölünme yapıl­
dıktan sonra, kadastro haritaları kurmay subaylarca 10 yıl için­
de düzenlenmeli, devletin yüksek memurlarından kurulu fevka­
lade müfettişlerden gerektiği kadarı vilayete gönderilmelidir.
Bir yüksek komisyon, başbakanın başkanlığında gecikmeksizin
kurulmalı ve bu heyet yeni düzenle ilgili tüzüğün gözden geçi­
rilmesi, gerekli düzeltmelerin yapılması ve içişlerinin öteki dal­
ları ile bunların, çağın koşullarına, ülkenin ahlak ve gelenekle­
rine uyacak biçimde, yukarıda adı geçen fevkalade müfettişle­
rin kontrolü ile bir komisyona halkın eşitlikle başvurusu üze­
rindeki hususları bir tüzüğe bağlamalıdır.
3. Bazı mahallerde AvrupalI müfettişler kontrolünde, yer­
li halktan bir jandarma teşkilatı mümkün olduğu kadar erken
kurulmalıdır.
4. Yeni mülki taksimata göre, halkın yer değiştirmesi ve
eşitlik içinde bizzat halktan oluşacak kişilerce güçlerine göre ve
belli bir günde ödenecek vergilerin saptanması.
5. Memurların işe yaramayanlarının giderek azaltılması,
maaşlarının ve emekli maaşlarının bütçedeki ödeneklerle, eko­
nomik koşullara uydurulması.
6. Gayri Müslimlerin askeri okullara girmesine izin ve­
rilmesi ve okulu bitirdikten sonra öteki yurttaşlar gibi süah al­
tına alınmaları.
7. Hıristiyanlardan da vali atanması.
8. Anayasayı ve devletin temel kurumlarını çağın gerek­
lerine göre gözden geçirme.
Mali durumla ilgili olarak:
1. Bütçenin esaslı incelenmesi.
2. Devlet borçlarının, alacaklılar ile Babıâli ayarında öde­
me şeklinin, bütçe doğrultusunda yeniden ele alınması.
Adli işler:
1. Adalet işlerinin yürütülmesinde karışıklığa meydan ve­
ren, birbirini çelen nizam ve usullerin ayıklanması, yasaların bü­
tünleştirilmesi için bir özel komisyonun kurulması.
2. Vilayet mahkemeleri için birkaç AvrupalI müfettiş.
3. Vilayetlerdeki örgütlerin yeniden düzenlenmesinden
sonra, istinaf mahkemelerinin azaltılması, iki ya da üç bölüm
için yalnızca bir kuruluşun oluşturulması.

340
4. Eğer İmparatorluk savcıları bırakılacaksa ceza ve tica­
ret davalarında, İstanbul, Edirne, Selanik, İzmir, Şam, Halep,
Erzurum, Sivas ve Trabzon’da jürilerin oluşturulması.
5. Daha büyük bir hukuk okulunun açılması; politik ba­
kımdan Berlin Antlaşması hükümlerinin titizlikle uygulanması.
F.O. 424/89, s. 253-254, No. 310-310/1

No. 300

Saffet Paşadan, M usurus Paşaya


(M usurus Paşa tarafından, 15 K asım da M arki Salis-
bury'e ulaştırılm ıştır)
İSTANBUL, 14 Kasım 1879
Reuter Ajansı temsilcisi dün Londra’dan bir tel almış; bu­
nu hem gazetelerde yayımlanması için ilgililere vermiş, hem de
yüksek makamlardaki kişilere dağıtmıştır.
Bu telgrafa göre Amiral Hornby, sularımıza gelmek üzere
emir almıştır. Eğer bu haber doğru ise, size birkaç gündür açık­
ladığım gibi, bunun halk üzerinde çok olumsuz etkileri olacak,
büyük sıkıntılar doğuracaktır. Reformların yapılması Sultanın
en büyük isteğidir. Ancak filonun hareketini, bu yolda bir teh­
dit öğesi olarak kullanmak, gerek Sultanın, gerekse kabinesinin
korktukları izlenimini vereceğinden, bu, reformların yapılması­
nı kolaylaştırmak şöyle dursun güçleştirecektir de; Salisbury’i
görerek bunları hemen anlatın. Eğer bu doğru ise elinizden ge­
leni yaparak bu emri geri aldırın. Olumlu yanıtınızı bekliyo­
rum.
F.O. 424/89, s. 138 -139, N o. 186

No. 301

S ö r A .H . L a y a rd ’d a n , M a rk i S a lis b u fy ’e
N o . 7 3 7 , te l.
İSTANBUL, 14 K aşım 1879
(Alındı, 15 K asım , 10.00)
Sultan, Münir Beyi bana gönderdi; o da şunları söyledi.
Sultan, kabinenin gönderdiği reform taslağının derhal yürürlü­

341
ğe konulması için bir irade çıkardı. İngiltere Hükümetinin bun­
dan memnun olacağını ummaktadır. Ayrıca Baker Paşayı, ken­
disine bir süre sonra komuta yetkisi verilmek üzere, Küçük As­
ya halkının durumunu incelemek ve jandarmayı denetleyerek,
Sultana bir rapor vermek üzere göndermek niyetindedir. Sul­
tan 4 gün içinde Mal ta’dan filonun hareketi haberini yersiz bı­
rakacak çok şey yapmıştır. Bu haberin doğru olmadığına gö­
nülden inanmak istiyor. Bu konuda bir bilgim olmadığını söy­
ledim. Böyle bir emir verildi mi? Verilmediyse, filonun gelme­
yeceğine ilişkin bir açıklama yapmamda ısrar ediyor.
F.O. 424/89, s. 139 -140, No. 188

No. 302

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 995, Cok Gizli
TARABYA, 16 K asım 1879
(Alındı, 26 Kasım )

Başçevirmen Sör Sandison’un bana söylediğine göre, Ter­


cümanı Hakikat gazetesinde çıkan ve hâlâ çıkmakta olduğunu
sandığım, sürekli îngilizlere saldıran yazılarla ilgili olarak Baş­
bakanla, çok sert bir konuşma yapmış, 7 Kasım 962 sayı ile bu
yazının özetini size sunmuştum. Kâmil Paşanın İçişleri Müste­
şarlığına atanmasının benim üstümde çok kötü bir etki yarattı­
ğını, Başbakan Sait Paşaya söylemiş; o da biri diğerinden kötü
iş, her ikisi için de bir şey yapılmalı, diye karşılık vermiş. Konuş­
ma, T ürk-R us gizli ilişkileri üzerinde uzunca bir süre devam et­
miş ve Sait Paşa eski düşmanlarıyla böyle bir ilişkinin olma­
yacağını vurgulamış.
Rusların son amaçlarının, bu ülkeye ve özel olarak da İs­
tanbul’a sahip olma niyetinin, bütün halk tarafından bilinen bir
gerçek olduğunu, kendi geleceklerini güvence altına almak için
neticede bu ihtiyacı hissetmişlerdir; Avrupa, bunun ve bütün
insanlarda olduğu gibi Türklerin de nefis müdafaasının tama­
mıyla farkındadır.
Saffet Paşa da Kâmil Paşanın atanmasını aynı ölçüde
yanlış buldu; Mahmut Nedim Paşanın Sandison’a söylediğine
göre, «Size 684 sayılı yazımla arz etmiştim, bu mesele dolayısıy­

342
la istifa edecektim. Ancak Kâmil Paşaya yapılan suçlamalar İn­
giliz çıkarlarına ve başka nedenlere dayandığından vazgeçtim»
demiş. Paşa kimin tavsiyesiyle Kâmil Paşanın bu göreve atan­
dığını bilmediğini, bu atamanın ona, bütünüyle bir sır olarak
geldiğini söyledi. Gazetenin kapatılması yolunda bakanlar ku­
rulunda görüşme olmuş ve karara varılmışsa da bugüne kadar
yayın kesilmedi. Gazete Sarayca korunuyor ve size bildirdiğim
gibi gazetenin Sait Paşanın özel yayın aracı olduğu biliniyor.
F.O. 424/89, s. 257, N o. 316

No. 303

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 742, tel.
İSTANBUL, 17 Kasım 1879
(Alındı, 17 Kasım , 14.30)

Dünkü tarihle Yüzbaşı Clayton’dan aşağıdaki bilgileri aldım.


Rusların himayesini sağlamak amacıyla, Yunan kilisesine
gitmek için gerekli dilekçeye, Ermeniler arasından imza top­
lanılmasına yönelik bir harekete başlanılmak üzere olunduğu­
nu öğrendim. Olayın boyutlarını ve bu işe önayak olanları he­
nüz bilmiyorum.
F.O. 424/89, s- 141, N o. 208

No. 304

StH* A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e


TARABYA, 17 Kasun 1879
(Alındı, 26 Kasun)

Van bölgesindeki Ermenilerin içinde bulundukları duruma


ilişkin aldığım raporu sunuyorum. Yüzbaşı Clayton’dan, bu mek­
tuptaki ifadeleri rapor etmesini istedim.
Bay Büyükelçi,
Van’daki kilise yetkililerinden aldığım rapora göre, Erme­
nilerin bu vilayetteki acınacak durumları üzerine dikkatinizi
çekmeyi bir görev saydım. Bu bölgede yaşayanların durumları­

343
nın iyileştirilmesi için hiçbir şey yapılmamış, uzun zamandır çe­
kilen acılar daha da artmıştır. Bizim için hâlâ bir sır olan Kürt-
lerin ayaklanması, Müslümanların olduğu kadar yetkililerin de
hesaplı baskılarının bir maskesidir. Bu, Kürtlerle Ermenileri
dalaştırmak politikasıdır. Türk yetkililerinin bir entrikası olma­
sa, bunlar genellikle uyum içinde yaşarlar. Şeyh Abdullah ve
adamlarını cezalandırmakla görevli Sami Paşanın, bütün görev­
lerinin başında bu iş görünüyor. Van’da söylenilenlere göre Şey­
he bir madalya, bir şeref kılıcı ve para göndermiş, birçok Kürt-
Ieri onurlandırmış, nişanla taltif etmiştir. Bunlar arasında kana
susamış Musa diye biri vardır ki, bu kişi dört Ermeni köyünü
soymuş, birçoklarını da yakmış ve Bezdik köyünde Hıristiyan
kadınlarına sataşmış, yaptıkları zirveye çıkmıştır. Van’ın Erme­
ni temsilcileri, 15 Ekimde toplanarak reformlar konusunda Os­
manlI Hükümeti komisyonuna katılmayıp Berlin Antlaşmasının
61’inci maddesinin uluslararası bir komisyonca yürütülmesi ge­
reğini ilan etmeye karar verdiler. Çünkü Erzurum’da 6 aydan
beri reformun en basiti bile gerçekleştirilememiştir. Dolayısıy­
la bu davranışımız yadırganmamalıdır. Bu nedenle alman bu
kararımızı Osmanlı Hükümeti nezdinde desteklemenizi rica edi­
yoruz.
Türkiye, N o. 4 (1880), s. 151, N o. 115, 115/1

No. 305
Sör A. H . L ayaıd’dan, M arki Salisbury’e
No. 744, tel.
İSTANBUL, 8 Kasım 1879
(Alındı, 19 Kasım )
Baker dün gece Saltanı, bugün de Saffet Paşayı ziyaret et­
ti. Sultanın kendisine bütün Küçük Asya’yı kapsayan bir tür
genel müfettişlik görevi vereceği sanılmaktadır. Baker’e böyle
bir görev verilirse, o istediği zaman validen rapor ister,
denetler. Eğer bu görev sürekli olursa, jandarma komu­
tanlığından çok daha önemlidir. Sultanın bu düşünceyle hare­
ketini ben de uygun buluyorum. Baker, yarın başbakanla, dış­
işleri bakanıyla görüşerek işin ayrıntılarını öğrenecek ve yanın­
da çalıştırmak istediği kişilerin adlan olan listesini verecek. Şu
durumda onun önerilerini dinlemeye hazırlar.
F.O. 424/89, s. 212, N o. 237

344
No. 306

Sör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 747, tel.
İ s t a n b u l , 18 Kasım W 9
(Abndı, 19 Kasım )

Aşağıdaki mesaj Halep Konsolosuna gönderilmiştir. Os­


manlI Dışişleri Bakanlığından bildirildiğine göre, Sultan, Sait
Paşanın önerisini onaylamıştır.
F.O. 424/89, s. 212, N o. 240

No. 307

. Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 751, Çok Gizli, tel.
TARABYA, 21 Kasım 1879, geceyansı
(A bndı, 22 Kasım)

Sultanla bu akşam birlikte yemek yedim ve uzun bir gö­


rüşme yaptım. Sonuç bir hayli sevindirici oldu.
Sultan, Rusya ile hiçbir anlaşmaya kesinlikle girmediğini,
kendisinden böyle bir kuşku duyulmasını hakaret say­
dığını belirtti. Rusya sefirine verildiği söylenen göreve ilişkin
soruma karşı da sefirin kendisine herhangi bir öneride bulun­
duğu yolundaki söylentiyi kesinlikle yalanladı.
Baker gelecek çarşamba görevinin başına gitmek üzere Si­
vas’a hareket edecek. Kendisine verilen yetkilerden memnun.
Sultan, Lübnan’daki Rüstem Paşayı Erzurum valiliğine ata­
mak istediğini, Rüstem Paşanın yerine kimi tavsiye edebilece­
ğimi sordu. Korkarım ki, Fransa Nasri üzerinde direnecek. Bir
öneriniz var mı? Sultan reformların derhal uygulanması için
bakanlığa gerekli buyrukları verdiğini, gelecek hafta bana Ingi­
liz Hükümetine sunulmak üzere, konu üzerinde kimi soranları
çok gizli kaydıyla yazılı olarak vereceğini söyledi.
Sultan, Baker Paşanın da arasında bulunduğu bir komis­
yon tarafından Türk ordusunun iyileştirilmesine ilişkin tasarı­
yı onayladığını ve Baker’in bundan hayli memnun olduğunu bil­
dirdi.

345
öteki işler de iyi gitmekte; bundan önce hiç böyle faaliyet
görülmüyordu. İnşallah gene düş kırıklığına uğramayız.
Sultan, teslim olan ünlü Kürt şefi Ubeydullah’ı beklediği­
ni ve onu Rusya’ya süreceğini söyledi Bu çok iyi bir şev.
F.O. 424/89, s. 224, N o. 268

No. 308

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 752, tel.
TARABYA, 21 Kasım 1879, geceyansı
(Alındı, 22 Kasım )

Chermside’den dünkü tarihi taşıyan aşağıdaki mesajı al­


dım.
«Zeytun hapisleri çıkarıldı. Komisyon pazar günü Maraş’
tan ayrılıp Halep’e gidecek.
Sultan, Sait Paşama bütün yaptıklarını onayladı.»
F.O. 424/89, s. 225, No. 265

No. 309

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


TARABYA, 21 Kasım 1879

Çevirmen Alişan tarafından, Ermenilerin Berlin Antlaşma­


sından sağladıkları yararlar hakkında bir Ermeni kitapçığından
yapılan özetin çevirisini ilişikte sunuyorum.
Kitapçığın yazarı, Berlin Kongresine katılan Ermeni Patri­
ği ve halkı üzerinde nüfuzu olan bir kişidir. İçindekiler dikka­
tinize değer.
Y azar: Nurias Çeras.
Çeviri:
Kitabın yazarı Berlin Kongresine Patrik Hrımyan vc Narby
ile birlikte çevirmen, sekreter olarak katılmış, Berlin Kongre­
sinde Ermeni ulusu için ekilen tohumun meyvelerini önceden
görmüştür.

346
Yazar, Berlin Kongresinden elde edilenlerle Ermenilerin
umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını vurgulamaktadır.
Yazar önce, Ermeni sorunuyla ilgili karan veren Avrupa
heyetinin resmi kaynaklarına dayanarak düşüncelerini sergile­
mek isteğindedir.
Rusya, Türkiye’ye savaş açtığı zaman Türkiye’deki Hıris-
tiyanları kurtaracağını açıklamıştı. Osmanlı devleti yenilip so­
nuçta bir anlaşma yapılınca, o da Ermeni halkını unuttu. Oysa
Patrik, savaşı kazanana başvurarak Ermeniler için özerk bir yö­
netim dileğinde bulundu. Kongrenin ilk toplantısında Prens
Gortchacow, Rusya’nın tek amacının Hıristiyan uluslarına sağ­
lam bir temele dayalı özerkliğin sağlanması olduğunu ilan et­
mişti. Halbuki Ermeniler için bu işi, 19 Şubatta Ayastafanos
Antlaşmasının 16. maddesine bıraktı.
20 M artta Salisbury yayımladığı ünlü bildirisinde Ayastafa­
nos Antlaşmasını reddetti ve Berlin Konferansının 22 Haziran­
daki birleşiminde Ayastafanos’un IV. maddesine atıfla Ermeni
sorununu anlaşmanın içine aldı.
Yazar, bundan sonra Berlin Kongresinde söylenen ve ya­
zılanların ayrıntılarını sıralamaktadır. Ermeni çıkarlarının ko­
runması için Salisbury’nin girişimleriyle Ermeni sorununun
Berlin Antlaşmasının 61. maddesine girdiğini belirtiyor.
Daha sonra yazar, Berlin Kongresiyle, Ayastafanos Antlaş­
masının Ermeniler bakımından olan farklılıklarını gösteriyor.
Yazar, Berlin Kongresinde, Ayastafanos’takinden çok fazlası­
nın kazanıldığım vurguladıktan sonra, daha fazlasını ne sözlü,
ne de yazılı bildirimlerle kazanmaya olanak olmadığını ekliyor.
Ayastafanos Antlaşmasıyla Rusya, Ermenilerle ilgili ola­
rak yalnızca Türkleri birtakım yükümlülükler altına sokuyor­
du. Berlin’deki madde ile Almanya, Avusturya, Macaristan,
Fransa, İngiltere, Rusya aynı konuda birleşmişlerdir.
Ayastafanos Antlaşmasıyla Babıâli, Rus ordusu kampında
bulunan Ermenilerin himayesi ile yükümlü kılınmıştı. Bu söz­
ler Ermenilerin yalnızca bir bölümünü kapsıyordu. Bu bir tek
Erzurum demekti ve Türkiye için bu işi yapmak kolaydı. Bir
polis örgütü bile kargaşaları önlemek açısından yeterliydi.
Berlin’deki madde ile BabIâli, Ermenilerce işgal edilen bü­
tün Ermeni topraklarında himayeyi yüklenmekte idi. Babıâli
yalnızca bir polis düzenini değil, bütün reformları yükleniyor,
sadece Erzurum’un bugünkü durumundan başka, Ermenistan’ın
bugünkü ve gelecekteki durumundan da sorumlu oluyordu.

347
Aradaki fark çok büyüktür ve Ermeni ulusu Salisbury’e min­
nettardır. Bugün Rus birlikleri Erzurum’u terk ettikten sonra,
Türkiye’nin Ermenileri koruma önlemlerini almasıyla Ayasta-
fanos Antlaşması yerine getirilmiş olur. Fakat Berlin Kongresi­
nin hükümleriyle sorun, bu kadarla kalmaz.
Ayastafanos Antlaşmasıyla Babıâli, Ermenileri Kürtlere
ve Çerkezlere karşı korumayı geliştirecektir. Rusların Türk Er-
menistanını işgal etme niyetleri olduğundan, Kürtlerin ve Çer-
kezlerin saldırılarını önlemeyerek, çark meselesini tekrar uyan­
dıracağını düşünen politikacılar vardır.
Berlin Antlaşmasıyla Babıâli, Ermenileri Kürt ve Çerkez­
lere karşı koruyacağına ilişkin Avrupa’ya söz vermiş durum­
dadır. Bunun İngiltere için bir görev olduğu unutulmamalıdır.
Çünkü Fırat vadisinin büyük bir kuvvetle çevrilmemesi îngiliz-
lerin çıkarlarına uygun olduğu gibi, Ermenileri de memnun et­
mesi gerekir. Kongreden önce Salisbury bize, «Âlicenap hü­
kümdarımız, Ermenilerin olabildiğince refah, sükûn içinde ve
özgür olmalarını arzu etmektedir» dedi. Bu demeç, samimi idi.
Zira bu noktada Albion’un çıkarları bizimkine çok yakındı.
Ayastafanos Antlaşmasında amacımız ancak üstü kapalı ola­
rak sunulmuştu ve bizim hukukumuz dile getirilememişti. Çün­
kü Rus orduları daha Ermeni topraklarında idi. Salisbury ise
Ermenilerin durumunu iyileştirmek için Ermeni sorununu bu
ulusun hakkı olarak doğruca sunmuştu. Fakat sorunumuz, Rus
ordusunun çekilmesinden doğmuyordu. Ayrıca biz, daha o za­
man zulme karşı savaşıyorduk. Öyle görünüyor ki, Ruslar as­
kerlerinin bulunduğu Ermeni bölgesini ellerinde tutsalar bile,
Ayastafanos Antlaşmasıyla Ermeni adı anılmadan, Doğu soru­
nu sonuçlandırılacaktı. Berlin Kongresiyle; BabIâli’nin, Erme­
nilerin durumunu düzeltmesine, reformları yapmasına ve güven­
likleri için kullandığı araçları Avrupa devletlerine bildirmekle so­
rumlu olmasına karar verilmişti. Bizim için bundan sonra Ba-
bıâli sorumludur. Osmanlı Ermenilerinin durumu hakkında Av­
rupa’ya hesap vermek zorundadır. Eğer Avrupa, yapılanları ye­
tersiz görürse, Osmanlı Hükümetinden istediği ölçüde hesap
sorma hakkı vardır, işte sınırsız bir yarar, bir başka büyük ya­
rar da, yukarıda belirtilen reformların yapılmasının bu altı dev-
ietin gözetiminde olması.
Böylece Avrupa, 1856’da belirtilen karışmazlık esprisinden
ayrılmış oluyordu. Schouvaloff, Kongrenin 18’inci oturumunda
«Türkiye’ye müdahale olmadığı söylenebilir. Çünkü Rumeli’n-
348
de Yunan vilayetlerinde Ermenistan ve sayılamayacak kadar
çok Avrupa heyetleri vardır» demiştir.
Böylece Berlin Kongresi, Ayastafanos Antlaşmasının 16’ncı
maddesini 61’inci madde ile değiştirmekle kalmamış, ayrıca bun­
dan böyle ulusal temellerimizi atmamıza olanak veren koşulla­
rı da sağlamıştır.
Türkiye ile Ingiltere arasında varılan anlaşma, bizim için
yeni bir avantajdı.
Salisbury, 18 Mayısta Büyükelçi Layard’a uzun bir mesaj
gönderdi. Bu, 23 Mayıs Savunma Antlaşmasıdır. Layard ve Saf­
fet Paşa, 26 Haziranda yayımlanan bu anlaşmayı imzaladılar.
Böyle olmakla birlikte biz, 6 devletin ortaklaşa sorumluluğun­
dan başka, yine Ingiltere’nin yüklendiği sorumluluğu tanıyoruz.
Bir Fransız yazarının yazdığına göre, ortak sorumluluk
düş bile olsa işte biz, 23 Mayıs Antlaşmasıyla bu konuyu gü­
vence altına almış oluyoruz, öyleyse bu kadar iyi işler yapıl­
mışken, birkaç Ermeninin üzüntüye düşmeleri neden? Başarı­
ları gölgeleyen nedir? Gerçekte Ermeni Patriği özerk bir yöne­
tim isteğinde bulundu. Bu istek, ilkin Rusya, sonra da Avrupa-
ca geri çevrildi. Fakat hangi ulus Berlin Antlaşmasından yüzde
yüz yararlanmıştır? Ermeniler daha üstün bir pozisyon bekle­
yemezler.
Emeniler özerk bir yönetim isteyebilirler mi? Girit’e ta­
nınmayan bir şeyi biz isteyebilir miyiz veya biz özerkliğe uy­
gun bir varlığa sahip miyiz? Durumumuzu biliyoruz ve bu so­
run ile uğraşmayı istemiyoruz.
Fakat şunu ekleyelim ki, Avrupa bizim yönetimsel açıdan
özerkliğimizi geri çevirdi. Ama bize öyle bir madde sağladı ki,
ulaşmak istediğimiz amaca bizi, yavaş yavaş götürecektir. Ba-
bıâli, Ermenilerin yaşadığı yerlerde reformları uygulayacağına
ilişkin bize söz verdi. Bu reformlar, bir gün nasılsa özerk yö­
netime dönüşecektir. Ermeni temsilcileri Berlin Kongresinde bü­
tün olanaklarını kullandılar. Cesaretimizi yitirmemeliyiz. Bun­
dan böyle bize sunulanlardan olabildiğince çok yarar sağlama­
lıyız.
Avrupa bizim elimize bir silah verdi; körlenmeye başlama­
dan önce ondan yararlanmalıyız. Babıâli de Ermenistan’da re­
formları hemen uygulayacağına söz verdi. Eğer reformlar uy­
gulanmazsa, harekete geçmemiz gerekir. Babıâli, bizi Kürtlere
ve Çerkezlere karşı koruyacağına da söz verdi. Eğer onlar ce-
zalandırılmazlarsa, yine harekete geçmemiz gereklidir.

349
Babıâli, gerekli reformları yapmaya, Avrupa devletleri de
onların yapılmasının gözetimine söz verdi. Eğer onlar bu göze­
tim görevini yapmazlarsa, ya da istenildiği biçimde yapmazlar­
sa, o zaman eyleme geçmek yerinde olur. Schouvaloff, Erme­
nistan için bir komite önerisinde bulunduğu zaman, Kongre
susmayı yeğledi, eğer İngiltere Ermeni vilayetlerinin durumu­
nu iyileştirmezse, bu komite bizim için gereklidir. Eğer Avrupa
bunu reddederse, eyleme geçmek gereklidir. 23 Mayıs Antlaş­
masıyla Anadolu’daki Hıristiyanların güdümü de alındı, Sultan
iyi bir yönetimin ve etkin bir himayenin kurulmasına söz verdi.
Eğer bunlar olmazsa hareket gereklidir.
Avrupa bir bütün olarak, İngiltere yalnızca Fırat vadi­
siyle ilgilidir. İngiltere, başkalarının çıkarlarını değil, kendi çı­
karlarını koruyacaktır. Ermenistan’ın temel çıkarları için, bu
rekabeti teşvik etmek yolunda çok iyi çalışmak gerekir.
Ermeniler umutsuzluğa düşmemelidir. Bir yandan Erme­
nistan’ın, öte yandan Avrupa’nın çalışması gereklidir. İstedik­
lerimize, başka bir deyimle 61’inci maddeye karşı, bize ayrılan
bu maddenin önündeki 60. madde tamamıyla uygulandı mı?
Her şeyden önce, ilkin güçlü olanlar, haklarını alacaklar, son­
ra sıra zayıflara gelecek, bu çok acıdır. Ancak, dünyanın te­
mel yapısı böyledir.
Biz, Berlin Kongresiyle bir altın madeni kazandık, bu al­
tını çıkarmak için çalışacak olanlar da yine biziz.
Türkiye, No. 4 (1880), s'. 154, No. 118, 118/1

No. 310

B inbaşı T ro tter’den, M arki Salisbury’e


ERZİNCAN, 22 Kasım 1879
(Alındı, 26 Aralık)

Erzurum’dan Diyarbakır’a geçerken, Erzincan’daki duru­


mu yerinde incelemek ve burada bulunan 4. Kor. Kh. subayla­
rıyla tanışmak için bir hafta Erzincan’da kaldım. Diyarbakır’a
vardığımda ayrıntılı raporumu vereceğim. Ancak şimdiden şu­
nu belirtmek istiyorum ki, Hıristiyanların 4/7 oranında olduğu,
160.000 nüfuslu oldukça büyük bir kent olan Erzincan’da, Hı-
ristiyanlarla Müslümanlar arasındaki ilişkiler, ülkenin başka

350
yerlerindekinden çok daha iyidir, örneğin benim onuruma Er-
menilerin verdiği büyük bir ziyafette bütün sivil ve askeri er­
kânla, kentin ileri gelenleri hazır bulundular. Reis Paşa ile, Kra­
liçe ve Sultan için kadehlerimizi kaldırdık. Toplantıdaki ko­
nuşmalar da fevkalade güzeldi. Toplantı büyük bir başarı idi;
umarım iki toplum arasındaki bu iyi ilişkiler sürüp gider.
Bu akşam da Reis Paşa, benim için, hazırlıkları birkaç gün
önceden yapıldığı belli olan, bir yemek verdi. Her iki toplum­
dan ileri gelenlerle askeri ve sivil erkân yine gelmişlerdi. Reis
Paşanın bu yemek için bana gönderdiği davetiye de çok nazik­
ti, iki ülke arasındaki dostluğu vurguluyordu. Bana olan bu in­
celik ve ilgide, son savaşta Türk ordusunda askeri ataşe olmam
dolayısıyla subaylardan birçoğunu tanımış olmamın da payı var­
dı. Bu bölgelerde İngiltere temsilcilerine, askeri yetkililerin bes­
ledikleri iyi niyetin, hâlâ devam ettiğini sevinçle gözlemledim.
Türkiye, No. 4 (1880), s. 185, No. 148

No. 311
Sör A. H. Layard’daıı, M arki Salisbury’e
No- 754, tel.
TARABYA, 23 K asım 1879
(Alındı, 23 Kasım 14.00)
Halep Konsolosu Henderson’dan dünkü tarihle aşağıdaki
haberi aldım.
«Af buyruğu geldi ve tutuklular perşembe günü çıkarıldı.
Büyük ve genel bir sevinç var.
Ermenilerin minnettarlıklarını bir telgrafla Sultana bildir­
melerinin iyi bir etki yaratacağını düşündüm, öyle de yaptılar.»
F. O. 424/89, 226 - 227, No. 277

No. 312
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 757, tel.
TARABYA, 23 Kasım 1879
(Alındı, 24 Kasım )
Aşağıdakiler dünkü tarihli olarak Yüzbaşı Clayton’dan gel­
di (303 sayılı belgeyle ilgili) :

3SI
«Yunan kilisesine girmek için kasabalarda takriben 3000 im­
za toplandı. Başka bir yardım sağlamaktan kaynaklanıyor. Rus
sevgisinden değil.»
F. O. 424/89, s. 235 N o. 286

No. 313

B aşkonsolos B lunt’tan , M arki Salisbury’e


SELANİK, 23 K asım 1879
(Alındı, 3 Aralık)

Küçük Asya’da Baker Paşaya yardım etmek üzere atanan


Sait Paşa ile ilgili bugünkü tarihi iaşıyan 4 eki bulunan Layard’a
hitaben yazılı yazının kopyasını bilgileri için sunuyorum.

Ek - 1
Selanik İngiliz Başkons. B lunt’tan, Büyükelçi Layard’a
23 K asım 1879

Baker Paşaya yardım etmek üzere atanan Tesalya Muta­


sarrıfı Mehmet Sait Paşa dün Volo’dan geldi ve bugün öğleden
sonra İstanbul’a hareket etti. 1878’de Tesalya’dan gönderdi­
ğim raporda Sait Paşanın sağlam sağduyu ve yönetim yeteneği­
ni belirtmiştim. Bu kişinin vilayetten ayrılması, her sınıftan
insan için büyük üzüntü olmuştur.
Paşanın bu önemli vilayetteki idaresi sırasında herkesten
gördüğü saygıyı, Larissa’dan ayrılışından bir gün önce Yunan
metropolü ve toplumuyla, Yunan kolonisi tarafından ona gön­
derilen tercümeleri ilişik mektuplar da kanıtlamaktadır.
Larissa’da, Müslüman toplumunun da Paşaya olan şükran
ve sevgilerini ifade eden mektupların kopyalarını henüz to-
parlayamadım.
Paşanın Selanik’te kısa süreli kalışlarında Başkonsolosluk­
ça kendisine gösterilen saygı ve ilgiyi de eklemek isterim.
Not : Bu raporu yazdıktan sonra Konsolos Muavini Long-
vvorth’un Ek - 4’te belirtilen Sait Paşanın atanmasıyla ilgili mek­
tubunu aldım.

352
Ek - 2
Yunan M etropolü’nden, S ait Paşaya
Larissa, 19 Kasım 1879

Bir buçuk yıldan fazla, sizin doğal ve özel yeteneklerinize


yakından tanık oldum ve her şeyden önce adalet sevginize, ta­
rafsızlığınıza ve dürüst karakterinize hayran oldum.
Buradan ayrılmanızdan kişisel ve Hıristiyan inancım, dola­
yısıyla ziyadesiyle üzgünüm. İdareniz süresince toplumumuza
sağladığınız yararlar dolayısıyla, sizi her zaman anımsayacağı­
mızdan emin olmanızı diler, en yüksek saygılarımı sunarım.

Ek - 3
Larissa Yunan Toplum u Tem silcisinden, Sait Paşaya
Larissa, 19 Kasım 1879

Biz aşağıda imzalan bulunan Larissa sakinleri, zatıâlinizin,


dürüst, adil ve tarafsız idaresi için şükranlarımızı ve ayrılışı­
nız dolayısıyla üzüntülerimizi bildirmekle şeref duyanz (30 imza).

Ek - 5
İngiliz Konsolos Muavini Longvvorth’ten, Başkonsolos
Bulunt’a
Larissa, 19 Kasım 1879

Sait Paşanın Tesalya’dan ayrılışı büyük üzüntü yarattı. As­


kerler, herkes onu beğeniyordu. Ben de seviyordum.
Askerler Tesalya’da güçlü oldukça, burası onun kendisini
gösterebileceği bir yer değildi. Küçük Asya’da, halen mevcut
olan fakat kullanamadığı enerjisiyle, ülkenin kendisinden bek­
lediğini vereceğinden hiç kuşkusu yok.
Onun dostça ve adil davranışları dolayısıyla Larissa toplu­
mu kendisine teşekkür mektupları göndermiştir. Gelecek posta
ile bu konuda size raporumu sunacağım.
F. O. 424/90, s. 30-31, N o. 45 (E k -45/1, 45/2, 45/3, 45/4, 45/5)
Türkiye, N o. 4 (1880), s. 163, N o. 124 (E k -124/1, 124/2, 124/3, 124/4,
124/5)

353
No. 314

Sör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 1039
BEYOĞLU, 27 Kasun 1879
(Alm dı, 9 Aralık)

Phare du Bosphore (Boğaziçi Feneri)’de yayımlanan salna­


melerden derlenen Osmanlı Hükümetinin yüksek kamu görev­
lisi Müslüman ve Hıristiyanlara ait istatistik ilişiktir.
Rütbelerine göre yüksek zevat:
K atolik Gayri
ve Ya- Müs-
ban cı lim
Müs. Rum Erm eni Bulgar Müs. TopL T opl.
M üşir 101 6 2 — — 8 109
Bala 34 5 5 — — 12 46
Ula Evveli 114 7 5 1 5 18 132
Rum eli
Beyler Beyi 53 1 1 1 3 56
Genel Toplam 307 19 13 1 8 41 343

Bakanlar ve Senatörler
Gayri
M üslim
M üs. Rum Erm eni Bulg. K atolik Yah. T opl. Topl.
Bakanlar
Kurulu 13 2
Senatör 28 5 1 1 1 2 11 39
Genel
Toplam 41 8 1 1 1 2 13 54

K atolik Gayri
ve Y ab. M üslim
Müs. Rum Erm eni Bul. M üs. Yahudi Topl. T op l
Saray
hizm etinde 73 2 1 — 1 4 77
Başbakanlıkta 42
M üsteşar Yar.
Bala 9 — 3

3U
K ato lik
v eY b . G.M.
Miis. Rum Erm eni Bul. M üs. Yahudi Topl, Topl.
Bakanlıklarda:
Dışişlerinde
Bşk. 64 5 2 7
Dışişlerinde 34 1 11 1 13 49
İçişleri B. 1 1
Devlet
Şûrasında 45 3 3 1 1 8 53
Adalette 25 2
Çalışmada 16 1 2 6 9 25
Mâliyede 72
Reji
idaresinde 38
Bayındırlıkta 24 2 1 6 30
Evkafta 31 —

Personelde B. 21 1
Ticaret ve
Ziratte 24 1 13 1 15 39
Tapuda 17
PTT'de 50 2 1 7 10 60
MSB’de 247 4 3 1 8 255
Bahriyedc 185 4 8 8 20 205
Topçulukta 116 2
Zabtiyede 113 4 3 16 23 136
Maden ve
Ormanda 17 1 5 2 8 25
Belediye
Reisi 63 ,1 1
Sağlık
İdaresinde 9 2 3 5 14
Vilayet Ka-
pu Kâhyası 19 1
Hâkim, Öğretmen ve Askeri Doktor
İst. Mahkeme-
leri Üyeleri 109 11 13 1 1 1 27 136
Devlet Okulu
Öğretmeni 331 8 6 1 42 57 388
Öğr. ve Ask.
Dr. 293 19 11 1 18 2 51 344
355
Katolik
veY ab. GJML
MUs. Rum Erm eni Bul. M üs. Yahudi T opl. Topl.
Dz. Öğ. ve
Ask. Dr. 27 1 2 3 30
Genel Vali 29 1
Vali Y ar. 75 2 3
Yük. Rütbeli
Memur 472 8 4 1 5 18 490
Osm anlı Sefaret ve K onsoloslukları
M isyon
Şefi 7 3
Ataşe, Kâtip 16 9 4 1 3 17 33
K onsolos 14 11 5 11 27 41
F .O . 424/90 s. 61, N o. 89 E k. 89/1

No. 315
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 1042
BEYOĞLU, 28 Kasım 1879
(Alındı, 9 Aralık)
27 Temmuzda, sunduğum Ermeni Protestanlarınm, Grego-
rien Ermenilerince zulme uğratılmalarıyla ilgili 668 sayılı yazı­
da, konuyla ilgili olarak Konsolos Muavini Maling’in yeni giri­
şimlerine karşı Türk makamlarının hemen kontrole geçtiğini
bildiren yazısını da ilişikte sunuyorum. Bay Maling’e, Türk ma­
kamlarına baskı yaparak, hüküm giyen suçluların cezalarını
çekmemek için saklandıkları yerlerden bulunmalarının sağlan­
masını emrettim.
Ek : Çanakkale İngiliz Konsolos M uavini M aling'den, Bü­
yükelçi Layard’a
Çanakkale, 18 Kasım 1879
Gregorienlerin her zaman yaptıkları taş atmak suretiyle
Protestanlara eziyetleri tekrar edildi. Buna karşı hemen hare­
kete geçildiğini memnuniyetle söylüyorum. Protestanların şikâ­
yetini destekledim ve saldırgan bir Gregorien Ermeni, herkese
örnek olmak üzere uygun gördüğüm biçimde 3 ay hapse mah-

356
kûm edildi. Bu olayda adalet mekanizmasının bilinçle ve hızla
hareketi takdire değer. Bununla ilgili olarak Yanya’dan bir Müs­
lüman başkanlığındaki ceza mahkemesinin tutumu ve Reisin
idaresi de bu işlerde büyük bir gelişmedir. Gregorienlerin önem­
li kısmı ve başları avam kısmının bu yanlış hareketlerini kını­
yorlar. Bu işler, bir iki tutucu uzlaşmazın, bilgisiz insanları bir
alet olarak kullanmasından doğmaktadır.
Fakat şunu üzüntüyle ifade etmek isterim ki, Türk adliye-
sinin usulüne göre duruşmaya çağrılan kişi bulunmadığı için
gıyabında verdiği bu hüküm, tatbik olunamayacak ve bir süre
sonra da unutulacaktır.
F.O. 424/90, s. 63, N o. 91, 91/1

No. 316

Sor A. H . Layard'dan, M arki Sallsbury’e


No. 1043, Gizli
BEYOĞLU, 28 Kasım 1879
(Alındı, 9 Aralık)

Halep’te bir Ermeninin Romen Katolikliğine geçirilmesi


girişiminde bulunulduğuna dair Ermeni Patriğinden aldığım
mektubu sunûyorum. Mektubun bir kopyasını Henderson’a gön­
dererek görüşünü istedim.

E k : P atrik N erses’ten, Büyükelçi Layard’a


26 Kasım 1879, Özel
Kilikya kilisesinin bana bildirdiğine göre, Halep’teki Fran­
sız ve özellikle İtalya konsolosları, Türk Asyasmın bu kısmın­
daki Ermenileri Katolik yapma yolunda bir siyaset takip etmek­
tedirler. Ghenia köyündeki işler buna bir kanıttır. Bu köyde
Şeyh Hanne adında Ermeni toplumunun çıkarlarını gözeten
etkin bir Ermeni vardır.
Bu adamın sürgüne gitmesini sağlamak için sonunda Halep
Valisi Sait Paşaya başvurması bile Ghenia Katolik papazından
nefret etmek için yeterlidir. Kilikya Katolikosunun araya gir­
mesiyle din kurallarına ters düşen bu olay önlenebildi.
Fakat Katolikler Fransız ve Italyan konsoloslarının des­
teğiyle iftiralarını sürdürmekten geri kalmadılar. Papa’nın ca-

357
nilerce yürütülen bu zulme son verilmesi amacıyla, Ghenia Er­
menilerinin çıkarlarını koruyabilmesi ve işi özel bir şekilde
ele alması için zatıâlinizden kendisine tavsiyede bulunmanızı
rica etmeyi bir görev saydım.
F.O. 424/90, s. 64, No. 92, 92/1

No. 317

S ör A. H . Layard'dan, M arki Saüsbıny'e


No. 1055 Çok Gizli
BEYOĞLU, 1 Aralık 1879
(Alındı, 9 Aralık)
İstanbul Fransız Büyükelçisi Fournier, Sultanla dün bir gö­
rüşme yapmış. Sultan, ona İngiliz gemilerinin Türk sularına
hareketi ve Türkiye’yi tehdit etmesinde İngiltere’nin niyetinin
ne olduğu ve İngiltere ve Rusya’ya karşı ne gibi bir hareket
tarzı gerektiği üzerindeki fikrini sormuş. Fournier de karşılık
olarak, «İngiltere, Türkiye ile yaptığı anlaşmaya göre Türki­
ye’nin yükümlendiği reformların uygulamasını görmek istiyor»
demiş. Sultan, İngiltere’nin Rusya’ya göre kendisine daha sert
davrandığını, bunun ülkenin bağımsızlığı ve saygınlığı ile bağ­
daşmadığını, onu boyun eğdirmeye zorladığını söylemiş. Four­
nier, İngiltere’nin biraz güven, biraz adalet, biraz da mali dü­
rüstlük istediğine inandığını ve bu isteklerin de pek azının man-
tıkdışı olabileceğini söylemiş. Rusya ve İngiltere’ye karşı uygu­
lanacak politikaya gelince, hiçbirisine bir diğerinden daha fazla
ağırlık vermeyerek dengede tutmasını öğütlemiş.
F.O. 424/90, s. 68 - 69, N o. 96

No. 318
Y arbay W ilson'dan, M arki Salisbuıy’e
No. 28, Gizli
M ARSİVAN, 10 Aralık 1879
(A lındı, 3 Ocak 1880)
Abidin Paşa ile yaptığım gizli konuşmayla ilgili olarak bü­
yükelçiliğe gönderdiğim yazının kopyasını ilişikte sunuyorum.

358
Ek : Sivas İngiliz Başkonsolosu Y arbay W ilson'dan,
Büyükelçi Layard'a
26 K asım 1879, gizli

Reformlarla ilgili olarak Sivas vilayetinin başlıca ihtiyaç­


larım Abidin Paşa şöyle sıraladı.
1. Yetenek ve güvenirlikleri bakımından vali, mutasar­
rıf ve kaymakamların seçkin kişiler olması gerek. Vali, kayma­
kamları atayabilmeli ve işe yaramayanları atma yetkisine sahip
olmalı.
Halen kaymakamlar İstanbul’da bir komite tarafından ata­
nıyor. Vali, ancak soruşturmanın sonuna kadar işi askıya ala­
bilir. Vali soruşturma sonucunu İstanbul’a bildirirse, bu kez ye­
rine yeni birini gönderirler, o da vali tarafından tanınmamak­
ta. Dahası, belki gidenden daha da kötü olabilir. Komite vila­
yetlere aldırış etmez, o yalnızca kesesini doldurmaya bakar. Ge­
çen yıl Amasya Kaymakamlığı İstanbul’dan gelen açık bir tel­
le, 50 liraya satıldı. Bu duruma düşmemek için geçen yıl hakla­
rında kovuşturma yapılan cok kötü iki kaymakamı işten el çek­
tirmiş ve yerlerine becerikli kimselerden vekil atamış, ama
İstanbul’a haber de vermemiş, «Bu bir hileyi şeriyye ama baş­
ka türlü îvi insan bulmak da güç» diyor.
2. Etkin bir polis teşkilatı sağlamaya gelince; izzet ve Sü­
reyya Paşaların emrine zaptiye için verilen ödenek kısılarak
15.000 TL.’ye indirildi. Oysa iki katından daha bile çoğuna ge­
reksinim vardı. Diyarbakır’a 40.000, Trabzon’a 60.000 TL. ve­
rildi.
Abidin Pasa, Sivas vilayeti zaptiyesini kısmen iyileştirebil­
mek için 8000 TL. daha para gönderilmesini istemiş, ama te­
line cevao bile alamamış.
3. Ek bîr ödenek istemeksizin Paşanın kasaba ve köylere
ilköğretimi götürmek için önerdiği tasarıya da yanıt verilmemiş.
4. Vergi toplama konusunda Pasa zaptiyeler yerine, 3 ay­
da bir bu işin kaza sandıklarınca yapılmasını teklif etmiş. Âşâr
kanalı zarf usulü ile teminatı yatırılarak arttırmaya çıkarılmalı,
belli bir süre bekledikten sonra zarflar açılmalı ve kim fazla ve­
riyorsa âsâr ona verilmeli. Abidin Paşa, bu yöntemin toplanan
vergi miktarını arttıracairini sövlüvor, ama ben öyle olacağını
sanmıyorum. Bununla beraber biivük ölçüde dolandırıcılığı ve
entrikaları önleveceğini sanırım, özellikle Abidin Paşa, köylü­
lerin kendi asarlarını kendilerinin almasını teklif etmiş ama Ba-
bıâli cevap vermemiş.
359
5. Bayındırlık işleri : Abidin Paşa, Samsun’dan Diyarba­
kır’a bir yol yapılmasını ve bunda köylülerin yılda üç gün çalış­
malarını istemiş, ayrıca yasal olarak bu hak valiye önceden veril­
miş, kaza sandıklarındaki paranın da dürüstçe bu maksatla kul­
lanılmasını önermiş, ancak bu önerisine de cevap alamadığı gi­
bi, her yıl bu nedenle gönderilen ödenek bu yıl hiç gönderilme­
miş.
6. Sanayileşme: Paşa şeker sanayiinin kurulmasını ve bu
iş için Sivas’ın uygun olduğunu önermiş, ama yine yanıt ala­
mamış.
Ben adalet cihazına ayrı şekilde bir reformla, bilhassa uy­
gun bir vilayet bütçesi üzerinde durdum, karşılığında Paşa, «Be­
nim işim değil» dedi. Paşanın bu şekilde cevaplamasınm nedeni,
sanırım savcının birkaç gün önce bana söylediğine göre, Paşa­
nın adli konulara karışmaması için İstanbul’dan aldığı talimat.
Bütçe sorunlarına gelince, şimdiki koşullar içinde Avru­
pa’da olduğu gibi bir bütçenin yapılmasının olanaksız olacağı­
nı, çünkü vilayet bütçesinin düzensiz olduğunu, havalelerin ge­
lirden fazla oluşu deneniyle İstanbul’un ödemeleri durdurduğu­
nu ve sonuçta da her gün defterdarlığın önüne bir sürü alacaklı
insanın ellerinde havale kâğıtlarıyla yığıldıklarını, iflas içinde
olduklarını belirtti..
Bir reform komisyonunun kurulması konusuna gelince; ba­
na sorulan ilk iş, jandarma hakkında idi. Yaptığım öneriye hele
bir cevap gelsin, diğerleri de onun gibi. Buradaki Müslüman­
ların bildiğiniz tutucu yapıları ve hükümetin kontrolüne karşı
pasif mukavemetleri Ermeniler arasında da yayılmaktadır. Ba­
zen ben bile, Abidin Paşaya hak vererek, reformlar İstanbul’ca
onaylandıktan sonra reform komisyonunun oluşması bir sonuç
vermeyecek hatta, Müslümanlarla Hıristiyanların arasını daha
da çok açacak ve kapanması uzun yıllar alacak yaralar açacak­
tır, kanısını taşıyorum. Bu bakımdan komisyonun ertelenmesi­
nin uygun olacağını düşünüyorum.
Bu konuşmadan edindiğim izlenime göre, Babıâli, Abidin
Paşayı Sivas’a tayin etmekle hem en iyi şekilde onun önünü
kesmiş, hem de ellerini bağlamıştır. BabIâli’nin Kürt beyleri
hakkında takındığı tavır, bu kanımı doğrulamaktadır. Paşanın
anlattıklarından çıkardığım sonuca göre, o hepsini sürgüne mah­
kûm etmiş ve sonra da ondan bunu açıklamasını istemişler.
BabIâli’nin reformlarla ilgili davranışına en güzel örnek,
reform komisyonundaki Manas Efendiye muamelesi dolayısıy­

360
la, bildiğiniz Harput Mutasarrıfının terfi ettirilerek Musul Va­
liliğine atanmasıdır. Ben, BabIâli’nin Anadolu’da reform yapa­
cağına ilişkin en küçük bir belirti görmemekteyim. Abidin Pa­
şa, vilayette can ve mal güvenliğini disipline almayı başarmış­
tır. Daha fazlasını başaracağından kuşkuluyum. Öyle sanıyo­
rum ki, Paşanın vali olarak yetkileri de kısıtlanmıştır, ya da
Kürtlere karşı gayretli hareketi, Babıâlice böyle karşılanınca
kalben kırılmıştır.
F.O. 424/106, s. 14, N o. 3, 3/1

No. 319

Yüzbaşı Clayton'dan, B inbaşı T ro tter’e


No. 28, Siyasi
VAN, 16 Aralık 1879

Burada yiyecek bakımından bir gelişme var. Son üç hafta­


da yağmurların düzenli yağışı gelecek ürünün iyi olacağı izle­
nimini uyandırınca, herkes elindeki ürünü pazara getirdi. Re­
form komisyonu, halkın yiyecek gereksinimini karşılamak için
bu sorunu ele alarak bazı önemli adımlar attı. Buğday fiyatla­
rı şu anda yüksek, bir baş buğday 80-90 gümüş kuruş, kış bi­
tinceye kadar fakir halk, yine yiyecek bakımından büyük bir
huzursuzluk içinde, burada işler iyi değil. Komisyon üyeleri
bölgenin durumunu düzeltmek isteseler de yetkileri sınırlı, pa­
ra harcamayı gerektiren her işi İstanbul’a havale etmek zorun­
da; resmi ve gayri resmi olarak Müslüman halk, mevcut duru­
mun değişmesini istemiyorlar. Onların mevcudiyeti dolayısıyla so­
nuç ya pek az, ya da uygulamada hiçbir işe yaramayacak. Res­
mi görevliler arasında, zor ve ıstıraplı günlerde halkla yardım
değil, genel adalet ve Hıristiyanların himayesi için verilenleri
saptırmak yolunda olabildiğince güçlü bir eğilim var.
Birkaç gün önce pazarda bir çavuş tartışma sırasında pa­
zarcıya kılıcını çekmiş, yandaki dükkân komşusu koşmuş, der­
ken askerler de çavuşa yardıma gelmiş ve bir çatışma olmuş,
ancak ciddi bir hasar olmamış.
Ertesi günü valiyi gördüm yanında ordu kumandanı da
vardı. Çavuşun hapiste olduğunu ve cezalandırılacağını söyledi.
Sonradan durumun böyle olmadığı ortaya çıktı. Valinin yanın­

361
dan çıkınca, Yusuf Paşaya gittim. O sırada çevirmen geldi. Pa­
zarda çavuşa gördüğünü, çavuşun bakkalı öldürme tehdidinde
bulunduğunu ve kurtarıldığını söyledi. Yusuf Paşa, bu durumu
bildiğini, ancak adı geçen çavuşun hapiste olduğunu, bunun baş­
ka bir çavuş olabileceğini; albayın, tutuklu çavuşun dükkân
sahibinden alacağı olduğu için İkincisini gönderdiğini söyledi.
Yusuf Paşa, işi soruşturacağını ekledi. Sonunda çavuşun, Salih
Paşa tarafından hapisten çıkarıldığı, onun da çarşıya giderek
dükkân sahibine ikinci defa saldırdığı ortaya çıktı. Vali Semih
Paşa ile Tümgeneralin adaleti yok etmekte birleştikleri açıkça
ortadadır. Bir gün bir komisyon oluşturularak sorunu incele­
meye başlamışsa da suçluyu korumak için bir yol bulacaktır.
Özellikle saldırgan askerlerin köylerdeki davranışları hakkında
her yerden şikâyetler alıyorum. Son zamanlarda, rediflerin evle­
rinden çıkarılarak yerine nizamiye askerlerinin geçmesi yüzün­
den büyük kıta hareketleri vardır. Askerler, bu hareket sırasın­
da her türlü ihtiyaç maddelerini elde etme yolunda, her tarafta
kötü muamelede bulunmaktadırlar. Aldıklarının ancak bir kısmı
için senet vermekte ve ağır istekleri yerine getirilmezse köylü­
leri dövmektedirler, özellikle bu yolsuzluklar anayol boyundaki
köylerde olmaktadır. İki gün önce Başkale yolu üzerindeki
Nurkuk köylülerinin temsilcisi bana geldi. Van’a gitmek üzere
10 gün önce bir taburun geldiğini ve veremeyecekleri her şeyin
istendiğini, kadınlara hakaret edildiğini söyledi. Albaya şikâye­
te gitmişler. Albay, «Neden bize karşı çıkıyorsunuz, Van’da
konsoloslar olduğu için mi?» demiş ve dövülmelerini emretmiş.
Ben hükümete ve komisyona şikâyet etmelerini, adaletin yerine
getirilmesine çalışacağımı söyledim.
Hükümet köylülere çok ağır baskı yapmaktadır. Halk savaş
sırasında, kilerlerinden hatırı sayılır ölçülerde yardım yaptı ve
aynı zamanda mükellef oldukları vergiyi de verdiler. Şimdi on­
lardan yeni bir istekte bulunuluyor. Her ne kadar henüz bu yılki
vergilerini ödemişlerse de köylülerden yine kendilerine ambar­
larını açmalarını istiyorlar. Oysa bu yıl, ancak kendilerini bes­
leyecek kadar stokları var, fakat dilekçeleri hükümetçe kaleme
alınmadı. Bununla beraber komisyon, durumu ele aldı ve so­
ruşturma sonuna kadar yeni vergi toplamasının ertelenmesini
emretti. Hükümetin mali güçlükleri ve mahalli yetkililerin Hı-
ristiyanlara bir şeyler yapma niyetinde olmadıklarını hatırla­
yınca, her ne kadar ürkmekteysem de bu tedbirin köylünün
yükünü hafifletebileceğini umut ederim.

362
Böylece halihazırda burada, reformların geleceği açısından
ışık göremiyorum.
F .O . 424/106, s. 89-00, N o. 47/5
Türkiye, No. 23 (1880), s. 23-24, N o. 19/3

No. 320

Yüzbaşı C layton'dan, B inbaşı T ro tter’e


No. 29 Siyasi, Özel
VAN, 17 Aralık 1879

Dün, Van reform komisyonu ikinci adamı Serkis Efendiye


komisyonun BabIâli’ye başvurmaksızın yetkilerinin ne olduğu­
nu sordum. Karşılık olarak, kaymakamları uzaklaştırabilecek-
lerini, vergi toplamada yeni yöntem bulunmasına ve daha bir
iki şeye yetkileri bulunduğunu söyledi. Ayrıca komisyonun; as­
kerlerin davranışlarının Kürtlerden çok daha kötü olduğunu
BabIâli’ye bildirmek zorunda kaldığını da ekledi. Serkis Efendi
reformların yapılacağı konusunda hiç umudu olmadığını; da­
hası, valinin yalan söylediğini; buradaki yetkililerin iyi niyetli
olmadığını; vali köylülere buğday satması için defterdara emir
verdiği halde, defterdarın daha fazla kazanç sağlamak için ha­
vaların kötü gitmesi dolayısıyla buğday fiyatlarının artmasını
beklediğini; Mirduz, Şaddak köylerindeki halkın açlıklarına al­
dırmadığını, oysa hava kötü olursa, yiyecek taşımanın olanak­
sızlığım vurguladı.
Vali, Semih Paşadan çekinmektedir. Paşanın, onun üstün­
de büyük nüfuzu vardır. Kışın burada kalacaktı, temelli kalma­
sından korkarım. Bu mektubu yazarken Ermeni papazı beni
görmeye geldi. BabIâli’den burada halkın açlıktan kırılıp kırıl­
madığını soran-bir telgraf geldiğini söyledi. Bundan önceki ya­
zımda, son üç hafta içinde görünüşün düzeldiğini kaydetmiş­
tim, Ancak özellikle Mirduz Şaddak gibi dağlık bölgelere acele
gerekli yardım yapılmazsa, büyük üzüntüler, mutlaka olacak­
tır. Açlıktan kaynaklanan tek tek ölümlerin olduğunu, fakat
kitle halinde olmadığını duymuştum. Ancak kış çökünce bun­
dan korkulur.
15 gün önce eski Patrik Hrımyan buraya geldi. Hrımyan
memleketin ne İngiliz, ne de Rusların eline geçmesini isteme­
diğini, Sultanın emrinde bütün ırklarla kardeşçe barış içinde
363
yaşamayı düşündüğünü, İngiliz ve Avrupa devletlerinin baskıla­
rıyla iyi bir hükümete kavuşacaklarını umut ettiğini belirtti.
Hrımyan bu şekilde büyük nüfuza sahip ve Ermenilerce çok se­
vilmektedir. Ancak kendisi köylülere ulaşamamaktadır. Onlar
Rusların gelmesini istekle bekliyorlar, çünkü kasaba halkın­
dan daha çok, hükümetin kötü idaresinden ıstırap çekiyorlar.
F.O. 424/106, s. 90, N o. 47/6

No. 321

S ör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 1131
İSTANBUL, 10 Aralık 1879
(Alındı, 3 Ocak 1880)

Yüzbaşı Clayton’dan, Binbaşı Trotter’e yazılan yazının


kopyasını sunuyorum.
Canterbury başpapazlığından gelen bir temsilcinin, Nas-
turilerin patriği Mar Shamoon’u ziyaret ederek, onu, Amerikan
misyonerlerine karşı düşmanca davranmaya ve Amerikan Pro­
testanlığının yok edilmesi için ikna etmeye çalışmasına ilişkin
Yüzbaşı Clayton’un ifadesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu
ilk kez olan bir olay değildir, üzülerek söylüyorum ki, Nasturi
papazlarıyla sosyal iletişimleri olan İngiliz kilisesi papazları,
onları, Amerikan misyonerlerine karşı getirmek istiyorlar. Oy­
sa bu misyonerler, Yüzbaşı Clayton’un da düşündüğü gibi Hı­
ristiyan Nasturileri arasında çok iyi işler yapıyorlar.
Anladığıma göre, Canterbury başpapazlığı ile hareket eden
İngiltere’deki kişilerin amacı, bir miktar papaz göndererek bu
eski ve ilginç Hıristiyan tarikatıyla ve onun ruhani önderiyle
ilişki kurmaktır.
Sizden, mektupla ya da tavsiye ile bu din adamlarına ola­
nak sağlamanızın istenildiğini sanıyorum. Şunları cesaretle öner­
mek isterim. Bana göre dini özgürlüğün gerçek ruhuna ters
düşen bu davranışın, Amerikan misyonerlerine karşı gösteril­
memesi için bu kişiler uyarılmalıdır; Protestanlığa karşı bu gibi
davranışların Doğunun öteki dini toplumları üzerinde çok aleyh­
te etkileri olacağı ve birkaç yıl önce bu gibi hareketlerin bizzat
Nasturileri çok ciddi sonuçlara götürdüğü hesaplanmalıdır.

364
Amerikan misyonerleri yaklaşık yarım yüzyıldır Kürt dağ­
larında, Nasturi aşiretleri arasında ve İran’da yerleşmiş bulu­
nuyorlar. Misyonerler onlara Hıristiyanlığı, kendilerini Örnek
göstererek öğretiyorlar, okutuyor ve bu Hıristiyan halkı, uy­
garlaştırıyorlar. Bunlar özveride bulunarak çok şey yaptılar. Mis­
yonerler, Nasturiler arasında birçok okul ve yardım merkezi
kurdular. Bana öyle geliyor ki, İngiliz kilisesinin, bu davranışı­
nın dışında, Amerikalıların işine karışmaksızm, yapacağı daha
birçok işi vardır.
Eğer misyonerlerin dini hizmetleri durdurulur ve etkileri
yok edilmeye kalkışılırsa cidden üzücü bir durum olabilir. Çün­
kü bu İngiliz kilisesinin doktrin ve disiplinine de bütünüyle
ters düşer ve sonunda Nasturiler arasında rekabet ve kavgalara
sebep olur. Bu, onları Müslüman Kürtlerin yeni eziyet ve zul­
müyle karşı karşıya bırakır.

E k : Yüzbaşı Clayton'dan, B inbaşı T ro tter'e


Van, 14 Kasım 1879
Hakkâri hakkında edindiğim bilgileri daha önce sunmuş­
tum. Mar Shimoun’la Nasturiler ve bunların Kürtlerle ilişikleri
üzerinde bu kez aldığım bazı bilgileri sunuyorum.
Habercinin dediğine göre Kürt Şeyhi Ubeydullah ayakla­
nabilmesi için Mar Shimoun’a iki mektup göndermiş ve kendi­
sinden yardım istemiştir. Adı geçen mektuplarda Şeyh, Türk
Hükümetini, Türk birliklerini veya Türk resmi görevlilerini
kendi topraklarında istemediklerini, BabIâli’ye belli bir miktar
vergiyi ödemekle kendilerini daha iyi bir şekilde sorumlu kıla­
bileceklerini, aksi halde kendi topraklarında bağımsız prensler
olacaklarını belirtmektedir.
Mar Shimoun, Şeyhe verdiği yanıtta, hükümete karşı gel­
mekte ona yardım edemeyeceğini; eğer kendisi böyle bir şeye
rıza gösterirse halkının ona güvenmeyeceğini bildirmiştir. Ba­
na verilen bilgilere göre Mar Shimoun’un şimdiki otoritesi kar-
şısındakiyle aynı değildir. Mar Shimoun, genç bir adamdır. Ge­
leneklere bağlı değüdir, verilen içkiyi içmektedir. Nasturiler
önceki papazlarına gösterdikleri kutsal saygılarını kaybetmiş­
lerdir. Daha önceleri hiç kimse Mar Shimoun’a hissesini ver­
meden kendi hayvanlarından ya da sürüsünden faydalanmaya
yeltenemezdi. Fakat şimdi maddi düşünceler işe girmekte ve
Patriğe neden bu kadar fazla vermeliyiz, diye sormakta, «Bunu

365
kendimiz için daha iyi muhafaza ederiz» demektedirler. Böy-
lece Patrikhane geliri oldukça azalmıştır. Bundan başka, onun
Türk Hükümetinden maaş almak suretiyle kendisini hükümete
satmış olduğunu, kendi çıkarını halkın çıkarlarından üstün tut­
tuğunu, bu itibarla Meleklerin ve maiyetindekilerin kendisine
diş bileyerek itaat ettiklerini, ya da işlerine gelmiyorsa söyle­
diklerini olduğu gibi reddettiklerini söylemektedirler.
Türk Hükümetinin talep ettiği vergiler dolayısıyla Melek­
lerle de çatışma halindedir. Yergi toplayanlar topladıklarından
daha azını gösteren tahrif edilmiş makbuzlar vermektedirler.
Halk Türkçe bilmediğinden makbuzdaki yanlışı ayırt edeme­
mektedir. Bu suretle vergilerini tam ödediklerini düşünen halk­
tan, aradaki farktan doğan birikmiş vergiler istenmektedir. Mar
Shimoun bu birikmiş vergilerin ödenmesini, dolayısıyla maaşını
istemekte, Melekler ise ödemeyi reddetmekte ve böylece ara­
larına bir sürtüşme girmiş bulunmaktadır.
Aynı zamanda Nasturiler Kürtlerden ciddi surette acı çek­
mektedirler. Herkes silahlı olduğundan toplu bulundukları za­
man kendilerine ait olan şeyleri muhafaza ederler. Fakat kü­
çük. gruplar halinde Kürtİer tarafından yakalanırlarsa, Kürt-
ler hemen üzerlerine çullanırlar ve kötü muameleye uğrarlar.
Bu sefer Nasturiler karşı saldırıya geçerler, böylece küçük bir
savaş bu iki toplum arasında sürüp gider. Son zamanlarda Nas-
tıırilerin durumu daha da kötüleşti. Çünkü kendileriyle iyi iliş­
kiler içinde bulunan Şeyh Ubeydullah’ın hükümete başkaldırma
planı Mar Shimoun’ca kabul edilmediğinden, Kürtİer Nasturi-
lere düşman oldu.
Fakat acı çekenler sadece Nasturiler değildir. Mar Shi­
moun, Amerikan misyonerlerine bağlı Protestanlara da acı çek­
tirmektedir. Kısa bir süre önce Canferbury başpapazlığından bir
temsilci Mar Shimoun’u ziyaret etmiş ve inanılması çok güç
ama, onu Amerikalılara karşı kışkırtmış, oysa misyonerlerin
yaptığı işler çok iyidir. Temsilci, Amerikan Protestanlığını yok
etmek için o tarihten beri uğraşmaktadır. Birkaç gün önce ken­
dine bir mektup yazarak bundan sakınmasını diledim. Bunun
doğru olmadığı, eğer cezalandırmışsa bunun uygar bir saldırı
olduğu yolunda cevap aldım. Bizzat misyonerlerin yaptıkları,
bunun gerçek olmadığını kanıtlar. Benim kendisiyle olan yazış­
mamın bir dereceye kadar bütün olaylarda, onu Protestanları
ezme eğiliminden alıkoyacağını umut ederim.
F .O . 424/106, s. 16, N o. 5 (Ek. 5/1)

366
No. 322
S ör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury e
No. 1133
İSTANBUL, 19 Aralık 1879

13 Eylülde Binbaşı Trotter’in size gönderdiği Beyazıt’taki


durumla ilgili raporu üzerine demarşta bulunmuştum. Bugün
gelen ilişik cevapta yeni mutasarrıfın göreve başladığı ve Beya-
zıt’ın durumunu enerjiyle iyileştirmeye çalıştığı bildirilmekte­
dir.
Ek : M emorandum
16 Aralık 1879, Babıâli

Erzurum valisinin bildirdiğine göre Beyazıt mutasarrıfı 21


Eylülde görevine başlamıştır. Aldığı talimata göre o zamandan
beri Beyazıt’taki durumun iyileştirilmesi, kamu sükûnunun sağ­
lanması ve suçluların cezalandırılmalarıyla sürekli olarak meş­
gul olmaktadır.
F. O. 424/106, s. 18, No. 6 (Ek. 6/1)

No. 323
Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 1142
İSTANBUL, 21 Aralık 1879
(Alındı, 3 Ocak 1880)

İstanbul’da çıkarılan Ermeni gazetesi Massis’te, Rus­


ya’da yaşayan bir Ermeninin yayımlanan mektubunun çeviri­
sini sunuyorum.
Ermeni Gregorienlerin patriği Nerses, Ermenistan’a özerk­
lik verilmesi üzerinde Babıâli’yi ikna etmek maksadıyla bu mek­
tubu dikkate almamı istedi. Sizi de ilmilendirebilir.

Ek : Rusya’dan Gelen ve M assis’te Yayım lanan Mek­


tup
Massis gazetesi yazı işleri müdürüne, Avrupa gazetelerin­
den aldığımız bilgilere göre, Osmanlı Hükümeti nihayet Erme-
nilere idari özerklik verilmesi gerektiğini kabul etmiştir.

367
Bu münasebetle Rusya’daki Ermenilerin görüşlerini belirt­
mek isterim. Osmanlı Hükümeti, eğer Ermenilere özerklik ve­
rilirse bunlar da diğerleri gibi bir gün bağımsız olabilirler ve
koparlar diye düşünebilir. Maksadım işin böyle olmadığını açık­
lamak ve dolayısıyla, OsmanlIların Ermenilere karşı yürüte­
cekleri politikaya ışık tutmaktır. Bütün dünyaca Ermenilerin 4
milyonluk küçük bir millet olduğu bilinmektedir. Ama Erme-
niler ne babası, ne de dostu olan, yalnız bırakılmış bir ulustur.
Hiç kimsenin bizim için feda edeceği ne bir insanı, ne de bir
kuruşu vardır. Biz Slav ırkınca eritilemeyiz, Ruslar da Bulgar ve
Sırplar’da olduğu gibi bize yardım etmezler. Ordodoks hükü­
metlerinin, örneğin Rusya'nın Yunan ve Romenlere yaptığı yar­
dımı da bekleyemeyiz. OsmanlIlara gelince, Berlin Kongresin­
de Karatodori Paşanın, «Eğer Ermenilere özerklik verilirse ile­
ride Rusya’nın bir vilayeti olur» dediğini biliyoruz. Bu yanıt
dünü, bugünü ve Ermenilerin geleceğini bilmemek demektir.
Fransa ve İtalya gibi Latin ülkeleri de bize ne bir damla kan,
ne bir frank yardım ederler; onlar da bizi kendi içlerinde erit­
mezler. Açıkçası biz, yetim bir ulusuz, bu bakımdan bize hayır­
sever bir baba ve kardeşçe bir sevgi gerek.
Bu nokta iyi anlaşılır ve kabul olunursa, düşüncelerimizi
söyleyebiliriz. Kabul edelim ki, Osmanlı devleti Ermenistan’da
Ermenilere özerklik verdi. Öyleki bu özerklik çok serbest ve
dokunulmazlığı da çok geniş olsun. Eğer bu özerklik, kelimenin
tam anlamıyla olursa, dünyanın her tarafındaki Ermeniler, hat­
ta Rusya’dakiler büe bu bölgede toplanacaktır. Osmanlı Hü­
kümeti bu konuda bütün olanaklarını kullanarak onları buraya
çekmeli, hiç değilse sempatilerini kazanmalıdır. Büyük Pet-
ro’dan, Çariçe Katerina’ya, günümüze kadar bütün Rus çarla­
rı böyle yapmışlardır. Osmanlı Hükümeti, Ermenilerin yararlı
bir ulus olduğuna inandınlmamıştır, ne yazık ki Osmanlı Hü­
kümeti, şimdiye dek yanlış ve kendisine hiçbir yaran olmayan
bir politika izlemiştir. Böyİece her yıl Rusya’ya yüzlerce Erme­
ni göç etmiş, savaş çıkınca da vaktiyle uyruğu bulunduğu bu
devlete karşı dövüşmüştür.
İnsan haklarının verildiği her ülke ve her kentte Ermeni­
ler, ticarette ve mal mülk sahibi olmada varlıklarını göstermiş­
lerdir. Bunlan bilen Çar ve hükümetleri, Ermenilere daima bir­
takım ayncalıklar vermişlerdir.
Kafkasya, Ermeniler olmadan perişan olur. Ruslar, Türk-
lerin özerklik verip Ermenileri kendisine çektiğini görünce, ay­

368
nı şeyi kendileri de yapmak isteyecek, ancak Rusya içindeki
başka uluslara da aynı hakkı vermek zorunda kalacağından,
istemesine karşın, bunu yapamayacaktır. Böylece Ermeniler
Türkiye’ye akacaklardır. Osmanlı Hükümeti, uyruklarının zen­
gin ve mutlu, İmparatorluğunun da verimli olmasım istemez
mi?
Eğer Ermeniler çoğunlukla Türkiye’de bu şekilde toplana­
bilirse, Ermenilerin artık Rusya’dan bir şey beklemeyecekleri
söylenebilir.
Eğer Ermeniler tamamıyla Rusların eline geçerse, dinleri
için savaşmak zorunda kalacaklardır. Halbuki Ermeniler 4 yüz­
yıldır Ermenistan’da kaldılar, milliyetlerini ve dinlerini koru­
dular. Ermeni dünyasının bu kutsal şeylerini kolayca bıraka­
cağı beklenemez. Eğer Ermeni milleti Sultan tarafından
özerkliğe kavuşturulursa refaha kavuşacak, o zaman bütün Er­
menilerin bütün gayret ve istekleri; Osmanlı Hükümetini güç­
lendirmek, zenginleştirmek için yardım etmek olacak. Bu hü­
kümetin himayesinde bizzat Ermeniler güçlenecek ve serbestçe
soluk alabileceklerdir. Buna İngiltere’nin hiç esirgemediği mo­
ral desteğini de ekleyiniz. İngiltere’nin Osmanlı Hükümetini
sürekli olarak sağlamlaştırmak, onu sağlam temele oturtmak
ve müreffeh yapmak çabalan şeklindeki iyi niyet gösterisi ken­
di çıkannm gereğidir.
Bir kez daha açıklayayım: Sultanın vereceği özerklik, Er­
menilerin bağımsız olmaları demek değildir. Bağımsızlık demek,
Ermenistan’ı Rusya ve Türkiye arasında kurmaktır. Türklerin
himayesinde ve onlarla birlikte refah ve Avrupa’nın sempatisi
kazanılmalı; ya da Rusların himayesi elde edilmeli, bu iki hare­
ket tarzından biri seçilmelidir. Şunu açıklamaya çalışıyorum,
Rusya Ermenistan’a özerklik vermeyi istese de şu durumda bu­
nu yapamaz. Bu nedenle Osmanlı Hükümetinin vereceği sağ­
duyulu ve ihtiyatlı özerklik beklenmelidir. Osmanlı Hükümeti, ül­
kesindeki ulusların kaderini iyileştirmedikçe huzura kavuşama­
yacağını anlamıştır. Zaman değişmiştir ve bu genel bir kural
durumuna gelmiştir. Birçok ulustan oluşan bir İmparatorluk,
bu ulusların haklı istekleri tatmin edilinceye kadar, istikrarsız
bir durumda olacaktır. Bu haklar memnuniyet verici bir şekil­
de sağlandıktan sonra, İmparatorluk güçlenecek ve bu uluslar
çok sıkı bir şekilde bir noktada birleşmiş olacaklardır, örnek
uzak değil. Avusturya, vaktiyle OsmanlIların bugün uyguladığı
gibi eski bir politika uygulamaktaydı ve acınacak bir durumday­

369
dı. 1860’ta Avusturya Macaristan ile biri eşince, imparatorlu­
ğun durumu değişti. Maddi ve manevi gücü arttı. Bu yıl, İmpa­
rator François Joseph, birkaç haftadır demeçlerinde Hapsburg
Hanedanı İmparatorluğunu oluşturan bütün ulusların haklarını
teslim etti ve böylece de PolonyalIlar, Çekler, Slavlar için huzur­
lu ve refah dolu yaşam başladı. Bu merkeze yaslanan zengin gü­
cü de mutlu bir federasyonla noktalanacak. Macaristan ve Bo­
hemya, Avusturya ordusu olmaksızın varolamazlar. Ermenistan
ise, bundan daha güçlü bir nedenle, Türkiyesiz varolamaz. İn­
giltere’nin azıcık değindiğim manevi himayesi Ermeniler ve Türk-
ler için büyük bir yardımdır. O, bizim için çok gereklidir. İn­
giltere’ye karşı saygımız vardır; ayrıca onu severiz, oysa kamu­
oyunuzu temsil eden bazı temsilciler sahtekâr bir politika ile za­
man zaman tersini desteklerler. Ingiltere’nin bütün insanlık için
özerkliği öğütlediğini, onun her türlü özgürlüğün yurdu oldu­
ğunu biliyoruz. İngiltere’nin halkoyu ile yönetildiğini, daima
adil ve insancıl olduğunu biliyoruz. Ingiltere’nin sağlam bir ya­
pısı olduğunu da biliyoruz. Evet, evettir. Hayır da hayır. Ingil­
tere bizi kendi yurdumuzda sevindirecek, bizi koruyacaktır. Bi­
zim de maddi ve manevi gücümüz olacaktır. Eğer Türkiye, As­
ya’daki bu vilayetlerde reformları halkın genel isteği doğrultu­
sunda Doğu Rumeli’ndeki gibi yaparsa, İngiltere çok memnun
olacaktır. Hükümdarın bizzat son konuşması, o konuda söylen­
miş bir ileri görüştür.
Ermenistan’ın kendisinde bir uygarlık ışığı yoktur. Ne
yol, ne bayındırlık, ne de yaşayanların kentleşmesi söz konusu.
Eğer bütün bu istekler gerçekleşse ve dağların vahşi insanları
uygarlığın sakin işleriyle uğraşmış olsalardı, Ermenistan’ın özerk­
liğiyle Suriye gibi yerler de, kuşkusuz uygarlığın olanakla­
rına sahip olacaklardı. Osmanlı hâzinesi günlük ihtiyaç­
ları bile ödeyemez duruma gelir miydi? Bu satırları yazar­
ken, yalnızca Osmanlının çıkarları gibi bir görüşe sahip de­
ğiliz; Ermenilerin çıkarları da söz konusudur. Tarihe bakarsak,
bizim çıkarlarımızla Türklerinki birbirine çok bağlıdır. Her iki
ulusun mutlu geleceği için Ermeniler, bütün insanlığa, «Yaşa­
sın Sultan! Yaşasın Türkiye!» diye bağıracaktır. Türkler de
«Yaşasın Ermeniler!» diye ekleyeceklerdir. Bu, Türklerle Er­
meniler arasında değiştirilemez bir dostluğun işareti olacaktır.
Türkler kendi toprakları dışında sadık bir uyruk, içten bir dost
bulamazlar. Bunu yapacak ancak Ermeni toplumudur. Bu top­
rak, her iki ulusu da bir dostluk zinciriyle bağlar. Eğer madal­

370
yonun öteki yüzünden de söz etmezsem, yazacaklarım tamam­
lanmış olmaz.
Varsayalım ki, Osmanlı Hükümeti Ermenilere bu özerkliği
vermek istemiyor ve belirtmek istediğimiz yararların bilincinde
değil, ayrıca cehaletleriyle Türkiye için çok zararlı olan vahşi
ırkları da (Kürtler ve Çerkezleri) kendi hallerine bırakıyor, o
zaman Ermcniler ne yapsın?
Oysa yukarıda Ermenilerin hiç dostu olmadığını, hiçbir
ulus ve hükümetten de bir şey beklemediğini belirtmiştim, bu­
nunla beraber Ermeniler, Osmanlı Hükümeti başta olmak üze­
re bütünüyle himayeden yoksun da değiller. Ermeni ulusunun
koruyucusu, kalem ve adalettir; şimdiye kadar yapıldığı gibi
bundan böyle Ermenistan’ın yumuşak huylu Ermenilerine, pa­
şalar, Kürtler ve Çerkezlerden gelecek her türlü barbarca ha­
reket Avrupa’ya yansıtılacaktır. Avrupa basını Türkiye’ye ateş
püskürecek ve Avrupa’nın insansever hükümetleri Ermenileri,
bu masum kurbanları, Türklerin elinden kurtarmak için Tür­
kiye’nin içişlerine burunlarını sokacaklardır.
Osmanlılar, Avrupa ve basınının neden bizim dostumuz ol­
duğunu biliyor musunuz? Çünkü Ermenilerin izlediği yol, Av­
rupa’nın daha önce geçtiği yola uymaktadır. Ermeniler güzel
sanatları, bilimi, yararlı çalışmayı severler, izlerler ve sessizce
yorulmak bilmeden bin bir güçlükle çalışırlar. İşte AvrupalIlar
Ermenileri bundan dolayı severler.
Sonuç olarak şunu söylüyoruz ki, Ermeniler istedikleri mut­
lu yaşama kavuşmak zorundalar. Buna hangi yolla erişeceğimi­
zi ise bize, gelecek günler öğretecek.
F .O . 424/106, s. 21, N o. 10, 10/1

No. 324

K onsolos Vekili M arengo’dan, M arki Salisbury’e


No. 25
TRABZON, 21 Aralık 1879
(Alındı, 14 Ocak 1880)

Buradaki söylentiye göre yirmi günden beri Artvin’deki


Katolik Ermeniler Türkiye’ye göç etmek, kendilerine toprak
ve kimi olanaklar verilmesi için Osmanlı Hükümetine başvur­
muşlar.

371
Birkaç gün önce Artvin’den gelen, sözüne inanılır ve bu
işle ilgisi olan bir kişi istediğim bütün bilgileri verdi :
Poutchinian denilen bir şefin buyruğundaki Katolik Erme-
nilerden bir kısmı, Rus uyruğunu kabul etmeyerek Osmanlı uy­
ruğunu korumak istemektedirler. Piloyan adlı şefin başkanlığın­
da olan, bir kısım Ermeniler de Rus uyruğunu kabul et­
mişlerdir. Bu iki grup arasında emlak nedeniyle çıkan anlaşmaz­
lık, eğer Ruslar karışmazlarsa, sıcak bir savaşa dönüşebilir.
Poutchinian ve adamları dertlerini anlatacak bir yetkili bu­
lamadıklarından, Osmanlı Hükümetinden Artvin’e bir konsolos
atayarak çıkarlarının korunmasını istemişlerdir. Bu vilayetteki
Osmanlı uyruklarının huzuru için, gerekli olan konsolos
atanması isteğine bugüne değin yanıt alınamamıştır.
F. O. 424/106, s. 46, N o. 24
F .O . 424/106, s. 91, N o. 47/7

No. 325

Konsolos H enderson’dan, S ör A .H . Layard’a


HALEP, 24 Aralık 1879

Halep’te bir süreden beri Cizvit ve Katolik papazları çok


etkin görünüyorlar. Fransızlar, kimi kez de dikkatsizce, bunla­
rın propagandasını destekliyor ve bütün nüfuzunu kullanıyor.
Patriğin size yazdığı mektupta adı geçen Ghuia köyü bir
örnektir. Bu köyde papanın savlarım kabul etmeyenlere karşı
Fransız meslektaşımın sergilediği düşmanlık ve ayaklanma, Fran­
sa gibi büyük bir devletin temsilcisine yakışmıyor.
Fransız rahiplerinin, Ermenileri Katolikliğe döndürmek için
köydeki uğraşıları pek başarılı olmamış, Ermeniler kendi ina­
nışlarını korumayı yeğlemişlerdir. Halep Patriğine 200 lira bor­
cu olan bir Ermeni papazına dininden dönerse Fransız hima­
yesine kavuşacağı sözü verilmiş; sonuçta bu papazla, rahipler
Ermenilerden kimilerine Fransız himayesi, kimilerine de daha
ucuz başka vaatlerde bulunarak, 30 kadar Ermeniyi Katolikliğe
döndürmeyi başarmışlardır.
Ermeniler, doğal olarak papazların bu davranışlarından çok
rahatsız olmuşlardır. Fakat kaymakam çok iyi davrandı, övgüye
değer bir taktikle ortalığın durulmasını sağladı. Papazlar bu

372
önlemler karşısında başarılı olamayınca din değiştirtebilmek için
kaymakamın nüfuzundan yararlanmak istediler, o da bu öneriyi
geri çevirince bu sefer ona çamur atmaya başladılar. Dahası,
Fransız konsolosunun nüfuzunu kullanarak kaymakamı Ha-
lep’e geri çektirdiler. Yapılan araştırma sonunda kaymakam
için söylenenlerin iftira olduğu kanıtlandı. Genel vali vekilinin,
onu tekrar yerine getirmesi olasılığı güçlüdür. Fakat Sait Pa­
şa, işin ayrıntılarına inmeksizin Fransız Konsolosunun şiddetle
karşı oluşu nedeniyle, kaymakamı, başka bir yere göndere­
rek, feda etmiş oldu.
F .O . 424/106, s. 47-48, N o. 26/1

No. 326

Sör A.H. Layard’dan, Marki Salisbury’e


No. 1165
İSTANBUL, 26 Aralık 1879
(Alındı, 3 O cak 1880)

Van, Erzurum, Musul ve Edirne konsolosluklarımızdan alı­


nan yazıların birer kopyası ilişikte sunulmuştur.

Ek - 1

Van İngiliz Konsolos M uavini Yzb. Clayton’dan, E r­


zurum İngiliz K onsolosu Bnb. T ro tter’e
Kış ilerledikçe açlık tehlikesi artacak gibi görünüyor. Ta­
hıl fiyatları çok yükseldi, bu ürünler aşağı yukarı pazarlardan
çekildi denilebilir. Yoksul halk, artık günlük yaşıyor. Kış için
gerekli şeyleri sağlayacak durumda değiller. Büyük bir kısmı
lahana ile besleniyor, o da biterse ne olur, söylemek güç. Her
ne kadar hükümet, fırınlara her gün ekmeklik veriyorsa da bu
noksan olduğu gibi, aradakiler de çalıyor diye şikâyet­
ler var. Halk ekmek alabilmek için fırınların önünde kavga
ediyor. Ekmek fiyatları yoksulların ulaşabileceği gibi değil,
Van’da çok yoksul insan var. Erkeklerin büyük bir kısmı İs­
tanbul’da olduğundan, ailelerine bıraktıkları geçim için yeterli de­
ğil. Kent dışındaki yerlerde durum daha da kötü, çünkü buralar­

373
da Kürtlerin yağmalan, haşatın yetersiz oluşu, memurların açık­
tan aldıkları haraçlar köylüleri gerek tohumluk, gerekse kış
tedariki bakımından, âdeta yoksul bırakmıştır. Dağlık bölgedeki
Gevver, Nurduz, Şaddak ve Moks köylerinin çok acele yardı­
ma gereksinimleri var. Kürtlerden en çok çeken bunlardır, za­
ten bulundukları arazinin yapısı da tarıma elverişli değildir, ha­
sat da öyle tabii. Hakkâri Mutasarrıfı Tosun Paşa, bölgesindeki
halka elinden geİen yardımı yapmakta ise de, elinde yeterli ürün
olmadığım sanının. Nurduz, Şaddak ve Moks onun bölgesinde
değil, ama Van vilayeti içinde; ancak yine de yardım görebile­
cekleri konusunda endişeliyim. Nurduz halkı yardım için baş­
vuralı iki ay oldu, cevap yok. Dün gece bana verilen rapora
göre, hükümet Kürt köylerine tahıl dağıtmış, Hıristiyan köyle­
rine vermemişler. Doğruluğunu henüz kontrol etmedim. Öte
yandan dağlara bu sonbahar çok kar yağdı. Bugün valiye açlı­
ğa karşı ne gibi önlemler aldığını soracağım ve eğer önlemlerin
alınmasında gecikilirse, doğacak kötü sonuçlardan hükümetin so­
rumlu tutulacağını belirteceğim. Yerel yönetimin hareketsiz­
liğinin nedeni de sanıyorum, İstanbul’un acele para istemesi
ve burada bir askeri birlik olmayışıdır. Bu bakımdan merkezi
hükümetin, vilayetleri düşünmesi gerektiği yolunda uyarılması
lazımdır, bunun da yerel yönetimin yanlış tutumundan kaynak­
landığını sanıyorum.
Sıkıntının derecesi ve alman önlemlere ilişkin ileride baş­
ka bilgi alabilirsem sunacağım.

Ek - 2
Yüşbaşı Clayton’dan, Yüzbaşı T ro tter’e
Van, 22 Kasım 1879, gizli

15 Kasım akşamı aldığım bir habere göre, Van Ermenileri,


içinde bulundukları baskı durumundan kurtulabilmek ve Rusla­
rın himayesini sağlayabilmek için Yunan Ortodoks kilisesine
girmek istemektedirler. Bu amaçla imza toplamak için hareke­
te geçmek üzeredirler. Ertesi sabah büyükelçiye aşağıdaki teli
gönderdim.
Rus himayesini sağlamak amacıyla Yunan Ortodoks kilise­
sine girmek için Van Ermenileri imza toplamaya başlamak üze­
redirler. Bu işin boyutlarını ya da kimlerin yaptığım bilmiyorum.

374
Kasabada 2500, 3000 imzanın toplandığı, imza listelerinin
köyden köye dolaştırılacağı, köylerin esasen Rus yanlısı olduk­
ları bilindiğinden toplanan imzalann büyük miktarda olacağı
söylenmektedir. Bu işleri kimin ayarladığını, Ruslarca mı yapıl­
dığını henüz saptayamadım.
Ermeni patriğinin bana söylediğine göre, kendisine bazı kim­
seler gelmiş ve neler olduğunu sormuşlar. O da karşılık olarak,
«Siz akıllı insanlarsınız böyle gereksiz şeyleri neden yapıyorsu­
nuz» demiş. Ingiliz Konsolosunun bir şeyler yapacağım düşündük,
o bir şey yapmadı; Semih Paşa da öyle; reform komisyonu Er­
zurum’da hiçbir şey yapamadı; şimdi Rusya bir şeyler yapabilir
mi diye denemek zorundayız, demişler.
Patrik kendisine gelen adamların, ona güvendiklerini bu
nedenle adlarını veremeyeceğini söyledi. Rus ajanlarının bu işte
parmağı olduğunu sanmıyorum. Söylediğine göre, böyle bir ha­
reket bir süre önce Van’da da başlamış, ancak Ingilizlerin etki­
siyle Ermenilerin durumlarında bir iyileşme umudu doğunca,
hareket durmuş.
Şimdi halk yeniden umutsuzluğa düştüğünden aynı hareket
yeniden başlamış. Elimden gelen her şeyi yapıyorum, ama hal­
icin direncinin de hızla tükenmekte olduğunu görüyorum, In-
gilizlerin yardımıyla eğer bir şeyler yapılmazsa, en geç bahar­
da Ermenilerin Rusya’ya genci bir çağrıda bulunmalarına kesin
gözüyle bakılabilir. Bu, Ermenilerin Rusya’yı sevmelerinden de­
ğil, yalnızca umutsuz oluşlarmdandır. Eğer reform komisyonu
bir şey yapamaz, zaman geçtikçe Ingilizlerin nüfuzu da bir işe
yaramazsa, halk Ingilizlerin uğraşıp da başarı sağlayamadığına
inanacak, dahası başka bir yere yönelecektir. Aynı etki Türk
ve Kürtlerde de meydana gelecek ve ne isterlerse onu yapabi­
lecekleri kanısı uyanacaktır. Eğer tngîlizler işe el atmazlarsa,
durum daha da kötü olabilir ve Ermeniler Rusya’ya, kendileri­
ni kurtarması için açıkça başvurabilirler. Hükümetin kendisi­
ne baskı yapılmadıkça, onun Hıristiyanlar için bir şey yapa­
cağı yok. En ufak bir iyileştirmenin bile, onlarca onur kinci
bir yönü görülmektedir. Vali, ya Hıristiyanlara karşıdır, ya da
etrafını çevirenlerin diklenmesiyle bir şey yapabilecek halde de­
ğildir. Defterdar özellikle zararlı biridir, onun dışında Timur-
oğlu ve Türklerin öteki ileri gelenleri iyileştirmenin yapılmaması
için ağırlıklarını koymaktadırlar. Her ne kadar bana söylendiğine
göre, kendisiyle ilgili basında iyi haberler çıkması için gayret
sarf ediyorsa da Semih Paşanın bir şey yapmadığını görmek­

375
teyiz. Van’da toplanan Kürt şefleri, hükümete büyükçe paralar
ödeyerek, karşılığında yüceltilerek yerlerine gönderilmişlerdir.
Kürtlerin Ermenilere daha çok baskı yapmaları için cesaretlen­
dirilmelerinden ve böylece hükümete ödemek zorunda olduk­
ları parayı da köylülerden çıkarmalarından korkulmaktadır.
Tosun Paşanın ve Hakkâri’deki Moks, Bitlis, Arjes ve Ardişek
kaymakamlarının yönetildiklerinde iyi olduğunu memnuniyetle
duydum.
Ek - 3
Yüzbaşı Clayton’dan, B inbaşı T ro tter’e
Van, 28 Kasım 1879

Ermenilerin Yunan kilisesine girme teşebbüsleri karşı gös­


terilere sebep oldu. Önceki gün Ermeni patriği ve kardeşi, şeh­
rin ileri gelen Ermenileri adına bana geldiler ve ilişikteki mesajı
getirdiler. Söylediklerine göre, Yunan kilisesi için girişilen ha­
reketleri, Ingilizlerin Ermenilere yaptığı yardımın boşa gitme­
mesini sağlamak için, önlemeye yönelmişler ve bir ölçüde başa­
rı kazanmışlar. Ancak belirli bir süre içinde Hıristiyanların du­
rumunda hatırı sayılır bir iyileşme olmazsa, yeniden bir gayretle
bu hareketin tekrar başlayacağı kuşkusuzdur.
Kurban bayramı dolayısıyla bu haftanın 4 günü tatildir, iş­
ler askıya alınmıştır ve statüko sürmektedir. Reform komisyo­
nunun yarın buraya geleceği beklenmektedir.

Ek - 4
V asbouragan Erm eni Tem silcisinden, Yzb. Clayton’a
Van, 25 Kasım 1879

Ermenilere yapılan dayanılmaz ölçüde eza, cefa ve baskının,


hükümetin Kürtleri cesaretlendirmesiyle ve onları bu işte alet
olarak kullanmasıyla olduğunun, siz de artık kuşkusuz farkm-
dasınızdır. Böylece Kürtler kimi kez korkunç cinayetler, işken­
celer, kimi kez de tehditlerde bulunmaktadırlar. Bu nedenle diye­
biliriz ki, biz ilkin hükümetin, ikinci olarak Ermenilerin ara­
sında yaşayan ve yerel hükümetin hoşgörüsünden faydalanan
bağnaz Türk ağalarının; üçüncü olarak da Kürtlerin baskısı al­
tında bulunuyoruz.

376
Doğru söylemeyi seven herkes ve bizim için gerçek şudur
ki; Kürtleri, Ermenilere karşı kışkırtmak ve ayaklandırmakta
hükümet, devamlı olarak bağnaz Türk ağalarını kullanmakta­
dır. Hükümet, yoksul ve korunmasız Ermenilere baskı yaparak
onları kendi yurtlarından uzaklaştırmayı, böylece Ermeni be­
lasını bir defada çözümlemeyi yeğlemekte, ancak bu arada eski
Türkiye’nin uygarlaşma çabalarını da engellemektedir. Avrupa
Hıristiyanları, yoksul Ermenilerin ağlama ve feryatlarını duydu­
ğu zaman Osmanlı Hükümeti, bir yandan onların acıklı duru­
munu düzeltmeye çalışırken, elaltmdan da gizlice Kürtlerin
ayaklanmasını sağlamakta, böylece Avrupa’yı ülkede ayaklan­
ma var diye kandırmaktadır. Bu ayaklanmayı bastırmak için de
para ve zamana ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedir.
Eğer büyük devletler, bu sözde reform komisyonlarıyla söz
verilen reformların yapılacağını düşünüyorlarsa, ya da bu hü­
kümet ülkenin durumunu düzeltmeyi içtenlikle istiyor da yapa­
mıyor diye görerek Türk hükümetinin ikiyüzlü, aldatıcı davra­
nışlarına inanıyorlarsa, bu, gerçekte yüce ve değerli bir inanış
olmakla beraber, çok tehlikeli bir durumdur; bizim umutlarımızı
silip süpürdüğünü ne yazık ki söylemek zorundayız.
Eğer Avrupa, Kürtlerin yenilemez olduğu yolunda yanlış
bir kanıya sahipse, bu inanışlarında bir miktar hata payının ol­
duğunu kanıtlamak zor değildir. Eğer Ermenilerin kısa bir süre
için bile olsa, Kürt saldırılarına karşı silahlanmalarına izin ve­
rilirse, bu kanlı Kürtlerin ılımlı kuzulara dönüştüğünü ve bizim­
le barış içinde yaşadıklarım göreceksiniz. O halde şu soru sorula­
bilir : Neden Ermenilerin kendilerini korumaları için böyle bir
önlem alınmıyor? Biz yanıtlayalım. Çünkü Ermeniler, İngilte­
re’nin insanların kendilerini feda etmeksizin Ermeni sorununu
bir sonuca götürecek ölçüde güçlü olduğuna inanıyorlar, bu
nedenle bu düşünceye bağlı olarak bekleşmektedirler. Fakat
sabrın da bir sonu vardır Ermeniler için hayat akıp gitmektedir,
durumun düzeleceği umudu günden güne silinmektedir. Erme­
ni toplumunun bütünüyle umutsuzluğa itildiğini söyleyebiliriz,
eğer içinde bulunduğumuz acıklı ve güçsüz durumumuz en kı­
sa zamanda hafifletilmezse, herkes tek tek Ermeni milletinin var­
lığı ya da mahvını düşünmeye itilecektir. Dünyanın gözü önün­
de Doğuda Hıristiyanların korunması gibi büyük bir işi ciddiyet­
le yüklenenler bizim, anayurdumuz, ulusumuz, dinimiz için akıt­
tığımız kanlardan suçlu olabilirler.

377
Berlin Kongresi, antlaşmanın 61’inci maddesinin uygulan­
masında entrikada ustalığıyla bilinen hükümetin yalan sözlerine
kapıldı, önemli bir sorun olan Doğu Rumeli işine, hızla karar
verme gereği duyuldu, ama yoksul Ermenistan ve sorunları yeni­
den Türklerin eline bırakıldı. Böylece zavallı yaralı kuzunun ba­
kım ve tedavisi için, onu parçalamayı gözleyen aynı vahşi kur­
da güvenildi. O zamandan beri, geçmişteki felaketli beş yüzyıldır,
Hıristiyan olarak varlığımızı sürdürmek ve korumak için çek­
tiğimiz ıstırapların, tarifi imkânsız baskılara katlanmanın ve
Hıristiyan olduğumuzdan dolayı yaralanmamızın belki bir mü­
kâfatı olarak açmaksızın düşmanımızın müthiş intikamına bı­
rakıldık. Bu sırada Türk İngiliz anlaşması imzalandığında, yeni
bir umuda kapıldık ve yüce adaletin İsrail’e Mısır köleliğin­
den kurtulmalarını bahşettiği gibi, bizim de bu gayeye varaca­
ğımızı düşündük. Fakat son derece üzülerek ifade etmek isteriz
ki, o zamandan beri durumumuz eskisinden daha beter oldu ve
umudumuzu tekrar yitirdik, çünkü İngiltere, Türkiye’ye yol
göstereceğine onu izledi. Halkta, Ermenilerde kendi sorunlarıyla
birlikte Kıbrıs Antlaşmasına feda edildikleri fikri doğdu. Sonuç­
ta biz yine umutsuzluğa kapıldık, özellikle son derecede üzgün
olan köylüler, Türk hükümetinin uğursuz boyunduruğundan kur­
tulmanın müthiş yollarına yöneldiler. Vasbouragan Ermeni hal­
kı, Rus kilisesini kabul etmek gibi şimdi çok tehlikeli bir hare­
ket ve niyetin eşiğindedir, işte size başvurmamızın nedeni bu-
dur. Sizin yüksek kişiliğiniz bizim için büyük bir güvencedir, si­
ze sunduğumuz bu durumun olumlu sonucunu bekliyoruz.
Vasbouragan umutsuz Ermeni toplumu Haraganz ve Ar-
damrt’Ie ilgili işlerde esirgemediğiniz enerjik davranışınızla ce­
saretlenmişlerdir; bu bakımdan, büyük Britanya’nın gücünden,
etkinliğinden kaynaklanan yeteneğinizle, bu son derece kötü ve
sefil durumda size tekrar başvuran çaresiz Hıristiyan Ermenileri
koruyacağınıza ve düştüğümüz yerden bizi kaldıracağınıza emi­
niz. Eğer Ingiltere’nin yüksek himayesine mazhar olursak, Er­
menistan ve Ermeniler, büyük, özgür ve asil İngiliz milletine
sonsuza değin müteşekkir kalacaklardır.
Vasbouragan Ermeni temsil heyeti :
İmza Prof. Dr. Amırjian, Simeon Gu-
neshian, Setrag D. Devganz, Nishan
Shirmanian, Matheos Vartabed, Aris-
tages Vartabed ve 250 imza.

378
Ek - 5
Yüzbaşı Clayton'dan, B inbaşı T ro tter’e
Van, 2 Aralık 1879

Rus Konsolos Muavini Binbaşı Gamsaragan’ın bana söyle­


diğine göre, Şaddak bölgesinden 15000 aileyi temsilen bir heyet
kendisine başvurarak Rus uyruğuna geçmek istediklerini bildir­
miş. Konsolos kendilerine, bu başvuruyu kabul edemeyeceğini,
ama merkeze rapor edeceğini söylemiş. Binbaşı, bahardan önce
Osmanlı ülkesindeki durum hatırı sayılır ölçüde değişmezse,
o zaman çok ciddi olaylar olabilir dedi.
Reform komisyonu üyesi Yusuf Paşa ile Serkis Efendi bu­
raya geldiler ve dün Sultanın bu konuda fermanını okudular.
Bana söylediklerine göre seyahatleri sırasında, özellikle Muş baş­
ta olmak üzere durumu çok kötü görmüşler. Serkis Efendi bu­
nu, «Tam bir anarşi» olarak nitelendirdi. Burada 12 gün kaldılar
ve bu süre içinde 5 Hıristiyan öldürüldü.
Yusuf Paşaya, Van’daki durumu sadece denetleyip İstan­
bul’a rapor etmek üzere talimat aldıklarının doğru olup olma­
dığını sordum. Sorumu yanıtlarken, iş yapmak için bazı yetki­
leri olduğunu ve bu yetkileri aşan işlerde de İstanbul’a rapor
vermek zorunda olduklarını söyledi.
Üç gün önce Makastar Çilingirof’u gördüm. Bu adam,
Şeyh Ubeydullah’ın yakın dostudur. Şeyhin, Türk hükümetine
karşı ayaklanmadığını söyledi. İşin aslı şöyle imiş: Şeyh köyünü
yağmalayan bir Kürt aşiretini cezalandırırken, askerler işe karı­
şınca kendisini savunmak zorunda kalmış.
Musul’dan gelen birliklerle Şeyhin oğlu Abdülkadir ara­
sındaki çatışmayı, Çilingirof şöyle anlattı: Birliğin komutanı,
geçen üç yıllık birikmiş vergileri ister, Abdülkadir zaman ister,
subay da bu öneriyi kabul etmeyince, genç ve fevri bir adam
olan Abdülkadir, babasının onayını almadan ve onun bilgisi dı­
şında topladığı 500 kişiyle askere saldırır.
Bu Çilingirof’un demesidir, iyi bir karaktere sahip değil­
dir; oysa Şeyhin, bağımsız bir prens olabilmek için Türk idare­
sinden kurtulmak amacıyla gayret sarf ettiği yolunda yığınla
kanıt vardır ve Türk hükümeti için bu adam devamlı bir teh­
likedir. Ama Türk hükümeti onun bu açıklamasını uygun görüp
onu överek, dahası yücelterek sakin tutmaya çalışmaktadır.
Çilingirof bana, Maruk Nasturi Metropolü Mar Yusup’tan
bir mektup getirdi. Bu mektupta Türk birliklerinden şikâyet edil­

379
mekte; askerin üç yıllık birikmiş vergileri istediği, köylünün
de vereceği hiçbir şeyi olmadığı için, parayı veremedikleri, asker­
lerin de istediklerini alamayınca köyleri talan ve tahrip ettik­
leri belirtilmektedir. Ancak Mar Yusup, Şeyhin en yakın kom­
şusudur, onunla devamlı ilişkidedir. Bu nedenle bu sözleri ih­
tiyatla karşılanmalıdır. Bu satırlar, Şeyh tarafından, kendisiyle
Türk yetkilileri arasında cereyan eden görüşmeyi desteklemek
amacıyla dikte ettirilmiş olabilir.

Ek - 6
Yüzbaşı E verett’den, B inbaşı T ro tter'e
5 Aralık 1879

Geçen ayın 25’inde İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinden


aşağıdaki teli aldım
Tarabya 24 Kasım

Geghi’deki bazı temsilcilerden, adaletin kötü uygulandığını


ve bahtsız durumlarındaki umutsuzluklarını belirten bir telgraf
aldım. Onlara sabırlı ve sadık olmalarını telkin etmeye çalıştım.
Çünkü Sultanın gelecekte onların korunması için önlemler al­
makta olduğunu biliyordum. Aynı gün vali, Geghi sorununun
olabildiğince hızla sonuçlandırılabilmesi için, konseye buyruk
verdiğini söyledi. Mahkeme Genel Müfettişi Nafiz Paşa, aşiret
reislerinin mahkemelerinin geçen ayın 29’unda başlayacağını,
bu ayın 3 ila 8’inde bitirileceğini söyledi. Fakat bu istek gerçek­
leşmedi. Bu sırada, vali İstanbul’dan, Geghi halkının İn­
giliz büyükelçisine başvurduğunu bildiren bir tel almış. Bu
telde Sultanın davanın 10 gün içinde bitirilmesini istediği bildi­
rilmekteymiş. Bunun üzerine adalet mekanizması tekrar dön­
meye başlamış ve bana, kararın 10 gün içinde verileceğine iliş­
kin söz verilmişti.
Ancak, ne yazık ki bu karar, hemen uygulanmaz. Çünkü,
öncelikle beylere verilen ceza, çok hafiftir; İkincisi, buradaki
mahkemenin adil olmadığını İstanbul’a tellemişler. Bunun üze­
rine Babıâli, beylere, kendilerine verilen ceza için istinaf mahke­
mesine başvuru hakları olduğunu bildirmiş. Yetki ile söyleye­
bilirim ki, niyetleri budur. Belirtmeye gerek görmüyorum, çün­
kü bu yolları denemelerine izin verilirse, adalet gerçekleşmeye­
cektir. Mahkeme üyelerinin beylerden yana olduğu bilinen bir
konudur. Aslında bu anda BabIâli’nin baskısıyla onlar hareke­

380
te geçmişlerse de, eğer beylerin kurtulmaları için bir kılıf hazır­
layabilirlerse, bunu yapmaktan hiç çekinmeyeceklerdir.
Bu geciken adaleti sağlamak amacıyla, beylere verilen hü­
kümleri temyize hakları olmadığı yolunda, Sultana telkinde
bulunarak onun hükümranlık hakkını kullanmasını sağlamaya
gerek duyulacağını sanırım. Eğer bu yapılmazsa, bu dava bit­
mez. Çünkü istinaf mahkemesi kararına da itiraz ederlerse, iş İs­
tanbul’da temyize gelir. Kaldı ki amaçları, Avrupa politikasın­
da kendilerine yardımcı olacak bir değişiklik oluncaya kadar,
zaman kazanmaktır. Eğer yüksek mahkemeye başvurulursa ve
kabul olunursa, buradaki etkisi çok kötü olur. Geghi davasının
arkasında, aylardır sonuçlanması için beklenilen Bayburt da­
vaları var.
Eğer bu işten temyizde sıyrılmanın bir yolu olduğunu bu
beyler de anlarlarsa, Bayburt halkının adaleti sağlama şansı çok
azalır. Beylerin böyle bir hareket tarzı uygulamalarına izin ver­
mek rezalet olur. Bu, onların uzun zamandır bu vilayetlerde
yaptıkları haksızlıkların, mahkeme yoluyla en sert şekilde ceza­
landırılmalarını önleyerek, onlara ödün vermek demektir. Örnek
olay komisyonca yapılmış, onların suçlarında da örnek kanıt mev­
cuttur. Bütün kent ve kırsal bölge, Geghi beylerinin davasını
gözlüyor. Burada halk hükümete yapılan baskıdan bütünüyle
haberdar olup, Ingiliz müdahalesinin sonucundan dolayı, eski­
sinden daha fazla ilgiyle davayı takip etmektedir. Bu anda bey­
ler, dış görünüşüyle, çok kötü durumdadırlar.
Davaya bakmaya zorlanan mahkeme, daha uzun zaman
hüküm vermekten kaçamaz. Fakat oyun bitmeyecektir. Hüküm
ilan olunur olunmaz, onun genel temyizi olacaktır. Beyler tek­
rar nefes alacaklar ve halk da hem İngiliz müdahalesinin, hem
de BabIâli’nin Erzurum’da bir işe yaramadığı kanısına varacaktır.
Bu bakımdan en içten dileğim, mahkeme karan temyiz edildi­
ği zaman, bu açık kapının kullanılamaması için kuvvetli etkinin
yapılmasıdır. 3 numaralı politik yazımda da üstü kapalı söz et­
tiğim gibi Geghi kaymakamından, kendisini yerinden oynatmak
için bir komplonun tezgâhlanmakta olduğunu bildiren bir mek­
tup aldım. Benden kendi durumu için müdahale etmemi istiyor.
Aynı şekilde bir başka mektubu da Rus Konsolosuna göndermiş­
tir. Kopyasını iliştirdiği, Müslüman ve Hıristiyan halk tarafın­
dan yazılan bir dilekçe de valiye gönderilmiştir. Bu dilekçe,
bütün bölge halkının durumu nasıl değerlendirdiğini açıkça gös­
termektedir.

381
Mozlu’dan M urat’ın kazara birini vurduğu için Şanus kay­
makamı tarafından zincire vurularak 45 gün içerde kaldığını,
bazı zorluklardan sonra tahliye ettirebildiğimi bildirmek iste­
rim. Bu kaymakamın karakteri hakkında size bilgi vermeye
gerek yok, çünkü onun çok tutucu ve iki taraflı oynayan bi­
ri olduğunu biliyorsunuz, fakat bu durumda onun buradan git­
mesi için pek az şans görüyorum.
Ancak üzerinde ısrar gerekir. Kaymakamın Protestan öğ­
retmeni Murat’a yaptığı muameleyi bütünüyle yasadışı bulu­
yorum. Zira kaymakam, önce Erzurum’a soruşturma rapo­
runu göndermedi ve onu yargılanmadan hapsetti. Dahası, hü­
kümetten izin almaksızın onu zincire vurdu. Bu açık kanıtlar
valinin önüne serilerek İskender Beyin gönderilmesine ikna edil­
mesini temenni ederim.
Beyazıt’tan, buğday kıtlığı dolayısıyla çekilen sıkıntıyı bil­
diren çok kötü bir rapor aldım. Buğday fiyatı çok fazla, kilosu
666 kuruş, buna rağmen bulunamıyor. Bu bölgede buğday ekil­
miyor. Eleşkirt’te durum o kadar İcötü değil, fakat büyük yok­
sulluk var, Molla Süleyman’da 13 aile hemen hemen açlık için­
dedir.
Yani mutasarrıf Kürtlerin yağmalarını önleyerek halkın ıs­
tırabım hafifletecek bir önlem alacağa benzemiyor. Netice ola­
rak sancak, sonbaharda gördüğümden daha beter durumdadır.
Erzurum civarında buğday satılıyor, anladığıma göre bir şir­
ket kışın pahalı satmak üzere buğdayları şimdiden alıyor. Bu
kötülüğü durdurmak mümkün değil. Babıâli, vilayetten acele
çok miktarda para istemektedir. Bu mutlak zaruret karşısında
vilayet parayı temin araçlarında dürüst olamaz.

Ek - 7
Geghi M üslüman ve H ıristiyan H alkından, E rzurum
V alisine Dilekçe
Geghi, 22 Kasım 1879
Sayın Erzurum Valisi
Sultanın en büyük isteği uyruklarını güvence altında bu­
lundurmak, onların bilimde ve güzel sanatlarda ilerlemesine
gayret etmek, huzur içinde olmalarını sağlamaktır. Sizin de
isteğiniz ancak bu olabilir. Sonuca ulaşmak, halkın alışkanlık­
larını, yasa ve tüzüklerini iyi bilen yetkili kişilerin atanması ile
olabilir. Çok iyi bilinmektedir ki, Geghi kaymakamı, bu mevkii

382
bir yıldır korumakta, adil davranmakta, kesinlikle rüşvet yeme­
mekte, kendi rahatmı düşünmeksizin halkı için çalışmakta, hü­
kümetin gelirini arttırmak için elinden geleni yapmakta ve bu
geliri emniyette bulundurarak, uygun bir bölümünü makamını­
za göndermektedir. Biz şimdiye kadar devletin onurunu böyle-
sine koruyan ve halkın rahatmı sağlayan bir kimse görmemiş­
tik. O, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında hiçbir zaman
ayrım yapmamış ve bize daima dürüst ve barış içinde olmamızı
öğütlemiştir. Onu bu davranışlarından dolayı ödüllendirmek ge­
rekirken, Erzurum’da kötü niyetli bazı kişiler onun aleyhinde
bulunmaktadırlar. Onu Hıristiyanların koruyucusu olarak suç­
lamakta ve her gün işinden atılmasını istemektedirler. Sonun­
da onu görevden alarak yerine Tercan’dan Süleyman Bey adın­
da birinin kaymakam vekili olarak atanmasını kararlaştırmışlar.
Umut ediyoruz ki Sayın Valimiz, idarede usta, eşitlik içinde
çalışan böyle bir kimsenin görevden alınmasına izin vermeye­
cektir. Kaymakamımızın görevden alınacağından tamamen emin
değiliz. Bununla birlikte, zatıâlinizden bu gibi bir davranışı ön­
lemenizi istirham ediyoruz. Bütün bunlara karşın, şayet o gö­
revden alınırsa bütün Geghi sakinleri, Müslüman ve Hıristiyan,
uygun görülecek bir zamanda, kaymakamımızın yerinde kal­
ması için size de Babıâli’ye de dilekçe ile başvuracağız.
imza : 53 Türk, 41 Ermeni

Ek - 8
Yüzbaşı Clayton’dan, B inbaşı T ro tter'e
Van, 29 Kasım 1879

Buraya geldiğimden beri bütün dikkatimi reform sorunu


ile politik duruma verdim, ilişikte bu konudaki incelemelerimi
kapsayan raporumu sunuyorum. Onların çok özgün ve değerli
şeyler olduğunu ileri sürmüyorum, ancak benim bu konuda
vardığım sonuçların bilinmesini istiyorum. Görevimin dışına çık­
tığım şeklinde yorumlanmayacağından eminim.

Ek - 9
Yzb. Clayton’un, V an’daki R eform lara İlişkin R aporu
Ermeni İmparatorluğunun bir parçası olan Türk Asyası
vilayetlerinde şimdi birçok ırk yaşamaktadır. Bunlar, Türk Nas-
turi, Kürt, bir kısım Çerkez ve öteki Müsliimanlardır. Dr. Issa-

383
verdeıız’in 1874’te Venedik’te yayımlanan Ermeni tarihine gö­
re, Türk Ermenistamnda 5 milyon kişi yaşamaktadır ve bun­
ların 2 milyonu Ermenidir. Nasturiler 250.000 ile 500.000 ara­
sındadır. Böylece Hıristiyan nüfus, bütününün yarısına varmak­
tadır, Geri kalanlar T ü rk -K ü rt ve başka ırklardır. Aynı yazara
göre, Türkiye’nin geri kalan kısmında 550.000, Rusya’da
1.200.000, İran’da 170.000 Batı Avrupa’da 35.000, Hindistan ve
Doğuda 25.000, bütün bunları toplarsak, bütün dünyada yak­
laşık 4 milyon Ermeni vardır.
Reform sorununu ve politik sonuçlarını düşünürken Erme-
nilerin ulusal duygularını gözden uzak tutmamak gerekir. On­
lar geleneklerine bağlı, vaktiyle büyük bir ulus oldukları bilin­
ciyle, yine öyle olmayı istemektedirler. Eğer onlara huzur ve re­
fah verilebilseydi, dışardan buraya akın edecek olan Ermeniler,
her ne kadar bir zamanlar Türk idaresi altmda güven ve geliş­
me içinde olmalarından memnun idilerse de, şimdi hepsi yurttaş­
larını yeniden bir ulus olarak canlandırmak iddiası ile dolu ola­
rak sonunda bağımsız devlet kurmuş olabilirlerdi. Bunun Rusya
üzerindeki etkisi ne olur? Bağımsız bir Ermenistan yaratma
hareketine, Rusya’nın aldırış etmeyeceğini varsaymak güçtür.
Görüldüğü gibi Rusya’da kalabalık bir Ermeni topluluğu ve
bir zamanlar Ermenistan olan hatırı sayılır büyüklükte toprak­
ları var. Ermenistan’ı tekrar canlandırmak için bu topraklar ge­
ri istenilebilir, eğer kabul olunmazsa, buradakiler Türkiye’de
bağımsız bir Ermenistan kurabilmek için Türkiye’ye göç ede­
bilirler. Bu göç, onların gelişmesini sağlar ve devlet kurulduğu
zaman da onu güçlendirir. Ayrıca böyle bir devlet, Rusya’nın
güneye sarkmasına da bir set oluşturabilir. Eğer Rusya’nın,
böyle güneye doğru ciddi bir ilerleme isteğinde olduğunu kabul
ettirecek bir sebep varsa, biz onun güçlü ve bağımsız bir Er­
menistan kurulmasına engel olacak çabalarına hazır olmalıyız.
Rusya, şimdiki kötü idareyi entrikalarla sürdürmeye gayret eder
ve böylece umutsuzluğa düşen Ermenistan'ın kendisine başvur­
masıyla ona sahip olur. Yahut resmen bir Ermenistan devleti
kurulmuşsa, onun güçlenmesine ve zapt olunamaz duruma gel­
mesine engel olur; örneğin, ya sinsice yaltaklanarak sonunda
onu yutmak için onunla samimi bir ittifak kurar, ya da yeni
kurulan devlette parti kavgalarını filan körükleyerek, kendi
müdahalesine gerek duyulacak bir anarşi yaratır.
Bu nedenle, Osmanlı imparatorluğunun bu bölümünde ne
yapılabilir diye karara varılırken, bu iki nokta akılda tutulma­

384
lıdır: Ya bağımsız bir Ermenistan kurulmasını önlemek için re­
form çalışmaları sürdürülür; ya da Rusya’nın müdahalesine ka­
pı açmamak için, Ermenistan’ın dahili gelişmesini garanti ede­
cek şekilde gözetilir. Bu endişemizin temelsiz olduğunu umut
etsek de tehlikeye karşı gerekli dikkati göstermeliyiz.
Bu iki hedeften birincisi, ancak bir veya iki biçimde sağ­
lanabilir. Ermenileri kendi sistem ve hükümetleri içinde erit­
mek için Türkler yerleşmiş sistemlerini bütünüyle değiştire­
cekler, böylece Ermenüer ilerlemenin en iyi yolu olarak impa­
ratorluğun devamını kendileri isteyecekler, ya da Asya’daki
idaresinin yerini İngiltere veya uluslararası himayeci baş­
ka bir otorite alacaktır. Bu otorite, hükümette merkezi makam­
lar için Ermeni isteklerine kapıyı açacak, böylece Ermeniler
kendi özel yurtlarında homojen, fakat nispeten zayıf bir prens­
lik olmaktansa, karışık durumda olmalarına karşın, büyük ve
kuvvetli Küçük Asya devletinin liderleri durumuna gelmelerinin
daha uygun olacağını düşünebileceklerdir.
Vereceğim nedenlerden ötürü Türk idaresinin değişeceği­
ne inanmadığımdan, Ermeni devletinin ortaya çıkmasını önle­
mek için benim düşünceme göre, Küçük Asya’da dirlik düzen­
lik sağlamaya çalışırken, Ingiltere ve Avrupa’ya düşen seçenek,
pıatikte çok kısa bir sürede Türk hükümetinin baştan atılma­
sını gerektirecektir.
Türk hükümetinin yaşaması isteniyorsa ve eğer bu olabi­
lecekse Küçük Asya'nın refahı sağlanırken, ileride er geç ba­
ğımsızlığını isteyecek Ermeni milliyetçiliğinin gelişeceği de dü­
şünülmelidir. Bugünlerde Ermenilerin iktidar gücünün olma­
yışı ve Ermenistan’da ırklımın karışık bir durumda bulunmaları
nedeniyle, bu tehlike mümkün olduğu kadar kırılmalıdır. Ya­
pılacak reformlar öyle tanzim olunmalıdır ki, hem Müslüman­
ların, hem de Hıristiyanların içindeki parti çekişmeleri gibi
tutucu tehlikelere karşı koruyucu, güçlü bir yürütme organı
bir süre için devam ettirilmelidir. Aynı zamanda bir yandan
Kürtleri disiplin altına alırken, öte yandan da dışarıdaki poli­
tik eğitimi yaygınlaştırarak, gerçek kuvvetin nasıl olacağı, bö­
lünmenin tehlikesi, alçakgönüllülük ve hoşgörü ihtiyacı üze­
rinde halk eğitilmeli ve yavaş yavaş yetki ve yürütmeye alıştınl-
malıdır. Bunu yaparken halkm karışık olması nedeniyle zorluk­
larla karşılaşılacaktır. Osmanlı (Türk) halkının, Küçük Asya’nın
başka bölgelerine göç etmelerini, buna karşın Ermenilerin bu
yöreye aktarılmalarını teşvik etmenin büyük faydası olacaktır.
Eğer bu iş sessiz sedasız yapılabilirse, geriye Kürtlerle Nasturi-
ler kalır. Kürtler, Ermenilerle kader birliği etmeye teşvik
edilmelidir. Serbest bir eğitimle aralarındaki dini nefret yu­
muşatılmak, bu iki ırk bütünleştirilmelidir. Ancak ilkin Kürt­
ler güçlü bir disiplin altına alınmalı ve sükûnet içinde yaşa­
mak zorunda bırakılmalıdırlar. Eğitim mümkün olduğu kadar
onlar arasında yapılmalı, eğer onları sakinleştirici önlemler gi­
derek istenildiği gibi sonuçlanmazsa, eğitimin hiç olmazsa on­
ları hükümete katılabilecek ölçüde birer iyi vatandaş yapacağı
umulabilir. Belki de onlar son zamanlarda iyice artan Müslü­
man bağnazlığı nedeniyle Hıristiyan olurlar. Kürtlerin kökenin­
de Hıristiyanlarınkine benzeyen birçok gelenekleri vardır. Son
zamanlara kadar Kürtler, Hıristiyanlarla dosttular. Dahası Er-
meniler, Kürtlerin de kendi ırklarından -olduklarına inanırlar.
İlkin, Kürtlere bazı bölgeleri ayırmak, buradaki Hıristiyanları
başka yerlere sevk etmek ve komşuları rahatsız etmedikleri sü­
rece onları bağımsız olarak bırakmak çok faydalı olabilir. Aynı
zamanda onlara Hıristiyanlığı aşılamaya ve aralarında eğitim
yapmaya çaba gösterilmeli, eğer bunda başarı sağlanamazsa
toprakları işgal edilerek boyun eğmeleri ve uslu durmaları sağ­
lanmalıdır.
Yine Türk yönetimi altında bu önlemlerle hemen Erme-
nilere özerklik verilmesinin yaratacağı tehlikeden kaçınılmalı,
ancak ileride kanımca Türkiye’nin parçalanması kaçınılmaz
olduğundan, o zaman Ermenilerin ayrılarak bağımsız bir dev­
let kurması için halk hazır olmalıdır.
Birbirine karşı topluluklarca bu devletin parçalanmaması
ve bunun sonucunda Rusya’ya işgal fırsatı verilmemesi bakı­
mından, hükümet kurulduktan sonra bir süre hükümette Ingi­
liz ve Avrupa kontrolü sağlanmalıdır. Bu kontrol, yeni devlet
ayakları üzerinde durabileceği zaman geldiğinde yavaş yavaş
kaldırılmalıdır.
Bundan sonra yapılacak iş, bu programı uygulayabilmek
için yapılacak reformların nasıl olacağını düşünmektir.
Buna karar vermeden önce, bugünkü kötü yönetimin se­
bepleri ile, halkın yoksulluğu üzerinde durmak gerekir. Neden­
ler, iki bölüme ayrılabilir. Biri, bütün ülkeyi ve halkı etkileyen­
ler, İkincisi de yalnızca Hıristiyanlara yönelik olanlar.
Birinci bölüme şunlar girebilir:
Birincisi, bütün adaleti lekeleyen ve vergi toplamada eşit­
sizliğe neden olan, genel kural durumuna gelen, resmi rüşvet;

386
İkincisi, hükümet hizmetinde durgunluğa ve işleri oluruna bırak­
ma isteğinden kaynaklanan modern Türkün özelliği olan tembel­
lik. üçüncüsü, alt ve üst kademeler arasındaki sempatiyi öldü­
ren genel egoistlik. Böylece üstün astmı, hakkı olmadığı halde
küçük görmesi ve onların nesi varsa alması.
İkinci bölüme girenler:
Birincisi, Hıristiyanlığa karşı nefrete dönüşen dinsel tutucu­
luk; İkincisi yönetimde egemen ırkın (Osmanlının) üstünlüğünü
tehlikeye sokmamak için Hıristiyanlan aşağıda tutmaktan doğan
Hıristiyan kıskançlığı.
Bunlara eklenebilecek bir başka neden de mali zorluk de­
nilen acıklı durumdur. Memurların yetersiz maaşları, bu ne­
denden kaynaklanmaktadır. Polise, askere ödeme yapılamadı­
ğından, bu insanlar rüşvete ve her türlü yasadışı işlere yönel­
mektedir. Bu durum, bizzat ikinci bölümdeki nedenlerin bir
sonucudur. Türk hükümetinin tembelliği ve lüks sayılabilecek
büyük miktarlara ulaşan para israfı, gelirin büyük bölümünün
resmen uygunsuzca kullanılarak yenmesi, ticaret ve madenler­
deki girişimlerin Hıristiyanlara yasaklanmasından doğan kıs­
kançlık ve nefret, hükümetin kötü işleri nedeniyle mal güven­
sizliği, tarım ve ticaretteki ilerlemeyi sınırlama da söz konusu­
dur.
Reformların nasıl yapılacağım düşünürken, zararlı etkile­
rin gücünü ve onların üstesinden nasıl gelineceği üzerinde de
açık bir fikre sahip olmak gerekir.
Birinci bölüme giren kötülükler, rüşvet, tembellik ve ego­
istlik, Türk resmi sistemine iyice işlemiştir. Uzun bir zaman
geçmedikçe, şu ya da bu biçimde kökü kendiliğinden kazınamaz.
Aydın ve namuslu Türkler de vardır. Fakat bunlar azınlıktır.
Ayrıca bunların etkileri aksi karakterdeki kitlelerce yok edilir,
sesleri kesilir. Her ne kadar zamanında onlann örnekleri genel
bir iyileştirmeye imkân verebilirse de bu iş uzun bir zaman is­
ter. Şu andaki sıkıntılar o kadar ağırdır ki, böyle uzun ve
sonunun ne olacağı bilinmeyen bir süre beklemeye olanak
vermez. Düzeni hemen iyileştirebilmek ancak, bugünkü siste­
min yıkıcı yönlerini görecek ölçüde aydın, yeraltı çevrelerin­
den kendisine yapılacak saldırılara karşı koyabilecek kadar güç­
lü, dürüstlüğü ve iyi karakteri kanıtlanmış, yanında çalışanlara
karakteriyle örnek olabilecek ve onları aydınlatacak kimseleri
çeşitli görev yerlerine atayabilecek bir hükümdarla olabilir; tek
yol bu dur.

387
Fakat mali sıkıntı, böyle bir hükümdarı bile rahatsız ede­
bilecek durumdadır. Kuvvetli bir idarenin, savurganlığı ve ge­
reksiz harcamaları büyük ölçüde frenleyeceği doğrudur. Re­
form edilmiş bir idare ile kısa zamanda resmi iflaslar durduru­
labilir; mal güvenliği ve teşebbüsleri yasal yollardan teşvik edi­
lerek memleketin zenginliği ve gelirin artması sağlanabilir. An­
cak memurların ve askerlerin maaşları dolayısıyla artan har­
camaları karşılayabilmek ve geliri arttırılabUmek için, uzun bir
zamana* ihtiyaç vardır. Bütün tasarruflar yapılsa, bu zaman da
kısalsa bile, yine de dış yardım gereklidir.
İkinci bölümdeki kötü durumlara gelince; önce Hıristiyan­
lığa karşı olan dini düşmanlık gelir. İslam dininin şimdi varolan
kişilere inanç özgürlüğü tanımadığı hatırlanmalıdır. O kendi­
sinden olmayanı mahkûm eder, bilinçlenmeye karşıdır. Çünkü
onun gücü körü körüne önderlerinin arkasından giden, hoca
sınıfından kişilerdedir. Bu bakımdan hocaları eğitmek ve aydın­
latmakla, ya da Hıristiyanların içinde bulunduğu şartları iyileş­
tirmek suretiyle, hocaların Müslümanlıkta tuttukları yeri zayıf­
latmaya yönelik bütün önlemler, onlar için kabul edilemez ve
üzerlerinde uzlaşılamaz şeylerdir. Sultan, halife olarak kendisi­
ni Müslümanların dini önderi gördüğünden, özellikle dinin et­
kisi altındadır. Halife sahip olduğu saygınlığı yitirmek istemez
ve görevini yaparken, kendisini töhmet altında bırakabilecek
bir tarafsızlığa yönelmez, gayri Müslimleri teşviki sahte olur.
Dini etkilere karşı koyabilecek, olağanüstü güçlü bir hüküm­
dara ihtiyaç vardır.
Son olarak, kıskançlık ve Hıristiyan korkusuna gelelim.
Bu, belki etkilerin hepsinden güçlü olanıdır. Çünkü bu, çok cid­
di temele dayanır ve bütün Osmanlı kudretine o kadar hayati
derecede dokunur ki, bu duygunun ıslahında pek az umut var­
dır.
Osmanlı idaresi, Hıristiyanlar açısından, aslında bir kılıç
idaresidir; kültürü ve morali düşük bir ırkın, kültürü ve morali
yüksek bir ırkı boyunduruk altına almasıdır. Şimdi bile Hıris-
tiyanlar endüstri, tarım ve ticaretin büyük kısmını ellerinde tut­
maktadırlar. Eğer bütünüyle serbest bırakılsalar, beyin güçle­
rinde ne kadar üstün olduklarım sanayide ve maddi varlıkta gö­
ze batacak şekilde kesinlikle göstereceklerdir, işin anormal ta­
rafı, bunların geri zekâlı demesek bile durgun Osmanlı ırkı ta­
rafından yönetilmekte olmalarıdır. Bu, o kadar mantıkdışı bir
iştir ki, buna daha fazla izin verilemez Türkler bunu şimdi tam

388
olarak kavramış dürümdalar, bu durumda kendilerinin güçle­
rini ortadan kaldıracak yeni bir idare sisteminin onların iste­
ğiyle getirilmesini beklemek, insanın doğasına aykırıdır. Arala­
rında, Türkler de kültür ve sanayide Hıristiyanlarla aynı düze­
ye yükselebilirler şeklinde heyecan duyanlar da vardır. Böyle-
ce bunlar, özgür bir idarede benliklerini, kudretlerini ve üstün­
lüklerini koruyabileceklerine inanırlar. Ancak büyük bir kitle
dc hükümranlıklarının bir terör hükümranlığı olduğunu çok iyi
bilmektedir. Bu nedenle, eğer eşitliğe izin verilirse geleneksel
tembelliğin üstesinden gelmek zorunda kalacakları ve durum­
larını koruyabilmek için daha sıkı çalışacakları, dahası bu ho­
şa gitmeyecek hareket tarzını benimserlerse başarıya ulaşabi­
lecekleri de şüphelidir. Kendilerini çok zor bir duruma düşü­
receğini bildiklerinden herhangi bir yeniliğe şiddetle karşı
çıkmaktadırlar. Bir hükümdar, rüşvet ve dinden kaynaklanan
karşı hareketlerin üstesinden belki gelebilir. Ama kendisinin in­
siyaki olarak bizzat varlığı için mutlak olan bu son etkinliğin
üstesinden gelmesi pek ender görülmüştür. Eğer buna yeltenir­
se, bu etkinlik şahlanır ve onu parçalar; çoğunlukla Hıristiyan
olan vilayetlerinden vazgeçse bile, Türk hükümetinin işin için­
den sıyrılıp sükûnete varacağı bir ortamın bulunmadığı fikri zi­
hinlerde doğmalıdır. Bütün İmparatorluk aşağı yukarı Avrupa
devletlerinin gözetimindedir, reformlar yalnızca Avrupa Türki-
yesiyle Ermenistan için değil, Küçük Asya ve özellikle bütün
Asya vilayetleri için istenmektedir. Bu reformlar, Osmanlı İm­
paratorluğunun kendiliğinden içine düştüğü çıkmazlardır. Bun­
larla şimdiki, ya da bir başka hükümdar baş edebilir mi? Bu ne­
denle sonuç olarak, belki daha başka iyi kelimelerle söylene­
bilirse de reform konusunda Türk Hükümetinin herhangi bir
sözüne, ya da açıkçası isteğine güvenilemez. O halde yapılması
lazım gelen şey üzerinde yönetim zorlanmalıdır. Bundan başka
devlet teşkilatında alt kademedeki görevlilerin büyük çoğun­
luğu, ellerinden geldiği ölçüde reformların yapılmasına pasif
veya aktif olarak karşı çıkacaklarından, bu baskının en ıssız
yerlerdeki devlet teşkilatında da etkin olabilmesini sağlaya­
cak önlemler alınmalıdır.
Şimdi, Türk idaresinin kötülüğünden dolayı Ermeni vila­
yetlerinin çektiği acılarla, onu ortadan kaldırabilecek önlemleri
düşünmeye geçebiliriz.
Ermeni vilayetlerinin halkı, aşağıdaki yerel dertler altın­
da ezilmektedir.
389
En başta, Kürtlerin yaptığı soygun, haraç alma ve baskı­
lar gelir. Kürt aşiretleri köylere baskın yapar, koyun ve sığır
sürülerini götürürler. Yağma ederler, kimi kez götüremedikle-
rini de yakarlar. Öte yandan da ileri gelen Kürt aileleri, özel­
likle Hıristiyanlarınki başta olmak üzere, yakınlarındaki köyle­
ri kendi aralarında parsellerler ve onlara kendi malları gibi ba­
karlar. O köy sakinleri onlara haraç vermeye, topraklarını ek­
meye, koyunlannı otlatmaya, onların istediği her şeyi vermeye
ve yap dediklerini yapmaya mecburdurlar.
İkincisi, vergi güçlüğüdür. Paraya çok ihtiyacı olan hükü­
met, kırsal kesime ağır baskılar yaparak savaş ve Kürtlerin
yağması dolayısıyla son iki yılda ödeyemedikleri birikmiş vergi­
leri istemektedir, özellikle hasadın kötü oluşu ve Kürtlerin bü­
yük yağmaları köylülerin ödeme gücünü yok etmiştir, özellik­
le yetkililerin açgözlülüğü vergilerin toplanmasında adaletsizli­
ğe neden olmaktadır.
Üçüncüsü, birçok durumlarda yetki ve memuriyet Kürt
beylerine verilmektedir. Bunların çoğu, kötü karakterli belli ki­
şilerdir. Sanki halka eziyet etmek için ellerine bir imtiyaz beratı
verilmiş gibidir.
Dördüncüsü, birçok köyde Ermenilerle Türkler karışık
oturmaktadır. Bu durumda bulunan köylerdeki Ermeniler, kom­
şuları Türklerden sayılamayacak ölçüde baskı ve suçlama gör­
mektedirler. Mallan, kadınlarının namusu ve hayatlan, hiçbiri
güven altında değildir.
Besincisi, zaptiye ve askerlerin kötü davranışlarıdır. Bun­
lar hükümetin mali durumunun bozukluğu dolayısıyla ya çok
az, ya da hiç maaş alamazlar, yürüyüşte veya ikamette köy sa­
kinlerinin evlerine bölüştürülürler. Köylüler tarafından yatırı­
lır ve beslenirler. Buna karşılık, köylülerin eline ya aldıkların­
dan çok ya da daha az bir makbuz verirler. Fakat birçok durum­
larda bu makbuzlar, köylülerin sağladıklarına göre o an için
hiçbir anlam taşımaz. Pek ender olarak geri ödenir veya hiç
ödenmez. Subaylar her şeyin en iyisini isterler, hatta bazen köy­
lüleri kendilerine para vermek için zorlarlar, eğer istekleri kar­
şılanmazsa döver ve kötü muamele ederler.
Altmcısı, eğer şikâyetçi olan Hıristiyansa, yapılan suçlama­
da adaleti sağlamak, ya da zararı gidermek aşağı yukarı olanak­
sızdır. Bunun nedeni, sistemin kötülüğünden çok, onu uygula­
yan kişilerin geleneksel karakterinden kaynaklanmaktadır. Ye­
rel meclis üyelerinin hepsi değilse de çoğu, çalan çırpan kişi­

390
lerdir. Bunlar rüşvetle adaleti saptırırlar, oyçokluğu ile karar alır­
lar. Üst mahkemeye başvurma hakkı elbette vardır. Ancak da­
va bir öncesinde olduğu gibi, yine adalet çarpıtılarak görülür.
Çünkü mahkemenin oluşma biçimi aynı olduğundan, üst mah­
kemeye gelen bir dava çoğunlukla o kadar geciktirilir ki, rüş­
vetle âdeta sürüncemede bırakılır. Davacının olanakları tüke­
nir, artık davasını daha fazla yürütemez duruma gelir. Şikâyet­
lerden yararlanan birçok nüfuzlu kişi vardır ve bunlar valiye
bile etki yapacak güçtedir. Böylece yerel meclislerin temizlen­
mesini de önlerler, idare eden ırkın Hıristiyanlara karşı garezi
olduğundan, Müslümanlara karşı Hıristiyanın tanıklığı da kabul
olunmadığından, bir Hıristiyanın adaleti temin etmesi özellikle
zordur.
Bu suçlan düzeltmek için ne gibi yollar var, şimdi de onlara
bakalım. Şunu belirtmeye çalıştım. Babıâli reformların gerek­
liliğine inanmış bile olsa vilayetlerdeki yetkililer pasif veya ak­
tif bir şekilde karşı koyacaklar ve yapmakla yükümlü oldukla­
rı reformları büyük baskılar altında hükümsüz kılacaklardır.
Bu itibarla en uzak vilayetlerde bile etkin bir çalışma sağlaya­
bilmek için bir mekanizma kullanılmalıdır. Kanımca, Avrupa­
lI yetkili memurlar olmadıkça etkin reformlar yapmak bir dere­
ceye kadar olanaksızdır.
İlkin gerekli olan nokta şudur: Vali vilayette daha bağım­
sız çalışmalı, yerel ihtiyaçlar için vilayetin gelirinden bir kıs­
mını kullanabilmelidir. Her şeyi İstanbul’a sormaksızın bu işle­
ri yapabilmeli, ancak bu yetkiyi alacak olan kişi güvenilir bir
kişiliğe sahip olmalı ve çevresini alacak olan sinsi nüfuzlara
karşın bütün halkın hak ve refahını eşit şekilde sağlayacak bir
yönetim gücünde olmalı. Valiler, olağanüstü avdın, yetkin, ye­
tenekli, namuslu, ciddi kişiler olmalı. Bu özelliklerden hiç de­
ğilse çoğunu taşıyan kişilerden bütün vilayetlere yetecek sayıda
vali bulmak zordur. Bu itibarla valinin kendisiyle aynı resmi dü­
zeyde olmasa da, yardım edecek, birlikte bulunacak, sorunları
tartışacak, öğüt verecek, haklı olduğu işlerde kendisine destek
olacak bir Avrupalı, öncelikle Ingiliz, danışmanı olması uygun
olacaktır. Böyle bir gözlemci, danışmanın eğer yetenekli biri olur­
sa, vali aldığı kararlardan, yaptığı işlerden ve kasıtlı davranış­
lardan bu danışmanın haberi olduğunu, dolayısıyla hiçbir hare­
ketin gizli kalmayıp açığa vurulacağını bilecektir. Böylece her
vilayetteki en yüksek yetkilinin etkinliği ve dürüstlüğü garanti
altına alınmış olacaktır. Fakat bu yeterli gelmeyecektir, çün­

391
kü vali, yetkilerinden çoğunu daha aşağı kademelere verecek­
tir; adaletin lekesiz yürütülmesi ve vergi toplamada dürüstlük
de garanti edilmelidir. Kaymakam, müdür gibi görevlilerin doğ­
ru hareket etmeleri, büyük ölçüde onları valiye karşı sorumlu
kılmakla sağlanmalıdır. AvrupalI danışmanın da yardımıyla, bu
kademelerdeki kişilerin atanması ve görevden alınması yetkisi
valiye verilmelidir. Şimdiki durumda bunların davranışlarını
kolayca garanti altına alabilmek için bundan daha iyi bir çare
bulunamaz.
Adaletin işlemesine gelince, başlıca başarısızlığın yerel mec­
lisin çürümüşlüğünden geldiğini görmüştük. Rüşvet aldıkları
herkesçe bilinen meclis üyelerinin vali, kaymakam vs. tarafın­
dan işten el çektirilin eleriyle durum bir dereceye kadar düzel­
tilebilir. Bu üyelerin halk tarafından seçimi, bir çözüm yolu ola­
bilir. Fakat bu çözüm yolu da bir zaman sonra yeterli olmaya­
caktır. Rüşvetçilik ve terörizm o kadar yaygındır ki, kaymakam
vs. ile dürüstlükle seçimlerin yapılabileceğini kabul etsek, hat­
ta bu üyelerin seçimleri büyük bir titizlikle yapılsa dahi, sinsi
etkinliklerden kurtulmaya aşağı yukarı olanak yoktur. Çünkü
üyelerin bazılarının kişiliğine güvenilmeyecektir, dahası birçok
yerlerde üyelerin çoğunluğu Müslüman olduklarından ve yerel
mecliste Hıristiyanlardan daha fazla oya sahip olacaklarından,
bunlar Hıristiyanlara karşı birleşeceklerdir.
Bütün mahkemelerde karşıt görüşlü bîrinin bulunması ve
onun onayı olmadıkça mahkemece alman kararın geçersiz ol­
ması yolundaki İngiliz teklifi yerine, Osmanlı Hükümeti adli iş­
leri gözleyecek bir AvrupalI müfettişin atanmasını teklif etmiş­
tir. Bu yol da durumun gerektiği gibi çözümüne yetmeyecektir.
Çünkü bunlar yalnız rapor edebilecek, öğretmeyi deneyecekler,
böylece yalnızca rapor pek az işe yarayacak, buna karşılık Türk
yetkililer raporda yazılı konular üzerinde herhangi bir karara
varmadan önce sonsuz zaman harcayacaklardır.
Öte yandan İngiliz planı daha fazla direnç ve düşmanlığı
kışkırtıcı büyük bir buluştur. En uygun çözüm yolu da her vila­
yetteki istinaf mahkemesine bir veya daha fazla yargıç atamak
olabilir. Bunlar belli aralıklarla kazaları dolaşarak üst mahke­
meye başvurulan noktaları görüşürler. Mahkeme, bir mahkeme
masrafını gerektirmeyecek nitelikte olan kararı açıklar. Ancak
herhangi bir kimse mahkeme kararından zarar görmüşse, hemen
ikinci celsede bir üst mahekemeye müracaat edeceğini bildir­
meli ve kararın uygulanması başlamalıdır. İstinaf mahkemesi

392
yargıcı gelinceye kadar, o istinaf mahkemesine gitmesi istenilen
her davanın yeniden görülmesini emretmek yetkisine sahip ol­
malıdır. Ayrıca kendisi mahkemede olmalı ve onun onayı ol-
makısızın hiçbir karar geçerli olmamalıdır. Ceza davalarında da
yetkilendirilmelidir. Adaletsizlik olduğuna kanaat getirebileceği
davalar kendi dikkatine sunulursa, aynı şekilde davanın yeniden
görülmesini emretmelidir. Belli bir miktarın üzerinde mal da­
valarına ise, başvuru yapılacak olursa vilayetteki mahkemede
tekrar bakılır. Fakat böyle durumlarda bile istinaf mahkemesi
hâkimi, aynı görevle mahkemeye bağlanmalıdır. Eğer bu mahke­
menin üyleri de adaletin saptırılmasına neden oluyorlarsa, hâkim
davayı askıya alabilme yetkisine sahip olmalı, vali veya muta­
sarrıfa başvurarak bu şahısların görevden alınmasını ve yerine
yenilerinin atanmasını sağlamalıdır. Bu gibi bir düzenlemeyle
adalet mümkün mertebe yerine getirilince, mevcut sisteme müm­
kün olduğu kadar az müdahale edilerek hatayı düzeltme yetki­
si, hemen hemen sürekli olarak elde tutulabilir.
Eğer idare meclisi oluşumu ve görevi bakımından genişle-
Iilebilirse bu, valinin temsili bir danışma konseyi gibi olur. Bu
konsey, bugünkü resmi üyelerle, kaza meclisi üyelerinden se­
çimle gelecek bir, veya iki üyenin katılmasıyla oluşturulabilir,
(ilkede ilerleme oldukça idare meclisi, yasa yapıcı bir parla­
mentoya dönüşebilir ve üyeleri daha geniş bir halk kitlesi tara­
fından seçilebilir.
Adli reform için bu önerilerimin bir ölçüde garip karşıla­
nacağını biliyorum, ama unutmamak gerekir ki, burası da ga­
rip bir ülkedir. Sorun, idare edenlerin sosyal ve resmi duygu­
larının yanı sıra, onlara karşı olan bir toprakta fazla masrafa
kaçmadan oldukça iyi işleyebilecek muhtemel bir adalet meka­
nizması sağlamaktır.
Vergi toplama sorununun birçok güçlükleri vardır. Bunla­
rın birçoğu yerli memurlara terk edilmelidir. Fakat vergi alın­
dı makbuzlarının Türkçe ve vergiyi ödeyenin diliyle olması üze­
rinde ısrar edilmelidir. Bunları denetleme, inceleme ve şikâyet­
imi dinlemede, özetle yolsuzluk ya da yanlış yapanları uzaklaş­
tı rma ya da mahkemeye verme gibi durumlarda çok sert ceza­
in ra çarptırmaya yetkili Avrupalı kontrolörler atanmasıyla iş, bü-
vıik ölçüde kolaylaşabilir Doğal olarak tarımla ilgili vergiler­
deki usul terk edilmeli, bu verginin toplanması maaşları yeterli
lıiik iimet memurlarınca yapılmalıdır.
Halkın Kürtlerden korunması için doğru dürüst maaş alan,
disiplinli ve yeterli güce ihtiyaç vardır. Köylerde asayişi sağla­
mak, küçük hırsızlık teşebbüslerini önlemek için jandarma uy­
gun olabilir. Ancak, Kürtlerin ayaklanmalarına karşı alman ön­
lemlerden dolayı Kürtler kızmışlarsa ve bunu Kürt aşiretlerini
büyük ölçüde cezalandırma akınları izlerse, tehlikeli bir ayak­
lanmanın çıkmasına engel olmak için yeterli ordu birlikleri ge­
reklidir. tran hükümetiyle anlaşarak, tek tek ya da aşiret halin­
deki suçluların sınırı geçerek cezadan kurtulmaları da önlen­
melidir.
Şunu tekrar belirtmek isterim ki, Avrupalı resmi memurların
işbirliği olmadıkça gerçek bir reformun yapılabileceğine inan­
mıyorum. Ne Osmanlı vatandaşlar, ne Babıâli, ne de Hıristiyan-
lar reformları uygulayacak yetenekte değillerdir. Çünkü bun­
lar kendi paylarına düşecek güç görevleri başarabilecek karak­
ter ve serbestliğe sahip değillerdir.
Rusya’ya karşı koymanın yollarını düşünmek zorunda kal­
dım. Türk resmi görevlileriyle konuşmalarımda onların da bizim
Rusya ile olan ilişkilerimizin ne olduğunu öğrenme endişesi için­
de olduklarını fark ettim. Rusya ile aramızdaki herhangi bir far­
kın onları memnun ettiğini gördüm, dolayısıyla Türkiye ile iliş­
kilerimizde eğer Rusya ile dostça bir anlaşma kurabilirsek, bu­
nun büyük faydası olabilir.
Bu yazımda büyük bir çekingenlikle önerilerimi ortaya
koydum, ancak izninizle şunu belirtmek isterim ki, burada çer­
çevesini çizdiğim reformlar, sözünü ettiğim başlıca koşullar, din­
lenmesi gerekli konulardır. Vali, Ingiliz yardımcısıyla güçlü bir
icracı olmalı, yetkisi arttırılmalıdır. Karışık halk yığınlarını
kontrol etmeye ve güvenliği sağlamaya yeterli olmalıdır. Ada­
letle maliye idaresi ıslah edilerek, aynı zamanda idare meclisinin
görevleri genişletilerek ve yerel üyelerin daha genişçe seçimi
sağlanarak halkın siyasi eğitimine başlanılmış olur. Bugünkü
rejimin olayları doğrultusunda bu eğitimin nasıl başarılacağı
ileride görülür. Eğer olaylar izin verirse, bu eğitimin daha ileri
götürülmesi gereklidir, örneğin idare meclisine giderek yasa
yapma yetkisi verilir Eğer Osmanlı İmparatorluğundan ayrıl­
ma olursa, bu düzen, özerklik idaresinin çekirdeği olur. Valinin
İngiliz danışmanı, yeni idarenin başkanına bir süre için yardım­
cılık etme işini yürütür Adli ve mali alanlardaki Avrupalılar
da yabancı yardımı çekilip de yeni devlet kendi ayaklan üzerin­
de durabildiği ana kadar, alışılmış hizmetlerini sürdürmek üze­
re kalırlar.
394
Bıbiâli’yi, önerdiğim gibi, Avrupalılarm atanmasına ikna et­
mek ve onayını sağlamak kuşkusuz çok güçtür; ancak her şeye
karşın reformları yaptırmak için en azından bu önlemlerin alın­
ması gerektiğine inanıyorum. Müslümanlarda Hıristiyanlara kar­
şı dostça olmayan duygular, Avrupa’ya başvurma ve onun du­
ruma karışmas’ dolayısıyla büyük ölçüde artmıştır. Eğere gerek­
li reform yapılmazsa, gelecek yazın ortasından önce Ermenilerin
Rusya’ya genel bir çağrıda bulunacaklarına inanıyorum.
F.O. 424/106, s. 27, No. 13 (Ek -13/1 -10)

No. 327

Yüzbaşı Clayton’dan, B inbaşı T ro tter’e


VAN, 30 Aralık 1879

Benim geçen yazımda değindiğim Başkale’nin acıklı du­


rumu konusunda, reform komisyonu üyeleri, bölgeye tahıl
gönderme gerekliliğine vilayeti zorlayarak ikna edebileceklerini
sandıklarını söylediler. Önceki gece çok kar yağdığından, yolla­
rın yüklü hayvanların geçişine olanak vereceğini sanmıyorum.
Korkarım ki, bu zavallı bölgeye herhangi bir yardım ulaşma­
dan çok büyük acılar çekilecektir.
Bu kötü durumun sorumluluğu valinin ve yerel yetkilile­
rindir. Ekimin başlarında ihtiyaç duyulabilecek şeyler üzerin­
de valiyle konuştum. O sürekli sorunun ele alındığını, nereler­
de neye ihtiyaç olacağını, derecesini testip etmek üzere bir ko­
misyonun kurulduğunu söylemişti bana. Ama, şimdi uyutul-
duğumu ve hiçbir şeyin yapılmamış olduğunu anladım.
Komisyon üyeleri, Başkale -Ceza Mahkemesi Reisi Hacı
Mustafa Efendi için iddia olunan yolsuzluğun da İncelenmek­
te olduğunu, şayet söylenenler doğru ise, işten el çektirilerek
buraya gönderilmesi için emir verildiğini söylediler.
Komisyon üyeleri Erzurum’dan buraya gelirlerken Muş’a
vardıklarında Muş Ermeni papazından hırsızların elebaşlannı
ve baskı yapanları gösteren 60 kişilik bir liste aldıklarını söyle­
diler. Komisyon bunların yakalanmaları için emir vermiş ve ba­
na söylendiğine göre, en son haberden sonra, bu zararlı kişiler­
den 33’ü tutuklanmış. Eğer bu kişiler cezalandırılır, gerekli ön­
lemler hemen alınabilir ve gelecekte başka suçlular da çabucak

395
eczaya çarptırılabilirlerse, bölgedeki koşulların düzeleceği söy­
lenebilir. Hududu geçerek birçok köyü yakıp yıkan Ali Han
adında birinin yakalanarak Türk yetkililerine teslimi ile; özel­
likle son zamanlarda İran’a sığman ve Iran otoriteleri tara­
fından Kotun’a vali olarak atanan ünlü soyguncu Derbaz adın­
daki haydudun himayesinin kaldırılarak Türk hükümetine ve­
rilmesi için komisyonca telle ve yazılı olarak İstanbul’a başvu­
rulduğunu komisyon üyeleri söyledi. Komisyon üyeleri, İngiliz
büyükelçisinin bu isteklerini Babıâli nezdinde destekleyeceğini
umduklarını, eğer bu ünlü suçlular İran Hükümeti tarafından
desteklenir ve ödüllendirilirse, Kürt aşiretlerinin yapacağı eşkı­
yalığın önüne geçmenin olanaksızlığını belirttiler.
Alınan bu bilgiye göre, Muş ve Bitlis bu vilayetten ayrılacak
ve merkezi Bitlis olan yeni bir vilayet olacakmış. Kökeni asker-
olan Arif Paşa bu yeni vilayete vali tayin edilmiş. Bu değişik­
liğin işleri düzeltip düzeltemeyeceği, Arif Paşanın becerileri ile
kuracağı vilayet teşkilatına bağlı olacaktır.
Kışın bastırması ve ulaşım zorluğu, Van ve Bitlis vilayet­
lerinin yeni teşkilatının ne olacağı konusundaki bilgi noksanlı­
ğı dolayısıyla, komisyonun reform çalışmaları bir hayli gerile­
di. Ancak komisyonun burada bulunuşunun bile, bir dereceye
kadar talihsiz köylülere yararlı olduğunu umarım. Örneğin ko­
misyon, yerel yetkililere emirler vererek, hiçbir gücü olmayan
zavallı köylülerin vergi toplama için sıkıştırdmamasını, asa­
yiş ve güvenliğini istemiştir. Komisyonun yaptığı bütün işler,
yerli hükümetin ve hatırlı Müslümanların isteklerine aykırıdır,
eğer yönetim prensiplerinde esaslı bir değişiklik olmazsa, ko­
misyon buradan ayrıldıktan sonra işler yine eski durumuna dö­
ner.
Mar Shimoun ve Nasturilere gelince; aldığım tamamlayıcı
bilgilere göre, kötü yaradılışıyla tanınan Julamerk Kaymakamı
Timuroğlu Haşan Bey, Nasturileri tehdit etmiş. Eğer istediği
parayı vermezlerse asker ve Kürtlerle üstlerine yürüyeceğini
söylemiş. Başkale Mutasarrıfı Tosun Paşa bunu işitir işitmez
Haşan Beye derhal bir emir göndererek bu işten geri durma­
sını istemiştir.
F.O. 424/106, s. 165-166, No. 70/3

396
No. 328

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


İSTANBUL, 7 Ocak 1880
(Alındı, 18 Ocak)
Erzurum İngiliz Konsolos Muavininin, Kürdi stan İngiliz
Konsolosuna Bayburt’un durumu hakkında gönderdiği yazuun
bir kopyasını ilişikte sunuyorum. Bu yazı üzerine BabIâli’nin
dikkatini çekmek niyetindeyim.

Ek - 1
Erzurum İngiliz K onsolos M uavini Yüzbaşı Eve-
re tt’den, İngiliz K onsolosu B inbaşı T ro tter’e
17 Aralık 1879
Çeşitli kaynaklardan Hıristiyanların durumu hakkında al­
dığım haberlere göre, Eleşkirt, Diadin ve Beyazıt’taki durum
çok ağırdır. Karakilise’de oturanlardan bir dilekçe aldım. Bu
dilekçenin çevirisini sunuyorum. Bununla sözü edilen acıklı dü­
rüm hakkında bazı fikirler edinebilirsiniz. Her ne kadar bu di­
lekçede durum, bana biraz şişirilmiş gibi geliyorsa da, yine de
halkın çok zorlandığı ve ekmeğe bile muhtaç hale geldiğinden
hiç kuşkum yok.
Okuyunca anlayacağınız gibi, halk buğdayın Türklere ve­
rildiğini, Hıristiyanlara verilmediğini söylemektedir. Üç kilise
papazı buradaki papaza aynı doğrultuda yazı yazmış, sanıyo­
rum. Bu ifadede gerçek payı var ve edindiğim izlenime göre mu­
tasarrıf Hıristiyan halkına haksızlık ediyor.
Valiyi durumdan hemen haberdar ettim ve ondan ne gibi
önlemler alacağını sordum. Vali, Beyazıt mutasarrıfının ken­
disinden 30.000 kilo buğday istediğini, bunun 25.000 kilosunun
yemeklik, geri kalanının da bahar ekini olarak kullanılacağını
söyledi. Miktar, yaklaşık 1.760 Erzurum somar’idir. Mutasar­
rıf Bulanık, Malazgirt, Adilcevaz yakınlarında ihtiyaçtan faz­
la buğday olduğunu bildirdi. Bu vilayet Van’da olduğundan Er­
zurum valisi, Van genel valisine bu buğdaylardan satın almak
için yazı yazdı, fakat bu vilayetten istenen buğday çok olduğun­
dan, vali bu isteği olumsuz cevaplandırdı. Bu olumsuz yanıt üze­
rine Erzurum valisi, İstanbul’a ihtiyaç üzerinde baskı yapması
için başvurdu. Aynı zamanda İran Konsolosuna da başvurarak

397
İran’ın buğday satıp satamayacağmı sordu. İran Konsolosu,
olumlu karşılık verdi.
İstanbul’un ilk başvuruyu onaylamasının zor olduğunu sa­
nırım. Başka yerlerden elde etmenin de mümkün olabüeceğin-
den kuşkuluyum. Çünkü elde edilen bügilere göre İran sını­
rından fazla buğday elde edilemez. Bu başvurular boşa çıkarsa,
sonunda Erzurum valisi hasadın çok iyi olduğu Bayburt’tan buğ­
day sağlamayı, yılın bu zamanında nisbeten başta olan İran ker­
vanın bu taşıma için uygun düşeceğini, ancak bu da çok paha­
lıya mal olacağmdan bunu en son çare olarak düşündü. Bu
kaynaktan bile mutasarrıfın isteğinin memnuniyet verici bir şe­
kilde karşılanacağından ciddi olarak kuşkuluyum. Çünkü buğ­
day bir tüccara satılmış ve vilayetten dışarı satması da yasak­
lanmış, ama tüccar muntazaman Trabzon’a gönderiyormuş.
Böyle olmamış olsaydı bile, bölgeye istenen bu kadar büyük bir
ikmali gene de yapamazdı.
Geghi beylerine karşı açılan ceza davaları, bir tanesi dışın­
da ast mahkemede bir sonuca bağlandı. İsmail Bey, Hacı Sa­
dık ve Haşan, her biri birer yıl sürgünle cezalandırıldılar. Has­
talığı dolayısıyla Ali Beyin davasına daha bakılamadı. Bu ka­
dar uzun zaman devam eden bir dava, İstanbul’un baskısıyla
ve ancak şimdi oldukça gülünç bir şekilde sonuçlandı. Başa­
rıyla yüreklendirilen beyler, şimdi daha iyi bir şeyler umuduyla
istinaf mahkemesine başvurdular ve size bir dilekçe göndermek
niyetindeler. Adaletin susması, üzüntü vericidir. Bu davaları ida­
re etmek için giden vali muavinine çok söyledim, ama mahkeme
kararma karşı bir üst mahkemeye yapılacak bir başvuru yok.
Geghi kaymakamı şimdi Erzurum’da, fakat henüz soruştur­
ması başlamadı. Bana, kendisine karşı yapılacak suçlamaları
cevaplayacak yetenekte olduğunu söyledi. Kaymakamın yerinde
bırakılması için vali nezdinde herhangi bir girişimde bulunursam
Rus Konsolosu da bana katılacağım söyledi. Aynı amaçla Er­
meni papazına da bir dilekçe verildi. Kaymakamın durumu­
na ilişkin iyi bir sonuç sağlamak için gayretlerimi kesmeyece­
ğimden emin olabilirsiniz
Ek - 2
K rakilise’den Dilekçe
2 Aralık 1879
Yurdumuzu ziyaret etmiş olmanızdan ne büyük sevinç duy­
muştuk. Özellikle bize buğday verileceği konusunda bizi yürek­

39S
lendirmiş olmanız acılarımızı unutturmuştu.
iyiliksever efendimiz, bize asla yardım edemedi, hatta bir
buğday tanesi bile alamadık. Hükümet buğdayı yalnız Türkle-
re ve Türk mültecilerine verdi. Feryatlarımız asla dinmedi,
çocuklarımızın bize karışan feryatlarıyla bu anda sönmek üze­
reyiz.
Sayın Bayım, siz bizim kurtarıcımız, başımız, babamızsı-
nız. Bizi koruyacak olan ancak sizsiniz; siz, bizim ziyaretçimiz
ve sağlam dayanağımızsınız. Buğdayımız, yiyeceğimiz, giyece­
ğimiz yok. Çıplağız; bu kötü zamanda yaşamak için eldeki ola­
naklarımız çok yetersizdir, tam bir baskı, açlık ve ölüm. Öyle
bir çevre ki, burada yaşayanlar bu ülkeden başkasına kaçmak
ve kurtulmak zorundalar. Kısacası, eğer bölgemizi bir kez da­
ha ziyaret ederseniz, insanlarımızın açlık, hastalık ve çıplaklı­
ğını, hayvanlarımızın kırıldığını, dullarımızın, çocuklarımızın
ve daha acısı açlıktan kıvranan insanları göreceksiniz.
Bu itibarla Sayın Bayım, size yaşlı gözlerimizle bu dilekçe­
yi sunarken, mümkün olduğu kadar çabuk yardımda bulunma­
nız için yalvarıyoruz.
Türkiye, No. 23 (1880), s. 18-19, No. 14 (Ek. 14/1, 14/2)

No. 329

Sör A. H. Layard’dan, Marki Saiisbury’e


N o. 70
İSTANBUL, 13 Ocak 1880
(Alındı, 22 Ocak)
Muş bölgesinde oturanların yoksulluklarıyla ilgili olarak
Ermeni Patriği Nerses’in bana gönderilen yazısının bir kopyası­
nı ilişikte sunuyorum.

Ek : Erm eni P atriği N erses’ten, Büyükelçi Layard'a


24 Aralık 1879
Sayın Büyükelçi, bu aym 8,12 ve 18’inde bana Tercan’dan
gönderilen ve Müslümanların ileri gelenlerinden birçoklarının
imzaları bulunan mektuplarda savaş.sırasında köylülerce asker-

399
İere tekâlüfü harbiye olarak verilenlerle, karşılığında alınan mak­
buzların toplamının vergiden indirileceğine söz verildiği halde,
yerel idare bu makbuzlardan büyük bir kısmını kabul etmemek­
tedir. Halk büyük bir yoksulluğa düşmüştür. Vergiler çok çok
ağırdır. Hıristiyan ve Müslümanlar, Ermeni Patriğinin bu du­
rumu Babıâli’ye bildirmesine aracılık etmenizi rica ediyorlar.
Bu ayın 19’unda birçok Hıristiyan ve Müslüman ileri ge­
lenlerinin imzasıyla Muş’tan aşağıdaki telgrafı aldım.
«Haber aldığımıza göre BabIâli’ye Bitlis’in yeni oluşacak
vilayet merkezi olması önerilmiş. Biz aşağıdaki nedenlerden ötü­
rü yeni vilayet merkezinin Bitlis yerine, Muş olmasını öneriyo­
ruz.
Muş sancağı 20 saat uzunlukta ve 4 saat genişliktedir. 200
köyü, kadın ve erkek 80.000 nüfusu vardır. Birçok kilisesi ve
antik manastırları bulunmaktadır. Bu bölge Genç, Sasun,
Pruaşen, Kanil, Bulanık, Malazgirt, Zaler ve Vartis’te kamp
kuran Kürt aşiretleriyle çevrilmiştir. Bu Kürtler silahlı olup
sayıları, 20.000 kadardır, Hıristiyan ve Müslüman köylülere
acımaksızın eziyet etmektedirler ve Muş hapishanesinde her za­
man bunlardan 150’den aşağı olmamak üzere tutuklu vardır.
Muş sancağında asayişi temin maksadıyla süvari ve piya­
deden oluşmuş 5 tabur vardır. Bu kuvvet asileri bastırmaya
yeterli değildir. Eğer Babıâli, Muş’u yeni vilayetin merkezi ya­
parsa, burada yaşayanların durumu gözle görülür ölçüde düze­
lir.
Bitlis’te de Kürtler var diye, bu görüşe karşı çıkılabilirse
de Muş’takinden çok daha azdırlar.
Bitlis’te de merkezle ulaşım, Muş ve Van gibi Erzurum
yoluyla sağlanır. Bitlis-M uş arasındaki yol aralıktan mayısa
kadar karla kaplıdır. Muş, Bitlis’ten daha kalabalıktır. Muş
halkı, yeni vilayet merkezine varabilmek için çok zahmet çe­
kerler, kışın bazen Muş’tan Bitlis’e 20 günde gidilir.
Bundan başka Bitlis hem dağlıktır, hem de pek verimli de­
ğildir. Yeni vilayette görevli olanlar hayvanlarına yem bulmak­
ta bile güçlük çekeceklerdir. Oysa Muş bölgesi çok verimlidir,
bu nedenle ot bakımından da çok zengindir.
Ayın 23’ünde Van’dan bana bildirildiğine göre, son savaş sı­
rasında köylünün orduya hatırı sayılır ölçüde gönüllü olarak
yardım etmesi dışında, askere tekâlüfi harbiye karşılığında al­
dıkları makbuzların, hükümete borçlu oldukları vergilerden
düşüleceğine ilişkin söz verilmişti. Şimdi bu makbuzları dikka­
400
te almıyorlar. Yönetimin ihmali sayesinde, son derece artan bir
umutsuzlukla göç etmeleri için dua ediyoruz.
Bu olayları bilginize sunar, ilgililer nezdinde, bu acıklı du­
ruma bir son vermek için müdahalenizi rica ederim.»
F. O. 424/106, s. 70, No. 36 (Ek-36/1)

No. 330

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 86 Çok Gizli
İSTANBUL, 18 Ocak 1880
(Alındı, 30 Ocak)
Alman maslahatgüzarı, Ermenilerin karşılaştıkları baskı
ve kötü muameleleri bildiren Ermeni patriğinin mektubunu hü­
kümetine gönderdiğini, Alman Kralına sunulduğunu söyledi. Bis-
mark, Ermenüer için, öteki elçiler tarafından Babıâli nezdinde
yapılacak her girişimi, gayri resmi olarak desteklemesini ken­
disine emretmiş.
Kont Radolinski bana söylediğine göre, aynı konuyu M.
Foumier’le de konuşmuş, ancak Fransız Büyükelçisi, «Bu Ka-
toliklerin işi» diyerek şaşılacak ölçüde ilgisiz kalmış. Ermeni-
lere karşı yapılan bir adaletsizlik ya da kötü muamele dolayısıy­
la BabIâli’ye bir şikâyette bulunulacağı zaman kendisine bilgi
vermemi ve eğer faydalı olacağını sanırsam, onun da desteğini
hesaba katabileceğimi söyledi.
Kont Radolinski’ye teşekkür ederek dediğini yapacağımı
söyledim. Halep’teki Fransız Konsolosunun, Ermenileri Romen
Katoliğine döndürmek için yaptığı çalışmalarla ilgili olarak
zatıâlinize de aktardığım, konsolosumuz Henderson tarafından
yazılan rapor hakkında Alman elçiliğine bilgi vermek uygun
olacak.
F.O. 424/106, s. 841,85, No. 45

401
No. 331

Sör A. H. Layard'dan, M arld Salisbufy’e


No. 142, Gizli
İSTANBUL, 31 Ocak 1880
(Alındı, 13 Şubat)

Rusya ile olan yeni sınırı tespit etmekle görevli heyetin


Başkanı Yahya Paşanın geçende İstanbul’a döndüğünü, Erme­
nistan’daki İngiliz konsolosluğu memurlarının çalışmaları hak­
kında çok kötü bir rapor verdiğini yetkili bir kaynaktan öğren­
dim. Paşa, söylenildiğine göre, «Konsolosluk memurları her
şeyde, önemsiz bile olsa, karışarak yönetimi Türk yetkililerinin
elinden alıyorlar ve Hıristiyan halkın derhal bağımsız olmaları­
nı teşvik ediyorlar» diyormuş ve bu durumun sürmesine izin ve­
rildiği takdirde çok geçmeden çok ciddi karışıklıklar olabileceği
yolunda BabIâli’yi uyarıyormuş. Paşa, Rusların ilkelerinin, In­
giltere’ye göre Türkler için çok daha yararlı ve daha dostça ol­
duğunu ilan etmektedir. Yahya Paşanın, yanlışlıklarla dolu bir
raporunun, Küçük Asya’da İngiltere’nin tasarısı üzerinde BabI­
âli’nin kuşkusunu arttırmak için Rus altınından değilse bile,
Rus ilhamından kaynaklandığı konusunda hiç kuşkum yok.
F.O. 424/106, s. 112, No. 58

N o. 332

B inbaşı T rotter'den, M arki Salisbury'e


No. 2, Siyasi
DİYARBAKIR, 31 Ocak 1880
(Alındı, 3 Mart)
Baker ve Sait Paşalardan oluşan Osmanlı Hükümeti ko­
misyonu, 19 Ocakta buraya geldiler. Komisyonun üçüncü üyesi
Süleyman Paşa da birkaç gün sonra geldi.
Komisyonun buraya gelişi heyecan yaratmıştı, ama mecliste
komisyonun idari bir yetkisi olmadığı yolundaki Padişah ferma­
nı okunur okunmaz, halkın ilgisi yok oldu.
Komisyon buraya geldikten hemen sonra, bölgenin genel
durumu ve yönetimi üzerinde araştırma yapmış, özellikle jan­

402
darma ve polisin durumu üzerinde durmuştur. İçinde subay­
ların da bulunduğu yerel bir komite kurulmuştur. Bu komite,
jandarmayla bağlantılı olarak bazı sivil memurların yaptıkları
ileri sürülen yolsuzlukları da araştıracaktır. Maaşları yeter­
siz zaptiyelerin son birkaç yıldır binlerce İngiliz lirası karşılığın­
da yaptıkları dalavereler de söylenmektedir. Komisyon, geçen
yaz Abidin Paşa tarafından sürgüne gönderilen Kürt beylerine
ilişkin hükümlerin niteliğini de inceleyecektir.
Baker Paşanın düşüncesine göre, ki bu görüşe ben de ka­
tılırım, Abidin Paşanın, bu sürgün kararı ülke için çok yararlı,
fakat zorunlu olarak çok acele olmuş. Çünkü sürgüne gönde­
rilen beylerin birçokları asılmaları gerekirken, sürülmüşler. An­
cak pek az bir kısmı da suçlan olmadığı halde suçlu görülmüş­
ler. Bu bakımdan Baker Paşa, Abidin Paşanın Diyarbakır’a
gelerek bu sürgün davalarına daha etraflıca yeniden ve son
olarak bakması için Babıâli’ye başvuracak.
Baker Paşanın bu isteğinin uygun görülerek büyükelçimi­
zin, kendisini desteklemesi için sefarete tel çekiyorum.
Abidin Paşadan başkasının bu işe bakması yanlış olur. Ay­
rıca şu anda resmen komisyonun bir üyesi bulunan Paşanın
vilayetteki saygınlığını da sarsar.
Bu soruşturma Diyarbakır’da olmalı ve Abidin Paşa tara­
fından beraat ettirilinceye kadar Kürt beylerinin geri dönme­
lerine izin verilmemeli. Onların dönüşleri, şimdiye kadar ya­
pılan işleri berbat eder ve suç işledikleri kişilerin onlara karşı
tanıklıklarını büyük ölçüde köstekler. Ben, bu beylerin birço­
ğunun işledikleri büyük suçların cezalandırılmasından çok, bu
sürgün işini reformun gerekli politik bir önlemi olarak görü­
yorum. Abidin Paşanın bu işteki tutumu, reform komisyonunun
elle tutulur tek önemli işidir.
Abidin Paşanın burada bulunması birçok bakımdan da
yararlıdır. Rüşvet, yolsuzluk ve başka suçlardan dolayı eski Mar­
din Mutasarrıfı Mürşit Beyin davası, valinin başkanı ol­
duğu idare meclisince uzatılmakta olup vali, Hurşit Beye arka
çıkmaktadır. Öğrenildiğine göre, mahkeme, suçluyu beraat et­
tirecekmiş. Tanıkların suçludan yana olumlu söylediklerini zap­
ta almışlar, aleyhinde olanlarını almamışlar.
Eğer Abidin Paşa burada olsaydı, mahkeme suçluyu beraat
ettirmeye cesaret edemezdi. Hatta Abidin Paşanın çok kısa
bir zaman sonra buraya geleceği bilinmese, belki de Baker Pa­

403
şanın buradan ayrılmasından hemen sonra suçluyu beraat etti­
rebilirlerdi.
Abidin Paşanın burada bulunuşu, kendi eseri olan yerli
polisin durumunu da iyileştirir, etkinliğini de arttırır. Çünkü
her şey iyi başladı, ama yerel karşı çıkmalar dolayısıyla, canla
başla desteklenmezse bu teşkilat pek kısa zamanda çökebilir.
Baker Paşanın komisyonu ile ilgili bir talimat almadığım
için, komisyona yardımım pek az oldu. Her konuyu Baker Pa­
şa ile de konuştuk, düşüncelerimiz aşağı yukarı aynı.
Baker Paşa idari bir yetkisi olmadığından dolayı yerel yö­
netim ile bir sürtüşmeye girmeyeceğinden memleket hakkında
çok değerli bilgiler edinecektir. Eğer Babıâli onu dinler, tavsi­
yelerine de uyarsa neticede çok iyi şeyler olabilir. Daha önce
de muhtelif fırsatlarda belirttiğim gibi, ülkenin iyi duruma ge­
lebilmesi, yalnızca alınacak önlemlerin tespiti ile olacak iş de­
ğildir. Reformları isteyen dürüst ve yeterli kişiler bulununcaya
kadar elle tutulur bir reform beklenemez, ayrıca ön ayak olma­
dıkça da vilayetlerden hiçbir sey umulamaz.
F.O. 424/106, s. 183-184, No. 87

N o. 333

M arki Salisbury’den, Sör A .H . Layard’a


No. 79, Gizli ve Kişiye Özel
D IŞİŞLER İ, 2 Şubat 1880

Alman maslahatgüzarının, Ermeniler için öteki devletlerin


BabIâli’ye yapacakları girişimleri gerekirse destekleyeceklerine
ilişkin 18 Ocak 1880 ve 86 sayılı yazınızı aldım.
Aynı zamanda Fransız büyükelçisinin konuya ilgisiz kal­
dığını, Halep’teki Fransız Konsolosunun bölgedeki Ermenilere
Romen kilisesiyle manevi bağlantı kurmaları için baskı yaptığı­
nı da belirtmiştiniz.
Daha önceki raporlarınızda da yeri geldikçe M. Foumier
ve öteki Fransız ajanların Osmanlı ülkesinde benzer davranışlar
içinde olduklarım belirtmiştiniz.
Size telgrafla şunu teklif ettim : Sultanın Ermeni uyrukları
adına bir girişimde bulunur ve Alman maslahatgüzarının da
desteğini alırsanız, belki Fransız Hükümetinin de kendi temsil-

404
çişine, daha eşitçe ve karşıt olmayacak bir yol izlemesi için, ta­
limat verme gereğini duyması olasılığı doğabilir. Ancak bu ama­
ca ulaşabilmek için aşırı önlemlere başvurmanızı ya da demarşı-
nızın, olayların gerektirdiğinden daha ileri bir noktaya itilmesine
neden olmasını tabiatıyla kastetmiyorum.
F. O. 424/106, s. 93-94, No. 48

No. 334

Yüzbaşı Clayton'dan, Sör A. H. L ayard'a


No. 3. Siyasi, G idi
VAN, 2 Şubat 1880
Başkale’ye yaptığım son ziyarette Ermenilerin tanınmış ra­
hiplerinden Ohannes Vartabed’in söylediğine göre, beş ay önce
bir Nasturi ona gelmiş, elinde, Rusların Nasturileri himaye et­
mesi ve buna karşı istediklerini vereceklerinin yazılı olduğu Me­
lekler tarafından Grandük Michael’e yazılmış bir dilekçe ol­
duğunu söylemiş. Bu kişi, Ohannes Vartabed’den tran üzerin­
den Rusya’ya güvenlik içinde geçebilmeleri için yardımcı olma­
sını rica etmiş. Ermeniler adına buna benzer bir başka teklifin
de Ohannes Vartabed tarafından yapılmasını istemiş. Ohannes
bu hikâyeye, adı geçen Nasturi Grandüke yazdığı dilekçeyi ken­
disine gösterinceye kadar inanmamış ve öneriyi geri çevirmiş.
Bundan sonra Vartabed, Nasturilerin bu tutumunu yazılı
olarak Mar Shimoun’a şikâyet etmiş. Mar Shimoun yanıtında,
kendisinin de bu davranışın aleyhinde olduğunu, ancak Melek­
lerin kendisini dinlemediklerini, dilekçenin altına imzasını ko­
yarak göndermesi yolunda ısrar ettiklerini bildirmiş.
Vartabed, o zamandan beri Nasturilerle Rus Kafkas Hükü­
meti arasında birden fazla yazışma olduğundan emin olduğunu
söyledi. Ohannes, Nasturilerin, nasıl olsa Ruslar gelecekler,
onlarla şimdiden anlaşmak daha iyidir şeklinde bir fikre saplan­
dıklarını da ekledi. Şeyh Ubeydullah, Nasturilerin son tutumun­
dan Türk yetkililere bilgi verdiği için, Nasturilerin Şeyhle ara­
sı şimdi çok bozuk, bu bakımdan M. Shimoun hemen ve etkili
bir himaye elde etmek için pek istekli. Tosun Paşa da Nastu­
rilerle Rusya arasında olan iletişim hakkmda aynı şeyleri söy­
ledi, ona göre bu konuda ilk yaklaşım Rusya’dan gelmiş, Ruslar

405
Nasturilere casuslarım göndermişler. Bunlar Nasturilere İngi-
lizlerden uzun zamandır yardım bekledikleri halde hiçbir şey ala­
madıklarını, bu bakımdan artık Rusya’ya bakmaları gerektiğini
söylemişler, örneğin Dağıstan, her ne kadar bir avuç insan ise
de, Türk Hükümetine karşı çıktı ve şimdi Rusya onlara ba­
ğımsız bir prenslik verdi, benzer memlekette yaşayan Nasturi-
ler sayıda daha kalabalık olduğu halde, kendileri için aynı şey
neden olmasın demişler. Bu, Tosun Paşanın fikri, ancak bu
konudaki görüşmeler o gelmeden önce başlamıştı. Paşanın Var-
tabed’in dışında bir kaynaktan bu konuda bilgi edinip edinmedi­
ğini kesin olarak bilmiyorum. Paşanın söyledikleri Türk görü­
şünün süslenmişi gibi geliyor bana.
Van’a döndüğümün ertesi günü, bir Nasturi heyetinin Tif­
lis’ten kendilerine gösterilen davranıştan dolayı umutla döndük­
lerini öğrendim. Bütün bunların sonunda kuvvetle inanıyorum
ki Rus Kafkas Hükümeti, bu bölgedeki Hıristiyanların yardım
ve korunmaları için kendisine bakmaya başlamasından, en azın­
dan, isteksiz değildir.
Ermenilerin gözlerinin de her gün biraz daha fazla aynı yö­
ne kaydığını sanıyorum. Dün bir Ermeni, konuşmamız sıra­
sında Rusya’nın, Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanlarla, îngiliz-
lerden daha fazla ilgilendiğini söyledi. Ben de bunun ügisizlik-
ten doğmadığını, ancak Osmanlı ülkesinden toprak koparmak
için bahane olarak ileri sürdüklerini telkin ettim, o da belki
de öyledir dedi. Bu bakımdan Ermenilerin, İngiltere’nin yar­
dım ve himayesini yeğlediklerini, fakat Ingilizler koşullarda
henüz bir iyileştirme sağlayamamışken, Rusya’nın, Bulgaris­
tan’a bağımsızlık sağladığı gerçeğini de göz ardı etmiyorlar.
Olaylara bu açıdan bakmanın Ermeniler arasında büyük ölçü­
de yayıldığına inanıyorum. Onları bu görüşlerinden çevirmek
için gücüm yettiği kadar gayret ediyorsam da, İngiliz nüfuzuy­
la bazı neticelerin alındığını görmek için gittikçe sabırsızlanıyor­
lar.
F.O. 424/106. s. 247 -248. No. 123/1
No. 335
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
OSMANLI İMPARATORLUĞU BÜYÜKELÇİLİĞİ
LONDRA, 3 Şubat 1880
Erzurum ve Bitlis vilayetlerindeki jandarma genel müfettiş­
liği görevlerine sözleşmeli iki İngiliz subayının atanmasının bil­
dirilmesine ilişkin Osmanlı Dışişleri Bakanlığının gönderdiği
telgrafın bir kopyasını ilişikte sunuyorum.
Ek : Osmanlı H üküm eti D ışişleri B akam Saffet Paşa­
dan, Londra Büyükelçisi M usurus Paşaya
3 Şubat 1880
Daha önce sözleşmeli olarak Osmanlı devleti hizmetine alı­
nan Norton ve Coope adında iki subay, bu kez birisi Bitlis; öte­
ki de Erzurum’a olmak üzere iki vilayetin jandarma genel mü­
fettişi sıfatıyla atanmışlardır. Büyük bir olasılıkla 6 Şubat Çar­
şamba günü yeni görevlerine gitmek üzere İstanbul’dan ayrı­
lacaklardır.
F.O. 424/106, s. 94, No. 49
Türkiye, No. 23 (1880), s. 26, No. 20, 20/1

No. 336
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e
No. 210
İSTANBUL, 17 Şubat 1880
Asya vilayetlerinde Ermenilere karşı yapıldığı ileri sürü­
len saldırılar hakkında yaptığım demarşlara karşı, BabIâli’den
aldığım iki yanıtı ilişikte sunuyorum. Bu yazıların özetini Pat­
riğe ilettim. Patriğin bu konudaki görüşünü bildiren yazısının
bir kopyası da ilişiktir.

Ek • 1
B abIâli’den, İngiliz Büyükelçisi Layard’a
12 Ocak 1880
Dersim zorbalarının 20 yıldan beri devam eden saldırılan,
o yörede oturanların yalnızca bir bölümünü kapsamaktadır.

407
Bu zorbalar, Eğin, Çemişkezek, Aghin ve Arapkir civarında
oturan Müslümanlara olduğu kadar, Hıristiyanlara da saldır­
maktadırlar. Böyle olmakla birlikte, saldırıların Ermenileri Ha-
lep’e göç ettirmekle asla ilgisi yoktur. Ermeni toplumundan
insanlar her zaman ticaret için Halep’e giderler. Bunların gi­
diş gelişlerini göç olarak nitelemek adil olmadığı gibi, Halep’te
olduklarını da tamamen yadsımak olur. Bu konuda çıkarılan
gürültünün hiçbir temeli yoktur. Özellikle belirtmek gerekir
ki, bu gürültüyü çıkaran, vilayetin Ermeni papazından baş­
kası değildir. 28 yaşında ortalarda dolaşan yardakçıları tara­
fından kısa bir süre önce Rodosti’den geri gönderilen bu ada­
ma güvenilemez. Her idari işe devamlı olarak burnunu sokar.
Bu önemsiz olayı büyütmekte güttüğü amaç da kolayca anla­
şılmaktadır. Müslüman ve Hıristiyanlardan kurulan komis­
yonun soruşturması sonucu saptanan; Meyavin köyüne saldı­
ran Tanoğlu İbrahim’in çetesinin çaldığı yalnızca 30 okka ek­
mek, yarım okka peynir ve birkaç okka üzümdür. Suçluların
yakalanması için önlemler alınmıştır.

Ek - 2
22 Aralık 1879’da Van’dan, Başbakana Telgraf (Bay
M arinich’e G önderilm iştir)
18 Aralık (1295) tarihli telinize cevap; Şimdiye dek Van’d
Halep’e göçen Ermenilere ilişkin hiçbir şey duyulmamıştır.
Ayrıca bir ay önce, Muş’tan gelirken de bu konuda hiçbir şey
duymadım. Araştırmaya yeniden başlanmıştır. Sonuç bildiri­
lecektir.
Eğer zulüm yapıldığına dair bir bilgi alınırsa, doğal ola­
rak tekrarlanmaması için gerekli önlemler alınacaktır. Van’a
geldiğimiz zaman, bu zulmü yapan 66 kişiden, 33’ü yaka­
lanmış, küçük bir bölümü yakalanmaları sırasında yaralanmış­
lardı. Hepsi hapistedir. Onları mahkemeye çıkarmak için ge­
rekli işlemleri yapıyoruz.

Ek - 3
Erm eni P atriği N erses’ten, Büyükelçi Layard’a
26 Ocak 1880
22 Ekimde gönderdiğim muhtıra üzerine Babıâli’ye yap­
tığınız demarş için teşekkür ederim.

408
Memorandumda belirtilen konulara ilişkin BabIâli’nin ile­
ri sürdüğü iddialar yersizdir.
Babıâli, Malatya ve Van olayları üzerinde durmuş, yanlış­
lıklan belirtmiş, ancak öteki 11 bölgedeki olaylar hakkında
susmayı yeğlemiştir (Kızan, Eleşkirt, Çapakçur, Diyarbakır,
Uma, Muş, Geghi, Erzurum, Harput, Siirt, Bitlis). Babıâli, Der­
sim’de Kürt beyi Tanoğlu İbrahim’in 60 kişilik kuvvetiyle Me-
yavin köyüne 26 Eylülde saldırarak köyü soymasına ilişkin
Malatya Ermeni papazının bana bildirdiği haberi küçümserken,
Kürtlerin Hıristiyanlara olduğu kadar Müslümanlara da 20 yıl­
dan beri saldırdığını ileri sürüyor. BabIâli’nin bu ifadesini kabul
etsek bile, silahsız, savunmasız ve korunmasız Ermenilerin sal­
dırılardan çektiklerini lütfen düşünün.
Babıâli, Ermeni halkının Halep’e göç etmesini sınırlayıcı
nitelikte bir davranış içinde olmadıklarım söylüyor, bu ifadeye
hayret ettim. Bana, Malatya papazınca bildirilmişti ne göçle,
ne de Halep’le bir ilgisi yok diye. Öyleyse Ermeniler neden
Halep’e göç ediyorlar?
Babıâli, bütün gürültünün Halep papazından çıktığını söy­
lüyor. Halep papazı, göç konusunda Malatya papazından ve
benden daha çok konuşmuş değil. Şimdi papaza yüklenen üzücü
suçlamalar üzerinde duralım. Papazın, 26 yaşında bir genç ol­
duğu söyleniyor. Oysa 55 yaşındadır. Rodosti’ye Patrik tarafın­
dan görevli olarak gönderilmiş ve görevini başarıyla tamamlaya­
rak yerine dönmüştür. Fakat yerel yetkililer kendi dindaşlarmı
canla başla koruyan her papaza çamur atarlar.
Kürt Reisi Tanoğlu İbrahim’in Meyavin köyünü talan et­
mesi işine gelince, bu işi soruşturan komisyonu bilemiyorum.
Çalmanın 30 okka ekmek, yarım okka peynir ve birkaç okka
üzüm olduğu belirtiliyor. Görünüşte küçük bir hıı sizlik olayı­
dır, ama günlük iş durumuna getirilmiştir. Bu sistem devam
ettikçe de sonsuza değin sürecektir. Şunu eklemek isterim ki,
bu yağmacıları yakalamak için alınan önlemler de hâlâ bir so­
nuç vermemiştir Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, iyi organize edil­
miş, iyi maaş alan ve iyi idare edilen bir jandarma teşkilatı ol­
madıkça, bu konuda konuşmanın bir yararı yok.
Van valisinin gönderdiği telde de ne Halep, ne de Muş’tan
göç hakkında bir şey bilmiyoruz. Bunların aslı yok diyor. Bir
kez daha cevaplayayım. Ben size verdiğim memorandumda ne
Halep’ten, ne de Muş’tan göçe ilişkin bir şey yazmadım.

409
Vali, yağmacıların bir kısmı yakalandı, bir kısmı da yaka­
lanacak diyor. Cezasız bırakılacak olduktan sonra ne yararı var.
Vali, yapılan zulüm ve eziyetlerin abartıldığını söylüyor.
Dindaşlarımızın feryatları ne zaman dinecek? Yetkililer gere­
ğini yapmıyorlar ki! Siz konsoloslarınızdan bu konuda ciltler
dolusu rapor almıyor musunuz? Yapacağız edeceğiz diye söyle­
niyor, ama yapılan hiçbir şey yok ve bu sistemle de hiçbir
şey yapılamaz. Ermeni vilayetlerinin yönetimi Müslüman idare­
cilerin elinde oldukça umut etmek boşunadır.
r.O. 424/106, s. 179, No. 85
Türkiye, No. 23 (1880), s. 68, No. 38, 38/1, 38/2, 38/3

No. 337

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No- 211, Gizli
İSTANBUL, 17 Şubat 1880
’ (Alındı, 26 Şubat)
Ermeni Patriği Nerses, Ermenilerin kötü durumlarla karşı
karşıya kaldığı yolunda devamlı olarak bana yakınıyor ve bu
durumun düzeltilmesini istiyor. Aynı şikâyetleri öteki devlet
sefaretlerine yaptığından da kuşku yok. Şimdiye kadar ondan
edindiğim bilgilerle Babıâli nezdinde birçok çaba gösterdim.
Ancak sanıyorum ki, sizin verdiğiniz talimata göre, Alman mas­
lahatgüzarı ile bu konuda ortak hareket iyi olacak. Bu nedenle
Alman büyükelçiliği birinci çevirmenini, elçiliğimiz çevirmeni
Sandison’la birlikte Patrik Nerses’e göndermeyi, Alman mas­
lahatgüzarıyla kararlaştırdık ve gönderdik. Bu görüşmeye iliş­
kin memorandumu ilişikte sunuyorum. Daha önce de arz etti­
ğim gibi Osmanlı Hükümeti, Erzurum’a bir Ermeninin vali ola­
rak atanmasını kesinlikle kabul etmez. Çünkü bunu, Ermenis­
tan’ın özerkliği için ilk adım olarak kabul eder. Kanımca Er­
menilerin de böyle bir nokta üzerinde ısrar etmeye haklan yok­
tur. Vilayet makamına Ermeni ya da Müslümanlann atanması­
nın açık olması başka şey, özellikle bir Ermeninin atanması baş­
ka şeydir. Rüstem Paşanın bu tayini uygundu, ama ne yazık ki
sağlık durumu dolayısıyla kabul etmedi.
Osmanlı Hükümeti özerk bir Ermeni vilayeti önerisi kabul
etmeyeceği gibi, bu Ermenilerin de yararına değildir. Ermeniler
410
her ne kadar Doğu Rumeli’yi öne sürüyorlarsa da orda yaşa­
yanların çoğunluğu Hıristiyandır. Küçük Asya’nın her parça­
sında durum, Doğu Rumeli’nin tersinedir. Ermenilerin özerk­
lik sağlamak için yapacakları her girişim, Müslümanlarca geri
çevrilecektir. Çünkü Müslümanlar, Bulgaristan ve Doğu
Rumeli’nde kalan dindaşlarının düştüğü durumu çok iyi bilmek­
tedirler. Sonuç, Ermenilerin toptan katliamı olmasa bile, kanlı
bir çatışmaya gider, bu da ancak Rusya’nın el koymasıyla ve
Ermenistanm da Rus boyunduruğuna girmesi ile sona erer.
Patriğin istediği reformların bir kısmı mantıklı ve uygula­
nabilir. Alman elçiliğiyle birlikte Babıâli’ye baskı yaparak daha
avantajlı sonuçlar alınabilir. Doğu bölgesinde özellikle Kürtle-
rin bulunduğu vilayetlerdeki Ermenilerin durumu yürekler acı­
sıdır ve Babıâlice dürüst ve etkin bir önlem alınmamaktadır.
Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşayla defalarca bu böl­
gelerde tarafsız ve adil, ayrıca Hıristiyanların da nüfus yoğun­
luğuna göre katılacağı bir idarenin kurulması üzerine oldukça
sert bir şekilde konuştum. Her demarşımda, Ermenilerin çek­
tikleri ıstırap ve maruz kaldıkları baskılar inkâr edildi. Kon­
soloslarımızın yanlış rapor verdikleri, Patrik Nerses, Nar Bey
ve öteki Ermeni din adamlarıyla ileri gelenlerinin Sultana kar­
şı isyana itildikleri vc bu hareketlerinin dikkatle izlenmesi
gereği söylendi. Ermeni özerkliğinden söz açmanın BabIâli’nin
kuşkusunu arttırmaktan başka bir etkisi olmaz; kanımca Er-
menilere ilişkin gerçek ve etkin korunma önlemlerinin alınma­
sı, vilayetlerde yönetime katılmaları için Almanya ile ortaklaşa
yapabileceğiniz yardımı engeller.

Ek : M emorandum
13 Şubat 1880

Alman elçiliği çevirmeni M. Testa ile birlikte Patriğe gi­


derek, Ermenilerin durumunu iyileştirmek için ne gibi pratik
önlemler alınabileceği konusunda kendisiyle görüştük. Patrik,
Doğu Rumeli’nde olduğu gibi Asya vilayetlerine bir İngiliz,
bir Alman genel valinin ya da uluslararası bir komisyonun atan­
ması gibi kabul edilemeyecek teklifler yaptı. Konuşma ilerledik­
çe, beş yıl süreyle değiştirilmeyecek dürüst ve geniş yetkili
bir valinin atanmasıyla kötü durumların kalkabileceğini, ak­
si halde kendilerinin silahlanmaya zorlanacaklarını, dahası Rus­
ya’nın himayesini isteyeceklerini ifade etti.
411
Patrik önce Türk idaresinin kötü olduğunu ve çürüdüğünü
söyledikten sonra, Abidin Paşanın tarafsız ve adil olduğunu be­
lirtti. Bu durumda Osmanlı Hükümetinde böyle kimselerin bu­
lunabileceğinden umutlu gibi, ama sonradan valinin Ermeni ol­
masından başka bu işin çaresi olmadığı üzerinde durdu. Erme-
nilerden bu nitelikleri taşıyan Nubar Paşa, Odian Efendi, Stepan
Paşa, Constant Paşa gibi şahısların bulunduğunu söyledi. Patri­
ğin kafasındaki ilk konu nitelikli bir valinin atanması üzerin­
de durmaktı, ama gerçekte bunun Ermeni olmasını sağlamaktı.
Daha sonra da dindaşlarını, bu ıstıraptan ancak bir özerkliğin
kurtarabileceğini belirtti.
Patriği her ikimiz de önce iyi dinlemediğimizi sandık. M.
Testa, Türkiye ile doğrudan bir çıkarları olmadığını, istekle­
rinin yalnızca Sultanın Hıristiyan uyruklarının doğru dürüst
yönetilmelerini sağlamak olduğunu, Ermeni görüşleri ile Türk
ve Avrupa devletlerinin görüşlerinin bağdaşmasının mümkün
olmadığını söyledi. Özerklik üzerinde durmanın bir faydası yok,
dedi. Patrik de bunun üzerine, iki (Almanya ve İngiltere) dost
devletin öğütleriyle hareket etmek istediğini ve görüşlerini
açıklayan aşağıdaki memorandumu gönderdiğini söyledi.
— Van’ı da içine alan, Erzurum’a 5 yıl süreli görev ya­
pacak bir Ermeni valinin atanması; bu Nubar Paşa olacak, her­
hangi bir nedenden dolayı olamazsa, Stepan Paşa, Nourian Efen­
di veya Constant Paşa olabilir.
— Vilayetin yüksek kademedeki memurlarının atanması
valinin önerisi ve Osmanlı Hükümetinin onayıyla olacak.
— Jandarma, valinin emrinde olacak. Bu jandarmanın ba­
şında Avrupalı bir subay, maiyetinde de fark gözetilmeksizin
Müslüman ve Hıristiyanlar bulunacak.
— Vilayetin gelirinden bir miktar bayındırlık ve eğitim
işlerine ayrılacak. Bu para, harcamaların belirtilen miktarı aş­
maması bakımından vilayet genel meclisinin kontrolünde ve
bu iki kesim bütünüyle valiye bağlı olacak.
— Bütün resmi işlerde ve mahkemelerde Ermenice ve Türk­
çe kullanılacak.
— Yasalar, Ermenden ilgilendiren konularda, laik olacak.
— Hiçbir Hıristiyan herhangi bir nedenle, şeriyye mah­
kemelerinde yargılanmayacak, adaletin çağdaş ilkelerine göre
hareket edilecek ve yasalar ona uygun olarak yorumlanacak,
mahkemede dini nitelikli hiç kimse yer almayacak.

412
— Şeriat yasalarının toplamından başka bir şey olmayan
mecellenin uygulanmasına son verilecek.

Bu memorandumda ileri sürülen önerilere ilişkin düşün­


celerim de şöyledir:
Birincisi: Erzurum zateıı çok geniş bir bölge, bunun daha
fazla genişletilmesi gereksiz; çünkü bu, ülkenin içinde bulun­
duğu özel şartlarda halkın daha iyi idaresi bakımından yöne­
timi ıslah değil, daha kötüye götürmek olur. Erzurum’un
Van’ı da kapsaması önerisinin altında özerkliği gerçekleştirmek
düşüncesi yatmaktadır.
İkincisi: Valiliğe bir Hıristiyanm atanmasında bir diren­
me olmaksızın, bu konu BabIâli’de güçlükler yaratacaktır. Ba*
bıâli, Ermenilerin bütün öteki ırkların atanmalarını bir yana
bırakarak, kendi ırklarından (Ermeni) vali istemesi gibi özel im­
tiyazını garanti etmeyecektir.
Valinin başlıca yardımcılarının vali tarafından seçilmesi,
gerçekten doğru olan bir husustur.
Jandarmanın başında bir AvrupalI subayın bulunması pek
o kadar güçlük çıkarmaz. Ermenicenin de Türkçe ile birlikte
kullanılması, zaten Berlin Antlaşmasının XXIII’üncü maddesin­
de mevcut olup bunun için bir talimat da hazırlanmış, fakat
henüz yürürlüğe konmamıştır.
Adalette laiklik isteğine gelince, bu yerel meclislerle mah­
kemelerden kadı ve papazm ayrılması demektir. Oysa bu du­
rum, idare meclislerinde yeri olması dolayısıyla, Hıristiyanların
çıkarlarının korunmasında onları güçlü bir koruyucudan yok­
sun bırakır. Bu bakımdan bu istek, bir önyargı taşıyor gibi
görünmektedir. Bundan başka, öteki düşünceleri dikkate al-
masak bile, varolan dini peşin hükümlere saldırmaksızın, şu
zamanda Babıâli, bu işe ne derece olur verir. Mecellenin mah­
kemelerden kaldırılması da isteniyor ama, özellikle Ermenilerin
yaşadıkları vilayetler için yeni yasalar yapmak Babıâli için
şu an olanaksız görünmektedir.
Ayrılırken, adı geçen vilayetlerde Berlin Antlaşmasının
XXIII’üncü maddesiyle ilgili tüzüğe dikkatini çektim. Patrik bu
hatırlatmama pek önem vermedi; ya özel bir amacı var, ya da
tüzükten haberi olmadığından böyle davrandı.
F.O. 424/106, s. 174-175, N o. 81, 81/1

413
No. 338

S ör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 223, Gizli
İSTANBUL, 21 Şubat 1880
(Alındı, 4 Mart)
Konsolos Henderson, bir süre önce Halep’e gönderilen
reform komisyonu üyesi Nourian Efendiyi, Fransız etkisinde
kalmakla, Fransa'nın Doğu politikasına yandaş olmakla, Suri-
riye’deki Romen Katolik papazlarının bu konudaki teşebbüs­
lerini, gayretlerini desteklemekle, Ortodoks Ermenilerini şiddet
ve uygun olmayan yollardan din değiştirmeye zorlamakla suç­
lamaktadır.
Bugün Nourian Efendiyle konuştum. Bana söylediklerine
göre, Henderson’un suçlaması haklı görünmüyor. Fransa’ya ve
Romen Katolik papazlarına şimdiye kadar sempati göstermesi,
Henderson’un düşüncesini doğruluyor. Ancak, Halep’teki Fran­
sız Konsolosunun, Romen Katolik rahiplerinin iddialarını des­
teklediği ve Türk yetkililerini tehdit ederek onları ele vermediği
yolundaki çalışmalarını yalanladı. Ermeniler arasında ayrılık
tohumları ekmek, bu tarikatın bazı önde gelenlerini Romen
Katolikliğine geçirmek için, papazların dalavere çevirerek ve
Fransızların verdikleri sözlerden yararlanarak nasıl başarılı ol­
duklarını anlattı. Hıristiyanların pek az görev aldıkları belediye
hizmetlerine azami miktarda Romen Katoliklerinin seçilme­
sinde Fransız Konsolosuyla birlikte çalışılarak başarı kazandık­
larını belirtti. Suriye’de, Fransız nüfuzunu geliştirmek için
bu davranış, bir ölçüye kadar dinsel baskı ve içişlere karışma
idi. Kendisi de Romen Katoiiği ise de, buraya döner dönmez
hemen Ermeni Gregorian Patriği Nerses’i görerek, yapılan iş­
lerle ilgili olarak onun dikkatini çekmeyi görev saydığını söy­
ledi. Nourian Efendi, daha sonra Fransız ajanlarının Ermenilere
yönelik davranışlarını protesto etmek amacıyla, M. de Freyci-
net’e hitaben bir mektup göndermiş ve bu davranışın dini il­
kelerle, Fransız Hükümetinin savunduğu uygar özgürlüklere,
ters düştüğünü belirterek, bu tutumun durdurulmasını istemiş­
tir. Nourian Efendi bu konuda BabIâli’nin de dikkatini çekmiş­
tir.
F.O. 424/106, s. 194, No. 90

414
No. 339

Sör A.H. Layard’dan, Marki SaUsbury'e


No. 224
İSTANBUL, 22 Şubat 1880
(Alındı, 4 Mart)
Yüzbaşı Everett’in Erzurum’daki sıkıntıyla, Beyazıt’taki
halkın acılarının giderilmesi için girişliği önlemlere ilişkin ra­
porumu sunuyorum. Kendisine girişimlerinin uygun olduğunu
bildirdim.
Ek - 1
Yüzbaşı E verett’ten, B inbaşı T ro tter'e
No. 7, Siyasi
Erzurum, 7 Şubat 1880
Ayın 3’ünde Beyazıt’tan bir dilekçe aldım ve onlara birkaç
kelimeyle buğdayın en kısa zamanda gönderileceğini umduğu­
mu bildirdim.
Geçen ayın 31’inde büyükelçi bana, bu konularda kullanıl­
mak üzere 25 sterlin gönderdiğini bildirir bildirmez, hemen va­
liye, Bayburt’tan Erzurum’a 25 somar buğday gönderebileceği­
mizi, bunun en kolay nasıl yapılabileceğini sordum. 25 İngi­
liz lirasının mümkün olduğu kadar çarçur edilmemesi için de
düşündüğüm yollan bir listeye yazarak kendisine ulaştırdım.
Size bunun da bir kopyasını gönderiyorum. Onaylarsanız mem­
nun olurum. Çok açık bir anlaşma olmadıkça, geçen ayın 30’un-
da gönderdiğim yazıda işaret ettiğim gibi bu paranın kullanıl­
ması oldukça tehlikeli görünmektedir. Şimdiye dek bir yanıt
alamadım. Ancak konsolos muavini, Bayburt ve Chauons’a tel
çekerek bu bölgede ne gibi ulaştırma araçları bulunabileceğini
sordu. Ermeni papazı da 300 TL. harcamak için talimat almış
ve onun da şu anda amacı, bizimkiyle aşağı yukarı aynı, Türk
buğdayını bölgeye gönderebilmek. Amerikan Misyoneri R.
Chambers’in bana gönderilen ilişik raporundan da anlaşılacağı
gibi, bölge, yalnızca sancağından ibaret değil. Bu kişi, 7 gün
boyunca Pasin bölgesindeki köyleri ziyaret etmiş. Buralardaki
durumu, o kadar acıklı bulmuş ki orada kalmayı tasarladığı sü­
reyi geçiremeden, elde de sıkıntıyı karşılayabilmek için yapıla­
cak bir şey olmadığından, ısrarlı isteklerden kurtulmak için en
kısa zamanda yerine dönmüştür.

415
48 sayılı gizli yazımda Reşit Beye atıfta bulunduğumu
anımsayacaksınız. Kendi hesaplarıma göre harcanan tutar, um­
duğumdan daha fazlaydı, fakat tam miktarının doğru olarak
bilindiğini sanmıyorum.
Bay Chambers, bu yerinde harcama, Rusya’ya karşı çok
olumlu bir duygu yaratacaktır dedi. Ayrıca bu bahtsız insanla­
rın içinde bulundukları ciddi, yoksul durumu hafifletebilmek
için görevli olarak, bugüne kadar bir değişiklik yapacak ölçü­
de güçlü olamayışımız nedeniyle şimdi yapılan işlerden kay­
naklanan bu olumlu duyguların daha da yükseldiğini söyledi.
Chambers bana, halkın duygularında son iki üç aydır değişme
olduğu izlenimini verdi. Birçok defalar bana bu ezici şartlarda
daha fazla kalamayacaklarını dostça kendisine açıkladıklarını
söyledi. Her ne kadar İngiltere’nin kılavuzluğunu tercih ediyor­
larsa da eğer İngiltere bir şey yapamazsa, kendilerini hiç düşün­
meden Rusların veya kendilerini bu ıstıraptan kutaracak her­
hangi bir devletin kollarına atacaklarmış.
Bu sabah idare meclisinden iki üye ile görüştüm. Kendi­
lerine, ülkenin içinde bulunduğu acıklı durumun yarattığı bu
memnuniyetsizlikten faydalanarak, bu bölgedeki Hıristiyan hal­
kı zorlayıp Rusya’nm kollarına atmanın, insaflı düşünüldüğü
takdirde, pek akılcı bir davranış olmadığını, eğer bu durum
durdurulmazsa büyük bir tehlike kaynağı olacağım açıkladım.

Ek - 2
B eyazıt'tan İngiliz K onsolos M uavinine V erilen Dilek-
çe
14 Ocak 1880
Yaptığınız iki ziyarette, bizim uğradığımız gaddarlık, şu
anda içine saplandığımız kargaşa ortamı, öldürülmeler hakkın­
da bilgi edindiniz; yoksulluğumuzu, gereksinimlerimizi ve her tür­
lü bahtsızlığımızı gözlerinizle gördünüz. Bunlardan sizi birçok
vesilelerle dilekçe ile haberdar ettik. Sizin yardımınızla, vergi­
lerin ödenmesi için bize zaman verilmesini istedik. Özellikle
Ermenilere buğday dağıtılması için vilayetten buraya emir geldiği
halde, bugüne değin bize ne bir buğday tanesi, ne de verginin
toplanması için zaman verildi.
Tam tersine, bu işte askerleri kullanarak ve bizi hapislere
atarak, döverek vergi topladılar, hâlâ da topluyorlar. Dahası,

416
yollarla dağlar karla kaplanıncaya kadar vali ha bugün, ha ya­
rın buğday dağıtacağım diye bizi kandırdı. Şimdiyse, bize buğ­
day göndermek de yardım etmek de artık olanaksız görünüyor.
Açlıktan kaçanlar karlar altında kaldılar, evde kalanlar
da ölümle burun burna. Hükümet siloları da aşağı yukarı bo­
şalmış durumda, ambarlardaki buğdaylar yalnızca kaymakam­
lara, şeyhlere ve subaylara verildi. Ermenilere bir şey verilme­
den kendi hallerine terk edildiler. İsa’nın ve insanlığın merha­
meti, bahtsız ve yoksul Ermeni toplumu üzerine olsun. Bu acık­
lı durumdan kurtulmamız için 130 somar buğdaya ihtiyacımız
vardır. Aksi halde Ermeni toplumunun sonu yakındır, erzak
ve hayvanlarımız tükenmek üzeredir; bu an bıçağın kemiğe da­
yandığı andır. Hiçbir yerden yardım gelmemektedir. Ermeniler,
umutsuzluk içinde ölümlerini beklemektedirler.
Sizin merhametinize sığınıyoruz, mümkün olan en kısa za­
manda bize yardım ediniz (3’ü papaz olmak üzere 15 imza).

E k -3
Yüzbaşı E verett'ten, E rzurum Valisine
Erzurum , 2 Şubat 1880

25 somar buğdayı Bayburt’tan Erzurum’a göndermek üz


re elimde yeterince para var. Beyazıt’a kervanın varması, 3
hafta alacağından zaman yitirmemek için, buğdayın ilk partisi­
ni alıp getirmek için Bayburt’a doğru derhal bir kervanın yola
çıkarılmasını teklif ederim. Çünkü bugünlerde zaman kaybı,
hayat kaybı demektir. Meclise benim önerilerimi sunmayı uy­
gun görürseniz, bu işle ilgili bütün belgeler elimde, lütfen beni
cn kısa sürede haberdar ediniz.
öneriler :
Sıkıntıda olanların bir an önce kurtarılmalarını sağlamak
üzere konsolos muavini Bayburt’tan 25 somar buğdayın getir­
tilmesi için, 50 beygirlik bir kervanın Erzurum’dan yola he­
men çıkarılmasını önerir. Eğer gerekiyorsa, özel bir muhafız
kıtası sağlanmalı ve Bayburt mutasarrıfına bir tel çekilerek
nakliye kolu komutanına belli miktardaki buğdayın teslim edil­
mesi bildirilmeli, ya da bir görevli Erzurum’dan nakliye kolu­
na eşlik ettirilmelidir.
Bu suretle elde edilecek buğdaylar hemen Toprakkale, Ka-
rakilise, Diadin veya Beyazıt’a gönderilmelidir. Buğdaylar ka­

417
saba merkezine gelir gelmez, kaymakama dağıtılmak üzere tes­
lim edilmelidir, ilk nakliye kafilesi Toprakkale’ye, İkincisi Ka-
rakilise’ye, üçüncüsü Diadin’e, dördüncüsü Beyazıt’a olmak
üzere dağıtım yapümalı.
Şartlar :
1. Nakliye parası olarak İngiliz parasının kullanımı, yal­
nızca Bayburt veya Chauons’dan Toprakkale, Karakilise, Dia-
din, Beyazıt’a, ya da İngiliz konsolosunca saptanacak başka
bölgeler için olacak.
2. Nakliye yöntemi vali ve konsolos muavininin uygun
gördükleri biçimde tespit edilecek.
3. Nakliye ücreti de anlaşma yapılmadan önce konsolos
muavinine bildirilecek, o uygun bulursa son anlaşma yapıla­
cak, ücret doğruca konsolos muavini tarafından nakliyeciye öde­
necek.
4. Dağıtımı vilayet yapacağından, dağıtımın yapılacağı
köylerin doğru listesi (ırk ve din gösterilerek), dağıtılan buğ­
day ve herkese verilen miktar belirtilerek konsolos muavinine
verilecek.
5. Buğdayların dağıtımı ırk ve mezhep farkı gözetilmek­
sizin bütün vatandaşlara, ancak çok kötü durumda olanlara
öncelik tanınarak yapılacak.
6. Muhafız yetersizliğinden veya dikkatsizlikten ötürü
yolda bir zayiat olursa, bunun sorumlusu vali olacak ve kay­
bolan miktarın tutarı İngiliz konsolos muavinine geri ödenecek.
7. Eğer İngiliz parasıyla taşman buğday, uygun şekilde
kullanılmaz ya da sıkıntıda olanlara verilmezse, bu miktarın
karşılığı vilayet tarafından konsolos muavinine ödenecek.
8. Buğdayın naklinin İngiliz halkının hamiyetiyle yapıl­
dığı memurlar aracılığıyla halka anlatılacak, bunun için emir ve­
rilecek.
9. Konsolos muavini, uygun gördüğü zaman buğday nak­
liyatını durdurmaya ve kendi hesabına satın almaya yetkilidir.

E k -4
Amerikan M isyoneri Sayın Cham bers’den, Yüzbaşı
E verett'e
Todeveran dilekçesi dolayısıyla 26 Ocakta kaymakama git­
tim. Erzurum’dan aldığı şu talimatı okudu : «Pasin’in çok sıkın­

418
tıda olduğunu haber aldık; emre göre, her ailenin ihtiyacı ka­
dar veriniz ve parasını alınız» diyor. Kaymakam doğal olarak
talimat olm aksızın bunu yapacaktı, nitekim soruşturma ve da­
ğıtımı yapmak üzere adam göndermek üzere idi. Halkın söy­
lediğine göre her aileye yalnızca 3 gots verileceği vaat edilmişti,
bu miktar bile çok azdı, defalarca söz verildi, fakat yerine geti­
rilmedi.
Gerçekten de kaymakam tarafından adam gönderildi. Ama
bu, buğday dağıtmak için değil, vergi toplamak içindi, iki yıl­
lık vergi borcu vardı. Zaptiyeler halka çullandı. Kendileri için
en iyi hisseyi, az da olsa hayvanlarının ihtiyaçlarını para ver­
meden sağladılar.
Askerler 12 yaşında kör bir çocuğu peşlerine taktılar, bu­
nunla beraber onun adına kaymakamın şefaatini sağlamayı ba­
şardık, Ekmeksiz, parasız, zavallı ve yardım ile geçinen halk
insafsızca ezilmekte idi. Bir köylü şöyle söyledi : «Bizi hapse
gönderin, orada buradakinden daha iyi yaşarız. Ödeme gücü­
müz yok.»
Ocak ayının 27’sinden Şubatın 2’sine kadar 7 günü Pasin
Ovasında geçirdik. 600 millik bir alanda yaklaşık 150 köy var.
Kışın kar, yazın da yağmur ürünü harap etmiş ve ekilenin an-
cak l/8 ’ini alabilmişler. Geçen sonbaharda bir parçacık ürün
alınabildi. Beş köyü gezdik, verilecek bir şeyimiz olmadığı için
yerimize döndük, acıklı hikâyeleri birçok kez dinlemekten ve
yardım isteklerinden usandık.
İchibod’da 60 aile var. 5’i büsbütün yoksulluk içinde. Öte­
kilerin çoğunun da birkaç günlük ekmekleri var.
Buraya yakın bir Türk ve Kürt köyünde de 29 aile (270
kişi) yoksulluk içinde, tki aile çocuklarını besleyemedikleri için,
köylüler acırlar ve bakarlar diye bırakıp gitmişler.
Yaghan köyünde 100 aile (200 kişi) yoksulluk içinde, iki
ay içinde 50 aile daha açlar listesine girecektir.
Harsuekar köyü 20 aile; 4’ü çok yoksul.
Ighoo köyü 40 aile, büyük yoksulluk var, sayıları yok. To-
deveran köyü 60 aile, 5 aile yoksul. Bu köyde yeterince buğday
var ve Yaghan ve Komadsor’da eğer hükümet buğdayın satıl­
masına izin verirse, halkı beslemek mümkün, ama bunu yap­
mayı reddetti. Aslında buğday almak için para gerekli. Buğdayı
az ya da hiç olmayan büyük halk kitlesininse parası yok.

419
Jerason köyü, rakam yok. Bütünüyle yoksul, çok azı dı­
şında halkın bütünü şimdi açlık tehlikesiyle karşı karşıya; ne
buğday, ne de para var.
Euzeveran köyü 100 aile, Jerason’la aynı koşullarda. Öteki
bütün köyler, bu ikisinin çektiği sefaletin acısını içlerinde du­
yuyorlar. Vali Paşa iki ay önce Euzevcran’a 200 ölçek buğday
için söz vermiş fakat sözünü yerine getirememiş. Ellerinde, hü­
kümetin kendilerine hayvan vs. karşılığında 60.000 kuruş bor­
cu olduğunu gösteren makbuz var. Bu miktarın 12.000 kuruşu
ödenmiş, üst tarafı reddedilmiş, şimdi kalanın ödenmesi için
yapılan girişim de geri çevrilmiş. Sürüleri Kürtler tara­
fından yağmalanmış ve köylere pek az şey bırakmışlardır.
Komadsor köyü 100 aile, 5 aile yoksul; birkaç gün sonra
bu sayı 15 olacak.
Bu köylerden bazıları valiye başvurmuşlar, Vali «ne yapa­
bilirim, dağıtacak hiçbir şeyim yok» diye karşılık vermiş.
Aile deyimi 2 ila 50 kişiyi kapsar. Kesin bir sayı ifade et­
mez. Bu bakımdan bu ülkede bu konuda kesin sayılara varmak
mümkün değildir. Benim burada verdiğim sayılar, yaklaşık sa­
yılardır. Yüksek göstermekten çok, az gösterdim.
Muhtaçların listesi, verdiğim sayıların çok çok üstündedir.
Halka dağıtım yapan Kazak Reşit Beyin 3000 TL. kadar
bir parayla, Rusya’ya karşı olumlu bir hava yarattığını öğren­
dik. önceleri Badizhivan’dan çıkarılmıştı. Fakat sonra yeniden
oraya davet edildi ve orada öteki köylerdekinden daha cömert
olduğunu kanıtladı.
Halk, öncelikle İngiliz idaresini yeğler. Ancak Rus eliyle
yiyici ve acımasız Türklerden kurtulma umudu daha fazladır.
Hatta hemen yapılacak azıcık bir para dağıtımı bile birçok
ıstırabı dindirir ve bütün halkın minnettarlığını kazandırır.
F.O. 424/106, s. 195, No. 91 (Ek-91/1, 91/2, 91/3, 91/4)

No. 340
Sör A. H . Layard’dan, M arki Salisbury'e
No. 235, Çok Gizli
İSTANBUL, 24 Şubat 1880
(Alındı, 4 Mart)
Baker Paşadan bugün aldığım özel bir mektubu sunuyo­
rum. Zatıâlinizce ilgiyle okunacaktır. Bu mektubun yayımlan-

420
mamasını rica ediyorum. Kendisi çok kıskanıldığından, benimle
özel olarak mektuplaştığının Babıâli tarafından bilinmemesi uy­
gun olur.
Yazdıklarına göre, paşanın yaptığı görev bütünüyle başarı­
sız değildir. Baker Paşanın Sultana gönderdiği raporların Ba-
bıâlice engellenmeden ve değişikliğe uğratılmadan doğruca ken­
disine gönderilmesini telkin edeceğim.

E k : B aker Paşadan, S ör A. H . L ayard'a Gönderilen


M ektup
Havanın olağanüstü kötü olmasından dolayı bir süre ge­
ciktikten sonra 12 gün önce Diyarbakır’a ulaştık. Mardin üze­
rinden geldim. Çünkü çölü görmek, muhtemel demiryolu işini
ve göçebe aşiretlerin içinde bulundukları koşullan incelemek
istedim.
Ülkenin içinden geçtiğimiz bu bölgesi, bütünüyle ihmal
edilmiş. Fakat bu vilayette ulaşım açısından, Halep’tekinden
daha çok iş yapılmış.
Burada yapılan işlerin hiç öğrenim görmemiş, fakat her
sınıf halkın övgüyle söz ettiği Vali Kurt Ismaü Paşanm zama­
nında başlamış olması oldukça ilginç.
Ermenilerin ileri gelenleriyle yaptığım konuşmadan, gele­
cek için çok hırslı kimi düşünceleri olduğu kanısındayım. Bu
oluşan fikirler, yalnızca uygulanabilirliği açısından değil, aynı
zamanda kendi yararları bakımından da tehlikeli.
Bu ülkede Ermenistan özerkliğinin herhangi bir şeklinin
bütünüyle mantıkdışı olduğunu görmek için, sadece bu ülkeyi
tanımak lazım. Ermeniler her yerde genellikle 1/3 veya 1/5
gibi azınlık durumundalar. Bir özerklik, Ermenileri ancak bü­
yük çoğunluğu olan, Kürtlerin merhametine bırakmak demek­
tir. Böyle bir şey söz konusu olursa, Ermenilerin durumu bu­
günkünden on kat kötü olur. Bundan başka, bu gibi fikirlerin
işlenmesi, doğal olarak Türkleri onlara karşı kışkırtır. Her ne
kadar bu vilayetin durumu yürekler acısı ise de, benim bütün
araştırmalarım, Müslümanların çektiklerinin Hıristiyanlann-
kinden çok fazla olduğunu kanıtlamıştır.
Şu ana kadar araştırmalarımda hiçbir engelle karşılaşma­
dım. Her gittiğim yerde, her sınıftan halk ve yetkililerce büyük
bir saygıyla, içtenlikle karşılandım. Ülkenin genel durumu kö­
tüdür. İstanbul Hükümetinin mali durumu ve davranışı gibi

421
olumsuz etkenler olmasa, hiçbir şey umutsuz değildir. Fakat
bana öyle geliyor ki, hiç olmayan bir gelire karşı sanradan uy­
gulanan havale çekme sistemi, vilayetleri en kısa zamanda
umutsuz bir yıkım ve karışıklığa itecektir.
Bu durum böyle sürerken, reformlardan söz etmek bü­
tünüyle mantıkdışı bir şey.
Dikkatimi çeken bozuklukları şöyle özetleyebilirim.
1. Çoğunlukla devlet memurlarının rüşvet almaları, bu
suçlan kanıtlansa bile, tekrar hizmete alınabilmeleri ve ilerle­
meleri.
2. Gelir kaybı ve vergilerin toplanma sistemi dolayısıy­
la halka yapılan baskı.
3. Yol, yazışma ve bayındırlık alanlanndaki büyük ihti­
yacın tümüyle ihmali.
4. Halkın eğitimini sağlayabilmek için sistematik bir atı­
lımın olmayışı.
5. Etkin bir jandarma teşkilatı ihtiyacı, dolayısıyla ge­
nel güvenliğin olmayışı.
6. Doğru bir nüfus sayımının ve hükümetin gözetiminin
olmayışından kaynaklanan karışıklık.
7. İstanbul'daki merkezi yönetimin çok etkili olması.
Bu kötülüklere karşın yine de ülkenin büyük zenginliği
ve olabilecek gelişimi başlatılabilir İyi bir hükümetle sakin
yaratılışlı bu halk, büyük bir refaha götürülebilir. Bütün farklı
dinler arasında bir uzlaşma sağlanabilir.
Mahkemelerle ilgili düzenleme işlemek üzeredir. Ancak
bugünlerde bu iş pek anlaşılmış değil, medeni kanun ve ceza
usulleri arasında uygun bir ayrım yapmak ihtiyacı vardır. Bu
değişiklik, işlerin yoğunlaşmasına neden olmuş, ama rayına
oturduğu zaman eski sistem, büyük ölçüde iyileştirilmiş olacak­
tır. Fakat bu sistem, göçebe aşiretlerin bulunduğu bölgelerde
uygulanamaz ve bu noktanın da çözümü gerekir. Kürt aşiret
reisleri ve Halep’te hapiste bulunanlarla ilgili konularda vardı­
ğım sonuçlan telgrafla öğrenmişsinizdir. Bunların durumları
farklıdır. İçerisinde asılmaları gerekenler olduğu gibi, hepsi
değilse bile çoğunluğu suçsuz olanlar da var. Ancak bunla­
rın yer değiştirmelerinin yarattığı genel etki fevkaladedir Bu
etkinin yok edilmesi, büyük akılsızlık olurdu.
Türk kıskançlığının ne kadar etkin olduğunu biliyorsunuz.
Eğer bu konuyu yeni komisyona havale etmiş olsaydım, Ave-
dies’in yaptıklarını kesinlikle altüst etmiş olurdum.
422
Her nc kadar bir kısmı aceleye getirilmiş ve yanlış düşünül­
müşse de, onun icraatının prestijini zayıflatmamak son derece
önemlidir. Bu itibarla, durumlarının ağırlığıyla orantılı olarak
cezalarının yeniden tespiti için mahkemelerinin görülmesiyle
ilgili bütün işlerin Avedies ve komisyonu tarafından yeniden ele
alınmasını hükümete önerdim.
Bu ana kadar sürekli baskı yapılmasına karşın, jandarma
teşkilatı için, İstanbul’dan uygunluğuna ilişkin bir karar elde
etmeyi başaramadım. Gönüllü sisteminin bu işe yararlı olaca­
ğı kanısında değilim.
Her yıl silah altına alınanların en iyileri seçilerek jandar­
maya ayrılmalıdır. Polislerin maaşlarının yerel idarelerce veril­
mesini önerdim. Bu şekil, jandarmaya, dolayısıyla hükümete bi­
nen yükü hafifletecektir.
Sait Paşa ile aram çok iyi, yanındakilerden de genellikle
memnunum. Ancak Süleyman Paşanın durumu pek belli değil.
Halep’te Sait Paşa onun çok kötü bir karakteri olduğunu söy­
ledi. Halep’ten ayrılacağım gün beni görmedi, özel olarak duy­
duğuma göre bir telgraf şifresi varmış ve Sarayla sürekli haber-
leşirmiş. Bu bilgi, buna rağmen gelmedi, ancak bunu bilmeni­
zin iyi olacağını sanırım. Chermside birkaç gün önce geldi. On­
dan ve Trotter’den her türlü yardımı aldığımı söylemeye gerek
yok. Bunlar gibi ülke içine serpiştirebileceğimiz birkaç düzine
insana sahip olsaydık, çıkabilecek olaylara daha az endişe ile
bakardım. Bir haftaya kadar buradan ayrılarak Bağdat’a, ora­
dan da Musul ve Van’a, belki de sizin eski yolunuzdan gidece­
ğim.
F.O. 424/106, s. 200-201, N o. 94 (E k 94/1)

No. 341

S or A. H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No 266
İSTANBUL, 2 M art 1880
(Alındı, 12 M art)

Erzurum’daki huzursuzluk ve öteki işlerle ilgili olarak


Yüzbaşı Everett’ten aldığım yazının bir kopyasını sunuyorum.

423
E k : Y üzbaşı E verett'ten, B inbaşı T ro tter’e
No. 8, Siyasi
Erzurum , 20 Şubat 1880

Ne yazık ki bugüne kadar uygun fiyatla bir ulaşım aracı


bulma olanağı bulamadığım için, ihtiyaç duyan bölgelere buğ­
day gönderemedim. Benzer nedenlerden ötürü Ermeni Patriği
de bu işten vazgeçmek zorunda kaldı. Ermeni Patriği tarafın­
dan Beyazıt’a 300 TL. gönderildi, burada da 450 TL. verildi.
Bugün Eleşkirt’e gönderilecek. Amerikan Misyoneri William
Chambers de kemer fonundan 75 TL. gönderecek. Pasin’deki
sıkıntı buğday kıtlığından çok para gereksiniminden kaynaklan­
makta. Bu bölgelerdeki yetkililerce somarı 400 kuruştan
(madeni paradan) 900 Erzurum somarının satılmasına
izin vermişlerse de şimdiye kadar 55 somar satılmıştır. Mis­
yonerin Kast’tan aldığı mektuplarda, sınır boyunca büyük bir
yoksulluk var ve fiyatlar buradakinden çok yüksek. Bin bir zor­
luk içinde bulunanlar bile Rus yetkililerinden herhangi bir
yardım almamışlardır.
Erzurum da hatırı sayılır bir sıkıntı içindedir, para top­
lanmaya başlanmış ve ancak 75 TL. toplanmıştır. Şimdiye dek
büyükelçiden bana 15 sterlin geldi. Bunun 13 sterlinini Kara-
kilise’den bana yardım istemek için gelen yoksul ailelere dağıt­
tım.
Geghi ve Bayburt’taki davalarda bir ilerleme yok. Önceki
gün vali ve Nafiz Paşa ile görüştüm, davaların bitirilmesi gerek­
tiğini söyledim, yeniden söz verdiler.
Protestan öğretmenin Hogloo’da korunmasını sağlayacak
noktaya geldiğimi sanıyorum.
Üzülerek belirtmek isterim ki, Chauono bölgesinde Protes-
tanlara karşı, yerel makamlarca gerektiği kadar baskı görme­
yen Grigorien Ermenilerce, dostluktan tehdide kadar varan
güçlü bir karşı his vardır. Şimdi Protestanlarca ıstıraplarını di­
le getiren bir açıklama hazırlanmaktadır. Bu, onlar için geçen
hafta yaptığım görüşmenin sonucu olarak valinin isteği üzerine
yapılmaktadır.
Yukarıdakileri yazdığımdan beri geçen zaman içinde Cham­
bers Pasin bölgesinden döndü ve ziyaret ettiği köylerin acıklı
durumlarını anlattı. Yokluk çekenlerin bir kısmı, kurumuş kök­
leri yiyerek ölmektedirler.

424
Birden fazla köy bütünüyle yokluk içindedir, Luluki’de 3
kişi açlıktan ölmüştür.
Bugünkü durum kısa zamanda daha da kötü olabilir. Bir­
çok ailenin yiyeceği ya 15 gün ya da 3 haftada tükenecektir.
Misyonerin söylediğine göre, genellikle Türk köyleri Hıristi-
yanlarınkinden daha kötü olacak.
Şu anda büyükelçiden bir tel geldi. Lady Strangford’ıın
sıkıntıda olanlar için bana 400 sterlin gönderdiğini bildiriyor.
Pasin bölgesinde zor durumdaki halktan bir kısmını kurtarmak
için, hemen bu paradan bir bölümünün kulllanılmasmı öneri­
rim. Ancak posta hemen hareket etmek üzere olduğundan, bir
düzenleme yapılamadığı için gelecek haftaya kadar durumu
onlara bildirmeyi erteliyorum
F.O. 424/106, s. 224, No. 103 (E k -103/1)

No. 342

Sör A. H. Layard’dan, Marki Salisbury’e


No. 282
İSTANBUL, 9 M art 1880
(Alındı, 18 M art)

Sizin geçen ayın 25’indeki 134 sayılı yazınızla ilgili olarak;


Antep’teki Ermeni başpiskoposunu, İngiliz kilisesiyle yazışma­
da; reform edilmiş Ermeni kilisesi başpiskoposluğu, cemaatinin
böyle adlandırılarak reform edilmiş başpiskoposluk toplumu
olarak tanınmasını ve vergi vermesini belirleyen istek, BabIâli’ye
arz edilmiş ise de Babıâli bu konuda ferman yayımlamaktan çe­
kinmiştir. Türk Hükümeti, Protestan toplumunu genel olarak
tanıdığını kabul etmiş ve Osmanlı ülkesindeki öteki Hıristiyan
toplumlarına tanıdığı hak ve ayrıcalıkları onlara da sağlamayı
önermiş, ancak Protestanların çeşitli kısımlarına tarikatçı ay­
rıcalık vermeyi ve bunu bir fermanla garanti etmeyi düşüne­
meyeceğini açıklamıştır.
Beni iki yıldır sürekli uğraştıran ve Musurus Paşa kanalıyla
Saffet Paşa tarafından size aksi bildirilmesine rağmen, Protes­
tan toplumuna Babıâli tarafından garanti edilecek tüzük soru­
nu henüz memnuniyet verici bir şekilde çözümlenmiş değildir.
Bu konu çözümleninceye değin, Protestan başpiskoposluğunun,

425
farklı bir dini toplum olarak tanınmasının doğru olmayacağı
kanısındayım. Protestan tüzüğüne mümkün olduğu kadar dini
değil, uygar bir karakter vermek benim hedefim olduğundan,
bana öyle geliyor ki, bütün ülkede Sultanın Protestan uyrukla­
rının isteğine bu çözüm yolu yeterli gelecektir.
Doğudaki Protestanlar arasında ne kadar az fark olursa,
bu hem din için, hem de bizim politik çıkarlarımız için daha
iyidir.
F.O. 424/106, s. 234, N o. 112

No. 343

Yüzbaşı E verett’ten, B inbaşı T ro tter'e


No. 10 Siyasi, Gizli
ERZURUM, 12 M art 1880
(D ışişlerinde alındı, 9 Nisan)

Siyasi ve gizli 4 sayılı yazımda sözünü ettiğim Reşit Bey,


15 gün önce Erzurum’a geldi. Sizin de çok iyi tanıdığınız zen­
ginliği ve nüfuzuyla bilinen Tastamaji adlı bir Em eninin evin­
de kaldı. Burada Rus Konsolosuyla buluştu. Ondan sonra Ti-
mar’a döndü. Pasin kaymakamının bana söylediğine göre, Reşit
Bey Rus Hükümetinden 15.000 sterlin almış ve bunun 1500’ünü
Pasin bölgesinde harcamıştır.
Bu parayı alanlardan birinin söylediğine göre ne faiz, ne
makbuz istiyorlar, ne de belli bir sürede ödenmesi için şart ko-
şııyorlarmış. Bu bölgedeki halkın beyinlerinin zehirlenmesin­
de Reşit Bey yalnız değildir. Babo Efendi adında oldukça zen­
gin ve nüfuzlu birinin, bir süre önce Rus Hükümeti ile yazıştı­
ğından kuşkulanılmıştı. Valinin elinde, hem adı geçenin düşün­
celerini, hem de ona katılan başkalarının çabalarını açıkça ka­
nıtlayacak 8 belge var. Benim 9 sayılı siyasi yazımda, bu ki­
şinin asker alma komisyonuyla ilgili olayda suç ortağı olarak
mahkûm edildiği belirtilmişti. Şimdi adaletten kaçarak Pasin
Ovasında saklanıyor. Babo Efendi, Rus işgali sırasında Pasin
kaymakamlığına atanmıştı.
Kendisinden kuşkulanılan üçüncü kişi de Pasin E m eni
papazıdır. Rusya’dan yana daha kaç kişi vardır bilemiyorum.
Ancak Rusların, şimdiki yoksulluktan ve hükümetin onlara

426
yardım edememesinden faydalanarak, kendileri açısından olum­
lu bir etki yaratmak için ciddi girişimlerde bulunmakta olduk­
la rina inanıyorum. Bu nedenle zaman yitirmeksizin bu bölgeye
yetişememekten endişeli idim. Tarafımdan yapılan para dağı­
tımının bir ölçüde Rus girişimini dengelediği kanısındayım.
F .O . 424/106 269 - 270, N o. 138

No. 344

Y ü z b a ş ı E v e r e tt’te n , B in b a ş ı T r o tte r ’e
ERZURUM, 20 M art 1880

Pasin’den döndüğümden beri dikkatim, bu şehrin gittikçe


artan sıkıntısı üzerinde toplandı. Onu düşündüğümden çok da­
ha kötü durumda buldum. Halk ekmekle hiçbir benzerliği ol­
mayan, kara bir karışımı yiyerek yaşıyor. Birçok kez yapılan
incelemelerde bu maddenin de sürmeli buğdaydan yapılmış bir
un olduğu, zararlı olmamakla beraber, uzun süre yenirse di­
zanteri yaptığı anlaşılmıştır.
Dün valiye, benim başkanlığımda, ikisi onun ikisi de be­
nim tarafımdan seçilecek 4 kişilik bir komisyon kurulmasını
önerdim. Sanıyorum bu öneri kabul olundu. Aynı zamanda
dün ilk dağıtım olarak, çok yoksul olduklarına inandığım çeşit­
li mezheplerden 650 kadar kişiye para verdim.
İstanbul’daki Ermeniler buradaki ırktaşları için iyi çalışı­
yorlar. Dün alman bir telgrafta açıklandığına göre, 700 sterlin­
lik bir yardım toplanmış.
Türkiye, N o. 23 (1880), s. 116, N o. 68/1

No. 345

S ör A. H . Layard’dan, M arki Saîisbury’e


No. 340
İSTANBUL, 24 M art 1880
(Alındı, 1 Nisan)
Küçük Asya’daki konsolosluğumuzdan alman yazının kop­
yasını ilişikte sunuyorum.

427
Ek : Yüzbaşı Clayton’dan, Büyükelçi Layard’a
No. 5, Siyasi
Van, 11 Şubat 1880

Başkale’den döndükten sonra reform komisyonu ve vali,


Ruslarla Nasturiler arasında bir haberleşme olup olmadığı hak­
kında sorular sordular. Türk Hükümetinin, Nasturileri haş­
lamak için bu haberleşmeyi bahane olarak kullanmasından en­
dişe ederim. Doğrusu böyle bir hareket düşüncesizce bir dav­
ranış olursa da bunun haklı bir sebebi olmaksızın yapılamaya­
cağı bilinir. Eğer bana söylenenler doğru ise, Nasturiler de dav­
ranışlarıyla bir ölçüde ihanete katılma eğilimi gösteriyorlar.
Nasturiler, İngiliz ve Ruslardan yardım almak için sürekli ve
gevşek bir oyuna başvurmaktadırlar. Türkler yabancı müda­
halelerine karşı iseler de, İngiliz-Türk anlaşmasına göre, Kü­
çük Asya’daki işlere Ingilizlerin müdahale hakkı olduğundan,
bu işi bir ölçüde zararsız görüyorlar. Ancak Türkün düşmanı
olan Rusya’dan yardım istenmesinin farklı bir yanı vardır. Bu,
ülkede Hıristiyan halka karşı hâlâ varolan düşmanlığı körük­
leyebilir. Çünkü Müslümanlar, bu son savaşın ve dolayısıyla fe­
ci sonucunun başlıca nedeni olarak Hıristiyanları görmekte,
onlardan nefret etmektedirler.
Sanıyorum, mevsim uygun olur olmaz Nasturileri ziyaret
etmem uygun olacak. Aynı zamanda eğer bir fırsat düşerse,
Mar Shimoun’a bu konuda tembih ve öğütte bulunan bir mek­
tup göndereceğim.
F.O. 424/106, s. 260, N o. 131, 131/1

No. 346

Sör A. H. Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 370
İSTANBUL, 31 M art 1880
(A lındı, 15 Nisan)

Ermeni Patriğinin, Geghi’deki Ermenilere karşı Osmanlı


yetkililerinin tutumlarından yakman, adalet ve insanlık adına
duruma müdahale etmemi isteyen mektubunun bir kopyasını
ilişikte sunuyorum.

428
E k : İstanbul Erm eni P atriği N erses'ten, Büyükelçi
Layard'a
27 M art 1880
Bay Büyükelçi,
Zatıâliniz, Geghi’deki Ermenilere Kürt beylerinin yaptık­
ları zulümlerden dolayı olan mahkemeden haberdarsınız. Erzu­
rum makamları Kürtlerden yana çalışmaktadır. Bu işle ilginizi
bildiğimden adalet ve insanlık adına bir kez daha müdahale et­
menizi, Erzurum makamlarınca mahkeme üzerine yapılan bas­
kıyı önlemenizi rica ederim.
F .O . 424/106, s. 279 No. 142, 142/1

No. 347

Teğmen Cherm side'den, Sör A. H. Layard’a


HARPUT, 3 Nisan 1880

Son üç ay içinde bu ülkede yaptığım gezilerle ilgili olarak


görüşlerimi aşağıda bilginize sunuyorum.
Bu rapor, halkın ve ülkenin şu anda içinde bulunduğu
koşullan kapsamakta, ancak gücüm yettiğince toplamayı gö­
rev saydığım bu bilgiler, ne ayrıntılı istatistikleri, ne de ülkenin
doğal yapısını belirten açıklamaları içine almaktadır. Çünkü
Halep’ten Musul’a, Musul’dan Harput’a kadar olan yol duru­
mu, keşif raporlarını, krokileri kapsayan ayrıntılı bir rapor ve
uzun zaman ister. Geçen yıl Halep vilayetine yaptığım gezim­
de de böyle olmuştu. Bu talimatınızı aldıktan sonra, bu böl­
geye ait ayrıntılı istatistikleri, askeri ve topografik bilgileri kap­
sayan bir raporu, uygun bir zamanda hazırlarım. Eğer gezi sı­
rasında bunu yapmaya kalkarsam, bu yerel bilgilerin toplan­
ması aleyhimize olur, bu itibarla bu işin dinlenme dönemin­
de yapılması duruma daha uygun düşmektedir.
Bütün Osmanlı ülkesinin güney eyaletlerinde görülen kıt­
lık ve açlıkla ilgili olarak zatıâlinize telgraf çekmeyi uygun
görmedim. Ancak gezdiğim yerlerdeki temsilcilerimize, onla­
ra yarayan bilgi ve hizmetleri verdim. Bundan başka ihtiyati
önlemler öylesine ihmal edilmişti ki, durumu hiç değilse azıcık
düzeltmek ve kurtarma önlemleri alabilmek için yazışma ola­
nakları el vermiyordu. Geçen yılın yağmursuz, güneşli bahan

'429
dolayısıyla doğal olarak geniş bir alanda bu yılkı ürün, Hin­
distan’daki kuraklığı andırıyor ve kaçınılmaz bir şekilde kıtlı­
ğı getiriyor. Adana gibi bölgelerde ürünün bol olmasına karşın,
ülkenin iç bölgelerindeki kıtlık nedeniyle fiyatlar yükselmekte
ve tatlı bir ticarete yol açmaktadır. İç bölgelerde devlet, hu­
bubat ofislerinden daha ucuz fiyatla vermekte ise de uluorta
yapılan bu satışları birer suç gibi niteleyip damgalamak ola­
naksız. Oysa gerek devlet hâzinesinin sıkışık durumu, gerekse
vilayetlerdeki sayısız havale ve ödeme emirleri düşünülürse,
yerel idarelerin bundan başka bir şey yapmaları da beklene­
mez, Valiler atak davranıp önlemler alsalar da artık çok geç,
sözü uzatmaya lüzum yok. Zatıâliniz, Türk idarecilerinin so­
rumluluk yüklenmede ve kendi inisiyatifleriyle teklifte bulun­
mada ne kadar akılsız, ne kadar hazırlıksız olduklarını benden
daha iyi bilirsiniz. Diyarbakır Valisi İzzet Paşanın bile, önce­
den uyarılmasına karşın, durumu düzeltici önlemlerden ancak
pek az bir kısmını alabildiği hatırlardadır.
Halep ve Birecik arasındaki bölge çıplak, verimli ve ka­
labalık nüfuslu bir ovadır. Burada Türkmenler, Arapça konu­
şan Türkmenler ve göçebe olmayan Araplar oturur. Sulanabi-
len bir bölge değildir. Batıda Halep, doğuda Fırat ırmakları var­
dır ve kuzeyinde Sajur akar. Halep’in batısı ve Şam’a doğru
olan köyler, güneydeki gibi etrafları duvarlarla çevrilmiş top­
lu bir şekilde değildir. Çamurdan yapılmış alçak, damı düz
kerpiçten barınaklardır. Tahta bulmak olanaksız olduğundan
güneydeki barınakların her birinde kubbeli bir tavan, küçük
birer oda vardır. Uzaktan bakıldığı zaman kümelenmiş arı
kovanları gibi görünmektedir. Henüz ocak ayında olmamıza
karşın yiyecek ve yem tamamıyla anormal durumdadır. Yaka­
cak da zamanında yeterli ölçüde depo edilmemiştir. Çoğunlu­
ğu tezekten oluşan yakacak malzemesi., son derece kıt ve de­
ğerlidir. Şimdiye kadar hiç görülmemiş ölçüde şiddetli ge­
çen kış, bu bölgede yaşayanların alışmadıkları ve deneme­
dikleri bir mevsim olmuştur. Bölge sakinleri bu durum karşısın­
da şaşkına dönmüşler ve hazırlıksız yakalanmışlardır. Sonuç
olarak da yaşayanların büyük kısmı sıkıntıya düşmüş, hayvan­
lar da kışlık yemleri olmadığından birçok yerde tamamen kı­
rılmışlardır. Güneyden uzaklaştıkça, çölden gelen haberler
de iyi değildir. Burada da çok sıkıntı çekilmekte olup hayvan­
lar telef olmuştur. Geriye yalnızca sahipleri kalmıştır. Halep’e
bağlı çöl kasabası Zor’un Deirand köyünde kıtlık nedeniyle
430
karışıklık olduğunu zatıâliniz de pekâlâ biliyorsunuz. Fırat’ı,
topografik çalışmam dolayısıyla geçip, geri döndüm. Kürtler
ve K ürt-A rap karışımı bir bölgeden geçtim. Burada da Bab
kazasmda olduğu gibi kereste yokluğundan evler kilden yapıl-
miş, kubbemsi tavanları olan arı kovanları gibi. Birçokları ye­
re Oyulmuş küçücük odalar halinde, damlan da yukarıda be­
lirttiğim biçimdeydi.
Köyler ırmağın batısındakilerden daha küçük. Her biri
iki ya da daha fazla kubbeli 20 üe 30 evlik küçük köylerdi. Bun­
lar büyük nehrin batğındakilere göre gözle görünür bir şekilde
çok daha yoksul idiler. Çıplak, ağaçsız dalgalı olarak uzanan
mısır tarlaları ve 200’den fazla köyü bulunan büyük Seruj Ova­
sı gibi birkaç yer dışında, az sulanmış bir bölge. Köylülerin
başlıca yiyecekleri tahıl, tereyağı ve su. Sebze son derece az,
bu köylerde mevye ve ağaç yok, oysa batı kıyısında var. Su
ikmali de öyle, orada su genellikle kuyulardan sağlanmakta;
vergi sistemi, miktarı, toplanma şekli gibi konularda kötü ida­
renin bütün girişimlerinin yok edildiği izlenimini veriyor. Sü­
rüncemede kalan çabalar, ilerlemeler ya da düzelmeler, halkı
öyle bir duruma getirmiş ki, açlık düşünülebileceğinden çok
daha fazla istekle kabullenilmiştir. Yaşayanların yoksulluğu
ve pisliği son aşamaya gelmiş. Burada ocak ayındaki kıtlık,
batıdakinden çok daha belirgindir. Çoğunun ırmağa yakın, si­
yah kıl çadırlardan oluşan barınakları var; durumlarının iyi
oluşunu ise yorgan, yastık, giyecek, tava, tencere gibi eşyala­
rı gösterir. Çok miktarda koyun ve hayvan sürüleri olanların
zayiatları, orantı olarak, Birecik-U rfa yolunun kuzeyindeki-
lerden de daha büyük olabilir.
Köyler, daha iyidir ve birçoklarının damları, Fırat’ın öbür
kıyısından getirilen ağaçlara dayanan düz damlardandır. Howek,
Milh, Saray, Jallach bunlardan başlıcalarıdır. Bu sonuncunun
200’den fazla evi vardır. Irmağa yakın olan koyun sürüleri, gü­
ney yerine kuzeye gönderilmişlerdir. Bunun nedeni, yalnızca
Toroslarda kışlık yerlerin güneye göre şaşılacak ölçüde ılıman
olmaları değil, aynı zamanda alçak fundalıkların, meşe ağaç­
larının dal ve yapraklarının hayvanlara yiyecek olmasıdır. Doğu­
da durum, Seruj yakınında olduğu gibidir. Şimdi susuzluktan
harap olup, ıssızlaşan, duvarları yıkılmış bulunan Harran ka­
sabasında hâlâ eski tarımın ve zenginliğin izleri görülmektedir.
Urfa Ovasındaki köylerin daha iyi olduğu görülür ve tahılları
olduğundan açlık daha azdır. Urfa’da ocak sonunda büyük bir
431
kıtlık ve pahalılık vardı, buğdayın kilesi hemen hemen 400 ku­
ruştu ve bu, her zamanki fiyatın 4 katı idi.
Güneyde Mardin’e giden çöl yolu boyunca çölün en ku­
zey sınırında da köyler vardı ve bunların az çok tahıl bulduk­
ları anlaşılıyordu. Ancak burada da kıtlık nedeniyle kuşkusuz
tahılı pahalı alıyorlardı. Buradaki halkın bir kısmı Kürtçe,
bir kısmı da Arapça konuşuyor. En önemli aşiret hem Kürtçe,
hem Arapça konuşan çoban Millis idi. Bunların Türkmenler-
den geldiklerini işittim, korunma ve çölde otlatma hakkı için
Shamaar Araplarına yeni ödeme yapmışlar. Yılın bu mevsimin­
de çöle uzaktan bakınca görünen ve birkaç koyun sürüsünün
dışında oturulamaz bir alan vardır. Siverek üzerinden Urfa’ya
giden kuzey yolu üzerinde oturanların çoğu Kürtse de iki yol
arasındaki bölgede Kürtçe konuşan, çoğu çadırda kır hayatı
yaşayan Kara Keçi aşireti vardır.
Siverek’in güneyi ve bu yol boyunda kullanılan dil, Kir-
manço Kürtçesidir. Fırat’a ve onun kuzeyine doğru Zaza Kürt-
leri vardır, Örneğin Akçadağ, Kâhta, Malatya civan, Gerger
ve hatta Çermik’e kadar nehrin güneyi, yol üzerindeki ve ku­
zeydeki köyler yoksuldur ve hemen hemen virane halindedir.
Ancak barmaklar daha geniş, damlar düz ve güneydekilerden
biraz daha iyidir. Doğuya doğru gittikçe kıtlık artmaktadır.
Karaca Dağı geçtikten sonra Diyarbakır Ovasına girilir. Bura­
da da köyler kerpiçten yapılmıştır. Açlık ve sefalet geneldir.
Karabahçe, 30 mil doğusu (Siverek’in doğusu) ve Mardin ara­
sında Karaca Dağ ve Cebeli Afz vardır. Bu dağlar, Mezopatam-
ya Ovasından 333 m. yükseklikte sarp kayalıklardan oluşan
bir engeldir. Yüksek yerler kireçtaşı ve mermerden oluşan
dar uçurumlarla kesilmiştir ve güneydoğu kısmı hariç, iyi su-
lanmamıştır. Burada çok miktarda çalılık ve bodur meşe ağaç­
ları vardır. Bunların sakızları ihraç edilir, meşenin palamudu
da ekmeğe dönüştürülür. Deyrek yakınında Cebeli Afz böl­
gesine gelinceye kadar, genellikle evlerine kapanan Ermenile-
rin çoğu Jacobite’dir. Birçoğu silah taşır. Kürt komşularından
çok çekerler, bellibaşlı ağaların bir kısmı geçen yıl sürülmüş­
lerdi. Mezopotamya Ovasının kuzeyinde birkaç Hıristiyan kö­
yü vardır. Diyarbakır’daki kıtlık ve tahıl fiyatının yüksek olu­
şu, ihraç etmek üzere yer değiştirmesinin de yasaklanmamış
olması, ticareti fena halde kösteklemiştir. Kasabada ekmeğin
sabit fiyat üzerinden satılması gibi birtakım kurtarma girişim­
leri ve tedbirleri üzerinde durmayacağım. Çünkü Binbaşı Trot-
432
ter size bu konuda doyurucu bilgiler sunacaktır. Diyarbakır’ın
doğu ve kuzeydoğusu aşağı yukarı Siirt’e kadar uzanan alçak
ve büyük bir ova olup, burada Kirmanço Kürtleriyle, Hıristi-
yanlar oturmaktadır. Dicle kıyısındaki birçok köy, bulunduk­
ları yerin doğal olanaklarına rağmen ağaçsız, ıssız höyükler top­
luluğudur. Burada da büyük bir kıtlık vardır. Kanıma göre şim­
di değilse bile, çok kısa süre sonra burası da açlığa mahkûm­
dur. Redwan kazasının köylerinden Tul ve öteki yerlerde de
açlıktan ölen olduğu bildirildi. Şubat sonunda Girik, Khop,
Redıvan, Avta, Tul gibi yerlerden geçtim. Atlar için her za­
man yem bulabiliyordum. Bunu daha güneyde bulmak müm­
kün değil.
Her ne kadar mart sonunda kıtlık daha büyümüşse de, da­
ha güneyle kıyaslanamaz. Fakat dağlara doğudan veya kuzey­
den yaklaşılırsa çok kötü durumlarla karşılaşılır. Mirfarkeyn,
veya Silvan, şahane harabeleri olan küçük bir kasaba. Bir za­
manlar çok ünlü olan bir yerde kurulmuş, şimdi çok zor du­
rumda, büyük tarihi geçidi oluşturan kapının hemen güne­
yindeki Haini, hâlâ çok kötü durumda ve burada açlık var. Haz-
ru ve Ilıca gibi oldukça verimli bir ovanın başında kurulmuş
olan küçük kasabalar, genellikle o kadar kötü değiller, fakat
buğdayın kilesi 55 kuruş.
Çermik’ten başlayarak Haini gibi yerlerden geçerek Tarsus
eteklerine kadar çekilen bir hat, Dersim dolayında büyük mik­
tarda Zazaca konuşan Kürtlerin güney sınırını gösterir. Zaza-
ca ve Kirmanço çok açık bir şekilde birbirinden fark edilebi­
len dillerdir.
Dicle’nin güneyinde Midyat bölgesi ve Jcbel Tur (Mons
Masius) vardır. Genellikle ıssız olmakla beraber bu bölgede
sıkıntı eşit bir şekilde değildir. Bölgede Kirmanço Kürtleri,
Jacobite Hıristiyanlar ve Yezidiler vardır. Bir kısım yerler dağ­
lık ve kayalık, diğerleri yüksek ve yayla, yeterince verimli yer­
lerdir. Sağlanabilen yiyecek şu andaki açlığı önleyebilmektedir.
Oldukça iyi yapılmış barınakları olan birçok köy, ağaçlar ve bah­
çeler vardır. Azekh ve Bassabini gibi yerlerde 200 haneden,
yalnızca 20 - 30 aile kalmıştır. Gerisi yiyecek bulmak için Diyar­
bakır’a ya da başka bölgelere göçmüşlerdir. Ötekilerin çoğu
ya da bir kısmı birbirieriyle kavga etmekten dolayı kırılmışlar­
dır. Mardin Mutasarrıfı Hurşit Beyin saldırılarını, beylerin
baskı ve haraçlarını, ağaların ve soyguncuların davranışlarını
biliyorsunuz. Bu bölgede normal zamanlarda oldukça refah
içinde olan köyler vardır. Ancak şimdi1 buradaki açlık, şim­
diye değin anlattığım bölgelerden daha çoktur. Bazı yerlerde
halkın yediği ekmek, kepek ve bildiğimiz üzüm kabuğunun
karışımıyla yapılır. Mardin’de tahıl azlığı ve fiyatın yüksekliği
(kilesi yaklaşık 700 kuruş) öteki yerlerle hemen hemen aynı. Nu­
saybin çok kötü durumda. Mardin ve Cezire ikmallerini Diyar­
bakır’dan yaparlar, fakat uzaklık ve ulaşım zorluğu Nusaybin’i
şimdiye kadar, kendi kaynaklarıyla yetinmek zorunda bırak­
mıştır. Burası bir kasabadan çok yoksul ve sağlıksız bir köy
görünümündedir. Oysa burası, güya Mezopotamya Ovası (çöl)
denen yerin hemen kıyısında kerpiçten yapılmış köylerin bağ­
lı olduğu bir merkezdir. Bu köylerden büyük kısmı harap ol­
muş veya terk edilmiş, kalanlar ise yıkılanlardan biraz daha
iyi durumda ve bir yanı Jebel Tul’dan Kürtlerle, Yezidilerin
saldırılarına açıktır. Yezidiler, Musul ovalarının barışsever
kabilelerinin tersine, her türlü soygun ve hırsızlığı yapmalarıy­
la tanınmışlardır. Araplar geldiği zaman ve Tai Arapları henüz
gelmekte iken, ben Nusaybin’de idim (20 Mart), köylüler,
özellikle Hıristiyanlar çok kötü bir duruma düştüler. Hükümet
koruması ise, ileride sözünü edeceğim, şimdilik boş bir laf.
Şubatta Redwan ve Farkeyn civarında Hassan Kef’ten
geçerken birçok köy gördüm. Bu verimli topraklarda da ya­
şayanlar jacobitelerle, bir kısım Ermeniler. Bir zamanlar sa­
yıları çok olan Yezidiler şimdi bu bölgede azalmış.
Sassun yüksek arazisine yaklaştıkça Kürtler çoğalmakta.
Doğuya, Siirt’e doğru şartlar Diyarbakır’dan başlayarak daha
da kötüleşiyor. Tahıl yalnızca pahalı değil, az da. Yüksek fiyat
düşlenen fiyattır. Ancak köylülerin büyük kısmının veremeye­
ceği bir fiyattır. Onların bütün çabası büyük ölçüde, kış için
sahip oldukları tahılın şimdiden ikmaline bağlıdır, paraları da
tükenmiştir. Siirt’in Kürt kasabasının dışında taş ve beton ya­
pılarda, şaşırtıcı bir şekilde Arapça konuşan halk yaşamakta­
dır. Yeni gelen mutasarrıf, yumuşak, konuşkan bir adam, Siirt
de şimdi Bitlis’in bir sancağıdır.
Burada bir tabur asker var. Yetkililer, bu taburun ihtiyaç­
larını sağlayamadıklarından, buradan başka yere nakillerini is­
tediler. Siirt’in doğusuna geçmedim. Bitlis’e ulaşım açık değil­
di, ancak, işittiklerime göre dağlık bölgede açlık olduğu kuşku­
lu. İran hududuna doğru olan bölge, düşündüğümden de kötü,
büyük olasılıkla Bohtan bölgesinde gördüklerimden de beter.
Bohtan Suyunu geçince Dehe kazası gelir. Buranın Hıristiyan
434
halkı geçen yıl müthiş bir zorbalıkla karşılaştılar, kayıplarına kar­
şılık hükümetin resmen ellerine verdiği mazbatalara rağmen bun­
ların hiçbiri ödenmemiştir. Bu kazanın ötesinde ve bununla Dic­
le arasında, Hacı Bayram ya da Çernak bulunur. Bir tarafında
Amadia ve Tiyan bölgesi, öte yanında da Cezire yer alır. Bu­
rası çok dağlık bir bölgedir. Deyr Gul geçidine ulaşan en iyi
boğazdır, etrafı ünlü Bedir Han Bey Kalesinin harabeleridir.
Mevsimden dolayı Bohtan bölgesindeki gezim kesintili idi.
Midyat’ta oturan halk palamut unu, pamuk tohumu, ke­
pek, kabuk gibi şeylerden yapılmış bir ekmek yiyor. Yenilecek­
lerin başında bu geliyor, bugünkü fiyatı anormal, bir ölçeği 35
kuruş ya da her okkası 3 1/2 kuruş. Pamuk tohumunun okka­
sı 2 1/2 kuruş, zengini de yoksulu da sıkıntı içindeler. Zengin
bir köyde yalnızca iki kişi hububattan yapılmış ekmek yiyor­
lardı. Çünkü yılın bu zamanında (şubat), örneğin Diyarba­
kır’dan bir sal gelmeden önce, Dicle’nin herhangi bir noktasın­
da, kesinlikle yiyecek satın alınabilecek bir pazar yeri yoktur.
Bohtan Dağları görebildiğim kadarıyla, ağaçlarla iyice örtülü
değil. Ceviz, kavak ve vadilerde meyve ağaçları bulunur, dağlar­
da bodur meşe ağaçları vardır. Köylerdeki evler sıcak ve sağ­
lamdır, buralarda oturanlar gittikçe azalmaktadır, daha önce­
leri buralardan geçen gezginlerin izledikleri yollarda görünen
köyler ya terk edilmiş, ya da yıkıntı haline gelmişlerdir.
Cezire’de şubat ayındaki kıtlık çok büyük idi; buğdayın
kilesi 1.100 kuruş, pirincin okkası 10 kuruş. Baker Paşanın
temsilcisi olduğundan, sanırım Binbaşı Trotter için mart ayı­
na doğru sal seferleri başladı.
Bundan önce ırmağın yukarı kısmında bulunan Hassan
Kef’in batısındaki uzun kayalık boğazda gelenler soyulmuş­
lardı, fakat vali bu durumu düzeltmek için gecikmiş olmakla
birlikte önlemler de almıştı. Baker Paşadan öğrenebildiğime
göre çapulculuk alışılmış olaylar olup, bugün yaşanan sıkıntı­
ya bağlanamaz. Kürdistan Konsolosumuz Binbaşı Trotter’in ya­
zılarından tanıdığınız bu civardaki eşkıya reisi Haju sakin du­
rumdadır. Hıristiyanların, onun başı için 100 lira koydukları
haberini aldım.
Cezire’nin aşağısında doğuya doğru ova açılır ve Habur
ırmağındaki adada küçük bir kasaba olan Zacho’ya kadar
uzanır. Bu kasabada çoğunlukla Yahudiler oturur ve civarda
da büyük bir köyleri vardır. Orada da Geldaniler yaşamakta­
dır, köyler düz damlıdır, oldukça sağlam fakat çok pis barı­
435
nakları vardır. Ova iyi sulanmakta olup verimlidir, pirinç, su­
sam vs. yetiştirilir. Dağlarda kuzeye doğru Kürtler oturmakta­
dır. Onların ovaya akınları köylerin refahını tamamıyla boz­
muştur. Burada oturan Kürtler (Guran) eski bir aileden gel­
mektedir, bunların yıkılmış kalelerinin (ki bunlardan biri, ka­
rargâhında von Moltke’nin bulunduğu bir kuvvet tarafından
muhasara edilmişti) etrafı, dağlara doğru giden dik sel çukur­
larıyla doludur. Van Gölünün güneyine doğru yaylalarından
hareket eden Kocher veya göçebe Kürtler, Kürt - Araplar Şır-
nak gibi yerlerden çöle inerken, bu göçleri sırasında Cezire ile
Zacho arasındaki bölgeyi geçerler. Bu geçişin ne anlama geldi­
ğini, zatıâliniz pek iyi bilirsiniz.
Zache’nin güneyine doğru dar, yalçın, sarp dağ engelinin
ilerisinde Musul’un büyük ovası bulunur. Verimli fakat sey­
rekçe ekilmiş bir bölge, burada Zacho, Acra, Dohuk, Musul
vardır. Ayrıca çok sayıda Hıristiyan köyleri yer alır, başlıcala-
rı Geldanilerdir. Irmağa daha yakın yerde Yezidi köyleri büyük
büyük kümelenmişlerdir. Bunlar içeriye doğru, hemen hemen
Şeyh Adi’ye kadar uzanır; bu köylerle karışmış olan yarı gö­
çebe Arapların kampları ve Arapça konuşan halkın köyle­
riyle son bulur. Köyler daha çok düz damlı kerpiçtendir. Dağ
engelinin güneyinde Zacho civarına doğru göçebelerin saldırı­
larının uzandığı düşünülmez, acele olarak yaptığım bu ziyaret­
ten edindiğim izlenime göre; Hıristiyan köylünün geçimi, Tür­
kiye’nin öteki kısımlarında olanlara göre oldukça çelişkili gö­
rünüyor diyebilirim. Çünkü burada üst üste gelen saldırılar,
Müslüman ve Yezidilerin hareketleri, dolayısıyla bunların tü­
mü, hükümetin etkinliğini azaltan, kötü yönetiminden ve zul­
münden çok çekmektedirler. Musul’da da büyük kasabalarda
olduğu gibi halk daha çok tahıl tüketicisi ve satın alıcısı olup
üretici değildir, sıkıntı büyük, çok büyüktür. Musul, Arbela,
Kerkük ve Süleymaniye’de sıkıntı, son aşamaya varmıştır; ye­
rel bitkileri ve fiyatları düşünürsek durum, başabaş ise de, Har-
put ve Sivas’ın güneyinde şimdi yolunu bulan buğday, doğal ola­
rak eşit miktarda yardım sağlanmasına yetmeyecektir. Her ne
kadar ilk hasat, güney bölgelerini en kısa zamanda kurtaracak­
sa da Dicle’den daha uzakta herhangi bir bölgeye hububatın
ulaşması çok güçtür.
Musul’dan daha öteye gitmediğimden, ekilen miktar ve
ürünün ne olabileceği hakkında bir bilgim yok. Bağdat'ın du­
rumu, ulaşımdan yoksun yörelerdeki gibi açlığın zirveye var­
436
masını doğal olarak önlemiştir. Musul’dan Nusaybin’e kadar
olan, bölge yerleşme alanı değildir. Dicle’nin batısında köyler
varsa da çok azdır. Habur ırmağına yakın, Peischabur’dan ve
seyrek yerleşim bölgelerinden geçen ve Nusaybin’e giden bir yol
vardır, fakat bu yol terk edilmiştir. Bu bölgede kaynaktan ge­
len su vardır. Diyarbakır’daki gibi Musul’da da geniş bir ik­
mal olanağı olduğuna ilişkin kuvvetli bir önyargı oluşmuştur.
Fakat, mallar çok pahalıdır. Diyarbakır’ın kuzeyindeki Ha­
ini’den önceleri de söz etmiştim. Diyarbakır ile dağlar arasında
25 millik ova yoğun bir yerleşim bölgesidir, köyler düz dam­
lı, kerpiçtendir. Buralarda oturanlar Kürt ve Ermenilerdir, ge­
nellikle Türkçe konuşulur. Piran ve Dibeneh’de, Haini’deki
gibi, büyük bir ihtiyaç vardır. Arghana, küçük bir kasaba olup
halkı karışıktır, her ne kadar fiyatların yüksekliği ve kıtlık
hissedilmeye başlanmışsa da, durumları iyidir. Hemen hemen
aynı büyüklükte olan Palu’da kıtlık vardır, siloya gönderilen
memurlar silahlı çapulcularca püskürtülmüşlerdi. Harput’un
ikmali oldukça iyidir, 55 okkalık bir kile hububatın fiyatı 90
kuruştur. Diyarbakır kilesi 180 okkadır. Harput’ta hububa­
tın okkası 2 kuruştur, ekmeğinki de o kadardır. Gördüğüme
ve duyduğuma göre açlık çekilen bölge, batıda Gâvur Dağın­
dan Palu ve Muş’a kadar Toroslann güney etekleri boyunca
uzanmakta, oradan kuzeye, Erzurum’a varmaktadır. Örneğin,
Eleşkirt Ovası ve Van, İran sının boyunca uzanan bir şeritte,
söylentilere göre Van’dan Başkale’ye kadar, şiddetli açlık var­
dır, her ne kadar Nasturi Dağlarının durumu hakkında kişi­
sel olarak bir bilgim yoksa da, bu açlık güneye doğru uzanır.
Amadia, Dohuk, Acra ve Zacho’dan Doğu Kürdistan boyun­
ca güneye, Iran sınırına, oradan doğruca çölü kateder (Tai,
Obeida, Shammar gibi yerlerin kayıplarıyla ilgili olarak duy­
duklarımı zatiâlinize daha önce iletmiştim). Zor’a ve oradan
da Halep ve Antakya’ya uzanır.
Çöldeki açlık haberleri açık seçik değil, fakat, adamları
Sinjar Tepeleri güneyinde bulunan bir şeyhle yaptığım konuş­
madan edindiğim bilgiye göre, aşiretlerin birçoğu kendi yiye­
ceklerini kendileriyle birlikte çöle götürmüşler, insanların sı­
kıntısı o kadar büyük değil. Bellibaşlı kayıpları hayvanlan,
bu kayıplar ise tek kelime ile çok büyüktür. Her ne kadar bu­
nun yaklaşık olarak bile sayısını söylemek olanaksızsa da, bu­
nu kişisel gözlemlerime dayanarak söylüyorum.

437
Kasaba halkı da köylüler gibi mantar, kök ve üzüm bul­
mak için çabalamaktadır ve bunların, ayakta kalabilmelerine
büyük yardımları vardır. Toroslarda kış o kadar şiddetli değil­
dir. Bir bölümünde bir dereceye kadar kış olur ve fakat hayvan­
lar güneyde olduğu gibi toptan sıkıntı çekmezler. Bohtan’da
da, kayıplar her ne kadar hatırı sayılır derecede ise de, büyük
hayvan sürüleri gördüm, çok nefis tiftik keçileri, oldukça iyi
korunmuşlar. Hemen bunun güneyinde Musul yakınında, Bağ­
dat’tan aşağıya doğru (posta idaresinden öğrendiğime göre) Ce­
zire, Mardin, Siverek, Urfa ve Suruç’ta zayiat, yalnızca koyun
ve keçilerde değil, sığır, at ve eşeklerde de var. Posta kulübele­
rinde bir tek at kalmamış. Musul’dan sonra oldukça uzun bir
süre yürüdüm, Diyarbakır’a kadar bir tek posta atı bulamadım.
Zaptiyelerin büyük kısmı hayvanlarını yitirmişler, 300 millik
bir gezide, yaklaşık her 20 milde bir zaptiye karakolu vardı ve
bunlardan yalnızca altısı atlı idi.
Şımak’ta; burası bir kazadır, bir tek atlı yoktur. Nusay­
bin’in batısına doğru, durum pek o kadar kötü değüdir.
Katırcılardan çoğu batıya giderek ve Halep’te çalışarak
hayvanlarım korumayı başarmışlar. Genel olarak diyebilirim
ki en büyük sıkıntıyı büyük kasabalarda gördüm. Burada hü­
küm süren tek şey, doğal olarak yoksulluk. Kasaba halkı tüke­
tici, ovadaki köylüler (dokumacı ve sanatkârlar dışında) ise
hem üretici, hem de tüketiciler. Ancak onların arasında bile
büyük ölçüde sıkıntı çekenler varsa da kasabalardakiler ka­
dar değil.
Kasabalardaki bu sıkıntıyı, dağlardakiler izler, burada da
üretim çok kısıtlıdır. Halkın çoğu yazın iş aramak için göç et­
mek suretiyle yaşamlarını sürdürür, dağ sakinleri müthiş sı­
kıntı içindeler. Düşünebildiğimden daha kötüsünü, belki dağ­
larda yaşayanlar çekmektedir. Mevsimin çok kötü olması, dağ­
larda büyük ölçüde dolaşmama olanak vermedi, daha sonraları
bu halk, daha da fazla çekecek, paralan tükenmiş; önümüz­
deki aylarda iş yok denecek derecede az, işgücü ucuz, hayatsa
çok pahalı.
Kış, özellikle ovalarda istisnai bir şekilde şiddetlidir. Mar­
tın ortasında Musul’dan ayrıldığım zaman çevrede kar vardı.
Harput Ovasında kış var, çeşmelerden buz parçalan sarkıyor,
tepelerde, hatta caddelerde bile kar var.
Ekim miktarı her yerde değişiktir, fakat birçok yerde to­
humun pahalı oluşu, ekimi engellemiştir. Toprak verimlidir.
438
Baştan savma bir ekim sistemi bile, ortalama yaklaşık bire beş
verim verir ki, ekecek buğdayı olana değmez.
Musul’da her zaman ekilen yerin yarısı veya belki yarıdan
fazlası ancak ekilmiştir, güneydoğuya doğru bazı bölgelerde
ise çok daha az ekilmiştir. Zacho Ovasında yaklaşık aynı, fakat
Cezire’ye yaklaştıkça ve bölge yakınında, çok daha az, sadece
1/20; Nusaybin’de 1/5, Midyat’ın birçok bölgelerinde sadece
1/3, Mardin’de belki 2/3, doğuya Urfa’ya doğru yaklaşık ola­
rak konuşursak, Halep için 2/3 ve belki Diyarbakır için da­
ha az. Bu sayılar, bu işte bilgisi olan Türk valileri, Baker Paşa,
Binbaşı Trotter ve köylüler tarafından bana verilmiştir. An­
cak bunlar, geneldir. Yalnız şu konu kuşkusuzdur ki, ekilen
miktarla ortalama verim karşılaştırılırsa, arada çok büyük bir
açık vardır. Darı ve benzeri çabuk büyüyen türden hububatın
bahardaki ekimine büyük bir umut bağlanmıştır; fakat baharın
görünmeyişi, fırtınanın, karın, sisin, buzun sürekliliği ve şid­
detli fırtınalar bunu engellemektedir.
Karın yavaş yavaş erimesi ve devamlı buzlaması, toprağı
örten kar tabakasından beklenilen faydalı etkinin önüne geç­
mekte ve çok kötü bir donma olayı yaratmaktadır. Mahsul,
şimdi aralık ayındakinden daha kötü durumdadır, saçılan tane­
ler kırağıdan kavrulup ölmüş, diğerleri ise hiç büyümemiştir
(Mardin ve Diyarbakır arasında). Teknik görüşler ileri sürecek
bir uzman değilim, fakat edindiğim kanıya göre iyi bir hasat
olasılığı zayıftır. Yağmurlar başladı, ancak güneşli havadan ön­
ce 19 gün sürekli esen şiddetli rüzgâr toprağı kuruttu; bu ise,
ürün için çok ciddi bir durum. Martın son haftasında Sinjar
Tepelerinden Nusaybin’e kadar geniş, yaygın ve esmer bir alan­
da bir yeşil yaprak görmek bile pek zordu.
Hemen dikkatleri çeken açlık bir yana, gezdiğim yerlerin
büyük kısmı son derece yoksul koşullar içinde. Günleri iyi
geçen, hükümetin baskısı olmayan, haklı şikâyetlerin yapılma­
dığı bir tek yer görmedim. Bütün ülke, tüm olanakları ve ta­
rıma elverişli bu şahane iklimiyle, bir harabe halinde. İskende­
run üzerindeki tepelerden Diyarbakır’a bakıldığında Karaca
Dağda bir tek ağaç yok, yer yer çalılıklar var. Köyler, ağaç­
sız ovalarda sadece çamur yığınından oluşan kubbeler halinde
toplanmış; ne çeşme, ne bahçe, ne de sebze var. Kötü yiyecek­
ler, kötü giysiler, Halep’ten Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Mu­
sul’a; birkaç küçük kasaba, birkaç ormanlı vadi ve dağ köy­
leri her yerde aynı. Yol yok, yalnızca eski harabeler, eski köp­
439
rüler, harabelerin simgelediği su üstündeki yüksek yol; bir
zamanların anayolu ve doğal damarı olan zengin ve asil bir
toprak şimdi sadece gidişgelişleri sağlayan bir patika ya da bu
yolların daha modern harabesi durumunda. Birkaç yıldan be­
ri reformların kısa, meyvesiz hamlesinin sonucu olan içten ve
dıştan yıkılmamış hükümet binası pek ender, yıkılmış köprüler,
harap olmuş kışlalar, viran köyler ve kasabalar, gittikçe aza­
lan insanlar, bir göçebe aşiret, fertleri, herhangi bir oranda ken­
di miktarlarına göre artıp gidiyor.
Zaptiye kuvvetleri çok kötü bir durumda; Halep’teki re­
form edilmiş kuvvetleri işitmişsinizdir. Urfa’da ve onun birçok
bölgesinde sanırım, üç yıldır elbiseleri yok ve bir yıldan fazla
zamandır ne maaş, ne de atlarının yiyeceklerini alabiliyorlar,
hububat kıtlığından erlerinki de bir miktar azalmış.
Diyarbakır’da Baker Paşa, zaptiyeyi de.netledi. Çok kötü
giysiler içindeler, maaş yok; ne disiplin, ne teşkilat var. Anlatıl­
mayacak kadar kötü şartlar altında Zor’un bir kazası olan Vi­
ranşehir’de erler, maaş, yiyecek bedellerini alamıyorlar, halen
ağızdan dolan toplarla silahlandırılmışlar. Halep ve Diyarba­
kır vilayetlerinde genellikle silah olarak karabinalar var, an­
cak cephaneleri yok. Mardin, Siirt, Cezire, Midyat, Nusaybin
(silah yok, kılıç var) Nahrvan, Dohuk, Zacho, Tel Adin Se-
miel, Musul da aynı, genellikle 5 ayla, 15 aylık maaşla­
rı gecikmiş, kıtlık dolayısıyla hayvanlarla, erlerin kısmen veya
tamamen istihkakları kesilmiş. Musul bölgesinde süvarilerin
çoğunun hayvanlan yok. Bağdat zaptiyesinin üniforması var
ve winchesterlerle donatılmışlar, ancak küçük bir kısmı böy­
le; Musul, Diyarbakır, Halep ve Harput dışında kalanları
sivil elbiseli gördüm. Birçoklarının 4 yıldan beri üniformalan
yok. Oldukça uzun süren son gezim sırasında konuştuğum her
zaptiye istisnasız hükümetini ve subaylarını ayıpladı. Yüksek
dereceli subaylar her zaman maaşlarını alabiliyorlar, bundan
başka elbise, maaş ve tayın bedeli gibi konularda erleri soyu­
yorlar. Bunlan söyleyenlerin büyük çoğunluğu Türkler ve doğ­
ru, mantıklı düşünen insanlar. Bu ülkenin oldukça geniş bir
kesiminde seyahat eden herhangi bir kimseye çarpıcı gelen
ve gözden kaçmayan bir nokta, yalnızca jandarmanın yeniden
teşkilatlanması ve görevinin saptanmasının zorunluluk olduğu
değil., aynı zamanda sayısında da hatırı sayılır bir artışın gerek­
li oluşudur. Gerçekte, jandarmanın sayı bakımından yetersizli­
ği, iyi askeri karakollar kurmak yoluyla karşılanabilir. Bun­
440
lar asker, ama ne jandarma, ne de polis. Atlı erlerin bugünkü
görevleri, postayı taşıma ve koruma, gezginleri koruma, vergi
toplama gibi düzenli yürütülmesi gereken ödevlerdir. Yaya
olan erler de, hapishanelerde gardiyan, hükümet binalarında
muhafız hizmetini yürütürler. Ayrıca bu yaya erler, kasabala­
ra muhafız ve resmi görevlilerin hizmetkârlığı gibi işlere veri­
lirler. Ancak bu askerlerin sayısı, ülkenin gereksinimlerine gö­
re gülünç denilecek ölçüde azdır.
Yerel hükümetin yetkisinin itibari ve gayri ciddi olduğu
hakkındaki kanı, ülkenin bugünkü durumunda, belki de kesin­
likle ihtiyaç duyulan güvenin tümden kaybolmasını sağlamış­
tır.
Ülkenin birçok yöresinde hükümetin otoritesi, varla yok
arası bir durumdadır. Musul yakınında Semiel, Dohuk, Zacho,
Hacı Bayram, Çermik, hatta Cezire’de kaymakam ve idareci­
ler ne vergi, ne asker toplama, ne de devamlı olarak ortaya
çıkan yerel sorunlarla etkin bir şekilde uğraşırlar Olayları hep
hoşgörüyle karşılarlar.
Nusaybin’de de durum aynı, Michad ve Hassan Kef’te as­
ker bulunması nedeniyle şimdilik sükûnet var. Siirt ve Cezire
arasında dağlıların, yönetimle alay ettiklerine tanık oldum. Hai­
ni ve Palu’da da aynı; Dersim bölgesinin sınırında da bu gibi
olayların uzun zamandır kurallaştığını zatıâliniz de bilirsiniz.
Hükümete lanet eden sadece zaptiye değildir. Suruç yakının­
daki Mezopotamyalı köylüler, OsmanlIlardan açık bir şekilde
nefret etmektedirler. Kürtler, Araplar, Ermeniler, Jacobiteler,
Geldaniler hepsi hepsi egemen olan ırktan nefret etmektedirler.
Türkü seven kimse görülmemiştir. İdare etme ruh ve şevkine
sahip olabilmek için sadece onları ezen boyunduruktan kur­
tulmalarını beklemektedirler. Türklerde, sınırlı ölçüde de ol­
sa, organize ve yönetim gücü veya inisiyatif, cesaret veya birleş­
tirme, toparlama gibi niteliklerden hiçbirini göremedim ve daha
önce zatıâlinize arz ettiğim düşüncelerimi tekrar edeceğim.
Kışkırtma ve entrikalarla, İstanbul’dan kaynaklanan neden­
ler dışında Osmanlı Hükümetinin, vilayetlerde görülebilecek
herhangi bir iç sorun ile baş edebilmesi için uzun yıllara ihti­
yacı vardır.
Donald Kinnear’ın kitabında zatıâlinizin ve başkalarının
çalışmalarında, Kürdistan’da yavaş da olsa bir ilerlemenin hisse­
dilir gibi olduğunun kaydedildiği o yıllardan bu yana, maddi re­
fahın çok gerilediği görülmektedir.
441
Buharlı gemi ve telgraf gibi yeni buluşlardan hükümet
faydalanmış ve eline oldukça büyük bir ek güç geçmiştir. An­
cak korkarım ki hükümet bunu, özellikle kötü idare ve baskı
için kullanmıştır. Buharlı gemi acentalan aracılığıyla bazı itha­
latın ucuzlaması, halka hiçbir şey veya pek az şey getirmiştir.
Eskiden halkın, protesto etmek ya da ayaklanmak için bir ara­
ya gelmesi, şimdikinden çok zaman alıyordu. Çeşitli konsolos­
ların bulunduğu bugünkü durum dışında halk, küçük ıstırapla­
rını anlatmak için bile pek az imkânlara sahipti. Müslümanla­
rın durumuna gelince, tslamdaki birlik ruhu ve bağnazlık ma­
yası, hükümetin ve hocaların elinde, onları konsoloslardan uzak
tutmak için yeterli bir güç idi.
Konsoloslar seyahat ederlerken, Müslümanlar da Hıris-
tiyanlar kadar şikâyetlerini aktarmaktadırlar. Ama yanılmıyor­
sam, bir konsolos, Ermenilerin ıstırabını dile getiren 10 dilekçe
veya istek alıyorsa, Müslümanlardan bir tane almaktadır ve ara­
daki fark çok büyüktür.
Öte taraftan hükümetin, bir yerde olan ayaklanma veya
kaynaşmayı haber alması önceleri haftaları, aylan buluyordu.
Ama şimdi her an haber alabilecek durumda olması gereken
bir imparatorlukta, coğrafi yapı dolayısıyla kara ulaşımı yok­
luğu bir an önce çözümlenmeli. Aksi halde çok ciddi sonuçlar
doğabilir.
Hükümetin ayaklanmalan ilk aşamasında bastırmadaki
uyuşuk davranışı, olayı yapanların istedikleri gibi genişletme­
lerine olanak vermektedir. Son olarak başlık parasıyla ilgili ol­
duğu gibi, bu önlem öğütlenebilseydi, kuşkusuz birçok bilgili
hâkim uzun süre ıstırap çeken halkın buna daha fazla taham­
mül edemeyeceklerini ilan ederlerdi, fakat şimdiye kadar hay­
ret verici bir bekleyiş yeğlendi.
Türkiye’deki halkın olaylarla ilgili bilgisizliği çok büyük­
tür. Son birkaç hafta içinde Türkiye’nin Rusya ile şu anda
savaşta olup olmadığı hakkında bile köylülerin sorularıyla kar­
şılaştım. Kamuoyunun varlığından söz edilemez. Bunun oluş­
masında, yön vermede ve gelişiminde basının etkisi, belki
Ermeniler arasındaki hariç, çok az hissedilir. Bütün ga­
zeteler hükümetin kontrolü altındadır. Herhangi bir gezgi­
nin yalnızca 40.000 veya 50.000 kişilik bir kasabaya geLen çok
az sayıdaki postayı görmesi, modem basımn olağanüstü gücün­
den kamuoyu oluşturmada ne kadar az yararlanıldığını anlama­
sına yeter. Köylerde gazete pek ender okunur. Eğer ulaşım
442
iyi, eğitim daha yüksek ve daha yaygın olsa, basınla kamuoyu
oluşturulsa ve Doğulu herkes teker teker gazete okumaya düş­
kün olsaydı, genel memnuniyetsizlik ve hükümeti beğenmeme
o kadar büyük olurdu ki, ya hükümet kökünden ıslah olurdu,
ya da yıkılırdı.
Türkiye, No. 23 (1880), s. 183-190, N o. 99/1

No. 348

Yüzbaşı E verett’ten, Sör A. H. Layard’a


No. 13, Siyasi
ERZURUM, 3 Nisan 1880
Beyazıt ve Eleşkirt’ten 87 Ermeni ve 7 Türkün imzasını
taşıyan bir listede, özellikle Eleşkirt’te olmak üzere, 9 köyde
107 kişinin açlıktan öldüğüne ilişkin bir rapor aldım.
Bununla beraber, bu başvurunun açıkça görünen ağırlığına
fazla bir önem vermedim. Uzun zamandan beri bir Ermeni yar­
dım komitesi, Eleşkirt’in Toprakkale’sinde bulunuyor. Bu ko­
mitenin sadece bu bölgede son 6 hafta içinde 550 sterlin har­
cadığını kesinlikle biliyorum. Bu bilgim dolayısıyla, küçük fo­
numuzdan Pasin’e bir miktar göndermeyi gerekli bulmuştum.
Beyazıt’a da 300 sterlin gönderilmiştir.
Öncelikle bu paralar, açlığı bir süre giderebilmek için bu
bölgelerde oturan Hıristiyanlar arasında uygun bir şekilde sarf
olunmuştur. Ayrıca görüleceği gibi gönderilen bu liste,
bana yardım komitesi aracılığıyla gelmemiştir. Hatta bu ko­
nuda buradaki komite başkanına herhangi bir rapor da sunul-
mamıştır.
Bu itibarla, yiyeceksizlik yüzünden bazı ölüm olaylarının
olması söz konusu ise de ölümlerin büyük kısmının başka ne­
denler yüzünden olduğu kanısındayım. Geçen raporumda da
zatıâlinize, İstanbul Ermenilerinin bu bölgeye 700 sterlinlik ikin­
ci bir taksit gönderdiklerini arz etmiştim. Buradaki komite ba­
na verilen bu paranın alındığına ilişkin haberin aynısını İstan­
bul komitesine tellemişti. Karşılığında, eğer gerekiyorsa bu pa­
ranın iki katını sarf edebilirsiniz demişti. Zorluk bunun nasıl
sarf edileceğinde idi.

443
Toprakkale’deki Ermeni komitesi, Eleşkirt bölgesinde 300
scmar buğday olduğunu ve satın almak istediklerini bildirdi.
Onların arzusuyla bu konuda vali ile görüştüm. Vali, bölgede
bu kadar buğdayın bulunamayacağmı, çünkü epey önceden
mevcut buğdayın satılması veya fakirlere dağıtılması emri
verildiğini açıkladı. Vali bu işin yapıldığından pek emin görün­
müyor, ama eğer bir miktar dağıtım yapılmışsa, valinin niyeti­
nin Sultanın uyruklarından sadece Ermeni kesimi arasında da­
ğıtılacak hükümet buğdayının satılması olmadığı gayet açıktır.
Hıristiyanlar için gelen bu paranın, Müslümanlar üzerin­
de kötü etki ve memnuniyetsizlik yaratacağı kuşkusuzdur. Va­
li haklı olarak bu işin yaratacağı sonuçlardan sorumludur. Hal­
kın Türk kesiminde meydana gelecek kötü etkileri karşılaya­
bilmek için, komitenin, İstanbul’dan haklı olarak 1000 sterlin
istediğini biliyorum. Eğer bu zamana kadar açlık çekilen böl­
geyle ilgili bir yanıt almabilseydi, Ermeniler ülke için iyi bir
şey yapmış olacaklardı. Bununla beraber İstanbul’daki liberal
hava, ıstırap içinde olan Müslümanlara sarf edilmek üzere bir
miktar paranın komitece harcanmasına ne yazık ki yetki ver­
memiştir.
Buradaki komitenin bağımsız iki hareketi, komite tara­
fından valiye bildirilme nezaketi gösterilmediğinden, hem va­
liyi, hem de hükümeti büyük ölçüde öfkelendirmiştir. Bu, kuş­
kusuz yetkililerin Ermenilere daha çok kızmalarına neden ola­
caktır. Paranın sadece bir tarafa dağıtılması, iki ırk arasındaki
düşmanlığı arttıracak ve bu büyük bir üzüntü yaratacaktır.
Buradaki büyük ulaşım masrafı, bölgelere hükümet buğ­
dayını göndermekten beni alıkoydu. Valiye, İstanbul’dan olum­
lu karşılık alınmazsa, hazırlayacağım talimata bağlı olmak şar­
tıyla, Eleşkirt’te en fazla ihtiyacı bulunan Müslüman ve Hı-
ristiyanlara verilmek üzere, az miktarda buğdayın şevki için
kendisine derhal para verebileceğimi söyledim.
Geçen ayın 20’sindeki yazımda sözü edilen şehirdeki göç­
menlere yardım komitesi kurulmuştur. Geçen hafta içinde çok
sayıda ev incelendi, gelecek pazartesi ilk ekmek dağıtımını ya­
pacağımı umarım. Yoksulluk içinde olan her ırktan yerlilere
de ikinci dağıtımı yaptım, Pasin’deki bazı köylereyse ikinci
kez yardım yaptım ve birçoklarına da arpa dağıtıldı.
Burada sıkıntı artmaktadır, hemen hemen bütün köylü­
ler yardım istemeye başlamışlardır. Mevsimin gecikmesi ıstırabı
arttırmakta. Her yer hâlâ karla kaplı, kapalı yerde bile ter-
444
momctrc don noktasını aşmıyor, geceleyin ısı fahrenaytın sı­
fır noktasından da aşağıya düşüyor.
F .O . 424/106, s. 339-.340, N o. 152/3
Türkiye, N o. 23 (1880), s. 145 -146, N o. 73/1

No. 349

Y arbay VVilson'dan, Sör A. H . Layard’a


No. 41
İSTANBUL, 12 Nisan 1880

Sivas’tan Ankara ve İstanbul’a yaptığım son gezim sırasın­


da ziyaret ettiğim bölgelerle, civarındaki köylülerin acıklı ha­
line dikkatinizi çeker, bütün Anadolu’da çok yakın bir zamanda
ciddi durumların çıkabileceği inancımı ifade etmek isterim.
Alışılmışın dışındaki şiddetli kış sırasında İstanbul’a gön­
derilmesi gereken para dolayısıyla, birikmiş vergilerin toplan­
masıyla ilgili olarak zavallı köylülere, her yerde reva görülen
büyük baskıyı gördüm. Tarımdan elde edilenlerle, günlük ihti­
yaç olan her şeye el konularak vergi toplayıcıları tarafından
satıldı. Plevne’de, Şipka’da ya da Ermenistan dağlarında ölenle­
rin yetim ve dulları bile gözetilmedi. Savaşta askere alınanların
ancak 1/3’ü yuvalarına dönebildi. Hemen her köyde açlığın eşi­
ğinde olan dul ve yetimler vardır. Bunlara, daha iyi durumda
olmayan, akraba ve dostları tarafından yardım yapılmaktadır.
Birçok yerlerde köylüler, yeni vergi toplayıcılarından çok
şikâyet etmektedirler. Bunların, özellikle bedavadan yiyecek
ve yatacak ihtiyaçlarını sağlamakta aşırı istek ve eziyetlerinin
zaptiyelerden daha kötü olduğundan yakınıyorlar. Bir kere­
sinde bir vergi toplayıcısının davranışı nedeniyle yerel hüküme­
tin dikkatini çekme imkânını buldum, sonradan işittiğime gö­
re, sonuç iyi de olmuş.
Bu zulüm döneminde, Babıâli beşlik paranın yarı yarıya de­
ğerinin düşürülmesi konusunda emir verdi. Bazı büyük kasa­
balarda şiddetli karışıklıklara neden olan bu önlem, önce lira­
nın sonra da mangırın yıpranmasından zaten perişan olan köy­
lüyü doğal olarak yıktı. Küçük Asya’nın iç taraflarında beş­
lik, köylünün güvendiği para olup, ona göre bu, istikrarlı bir
akçe idi. Köylü birçok yerlerde beşliği altın ve gümüşe
tercih ederdi, dolaşımda pek az beşlik vardı. Köylü biriktirdiği-
445
nı, eğer varsa, beşliğe çevirmişti. Bir anda küçük bir bildiriyle
köylü, kendisinde veya karısında bulunan paranın yan yarıya
düştüğünü gördü. Vergisini vermek için bin bir güçlükle birkaç
kuruşu bir araya getirebilmiş olan herkes, paranın değer yiti­
minin önüne geçmek için tekrar hayvanını ya da başka eşya­
larını satmaya başladı. Ancak tam bu sırada pazarda bütün ih­
tiyaç maddelerinin fiyatı arttı. Paranın değer değişiminin yü­
rürlüğe konma biçiminin ülke içinde yarattığı karışıklıklar, ra­
hatsızlıklar ve yerel yetkililere hükümeti soymak için verilmiş
ya da verilecek fırsatlar üzerinde durmaya gerek yok. Çünkü
değindiğim gibi bu, hükümetin mâliyenin alfabesini anlamada
şaşılacak derecedeki beceriksizliğini gösteren bir başka olaydır.
Bulgaristan ve Doğu Rumeli’nden gelen göçmenlerin yerleş­
tirilmeleri için ziyaret ettiğim yerlerin hiçbirinde ciddi girişim­
ler yapılmış değildir. Bu biçareler, hâlâ ilk gönderildikleri köy­
lerde oturmakta olup kendilerine toprak verilmemiştir. Hatta
hükümetin dağıttığı buğday da 1 marttan başlayarak kesildiğin­
den hububat istihkakları kısıtlıdır. Görüştüğüm göçmenlerin
birçoğu, açlıktan kurtulmak, hayatlarını sürdürebilmek ve
mümkün olanı kazanabilmek için çalışmak istediklerini söyledi­
ler. Ancak onların işçi kullanılabilecek kadar zengin çiftçilerin
yanında çalışmaktan başka yapacakları bir şey yok. Köylüler de
göçmenlere barınak ve yiyecek sağlanmasından, kendi cılız kay­
naklarına ağır vergiler yükleneceğinden haklı olarak yakındılar.
Köylülerin yüklenmek zorunda oldukları başka bir çeşit
ağır vergi de yuvalarına dönen teskere almış askerlerdir. Gi­
rit’ten, Çanakkale’den veya Osmanlı Avrupa ülkesinden, İmpa­
ratorluğun en uzak köşesine gitmek için 7, 8 şilinden daha fazla
bir para bile almadan terhis olup yola çıkan 4 ya da 5 kişilik
kafilelere rastladım. Askerlerin en yakm limana geçebilmeleri
bile garanti edilmemişti. Hepsi ya yürümek, ya da köyden kö­
ye sırtlarında çamaşırlarından başka bir şey olmadan dilene di­
lene gitmek zorundaydılar. Ellerindeki belgelerden de 3 - 5 yıl­
dır maaş alamadıkları anlaşılıyordu. Bu durum karşısında terhis
edilen erlerin işledikleri suç yüzdesi, hemen hemen sıfırdı ve
bu, onlar lehine büyük bir kredidir. Benzer şartlar altında baş­
ka hiçbir ülkede bu özelliği görme olanağı yoktur.
Adapazarı ve çevresinin durumunu da çok ciddi ve çok
kritik olarak görüyor, dikkatle üzerinde durmanızı rica ediyo­
rum. Bölgenin genel durumundan İngiliz Mühendis Teğmen
Kitchener’in raporuyla haberdar olmuşsunuzdur. Çünkü onun
446
ziyaretinden bu yana, halkın sıkıntılarını azaltmak için Türk
hükümeti tarafından hiçbir şey yapılmamıştır. Sayılan 15 ya da
20.000 olan Kafkas göçmenlerinin oldukça küçük bir yerde,
Müslümanlarla Hıristiyanların karışık olarak sürdüğü hazine
topraklarında yerleşmelerine, ekinleri toplamalarına izin ve­
rilmiştir. Kafkas göçmenlerinin yerleşimi, ya da onlara ekme­
leri için toprak bağışlamak için hiçbir çaba harcanmamaktadır.
Onların bu yıl ürün alabilmelerine olanak sağlayacak bir dü­
zen kurmak için şimdi artık çok geç. KafkasyalI göçmenlerin
birçoğu buraya sade elbise ve ayakkabılarıyla geldiler. Yanla­
rında bir şeyler getirebilenler de yiyecek alabilmek için, hemen
hepsini sattılar. Hükümetin yaptığı yardım kesildi, dolayısıyla
ya açlıktan ölecekler ya da hırsızlık yapacaklar. Birçok yerler­
de bu göçmenlerin köylünün toprağını ele geçirerek kendile­
ri için ektiklerini öğrendim. Onları ayıplamak güç. Böylesine
yoksulluğun tek nedeni olan hükümetin de bu hareketini onay­
lamak kolay değil. Kafkasya göçmenleri yerli köylülere göre,
oldukça üstünler, ilerdeki kaçınılmaz kesin yaşam mücadele­
sinde Müslüman ve Hıristiyanlar zarar göreceklerdir. Korka­
rım, bahar ilerledikçe pek çok hırsızlıkla, şiddet olayı bilginize
sunulacaktır.
İzmit sancağındaki halk açlığın sınırındadır, halen İzmit
tren istasyonundan 10 mil uzaktaki yerlerde erkek ve kadınlar
ölmekteler. Bir kaymakam, kazasında halkm açlıktan öldüğü­
nü söyledi. Ambarda hububat tükendiğinden, birkaç kez İstan­
bul’a başvurmuşsa da cevap alamamıştır. Köylü ekecek tohu­
munu bile yemiştir. Onu yerine koyabilmek için elinde ne yiye­
ceği, ne de parası vardır. Eğer bu yıl Tanrı, olağanüstü bol bir
hasat nasip etmezse, İzmit sancağında ve Bursa’nın birçok böl­
gesinde şiddetli bir açlık beklenebilir. Herhalde önümüzdeki
üç ay içinde hasat alınmadan önce halkm sıkıntısı artacak, bir­
çoklan da ölecektir. Birçok yerde halk, günde bir öğün
yemektedir, bu da bir yulaf çorbasıyla, sudan ibarettir.
Kimileri asma saplarını kopanp onları un haline getirerek pi­
şirmektedir. Kimileri de çimen ve otlara kadar düşmüşlerdir.
Yerel yöneticilerin halkm sıkıntılarını gidermek için ellerinden
geleni yaptıklanndan eminim. Kimi zaman kendi özel malları­
nın bile çoğunu vermektedirler. Ancak genel yiyecek sıkıntısı
öylesine artmıştır ki, merkezi hükümetin âlicenap bir yardımı
olmaksızın, onların bu yardımlarının gerçekte pek bir etkisi
yoktur, hükümetten yardım geleceği de düşünülmüyor. Istan-
447
bul’daki bakanlarca ıstırap çeken halka gösterilen ilgisizlik,
inanılmayacak düzeydedir. Açıkça da görüldüğü gibi, önlem
almakta gösterdikleri ihmal o kadar büyüktür ki, sıradan bir
gözlemciyi, sanki köylüleri yok etmek için yapılmış, bazı bakım­
lardan dünyadaki en mükemmel planın yürürlüğe konulduğu­
na inandırabilir. Bütün Anadolu’yla ortak olan İzmit’teki sı­
kıntı, geçen yıl kuraklık dolayısıyla haşatın düşmüş olmasın­
dan, Kafkas göçmenlerinin üretici olmayışlarından, Bursa çev­
resinde çekirge ve kuraklıktan ötürü mahsulün çokça zarar
görmesinden, 45.000 sığır, koyun ve keçiyi perişan ettiği söyle­
nen şiddetli kışın uzun sürmesinden dolayı büyümektedir.
Ankara çevresinde de kışın, tiftik keçilerine etkisinin şid­
detli olduğu söylendi. Ankara’da iken 30 ya da 40’mın öldüğü­
nü öğrendim. Ankara’dan, İzmit’e sonradan yaptığım gezi sı­
rasında karşılaştığım ağır kar fırtınaları birçoklarını daha öldür­
müştür. Bu yıl hayvanların yavruları yoktur, sığır ve koyun­
lar da zarara uğramıştır. Böylece bütün bunlarla yakın gelecek,
iyi görünmemektedir.
Hiçbir yerde Hıristiyan ve Müslümanlara birçok kez ve­
rilen sözlerin ve beklenen iyileştirme önlemlerinin yürürlüğe
konulmasına ilişkin herhangi bir teşebbüs görmedim. Ülkenin
çektiği acıları, kötülükleri gören bilen vali, mutasarrıf ve kay­
makamlar da var. Ancak İstanbul’ca gayretlerinin saptırılma-
yacağı konusunda kuşkulular, yoksa bu kişiler, gerekeni yap­
mak için arzuyla atılacaklardır. Çünkü İstanbul’da her şey aşırı
merkeziyetçiliğin ölü ağırlığı altmda parçalanmaya mahkûm
görünmektedir. Halkın içinde bulunduğu güçlükleri azaltmak
için kısa zamanda bazı adımlar atümazsa, Sultan, OsmanlI ül­
kesinin gerçek gücünü oluşturan büyük bir köylü kitlesini çok
geçmeden yitirdiğini görecektir. Yazdıklarımı doğrulaması açı­
sından şunu ekleyebilirim: Anadolu’da 20 yıldan fazla kalmış
ve köylü hakkında çok bilgisi olan bir adam, bu süre içinde
köylüye bu kadar yüklenildiğini, geleceği bundan daha karan­
lık ve umutsuz görünen hiçbir dönem hatırlamadığını söyledi.
F .O . 424/106, s. 341-343, N o. 153/1
Türkiye, N o. 23 (1880), s. 146-148, 74/1.

448
No. 350

Sor A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


No. 148
İSTANBUL, 13 Nisan 1880
(A bndı, 23 Nisan)

Ankara ve çevresine ilişkin başkonsolos muavini tarafın­


dan yazılan ve başkonsolosumuz tarafından basılmak önerisiyle
bana gönderilen raporu ilişikte sunuyorum.

Ek : A nkara’nın N üfusu, Sanayii, T icareti, T anım ,


Bayındırlığı, T oprak K iracılığı ve V ilayetin Yönetim i Üze­
rinde Başkonsolos M uavini G atheral T arafından R a p o r:
Özet : Burası nüfusu az, küçük bir kenttir. Bölgenin ge­
nişliği ve genellikle verimli olduğu düşünülürse, nüfusun gözle
görülebilecek bir şekilde azalışının nedenleri şöyle belirlenebi­
lir: 1873-74 kıtlığından dolayı hatırı sayılır büyüklükteki göç;
1878-79 seferi dolayısıyla Müslüman erkek nüfusunun azalma­
sı; bölgedeki ürünün üst üste üç yıl ticaretle meşgul olan Hıris-
tiyanlara kârlı görünmemesi dolayısıyla birçoklarının İstanbul
ve Anadolu’nun başka bölgelerine göç etmeleri.
Türk nüfus sayımlarında, 15 yaşından küçüklerin cinsiyet­
leri belirtilmemiştir. Yalnızca askere alınabilecek erkeklerle,
askerlik vergisi alınabilecek Hıristiyanların nüfusu gösteril­
miştir. Son sayım 1877’de idi. O tarihte belirlenen toplam,
449.241 idi. Redhouse kuralına göre, bunu 3 ile çarparsak
1.347.723 verir. Bu sayı aşağıdaki toplum ve mezheplere ayrılır.
Müslüman, Gregorien veya Ortodoks Ermeni, Katolik Erme­
ni, Protestan Ermeni, Yunan, Yahudi, Çingene her toplumun
durumu, gelen sonuçlara göre şöyledir:
Askeri hizmete elverişli
Erkek 393.074
Toplam nüfus (Müslüman) 1.179.222
Askeri Hizmet dışı vergisini veren
Hıristiyan
Gregorien Ermeniler 33.445
Romen Katolik Ermeniler 3.985
Protestan Ermeniler 660

449
Yahudi 280
Çingene 262
Müslümanlar dışında genel toplam 168.501
Toplam erkekler 449.241
Toplam nüfus 1.347.723
Çeşitli ırkların kökenleri inanışlarına göre ayrılır. Müslü­
manların büyük çoğunluğu, 1344-45’te Ankara’yı Bizans’tan
aldıktan sonra Bursa’da hüküm süren Sultan Murat’ın asker­
lerinin soyundan gelmektedir. Ermenilerin durumu ise, 15. yüz­
yılda Doğudan göç edenlerin sonucudur. Bunlar da Romen Ka­
tolik ve son zamanlarda Protestan olarak bölünürler. Romen
Katolik ailelerinin ileri gelenleri Sultan Murat zamanında
1830’da İstanbul’dan sürüldüler. Zenginlikleri, zekâları ve Av­
rupa ile ticari ilişkileri şehrin refahına büyük katkıda bulundu.
Sonradan Roma tarafından yönlendirilen Yahudilerin canlı pro­
pagandaları, hatırı sayılır ölçüde başarılı olmuşsa da sonraki
yıllarda üstünlüklerini kaybetmişlerdir. Avrupa’daki Katolik-
ler de biri eski, biri yeni olarak bölündüler. Bu ayrım, dışarıya
karşı gidcrildiyse de birbirlerine karşı kinleri sürmektedir ve
dinden döndürmelerin de artık başarılı olmayacakları sanılıyor.
Protestanlık, son 28 yıldır Amerikan misyonerlerinin gösterdik­
leri çabaların sonucudur. Her ne kadar sayı olarak azsalar da
toplum olarak öteki Hıristiyan mezheplerinden daha iyi eğitil­
mişlerdir, daha doğrucu, daha dürüsttürler ve hızla sayıları,
nüfuzları artmaktadır. Ortodoks ya da Gregorian Ermeniler bir
toplum olarak bilgisiz, yoksul, batıl inanışları olan, ancak diğer
tarikatlardan daha çok dinlerine bağlı kimselerdir. Küçük Ya­
hudi topluluğu genellikle sarışındır, bozuk bir İspanyolca konu­
şurlar. Kökenleri Iberya adasıdır. Birkaç Çingene aşireti de
gelir giderler, bunların kökenleriyse, Avrupa’da olduğu gibi sır­
dır.
Bütün ırkların toplamı gösterilmiştir. Vilayetin ayrıldığı
dört sancağın her birindeki sayı aşağıda belirtilmiştir:
Müs. E rm . K ato. P rot. Yunan Yah.
Ankara Sancağı 558.534 11227 10.719 147 3.135 840
Beypazarı, Sivrihisar
Ayaş, Nallıhan, Istano
(1022 köy)
Yozgat sancağı 304221 34.473 288 10.554 762
(898 köy)
450
Kayseri sancağı 166.962 54.060 1.236 1.639 37.944
(180 köy)
Kırşehir sancağı 149.302 558 — — 972
(369 köy)
Toplam 1.179.019 100.368 12.055 2.074 52.605
Genel Toplam 1.347.723
Sancaklardaki hane sayıları aşağıda gösterilmiştir. Bun­
lara bakarak yapılacak bir hesaplama, ya da değerlendirme ya­
nıltıcı olabilir. Bu bakımdan «müsakkafat» denilen, dam ya da
kapısı olan barınak anlamına gelen (yılın beş ayında oturulan
bahçe evleri, han, kervansaray, kahvehane, dükkân, hamam,
kümes, depo, değirmen, ahır ve inek ağılı vs. kapsar) yerler
sayılabilir. Bunlardan bazıları, örneğin han denenler, öteki iç­
lerinde sürekli oturulan evlerden daha kalabalıktırlar. Türk is­
tatistikleri ne yazık ki, ayrıntılı bir tasnif yapmaksızın yalnız­
ca ev ve öteki binalar diye göstermiştir.
Bizzat san­ Sancağa bağ­
caktaki lı yerlerdeki Öteki
ev sayısı ev sayısı binalar
Ankara 4.823 64.080 132.549
Yozgat 2.671 42.755 273.957
Kayseri 8.137 33.464 259.485
Kırşehir 1.282 16.338 139.300
Toplam 16.913 156.637 805.291
Ankara’nın özel sanayii bütünüyle tiftikle ilgilidir. Hatırı
sayılır çokluktaki tiftik keçisinin tüyleri eğrilip, taranır, do­
kunur, halı haline getirilir, çorapların yanına süs için kullanı­
lan parlak kumaşlar ile yerli kadın entarisi ve erkekler için
yazlık entarilerde kullanılır. Daha kalını, hepsi erkekler tara­
fından dokunur. Kumaşlar işlenir, özel bir şekilde boyanır,
boyayı yapanlar hâlâ eski biçimde bitkilerin renklerine bağlı­
dırlar, bunlar her ne kadar modern anilin boyalan gibi parlak
değilseler de daha dayanıklı boyalardır.
Güneybatıya doğru 120 mil uzaklıkta bulunan Kırşehir’de,
Avrupa’da Türk halısı diye tanınan halı ve kilimler dokunur.
Bu işte çalışanlar sayı olarak azdır. Çünkü kasaba, tamamen
Anadolu’nun ortasmdadır ve Hıristiyanlarla Müslümanların
hangi işleri yapacakları, hangilerini yapmayacakları gelenekler­
le, yazılmamış yasalar halinde hâlâ sürüp gitmektedir. Genel­
451
likle halkın Müslüman kesimi toprağı işler, ürünü depolar,
otları balyalar, Hıristiyanlar da ihracat, mal mülk sahibi, sar­
raf, bakkal, vergi toplayıcısı gibi işlerle uğraşırlar.
Çeşitli din mensuplan arasındaki bu ayrım, o kadar ke­
sindir ki bir Türkün kendi hesabına ticaret yaptığı duyulma­
mıştır. Bir Hıristiyanm da kendi elleriyle toprağını sürdüğü çok
enderdir.
Çeşitli çalıştırma yolları incelendiğinde, ilkin resmi ma­
kamlar, Türkler arasında birinci sınıfı oluştururlar. Ankara
il merkezi olduğundan, dolayısıyla hükümet binaları burada
bulunduğundan, ayrıca genel vali de burada oturduğundan bu
sınıf, gerektiğinden çoktur. Yalnızca görevde olanlar değil, bir
görevi olup da görevleri sona erenler, yeniden çalıştırılacakları­
nı umut edenler; henüz bir görev almamakla birlikte bunun
için can atanlar; bütün bunlar, hocalar, öğretmenler, öğren­
ciler, onlara bakan hizmetçiler, yardımcıları; mahkemeleri,
hükümet binaları ve ona giden anacaddeleri dolduran kalaba­
lık, bu sınıfı oluştururlar. Bunun arkasından gelen halk sınıfı­
nı da yerleşik toprak ve çiftlik sahipleri, at ve sığır simsarları,
hububat ve un tacirleri, kasabanın mahsulü ile ilgili perakende­
ciler, kasaplar, fırıncılar, meyve satıcıları, sebzeciler, süt ürün­
leri satanlar, bakkallar, baharatçılar, urgancılar, oduncular,
kömürcüler oluştururlar. Bu son sınıfın genellikle sermameyi
sağlayan ve muhasebeyi tutan Hıristiyan ortaklan vardır. Özel­
likle, Türk el sanatkârları şunlardır: Ayakkabıcılar, nalbantlar,
demir ve bakır işçileri, katırcılar, su satıcıları, hamallar. Ko­
misyoncu ve kabzımal olarak bir hayli Hıristiyan vardır, bun­
lar köylülerin ürünlerini toplarlar, komisyon alarak ya da kâr­
larına ekleyerek kendileri satarlar.
Uzmanlık isteyen sınıflardan başka Hıristiyan toplumu
şunları da kapsar : Din adamı, avukat, doktor, bölgede üreti­
lenleri alıp satan, gönderen toptancı tüccarlar; bunlar tiftik, ko­
yun yünü, tuzlu deri, post, afyon, sakız, sarı çilek gibi mallar
alır satarlar. Bu işlerde oldukça çok sayıda tiftik ve yün temiz­
leyicileri çalıştırılır. Komisyoncular, kâtipler ve yardımcıları,
toptancı ve perakendeci ithalat tüccarlan, bunlar da Manches-
ter basması, Glasgow şalı ve müslin, biçer, Birmingham silah­
ları, Wolverhamton madenleri, kaba Ingiliz tabak ve camları,
Fransız ve Avusturya elbiseleri, müstemleke mallan, kahve,
şeker, tütün, akaryakıt maddeleriyle ilgilenirler.

452
Tüccarlarla sanayiciler sınıfı arasında bir sınıf olarak anı-
lamayan ve arada geçinen bir topluluk vardır ki, bunlara sar­
raflar, tefeciler, âşâr toplayıcıları, vergi toplayıcıları, müzayede-
ciler eklenebilir.
Sıradan ticarete gelince bunlar da taş duvarcılar, mermer
kesicileri, inşaatçılar, işçiler, marangozlar, boyacılar, camcılar
ince iş yapan marangozlar, dokumacılar, boyacılar, aşçılar ve
hazır elbisecilerdir. Türk ve Hıristiyanların yaptıkları birkaç
küçük iş de terzilik, ayakkabıcılık, gümüşçülük ve süs eşyası
yapımı gibi şeylerdir. Aradaki fark şudur ki, Türkler özellik­
le Türklere özgü işleri, Hıristiyanlar da tamamen Avrupai ya
da alafranga denilen işleri yaparlar.
Burada oturan çok az yabancıdan bir kısmı ticaret, acen-
talık, hekimlik ve eczacılıkla uğraşırlar.
Ankara’da fabrika adı verilmeye değer bir şey yok. Bura­
nın bütün özel sanayi evde ve elle yapılır, imalatta ne buhar,
ne de su gücünden henüz faydanılmamaktadır. İhtiyaç duyulan
makineleri, en yakını 300 mil uzaktaki limandan katır veya de­
ve sırtında buraya getirebilmenin olanaksızlığı şimdiye kadar
kanıtlanmıştır. Eğer ulaşım sorunu çözülebilirse, pek az kuşku
ile söylenebilir ki, fabrika sanayi için Ankara’nın yeri olağan­
üstüdür. Ankara başlıca yiyecek maddeleri için merkezi bir pa­
zardır, su gücü vardır. Bu çeşit bütün işlere kendilerini çabu­
cak uydurabilen ve kolay öğrenebilen Hıristiyan halk için bu,
uygun bir uğraşı olur.
Ankara, bütünüyle hâzineye ait olan ve son yıllarda terk
edilen her çeşit maden bakımından zengindir. Bunların baş-
lıcaları gümüşlü, demirli kurşun, Akdağ demir filizi, Mihalıççık
bakır filizi, Mihalıççık lekeci toprağı, Lekele, Yozgat yakının­
da kaya tuzları.
Lekeci toprağı ile kaya tuzları hükümet tarafından yerel
sermayedarlara bırakılmıştır. Osmanlı Bankasının gayretiyle
başarıyla çalışmaktadırlar. Nerede lekeci toprağı, tuz gibi olan
maddelere mahalli ihtiyacın talebi varsa, maden teşebbüsçü-
leri bu yerlerde işe girişebilirler. Bu filizlerin eritilecek yerlere
ulaştırılmaları da oldukça zordur.
Halen ücretler şöyle: Vasıfsız işçiler için günde 10 kuruş,
«beşlik» ya da 1 şilin 6 peni; vasıflı işçiler için günde 15 ku­
ruş ya da 2 şilin 3 peni; yüksek vasıflı işçiler İstanbul’dan
veya Avrupa’dan sağlanabilir yevmiyeleri bir mecidiye veya 3
şilin, 3 peni; tiftik temizleyicileri günde 1 şilin 9 peni alırlar.
453
Yiyecek, giyecek vasfı ve günlük yaşama tutan, bu kişi­
lerin imkânları ve kaldıkları yere göre doğal olarak değişir.
Bunda kişinin bağlı olduğu din ve toplumun da etkisi vardır.
Her şeyden önce en alt tabakadan Türk köylüsünü ele alalım;
giyimleri çok basittir, pahalı cinsten değildir; yaz kış gri ya
da boyanmamış pamuklu çamaşır giyerler; üstüne giydikleri de
özellikle Türkiye için Manchester’de yapılmış kabaca süslen­
miş pamuk basmasıdır. Kışın üstlerine bir pamuklu elbise gi­
yerler. Bu kıyafet erkek ve kadın için aynıdır. Kadınlar buna
ek olarak yalnızca gözleri açık kalmak üzere başları ve yüzle­
rini kalın bir müsün örtü ile örterler. İki cins arasında giyim ba­
kımından başka fark yoktur. Düğünlerde ya da bayramlarda
her iki cins, Halep ve Bursa’da bu maksatla dokunmuş yerli
örgü kaba, ipek bir elbise giyerler. Kasaba ve şehirlerde hali vak­
ti iyi olanlar bu tür giysi olarak, kürklü atlas astarlı bir aba gi­
yerler, bol ve yerleri süpürecek kadar uzun yapılmıştır. Bu at­
las ve parlak kumaşlar çok pahalıdır, parçası 10 ya da 40 sterlin­
dir. Ayrıca büyükler, zenginliklerini göstermek için düğün ya
da bayram süresi içinde bunlardan değişik değişik giyerler.
Baş için, her iki cins ve mezhep, genellikle kırmızı bir kep ya
da fes giyerler, fark şuradadır : Hıristiyanlar yalnızca fes gi­
yerler, Müslümanlarsa fesin üstüne beyaz ya da renkli bir tür­
ban sararlar. Kadınların giydikleri fes, erkek fesinden daha
küçüktür ve daha uzunca bir püskülü vardır. Siyah ve renkli
bir bot kıyafeti tamamlar. Müslümanların botları yumuşak de­
riden ve bacağın orta yerine kadar yapışık, dış tarafı kaba bir
malzemeden yapılır. Son zamanlarda Hıristiyanlar Avrupa bot­
larını kabul etmişlerdir, dış tarafı deri galoş evin içinde ya da
bir büyüğün yanında iken kolayca çıkarılabilmesi için bir yayla
sıkıştırılmıştır.
Büyükler için köylünün giydiği elbiselerin fiyatı 35 ya da
40 şilindir. Kullanılan malzeme çok kabadır, üstelik sağlam
değildir. Bolluk olan yıllarda her 6 ayda bir yenilenmesi gere­
kir, kış için üzerlerine aldıkları pamuklunun fiyatı için de 8
ya da 10 şilin eklemek gerekir.
Geçim düzeyi Avrupa’ya göre çok düşüktür. Ama Anka­
ralInın masraflarını hesaplamada, tamamıyla başka bir yol kul­
landığını görürüz. Her aile ya miras yoluyla, ya da bizzat sa­
tın aldığı, ya da inşa ettiği bir kasaba ya da kır evine sahiptir.
Bu basit, belki bir penceresi, damı bile olmayan bir barınak
olabilir, fakat yine de otururlar ve kendi evleri olduğu için ki­
454
rası da yoktur. Kırsal bölgedeki evin muhakkak 40 ya da 80
dönümlük asma, meyve ağaçlan, kavun ekilen küçük bir top­
rak parçası ve sebze bahçesi vardır. Bunlardan üretilenler eve
yardım eder ve dış harcamayı azaltır. Bundan başka, şehirde
oturanların hepsinin civarda ya bütünü ya da bir kısmı ken­
disine ait çiftliği vardır. Böylece kendi buğday ve arpasını ye­
tiştirir. Çoğunlukla kendi tavuğunu, koyununu da besler. So­
nuç olarak orta sınıfa mensup rahat bir kimse, yılda 40 ya
da 50 şilinle yaşamını sürdürür, fakat bu sadece elbise, kahve,
şeker tütün ve hizmetçi ücreti gibi lüks ya da yabancı mallar
içindir.
İklimin güzel olmasından ev eşyası masrafı da az bir şey­
dir. Bu ev malzemesi bir yatak, birkaç yerli halı ve mutfak eş­
yasıdır. 12 ayın 9’u devamlı ılık ve güneşlidir; böylece yaşam,
yılın 3/4’ünde açık havada sürdürülebilir. Sadece kısa ancak
şiddetli kışta barınak ve ısınmak için ateşe cidden ihtiyaç var­
dır.
Kısacası, tatlı bir iklim ve verimli toprak dolayısıyla, her
ne kadar hayat şartları oldukça kolaysa da bu ülkede üretilen
yiyecek maddeleri için ev masrafı belki yüzde 50’dir. Avru-
pa’dakinden daha azdır. Avrupa mallarının fiyatı, katır ve de­
ve sırtında yapılan ulaşımın maliyeti ve riski dolayısıyla yüzde
25 daha pahalıdır.
Ankara’da yetişen bir erkek, yaşam için gerekli olanların
hepsini sağlayabilir ve biraz da lüks denilen şeyleri (örneğin
kahve, şeker, tütün), günde 1 şilin 2 peniye edinebilir. Belli-
başlı giderlerin en büyük kalemlerinden en ağırı unutulmamalı­
dır; bu, vilayet ve devlet vergileridir. Bu, para olarak yılda
adam başına 2 sterlin ya da üretimin 1/10’udur.
Hıristiyanlar için bu, her ne kadar bir dereceye kadar gö­
nüllü bir katkı ise de, kendi giderlerine ek olarak toplumlarma
ait kilise ve okullarını da desteklemek zorundadırlar; bu des­
tek, her yetişkin erkeğe ortalama 1 sterlin -I- 10 şiline mal olur.
Toplumsal giderlerinin tümünü ödemeye gücü olmayanları ve­
ya isteksiz olanlan mecbur edecek önlem ve araçlar yoktur,
böylece ödeme güçlüğü içinde olanların yükü, imkânı olan ya
da daha çok bağışta bulunabileceklere bölünür; sonuçta bu yük,
adam başına 2 sterline mal olur.
F. O. 424/106, s. 306, N o. 151, 151/1
Türkiye, 23 (1880), s. 121 -125, N o. 72, 72/1

455
No. 351

Sör A. H. Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 439
İSTANBUL, 21 Nisan 1880
(Alındı, 29 Nisan)

«Tercümanı Hakikat» gazetesindeki Ermeni sorunuyla il­


gili bir makalenin, öğrenci çevirmen Willmore tarafından ya­
pılan çevirisini ilişikte sunuyorum. Bu gazetenin Sarayın tel­
kinlerini yansıttığı bilinmekte olduğundan, bizzat Sultanın gö­
rüşlerini temsil etmesi bakımından yazı dikkate değer görül­
müştür.

Ek : 16 N isan 1880 T arihli Tercüm anı H akikat Gaze­


tesinden Çeviri
ERMENİ İSTEKLERİ: Ermeni sorunu denilen şeyin bü­
yük bir gayretle tekrar canlandırıldığını, Avrupa basınının sü­
rekli dikkatini çektiğini, yalnızca birkaç gün önce bu konu hak­
kında «Levant Herald»da uzun bir makale çıktığını öğrendik,
«Levant Herald»ın ileri sürdüklerinin kaynaklandığı «Con-
temporary Review»de, «Doğulu Devlet Adamı» imzasını ta­
şıyan uzun bir makale yer almıştır.
Bu doğulu devlet adamı Ermenilerin meziyetlerinden uzun
uzadıya söz ettikten sonra, reformların Ermenilerden yana
yapılması tartışmasına giriyor, bu reformların yapılmasına
karşı gelmeyi ileri sürerek, tartışmayı saptırıyor ve reform­
lardan faydalanmanın herkesi kapsayacağına işaret ediyor.
imparatorlukta bulunan bütün ulusların lehine reformla­
rın yapılması için gayretlerimizi gevşetmediğimize inanıyoruz,
bu konu üzerinde birkaç noktaya değinmek istiyoruz.
«Doğulu Devlet Adamı» soruna bir taraftan Ermenilerin
gözüyle bakarken, biz de başka taraftan esas itibariyle Türkle-
rin görüş açısından bakacağız ve bu görüşlerdeki fark, vardı­
ğımız sonuçlarda da muhtemelen benzeri bir farklılık yarata­
caktır.
«Doğulu Devlet Adamı» ya da bu zatın yazısını veren «Le­
vant Herald»a göre, Ermeniler Ingiliz himayesine hak kazan­
mışlardır. Bu milletin Ingiltere’den yardım ummak için birçok

4S6
nedenleri vardır. İngiliz nüfuzu Küçük Asya’da gitgide arta­
caktır. Halbuki Rusya’dan böyle bir yardım umudu pek azdır.
İngiliz liberal partisini yüreklendirerek, Mr. Gladstone, «Hı­
ristiyanlığın Savunucusu» sanını almalı, Ermeni yanlısı yeni
bir hükümet elde etmek için Hıristiyanlık üzerine bir anlaşma
yapılmalı ve Hıristiyan bir ulusu kurtarmak için reformların
yapılmasına gayret sarf edilmeli ifadesi, uygar dünyanın göz­
lerinde şaşkınlık yaratmamıştır.
Bulgaristan’da ve Doğu Rumeli’nde yapılan işkencelere
Avrupa'nın sakin kalışım Müslümanlar bile hayretle karşıla­
dılar. Bu işkencelerin kahramanı, ya da bir tropman ayıplan­
malıydı. Avrupa’da bile yüksek düzeydeki kişiler bu susuşu
hayretle karşıladılar. Oysa bugünlerde hepsinden daha garibi,
Ermenilerin şikâyetlerinin bir Hıristiyan ulus olmaları etkeni­
ne oturtulmuş olmasıydı. Bu medeni âlemde, Hıristiyan olma­
yan ırkların, özellikle Müslümanların korunmadan yoksun bı­
rakılmalarına ait bir prensip mevcut mu?
«Doğulu Devlet Adamı»nın amacı, Hıristiyanlığı tek doğ­
ru din olarak sunmak ise, o bir görüşten doğacak zararları dü­
şünmeyi durdurmalıdır.
İngiliz dominyonlarında Hıristiyanların oranı yalnızca 1/6
olmasına karşın, «Hıristiyanlığın Savunucuları» sanını gerçek
liberallerin kabul edebileceklerini sanmıyoruz.
Ermeniler lehine olarak denilmelidir ki, Ermeniler Osman­
lI imparatorluğuna sürekli bağlılıklarını göstermişler ve ke­
sinlikle Türk arkadaşlarını, vatandaşlarını soymak ve onlara
kötü muamelede bulunmak gibi bir istek göstermemişlerdir.
Evet, Ermenilerin bize iyi davranış ve itaatlerinin samimi ka­
nıtlarını verdikleri doğrudur. Bu konuda onlardan şikâyet et­
mek için hiçbir nedenimiz yoktur.
Fakat onların adına fikir yürütmenin anlamı nedir? Er­
meniler, kendilerinin Bulgar ve Doğu Rumelilerden üstün ol­
duklarım düşünüyorlar. Fakat Bulgarların yaptığı gibi reform
istemiş olmakla pişman olmayacaklarını AvrupalIlara açıkça
anlatmalıdırlar.
Bulgarlar da yüzyıllarca Sultanın hükümetine sadıktı­
lar ve Osmanlı askerleri çekilirken bile onun düşmanlarına
karşı duruyorlardı. Bunun aksine, Ermenilerden yana, böyle
cesur bir davranıştan söz edilemez. Son felaketli olaylara ka­
dar, Bulgarlar, Müslüman arkadaşlarını, vatandaşlarını, asla
soymadı ve onlara kötü muamelede bulunmadı.
457
Ermeniler, Kürtlerin gaddarlıkları üzerine hikâyeler an­
latırlar, 150 Ermeni kızına tecavüz edilmesinden, hükümetin kö­
tü idaresinden yakınırlar. Bu ifadelerdeki gerçeğin açıklanmasını
gerekli görmüyoruz. Fakat biz, «Doğulu Devlet Adamı»mn
Ermeni ulusu ile ilgili olan bütün yayınlarında farkına vardı­
ğımız kötü niyetli ruhuna işaret etmek istiyoruz.
Ermeniler, İmparatorluğun merkezinde yaşamalarına kar­
şın Doğu Rumeli gibi bir orduya sahip olmak istiyorlar. Eğer
silah taşımak genelleşirse ve otorite bu derece düşerse, «Do­
ğulu Devlet Adamı» yanlış olarak, Asya’da olmayacağını san­
dığı bir katliamın olmayacağını acaba nasıl garanti eder?
Biz, Ermeniler lehine reformlar başlatmaya hiçbir şekilde
karşı değiliz, fakat onların arzularını gerçekleştirmek için do­
ludizgin girişimlerinin yarattığı tehlikeye de gözlerimizi yuma­
mayız. Eğer Kürtlerin kötü davranışlarından yakınıyorlarsa,
hükümetin vilayetlerde düzeni en iyi bir şekilde koruması bi­
zim en içten arzumuzdur. Eğer vergi toplayıcılarının yolsuzluk­
larından yakınıyorlarsa, bu adamların atılacağını ve yerini
iyi bir teşkilatın alacağını temin ederiz.
F. O. 424/106, s. 352, N o. 159, 159/1

No. 352

Yüzbaşı E verett’ten, B inbaşı T ro tter'e


No. 3 C
ERZURUM, 24 Nisan 1880
(D ışişlerinde alındı, 11 M ayıs)

Büyükelçinin teline göre bölgelerdeki açlığa karşı kullanıl­


mak üzere emrime 507 sterlin gönderilmişti.
Ayın 17’sinde valiye yazdığım yazıya karşılık alamadım.
Valinin Pasin’e 500 somar buğday, Eleşkirt’e de 300 somar
tohumluğu derhal göndermesi için BabIâli’den tel emri aldığı­
nı öğrendim.
Geçen çarşamba günü Erzurum ovasındaki 26 köyün tem­
silcilerini kabul ettim. Yoksul durumlarından yakındılar, to­
humluk için yalvardılar. Valiye bu konuda dilekçe verdiklerini,
ancak karşılık alamadıklarını söylediler. Size bu durumu sun­
muştum. Valinin bu işe bakacağını söylemiştiniz.

458
Ermeniler bu kasabadaki yoksul soydaşlarını kurtarmak
için büyük çaba harcıyorlar, ikinci bir liste hazırlanmak üzere,
sanıyorum ki 300 TL. daha şimdiden toplanmış.
F. O. 424/106, s. 365, N o. 16S

No. 353

S ör A .H . Layard'dan, M arki Salisbury’e


No. 456
İSTANBUL, 26 Nisan 1880
(Alındı, 4 M ayıs)

İngiliz Whitaker tarafından çıkarılan «Levant Herald»m,


Ermenilerin ıstırabı ve daha iyi hükümet istekleri üzerinde kuv­
vetli bir dille bazı makaleler yazması sansür kararnamesiyle
«Bozguncu» olarak tespit olunduğundan yayından kaldırılmış­
tır. İstanbul’da yayımlanan bellibaşlı iki Ermeni gazetesi «Mas-
sis» ve «Tercümanı Evkel» de aynı nedenden ötürü kapatılmış­
lardır. Erzurum ve Van bölgelerinde açlık çekenlere yardım
etmek için kampanya açılması maksadıyla kurulan Ermeni
komitesi de Türk Hükümetinin emriyle lağvedilmiştir. Hükü­
met şimdi, Türk Asyasındaki Hıristiyanların ve ötekilerinin
acıklı durumu, Avrupa’nın dikkatini çekebilir diye her şeye
son derece olumsuz ve kuşku ile bakmaktadır.
Levant Herald gazetesinin kapanmasının resmi sebeplerini
açıklayan Türk Gazetesi «Vakit»ten çıkarılan bir yazıyı ilişik­
te sunuyorum.

E k : La T urquie’nin 2 N isan T arihli Sayısında, V akit


Aşağıdaki Resm i B ildiriyi Yayım ladı
«Bay Whitaker’in sahip olduğu gazete yayından kaldırıl­
mıştır. Birkaç günden beri Fransızca ve İngilizce olarak resmi
izni olmaksızın İstanbullulara seslenen bir gazete idi.
Bu gazetede açlık çeken Ermenilere yardım etmek üzere
kurulmuş bir Ermeni komitesini de Babıâli fesh etmiştir.
Hükümet bu sadık uyruğuna daima iyi niyetle davranmış
ve ihtiyaç halinde onlara yardımı, görev saymıştır. Whitaker’in
Ermenileri hükümetten soğutmaya ve bu halkın hükümet tara­

459
fından ezildiğini Avrupa’ya yalan haberlerle anlatmaya çalışmış
olması dolayısıyla, bu gazete resmen yayından kaldırılmıştır.
F .O . 424/106. s. 360 A, B. N o. 164, 164/1

No. 354

Sör A .H . Layard’dan, M arki Salisbury’e


İSTANBUL, 27 N isan 1880
(Alındı, 4 M ayıs)

Babıâli ile olan bugünkü ilişkilerimizi ve halen Türkiye’nin


içinde bulunduğu durumu arz ediyorum.
Devletin bütün gücü şimdi Sultanın elinde olduğundan ve
bütün kamu işleri bütünüyle onun kontrolünde bulunduğun­
dan, İngiliz Hükümeti onun politik görüşünü bilmelidir. Sulta­
nı çok gördüm ve her defasında bana açıkça nazik ve olumlu
muamele etti. Sanıyorum ki, her fırsatta ona iyi hizmet etti­
ğimden bana müteşekkirdi. Bununla birlikte ondan düşüncele­
rimi saklamadım, hem ülkenin hem de kendisinin karşı karşı­
ya olduğu tehlikeyi bir hükümdara söylenebilecek en ağır
dille söyleyerek, ikaz ettim. Benim öğüt ve uyanlarımı iyi kar­
şıladı. Bir süre söylediklerimi göz önünde tutarak hareket etti.
Daha sonraları, onları yapmaya daha az meyil gösterdi. Etra­
fındaki kişiler İngiltere hakkında onda derin bir güvensizlik
ve kuşku yaratmayı başardılar.
Kıbns’ın işgali, İngiliz askeri konsoloslarının Küçük Asya’
ya atanmaları, Ermeni toplumuna karşı gösterilen ilgi, ayrıca
emir verircesine Türkiye Asyasmda reformların yapılması gibi
ileri sürülen açıklamaların İngiltere’nin Asya topraklarını ken­
disine katması tasarılarının kanıtı olduğu konusunda onu inan­
dırdılar.
Sultanın ve bir ölçüye kadar halkının şimdi İngiltere’ye
karşı duyduğu rahatsızlık, Berlin Kongresinde Bosna Hersek’in
Avusturya tarafından işgalini İngiltere’nin önermesiyle başla­
mıştır. Geçen ekimde İngiliz filosuna Türk sularına hareket
buyruğunun verilmiş olması da bu rahatsızlığı, büyük ölçüde
arttırdı. Halk, olayları kendi yönünden; Küçük Asya’da reform­
ların yapılmasını sağlamak için İngiltere’nin BabIâli’yi zorla­
mak amacıyla böyle düşmanca bir gösteriye başvurduğu yolun­

460
da yorumladı. Sultan, büyük ölçüde endişelendi. Bununla bera­
ber eğer Sultanın herhangi bir Avrupa devletine yakınlığı var­
sa, bu devlet İngiltere’dir, kendisinin Kraliçeye ve kraliyet aile­
sine bağlılığı vardır, amcası, Abdülaziz’le İngiltere’ye gittiği za­
man kraliyet ailesinin gösterdiği incelikten dolayı şükranlarını
ifade eder. Kendi ve ülkesinin çıkarı için İngiltere ile uzlaşmak
zorunda olduğuna ikna edilmiştir.
Çeşitli ırk ve dinlerden oluşan bu geniş imparatorlukta
bir kamuoyu düşünmek çok güçtür, muhtemelen bizim anla­
dığımız anlamda yoktur. Eğer varsa, bu İngiltere’den yanadır.
Her yerdeki Müslüman halk ve belki Romen Katolikler dışında,
Hıristiyan toplumu, kötü hükümet ve zulüm dolayısıyla İngil­
tere’ye korunmaları için yönelirler, onun nüfuz ve yardımıyla
kendilerine adalet, rahatlık ve refah getirecek reformların ya­
pılmasında ona güvenirler. Ermeniler Kıbrıs Antlaşmasıyla yü­
reklendiler ve reformların hemen yapılması için İngiltere’ye
bakmaya başladılar. Bunların hemen yürürlüğe girdiğini görme­
yince de düş kırıklığına uğramaya başladılar. Erzurum, Van ve
Diyarbakır konsolosumuzun raporuna göre Rusya, bu düş kı­
rıklığından yararlanarak, Türk Asyasma ileride el koymak ve
sonra da ilhak etmek için, bu bölgelerde oturan Ermeni top-
lumunu himaye ve yardım için onları kendisine çevirmek is­
temektedir.
Konsoloslarımızdan aldığımız raporlar Asya’daki Türk vi­
layetlerindeki durumu, kötü idareyi, rüşveti, Türk idarecilerinin
iktidarsızlığını, Müslümanların da Hıristiyanların da çektiği
ıstırapları ve birçok yerde sürmekte olan anarşiyi bütün ay­
rıntılarıyla yazdıkları için, benim burada onlara girmeme pek
gerek yok. Yalnız şunu söylemek yeter, bu imparatorluk hiç­
bir zaman bu kadar dağınık ve kritik bir noktaya gelmemiştir.
Bu durum, tarafsız ve aklı başında her Türk tarafından itiraf
edilmektedir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde adaletsizlik, kö­
tü idare ve yoksulluk, Türkiye’deki gibi olsaydı halk bütünüy­
le başkaldınrdı. Burada bunun olmayışı; halkın son derece sa­
bırlı, uzun süredir ıstırap çekmesi yanında, Müslümanların
seçkin dini başkanlarına olan saygıları ve çeşitli ırklarla mez­
hepler arasındaki mevcut nefret, birleşmelerindeki güçlüklere
bağlanabilir. Ancak bu durumun böyle sürmesinin olanaksızlı­
ğını gösteren belirtiler vardır. Suriye’de İstanbul idaresinden du­
yulan nefret, ondan sıyrılma azmi, Müslüman Araplarla Hıristi-
yanlar arasında bir birlik bağının oluşmaya başladığını gösteri­
461
yor. Birçok nedenlerden ötürü Küçük Asya’da onlarınkine ben­
zer bir anlaşmanın olması olasılığı daha azdır. Herkesin söyledi­
ğine göre, Arabistan’ın durumu çok kritiktir ve herhangi bir
anda hükümete karşı müthiş bir isyan patlayabilir.
BabIâli’yle, hükümetimiz ve elçiliğimize bağlı olan birçok
sorun üzerinde anlaşmaya varma güçlüğü son zamanda çok
büyük olmuş, aşağı yukarı Babıâli cidden aşılamaz bir engel
durumuna gelmiştir. Berlin Antlaşması hükümlerini uygulamakla
ilgili birçok önemli sorun, bakanların pek çok zamanlarını al­
mış ve düşüncelerini meşgul etmiştir. Bu sorunlardan doğan
uzun görüşmeler sırasında bütün öteki işler bir yana bırakıl­
mıştır. Bu görüşmeler uzadıkça uzamıştır. Çünkü bunları hız­
la ve memnuniyet verici bir sonuca bağlamak için gerçek bir
istek gösterilmemiştir.
Bakanlar, kendileri sorumluluk almak istemediklerinden,
her şeyi Bakanlar Kuruluna havale etmişlerdir. Burada bir ka­
rar alınabilir, ama Sultanın onayı olmadıkça yürürlüğe kona­
maz. Oldukça önemsiz bir konu, sonunda Saraya gider ve Sul­
tanın incelemesi ve onaylamasına değin, orada belirsiz bir zama­
na kadar kalır. Bu şartlar altında iş yapmanın güçlüğü anlatıla­
maz. Bu deneyimlere sahip olan, sadece bizim elçiliğimiz değildir.
Bütün yabancı elçilikler aynı şekilde yakınmaktadırlar. Hiçbir
şeyi çözümleyememişlerdir. BabIâli’den yakınan ve çıkarları söz
konusu olan Ingiliz uyruklarının, elçiliğinin kendilerini ihmal et­
tiğini düşünerek elçiliği suçlamaları normaldir. Bu yazıda el­
çilikle Babıâli arasında, bütün gayretlerine ve demarşlarına rağ­
men, hâlâ sonuca bağlanmamış sorunları zatıâlinize sunmaya
gerek yok. Bunlardan bazıları İngiliz uyruklarının çıkarlarını
kapsar, bu kimseler Türk Hükümeti tarafından haksız ve ya­
sadışı muamelelerle karşı karşıya bırakılmışlardır. Bunlar hiç­
bir problem olmaksızın, tazminat almaya ve kayıplarını gider­
meye hak kazanmışlardır. Ötekiler, şikâyetlerini çok önceden
yaptıkları halde bu şikâyetler Babıâlice kabul dahi edilmemiş
ve Türk mahkemelerince tanınmamıştır. Bunların çözümü ba-
şanlamamıştır. Sonra hem İngiltere, hem de Türkiye’nin çı­
karlarını etkileyen konular vardır, bunların önemini Türk ba­
kanları da itiraf etmektedirler. Ancak onları sadıkane ve dü­
rüstçe ele almazlar, geciktirmek ve yapmamak için her türlü
aldatmaca ve bahaneye başvururlar. Fakat her şeyden önce,
Sultanın İngiltere’ye karşı yerine getirmediği resmi ve ciddi
sözleri vardır. Anlaşma ile halkı ve Hıristiyanlan korumak için,
462
adil ve tarafsız bir hükümetin Asya’daki topraklarında reform
yapmakla yükümlülüğünü kendisine özellikle kısaca izah ettim.
Reformların ilk önce ve hemen yapılması gerekenini Lord Sa-
lisbury, 8 Ağustos 1878 tarihindeki yazısında belirtmişti ve
Saffet Paşanın 24 Ekim 1878 tarihli yazısıyla belirtildiği gibi,
bazı düzeltmelerle kabul olunmuştu. Bunlar; Avrupalı subay­
larca kurulacak bir jandarma örgütü, vilayetlere Avrupalı ma­
liye ve adalet müfettişlerinin atanması, vali veya genel valinin
beş yıl için atanması idi. Bunlardan hiçbiri anlaşmaya uyularak
yürürlüğe konulmamıştı. Haziran Antlaşmasıyla kabul olunan
Sultanın yükümlülüklerinden sistemli bir şekilde sakınılmıştı.
Jandarmayı düzeltmek üzere Türk Hükümetince buraya geti­
rilen Ingiliz subaylarına, sanırım Osman Paşanın nüfuzuyla,
açık bir şekilde kaba ve ilgisizce muamele edilmişti. Bunlar­
dan yalnızca üçü çalıştırıldı ve yollarına her türlü engel ko­
nuldu. Edirne’de küçük bir jandarma teşkilatı kurulmasında,
Albay Blunt, Osman Paşanın ısrarla karşı koymasına karşın
Rauf Paşanın da sadık ve etkin yardımıyla başarı kazandı. Ba-
bıâli ve Harbiye Nezaretinin müdahale edememesi sayesinde,
Girit’te de Albay Allix aynı şeyi yaptı. Üçüncüsü, Nortan’a
amaçlı olarak kışın Bitlis’e gitmesi emredilmiştir, orada büyük
bir olasılıkla belki yapacak bir şey bulamayacak ve kendisine
verilen görevi yerine getirme gayretleri yerli makamlarca en­
gellenecektir. Albay Coope, aynı tarihte Erzurum’a gitmek üze­
re emir aldı, ancak maaşı geciktiğinden ve yola çıkmak için
de paraya ihtiyacı olduğundan emri yerine getiremedi ve gö­
revden ayrıldı. Geri kalan subayların, Sultan ve Babıâli tara­
fından bana birçok kez görev alacaklarına ilişkin söz verilme­
sine karşın, boşta kalmalarına göz yumuldu. Sanırım sözleş­
meleri gelecek haziran veya temmuzda sona erecek, kuvvetle
inanıyorum ki, sözleşmeleri yenilemeyeceklerdir, ülkenin hu­
zuru ve refahı için gerekli olan hizmet ve teşkilatı kurmak
üzere büyük masraflarla getirilen bütün bu subayların İngil­
tere’ye dönmesine izin verilecektir. Türk Hükümetinin çılgın
ve kötü durumu anlatılacak gibi değildir. Bildiğime göre Av­
rupalI adliye müfettişi atanmadı. Beni memnun etmek için kon­
soloslukta staj yapan Bay Ede adında bir İngiliz avukat önem­
siz bir vilayet olan Trabzon’a atanmak istendi. Fakat Babıâli
ile anlaşmaya varamadığı için, bu tayin de suya düştü. Maliye
müfettişliği için de aşağı yukarı aynı şey oldu. Calvert bu ma­
kama atandı ve hükümetimiz, konsolos muavinini yerinde bi­
ldi
rakırken onun geçici olarak atanmasını kabul etti. Fakat Cal-
vert birinci sınıf müfettiş olacağı yerde, ki bana özellikle bu
konu doğrulanmıştı, bir Türk memurunun emrine verildi. Bu
durum karşısında yararlı olamayacağından ve bağımsız bir şe­
kilde görev yapamayacağından, o da benim tavsiyeme uyarak
bu atamayı reddetti.
Beş yıl süreli vali atamasına gelince, eski sistemde yapıl­
ması gereken hiçbir yenilik yapılmadı. Valiler hâlâ Sultanın
keyfine göre atanmaktadır.
Böylece BabIâli’nin İngiltere ile yaptığı anlaşmaya göre
Asya’daki vilayetlerde yapılması istenen reformların hiçbiri
yerine getirilmedi. Hıristiyan üyeleri olan komisyonlar görü­
nüşte bu maksatla bazı vilayetlere gönderildiler; fakat konso­
los raporlarına göre ya çok az, ya da hiç etkileri olmadı. Ken­
dilerine yetki verilmediğinden, sadece soruşturma ve rapor
yazmakla görevlendirildiler. Bazı olaylarda ise onların var­
lığı, iyilikten çok kötülük doğmasına neden oldu. Yüreklenen
Hıristiyanlar en kuvvetli Müslüman beylere karşı olan şikâyet­
lerini ortaya koyduklarından onların düşmanlıklarını üzerleri­
ne çektiler.
Sultan bana tekrar tekrar, Baker Paşanın Kürdistan, Er­
zurum ve Van’da yüksek komutanlığa atanmasının gerektiğini,
bunu hükümetime bildirmemi söyledi.
Bu sözde durulmadı. Benim sürekli protestolarım sonunda
İngiliz Hükümetini memnun etmek için, özellikle jandarma
teşkilatıyla ilgili olarak Baker Paşa, Küçük Asya, Mezopotam­
ya ve Suriye’nin bir kısmını gezmek ve oraların şartlan hakkın­
da rapor vermek üzere kurulan bir komisyonun başına atandı.
Fakat kendisine herhangi bir reformu uygulaması için yetki
verilmedi. Baker Paşaya eşlik etmek üzere yanma, Padişahın
güvenini kazanmış, onunla doğrudan bağlantısı olan ve bu
maksatla paşalığa terfi ettirilen Süleyman Bey adında bir su­
bay verilmişti. Bana söylendiğine göre bu kişi, son derece İn­
giliz aleyhtarı biridir ve her fırsatta Baker Paşayı saptırmak
için elinden geleni yapacağı düşünülebilir. Bu olaylar doğrul­
tusunda bu subayın görevinden pratik bir sonuç beklenemez.
İçinde yerli elemanların da geniş ölçüde temsil edileceği
bir yerel komisyon tarafından çerçevesi belirlendikten sonra,
Doğu Rumeli Uluslararası Komisyonunun onayından geçecek,
Berlin Antlaşmasının X X lII’üncü maddesine göre, Türkiye’nin
Avrupa vilayetlerinde kullanılacak olan tüzük veya organik ya­
464
sa henüz ilan edilmedi. Görünüşe bakılırsa, bu maddeye göre ya­
zılmadığı ve henüz komisyona sunulmadığı anlaşılıyor. Edime
dışında bu vilayetlerde etkin bir jandarma teşkilatı kurulmadı,
oysa bana bu maksatla bazı İngiliz subaylarının kullanılacağı
defalarca söylenmişti. Osman Paşa bana karşı direnmişti. Ne­
ticede Makedonya, Epirus, Trakya’da ne can, ne de mal gü­
venliği, hemen hemen hiç yoktur. Haydutluk yaygındır. Hıris-
tiyanlara kötü muamele edilmekte ve cezalandırılmayanlarca
ezilmektedirler, bu kentler anarşi içindedir. Yukarda belirttiğim
olaylar sebebiyle İmparatorluğun başına gelebilecek tehlikeyi
Sultana ve danışmanlarına anlatabilmek için bütün diploma­
tik yolları sonuna kadar kullandım. Hatta tehdit de diyebileceğim
bütün demarşlan, protestoları yaparak, söz verilen reformları iyi
niyetle ve bütünüyle yürürlüğe koymaları gerektiğini telkine ça­
lıştım. Durmaksızın bizzat Sultana başvurdum. Sultana hiç sak­
lamadan, hatta yazılı olarak İmparatorluğun içinde bulunduğu
şartları ve bunun uyrukları üzerindeki olumsuz sonuçlarını
sergiledim. Ona bakanlarının ve yüksek dereceli memurlarının
yeteneksizliklerini ve rüşvetçiliklerini açıkladım. Ona verilen
öğütleri dikkate almamasının kaçınılmaz sonuçlarını, İngilte­
re’nin sempati ve dostluğunu yitireceğini; eğer Avrupa devlet­
leri, bu idare altında ıstırap çeken halkı adil ve iyi bir hükü­
mete kavuşturmak için mevcut anarşiye son vermek maksadıy­
la müdahale etmek zorunda kalırlarsa, bunun büyük olasılıkla
imparatorluğun ufalanması demek olacağını anlattım. Fakat
şimdiye kadar her şey boşuna. Sultan söz vermeye her zaman
hazır. Ama tarafımdan ya da aynı ağırlıkta başka yabancı tem­
silcilerin onun üzerinde yarattığı etkiyi hemen silmeye hazır
yanındaki muzır kimselerin etkisi altında kalarak ne yazık ki
sözlerini yerine getirememektedir. Uygulamaya konmayacak bir
tehdidin yararı yok. Eğer biz, gerçekten bu ülkeyi korumayı,
aynı zamanda yönetimde reformlar yaptırarak halkının adil
ve tarafsız yönetilmesini istiyorsak, yalnızca tehdit savurmak­
la kalmamalı, daha ileri gitmeliyiz. Sultan ve danışmanlarının,
yükümlü bulundukları reformları yapmakta neden ayak dire­
dikleri sorulabilir. Gerçek şu olabilir sanıyorum, savaşın so­
nundan beri Sultan, fanatik ve Avrupa’ya karşı olan bir parti
tarafından ikna edildi, çünkü halefi, Avrupa’ya özgü kurum­
lan, Avrupai reformları İmparatorlukta uygulamaya kalkışmış,
bu Türkiye’yi iflasa ve felaketli bir savaşa sürüklemişti. Yeni
Sultan şimdi Avrupasız hareket etmeli, ülkesindeki gelişmeleri
465
ve reformları da Türk ve Müslüman çizgisinde yapmalı; şim­
diki bakanlığının bellibaşlı yetkililerinden bir kısmı ve «Sa­
ray Partisi» bu düşüncedeler. Aynı zamanda kapitülasyon­
lardan kurtulmak için gösterdikleri çabalarla, Avrupa devlet­
lerinden bağımsız bir şekilde hareket etmek istemeleri dışında,
onlarla birlikte gelen anlaşmaları dikkate almayıp uymama­
ları da bunu kanıtlamaktadır. Avrupa’ya aldırış etmemek ve
onu inkâra kalkışmak teşebbüsü, son zamanlarda BabIâli’nin
keyfi davranışlarına karşı birçok protestolara, yabancı tem­
silcilerin topluca, dostça direnmelerine yol açmıştır. Sultan ve
danışmanları Avrupa devletlerini Türkiye’ye karşı birleştirecek
ve giderek artan sorunların tehlikesini görmüşe benzemiyorlar.
Bu yazımı bağlamadan önce zatıâlinizin dikkatine değer
iki noktayı daha arz etmek isterim. Birisi çok âcil olanı Doğu
Rumeli’nin durumudur, öyle sanıyorum ki, bu vilayetle ilgi­
li olarak izlenmesi gerekli hareket biçimi üzerinde hükümeti­
miz bir karara varmak zorundadır. Eğer Berlin Antlaşmasının
bu konudaki hükmü uygulanacak, anlaşma ile burası Sultana
bağlı özerk bir vilayet olarak kalacak, organik durumu bu an­
layış içinde desteklenecek ve bütün halk tabakalarının özgür­
lükleri, hakları tarafsızca yerine getirilecekse, Aleko Paşa ve
Bulgar danışmanlarının muamelelerine bir son vermek için
anlaşmayı imzalayan devletlerce gerekli adımlar atılmalıdır.
Eğer anlaşmanın uygulanması isteniyorsa, Aleko Paşanın vi­
layetin genel valisi olarak seçilmesi, her bakmıdan çok büyük
talihsizlik olmuştur, Babıâli, onun hareketlerine karışmak için
öteki işlerle çok meşgul görünmektedir. Anlaşmayı imzalayan
devletlerin, bunun uygulanmasında ısrar ederek Aleko Paşa­
nın atılmasını sağlaması ve Balkanların askerle işgali fikri he­
nüz belli değildir.
Çözümlenmemiş bir durumda bırakılmasına imkân olma­
yan bir başka ivedi sorun da Yunan hudududur. Lord Salis-
bury’nin talimatı üzerine önerdiğimiz bir teknik karma komis­
yonun atanması konusunda geçen Martın 10’unda Babıâli’ye
verdiğim notaya resmi bir cevap alamadım. Dışişleri Bakam
Saffet Paşa bana, Lord Salisbury’e ulaştırılmak üzere gayri
resmi bir muhtıra gönderdi ve iş orada kaldı. Sanıyorum ki Sul­
tan ve bakanları hâlâ, Yunanlılara bir hat teklif edileceğine, bu­
nun imzacı devletlerce bazı değişikliklerle belki kabul edilebi­
leceğine ve Yunanistan’ın da onaylamak zorunda kalacağına
inanıyorlar. Bu hattın nasıl olacağı konusu, Sultan ve bakan-
466
iarının son zamanlarda birçok görüşmeler yapmasma neden
oldu, bildiğime göre bir karara varılamadı. Bu, kesinlikle ya­
pılmalıdır, kanımca imzacı devletler daha fazla gecikmeksizin
kendileri, verilecek taviz konusunda Türkiye’ye yapılacak bas­
kının nasıl olacağında anlaşmaya varmalıdırlar.
Makedonya ve Arnavutluk’un durumu üstünde ciddiyetle
durulmalıdır. Türkiye Avrupasımn Doğu Rumeli’nde kalan
vilayetlerinde sanki anlaşmanın uygulanması için gerçekten her­
hangi bir istek varmış gibi, Sofya bölgesinin Bulgaristan’a ek­
lenmesi, vahim bir yanlış olmuştur. Eğer Doğu Rumeli’nin,
Bulgaristan’ın genişlemesine karşı gerçek bir engel ve Türk
İmparatorluğunun Avrupa’da gerçek bir savunma noktası ol­
ması amaçlanıyorsa, Suriye ile ilişkili bir anlaşma da yapılmalıy­
dı. Sofya’yı Bulgaristan’a vermekle sanki anlaşmanın görü­
nürdeki gerçek hedeflerini görmezmiş gibi, bu prenslik için
Makedonya’ya bir kapı açıldı. Yalnızca renkli bir haritaya göz
atmak, bunun böyle olduğunu gösterir. Bulgaristan kendisi­
ne verilen bu avantajla yetinmeyecektir. Bulgaristan, Make­
donya halkı arasında aralıksız entrikalar yürütecektir, bölgenin
doğal yapısı dolayısıyla silahlı haydutlarm bu vilayete girmeleri
çok zorlukla önlenebilir ve bunlar, ülkede genel bir ayaklan­
mayı ve gene yabancı müdahalesini doğuracak olayları ha­
zırlayacaklardır. BabIâli’nin vilayette adil ve iyi bir idare kur­
mak, Hıristiyanları memnun etmek, onları Türk idaresiyle ba­
rıştırmakta etkili olacak, içtenlikle istenilen ve başarıyla sonuç­
lanacak herhangi bir teşebbüsünün olup olmadığı kuşkudan
da ötedir. Ne olursa olsun Babıâli, Avrupa Türkiyesine uy­
gulanacak organik yasalar ve tüzük üzerinde Berlin Antlaşma­
sının 23'üncü maddesini uygulamaya çağrılmalıdır.
Amavutluk’a gelince, Müslüman ve Hıristiyanlar arasın­
da Türk idaresine karşı bir ruh durumu ve özerklik isteği ken­
disini gösterir gibi. Eğer Babıâli, derhal vilayetin idaresini dü­
zeltici ve otoritesini kabul ettirici âcil önlemler almazsa, bu
durum ciddi sonuçlar yaratabilir.
Bu konuda zatıâliniz, Prisrend konsolosluğumuzun yazı­
larından değerli bilgiler elde edebilirsiniz.
Doğudaki Küçük Asya vilayetlerinin durumu, hükümetimizin
hemen dikkatini çekmelidir. Bu bölgedeki Ermenilere taraf­
sızca muamele edilmesi ve alınacak önlemlerle bunları, Kürt
ve Çerkezlerin baskı ve saldırılarından korumak için bu vilayet­
lerde reformların yapılması maksadıyla Babıâli kendini, hem
467
Berlin Antlaşmasını imzalayan devletlere, hem de 4 Haziran
antlaşmasıyla İngiltere’ye bağlamıştır. Antlaşmanın 61’inci mad­
desi, Babıâli’yi bu maksatlarla alınan önlemleri periyodik ola­
rak imzacı devletlere bildirmekle yükümlü kılmaktadır. Bizzat
bu devletler uygulamaları gözlemekle yetkilidir. Antlaşmanm
imzalanmasından bu yana, yaklaşık iki yıl geçmesine karşın,
antlaşmanın hükümleri uygulanmamıştır. Ermenilerin durumu
hiçbir şekilde iyileşmemiştir, hatta savaş öncesinden daha da
kötüdür denebilir.
Kürtlerin saldırıları ve Türk memurlarının kötü yönetimi­
ne ek olarak, Ermenilerin ıstırabını arttıran açlık da baş gös­
terdi. Doğal olarak Emıeniler, imzacı devletlere, özellikle In­
giltere’ye yardım ve korunmaları konusunda gözlerini çevir­
diler. Onlar için kesinlikle bir şeyler yapmak gereklidir. Türk
Hükümetine bu duruma daha fazla izin verilemeyeceği göste­
rilmeli ve anlaması sağlanmalıdır. Fakat bu konuda alınacak
önlemler çok iyi düşünülüp taşmılmalıdır. Ingiltere’nin sem­
patisine mazhar olan ve Ingiltere’nin Türkiye’ye karşı politi­
kasında değişikliğin yapılmak üzere olduğunu görerek bundan
yüreklenen Ermeniler, yan bağımsız değilse bile özerk bir Er­
menistan kurulmasını bekliyorlar. Bu amaçla başlatılacak ha­
reket, Ermeni komiteleri, Ermeni basını, İstanbul’da ve
Avrupa’da oturan nüfuzlu Ermeniler tarafından yürütül­
mektedir. Bugünkü şartlar altında onun gizlilikten çıkıp eyleme
dökülmesi için herhangi bir teşebbüs, çok tehlikeli sonuçlar
doğurabilir ve bu, Ermeniler için felaket olur. Ermenilerin azın­
lık olduğu unutulmamalıdır ve birçok yerdeki halkın çok küçük
birer parçasıdırlar. Kürtleri hesaba katmayarak bunu çürütme­
ye kalkmak çılgınlıktır ve tehlikelidir. Küçük Asya Müslüman­
ları, Türk Avrupasmdaki Hıristiyanların bulunduğu özerk vi­
layetlerdeki kardeşlerinin sonlarım öğrendiler. Karşı koymak-
sızm buna benzer bir duruma izin vermeyeceklerdir. Ermenis­
tan’da bir özerklik isteği, katliama gider, dahası Rusya’nın
derhal müdahalesini ve onun kaçınılmaz sonuçlarını getirir.
Böyle bir şeyi başarsalar bile, o kadar övündükleri milliyetle­
rini koruyamazlar. Rusya, özerk bir Ermenistan’a ya da ba­
ğımsız bir Ermeni devletine kesinlikle izin vermeyecektir. Böy­
le bir devletin kurulması teşebbüsü, onun Rus imparatorluğu
içinde erimesiyle sonuçlanır, bu eski milletin dili ve dininin sö-
nüşü olur. Ermenilerin hak ettikleri ve bizim onlardan kuş­
kusuz olarak talep ettiğimiz şey, yaşadıkları vilayetlerde söz
468
verilen reformların derhal ve etkin bir şekilde yapılmasıyla,
yerel idarede hisselerine göre katılabilecekleri iyi bir hükü­
mettir. Bu konuda Babıâlice şimdiye kadar hiçbir şey yapıl­
madı. Benim önerim üzerine Rüstem Paşanın Erzurum’a atan­
ması iyi olacaktı, ne yazık ki sağlık durumu, onu bu görevi
kabulden alıkoydu, o zamandan beri Sultan, bir Hıristiyanm
atanması için herhangi bir davranışta bulunmadı. Her ne ka­
dar bütçe makul görünüyorsa da BabIâli’nin mali sıkıntısı, çok
ciddi boyutlara ulaşma tehlikesi gösteriyor ve Türkiye’den ala­
caklı olanların talebi o kadar âcildir ki, imzacı devletler, Ber­
lin Antlaşmasının 10. protokolünde kayıtlı olduğu şekilde Ital­
yan temsilcisinin önerdiği uluslararası mali komisyonun teşkili
üzerinde ısrar edeceklerdir. Buna Sultan, şiddetle karşı çıka­
caktır.
Sonuç olarak: Aydın ve yurtsever Türk devlet adamları,
memurları ve zeki Türkler imparatorluğu tehdit eden tehlike­
lerin bütünüyle farkındalar. Bu tehlikeleri kökten önleyecek
kesin tedbirler için hazırdırlar. Böyle düşünenlerin en tanın­
mışları sistem değişikliği savunucusu olarak bilindiklerinden
merkezden uzaklaştırılarak, genel vali ya da başka görevlerle
onurlu bir sürgüne gönderilmişlerdir. Mahmut Nedim, Saffet
ve Hayrettin Paşalar yalnızca ünlü olduklarından İstanbul’dan
uzaklaştırılmışlardır. Şimdiki yeteneksiz bakanların derhal atıl­
maları, Sultanı kötü şekilde etkileyen kimselerin Saraydan alı­
narak Sultanı etkilemelerinin önlenmesi, Sultanın elinde yo­
ğunlaştırmayı başardığı keyfi gücün etkin şekilde kontrolü, ba­
kanların sorumluluklarının belirlenmesi, valilerin yetkilerinin
genişletilmesi, meclislerin anayasada öngörüldüğü şekilde top­
lanmaları, bunları temsil edecek bir heyetin İstanbul’da, yerel
halk meclislerinin vilayetlerde toplanması gibi konuların Tür­
kiye’yi hızla çökmekten önleyecek bellibaşlı önlemler olduğu
üzerinde genel bir kanı vardır. Bunlar yapılıncaya kadar, dev­
letlerin talep ettikleri vc Babıâli’nin ihtişamla yükümlendiği
reformların iyi niyetle yürürlüğe konulmayacağı üzerinde de
genel bir inanış vardır.
Bu görüşü büyük ölçüde paylaşıyorum. Yayılmasıyla bir­
likte devletlere resmen gönderilmiş olan, Mithat Paşanın ana­
yasasını yürürlüğe koyması için Babıâli’yi bu yola davet etmek­
le bir başlangıç yapılabilir ve içinde bulunduğu söylenen yanlış­
lar düzeltilebilir.
1878 Kasım ayında o zamanki Dışişleri Bakanı Saffet Pa­
şa tarafından, dışarıdaki Türk temsilcilerine bir genelge gönde­
rilmiş ve onlarca da bulundukları ülkedeki hükümetlere veril­
mişti. Bu genelgede, Sultan tarafından verilen Osmanlı ana­
yasasının Türk imparatorluğunun temel yasasını oluşturduğu,
Millet Meclisi ve Senatonun toplanmasının ülkenin o zaman
içinde bulunduğu özel durum dolayısıyla ertelendiği, fakat bu
ertelemenin gelecek yıla kadar olduğu ilan edilmekte idi. Bu­
nunla birlikte Sultan ya da bakanlar kurulu kararıyla ilan edi­
len bütün yasaların resmen onaylanmak üzere olduğu formü­
lü hâlâ geçerlidir. Bana öyle geliyor ki, bu durum karşısında
Avrupa devletlerinin, eğer uygun görülürse, milli meclisin top­
lanmasını istemek hakkı vardır. Eğer Ingiltere Hükümeti bunu
kendi başına ya da öteki hükümetlerle birlikte yaptırabilirse, sa­
nıyorum ki böyle bir hareket, Osmanlı İmparatorluğunda ile­
ri fikirli, aydın ve liberal halkoyu tarafından da desteklenir.
Böylece Sultanın keyfi gücü, yeterince denetim altına alınabi­
lir. Türkiye’de hâlâ az da olsa aydın ve deney sahibi kişiler var­
dır, bunlar Sultanın danışmanları olurlarsa, ülkeyi hızla çök­
me tehlikesinden kurtarabilecek tek çare olan reformlar da
Avrupa’nın gözetiminde yaptırılır.
Türkiye, N o. 7 (1880), s. 2 -8 , N o. 3

EKLER

No. 1
Sör H. E llio t’dan, K ont Derby’c
No. 1045
TARABYA, 23 E ylül 1876
(Alındı, 4 Ekim )

Ermenilerce önemli olabilecek bir olumsuz davranış ser­


gilenmiştir. Şikâyetlerini Babıâli’ye yazılı olarak gönderdiler,
öyle sanıyorum ki, Sultana da iletecekler. Şikâyetlerinin baş-
lıcaları vergi toplayıcıları, Kürtlerin yağmaları ve hükümetin
buna karşı koruma önlemi almaması. Kuşkusuz bu konularda
yeterli ölçüde örnekleri var.
Altı ay önce BabIâli’den, Türke de Ermeniye de aynı öl­
çüde zulmeden Kürtlerin günden güne işi azıttıkları, bunları
470
bastırmak için önlemler alınması istenmişti, fakat her zaman­
ki gevşeklik görüldü. Her ne kadar olayı soruşturmak için bir
komisyon kurulduysa da hiçbir şey yapılmadı.
Hükümete karşı doğal ve çok haklı olan memnuniyetsizlik
bir sonuçtu ve devamlı teşvik olunuyordu.
Yüksek düzeyde olan, fakat hükümetle hiç ilgisi olmayan
bir Ermeni, bana bugün öğleden sonra, her ne kadar hükümet
halk arasındaki memnuniyetsizliğin başlıca sorumlusu ise de,
mevcut kışkırtmanın Rusya’nın entrikalarıyla oluştuğundan
kuşkusu olmadığını söyledi. Aklı başında ve öğrenim görmüş
Ermenilerin büyük kısmı kesinlikle Rusya’ya karşı iseler de,
kitle içinde durumun böyle olmadığını, çünkü onların yalnızca
şimdi çektikleri derdi bildiklerini ve herhangi bir değişikliğin
daha iyi olacağına inandıklarını tekrarladı. Bunları daha ön­
ce de bana söylemişti.
F.O. 424/44, s. 39, No. 59

No, 2

Sör H. E lliot’dan, K ont Derby'e


No. 1337
İSTANBUL, 7 Aralık 1876
(Alındı, 15 Aralık)
Ermeni Patriği dün bana geldi.
Geniş bir Ermeni toplumunun başı olan bu kişi, devlete
karşı ayaklanan vilayetlere ayrıcalıklar verilmesi dolayısıyla,
eşit şekilde düşünülmeye hakkı olan ve sessiz kalanlara veril­
memesi konusunda konferansça BabIâli’ye ısrarda bulunulma­
sını Ermeni toplumu adına umut etmek istediğini söyledi.
Onu ihtiyatla cevaplayarak şöyle söyledim: Konferansın
hedefi genel barışı tahdit eden ayaklanmanın olduğu vilayet­
lerde sükûneti iade etmekti, sanıyorum bütün Osmanlı İmpa­
ratorluğu idaresini kapsamayacaktır.
Patrik, halkının bu durumdan heyecana düştüğünü, eğer
Avnıpa devletlerinin sempatisini kazanmak için ayaklanma
çıkarmak gerekiyorsa, böyle bir hareket yaratmak hiç de güç
olmayacaktır, dedi. Patrik ayrıca, Slavların yararlanması için
Avrupa’da bulunan KafkasyalIların Asya’ya alınmaları teklifini
de protesto ederek, bunun, Ermenileri kesinlikle incittiğini söy­
ledi.
471
Kuzey iklimine alışmış insanları Arabistan’ın uzak köyle­
rine sürmek mümkün değildir. Ancak bunları Anadolu’da Er-
menilerin sayıca az oldukları bölgeye göndermek suretiyle,
Avrupa’daki yuvalarından atılmalarının acısı içinde bulunan
KafkasyalIların kötü muamelelerine Ermenilerin uğramamasını
umut ettiğini söyledi.
F.O. 424/46, s. 205 - 206, N o. 336

No. 3

Büyükelçi Layard’dan, K ont D erby'e


No. 365, Gizli
İSTANBUL, 18 M art 1878
(A lındı, 29 M art)

Bugün 364 sayılı yazımla İstanbul Ermeni Patriği Nerses


tarafından zatıâlinize yazılan mektubu gönderdim. Patrik, bu
mektubu göndermiş olmakla, kendisinin Ermeni toplumu ya da
ulusunun durumu ve acılan içine tamamıyla girme fırsatı bul­
duğunu bildirdi. Zatıâlinizin de anımsayacağı gibi, Patrik geçen
yıl Türk idaresinden halkının memnun olmadığını, ancak Rus­
ya’ya gitmektense bu yönetim altında yaşamayı daha çok iste­
dikleri yolunda beni ikna etmek için çok hevesli idi. Patrik,
Türk ordusuna yazılmaya ve Türk topraklarını savunmak için
yerel güçler oluşturmaya hazır olduklanm da açıklamıştı. Pat­
rik dün kendisini gördüğüm zaman durumun geçmişte böyle ol­
duğunu, ama şimdi Rusya’nın başarısı, özellikle de barış hazır­
lıklarında Ermenistan’ın idari reform sorununun anlaşma mad­
delerinden biri olmasından ötürü durumun bütünüyle değişti­
ğini söyledi. Vaktiyle Osmanlı Hükümetini desteklemek için
Ermenileri Rusya’nın karşısına çıkarmış olması nedeniyle Er­
menilerin kendisine çok gücendiklerini, dahası kendisini taşla­
yacaklarını söyledi. Ermenistan’ın bir bölümünün Rusya’ya
ilhak edilmesiyle ırktaşlarından birçoğunun Rusya’daki Hıris­
tiyan idaresine geçmeleri, ayrıca Avrupa Türkiyesindeki Hı­
ristiyan halka özerklik verilmek üzere oluşu, doğal olarak on­
ları aynı haklan istemeye yöneltmiştir. Van ve Beyazıt böl­
gesindeki Ermenilere Kürtler tarafından yapılan taşkınlıkların
yoğunlaşması, Müslüman idareden nefreti arttırmıştır. Bu olay­
ların bastırılması için Patrik, Babıâli’ye boş yere başvurularda
472
bulunmuştur. Ermeniler şimdi haklarım öne sürmeye kararlı­
dırlar. Başka yerlerdeki Hıristiyan kardeşlerinin de aynı şeyi
yapması için istekte bulunacaklardır. Eğer adalet yoluyla ve
Avrupa’nın yardımlarıyla istediklerini elde edemezlerse, Rus­
ya’ya başvuracaklar ve ona katılıncaya kadar tahriklerini kes­
meyeceklerdir. Patriğin dediğine göre, halen Ermenistan’da
halkın büyük bir bölümü Rusya’ya verilen topraklara göç et­
meye hazırlanmaktadır. Bu itibarla Patrik, özerk bir Hıristi­
yan hükümeti isteğinin Kongrece onlardan yana düşünüleceğin­
den ve Avrupa’nın kendi kendini yönetecek Ermeni vilayetinin
oluşumunda ısrar edeceğinden emin olduğunu söyledi.
Patrik, bana, kendilerini himaye etmesini ve aracı olma­
sını rica eden, Prens Bismark’a yazılmış bir mektubun kopya­
sını da gösterdi. Bu mektubu Prens Reuss aracılığıyla gönder­
miştir. Prens Reuss Ermeni toplumunun başkanıyla, size ön­
ceden bildirdiğim şekilde, yıllardır durmadan yazışmaktadır.
Amacın, Sultana olan bağlılıklarını koparmak ve Rusya’nın
politikasını kolaylaştırmak olduğundan eminim.
Patriğe, Ermenistan deyince ne anladığını, kendi tasarıla­
rına göre, Asya’da Türkiye’nin hangi parçasını özerk vilayetin
içine almayı düşündüğünü sordum. Patrik, Ermenistan’ın Van,
Sivas ve Diyarbakır’ın yarıdan fazlasını, eski Kilikya Krallı­
ğını (veya Suriye’nin kuzey sınırı üzerindeki vilayetle, batıya
doğru Toros silsilesinden denize kadar uzanan alanı) kapsadı­
ğını söyledi. Patriğe bu bölgenin Sultanın elindeki Küçük As­
ya’da kalan toprakların çok büyük bir dilimi olduğunu, say­
dığı vilayetlerde oturanların büyük çoğunluğunu Müslümanla­
rın oluşturduğunu ve bunun böyle olduğuna kanıtlarıyla inan­
dığımı söyledim. Söylediklerimin doğruluğunu inkâr etmedi;
ancak Türklerin de BabIâli’nin kötü idaresinden hiç memnun
olmadıklarını, dolayısıyla kendilerine can ve mal güvenliği ge­
tirecek Hıristiyan bir yönetimi gönüllü olarak kabul edecekle­
rini söyledi.
Patriğe, benim önüme koyduğu bu kadar geniş bir proje­
nin Kongrenin hoşuna gideceğini ummadığımı vurguladım. Pat­
rik, eğer Kongrenin hoşuna gitmezse ve Ermenistan’ın haklı
isteklerini dinlemezse, bu ülke (yani kafasındaki Ermenistan)
kısa bir zaman içinde Türklerc karşı ayaklanacak ve Rusya’ya
iltihak edecektir. Gürcistan ve Ermenistan’da Ruslarca görev­
lendirilen generallerle, yüksek rütbeli memurlardan birçokla­
rının Ermeni olduğunu, bunlardan bazılarının savaş sırasında
473
büyük ölçüde sivrildiklerini, bunların Türkiye’deki kardeşleriy­
le çok yakın bağları bulunduğunu, kendi kişisel düşüncesi ne
olursa olsun, basit dünyevi bir hırsı olmayan bir rahip olarak,
halkının daha fazla Müslüman idaresine boyun eğmeyeceğini
ve onun bu isteğine karşı da gelmeyeceğini söyledi. Patrikle
yaptığım konuşmayı size aktardım. Bu ifadeler, Avrupa Tür-
kiyesindeki özerk kurumlarla ilgili olarak Türk halkının istek­
lerinin kaynaşma tehlikesini ortaya çıkaracağı gibi, öteki yazı­
larımda belirtmeye cesaret ettiğim noktaları da doğrulayıcı ni­
teliktedir. Böylece Sultanın dominyonlarının her tarafında ent­
rika ve isyanları teşvik, onun otoritesini ve hükümetini yıkma­
ya teşebbüs, er geç kaçınılması mümkün olmayan çok ciddi
neticeler doğuracaktır. Eğer yanlış haber almadıysam, bu ent­
rikalar şimdi çok etkin bir şekilde yapılmakta ve geniş ölçüde
bu maksadı gütmektedir.
Ermeniler arasındaki hareket de büyük bir olasılıkla bu
nedenledir. Çok geçmeden, Suriye dahil, Türk Asyasınm öte­
ki parçalarındaki Müslüman ve Hıristiyan halk arasında ben­
zer cereyanları duymamız, ihtimal dışı değildir. Bu cereyanlar,
Afrika’da BabIâli’den tamamen bağımsız olma isteği şeklinde
gelişebilir. Türk İmparatorluğunun ufalanması ve parçalanma­
sı bazılarının gözünde istenilebilir bir olaydır. Fakat İngilte­
re en azından bunun sonuçlarına hazır olmalıdır. Ermenilerin
istedikleri öyle bir özerk devlettir ki, Patriğin Ermenistan’ı gibi
uzun süredir söylenen yarı bağımsız bir devlet; iyimser Erme­
nilerce teklif olunan sınırlar içindeki halkları tanıyan hiç kim­
se yok. Bir an için mümkün olduğuna inanalım. Bu özerk dev­
let, Rusya’ya iltihak zorunda. Dahası, Patriğin bile açıkça ni­
yet ettiği görülen bu olay, Küçük Asya’nın hududuna kadar
uzanan bu kadar büyük bir bölge üzerinde Rusya’nın domin­
yonunu genişletmesidir, bu da İngiltere’nin çıkarlarına ne de­
rece uygun düşer, ki Rusya en sonunda bunu yapacaktır. Ba­
na öyle geliyor ki, sonuçlardan biri Beyazıt’ın güneyine kadar,
Doğu Ermenistan’ın Rusya’ya katılacağıdır.
Patrik bu konuşmamızın gizli kalmasını benden rica etti.
Eğer aramızdaki konuşma öğrenilirse Türk Hükümetine kar­
şı kendisinin tehlikede olacağından söz etti.
F.O. 424/68, s. 346 -348, No. 639

474
BELGELERİN DİZİNİ
Mo. T arih A dlar Sayfa
1856
1 24 Ocak İngiliz Dışişleri Bakam Kont Clarendon’
dan, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Lord
Stratford'a. 47
2 28 Şubat İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Clarendon’
dan, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Lord
Stratford’a. 47

1859
3 9 Haziran İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Malmes-
bury’den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi
Sör H. Buhver’e. 48
4 25 Haziran İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 48
5 9 Ağustos İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör, H.
Buhver'e. 49
1860
6 17 Mayıs İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver'e, tel. 49
7 7 Haziran İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 50
8,9 11 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
wer’den, Türkiye’deki İngiliz Konsolos­
luklarına tamim. 51-52
10 28 Temmuz İzmir İngiliz Konsolosu C. Blunt’dan, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
wer'e. 54

477
No. Tarih Adlar Sayfa
11 4 Ağustos Halep İngiliz Konsolosu J.H. Skene’den,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
ıver’e. 59
12 20 Ağustos Halep İngiliz Konsolosu J.H. Skene’den,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Bul-
vver’e. 64
13 25 Ağustos İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 65
14 13 Eylül İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Bulwer'e. 66
15 18 Ekim İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 68
1861
16 4 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakanı Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 69
17 29 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakam Lord J. Russel’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver'e. 70
1863 -

18 12 Şubat İngiliz Dışişleri Bakanı Kont J. Russel’


den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 70
19 13 Ağustos İngiliz Dışişleri Bakanı Kont J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 72
1864
20 14 Ocak IngiUz Dışişleri Bakanı Kont J. Russel'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H.
Buhver’e. 72
21 15 Aralık İngiliz Dışişleri Bakanı Kont J. Russel’
den, Türkiye İngiliz Maslahatgüzarı M.
Stuart’a. 72

478
No. Tarih Adlar Sayfa
1865
22 21 Ocak İngiliz Dışişleri Bakanı Kont J. Russel’
den, Türkiye İngiliz Maslahatgüzarı Stu-
art'a. 74
1868
23 30 Ocak Trabzon İngiliz Konsolosu Palgrave'den,
İngiliz Dışişleri Bakam Lord Stanley’c. 74
24 18 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot’
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Stan-
ley’e (No. 23’e bak). 78
25 19 Mart Erzurum İngiliz Konsolosu MJ.G. Taylor’
dan, İngiliz Dışişleri Bakam Kont Claren-
don’a. 79
1873
26 25 Eylül Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Gran-
ville’e. 89
1875
27 19 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Jas. Zohrab’
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 95
28 22 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Jas. Zohrab’
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e
(No. 27 ile ilgili). 98
1877
29 10 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi A.H. Layard’
dan, İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 99
30 12 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Jas. Zohrab'
dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 100
31 17 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 102
32 17 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Derby’e. 103
33 24 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'den,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’a. 103

479
No. Tarih Adlar Sayfa
34 24 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Dcrby'e. 104
35 31 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 104
36 6 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 105
37 8 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 107
38 21 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Zohrab’dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 108
39 24 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
Ingiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 108
40 27 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 108
41 5 Ekim Tebriz İngiliz Konsolosu W.G. Abott’dan,
İnjgiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 109
42 6 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 109
43 14 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 110
44 19 Kasım Tiflis İngiliz Konsolosu Ricketts’ten, İn­
giliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 114'
45 25 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 115
46 ' 27 Kasım Tunus’taki Richard Wood'dan, İngiliz
Dışişleri Bakanı Kont Derby'e. 115
47 28 Kasını Osmanlı Dışişleri Bakanı Server Paşadan,
Londra’da Türk Büyükelçisi Musurus
Paşaya. 143
48 28 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 144
49 28 Kasım Tiflis İngiliz Konsolosu Ricketts’ten, İn­
giliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 145
50 4 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz Dışişleri Bakam Kont Derby’e. 145
51 8 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
Ingiliz Dışişleri Bakanı Kont Derby’e. 148

480
No. Tarih Adlar Sayfa
52 8 Aralık Erzurum İngiliz K onsolosu Zohrab'dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı Kont D erby’e. 148
53 13 Aralık Osmanlı D ışişleri Bakam Server Paşadan,
Londra Türk B üyükelçisi Musurus Paşa­
ya, tel. 149
54 13 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby’e. 149
55 17 Aralık Petersburg İngiliz B üyükelçisi L ord A.
L oftus’ tan, İngiliz D ışişleri Bakam K ont
D erby’e. 149
56 18 Aralık İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby'e. 150
57 19 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby'e. 150
58 28 Aralık İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı K ont D erby'e. 150
59 29 Aralık İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’daa,
İngiliz D ışişleri Bakam K ont D erby’e. 151

1878
60 9 Ocak Trabzon İngiliz K onsolos M uavini B iliot-
ti'den, İngiliz D ışişleri Bakam K ont
Derby’e. 151
61 27 Ocak Trabzon İngiliz K onsolos M uavini Bili-
otti’den, İngiliz D ışişleri Bakam K ont
D erby’e. 151
62 14 Şubat Tahran İngiliz E lçisi Thom son'dan, İn­
giliz D ışişleri Bakanı K ont D erby’e. 152
63 8 Mart İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı K ont Derby’e,
No. 828. 153
64 18 M art İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard'dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı K ont Derby’e, N o.
365 (N o. 68’e bak). 154
65 20 M art İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı K ont D erby'e, N o.
383, gizli. 156
66 25 M art İstanbul İngiliz B üyükelçisi Layard’dan,
İngiliz D ışişleri Bakanı Kont D erby’e, No.
401, gizli. 156

481
No. T arih A dlar Sayfa
67 9 N isan Paris İngiliz Büyükelçisi Lord Lyons'tan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e
No. 338. 160
68 11 Nisan İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’
a. No. 470. 160
69 13 Nisan İstanbul Ermeni Patriği Mgr. Nerses'ten,
İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury'e. 160
70 7 M ayıs Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Bili-
otti'den, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No. 55. 163
71 11 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Mr. Layard’
dan, İngiliz Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e, No. 603. 163
72 30 M ayıs İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi La-
yard’a. 164
73 1 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Layard’dan,
İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
e, No. 637. 167
74 1 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No 846. 167
75 10 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury'e, No. 657, tel. 168
76 14 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No. 906, gizli. 168
77 16 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury'e, No. 920. 169
78 24 Temmuz İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel, gizli. 169
79 25 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, İngiliz Dışişleri Bakanı Marki
Salisbury’e, No. 943. 170

482
No. Tarih Adlar Sayfa
80 31 Temmuz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, No. 877. 170
81 8 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'a (No. 8’e bak). 170
82 14 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 171
83 21 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e 81 ile ilgili, (No. 86 ve 109'a bak). 172
84 27 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 172
85 30 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 172
86 12 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 173
87 13 Eylül Trabzon İngiliz Konsolos Muavini A. Bi-
liotti’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 173
88 14 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 174
89 15 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 836, tel. 174
90 15 E ylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 837, tel. 174
91 16 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 175
92 16 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 175

483
No. T arih A dlar Sayfa
93 16 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1141. 175
94 19 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 844, tel. 177
95 19 Eylül St. Petersbourg İngiliz Maslahatgüzarı
Plunkett’ten, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’e. 177
96 19 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 1152, gizli. 177
97 19 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e. 178
98 21 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 178
99 23 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 179
100 25 Eylül St. Petersbourg İngiliz Maslahatgüzarı
Plunkett'ten, İngiliz Dışişleri Bakanı Mar­
ki Salisbury’e. 179
101 26 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 179
102 26 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 180
103 30 Eylül Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti'den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 180
104 10 Ekim İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard'a. 185
105 11 Ekim Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 185
106 16 Ekim Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Bili-
otti'den. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 185
484
No. Tarih Adlar Sayfa
107 19 Ekim İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 186
108 24 Ekim İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 186
109 24 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 186
110 26 Ekim Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 187
111 30 Ekim İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e. 187
112 2 Kasım Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Bili-
otti’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 191
113 4 Kasım Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti'den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 191
114 8 Kasım Trabzon Ingiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 191
115 8 Kasım Halep Ingiliz Konsolosu Henderson’dan,
İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. 192
116 13 Kasım Erzurum Ingiliz Konsolosu Yüzbaşı H.
Trotter’den, Ingiliz Dışişleri Bakanı Mar­
ki Salisbury’e. 193
117 21 Kasım Erzurum İngiliz Konsolosu Yüzbaşı H.
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e. 195
118 25 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e. 195
119 28 Kasım Erzurum İngiliz Konsolosu Yüzbaşı H.
Trotter’den, İngiliz Dışişleri Bakanı Mar­
ki Salisbury’e. 196
120 30 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e. 196

485
No. T arih A dlar Sayfa
121 2 A ralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 1490. 197
122 2 Aralık Halep İngiliz Konsolosu Hcnderson’dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 197
123 4 Aralık İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a (109 sayılı belgeye ilişkin). 198
124 4 Aralık Erzurum İngiliz Konsolosu Yüzbaşı Trot-
ter'den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 199
125 5 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakîmi Marki Salis­
bury’e, No. 1046. 199
126 5 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e, No. 1506. 200
127 11 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 1527. 200
128 15 Aralık Ermeni gazetesi «Le Punch»dan özetler. 200
129 18 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1550, gizli. 201
130 18 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1560. 204
131 20 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 1564. 205
132 21 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 1567, gizli. 205
133 21 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1571. 205
134 23 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1573. 206

486
No. Tarih Adlar Sayfa
135 30 Aralık Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 206
136 31 Aralık İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a. 206
1879
137 5 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 18. 207
138 7 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 25. 208
139 8 Ocak Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 208
140 12 Ocak Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trottcr’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa­
lisbury’e. 209
141 13 Ocak îstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 30, tel. 210
142 13 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 47. 210
143 14 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 52. 210
144 17 Ocak Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’e, No. 3, gizli. 211
145 21 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e, No .71. 212
146 22 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
buıy’e, No. 77. 212
147 22 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 78, gizli. 213

487
N o. Tarih Adlar Sayfa
148 22 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 79. 214
149 23 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 85. 214
150 26 O cak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 97. 214
151 3 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 81, gizli, tel. 215
152 3 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 82. 216
153 3 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 124. 216
154 4 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 127, gizli. 217
155 4 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 135. 217
156 8 Şubat Tiflis İngiliz Konsolos Vekili Lyall’den,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 218
157 8 Şubat Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’e. No. 6, siyasi. 219
158 10 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi A.H. Layard’
dan. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 145. 220
159 12 Şub at İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, tel. No. 101. 221
160 19 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 163, gizli. 221
161 24 Şubat İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’den,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e, No.
126, tel. 222
488
No. Tarih Adlar Sayfa
162 24 Şubat İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet'
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 127, tel. 222
163 24 Şubat Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’c,
No. 26, siyasi. 223
164 25 Şubat İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e,
No. 179. 223
165 2 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 200. 223
166 6 Mart Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. No. 286. 224
167 6 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakam Marki Salisbuıy’e,
No. 157, tel. 224
168 7 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 225
169 14 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 225
170 16 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 226
171 18 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet1
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 219, tel. 226
172 19 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 221, tel. 227
173 20 Mart Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs-
İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’e. 227
174 20 Mart Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet'e. 227
175 20 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 234, tel. 228
176 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 254, tel. 228
489
No. Tarih Adlar Sayfa
177 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malct'
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 229
178 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e,
No. 256, çok gizli. 230
179 21 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 231
180 23 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Mîllet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 232
181 26 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 234
182 27 Mart İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 235
183 29 Mart Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’e. 236
184 1 Nisan Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 33, siyasi. 237
185 2 Nisan Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 34, siyasi. 237
186 8 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakam Marki Salisbury’e. 238
187 12 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 315, tel. 238
188 14 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e,
No. 325, tel. 239
189 15 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 240
190 19 Nisan Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury'e. 241
191 24 Nisan Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, Si­
vas İngiliz Başkonsolosu Albay Wilson’a. 244
192 26 Nisan Diyarbakır İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Sa-
lisbury’c. 245

490
No. Tarih Adlar Sayfa
193 29 Nisan İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den, Dışişleri Bakam Marki Salisbury’e. 246
194 3 Mayıs İstanbul İngiliz Maslahatgüzarı Malet’
den. Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 246
195 8 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e, No. 383, gizli. 247
196 9 Mayıs Maraş’tan Chermside’den, İstanbul İngi­
liz Büyükelçisi Sör A.H. Layard’a. 248
197 14 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 249
198 21 Mayıs Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’a. 250
199 22 Mayıs Sivas İngiliz Başkonsolosu Wilson’dan,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’a. 251
200 24 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bııry’e. 252
201 29 Mayıs İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 253
202 29 Mayıs Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Biliot-
ti’den, Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e. 254
203 4 Haziran Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ler’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’c, No. 12, gizli. 255
204 6 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e. 255
205 8 Haziran Sivas İngiliz Başkonsolosu Yarbay Wil-
son’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 8 256
206 9 Haziran Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’c. 256
207 11 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 476. 261'
491
No. T arih Adlar
208 11 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e.
209 11 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 263
210 12 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 485, gizli. 264
211 21 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 265
212 21 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 532. 265
213 21 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 535. 266
214 21 Haziran Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 267
215 24 Haziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 541. 268
216 24 H aziran İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 542. 268
217 25 Haziran Narghislu’da Teğmen Chermside’den, Ha­
lep İngiliz Konsolosu Henderson’a (Ö-
zet). 269
218 26 Haziran Halep İngiliz Konsolosu Hcnderson’dan,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'a. 270
219 1 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 576. 271
220 7 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 591. 272

492
No. Tarih Adlar Sayfa
221 7 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör
A.H. Layard'a. 272
222 11 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 536. 273
223 11 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 538. 274
224 12 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 608. 274
225 12 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, ayrı, çok gizli. 275
226 13 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel, No. 547. 276
227 13 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 277
228 13 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 614. 278
229 14 Tem m uz Dışişleri Bakam Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard'a, tel. No. 158. 279
230 15 Tem m uz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’dcn. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 18. 280
231 17 Temmuz Osmanlı Dışişleri Bakam Karatodori Pa­
şadan, Londra Osmanlı Büyükelçisi Mu-
surus Paşaya. 281
232 18 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 281
233 20 Tem m uz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel, No. 566. 282

493
No. Tarih Adlar
234 20 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’c. No. 640.
235 20 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 642.
236 24 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 576, gizli.
237 24 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 21, siyasi.
238 25 Temmuz Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 22, siyasi, gizli.
239 27 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e.
240 29 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 584.
241 30 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. No. 682, gizli.
242 30 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 680.
243 31 Temmuz İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e, tel. No. 589, gizli.
244 1 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, tel. No. 198, gizli.
245 i Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. No. 1014, gizli.
246 i Ağustos Dışişleri Bakam Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, tel. No. 202, gizli.

494
No. Tarih Adlar
247 1 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e.
248 8 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 708, gizli.
249 8 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.
250 9 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.
251 10 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 602.
252 12 Ağustos Carlsbad Konsolos Muavini Biliotti’den,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’e.
253 15 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakımı Marki Salis-
bury'e.
254 16 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e.
255 16 Ağustos Erzurum İngiliz Büyükelçisi Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.
256 17 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e.
257 22 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, tel. No. 229.
258 22 Ağustos İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 628.
259 22 Ağustos Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a, No. 1113, gizli.

495
No. Tarih Adlar Sayfa
260 26 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter'dcn. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e.' 312
261 26 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 312
262 30 Ağustos Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 313
263 1 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 313
264 3 Eylül Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, Er­
zurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’e. 314
265 9 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e. 314
266 10 Eylül Heyete verilen dilekçe. 315
267 11 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 822. 316
268 17 Eylül Erzurum İngiliz Konsolosu Binbaşı Trot-
ter’den. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 317
269 29 Eylül İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, Tiflis Konsolos Vekili Lyall’e, No.
3, gizli. 318
270 18 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 700. 318
271 19 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 702. 319
272 21 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 319
273 22 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. 322
496
Tarih Adlar Sayfa
22 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 705 (No. 275'e bak.). 322
25 Ekim İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel, No. 263 (No. 274'e bak.). 323
25 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 323
26 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 711. 324
27 Ekim Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşadan
Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa­
şaya. 325
27 Ekim Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa­
dan, Londra Osmanlı Büyükelçisi Musu-
ıus Paşaya, tel. 327
27 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 712. 327
29 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, tel. No. 717 (No. 283’e bal;). 328
29 Ekim Halep İngiliz Konsolosu Henderson'dan,
Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 329
30 Ekim İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury'e, tel, No. 718 (No. 28’e bak). 329
1 K asım Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa­
şadan, Ingüiz Dışişleri Bakam Marki Sa­
lisbury'e, gizli. 330
1 Kasım Osmanlı Dışişleri Bakam Saffet Paşadan,
Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus
Paşaya, çok gizli, tel. 330
1 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, tel, No. 722. 331

497
No. Tarih A dlar Sayfa
287 3 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel, No. 724. 332
288 4 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel. No. 274. 332
289 4 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’a, tel, No. 275. 332
290 4 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 725. 333
291 4 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, No. 1318. 333
292 4 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'
den İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, No. 1320. 334
293 6 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’a, tel, No. 278. 335
294 6 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’a, No. 1343. 335
295 8 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 731. 336
296 9 Kasım İngiliz Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'
den, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H.
Layard’a, tel, No. 280, gizli. 336
297 10 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel. No. 732. 337
298 12 Kasım Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La­
yard’a, tel. No. 282. 338
299 12 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 981, çok gizli. 338

498
No. T arih Adlar Sayfa
300 14 K asım Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşadan,
Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa­
şaya. 341
301 14 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 737. 341
302 16 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, No. 995, çok gizli. 342
303 17 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 742. 343
304 17 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. 343
305 18 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e, tel, No. 744. 344
306 18 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, tel. No. 747. 345
307 21 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 751, çok gizli. 345
308 21 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e, tel. No. 752. 346
309 21 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 346
310 22 Kasım Erzincan’dan İngiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. 350
311 23 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, tel, No. 754. 351
312 23 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, tel, No. 757 (303’e bak). 351

499
No. Tarih Adlar Sayfa
313 23 Kasım Selanik İngiliz Konsolosu Blunt’tan, Dış­
işleri Bakanı Marki Salisbury’e. 352
314 27 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 1039. 354
315 28 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 1042. 356
316 28 Kasım İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 1048, gizli. 357
317 1 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1055, çok gizli. 358
318 10 Aralık Sivas Büyükelçisi Yarbay Wilson’dan,
Dışişleri Bakam Marki Salisbury’e, No.
28, gizli. 358
319 16 Aralık Van İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton'dan, Erzurum İngiliz Konsolosu
Binbaşı Trotter’e, No. 28. 361
320 17 Aralık Van İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton’dan, Erzurum İngiliz Konsolosu
Binbaşı Trotter’e, No. 29, özel. 363
321 18 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e, No. 1131. 364
322 19 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis­
bury’e, No. 1133. 367
323 21 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis­
bury’e, No. 1142. 367
324 21 Aralık Trabzon İngiliz Konsolos Muavini Veki­
li Marengo’dan, Dışişleri Bakam Marki
Salisbury’e, No. 25. 371
325 24 Aralık Halep İngiliz Konsolosu Henderson’dan,
İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. 372

500
No. Tarih Adlar Sayfa
326 26 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 1165. 373
327 30 Aralık Van İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton’dan, Erzurum İngiliz Konsolosu,
Binbaşı Trotter'e. 395
1880
328 7 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. 397
329 13 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 70. 399
330 18 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 86, çok gizli. 401
331 31 Ocak İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 142, gizli. 402
332 31 Ocak Diyarbakır’da Ingiliz Konsolosu Binbaşı
Trotter’den, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 2. 402
333 2 Şubat Dışişleri Bakanı Marki Salisbury’den, İs­
tanbul’da İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'a, (No. 330’la ilgili) No. 79, gizli. 404
334 2 Şubat Van Ingiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı
Clayton’dan, İstanbul Ingiliz Büyükelçisi
Sör A.H. Layard’a, No. 3, gizli. 405
335 3 Şubat Londra Osmanlı Büyükelçisi Musurus Pa­
şadan Dışişleri Bakanı Marki Salisbury'e. 407
336 17 Şubat İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 210. 407
337 17 Şubat İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury’e. No. 211, gizli. 410
338 21 Şubat İstanbul Ingiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakam Marki Salis-
bury'e. No. 223, gizli. 414
501
No. Tarih Adlar Sayfa
339 22 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 224. 415
340 24 Şubat İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 235, çok gizli. 420
341 2 Mart İstanbul Ingiilz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 266. 423
342 9 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard'dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 282. 425
343 12 Mart İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett’ten, Erzurum İngiliz Konsolosu Bin­
başı Trotter’e, No. 10, gizli. 426
344 20 Mart İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett'ten Erzurum İngiliz Konsolosu Bin­
başı Trotter’e. 427
345 24 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 340. 427
346 31 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 370. 428
347 3 Nisan Harput’ta Teğmen Chcrmside’den, İstan­
bul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’a. 429
348 3 Nisan Erzurum Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett’ten, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör
A.H. Layard'a, No. 13, siyasi. 443
349 12 Nisan Sivas İngiliz Başkonsolosu Yarbay Wil-
son’dan, İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör
A.H. Layard'a, No. 41. 445
350 13 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e. No. 418. 449
351 21 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury'e, No. 439. 456

502
No. T arih Adlar Sayfa
352 24 N isan İngiliz Konsolos Muavini Yüzbaşı Eve-
rett'ten, Erzurum İngiliz Konsolosu Bin­
başı Trotter’e, No. 3. 458
1880
353 26 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bury’e, No. 456. 459
354 27 Nisan İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan, Dışişleri Bakanı Marki Salis-
bııry’e. 460

EKLER

No. Tarih Adlar Sayfa


1876
23 Eylül İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Elli-
ot’dan. Dışişleri Bakanı Kont Derby’e,
No. 1045. 470
7 Aralık İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör H. Elli-
ot’dan. Dışişleri Bakanı Kont Derby’e,
No. 1337. 471
1878
18 Mart İstanbul İngiliz Büyükelçisi Sör A.H. La-
yard’dan. Dışişleri Bakanı Kont Derby’e,
No. 365, gizli. 472

503
KAYNAKLAR

I - Foreign Office Archives, Confidential Print, Public


Record Office, London. (cited as F. O. 424)
— F. O . 4 2 4 / 4 4 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part VI. October 1876. Printed for the Use of Fore­
ign Office. Confidential. London: 1876.
— F. O . 4 2 4 / 4 6 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part VIII. November - December 1876. Printed for the
Use of the Foreign Office. Confidential. London: 1877.
— F. O . 4 2 4 / 6 2 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XIX. November 1877. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (8488). London: December 1877.
— F. O . 4 2 4 / 6 3 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XX. December 1877. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3441) London: January 1878.
— F. O . 4 2 4 / 6 6 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXI. January 1878. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3508). London: February 1878.
— F. O . 4 2 4 / 6 7 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXII. February 1878. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential. London : March 1878.
— F. O . 4 2 4 / 6 8 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXIII. March 1878. Printed for the Use of the Fo­
reign Office. Confidential (3602). London : April 1878.
— F. O . 4 2 4 / 6 9 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXIII. March 1878. Printed for the Use of the Fo­
reign Office. Confidential (3625). London : May 1878.
— F. O . 4 2 4 / 7 0 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXV. May 1878. Printed for the Use of the Fo­
reign Office. Confidential (3631). London : June 1878.
— F. O . 4 2 4 / 7 2 : Further Correspondence Respecting the Affairs
of Turkey. Part XXVII. July 1878. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3726). London: August 1878.
F . O . 4 2 4 / 7 3 : Further Corrcspondence Respecting the Affairs
of Turkey. Part XXVIII. August 1878. Printed for the Use of
the Foreign Office. Confidential (.1752). London: September
1878.
F. O . 4 2 4 / 7 4 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXIX. September 1878. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3776). London: October 1878.
F. O . 4 2 4 / 7 5 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part X XX. October 1878. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3799). London: November 1878.
F. O . 4 2 4 / 7 6 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXXI. November 1878. Printed for the Use of
the Foreign Office. Confidential (3852). London : December
1878.
F. O . 4 2 4 / 7 7 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXXII. December 1878. Printed for the Use of
the Foreign Office. Confidential (3858). London: January 1879.
F . O . 4 2 4 / 7 9 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part X X XIII. January 1879. Printed for the Use of
the Foreign Office. Confidential (3910). Fcbruary 1879.
F . O . 4 2 4 / 8 0 : Further Correspondence Respecting the Affairs
of Turkey. Part XXXIV. February 1879. Printed for the Use
of the Foreign Office. Cbnfidential (3923). London: March 1879.
F . O . 4 2 4 / 8 1 : Further Correspondence Respeoting the Affairs
of Turkey. Part XXXV. March 1879. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3933). London : April 1879.
F . O . 4 2 4 / 8 2 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXXVI. April 1879. Printed for the Use of the Fo­
reign Office. Confidential (3940). London : May 1879.
F . O . 4 2 4 / 8 3 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXXVII. May 1879. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3973). London : June 1879.
F . O . 4 2 4 / 8 4 : Further Correspondence Respecting the Affairs of
Turkey. Part XXXVIII. June 1879. Printed for the Use of the
Foreign Office. Confidential (3965). London : July 1879.
F. O . 4 2 4 / 8 5 : Further Correspondence Respecting the Affairs
of Turkey. Part XXXIX. July 1879. Printed for the Use of the Fo­
reign Office. Confidential (4002). London August 1879.
F . O . 4 2 4 / 8 6 : Further Correspondence Respecting the Affairs
of Turkey. Part XL. August 1879. Printed for the Use of the Fo­
reign Office. Cbnfidential (4017). London : September 1879.
Turkey No. 1 0 (1 8 7 9 ) : Correspondence Respecting the Conditi-
on of the Population in Asia Minör and Syria, London: 1879.
T u r k e y No. 1 (1880) : Correspondence Respecting the Commis-
sion sent by the Porte to Inquire into the Condition of the Vila­
yet of Aleppo, London : 1880.
T u r k e y No. 4 ( 1 8 8 0 ) : Correspondence Respecting the Condition
of the Populations in Asia Minör and Syria, London : 1880.
T u r k e y N o . 7 ( 1 8 8 0 ) : Correspondence Respecting the Affairs
of Turkey, London : 1880.
T u r k e y N o . 2 3 ( 1 8 8 0 ) : Further Correspondence Respecting the
Condition of the Populations in Asia Minör and Syria. (In Con-
tinuation of «Turkey No. 4, 1880»). London : 1880.

You might also like